t.c. kamu yÖnetİmİ ve sİyaset bİlİmİ sİyaset bİlİmİ...
TRANSCRIPT
1
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI
REFAHYOL HÜKÜMETİNİN DIŞ POLİTİKASI
Yüksek Lisans Tezi
Seçil Özyanık
Ankara-2005
2
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI
REFAHYOL HÜKÜMETİNİN DIŞ POLİTİKASI
Yüksek Lisans Tezi
Seçil Özyanık
Tez Danışmanı Prof. Dr. Yavuz Sabuncu
Ankara-2005
3
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
KAMU YÖNETİMİ VE SİYASET BİLİMİ SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI
REFAHYOL HÜKÜMETİNİN DIŞ POLİTİKASI
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Yavuz Sabuncu
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası ........................................ ................................................. ....................................... ................................................. ........................................ ................................................. ........................................ ................................................. ....................................... ................................................... ....................................... ....................................................
4
İÇİNDEKİLER SAYFA NO.
GİRİŞ 1
BİRİNCİ BÖLÜM
REFAHYOL HÜKÜMETİ I. REFAH PARTİSİ’NİN SEÇİM PROPAGANDASINDA DIŞ POLİTİKA 14 II. REFAHYOL HÜKÜMETİNİN KURULUŞU 17 III. PROTOKOL ve PROGRAMDA DIŞ POLİTİKA 22
İkinci Bölüm MÜSLÜMAN ÜLKELER VE ÖRGÜTLERLE İLİŞKİLER
I. AZERBAYCAN 24 II. KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ 25 III. İRAN 27 IV. PAKİSTAN 32 V. ENDONEZYA 33 VI. MALEZYA 35 VII. IRAK 35 VII. MISIR 37 VIII. LİBYA 38 IX. İSLAMİ ÖRGÜTLER 44
A. İslami Ekonomik Ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi 46 B. D-8 47
Üçüncü Bölüm
MÜSLÜMAN OLMAYAN ÜLKELER VE ÖRGÜTLERLE İLİŞKİLER I. İSRAİL 53 II. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ 59
A. Çekiç Güç 64
III. YUNANİSTAN 66 IV. AVRUPA BİRLİĞİ 67 V. KUZEY ATLANTİK İTTİFAKI 74 VI. ULUSLARARASI PARA FONU 76
Dördüncü Bölüm 28 ŞUBAT
I. 28 ŞUBAT’A GİDEN SÜREÇ 77 II. 28 ŞUBAT MGK TOPLANTISI 82 III. REFAHYOL HÜKÜMETİNİN SONA ERMESİ 89 SONUÇ 93 KAYNAKÇA 97
5
GİRİŞ:
28 Haziran 1996’dan 18 Haziran 1997’ye kadar iktidarda kalan Refah Partisi (RP) ve
Doğru Yol Partisi (DYP) ortaklığı ile kurulan, Necmettin Erbakan1’ın başbakanlığındaki
Refahyol olarak anılan hükümeti, koalisyon yapısı başta olmak üzere birçok konuda Türk
siyasetinde diğer hükümetlerden farklılık göstermiştir. Fakat bu tezde, sosyal ve siyasal
sistemi dinsel bir bakış açısı ile sorgulayan bir yapıya sahip olan koalisyonun büyük ortağı
RP’nin, 11 aylık iktidarı boyunca temel Türk dış politikasından zaman zaman sapmalar
gösterdiği, zaman zaman da seçim öncesi vaatlerine tamamen ters düşen icraatları ile tabanını
şaşırtan dış politikası incelenmiştir.
Refahyol Hükümetinin dış politikası, dine yaptığı vurgu açısından Türkiye siyasal
hayatında önemli bir yere sahiptir. Türkiye’de birçok partinin, iktidarın dine olan vurgusu
dikkat çekicidir, fakat bu vurguyu kendisine misyon edinen bir parti koalisyonun büyük ortağı
olarak iktidara gelmesi birçokları tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
Aslında tezin konusu olan Refahyol Hükümetinin dış politikası, kapsam açısından
iktidarda kaldığı süreçten öte, Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarına kadar uzanmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında, İmparatorluğu ayakta tutmak amacıyla, Batıcılık,
1 Erbakan 29 Ekim 1926’da Sinop’ta doğmuştur. İstanbul Teknik Üniversite Makine Fakültesi’nden 1948 yılında mezun oldu. Turgut Özal ve Süleyman Demirel ile aynı dönemde okudular. Aynı fakültede asistanlığa başladı. Tecnische Hochscule’de doktorasını yaptı. Alman ordusuna ait DVL araştırma merkezinde çalışmalar yaptı. 1954’te İTÜ’de Doçent, 1965’te Profesör unvanlarını aldı. 1967’de Odalar Birliği Genel Sekreterliği’ne seçildi. Bu yıllarda sekreteri olan Nermin Hanım’la evlendi. Bu dönemde çağdaş giyimli olan Nermin Hanım’ın düğününde başı açık bir gelinlik giydiği ileriki yıllarda gündeme gelecektir. İskenderpaşa Camii’nde Nakşibanedi Şeyhi Mehmet Zahit Kotku tarafından kıyılan dini nikahtan sonra, Yeşilköy’deki Çınar Otel’de sazlı sözlü içkili bir düğünle evlendikleri yazılmıştır. Nakşibendi tarikatının desteği ile 1969 yılında Konya’dan milletvekili seçildi. 1970’te Milli Nizam Partisi’ni kurdu, ancak parti kısa süre sonra Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Erbakan, İsviçre’ye gitti. 11 Ekim 1973’te MNP kadrosuyla MSP’yi kurdu. 1974-78 döneminde üç ayrı koalisyon hükümetinde başbakan yardımcılığı yaptı. 12 Eylül’de bir süre İzmir Uzunada’da gözaltında tutuldu. 15 Ekim 1980’de 21 MSP’li illegal bir cemiyete dönüştürmek ve laikliğe aykırı davranmak suçlamasıyla tutuklandı. 24 Temmuz 1981’de serbest bırakıldı ve beraat etti. 1982 Anayasası gereğince 10 yıl siyaset yapma yasağı aldı. 1987’de halk oylamasıyla tekrar siyasete döndü. 19 Temmuz 1983’te kurulan Refah Partisi’ne başkan seçildi. 1991 seçimlerinde Konya’dan milletvekili oldu. RP, 1995 seçimlerinde 158 milletvekili ile birinci parti oldu. DYP-ANAP koalisyonu başarısız olunca DYP ile kurduğu REFAHYOL Hükümetinde 28 Haziran 1996’da Başbakan olarak göreve başladı. 21 Mayıs 1997’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, RP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvurdu ve RP kapatıldı. Bkz: Necmeddin Erbakan, http://www.kimkimdir.gen.tr, (18.08.2005)
6
İslamcılık ve Türkçülük olmak üzere üç akım ortaya çıkmıştır. Bu üç akım farklı şekillerde
tanımlanabilmektedir. Erol Gökal’ın tanımlamasıyla; Batıcılık, bilme ve teknolojiye olduğu
kadar evrensel siyasal ve etik değerlere, laikliğe, demokrasi ve insan haklarına yönelimin
adıdır. Türkçülük ise tarihsel köken tartışmalarında gündeme gelen asıl olarak sınırları
belirlenmiş topraklarda yaşayan ve “buralı” hisseden insanları tanımlayan ve 1924
Anayasasında açıkça belirttiği gibi, onları eşit yurttaşlar haline getiren hukuksal bir temeldir.
İslamcılık ise siyasal, hukuksal ve dünyevi çerçevesi Batıcılık ve Türkçülük tarafından
çizilmiş yeni değer sisteminin Tanrı’ya bağlandığı tinsel değerler yaratmaktadır. 2 Bu üç akım
Cumhuriyet dönemine de zemin hazırlamış ve uluslaşma sürecinde etkili oldukları
gözlenmiştir.
Bu üç akımın içerisinden, her birisinin eskiye ait bazı düşüncelerin ve kurumların
korunması konusunda değişik düzeyde vurgu yapması ile de “muhafazakarlık” terimi ortaya
çıkmıştır. Muhafazakarlığın Türkiye üzerindeki şekillenmesi şöyle özetlenebilir: İslamcı,
Kemalist-Batıcı ve Milliyetçi-Ülkücü hareket veya kimlikler gibi münferit, sınırları belli
bağımsız bir hareket ya da kimlik değil, daha çok değişik uygulamaların ortada olduğu veya
değişik bağlamlarda ortaya çıkan bir eğilimdir.3 Muhafazakarlığın en aşırı şekli, kendi
görüşlerini, mevcut yeni düzenin, İslam’ın estetik-kültürel bir kategori olarak kabul edildiği
ve Osmanlı-Türk geleneklerinin ve pratiklerinin vurgulandığı bir biçimde oluşturulması
gerektiği şeklinde ortaya koymak olmuştur. Bu anlamda Necmeddin Erbakan, özellikle “Milli
Görüş” hareketi ile bu eğilimin en önemli temsilcisi olarak anılmaktadır.
Erbakan’ın savunduğu “Milli Görüş” hareketinin “İslamiyet’i bir siyaset referansı”
olarak aldığı iddia edilmektedir. Fakat bu hareket derinlemesine araştırıldığında, hareketin
tamamen “din dışı” olmadığı ve de sosyolojik bir anlama da sahip olduğu ortaya çıkmaktadır.
Ali Bulaç, Zaman gazetesindeki köşesinde “Erbakan ve Milli Görüş” başlıklı yazısında, Milli
2 Erol Gökal, “Tamamlanmamış Bir Proje: Türk Uluslaşması”, http://www.yarindergisi.com/yarindergisi2/yazilar, (15.09.2005)
7
Görüş hareketinin ilk ortaya çıktığı dünya konjonktürünün geçerli hatta moda olan genel
kavramsal çerçevesinden etkilenerek, zaman zaman milli-kalkınmacı olması, kartezyan
unsurlar ihtiva etmesi, ulus devletin gücüne yaptığı vurgular ile retoriğinde gözlenen otorite
ve totaliter renklere rağmen, bu hareketi anlamlı ve sahici kılan şeyin, onun büyük ve hızlı
göç eşliğinde kentte yeni sosyal güçler olarak ortaya çıkan kitlelere bir siyasi ifade biçimi
olduğunu belirtmiştir.4 Milli Görüş, diğer dini cemaatler gibi bir cemaat hareketi olarak
anılmaktadır. Fakat Milli Görüş hareketinin diğerlerinden farkı siyasi temsil rolünü üstlenmiş
olmasıdır. Bu görüş ışığında, teze konu olan dış politikanın İslamcılıktan türeyen
muhafazakarlığı, İslam dünyası veya “ümmet” kavramlarını kabul ettiği iddia edilmektedir.
Erbakan’ın savunduğu Milli Görüş hareketi açısından Nilüfer Göle’nin
değerlendirmesi dikkat çekicidir. Göle’ye göre, RP 1990’larda hızlanan piyasa ekonomisinin
ve anarşik liberalizmin toplumsal sonuçlarına tercüman olabildiği için seçimlerden birinci
parti olarak çıkmıştır. Göle RP’nin pragmatizm ve manevi değerleri bir arada sunarak
“hizmet” ve “sevgi”yi siyasal söylemin temel unsurları yaptığını iddia etmiştir. RP, Özal
döneminin “icraat” ve “uzlaşma” mirasına talip olmakta ve merkez-dışı unsurlara da hizmeti
ayrıcalıksız götüreceğini taahhüt etmektedir. Kentlerde çözülen, tekilleşen kimliklere
“cemaat” duygusu vermekte ve liberalleşen toplumun kural tanımaz bireyciliği ve anarşik
yapısına (rüşvet, israf, pornografi) İslami ahlaki değerlerle set çekmek istemektedir. Bu
mahiyetiyle de RP siyasi ve temsili olmayı başarmış ve bunun sonucunu da 27 Mart’ta
görmüştür. Göle’ye göre, 27 Mart seçimleri Türkiye’de çok büyük bir toplumsal dönüşümün
başladığına ve sınıfsal, hatta neredeyse, “kastlar” arası duvarların yıkıldığına işaret
etmektedir. 5
3 Nuh Gönültaş, “Muhafazakar-Demokrat Kimlik ve Dış Politika”, http://sonsaniye.net/yazioku, (17.09.2005). 4 Ali Bulaç, “Erbakan ve Milli Görüş”, http://www.zaman.com.tr/2002/03/09/yazarlar/alibulac.htm,(20.09.2005). 5 Nilüfer Göle, “İslami Dokunulmazlıklar, Laiklik ve Radikal Demokratlar”, Türkiye Günlüğü, sayı 27, Mart-Nisan 1994, s.13-18.
8
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu ilk günden beri, “din” gündemden düşmeyen ve
çeşitli tartışmaları beraberinde getiren bir sorunsaldır. “İslam” üzerinden köktendincilik,
şeriat, siyasal İslam, irtica gibi kavramlar üretilmiş, ve bu kavramlar özellikle Refahyol
Hükümeti sırasında gündemden hiç düşmemiştir. Bu kavramlar, Atatürk’ün, Cumhuriyetin
kuruluşunda öne sürdüğü altı kurucu ilkelerden biri olan “laiklik” ilkesine ters düşmekle
birlikte, bu ilkeyi tehdit eden kavramlar olarak sunulmaktadır. Laiklik; devlet düzeninin ve
hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılması olarak tanımlanmaktadır.6 Buna
karşı çıkan kavramlar ise, özünde İslam’ın siyasallaşmasını, İslam’ın sosyal, siyasal yaşamı
belirleyen ana unsur olmasını hedeflemektedir.
Refahyol Hükümeti, iktidara gelir gelmez faaliyetleri dinsel olarak nitelendirilmiş ve
Türkiye’yi şeriat yönetimine çevirmeyi amaç edindiği öne sürülmüştür. Kaldı ki, Refahyol
Hükümeti iktidara gelir gelmez Müslüman ülkeleri kapsayan geziler düzenlemiş ve bu geziler
Türkiye’nin yıllardan beri asıl hedefi olan Batı’yla bütünleşme yolunda engel olarak
algılanmıştır. Bu varsayımları dış politikası açısından inceleyen bu tezin amacı 28 Şubat
1997’de toplanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınan kararlar doğrultusunda
postmodern darbe olarak nitelendirilen sürece, Refahyol Hükümetinin dış politika
icraatlarının ne kadar katkıda bulunduğunu incelemektir. Bu amaç doğrultusunda bu çalışma
giriş ve sonuç bölümleri dışında, dört bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlere geçmeden önce,
hükümetin dış politika icraatlarını dönemin şartları altında inceleyebilmek için giriş
bölümünde iç ve dış politika etkileşimi, Türk dış politikasının temel özellikleri ve
1990’lardaki Türk dış politikası hakkında genel bir çerçeve çizilmiştir. Giriş bölümü tezin
değerlendirilmesi açısından oldukça önemlidir çünkü 1990’ların Türkiyesi’nde iç ve dış
politikada yaşanan gelişmeler, Refahyol Hükümetine, icraatlarını belli bir temele oturtmasına
fırsat tanımıştır. Refahyol Hükümeti başlıklı birinci bölümde ise Refah Partisi’nin seçim
propagandasındaki dış politika, Refahyol Hükümetinin kuruluşu, protokol ve programda dış
6 Laiklik, http://www.ataturk.net/ilkeler/?sayfa=ailaiklik, (27.09.2005).
9
politika incelenmiştir. Bu bölüm sonuç açısından önemli bir yer teşkil etmektedir, çünkü
görüleceği gibi hükümetin iktidara gelmeden önce çizdiği politik çizgiyle, iktidara geldikten
sonraki icraatları arasında belirgin farklılıklar ortaya çıkacaktır. İkinci bölümde ise Refahyol
Hükümetinin dış politika icraatları Müslüman ülkeler ve örgütler ile ilişkiler açısından
incelenirken, üçüncü bölümde Müslüman olmayan ülkeler ve örgütler ile ilişkiler açısından
ele alınacaktır. Bu iki bölüm, yüzünü Doğu’ya çevirdiği iddia edilen RP’nin, yüzünü
kurulduğu günden buyana Batı’ya çeviren Türkiye’yi hangi ölçüde kendi amaçları
doğrultusunda değiştirdiğini görmek açısından önemlidir.
28 Şubat başlıklı dördüncü bölüm ise ; 28 Şubat’a giden süreç, MGK Toplantısı ve
Refahyol Hükümetinin yıkılışı olmak üzere üç alt başlık ile incelenmiştir. Sonuç bölümünde
ise, bu süreçte Refahyol hükümetinin dış politika icraatlarının Türk siyasetine “postmodern
darbe” olarak geçen 28 Şubat MGK toplantısı ve burada alınan kararlarda ne ölçüde etkili
olduğu değerlendirilmiştir.
Tezde, betimleyici bir yöntem kullanılmıştır. Bunun da nedeni, yakın tarihimizin bir
iktidarı olan Refahyol Hükümetinin dış politikası hakkında yeterli tartışmacı kaynağa
ulaşılamamasından kaynaklanmaktadır. Konu ile ilgili varolan kaynaklar çoğunlukla gazete
yazarlarından tarafından yazılmış olduğundan teze konu olan dış politika kronolojik sıra
izlenerek kamuoyuna yansımış şekliyle gazete haberlerinden izlenerek açıklanmaya
çalışılmıştır. Kaldı ki tezin asıl konusu Refahyol Hükümetinin büyük ortağı RP’nin yapısı
değil, sahip olduğu yapıya göre izlediği dış politikadır.
Bir ülkenin sahip olduğu iç ve dış politikasının, zaman zaman birbirini yakından
etkilediği, zaman zaman da birbirinden tamamen farklı hareket ettiği görülmektedir. Bu
açıdan bu iki politika arasındaki etkileşimi, pratik ve teorik yönden incelemek yararlı
olacaktır.
10
Pratikte bir ülkenin iç politikası ile dış politikasının etkileşim alanları farklıdır. Bu
farklılıklar üç ana maddede özetlenebilir. İlk fark, bir ülkenin iç politikası kendi değerleri,
halkı, ekonomisi ve sosyal yapısı ile belirlenirken, dış politikasının küresel dünyadaki rolü ile
belirlenmek durumunda olmasıdır. İkinci fark, iç politikada mücadele ve işbirliği belli kurallar
tarafından düzenlenirken, uluslararası politikada işbirliğini düzenleyen kuralların hem
yaptırım gücünün hem de etkileşiminin zayıf olmasıdır. Diğer bir fark ise iç politikada
merkezi bir otorite bulunurken, dış politikada böyle bir otoritenin bulunmamasıdır.7
Fakat teorik olarak dış politika etmenleri, iç politikadan tam bağımsız işlemek yerine
birbirleri ile etkileşim içindedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde dış politika kimlik, kültür
ve iç politika üzerinden farklılaşan yönelimler ile belirlenir.
Bülent Aras’ın değindiği üzere Türkiye’nin yüzü kurulduğu dönemden itibaren
Batı’ya dönük olmuştur. Buna karşın dış politika içe kapalı ve toprağa bağlı (territoryal) bir
milliyetçi ideoloji ile şekillendirilmiştir. Uzunca bir süre uluslararası ortamda milliyetçilik ve
Batılılaşma arasındaki gerilim ortaya çıkmamış ve bu sebeple kendine özgü bir Batı söylemi
Türk dış politikası içerisinde yerini bulmuştur. 8
Aras’a göre küreselleşme de Türkiye özelinde iç politika ve dış politika arasındaki
ayrımı azaltmış ve iç politikayı dış politikanın bir uzantısı haline getirmiştir. Küreselleşme
öncellikle iç politikayı etkilemekte, iç politika kendini dış politika üzerinden yeniden
üretmektedir. Küreselleşme ile dış politikaya yön veren etmenler değişikliğe uğrayıp, yeni
güvenlik ve tehdit algılamaları ortaya çıkmaktadır. Aras’ın deyişiyle, küreselleşmenin
etkisiyle iç politikanın milliyetçi-küresel ayrımı etrafında şekillendiği gözlenmektedir. 9
Yukarıda belirtildiği gibi bir ülkenin dış politikasıyla iç politikasını kalın çizgilerle
birbirinden ayırmak mümkün değildir. Özellikle Türkiye gibi sınırlı olanaklara sahip, orta
7 Tayyar Arı, Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 4. baskı, İstanbul: Alfa Basım, 2001, s.23. 8 Bülent Aras, “AB Uyum Yasaları ve Türk Dış Politikası”, Zaman, 06 Ağustos 2002. 9 Bülent Aras, “Globalleşme ve Türk Dış Politikası”, Zaman, 23 Temmuz 2002.
11
büyüklükteki devletler, sadece diplomatik yollardan dış politika amaçlarına ulaşamazlar.
Bunun için Türkiye, dış sorunlarını çözerken birçok iç önlemler almak zorundadır. Buna en
iyi örnek; Avrupa Birliği’ne (AB) üyelikte karşılaşılan sorunlar olarak görülen, hızlı nüfus
artışı, demokratikleşme, insan hakları, köktendincilik, ekonomik ve siyasal istikrarsızlık gibi
iç politika unsurlarıdır. 10
Türk dış politikasının temel amacı, “gerek komşu ülkelerde gerekse ötesinde, barış ve
refah içinde, istikrarlı, işbirliğine dayalı ve beşeri kalkınmayı sağlayacak bir bölgesel ve
uluslararası ortamın yaratılması” olarak tanımlanmaktadır.11 Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulduğu yıllardan beri değişen hükümetlere rağmen kalıplaşmış bazı temel unsurlara
dayanan bir dış politikası vardır. Baskın Oran, bu temel unsurları beş ana başlıkta toplamıştır.
Bunlardan ilki Türkiye’nin coğrafi konumu ile de ilintili olan kültür faktörüdür. Türkiye
topraklarının yüzde doksan yedisi Asya kıtasında bulunduğundan Asyalılığın etkileri iç
politikada olduğu gibi dış politikada da kendisini göstermektedir. Örneğin Türk devlet
adamları ve diplomatları bazen “müzakere masasını” terk edebilir ve anlaşmazlıkları halinde
dış temsilcilerle “bireysel” ilişkilerini kesebilirler. Bu, Asyalılığın getirdiği duygusallık olarak
nitelendirilebilen bir özelliktir.
Türkler, coğrafi olarak yakın olduğu Ortadoğu özelliklerine de sahiptirler. Ortadoğu ve
Türkiye’nin buluştuğu başlıca özellik Türkiye’nin nüfusunun % 98’inin Müslüman olmasıdır.
Dış politikada halkının Müslüman olma özelliğinden kaynaklanan Filistin, Çeçen ve Bosna
yakınlığı dikkat çekmektedir. Diğer taraftan İslam, Rusya’nın geleneksel düşman olmasının
etkisiyle de, komünizmin yaygın bir tepki görmesine ve Amerika Birleşik Devletleri’nin
(ABD) destek bulmasına yol açmaktadır. 12
10 Mehmet Gönlübol, “1990-1995 Dönemi”, Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), 9.baskı, der. Mehmet Gönlübol, Ankara: Siyasal Kitabevi, 1996, s.650. 11 Türk Dış Politikası, http://www.tcberlinbe.de/tr/turkdis/genelyorum/gen10041.htm, (03.11.2004). 12 Baskın Oran, “TDP’nin Kuramsal Çerçevesi”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,cilt 1, der. Baskın Oran, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, s.20.
12
Türkiye topraklarının yalnızca % 3’ünün Batıda olmasına rağmen Türkiye’de Asya ve
Ortadoğu etkisinden çok Batı etkisi görülür. Bu etkinin kaynağı, coğrafi olmaktan daha çok
sosyolojik ve kültürel kaynaklarda aranmalıdır. Türkiye kurulduğu günden beri yüzünü
Batı’ya çevirmiştir. Türkiye’nin Batı’ya kendisini yakın hissetmesinin dayandığı temel
nedenler, Türkiye’nin Ortadoğu’daki tek Müslüman halklı demokrasiye ve anayasal laiklik
prensibine sahip olmasıdır.
Oran’a göre Türk kültürünün değişik yönleri çeşitli sonuçlar vermektedir. Asya,
Ortadoğu boyutu ile Batılı boyutlar arasında toplumda kimlik bunalıma neden olmasından
dolayı sürekli bir çatışma vardır. Bu çatışmada Batı’nın tavrı dikkat çekicidir, çünkü özellikle
Avrupalılar Türkiye’yi Avrupalı ya da Batılı olarak kabul etmezler.
Baskın Oran’a göre, tarihsel miras Türk dış politikasını belirleyen ikinci etmendir.
Tartışmalı da olsa Türkiye, 19. yy’da Avrupalılar tarafından “hasta adam” olarak tanımlanan,
Avrupa güç dengesinin ayrılmaz bir parçası olan Osmanlı devletinin devamı olarak kabul
görmektedir. Bu nedenle onun devamı olarak kabul gören Türkiye de kendisini Avrupalı
olarak tanımlamakta ve dış politikasını bu mirastan da hareketle Batı’ya yöneltmektedir.
Oran, stratejik boyutun da Türk dış politikasındaki diğer bir etmen olduğunu
söylemektedir. Türkiye dünyanın en stratejik alanlarından birinde; batıda Balkanlar’dan,
doğuda Kafkaslar’a, kuzeyde Karadeniz’den güneyde Ortadoğu’nun “verimli hilaline” uzanan
bir yerde bulunur. Bu alan aynı zamanda Hazar Havzası, Orta Asya, Ortadoğu’nun doğal
kaynakları ile Batı pazarları arasındaki doğal bir köprüdür. Bu durum Türkiye’ye bir yandan
güçlü avantajlar sağlarken, diğer yandan güvenlik endişelerini arttırmaktadır. Öte yandan
Boğazlar da Türkiye’nin stratejik konumunda önemli bir yere sahiptir.
Oran, yakın çevresinde bulunan ya da ülkenin içinden geçen bölgesel “güvenlik
çemberi” ve küresel “güç eksenleri” ni de Türk dış politikasını belirleyen etmenler arasında
saymıştır. Türkiye’nin beş ayrı, ancak birbirine bağlı (Avrupa, Balkanlar, Akdeniz, Orta Doğu
13
ve Kafkaslar) güvenlik çemberi bulunmaktadır ve bunlar Türk dış politika uygulayıcılarının
Türkiye’nin bölgesel sorunlarını çözmesini zorlaştırmaktadır. Soğuk Savaş yıllarında
Türkiye’nin temel hedefi “kuzeydeki büyük komşusu” Sovyetler Birliği’nin tepkisini
çekmeden, Avrupa ile ilişkilerinde aktif rol almak ve Kuzey Atlantik İttifakı (NATO) üyesi
olarak sorumluluklarını yerine getirmekti. Fakat Soğuk Savaş’tan sonra bu değişmiş ve
Türkiye iç meselelerine karıştırmadan AB içinde yer almayı hedef edinmiştir. Bugün ise
Balkanlar Türkiye’nin dış politikasında çok önemli bir yere sahiptir. Türkiye, Yunanistan ya
da Bulgaristan’ın durumunu gözardı etmeden bu kapıları sürekli açık tutmak istemektedir.
Akdeniz tarafında ise Türkiye Yunanistan ve Kıbrıs’ın oluşturacağı bir bloğu önlemeye
çalışmaktadır.
Oran’a göre, Türk dış politikasında baskın olan diğer etmen Türkiye üzerinden geçen
küresel güç eksenleridir. Soğuk Savaş yıllarında Doğu ve Batı bloklarını bölen bu eksen
Türkiye’den dikey olarak geçmekteydi. Türkiye, NATO, Avrupa Konseyi ve Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi olarak bu bölünmelerin Batı parçasında yer
alıyordu. Seksenli yıllardan başlayarak başka bir eksen, gelişmiş ve az gelişmiş ülkeleri bölen
Kuzey-Güney ekseni de Türkiye’den yatay olarak geçiyordu. Soğuk Savaş sonrasında,
Samuel P. Huntington’un ünlü kitabı “Medeniyetler Çatışması”nda öngördüğü, medeniyetleri
sembolize eden bir eksen de Türkiye’den yatay olarak geçmektedir. Bu sefer Türkiye, siyasal
ya da ekonomik parametrelerle değil, kültür parametresi ile Hıristiyan ve İslam dünyalarının
arasında yer almaktadır.13 Bu parametre, Türk dış politikasında zaman zaman sorun
yaratmakta, uluslararası arenada Türkiye’nin Müslüman bir ülke sıfatı ile tanımlanmasına yol
açmaktadır.
Baskın Oran, Türk dış politikasının temel özelliklerinin yanında dayandığı temel
ilkeler olduğunu da söylemiştir. Bu temel ilkeleri Oran iki başlıkta toplamıştır: Statükoculuk
13 Çağrı Erhan, “Türkiye’nin Karakterindeki Asyalı Boyut: Avrupa Birliği Üyeliği İçin Bir Engel Ya da Kolaylık Mı?”, http://www.stradigma.com/turkce/subat2003/makale4.html, (12.01.2005).
14
ve Batıcılık. Statükoculuk mevcut durumu bozmama politikasıdır. Bu ilkenin Türkiye
uygulamasındaki anlamlarından birisi; mevcut sınırları sürdürme, onlardan memnun olma,
onları değiştirmek istememe, bunun bir sonucu olarak da dış azınlıklarla ilgili olarak
irredantizm politikası gütmeme anlamına gelir. 14 Statükoculuğun diğer anlamı kurulu düzen
içinde dengeleri sağlamak ve/veya sürdürmektir. Bu anlamı ile statükoculuk iki farklı türden
denge uygulamasını yaratmıştır: 1) Batıcı politikaya rağmen Türkiye, jeostratejik konumunun
gereği, Batı ile onun karşısındakiler arasında her zaman bir tür denge kurmaya çalışmıştır. 2)
aynı nedenle, Batıyı oluşturan öğeler arasında da bu dengeyi sağlamaya uğraşmıştır.
Oran’ın Türk dış politikasının diğer temel ilkesi olarak saydığı Batıcılık ise değişik
tanımlarla anılmaktadır. Batı, genelde coğrafi bir alan olarak algılanmakta fakat Batı, gerçek
anlamıyla altyapı açısından kapitalizm, üstyapı açısından da iman yerine insan aklının
üstünlüğüne dayanan bir uygarlık biçimi olarak algılanmalıdır.15
Türkiye’nin izlediği “aktif dış politika” her zaman ülkeye olumlu sonuçlar
kazandırmamıştır. Türkiye’nin muhafazakar olarak nitelendirilen dış politikası, sonuçta
Türkiye’nin gelişmesini sağlamak ve ulusal birlik ve bütünlüğünü korumayı amaçlamaktadır.
Fakat bu temel amaçlara ulaşmada bazı zorluklarla karşılaşılmaktadır. Mehmet Gönlübol ve
Hakan Bingün bu zorlukları üç ana başlıkta toplamıştır. Bunlardan ilki; uzun dönemdeki
nüfus artışıdır. Buna göre “Nüfusumuz 70 milyon olunca bizden korkun” zihniyeti ile
yürütülen dış politikanın, ülkemize siyasal, toplumsal ve ekonomik alanlarda sayılamayacak
kadar çok zarar vereceği belirtilmiştir. Çünkü gelişmekte olan bir ülke için fazla nüfus
yarardan çok zarar getirmektedir. İkinci zorluk ise, orta dönemde, ekonomik, siyasal ve
toplumsal dengesizliklerdir. Türkiye’nin kendi içinde ekonomik dengesini, siyasal istikrarını
ve toplumsal kalkınmasını gereği biçimde sağlayamamış olması, dış politikasında karşılaştığı
sorunların en önemli kaynağıdır. Son neden ise, kısa dönemdeki etnik şovenizm ve
14 Oran, op. cit., s.47. 15 Ibid., s. 46-49.
15
köktendinciliktir. Bilindiği gibi Türkiye Batı’ya yakın duran laikliği benimsemiş ilk
Müslüman halklı ülkedir. Fakat bu özelliğinin getirdiği hem yararlar hem de zararlar
bulunmaktadır. Zararlarının en başında, düzeni değiştirmek için uygulanan köktendinci şiddet
gelmektedir. 16
Türk dış politikası yukarıda değinilen bazı temel özellikler ile belirlense de 1990’larda
Türk dış politikasında bazı değişiklikler olmuştur. Dış ilişkilerde en yetkili kurum olan
Dışişleri Bakanlığı’nda bu yıllarda hükümetlerle beraber çok sık bakan değişiklikleri
olmuştur. Bireysel çıkarlar, sık bakanlık değişimine ek olarak iç politikadaki karışıklıklar
dışişleri gibi hassas konuya başka bir kurumun doğrudan etkisine sebep olmuştur; bu kurum
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) dir. TSK’nin dış politikada etkisinin artması iç ve dış
gelişmelerden kaynaklanan çeşitli nedenlere bağlıdır. Bu nedenlerin en başında TSK’nin
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran temel unsur olması ve Türkiye’de siyasal hayatta önemli bir
ağırlığa sahip olması gelmektedir. Öte yandan TSK siyasal sistemdeki istikrarsızlık, siyasal
partilere ve siyasal sürece duyulan güvensizlik, yolsuzluk, Susurluk Skandalı sürecinde
bunların dışında kalmış görünüm sergilemesi ile toplum gözünde saygınlığı artmıştır.
1990’larda Türkiye’de faaliyet gösteren terör örgütü PKK ile hız kazanan “düşük yoğunluklu”
çatışmada ordunun oynadığı rol prestijini arttırmıştır. TSK’nin dış politikaya bu dönemde
daha fazla dahil olmasının en temel nedeni siyasal İslam’ın atağa geçmesidir. TSK siyasal
İslam’la mücadeleye giren en önemli kurum haline gelmiştir.
TSK’nin dış politikada ağırlığının artması iç nedenler kadar dış nedenlere de bağlıdır.
Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar gibi bölgelerde çatışma ve istikrarsızlıkların ortaya çıkması
Türkiye’nin güvenlik endişelerini arttırmıştır. Türkiye’nin bu bölgede “bölgesel lider” olma
isteğini sağlayabilecek en önemli kurum TSK’ydi. Ayrıca TSK, Türk dış politikasının
özellikle güvenliği ilgilendiren konularında aktif rol almaya başlamıştı. Örneğin,
Genelkurmay Başkanlığı’nda Yunanistan-Kıbrıs dairesi oluşturulmuştur. Hatta iç politika ile
16 Gönlübol, op. cit., s. 648.
16
ilişkin olarak “Batı Çalışma Grubu”, Kürt sorunu ile alakalı olarak “Doğu Çalışma Grubu” ve
de Kıbrıs için “Güven Çalışma Grubu” kurulmuştur. 17
Refahyol iktidarı boyunca “Batı Çalışma Grubu” en aktif olan grup olmuştur. Bu
grubun kuruluş amacı Refahyol iktidarı sırasında oluşan Türkiye’deki irticai faaliyetleri
izlemekti. Bu grup, irticai faaliyetleri tüm yönleriyle izleme olanağı bulmuştur çünkü grup
TSK’ya bağlı birliklerdeki görevlilerin yanı sıra arzu ettiği her birimden bilgi alma hakkına
sahipti. Askeri kaynaklar, Refahyol iktidarı boyunca hız kazanan şeriat esaslarına dayalı bir
düzen kurmayı hedeflemiş irticai faaliyetleri yakından takip ettiğini ve irticanın en önemli iç
tehdit durumuna gelmesi üzerine, Genelkurmay Harekat Dairesi bünyesinde Batı Çalışma
Grubu’nun oluşturulduğunu belirtmişlerdir. Bu grubun başında bir korgeneral bulunmaktaydı.
Grubun esas amacı Siyasal İslam’ın ülke genelindeki durumunu ortaya çıkarmak ve çıkan
sonucu da “tam kontrol altında” tutmaktı. Batı Çalışma Grubu, ismini “Türkiye’de laik ve
demokratik rejimi kendileri için tehdit olarak gören başta İran olmak üzere, teröre destek
veren bazı İslam ülkelerinin desteğini alan irticai kesimlerin Türk halkını, Atatürk’ün
gösterdiği Batı uygarlığından uzaklaştırmaya yönelik çabalarına karşı mücadelesinden”
almıştır. 18
Genelde sadece seçkinlerin ilgilendiği dış politika, 1990’larda iletişim alanındaki
gelişmelerle halkı da ilgilendiren bir unsur haline gelmiştir. Kamuoyu dış politikada yaşanan
gelişmelerden haberdar olup, toplantılar düzenlemeye ve seslerini yükseltmeye başlamışlardır.
Kamuoyu ve TSK’nın yanında iş dünyasındaki örgütler de dış politika üzerinde aktif rol
oynamaya başlamışlardır. Örneğin, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) ve
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) gibi örgütler dış politikaya kayıtsız kalmayıp
tepkilerini göstermişlerdir. Bu durumda, Cumhuriyet’in kurulduğu ilk günden beri sadece
17 Nevzat Bölügiray, 28 Şubat Süreci-2 (Refahyol Dönemi), İstanbul: Tekin Yayınevi, 2000, s.150-151. 18 “Batı Çalışma Grubu’nda irticaya yakın takip”, Milliyet, 13 Haziran 1997.
17
seçkinlerin tekelinde bulunan dış politika, iç politika gibi halkı da ilgilendiren önemli bir
mesele haline gelmiştir.19
Yukarıda da bahsedildiği gibi, Türk dış politikasının en yetkili kurumu Dışişleri
Bakanlığı ve en yetkili kişisi Dışişleri Bakanı’dır. Fakat 90’larda özellikle Refahyol hükümeti
iktidarında liderlik alanında değişiklikler olmuş; Tansu Çiller Dışişleri Bakanı iken daha çok
iç politikayla ilgilendiğinden geri planda kalmış ve bunu fırsat bilen Erbakan dış politikadan
sapmalar göstermiştir. Çiller’in dış politikayla ilgilenmemesinin diğer sebebi zaten bu
kurumdan RP tarafından uzak tutulduğu iddialardır. Refahyol hükümeti sırasında,
Cumhurbaşkanı Demirel’e danışmanlık yapan Yavuz Donat Refah Partisi’nin dış politika
konularını “tutucu” olarak nitelendirdiği Dışişleri Bakanlığının tekeline bırakmak
istemediğini iddia etmiştir. Hatta Erbakan, Abdullah Gül’ü dışişleri için ve bunun yanında
doğrudan Devlet Bakanı T. Rıza Güneri’yi Sudan ve İran için, yine Devlet Bakanı Ahmet
Cemil Tunç’u Irak ve Orta Doğu ilişkileri için görevlendirmiştir.20 Fakat Cumhurbaşkanı’nın
dış politikadaki yeri yine önemi korumuştur. Örneğin, Refahyol Hükümeti döneminde
Cumhurbaşkanı olan Demirel, iç politika olduğu gibi dış politikada da ağırlığını hep
hissettirmiştir.
19 Oran, op. cit., s.88 20 Yavuz Donat, Öncesi ve Sonrasıyla 28 Şubat, 1.baskı, Ankara : Bilgi Yayınevi, 1999, s. 315.
18
Birinci Bölüm
REFAHYOL HÜKÜMETİ
Bu bölümde Refah Partisi’nin seçim propagandasındaki dış politikası, Refahyol
Hükümetinin kuruluş süreci ve koalisyon ortaklarının kabul ettiği protokol ve programdaki dış
politikası incelenmiştir. Siyasete başladığı ilk günden beri “Milli Görüş”21ü savunan ve her
fırsatta İslam Birliği kurmaktan bahseden Erbakan’ın başkanlık ettiği RP ve Türkiye’nin
çağdaş, laik ve modern yüzünü yansıttığı söylenen ilk bayan Başbakanı Tansu Çiller’in
başkanlık yaptığı DYP, 28 Haziran 1996’da Refahyol olarak anılan hükümeti kurup iktidara
gelmişlerdir. İktidara gelmeden önce seçim öncesinde Erbakan’ın dış politika propagandası,
uzun pazarlıklar sonucunda kurulan koalisyon hükümetinin program ve protokolünde
değişikliğe uğramış, bir anlamda savunduğu Milli Görüş davasından en azından kağıt
üzerinde Erbakan’ın vazgeçtiği görülmüştür. Bu dönüşün kağıt üzerinde kalıp kalmadığı ise
bir sonraki bölümde ele alınacaktır.
I. REFAH PARTİSİ’NİN SEÇİM PROPAGANDASINDA DIŞ POLİTİKA
Erbakan’ın seçim öncesi yaptığı konuşmalarla, protokolde ve hükümet programında
anlatılan dış politika birbirinden farklılıklar göstermektedir. RP seçim öncesinde özellikle
Batı, ABD ve İsrail karşıtı bir söyleme sahip olmuştur. Erbakan seçim öncesinde dış politikayı
“Lider Türkiye” ve “şahsiyetli dış politika” sloganları ile tanımlamıştır. Erbakan’ın dış
politika anlayışı Türkiye’yi Batılı ülkelerin sömürü düzeninden çıkarmaya ve tarihsel-kültürel
21 Erbakan’ın açıklamasıyla Milli Görüş: "Milletimizin tarihi an'anevi ve bütün değerlerine saygılı olan görüş Milli Görüş'tür." "Milli Görüş demek, bizim milletimizin kendi görüşü demektir. Sultan Fatih 'in İstanbul 'u fethederken kalbindeki inanç ne ise, Milli Görüş odur. Bizim milletimiz bin yıl Milli Görüş ile dünyaya hakim oldu. Bugün de bütün dertlerimizin ilacı Milli Görüş 'tedir." Bkz. Orhan Fişek, Erbakan: “Laikliğe karşı değiliz”, Devir, Sayı: 54, (Kasım 1973).
19
bağlarla bağlı bulunan İslam ülkeleriyle yakınlaşmaya dayanmaktaydı. RP’nin “uluslararası
İslamcı siyasal örgütler” arasında söz sahibi bir siyasal hareket haline gelme hedefi de vardı.
Bu söylemine paralel olarak Erbakan başbakanlık görevi boyunca da dış gezilerde İslami
örgüt temsilcileriyle görüşmüştür.
Erbakan’ın TBMM’de 2 Mayıs 1995 tarihinde yaptığı konuşma iktidarı sırasında dış
politikada takınacağı tutumun sinyallerini vermekteydi:
“Peki bu insanlar neden Gümrük Birliği Anlaşmasını imzalattırıyorlar bize; çünkü onun hesabı çok açık...Türkiye’de, Refah Partisi iktidara gelecek...İslam Birliğini kuracak; bizim bütün dünya dengelerimiz değişecek. Zaten, Çiller hanım da gidip, onlara bunu hep söylemiyor mu [...].Gümrük Birliği anlaşmasının gerçek manası şudur:-çok affedersiniz, gerçek gözüksün diye, milletimize, her şeyi tenzih ederek söylüyorum- Bu Batılılar, Türkiye’yi, bir sağmal inek gibi, bahçesindeki direğe bağlayacak [...]Bunlar, Gümrük Birliği’ne girdiğimiz zaman sevindiler, kapılarına bağladıkları için, bir; öbür taraftan ise “İslam aleminin başını gövdesinden koparıyoruz; böylece İslam Birliğinin kurulmasını önlüyoruz”22
RP, söyleminde bazı kurumsal dönüşümlerden de bahsetmiştir. Bunlar şöyledir: Müslüman
Ülkeler Birleşmiş Milletler Teşkilatı kurulması, Müslüman Ülkeler Savunma İşbirliği
Teşkilatı kurulması, Müslüman Ülkeler Ortak Pazarı Teşkilatı ve Birliği kurulması,
Müslüman Ülkeler Kültür İşbirliği Teşkilatı kurulması. 23
RP’nin 1995 Seçim Beyannamesi’nde, partinin Avrupa Topluluğu ve Gümrük Birliği
hakkındaki şu görüşlere yer verilmiştir:
“Dış politikadaki hedef, uydu değil, lider ülke Türkiye’dir. Bunun için de Türkiye’nin yeri Papa XII. Pio’nun tavsiyesiyle Roma Anlaşması’na dayanılarak bir Hıristiyan Birliği olarak kurulan Avrupa Birliği değil, Dünya Müslüman Ülkeler Birliği olacaktır. Avrupa ülkeleriyle ekonomik ilişkilerin artırılması ve aramızdaki gümrüklerin kaldırılması, bizim milli politikamızdır. Ancak, bu sonuca ulaşılırken, taklitçiler tarafından millete, Parlamentoya ve Bakanlar Kurulu’na sorulmadan karanlık oda metoduyla imzalanmış olan 6 Mart anlaşmasını tasvip etmemiz mümkün değildir.”24
22 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 19, Toplantı 4, C. 85 (Mayıs 1995). 23Gülay Pınarbaşı, “Değişen Dünya’da Türkiye’nin Yerini RP Belirleyecek”, http://www.gulaypinarbasi.com/islaminyukselisi/gp24degdunyarp.html, (19.08.2005). 24 Mustafa Taşar, “RP’nin GB ve AT Politikası”, http://www.mustafatasar.gent.tr/yayinlar/refahgercegi/rpin.htm.,(17.08.2005).
20
Erbakan, Türkiye’nin Temel Meseleleri adlı kitabında özellikle Avrupa Topluluğuna
geniş yer vermiştir. Kitabın 27. sayfasında Erbakan, AT’ye yapılan başvurunun
bağımsızlığımıza karşı bir ihanet tavrı olarak değerlendirmiştir.25 Yine aynı kitabın 99.
sayfasında Erbakan AT politikasını şöyle özetlemiştir:
“Biz Batı sempatizanı olan partilerin aksine olarak, Türkiye’nin AT’ye girmek suretiyle tek devlet haline getirilmesine karşıyız. Bu bizim bin yıllık tarih boyunca adeta Müslüman ülkeler safından çıkıp, gayrimüslimlerin safına asker olarak, uşak olarak kaydedilmemiz olayıdır. Netice ne olacak: Ermeniler, Yahudiler gelecekler...Vaktiyle harp ile alamadıkları toprakları şimdi işgal edecekler, müesseseleri satın alacaklar, bizim kanunlarımız, onlar yapacaklar. Erkekle erkek evlenebilsin diye kanun çıkarıyor bu adamlar. Bunlar mı ülkemize gelsin diye AT’ye giriyoruz?.” 26 İktidara gelmeden önce Erbakan’ın dış politika hakkındaki görüşleri medya tarafından
da birçok kez ele alınmıştır. 6 Temmuz 1995 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesinde yer alan bir
habere göre, Erbakan Avrupa’yla birlik, Türkiye’ye homoseksüellik getirecek demiştir.
Erbakan’ın bu açıklamasına karşılık, CHP Diyarbakır Milletvekili olan Salih Sümer, “Hoca
bu işlerin uzmanıdır” demiştir. 13 Mart 1995 tarihli Zaman gazetesinde, Erbakan’ın, Gümrük
Birliği’ni tanımadığını ve 14 Şubat 1995 tarihli Sabah gazetesinde de bu paçavrayı yırtıp
atacağını belirttiği iddia edilmiştir. 27
Erbakan’ın 5 Ocak 1996’da yaptığı bir açıklaması da dış politika adına dikkat
çekicidir:
“GB Anlaşmasının içinde kabul edilmeyecek maddeler vardır. AB’ ye girmek gibi bir düşüncemiz yok. Siz birliklerinizi kurdunuz. Biz İslam Birliğini kurmak istiyoruz. Bırakın biz de İslam Birliğini kuralım.”28
25 Necmeddin Erbakan, Türkiye’nin Temel Meseleleri, Ankara: Rehber Yayıncılık, s.27. 26 Ibid. s.99. 27 Mustafa Taşar, “RP’nin GB ve AT Politikası”, http://www.mustafatasar.gent.tr/yayinlar/refahgercegi/rpin.htm.,(17.08.2005). 28 Cüneyt Arcayürek, 28 Şubat’a İlk Adım, 1. baskı, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2003, s.263.
21
II. REFAHYOL HÜKÜMETİNİN KURULUŞU
Türkiye’de 12 Eylül sürecinde İslam, Sol’a ve Kürt milliyetçiliğine karşı Türk-İslam
sentezi adıyla bir “toplumsal tutkal” olarak kullanılmıştır; fakat bu kitlelerin fakirleşmesi ile
birleşip İslam akımını güçlendirmiştir.29 Bu akımın siyasete ilk yansıması 24 Mart 1994’te
Çiller ve İnönü koalisyonu sırasında yapılan yerel seçimlerde gerçekleşmiş, Refah Partisi %
19 oy oranı ile seçimlerden üçüncü parti olarak çıkmıştır. Bunun yanı sıra Ankara ve İstanbul
gibi iki büyük kentte Belediye Başkanlıklarını Refah Partisi kazanmış; Ankara’da Melih
Gökçek ve İstanbul’da Tayyip Erdoğan Belediye Başkanı olmuştur.
Refah Partisi’nin aldığı oyların artmasının çeşitli sebepleri vardır. Sina Akşin bu
sebepleri şöyle açıklamıştır: “büyük” partilerin iş bulma, halka iktisadi ve toplumsal yarar
sağlamadaki başarısızlığına karşı protesto ve aynı zamanda RP’nin bunu sağlayabileceği
umudu, şeriatçı yandaşların (Suudi Arabistan, Libya) desteği, yerel örgütlerin iyi çalışması
(propaganda, gıda yardımı vs.), kimilerinin sırf dinsel amaçlarla, sadece şeriatçı oldukları için
oy vermesi.30
1994 yılındaki yerel seçimlerden sonra, RP’nin yükselişi devam etmiş ve 24 Aralık
1995 genel seçimlerinde % 21.38 oy alarak seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştır. Oyların
geri kalanı yüzde olarak şöyle dağılmıştır: Anavatan Partisi % 19.65, Doğru Yol Partisi %
19.18, Demokratik Sol Parti % 14.64, Cumhuriyet Halk Partisi % 10.71.31 Bu seçimden
Necmettin Erbakan liderliğindeki İslamcı kimliği ile tanınan RP’nin birinci olarak çıkması
Türk siyasetinin “postmodern darbe” diye adlandırılan bir süreç ile karşılaşmasına zemin
hazırlamıştır.
29 Baskın Oran, “ 1990-2001 Küreselleşme Ekseninde Türkiye”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, cilt II, 7. baskı, der. Baskın Oran, İstanbul: İletişim Yayınevi, 2001, s. 219. 30 Sina Akşin, Türkiye Tarihi 5, Bugünkü Türkiye 1980-1995, der. Sina Akşin, İstanbul: Cem Yayınevi, 2000, s.150. 31 1995 Yılı Genel Seçim Sonuçları, http://www.belgenet.net/ayrinti.php?.yil_id=12, (19.08.2005).
22
RP’nin oylarının yükselişi Türk siyaset hayatının genel atmosferi dışında, partinin
yapısı ve çalışmalarına da bağlıdır. RP İslamcı olarak anılsa da, seçim öncesi
propagandalarında meyhaneleri bile dolaşmış ve oy versin vermesin herkesle birebir temas
kurmaya çalışmıştır. Bunun yanında RP Türkiye’de en organize olmuş parti olarak göze
çarpmaktadır. Yavuz Donat’ın RP ile ilgili yaptığı yorum dikkate değerdir:
“Refah’a ‘hacı hoca partisi’ diye bakmak ve aldığı oyu ‘cami cemaatinden’ gelen oy ya da ‘ekmek, pirinç, şeker dağıtılarak sağlanan oy’ diye değerlendirmek hem kolaycılık hem de yanlıştır. Düzenin büyük partileri bilime sırt çevirir ve tembelleşirken, Erbakan’ın partisi ‘Avrupa’da gördüğümüz partiler gibi’ çalışıyor.”32
Seçimden sonra, mecliste hiçbir parti güvenoyu alacak kadar çoğunluk
sağlayamadığından partiler arasında Türk siyaset hayatında alışılagelmiş olan koalisyon
pazarlıkları başlamıştır. İlk koalisyon çalışmaları Erbakan ve Yılmaz tarafından başlatılmış
fakat tam olarak bilinmeyen nedenlerden dolayı Yılmaz bu pazarlıktan çekilmiştir. Yılmaz’ın,
RP’nin seçimden birinci parti olarak çıkmasından tedirgin olan TSK’nın isteği üzerine geri
adım attığı söylentiler arasında yerini almıştır. Mesut Yılmaz liderliğindeki Anavatan Partisi
bu koalisyondan vazgeçtikten sonra merkez sağın diğer güçlü partisi, bir anlamda “düşman
kardeş”, Tansu Çiller liderliğindeki Doğru Yol Partisi ile koalisyon kurma kararı almış ve
bunu hayata geçirmiştir. Tüm bu süreçte İslam’a vurgusu ile tanınan ve bir anlamda İslami
hareketin en önemli siyasi aracı olarak görülen RP’nin iktidara gelmesini önlemek için siyaset
dışı etmenlerin rejimi ve rejimin niteliklerini koruma kaygısıyla devreye girdiği şeklinde
rivayetler bulunmaktadır.
Uzun pazarlıklar sonucunda kurulan DYP-ANAP koalisyonu yalnızca bir yıl
sürmüştür. Kurulacak yeni hükümet için iki alternatif vardı; ya RP-DYP ya da RP-ANAP
koalisyonu. Bu alternatiflerden uzun pazarlıklar sonucu 28 Haziran 1996’da Erbakan ve Çiller
liderliğindeki Refahyol olarak anılacak koalisyon baskın çıkmıştır. Buna göre Erbakan
32 Donat, op.cit., s.111.
23
Başbakan, Çiller ise Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak göreve başlamıştır.
Fakat koalisyon süresince dikkat çekeceği gibi Çiller dış politikadan çok iç politika ile
ilgilenmiş ve dışişleri bir anlamda Bakanlık Müsteşarı Büyükelçi Onur Öymen’e bırakılmıştır.
Çiller’in bu koalisyonu kabul etmesi birçok çevrelerde şaşkınlık yaratmıştır. Çünkü
Çiller Ekim 1995 seçimlerinin hemen sonrasında, Refah Partisi için şöyle konuşmuştur:
“Refah ile koalisyon yapmayız. DYP laikliğin teminatıdır. Erbakan ile işbirliği yapıp, Cumhuriyeti yıkmak isteyen kadrolar bugün ANAP’ tadır. Bir tarafta gericilik, tutuculuk ittifakı, yani Yılmaz-Erbakan var, bir yanda biz. RP, PKK gibi, ellerinde harita Türkiye’yi bölmüşler. Erbakan’ın düzeni, Kastro, Mao, Mercimekçi düzen. Kadayıfçı Erbakan’a inanmayın. Erbakan demokrasiye ve hür Türkiye’ye karşıdır. Biz Refah ile koalisyona giremeyiz. Müzakeresine bile oturmayız. RP iktidarı, memleket için çok zararlı. Bunun önlenmesi gerek. Yılmaz, seçimlerden önce verdiği Refah ile koalisyon yapmam taahhüdüne bağlı kalmalı. Refah ile koalisyon kurmayacağım dedim, sözümü tuttum. Şimdi bir söz daha veriyorum, RP’nin iktidara gelmemesini düşünüyoruz...Refah çok farklı düşüncelerin sahibi olduğu için onu devletin içine sokmama gereği vardır...Erbakan hükümet için her ödünü verir. Siyaset tarihinin en parlak fırsatçısıdır...RP ile sonuna kadar mücadele edeceğim. Seçim öncesi açıkladığım eroin kaçakçılığı meselesi, Bosna parası ve Mercimek olayının takipçisi olacağım. RP ile koalisyon yapmam görüşünden geri adım atmam. RP ile koalisyon yapmak Türkiye’ye ihanettir.” 33 Bu koalisyona DYP içinden de karşı çıkan milletvekili sayısı oldukça yüksekti.
Bunlardan bir tanesi olan İsmet Sezgin şöyle bir açıklama yapmıştır:
“1970’li yıllarda, Milli Selamet Partisi, Adalet Partisi’nin payandasıydı. Şimdi ise DYP, Refah’ın payandası haline getirilmektedir. Ben şahsen RP-DYP koalisyonuna güvenoyu vermeyeceğim. Sayın Çiller size bir sorum var: Camii ve ezanı Avrupa’ya götüreceğimizi söylüyordunuz. Acaba Erbakan’ı da caminin müezzini mi yapacaksınız?” 34 Aslında Çiller’in bu koalisyona evet demesinin açık bir nedeni vardır: Çiller
hakkındaki örtülü ödenek önergesinin, RP’nin desteğiyle, 246 kabul oyuna karşılık 264 ret oy
vermesidir. Bu, Çiller’in olası hükümet ortağına güven duymasına, RP de kendi vermiş
olduğu önerge aleyhinde oy kullanarak, ne kadar güvenilir bir ortak olacağını baştan
33 “Adım Adım İrtica”, http://www.yhdhaber.com/yazi.php?yad=479, (23.06.2005). 34 Nazlı Ilıcak, “28 Şubat”, Tercüman , (10.03.2005).
24
kanıtlamasına neden olmuştur.35 Hatta bu koalisyon ileride “Yüce Divandan kız kaçırma”
olarak anılmaya başlanmıştır. 36
RP’nin iktidara gelmesi başta TSK olmak üzere birçok çevreyi rahatsız etmiştir.
TSK’nin rahatsızlığı tepkiye dönüşmemiş ve bir anlamda “bekle ve gör!” politikası izlenmeye
başlanılmıştır.37 RP iktidarından tedirgin olan diğer isim Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel’dir. Hükümet kurma görevini RP’ye vermek zorunda kalan Demirel’in, koalisyonun
ilerleyen günlerinde asker ve hükümet arasında köprü görevini üstleneceği görülecektir.
Rahatsızlıkların gündeme gelmesine rağmen RP ve DYP tarafından kurulan hükümet
28 Haziran 1996’da güvenoyu almış ve iktidara gelmiştir. Hükümetin ilk kurulduğu günden
yıkılışına kadar gerek Türk basının gerekse dış basınının hükümete karşı oluşan tepkileri
devam etmiştir. Fransa’da yayınlanan Liberation gazetesi Refahyol hükümetinin kurulması ile
ilgili olarak şöyle bir yorum yapmıştır: “Örtülü ödenek hükümeti. Koalisyon ortağı iki lider de
Yüce Divan’dan kurtuldular. Koalisyondan önce birbirlerini eleştiri yağmuruna tutmuşlardı”.
Almanya’da yayınlanan Frankfurter Allgemeine gazetesi ise Çiller’in Erbakan Hoca’nın
hizmetinde olduğunu, Refah’ın teoride Türkiye’yi Avrupa’dan koparmak ve şeriatı getirmek
istediğini, şimdi tek umudun demokratik sistemin Erbakan ve Refahlıları dizginlemesi
olduğunu yazmıştır. “Deutsche Welle” televizyonu ise İslamcıların Türkiye’de ilk kez iktidara
geldiğini ve Erbakan’a koalisyon desteği veren Çiller’in politik yaşamının sonu olabileceğini
iddia etmiştir.
İngiltere’de yayınlanan Financial Times gazetesi ise Cumhuriyet tarihinde ilk kez, laik
Türkiye’de İslamcıların hükümeti kurduğunu belirtmiştir. Belçika’da yayınlanan Le Soir
gazetesi Refahyol koalisyonun kuruluşunu Atatürk’ün ülkesinde deprem oluyor diye
35 Kemali Saybaşılı, “Refahyol Döneminde Siyasal Yaşam”, Onbir Aylık Saltanat, 1.baskı, der. Gencer Özcan, İstanbul: Boyut Kitapları, 1998, s.26. 36 O. Aydoğan, Cumhuriyet, 29 Haziran 1996. 37 Hamit Emrah Beriş “Ordu ve Siyaset”, Siyaset, 1.baskı, der. Mümtaz’er Türköne, İstanbul: Lotus Yayınları, 2003, s.444.
25
duyurmuştur. Amerika’da yayınlanan Washington Post gazetesinin yorumu ise daha
açıklayıcıdır:
“Laik Türkiye, muhafazakar İslamcı başbakanını belirledi. Yeni koalisyon, İslamcı partiyle hiçbir zaman ortaklık kurmayacağını defalarca ifade eden Tansu Çiller açısından büyük bir dönüş niteliğinde. Yorumcular, yolsuzluk suçlamaları ile karşı karşıya olan Çiller’in soruşturmalardan kurtulması için böyle bir ortaklığa razı olduğunu belirtiliyorlar.”
The New York Times gazetesinin konuyla ilgili yazısında, Türkiye’nin dönüm noktasında
olduğunu ve İslamcı liderin Türk başbakanı olduğunu duyurmuştur. Yazının devamında
1923’ten beri laik liderlik zinciri ilk kez kırılarak, ‘İslam Partisi’nin liderinin başbakan
olduğunu ve Tansu Çiller’in birkaç ay önce, “Erbakan Türkiye’yi karanlıklara gömer”
demesine rağmen koalisyona razı olmasının büyük bir çelişki olduğunu belirtilmiştir. Öte
yandan İran Radyosu, Çiller’in Refah’ın başlattığı iki suçlamayla baskı altında olduğunu ve
iki araştırma dosyasıyla siyasi geleceğini tehlikede gördüğünü ve bu nedenle Refah ile
koalisyonun Çiller’in siyasi geleceğini kurtarmak için ödemiş olduğu bir bedel olarak
nitelendirmiştir.
Liberation gazetesinden Jacques Amalric, batının yeni hükümete bakışını şöyle dile
getirmiştir:
“[...] Washington’un başını ağrıtan bir başka konu var Ortadoğu’da: O da Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa olarak Necmettin Erbakan’ın liderliğinde İslamiyeti savunan bir partinin iktidar olması. Türkiye’nin bu eski kurt politikacısı çıkarlarına göre hareket etmesini bilen, prensiplere bağlı olmayan, ultra-pragmatik bir siyasetçi olarak bilinmekte. Geçen Temmuz ayında hükümete geldiğinde ABD’nin endişelenmesinin nedenlerinden en önemlisi de Erbakan’ın bu pragmatik kişiliği olmuştu diyebiliriz. Yankee’lerin konuştuğu, çıkara göre belirlenen esnek dilden anlayan bu adam, İslamcı da olsa ABD için ilk etapta çok kaygılandırıcı biri değildi .Üstelik bir anda çok eleştirdiği düşmanı laik Tansu Çiller’le hükümet kurmaya karar vermesi Erbakan’ın ultra pragmatik kafa yapısını gözler önüne seriyor ve bu hareketi de Washington’dan destek buluyordu. Seçim sırasında Avrupa Birliği’ne, NATO’ya ve Körfez savaşına takındığı olumsuz tavırları seçimlerden sonra hükümet olunca bir kalemde unutması onun prensiplerine ne derece sadık kaldığının bir başka örneğiydi. Erbakan bu aşamada Avrupa Birliği ile ilişkileri kesmeyi veya NATO’dan çıkmayı elbette düşünmüyor. Biliyor ki şu anda bunları yapmaya kalkmak riskli olacak, asker ve işadamlarının sert muhalefetiyle karşı karşıya kalacak. O, İslam’ı zorla getirmeyi de şu aşamada uygun bulmuyor. Amacı İslam’ın tabularını kırıp kamusal yaşamın bir parçası haline gelmesi ve yavaş yavaş kamuoyunda legal ve
26
gittikçe büyüyen bir siyasi güç olarak yer bulması. Herkesin Cezayir krizinden sonra cevabını merak ettiği asıl soru şu: Köktendincilik demokratik bir sürecin içerisinde eritilebilir mi, yoksa köktendinciler demokratik kuralları amaçlarına ulaşmada sadece bir araç olarak mı görüyorlar?”38
III. PROTOKOL ve PROGRAMDA DIŞ POLİTİKA
Refahyol Hükümeti protokolünün dış politikaya ayrılan kısmı şöyledir:
“Türkiye’nin dış politika alanında hedef ve amacı dünyada, bölgede, ülkede barışın muhafazasıdır. Dış ülkelerde ilişkilerimiz dostluk, iyi komşuluk ve karşılıklı işbirliği esasları çerçevesinde yürütülecektir”. 39
Protokolde Batı ile olan ilişkilerimize özelde Ankara Anlaşması, Tarife ve Ticaret
Genel Anlaşması (GATT), Katma Protokolü ve Gümrük Birliği’ne de değinilmiş, bunlarla
amaçlanan hedeflere ulaşılabilmesi için gerekli çalışmaların yapılacağı ifade edilmiştir. İslam
ülkeleri ile olan ilişkiler de protokolde yerini bulmuş ve bu ülkelerle ekonomik, ticari, sosyal
ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi için yürütülen faaliyetlere hız kazandırılacağı, bu ülkeler
ile olan işgücü, mal, hizmet ve sermaye dolaşımının kolaylaştırılması için gerekli tedbirlerin
alınacağı belirtilmiştir. Bununla ilintili olarak İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari
İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) çerçevesindeki ekonomik işbirliği faaliyetlerine etkin bir
şekilde katılmaya devam edileceği, Avrupa ile İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) üyesi ülkeler
arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinde Türkiye’nin ayrıcalıklı bir konum
kazanmasına çalışılacağı belirtilmiştir. 40
Hükümet programında ise devletin yeniden yapılandırılması, dış ilişkilerimizdeki
aleyhimizde gelişmenin önlenerek şahsiyetli bir dış politika yürütülmesi öngörülmüştür.
Programda dış ilişkiler açısından birçok konuya değinilmiştir. Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı
ile beraber uluslararası doğal gaz projelerine özel önem verileceği belirtilmiştir.
38 “Erbakan mı Şerbakan mı?”, http://www.millisimge.de/postakutus/erbakan_mi_serbakan_mi.htm, (31.05.2005). 39 Erbakan Hükümeti Koalisyon Protokolü, http://www.tbmm.gov.tr/ambar/KP54.htm, (05.03.2005). 40 Erbakan Hükümeti Koalisyon Protokolü, http://www.tbmm.gov.tr/ambar/KP54.htm, (05.03.2005).
27
Hükümet programına ve protokole baktığımızda Refahyol hükümetinin dış politikası
hakkında şöyle bir çerçeve çizilebilir: İslam ülkeleri ile ilişkiler geliştirilecek, Gümrük Birliği
yükümlülükleri AB’nın yapması gerekenleri yerine getirdiği ölçüde dikkate alınacaktır.
İktidar olmadan önce Batı karşıtı sözleri ile bilenen Erbakan, protokol ve programda Batı ile
olan ilişkilerimizde özenli davranmış, örneğin ilişkilerimizde olabilecek radikal bir değişiklik
endişelerine karşı Çekiç Güç’ten hiç bahsetmemiştir. Yine Batı ve İsrail ile olan
ilişkilerimizde radikal bir değişiklik olmayacağı garantisi vermek ve kamuoyunu tatmin
etmek için stratejik anlaşmalara bağlı kalınacağı sözü verilmiş ve bunların milli menfaatler
aleyhine tatbikine meydan verilmeyeceği belirtilmiştir. Dış kaynaklı terörle mücadele
anayasada yer alan esaslar ve özellikle üniter devlet yapısı korunarak sürdürüleceğinin de altı
çizilmiştir. 41
Program ve protokolün yanı sıra, dış politika konusundaki görev dağılımı da dikkat
çekicidir. Bakanlıklararası görev dağılımı düzenleyen Başbakanlık genelgesiyle, Kıbrıs ve
Türk Cumhuriyetleri ile ilişkilerin sorumluluğu Devlet Bakanı Gül’e verilmişti. Bu durum,
Devlet Bakanı Gül’ün “gölge dışişleri bakanı” olarak nitelendirilmesine yol açmıştır. Bunun
ötesinde 18 Aralık 1996 tarihli bir genelgeyle, Dışişleri Bakanlığı’nın bazı yetkileri Gül’e
devredilmiştir. Bu yetki devri uyarınca, Türki Cumhuriyetler, yurtdışında yaşayan Türkler ve
İslam ülkeleri ile tüm ekonomik ve kültürel işlerin koordinasyonu RP tarafından yürütülen
Devlet Bakanlığına devredilmiştir. Gül bu yetki devri için “Erbakan’ın Türki Cumhuriyetleri
ihmal ettiği yolunda eleştiriler” olduğu gerekçesiyle verildiğini belirtmiştir.42
41 Melek Fırat, Ömer Kürkçüoğlu, “Refahyol Dönemi ve Değişmeyen İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II., 7.baskı, der. Baskın Oran, İstanbul: İletişim, 2004, s. 560. 42 Gencer Özcan, “Yalan Dünyaya Sanal Politikalar”, Onbir Aylık Saltanat, 1. baskı, der. Gencer Özcan, İstabul: Boyut Kitapları, 1998, s.181.
28
İkinci Bölüm
MÜSLÜMAN ÜLKELER VE ÖRGÜTLERLE İLİŞKİLER
Erbakan’ın iktidar olmadan önce söyleminde sık sık Batı aleyhtarı propaganda
yapmasından dolayı, iktidara geldikten sonra İslam ülkeleri ile ilişkilerin geliştirileceği ve
Batı’ya sırtını çevireceği inancı vardı. Fakat Erbakan iktidarı boyunca bu söyleminden farklı
olarak Batılı ülkeler ile de temaslarda bulunmuştur. Erbakan seçim öncesinde, sonrasında ve
hükümet program ve protokolünde, Müslüman ülkeler ile ilişkilerin geliştirileceğine birçok
kez değinse de, Batı ile kurulan temaslardan daha çok Müslüman ülkeler ile kurulan temaslar
tepki görmüştür. Aslında İslami söyleme sahip bir partinin, iktidar olma şansını yakalamışken,
Batı’yla olan halihazırdaki temasları sürdürmesi Türk dış politikasında bu hükümet
döneminde de büyük değişikliklere gidilmediğinin bir kanıtıdır.
I. AZERBAYCAN
5 Nisan 1997’de Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev beraberindeki bir heyetle
Ankara’ya resmi bir ziyarette bulunmuştur. Bu ziyaret sırasında 8 farklı anlaşma
imzalanmıştır: Stratejik İşbirliğinin Derinleştirilmesine İlişkin Deklarasyon, İki Ülke
Hükümetleri Arasında Sınır Olay ve Uyuşmazlıklarının Çözümüne Dair Sözleşme,
Hükümetler Arasında Denizcilik Anlaşması, Gençlik ve Spor Alanında İşbirliğine ilişkin Ek
Protokol, Hava Taşımacılığı Hakkındaki Anlaşmaya Ek Protokol, İki Ülke Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlıkları Arasında İşbirliği Anlaşması, İki Ülke Arasında Küçük ve Orta Ölçekli
Sanayi İşletmelerini Geliştirmeye Yönelik İşbirliği Ek Protokolü ve Elektrik Enerjisi
Alanında İşbirliği Prensipleri Hakkında Anlaşma. 43
Aliyev, Başbakan Erbakan ile de görüşmüştür. Erbakan, Türkiye’nin, Azerbaycan’ın
güvenliği ve bağımsızlığı ile “yakınen ilgili” olduğunu söylemiştir. Aliyev’in ziyaretinde,
29
Türkiye Azerbaycan ilişkilerinin gelişmesine katkılarından dolayı Aliyev’e “TC Devlet
Nişanı” verilmiştir. 44
II. KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ
İktidara gelen Erbakan ilk dış gezisini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Barış
Harekatı’nın 22. Yıldönümü olması nedeniyle Kıbrıs’a yapmıştır. Milli Gazete geziyi “Kıbrıs
sahipsiz değil” başlığıyla manşetten vermiştir. 45 Erbakan 20 Temmuz kutlamaları için
KKTC’ye giden ilk başbakan olup, bu geziyi “bir vecibe, bir mecburiyet” olarak
değerlendirmiş ve burada çarpıcı açıklamalarda bulunmuştur. Bu açıklamalardan bir tanesi
şöyledir: “Kıbrıs’taki mücahit kardeşlerimizin yıllarca sürdürdükleri bir cihadın arkasından
Barış Harekatı yapılmış ve çok şükür adaya huzur gelmiştir”. 46
Cihat, din uğruna yapılan savaş olarak47 tanımlandığından, Erbakan’ın Barış
Harekatı’na kadar geçen süreyi cihat olarak nitelendirmesi, ileride “İslamcı Başbakan” olarak
anılmasına zemin hazırlayacak konuşmalarından biridir.
6 Ocak 1996’da Rusya Federasyonu’nun Güney Kıbrıs’a konuşlandırmak üzere S-300
füzeleri satışını öngören bir anlaşma Kıbrıs konusunu Türk dış politikasında gündeme
getirmiştir. Çiller konuyla ilgili olarak şöyle konuşmuştur:
“Bu silahlar adaya ya konmayacak, ya konmayacak. Eğer konulursa, Türkiye gereğini yapacaktır. Eğer bunun içerisinde vurulması gereği varsa, o da yapılacaktır. Umarız ki, Yunanistan barışı bozacak böyle ciddi bir adımı atarak kendisini ve Kıbrıs Rum tarafını acıya boğmaz.” 48
20 Ocak 1997’de KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Ankara’yı ziyaret etmiş ve
Cumhurbaşkanı Demirel ile ortak bir bildiri imzalamıştır. Bildiride, KKTC’ye yapılacak olan
bir saldırının Türkiye’ye yapılmış sayılacağı, koşullar gerektirirse, Türkiye’nin Kıbrıs’ta
43 “Bakü ile 8 anlaşma”, Milliyet, 06 Mayıs 1997. 44 Aliyev-Erbakan görüşmesi, http://www.bygegm.gov.tr/yayinlarimiz/TURKHABER/88/T2.htm, (02.06.2005). 45 Ahmet Kayır ve Ebubekir Gülüm, Milli Gazete, 21 Temmuz 1996. 46 “Erbakan Kıbrıs’a çıktı” , Zaman Gazetesi, 03 Ocak 2005. 47 Cihat, http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk, 23.06.2005.
30
askeri deniz ve hava üsleri kurabileceği, Türkiye’nin etkin güvencesini sınırlandıracak
herhangi bir çokuluslu gücün adaya konuşlandırılmasına izin verilmeyeceği vurgulanmıştır.49
Türkiye için çok önemli bir yere sahip olan, ‘Yavru Vatan’ olarak bilinen Kıbrıs, genel
olarak bakıldığında Refahyol Hükümeti iktidarında geri planda kalmıştır. Nadiren gündeme
gelen Kıbrıs ile Ocak 1997’de Erbakan, Başbakan Derviş Eroğlu ile bir protokol imzalamıştır.
Bu protokole göre, Kıbrıs’ta reform yapmak için gerekli olan 250 milyon dolar, Türkiye’nin
belirli bir takvim dahilinde yapacağı yardımlarla sağlanacaktır. 50
Mart 1997’de Kıbrıs için önemli gelişmeler yaşanırken (Kıbrıs Rum kesiminin füze
alması) 28 Şubat’ın karışıklığı ile Türkiye’de bu konu arka planda kalmış ve yerini “bekle
gör” politikasına bırakmıştır.51 Kıbrıslı Rumların, Rusya'dan S-300 yerden havaya 150 km.
menzilli füze alımına ilişkin anlaşmaya imza koyması uluslararası arenayı ve dolayısıyla
hassas Türk-Yunan ilişkilerini karıştırmıştır. Türkiye, Kıbrıslı Türklerin güvenliğini tehdit
edecek herhangi bir gelişmeye göz yummayacağını açıklamıştır. Anlaşmanın duyurulduğu ilk
günlerde Kıbrıslı Rumlar, uluslararası platformdan da büyük tepki almıştır. ABD, Kıbrıslı
Rumların yanlış yolda olduğunu söylemiş, İngiltere ve BM de anlaşmaya sert tepki
göstermiştir. Ancak daha sonra, Türkiye Savunma Bakanı Turhan Tayan ve Dışişleri Bakanı
Tansu Çiller'in füze rampalarını vurma tehditleri bir anda uluslararası kamuoyunu Türkiye'nin
karşısına geçirmiştir. Önce Rumların, daha sonra da Rusya'nın, füzelerin 16 aydan önce
Kıbrıs'a yerleştirilemeyeceğini açıklamalarından ve yoğun diplomasi trafiğinden sonra kriz
yatışmış ama bitmemiştir. Kıbrıs Rum Meclisi'nin anlaşmayı onaylamasıyla 16 aylık süre
işletilmiştir. Kriz sonrasında Türk tarafındaki yaygın kanı ise, krizin, daha öncekilerde olduğu
48 Şükrü Yılmaz, “Çiller’den Rumlara Sert Çıkış” Zaman, 11 Ocak 1997. 49 “Kıbrıs’a üs güvencesi”, Radikal, 21 Ocak 1997. 50 “28 Şubat’tan 31 Mart’a” Milliyet, 23 Mayıs 1997. 51 “Refahyol’un unuttuğu gündem” Milliyet, 10 Mart 1997.
31
gibi Rum tarafının ortamı gerginleştirerek uluslararası kamuoyunun dikkatini Ada'ya çekerek
"Ada'nın silahsızlandırılması" konusunu gündeme getirmeyi amaçladığı şeklinde olmuştur.52
Gündeme gelen konular dışında Erbakan’ın Kıbrıs ile çok da yakından ilgilenmediği
görülmüştür. Fakat Erbakan’ın hükümet programında Kıbrıs’a da yer verilmiş ve Kıbrıs
sorununun Ada'daki iki toplum arasında doğrudan görüşmeler yoluyla çözümlenmesi
gerektiği belirtilmişti. Programda devamla Türkiye, soruna kalıcı ve her iki tarafın serbest
iradeleriyle kabul edecekleri bir çözüm bulununcaya kadar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni
her alanda güçlendirmeye çalışacak ve soydaşlarımızın haklı davasının yanında olmaya
devam edecektir ifadelerine yer verilmiştir.53
III. İRAN
Erbakan, 9 Ağustos 1996’da Türkiye’de ve uluslararası arenada büyük tartışmalara
yol açan İran gezisini yapmıştır. Sınır komşumuz olan İran’a yapılan bu gezinin tartışmalara
sebep olmasının en temel nedeni İran’ın İslami radikalizmi dış politika aracı olarak kullandığı
iddialarıdır. Diğer nedenler ise; İran’ın Türkiye ve İsrail arasındaki anlaşmalara tepkili
yaklaşması ve bunu her fırsatta eleştirmesi, kamuoyunun Çetin Emeç suikastının İran’la ilgili
olduğuna inanması ve de İran’ın PKK’ya verdiği desteğin gündemde olmasıdır. 54
Erbakan, İran’da, devlet geleneğine aldırmadan Rafsancani ve Habibi’yle yaklaşık iki
saat baş başa görüşmüştür. İran’ın “ülkemizde PKK kampı yok” açıklamasını kabul etmiş,
fakat bu sözlerin üstünden bir ay bile geçmeden PKK, İran topraklarından Türkiye’ye
girmiştir.55 Erbakan Türkiye açısından en kritik ülkelerden biri olan İran ile olan ilişkilerimizi
İslam kardeşliği temelinde gerçekleştirebileceğine inanarak İranlılara hiçbir Başbakanın
vermeyeceği sırları verdiği iddia edilmiştir. Bunlardan en çok tepki yaratanı Erbakan’ın
52 Yakup Beriş, Kıbrıs Kronolojisi, http://www.tusiad.org/yayin/gorus/31/html/sec10.html, (29.09.2005). 53 Erbakan Hükümeti Programı, http://www.tbmm.gov.tr/ambar/hp54.htm, (02.06.2005). 54 Oran, op.cit., s.560. 55 Donat, op.cit., s.164
32
Cumhurbaşkanı Rafsancani ile yaptığı görüşmede MİT’in, CIA veya MOSSAD’ın etkisinde
kalabileceğini söylemesidir.56
Gezinin son gününde Türkiye ve İran arasında doğalgaz anlaşması imzalanmıştır.
Toplam bedeli 23 milyar Dolar olan ve 23 yılı kapsayan anlaşmayı, Türkiye adına Enerji
Bakanı Recai Kutan imzalamıştır. Anlaşmaya göre, Türkiye 1999 yılından itibaren yılda 3
milyon metreküp doğalgaz ithal etmeye başlayacak, bu miktar 2005 yılında 10 milyar
metreküpe kadar çıkacaktır. 57 Türkiye ile İran arasındaki anlaşma hükümlerine göre doğalgaz
boru hattı İran'ın Tebriz kentinden Ankara'ya, Doğubeyazıt, Ağrı, Erzurum, Erzincan, Sivas
yönünü izleyerek kurulacak, 2000 yılında İran'dan ilk doğalgaz gelmeye başlayacaktı. Boru
hattı için İran, Tebriz'den Türkiye sınırına kadar 270 km, Türkiye ise 1.150 km boru inşa
edecektir.
O sıralarda hala İran'a ticari ambargo uygulayan ABD Hükümeti anlaşmaya son
derece olumsuz bakmıştır. Bu nedenle ABD'nin İran doğalgazına alternatif olarak Hazar
Denizi petrollerini Gürcistan - Ermenistan üzerinden Türkiye'ye taşıyacak Ceyhan Boru Hattı
projesine uluslararası platformda destek vereceği iddia edilmiştir. ABD'li yetkililer ayrıca
Türkiye'nin 1.150 km'lik boru hattı inşası için yabancı sermayeye ihtiyacı olacağını, bunu
almak için Türkiye'nin başvurması halinde ABD'nin Uluslararası Para Fonu’nu (IMF) devreye
sokarak buna engel olacağını belirtmişlerdir. Türkiye'nin finansmanı kendi kaynaklarıyla
çözmesi durumunda ise aynı sorunun olası Bakü - Ceyhan projesinde ortaya çıkacağı, bu
taktirde ABD'nin daha sert bir tutum takınacağı iddiaların arasında yer almıştır.58
İran gezisi basın tarafından da değişik yorumlarla verilmiştir. Devlet Bakanı Abdullah
Gül gündemden düşmeyen bu gezinin basın tarafından çarpıtıldığını iddia etmiştir. Gül’e bu
56 Mensur Akgün, “Ortadoğu Maceraları”, Onbir Aylık Saltanat,1.baskı, der. Gencer Özcan, İstanbul: Boyut Kitapları, 1998, s. 164. 57 12 Ağustos 1996, http://www.kronoloji.gen.tr, (23.06.2005) 58 Şule Yücebıyık, “Hoca'dan ABD'ye İran gazıyla 1 Nisan şakası”, Milliyet, 16 Şubat 1997.
33
geziden ABD ve TSK’nin rahatsız olduğu yolundaki haberler sorulmuş, Gül de bu sorulara
şöyle cevap vermiştir:
“Türkiye, ABD’den izin almak zorunda değil, Türkiye bağımsız bir ülke. Başbakanın İran’a yapacağı ziyaret ABD’ye tavır koymak için değil. Bazı ülkelerin kendi aralarında bir takım sorunları olabilir. Biz olayları Türkiye açısından değerlendiririz.”59
Gül, TSK’nin rahatsız olma iddiasına karşılık olarak, herhangi bir bilgisinin
olmadığını, fakat böyle bir iddianın doğru olamayacağını çünkü en yetkili kişilerin dinlenip,
ona göre politikalar yapıldığını söylemiştir.60 Gül’ün bu açıklamasının aksine, bir iddiaya göre
TSK, Erbakan’ın İran gezisinden önce 9 Ağustos’ta Erbakan’a bir rapor vererek, İran ile
yapılması planlanan 23 milyar dolarlık doğal gaz anlaşmasının imzalanmamasını istemiştir.61
Erbakan’ın İran gezisi dış basınında da gündemde yerini bulmuştur. Die Presse
Gazetesi yazarlarından Martin Peter gezi ile ilgili şöyle bir yorum yapmıştır:
“Köktendincilerin Başkanı, İslam Commonwealth’unun seçim propagandasına uyacak şekilde ilk yurtdışı gezisini, bütün selefleri gibi Bonn, Brüksel ve Washington’a değil, Tahran’a, Mollalara yaptı. Böylece Amerika’nın İran’a boykot emrine de aldırmamış oldu. Erbakan, İran petrol ve gazının Türkiye’ye sevk edilmesine ilişkin 20 milyarlık bir anlaşma ile Ankara’nın bundan böyle kendi çıkarlarını koruma ilkesinin altını çizdi. Ankara’da söylendiğine göre, danışmanları Erbakan’ı, Türkiye’ye yılda iki milyar metreküp doğalgaz sevk eden Cezayir’i ziyaret etmekten güçlükle alıkoymuşlar. Erbakan’ın Ortadoğu ülkeleri ile temaslar sonucu dış politika ve ekonomi konularında başına buyruk olma sinyali vermesi, yurt dışında her ne kadar güvensizlikle karşılansa da yurt içinde tezahürat topluyor.”62
Washington Times Gazetesi’nde James Morrison imzasıyla yayınlanan haberde ise
Erbakan’ın İran gezisine atfen şunlar yayınlanmıştır:
“ABD, Erbakan’ın İran’la 23 milyar dolarlık bir doğal gaz boru hattı anlaşması imzalamasından ve Amerikan uçaklarının Irak’a saldırmak için Türkiye’deki üsleri kullanmalarına izin vermemesinden dolayı çok şaşırmıştır. ABD’nin Türkiye Eski
59 “Gül: İran gezisi ABD’ye tavır değil”, Zaman, 17 Ağustos 1996. 60 “Gül: İran gezisi ABD’ye tavır değil”, Zaman, 17 Ağustos 1996. 61 1996, http://www.geocities.com/almanakturkiye/1996.htm, (30.03.2005). 62 “Zulmün panzehiri:D-8”, Milli Gazete, 17 Haziran 2005.
34
Büyükelçilerinden Morton Abramowitz, Erbakan’ın, ‘Amerikan ve Musevi aleyhtarı’ olduğunu söylemektedir.”63
Eylül 1996’da ise İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti Türkiye’yi ziyaret etmiştir.
Bu ziyaret sırasında koalisyon ortaklarının dış politika açısından farklı söylemleri,
aralarındaki görüş ayrılığını bir kez daha ortaya koymuştur. Basında çıkan haberlere göre,
Çiller Velayeti’yi azarlamıştır. Çiller bu haberler için şöyle bir açıklama yapmıştır:
“Biz dostlarımızı azarlamayız. Ama dostluğun da bir mesuliyeti vardır: hem ‘Dostum’ diyeceksiniz, hem her gün sınırlarımızda şehit vereceğiz. Buna müsaade etmemiz mümkün değildir [...] Dostlarımıza kardeşçe uyarıda bulunduk; eğer kardeşseniz, dostsanız gereğini yapın. Eğer yapmıyorsanız, bırakın biz yapalım veya bunu da istemiyorsanız, gelin beraber yapalım. Ama bunların bir tanesi olacak mutlaka” 64
Aralık 1996’da ise Meclis Araştırma Komisyonu’nun “İran PKK’yı destekliyor”
raporu üzerine İran’da gerçekleşecek olan Dünya Müslüman Ülkeler Kadın Parlamenterler
Teşkilatı’nın 6-9 Aralık tarihleri arasında İran’ın başkenti Tahran’da gerçekleştirilecek ikinci
toplantısı Dışişleri’nin devreye girmesiyle, Türkiye tarafında protesto edilmiştir. Toplantıya
katılacak olan, teşkilatın ikinci Başkanı DYP Edirne Milletvekili Ümran Akkan ve ANAP
Adana Milletvekili İmren Aykut bu rapor üzerine toplantıya gitmekten vazgeçmişlerdir. 65
Aynı ayda İran ile olan ilişkilerimiz sınır güvenliği konusu ile tekrar gündeme
gelmiştir. İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’nin, Cumhurbaşkanı Demirel’i
ziyaretinden önce İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Alaattin Burucerdi önce Demirel’le sonra
Erbakan’la bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmelerin temel konusu PKK ve onun uzantısında
sınır güvenliği olmuştur. 66
20 Aralıkta ise Rafsancani ve heyeti Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunmuştur.
Cumhurbaşkanı Demirel karşılamada bulunurken, Erbakan bulunmamıştır. Karşılamada
bulunmamasına rağmen, Erbakan da Rafsancani ile görüşmüştür. İşte tam bu noktada,
63 Ibid. 64 Özcan, op.cit., s.194-195. 65 Serpil Cevikcan, “İran’a kadın ambargosu”, Milliyet, 05 Aralık 1996. 66 “Sınır güvenliği masada”, Milliyet, 11 Aralık 1996.
35
Erbakan’ın Dışişleri ile ne kadar çeliştiği açıkça ortaya çıkmıştır. Erbakan İran’la savunma
sanayiinde işbirliğini öngören bir anlaşma imzalamak istemiş, ancak hem Dışişleri Bakanlığı
hem de Genelkurmay Başkanlığı buna kesin tavırla karşı çıkmıştır. Erbakan İran’la Türkiye
arasındaki “gümrük duvarlarını” kaldırmak istemiş fakat bu isteği de Dışişleri Bakanlığının
engeline takılmıştır. Cumhurbaşkanı Demirel ve Başbakan Yardımcısı Çiller ise,
Rafsancani’yle görüşmelerinde İran’dan Türkiye’ye PKK sızmalarını gündeme getirirken
Erbakan, görüşmelerde bu konulara değinmeyerek farklı bir politika izlemiştir. 67
Erbakan’ın İran’la savunma işbirliği projesine ABD de sert tepki göstermiştir. ABD
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nicholas Burns konuyla ilgili olarak şöyle konuşmuştur:
“[...] bu haberler doğruysa bizim için çok ciddi kaygı nedeni olur. Türkiye NATO üyesi bir ülkedir. Türk hükümeti, İran yönetiminin terörizme destek verdiği ve kitle imha silahlarının peşinde olduğu yolundaki temel gerekçeleri anlamalıdır. Hepimiz İran’ı tecrit etmeliyiz. İran uluslararası toplumdan dışlanmalıdır. Böyle bir askeri anlaşma anlamsız olur. Eğer basında yer alan haberler doğruysa, konuyu doğrudan Ankara’da Türk hükümetine götürürüz.”68
Erbakan, Rafsancani’ye verdiği yemekten sonra bir basın açıklaması yapmıştır. Bu
açıklamasıyla, Erbakan ABD’ye karşı tutumunu bir kez daha açıkça ortaya koymuştur.
Yaptığı açıklamada Erbakan şöyle konuşmuştur:
“ABD, Çekiç Güç’ü Kürt devleti kurmak ve Türkiye’den parça koparmak için göndermişti, ama ordumuza müteşekkiriz. Yıllarca süren mücadelesi sonrasında ABD anladı ki, bu mümkün değil. Türk ordusu var ve bu ordu vatanın tek parçasını vermez. NATO üyesi olarak Batı’nın müttefiki olan Türkiye’nin Doğu’yla yakınlığı Batı’nın işine gelir. Türk-İran ilişkilerinden ABD’nin rahatsızlık duyması yanlış. Böyle davranmaları kendi çıkarlarına ters. Keskin sirke küpüne zarar verir. İran’la ABD arasındaki gerginliğin kaldırılması gerekir. Bu gerginlik bütün insanlığa zarar verir.69
Rafsancani Türkiye ziyareti sırasında birçok kez Türkiye’nin İslam’a döndüğünü
belirtmiş, fakat Türkiye’nin İran gibi olma olasılığına ise Türkiye’nin kendine has özellikleri
olduğu belirterek, böyle bir ihtimalin olamayacağını ima etmiştir. Ziyaret sırasında,
Rafsancani’ye eşlik eden kızı Faezeh, Ankara’nın Şah dönemimin son yıllara benzediğini
67 “İran’la savunma işbirliği ciddiye alınmıyor”, Milliyet, 21 Aralık 1996. 68 “ABD’nin Hoca Rahatsızlığı”, Milliyet, 14 Aralık 1996.
36
söylemiştir. Faezeh’in sözlerine sadece DYP milletvekili Ali Rıza Gönül karşılık vermiştir.
Gönül, misafirlerin kendilerine gösterilen misafirperverliğe saygı duymaları gerektiğini ve
Faezeh’in sözlerinin oldukça rahatsızlık verici bir yapıda olduğunu söylemiştir. 70
Şubat 1997’de ise İranlı diplomatların şeriat yanlısı demeçleri kriz yaratırken, bu konu
gündemde MGK toplantısı nedeniyle yerini bulamamıştır.71 Nisan ayında da İran’la olan
ilişkilerimiz sıcaklığını korumuştur. İran’ın İngilizce yayımlanan Tahran Times Gazetesinin 4
Nisan 1997 sayısının “Türk generaller, ABD İsrail çıkarlarına hizmet ediyor” başlıklı
başyazısı dikkat çekicidir:
“Ankara’daki generaller İsrail’in çıkarlarına göre davranmanın ülkelerinin çıkarına olmadığını görmek zorundadırlar. Mutlak çoğunluğu Müslüman olan Türk halkı, Washington ve İsrail’e hizmet edilmesine müsamaha etmeyecektir. Generaller belki geçici olarak halkı bastırabilirler ancak uzun dönemde Cezayir’de olanlar Türkiye’de tekrarlanabilir. Ülkelerini bir cehenneme çevirmek yerine, Türk generallerinin aklın sesini dinlemesi ve halkın arzularına saygı göstermesi daha iyi olur.” 72
IV. PAKİSTAN
Erbakan 10 Ağustos’ta başlayan geziler kapsamında İran’dan sonra Pakistan’a gitmiş,
burada ticari ilişkiler üzerinde durmuş, Müslüman ülkelerle yapılacak olan ticaretin Türk
ekonomisini geliştireceğini savunmuştur. Gezisinde Erbakan, Türk Büyükelçilerinin dahi
katılmadığı ve tutanaklara geçmediği iddia edilen görüşmelerde de bulunmuştur. Deniz
Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya, Erbakan’ın Pakistan’da “Biz, iktidara sokaktan
geleceğiz” diyen ve seçimlere katılmayan iki radikal dinciyle görüştüğünü iddia etmiştir.
Erkaya Erbakan’ın Pakistan’a gitmeden bu iki radikal dinci liderden Dışişleri aracılığıyla
randevu alınmasını istediğini belirtmiştir. Pakistan hükümeti ise “Biz bu insanları
tanımıyoruz, bunlar rejimi reddeden kişilerdir. Biz bunlardan randevu istemeyiz, sizin
69 Utku Çakırözer, “Erbakan: ABD Türkiye’yi bölecekti”, Milliyet, 23 Aralık 1996. 70 Türkiye ve İran ABD’yi önemsemeyerek Ticaret Anlaşması imzaladı, http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/ disbasin/1996/10/08x10x96.txt., (08.07.2005). 71 “Refahyol’un unuttuğu gündem”, Milliyet, 10 Mart 1997. 72 “Türkiye Cezayir olabilir”, Milliyet, 05 Mayıs 1997.
37
görüşmenizi de arzu etmeyiz” diye cevap vermiş ve bunun üzerine Erbakan kendi adamlarını
Pakistan’a göndererek onlar aracılığıyla randevu almıştır.73 Sonuçta basına yansıyan
haberlerde, Erbakan gezisi sırasında Cemaat-ül İslami Partisi Genel Başkanı Gazi Hüseyin
Ahmet ve Cemaati Ulemayı İslam Partisi lideri Mevlana Fazıli Rahman ile görüşmüştür. 74
Aralık ayında ise Milliyet gazetesinde yayınlanan bir haberde, Erbakan’ın Pakistan’ın
içişlerine karışmayız demesine rağmen, Pakistan gezisi sırasında da görüştüğü ülkenin rejim
muhalifi lideri Gazi Hüseyin Ahmet’le bu sefer konutunda gizli bir görüşme yaptığı iddia
edilmiştir. Ahmet’in başkanlık ettiği Cemaat-ül İslami Partisi, 3 Şubat 1997’de Pakistan’da
yapılacak seçimlerin kilit partilerinden birisi olması nedeniyle, iddia edilen görüşme
diplomatik çevrelerde şaşkınlık yaratmıştır. Bu gizli görüşme, Erbakan Pakistan’da hükümet
kurma çalışmalarına mı karışıyor sorusunu akıllara getirmiştir. 75
V. ENDONEZYA
Erbakan’ın 10 Ağustos 1996’da başladığı Asya gezisinin üçüncü durağı, İran ve
Pakistan’a yaptığı gezilere verilen tepkiyi azaltmak için, programa eklediği iddia edilen,
Endonezya idi. Burada uçak tesislerini gezen Erbakan yine tartışma yaratacak açıklamalarda
bulunmuştur. Türkiye’deki uçak sanayisine atıfta bulunarak, Erbakan şöyle bir açıklama
yapmıştır:
“[...] ve ne yazık ki bizdeki mevcut uçak sanayiinde bu gördüğümüz en ileri bilgisayarlar, teknolojiler mevcuttur ancak buradaki sanayi kuruluşunda bizzat 1.600 mühendis, yüksek mühendislik, doktora üstü tahsili yapıyor. Bir beyin gücü oluşuyor. Bizde aletler var beyin yok.”.76
73 Güven Erkaya-Taner Baytok, Bir Asker Bir Diplomat,4.baskı, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2001, s.239. 74 Ergün Aksoy, “MİT Hocayı da izlemiş”, Yeni Yüzyıl, 26 Haziran 1997. 75 Utku Çakırözer, “Erbakan: ABD Türkiye’yi bölecekti”, Milliyet, 23 Aralık 1996. 76 “Endonezya’yla havacılıkta işbirliği”, Zaman ,20 Ağustos 1996.
38
Erbakan gezisinde Batı’ya da atıfta bulunarak şöyle konuşmuştur: “Müslüman ve geri kalmış
ülkelerin ‘birinci sınıf’, buna karşılık Batı ülkeleri ile Amerika’nın ‘ikinci sınıf’ olmaları
mümkündür ve bu gerçekleşecektir”. 77
Endonezya Başbakanı Habibi, Erbakan’ın Almanya’dan sınıf arkadaşı idi. Yusuf
Habibi Endonezya’yı 32 yıl yöneten devlet başkanı Suharto’nun yakın arkadaşı ve “manevi
oğlu” olarak bilinmekteydi. Habibi 20 yıl Almanya’da yaşamış ve burada Havacılık
Mühendisliği eğitimi görmüştür. Erbakan Endonezya gezisinde olduğu gibi her fırsatta
Habibi’yi övüyordu. Buna karşılık Endonezya’da uzun süre Türkiye Büyükelçisi olarak görev
yapmış olan Aydın Alacakaptan, Habibi hakkında şöyle diyordu:
“Erbakan’ın sınıf arkadaşı olan ve öve öve bitiremediği Dr. Habibi, dünyanın en büyük hırsızıdır. Ondan büyük hırsız dünyada belki az bulunur. Bunu da bütün Endonezya halkı bilir. Ülkenin son dönemindeki sınai kalkınmasının önemli bir mevzii sayılan, serbest bölgenin bulunduğu Batan Adası Habibi’nindir. Habibi’nin İspanya’da ve Almanya’da şatoları vardır, ülkenin yarısına sahiptir. Bütün askeri malzeme alımlarından hisse alır. Habibi, Erbakan’ın bu gezi sırasında sık sık sözü edilen N 250 tipi yolcu uçağı projesini gerçekleştirmek için 1985’den beri uğraşıyor, bu işten para vurmak için bütçeden sürekli olarak tahsisat koyduruyor. Ve Erbakan’ın gezisi sayesinde öğrendik ki, sonunda bu projeyi gerçekleştirmiş. Ama ne ilginçtir ki, uçağın sertifikası yok...Bu koşullarda uçamaz...”78
Erbakan’ın sadece dış ilişkilerde ortaklık değil aynı zamanda kendine Müslüman
ülkeleri model olarak aldığı 1997 yılının Şubat ayında basına yansıyanlardandı. Sabah
gazetesi yazarlarından Ali Rıza Kardüz, ekonomide Erbakan’ın Endonezya modeline
güvendiğini ve bunun doğrultusunda Endonezya’dan iktisatçılar çağırdığını iddia etmiştir.
Kardüz’e göre, Endonezya IMF yardımı ile yüzde 1000’i aşan enflasyonu kısa sürede
düşürmüş ve bundan etkilenen Erbakan Endonezya’nın modeline adapte olmaya karar
vermiştir. Bu modele uyulsun veya uyulmasın Türkiye’nin Refahyol Hükümeti sonundaki
borçlar bilânçosu Erbakan’ı hiçbir modelin kurtaramayacağını açıkça gösterecektir. 79
77 “Batı’daki yıldızı söndü” Milliyet, 17 Mayıs 1997. 78 Melih Aşık, “Habibi’li günler”, Milliyet, 26 Mayıs 1998. 79 Ali Rıza Kardüz, “Hocamız istikrar için Endonezya Modeli’ne güveniyor”, Sabah, 24 Şubat 1997.
39
VI. MALEZYA
Erbakan 17 Ağustos 1996’da ikili bir hukuk sistemine sahip olan, Müslümanların
davalarının şeriat mahkemesinde görüldüğü Malezya’yı ziyaret etmiştir. Erbakan’ın
Malezya’yı övmesi Batı ülkelerinde, ülkenin ideolojik yapısı göz önünde tutularak tepkiyle
karşılanmıştır.
Erbakan diğer gezilerinde olduğu gibi Malezya gezisinde de Batı’yı hedef almış, fakat
bu sefer din merkezli bir eleştiri yapmıştır. Almanya’da yayınlanan Bild-Zeitung gazetesinde
Almanya’nın Yakın Doğu uzmanlarından Peter Scholl-Latour ile yapılan röportajda
Erbakan’ın Kuala Lumpur gezisinde "Hıristiyanların çığır açan icatlar yapacak kadar akıllı
olmadıklarını” söylediği iddia edilmiştir.80
Erbakan gezisinde Kuala Lumpur’da bulunan “İslam Üniversitesi’ nde bir konferans
vermiştir. İslam Üniversitesi, Türkiye'nin de kurucularından olduğu İslâm Konferansı
Teşkilâtı'nın (İKT) girişimiyle eğitim hayatına başlamıştır. 1980'li yıllarda kuruluş
aşamasındayken Türkiye üniversiteye mali yardımda bulunmuş ve de mütevelli heyet
üyelerinden biri de Türkiye'nin Malezya büyükelçisi olmuştur. Fakat zaman içinde buradan
mezun olan öğrenciler Türkiye’ye iyi gözle bakmamaya başlamıştır. 81
VII. IRAK
Erbakan Asya gezisindeyken, 18 Ağustos 1996’da Adalet Bakanı Şevket Kazan ve
Milli Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam Bağdat’ı ziyaret etmiştir. Bu gezide de Dışişleri
Bakanlığı saf dışı bırakılmıştır. Kazan, dört İslam ülkesi – Türkiye, Irak, Suriye ve İran –
arasında bir terör zirvesinin toplanmasını önermiş, fakat Irak, İran’la aynı masaya
oturmayacağını belirterek bu öneriyi reddetmiştir. Irak, Türkiye’den Çekiç Güç’ün süresinin
80 “ Yeni bir din savaşı arifesinde miyiz?” http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/disbasin/1996/10/02x10x96.txt,(03.06.2005).
40
uzatılmamasını ve ticaretin, özellikle sınır ticaretinin geliştirilmesini istemiştir. Kazan, Irak
ziyaretinden bir sonuç alamamıştır.82 Fakat dönüşte, Adalet Bakanı Kazan’ın “Irak’taki
cezaevlerinde iki cüz ezberleyenlerin cezası biraz indiriliyor. Kuran’ın yarısını ezberleyenler
ise tahliye ediliyor. Bu örneği biz de araştıracağız.” açıklamaları tartışma yaratmıştır.83
Erbakan’ın iktidarı boyunca Kuzey Irak konusunda önemli gelişmeler olmuştur.
Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Partisi (KYP)84 arasındaki
anlaşmazlıklardan yararlanan Bağdat’ın, 31 Ağustos’ta KDP ile anlaşarak Kuzey Irak’ta
KYP’ye karşı hareket yapması, Ankara’da Irak’ın üniter yapısının vurgulanması açısından
olumlu karşılanırken, bu durumdan rahatsız olan Washington harekete geçmiştir. ABD’nin
arabuluculuğu sonucunda Ankara’da bir araya gelen KDP ve KYP Türkiye’nin de yer aldığı
yeni bir süreci (Ankara sürecini) başlatmışlardır. Fakat Ankara ve Washington bu konu
hakkında aynı fikre sahip olmayıp; Ankara Barzani’nin Bağdat’la yakınlaşmasını
desteklerken, Washington bölgedeki KDP-KYP işbirliğinin Saddam’a karşı sürdürülmesini
istemiştir.
Ekim ayında ise Ankara süreci görüşmelerinde ABD, hem KDP hem KYP üzerinde
baskı yaparak Türkiye’nin güvenlik endişelerini gidermek için iki partiden de PKK’ya karşı
mücadele sözü almış, hem de Türkiye üzerinde baskı yaparak Ankara’nın bölgedeki “geçici
rejim” meşruluğunu kabul etmesini sağlamıştır.
81 Taha Kıvanc, “Önemli bir deneyim”, Yeni Şafak, 16 Haziran 2003. 82 Oran, op.cit., s.561 83 1996, http://www.geocities.com/almanakturkiye/, (03.06.2005). 84 1992 Mayıs'ında Kuzey Irak'ta Batılı ülkelerin gözetiminde yapılan seçimlerde Barzani, Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani ile birlikte lider seçilmiştir. 1994 yılında KDP-KYP koalisyonunun anlaşmazlıklardan dolayı sona ermesi üzerine iki parti arasında bu sefer savaş başlamıştır. 22 Ağustos 1996'da KYB'nin İran ile anlaşma imzalayacağından korkan Barzani, Bağdat rejimiyle anlaşmıştır. 31 Ağustos'ta Erbil'e giren Irak birlikleri şehri Barzani'ye teslim etmişlerdir. 9 Ağustos'ta Barzani'nin birlikleri KYB'nin güç merkezlerinden olan Süleymaniye'nin kontrolünü ellerine geçirmişlerdir. KYB ve KDP arasında ateşkes 23 Ekim'de imzalanmıştır. Türkiye 1997'de Irak'ın kuzeyinde PKK'lılara karşı “Sıcak Takip” operasyonunu yürütürken Barzani, Türkiye ile ittifak ilişkisi içine girmiştir. 12 Ekim'de Kürtler arasındaki ateşkes sona ermiş ve çatışmalar yeniden başlamıştır. ABD'nin girişimiyle KDP ve KYB arasında anlaşma 1998 yılında yeniden sağlanmıştır. Bu anlaşma, 4 Ekim 2002'de yenilenmiştir. Bkz Mesut Barzani, http://www.kimkimdir.gen.tr, (03.01.2005).
41
14 Haziran 1997 tarihinde, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın daveti üzerine Irak Adalet
Bakanı Shebeeb al Maliki’i, Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Bu ziyareti sırasında Maliki, Erbakan
ile de görüşmüştür. Maliki görüşmede Türkiye ve İsrail ilişkilerine değinmiş, fakat Erbakan’la
ilgili konuşmaktan da kaçınmamıştır. Maliki şöyle konuşmuştur:
“Biz, Türkiye’nin İslam ve Arap ülkeleriyle işbirliği kurmasını istiyoruz. Arap ve İslam ülkeleriyle karşılaştırıldığı zaman İsrail’in Türkiye’ye verebileceği bir şey yoktur. Çünkü Amerika’ya bağlıdır ve oradan talimat almaktadır. Sayın Erbakan’a, Arap ve İslam ülkelerinin en üst düzey yöneticilerinin saygısı bulunmaktadır. Kendilerinin Arap ve İslam ülkelerindeki konumu çok yüksektir.” 85
VIII. MISIR
11 Temmuz 1996 ‘da bir günlük çalışma ziyaretinde bulunmak üzere Ankara'ya gelen
Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan
Necmettin Erbakan ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller ile görüşmüştür. Mübarek,
Cumhurbaşkanı Demirel ile görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada, Türkiye'nin İsrail'le
yaptığı anlaşmanın eğitim amacının dışına taşan bir pakt olmadığını, bu sebeple herhangi bir
ülkenin gocunmasına ve tehlike olarak görmesine gerek olmadığını belirtmiştir.
Cumhurbaşkanı Demirel de görüşmede ikili ilişkilerin yanı sıra uluslararası sorunların ele
alındığını belirterek Türkiye ile Mısır arasında "iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği
anlaşmasının" imzalanması için görüş birliği sağlandığını ve iki ülke arasında samimi bir
diyalog bulunduğunu söylemiştir.86
4 Ekim 1996’da ise Erbakan, Mısır’ı ziyaret etmiştir. Erbakan’ın Mısır gezisi basının
yansıttığı üzere olumsuz geçmiştir; Mısır Başbakanın programındaki değişiklikler nedeniyle,
Türk heyetinin Mısır’a varış saatinin geciktirilmesinin istenmesiyle Erbakan ve heyeti
Ankara’da Esenboğa havaalanı yolundan geri dönmüş, Türk milletvekilleri Cumhurbaşkanlığı
85 “İsrail’le tatbikat ertelendi” Milliyet, 14 Mayıs 1997. 86 Temmuz 1996, http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1996/temmuz1996.htm, (01.06.2005).
42
sarayına protokol kapısından alınmamış, karşılama ve uğurlama sırasında havaalanında Türk
bayrağını bulunmamıştır.
TBMM Tutanak Dergisinde yer alan Devlet Bakanı Lütfü Esengün’ün TBMM’de
yaptığı açıklamada ise Mısır gezisinde basının yansıttığının aksine, Türk heyetinin
havaalanında karşılanmasında ve uğurlanmasında protokol bakımından bir eksiklik olmadığı
ve Mısır makamlarının ülkelerinin protokol uygulamaları çerçevesinde, havaalanlarında
yapılan törende, devlet başkanı ziyaretleri dışında göndere bayrak çekilmediğini ifade
ettiklerini belirtmiştir. Esengün, Mısır tarafının yerleşmiş uygulamalarının aksine, güneş
battıktan sonra Kahire’ye varan Türk heyetinin askeri bir törenle karşılandığını ve bunun
Erbakan’ın ziyaretine verilen önemin bir göstergesi olduğunu söylemiştir.
Erbakan, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek tarafından kabul edilmiş, Mısır
Başbakanı Dr. Kemal El Ganzouri ile başbaşa görüşmüştür. Öte yandan ziyaret sonunda ortak
basın açıklaması yapılmış ve şu anlaşmalar ve protokoller imzalanmıştır: Türkiye Mısır Ortak
Ekonomik Teknik ve Ticaret Komitesi Altıncı Toplantısı Protokolü, Yatırımların Karşılıklı
Teşviki ve Korunması Anlaşması, Ticaret Anlaşması, Mahkeme Kararlarının Tanınması ve
Tenfizi Sözleşmeleri. 87
IX. LİBYA
Erbakan’ın dış politikasında tartışmalara yol açan, hatta bardağı taşıran son damla
Libya gezisidir. Bu gezi sonucunda, Türk Silahlı Kuvvetleri’yle hükümet arasında, diğer
yandan da hükümetin iki kanadı arasındaki görüş ayrılıkları netleşmiştir. Libya gezisi
hazırlığına Eylül ayında başlanmıştır. Yurtdışı gezilerinin Dışişleri Bakanlığı kanalı ile olması
gerekirken, Dışişleri devre dışı bırakılmış ve Libya, Sudan Büyükelçilikleri ile üst üste
görüşmeler yapılmıştır.
87 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem : 20 Cilt : 25 Yasama Yılı: 2.
43
Gezinin kamuoyuna yansımasıyla, kamuoyunda büyük tepki oluşmuştur. Bu tepkilere
karşılık Çiller bir açıklama yapmış ve gezinin amacının Libya’nın Türk müteahhitlere 365
milyon dolar borcunun tahsili olduğunu ve Başbakanın istediği yere gidebileceğini
bildirmiştir. Buna rağmen DYP’li İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, Kaddafi’nin PKK yandaşı
gibi konuşması ve Güneydoğu sorunuyla ilgili olarak Türkiye’nin çıkarlarına aykırı bir tutum
sergilemesi gerekçeleriyle gezi kararnamesini imzalamamıştır. Ağar’ın kararnameyi
imzalamamasının görünmeyen nedenin ise “çete operasyonları” olduğu iddia edilmiştir.
Çünkü Ağar’ın özellikle Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde özel tim içinde birçok çetenin
ya doğrudan ya da dolaylı olarak Ağar’a ulaştığı ve bundan rahatsız olan Ağar’ın, eline geçen
Libya gezisi kozunu Erbakan’a karşı kullandığı ileri sürülmüştür88 ANAP, DSP ve CHP gibi
DYP de, resmen davet edilmedikleri ve programı benimsemedikleri için geziye milletvekili
göndermediklerini belirtmişlerdir.89 Liderler gezi ile ilgili olarak şöyle yorumlarda
bulunmuşlardır: ANAP Lideri Yılmaz “Erbakan Delidir”, DSP Lideri Ecevit “Utanç gezisi”,
CHP Lideri Baykal “Hesap soracağız”. 90
Türkiye içeride bu gezinin Türk dış politikası açısından “yanlış tercih” olduğunu
tartışırken, ABD de bu geziye tepkisini açıkça ortaya koymuştur. ABD Dışişleri Bakanlık
Sözcüsü Nicholas Burns bu geziye istinaden şöyle bir açıklama yapmıştır:
“Türkiye gibi Amerika’nın dostu bir ülkenin Libya ile ilişkilerini normalleştirmesinden şüphesiz endişe duymaktayız. Bu ülkenin liderleri ile buluşmaya giden herhangi bir uluslararası lidere tavsiyemiz son derece dikkatli olmasıdır”.91
Erbakan 6 Ekim 1996’da gittiği Libya’da ilk gün Libya Başbakanı Abdülmecit El
Gaut’la yaptığı görüşmede Türk müteahhitlerinin yaklaşık 365 milyon dolar olan alacaklarını
88 “Erbakan’ın Mısır Libya Gezisi, Şovenizmin dalgası ve hükümetin durumu”, http://www.kurtuluş-online.com/eskisayilar/h-icin01_12-10-96/1-17,html, (03.03.2005) 89 Oran, op.cit., s. 561 90 “Erbakan’ın Mısır Libya Gezisi, Şovenizmin dalgası ve hükümetin durumu”, http://www.kurtuluş-online.com/eskisayilar/h-icin01_12-10-96/1-17,html, (03.03.2005) 91 “ABD, Afrika gezisinden rahatsız”, Zaman, 04 Ekim 1996.
44
istemiş, Libya’da PKK’nın dışarıdan beslenen bir terör örgütü olduğunu anlatmış ve
Türkiye’de Libya lideri Muammer Kaddafi’ye haksız eleştiriler yöneltildiğini belirtmiştir.
Gezinin ikinci gününde Erbakan, Kaddafi ile görüşmüştür. Bu görüşme Türkiye’de
büyük tepkilere sebep olmuştur, çünkü Kaddafi Türkiye’yi rencide edici tarzda konuşmuş,
gazetelere göre de Erbakan bunların karşısında sessiz kalmıştır. Kaddafi Türkiye’nin dış
politikasından memnun olmadığını, Kürtlere bağımsızlık verilmesini, Türkiye’nin iradesini
kaybettiğini ve İsrail ile olan yakın ilişkilerinin Arap dünyası için tehlike arz ettiğini
belirtmiştir.92
Görüşmeye gelmeden önce esrar kullandığı iddia edilen Kaddafi görüşme boyunca
Türk heyetini şaşırtan açıklamalarda bulunmuştur. Kaddafi’nin dikkat çekici açıklamalarından
bir tanesi şöyledir:
“İstiklale kavuşmak isteyen Türkiye, İran ve Irak’taki Kürtlerin istiklal hakları vardır. Ortadoğu güneşi altında Kürt milleti yerini almalıdır.[...] Acaba İslam olmasa Türkiye’nin tarihteki yeri ne olabilirdi?. Türkiye’de geçmişini inkar etmeyen tek parti RP. Türkiye’nin geleceği NATO’da, Amerikan üslerinde ya da Kürtlere eziyet çektirmekte değildir. Türkiye I. Dünya Savaşı’ndan sonra iradesini kaybetti.”93
Kaldı ki Kaddafi, siyasi yoldan seçimlerle iktidara gelinerek İslam devleti kurmak
fikrini kabul etmeyen ve bunun sokak ihtilali ile gerçekleşebileceğini savunan bir liderdir. RP
Türkiye’de iktidar olunca, Kaddafi, Libya’nın resmi haber ajansı JANA’ya verdiği demeçte,
“ [...] bizim hedefimiz bu olmayıp sokaktan gelmektir. Erbakan seçimle işbaşına geldiği için
bizim kabul etmediğimiz değerleri kabullenmek zorunda kalacaktır” demiştir. 94
Bu suçlamalar karşısında Erbakan’dan büyük tepki beklenirken, o da yaptığı
açıklamalarla Türkiye’yi şok etmiştir. Erbakan İsrail’in terörün savunucusu olduğunu iddia
etmiş ve 1986 yılında Kaddafi’nin Trablusgarp’taki evine düzenlenen saldırıdan dolayı da
ABD’yi “terörist” olmakla suçlamıştır. 95
92 “Kaddafi resmen saçmaladı”, Zaman, 07 Ekim 1996. 93 Ibid. 94 Erkaya, op.cit., s.239 95 Yasemin Çongar, “Ordunun sigorta olması, çözümü engelliyor” Milliyet, 21 Nisan 1997.
45
Erbakan ile Kaddafi 7 saat görüştükten sonra Erbakan görüşmelerden çekilmiştir,
çünkü Kaddafi görüşmeden sonra yayınlanacak ortak bildiride “PKK bir terör örgütüdür ve bu
örgütün her türlü terörünü reddediyoruz. Takbih ediyoruz.” ibaresinin yer almasını kabul
etmemiştir. Basın Kaddafi’nin bu tutumu karşısında Erbakan’ın sessiz kaldığını iddia
etmiştir. Bazı iddialara göre Erbakan’ın sessiz kalması 1989 seçimlerinde Erbakan’ın
Kaddafi’den 500.000 Amerikan Doları yardım almasından ve/veya ikisinin de üye olduğu
gizli İslami örgütte Kaddafi’nin daha kıdemli olmasından kaynaklanmaktaydı.96
RP’li Abdullah Gül ise Erbakan gibi sessiz kalmak yerine, Kaddafi’nin açıklamalarına
büyük tepki göstermiştir. Gül yıllar sonra Libya gezisi için şöyle bir açıklama yapmıştır:
“Libya gezisi açıkçası çok pahalıya maloldu. Müteahhitlerin alacakları vardı, çok baskı yapıyorlardı. Bunu sadece siz alabilirsiniz, İslam dünyasında saygınlığınız çok fazla diyorlardı. Bu ziyarette bunların çok etkili olduğu düşüncesindeyim. Kaddafi ile toplantı ise programda yoktu, bir emrivaki oldu. Ama o konuşmayı yapmaya başlayınca, ben protokolde bana ayrılan yerden kalktım. Çünkü bir misafire karşı bir insanın böyle konuşma yapacağını hiç düşünememiştim. Ben orada Erbakan'ın sıkıntısını da hissettim doğrusu. Kendimi onun yerine koydum. Nihayet ki devlet ortada var, karşınızdaki devlet başkanı, onun misafirini bu derece zor duruma düşürecek böyle bir konuşma yapmasını kesinlikle tasvip edemezdim. Çok da tepki gösterdim. Mantıklı bir insanın, misafirine saygısı olan bir insanın yapmaması gerekir”.97
Çiller ise bu diplomatik skandal karşısında Kaddafi’yi ayağını denk almaya ve bir dost
olarak dostluğunu bilmeye çağırmış, Libya’nın Türklerin idare ettiği topraklarda ortaya çıkan
otuz beş devletten biri olduğunu hatırlatarak, “bir çöl bedevisinin, bize söylediği şeylerle biz
ne Cumhuriyet tarihimiz, ne de bu ülkenin birliği ve bütünlüğü konusunda herhangi bir
değişikliği gündeme getirir veya taviz veririz” demiştir. 98 Öte yandan Libya gezisinden sonra,
CHP, ANAP ve DSP Erbakan ve hükümet hakkında gensoru önergesi vermiş fakat TBMM’de
yapılan oylamada 257’ye karşılık 270 oyla gensoru önergesi reddedilmiştir. 99
96 Akşin, op.cit., s.171. 97 Abdullah Gül, http://www.netbul.com/superstar/ozeldosyalar/siyaset/kimkimdir/abdullahgul.asp,(06.06.2005). 98 Oran, op.cit., s.562. 99 1996, http://www.geocities.com/almanakturkiye/1996.htm, (30.03.2005).
46
Libya gezisi Mustafa Taşar tarafından TBMM’ye verilen soru önergeleri içerisinde de
yerini bulmuştur. 14.11.1996’da TBMM Gelen Kağıtlar bölümünde, Taşar, Erbakan’ın Libya
lideri Kaddafi’nin Başkanlığını yaptığı İslam Komutanlığı’nın üyesi ve Kaddafi’nin
yardımcısı olup olmadığı yolundaki sorusunu yöneltmiştir. Soru önergesine Başbakanlığın
böyle uydurma iddialarla uğraşması mümkün değildir şeklinde cevap verilmiştir.100
Fakat basında çıkan bir haberde Libya lideri Kaddafi’nin, Erbakan’ın 1984 yılında
kurulan Uluslararası İslam Halk Komutanlığı’nın üyesi olduğunu açıkladığı iddia edilmiştir.
Erbakan’ın bunu yalanladığının söylenmesi üzerine Kaddafi şöyle bir açıklama yapmıştır:
“Yalanladığını biliyorum. Ama Erbakan üyemizdir. İstifa etmiş değildir. Komutanlığın toplantılarına katılmıştır. Bunlar uluslararası toplantılardır. Elimizde bantlar ve kasetler vardır. Sadece Erbakan değil, tüm ülkelerdeki İslami Partiler, kuruluşlar, Komutanlığa üyedir. Bu örgütün amacı NATO’nun, Afrika Birliği’nin, İslam Konferansı’nın, siyonizmin amacıyla aynıdır. Erbakan zavallı biri. Hiçbir şey yapamazdı. Ülkeyi o yönetmiyor. Otoritesi yok. Türkiye’yi generaller ve Yahudiler yönetiyor. Türkiye’de demokrasi yok. Erbakan’ın başına gelen tam bir komedi. Zavallı adam. Hükümetin başkanı ama gücü ve otoritesi yok”.101
Libya’da yaratılan bu diplomatik skandaldan sonra, Türkiye’nin Trablusgarp
Büyükelçisi Ateş Balkan “istişarelerde bulunmak üzere geçici olarak” Ankara’ya çağrılmıştır.
Bu, Türkiye diplomasi tarihinde ilk defa karşılaşılan bir durumdu, çünkü bir başbakanın
ziyaret ettiği ve anlaşmalar imzaladığı bir ülkede görev yapan büyükelçi, başbakanın
ziyaretini bitirmesinden hemen sonra geri çağırılmıştır. Bir iddiaya göre, büyükelçi Çiller’in
isteği üzerine geri çağrılmış ve Erbakan haberdar edilmemiştir. Diğer iddialara göre ise de bu
karar biçimsel olarak Demirel veya GenelKurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı
Karadayı’nın isteği üzerine Çiller tarafından imzalanmıştır.102
Erbakan’ın Libya gezisi ve gelişen olaylar basın tarafından gündemde tutulmuş,
hakkında çok tartışmalar yapılmıştır. Merkez medyayı temsil eden gazeteler Başbakan’ın
gezisini 7 Eylül 1996 tarihinde şu başlıklarla haberleştirmişlerdir: "Böyle Başbakana Böyle
100 Cevapsız kalan sorular, http://www.mustafatasar.gen.tr/yayinlar/refahgercegi/cevapsiz.htm, ( 07.06.2005). 101 “Kaddafi’den zehir zemberek sözler: Erbakan üyemiz, elimizde kaset var”, Sabah, 21 Haziran 1997.
47
Muamele: [...] Baldırı çıplak bir Bedevi, ülkesinde konuk olarak bulunan Başbakan Erbakan
ve Türk Heyeti önünde Türkiye’ye hakaret yağdırdı" (Sabah); "Kaddafi Türkiye’ye hakaret
etti, Hoca eşekten düştü" (Yeni Yüzyıl); "Utanç Gezisi" (Milliyet); "Erbakan İstifa Etsin"
(Cumhuriyet). Buna karşılık, muhafazakâr basının bir kısmı, "Kaddafi Ölçüyü Kaçırdı" (Yeni
Asya); "Kaddafi Zehir Zemberek" (Yeni Şafak) gibi Libya liderini hedef alan başlıklar atmış,
RP’ye verdiği açık destekle bilinen Akit Gazetesi ise, "Şimdi Utanacaklar mı?" başlığıyla,
‘Erbakan’ın Libya’dan 4 yıldır alınamayan müteahhitlerinin alacaklarını tahsil etmesiyle’
ilgili haberi öne çıkarmıştır. 103 13 Ekim 1996’da yayınlanan Sabah Gazetesi’nin yazısı genel
olarak Türk basınını yansıtan cinstendir: “İşte muhalefet döneminin cevval ABD düşmanı
Refah Partisi, sadece çöl bedevilerine değil, aynı zamanda büyük şeytan kabul ettiği ABD’ye
de boyun eğmiştir.”
Libya gezisi dış basının gündeminde de uzun dönem kalmıştır. Boston Globe
gazetesinin 1 Ekim 1996’da çıkan haberi şöyledi:
“Türkiye’nin İslamcı Başbakanı Necmettin Erbakan, bir Amerikan tabusunu önemsemeyip Libya’yı ziyaret edeceğini açıkladığı zaman ABD Dışişleri Bakanlığı acı acı bağırdı. Bir Pan Am uçağını İskoçya üzerindeyken havaya uçuran iki Libyalı ajanı barındıran Albay Kaddafi’ye bir NATO üyesinin yaklaşımda bulunmaması gerektiği konusunda Erbakan uyarıldı. Washington’dan Erbakan’ın, Tahran’dan Trablusgarp’a kadar bir İslam ittifakı arayışı içinde olduğu ve bir İslam Natosu kurulması şeklindeki görüşlerinin, Türkiye’yi Batı’dan koparacağı biçimde heyecan uyandırıcı söylentiler gelmeye başladı. Oysa, bu kadar sinirli olmaya gerek yoktu. Erbakan gibi ABD Dışişleri Bakanlığı da ne yapacağı bilinmez Albay’ın, kendisini ziyaret eden çok az sayıdaki hükümet başkanından birine sorun yaratacağını önceden görebilmeliydi. [...] Erbakan, Ortadoğu’da devlet idaresi gerçeğini acı yolla öğrenmiş oldu: serseri liderlerin tabiatı, serserice davranmaktır”. 104
102 Özcan, op.cit., s.193 103 Konrad Adenauer, “Türkiye’deki Siyasal Ortam ve Medyanın Konumu (1983-1996)”, http://www.konrad.org.tr/index.php?id=197, (07.06.2005).
48
X. İSLAMİ ÖRGÜTLER
Erbakan 29 Temmuz 1996’da Müslüman Kardeşler Örgütü’nün önemli isimlerinden
Seyf Ul-İslam el Benna ve daha sonra Nedva hareketinin lideri Raşid el Gannusiyle görüşerek
Tunus ve Mısır’ın tepkisini çekmiştir. 105 Erbakan bununla da yetinmemiş, 6 Ağustos 1996’da
Mısır Cumhurbaşkanı Mübarek’le yaptığı görüşmede Mısır’ın Müslüman Kardeşler
Örgütü’ne anlayışla yaklaşmasını istemiş, fakat bu isteği Mısır’ın daha da çok tepkisini
çekmesine neden olmuştur.
İslami örgütler Erbakan iktidarı sırasında gündem yaratan önemli konulardan bir
tanesiydi. Şubat ayında Sabah gazetesi, Fransız Gazetesi Le Monde’un aboneleri için özel
olarak yayınladığı Le Monde du Reseignement adlı bültenin 30 Ocak 1997 tarihli, 304 nolu
sayısında, Erbakan’ın ABD’nin terörist ilan ettiği Müslüman Kardeşler örgütü temsilcileriyle
İstanbul’da gizli bir toplantı yaptığını yazmıştır. Habere göre bu toplantıda örgüt üyeleri
Erbakan’a seçimden önce verdiği sözleri hükümete gelince tutmadığı gerekçesiyle
eleştirmişler ve verilen sözlerle hükümet olduktan sonraki uygulamalar arasındaki çelişkilerin
nedenini sormuşlardır. Erbakan ise bu soruları şöyle cevaplamıştır:
“1961’de Adnan Menderes’in niçin asıldığını biliyor musunuz? Çünkü o ezanın Arapça okutulmasını istemişti. Türkiye’de bir başbakanın uzlaşması gereken üç kurum vardır. Bunlardan en önemlisi Amerikan güçleri tarafından organize edilen ve birçok görünür ya da görünmez güce sahip olan ordudur. İkincisi de sürekli parçalanan parçalı siyaset. Üçüncüsü de iş çevreleridir. En etkili iş adamları, siyasiler ve organize terör örgütleriyle ve suçlarla iç içedirler. 3 Kasım’da Susurluk’ta meydana gelen kaza Çiller tarafından beslenen bir yer altı organizasyonu olduğunu ortaya çıkarmıştır. Kaza, Abdullah Çatlı’yı o güne kadar koruyan İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın istifasına neden olmuştur. Çatlı, uyuşturucu kaçakçısı, siyasi ölümlerin organizatörü, aşırı sağın gangsteri ve CIA’nin de işbirlikçisidir.”106
Haberde Erbakan’ın toplantıda ordu ile ilgili olarak da şunları söylediği belirtilmiştir:
“Ordunun maaşlarını arttırmakla kalmayıp, bunu dolara bağladım. Daha sonra çok sayıda ve çok eski F-4 Fantom uçaklarına sahip olduğumuzu fark ettim. Birçok
104 “İslah edilmez Kaddafi”, http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/disbasin/1996/10/11x10x96.txt, (06.06.2005). 105 Oran, op.cit., s.560 106 Erhan Sever, “Erbakan’dan tartışma yaratacak açıklamalar”, Sabah, 21 Şubat 1997.
49
kısmının yenilenmesi ve modernizasyonu için öncellikle Amerika’ya başvurduk. Ancak onlar İsrail’i tavsiye ettiler. İsrail Savunma Bakanlığı Müsteşarı David Ivri’yi Türkiye’ye davet ettik. Kendisiyle burada savunma ve güvenlik anlaşmaları yaptık ve İsrail’in Anadolu’da askeri bir üs kullanma imkan ve olasılığı da konuşuldu. Türk yetkililer bunu kabul etti. Ekonomik anlaşmaların yanı sıra iki tane de askeri işbirliği anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaları Amerika’nın zorlaması ile yaptık. Bunu reddedemezdim. Aksi taktirde ordu, benim bir numaralı rakibim olan ANAP lideri Mesut Yılmaz ile DYP’nin yeniden koalisyon hükümeti kurması için güç verecekti.”107
Toplantıda İran ve Libya’ya yaptığı ziyaretlerin ardından Suriye’ye gitmek istediğini
ancak buna izin verilmediğini belirten Erbakan’ın, Hafız Esad’ı kişisel olarak tanıdığını fakat
öncellikle PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan problemini çözmesi gerektiğini belirttiği iddia
edilmiştir. Aynı haberde Tahran’a Washington’un uyarılarına rağmen gittiğini belirten
Erbakan’ın, İran’ı örgüt üyelerine şikayet ettiği iddia edilmiştir. Erbakan iddialara göre şöyle
konuşmuştur:
“İran’a yatırım yapılmasını önleyen D’amato yasalarının birkaç gün önce çıkmasına rağmen Tahran’a gittim. Onlarla 25 milyar dolarlık 20 yıllık gaz anlaşmasını imzaladım. Fakat yine de İran yetkilileri PKK konusunda işbirliğinden yana olmadılar. Eğer yardımcı olsalardı benim askerlere karşı durumum daha da güçlenecekti. Rafsancani’den Sadabat Sarayı’nda Öcalan’ın terörist faaliyetlerini durdurmasını istedim. Rafsancani “Bu imkansız. Çünkü İran sınırları içinde hiçbir PKK gücü yoktur. Eğer bana inanmıyorsanız gezerek kendi gözlerinizle arabalarım ve helikopterlerimle giderek görebiliriz” dedi. Heyette bulunan Emniyet Genel Müdürü Alaaddin Yüksel de Devlet Başkanı Yardımcısı Hassan Habibi’ye dönerek ‘Biz nerede köy, nerede PKK kampları var biliyoruz. Sizin ülkenizde yaşayan Kürt ayrılıkçıların isimleri, adres ve telefonlarını biliyoruz’ dedi. Görüyorsunuz İran çok önemli bir komşu ve fakat Türkiye ile olan ilişkilerinde samimi değil.” 108
İslami örgütler konusu Cumhurbaşkanı Demirel’in , Mart 1997’de altı günü kapsayan
ve bağımsızlık yıldönümü kutlamalarına katılmak için yaptığı Pakistan ve Bangladeş
gezisinde de gündeme gelmiştir. Bu geziye hükümeti temsilen katılan Çevre Bakanı
Ziyaeddin Tokar, İslamabad’da İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) zirvesi devam ederken,
Pakistan’da yönetimi “İslami ihtilal” ile ele geçirmeyi amaçlayan köktendinci terör yanlısı
Cemaat-ül İslami Partisi’nin lideri Kazi Hüseyin Ahmed ile görüşmüştür. Tokar’ın yaptığı bu
107 Ibid. 108 Ibid.
50
görüşme Cumhurbaşkanı düzeyinde bir gezi sırasında olması ve köktendinci hareketlerle
terörizm sergileyen bir parti olması nedeniyle basına ‘Diplomatik skandal’ olarak
yansımıştır.109
A. İslami Ekonomik Ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi
İSEDAK 1981 yılında Mekke ve Taif’de düzenlenen Üçüncü İslam Zirve
Konferansında kurulmuş olan üç Daimi Komiteden biridir. İSEDAK, başkanı
seçilemediğinden dolayı, ancak 1984 yılında faaliyete geçmiştir. 1984 yılı başında
Kazablanka’da yapılan Dördüncü İslam Zirve Konferansında, Türkiye Cumhurbaşkanın
başkanlığına seçilmesi üzerine İSEDAK, aynı yıl Kasım ayında İstanbul’da yapılan Birinci
Toplantısı ile faaliyetlerine başlamıştır.
İSEDAK’ın görevleri üç ana başlıkta toplanmaktadır: İKT tarafından ekonomik ve
ticari işbirliği alanında alınmış ve alınacak kararların uygulanmasını izlemek, üye ülkeler
arasında ekonomik ve ticari işbirliğini güçlendirebilecek tüm önlemleri almak, üye ülkelerin
ekonomik ve ticari alanlardaki kapasitelerini arttırmaya yönelik programlar hazırlamak ve
öneriler sunmak.110
Erbakan hükümet programında İSEDAK ile olan ilişkilerin geliştirileceğini belirttiği
halde iktidarı boyunca bu komite ile olan ilişkilerde bir gelişme görülmemiştir. Refahyol
iktidarı sırasında ISEDAK 12. Dönem Toplantısı 11 Kasım 1996’da yapılmıştır. Bu
toplantının özel oturumuna katılan Erbakan konuşmasında, İslam ülkelerinin AB’nin 5 katı
nüfusa sahip olduğunu, ancak buna rağmen Avrupa ülkelerinin dış ticaret hacimlerinin İslam
ülkelerinin 10 katı, kişi başına düşen gelirlerin ise 30 katı civarında olduğunu söylemiştir. 111
109 Serpil Çevikcan, “Diplomatik Skandal”, Milliyet, 28 Mart 1997. 110 İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi, http://www.dpt.gov.tr/isedak/, (29.06.2005). 11111 Kasım 1996, http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/aynitarih/1996/kasim1996/11-15kasim1996.htm, (02.06.2005).
51
B. D-8
1996 yılının Kasım ayında Erbakan M8/D8 projesi ile gündeme oturmuştur. D8/M8
Türkiye’nin atılımlarıyla gelişmekte olan İslam ülkeleri arasında işbirliğini geliştirmek
amacıyla Developing 8 (D8) adıyla Ekim 1996’da kurulan bir örgüttür. Örgüt, Türkiye’nin
davet ettiği sekiz kurucu üyeye sahiptir: Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya,
Endonezya, Mısır, Nijerya. Önceleri Müslüman bir örgüt olmasından dolayı “M” olarak
adlandırılan örgüt, beklenmedik bir şekilde Mısır’ın dine dayalı bir örgüt kurmanın
rahatsızlığını belirtmesiyle, “D” olarak değiştirilmiştir.112 Mısır Devlet Başkanı Hüsnü
Mübarek bu değişikliğin nedenini şöyle açıklamıştır: “Bu tür işbirliği yapılarına Müslüman
adını koyduğumuz zaman, bu yanlış anlamalara yol açabiliyor. İki Müslüman ülke, ekonomik
işbirliğine girdiklerinde Müslüman olmayan üçüncü bir ortağı da pekala aralarına
alabilirler.”113
1997 yılının ilk ayında D-8 açılış toplantısı İstanbul’da yapılmıştır. Erbakan açılış
konuşmasında şunları söylemiştir:
“Bu 8 ülke, hangi gayeler için biraraya gelmiştir?. Biraraya gelme maksatları; yeryüzünde savaş değil barış hakim olsun, gerginlikler değil diyalog hakim olsun, sömürü değil işbirliği hakim olsun, çifte standart değil adalet hakim olsun, tekebbür, üstünlük sağlama değil eşitlik hakim olsun, dayatmalar değil demokrasi ve insan hakları hakim olsun. İşte bu 8 ülke, bu 6 temel prensip için biraraya gelmiştir. Bu ülkelerin biraraya gelerek yapmak istedikleri iş: bütün ülkeleri kucaklamak, bütün insanlık için çalışmalar yapmaktır.”114
Çiller de konuşmasında D-8’lerin dine dayalı bir örgütlenme olmadığını, nasıl AB üye
ülkeleri Hıristiyan olmasına rağmen “Biz Hıristiyan kulübü değiliz” diyorlarsa, bu da dine
dayalı bir bütünleşme değildir demiştir. 115
Örgütün ilk zirvesi Haziran 1997’de İstanbul’da toplanmıştır. Bu zirvede örgütün
gelişmekte olan tüm İslam ülkelerine açık olduğu ilan edilmiştir. Temel karar alma organı,
112 Akşin, op.cit., s.171 113 Özcan, op.cit., s.192 114 Banu Güven, Pınar Aktaş, “Müslüman Kulübü değiliz”, Milliyet, 05 Ocak 1996.
52
Dışişleri Bakanlarından oluşan Konsey’dir. Örgüt kendini bir tür forum olarak tanımlamakta
ve üye ülkelerdeki ekonomik refahın artırılması, demokrasinin geliştirilmesi, üyelerarası dış
ticaret hacminin geliştirilmesi gibi çok sayıda başlık altında topladığı amaçların
gerçekleştirilebilmesi için diğer uluslararası örgütlerle birlikte veya bağımsız olarak faaliyet
göstermeyi hedeflemektedir. Bu hedeflere yönelik henüz somut adımlar atılmasa da, örgütün
organları öngörülen biçimde toplanmaya devam etmektedir.116
D-8 faaliyetlerinin koordinasyonunda iş bölümünü sağlamak için her bir sektör bir
ülkeye tahsis edilmiştir. Üye ülkelerin üstlendikleri sektör ve çalışma grupları şöyledir:
Türkiye, Sanayi ve Sağlık Çalışma Grupları – Mısır, Ticaret Çalışma Grubu- Bangladeş,
Kırsal Kalkınma Çalışma Grubu –Endonezya, İnsan Haklarının Geliştirilmesi Çalışma Grubu
– İran, Telekomünikasyon ve Teknoloji Çalışma Grupları- Malezya, Finans, Bankacılık,
Özelleştirme Çalışma Grubu- Nijerya, Enerji Çalışma Grubu – Pakistan, Tarım Çalışma
Grubu.117
D-8 kurulduğu ilk günden beri çeşitli tartışmaları beraberinde getirmiştir. Büyük bir
çoğunluk, geçmiş yıllarda Erbakan’ın, bir İslam NATO’sundan, İslam Ortak Pazarı’ndan,
İslam Birleşmiş Milletleri’nden söz ettiğinden dolayı D-8 projesini de bu vizyonun bir ürünü
olduğunu düşünmekteydi. Öte yandan D-8’de oluşturulması öngörülen serbest ticaret bölgesi
Türkiye’nin Gümrük Birliği yükümlülüklerine aykırı olacaktır. Milliyet Gazetesi
muhabirlerinden Banu Güven bu soruyu Abdullah Gül’e sormuş, Gül şöyle cevap vermiştir:
“Hayır, zaten yakında dünya çapında gümrüklerin kalkmasını öngörülüyor. Ayrıca, Türkiye bütün mükellefiyetlerini yerine getirdi. Avrupa suçlu bize karşı. “GB’de Türkiye’nin lehine değil, aleyhine birçok şeyler var” dedik. Tabii önce muhalefette söylediklerimizi tam yapabilmemiz için RP’nin tek başına hükümet olması gerekir. Biz uzlaşma hükümeti kurduk, bu uzlaşmayı götürüyoruz.”118
115 Ibid. 116 Atay Akdevelioğlu, “D8 kutusu”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt II., 7.baskı, der. Baskın Oran, İstanbul: İletişim, 2004, s.581. 117 D-8 Ülkeleri, http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/ekonomi/sayi7/d8.htm, (07.06.2005).
53
Erbakan’ın D-8 projesi de diğer tüm girişimleri ve bağlantıları gibi basının
reflekslerini harekete geçirmiştir. Basının özellikle Erbakan’ın İslam ülkeleriyle ilgili
projelerine karşı neden bu reflekslerini harekete geçirdiği diğer bir tartışma konusudur.
Milliyet Gazetesi yazarı Yalçın Doğan köşesinde “Don Kişot’un D’si: D-8!” başlıklı yazısında
D-8’i sisler içinde yol alan bir arabaya benzetmiş ve yolcularını dünyada kimsenin iplemediği
‘gariban bir gurup’ olarak nitelendirmiştir. Yazının devamında üye ülkeleri ekonomik açıdan
geri kalmış, siyasal açıdan hiç ağırlığı olmayan ülkeler olarak tanımlamıştır.119
D-8 Projesi Türkiye’nin dış politikasında bir yön değişikliği olarak algılanmış ve
birçok tartışmaları beraberinde getirmiştir. Projeyi savunanlar D-8’lerin kendi aralarındaki
işbirliğini geliştirmesiyle ve ekonomik bağların pekiştirilmesiyle Türkiye’nin bu projeden
kazanç sağlayabileceğini savunmuşlardır. Diğer bir deyişle, D-8’in başarılı olma durumunda
Türkiye 800 milyon dolarlık bir pazara açılacaktır. Öte yandan, eğer bu işbirliği gerçekleşirse
zamanla bu grup dünya ekonomisinde ve politikasında da etkinliğini hissettirebilecektir. Bu
da projeyi savunanlara göre, Türkiye’ye diğer ülkeler ve kuruluşlar karşısında bir güç
kazandırabilecekti. Bu görüşler birçokları tarafından Erbakan’ın gerçeklerden uzak ütopik bir
grup kurduğu düşüncesiyle kabul edilmemektedir.120 Fakat AB de ilk kurulduğu dönemde bu
amaçlarla kurulmuş, kimse bir gün bu birliğin global bir güç olabileceğini düşünmemiştir.
Öte yandan, hala gündemde olan AB’ye Hıristiyan kulübü sıfatı yakıştırması devam
etmektedir, hatta kimi zaman Türkiye’nin Müslüman bir ülke olmasının tam üyeliğin
karşısında bir engel olarak durduğu gündeme gelmiştir. Türkiye’deki birçok yazar AB’ye
sorgusuz sualsiz evet derken, tarihsel bağlarla bağlandığımız doğuya niye hayır dediği belki
de Osmanlı deneyiminden miras kalan bir paranoyanın ürünüdür.
Fakat yine de D-8 Projesinin başarılı olamayacağı yönündeki inanç o günlerde oldukça
fazlaydı. Prof. Dr. Emin Çarıkçı ile yapılan söyleşide, Çarıkçı D-8 projesinin iktisadi açıdan
118 Banu Güven, “Gül: Avrupa Bize karşı suçlu”, Milliyet, 13 Ocak 1997. 119 Yalçın Doğan, “Don Kişot’un D’si: D-8!”, Milliyet, 05 Ocak 1997.
54
yanlış, fakat politik açıdan doğru olduğunu söylemiştir. Bunun nedenini de D-8’de İran
dışında ekonomik ilişkimizi geliştirebileceğimiz potansiyelde ülke olmaması olarak
açıklamıştır. Çarıkçı, D-8 ile en azından bu ülkelerle politik dayanışmayı arttırabileceğimizi
ama Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO)’nde olduğu gibi kayda değer bir sonuç
alınamayacağını belirtmiştir. Bunun nedeninin de İran olduğunu, çünkü İran’ın Türkiye ile
Türk Cumhuriyetlerinin yakınlaşmasını asla istemediğini belirtmiştir. Çarıkçı’ya göre İran
bozgunculuk çıkarmasa ECO da, D-8 de çalışır.121
Haziran ayında İstanbul’da yapılan örgütün ilk zirvesinde, Erbakan açılış
konuşmasında “Bu hareketi başlatan başbakan olarak gurur ve iftihar içinde olduğunu”
söylemiştir. Çiller ise konuşmasına ‘besmele’ ile başlamıştır. Zirveye katılan Endonezya
Cumhurbaşkanı Suharto, Bangladeş Cumhurbaşkanı Şeik Hassina, Malezya Başbakanı
Mahatir bin Muhammed, İran Cumhurbaşkanı Rafsancani, Mısır Başbakanı Kemal el
Ganzuri, Nijerya Sanayi Bakanı Muhammed Halladu ve Pakistan Başbakanı Navaz Şerif,
Demirel ve Erbakan ile ikili görüşmelerde bulunmuşlardır.122
D-8’in ilk zirvesinde, üye ülkelerin farklı yaklaşımları ortaya çıkmıştır. Örneğin, İran,
ABD Kongresi’nin İsrail’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararını kınayan bir bildirinin
yayınlanmasını istemiştir. Türkiye, D-8’i siyasal platforma çekecek böyle bir tutumun
alınmasına karşı çıkmıştır. Öteki üye ülkeler de İran’ın önerisine sıcak bakmayınca, böyle bir
kınama kararından vazgeçilmiştir. O günlerde henüz kuruluş aşamasında olmasına rağmen,
toplantıda 8 Müslüman ülkenin, dinbirliği dışında, gerek iç gerekse dış politikada farklı
görüşleri ve tavırları hatta anlaşmazlıkları ortaya çıkmıştır. Örneğin Zirvede konuşan Malezya
Başbakanı, demokrasinin anarşiye de yol açabileceğini, grevler ve gösterilerle hükümetlerin
120 Sami Kohen, “Dış ilişkilerde hayal ve hakikat”, Milliyet, 04 Ocak 1997. 121 Prof. Dr. Emin Çarıkçı ile yapılan söyleşi, http://www.ktuvakfi.org.tr/dergimiz/sayi5/4.htm, (03.06.2005). 122 Banu Güven, “D-8’e beslemeli start”, Milliyet, 15 Haziran, 1997.
55
alaşağı edilebildiğini söyledikten sonra “kendi demokrasimizi kendimiz yaratalım”
demiştir.123
Erbakan Refah Grubu’nda yaptığı konuşmada D-8’in eleştirilere uğrayan Afrika ve
Uzakdoğu ziyaretlerinin sonucunda gerçekleştiğini söylemiş ve konuşmasına şöyle devam
etmiştir:
“Hepsine meydan okuyorum. Bana bir seyahat gösterin ki bir yılda yeni bir dünya kursun. 30 yıldır bu ülkeleri biraraya gelemez demişlerdi. Şimdi neden başları öne bakıyor? İnanç tekeden bile süt çıkartır. Müzakerelerde tek farklı ses çıkmadı. Mısır ile İran’ı kimse bir masa etrafında oturtamazdı. Ama onları biz kucaklaştırdık.”124
123 Sami Kohen, “D-8 nasıl yararlı olur?”, Milliyet, 17 Haziran 1997. 124 “Erbakan ağlattı” , Milliyet, 18 Haziran 1997.
56
Üçüncü Bölüm
MÜSLÜMAN OLMAYAN ÜLKELER VE ÖRGÜTLERLE İLİŞKİLER
Bu bölümde aslında “Batı” olarak nitelendirilen ülkeler ve örgütler ile gelişen ilişkiler
incelenmiştir.“Batı” kavramı hala muğlaklığını koruyan, tartışmaya açık bir kavram olmasına
rağmen bu bölümde sıkça kullanılmıştır. Burada kullanılan anlamı ile “Batı”, coğrafi alandan
çok sosyal, ekonomik ve siyasi öğeleriyle bütünlük içinde olan bir medeniyeti temsil
etmektedir. Batı kavramının temsil ettiği şey, kapitalizm, insan aklının üstünlüğü, bilim,
teknoloji, laiklik, demokrasi ve insan haklarına dayanan bir uygarlık biçimidir.
Erbakan’ın iktidara geldiği ilk aylarda yaptığı Asya gezileri, Batı’ya karşı alınan bir
tavır olarak algılanmıştır. Bir senaryoya göre Erbakan Batı’yı ürkütmüştür ve yeni girişimlerle
daha da ürkütecektir. Batı da Türkiye’ye mesafe koyacak ve kamuoyunda Batı’ya karşı tepki
oluşacaktır. Bu gelişmeler sonucunda, Erbakan da “Ey halkım haydi Doğu’ya yönelelim”
diyecekti. Yavuz Donat bu soruları Recai Kutan’a ve Abdullah Gül’e sormuş, onlar da
Erbakan’ın taktiğinin blok oluşturmak, Batı’nın karşısında Doğu’nun özellikle Müslüman
ülkelerin desteğini almak olduğunu söylemişlerdir. 125
Erbakan gerek iktidara gelmeden önce yaptığı konuşmalarda, gerekse iktidara
geldikten sonra yaptığı gezilerle, Batı’ya karşı sıcak olmadığını ortaya koymuştur. Yavuz
Donat Erbakan’a “Batı’ya gidecek misiniz?” diye sormuş, Erbakan gideceğini söylemiş fakat
adres ve tarih vermemiştir. Donat’a göre Erbakan Batı’yı ürkütmemeye kararlı olup, daha
fazla rahatsız etmemeye çalışıyordu.126
Erbakan iktidarı boyunca önüne çıkan her fırsatta Batı’ya karşı aldığı tavrı
vurgulamaya devam etmiştir. Çevre Bakanlığı’nın öncülüğünde belediyeler, akademisyenler
ve sivil toplum örgütlerinden 1.488 delegeyle Antalya’da toplanan 3. Çevre Şurası’nda
konuşan Erbakan, Batı’nın bir asırda bütün dünyayı kirlettiğini, ozon tabakasını Türklerin
125 Donat, op.cit., s.256.
57
değil onların deldiğini, bütün akarsuları kirlettiklerini ve neye el atsalar hepsini kirlettiklerini
söylemiştir. Konuşmasında çevre sorununu bile İslam ile çözülebileceğine vurgu yapan
Erbakan, temizliğin imandan geldiğini ve din görevlisi kardeşlerimize çevre bilinci konusunda
büyük görev düştüğünü söylemiştir. 127
15 Ekim 1997 tarihli Hürriyet Gazetesinde çıkan bir habere göre Erbakan Hıristiyan
dünyasını, Müslümanları öldürecek böcek üretmekle suçlamış ve Batıların ruhani lideri
Papa’nın Adil Düzen’in kurulması için kendilerine çalıştığını belirtmiştir.128
Erbakan, gerek iktidara gelmeden önce gerekse iktidar olduktan sonra yukarıdaki
söylemleri gibi birçok konuşmasında Batı’ya karşı aldığı tavrı açıkça ortaya koymuştur. Fakat
aşağıda görüleceği gibi de, Erbakan iktidarı sırasındaki icraatları ile Batı ile ilişkilerde radikal
bir değişikliğe gitmemiş ve halihazırdaki politikalara devam etmiştir.
I. İSRAİL
Hükümetin kuruluşunun ilk günlerinde Milli Gazete’de yayınlanan bir yazı dizisinde,
“Terör ve anarşi içinde kıvranma ve boğulma” Türkiye’nin ilk öncelikli sorunu olarak
tanımlanırken “terör ve anarşinin” temel nedeni olarak, “ülkemiz üzerinde hesapları olan
İsrail’in ve siyonizmin güdümündeki diğer Batı’lı ve komşu ülkelerin devamlı terörü tahrik ve
takviyesi” görüldüğü belirtilmiştir. Terör ve anarşinin önlenmesi için ise “anarşinin dış
bağlantı damarlarının belirlenmesi ve kesilmesi” gereğine işaret edilmiştir.129
İktidara gelmeden önce İsrail karşıtlığını her fırsatta dile getiren Erbakan, iktidarı
boyunca İsrail’le birçok anlaşmaya imza atmıştır. Seçmen tabanı ve Türkiye’deki bazı
çevreler Erbakan’ın İsrail’le anlaşmayı bozacağını düşünse de, İsrail bu konuda oldukça rahat
davranmış, hatta İsrail’in Ankara Büyükelçisi şöyle bir açıklama yapmıştır: “Erbakan, Türk
126 Donat, op.cit., s.245. 127 Mahmut Ürdündül, Serpil Kır, Murat Kul, “Erbakan: Çevreyi Batılılar kirletti”, Milliyet, 05 Aralık 1996. 128 Mustafa Taşar, Belgesel, http://www.mustafatasar.gen.tr/yayinlar/refahgercegi/belgeler.htm, (29.06.2005).
58
halkının %95’nin, Türkiye’nin yüzünün Batı’ya dönük kalmasını istediğini kesinlikle hesaba
katacak kadar gerçekçi ve pragmatik bir liderdir.”130 İktidara gelmeden önce, İsrail – Türkiye
Eğitim İşbirliği Anlaşması’na dahi karşı çıkan Erbakan’ın İsrail ile imzalanan anlaşmaları
onaylaması seçmen tabanında rahatsızlık yaratmıştır. İlk kez 23 Şubat 1996’da imzalanan
Türkiye – İsrail Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması’nın gelişmiş hali 28 Ağustos 1996’da Milli
Savunma Bakanı Müsteşarı Orgeneral Tuncer Kılınç tarafından imzalanmıştır.
Anlaşmanın imzalanması Türkiye’nin Ortadoğu politikası ve iktidarın tutumu
açısından önemli olduğu gibi kurumlar açısından da önem arz etmekteydi. Çünkü Dışişleri
Bakanlığı, Ortadoğu’ya yönelik dış politikayı bu kadar yakından ilgilendiren bir anlaşmanın
içeriğinden haberi olmadığını açıklamıştır. Anlaşmayı Türkiye adına Milli Savunma
Bakanlığı yerine Genelkurmay Başkanlığı imzalamıştır, bu da acaba bu tür anlaşmaları
imzalamak için bakanlığın yetkisiz mi olduğu sorularını akıllara getirmiştir.131
Erbakan İsrail ile yapılan bu anlaşma için Ekim 1996 Mısır ziyareti sırasında şöyle
konuşmuştur: “Basit bir parasını verip uçağını tamir ettirme meselesi [...] Türkiye’nin İslam
aleminden ayrılıp İsrail’le her sahada işbirliğine kalkıştığı şeklinde tefsir edilmesi mümkün
değildir .”132
Erbakan’ın sağ kolu ve dış politikadan sorumlu bakanı olarak tanıtılan Abdullah Gül
Türkiye ile İsrail arasında imzalanan anlaşmalar için Mısır’da yayınlanan Al-Ahram
Gazetesine verdiği demeçte şunları söylemiştir:
“İktidara gelmeden önce savunma anlaşmasıyla ilgili şüphelerimiz vardı. Ama sonra belgelere ulaştığımızda, anlaşmanın Mısır’ın da içinde olduğu 17 diğer ülkeyle imzalanan anlaşmadan farklı olmadığını gördük. Refahyol koalisyonu ise anlaşma denilemeyecek bir şey imzaladı. Çünkü Amerikalılar bizi İsrail ile anlaşmaya zorladı. Bu anlaşmanın hikayesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait 60 fantom uçağını yenilemek için gerekli know-how ve teknolojiyi bize temin etmeleri için ABD’ye başvurmamız ile
129 Ahmet Akgül, “Adil Düzene Geçiş Sürecinde Türkiye’nin Sorunları ve Çözüm tasarıları 1” yazı dizisi, Milli Gazete, 12 Temmuz 1996. 130 “Erbakan İsrail’le anlaşmayı bozamaz”, Zaman, 01 Temmuz 1996. 131 Özcan, op.cit., s. 190 132 Ibid.
59
başlıyor. ABD’den gelen tek yanıt, ‘Hayır’ oldu. Bununla birlikte, bu teknolojiyi en kolay şekilde sağlayabileceğimiz tek ülkenin İsrail olduğunu bildirdiler.”133
6 Aralık 1996’da ise Erbakan, teknik ve mali nedenlerle uzun zaman sürüncemede
kalan Türk F-4’lerinin İsrail Uçak Endüstrisi (IAI) tarafından modernizasyonunu öngören 600
milyon dolarlık anlaşmayı imzalamıştır. 134
25 Şubat 1997’de Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı İsrail’in en gizli ve en
iyi korunan resmi binası Savunma Bakanlığı’na giderek, Genelkurmay Başkanı Ammon
Şahak ve Savunma Bakanı Yitzhak Mordechai’yi ziyaret etmiştir. İsrail’in önemli
gazetelerinden Jeruselam Post gazetesi Karadayı’nın ziyaretinin, İslamcı Başbakan
Erbakan’ın muhalefetine rağmen Batı yanlısı Türk Ordusu’nun açıkça İsrail ile stratejik
bağlarını sürdürmekte kararlı olduklarının bir kanıtı olduğunu ifade etmiştir. Türkiye İsrail
anlaşmasına göre Türkiye İsrail savaş uçaklarına eğitim imkanı verecek, ve İsrail’in kendi
sınırları içerisinden Suriye ve İran hakkında enformasyon toplamasına izin verecektir. Bu
arada, İsrail Türkiye’ye İran ve Suriye sınırlarını kontrol edebilmesi için kurulacak sisteme
yardım edecektir. 135
02 Nisan 1997 Milliyet gazetesine göre, İsrail Dışişleri Bakanı Erbakan’dan randevu
talep etmiş fakat Erbakan bu talebe verilecek cevabı geciktirmiştir. Haberde bunun nedeni
olarak 1 Nisan’da Kahire’de toplanan Arap Birliği toplantısında Müslüman ülkelerin “İsrail’le
normal ilişkileri kesme” kararı almaları gösterilmiştir.136 Buna rağmen Erbakan 8 Nisan günü
İsrail Dışişleri Bakanı David Levy’i kabul etmiştir. Levy’nin ziyareti, Netenyahu
Hükümetinin Doğu Kudüs’te yeni yerleşim birimleri açılması girişimleri yüzünden Ortadoğu
Barış sürecinin kesintiye uğradığı günlere rastlamıştı.O sıralarda Arap Birliği İsrail’le
133 “ABD’ye boyun eğdik”, Hürriyet, 15 Kasım 1996. 134 Çağrı Erhan, Ömer Kürkçüoğlu, “Türkiye-İsrail İşbirliği”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,cilt II., 7.baskı, der. Baskın Oran, İstanbul: İletişim, 2004, s.571. 135 Mahmut Gül, “Erbakan’a rağmen geldi”, Sabah, 26 Şubat 1997. 136 Utku Çakırözer , “Erbakan’ın İsrail çıkmazı”, Milliyet, 02 Nisan 1997.
60
ilişkilerin normalleştirme sürecini askıya alma kararı almıştır. Bu nedenle Türkiye’nin
İsrail’le yakınlaşması tepki görmesine neden olmuştur. 137
Levy ve Erbakan görüşmesinde, görüşmeye katılan İstanbul RP Milletvekili Osman
Yumakoğlu’nun şöyle bir açıklama yaptığı iddia edilmiştir:
“Tarihte Yahudilerin uğradığı zulümleri inceledim. İspanya’daki engizisyondan Osmanlı’ya sığındılar[…] Nazi vahşetini anlatan ‘Ann Frank’ın Hatıra Defteri’ni derin bir üzüntüyle okudum […] Nazi kurbanlarına Einstein’ın açtığı yardım kampanyasını biliyorum. Yahudilerin bir devlet sahibi olmasını, İsrail’in kurulmasını olumlu karşıladık. Şimdi zor durumda olan Filistinlilere de sizin anlayışlı davranmanızı ve Barış Süreci’nin yürümesini diliyoruz.”138
Erbakan da görüşmede şunları söylemiştir:
“İsrail, Kudüs’ün sadece Yahudiler için değil, diğer inananlar için de kutsal olduğunu kabul etmelidir; İsrail, BM kararlarına uyarak işgal ettiği yerlerden çekilmelidir; işgal edilen topraklarda yeni yerleşim merkezleri yapılmamalıdır; Mescid ül Aksa’nın güvenliği sağlanmalıdır”.139
Levy ise Erbakan’ı şu ifadelerle yanıtlamıştır:
“Kudüs, bütün dinlere inananlar için açıktır. Kudüs’ün inşası İsrail tarafından gerçekleştirilecektir.[...] Kudüs hiçbir zaman başka bir memleketin başkenti olmamıştır. Ancak İsrail’in başkenti olmuştur. Bu şekilde devem edecektir. Barışa bağlı olarak, şiddet ve terörle mücadeleye devam edeceğiz”.140
Bu ziyaret İsrail ile olan ilişkiler açısından önemli bir yere oturmuştur. Dışişleri kaynaklarına
dayanılarak verilen haberlerde, “Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat’ın ziyaretinde olduğu
gibi, Levy’nin ziyaretinde de Ankara’nın ‘Ortadoğu barış sürecine zarar verecek
davranışlardan kaçınılması gerektiği’ mesajını vereceği” bildirilmiştir.141
Sami Kohen Milliyet Gazetesindeki köşesinde bu görüşmenin yapılmış olmasının dahi,
gerek Türkiye, gerekse İsrail açısından, önemli bir gelişme olduğunu, bir Türk diplomatının
deyişi ile, “bu konuda öteden beri var olan bir tabunun, böylece yıkılmış” olduğunu
belirtmiştir. Kohen’in görüşmeyle ilgili dikkat çektiği nokta, uluslararası temaslarda,
137 Erhan Seven, “Diplomaside İsrail damgası”, Yeni Yüzyıl, 8 Nisan 1997. 138 Taha Akyol, “RP Nereye?”, Milliyet, 10 Nisan 1997. 139 “Erbakan’dan İsrail Takkiyesi” , Cumhuriyet, 9 Nisan 1997. 140 Erhan Seven ve Didem Sezerler, “Ankara’da soğuk görüşme”, Yeni Yüzyıl, 9 Nisan 1997.
61
eleştirilerin “içerde” söylenmesi ve “dışarıda” da samimi pozlar verilirken bu görüşmede tam
tersinin yaşanmış olmasıydı. Erbakan görüşmede el sıkışmadan, konuya girmiş ve İsrail’in
barış süreci, Kudüs ve işgal edilmiş topraklarla ilgili politikasını kesin ifadelerle eleştirmiş,
barışın kurulması için bu tavrın değişmesi gereğini vurgulamıştır.
Kohen’e göre basına açık yaşanan bu gerginliğin sebebi Erbakan’ın tabanına jest
yapmak istemesidir.
Kaldı ki Levy görüşme sonunda şöyle bir açıklama yapmıştır:
“Çok enteresan bir görüşme oldu. Basın karşısında bir kısım vardı. O kısımda inancını ortaya koydu. ‘İnancım budur’ diye bunu yapmak mecburiyetindeydi. İkinci kısım yani basına kapalı bölüm dostane geçti. Hatta filosofik konulara bile değindik. Bize dışarıya kadar refakat etti. Görüşme planlanandan çok daha uzun sürdü. Çok sıcak bir el sıkışmamız da oldu. Erbakan, iki ülke ilişkilerinin gelişmesi için büyük hizmet verme gereksiniminin altını çizerek görüşmeyi noktaladı.”142
Kohen yazısında Levy’nin açıklamalarından çıkan sonuçları şöyle özetlemiştir:
“Siyasal alanda iki taraf, giderek gelişen işbirliğinin yararı ve bunu sürdürmek gerektiği konusunda mutabık. İşbirliği alanlarından biri terörle mücadeledir. Bu yönde bilgi alışverişi dahil, temaslar sıklaştırılacaktır. İki ülke de özellikle Suriye ve İran konusunda aynı duyarlılığı ve kaygıları paylaşıyor. İki ülke uluslararası platformlarda da birbirilerine destek olacak. Örneğin İsrail Türkiye’ye AB adaylığı konusunda yardım edecek. Ekonomik alanda Serbest Ticaret Anlaşması’nın TBMM tarafından onaylanması ile, 500 milyon dolarlık ticaretin yakında 1 milyar, 2000’li yıllarda 2 milyar dolara ulaşması bekleniyor. İki taraf bir Ekonomik Karma Komisyonu kurmaya karar verdi. Bu komisyon çeşitli ortak girişim projelerini inceleyecek. İsrail Türkiye’de yatırım yapacak, teknolojik yardım sağlayacak.”143
Erbakan’ın Levy ile yaptığı görüşmenin basına kapalı olan kısmının sıcak ve esprili olduğu
iddia edilmiştir. 144
141 Erhan Seven, “Diplomaside İsrail Damgası”, Yeni Yüzyıl, 8 Nisan 1997. 142 “İsrailli Bakan memnun ayrıldı”,Yeni Yüzyıl, 10 Nisan 1997. 143 Sami Kohen, “Erbakan’ın İsrail ile diyaloğu!”, Milliyet, 10 Nisan 1997. 144 Erbakan’ın 1995 genel seçimleri öncesinde ve 2 Haziran 1996 ara yerel seçimleri sırasındaki halka seslenişi ile bu görüşmenin arasında çok büyük farlılıklar vardır. Erbakan’ın o dönemdeki halka seslenişi şöyledir: Bosna’da, Çeçenistan’da ve Lübnan’da Müslümanlara karşı zulüm yapılıyor. Türkiye’de hükümet edenler Lübnan’da Filistin’de 0-5 yaş arası çocukları öldüren İsrail’i destekliyor. Bunu ancak deliler yapar, ama bizi yönetenler yapıyor. İsrail’i destekleyenlere oy verirseniz sizi evliyalar ve şehitler çarpar. Seçimlerin Yahudi’ye yaramasını istemiyorsanız oyunuzu elbette RP’ye vereceksiniz. Yoksa bu Müslüman çocukların katlinin hesabını Allah sizden sorar. Bkz: Utku Çakırözer, “Ballı, Kahkahalı görüşme”, Milliyet, 10 Nisan 1997.
62
14 Haziran’da ise Erbakan, aynı ay içerisinde yapılacak olan Türkiye, ABD ve İsrail
arasındaki tatbikatın, başka bir yıla ertelendiğini açıklamıştır. Erbakan konu ile ilgili olarak
şöyle konuşmuştur:
“Türkiye ile İsrail arasında adı geçen anlaşma teknik boyuttadır. Uçakların teçhizi anlamında bir teknik anlaşmadır. Tatbikat da bu anlaşmanın bir parçasıdır. Tatbikat da tehir edilmiştir. Teknik malzeme anlaşmasının bir parçası olan tatbikat önümüzdeki yıllara tehir edilmiştir.” 145
Erbakan’ın bu kararı şaşkınlık yaratmıştır. Sami Kohen yazısında bu kararın yarattığı
olumsuzlukları şöyle özetlemiştir:
“Türk dış politikasında hiçbir zaman bu kadar uyumsuzluk ve çelişki görülmemiştir. Erbakan’ın ‘ tehir edilmiştir’ diye atıfta bulunduğu kararda, o ana kadar hiçbir ilginin en ufak bilgisi yoktu. Bu tehlikeli kopukluğu ve ‘çok başlılığı’ gösteriyor. Dış dünya zaten bir süredir Türk dış politikasının seyrini anlamakta zorluk çekiyordu. Bu olayda da kafalar gene karıştı. Bu ise Türkiye’nin dışarıda saygınlığını ve güvenilirliğine gölge düşürüyor. Açıklamanın yapılış tarzı da yakışıksız oldu. Erbakan’ın bu önemli strateji değişikliğini, bir Iraklı bakanın önünde ve Arapların Türkiye’nin dış politikasını ağır şekilde eleştirdikleri bir sırada yapması, onlara hoş görünme arzusunun ve o yönde gelen baskıların bir sonucu sayılıyor. Genelkurmay ve Dışişleri, Erbakan’a Ortadoğu stratejisinin hangi çıkarlara ve faktörlere dayandığını defalarca anlatmıştır. Ortak askeri tatbikat ise, daha önce İsrail ile imzalanan Savunma İşbirliği anlaşmaları çerçevesinde düşünülmüştür. Başbakan bir türlü sindiremediği bu anlaşmaları ve stratejik işbirliğini açıkçası kendi düşüncelerine ters sayıyor, ortak askeri tatbikatı da gereksiz buluyor.” 146
Türkiye ve İsrail ilişkilerine bakıldığında, ulusal çıkarların çok önemli bir yerde
durduğu açıkça ortadadır. İsrail ile yapılan anlaşmalar askeri çerçevede olduğundan,
Türkiye’nin Suriye ve İran’dan görebileceği tehditlerde önemli bir yerdedir. Milliyet gazetesi
yazarlarından Şükrü Elekdağ’ın da belirttiği gibi askeri eğitim anlaşması çerçevesinde Türk
uçaklarının İsrail’e uçabilmesi ve İsrail havaalanlarından yararlanabilmesi, Türk Hava
Kuvvetleri’ne gerek menzil gerekse bölgede hareket deneyimi kazanma açılarından büyük
avantaj sağlamıştır. Bununla birlikte, Türkiye Doğu Akdeniz’de hem havada hem de denizde
güçlenmiştir. Fakat Türkiye’nin bir yandan İsrail ile yakınlaşırken diğer taraftan da Suudi
Arabistan ve Körfez ülkeleri ile ilişkileri geliştirmesi gerekmektedir. Aslında tam da bu
145 “İsrail’le tatbikat ertelendi”, Milliyet, 14 Mayıs 1997. 146 Sami Kohen, “Dış politika böyle yürümez”, Milliyet, 15 Mayıs 1997.
63
noktada, Türkiye İsrail’i Ortadoğu Barış Süreci çerçevesinde üstlendiği yükümlülükleri yerine
getirmeye ikna hususunda gayret göstermesi gerekmektedir. 147
II. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
Geleneksel Türk dış politikasına bakıldığında Türkiye-ABD ilişkilerinin sık değişen
iktidarlara rağmen değişmediği gözlemlenmiştir. 1990’larda Türk siyasal yaşamındaki
liderlerin ve partilerin hemen hepsinin iktidar deneyimini yaşamasına karşın, on bir ay süren
Refahyol döneminin küçük çaplı girişimleri dışında, ilişkilerin seyrinde herhangi bir
değişiklik yaşanmadığı görülmüştür. 148
ABD’nin genel dış politikasında, Türkiye ile Irak, İran ve Kuzey Irak konusunda aynı
politikaları uyguladığı görülmüştür. ABD, 1980’lerde İran ve Irak’a karşı “çevreleme”
politikası geliştirmiş; Irak’ta bir dereceye kadar başarılı olan bu politika, İran’da
başarılamamıştır. Türkiye İran’ın çevrelenmesi politikasına karşı en önemli çıkışı Refahyol
Hükümeti ile yapmıştır. Erbakan’ın İran ziyareti ve yapılan 23 milyar dolarlık doğal gaz
anlaşması, İran Cumhurbaşkanının ve Dışişleri Bakanın Türkiye ziyareti ABD’yi rahatsız
etmiştir. 149
Ardından Erbakan’ın 6 Ekim 1996’da Libya’ya yaptığı gezide Kaddafi’nin Türk
siyasal yapısı ve Kürt sorunu hakkında yaptığı konuşma tepki yaratmıştır. Hatta Erbakan’ın
ABD’yi terörist ülke olarak nitelendirmesi, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkileri
gerginleştirmiştir. ABD bu süreçte ikilemeler yaşamıştır: Refah’a tepki gösterme durumunda
ülkenin içişlerine karışıyormuş gibi olmaktan, yakınlık gösterme durumunda da TSK’yı ve
Türkiye’nin laikliğini korumaya çalışanların tepkisini çekmekten endişe etmiştir. 150
147 Şükrü Elekdağ, “İsrail’le yakınlaşma”, Milliyet, 02 Haziran 1997. 148 İlhan Uzgel, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, cilt.II., 7.baskı, der. Baskın Oran , İstanbul: İletişim, 2004, s.244. 149 Ibid., s.271-272. 150 Ibid., s.303
64
Fakat zaman içinde ABD ile Refah yakınlaşması Erbakan’ın bazı bakanları ABD’ye
göndermesi ile başlamıştır. İlk ziyaret Eylül 1996’da BM Genel Kurulu’nun 51. Dönem
toplantısına katılmak üzere, Dışişleri Bakanı Çiller tarafından yapılmıştır. Çiller’in ABD
gezisindeki gündemini, Türkiye’nin Irak politikası, gıda karşılığı petrol satışı, Irak’taki
Türkmenler’in durumu, Çekiç Güç’ün geleceği ve Türkiye-ABD ilişkileri, IMF ve Dünya
Bankası’ndan talep edilen krediler oluşturuyordu. 151
Şubat 1997’de ise Abdullah Gül, ABD’ye Türk Hükümetinin İslam ülkeleriyle
kurduğu yakın ilişkiden Batılı ülkelerin ve özellikle ABD’nin yararlanacağı tezini savunmak
üzere bir ziyarette bulunmuştur. Gül, Washington’a Türk-Amerikan İş Konseyi Toplantılarına
katılmak ve kamuoyunda tartışılan bazı konulara açıklık getirmek için gitmiştir. Gezide ABD
yönetiminin, Gül’e, Refahyol Hükümetinin İran’ı savunmaya devam etmesi halinde
Türkiye’ye ambargo uygulayacağı tehdidinde bulunduğu iddia edilmiştir. 152 Gül ABD’de
parti tabanına yönelik siyasi mesajlarıyla Batı yanlısı tavırlarının çelişmesini “önemli olan
seçmene ne dediğimiz değil, icraatlarımızdır” şeklinde açıklamıştır. Gül gezisinde ABD’li
yetkililere ve analistlere, dış politikadan çok iç politikayı anlatmıştır. Kendi deyişiyle “Refah
Partisi’nin kimliği hakkındaki çarpıtılmış imajı gidermeye çalışan” Gül, Refahyol
Hükümetinin daha uzun süre devam edeceği güvencesini vermiştir. ABD’nin “Türkiye’de
laikliğin devamı bizim için önemli” uyarısına, “Amerika tipi laiklik istiyoruz” yanıtını veren
Gül, Avrupa’nın “Türkiye Batı’dan uzaklaşabilir” kaygısını da “öyle bir kaygı varsa hemen
Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne alsınlar” diye geri çevirmiştir. 153
Haberi yayınlayan Milliyet Gazetesi’nin yorumu dikkat çekicidir:
“Erbakan’ın prenslerinden ve Refah Partisi’nin beyin takımından kabul edilen Abdullah Gül, Refah Partisi iktidarındaki çark edişlerin sebebini ne de güzel açıklamıştı. İşte Refah Partisi’ne göre, millete ne vaat ettiğiniz önemli değil, önemli olan iktidarda bildiğini okumak, yapabileceğin kadarını yapmaktır, demek istiyor. Bu
151 “Çiller’in ABD Gündemi yoğun”, Zaman, 24 Eylül 1996. 152 Savaş Süzel, “Ambargo Uyarısı”, Sabah, 21 Şubat 1997. 153 Yasemin Çongar, “Gül: dediğimize değil, yaptığımıza bakın”, Milliyet, 20 Şubat 1997.
65
itiraf da bir ABD gezisi sırasında yapıldı. Anlaşılan Refah Partililerin dili ancak ABD’de çözülüyordu.”154
Öte yandan Refahyol Hükümeti 1980 yılında ABD ve Türkiye arasında imzalanan
Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması (SEİ)’nı herhangi bir düzenlemeye gitmeden
yinelemiştir. 1980 yılında imzalanan SEİ anlaşmasına göre ABD İncirlik’te en çok 48 uçak
bulundurabilecek ve üssün kullanımı da sadece NATO amaçlı mümkün olabilecektir.155
ABD’nin hükümete karşı ılımlı olduğu basında da kendisini gösteriyordu. Örneğin New
York Times Gazetesi Erbakan’ı “Türkiye’deki Pragmatist” olarak tanımlamıştır. Washington
Post ise Erbakan’ın radikal söyleminden uzak, orta yollu bir hükümet programı kabul ettiğine
dikkat çekerken, Erbakan’ın Atatürk mozolesine çelenk koymasını yadırgayıp, bunun partisi
için bir ikilem olduğunu belirtmiştir.156
Öte yandan ABD’nin hükümetin diğer ortağı Çiller’e karşı olan tutumu farklı
olmuştur. The New York Times’ın 6 Nisan tarihli sayısında İstanbul temsilcisi Stephen
Kinzer’in kaleme aldığı haber yorumda, Çiller’den “Bir ara laik Türkler’in umudu olan eski
liderden, artık büyük ölçüde nefret ediliyor” diye bahsedilmiştir. Aynı yazıda, “Dört yıl içinde
pek çok şey değişti” diyen Kinzer, Tansu-Özer Çiller çiftinin nasıl birdenbire “multimilyoner”
olduklarına ilişkin kuşku perdesinin sürdüğünü belirtmiş, yolsuzluk iddiaları ve
soruşturmalara ilişkin son derece ayrıntılı bilgiler aktarmıştır.157
Refahyol iktidarı sürecinde ABD ile Türkiye ilişkileri yolunda gittiği halde, ABD’nin
Türkiye’ye bakışı çok da olumlu değildi. Yavuz Donat’ın da belirttiği gibi, ABD Türkiye’ye
2000 yılına nasıl gireceği belirsiz bir ülke olarak bakıyordu. ABD konusunda Türkiye’nin
önde gelen uzmanlarından birisi İlnur Çevik idi, çünkü Çevik’in sahibi olduğu gazetesi
(Turkish Daily News) o tarihlerde ABD’de “Türkiye’deki gelişmeler” konulu bir toplantı
154 Ibid. 155 Cahit Babuna, “ABD’nin 21. Yüzyıl Doktrini”, http://www.yenimesaj.com.tr/index.php?sayfa=yazarlar&haberno=6113&tarih=2004-06-28, (12.10.2005). 156 “ABD basınında Refahyol yorumları” , Zaman, 03 Temmuz 1996. 157 “Batı’daki yıldızı söndü”, Milliyet, 17 Mayıs 1997.
66
düzenlemişti. Aynı zamanda Amerikan çevreleri ile arası iyi olan Çevik, Erbakan’ın resmi
olmayan danışmanı gibiydi. Çevik’e göre, Türkiye’nin ABD’deki imajı çok kötüydü. Kongre
nezdinde imajımızın düzelmesi için gayret sarfetmemizi söyleyen Çevik, Refah’ın bazı
söylem ve davranışlarının ABD’yi rahatsız ettiğini bildirirken, ABD’nin darbe istemediğinin
de altını çizmiştir. 158
Mayıs 1997’de Amerikan Kongresi’nin Ortadoğu masası şefi, Carol Migdalovitz
“Toparlanamayan Türkiye’nin politik krizi” başlıklı bir rapor hazırlamıştır. Bu rapor altı ana
başlıkta toplanmıştır: Ordunun rolü, Refah’ın yükselişi, hükümetteki refah, ordunun tepkisi,
neler Olabilir ve ABD’nin görüşleri. “Hükümetteki Refah” ana başlığının altında sekiz alt
başlık bulunmaktadır: Ekonomik performans, dış politika, Kürtler, çürüme, İslam ajandası,
kamuoyu tepkisi, Cumhurbaşkanı’nın rolü ve diğer partilerin düzensizliği. Raporda göze
çarpan bazı satırlar şöyledir:
“Türkiye’de ordunun eşsiz bir yeri vardır. Ordu, Atatürk’ün görüşlerinin devamıdır. En çok saygı duyulan kurumdur. Bazı komutanlar sorumluluk almakta sivil politikacılardan daha istekli görünüyorlar.[...] Devleti korumu konusunda ordu hem resmi, hem de resmi olmayan bir güce sahiptir.[...] ancak Erbakan kalmak için herşeyi yapacak [...] milli mutabakat hükümeti kurulabilir[...] bu seçim sistemi ile, Refah ilk seçimde yüzde 21 ile 30 arasında oy alır. [...] Türkiye’deki eleştirmenlere göre Refah’ın amacı bir din devleti kurmaktır.” 159
Bu raporda ABD’nin Türkiye’nin iç işlerine karışmadan, temsili demokrasiyi, daha
iyi bir yönetimi ve darbe olmamasını cesaretlendirdiği belirtilmektedir. Raporda ABD ile
Refahyol arasındaki ilişkiler şöyle özetlenmiştir: ABD başlangıçta Refah’a mesafeliydi, ama
siyasette bölünmüşlük ve Erbakan ile Çiller’in birbirlerine yapışması nedeniyle, hükümetin
Mecliste düşmesinin zor olduğunu görüyor. Bu arada Refah yumuşak bir başlangıç yapmış ve
ABD, Devlet Bakanı Fehmi Adak’ı davet etmiştir. Rapora göre rutin olan bu ziyaretin bir
sonucu olmayacaktı. Yine rapora göre, Refah bu ziyareti kullanmış ve ziyareti pembeye
boyamıştır. Aynı değerlendirme Abdullah Gül ziyareti için de yapılmıştır.
158 Yavuz Donat, “Amerika ne diyor?”, Milliyet, 04 Mart 1997.
67
Raporda Amerika’nın işinin zor olduğu belirtilmiştir çünkü eğer ABD, RP’ye itiraz
ederse Türkiye’nin içişlerine karışmakla suçlanacaktır. Eğer ABD’nin itirazından sonra
hükümet düşerse “ABD düşürdü” suçlaması yapılacaktır. ABD, normal-tepkisiz davranırsa,
bu kez Refah bu saygı gösterisini kullanacaktır. Bu durumda diğer partiler “Refah’ı
onaylıyor” diye ABD’yi suçlayacaklardır. Ama bütün bunlara rağmen ABD Refah’la
temastadır, çünkü rapora göre Türkiye ABD için önemli bir ülkedir. 160
Aslında tüm bu süreci 10 Ekim 1996 tarihli Washington Post Gazetesi’nde, Jim
Hoagland imzasıyla yayınlanan bir makale özetliyordu:
“[...] Bugün Clinton yönetiminin Türk hükümeti için istediği son şey istikrardır. Washington’daki resmiler, başbakan Necmettin Erbakan’ın lideri olduğu koalisyon rejiminin düşüp yok olmasını büyük bir istekle beklemektedirler. Türkiye için ufukta görülen ekonomik kriz, Washington’da, İslami köktendincilerin yakında düşecekleri konusundaki umutları arttırmaktadır. Yönetimin doğuya ani bir dönüş yapmasının sebeplerini anlamamak ve taktir etmemek zordur. Erbakan, bu hafta Libya’ya giderek ve Kaddafi ile bir ticaret anlaşması imzalayarak, o başıbozuk ülkeye seyahat edilmemesi konusundaki BM yaptırımlarını ihlal etmiştir. Erbakan, Ağustos ayında da büyük bir coşku havası içinde yine ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki listede adı bulunan İran’ı ziyaret etmişti. Hükümetindeki hiç kimsenin Irak lideri Saddam Hüseyin’le bir kavgasının olmadığını söyleyen Erbakan, Türkiye’yi ABD’nin düşmanlarıyla aynı çizgiye getirmektedir. Erbakan, lideri olduğu İslamiyet temeline dayalı Refah Partisi’ni güçlendirmek ve Türkiye’deki güçlü ordunun ve zayıf laik partilerin batı eğilimlerine karşı durabilmek için, ideolojik ve maddi destek aramaktadır. Ancak, Erbakan’ın kendi kendisini imha etmesini beklemek şeklindeki açığa vurulmayan Clinton politikası son çare olarak başvurulacak bir politikadır.[...] Ancak tutarsız ve bazı hallerde de ihmalkar olan ABD yaklaşımının da Türkiye’nin birdenbire bölgede bir istikrarsızlık unsuru olmasına katkıda bulunmuştur. Yönetim, aşırı vaadte bulunarak, sonra dikkatini keserek ve sonra da zor sorunlardan uzaklaşarak, en kötü unsurların bir araya geldiği bir Amerikan yaklaşımı sergilemiştir.[...] Washington belki şunda haklıdır: Erbakan, kendi mezarını kazacaktır. Libya’da, Kaddafi Türklerin insanlık dışı Kürt politikasını alenen eleştirerek Türkiye’de büyük bir öfkeye yol açtı. Ancak bu, yerleşik bir politika ve liderlik, ileride daha büyük bir sıkıntıya da davetiyedir.” 161
159 Yavuz Donat, “İşte Rapor”, Milliyet, 02 Mayıs 1997. 160 Yavuz Donat, “Amerika: Darbesiz çözüm!”, Milliyet, 03 Mayıs 1997. 161 “Bir Müttefike davranmanın yolu bu değildir”, http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/disbasin/1996/10/11x10x96.txt, ( 06.06.2005).
68
A. Çekiç Güç
Erbakan iktidara gelmeden önce, Çekiç Güç’ü “ABD’nin işgal kuvveti”, Türkiye için
“bela” olarak nitelendirmişti. Fakat bu söyleminden ani bir dönüş yapan Erbakan, konuyu
MGK ve Bakanlar Kurulunda görüşmeden önce TBMM gündemine getirmiş ve 15 Temmuz
1996’da bir tezkereyle TBMM’ye başvurarak konuyla ilgili olarak “Genel Kurmay Başkanlığı
ile Dışişleri Bakanlığı yetkilileri” ve “ABD Elçiliği ve temsilcilerinden etraflıca bilgi” almak
ve “nasıl bir sonuca gidilmesinin uygun olacağı hakkında bir teklif oluşturmak” üzere ,
konunun “TBMM’de temsil edilen siyasi partilerin temsilcilerinden oluşturulacak bir
komisyon” tarafından ele alınmasını istemiştir. Erbakan, TBMM’de 23 Temmuz 1996
tarihinden önce bir gizli oturumda da Çekiç Güç konusunun görüşülmesini talep etmiştir.162
Refahyol koalisyonu Cumhuriyet tarihinde bir ilki gerçekleştirerek 23 Temmuz
1996’da Çekiç Güç olarak bilinen Provide Comfort (Huzur Harekatı)’u oluşturan yabancı
ülkelerin Büyükelçilerine TBMM’ye brifing verdirmiştir. ABD Büyükelçisi Marc Grossman,
İngiltere Büyükelçisi Kieran Prendergast ve Fransa Büyükelçisi François Dopffer, Çekiç
Güç’ün görev süresinin uzatımı konusunda TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerine birer
brifing vermişlerdir.163
Kasım ayının sonunda yapılan MGK Toplantısında ise Çekiç Güç’ün ay sonunda
süresinin uzatılmayacağı ve sona ereceği “resmen” ilan edilmiştir. MGK’nın bu kararını
reddeden ABD şöyle bir açıklama yapmıştır:
“Saddam Hüseyin Bağdat’ın güneyinde ve kuzeyindeki uçuşa yasaklı bölgelerdeki askeri etkinliğini sınırlamaya devam edeceğimizi bilmeli. Bu politikamızda kesinlikle bir değişiklik olmamıştır. Çekiç Güç devam edecektir.”164
Erbakan ise Çekiç Güç ve Saddam için şöyle konuşmuştur:
“Kuzey Irak’ta durum değişikliğe uğradı. ABD, burada projeler yürütmek istedi. Bağımsız devlet kurulmasını istedi. Ama bu proje yürümedi. Ve Kuzey Irak’ı
162 Özcan, op.cit., s. 185. 163 1996, http://www.geocities.com/almanakturkiye/1996.htm, (30.03.2005). 164 Yasemin Çongar, “ABD: Çekiç Güç’e devam”, Milliyet, 04 Aralık 1996.
69
boşalttılar. Durumun yeniden görüşülmesi lazım. Şimdi artık Saddam zulüm yapacak, Kürtler göç edecek, Türkiye sıkıntıya düşecek gerekçesi yok. Çekiç Güç, bu gerekçeyle davet edilmişti. BM’nin kararına göre Saddam’ın ülkesinin her yerinde egemen olması gerekir. Ama ABD, kendisiyle çelişiyor. Hem BM kararı uyarınca Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılıyız diyor, hem de 36. paralelin üzerine geçemezsiniz, diyor. Bu çelişkidir. Biz Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılıyız. Bizim için önemli olan Kuzey Irak’ta terörün temizlenmesi. ABD, burada devlet kurmak istedi, yapamadı. Kuzey Irak’ta Bağdat otoritesi istemiyor. ABD ile ters düşmeye gerek yok. ABD’ye denilecek olan şu: Bir başka otorite olsun diyorsan, o otoriteye terörü temizletmen lazım.”165
Erbakan özelde Çekiç Güç için gazetecilere şöyle konuşmuştur:
“Artık Çekiç Güç eski görevine dönemez. Kalıp kalmayacağı, kalacaksa yeni görevi belirlenmeli. BM, kitlesel imha silahlarının izi bile kalmasın istiyor. Belki bu amaçla havadan yapılacak keşifler için İncirlik’te bir hava gücü bulundurulabilir. Tabii bu kontrollerin Körfez’den de yapılması mümkün. Ama Körfez’den kalkıp bölgede keşif yapmanın bazı zorlukları var. Kara keşfi için de biz keşfe gittiğimizde biz gelmeden tedbir alabilirler, deniliyor. Bu nedenle, en azından hava keşfi yapmak gerekir diyorlar. Belli bir formülle bir hava gücü kalabilir.” 166
Aralık 1996’da Çekiç Güç’ün statüsünde ve bilişiminde tartışılan ve beklenen
değişiklikler yapılmıştır. İlk değişiklik olarak Çekiç Güç’ün adı Keşif Güç olarak
değiştirilmiştir. Türkiye’nin öne sürdüğü Askeri Eşgüdüm Merkezi’nin Türkiye sınırları içine
alınması, hükümet-dışı örgütlerin bölgedeki faaliyetlerinin durdurulması, ve Artuş Kampının
kapatılması gibi koşullar sağlanmıştır. Bu değişikliklerden sonra RP’nin basına imalı da olsa
“işte sözümüzü tuttuk ve Çekiç Güç’ü gönderdik” açıklaması RP ve askeri yetkililer arasında
basın yoluyla yürütülen bir polemik yaratmıştır. Genelkurmay Başkanlığının ‘gizli’ bir
belgesine dayanılarak hazırlanmış bir haberde, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Çekiç Güç
rahatsızlığını ayrıntılı raporlarla hükümetlere ilettiği”, Başbakan Erbakan’ın da “bu durumdan
yararlanarak Çekiç Güç’ü Keşif Güç haline dönüştürdüğü” belirtilmiştir.167
165 Ibid. 166 Ibid. 167 Tutkun Akbaş, “Çekiç Güç’ün Mimari”, Radikal, 02 Ocak 1997.
70
III. YUNANİSTAN
Coğrafi konumları gereği bir arada yaşamaya zorunlu olan Türkiye ve Yunanistan
arasındaki uyuşmazlık, oldukça karmaşık bir sorunlar yumağı olarak karşımıza çıkmaktadır;
bu sorunları üç genel başlık altında toparlamak mümkündür, bunlardan birincisi ve belki de en
kolay çözümlenebilecek olanı, azınlıklar sorunu, ikincisi Kıbrıs sorunu, üçüncüsü ve en güç
çözümlenebilecek olanı da Ege Denizi'ne ilişkin sorunlardır.168 Bu sorunlar tarihsel süreç
içinde birçok kez gündeme gelmiştir.
Refahyol Hükümeti boyunca özellikle 1997 yılı Nisan aylarında, yani Kardak
krizinden bir yıl sonra Yunanistan ile yakınlaşmalar görülmüştür. Bunlardan bazıları şöyledir:
Yunan Başbakanı Simitis basın demeçlerinde “dostluk ve işbirliği”nin gereğini savunmaya
başlamış, hatta Türkiye’nin yerinin Avrupa’da olduğunu belirtmiştir. Yunan Dışişleri Bakanı
Pangalos ise 9 Haziran’da Selanik’te yapılacak Balkan Dışişleri Bakanları toplantısına
katılması için Tansu Çiller’e “sıcak” bir mesaj göndermiş ve kendisinin 30 Nisan’da
İstanbul’da Karadeniz İşbirliği Konferansı’na katılacağını bildirmiştir. Yine Yunan hükümeti,
Türkiye ve Yunanistan’ın önde gelen 4-5 “akil adam”ın bir araya gelip iki ülke arasındaki
sorunları ele almalarını önermiş, Türk ve Yunan Genelkurmay Başkanlarının Nisan sonunda
Brüksel’de buluşma hazırlığı yapılmaya başlanmış, Yunanistan Batı Avrupa Birliğinde (BAB)
Türkiye’ye karşı uyguladığı “veto”yu kaldırmıştır. Öte yandan Türkiye’den de olumlu
yaklaşımlar olmuştur. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı, Yunanistan’ın milli
gününde Ankara’daki Yunan Büyükelçiliğine gitmiş ve iki ülke liderlerinin artık aralarındaki
meseleleri halletmeleri gerektiğini belirtmiştir.169
168 Türk-Yunan İlişkileri, http://www.saemk.org, (10.10.2005). 169Sami Kohen, “Atina ile bahar havası…mı?...”, Milliyet, 16 Nisan 1997.
71
IV. AVRUPA BİRLİĞİ
Refahyol iktidarı sırasında da Türkiye’nin yıllardır nihai hedefi haline gelen ve
gündemden asla düşmeyen, AB konusunda bazı gelişmeler yaşanmıştır. Erbakan 17 Aralık’ta
Dublin’de yapılacak AB zirvesine çağırılmıştır. Bu zirve Erbakan’ın Batı’ya yapacağı ilk
ziyaret olacağından, Erbakan’ın bu ziyareti iyi değerlendirmesi ve yapacağı açıklamalarda
özenli olması konusunda değerlendirmeler yapılmıştır. Gazeteci Sami Kohen’e göre bu
davetin başlıca nedeni Batı’nın Erbakan konusundaki merakıdır.170
Erbakan ise dış politika ile ilgili gazetecilere açıklama yaparken AB hakkında şöyle
konuşmuştur:
“Türkiye, Avrupa’ya 1959’da müracaat etmiş. 1963’da Ankara Anlaşması yapılmış. Aradan 33 yıl geçmesine rağmen Türkiye’ye yapılan şu muameleye bakın; Türkiye hala niye tam üye değil?. Çeşitli bahaneler uydurup kandırmışlar. Her vakti geldiğinde yeni bahaneler uydurmuşlar. Bir noktada Türkiye’nin durumu ciddi şekilde ortaya koyması gerekir. Bugünkü durum ne deve ne kuş. Kimseye de Türkiye’ye yaptıkları gibi muamele yapmamışlar. Özel anlaşmalar yapıp, tavizler vermişler. Örneğin İsviçre ve Kuzey Afrika ülkeleri gibi. Şimdi de Doğu Bloğu ülkelerini Türkiye’den önce üye yapmaya çalışıyorlar. Mevcut şartlar, Türkiye’nin aleyhine işliyor. Türkiye, Gümrük Birliğine girdi diye gümrüklerini sıfırladı. İthalat tamamen zararımıza. 5 milyar dolarlık aleyhimize işlem var. Türkiye ticaretinin yarısını Avrupa’ya yapmasına rağmen, Avrupa Birliği’nin ticaretindeki yeri binde 3. Avrupa’nın 350 milyon olduğu düşünülürse, 70 milyonluk Türkiye’nin ticaretteki ağırlığının yüzde 20 olması gerekir. Artık Avrupa’yla çok ciddi konuşmanın vakti gelmiştir. Yeniden masaya oturmak icap edebilir. Avrupa hep aynı plağı çalıyor. Terörü kabul etmiyor, insan hakları diyor. Ama artık biz başta Cumhurbaşkanı olmak üzere bunları söyledikleri zaman ‘Bırakın artık bu plağı. Bakın 60-70 milyar dolarlık yatırımımız var. Gelin bunları konuşalım’ diyoruz.” 171
Zaten Erbakan 4 Aralık Dublin Zirvesi davetini, AB üyesi ülkelerin Dublin’deki zirve
toplantısına çağrılmayıp, sadece akşam yemeğine çağrılmış olması nedeniyle Türkiye’nin
ikinci sınıf devlet muamelesi gördüğü değerlendirmesini yaparak reddettiğini açıklamıştır.
Erbakan’ın davete verdiği bu cevap Türkiye’de özellikle diplomatlar arasında tartışma konusu
olmuştur. Avrupa’ya karşı konulan bu tavır bazıları tarafından haklı bulunurken, bazıları da
170 Sami Kohen, “Hoca’nın Hikayeleri”, Milliyet, 27 Kasım 1996.
72
bu Zirvenin Türkiye’nin AB üyelik sürecinde önemli bir fırsat olduğunu düşünmüştür.
Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde aktif bir milli lobi kuruluşumuz olan İktisadi Kalkınma Vakfı
(İKV)’nın Başkanı Meral Gezgin Eriş’in açıklamaları zirveyi bir fırsat olarak değerlendirenler
için çarpıcıdır:
“İslamcı Erbakan, her Türk Başbakanından daha çok ilgi ve itibar görecekti. Aday ülkelerin toplamına 1 saat görüşme süresi ayrılmışken, Türkiye’ye 3,5 saat ayrılmıştı. Erbakan’ın katılacağı yemekte AB ülkelerinin tamamı en üst düzeyde temsil edecekti. Halbuki Türkiye’den Dışişleri Bakanı’nın geleceği bu yemeğe o düzeyde katılım olmayacak. İslamcı Erbakan’ın, dünyada İslam’ın rolü ile Türkiye’nin AB’ye üye olması arasındaki ilişkiyi anlatarak ve “Müslüman Demokrat” bir mesaj vererek, Avrupa liderlerini çok etkileyebilirdi.” 172
Erbakan’ın AB zirvesi davetini geri çevirmesi basında da yankı bulmuştur. Refahyol
Hükümetinin dış politikaları ile yakından ilgilenen Milliyet Gazetesi yazarı Sami Kohen,
köşesinde “Erbakan davete icabet etmeli idi” başlığıyla Erbakan’ın yanlış bir karar aldığını
savunmuştur. Kohen’in de belirttiği gibi Erbakan’ın yemekli toplantıya davet edilmesi aslında
doğru bir karardı çünkü AB zirvesinde, AB’ye üye olan ülkelerin liderleri katılmaktadır.
Türkiye’nin üye olmadığı düşünülürse zirveye çağrılmaması gayet normaldir. Zirve sırasında,
aday statüsünde olan Doğu Avrupa ülkeleri ile bir toplantı yapılmıştır ama Türkiye bu statüde
olmadığı için bu toplantıya çağrılmamıştır.
Erbakan’ın davete katılmaması dış dünyada da değişik yorumlara ve gelişmelere
neden olmuştur. Erbakan davete gitmeyeceğini ilk olarak RP grubunda açıklamıştır.
Erbakan’ın bu açıklaması Reuter ajansı tarafından tüm dünyaya duyurulmuştur. Bunun
üzerine Dublin’deki Fransız Büyükelçiliği, Cumhurbaşkanı Chirac’ın 17 Aralık gecesi için
yapılmış otel rezervasyonunu iptal ettirmiştir. Bunun da ötesinde bütün AB liderlerinin
programları değiştirilmiştir. Dışişleri Bakanlığı’na Dublin’den konu ile ilgili bir bilgi notu
gelmiştir. Bu notta, resmen bildirilmediği halde Erbakan’ın davete katılmayacağını basından
öğrendiklerini, Erbakan’ın katılmayacağı belli olduğundan, Türkiye için düzenlenen bu
171 Fikret Bila, “Erbakan: Avrupa bizi kandırıyor”, Milliyet, 04 Aralık 1996.
73
yemeği, mecburen Dışişleri Bakanları düzeyinde tertip edecekleri belirtilmiştir.173 Özetle
Erbakan’ın bu daveti geri çevirmesi diplomasi açısından önemli bir yere oturtulmuş, basının
da ilgisiyle uzun süre gündemde kalmıştır.
4 Mart 1997’de AB üyesi ülkelerin Hıristiyan Demokrat partilerinin liderleri
Brüksel’de bir zirve toplantısı yapmıştır. Bu toplantının ana konusu Hükümetlerarası
Konferans ve Genişleme olup, ayrıca aday ülkelerin durumu da ele alınmıştır. Hıristiyan
Demokratlar AB’nin bir Avrupa medeniyeti projesi olduğuna inandıkları için Türkiye’nin
üyeliğine ihtimal bile vermemişlerdir. Bu karar hem AB üye ülkelerinin hem de Türkiye’nin
gündeminde geniş yer tutmuştur. 174
Bunun üzerine 6 Martta, Gümrük Birliği kararının ikinci yıldönümü olması nedeniyle
AB ülkelerinin Ankara büyükelçilerine yemek veren Çiller, “Bize gelen bilgilere göre, en sert
açıklama Almanya Başbakanı Kohl tarafından yapılmış” diyerek Kohl’ün Türkiye karşıtı
tutumundan yakınmıştır.175 Çiller daha sonra yaptığı Finlandiya gezisinde ise AB hakkında
şöyle konuşmuştur:
“Herkes şunu bilsin ki, Türkiye, Atatürk’ün söylediği gibi çağdaş Batı uygarlığının bir parçasıdır. Hiç kimsenin uygarlık konusunda bize öğreteceği bir şey yoktur: Aksine, bizim manevi ve milli değerlerimizin o kültüre vereceği katkı, öğreteceği çok şey vardır”. 176 RP’nin sözcüsü Süleyman Arif Emre ise Birleşik Avrupa devleti oluşturulmaya
çalışıldığını ve bunun egemenlik haklarımızdan vazgeçmek olduğunu söylemiştir. Emre
konuşmasına devamla, İsrail’in yaptığı gibi AB ile ikili ilişkiler geliştirilebileceğini, ancak
partisinin tam üyeliğe karşı olduğunu yinelemiştir.177 Çiller ise Emre’nin açıklamasına
istinaden, AB’ye üyeliğin Türk halkının seçimi olduğunu ve farklı düşünce olmamasının
172 Taha Akyol, “Fırsatı Kaçırdık!”, Milliyet, 04 Aralık 1996. 173 Taha Akyol, “Erbakan ve Batı”, Milliyet, 06 Aralık 1996. 174 Gencer Özcan “Ana Muhalefet Hükümetinin Ortadoğu Politikasından Kesitler”, Onbir Aylık Saltanat, 1.baskı, der. Gencer Özcan, İstanbul: Boyut Kitapları, 1998 s. 255. 175 Şükrü Elekdağ, “Türkiye hayır diyebilecek mi?”, Milliyet, 17 Mart 1997. 176 Cumhuriyet, 16 Mart 1997
74
gerektiğini söylemiştir.178 Böylece, hükümetin iki ortağı arasında diğer birçok konuda olduğu
gibi AB konusundaki görüş ayrılıkları da ortaya çıkmıştır.
AB ile ilişkiler 1997’nin Mart ayının ilk günlerinde İngiltere Dışişleri Bakanı Malcolm
Rifkind’in Ankara’yı ziyaret etmesiyle yine gündeme gelmiştir. Milliyet gazetesine konuşan
Rinfkind, Kıbrıs konusunda bu yılın karar yılı olacağına ve Kıbrıs’ın AB’ye girme sürecinin
başlatılacağına dikkat çekerken, Türkiye’nin AB üyeliği ile ilgili olumlu konuşmaktan
kaçınmıştır.179
Yine aynı ayda AB konusu gündemdeki yerini korumuştur. Dışişleri Müsteşarı Onur
Öymen, 28 Şubat MGK bildirisiyle, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefinin “hükümet değil,
devlet politikası” olduğunu söylemiştir. 180 Öymen, MGK kararlarında AB’ ye yer verilmesi;
AB üyeliğinin veya daha genel deyişi ile Avrupa ile bütünleşmesinin Türk dış politikasının
öncelikli bir hedefi sayılması, bunun sadece bir partinin ya da hükümetin değil, “devletin
resmi politikası” olduğu mesajının verilmesi, bu stratejinin askerler ve siviller tarafından
olduğu kadar, geçmişte AB’ye hiç de sıcak bakmayan Refah Partisi yönetimi tarafından da
benimsenmiş olmasından dolayı önem taşıdığını belirtmiştir.181
Mart ayında AB ile yakın temasta olan Türkiye’ye ABD destek çıkmıştır. ABD
Dışişleri Bakanlığı Avrupa’daki büyükelçiliklerini çağırarak “Türkiye’nin tam üyeliği için
girişim yapın” çağrısında bulunmuştur. ABD, Türkiye’nin jeostratejik önemini
vurgulamasının yanı sıra AB’nin Ankara ile ilişkilerinin kesilmesinin, İslam dünyasında
“Müslüman bir ülkenin zengin Hıristiyan dünyasınca dışlanması” olarak algılanacağını,
bunun da Batılı standartlara yönelen ılımlı İslam ülkeleri üzerinde olumsuz etkilerinin
177 Hürriyet, 18 Mart 1997 178 “Çiller: Türkiye AB Rayında” ,Milliyet, 28 Mart 1997. 179 Zafer Arapkirli, “Kıbrıs için tarihi fırsat”, Milliyet, 03 Mart 1997. 180 Barçın Yinanç, “MGK, Avrupa’ya mesaj gönderdi”, Milliyet, 03 Mart 1997. 181 Sami Kohen, “AB üyeliği şimdi daha zor...mu?”, Milliyet, 04 Mart 1997.
75
olabileceğine dikkat çekmiştir. Öte yandan ABD, Ankara’ya NATO’nun genişlemesi ile
AB’nin genişlemesinin iki ayrı konu olduğunu da hatırlatmaktan kendini alamamıştır.182
Mart 1997’de Ankara’da AB trafiği yaşanmıştır. Liberal Grup Başkanı Gijs de Vries
ve Sosyalist Grup Başkanı Pauleen Green Ankara’yı ziyaret etmiş, burada bazı üst düzey
kişilerle temaslarda bulunmuş, ve Türkiye’nin bildiği birçok şeyi tekrar etmişlerdir. Green ve
heyeti Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Onur Öymen, Devlet Bakanı Abdullah Gül, CHP lideri
Deniz Baykal ve Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir ile görüşmüştür. Green, Gül’e basın
mensuplarının önünde, din konusunun Türkiye’nin Avrupa’yla ilişkilerinde engel olarak
gösterilmesinin son derece anlamsız bulduklarını belirtmiş, “Ancak Türkiye’nin tam üyelik
hedefine ulaşması için halletmesi gereken temel siyasi sorunları vardır. Bunlar insan hakları,
Kürt sorunu, Kıbrıs konusu ve Türk-Yunan sorunlarıdır” diye konuşmuştur. Gül ise “Biz
AB’ye yönelik eleştirilerimizi yaparken, bunun bir Hıristiyan Klubü olarak görüldüğünü
belirtmiştik. Ancak açıkça söylenmeyen bu konunun su yüzüne çıktığı görülüyor. Görüyoruz
ki, bundan pek çok Avrupalı rahatsızdır” demiştir. 183
Mart ayı içerisinde AB Dışişleri Bakanları Apeldoorn’de bir toplantı yapmış ve burada
Türkiye için önemli kararlar alınmıştır. AB dönem Başkanı Hollanda Dışişleri Bakanı Hans
von Mierlo, yaptığı basın açıklamasında Türkiye’nin geleceğinin ve yerinin Avrupa’da
olduğunu, AB’ye tam üyeliğe aday olan diğer ülkelerle aynı kriterlerin uygulanacağı, ancak
“tam üyeliğin, epeyce zaman (‘some time’) alacağını” belirtmiştir. Yaklaşık üç yıldan beri
AB’nin Türkiye’ye diğer aday ülkelerle aynı kriterleri uygulayacağı kararını almasını
bekleyen Türkiye bu karar karşısında şaşırmıştır. Türkiye bu kararın alınmasını Türkiye’nin
NATO kartı oynama hususundaki kararlı tutuma bağlamıştır.184
Mart ayının son günlerinde yine AB’yle çok yakından ilgili olan Alman Dışişleri
Bakanı Kinkel, Türkiye’ye gelmiştir. Kinkel, Çiller ile görüşürken Erbakan’la görüşmek
182 Barçın Yinanç, “ABD’den Türkiye’ye destek çağrısı”, Milliyet, 04 Mart 1997. 183 “Ankara’da AB trafiği”, Milliyet, 22 Mart 1997.
76
istemediğini bildirdiği halde yine de görüşmüştür. Basın, Kinkel’in Çiller ve Erbakan ile
görüşmelerinin alaycı bir havada geçtiğini iddia etmiştir. Kinkel Türkiye’nin AB üyeliği için
şöyle konuşmuştur:
“Tam üyelik için Türkiye henüz hazır değil. Tam üyeliğin dışında, üyelik için aday ülkeler listesinde de şu an görünmüyor. Aday olsa bile, üyeliğin çok uzun zaman alacağı ortada. Tam üyelik yok, ama Gümrük Birliği var. O zaman Türkiye’nin Avrupa ile ilişkileri öyle bir yere oturmalı ki, bu, Gümrük Birliği üzerinde bir işleve sahip olsun. Örneğin, Avrupa’nın çeşitli kurumlarında Türkiye ile birlikte çalışmalar yürütülebilir Bu çalışmalar, hukuk, sosyal ve başka alanlarda Türkiye’nin alması gereken yolda yardımcı olabilir.”185
Öte yandan, 1 Nisan 1997 Milliyet Gazetesinde çıkan bir haberde, Avrupa’nın Türkiye
ile bir sorunu olmadığı, sorunun Çiller Erbakan ikilisi olduğu vurgulanmıştır. Haberde DSP
milletvekili Mümtaz Soysal’ın şu açıklamalarına yer verilmiştir:
“Avrupa’nın derdi, bugünkü iktidarla. Diplomasiyle ters düştüğünden açıkça söylemiyorlar. Ancak, dolaylı olarak, “Bu koalisyonla şansınız yok” mesajını veriyorlar. […] biri kucağıma oturup, saçımı sakalımı çekiştirirse, ben de kızardım. Üstelik, hem, ‘Avrupalıyım’ diyor, hem de, Türkiye’nin 70 yıl önce girdiği yoldan başka yola çekilmeye çalışmasına ses çıkarmıyor ve araç oluyor. Koalisyonun diğer ortağı ise, ABD ile iyi geçinmeye çok önem verirken, Avrupa’yı es geçiyor. Doğu politikasını, ABD’yi kızdırmadan yürütmeye çalışıyor. Avrupa’yı, iktidarda kalmak için önemli faktör olarak görmüyor. Avrupa’yı kızdıran bu [...] Avrupa bu iktidara rağmen, Türkiye’yi dışlamak ve kapıları kapatmak istemiyor.” 186
Haberde Türkiye’de karşı karşıya kalınan herhangi bir problemde Avrupa’yı örnek
gösterme eğilimi olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca Refah Partisinin Batı’ya sırtını döndüğü ve
Müslüman ülkeleriyle birleşme hayali içinde olduğu ve aslında Erbakan’ın “gizli” bir Avrupa
hayranı olduğu iddia edilmiştir.
Haberde Refah Partisi’nin Batı’ya aldığı tutum şöyle açıklanmıştır:
“Refahlılar, laiklik tartışırken, ‘Avrupa ve ABD’deki kadar laiklik’ istiyorlar. İnsan haklarını türban tartışmasında hatırlayıp, Avrupa’daki üniversitelerden örnek veriyorlar. Türkiye’deki, Milli Güvenlik Kurulu’nun, Batı demokrasilerinde bir benzeri olmadığını söylüyorlar. Şimdi de, zorunlu eğitimin 5 artı 3 olması gerektiğini savunurken, yine Avrupa’daki eğitim sistemine bakıyorlar. Avrupa’ya uzak duran Refah’ın, sıkışınca sürekli Avrupa dalına tutunmaya çalışması garip doğrusu.
184 Şükrü Elekdağ, “AB ile ilişkilerde tarihi dönemeç”, Milliyet, 24 Mart 1997. 185 Yalçın Doğan, “Kinkel, Erbakan’la görüşmek istemedi”, Milliyet, 28 Mart 1997. 186 Ahmet Sever, “Avrupa’nın derdi, Çiller-Erbakan ikilisi”, Milliyet, 01 Nisan 1997.
77
İktidarda 9 ayını doldurduğu halde Avrupa’ya adımını atmayan Refah’ın, hükümeti kurar kurmaz koştuğu Libya, İran, Nijerya’dan vereceği hiç olumlu örnek yok mu acaba. Kendini Avrupa’dan daha yakın hissettiği, Nijerya, Libya ve İran’daki demokrasi, insan hakları ve eğitim sisteminden hiç söz etmiyor […]187
14 Nisan 1997 Milliyet Gazetesinin haberine göre, AB dönem başkanı Hollanda’nın
Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Maarten Van Traa, Avrupa ülkeleri ile temaslarda
bulunmak için ziyaretlerde bulunan CHP Lideri Deniz Baykal’a “Erbakanlı aile fotoğrafı
istemiyoruz. Ancak siz olsanız farklı olabilirdi” mesajını vermiştir. 188
AB üyesi ülkelerinden, Fransa’nın Le Monde gazetesi, 16 Nisan 1997’de Türkiye’deki
siyasi gelişmeler hakkında yayınladığı yorumda, Tansu Çiller’in Batı başkentlerinde hayal
kırıklığı yarattığını belirtmiştir. Aynı yorumda Çiller, “yıldızı sönmüş bir politikacı” olarak
tanımlanmış, Avrupalı yöneticilerin, 1993’te Çiller’i, “Batılılaşmanın güvencesi, Müslüman,
ama laik Türkiye’yi, Batı’nın demokratik değerleriyle uyumlu hale getirecek kadın” olarak
selamlamakta biraz aceleci davrandıkları ifade edilmiştir.189
Çiller birçok Batılı yönetimin ve özellikle de Avrupa basının “sempati”, hatta kimi
zamanda “hayranlık” duyduğu bir liderdi. Müslüman nüfusa sahip bir ülkenin ilk kadın
başbakanı olarak tanımlanan Çiller, aynı zamanda Türkiye’nin “laik devlet” ilkesinin en
önemli göstergesi sayılmaktaydı. Çok iyi İngilizce konuşan bir ekonomist ve modern bir Türk
kadını olan Çiller’den “Türkiye’yi 2000’lere taşıyacak lider” diye söz edilmekteydi. Birkaç
yıl süren bu olumlu izlenim, Refahyol iktidarının ilk birkaç ayında tamamen tersine
dönmüştür. Basına yansıyan haberlerde Çiller, “kendisini kurtarmak için RP’yle işbirliği
yapan, şüpheli servet sahibi ve artık nefret edilen lider” diye nitelendirilmeye başlanmıştır.190
187 Ibid. 188A. Rezzak Oral, “Batı’dan Baykal’a RP mesajı”, Milliyet, 14 Nisan 1997. 189 “Batı’daki yıldızı söndü”, Milliyet, 17 Mayıs 1997. 190 Ibid.
78
Haziran ayında AB konusunda önemli gelişmeler yaşanmıştır fakat hükümetin
geleceği ile ilgili tartışmalar iç politikada tartışıldığından, bu gelişmeler göz ardı edilmiştir.
AB, Amsterdam toplantısında genişleme değil derinleşmeyi tartıştığından, genişlemeyi Aralık
ayına bırakmış ve aday ülkeler ile ilgili raporlar hazırlamıştır. Türkiye için hazırlanan rapor
son yılların en olumlu raporu niteliğinde olmuştur. Raporun olumlu tarafları üç ana başlıkta
toplanabilir: Gümrük Birliği’ne girdikten sonra AB’den hiçbir ekonomik yardım almayışına
karşılık serbest pazarla bütünleşmeyi başarma yolunda, rekabete uyumlu ve nüfus artışı
korkulacak olmaktan çıkmış, bugünkü performansıyla diğer aday ülkelere göre Türkiye daha
avantajlı, çünkü diğer aday ülkeleri geride bırakıyor.
Yukarıdaki olumlu gelişmelerden sonra raporda “ancak” diye bir parantez açılmış ve
Türkiye’yi sıkıntıya sokacak maddeler sıralanmıştır: İnsan haklarına dönük yasal
düzenlemeler iyi, ama kağıt üstünde kalıyor ve dünyada eşi görülmeyen insan hakları ihlalleri
birbirini izliyor, sivil toplum örgütleri yetersiz, sivil toplum kavramı eksik, laiklik ve
demokrasiyi savunan ordu etkin kurum olarak ön planda. Raporun sonunda AB, Türkiye ile
ilgili şöyle bir karara varmıştır: Türkiye çok istikrarsız, siyasal kargaşadan kendini
kurtaramayan bir ülke. Sürekli siyasal sıkıntı üretiyor, bu durum her alanda uygulamaya
yansıyor. Bu haliyle Türkiye aday ülkeler arasında yer alamaz. 191
V. KUZEY ATLANTİK İTTİFAKI
Şubat 1997’de dış ilişkilerde en çok konuşulan konu NATO olmuştur. NATO Soğuk
Savaş’tan sonra genişlemeye karar vermiş, fakat Türkiye bu kararı desteklememiştir.
Genişlemenin uygulanması aşamasında, koalisyon ortakları iç politika ile uğraştığından,
NATO ile ilgili gelişmeler arka planda kalmıştır. 192
191 Yalçın Doğan, “Yüzyılın faturası: AB treni”, Milliyet, 17 Haziran 1997. 192 Oran, op.cit., s.310-11
79
NATO’nun genişleme süreci gündeme gelince, Türk politikacılar bunu zaman zaman
tehdit olarak kullanıp, AB’ye üye olma sürecinde bir araç olarak görmüşlerdir. Dışişleri
Bakanı Çiller “Türkiye Avrupa Birliği’ne tam üyeliğe aday kabul edilen ülkelerin listesine
konmadığı taktirde, NATO’nun genişlemesini veto edecektir” demiştir. Bu açıklamaya ABD
başta olmak üzere, bütün NATO ülkeleri tepki göstermiştir.193 Kaldı ki hemen bu olayın
akabinde ABD yönetimi Türkiye ile ilgili rahatsızlıklarını dile getirmeye başlamıştır. ABD
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nicholas Burns düzenlediği basın toplantısında Türkiye’nin
demokrasiyle yönetilen bir ülke olduğunu ve demokrasileri askeri hareketler açısından
değerlendirmek niyetinde olmadıklarını belirtmiştir. Burns konuşmanın devamında laik ve
demokratik Türkiye’nin, NATO ittifakı içinde Amerika’nın en yakın müttefiği olduğunu ve
iki ülke arasında güven olduğunu vurgulamıştır. Burns’un konuşmasında yer alan “laik, ve
demokratik”, ifadelerinin tesadüf olmadığı ve duyulan rahatsızlığı dile getirilişi olarak
algılanmıştır.194
Sabah Gazetesindeki bir habere göre ABD yönetiminin, “Türkiye veto seçeneğinden
vazgeçmezse NATO’dan ihraç edilebilir. Bu durumda da Batı’dan kopar. NATO, Türkiye ile
ya da Türkiye’siz genişlemesini tamamlayacaktır” açıklamasını yaptığı iddia edilmiştir.195
Mayıs 1997’de Refahyol Hükümetinin yıkılışı gündemdeki tek konu olduğundan,
Çiller’in NATO’nun genişlemesi için Portekiz’de yapılacak olan toplantıya hükümetteki
konumu ile ilgilenmesinden dolayı katılmaması, büyük yankı uyandırmıştır.196 8 Temmuz
1997’de Madrid’de biraraya gelen NATO üyesi ülkelerin devlet ya da hükümet başkanları
dördüncü genişleme sürecini başlatmışlardır.
193 Mehmet Ali Birand, “Türkiye’nin NATO’yu tehdit etmeye hakkı var”, Sabah, 03 Şubat 1997. 194 “ABD’den demokrasi uyarısı” , Sabah , 06 Şubat 1997. 195 “NATO’dan Atılırsınız”, Sabah, 10 Şubat 1997. 196 Doğan Heper, “Başbakanlık burda, Dışişleri nerde?”, Milliyet, 30 Mayıs 1997.
80
VI. ULUSLARARASI PARA FONU
Erbakan ve Refah Partisi uzun yıllar boyunca “IMF’ye hayır” sloganını
benimsemişlerdi. Muhalefet dönemindeyken Erbakan’a göre, tam bağımsız bir ülke
olabilmemiz için Türkiye’nin IMF ile olan ilişkilerini kesmesi gerekiyordu. Erbakan 1983
yılında düzenlenen Partisinin 4. Büyük Kongresi’nde yaptığı konuşmada, Refah Partisi
haricindeki partileri faizci, Batı taklitçisi ve Avrupa Topluluğu yanlısı olmakla suçlamış ve
“IMF reçeteleri milletimize değil, dış güçlere hizmet ediyor” demiştir. Siyasi iktidarlar için de
“Bunların hepsi birer IMF Hükümetidir” açıklamasını yapmıştır.197
Türkiye’nin Gümrük Birliği üyesi olmasıyla, dış ticaretinin yarısından fazlasını
Avrupa ülkeleri ile sürdürür bir konuma gelmiş ve 80 milyar dolar dolayındaki dış borç yükü
nedeni ile IMF ve Dünya Bankası’na bağlı olmak durumdaydı. Bu nedenle, Refah Partisi,
önündeki tek seçenek olan, mevcut durumunu sürdürme yoluna girmiştir.198 Refah Partisi IMF
ile görüşmeleri sürdürmüştür, Washington’daki toplantılar sırasında, geleneklerin dışında, o
sırada kabineden de bazı üyelerin ABD’de bulunmasına özen göstermiş ve böylece IMF ile
köprülerin atılmaması politikası izlemiştir. Böyle bir siyasal manevraya karşı, IMF’nin
tutumu da, kapıları kapatmadan aralık tutma biçiminde gelişmiştir.199
30.10.1996 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesine yaptığı açıklamada Gül, IMF’ye ihtiyaçları
olduğunu belirtmiştir. Gül konuşmasına şöyle devam etmiştir:
“IMF’ye Türkiye’nin ihtiyacı var. 7 milyar dolar dış borç ödeyeceğiz. Bunu içeriden toplayıp, sıcak parayla ödemek var. Dış borçları, iç borçlanmaya göre, daha ekonomik şartlarla yeni dış borçlar ile ödemek maliyet açısından daha iyi. Bunu yapmak için de IMF’nin karşısına fazla dikilmemek gerekir. Uluslararası piyasaya kötü işaret vermemek lazım. Onlar da Türkiye’nin iyiliği için uğraşmıyorlar mı? Bunu yaparsanız daha iyi olur demiyorlar mı?. Biz de onlara yardımcı oluruz.”200
197 Mustafa Taşar, “Refah Partisi ve IMF”, http://www.mustafataser.gen.tr/yayinlar/refahgercegi/refahimf.html, (11.10.2005). 198 Gencer Özcan “Ekonomiye Bakış”, Onbir Aylık Saltanat, 1.baskı, der. Gencer Özcan, İstanbul: Boyut Kitapları, 1998, s.122. 199 Ibid., s. 124. 200 Mustafa Taşar, “Refah Partisi ve IMF”, http://www.mustafatasar.gen.tr/yayinlar/refahgercegı/refahimf.htm, (03.03.2005).
81
Dördüncü Bölüm
28 ŞUBAT
Refahyol iktidarı sırasında Türk siyasal yaşamı açısından yaşanan en önemli olay 28
Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısıdır. İleriki yıllarda ‘postmodern darbe’
olarak anılacak bu toplantıda Refahyol Hükümetinin iç ve dış politikaları gözönünde
bulundurularak, Türk Silahlı Kuvvetleri hükümeti uyarmış ve tavsiye kararları almıştır. Bu
bölümde, 28 Şubat’a giden süreç, 28 Şubat MGK Toplantısı ve Refahyol Hükümetinin
yıkılışı ele alınacaktır. 28 Şubat’a giden süreçte dış politika kadar iç politika da önemli bir
yere sahip olup, bütün bunlar MGK toplantısının gündemini belirlemiş ve toplantıda alınan
kararlar doğrultusunda Haziran ayında Erbakan istifa etmiş ve akabinde Refahyol Hükümeti
sona ermiştir.
I. 28 ŞUBAT’A GİDEN SÜREÇ
Refahyol iktidarı sırasında iç politikada da önemli gelişmeler olmuştur. Bu iktidar
dönemine damgasını vuran en önemli olay Susurluk Kazası’dır. 3 Kasım 1996’da bir arabanın
kamyona çarpması ile gerçekleşen kaza, arabanın içindekilerin kimliğinin açıklanması ile
sıradan bir kaza olmaktan çıkıp, Türkiye’deki rejimi sarsan bir tartışma unsuru olmuştur.
Araba, yaralı olarak kurtulan DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak’a ait olup, içindekilerin
İstanbul eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ ve ülkücü mafya lideri Abdullah
Çatlı olması bu kazayı Türkiye’nin gündemine bomba gibi düşürmüştür. Daha sonraki
gelişmeler ise Türkiye’de devlet mekanizmasının nasıl işlediği tartışmasına yol açarken,
“Temiz Toplum, Temiz Siyaset” kampanyalarının hız kazanmasına neden olmuştur. Kaza
sonrası çıkan belgeler “Devlet-Mafya-Siyaset” üçgenindeki ilişkileri tüm çıplağıyla gözler
önüne sermeye yetmiştir. Devlet, mafya, aşiret üçgeni birçok somut kişi, belge ve bilgiye
rağmen, yargısal bir işleme gidilmemiştir. Kazanın baş aktörü DYP’liler ortada dolaşırken,
82
RP olayın üstüne gitmek yerine, karanlık olaya duyulan toplumsal tepkiyi “mum söndü
oyunu” olarak nitelendirmiştir
Önce devlet tarafından aranan Çatlı’ya arandığı dönemde yeşil pasaport verildiği, Çatlı
ve arkadaşlarının devletin resmi istihbarat birimlerince bazı operasyonlarda kullanıldıkları
ortaya çıkmıştır. Sonra Çatlı ve arkadaşlarının uyuşturucu-kumar mafyası ile bağlantılı
olduğunun ortaya çıkmasının yanı sıra; 1993 yılından sonra Türkiye’de hız kazanan faili
meçhul cinayetlerle olan bağlantılar da gündeme gelmeye başlamıştır. Susurluk kazasının ilk
kurbanı Çiller ve Yılmaz’ın isteği üzerine istifa ettiği iddia edilen, İçişleri Bakanı Mehmet
Ağar olmuştur. Çiller kendine yakın bir isim olan Meral Akşener’i İçişleri Bakanlığına
atamıştır. Bu kazadan sonra içişlerinde sular durulmamıştır. İlk olay, Yılmaz’ın Budapeşte’de
Çatlı’nın eski bir arkadaşından saldırıya uğraması olmuştur. 201
Aralık 1996’da ise Ankara DGM Başsavcılığı’nın RP’nin kapatılması istemiyle
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına başvurması, RP’yi zora sokmuştur. Ankara DGM’nin 6
Aralık’ta Kanal D televizyonu ana haber bülteninde yer alan fezlekesinde şu görüşlere yer
verilmiştir:
“RP’nin Türkiye’de üniversite imtihanlarını kazanamayan İmam Hatip Okulu mezunlarını Kahire’de bulunan El Ezher Üniversitesi’ne göndermesi, bu kişilere sahte diploma sağlanması; Mısır’da, Almanya’da, Fransa’da Türkiye’nin laik devlet düzeninin yıkılarak Şeriat Devleti kurulması için yürütülen faaliyetlerle ilgili hazırlık evrakı sureti, Refah Partililerin yurtdışında yürüttükleri propaganda faaliyetleriyle ilgili 24.11.1996 tarihinde Kanal D’de yayınlanan “Teketek” programına ait video kaseti ve bu kasetin çözümü, Refah Partisi Ankara Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan’ın 1992 yılında Almanya’da yaptığı konuşmayla ilgili gazetelerde yer alan haberler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik’in “Kim Cumhuriyet adına, Atatürk adına konuşuyorsa, yüzlerine tükürün” şeklindeki sözlerinin yer aldığı gazete haberleri, Refah Partisi Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın Gümrük Birliği’ne girilmesi konusunda sarfettiği “Hiç kimse Türkiye için heveslenmesin, bu işi ya oyla ya kanla düzelteceğiz” şeklindeki sözlerinin yer aldığı 16.12.1996 tarihli gazete haberleri, Refah Partisi Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın “Çatlasanız da patlasanız da ben Hizbullah’ım. Türkiye’nin yüzde 98’i Hizbullah’tır. Hizbullah olmayanlar, hizb-u Şeytandır” şeklindeki sözlerinin yer aldığı gazete haberleri 2820 sayılı Siyasi Partiler hükümleri uyarınca, gönderilmiştir. Arz olunur.” 202
201 Cengiz Kuşcuoğlu, “Yılın Olayı: Susurluk Kazası”, Milliyet, 31 Aralık 1996.
83
Aralık ayında RP’nin, Erbakan’ın başkanlık etmesi gereken Yüksek Askeri Şura’ya
katılmamış olması gündeme oturmuştur. Şura’da ordudaki irticai faaliyetlere katıldıkları
saptanan subay ve astsubayların TSK ile ilişikleri kesileceğinden bazı siyasi ve askeri çevreler
Erbakan’ın katılmayışını şöyle yorumlamıştır:
“Erbakan geçen Ağustosta tüm toplantılara katılmış ve 30 kadar subay ve astsubayın TSK’yla ilişiği kesilmişti. Bunu kendi tabanına anlatmakta güçlük çektiği için bu toplantıya katılmamıştır. Erbakan’ın toplantıya katıldığında kararları imzalayacak ve “Benim olmadığım toplantıda bu kararlar alınmıştı” diyerek tabanını yumuşatacaktı.” 203
Aralık ayının ilk iki gününde hükümetin Refah Partisi kanadı tartışma yaratacak bazı
girişimlerde bulunmuştur. Bunlardan birkaçı şöyledir: Dışişleri Bakanlığı’nın görev
alanındaki birtakım işler, bir Başbakanlık genelgesiyle Refahlı Devlet Bakanı’na aktarılmış,
Milli Savunma Bakanlığı’na araştırma çalışmaları için verilen 50 trilyonluk ödenek,
Meclis’teki Refah çoğunluğunun girişimiyle Başbakanlığa aktarılmış, TÜBİTAK’ın yetki
alanına giren araştırma ve geliştirme çalışmalarının Başbakanlığa aktarılması yolundaki
hazırlıklara başlanılmış, YÖK’ün yönetiminin tamamen değiştirilmesi ve kurumun Bakanlar
Kurulu’nun kontrolü altına alınmasını sağlayacak bir yasa tasarısı, Meclis’e sevk edilmiş,
hızla yasalaştırılması için önlemler alınmıştır.204
Öte yandan koalisyonun diğer kanadı DYP’nin durumu da en az RP kadar dikkat
çekicidir. DYP’nin göze çarpan ilk özelliği, koalisyon ortağı olmasına rağmen Çiller’in
hükümetin icraatlarına karşı gelmek yerine, kendisini kurtarma çabalarıdır. Çiller TEDAŞ ve
TOFAŞ soruşturmalarından 7’ye karşı 8 oyla aklanmıştır. Ama dosyalar o sıralarda henüz
Meclis Genel Kurulu’nda ilgili komisyonlarda onaylanmış değildi. Ayrıca “mal varlığı”
soruşturması da o sıralarda komisyonda görüşülmekteydi.205
202 “RP’ye kapatma yolu”, Milliyet, 07 Aralık 1996. 203 “Yüksek Askeri Şura Erbakan’sız toplandı”, Milliyet, 10 Aralık 1996. 204 Altan Öymen, “Refahlaştırmak”, Milliyet, 20 Aralık 1996. 205 Ibid.
84
28 Aralık 1996’da Aczimendi Tarikatı lideri Müslüm Gündüz’ün kandırdığı iddia
edilen, ve resmi nikahı olmadan birlikte yaşadığı Fadime Şahin ile birlikte evde basılması,
tarikatları gündeme getirmiştir. Yaratılan bu gündeme rağmen Başbakan Erbakan’ın 11 Ocak
1997’de Başbakanlık konutunda tarikat liderlerine iftar yemeği vermesi birçok kesimi rahatsız
etmiştir.206 Yine bu ay içerisinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayip Erdoğan’ın
Taksim’e camii yapılacağını açıklaması gündeme gelen bir diğer konudur.207 Aslında
Taksim’e camii yapılması birçok iktidar tarafından gündeme getirilen bir konuydu. Örneğin,
Demirel ve Özal Bakanlar Kurulu’nun karar almasıyla Taksim’e camii yapılması için imza
atmışlardır. Bu konunun neden Erbakan iktidarı sırasında tartışma konusu olup, laikliğin elden
gittiği tartışmalarına sebep olduğu meşru nedenlere dayandırılamamıştır. Fakat 28 Şubat’ın
medyanın bir ürünü olduğuna inanlar için bu konunun da medya tarafından biraz abartıldığı
söylenmiştir.
Kurumlararası denge de Refahyol iktidarı boyunca göze çarpan kargaşalardan bir
tanesiydi, Refahyol Hükümeti, devlet yönetiminde anayasal kurumlar arasında bir çekişmeye
neden olmuştur. Türkiye, Hükümet-Ordu, Hükümet- Cumhurbaşkanlığı, Hükümet-Üniversite,
Hükümet-Dışişleri ve Hükümet-İş Dünyası ilişkilerinin krizli bir dönemini yaşamıştır. Bu
kesimler birçok konuda karşı karşıya gelmiştir. Öte yandan, yaratılan saltanat görüntüsü de bu
süreçte iktidarın aleyhine işlemiştir. Başbakan Erbakan’ın oğlu lüks Mercedeslerle trafik
kurallarını hiçe sayıp kazalara karışırken, eşi, kızı ve torunları başta olmak üzere bütün aile
bireyleri devletin resmi uçakları ile dolaşmıştır. 208
Erbakan’ın, 25. Hac seferini “saltanat gezisine” dönüştürmesi de iktidarı sarsan bir
diğer olaydır. Bunun yanı sıra, kameraların önünde yapılan “ihram şovları” da büyük tepki
yaratmıştır. Öte yandan, RP içinde küfür eden milletvekilleri ve Belediye Başkanları da
206 11 Ocak 1997, http://www.byegm.gov.tr/YAYİNLARİMİZ/ayıntarihi/1997/Ocak1997/11-15ocak1997.html, (11.07.2005). 207 Arife Avcu, “Yıkım tebligatına esnaf isyanı”, Milliyet, 19 Şubat 1997. 208 “Refah iktidarı neden kaybetti?”, Milliyet, 30 Haziran 1997.
85
iktidar açısından sorun teşkil etmiştir. Kayseri ve Sincan Belediye Başkanları, Şevki Yılmaz,
Hasan Hüseyin Ceylan ve İbrahim Halil Çelik küfür edenlerden birkaçıdır. TBMM üyelerine
“p...” diyen Şevki Yılmaz’ın bu nitelemesi, RP’nin iktidardan uzaklaştırılmasının nedenleri
arasında sayılmaktadır.209
1997 yılının Şubat ayında ise Kudüs gecesi210 ve onun akabinde gelişen olaylar
siyasete damgasını vurmuştur. İran Büyükelçisi Mohammed Reza Bagheri, Refahlı Sincan
Belediyesi’nin düzenlediği Kudüs Gecesi’ne onur konuğu olarak katılmış ve dünyanın terörist
ilan ettiği Hamas ve Hizbullah Örgütü liderlerinin posterleri altında “Hamas’ı ve Hizbullah’ı
biz destekledik” mesajını vermiştir. Bagheri, şeriatı öven konuşmasında, hiçbir diplomasi
geleneğine uymayan bir üslupla, ABD ve İsrail’i düşman ilan ettikten sonra şeriat çağrısı
yapmıştır. 211 Bagheri’nin bu konuşmasından sonra Dışişleri ve Genel Kurmay Başkanlığının
ısrarı ile görevden alınacağı bildirilmiştir. Fakat Sabah gazetesinin haberine göre, Bagheri
İran İslam Devrimi’nin 18. Yıldönümü resepsiyonunda gazetecilerin “Türkiye’den ne zaman
ayrılacaksanız” sorusuna, karşılık olarak Türkiye’de kalması için Türk Hükümetinin
kendisine yalvardığı cevabını verdiği iddia edilmiştir. Fakat bu haberin, Bagheri’nin küstahça
tavrı yüzünden Anadolu Ajansı tarafından gündeme alınmadığı belirtilmiştir. 212 Bu
gelişmeden sonra 4 Şubat’ta Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu’na bağlı tanklar Sincan’ın en
işlek caddesinden geçmiştir. Alışagelmiş bir hareket olmadığından, bunun bir çeşit kısmi
ihtilal ya da uyarı niteliği taşıdığı söylenmiştir. Yapılan açıklamada tank ve kariyerlerin
eğitim için Akıncı Üssüne motorlu yürüyüş yaptıkları belirtilmiştir. 213 Bu olaydan sonra
Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız göz altına alınmıştır.
209 Ibid. 210 Ramazanın son cuması Humeyni tarafından Kudüs Gecesi olarak ilan edilmiştir. Bkz: Hulki Çevizoğlu, 28 Şubat, Bir Hükümet Nasıl Devrildi, 3.baskı, Ankara: Çeviz Kabuğu Yayınları, 2003, s.8. 211 “Tanklar Sincan’dan geçti” ,Sabah, 02 Şubat 1997. 212 Mahmut Bulut, “Bagheri: Yalvardılar kaldım”, Sabah, 20 Şubat 1997. 213 “Tanklar Sincan’dan geçti” , Sabah, 02 Şubat 1997.
86
28 Şubat’a neden olan bardağı taşıran son damlalar; Adalet Bakanı’nın İran
Büyükelçisi’ne İran’daki molla rejiminin propagandasını yaptırması, şeriat isteyen Sincan
Belediye Başkanı’nı cezaevinde ziyaret etmesi, ‘moral ve destek’ mesajı vermesi, olarak
gösterilmiştir. Bunun yanında, Şevki Yılmaz’ın laiklik için yapılan yürüyüşlere ‘din
düşmanlığı’ demesi ve BBP Genel Başkan Yardımcısı Hasan Ekici’nin de bu yürüyüşü
‘bölücülük’ olarak değerlendirmesi askerin tepkisini çekmiştir. 214
II. 28 ŞUBAT MGK TOPLANTISI
Aslında “Darbe” söylemi Refahyol Hükümetinin kurulduğu ilk günden beri gündemde
yerini almıştır. Ömer Laçiner’in Birikim Dergisinde yayınlanan makalesinde darbe
söylentileri ile ilgili yazısı dikkate değerdir:
“Darbe söylentileri RP’nin ne denli ılımlı olsa da “devlet” tarafından merkezde istenmediğini, yani “iktidar olabilir” beratının kendisine verilmediğini ve verilmeyeceğini bildirmek için çıkarılmıştı. Amaç gerçekten bir darbe tehlikesinin var olduğunu değil, bu mesajı iletmekti. Hedef kitle ise DYP’nin iyice amorflaşmış, belli sınıf ve kesimlerin değil, onların döküntülerinin –ki Türkiye’nin halihazır “çözülüş” durumunda bu döküntüler epeycedir– kararsız bir toplamı halindeki seçmen kitlesidir. Ve böyle bir zemin üzerinde siyasal geleceklerinin hiç de uzun ömürlü olamayacağından endişelenen DYP’li milletvekili ve politikacılardır”215.
28 Şubatta yapılacak olan MGK Toplantısının kritik olacağı basın tarafından birkaç
hafta önce gündeme taşınmıştır. Aslında, önceki MGK toplantılarında da, özellikle Oramiral
Güven Erkaya tarafından ileride böyle bir kritik toplantı olabileceğinin sinyalleri verilmiştir.
Ocak 1997 MGK toplantısında Erkaya şöyle bir konuşma yapmıştır:
“[…] aşırı dinci akımlar ise bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline gelmiştir. PKK tehdidi ikinci plana düşmüştür. Tehlike üç boyutludur: laik cumhuriyete çoğulcu demokrasiye, sosyal hukuk düzenine yönelik tehlike.[...] sonra gerekiyorsa, aşırı dinci akımların devletin geleceğini tehlikeye düşürmemesi için hükümete tavsiye kararı alınmalıdır.”216
214 Fatih Çekirge, “En Kritik MGK”, Sabah, 18 Şubat 1997. 215 Ömer Laçiner, “Erbakan'ın Afrika Seferi ve Türkiye'nin "İtibarı”, Birikim Dergisi, Sayı 90, Ekim 1996. 216 Donat, op.cit., s. 399.
87
Basında çıkan haberler bu toplantıda neler olabileceği konusunda açıkça bilgi vermiş
belki de ortamı biraz daha gerginleştirmiştir. Örneğin MGK toplantısından hemen önce,
Hürriyet Gazetesinin manşeti şöyleydi: “Gözler Cuma’da- Rejime ve laikliğe yönelik
tehditlerin masaya yatırılacağı MGK’nın 28 Şubat toplantısı arifesinde Demirel uyardı,
Erbakan sertleşti, Çiller ortağının dikkatini çekti”. Cumhuriyet gazetesi ise “Kritik MGK”
başlığı ile yayınlanmıştır. Sabah ise “Herkes çok gergin- Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a
Çiller’den muhalefet partileri liderlerine kadar Ankara’da herkes barut fıçısı”. Yeni Yüzyıl’da
“Liderler rejim telaşında, Erbakan meydan okudu-Hava sertleşti”. Radikal Gazetesi ise
gerginliğin nedenini açıkladığı manşetinde: “Hoca ipleri geriyor- Laiklik anti-laik
tartışmalarıyla tırmanman gerginliği düşürmesi beklenen Başbakan Erbakan laiklik
yandaşlarına ‘Konuşmaya hakkınız yok. Çünkü % 3’sünüz. Oturun oturduğunuz yerde’ dedi.
Bu sözler gerginliği arttırdı.” Zaman Gazetesi ise bu konuya yer vermemişti.217
Sabah gazetesindeki köşesinde Çetin Altan’ın yazısı MGK toplantısı öncesi gündem
yaratacak cinstendi. Altan şöyle yazmıştır:
“73 yaşındaki Necmeddin Bey, neden bir Humeyni diktasına doğru kaydırmak ister Türkiye’yi? Kendi hayal dünyasının megalomanisi içinde 53 İslam ülkesinden bir federasyon yaratıp tepesine bir İslam İmparatoru olarak oturmayı mı düşler? Her alanda olduğu gibi askeri alanda da modern teknoloji üretiminden yoksun bir İslam İmparatorluğu, kendisi dışındaki tüm dünyaya sadece terör eylemleriyle mi kafa tutacaktır? Necmeddin Bey’in sanal megalomanisi dahi değerlendirebilir bu kadarını [...] Öyleyse neden kendine bağlı özel kuvvetler oluşturma eğilimindedir cihat sevdalısı ve namaz vitrincisi Başbakan? Bir iç bela çıkarmak için mi? Nasıl bir amaç hedefleyerek? Kuşku ve kaygı dolu bu tür soruların yanıtı hep havada kalmakta […] Yalnız şu kadarı kesin: Necmeddin Bey, allem kallem hiç değilse içerde bir İslam despotluğu peşinde […]”218
Tartışmalarla, “darbe” söylentileri içerisinde MGK 28 Şubat 1997 günü toplanmıştır.
Toplantıdan sonra MGK Genel Sekreterliği resmi bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamada,
MGK toplantısında özellikle Anayasa ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı demokratik, laik ve
217 A. Zeki Gayberi, “Postmodern Darbe”, Milli Gazete, 02.06.2005. 218 Çetin Altan, “Yerlere dökülmüş çoban salatasıyla sebze çorbası”, Sabah, 27 Şubat 1997.
88
sosyal hukuk devleti olarak belirlenen Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı çağdışı bir kisve
altında zemin oluşturmaya yönelik rejim aleyhtarı faaliyetlerin gözden geçirildiği
belirtilmiştir. 219
MGK toplantısında alınan “tavsiye kararları”’nın hükümete iletilmesi gerekmekteydi.
On sekiz maddelik bu tavsiye kararlarında dış ilişkiler adına bir madde bulunmamaktadır.
Sadece onbirinci madde İran ile ilgilidir. Bu maddeye göre ülkemizi çağdışı bir rejimden ve
din istismarının sebep olabileceği muhtemel çatışmadan rejim aleyhtarı, faaliyet, tutum ve
davranışlara mani olunulması, bu maksatla İran’a karşı komşuluk münasebetlerimizi ve
ekonomik ilişkilerimizi bozmayacak, fakat yıkıcı ve zararlı faaliyetlerini önleyecek bir
tedbirler paketi hazırlanması ve yürürlüğe konulması gerektiği bildirilmiştir. Kararlar
özellikle laiklik ilkesi üzerine kurulmuş ve bu anlamda sekiz yıllık kesintisiz eğitimin
uygulamaya konulmasının gerekliliği önemle belirtilmiştir.220.
Dokuz buçuk saat süren MGK toplantısında komutanlar, hükümet uygulamalarından
doğan anti-laik atmosfer ve İran rejimine yönelik bazı hareketlenmeler konusunda duydukları
rahatsızlığı dile getirmişlerdir. Erbakan ise, bu rahatsızlığa neden olacak herhangi bir şey
olmadığı düşüncesindeydi ve bu rahatsızlıkların “besleme hortumları kesilmiş bir kısım
holdingler” tarafından çıkarıldığı mesajını iletmiştir. Erbakan tarafından resmi ve gayri resmi
olmak üzere iki değerlendirme yapılmıştır. Resmi değerlendirme şöyledir: “MGK, devletin
istişare kuruludur. Bu bildiride bizim düşündüklerimizin dışında bir şey yoktur. Tansiyonun
düşürülmesi gerekir”. 221
Sonuç olarak MGK tavsiye niteliğinde kararlar almıştı ve bu kararlara uyulması
gerekiyordu. 28 Şubat, Türkiye siyasi tarihinde bu kararlardan daha da ötede, askeri
müdahaleler arasında önemli bir yere oturmuştur. Fakat Sina Akşin’in de vurguladığı gibi, 28
Şubat 1997’de ordu 1960, 1971 ve 1980’den daha yumuşak olarak müdahale etmiştir. Hatta
219 Çevizoğlu, op.cit., s.146. 220 Hikmet Çiçek, İrticaya Karşı Genelkurmay Belgeleri, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1997, s.29-31.
89
bu müdahale kimi çevreler tarafından biraz mizahi olarak da “postmodern darbe” diye
adlandırılmıştır. Ordu, hükümetin çekilmesini doğrudan değil, psikolojik baskıyla
gerçekleştirmek için caba harcamıştır. 222
Üç kez askeri müdahale ile karşılaşmış Türkiye’nin, 28 Şubat MGK Toplantısında
alınan kararlara neden “postmodern” darbe sıfatının yakıştırıldığı ise, farkı yorumları
beraberinde getiren bir tartışma konusu olmuştur. Böylesi bir sıfatın takılma nedenleri, geride
kalan üç askeri müdahalenin karşılaştırılması ile ortaya çıkabilir. Aslında takılan bu sıfatın
ötesinde, 28 Şubat MGK Toplantısının “darbe” olarak adlandırılması haklı gözükmemektedir.
Bu anlamda Süleyman Demirel’in açıklamaları önemlidir:
“Hükümet, 28 Şubat’tan 3,5 ay sonra istifa etti. 28 Şubat’ta hükümetin boğazı sıkılsaydı, istifaya mecbur kalsaydı, belki bazı mülahazalar serdedilebilirdi. Sizin dediğiniz gibi postmodern darbe değil o. 28 Şubat kararlarını istifa eden o hükümet imzaladı ve uygulamaya koydu. Sonra 18 Haziran’da “ülkede gerginlik var istifa edemiyorum” dedi. Kimse onu istifaya zorlamadı”.223
Demirel’in de dediği gibi, MGK toplantısı darbe olarak nitelendirilmemesi gerektiği halde,
belki de alınan kararlar askerler tarafından verildiği ve uyarı niteliğinde olduğu için
“postmodern darbe” nitelendirilmesi yapılmıştır.
Refah Partisi’ni kapatma davasını açan Vural Savaş ile bir söyleşide konuşma fırsatı
bulup, 28 Şubat MGK toplantısını nasıl değerlendirdiğini sorduğumda, 28 Şubat’ın silahsız
kuvvetlerin zaferi olduğunu belirtmiştir.224 Savaş bu görüşü, Cumhurbaşkanı Demirel’in
Erbakan’a 4 Şubat 1997’de MGK kararları ile hemen hemen aynı fikri savunan bir mektup
yazmasına dayandırmıştır. Ona göre 28 Şubat sadece MGK toplantısında alınan tavsiye
kararları ile kaldıysa, bunda Demirel’in katkısı çok önemli olduğu bir gerçektir. Savaş’ın bu
değerlendirmesi, Refahyol Hükümetinin yıkılıp, Demirel’in hükümeti kurma görevini
221 Fatih Çekirge, “MGK’dan laiklik için 20 önlem”, Sabah, 02 Mart 1997. 222 Akşin, op.cit., s. 173. 223 Neşe Düzel’in Demirel’le yaptığı röportaj, Radikal, 6 Mayıs 2002. 224 Onursal Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş’la “28 Şubat MGK Toplantısı” konusunda yapılan özel görüşme, Ankara, 25 Haziran 2005.
90
Yılmaz’a vermesiyle Hürriyet gazetesinin o günkü manşetinde kamuoyuna şöyle
duyurulmuştur: “Silahsız Kuvvetlerin Zaferi”. 225
28 Şubat süreci Türkiye’de olduğu gibi uluslararası arenada da büyük ses getirmiştir.
Sami Kohen “Ne Darbe, ne şeriat” başlıklı yazısında Washington’da ABD yönetiminin bir
yetkilisinin söylediklerini şöyle aktarmıştır:
“Türkiye’nin diğer bölge ülkelerinden farklı ve de üstünlüğü, hem demokrasiyi, hem laikliği birlikte sürdürebilmiş olmasıdır. ABD bunun böyle devam etmesini ve Türkiye’nin diğer ülkelere bir model olmasını bekliyor [...] demokrasi ile laiklik birlikte yürümelidir. Bizim açımızdan, hangisini öncelikli saydığımızı soruyorsanız, yanıtımız, demokrasidir. Demokrasi korunmadan laiklik ve diğer değerler yaşatılmaz. Tabii lâikliliğin ortadan kaldırdığı bir ortamda, demokrasi de yaşayamaz. Bu nedenle zorla (darbe ile) rejim değişikliği olmamalı, fakat aynı zamanda laiklik gibi reformlar da zedelenmemelidir.” 226
Dış basında da 28 Şubat MGK toplantısı uzun süre gündemde kalmıştır. Belçika’nın
Le Soir gazetesi, “İslamcıların iktidardaki son saatleri mi?” sorusunu yöneltmiş ve “RP
iktidarına altı ay boyunca hoşgörüyle yaklaşan ordu, laiklik karşıtı eylemler nedeniyle
Erbakan’a peşpeşe ciddi uyarılar yöneltti” diye yazmıştır. 227 CNN televizyonu da MGK
toplantısına geniş yer vermiş, Erbakan’ın askerlere laikliğin korunacağı konusunda güvence
verdiğini kaydetmiştir. Sincan’daki tankların yürüyüşü ve Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı
Karadayı’nın İsrail ziyaretinden görüntülere de yer verilen haberde, RP’nin Çankaya ve
Taksim’e cami yapılması, başörtüsünün resmi dairelerde serbest bırakılması ve kamu
kuruluşlarında öğle namazı tatili gibi isteklerde bulunduğu belirtilmiştir.
İngiliz Financial Times gazetesinde yayınlanan “Türk Demokrasisi” başlıklı yazı da
RP ve Ordu arasındaki gerilimi yorumlamıştır:
“Cumhuriyetin başından beri Türk ordusu seçimle işbaşına gelmiş hükümetleri görevden uzaklaştırmak için üç kez müdahale etti, ama bu müdahalelerden doğrudan etkilenen siyasetçiler bile bu müdahalelere karşı çıkmak konusunda isteksiz göründüler. Birçoğu, kendilerinin nedense eksiklik çektiği cumhuriyetin temel değerlerini korumakla görevli ordunun hareketlerinin meşruluk taşıdığı görüşünü
225 Vural Savaş, Emperyalizmin Uşakları,3. Baskı, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 2005, s. 225. 226 Sami Kohen, “Ne darbe, ne şeriat”, Milliyet, 01 Mart 1997. 227 Ahmet Sever, Mine G. Saulnier, “Avrupa basınında ‘darbe’ havası”, Milliyet, 01 Mart 1997.
91
kabul etmiş görünüyorlar. Başbakan Necmettin Erbakan’ın bir hedefi var. O da Türkiye’nin islami gelenekleriyle Atatürk tarafından uygulanmaya konulmuş daha çağdaş değerlerin, özellikle demokrasinin, tarihi bir biçimde uzlaştırılması. İşin kaygı verici yanı Erbakan’la RP’nin İslami eğitimin yıllardır istikrarla yayılması sonucu, Türkiye’yi tehlikeli bir şekilde, artık dönüşü olmayan bir noktaya getirmiş olduğu [...] Türklerin çoğu laik düzenden yana. Laik partilerden oluşan başka bir hükümet kurmak demokrasiye aykırı olmaz, ama olgunlaşmış bir demokraside seçimle liderliğe yükselmiş kişiler bu tür kararları, ordunun dürtmesiyle değil, kendi iradeleriyle almalıdırlar.” 228 AB ülkeleri de Türkiye’de olup bitenlere kayıtsız kalmamış, basın yoluyla yapılan
yorumlarla tutumunu göstermeye çalışmıştır. The Wall Street Journal muhabiri Hugh Pope’a
göre, Ankara’daki diplomatlar “Türkiye’de laik ama otoriter bir yönetim yerine Müslüman
Demokrat bir hükümet görmeyi tercih edeceklerini” açıkça söylemişlerdir. AB’nin tutumu
konusunda basına yansıyan en önemli haber Turkish Daily News (TDN)’de çıkmıştır. Üst
düzey bir diplomat, TDN’a yaptığı açıklamada, AB ülkelerinin ordunun bir darbe
yapmayacağından tamamen emin olduğunu; krizin demokratik yollardan aşılmasının
Türkiye’nin AB üyeliği konusunda tereddüt edenlere çok olumlu bir işaret olacağını
söylemiştir. Haberin devamında, Türk siyasetini yakından izleyen Batılı gözlemcilere göre,
istikrarlı bir hükümetin kurulması halinde, orduyu sivil denetim altına sokacak yasaların
çıkarılması gündeme gelebilecekti.229
Fransa’nın Liberation gazetesi, haberine, “İslamcı Parti tehdit altında”, “Türk laikler,
İslamcı iktidara karşı saldırıya geçtiler” başlıklarını koymuştur. Le Monde gazetesi ise,
ordunun hükümet üzerindeki baskısını bırakmaya niyetli olmadığını, laik Türkiye ile Erbakan
arasındaki açık savaşın, hükümeti felce uğrattığını, Erbakan’ın iyimser demeçlerinin gerçeği
yansıtmadığını vurgulamıştır. 230
Öte yandan İngiliz gazeteci Edwards Mortimer olası bir darbe için şunları yazmıştır:
“Bir darbe olması muhtemel değil. 1960-80 arasındaki 3 darbe bugünkü krizi önleyemedi. Dolayısıyla komutanların bir dördüncünün başarılı olacağı düşünmeleri için sebep yok. Ancak ordunun tam bir sivil denetim altında olmayışı, Türkiye’nin AB
228 “Financial Times: Türkiye tehlikede” , Milliyet, 01 Mayıs 1997. 229 Şahin Alpay, “Batı ve ‘Darbe’’, Milliyet, 19 Haziran 1997. 230 Ahmet Sever, “RP’yi kapatma davasını Batı, farklı yorumladı”, Milliyet, 23 Mayıs 1997.
92
üyeliğinin engellerinden sadece biri. Eğer halen üye olmasaydı, Türkiye NATO’ya da alınmazdı.” 231 ABD’deki Uluslararası Stratejik Araştırmalar Enstitü’nden Philip H. Gordon’un
International Herald Tribune’da çıkan yorumu ise “darbe ihtimalinin hafife alınmayacağı”
noktasından hareket etmiş ve özetle şunları ifade etmiştir:
“Batılı liderler Türk askerlerini doğrudan müdahalenin sorunları daha da vahimleştirebileceği konusunda uyarmalı. AB, Türkiye’yi dışlamaktan vazgeçmeli. Batı Türkiye’de ekonomik reforma omuz vermeli. Hızla büyüyen ekonomi zamanla güçlü bir orta sınıfın doğmasını, aşırı partilerin zayıflamasını, askerin sivil denetim altına alınmasını ve temsili demokrasinin istikrar kazanmasını sağlayabilir. Batı’nın İslam dünyasındaki en önemli müttefikinin karşı karşıya olduğu tehlikeleri abartmak zor”.232 MGK toplantısı ile askerin Türk siyasi hayatındaki yeri de tartışılmaya başlanılmıştır.
Özellikle dış basının dikkat çektiği konuda, askerin halk tarafından seçilmiş hükümete baskı
uygulaması anti-demokratik olarak nitelendirilmiştir. ABD’nin The New York Times gazetesi,
Türkiye’de generallerin laikliği korumak uğruna vazifesi olmayan işlere karıştığını ima
etmiştir. Gazete, oyların beşte birini temsil eden Erbakan’ın, Atatürk tarafından sıkı bir laiklik
temeli üzerinde oluşturulan kurallara “düşüncesizce” meydan okuduğunu bildirerek, RP’nin,
özellikle kamu binalarında dini teşhir etme üzerindeki kısıtlamaları kaldırma gibi
girişimlerinin, laiklik yanlılarını rahatsız ettiğine dikkat çekmiştir. Yazıda oyunu demokratik
kurallar içinde oynamaya istekli olan Erbakan gibi İslamcı politikacıları bir tarafa atmanın,
Türkiye’deki İslamcı politikacıları daha radikalleştireceği uyarısında da bulunulmuştur. 233
Milliyet Gazetesi yazarlarından Yasemin Çongar, ABD Türkiye ilişkilerini yakından
izleyen bir gazeteci olarak köşesinde şöyle yazmıştır:
“Washington’un şu andaki olasılık hesaplarına temel oluşturan ve bir Türk gazeteciyle paylaşacak kadar anonimleştirebileceği bazı gözlemlerini ‘yorumsuz’ özetliyorum: Türk Genelkurmayı, RP’yi hükümetten uzaklaştırmaya kararlı, geri adım atmayacak, ancak ‘klasik darbe’ niyetlisi değil; Cumhurbaşkanı ya da TBMM Başkanı öncülüğünde geçici hükümet kurdurulması olasılığı var; Genelkurmay’ın elinde geçici hükümet için ‘aday listeleri’ olduğu söyleniyor; ‘Askerli süreç’, RP’nin ‘birinci parti’
231 Şahin Alpay, “Batı ve Darbe’’, Milliyet, 19 Haziran 1997. 232 Ibid. 233 Sema Emiroğlu, “Dış basından ordu yorumu”, Milliyet, 27 Mart 1997.
93
olmasının önünü kapayacak seçim yasası değişikliğini zorlayacak; bu esnada, RP destek yitirmiyor, aksine oyların artırdığı yönünde bazı gözlemler var, ‘askerli süreç’ uzadıkça, İslami kesimde radikalleşmenin yeni tohumları atılabilir, Türkiye uluslararası ilişkilerinde zemin yitirme riskiyle karşı karşıya, ‘askerli süreç’ merkez sağdaki liderlerin değişmesi sonucunu verebilir, Generaller merkezdeki siyasetçileri suçlarken, sivil siyasetin sınırlanması da yeni liderlerin çıkmasını güçleştiriyor. Türkiye’de çoğunluk, mutfağını, güvenliğini düşünüyor; adaletsiz dağılım, enflasyon, işsizlik, yolsuzlular ve Kürt sorunu Türkiye’nin dokusunu deşmeye devam ediyor.” 234
III. REFAHYOL HÜKÜMETİNİN SONA ERMESİ
07 Aralık 1996’da Ankara DGM Başsavcılığı, RP’nin Siyasi Partiler Yasası’na aykırı
faaliyetlerine ilişkin olarak hazırladığı bir fezlekeyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na
başvurmuştur. DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel imzasıyla hazırlanan 1996/5916 sayılı ve 5
Aralık 1996 tarihli fezlekede, aralarında Ankara Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan, Rize
Milletvekili Şevki Yılmaz, Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe ile Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Necati Çelik’in de bulunduğu RP’li yöneticilerin, çeşitli zamanlarda
yaptıkları konuşmalara atıfta bulunulmuş ve bu konuşmaların yazılı, sesli ve görüntülü
kanıtları sunulmuştur. 235
22 Mayıs 1997’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş, RP’nin temelli
kapatılması için Anayasa Mahkemesi’nde dava açmıştır. Savaş, kapatılma istemini, “RP’nin,
Anayasamıza göre değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan laik cumhuriyet ilkesine aykırı
eylemlerin odağı haline geldiğini ve giderek ülkemizi bir iç savaş ortamına sürüklediğini
açıkça göstermektedir” şeklinde açıklamıştır. Milliyet gazetesinde çıkan bir habere göre, 28
Şubat MGK Toplantısından sonra partinin kapatılmasına yönelik çalışma olduğu istihbaratını
alan RP yönetimi partinin hukukçular komisyonuna Yargıtay Başsavcılığı’ndaki gelişmeleri
takip etme ve savunmayı hazırlama görevi verildiği iddia edilmiştir. Yine aynı habere göre RP
komisyonun kapatma davasına karşı savunacağı tezler şöyledir:
234 Yasemin Çongar, “Askerli Süreç”, Milliyet, 31 Mart 1997. 235 “RP’ye kapatma yolu”, Milliyet, 07 Aralık 1996.
94
“MSP, 12 Eylül’de mahkeme kararıyla değil Konsey kararıyla kapatıldı. Sıkıyönetim mahkemesinde partinin kapatılması için açılan davada ise en büyük suçlama Konya mitingiydi. Mahkeme mitingin MSP’yi kapatacak bir suç olduğu sonucuna varamadı. Mahkeme, Konya mitinginden MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve o zamanki parti yöneticilerinin sorumlu olmadığı ortaya çıkınca beraat kararı verdi. Şimdiki yasal prosedüre göre partinin genel başkanı ve yetkili organlarının kararı ve eylemleri dışında hiçbir konuda partinin kapatılması mümkün değil. Sincan’daki Kudüs Gecesi, bir belediye başkanın konuşması, RP’li bir milletvekilinin açıklamaları kapatma nedeni sayılmıyor. Bunlar ancak açılacak davanın hukuki değil siyasi olduğunu gösterir. RP’yi ille de kapatmak istiyorlarsa Anayasa ve yasalarda değişiklik yaparak sadece RP’yi kapatacak bir hüküm getirirler ve kapatırlar. Onun tartışması da ayrı yapılır.” 236
RP’nin kapatılması için açılan dava, Avrupa basınında da geniş yer bulmuştur.
Belçika’nın La Libre Belgique gazetesi, “İslamcı Parti, adaletin hedefi haline geldi” başlığını
kullandığı haberinde, iktidardaki Refah Partisi’ni biraz daha yalnızlığa itmek için yeni bir
adım atıldığını belirtmiştir. Gazete, Türkiye’de adaletten çok ordunun, Atatürk’ün laiklik
mirasını korumak ve ülkenin İslamcı bir rejime kaymasını önlemek için çalıştığını yazmıştır.
Belçika’nın Le Soir gazetesi ise, “Asker adımlı demokrasi” başlığıyla yayınladığı yorumda,
Erbakan’ın iktidardaki bilançosunu olumsuz olarak adlandırmış, Türkiye’de önemli kararların
siviller yerine askerler tarafından alınmasını garip bir durum şeklinde tanımlamıştır. Geniş
halk desteğine sahip ordunun, Avrupa’dan dışlanma endişesiyle, tanklarını Ankara’nın
üzerine yollamadığını, bunun yerine, Erbakan’ı küçük düşürme yolunu seçtiğini vurgulan Le
Soir, “Siyasi İslamcılığı, Cumhuriyetin kurumlarına entegre etmek için yaşanan Türk
deneyimi başarısızlıkla mı sonuçlandı?” sorusunu ortaya atmıştır. 237
RP’nin kapatma davasından sonra, 21 Mayıs 2005 tarihinde DYP’li il başkanlarıyla
yapılan değerlendirme toplantısının ardından erken genel seçim kararı çıkması Refahyol
hükümetinin bitmek üzere olduğunu gösteren bir diğer olaydı. Milliyet gazetesinde yayınlanan
habere göre, Çiller’in RP ile ortaklığının devam etmesinin ancak başbakanlığın Haziranda
kendisine verilmesiyle mümkün olduğunu, aksi taktirde DYP Grubu’nu tutmakta
236 “RP’ye kapatma davası” ,Milliyet, 22 Mayıs 1997. 237 Ahmet Sever, “RP’yi kapatma davasını Batı, farklı yorumladı”, Milliyet, 23 Mayıs 1997.
95
zorlanacağını ifade ettiği iddia edilmiştir. Aynı haberde Çiller’in DYP Başkanlık
Divanı’ndaki konuşması şöyle aktarılmıştır:
“54. hükümet fiilen bitti. RP ile ortaklık sürecini bir hükümetin, yani 55. Hükümetin kurulması gereği vardır. Bu hükümet, protokol görüşmelerinde sağlanan mutabakat gereği başbakanlığın Çiller’e verilmesiyle kurulur. Türkiye, erken genel seçim ortamına girmiştir. Bu hükümetin 2000’e kadar sürmesi artık imkansızdır. Erbakan, başbakanlığı verirse Çiller’in başbakanlığında seçime gidilir. Bunun için Erbakan, Cumhurbaşkanı’na istifasını verir. Ardından Cumhurbaşkanı’na yazılı veya sözlü olarak bildirilir. Çiller’in başbakanlığında kurulacak DYP-RP koalisyonuna ilişkin uzlaşma, Cumhurbaşkanına yazılı veya sözlü olarak bildirilir. Çiller’in başbakanlığında hükümet kurulur, güven oylamasına gidilir. Bu hükümet kurulduktan sonra yeni seçim yasası, nüfus sayımı yasası, gurbetçilerin oy kullanabilmesinden ittifak kurulmasına ilişkin bir dizi konudaki uyum yasaları çıkartılır. Seçmen kütükleri güncelleştirilir. Böylece, seçime gidilir. Eğer Erbakan başbakanlığı vermezse, grup ve GİK toplantıları yapılır. Bu durum, koalisyon protokolünün ihlali sayılır. DYP, bu hükümetten çekilir. Parlamentodan alternatif çıkmazsa, Cumhurbaşkanı 116. Maddeyi işletir ve kuracağıı seçim hükümetiyle Türkiye’yi seçime götürür.” 238
29 Mayıs 1997’de yapılan toplantıda, Erbakan BBP’nin hükümete katılımı ile 1
Temmuz’dan itibaren Başbakanlığı DYP’ye vermeyi ve erken seçimin Ekim’de yapılmasını
kabul etmiştir.239 Hatta 15 Haziran 1997’de RP Grup Sözcüsü Süleyman Arif Emre, BBP’nin
Refahyol’a destek vermemesi halinde bile Erbakan’ın başbakanlığın devri için görevi
Demirel’e iade edeceğini belirtmiş ve şöyle konuşmuştur:
“RP, antidemokratik çözüme davetiye çıkarma yollarının kesilmesi, memleket siyasetinin demokratik istikamete yönlendirilmesi için fedakarlık yapmaya karar vermiştir. Başbakanın, başarılı bir hükümetin başında bulunduğu halde, önümüzdeki günlerde görevinden istifa ederek Cumhurbaşkanı’na beyanda bulunmasına iki parti karar vermiştir. İki parti, erken seçim yoluyla millete giderek ortaya atılan iddiaların millet tarafından yeniden değerlendirilmesini istemiştir. Türkiye’de darbeler ve muhtıralar devri bir daha gelmemek üzere geride kalacaktır.” 240
17 Haziran 1997’de Erbakan, Refah Grubunda yaptığı konuşma ile uğurlanmıştır.
Erbakan, hükümetin muhalefetin kısır çekişmelere ve yıpratma politikalarına karşın başarılı
hizmetler verdiğini belirtmiş ve konuşmasının devamında şunları söylemiştir:
“Bütün dış güçler birleşseydi, içerden verilen bu zarar kadar zarar veremezdi. Hizmetler devam edecek, halkımız daha çok refaha kavuşacak ve artık bugün 10-15
238 Aydın Hasan, “Erken seçim ufukta-DYP Lideri Çiller, Erbakan’dan başbakanlığı helikopterde istedi”, Milliyet, 23 Mayıs 1997. 239 Aydın Hasan, Utku Çakırözer, “Hoca’sız kutsal ittifak”, Milliyet, 30 Mayıs 1997. 240 “Hoca umudu kesti” Milliyet, 15 Haziran 1997.
96
kişiyle değişebilecek gibi görünen parlamento aritmetiğini bozmak için kimse aklına fesat getiremeyecek”.241
RP’nin kapatılmayacağını da savunan Erbakan şöyle konuşmuştur:
“Bu bir ilkelliktir. Bu kabil davranışlar demokrasiyle bağdaşmaz. Parti demek halk demektir. Kimse halkın kararını değiştirmek için duvarı yıkıp içeri girmesin. Eğer duvarı yıkıp içeri girip, düzenleme yapılmak isteniyorsa, orada demokrasi bulunmaz. Türkiye’nin gerçek demokrasiye ulaşmasında atılması gereken her türlü adımı atacağız.” 242
18 Haziran 1997’de Erbakan, 11 ay 10 gün süren Başbakanlık görevinden istifa
etmiştir. İstifasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e sunan Erbakan, yeni hükümet kurma
görevinin de DYP Lideri ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’e verilmesini istemiştir.
Demirel ise liderlerle istişareler yapacağını, bu yüzden de hemen görev vermeyeceğini
belirtmiştir.243 Ne var ki, Demirel hükümeti kurma görevini Çiller’e değil Yılmaz’a vermiştir.
241 “Erbakan ağlattı” ,Milliyet, 18 Haziran 1997. 242 “Erbakan ağlattı” Milliyet, 18 Haziran 1997. 243 “Erbakan: Görev Çiller’e” ,Milliyet, 19 Haziran 1997.
97
SONUÇ:
Erbakan siyasete ilk atıldığı günden beri benimsediği “Milli Görüş” davasıyla
tanınmaktadır. Bu dava yoluyla İslam’ı siyasallaştırmayı amaç edinmiş ve bu yolda
uluslararası platformda da aynı amacı taşıyan örgütlerle işbirliği içine girmiştir. 1996 yılında
iktidara gelmeden önce de bu amacını kamuoyunun önünde de dile getirmekten çekinmemiş
ve özellikle Batı karşıtı olduğunu seçim propagandası haline getirmiştir. Fakat yine de
seçimlerden ilk parti olarak çıkmayı başarmıştır. Bu noktada, kurulduğu günden bu yana
yüzünü Batı’ya çevirdiği iddia edilen Türkiye’nin Batı’ya sırtını çevirme riski gündeme
gelmiştir.
RP’nin 1995 genel seçimlerinden birinci parti çıkmasına rağmen, ilk hükümeti kurma
fırsatı bulamamıştır. Fakat RP ilk koalisyonun çabuk bitmesi fırsatını iyi değerlendirmiş ve
yapılan uzun pazarlıklar sonucunda, DYP ile koalisyon kurarak iktidara gelmiştir. İşte tam bu
sırada RP ile ilgili çekinceler birçokları tarafından özellikle TSK tarafından dillendirilmeye
başlanmıştır. Bu çevrelerin en büyük korkusu Erbakan’ın savunduğu İslam’a dayanan
görüşlerini hükümet politikası olarak uygulamasıdır.
Refahyol iktidarı dönemine baktığımızda Türk siyasal hayatında alışık olmadığımız
bazı değişiklikler gözlemlenmiştir. Bu değişikliklerden en önemlisi, basının günlerce
manşetlerine taşımasıyla Erbakan’ın yaptığı Asya gezileri kapsamındaki Müslüman ülkeler
olmuştur. Erbakan’ın iktidara gelir gelmez tüm baskılara rağmen gerçekleştirdiği İran’dan
başlayan gezileri ve yapılandırdığı D-8 projesi iktidar dönemindeki dış politikasına damgayı
vurmuştur. Bunlar arasında özellikle İran ve Libya’ya yapılan geziler dikkat çekmektedir.
Refahyol Hükümetinin iktidara gelmesinden beş yıl öncesine kadar, dünyadaki 186 ülkeden
hiçbirisi, başbakan düzeyinde, cumhurbaşkanı düzeyinde İran’a ve Libya’ya gitmemişti.
Diğer ülkeler gibi Türkiye’de bağımsız bir ülke olup, dış politikasını kendisi belirlemektedir.
Fakat iktidara gelir gelmez Türkiye’deki laik, demokratik rejimi değiştirmeye, bunun için
98
teröre başvurmayı kendine yöntem olarak seçmiş, Türkiye’deki terörle yakından ilişkisi
mahkeme dosyalarında kanıtlamış bir ülkeyi ziyaret etmek elbette ki birçok kesimin tepkisini
çekmiştir.
Bunun da ötesinde, Erbakan yaptığı gezilerde birçok sorunla karşılaşmıştır. Libya
gezisinde Kaddafi’nin tutumu, İran gezisinde PKK adına adımlar atılmaması ve Mısır’da
karşılaşılan protokol aksaklıkları özellikle basın tarafından günlerce gündemde tutulmuş ve
Erbakan’ı zora sokmuştur.
Erbakan’ın yaptığı ziyaretlerle birlikte, ziyaret sırasında ülke liderleri ile başbaşa
görüşmesi, dış politikanın kimin tarafından belirlendiği hakkındaki soru işaretleri ve kurumsal
açıdan farklılıklar Refahyol Hükümeti iktidarı sırasında dış politika adına dikkat çeken
değişikliklerdir. Koalisyon protokolüne göre, Dışişleri Bakanı Tansu Çiller iken Dışişleri’nde
RP daha belirleyici olmuş, hatta kimi zaman Dışişleri’ne haber vermeksizin RP’nin kendi
başına davrandığı görülmüştür. Dış politika bu alanda uzmanlaşmış, kurumlaşmış çevrelerin
dışında, özel temaslarla, gizli görüşmelerle, kurumsal çerçevenin dışında, kişisel ilişkilerle ele
alınmıştır. Dış politikayı yürütmede, Dışişleri Bakanı, Dışişleriyle fiilen ilgili-ayrı bir siyasal
partiden, koalisyon ortağı partiden bir Devlet Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı vardır.
Fakat, Refahyol Hükümeti iktidarı sırasında bütün bunların Türkiye’nin ulusal yararları
doğrultusunda, kesin, berrak bir çözüme kavuşturulmuş ortak bir dış politika anlayışı içinde,
eşgüdümle davrandıklarını söylemek gerçek dışı olacaktır. Bu durum, Erbakan ve Çiller’in
hükümet adına takındıkları tavırlarda ve verdikleri demeçlerde tutarsızlık yaratmıştır.
Refahyol Hükümeti iktidarının dikkat çekici diğer bir özelliği siyasi tarihimiz
boyunca, muhalefet ve iktidar çizgisinin tamamen çeliştiği, bir partinin kendisini ve ilkelerini
tamamen inkar etmiş olmasıdır. Erbakan, iktidara gelmeden önce ve hatta iktidardayken
birçok konuşmasında Batı karşıtlığını dile getirmiştir. Hatta sözkonusu İsrail, AB ve Çekiç
Güç olduğu zaman söylemleri sertleşmiştir. Fakat iktidarı sırasında bu söyleminin aksine
99
davranmakta çekinmemiştir. Bu özellik, diğer birçok iktidar sırasında görüldüğü halde,
Abdullah Gül’ün bunu medya yoluyla kamuoyuna duyurması şaşkınlık yaratmıştır. Bu
özelliği ile RP, siyasi tarihimizin en popülist ve oportünist partisi olma unvanını hak
etmektedir.
Erbakan iktidara gelir gelmez, dış politika adına gerçekleştirdiği icraatlar Türkiye’nin
yeni bir dış siyaset çizgisi takip edeceği, Avrupa ve özellikle ABD ile ittifaktan uzaklaşacağı
ve İslam Dünyası Liderliği’ne oynayacağı spekülasyonları ile gündeme oturmuştur. Fakat
bunlar spekülasyon olmaktan öteye geçememiştir. Erbakan Müslüman ülkeleri ile ilişkileri
geliştirmeye çalışırken, Batı ile olan ilişkilerde de özenli davranmış ve ilişkilerde zaman
zaman aksaklık olmasına rağmen radikal bir değişikliğe gidilmemiştir. Bu iktidar döneminde
de tartışmalarla bile olsa, Türk dış politikası, hedeflerini ve önceliklerini temelde korumuştur.
Bunun birkaç örneği şöyledir: Avrupa ile entegrasyon ve AB’ye üyelik için gerçekleştirilen
girişimler, ABD ile sürdürülen Çekiç Güç anlaşması, İsrail ile yapılan anlaşmalar ve
yoğunlaşan karşılıklı temaslar.
Bütün bunlar göz önüne alındığında, Refahyol iktidarı sırasında dış politikada önemli
değişikliklere gidilmediği görülmüştür. Fakat şu da bir gerçektir ki, tezde ana kaynak olan
gazete kaynaklarından hükümetin dış politikası abartılarak kamuoyuna yansıtılmıştır.
Refahyol Hükümetinin Müslüman ülkelere yaptığı ziyaretler büyük bir tehdit olarak
algılanırken, Batı ile ilişkiler yetersiz bulunmuştur. Böylesi bir algılama yanlıştır, çünkü
Erbakan siyaset sahnesine çıktığından itibaren Müslüman ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi
gerektiğini ve Türkiye’nin Batı’nın içinde yer almaması gerektiğini çoğu kez dile getirmiştir.
Bu açıdan, Erbakan’ın iktidara geldiği sırada, Müslüman ülkeler ile geliştirmeye çalıştığı
ilişkiler değil, Batı ile devam ettirdiği ilişkiler şaşırtıcıdır.
Sonuç olarak, Refahyol Hükümetinin uyguladığı dış politikada radikal bir değişiklik
olmadığından, uygulanan dış politikanın 28 Şubat MGK toplantısında alınan uyarı
100
niteliğindeki kararlarda etkili olduğunu söylemek doğru değildir. Kaldı ki alınan kararlarda
dış politika ile ilgili bir madde bulunmamaktadır. Öte yandan, giriş bölümünde belirtildiği
üzere 1990’larda, önceden sadece elitlerin elinde bulunan dış politika özellikle basın yoluyla
halkı da ilgilendiren bir konu haline gelmiştir. Yukarıda da incelendiği üzere, basın Refahyol
Hükümetinin hemen hemen hiçbir icraatını kaçırmamış ve birçok kez de abartarak
kamuoyuna sunmuştur. Bu anlamda demokratik ülkelerde dördüncü kuvvet olan medyanın,
Refahyol Hükümeti sırasında çok da fazla yapıcı olmadığı ve bunun sonucunda 28 Şubat
MGK toplantısında ve hükümetin yıkılışında etkisi olduğu aşikardır.
.
101
KAYNAKÇA
Kitaplar Akşin, Sina, Bülent Tanör, Korkut Bortav. Türkiye Tarihi 5, Bugünkü Türkiye 1980-1995,
der.Sina Akşin, İstanbul: Cem Yayınevi, 2000. Arı, Tayyar . Uluslararası İlişkiler ve Dış Politika, 4. baskı, İstanbul: Alfa Basım, 2001.
Arcayürek, Cüneyt. 28 Şubat’a İlk Adım, 1. baskı, Ankara: Bilgi Yayınevi, 2003.
Bölügiray, Nevzat. 28 Şubat Süreci-2 (Refahyol Dönemi), İstanbul: Tekin Yayınevi, 2000.
Çevizoğlu, Hulki. 28 Şubat, Bir Hükümet Nasıl Devrildi, 3.baskı, Ankara: Çeviz Kabuğu Yayınları, 2003.
Çiçek, Hikmet. İrticaya Karşı Genelkurmay Belgeleri, İstanbul: Kaynak Yayınları, 1997. Donat, Yavuz. Öncesi ve Sonrasıyla 28 Şubat, 1.baskı, Ankara : Bilgi Yayınevi, 1999.
Erbakan, Necmeddin. Türkiye’nin Temel Meseleleri, Ankara: Rehber Yayıncılık.
Erkaya Güven -Taner Baytok. Bir Asker Bir Diplomat,4.baskı, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2001.
Gönlübol, Mehmet vd. Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1995), der. Mehmet Gönlübol,
Ankara: Siyasal Kitabevi, 1996. Türköne, Mümtaz’er vd.. Siyaset, 1.baskı, der. Mümtaz’er Türköne, İstanbul: Lotus Yayınları,
2003.
Savaş, Vural. Emperyalizmin Uşakları,3. Baskı, İstanbul: Bilgi Yayınevi, 2005. Oran Baskın vd., Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar,cilt 1, der. Baskın Oran, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Oran Baskın vd., Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,
Yorumlar,cilt II,.7.baskı,, der. Baskın Oran, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001. Özcan, Gencer vd. Onbir Aylık Saltanat, 1. baskı, der. Gencer Özcan, İstanbul: Boyut
Kitapları, 1998.
Süreli Yayınlar
Fişek, Orhan. Erbakan: “Laikliğe karşı değiliz”, Devir, Sayı: 54, (Kasım 1973).
Göle, Nilüfer . “İslami Dokunulmazlıklar, Laiklik ve Radikal Demokratlar”, Türkiye Günlüğü. sayı 27, Mart-Nisan 1994.
Laçiner,Ömer .“Erbakan'ın Afrika Seferi ve Türkiye'nin "İtibarı”, Birikim, Sayı 90, Ekim1996
102
Meclis Görüşmeleri
TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 19, Toplantı 4, C. 85 (Mayıs 1995). TBMM Tutanak Dergisi, Dönem : 20 Cilt : 25 Yasama Yılı: 2.
World Wide Web (WWW) Babuna, Cahit. “ABD’nin 21. Yüzyıl Doktrini”,
http://www.yenimesaj.com.tr/index.php?sayfa=yazarlar&haberno=6113&tarih=2004-06-28, (12.10.2005).
Beriş,Yakup. Kıbrıs Kronolojisi,
http://www.tusiad.org/yayin/gorus/31/html/sec10.html, (29.09.2005) Çağrı, Erhan, “Türkiye’nin Karakterindeki Asyalı Boyut: Avrupa Birliği Üyeliği İçin Bir Engel
Ya da Kolaylık Mı?”, http://www.stradigma.com/turkce/subat2003/makale4.html, (12.01.2005).
Gökal, Erol. “Tamamlanmamış Bir Proje: Türk Uluslaşması”,
http://www.yarindergisi.com/yarindergisi2/yazilar, (15.09.2005). Gönültaş, Nuh. “Muhafazakar-Demokrat Kimlik ve Dış Politika”,
http://sonsaniye.net/yazioku, (17.09.2005) Konrad Adenauer, “Türkiye’deki Siyasal Ortam ve Medyanın Konumu (1983-1996)”,
http://www.konrad.org.tr/index.php?id=197, (07.06.2005). Pınarbaşı, Gülay. “Değişen Dünya’da Türkiye’nin Yerini RP Belirleyecek”,
http://www.gulaypinarbasi.com/islaminyukselisi/gp24degdunyarp.html, (19.08.2005) Taşar, Mustafa. “RP’nin GB ve AT Politikası”,
http://www.mustafatasar.gent.tr/yayinlar/refahgercegi/rpin.htm.,(17.08.2005). Taşar, Mustafa. Belgesel,
http://www.mustafatasar.gen.tr/yayinlar/refahgercegi/belgeler.htm, (29.06.2005). Taşar, Mustafa. “Refah Partisi ve IMF”,
http://www.mustafataser.gen.tr/yayinlar/refahgercegi/refahimf.html, (11.10.2005). 11 Kasım 1996,
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/aynitarih/1996/kasim1996/11-15kasim1996.htm, (02.06.2005).
1996,
http://www.geocities.com/almanakturkiye/1996.htm, (30.03.2005). 12 Ağustos 1996,
http://www.kronoloji.gen.tr, (23.06.2005)
103
11 Ocak 1997,
http://www.byegm.gov.tr/YAYİNLARİMİZ/ayıntarihi/1997/Ocak1997/11-15ocak1997.html, (11.07.2005).
1995 Yılı Genel Seçim Sonuçları,
http://www.belgenet.net/ayrinti.php?.yil_id=12, (19.08.2005). Abdullah Gül,
http://www.netbul.com/superstar/ozeldosyalar/siyaset/kimkimdir/abdullahgul.asp, (06.06.2005).
Aliyev-Erbakan görüşmesi,
http://www.bygegm.gov.tr/yayinlarimiz/TURKHABER/88/T2.htm, (02.06.2005). “Adım Adım İrtica”,
http://www.yhdhaber.com/yazi.php?yad=479, (23.06.2005). “Bir Müttefike davranmanın yolu bu değildir”,
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/disbasin/1996/10/11x10x96.txt, (06.06.2005).
Cevapsız kalan sorular,
http://www.mustafatasar.gen.tr/yayinlar/refahgercegi/cevapsiz.htm, (07.06.2005). Cihat,
http://www.tdk.gov.tr/tdksozluk, (23.06.2005). D-8 Ülkeleri,
http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/ekonomi/sayi7/d8.htm, (07.06.2005). “Erbakan mı Şerbakan mı?”,
http://www.millisimge.de/postakutus/erbakan_mi_serbakan_mi.htm, (31.05.2005). Erbakan Hükümeti Programı,
http://www.tbmm.gov.tr/ambar/hp54.htm, (02.06.2005). “Erbakan’ın Mısır Libya Gezisi, Şovenizmin dalgası ve hükümetin durumu”,
http://www.kurtuluş-online.com/eskisayilar/h-icin01_12-10-96/1-17,html, (03.03.2005) Erbakan Hükümeti Koalisyon Protokolü,
http://www.tbmm.gov.tr/ambar/KP54.htm, (05.03.2005). “İslah edilmez Kaddafi”,
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/disbasin/1996/10/11x10x96.txt, (06.06.2005).
104
İslam Konferansı Teşkilatı Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi, http://www.dpt.gov.tr/isedak/, (29.06.2005).
Laiklik,
http://www.ataturk.net/ilkeler/?sayfa=ailaiklik, (27.09.2005) Mesut Barzani,
http://www.kimkimdir.gen.tr, (03.01.2005). Necmeddin Erbakan,
http://www.kimkimdir.gen.tr, (18.08.2005).
Prof. Dr. Emin Çarıkçı ile yapılan söyleşi, http://www.ktuvakfi.org.tr/dergimiz/sayi5/4.htm, (03.06.2005).
Türk Dış Politikası,
http://www.tcberlinbe.de/tr/turkdis/genelyorum/gen10041.htm, (03.11.2004). Temmuz 1996,
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/AyinTarihi/1996/temmuz1996.htm, (01.06.2005).
Türkiye ve İran ABD’yi önemsemeyerek Ticaret Anlaşması imzaladı,
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/ disbasin/1996/10/08x10x96.txt., (08.07.2005). Türk-Yunan İlişkileri,
http://www.saemk.org, (10.10.2005). “ Yeni bir din savaşı arifesinde miyiz?”
http://www.byegm.gov.tr/YAYINLARIMIZ/disbasin/1996/10/02x10x96.txt, (03.06.2005).
Gazeteler
Milliyet-Zaman-Radikal-Hürriyet-Cumhuriyet-Yeni Şafak-Yeni Yüzyıl-Tercüman: 28 Haziran 1996-18 Haziran 1997 taraması
105
ÖZET
Dört bölümden oluşan bu tezde, Türkiye siyasi tarihine “postmodern” darbe olarak
geçen 28 Şubat 1997 Milli Güvenlik Kurulu Toplantısına gidilen süreçte, o günün Refahyol
olarak adlandırılan hükümetin dış politika icraatlarının ne kadar etkili olduğu araştırılmıştır.
Refahyol Hükümeti başlıklı ilk bölümde, RP’nin seçim propagandasında dış politika,
Refahyol Hükümetinin kuruluşu ve protokol ve programda dış politika incelenmiştir.
Refahyol Hükümeti 28 Haziran 1996’da DYP ve RP koalisyonundan oluşmuş, RP başkanı
Necmettin Erbakan Başbakan, DYP başkanı Tansu Çiller Dışişleri Bakanı olmuştur. Siyasete
atıldığı ilk günden beri dine vurgusu ile tanınan Erbakan, 1996 yılında iktidar olmadan önce
de seçim propagandalarında bu vurgusundan vazgeçmemiştir. Fakat, iktidara geldikten hemen
sonra hazırlanan hükümet programı ve protokolünde, Erbakan’ın iktidar öncesi radikal
söylemi biraz daha yumuşatılmış, toplumun hem dinci hem de laik kesimleri tatmin edilmeye
çalışılmıştır.
Müslüman ülkeler ve örgütlerle ilişkiler başlıklı ikinci bölümde ise, Refahyol
Hükümetinin iktidarı boyunca çeşitli Müslüman ülkeler ve örgütlerle kurduğu ilişkiler
incelenmiş ve Erbakan’ın iktidara gelir gelmez Müslüman ülkelere yaptığı geziler dikkat
çekmiştir. Üçüncü bölümde ise Refahyol Hükümetinin Müslüman olmayan ülkeler ve
örgütlerle ilişkileri incelenmiştir. Erbakan iktidara gelmeden önce Batı karşıtı bir söyleme
sahip olduğu halde, Batı ile ilişkilerde, zaman zaman aksaklıklar olsa da büyük değişikliklere
gidilmemiştir.
28 Şubat başlıklı son bölümde ise 28 Şubat’a giden süreç, 28 Şubat MGK
toplantısı ve Refahyol Hükümetinin yıkılışı incelenmiştir. Buna göre, Refahyol Hükümetinin
dış politikasının postmodern darbe olarak nitelendirilen 28 Şubat 1997 MGK toplantısında
alınan uyarı niteliğindeki kararlarda etkili olmadığı sonucuna varılmıştır. Refahyol Hükümeti
11 aylık süren iktidarından 18 Haziran 1997’de, Erbakan’ın istifa etmesiyle vazgeçmiştir.
106
ABSTRACT
Thesis examines as if the foreign policy of Refahyol Government (RG) effects the
meeting of National Security Council (NSC), which was held on 28 February 1997, called as
postmodern coup. The first part is titled as RG. In this part, the foreign policy in the election
propaganda of Welfare Party (WP), the building of RG and the foreign policy in the protocol
and program are examined. The RG is a coalition government with the attendance of the True
Path Party (TPP) and WP. The head of WP, Erbakan came to be the Prime Minister and the
head of the TPP, Çiller came to be the Minister of Foreign Policy. Erbakan has been
recognized with his emphasis on religion. He lasted this vision also in the propaganda of 1995
election. But after becoming the power, he softened his radical vision in order to satisfy the
religious and secular parts of the nation.
The second part called as the relations with the Muslim countries and associations
proves that Erbakan made visits to Muslim countries as soon as he came to the power. In the
third part, the relations with non-Muslim countries and associations are examined.
The last part titled as 28 February examines the path towards 28 February, the 28
February NSC meeting and the end of the RG. According to this, it is found out that the
foreign policy of the RG did not have any effect on the decisions that were taken in the NSC
meeting.