t.c. ankara Ünİversİtesİ

154
1 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAMÎ BİLİMLER (TEFSİR) ANABİLİM DALI BOYKOT DÖNEMİNDE NAZİL OLAN SURELERİN TESPİTİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ YÜKSEK LİSANS TEZİ ABDÜLVAHİD YAKUB SİPAHİOĞLU TEZ DANIŞMANI PROF. DR. HALİS ALBAYRAK ANKARA 2014

Upload: others

Post on 04-Nov-2021

16 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

1

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAMÎ BİLİMLER (TEFSİR)

ANABİLİM DALI

BOYKOT DÖNEMİNDE NAZİL OLAN SURELERİN TESPİTİ VE

DEĞERLENDİRİLMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ABDÜLVAHİD YAKUB SİPAHİOĞLU

TEZ DANIŞMANI

PROF. DR. HALİS ALBAYRAK

ANKARA 2014

Page 2: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

I

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TEMEL İSLAMÎ BİLİMLER (TEFSİR)

ANABİLİM DALI

BOYKOT DÖNEMİNDE NAZİL OLAN SURELERİN TESPİTİ VE

DEĞERLENDİRİLMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ABDÜLVAHİD YAKUB SİPAHİOĞLU

TEZ DANIŞMANI

PROF. DR. HALİS ALBAYRAK

TEZ JÜRİSİ ÜYELERİ İmza

………………………………………. ……………………

……………………………………..... ……………………

………………………………………. ……………………

TEZ SINAV TARİHİ

………………….

Page 3: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

II

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış

ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin

gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı

ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim (…./…./2014).

Tezi Hazırlayan Öğrencinin

Adı ve Soyadı

Abdülvahid Yakub

SİPAHİOĞLU

İmzası

……………..

Page 4: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

III

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR ........................................................................................................ V

ÖNSÖZ ...................................................................................................................... VI

GİRİŞ ........................................................................................................................... 8

1. Araştırmanın Konusu ve Önemi........................................................................ 8

2. Araştırmanın Yöntemi ve Kaynakları ............................................................. 13

BİRİNCİ BÖLÜM: BOYKOT HADİSESİNİN TARİHİ ARKA PLANI ................. 26

1. Kureyş Muhalefetinin Yapısı .......................................................................... 26

2. İslam’ın Mekke Toplumsal Yapısına Etkisi .................................................... 37

3. Boykot Kararının Sebepleri............................................................................. 45

İKİNCİ BÖLÜM: MEKKÎ SURELERİN KRONOLOJİSİ ve BOYKOT YILLARI 55

1. Surelerin Nüzul Zamanları .............................................................................. 59

1.1. Mevdudi’nin Nüzul Sıralaması Değerlendirmeleri ..................................... 59

1.1.1. Nüzul zamanını Tespit Yöntemi .......................................................... 60

1.1.2. Mevdudi’ye Göre Üçüncü Dönemde Nazil Olan Sureler .................... 62

1.2. Muhammed Abid el-Cabiri’nin Nüzul Sıralamasını Tespit Yöntemi ......... 66

1.2.1. Nüzul Zamanını Tespit Yöntemi .......................................................... 67

1.2.2. Cabiri’ye Göre Boykot Döneminde Nazil Olan Sureler ...................... 72

2. Mevdudi ve Cabiri’nin Yöntemlerinin Karşılaştırılması ................................ 74

3. Boykot Öncesi Nazil Olan Sureler .................................................................. 76

4. Boykot Dönemi Nazil Olan Sureler ................................................................ 78

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SURELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ................................. 80

1. Boykot Sürecinin Değerlendirilmesi ............................................................... 80

2. Boykot Sureleri Hakkında Genel Bir Değerlendirme ..................................... 93

2.1. Mümin Suresi .............................................................................................. 94

2.2. Fussilet Suresi .............................................................................................. 97

2.3. Şura Suresi ................................................................................................... 99

2.4. Zuhruf Suresi ............................................................................................. 101

2.5. Duhan Suresi ............................................................................................. 102

2.6. Casiye Suresi ............................................................................................. 103

Page 5: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

IV

3. İki Ana Muhatap ve Boykot Öncesi Sureler ................................................. 105

3.1. Müşrikler ................................................................................................... 106

3.1.1. Şirk ve Siyasi Tavır ............................................................................ 106

3.1.2. Batıl Delillerle Tartışma “108 .......................................................... ”جحد

3.1.3. Müşrik Muhalefetin Durumu: Çok Seslilik........................................ 113

3.2. Hz. Peygamber .......................................................................................... 118

3.2.1. Hz. Peygamber’in Müşrikler Karşısındaki Konumu .......................... 118

3.2.2. Hz. Peygamber’in Vahiy Karşısındaki Konumu ................................ 119

3.2.3. Hz. Peygamber’e Yönelen Temel Uyarı: Şüpheye Düşme- Uzlaşma 122

3.2.4. Hz. Peygamber’in Müminlere ve İnkârcılara Karşı Tavrı ................. 124

4. Muhatapları İtibariyle Boykot Dönemi Sureleri ........................................... 126

4.1. Müşrikler ................................................................................................... 127

4.1.1. Tartışmacı Tavır ve Allah Hakkındaki Zanları .................................. 127

4.1.2. Nübüvvet Makamı Hakkındaki İddiaları ........................................... 129

4.1.3. Vahiy Karşısındaki Durumları ........................................................... 130

4.2. Hz. Peygamber ve İnananlar...................................................................... 131

4.2.1. Temel Tavır: Dini Allah’a Has Kılmak ve “Şeriata Uy” Emri .......... 131

4.2.2. Müminlerin Durumu .......................................................................... 137

SONUÇ .................................................................................................................... 141

KAYNAKÇA ........................................................................................................... 144

ÖZET........................................................................................................................ 152

ABSTRACT ............................................................................................................. 153

Page 6: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

V

KISALTMALAR

AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

bkz. : Bakınız

c. : Cilt numarası

çev. : Çeviren

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

DİA : Diyanet İslam Ansiklopedisi

TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

Hz. : Hazretî

s. : Sayfa numarası

(sav) : Sallallâhu Aleyhi ve Sellem

sad. : Sadeleştiren

sy. : Sayı

thk. : Tahkik eden

b. t. y. : Basım tarihi yok

Tkd. : Takdim

Yay. : Yayınları

Page 7: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

VI

ÖNSÖZ

Sözlü bir hitabın yazılı kaydı olan Kur’an-ı Kerim’in, ilk muhataplarına

doğrudan hitap ettiği ve kendilerine yönelik yoğun atıflarda bulunduğu aşikârdır. Bu

atıfların yanı sıra kısa ve öz ifadelerle konuşan Kur’an; ilk muhatabının kafasında yer

alan kodlamaları kullanarak onların günlük dilinin pratikleri ile hareket etmiştir.

Başından sonuna sıradan bir kitap gibi okunmaya uygun olmayan sure ve ayet tertibi,

okuyucuyu şaşırtacak bir şekilde sürekli olarak değişen konularıyla; Kur’an’ın bir

canlı hitab oluşundan kaynaklanmaktadır.

Hitap, muhatabının kafasındaki ifade pratiklerini kullanarak insanları aciz

bırakan bir söz olmuştu. İşte bu gibi sebeplerle bir hitabı en iyi o hitaba muhatap

olanların anlayacağı fikriyle yola çıkan bu çalışmamız; öncelikle bir Müslüman

olarak Kur’an-ı Kerim’i nüzul ortamında nasıl anlaşıldığını kavrayarak anlamak ve

onu fikir dünyamızda olması gerektiği yere koyma hedefinin ilk adımı

hüviyetindedir. Ümidimiz ve duamız Allah’ın inayetiyle bu nevi çalışmalarımızı

kararlılıkla sürdürüp bu alanda attığımız bu ilk adımın devamını getirebilmektir.

Çalışmamı hazırladığım yaklaşık bir buçuk yıllık süre zarfında beni sabırla

dinleyen ve tavsiyeleri, yönlendirmeleri ile bu çalışmanın ortaya çıkmasına en büyük

katkıyı sunan değerli danışman hocam Prof. Dr. Halis Albayrak’a teşekkürü bir borç

bilirim. Ayrıca lisansüstü düzeyden başladığım Tefsir anabilim dalı çalışmalarında

belirli bir bakış açısı, literatür bilgisi ve İslami ilimler vizyonu kazanmamda emeği

büyük olan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı’nın değerli

hocaları; Prof. Dr. Salih Akdemir, Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Prof. Dr. Mehmet

Akif Koç ve Prof. Dr. Mehmet Paçacı hocalarıma ve Erciyes Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi öğretim üyesi hocam Doç. Dr. Şahin Güven’e de ayrıca teşekkürü bir borç

bilirim.

Page 8: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

VII

Bütün eğitim hayatım boyunca benden desteklerini esirgemeyen değerli

aileme: ilk hocalarım babam Celalettin Sipahioğlu ve annem Nimet Sipahioğlu’na ve

kıymetli kardeşlerime de şükranlarımı arz ediyorum. Ayrıca süreç boyunca destekleri

ile faydalı bir tez çalışması ortaya konabilmesi için benim gibi genç araştırmacılara

ilgi gösterip maddi ve manevi destek veren; Uğur Altun, Hikmet Yıldırım, Metin

Mahitapoğlu ve Hasan Gültekin ağabeylerime ve benim için destekleri çok kıymetli

olan Cenk Beyaz kardeşime de teşekkür ediyorum.

Abdülvahid Yakub Sipahioğlu

Ankara 2014

Page 9: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

8

GİRİŞ

1. Araştırmanın Konusu ve Önemi

Kur’an’ın belirli bir dönemde inen belirli bölümünü konu alarak yapılan

çalışmalar temel bir varsayıma dayanmaktadır. Kur’an; nazil olduğu 23 yıllık sene

zarfında canlı bir hitab olarak, muhataplarının davranışlarına, toplumsal olgularına ve

zihin dünyalarına verilen bir cevap hüviyetine sahiptir. Bu cevap olma hüviyeti nüzul

yıllarını dolduran hadiselerin birer sonucu olarak İslam toplumunun doğuşuna

kaynaklık etmektedir.

Temelde iki tip muhatabı bulunan Kur’an inananlar ve inkârcıların hem kendi

içlerinde yaşadıkları hem de birbirleri ile yaşadıkları durumları ele almış, bu

durumlara ilişkin yönlendirmelerde bulunmuş ve muhataplarının bu yönlendirmelere

verdikleri cevaplar Kur’an’ın bir sonraki hitabının şekillenmesine katkıda

bulunmuştur.

Olgularla kurduğu canlı iletişiminde Kur’an; özü itibariyle uluhiyet,

rububiyet, nübüvvet, ahiret, tevhid başlıkları ile özetleyebileceğimiz temel mesajını

aktarırken muhataplarının durumunu gözetmiş ve mesaj; zeminde karşılığı olan bir

üslup ve muhteva ile nazil olmuştur. İlk nazil olan ayetlerde/surelerde işlenen

konular ile zaman içerisinde anlatımı yoğunlaşan konulara baktığımızda bu durumu

kolaylıkla görebiliriz.

Nitekim Kur’an’ın ilk surelerinin muhtevasına ilişkin Fazlur Rahman’ın

yorumu şu şekildedir:

Kur’an’ın ilk inen sureleri açıkça göstermektedir ki, o toplumun vahim meseleleri,

şirk, fakirlerin sömürülmesi, ticari ahlaksızlık ve topluma karşı genel bir

Page 10: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

9

sorumsuzluktur (Kur’an’ın bütün bunları birbirine bağlı sorunlar olarak gördüğüne

dair yeterince delil olduğu kanaatindeyiz).1

Burada meseleyle alakalı olarak yalnızca surelerin içerdiği konulardan değil

kullanılan kavramlar ve hitabın üslubundan da bahsetmek gerekmektedir. Özellikle

muhatapların Kur’an karşısındaki konumlarını ifade eden kavramların kullanımında;

içlerinin doldurulması itibariyle zaman zaman anlam daralmaları yahut genişlemeleri

şeklinde gözlemleyebileceğimiz bir farklılık göze çarpmaktadır. Bunda etkili olan

tabi olarak o an hitap edilen ortam veya atıfta bulunulan hadisenin taraflarının

durumudur.

Denilebilir ki; müşriklerin içinde bulundukları durum, başından beri şirk olsa

da onların Kur’an karşısındaki durumlarını ifade eder anlamıyla müşrik kelimesinin

kendisiyle kast edilen bu anlamı, daha doğrusu şirk koşanların “مشركون” olarak

isimlendirilmeleri, Kureyş’in; Kur’an’ın hakikatine vakıf olduktan sonra onu inkâr

etmede ve Allah’ın dışında taptıkları, ilah edindikleri nesneleri sahiplenmede

gösterdikleri inat ile ortaya çıkmıştır. Ve ancak inanmayacağı kesinleşen, kör, sağır,

kalpleri kapalı olarak tarif edilen kimseler; aslında bu dönemlerde böyle kimselere

dönüştükleri için belirli bir sürecin sonunda Kur’an onlar hakkında bu gibi ifadeler

kullanmaya başlamıştır. Bir topluma hayatlarını kökten değiştirecek bir mesajı

iletmek, hele ki bu mesaj bir şeriat olacaksa bir çırpıda iletmek veya daha başlangıçta

muhatapları inanmayan kimseler olarak addetmek yanlış olur. Hitabet sanatının

gereği olarak hitabın şekli ve mesajın aktarılma üslubu muhatapların tepkilerine göre

şekillenir.

Söz gelimi şöyle bir soru soralım: şayet Mekkeliler Urve’nin mektubunda

anlatıldığı gibi imanın kıyısına yaklaştıkları rivayet edilen 2 bisetin ilk yıllarında

1 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, çev. Hayri Kırbaşoğlu-Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu

Yay., Ankara 1999, s.56.

2 Çalışmamızın ilk bölümünde değineceğimiz bu mektup şu şekildedir: “Hişam b. Urve, babası

Urve’nin Abdulmelik b. Mervan’a şu mektubu yazdığını rivayet eder: Tanrı, hidayet ve nurdan ibaret

olan Kuran ayetlerini indirerek onu elçisi diye gönderir. O, ilk önce dine davet ettiği vakit kavminden

uzaklaşmadı. Onların put ve ilahlarını(tavağıt) ayıplayıncaya kadar bu hâl devam etti. Az kalsın kavmi

onun sözlerini dinleyeceklerdi. Bu sırada Kureyş’ten bazı kimseler Taif’ten geldiler. Onlar, kendileri

Page 11: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

10

Taif’ten gelen iki adamın kışkırtmasına kanmayıp iman etmiş olsalardı durum nasıl

şekillenirdi? Bunun nasıl olacağına dair bir varsayımda bulunmak zordur. Ancak net

bir şekilde ifade edebiliriz ki iman etmiş olmaları bir ihtimaldi ve Kur’an karşısında

muhataplarının aldıkları tavır her bir kırılma anında farklı ihtimaller de söz konusu

iken bugün gerçekleştiğini okuduğumuz hadiseler cereyan etmiştir.

Bugün okuduğumuz hadiseler, Kur’an’ın nazil olduğu ortamı şekillendiren

olaylar olarak temelde Hz Peygamber (sav) ve Kur’an’a yönelen; müşrik Kureyşliler,

Yahudiler ve kısmen de olsa Hıristiyanlar tarafından ortaya konan düşmanlıkla

şekillenmişlerdi.3 Bu düşmanlığın ürettiği karşı duruş Kur’an’ın ve Hz Peygamber’in

(sav) konumuyla etkileşim içerisine girerek nüzul ortamını şekillendirmede başat bir

rol oynamıştır.

Elbette ki burada sadece Kur’an’a düşman olanların davranışları değil hem bu

düşmanlık karşısındaki tutumları hem de Kur’an’ın mesajını hayatlarına aktarırken

yaşadıkları hadiselerle müminlerin durumu da en az Kur’an’ın düşmanlarının

oynadığı rol kadar etkin bir konumdadır. Nitekim Medine dönemi surelerinde;

Mekke döneminde okuduğumuz, müşriklerin tutumlarına yönelik, yoğun atıfların

yerini Yahudiler ve müminlerin durumlarına yapılan atıflar almıştır.

Tüm bunların yanında Kur’an hitabının şekillenmesinde hitap ettiği ortamın

olgularından kaynaklanan tek yönlü bir etkilenme değil Kur’an’ın da olgulara

yönelttiği müdahalesiyle bir karşılıklılık söz konusudur. Binaenaleyh vaka; asıl

mesajın aktarımında üslup ve muhtevanın hitap edilen ortam ile hitabın birbirlerine

muhtelif zaviyelerden tesir ettikleri canlı bir iletişimin gerçekleşmiş olduğudur.

ile birlikte mal ve para getirmişlerdi. Taif’ten gelen bu zatlar, Tanrı elçisinin davetini reddettiler; O’na

karşı şiddet gösterdiler. Tanrı elçisinin sözlerini nefretle karşıladılar. Kendilerine itaat edenleri Tanrı

elçisinin aleyhinde harekete geçmeye isteklendirdiler. Onların propagandası tesiriyle bütün halk, Tanrı

elçisine karşı cephe aldı. Ancak Tanrı tarafından korunanlar, bu harekete katılmadılar. Fakat onların

sayısı azdı. Tanrı elçisi, Tanrı’nın takdir ve tayin ettiği müddet bu halinde yaşadı. Bundan sonra

Kureyş’in ileri gelenleri İslamiyet’i kabul etmiş olan oğul ve kardeşlerini ve kendi soylarından

olanları dinlerinden ayırmak için her türlü zorluklara, fitne ve belalara katlandırdılar.” Taberi,

Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan- Ahmet Temir, MEB, Ankara 1991, 2/142-

144.

3 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.56.

Page 12: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

11

Kur’an hitabının tarihsel çevresine ve hitap ile muhatap arasındaki canlı

ilişkiye ilk işaret edenler klasik dönemden çıkmıştır. Bunların başında kendi

döneminin sınırlı talebini bir şekilde aşan, kendi zamanında cılız kaldığından olsa

gerek, İslam dünyasında çok geç bir zamanda adeta yeni bir keşif gibi farkına varılan

Şatıbi (h.790); nüzul ortamının bilgisine ulaşma ihtiyacını net bir şekilde vurgulamış

ve klasik usulü aşan bir talepte bulunmuştur:

Kuranı anlamak için gerekli ilimlerden biri de Kuranın indiği sırada mevcut bulunan

söz, fiil ve hareket tarzlarıyla ilgili Arap adetlerini bilmektir. Özel bir nüzul sebebi

yoksa Kuran ilmine dalmak isteyen kimse için bu bilginin olması zaruridir.4

Şatıbi’nin tarih içinde cılız kalmış gibi görünen sesine yer yer eşlik eden

başka sesler duymak da mümkündür. Ebu’l-Hayyan’ın (h.745) “bu dil onların dili,

muhit onların muhiti, beyan onların beyanı idi” ifadesini bu bağlamda zikretmek

gerekir.5 Ortaya konan bu görüş, bu şekliyle ardına düşülüp Kur’an’ın anlaşılması

konusunda bir usul olarak denenmiş değildir. Ancak muhtelif Kur’an

araştırmalarında ve tefsir çalışmalarında bu usulün imkânlarını arayan çalışmalar

giderek artmaktadır. Neticede bugün vahyin indiği topluma göre çok fazla

değişikliğe uğramış bir toplumsal dokuya sahip olan bugünün Müslüman toplumları

için Şatıbi’nin bahsettiği ihtiyaç, onun konuştuğu günden daha yoğun bir şekilde

kendini hissettirmektedir. Ve bu durum Kur’an’la ilgili yeni bir tasavvuru

gerektirmektedir. Nitekim temelde mesele bugünün düne nazaran değişmiş olan

parametreleriyle bir okuma gerçekleştirmektir.6

Yeni parametreler üzerinden gerçekleşecek bir okuma; Kur’an’ı çevreleyen

klasik usulün kendi dönemine ait anlama usulünü aşacak ve Kur’an hakkında yeni bir

tasavvur inşa edecek bir okuma olmalıdır.7 Diğer bir ifadeyle bu inşa ile Kur’an’ın

4 Ebu İshak Şatıbî, el-Muvafakat: İslami ilimler Metodolojisi, çev. Mehmet Erdoğan, İz Yayıncılık

İstanbul 1993, 3/335.

5 Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak- Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, Ankara

Okulu Yay, Ankara 2013, s.62.

6 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, çev. Alpaslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yay, Ankara

2007, s.78.

7 Halis Albayrak, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, Şule Yay., İstanbul 2011, s.23-24.

Page 13: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

12

sahabenin zihnindeki tasavvurunu8 yakalamak adına aslında onu sadece korumak

maksadıyla oluşturulmuş mushaf tertibini 9 aşarak iniş sürecinin tarihi zeminine

paralel bir okumadan bahsediyoruz. Esasında yapılması teklif edilen okuma yeni bir

bilgi türü oluşturmak değil yeni bir sunum biçimidir.10

Nasr Hamid Ebu Zeyd Kur’an’ı edebi olarak incelemek gerektiğinden

bahseder.11 Kur’an’ı edebi olarak inceleme teklifi; yazarın eserini yazdıktan sonra

karşı karşıya kaldığı akıbetten de anlaşılacağı üzere Müslümanların Kur’an ile ilgili

kodlarını sert bir şekilde zorlamıştır. Ve belki de belirli bir süre daha enine konuna

ele alınacak gibi durmamaktadır. Cabiri ise bu noktada Kur’an’ı tanımlamaktan

bahseder. Bu tanımlamada Kur’an’a yönelen bir felsefi cesaretin olması gerektiğini

söyleyen Cabiri,12 Kur’an’ı çevreleyen geniş literatürün çöpe atılmaması gerektiğini

ancak bünyesinde barındırdığı ideolojik ve tarihsel boyutlarını ayıklamak ve

Kur’an’a doğrudan uzanırken onu açıklamak maksadıyla oluşturulmuş külliyatı

pratik olarak kullanmak gerektiğini söylemektedir.13

Kur’an’ın anlaşılmasıyla ilgili burada aktardığımız değerlendirmelerin

temelinde Kur’an’ı iki kapak arasında bir mushaf olarak ele alıp öylece tanımlamak

yerine; çözümlerinde indiği dönemin özelliklerinin bulunduğu fikri14 ile onun ilk

inmeye başladığı günden mushaf haline geldiği zamana kadar olan oluşum sürecini

ele alıp geçirdiği aşamaları anlamaktan hareket eden bir tanımlama düşüncesi

8 Halis Albayrak, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, Şule Yay., İst. 2011, s.18.

9 Mesut Okumuş, Kur’an’ın Kronolojik Okunuşu-Muhammed İzzet Derveze Örneği, Araştırma Yay.,

Ankara 2009, s.16.

10 M.Akif Koç, “Tefsirde Bir Yöntem Esası Olarak Kur’an Kronolojisi Meselesi İsimli Tebliğin

Müzakeresi”, Kur’ân Nüzûlünün Mekke Dönemi Sempozyumu, Çorum Belediyesi Kültür Yay., Çorum

2013, s.230

11 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı: Metim Anlayışımız ve Kur’an İlimleri Üzerine,

Kitabiyat, Ankara 2001, s.31.

12 Muhammed Âbid el-Cabiri, Fehmu’l-Kur’an-Siyer Eşliğinde Kur’an’ı Anlamak, çev. Muhammed

Coşkun, Mana Yayınları, İstanbul 2013, 1/7.

13 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/8.

14 Salih Akdemir, “Kur’an’ı Anlamada Tarihsellik ve Bütünsellik Sorunu”, Kur’an’ı Nasıl

Anlamalıyız [Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri], KURAV Yay., Bursa 2005, s.114

Page 14: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

13

bulunmaktadır. 15 Bu aşamaların tespiti ve değerlendirilmesinde temel maksat

Kur’an’ı; elçisi, inananları ve inkârcıları arasında cereyan eden hadiselerle ve daha

da ötesi nüzul ortamını oluşturan bütün olgular ile ele alarak indiği dönemin içinde

aldığı konumu kavrayıp; bu konumun bugünün değişen dünyasındaki yerini görmeye

katkısının olup olamayacağına dair bir ipucu ortaya koymaktır.16

Araştırmamızın konusu olan boykot yıllarının içinde bulunduğu Mekke

dönemi; tarih kaynaklarında tasnif edilmemiş ve sınırlı bir anlatımla okunmasına

karşın Kur’an’ın azımsanmayacak bir kısmının indiği zemindir. Kur’an hitabının ilk

örneklerinden başlayarak karşısında düşmanların belirdiği, inananların ve Hz

Peygamber’in (sav) çok zor şartlar altında bu mesajı taşımak için gayret ettikleri

Mekke dönemi; bahsettiğimiz yöntemin tesis edilebilmesi için öncelikle tetkik

edilmelidir. Biz de bu gereklilikten hareketle hitabın şekillenmesi ve tarihsel zeminle

ilişkisini görebilmek adına Mekke’yi ve Mekke içinde özel bir yere sahip olduğunu

düşündüğümüz boykot yıllarını bu minvalde incelemek üzere çalışmamızı kaleme

aldık. Zannediyoruz esaslarını tafsilatlı olarak aktardığımız yeni yöntemin tespitinde

bu yıllar üzerinde gerçekleşecek bu araştırmada önemli ipuçları doğacaktır.

2. Araştırmanın Yöntemi ve Kaynakları

Genel bir bakış açısı sağlayan ancak Kur’an ile yüzleşmesi tamamlanmamış

olan Kur’an’ın tarihle olan ilişkisine dair aktardığımız değerlendirmelerin sıhhatini

doğrulamak için Kur’an’ın anlaşılması konusunda getirdikleri teklifin vaat edileni

verip vermeyeceğini görmek adına somut adımlar atılmalıdır. Bu somut adımların

ilki; Kur’an’ın tarihle kurduğu ilişkinin nasıl olduğunu ve metin ile olgu arasında

olduğunu düşündüğümüz ilişkinin derecesini tespit etmek olmalıdır. Zira Kur’an

metninde bulunan ve mesajın ana yapısını teşkil eden kısmı ile metnin tarihe ait olan,

hitabın nüzul tarihi ile sınırlı olan kısmını iyi tespit etmek gerekmektedir.

15 Cabiri, Kur’an’a Giriş, çev. Muhammed Coşkun, Mana Yay, İstanbul 2011, s.21.

16 Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.63-64.

Page 15: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

14

Bu hususta Fazlur Rahman’ın ikili hareket olarak tercüme edilen bugünden

Kur’an’ın nüzul tarihine gitmek ve o günden de bugüne gelerek iki zaman diliminin

birbirine göre karşılığını bulmak anlamındaki şu değerlendirmelerini kaydedebiliriz:

…ilk hareket [özelden genele] Kur’an’ın bazı ayetlerinden onun genel ilkelerinin,

değerlerinin ve uzun vadeli gayelerinin ortaya çıkarılıp sistemleştirilmesine

yöneliktir. İkinci hareket ise [genelden özele]çıkarılan bu genel görüşten, şimdi

kendi zamanımızda formüle edilerek uygulanması gereken, şu andaki duruma

yöneliktir.17

Müellifin öngördüğü bu ikili hareket esasında Kur’an metninde ve metnin

ilintili olduğu olgularda belirgin bir tasnif/kategorizasyon yapmayı gerektirmektedir.

Hukuk, ahlak, siyaset, iktisat vs. gibi bugünün düşüncesini oluşturan kategorilere

denk gelen bir çıkarım yapmak bu ikili hareketin işleyişinin temelidir. Bununla

beraber müellif bu hususta önemli bir ayrıntıya dikkat çekmektedir. Bu ikili

hareketin gerçekleştirilmesinde tutarlılığı sağlayabilmek için Kur’an’ın bir bütün

olarak okunması ve ele alınması gerekmektedir. Nitekim Fazlur Rahman Kur’an’ın

bir bütün olarak anlaşılmasının geçmişte de ihmal edildiğini belirtmektedir.18

Müellifin bahsettiği anlamda Kur’an’ın bütüncül olarak algılanması

konusunun temelde Kur’an’dan alınacak ilkelerin, onları ihtiva eden bütünlüğün

içinde asıl anlamlarını kazandıkları fikrinden doğduğunu düşünüyoruz. Zannediyoruz

esasında müellifin bu talebi Kur’an’ın başlı başına ne olduğunu yeniden düşünmek

ve onun kendi nüzul ortamı ile kurduğu ilişkiyi ona atfedilecek kimlik üzerinden

tetkik etmek anlamına gelmektedir.

Kur’an’ın ne’liği hakkında, Müslümanların kafasında bugün hâkim olan pek

çok kodun arasında konumuz dâhilinde olan birkaç tanesinden bahsetmek

gerekmektedir. Öncelikle Kur’an bugün iki kapak arasında, Fatiha suresinden Nas

suresine kadar Mushaf tertibi ile ayetleri sıralanmış ve bu düzende okunan bir

kitaptır. Ancak bu haliyle onun tarihine inmek isteyen araştırmacılara pek verimli bir

17 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.58.

18 Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.57.

Page 16: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

15

zemin sağlamamaktadır. Bu sebeple Fazlur Rahman’ın bahsettiği ikili hareketi

gerçekleştirmek için yeni bir teklif getirmek gerekmektedir.

Bu konuda Cabiri’nin yukarıda bahsettiğimiz Kur’an’ı mushaf oluncaya

kadar geçirdiği aşamalar üzerinden tanımlamak teklifi ilgi çekicidir ve esasında

bizim de çalışmamıza kaynaklık edecek olan ve müellifin bu teklifinin aynı zamanda

başlangıç noktası olan görüşleri şu şekildedir:

Kur’an’ı iki kapak arasında bir metin olarak ele alıp öylece tanımlamak yerine, ilk

inmeye başlamasından itibaren tam bir Mushaf haline gelmesine kadar geçirdiği

aşamaları anlamaya çalışmaktan hareket ederek tanımlama yapmak gerekmektedir.

Kur’an’la kurulacak bu ilişki biçimi, metnin oluşumunu ve yapısını anlamaya önem

verir. Metnin oluşum ve yapısı ise hem onun kendi içindeki gelişim hareketlerini

gözlemleyerek hem de insanlar arasındaki varlığının tekâmül etme süreci boyunca

onunla (dış müdahalelerden korunmuş bir metin olarak) kurulmuş olan ana ilişkinin

biçim ya da biçimlerini inceleyerek anlaşılacaktır.19

Başlangıçta ifade etmiş olduğumuz hitabın şekillenmesi meselesinin bir başka

boyutu da Cabiri’nin bu tanımında kendini bulmaktadır. Metnin oluşum süreci daha

önce de bahsettiğimiz gibi Kur’an’ın hitap ettiği ortamın olguları ile girdiği

diyalektiği20 ifade etmektedir.

Metnin oluşum sürecini takip etme fikri ilk olarak oryantalist çalışmalarda

ortaya atıldı. Oryantalist Kur’an araştırmalarının arka planında; “ilahi vahiy ürünü

olmayan” Kur’an’ın hangi fikri altyapıdan beslendiği ve onun kendi tarihine

yönelttiği atıflarının arkasında özellikle Hz Peygamber’in (sav) hangi kaynaklardan

beslenerek ve hangi amaçları güderek bu metni oluşturduğu sorusu vardır. Kimi

araştırmacılar için Kur’an Yahudi kaynaklardan iktibas edilmiş, kimileri içinse

Hıristiyan kaynaklardan iktibas edilmişti. Hal böyleyken oryantalist araştırmacılar bu

tezlerini destekleyecek bir dayanak bulabilmek adına siyer araştırmalarına önem

vermişlerdir. Bu yolla Hz Peygamber’in (sav), kendilerine göre, fikir dünyasını

dolayısıyla da Kur’an’ı oluşturan ve ilahi olmaktan son derece uzak insani

hedeflerini ortaya çıkarmaya çalışmışlardı.

19 Cabiri, Kur’an’a Giriş, s.21.

20 Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Kitabiyat Yay, Ankara 2004, s.36.

Page 17: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

16

Çalışamaların bu boyutunu dikkate alan bazı Müslüman araştırmacılar

kronolojik okumaların; Kur’an metninin yetersiz görülmesi gibi bir noktadan hareket

ettiğini ve İslam geleneğinde hiçbir yeri olmadığı fikrindedirler.21

Oryantalistlerin ortaya koyduğu nüzul sırasını tespit etme çalışmaları; ürettiği

sonuçlar itibariyle bu iddiayı destekler niteliktedir. Bir silsile halinde gelişen bu

çalışmaların başlıca müellifleri ve ortaya koydukları esaslar şu şekildedir:

Surelerin kronolojik bir tertibini yapan ilk araştırmacı Gustav Weil’dir. Hz

Peygamber’in davet sürecinin seyrini takip etmeye yönelen müellifin eseri -

Historisch Kritische Einleitung (1844)- daha sonra Theodor Nöldeke tarafından

Geschicte des Qorans (1860) ismiyle geliştirilmiş ve bu çalışmaların temeli

olmuştur. 22 Theodor Nöldeke’nin ardından bu alanda çalışmalara imza atan

araştırmacılardan en meşhurları Regis Blachere, Richard Bell, William Muir,

Hartwig Hirschfeld gibi isimlerdir.

Batılı İslam araştırmacılarının Kur’an üzerinde yürüttükleri bu çalışmaları

kısaca değerlendirecek olursak öncelikle Nöldeke’nin çalışmasından bahsetmemiz

gerekmektedir. Nöldeke Gustav Weil’in çalışmasını geliştirerek Kur’an’ın nüzul

sırasına göre incelemesini yapmıştır. Bu çalışmasında Nöldeke öncelikle Mekke

yıllarını üç döneme ayırmış ve sureleri bu üç dönemin içine yerleştirmiştir. Osman

mushafında yer alan nüzul sıralamasına sadık kalarak bu surelerin zamanlamasına

ilişkin bir değerlendirmede bulunmuştur. Kronoloji çalışmaları için sorun teşkil eden

vahyin iniş birimi ve surelerin kronolojik sıralamasının nasıl olacağına ilişkin

tahlillerinde büyük oranda klasik İslam uleması görüşlerine uymuş ve vahyin iniş

birimi olarak sureleri ve kronoloji için de bilinen nüzul sıralamasını ele almıştır.

Ancak Nöldeke’den sonra yapılan çalışmalarda araştırmacılar bu hususlarda farklı

görüşler ortaya koymuşlardır. Özellikle bize göre oryantalist bakışın karakterini

yansıtması bakımından Hartwig Hirschfeld’in çalışmasından bahsetmek gerekir.

21 Suat Yıldırım, Kur’an’a Bakışlar, Işık Yay, İstanbul 2011, 1/95.

22 Gerhard Böwering, “Chronology of the Quran”, Encyclopaedia of the Quran, ed.Jane Dammen

McAuliffe, Lieden: Brill, 2001-2005, Volume One s.322.

Page 18: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

17

Hirschfeld; Mekki ayetleri tasnif ederken beş gruba ayırmaktadır. Bu tasnifte

kullandığı başlıkları aynı zamanda metnin tarihlendirilmesinin de göstergesi olarak

ortaya koyan Hartwig Hirschfeld’in kategorileri şu şekildedir; ilk ilan, teyid edici

vahiyler, hitabi vahiyler, öyküsel vahiyler, tasviri vahiyler ve teşrii ayetler. Sureleri

bütün olarak almayıp ayetlerin yahut pasajların karakterini bu başlıklardan birine

göre tespit eden Hartwig Hirschfeld; başlıkların altını aktardığımız sıraya göre

kronolojik sıraya koyarak metnin oluşum sürecini kendi bakış açısına göre

değerlendirmiştir. Buna göre Alak suresinin ilk beş ayetiyle ilk ilanı gerçekleştiren

Kur’an; daha sonra bu durumu teyid eden ayetleri ardından Kureyş’e yönelen

hitapların bulunduğu ayetleri daha sonra geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatmış,

muhataplarının durumlarını tasvir eden ayetlerle devam edip en son şeriat

hükümlerini vazeden ayetlerle Mekkî kısmını tamamlamıştır. Hirschfeld bu tahlilinde

bir metnin mesajını aktarmada kullanacağı sıralamanın nasıl olabileceğine dair bir

fikirle hareket etmiş olmalıdır. Ancak Kur’an’ın böyle bir tasnifle tahlil

edilebilmesinin ne kadar mümkün olduğu sorusunu sorduğumuzda yine yazarın ilave

edilmiş ve belirsiz diyerek kendi tasnifinde herhangi bir başlığa uymayan pasajları

ayırmasından anlaşılacağı üzere olumsuz bir cevap ile karşı karşıya olduğumuzu

görüyoruz.23

Kronoloji çalışmalarının oryantalist cenahtaki durumunu tahlil etmek

açısından aktardığımız bu değerlendirmeleri yeterli görüyoruz. Bununla beraber

Müslüman dünyada Kur’an’ın nüzul sıralamasına göre okunmasını esas alan

çalışmalara da yer vermemiz gerekmektedir.

Müslüman âlimlerin bu alanda ortaya koyduğu eserlerden ilk olarak İzzet

Derveze’nin Tefsiru’l-Hadis isimli eserini sayabiliriz. Müellif öncelikle Türkçeye

Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı ismiyle çevrilen Asru’n-Nebi eserini telif

etmiş ve Hz Peygamber’in (sav) hayatı ile Kur’an arasındaki canlı ilişkiyi ortaya

koymaya çalışmıştır. Burada sadece nüzul sürecinde cereyan eden hadiseleri

zikretmekle kalmamış aynı zamanda nüzul ortamını çevreleyen dini, siyasi ve

23 Esra Gözeler, “Kur’ân Ayetlerinin Tarihlendirilmesine Batılı Yaklaşımlar”, AÜİF Dergisi,

2010,cilt: LI sy.2 s. 317.

Page 19: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

18

iktisadi şartları da çalışmasının konusu içerisine alarak Kur’an’ın nüzul ortamını çok

boyutlu olarak değerlendirmenin örneklerini ortaya koymuştur.

Siyer çalışmasının ardından nüzul sırasına göre tefsir eserini kaleme alan

müellif bu alanda ilk eserlerden birini ortaya koymuştur. İzzet Derveze’nin bu

eserine ilaveten kronolojik sıralamayı esas alan Müslüman âlimlerin eserleri ise

Abdulkadir Molla ed-Deyrezuri’nin Tefsiru’l-Beyani’l-Meani, Muhammed Abid el-

Cabiri’nin Fehmu’l-Kur’an ve merhum Zeki Duman’ın Beyanu’l-Hak nüzul sırası

esasına göre yapılmış tefsir çalışmalarıdır.24

Bu çalışmaların içerisinden Cabiri’nin çalışmasını bir kenara ayırarak genel

bir değerlendirme yapacak olursak şu hususları ortaya koymamız mümkündür.

Bilinen nüzul sıralamasını takip ederek yazılmış olan bu eserlerde klasik tefsir

usulünün dışına çıkılmamıştır. Ayetlerin zamanlamasına ilişkin ilave

değerlendirmelere rastlamadığımız bu eserlerde nüzul sırasına göre okumanın

özellikle oryantalist çalışmalardaki karşılığını bulmak zordur.

Fehmu’l-Kur’an’a baktığımızda ise farklı bir üslup ile karşı karşıyayız. Bu

çalışmanın tafsilatlı incelemesini çalışmamızın ilerleyen bölümlerde aktaracak

olduğumuz için burada yalnızca örneklerini verdiğimiz oryantalist çalışmalar

karşısındaki durumunu belirtmekle yetineceğiz.

Öncelikle kronolojik yahut nüzul sıralamasına göre okumada Batılı

araştırmacıların durduğu konum vahiy ürünü olmadığını düşündükleri Kur’an’ın

kaynağının ne olduğunu ve bugün elde bulunan mushafın nasıl oluştuğunu

sorgulamak noktasındadır. Cevap aradıkları sorular ise Hz Peygamber’in (sav) nasıl

biri olduğu, ne yapmaya çalıştığı ve ne yaptığı25 yahut okudukları sözleri yazdığını

düşündükleri “Muhammed’in” neyi kastettiğidir.26

Oryantalistlerin Kur’an’a yönelttikleri bu soruları cevaplandırabilmek için

araştırmalarında tarihle kurdukları ilişki dikkat çekicidir. Öncelikle ilk dönem siyer

24 Rıza Savaş, Ömer Dumlu; “Nüzul Sırasına Göre Ayet Ayet Kur’an Yorumu”, Tarihten Günümüze

Kur’an’a Yaklaşımlar, İlim Yayma Vakfı Kur’an ve Tefsir Akademisi, İstanbul 2009, s.165.

25 Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, s.23.

26 Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, s.161.

Page 20: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

19

kaynaklarına müracaat edilen bu çalışmalarda Mekke dönemine hasredilen bir

ihtimam söz konusudur. Mekke dönemi ve biset öncesi Mekke tarihi üzerinde

yoğunlaşan bu ihtimamın başat sebeplerinden biri; Mekke döneminin kaynaklarda

yer alma şeklinin; oryantalist tarih anlayışını oluşturan temel parametreler üzerinden

bir okuma yaparak, araştırmacılara, Kur’an’ın ortaya çıktığı ortamda cereyan eden

hadiseleri siyasi, iktisadi 27 yönleriyle değerlendirip Hz Peygamber (sav) ve

muhataplarının davranışlarını bu temelde açıklayabilme imkânı vermesidir.

Klasik İslam tarihi eserlerine göz attığımızda Mekke dönemi tasnif

edilmemiş, olaylar arasında boşluklar bulunan ve İslam kelamına yer yer uymayan28

bir anlatıma sahiptir. Bu durum da Kur’an’ın kaynağına ilişkin şüpheli bakışların

destek bulduğu bir zemin hazırlamaktadır. Araştırmacıların hangi niyetle

yaklaştıklarını bir kenara bırakacak olursak oryantalist çalışmalarda alışılageldik

siyer anlatımının dışına çıkan bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz aşikârdır. Ancak

hakkaniyeti sağlamak açısından değinmemiz gereken önemli bir husus Batılı

araştırmacıların sahip oldukları tarih perspektifi ulaştıkları sonuçlar nasıl olursa olsun

bizlere Kur’an’ın indiği zemini tahlil edebilmek için önemli bir imkân açmaktadır.

Nitekim biz de çalışmamızda bu imkânı önemli oranda kullandık.

Batılı kronolojik Kur’an araştırmalarının tarihle olan bu sıkı ilişkisi

karşısında; aslında, bizler için de Kur’an’ın doğru anlaşılması mesaisinde artık yeri

yadsınamaz bir öneme sahip olan kronolojik/nüzul sırasına göre Kur’an çalışmaları

için benzer şekilde tarihle irtibat kurmak ihtiyacı vardır. Medine dönemi rivayetlerin,

tarihsel kayıtların çokluğu dolayısıyla ayrı bir yerde duruyor ancak özellikle Mekke

döneminin anlaşılabilmesi ve Mekki Kur’an’ın kastının tayin edilebilmesi için

Kureyş’i, Hicaz’ı saran kültürü, ticareti, putperest zihniyeti, hanifliği vs iyi bilmek

gerekmektedir. Ve bunlar gibi pek çok unsurun tarihin bu verili döneminde bir araya

27 Bu duruma örnek olarak Montgomery Watt’ın Hılfu’l-fudul anlatımı örnek gösterilebilir. Yazara

göre Hılfu’l-fudul saf bir adalet sağlayıcı kurum değil aslında Mekke’de belirli aşiretlerin tekeline

alması riski bulunan güney ticaretinde; orta ölçekli aşiretlerin etkinliğini koruma çabasıydı.

Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. Rami Ayas, Azmi Yüksel; A.Ü.İ.F Yay, Ankara

1986, s.12-13.

28 İlk dönem tarih ve tefsir kaynaklarında rastladığımız Garanik olayı anlatımı bu duruma örnek olarak

verilebilir.

Page 21: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

20

gelerek oluşturdukları “tarihi” iyi tahlil edebilmek gerekmektedir. Bu anlamda

metnin oluşum sürecini takip etme teklifinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Ve

nüzul ortamını çevreleyen kültürü ki burada kültür kelimesini en temel anlamıyla

yani doğal olanın üstüne insan eliyle eklenmiş her şeyi içine alacak biçimde

kullanıyoruz, tanımanın Kur’an’ı anlama ve Kur’an’ın bugünün tabiri ile bilimsel ve

nesnel bir şekilde anlaşılmasını29 sağlama konusunda son derece önemli bir zemin

oluşturacağı kanaatindeyiz.

Burada kimi araştırmacıların özellikle nüzul sırasını takip ederek okuma

yönteminden hareketle nüzul ortamının tekrar yaşanmak isteniyor olduğu ve bunun

bidat olduğu görüşünü zikretmek gerekir.30 Sadece Kur’an’ın nüzul ortamının değil

hiçbir tarihsel ortamın yeniden yaşanmasının asla mümkün olmayacağı aşikârdır.

Ancak Kur’an’ı oluşum sürecini takip ederek ve nüzul ortamının olguları

karşısındaki durumunu görmeye çalışarak yapılan okumalarda böyle bir iddia söz

konusu değildir. Bu okuma biçiminde; tarih, olgularla metin arasında var olan ilişkiyi

açıklayacak biçimde ve nüzul ortamının bugünün diline ve düşüncesine tekabül

edecek şekilde yeniden kurgulanarak bir nesnellik aracı olarak

değerlendirilmektedir. 31 Tarih ile kurulan bu ilişki geçmişten tevarüs eden ve

geçmişin verili zamanlarında inşa edilen Kur’an tasavvurunu yenilemek ve hatta yeni

bir tasavvur inşa etmek için elzem bir noktada duruyor gibi görünmektedir.

Kur’an ve tarih arasındaki bu ilişkinin tahlilini gerçekleştirebilmek için bir

yöntem tespiti zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Bu yöntem tespitinde oryantalist

çalışmaların sahip olduğu perspektifin imkânlarını da kullanan ancak Kur’an ile

kurulacak ilişkiyi belirlemede ve Kur’an ile tarih arasında var olan irtibatın

nasıllığını sorgulamada farklı bir noktada durmak gerekmektedir.

Bu meseleyi sonuca bağlamadan önce Müslüman araştırmacıların kendi

yöntemlerini tespit etmeleri açısından klasik İslam ilim geleneğinden istifade

edebilme imkânlarına dair birkaç değerlendirme yapmak gerektiğini düşünüyoruz.

29 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.31.

30 Yasin Aktay, “Kur’an Tarih ve Hermenötik”, Kur’an ve İslamî İlimlerin Anlaşılmasında Tarihin

Önemi, ed. Mahfuz Söylemez, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013, s.167.

31 Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.38.

Page 22: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

21

Kur’an metninin tarihle olan ilişkisini incelemek esasında oryantalist

çalışmalarla başlamamıştır. İlk tefsir eserlerinde ve bilhassa ulumu’l-Kur’an ve fıkıh

usulünde nüzul tarihinin önemli bir yeri vardır. Bu manada son iki yüzyılın

çalışmalarının milat olmadığını aslında sahabeden hemen sonraki nesillerin

Kur’an’ın nüzul sürecine ve nüzul ortamına inmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bu

çabanın kendini en çok gösterdiği alan olarak ulumu’l-Kur’an’ın; Mekki-Medeni

ayetler, esbab-ı nüzul ve nasih-mensuh şubelerini hassaten anmak gerekmektedir.

Tefsir eserlerinde çok önemli bir müracaat kaynağı olan esbab-ı nüzul bilgisi

ilaveten müstakil kitaplarda da toplanarak önemli bir külliyatı oluşturmaktadır. Bu

külliyatın genişliği ve yoğun kullanımından hareketle ifade edebiliriz ki klasik

dönem âlimleri ayetlerin nerede ve hangi olaylar üzerine indiğiyle yakından

ilgilenmişlerdir.

Nasih-mensuh bilgisi ise farklı bir alanda esbab-ı nüzulden daha canlı olarak

kullanılmaktadır. Ulumu’l-Kur’an’ın bir şubesi olduğu gibi Kur’an’dan hüküm

istinbat etme usulü olan Fıkıh usulünün de önemli bir şubesi olan nasih-mensuh

bilgisine; aynı konuda inen farklı hükümlerin zamanını tespit ederek sonra inen

hükmün uygulanması için müracaat edilmektedir. Bu da ayetlerin indiği zamanları

dolayısıyla Kur’an’ın nüzul tarihini bilmeyi gerektirmektedir.

Ulumu’l-Kur’an’ın bu iki şubesi geleneksel tefsir usulünde nüzul ortamının

bilgisine olan talebe işaret etmektedir. Ancak nasih-mensuh örneğinde olduğu gibi

sınırlı bir amaç güdülmekte ve zaten ayetlerden kastın anlaşılması için baskın olarak

uygulanan lugavi, beyani metodun yanında sadece ayetlerin zamanlamasını tespit

maksadıyla ele alınmaktadır.32 Esbab-ı nüzul’ün durumu ise nasih-mensuhtan daha

farklıdır. Herhangi bir esbab-ı nüzul kitabını eline alan yahut tefsirlerde var olan

esbab-ı nüzul nakillerini okuyan bir araştırmacı öncelikle bir karmaşa ile karşı

karşıyadır. Sözgelimi Mekki olduğu ittifakla kabul edilen bazı surelerde Medine’de

gerçekleşen olaylar nakledilmektedir. Yahut ayetin anlamını vermekten uzak farklı

32 “Çünkü burada kullanılan istinbat metodu dini metinlerin metodunu anlamaktan ziyade hukuki

içerikli metinlerden kanun yorumlama tarzında şer’î amelî hükümler çıkarmaya yöneliktir.” Mustafa

Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.46.

Page 23: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

22

rivayetlerle karşılaşılmaktadır. Bu nevi daha farklı sorunları da yine bu külliyatın

içinde görüyoruz.

Esbab-ı nüzul rivayetleri bugün ciddi bir tasnife muhtaçtır. Özellikle ayetlerle

ilgili zikredilen hadiselerin esbab-ı nüzul bilgisinin kaynağı olan sahabenin nüzule

sebep olan olayı mı aktardığı yoksa zaman içerisinde ayet ile ayetin nüzulünden

farklı bir zamanda cereyan eden farklı bir olay arasında bir bağlantı mı kurduğu

tespit edilmelidir.33 Bununla beraber bütün ayetlerin belirli olaylara mebni olarak

inmediğini düşünecek olursak belirgin olayları değil hitap edilen kültürel ortamı

kavramayı sağlayacak daha derin bir tarihsel kavrayışı inşa etmek gerekmektedir.34

Burada Mekki-Medeni ayetlerin tespiti meselesine geçmeden önce bir

noktaya işaret etmek istiyoruz. Klasik tefsir literatüründe ya da geniş olarak

geleneksel usûlde; Kur’an’ın nüzul ortamı ile irtibat kurma meselesi sınırlı kalmıştır.

Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ortaya çıkan karmaşa buna işaret etmektedir. Yahut

nasih-mensuh bilgisinin kendi iç tartışmaları bir yana nüzul ortamı ile irtibat kurma

bağlamında ayetlerin zamanlamasını belirlemekten öteye gitmemesi de buna işaret

etmektedir. Daha açık bir ifade ile ortaya koyacak olursak Kur’an’ın oluşum sürecini

tüm unsurları ile yukarıda ifade ettiğimiz biçimlerde tahlil edebilmek için klasik

İslam ilimlerinin bu şubeleri doğrudan başvuru kaynağı değil işlenmemiş yahut

bahsettiğimiz bakış açısıyla tetkik edilmemiş olarak karşımızda durmaktadır.

Mekki-Medeni ayetlerin bilgisine baktığımızda kastettiğimiz anlamda hitap

edilen ortama ulaşma konusuna en çok yaklaşılan alandan bahsedebiliriz. Ancak ne

var ki bu mesele de ayrımın nasıl yapılacağına ilişkin bir takım tartışmalar sebebiyle

sınırlı kalmıştır. Hangi ayetin Mekki hangi ayetin Medeni kabul edileceğine karar

verebilmek için mekân, üslub gibi kıstaslarla; ayetin indiği mekân veya hitabında yer

alan “ey insanlar”, “ey müminler” gibi hususlardan hareketle Mekki-Medeni ayrımı

tespit edilmeye35 çalışılarak sadece bir tescil kaygısı güdülmüştür.

33 Ahmet Nedim Serinsu, Kur’an ve Bağlam, Şule Yay., İstanbul 2008, s.201.

34 Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.74.

35 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.104-105.

Page 24: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

23

Suyuti (h.911); İtkan’ın ilk konusu olan Mekki-Medeni bilgisinin

başlangıcında bu bilginin faydasının ne olduğuna ilişkin kısa bir izahat getirmektedir.

Buna göre Mekki-Medeni’yi bilmek nasihi (nesh edilmiş ayeti) veya anlamı tahsis

edilen ayetleri bilmek için önce inenler ve sonra inenleri tespit etmek maksadına

hizmet eder. 36 Bu ifadelerin ardından müellif Mekki-Medeniliğin ölçüsünün ne

olacağına dair ortaya atılan görüşleri sayarak konuya devam etmektedir. Burada da

yine geleneksel usulün kendi sınırları içinde kalan bir anlayışı görüyoruz ki bu

tamamen dönemin şartlarının ortaya çıkardığı sorunlarla alakalı bir durumdur.

Neticede klasik ilimlerin şubeleri olan Mekki-Medeni, Nasih-Mensuh ve

esbab-ı nüzul bilgileri ilk dönem Kur’an çalışmalarında vahyin nüzul ortamına inme

ve Kur’an’ın arka planına ışık tutma anlamında sınırlı bir talebe sahiptiler. Esasında

vahyin anlaşılmasında nüzul ortamının bilgisine ulaşma çabası; kültürünü, cereyan

eden hadiseleri bilmek noktasındaki talebi tetikleyen temel unsur olarak sınırlı da

olsa geleneksel usulde belirli mesaiye konu olmuştur. Bahsettiğimiz ilim sahaları

bunun bir işaretiydi. Ancak bu çalışmalar bugün bizim kastettiğimiz anlamda bir

çabanın karşılığı değil; kaynağı durumundadırlar.

Kur’an’ın tarihle olan ilişkisini tespit etmede klasik ilimlerin kaynaklığına

müracaat eden ve onların sağladığı verileri işleyen; bununla beraber insanların eylem

alanlarını kuşatan farklı bilimsel metotlar ve değişen toplumsal olguları karşılayan

bir yöntem geliştirilmelidir. Bu yöntemin teknik esaslarında Batılı kaynaklara

müracaat edilmesi gerekirken bir ayağı daima İslam ilim geleneği ve kaynakları

üzerinde olmalıdır.

Özetleyecek olursak temelde Kur’an’ın tarihle ilişkisini tespit etmek adına bir

yöntem tesis etmeye çalışıyoruz. Bu ilişkiyi tanımak adına geçmişte yapılmış

çalışmalardan sunduğumuz örnekler ve aktarmış olduğumuz değerlendirmelerden

hareketle belirgin bir düşüncenin oluştuğunu ifade edebiliriz. Biz bu düşünceyi

referans alarak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Kur’an ve tarihle bir yüzleşme

denemesi yapacağız.

36 Celaleddin es-Suyuti, el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an, Dar-u İbn Kesir, Beyrut 1987, 1/25.

Page 25: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

24

Temel kaynaklarımız tefsir ve İslam tarihi alanlarının nüzul dönemine yakın

bir dönemde telif edilmiş eserleri olacaktır. Tefsir alanında rivayetleri kullanma ve

ayetlerle ilişkilendirme biçimiyle tarihle sıkı bir irtibat kuran Mukatil ve Taberi

tefsirlerinden yoğun olarak faydalanacağız. Bu eserlerin yanında Celaleddin Mahalli

ve Celaleddin es-Suyuti’nin Celaleyn, İbn Kesir’in Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim,

Beydavi’nin Envaru’t-Tenzil ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dini

Kur’an Dili isimli tefsiri, Mevdudi’nin Tefhimu’l-Kur’an’ı ve Cabiri’nin Fehmu’l-

Kur’an isimli tefsirlerine müracaat edeceğiz. Bunların dışında kalan büyük tefsir

külliyatına ise gerek rivayetleri kullanmada burada saydığımız tefsirlerin tekrarı

olmaları gerekse de nüzul döneminden uzaklaştıkça tarihle ilişkinin zayıflaması hatta

kopması durumlarından dolayı müracaat etme ihtiyacı duymuyoruz.

Kavramların lugavi izahları için gerekli gördüğümüz yerlerde Zemahşeri’nin

el-Keşşaf isimli tefsiri, Firuzabadi’nin Kamusu’l-Muhit’i, İsfahani’nin Müfredat’ı ve

Muhammed Abdulbaki’nin el-Mu’cemu'l-Mühres li Elfazi’l-Kur’an’ı ile İbn

Manzur’un Lisanu’l-Arab’ına müracaat edeceğiz. Kur’an ilimlerine dair

değerlendirmelerimizde ise Suyuti’nin el-İtkan’ı çalışmamız çerçevesinde bizim için

yeterli olacaktır. Çalışmamızın tefsir ve Kur’an ile ilgili ayağında saydığımız temel

eserlerin dışında son dönem Kur’an araştırmalardan da istifade edeceğiz. Burada

başvurduğumuz pek çok kitap, makale ve tez çalışmasını ayrı ayrı kaydetmiyoruz.

Ancak çalışmamızın asıl şeklini almasındaki katkısından ötürü Esra Gözeler’in

Kur’an Ayetlerinin Tarihlendirilmesi Sorunu ve Kur’an’a Kronolojik-Olgusal bir

Yaklaşım ( 1 Rebiu’l-Evvel 4 Rebiu’l-Evvel Arası) isimli Doktora tezi ile “Kur’an

Ayetlerinin Tarihlendirilmesinde Batılı Yaklaşımlar” isimli makalesini ve Gerhard

Böwering’in History and the Quran isimli makalesini bilhassa belirtmek ihtiyacı

duyuyoruz.

Çalışmamızın tarih bölümüyle alakalı olarak yoğun bir kaynak kullanımında

bulunacağız. Tarih ilminin ortaya koyduğu verileri tahlil ederek mesajın hitap ettiği

zemini tespit edebilmek için tarih eserlerine yoğun bir şekilde müracaat edeceğiz.

Tarih eserlerinde de tefsir eserlerinde olduğu gibi klasik dönem eserlere ağırlık

vereceğiz ancak bugünün diliyle ve bakış açısıyla Mekke dönemini tahlil eden son

dönem çalışmalarının da belirgin bir ağırlığı olacaktır.

Page 26: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

25

İbn Hişam’ın es-Siretu’n-Nebeviyye, Taberi’nin Tarihi’l-Umem ve’l-Muluk,

İbn Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye ve el-Fusul fi Sireti Rasul, Beyhaki’nin

Delailu’n-Nubuvve, Belazuri’nin Ensabu’l-Eşraf ve İbn Sad’ın Tabakatu’l-Kubra

isimli eserleri müracaat ettiğimiz İslam tarihi kaynaklarından bazılarıdır. Bunların

dışında isimlerini burada saymadığımız başka kaynaklara da müracaat ettik ancak

bunların arasından çalışmamıza verdiği ilham itibariyle önemli olan İzzet

Derveze’nin Asru’n-Nebi (Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı) eserini

zikretmek gerektiğini düşünüyoruz.

Son dönem tarih çalışmalarından ise Mevdudi’nin Tarih Boyunca Tevhid

Mücadelesi ve Hz Peygamber, Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi,

Hodgson’ın İslam’ın Serüveni, Montgomery Watt’ın Hz Muhammed Mekke’de,

Emile Dermenghem’in Hz Muhammed ve Risaleti, Ira Lapidus’un İslam Toplumları

Tarihi isimli eserleri çalışmamızda öncelikli kaynaklarımızdandır. Bunların yanı sıra

hem batılı hem de Müslüman araştırmacıların kitap ve makaleleri çalışmamıza

kaynaklık etmiştir. Burada tarih kaynaklarını tanımak ve tarih kronolojisi konusunda

fikir edinmek adına Kasım Şulul’un İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri

Kronolojisi eserinin çalışmamıza önemli bir katkısı olduğunu da ayrıca vurgulamak

gerekmektedir.

Son olarak çalışmamızın içinde çok az yer vermemize karşın süreci

anlayabilmek adına İslam öncesi Arap tarihini de incelediğimizi belirtelim.

Çalışmamızda bu hususta yukarıda saydığımız tarih eserleri yanında İbrahim

Sarıçam’ın Emevi-Haşimi İlişkileri ve Yaşar Çelikkol’un İslam Öncesi Mekke isimli

çalışmaları araştırmamızda yer bulurken sair kaynaklar bir bakışı açısı sağlamak ve

kabile düzeninin kökenlerini tanımak bakımından çalışmamıza kaynaklık etmişlerdir.

Page 27: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

26

BİRİNCİ BÖLÜM: BOYKOT HADİSESİNİN TARİHİ ARKA

PLANI

1. Kureyş Muhalefetinin Yapısı

Hz Peygamber’in (sav) tebliğ sürecinin kuşkusuz en önemli dönüm

noktalarından biri hemen hemen bisetin 4.yılına rastlayan zamanlardı. Bu yıla kadar

Kureyş müşriklerinin önde gelenleri Hz Peygamber’e (sav) karşı çıkmıyor onunla

sadece alay ediyorlardı. Ve bu durum Hz Peygamber (sav) onların ilahlarını açıktan

açığa ayıplayıncaya kadar devam etti.37 4.yılın başından itibaren Hz Peygamber’e

(sav) yönelen muhalefet düşmanlık ve eziyet noktasına gelmişti ve bu hal 5.yılda

daha da şiddetlenmişti.38 Şiddeti artan bir baskı altında Müslümanlar Habeşistan’a

hicret etmek zorunda kalmışlardı. Bu süre zarfında Hz Peygamber’i (sav)

durduramayan müşrikler sonuç alabilmek adına bisetin 7.yılında Hz Peygamber’i

(sav) koruyan Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerine 3 yıl39 sürecek bir boykotu

başlatmışlardı.

Açık davetin başlaması ile boykot arasında geçen yaklaşık 3 yıllık süre

zarfında gerilimin epeyce tırmandığını ve Kureyş’in kendi içinden soy ve şeref

37 Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, İnsan Yay., İstanbul 2011,

s.300.

38 Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.301.

39 Muhammed İbn Sad, et-Tabakatu’l-Kubra, Matbaatu’l-Lecne Neşri’s-Sekafeti’l-İslamiyye, Kahire

1358 (m.1939), c.I s.193; “Kureyş’in Beni Haşim ve Beni Muttalib’e uyguladığı muhasara bisetin 7.

Yılı Muharrem ayının hilali ile başladı ve bisetin 10. senesinde sona erdi. Denildi ki belki 9.senede

bitti.” Bkz. Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve ve Marifet’i Ahvali Sahibi’ş-

Şeriati, thk. Dr. El-Mu’ta el-Kal’abî, Daru’l-Kutubu’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, 2/312 (1.dipnot).

Page 28: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

27

bakımından en önemli aşiretlerden birini 40 boykot edip açlıkla ve daha birçok

meşakkatle dolu bir duruma itebildiğini görüyoruz.

Boykot hadisesini okuduğumuz zaman Hz Peygamber (sav) ve daveti

açısından çok zor yılların yaşandığı bir süreçle karşı karşıyayız. Biz, araştırmamızın

bu ilk bölümünde tarihi olayları temel alarak; Mekke toplumunu sosyal, siyasi ve

iktisadi boyutlarıyla inceleyeceğiz. Böylece Kur’an’ın, boykot öncesindeki 3 yılı

kapsayarak nasıl bir ortama hitap ettiğini ve Hz Peygamber’in (sav) içinde

bulunduğu şartların metinde nasıl yankı bulduğunu görebileceğimiz kanaatindeyiz.

Boykotta alınan kararlar gereği Kureyş’in geri kalanı bu iki aşiretin

mensuplarıyla; Müslüman olsun ya da olmasın, ne ticaret yapıyor ne nikâh akdinde

bulunuyor ne de meclislerinde onlara yer veriyorlardı.41 Bu süreçte Beni Haşim ve

Beni Muttalib aşiretlerinin mensupları ve Hz Peygamber (sav) çekildikleri Ş’ib-i Ebi

Talib’ten42 ancak haram aylarda çıkabiliyorlardı.43 Güvenlik endişesi ile Ebu Talib

Hz Peygamber’i (sav) sürekli yakınında tutuyor, geceleri onu koruyabilecek

kimselerle beraber yatırıyor ve hatta bazen yatağını değiştirerek sürekli tedbir

alıyordu.44

Mekkeliler ile ticaret yapamayan Beni Haşim ve Beni Muttalib mensupları

ancak haram aylarda Mekke’ye dışarıdan gelen tüccarlardan mal alabiliyorlardı. Ne

var ki Kureyşlilerin araya girip fiyatları artırması ya da onlardan önce malları

piyasadan toplamasıyla ya çok yüksek fiyattan alış veriş yapmak durumunda kalıyor

40 Beni Haşim aşireti adını Mekke’nin zenginleşmesinde büyük rolü olan “ilaf”ın kurucusu ve

Abdulmuttalib’in babası olan Haşim’den alır. Bu aşiret Kureyş için büyük şeref kabul edilen rifade

(hacıların yemek ihtiyaçlarını giderme) ve sikaye (hacıların su ihtiyacını giderme) görevlerini ifa

etmekteydi. Bkz. İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, Daru’l-Kitabu’l-Arabiy, thk. Ömer Abdusselam

et-Tedmuri, Beyrut, 1990, 1/159.

41 İbn Sad, 1/193.

42 Beyhaki, 1/311.

43 İbn Sad, 1/193.

44 Ebu’l-Fida İsmail ibn Ömer ibn Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye, Dar-u İbn Kesir, Beyrut-Dımaşk

2007, 3/302.

Page 29: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

28

ya da hiçbir şey satın alamıyorlardı. Nitekim bu süreçte Hz Hatice ve Ebu Talib’in

servetlerinin ciddi oranda azaldığı rivayet edilmektedir.45

Bu noktada öncelikle; Kureyş’in bu denli sert bir boykot uygulamış olması,

Mekke’nin siyasi tarihi göz önüne alındığında nasıl mümkün olmuştur diye sormak

gerekir. Öyle ki Kureyş aşiretleri arasında geçmişte yaşanmış hesaplaşmalar ve bu

hesaplaşmalar sonucunda oluşmuş bazı kamplaşmalar vardı. Kureyş’in Mekke’deki

mazisinin başından itibaren yaşanan bir takım anlaşmazlıkların sebep olduğu bu

hesaplaşmalarla aşiretlerin neredeyse silahlı olarak çatışmaya girişmesi durumları

dahi ortaya çıkmıştı. Sonuçta bu çatışma tecrübelerinin bakiyesi aşiretlerin

birbirleriyle yine birbirlerine karşı oluşturdukları ittifaklardı. Meseleyi Kureyş’in

Mekke’deki tarihinin başlangıcından itibaren inceleyecek olursak Kureyş’in

Mekke’ye yerleşmesi üzerinden çok fazla bir zaman geçmeden ortaya çıkan ilk

çatışmadan bahsedebiliriz.

Hz Peygamber’in (sav) beşinci kuşaktan dedesi Kusay; Kureyş’i Mekke

civarlarında yarı göçebe halde yaşarken bir araya getirip şehrin hâkimiyetini ele

geçirerek yerleşik bir toplum haline getirmişti. Ve aşiretler arasında ilk ayrılık, henüz

bir çatışmadan söz edemesek de, Kâbe civarına yerleşmekle şehri çevreleyen vadilere

yerleşmek şeklinde olmuştu. Kureyş el-Bitah merkezde iskân edilmiş, ez-Zevahir ise

çevreye yerleştirilmişti. 46 Biset yıllarına ulaştığımızda Mekke’nin iki güçlü aşireti ve

İslam’ın iki büyük düşmanı Beni Mahzum ve Beni Ümeyye’nin el-Bitah’tan

olduklarını görüyoruz.

Bu merkez-çevre ayrımı güçlü bir etki bırakmamıştı ancak Kusay’ın

oğullarının ondan kalan mirası 47 paylaşmakta düştükleri anlaşmazlıkla Ahlaf ve

45 Mehmet Azimli, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı Mülahazalar”, İstem, 2006, sy.

7, s.58.

46 Kureyş el-Bitah: Abdumenaf(Haşim, Nevfel, Muttalib, Ümeyye, Rebia), Abduddar, Abduluzza

(Esedoğulları), Abd Kusay, Teym, Mahzum, Zühre. Kureyş ez-Zevahir: Amiroğlulları (Adî, Sehm ve

Cumah), Haris b. Fihr, Amir b. Lüey, Muharib b. Fihr. Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.14.

47 Yapılan anlaşma sonucunda Mekke’nin idaresi anlamına gelen (Watt, Hz Muhammed Mekke’de,

s.12) rifade, sikaye ve kıyade görevleri Abdumenaf’a verildi; hicabe, sidane, nedve ve liva

görevlerinin Abduddar’da kaldı. İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/150.

Page 30: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

29

Mutayyebun cepheleri 48 ortaya çıkmış, Mekke’nin yeni sakinleri birbirleriyle

savaşmanın eşiğine gelmişti.49 Ancak savaş başlamadan aracıların devreye girmesi

ve anlaşmazlığın giderilmesi ile Kureyş aşiretleri birbirinin kanını dökmekten son

anda dönmüştü.50 Bu cepheleşme Kureyş’in çok sonraları İslam karşısına çıkardığı

Uhud ordusunda iki tarafın da sancaklarının dalgalanması ile görüleceği üzere

yüzyılı aşkın bir süredir sembolik de olsa devam etmişti. 51 Ancak sancaklarla

sembolize edilen bu ayrışma bir yandan da İslam karşısında bir birliğe dönüşmüş

oluyordu.

Tarih’in kaydettiği bu hadiselerden bir diğeri ve biset yıllarına en yakın olanı

Hılfu’l-Fudul’du.52 Teym oğullarının reisi Abdullah b. Cudan’ın evinde toplanan

Teym, Esed, Haşim, Muttalib ve Zühre aşiretlerinin ileri gelenleri Mekke’de zulüm

gören mazlumların hakkını zalimlerden almak üzere yemin etmişlerdi.53 Burada hilfe

katılan aşiretler ilk olarak As b. Vail es-Sehmi’den Yemenli bir tüccardan gasp ettiği

malın parasını tahsil etmişlerdir.54 Ki bu olay aslında Hılfu’l-Fudul’un kurulmasının

sebebiydi. Bununla beraber tarih kaynakları bu yeminin Emeviler dönemine ulaşacak

kadar ileriki bir tarihi kapsayan bir süreçte uygulandığına dair notları aktarırlar.55

Hılfu’l-Fudul anlaşmasında aşiretlerin tavırları ile ilgili bir noktayı arz etmek

gerekmektedir. Abdullah b. Cudan’ın davetine yukarıda isimleri nakledilen aşiretler

48 Ahlaf: Abduddar kabilesine destek verenler; Mahzum, Sehm, Cumah, Adiyy oğullarıydı.

Mutayyebun: Abdumenaf’a destek verenler; Teym, Zühre, Haris b. Fihr, Esed oğullarıydı. Bkz. İbn

Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/149.

49 Aşiretler karşı taraftan kimlere saldıracaklarını planlayacak kadar savaşa hazır durumdalar idi. İbn

Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/150.

50 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/150.

51 M. J. Kister, “Mekke ile ilgili Bazı Rivayetler”, çev. Ali Aksu, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Dergisi, 2002, cilt.VI, sy.II, s.57.

52 Hilf: Cahiliye döneminde Araplar arasında yapılan ittifak; dostluk ve dayanışma yemini. Bkz. Nadir

Özkuyumcu, “HİLF”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, s.29.

53 Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.196.

54 Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s.22.

55 Muhammed Hamidullah, “HİLFU’L-FUDUL”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, s.31.

Page 31: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

30

icabet ederken özellikle Kureyş’in güçlü ailelerinin içinde bulunduğu Ümeyye,56

Mahzum, Cumah ve onların çeşitli vesilelerle ittifak kurdukları Nevfel gibi aşiretler

bu hilf’e katılmayacaklarını beyan etmişlerdi.57 Burada özellikle bu aşiretlerin As b.

Vail’in mensubu olduğu Sehm aşiretiyle kurdukları ticari ilişkileri zedeleme ve güçlü

bir müttefiki kaybetme endişesinin etkili olduğu şeklindeki değerlendirmeleri dikkate

almak gerekir. 58 Bu gibi gerekçelerle hareket eden aşiretlerin varlığı; toplumsal

grupların hangi dinamiklerle hareket ettiklerini görmemize yardımcı olmaktadır.59

Gerek Ahlaf-Mutayyebun gerekse de Hılfu’l-Fudul hadiselerinde; Kureyş

kabilesini oluşturan aşiretler arasında birbirlerine karşı tecrübe edilmiş düşmanlıklar

ve birbirlerinden korunmaya yönelik hilfler 60 yani ittifak anlaşmaları mevcut

olduğunu görebiliyoruz. Bu durum herhangi bir kriz ortamında şehrin nasıl bir tavır

sergileyeceğiyle alakalı belirsizlik ve potansiyel bir ayrışmanın varlığına delalet

etmektedir.

Mekke’de bugün anladığımız biçimleriyle siyasi bir yönetim usulü yoktu.61

Şehirde yaşayan herkesin tabi olduğu bir yönetim mekanizması da mevcut değildi.

Ancak şehrin işlerinin görüşüldüğü bir meclis (daru’n-nedve) vardı ve burası

yönetimi Abduddar oğullarında olan belli bir usule göre çalışıyordu.62 Bu mecliste

56 Ahlaf-Mutayyebun ayrışmasında Mutayyebun tarafının önderi olan Abdumenaf’ın oğullarından

Abduşşems’in soyunun bir kolu olan Beni Ümeyye bu süreçte Ahlaf cephesinin mensupları arasına

katılmıştı. İbrahim Sarıçam, Emevi-Haşimi İlişkileri: İslam Öncesinden Abbasilere Kadar, TDV Yay,

Ankara 1997, s.100-101.

57 Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.196.

58 Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s.14-15.

59 Montgomery Watt’ın bu konuyla alakalı değerlendirmesi şu şekildedir: İslam’ın geldiği dönemde

çıkarlar etrafında oluşan birlik duygusu yeni bir görünüm olarak toplumda yer etmişti. Ahlaf ve

Mutayyebun ayrışmasının ardından hılfu’l-fudul gibi kutuplaşmalar bu duyguyu ibraz eden

durumlardı. (Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s.26).

60 Örnek olarak Abdulmuttlab’in Nevfel oğulları ile anlaşmazlık yaşadıktan sonra Huzaa kabilesi ile

Kâbe’de ittifak yapması, Bkz. Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013,

s.217.

61 Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam: es-siyasi ve’d-dini ve’s-sakafi ve’l-ictimai, Mektebetu’n-

nahdati’l-Mısriyye, Kahire 1953, s.53-54.

62 Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013, s.231.

Page 32: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

31

Kureyş melesi vardı ve bu mele her bir aşiretin önde gelenlerinden oluşan eşraf

takımıydı. Ne var ki aşiretler arasındaki güç ve servet dengesizliği bu mecliste hâkim

olan figürleri de belirleyici konuma gelmişti.

Bu bağlamda Hılfu’l-Fudul hadisesinde yaşananları dikkate aldığımız zaman;

haram bölgede ve Mekke’nin soylularından biri tarafından gerçekleştirilen bir gasp

hadisesine, toplum içinden ancak belirli aşiretlerin reislerince tepki gösterilmiş

olması hatta bazı aşiretlerin açıkça böyle bir harekete katılmayacaklarını beyan

etmeleri toplumun geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir. Buna göre bir

haksızlık karşısında belirli bir ittifak sağlanmadıkça harekete geçilemediği ve güç

sahiplerinin “maruf” 63 söz konusu olduğunda pek de duyarlı davranmadıklarını

söyleyebiliriz.

Kureyş’in: İslam’dan hemen önceki durumuyla alakalı yapılan tahlillerde bu

ayrışmaların yanı sıra özellikle belli ailelerin zenginliğinin diğerlerine nazaran

fazlasıyla artmasının oluşturduğu bir dengesiz sosyal yapıdan bahsedilir. Burada

vurgulanan husus ticaret yoluyla zenginleşen bir aristokrat yapının toplumda

hâkimiyet kurmuş olması durumudur.

Kureyş kabilesi bisetten önceki 100 yıllık bir süreçte ticaret yoluyla

zenginleşti. Ancak bu durum her ferdin ya da her aşiretin aynı oranda zenginleşmesi

anlamına gelmiyordu. Bir kısım zevatın aşırı servet biriktirmesine karşın toplumun

belirli zümreleri ya olduğu yerde sayıyor ya da fakirleşiyordu. Bu durum toplumda

tabii olarak “biz” duygusunun yerine ondan daha fazla müspet olmayan bir ferdiliği

getiriyordu. Böylece sosyal yapının sarsılmasına, ahlaki değerlerin yıkılmasına

zemin hazırlayan bir yapı ortaya çıkıyordu. Üstelik doğacak haksızlıkların üstesinden

gelecek ne maddi ne de manevi bir güç vardı. Düzenleyici bir otorite ve kanun

63 Manevî/ahlakî davranış için kullanılan el-ma’ruf sözcüğü, “bilinen” anlamına gelir. Yeni olan, bu

normların bir insanın hayatındaki yerinin ne olduğu telakkisiydi. M.G.S. Hodgson, İslam’ın Serüveni-

Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih, çev: Edisyon, İz Yayıncılık, İstanbul 1993, s.102;

“toplumda haksızlığı engelleyecek kimse kalmamıştı” Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi: İlk

Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yay, İstanbul 2001, s.83.

Page 33: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

32

olmadığı gibi, vicdanlara hitabeden dinin yerini şirk ve putperestlik doldurmuştu. İşte

İslam, kültürel çerçevede “Cahiliyye” de denen böylesi bir ortamla savaşacaktı.64

Meselenin bu boyutu bizim için İslam karşıtı muhalefetin nasıl

sürdürüldüğünün ve özellikle boykot gibi bir olayın nasıl başlatılabildiğinin

anlaşılması için kapı aralıyor.

Hılfu’l-fudul gibi, toplumda yaşanan zulümlere karşı hareket eden bir

mekanizmanın, hem de çok uzun bir süre zarfında zaman zaman aktif edilebilen bir

anlaşmanın; Kureyş’in önde gelen iki aşireti ağır açlıkla boğuşurken neden

işletilemediğini sormak gerekir. Çünkü bu sorunun cevabı; Mekke’de İslam

muhalefetinin geçmişin anlaşmazlıklarını, toplumun derinliklerinde yatan eski

düşmanlıkları canlandırmadan nasıl hareket edebildiğini; insanların hicret etmesine

sebep olacak işkence ve baskı ortamını yaratmayı ve en önemlisi iki aşiretin boykot

edilmesini nasıl sağladığını açıklamamıza yardımcı olacaktır.

Tabi ki böyle bir sorunun altında Kureyş’te İslam karşıtı muhalefetin belirli

bir grubun elinde olduğu yargısı bulunmaktadır. Öyle ki bizim gördüğümüz

manzarada Müslümanlara eziyet eden, Hz Peygamber’e (sav) hakaret eden, ona

Kâbe’de saldıran veya başka şekillerde tarih kaynaklarının naklettiği hadiselerde

düşmanlığını ortaya koyan kimseler sınırlı sayıda bir kesimi oluşturmaktadır.

Kur’an’ın direkt olarak hedef aldığı veya başka bir ifadeyle İslam’a en sert

muhalefeti gösterdiği rivayet edilen bu kimseler mensubiyetleri itibariyle Mahzum,

Ümeyye, Sehm, Cumah, Abduddar, Esed gibi aşiretlerin ileri gelenleridir. Buna

mukabil Beni Haşim ile öteden beri ittifaklar içinde yer almış Zühre’den sadece iki

kişinin adı geçerken65, Hz Ömer’in ihtidasından sonra hiç bir muhalefeti görünmeyen

Adiyy66 ve Teym gibi aşiretlerden isimlere rastlamak zordur. Bu kanıyı destekleyen

en somut örnek olarak özellikle açık davetin başlamasından sonra Ebu Talib’i67

64 Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.58.

65 Nebih ve Münebbih İbna el-Haccac ez-Zühri.

66 “Zühre ve Adiy Mekkelileri hiçbir zaman desteklemedi” Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.15.

67 Kureyş ileri gelenleri Ebu Talib’e rağmen hareket edememişlerdir. Nitekim Ebu Talib’i tehdit

ettikleri bir görüşmeden sonra kendi aralarında eğer Ebu Talib’e bir zarar verirlerse Arapların onları

ayıplayacağını konuşup geri dönmüşler ve bir uzlaşma teklif etmişlerdi. Ebu Cafer Muhammed İbn

Page 34: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

33

muhatap alarak Hz Peygamber’i (sav) durdurmaya çalışan “mele”nin kimlerden

oluştuğunu beyan eden isim listelerini işaret edebiliriz.68

Kureyş toplumunun gerçek fonksiyonel bölümü zengin tüccarlar, onların

aileleri ve onlara tabi olanlardı.69 Burada fonksiyonellikten kastın ahalinin genelini

ilgilendiren meselelerde baskın görüşü tayin etmek şeklinde olduğunu anlayacak

olursak İslam karşıtı kampanyayı yürütenlerin bu zengin tüccarlar olduğunu

görmemiz zor olmayacaktır. Çünkü Kureyş düzeninin merkezinde Beni Ümeyye ve

Beni Mahzum70 aşiretleri bulunuyordu. Bu iki aşiretin merkezde durduğu sistemde

“akrabalık ilişkilerine dayalı etnik bir yapıdan sınıflara bölünmeye hazır bir sosyal

yapıya geçilmişti.” 71 Sonuçta bu iki aşiret ve diğer örneklerinde güç ve refahın

artması toplumun zengin ve fakir tabakalara ayrılmasına sebep olmuştu.72

Özetleyecek olursak Hz Peygamber (sav) karşısında duran Kureyş/Kureyş

ileri gelenleri ya da mele dendiği zaman anlaşılması gereken grup Beni Mahzum ve

Beni Ümeyye aşiretlerinin güçlü aileleri ve onların müttefikleri olan etkili

kimselerdir. Bunlar Mekke’de oluşan ticari düzenin merkezinde yer alan, büyük

akraba ve köle gruplarını yöneten ailelerdi73 ve politik güç ile ekonomik gücün

birbiriyle eşzamanlı ve uyum içinde gerçekleşme eğilimi olan bu şehirde74 toplumun

en baskın grubunu oluşturmaktaydılar. Ve 4.yıldan başlayarak Hz Peygamber (sav)

Cerir et-Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Dar-u Seveydan,

Beyrut b.t.y, 2/324.

68 İbn Haldun, Kitabu’l-İber ve Divanu’l-Mübtede-i ve’l-Haber, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut

2006, 2/398; İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/8-16; Ahmed b. Yahya b. Cabir el-Belazuri,

Ensabu’l Eşraf, thk. Süheyl Zekkar, Daru’l-Fikr, Beyrut 1996, 2/141-176.

69 Eric R. Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, çev. Nuri Tuğlu, Arayışlar –İnsan

Bilimleri Araştırmaları-, 2000, cilt II, sy. 3-4, s.184; Emile Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti,

çev. Ahmet Ağırakça, İnsan Yay., İstanbul 1997, s.46.

70 Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.127; Casim Avcı, KUREYŞ (Benî Kureyş), DİA, İstanbul 2002,

XXVI, s.442-443; Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.184.

71 Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s. 8-9.

72 Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.9.

73 Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.14.

74 Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.15.

Page 35: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

34

karşıtı muhalefeti özellikle Bedir savaşına kadar yürüten75 mele bu baskın grubun

idaresi altındaydı.

Kureyş’i etkisi altına almış olan bu baskın grup, boykotun mimarlarıydı.

Oluşturdukları hava ile Beni Haşim ve Beni Muttalib’e karşı yazılan ve boykotu ilan

eden sahifenin altına 80 mührün vurulmasını sağlamışlardı. 76 Buradan anlaşılan

boykot, çok geniş bir katılımla ilan edilmiştir. Hatta boykota birkutsallık

kazandırmak için; yazılan sahife Kâbe’ye asılarak “Kureyş’in nefsinde te’kid”

edilmişti. 77 Sonuçta yukarıda özetle hikâyesini anlattığımız geçmiş çatışmalar

unutulmuş, Beni Haşim’in müttefikleri geri çekilmişlerdi. Boykotu delmek için

yapılan teşebbüsler de tamamıyla şahsi girişimler olmaktan öteye geçmemişti.78

Bize göre bütün bir Kureyş’i bu karar arkasında birleştiren ya da boykota

uğramış aşiretlere diğer aşiretlerce yardım edilmesinin önüne geçen iki temel etken

vardır: bunlardan ilki İslam’la mücadele eden müşrik ileri gelenlerinin kan

dökmemeye dolayısıyla da bir kan davasına yol açmamaya özen göstermeleri ve

insanları “atalarının dininde” kalmaya çağırmalarıdır. Aldıkları bu tedbirlerle

Kureyş’in egemen aileleri; hac ve ticaret gelirleriyle sağladıkları aşırı

zenginleşmeden doğan çıkarlarını korumak adına; kendileriyle din dışında hiçbir

ortak noktası kalmamış zayıf aşiretleri de ortak edebilecekleri bir din savaşı üretmiş

oldular.79

İslam karşıtı kampanyayı yürütenlerin kan dökmemeye özen göstermeleri ile

alakalı iki rivayeti aktarmak, zannediyoruz, meseleyi izah edecektir. Hz Ömer iman

etmeden önce Müslümanlar; Hz Ebu Bekir’in teklifiyle Hz Peygamber (sav) de dâhil

75 Bu grubun en önemli mensupları Bedir savaşında öldürülmüştü ve etkili tek isim olarak Ebu Süfyan

kalmıştı. Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.226-227.

76 İbn Vadıh Ahbari, Tarihu’l-Yakubi, Matbaatu’l-İzzi, Necef 1358, 2/22.

77 Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve, c.II s.312; İbn Sad, Tabakat, 1/178.

78 Bu konuda kaynakların pek çoğunda yer alan bir örneği aktarmak istiyoruz: anne tarafından Beni

Haşim ile akrabalığı olan Hişam b. Amr bir Rebia (Amir b. Lüey aşiretinden) bazı geceler erzak

yüklediği bir deveyi Şib’i Ebi Talib’in altına getirir ve deveyi oradan salarak içeriye gönderirdi.

İçeridekiler deveyi boşalttıktan sonra geldiği yöne tekrar gönderirlerdi. İbn Hişam, es-Siretu’n-

Neberviyye, 2/27.

79 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472.

Page 36: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

35

olmak üzere Kâbe’ye geldiler. Burada Hz Peygamber (sav) oturdu ve Hz Ebu Bekir

ayağa kalkarak insanları Allah’ın bir olduğuna ve Hz Muhammed’in onun elçisi

olduğuna inanmaya çağırdı. Bunun üzerine orada bulunan müşrikler Müslümanlara

saldırdı ve Velid b. Muğire Hz Ebu Bekir’i düşürerek nalınları ile kafasına vurup onu

bayılttı. Bu esnada araya giren Teym gençleri Hz Ebu Bekir’i oradan alıp evine

götürdüler. Ardından mescide dönerek eğer Hz Ebu Bekir ölürse Velid’i

öldüreceklerine yemin ettiler.80 Bu hadise müşrikleri kan döktükleri takdirde bunu

“atalarının dini” uğruna yapmış olsalar da kanlı bir cevapla karşılaşacaklarına ikna

etmiş olmalıdır.

Bir diğer hadise ise Hz Hamza ile Ebu Cehil arasında yaşanmıştı. Ebu Cehil

bir gün Hz Peygamber’e (sav) Safa tepesi taraflarında rastlamış ve ona ağır

hakaretlerde bulunmuştu. Abdullah b. Cudan et-Teymi’nin mevlalarından biri bu

olayı görmüştü. Hz Hamza avdan dönmüş Kâbe’yi tavaf etmeye giderken hadisenin

şahidi olan kadın gördüğü bu olayı Hz Hamza’ya anlattı. Sinirlenen Hz Hamza Ebu

Cehil’i aramaya başladı. Onu Kâbe’nin yanında otururken buldu ve yanına gidip yayı

ile yüzüne şiddetli bir şekilde vurdu. Ve Hz Peygamber’e (sav) iman ettiğini

duyurdu. O sırada Hz Hamza’nın Ebu Cehil’e yaptıklarına cevap vermek için

ayaklanan Mahzum gençlerine engel olan Ebu Cehil, Hz Peygamber’e (sav) hakaret

ettiğini kabul ederek özür diledi.81

Bu iki hadisede bizim gördüğümüz durum şudur: güç sahibi aşiretlerden

birinin bir mensubunun kanı döküldüğü takdirde Kureyş içinde ciddi bir çatışma

ortamı doğabilirdi. Hem Teym oğullarının Kâbe’de Velid’i tehdit etmeleri hem de

Ebu Cehil’in Mahzum gençlerinin Hz Hamza ile dövüşmesini engellemesi bunun

göstergesidir. Özellikle Ebu Cehil’in tavrında Kureyş önde gelenlerinin Mekke’de iç

çatışma çıkmasını engelleyip Hz Peygamber (sav) ve aşireti karşısında bir birlik

kurma çabaları olduğu anlaşılabilir.

Nitekim her ne kadar ağır işkencelerin varlığı bilinse de müşriklerin her bir

Müslümanı sistematik olarak ve top yekûn işkenceden geçirmesi söz konusu değildi.

Cahiliye taassubunun bir ürünü olan asabiyet gereğince her bir aşiret haklı ya da 80 İbn Kesir, el-Bidaye, 3/377.

81 İbn Haldun, Tarihu’l-İber, 2/401; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/334; İbn Kesir, el-Bidaye, 3/233.

Page 37: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

36

haksız olsun kendi mensubuna başka bir aşiretten birinin zarar vermesine razı

olmazdı. 82 İşkencelere maruz kalanlar; köleler, herhangi bir aşiret ile kan bağı

olmayan mevlalar ya da başka bir ifade ile aşiretlerin himayesi altında Mekke’de

yaşayan kimselerdi.83 Bunların en meşhur örneği Ammar b. Yasir ve ailesidir. Yasir

ailesi Mekke’de Mahzum oğullarının himayesi ile yaşayan bir aileydi.84

İşkence gören bir diğer grup ise zengin ailelerin iman eden gençleriydi.

Bunlardan Osman b. Affan gibi bazıları ailelerince mahzenlere kapatılıyor aç susuz

bırakılıyordu.85

Bu tablo içerisinde müşrikler bir başka aşiretin mensubuna dokunamamış

ancak kendi mensuplarına ya da korumasız kimselere işkence edebilmişlerdi.

Müslümanlara karşı hoşgörülü olan Teym ve (Hz Ömer’in iman etmesinden sonra)

Adiy oğullarının mensupları ise bu sıkıntıları yaşamıyordu.86 Dolayısıyla Kureyş’in

İslam karşısında gösterdiği muhalefet; toplumun sosyal yapısının top yekûn bir

kıyıma mani olması yüzünden pek de başarılı olamıyordu. Özellikle Beni Haşim’in

Hz Peygamber’i (sav) koruması İslam’ın yayılışını durdurmalarının önündeki en

büyük engeldi. 87 Nitekim aşiretler arasında oluşan bu denge halinde muhalefeti

yürüten Ümeyye ve Mahzum mensubu ileri gelenlerin zannediyoruz bundan dolayı

boykot gibi bir çareye başvurmaları söz konusu olmuştu.

Tarih kaynakları Hz Peygamber’in (sav) başlarda ciddi bir muhalefetle

karşılaşmadığını hatta toplumun ona iman etmeye meylettiğini 88 ancak Hz

Peygamber (sav) onların ilahlarını ayıplayınca tepkinin başladığını

82 Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz, Pınar Yay., İstanbul

2010, s.114.

83 Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.87-88.

84 Belazuri, Ensabu’l Eşraf, 1/178.

85 Amcası Ebu’l-Hakem ibnu’l-As, Osman b. Affan’ı dininden dönmesi için bağlamıştı. Bkz. İsmail

Yiğit, “OSMAN”, DİA, İstanbul 2007, XXXVI, s.439.

86 Hz Ebu Bekir’in Teym aşiretinden olması dolayısıyla ve Hz Ömer’in de iman etmesinden sonra

Beni Teym ve Beni Adiy içerisindeki Müslüman olanlara eziyet edilmiyordu. Watt, Hz Muhammed

Mekke’de, s.15.

87 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/332.

88 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/328.

Page 38: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

37

aktarmaktadırlar. 89 Bundan önceki süreçte uluhiyet, nübüvvet, ahiret vurgusunu

merkeze alan ayetlerde özellikle toplumun herkesçe malum aksaklıkları, kusurları

anlatılıyor ve yoğun bir şekilde yapılan işlerin ahirette bir karşılı olacağı mesajı

veriliyordu. Ki bu süreçte Filibeli Ahmed Hilmi’nin yorumuna göre Kureyş

nazarında Hz Peygamber’in (sav) daveti yeni bir dine değil olsa olsa yeni bir

mezhebeydi.90 Ve bu durum bir sorun yaratmıyordu çünkü Kureyş’te din konusunda

esnek bir anlayış vardı. Müşrikler kabilelerin Kâbe’yi ziyaretlerinden yararlandıkları

için her kabilenin putları Kâbe’de bulunabilirdi.91 Ancak Allah’ın tek ilah olduğu

vurgusunun artması ve Necm suresinde putların doğrudan batıl olduğunun ilan

edilmesiyle toplumun tepkisi değişmeye başlamıştı. Müşriklerin “ilahları bir tek ilah

mı yapmış” 92 diyerek şaşkın bir şekilde itiraz ettikleri bu durum karşısında Hz

Peygamber (sav) hiçbir uzlaşı teklifine yanaşmayan ve dini Allah’a halis kılan bir

üslûbu muhafaza etmişti. Zaman içerisinde muhtemelen soy ve nesep ile övünmenin

çok önemsendiği Mekke toplumunda müşriklerin insanların algısını yönetmeleri

tartışmayı bu boyutta sürdürmeleri daha kolay olmuştur denilebilir.

2. İslam’ın Mekke Toplumsal Yapısına Etkisi

Kureyş’in boykot kararının mahiyetini anlamamızda bize yardımcı olacağını

düşündüğümüz iki meseleyi daha arz ederek çalışmamızın bu bölümünü

tamamlamak istiyoruz. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in davetinin Mekke

toplumunun sosyal yapısında meydana getirdiği etki, ikincisi bisetin 4. ve 7.yılları

arasında yaşanan ve kaynakların boykotun sebebi olarak beyan ettikleri hadiselerin

değerlendirilmesidir.

89 İbrahim Sarıçam, İlk Dönem İslam Tarihi, Anadolu Üni. Açık Öğr. Fakültesi, Eskişehir 1998, ünite

IV s.90; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/322; Şehbenderzade Filibeli Ahmed, İslam Tarihi, sad. M. Rahmi,

Sağlam Kitabevi, İstanbul 1979, 1/152.

90 Filibeli, İslam Tarihi, 1/151.

91 Hasan İbrahim, Tarihu’l İslam, 1/71.

92 Sad 5.ayet: “Tanrıları, tek tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler.”.

Page 39: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

38

Kureyş’in İslam’a gösterdiği tepkinin ve bu tepkinin özellikle vahyin ve

Nebi’nin (sav) ilahları ayıplamasından sonra şiddetlenmesini birçok saikle

açıklamamız mümkündür. Buraya kadar üzerinde durduğumuz husus Kureyş’in son

yüzyılında yaşadığı tüm anlaşmazlıkların bir kenara itildiği ve zamanla Beni

Haşim’in müttefiklerinin bile dâhil olduğu bir boykot sürecinin, neticede büyük

tüccar ailelerin önderliğinde sürüklenen İslam karşıtı kampanyanın en sert

tepkilerinden bir olduğuydu. Bilhassa Beni Ümeyye ve Beni Mahzum ileri

gelenlerinin ön ayak olduğu ve geçmişte daha çok bu iki aşiret ile ittifaklar yapmış,

biset yıllarında da büyük bir ticari ortaklığı yürüten aşiretlerin liderlerinin somut

tepkilerinden oluşan bu kampanya; nihayetinde Kureyş’in “dini otoritesini”93 elinde

bulunduran Beni Haşim’i toplumdan izole etmeyi başarmıştı. Biz de buradan önceki

paragraflarda İslam karşıtı birliğin nasıl tesis edilebildiğine dair

değerlendirmelerimizi aktarmıştık.

Mekke toplumunun İslam’a bakışını belirleyecek diğer hususları da

zikretmekte fayda görüyoruz. Neticede özellik bisetin 5. ve 6.yıllarından itibaren Hz

Peygamber (sav) için Kureyş içinde muhatap bulmak çok güç hale gelmişti. 94

Buradan anlaşıldığı kadarıyla ileri gelenlerin toplum nazarında yürüttükleri

propaganda, her ne kadar iman edenlerin sayılarının artmasına engel olmamış ve çok

az kişi hariç Müslümanları imanlarından vazgeçirememiş 95 olsa da henüz iman

etmemiş olanlarda belirli bir karşılık bulmuştur. Mücadelenin şiddetlendiği bu zaman

diliminde insanların İslam davetini muhatap almamasının ardında yatan birkaç

mesele şu şekildedir:

93 Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.57.

94 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/14.

95 Nahl 106.ayet: “Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde

(inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için

büyük bir azap vardır.” (Müslüman olan bir gencin efendisinden eziyet gördükten sonra tekrar eski

dinine dönemsi hakkında indi. Bkz. Mukatil b. Süleyman, Tefsir-i Mukatil b. Süleyman, thk. Abdullah

Mahmut Şehate, Muessesetu’t-Tarihi’l-Arabi, Beyrut 2002, 2/489 ).

Page 40: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

39

Hicaz bölgesi bedevi Arap kültürünün ayakta durduğu; hem büyük devletler

hem onların uydu coğrafyaları, diğer bir ifade ile yanaşma krallıklar,96 hem de kadim

Hıristiyan ve Yahudi geleneklerince kuşatılmış bir bölgeydi. Bu bölge 6.yüzyılda

gerçekleşen bir seri siyasi ve askeri hadise neticesinde bu kuşatmanın kırıldığı ve

bedevi Arap kültürünün; zenginliğin artmasıyla canlandığı bir yer haline gelmişti. Bu

canlanmanın merkezinde Mekke duruyordu.

Kusay’ın girişimleriyle imar edilen Mekke, Hicaz’ın diğer bölgelerinde

yaşayan Arap halklarının etrafında birleştiği bir sistemi inşa etmeye başlamıştı.97

Nihayet Kusay’ın torunları Haşim, Muttalib, Abduşşems ve Nevfel’in

girişimleriyle 98 çevredeki büyük pazarlarla yoğun bir ticari ilişki kuran Mekke,

giderek artan gücünü diğer Arap kabilelerine karşı finansal araçlarla elde ettiği

caydırıcılıkla pekiştiriyordu.99 Bu yükselişe hacıların ihtiyaçlarının karşılanmasında

gösterilen cömertlik ve Kâbe’nin bakımında gösterilen ihtimamın eklenmesi,

Arapların zaten öteden beri ziyaret etmeyi gelenek haline getirdiği Mekke’ye daha

bir hürmetle bağlanmalarını ve Kureyş’in kendi bölgesinde son derece nüfuzlu bir

konum elde etmesini sağlamıştı.100

Kureyş’in kurduğu düzen o dönem dünyada rayiç olan tepede bir kralın

bulunduğu piramide benzer bir yapının aksine tek bir kabilenin prestijine ve

dayanışmasına bağlı etkili bir siyasi düzendi. Bu siyasi düzen aynı veçhile Bedevi

usullerine dayanan, kendisiyle eşit derecede bağımsız ve tüm konfesyonel dini

inanışlara karşı eşit derecede tarafsız bir dini sisteme bağlanmıştı. Mekkeliler,

yerleşik kültürler içinde erimeye karşı Bedeviliğe dayanan yegâne etkin alternatifi

oluşturmuş gibi görünüyorlardı.101

96 İrfan Shahid, “İslam Öncesi Arabistan”, çev. İlhan Kutluer, İSLAM TARİHİ Kültür ve Medeniyeti,

M. Holt- A.K.S. Lambton- B. Lewis, çev. Komisyon, Kitabevi, İstanbul 1997, s.37.

97 Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/93.

98 Muhammed Hamidullah, “el-Îlâf veya İslam’dan Önce Mekke’nin İktisadî-Diplomatik

Münasebetleri”, çev. İsmail Cerrahoğlu, A.Ü.İ.F.D, 1961, c.IX s.216-217.

99 Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/93.

100 Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.13.

101 Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/96.

Page 41: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

40

Hac yoluyla da perçinlenen bu bedevi alternatif, Araplar nezdinde sadece

yabancı kültürler içinde erimeye karşı bir dayanak olmakla kalmıyordu. Özellikle fil

hadisesinden sonra Mekke’nin konumu, olduğundan çok daha yüksek bir kutsallığa

ulaşmıştı. Öyle ki Ebrehe’nin ordusunun mucizevi bir şekilde yok olmasının

ardından Kureyş; Araplar tarafından ‘ehlullah’ olarak anılmaya başlamıştı.102 Ve

Mekke ticareti için önemi yadsınmayacak Ukaz panayırı ehlullah olmakla gelen

prestij sayesinde kurulmuştu. 103 Kureyş bu prestijini ticarette kullanmakla

yetinmemiş aynı zamanda Kur’an’da muhtelif yerlerde eleştirildiğini gördüğümüz ve

tarih kaynaklarının ‘hums’ ismiyle andığı bir çeşit katı dindarlık biçimi de

oluşturmuşlar ve haccın yapılışıyla ilgili bir takım düzenlemeler getirmişlerdi.104

Bütün Hicaz’ı birbirine bağlayan, çevresindeki hemen hemen her güç odağı

ile iş ilişkisi kuran ve Hodgson’ın tabiriyle her kültür ve siyasi yapıya karşı eşit

mesafede duran Kureyş düzeni İslam’ın gelmesiyle birlikte derinden sarsılmıştı.

Kureyş’in muhalefeti müşriklerin iddialarına ya da itirazlarına bakılırsa dini

bir zemindeymiş gibi algılanabilir ancak Hz Muhammed’in (sav) mesajı esasında

onlar için toplumun iç içe geçmiş bütün dokusunu tehdit ediyordu. Vahiy, mevcut

toplumun tamamına açık bir meydan okumaydı –tanrılara ibadet ve tapınaklara bağlı

olan ekonomik hayat, kabile geleneği, reislerin otoritesi ve Hz Muhammed’in

izleyici çekmek istediği kabilelerin dayanışması. Din, ahlak inancı, toplumsal yapı ve

ekonomik hayat birbirine sökülmezcesine bağlı bir şekilde birbirine iç içeydi. Onlara

herhangi bir ana noktadan saldırmak bütün toplumun köklerine ve kollarına

saldırmak anlamına geliyordu. Kureyş’in muhalefeti bu yüzden kaçınılmazdı.105

Kureyş ileri gelenleri esasında yerleşik düzene temelinden itiraz eden her

harekete verilen tepkiyi vererek, Kur’an’ı/Hz Peygamber’i (sav); insanların arasını

ayırmak, temel değerlerini; ilahları, ataları vs. ayıplamakla suçlamıştı. Bu

suçlamaları Kur’an’da ya da tarihi kayıtlarda aktarılan pek çok muhaverede

102 Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler (Cahiliyeden İslam’a)”, s.51.

103 Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.63.

104 Ünal Kılıç, “Dini İçerikli Ekonomik Bir Kavram: Hums (İslam Öncesi Mekke’nin Ticari İlişkileri

Yönüyle)”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt VIII, sy.1, s.85.

105 Ira Lapidus, İslam Toplumları Tarihi, çev. Yasin Aktay, İletişim Yay, İstanbul 2003, 1/60.

Page 42: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

41

görebiliriz. Buna ilaveten Kureyş’in asıl korkusunu şu cümleyle özetleyebiliriz: tüm

bu düzenin merkezinde yer alan ticaretin kesilmesi.106

Nitekim Emile Dermenghem kaynaklarda nadir rastlanabilecek bir bilgiyi

aktarmaktadır. Dermenghem’e göre sadece Kureyş’in değil bütün Hicaz Araplarının

da dininin merkezi olan Kâbe’de putları batıl ilan eden bu harekete karşı Araplar

Kureyş’i boykot edip, Mekke’de ticaret yapmamaya başlamıştı.107

Bu bilginin doğruluğu şüphelidir. Ya da en azından bu durumun Mekke’yi ne

kadar etkilemiş olduğu tartışmaya açıktır. Ancak şunu ifade edebiliriz ki bir kısım

Arapların böyle bir tepki vermiş olması ihtimali yadsınamaz. Nitekim Dermenghem

bu bilginin geçerliliğini gösteren bir dayanak olarak İslam’ın Yahudi ve Hıristiyan

dinlerine olan benzerliği ve Kur’an’ın bu iki dini kendine şahit gösterdiğini belirterek

yukarıda naklettiğimiz bedevi Arapların yabancı kültürlerle kurdukları kavmiyetçi

ilişkiyi hatırlatmaktadır.108

Arapların böyle bir tepkiyi verebilmesinin ardında yatan bir başka saikin de

putperest düzeni reddeden bazı kimselerin tecrübelerine vakıf olmaları gösterilebilir.

Bunlardan en meşhurları İbn Hişam’ın naklettiği hikâyedeki dört adamdır. Zeyd b.

Amr’ın akıl hocalığını yaptığı anlaşılan bu kimseler Mekke’den ayrılarak doğru

inancı bulmak amacıyla uzun birer seyahate çıktılar.

Putlara tapmayı reddeden bu dört adamdan Varaka b. Nevfel, Abdullah bin

Cahş ve Osman b. Huveyris hakikati bulmak için çıktıkları bu yolculuktan

Hıristiyanlığı seçerek dönmüşlerdi.109 Bunların akıl hocası gibi duran Zeyd b. Amr b.

Nufeyl ise yolculuklarından biri esnasında ölmüştü. Ancak ne var ki içlerinden

Osman b. Huveyris’in, Bizans’tan bir fermanla Mekke’ye dönüp kendisinin

imparator tarafından Mekke kralı ve imparator naibi ilan edildiğini söylemesi Mekke

açısından olumsuz bir durumdu. Çünkü Mekke ve temsil ettiği Hicaz bedevi kültürü

yabancı güçlere karşı tarafsızlıktan yanaydı ve temelde hiçbir yabancı gücün etkisi

106 Mustafa Aydın, İslam’In Tarih Sosyolojisi, s.87-88.

107 Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102.

108 Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102.

109 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/251.

Page 43: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

42

altına girmeme eğilimindeydi. 110 Nitekim Osman bu fermanla gelmesine rağmen

kendi aşireti dâhil kimse tarafından ciddiye alınmadı ve Mekke’den kovuldu.111

Sonuç olarak Osman b. Hüveyris üzerinden; düzenin dışına çıkanların Mekke

merkezli bedevi kültürü yabancı güçlerin denetimine sokmak gibi bir vaziyetle

ortaya çıkmaları tecrübe edilmişti. Buna göre Hz Peygamber (sav) Mekkeliler

nazarında mecnun, sihirbaz olmak yanında onlara kral olmak isteyen biri gibi de

görünmüş olabilir.112

Kur’an; Kureyşlilerin böyle bir iddiada bulunduğuna dair doğrudan bir

aktarımda bulunmuyor. Ancak Hz Nuh kıssasının anlatıldığı Mü’minun suresinin

24.ayetinde Cenab-ı Hak Hz Nuh’a muhalefet edenlerin onun kendi üzerlerinde

üstünlük kurmak istediği iddialarından bahsetmektedir. 113 Kavminin Hz Nuh’a

yönelttiği bu iddia muhtemeldir ki cılız sesle de olsa Hz Peygamber’e (sav)

yöneltilmişti. Buna mukabil Kur’an bütün peygamberleri olduğu gibi Hz

Peygamber’i (sav) de sadece bir elçi olarak ve Kureyş ahalisinden kesinlikle bir

ücret, karşılık talep etmeyen biri olarak tanıtır. Hz Peygamber (sav) de kendisine

makam, mevki sunulan uzlaşma tekliflerine kesinlikle itibar etmemiştir. Dolayısıyla

bir kral olma isteği olarak anlaşılacak bir tavır göstermemiştir. Ancak başka bir

durum Mekkelileri ve özellikle Kureyş’i yönlendiren baskın grubu, onun yabancı

güçlerin denetiminde bir kral olmak istediği düşüncesinden daha fazla etkilemiştir.

Hz Peygamber’in (sav) bir kral olmak isteyeceği fikri pek az kişinin aklına

gelmiş olabilir ancak başka bir açıdan; özellikle Kureyş’in onun vazettiği dinin

toplumun sosyal yapısında nasıl bir karşılığı olduğuyla daha çok ilgilendiğini

söyleyebiliriz. Bu durumun anlamını Filibeli Ahmet Hilmi’nin ifadeleriyle şu şekilde

aktarabiliriz:

110 Hodgson, İslam’ın Serüveni, s.95.

111 Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.80-81.

112 Hodgson, İslam’ın Serüveni, s.100.

113 Müminun 24.ayet: “Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: "Bu, tıpkı sizin

gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah

(peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan

böyle bir şey duymadık.".

Page 44: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

43

Kureyş’in ileri gelenleri gayet muhafazakâr kimselerdi. Ve düşüncelerinde bir denge

hâsıl olmuştu. Ayrıca her kabile başkanının bir menfaati vardı. Bu yeni çağrının yeni

bir mezhep değil de tüm mezhepleri iptal eden ve tam manasıyla siyasi ve ictimai

yenilik olduğunu hemen anladılar. Bu keyfiyet, Muhammedî dine düşman olmak için

yeterli bir sebepti. Bununla beraber Kureyş Hz Muhammed’in hizmetinin ciddiyetini

kavramıştı. Biliyordu ki bu Kureyş’e manevi bir üstünlük getirecekti. Ancak bu

üstünlük beraberinde Abdulmuttalib’in yetimine boyun eğmek anlamına da

geliyordu.114

Abdulmuttalib’in yetimine tabi olmak Kureyş için zor bir işti. Nitekim Ebu

Cehil ile ilgili nakledilen bir rivayette, onun niye Hz Peygamber’e tabi olmadığı

sorusuna cevap verirken; kendi aşireti ile Beni Haşim arasındaki rekabetten

bahsettiğini görüyoruz.115 Başka bir rivayette ise insanlara Hz Peygamber’e (sav) tabi

olmayı tavsiye eden Sakifli bir adamdan bahsedilir. Bu kişi insanlara Hz

Peygamber’in (sav) beklenen peygamber olduğunu söyleyip ona tabi olmalarını

tavsiye etmekte ancak kendisi ona iman etmemektedir. Ona Hz Peygamber’e (sav)

niçin tabi olmadığı sorulduğunda; kadınların, Haşim’den bir gence tabi olduğunda

kendisiyle alay edecekleri bahanesini öne sürdüğü belirtilmektedir. 116 Bu iki

rivayetin de toplumun ileri gelenleri için Hz Peygamber’e tabi olmanın ne anlama

geldiğini açıkladığı kanaatindeyiz.

İslam, toplumun ileri gelenlerinin şahsî kaprislerine muhatap olmanın yanı

sıra toplum üzerinde kurdukları hâkimiyeti de zorluyordu. Yeni bir siyasi ve içtimaî

hareket olarak İslam’ın; ilk günlerinden itibaren toplumu idare edenlerin

yozlaşmışlıklarına vurgu yapması ve deforme olan ahlaki yapıyı gündeme getirmesi

bu durumdan rahatsız olan kimselerin İslam’ı sahiplenmesini sağladı. İslam’ı

sahiplenen bu ilk kitle fakir, köle, köksüz olup sistemin zulmüne uğrayan

kişilerden 117 veya zengin ancak ahlaki yozlaşmadan uzak duran kimselerden ve

114 Filibeli, İslam Tarihi, 1/152.

115 Ebu’l-Ala el-Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz Peygamber, çev. Ahmed Asrar,

Pınar Yay, İstanbul 1983, 1/457.

116Ümeyye b. Ebi’s-Salt-ı Sakafi. (Asım Köksal, Hz Muhammed ve İslamiyet, İrfan Yay., İstanbul,

1981, 1/118).

117 Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.84.

Page 45: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

44

büyük ailelerin vicdanlı gençlerinden oluşuyordu.118 Bu insanlar Hz Peygamber’in

(sav) etrafında toplanıyorlar ve onun sözlerini diğer her sözün üzerinde tutuyorlardı.

Ve sayıları arttıkça Kureyş içinde yeni bir toplumsal grup ortaya çıkıyordu. Mustafa

Aydın bu grubu şu şekilde tasvir etmektedir:

Müslümanlar Mekke toplumunun içinde, bazı sosyal ilişkilere katıldığı halde,

henüz tamamen ayrı bir teşkilat olarak şekil almayan ama kendine has değerleri olan

bir grup haline geldi. Bu grup, Mekke’nin düzenine şartlı olarak uyuyordu. Ve

temelde bir toplumsal farklılık da kendini apaçık hissettiriyordu. Yeni Müslüman

olan bir kişi, genel Mekke sitesinden çıkıp müminler sitesine gidip yerleşiyordu.119

Söz gelimi Mekke gibi, içinde var olmak himayelere bağlı olan bir şehirden;

bu insanlar Hz Peygamber’in (sav) tavsiyesiyle, dinleri için hicret edebiliyorlardı.

Nitekim Kureyş bir heyet göndererek Necaşi’den bu muhacirleri iade etmesini

istemeye gittiğinde Müslümanlar aidiyetlerini120 bambaşka bir noktaya taşımış olarak

Necaşi’ye sığınmış bulunuyorlardı ve Necaşi de onları bu sebeple iade etmeyi

reddetmişti.

Müşrikler için Necaşi’nin bu tavrının boykota zemin hazırladığını dikkate

alacak olursak; 121 Hz Peygamber’in (sav) yeni teşekkül eden ve Mekke’nin

yozlaşmışlıklarına itiraz eden bu grubun lideri olarak ön plana çıktığını ve Kureyş’in

bütün dikkatini onu durdurmaya yönelttiğini söyleyebiliriz.

118 Lapidus, İslam Toplumları Tarihi, 1/59.

119 Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.92.

120 İbnu’l-Verdi’ye göre Habeşistan’a hicret eden hür Müslümanların hepsi, kabilelerinin sağladığı

himayeyi kaybetmiş başka bir deyişle Mekke’de korumasız kalmışlardı. (Kasım Şulul, İlk Kaynaklara

Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.310).

121 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/335.

Page 46: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

45

3. Boykot Kararının Sebepleri

Konumuzun çerçevesi içerisinde son olarak açık davet sürecinin başlamasıyla

boykot yılları arasında yaşanan hadiseleri nakletmek istiyoruz. Kaynakların 4.yılın

başı olarak verdikleri açık davetin başlaması ile 7.yılda başlayan boykot arasında

geçen üç yıllık zaman diliminde boykota doğru adım adım ilerleyen bir süreci ele

almış olacağız.

Kureyş’in Beni Haşim’e boykot uygulamasının sebebi olarak kaynaklar; Ebu

Talib’in Hz Peygamber’i (sav) himaye etmesini, Hz Ömer ve Hz Hamza’nın

Müslüman olmasıyla Müslümanların kuvvetlenmesini, Necaşi’nin muhacirleri iade

etmemesini ve İslam’ın Mekke dışındaki kabilelerde yayılmaya başlamasını

sayarlar.122 Tüm bu durumlar karşısında Kureyş’in önde gelenleri, Hz Peygamber’i

(sav) durdurmak için tek çarenin onu koruyan Beni Haşim ve Beni Muttalib

aşiretlerini boykot etmek olduğuna ikna olmuştu.123 Nitekim boykotun kaldırılması

için tek şart Hz Peygamber’in (sav) öldürülmek üzere kendilerine teslim

edilmesiydi.124

Kureyş’in, ilahlarının ayıplanmasına verdiği ilk tepki Ebu Talib’e gitmek

olmuştu. Aslında bu tepki, o güne kadar kendileri için gökten haber aldığını

söyleyen, aktardığı sözlerin sihir mi, şiir mi, delilik mi olduğu anlaşılamayan125

Abdulmuttalib’in yetiminin getirdiği sözlerin mahiyetini tam olarak anladıkları anda

verdikleri tepkiydi. İbn Sad Ebu Talib’e gidişten hemen öncesinde Kureyş’in

durumunu şöyle özetler: Kureyşliler, İslam’ın ortaya çıkışını ve Müslümanların Kâbe

122 Şihabuddin Ahmed b. Abdulvehhab en-Nuveyri, Nihayetu’l-İreb fi fununi’l-edeb, Matbaat-u

Daru’l-Kutubi’l-Mısriyye, Kahire 1997, c.XVI s.258; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/335.

123 Kureyş’e göre bütün sorun Beni Haşim’in Hz Peygamber’i (sav) korumasıydı: bkz Hodgson,

İslam’ın Serüveni, c.I s.111; Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102.

124 İbn Kesir, el-Bidaye, 1/306.

125 Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve, 2/391.

Page 47: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

46

civarında oturduklarını gördüğünde (ya da bu durum artık fark edilebilir hale

geldiğinde) şaşırdılar ve pişman oldular(سقط في أیدیھم).126

Orijinal lafzıyla naklettiğimiz bu ifade sözlükte şaşırmak, pişman olmak

anlamlarında verilmektedir. 127 Anlaşılan o ki Kur’an’ın putları doğrudan hedef

almasından sonra Kureyş Hz Peygamber’in (sav) tebliğ ettiği ayetlerin kendi düzeni

için tehlikesinin farkına vardı. Bunun yanı sıra iman eden insanların şehirde

belirginlik kazandığını da fark ettiklerinde önce şaşırdılar sonra da o güne kadar

harekete geçmedikleri için pişman oldular.

Ebu Talib ile yapılan görüşmelerin tam olarak ne zaman gerçekleştiğini, kaç

görüşmenin yapıldığını bilmiyoruz. Ancak bütün rivayetleri göz önüne aldığımızda

şöyle bir silsilenin olduğunu söyleyebiliriz: Kureyş, öncelikle Ebu Talib’ten yeğeni

ile aralarında hüküm vermesini ve onu dinlerini ayıplamaktan vazgeçirmesini istedi.

Bu görüşmede Ebu Talib’e, saygı duydukları bir büyük olarak hitap eden Mekkelileri

Ebu Talib’in bazı rivayetlerde geçiştirdiği128 bazı rivayetlerde de Hz Peygamber’i

(sav) çağırarak kavminin eşrafıyla uzlaştırmaya çalıştığı aktarılmaktadır.129

Kureyş Ebu Talib’in yeğenini yaptığı işten men etmesini istemekteydi.

Muhtemeldir ki Ebu Talib’in buna verdiği cevap ilk etapta onları geçiştirmek

olmuştur. Biz de bunu ifade eden rivayeti temel alabiliriz. Zira Taberi’nin (h.224)

nakline göre Kureyş, Ebu Talib’in Hz Peygamber’i (sav) durdurmadığını fark

ettiğinde ikinci sefer onun kapısına gitti ve bu sefer Ebu Talib’i tehdit etti.130 Ancak

daha sonra Ebu Talib’e yaptıkları bu tehditten pişman olan Kureyşliler eğer Ebu

Talib kendileri yüzünden ölürse Araplar tarafından ayıplanacaklarını düşünerek Ebu

Talib’in kapısını bir kez daha çaldılar ve bu sefer bir uzlaşı teklif ettiler.131

126 İbn Sad, Tabakat, 1/186.

127 Mevlüt Sarı, El-Mevarid, Bahar Yay, İstanbul 1982; “سقط في أیدیھم”.

128 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/323.

129 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/324; İbn Sad, Tabakat, 1/187.

130 Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, 1/265.

131 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/324.

Page 48: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

47

Ebu Talib bu uzlaşı teklifini; yeğenine bir rivayete göre Kureyş ile beraberken

iletmiş132 bir rivayete göre ise onlardan ayrı olarak iletmişti.133 Bu teklifte Kureyş

kendi din anlayışını ortaya koyuyor ve Hz Peygamber’e (sav) eğer kendi ilahlarını

tanırsa onların da onun ilahını tanıyacaklarını söylüyorlardı.134 Hz Peygamber (sav)

bu teklife ilk rivayete göre karşı bir teklif ile yani Kureyş’e kendilerini Arap ve

Acemin mülküne kavuşturacak bir kelimeyi söyleyerek cevap veriyordu. Bu kelime

idi. Diğer rivayette ise Ebu Talib, müşriklerin teklifini iletip kendisine ”لا إلھ إلا الله“

taşıyamayacağı yük yüklememesini ondan ister. Bunun üzerine Hz Peygamber (sav)

amcasının kendisini korumaktan vazgeçtiğini düşünerek güneşi sağ eline ayı da sol

eline koysalar vazgeçemeyeceğini söyler ve kendisini korumasa bile yolundan

dönmeyeceğini Ebu Talib’e bildirir. Ebu Talib de onu asla bırakmayacağını söyler.135

Müşrikler her iki rivayete göre de kendilerine verilen cevaba son derece

öfkelendiler ve birbirlerini ilahlarında sebat etmeye davet ettiler.136 Kur’an da bu hali

Sad suresinin ilk ayetlerinde bildirir.137 Anladığımız kadarıyla bu ifade karşılıklı

uzlaşmanın mümkün olmadığını anlayan müşriklerin hareket metotlarını

değiştireceklerinin göstergesidir. Nitekim öyle de olmuştur. Müşrikler Ebu Talib’e,

boykota yakın bir dönemde ilettiklerini düşündüğümüz, son bir teklifle gelirler.

Müşrikler bu sefer yanlarında Mahzum’un parlak gençlerinden birini, Umare

b. el-Velid b. el-Muğire’yi getirirler. Ve Ebu Talib’e Hz Peygamber’i (sav) öldürmek

için kendilerine teslim etmesini ve karşılığında da Umare’yi diyet olarak kabul

etmesini isterler. Ebu Talib ise bu teklifi şiddetle reddeder. 138 Bunun üzerine

132 İbn Sad, Tabakat, 1/186-187.

133 Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, 1/265; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/326.

134 İbn Sad, Tabakat, 1/186; İbn Habban, es-Siretu’n-Nebeviyye, Muessesetu’l-Kutub’il-Sekafiyyeti,

Beyrut 1987, s.71-72.

135 Belazuri, Ensab, 1/265.

136 İbn Sad, Tabakat, 1/187.

137 Sad 6.ayet: “Onlardan ileri gelenler: Yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen

şüphesiz budur.”.

138 İbn Sad, Tabakat, c.I s.186; Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, c.I s.265; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/326-

327.

Page 49: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

48

Kureyşliler daha da öfkelenmiş olarak oradan ayrıldılar ve bu durum Ebu Talib’in

içinde Hz Peygamber’e (sav) bir kötülük yapılacağı endişesini doğurdu.

O günün akşamında 139 Ebu Talib Hz Peygamber’i (sav) bulamadı. Ve

endişesinde haklı olduğunu düşünüp hızlı bir şekilde Haşim ve Muttalib gençlerini

silahlanarak yanında toplanmaya çağırdı. Niyeti, yeğeni öldürülmüşse bu işte

kesinlikle parmağı olduğunu düşündüğü Ebu Cehil’i öldürmekti. Bu niyetle yola

çıkmışken Zeyd b. Harise’ye rastladı ve ondan yeğeninin sağ olduğunu öğrendi.

Ancak ertesi gün her türlü tehlikeye karşı bir tedbir almak için Haşim ve Muttalib

gençlerini yine silahlı olarak yanında topladı ve Kâbe’de yeğenini koruyacağını ve

ona zarar verenler olursa onlarla iki taraftan biri yok oluncaya kadar savaşacağını

ilan etti.140

Müşriklerin Ebu Talib ile yaptıkları görüşmeler bir süreç içerisinde

gerçekleşmişti. Müşrikler bir yandan Hz Peygamber’i (sav) Ebu Talib eliyle

durdurmak istiyor diğer yanda da zayıf ve güçsüz müminlere işkence ederek hem

onu baskı altına almaya hem iman edenleri dinlerinde döndürmeye çalışıyorlardı.

İşkence ve baskıların arttığı bu dönemde Hz Peygamber (sav) kendisine

dokunulamadığı için ya da başka bir ifadeyle Allah düşmanlarını amcasının eliyle

ondan men ettiği için rahattı ancak Müslümanların bu halde devam etmeleri zordu.

Bu yüzden onlara Habeşistan’a hicret etme izni verdi. 141

Osman b. Affan’ın zevcesi Hz Peygamber’in (sav) kızı Rukiyye ile yola

çıkmasıyla ilk kafile de hareket etmiş oldu. Müslümanlar gizlice ve peyderpey

Habeşistan’a doğru yola çıkmaya başladılar. Nihayet Cafer b. Ebu Talib’in de içinde

bulunduğu kafilenin ayrılmasıyla muhacir sayısı kimi rivayetlerde 80’i 142 kimi

rivayetlerde 100’ü143 bulmuştu.

Kureyş için Habeşistan en önemli ticaret pazarlarından biriydi ve oraya kendi

dinlerini terk eden hemşerilerinin gitmesi şehrin imajını zedeleyebilirdi. Bu yüzden 139 İbn Sad, Tabakat, 1/187.

140 İbn Sad, Tabakat, 1/187.

141 Taberi, Tarihi’l-Umem, 2/330.

142 Taberi, Tarihi’l-Umem, 2/331.

143 İbn Sad, Tabakat, 1/192.

Page 50: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

49

615’te başlayıp tahminen iki senelik bir zaman diliminde gerçekleşen bu hicret

hareketi doğal olarak müşriklerin de ilk andan dikkatini çekmiş ancak giden kafileleri

yakalamaya müessir olamamışlardı.

Hicret süreci peyderpey devam ederken Kureyş’i son derece rahatsız eden bir

meydan okuma gerçekleşti. Müslümanlar Hz Ebu Bekir’in teklifiyle Kâbe’ye geldiler

ve burada Hz Ebu Bekir’in insanları Allah ve Resul’üne iman etmeye çağırması

üzerine büyük bir arbede çıktı ve Hz Ebu Bekir bayıltılana kadar dövüldü. Hadisenin

tafsilatını yukarıda nakletmiştik. Ancak meselenin bu noktasında bu meydan

okumanın sonrasını anlatmamız gerekiyor. Bu hadiseyi takip eden birkaç gün

içerisinde önce Hz Hamza ardından da Hz Ömer Müslüman olmuştu.144

Hz Hamza ve Hz Ömer’in Müslüman olmalarıyla ilgili Fazlurrahman şu

değerlendirmeyi yapmaktadır:

Hz Hamza ve Hz Ömer’in Müslüman olmaları, İslam’ın durumunu o kadar

güçlendirdi ki “Kureyş’e kuvvet bakımından karşı koyacak düzeye erişti” (azzu

Qurayşen). Bu durum paniğe kapılan Kureyş’i, Beni Haşim’e boykot ilan etmeye

mecbur etti. Fakat iki üç yıl sonra bu da başarısızlıkla sonuçlandı (sanki başarılı

olacaklarmış gibi böyle çaresizlik içinde çırpınıp durdular). Bu yeni toplumun

üyelerinin çok çetin eziyetlere maruz kalmalarına rağmen Mekkeliler, hatta

Yahudilerin de yardımı ile ne Peygamber’i arada bir de olsa içine sürükledikleri

tartışmalarda alt edebilmişler, ne de bu yeni dini ezebileceklerini ümit ettikleri bir

duruma gelebilmişlerdir. Nitekim zamanla yavaş fakat kararlı bir şekilde Müslüman

olanların sayısı arttıkça, İslam gittikçe güç kazanmıştır.145

Öncelikle belirtelim ki kaynakların Hz Ömer ve Hz Hamza’nın ihtidaları ile

kazanılan gücün derecesine ilişkin buradaki kadar net ifadeler kullanmış olduklarına

rastlamadık. Ancak Sad suresinin 4.ayetinin tefsirinde Bağavi’nin Ebu Talib’e

gitmek üzere hazırlanan Kureyş’in Hz Ömer’in Müslüman olmasıyla sıkıntılı bir

duruma düştüğü ifade edilmektedir. Ancak bu iki ihtida ile İslam’ın kazandığı gücün

Fazlurrahman’ın ifade ettiği “azzu Kureyş” yani Kureyş’e kuvvet yetirecek

144 İbn Kesir, el-Bidaye, 3/229.

145 Fazlur Rahman, Ana konularıyla Kuran, s.230.

Page 51: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

50

derecesinde olmasının o günün şartları içerisinde ne kadar mümkün olduğu

tartışmaya açıktır.

Ancak şurası bir hakikat ki: Hz Ömer ve Hz Hamza; Mekke toplumunun, Hz

Peygamber (sav) ve Kureyş ileri gelenleri arasında yaşanan tartışmalara olan

tepkisini ciddi olarak etkileyecek iki figürdü. Hz Ömer’den başlayacak olursak;

cesareti ve bilgeliği ile meşhur biriydi ve Mekke’nin görece zayıf kabilelerinden

Adiy oğullarının146 bir mensubu olmasına karşın Kureyş’in dış dünyadaki temsilcisi

idi. Diğer kabilelere ve başka memleketlerin yöneticilerine karşı Kureyş’in onur ve

şerefini ilan ederek Kureyş adına görüşmeler yapmak görevi kendisindeydi.147 Bunun

yanı sıra İslam’ın en güçlü düşmanlarındandı ve genelin kabul ettiği rivayete göre Hz

Peygamber’i (sav) öldürmek niyetini alacak kadar ileri gitmişti bu düşmanlığı.148 Hz

Hamza ise karşısında durmak çok büyük cesaret isteyen biriydi.

Tüm bunların Mekke için anlamı şuydu: İslam; sadece zayıfların; kölelerin,

fakirlerin, toy-genç kimselerin veyahut zengin olmasına karşın etkinliği zayıf

kimselerin değil aynı zamanda bilgeliği bizzat düzen koyucularca tescil edilmiş

Ömer b. Hattab’ın ve tıpkı Hz Ömer gibi cesareti, savaşçılığı meşhur olan Hamza b.

Abdulmuttalib’in de diniydi. Başka bir açıdan bakıldığında kaydedilecek nokta ise

Hz Peygamber’in (sav) en kuvvetli düşmanlarından birinin ona iman etmiş

olmasıydı. Bu gibi durumlar kitlelerin kanaatlerini belirleyebilecek güce sahiptirler.

Nitekim Kureyş ileri gelenlerini ciddi şekilde sarstığını düşündüğümüz iki

hadiseyi nakleder kaynaklar. Birincisi Hz Ömer’in Müslüman olduğu gün Hz

Peygamber’e (sav) toplu olarak Kâbe’de ibadet etmeyi teklif etmesi hatta buna teşvik

edip Müslümanların önünde onlarla beraber Kâbe’ye girmesidir.149 Bundan önce Hz

Ebu Bekir’in teklifiyle bir kez daha Kâbe’ye girmiş olan Müslümanlar ciddi bir

tepkiyle karşılaşmış ve Hz Ebu Bekir bayılana kadar dövülmüştü. Ancak bu sefer Hz

Ömer’i görenler aynı tepkiyi gösterememiş ve Müslümanlar toplu olarak Kâbe’de

146 Adem Apak, “İslam Öncesi Dönemde Mekke İdare Sistemi ve Siyasetinin Oluşumu”, Uludağ

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt: VIII sy.1, s.193-194.

147 Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.128.

148 İbn Habban, es-Siretu’n-Nebeviyye, s.87.

149 İbn Kesir, el-Bidaye, 3/230.

Page 52: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

51

ibadet edebilmişlerdi. Kâbe’nin özelde Mekke; genelde ise cahiliye Arap

kültüründeki yerini dikkate aldığımızda göreceğiz ki Müslümanların Kâbe’de topluca

ibadet etmeleri ciddi bir meydan okuma anlamı taşımaktadır. Bunda Hz Ömer’in

payı büyüktür zira Abdullah İbn Mesud’dan nakledildiğine göre Müslümanların Hz

Ömer’in Müslüman olmasıyla Kâbe’de namaz kılmaları mümkün olmuştu.150

İkinci hadise ise Hz Hamza ile alâkalı yukarıda naklettiğimiz Ebu Cehil’i

yaraladığı ve Ebu Cehil’in özür dileyerek Hz Hamza’nın üstüne yürümek isteyen

Beni Mahzum gençlerini durdurmasıdır.

Muhtemeldir ki Ebu Cehil aşiretinin gençlerini durdurmakla, Hz Hamza’nın

Beni Mahzum gençleri ile harp ederek daha fazla kahramanlık kazanmasını önlemek

istemiştir. Ya da başka bir ihtimal, gerilimin tırmanarak bir çatışma ortamının

doğmasından çekinmiştir.

Bize göre Ebu Cehil’in bu tavrının sebebi Kureyş toplumunun, yukarıda ifade

ettiğimiz gibi, görünürde barış halinde olan aşiretlerinin arasında derinlerde

soğumaya terk edilmiş ancak her an canlanabilir fay hatları barındırıyor olmasıydı.

Bu fay hatları olası bir çatışma ortamında yeniden canlanarak Hz Peygamber

karşısında bir birlik oluşmasını engelleyebilir ve Kureyş, İslam davetiyle mücadele

yerine birbiriyle kavga ederek zayıf düşebilirdi. Sonuç olarak Kureyş’in boykot

kararı almasının sebepleri arasında sayılan Hz Ömer ve Hz Hamza’nın Müslüman

olması; bu gibi sebeplerle Kureyş’i kışkırtmış olabilir ve kaynakların naklettiği

manada boykota zemin hazırlamıştır diyebiliriz.

Hz Ömer’in Müslüman olmasından sonra Kureyş ileri gelenleri başka bir yolu

denemeye karar verdiler. Ve Necaşi’ye Amr ibn As ve Abdullah ibn Muğire

vasıtasıyla yüklü miktarda hediye gönderdiler. 151 Bu heyet Necaşi’nin huzuruna

çıktığında Mekke’den kaçan isyankârları; dinlerini terk eden ve kendi ilahlarına

söven bu topluluğu iade etmesini istediler. Ve Necaşi Cafer b. Ebi Talib’in liderlik

ettiği anlaşılan bir grubu huzuruna çağırtır ve Amr b. As, Cafer ve Necaşi arasında

150 En-Nuveyri, Nihayetu’l-İreb, 16/257.

151 Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/335.

Page 53: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

52

geçen meşhur muhavere yaşanır.152 Ve Necaşi inanç olarak kendilerinden çok da

farklı olmadığını gördüğü Müslümanları teslim etmeyi reddeder. İbn Sad’ın tabiri ile

Kureyş buna son derece öfkelenir ve boykota giden sürecin son tuğlalarından biri de

konmuş olur.153

Boykota giden süreci hazırlayan bir diğer durum ise Hz Peygamber’in (sav)

panayırlarda Arapları İslam’a davet etmesi ve Araplar arasında İslam’ın

yayılmasıydı.154 Cabiri; özellikle baskı, şiddet ortamının arttığı 6.yıl itibariyle Hz

Peygamber’in (sav) yalnızca panayırlarda muhatap bulabildiğini ve panayırların bir

anlamıyla Kur’an’ın muhatap kitlesinin Kureyş’i aşarak bütün Arap coğrafyasına

şamil hale gelmesi için zemin hazırladığını ifade etmektedir.155 Bu da Habeşistan ile

ilgili naklettiğimiz gibi Kureyş için dış dünyada itibarının sarsılması ve kendi içinde

çatışma yaşadığı hissinin doğması anlamına geliyordu. Burada yukarıda

naklettiğimiz bir bilgiyi; Kureyş’in ticaretinin zarara uğramaya başladığını nakleden

Dermenghem’in, bazı Arap kabilelerinin Kureyş’i boykot ettiği noktasındaki

aktarımını hatırlatmak istiyoruz.156

Boykot öncesinde gelişen hadiselerin özeti bu şekildedir. Süreci takip

ettiğimizde karşımıza çıkan manzara Kureyş’in; Hz Peygamber’in (sav) aşireti

tarafından korunuyor olması ve inananların büyük bir kısmının Habeşistan’a hicret

etmiş olmalarından dolayı bu şiddetli muhalefetin muhataplarına ulaşamaz hale

geldiklerini görüyoruz. Bu sürece İslam davetinin diğer Arap kabilelerine ulaşmaya

devam ediyor olması da eklenince boykot, İslam karşıtı hareketin önderleri için kan

dökmekten önce başvurabilecekleri son tedbir oluyordu.

Boykotla ilgili nakledeceğimiz son birkaç not ile bu bölümü tamamlıyoruz.

Çalışmamızın başından itibaren çeşitli vesilelerle İslam karşıtı muhalefetin sınırlı

sayıda güçlü ailenin elinde olduğu ve onların menfaatleriyle dinamize edildiğini

152 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/361.

153 İbn Sad, Tabakat, 1/193, “… قریشا فعل النجاشى لجعفر وأصحابھ وإكرامھ إیاھم كبر ذلك علیھم وغضبوا على لما بلغ

.”رسول الله

154 En-Nuveyri, Nihayetu’l-İreb, 16/258.

155 Bkz. Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, “Açık Davet” ile “Çağrının Haykırılması” Arasında, 1/7-22.

156 Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102.

Page 54: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

53

vurguladık. Bu aileler Kur’an ve Hz Peygamber’e (sav) karşı yoğun bir propaganda

yapmışlar ve toplum üzerinde zaten var olan baskınlıklarını da kullanarak bisetin

7.yılında Beni Haşim ve Beni Muttalib’i toplumdan izole etmeyi başarmışlardı.

Boykotun bitişiyle alakalı rivayetlere baktığımız zaman Kureyş içinde bu

kararı vicdanlarına yediremeyen insanların olduğunu görüyoruz. Şartların son derece

ağırlaştığı 2.yılın sonlarında; Şib’i Ebi Talib’de açlıktan dolayı ağlayan çocukların

seslerinin Mekke’den duyulduğu rivayet edilmektedir. 157 Bu durumu öteden beri

kabullenemediği anlaşılan beş kişi Mekke’nin bu utançtan kurtulması için harekete

geçmişti. İlginç olan ise bu kişilerin İslam’a düşmanlık eden ileri gelenlerin

aşiretlerinden olmalarıydı.158

Bu beş kişi boykotu kaldırmak için bir plan yaptılar. Bu plana göre Kureyş

eşrafı Kâbe’de otururken her biri ayrı ayrı oraya gelecek ve Kâbe’yi tavaf ettikten

sonra Kureyş eşrafının karşısına çıkıp bu haksızlığı bitirmek kararlılıklarını ilan

edeceklerdi. Ve bunu yaparken de hep birden konuşmayacak önce biri başlayıp ona

gelen itirazlara bir diğeri cevap vererek beraber olduklarını göstermiş olacaklardı.159

Planı aynen uyguladılar ve özellikle Ebu Cehil ile aralarında geçen tartışmada boykot

kararının toplum içinde nasıl algılandığını gösteren bir tespitte bulundular: eğer söz

konusu Ebu Cehil’in akrabaları olsaydı böyle bir karar alınmazdı.160

Bu cümleden anlaşılan, Ebu Cehil gibi kimselerin uygulattığı ve taviz

verilmemesi için baskı yaptığı bu karar, toplum içinde bir rahatsızlığa yol açmıştı. Ve

konu Hz Peygamber’i (sav) aşarak Kureyş aşiretleri arasında bir fitne olarak

algılanmaya başlamıştı. Nitekim İbn Hişam’ın naklettiği şiirlerinden birinde, Ebu

Talib, Kureyş’i fitnecilere uymakla, akrabalıkları kesmekle ve bildikleri gerçeği

inkâr etmekle suçlamaktadır.161

157 İbn Sad, Tabakat, 1/193.

158 Hişam b. Amr b. Rebia, Züheyr b. Ebi Muğire, Mutim b. Adiy, Ebu’l-Bahteri b. Hişam, Zem’a b.

el-Esved (Amir, Nevfel ve Esed) İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/28.

159 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/27-28.

160 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/27-28.

161 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/7.

Page 55: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

54

Hz Peygamber’e (sav) karşı oluşturulan birlik, sonunda belirli kimselerin

inadıyla süren bir zulme dönüşmüştü. Bu zulme karşı, ileride Hz Peygamber’i (sav)

öldürmek için toplananların arasında göreceğimiz Ebu’l-Bahteri 162 ya da Hz

Peygamber’e (sav) Taif dönüşünde himaye veren Mut’im b. Adiy gibi kimseler bir

araya gelerek İslam’a dair hiçbir görüş serdetmeksizin hareket etmişlerdi. Kureyş

muhalefeti bir yönüyle başarısız olmuştu çünkü Hz Peygamber’i (sav) teslim

alamamıştı. Ancak boykotu kaldırmak için çabalayanların İslam’ın doğruluğu ya da

Hz Peygamber’in (sav) konumu hakkında bir söylemle değil akrabaları olan

insanların çektiği sıkıntıları gündeme getirerek hareket etmeleri özellikle Ebu

Talib’in ölümünden sonra Hz Peygamber’i (sav) öldürme planlarının uygulanacağı

bir zeminin oluştuğunu göstermektedir.

162 Kasım Abdurrahman es-Süheyli, Ravdu’l-Unuf, tahk. Abdullah el-Menşavi, Daru’l-Hadis, Kahire

2008, 2/335.

Page 56: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

55

İKİNCİ BÖLÜM: MEKKÎ SURELERİN KRONOLOJİSİ ve

BOYKOT YILLARI

Çalışmamızın bu ikinci bölümünde konumuz Mekkî surelerin kronolojik

takibi olacaktır. Bu takip, Kur’an metnini hem nüzul zamanı verileri, ayetlerin

muhtevası ve üslübu üzerinden hem de boykot öncesi yıllara dair aktardığımız

değerlendirmelerimizi karşılaştırmak yoluyla boykot yıllarının Kur’an’daki

karşılığına ilişkin bir sonuca varmak için bize bir zemin sağlayacaktır.

Mekki surelerin nüzul zamanlarını tespit etme konusunda araştırmacıların

önünde pek çok engel bulunmaktadır. Öncelikle zor şartlar altında geçen bir süreç

olan Mekke’ye ilişkin kayıtların Medine dönemi kayıtlarına nazaran sayıca az ve

bilhassa zamanlamaları tespit etmek için elverişli olmaması bu engellerin ilkidir.

Siret kitaplarının da bu 13 yıllık süreyi birbirine benzer rivayetlerle kısa bölümler

halinde incelemiş olmaları bu engeli gösteren bir husustur.

Medeni surelerde rivayetlerin çokluğu dolayısıyla sadece surelerin değil ayet

pasajlarının dahi iniş zamanına ilişkin doğruluğundan emin olduğumuz çıkarımlar

yapmak mümkündür. Ancak Mekkî sureler için durum bu şekilde değildir. Sebeb-i

nüzul rivayetleri ve surelerin iniş zamanları ile alakalı rivayetlerin ortaya çıkardığı

net bir tablodan söz etmemiz mümkün olmamaktadır.

Durumu izah etmesi bakımından şöyle bir değerlendirmeyi yapmak ihtiyacını

duyuyoruz. Rivayet külliyatı özellikle dönemi yaşayan kimselerin hafızasına

bağlıdır. Davet sürecinin Hz Muhammed’in (sav) takipçileri açısından en zor geçen

yılları, bizim konu aldığımız Kureyş baskısının giderek sertleştiği ve inananları

Mekke’yi terk etmeye zorlayan, bisetin 4. ve 10.yılları arasındaki dönemdi.

Dolayısıyla bu yıllarda yaşanan hadiseleri nakletmesi beklenen insanların özellikle

boykot yıllarını Mekke’nin dışında geçirmiş olmaları göz önüne alındığında,

Page 57: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

56

baskının arttığı ve şiddetlendiği 5.yıldan itibaren yaşadıkları zor şartlar içinde

surelerin nüzul zamanlarını hafızalarına kaydetmeleri zordur. Zira anın sıkıntıları

içinde surelerin iniş zamanının kaydedilmesine ilişkin bir soruları olması

beklenemez.

Tasvir ettiğimiz bu ortamın literatürdeki karşılığını görmek adına Mekkî

sureler için kaydedilmiş esbab-ı nüzul rivayetlerine baktığımız zaman kronoloji

çalışmalarının, önemli bir kaynaktan mahrum olduğunu ifade edebiliriz. Esbab-ı

nüzul kitaplarında göze çarpan ilk husus Mekkî surelerin azımsanmayacak bir kısmı

için rivayet nakledilmemiş olmasıdır. Hakkında rivayet nakledilmiş surelerde ise

kaydedilen hadiselerin yine azımsanmayacak bir kısmının Medine döneminde

yaşanan hadiseler olmasını da ekleyecek olursak az sayıda rivayetin dışında bize

yardımı dokunabilecek bir kaynağın olmadığını görüyoruz.

Benzer bir durumu tarihi zemini incelerken de fark ediyoruz. Siret

kitaplarının Mekke dönemine ilişkin sınırlı anlatımları ve az sayıda rivayeti tasnif

etme noktasında yetersiz kalmaları söz konusudur. Açık davetin ne zaman başladığı,

hangi ayetle başladığı, Hz Peygamber’in (sav) panayırlarda neler yaptığı, hangi

dönemde hangi tepkilerle karşılaştığı gibi sorular bu sınırlı tasnif içerisinde cevap

bulması güç sorular olmaktadır. Bu noktada bir araştırmacıya düşen, tarihsel akışın

nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair bir kurgu oluşturup rivayetleri bu kurgunun

içerisine yerleştirmek olacaktır.

Aynı durum Mekkî surelerin nüzul zamanlarını ve kronolojisini tespit ederken

de geçerlidir. Tarihsel akışı göz önüne alarak bunu takip eden bir nüzul kronolojisi

oluşturmak bu nevi çalışmaları tamamlayabilmenin en önemli yolu olarak

gözükmektedir. Neticede tarihsel zemini dikkate alan bir çalışmanın öncelikli

öngörüsü Kur’an’ın indiği zeminle canlı bir diyalog kurduğu ve metinde bu

diyalogun işaretleri olan atıfların bulunacağıdır. Bu öngörü çerçevesinde şekillenen

çalışmalar, tarihsel akış ile nüzul kronolojisinin birbirini karşılayacak şekilde

değerlendirilmesi amacını gütmektedir. Varılan sonuçlar bu karşılaştırmayla elde

edilecektir.

Page 58: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

57

Biz araştırmamızın başlangıcından itibaren nüzul zamanlarını tespit etme

noktasında hangi kıstasların kullanılabileceğinin, mesaj ve hitap ettiği zemin

arasındaki ilişkinin işaretlerini Kur’an metninde nasıl yakalayabileceğimizin yollarını

aradık. Bu araştırmamız boyunca dikkatimizi çeken ve kronolojik takip için sebeb-i

nüzul rivayetleri ve surelerin nüzulüne ilişkin rivayetler dışında, göz önüne

alınabileceğini gördüğümüz hususlar; kavramlar, kıssalar, müşriklere cevap veren

ayetler, mücadelenin seyrine ve o an bulunduğu aşamaya işaret eden ifadeler ve

benzeri şekilde araştırmacının kendi bakış açısına göre tespit edebileceği hususlardır.

Bunlara surelerde ön plana çıkan tartışma konuları ve bu konulara verilen cevapları

da ekleyebiliriz.

Kronoloji çalışmalarının Kur’an’ın anlaşılması adına sonuç verebilmeleri için

bu saydığımız noktalar araştırma konusu yapılabilir ancak bu noktaların incelenmesi

surelerin nüzul zamanlarını ve birbirlerine göre sıralarını tespit etmek için yeterli

değildir. Surelerin kronolojisini belirleyebilmek adına ele alabileceğimiz bu

hususların surelerin nüzul zamanlarına ilişkin sonuç verebilmeleri için bir zemine

oturmaları gerekmektedir. Bu zemin, ele alınan kıstaslar incelenirken varılan

sonuçların doğru bir zamana atfedilebilmelerini sağlamak için elzemdir. Zira Kur’an

metnine baktığımız zaman kullanılan ifadelerin pek çok surede tekrar tekrar geçtiğini

ve tartışmaların, kıssaların vs metin içi bağlam çerçevesinde kronolojik tespitler

yapmak için elverişli olmayan bir anlatımla aktarıldığını söyleyebiliriz.

Kur’an’ın bazı ifadeleri kapalı bazı ifadeleri açık olarak değerlendirilir.

Bunlar ulumu’l-Kur’an’da mücmel ve mübeyyen başlığı altında incelenir. Kur’an

bazı yerlerde bir konuya kısa atıflarda bulunmakla yetinirken bazı yerlerde bu kapalı

ifadeleri açıklamıştır.163 Başlangıçta bu durum araştırmacının elini kolaylaştıran bir

konumda görünmektedir. Okuyucu Kur’an’ı sıradan bir metin olarak eline aldığı

zaman kapalı ifadelerin önce, açık ifadelerin ise sonra geldiğini düşünebilir. Ya da

kıssalarda kendini çok net bir şekilde gösteren bu durumdan hareketle önceki

peygamberler ve ümmetleri hakkındaki haberleri benzer şekilde değerlendirerek

sureler arasında bir kronoloji oluşturabileceğini düşünebilir. Ancak bizim

araştırmamızda ulaştığımız sonuç şudur: Kur’an Hz Peygamber (sav) ile hem inanan

163 Suyuti, el-İtkan, 2/1197.

Page 59: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

58

hem de inkâr eden ve hatta iman etmekle etmemek arasında tereddüt yaşayan

muhataplarının surenin nüzulü esnasında içinde bulundukları halleri göz önüne

alarak; bazı ifadeleri ve kıssaları tekrar etmiş, bazen daha geniş bir şekilde ele alırken

bazen de kısaca hatırlatmakla yetinmiştir.

Özellikle kıssalardan yola çıkacak olursak önümüze çıkan tabloyu kıssaların

kronolojik olarak genişlediğini değil muhataplarının durumuna göre belli şekillerde

anlatıldığını söyleyebiliriz. Kur’an’ın en çok yer verdiği Hz Musa kıssasında ya da

bazı Mekki surelerde aynı sıra ile tekrar tekrar anlatılan kıssalarda bazı olaylar ön

plana çıkarılırken bazı olaylara değinilmediğini görüyoruz. Hz Musa’nın doğumu ve

firavunun sarayına girişi, Mısır’dan çıkışı, Medyen’e gidişi, Medyen’den dönüşü,

firavunla tartışmaları gibi olaylar farklı surelerde bazısı ön plana çıkarılarak bazısı

arka planda tutularak ya da bazısı anlatılıp bazısı anlatılmayarak yer bulmuştur. Bu

olaylardan hangisinin anlatıldığına hangisinin anlatılmadığına surenin iç bağlamı göz

önüne alınarak bakıldığında muhataplara hangi mesajın verildiği görülecektir.

Dolayısıyla surenin indiği zemine ilişkin de bir kanaat hasıl olacaktır.

Ancak bahsettiğimiz üzere bu gibi hususlardan hareketle varılan kanaatler

belirli bir zeminde ele alınmadıkça surelerin nüzul zamanlamasını ortaya koymak

mümkün değildir. Bahsettiğimiz zemin ise öncelikle nüzul ortamının tarih verileriyle

şekillendirilecek bir kronolojisi ve surelerin sıralamasına ilişkin bir kurala bağlı

olmaktır.

Çalışmamızın ilk bölümünde tarih verileri üzerinden bir kronoloji oluşturmuş

ve bahsettiğimiz meselenin ilk ayağını tamamlamıştık. Bu bölümde ise bu meselenin

ikinci ayağını tamamlayacak ve surelerin kronolojisini belirlemede hangi kıstasları

takip ettiğimizi ortaya koymaya çalışacağız. Bunu da surelerin kronolojisini

belirlemede bize yol gösteren iki çalışmayı tetkik ederek gerçekleştireceğiz.

Page 60: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

59

1. Surelerin Nüzul Zamanları

Kur’an araştırmalarında, bahsettiğimiz şekliyle Kur’an’ın nüzul süreci

üzerinde duran ve tarihsel zeminle paralellik kuran çalışmalara rastlamak zordur.

Ancak bize kaynaklık etmesi bakımından iki önemli çalışma elimizin altında

duruyor. Ebu’l-A’la el-Mevdudi’nin Tefhimu’l-Kur’an’ı ve Muhammed Abid el-

Cabiri’nin Fehmu’l-Kur’ani’l-Hakîm: Tefsiru’l-Vadıh Hasebi Tertibi’n-Nüzul isimli

çalışmaları; Kur’an’ın nüzul sürecini dikkate alan, surelerin arka planında yer alan

hadiseleri değerlendirerek surelerin merkeze aldıkları konuların ve muhtevalarının

değerlendirmelerinin yapıldığı çalışmalar olarak önemlidir.

Yukarıda bahsettiğimiz, surelerin kronolojisinin belirlenmesiyle ilgili

hususları dikkate alan ve surelerin nüzul zamanlarını belirleme noktasında önemli

notların bulunduğu bu iki çalışmayı inceleyerek boykot döneminde inen surelerin

hangileri olduğuna dair işaretler yakalamak istiyoruz. Bunun için önce Mevdudi’nin

nüzul sıralamasıyla ilgili hangi kıstasları kullandığını ve bu kıstaslardan hareketle

bizim incelediğimiz dönemde hangi surelerin indiğiyle alakalı tespitlerimizi

aktaracağız. Ardından Cabiri’nin çalışması üzerinde aynı incelemeyi yapıp daha

sonra iki müellifin görüşlerini karşılaştıracağız.

1.1. Mevdudi’nin Nüzul Sıralaması Değerlendirmeleri

Mevdudi, her surenin başında o surenin iniş zamanı ile alakalı notlar

kaydetmiştir. Bu notları kaydederken surenin nüzul zamanına ilişkin herhangi bir

rivayet varsa önce bu rivayetleri değerlendirmeye almış ve sonrasında surenin

muhtevasından hareketle Mekke yıllarında hangi dönemde nazil olabileceğine dair

tespitlerini aktarmıştır.

Page 61: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

60

1.1.1. Nüzul zamanını Tespit Yöntemi

Mekke dönemi ile ilgili rivayetler çok az olduğu için Mekki surelerin iniş

dönemlerini tesbit etmek adına surelerin kendilerine veya içten içe verdikleri

delillere bakmak gerektiğini ifade eden Mevdudi:164 surelerin tartıştıkları konular, ele

aldıkları sorunlar, taşıdıkları üslub, nüzul sebeblerine ve ilgili olaylara doğrudan

veya dolaylı telmihler gibi noktalara dikkat çekmiştir.165 Bu noktalardan hareketle

surelerin iniş ortamlarına dair çıkarımlar yaparak nüzul zamanını tespit etmeye

çalıştığını ifade etmektedir.

Tarihsel verileri kullanmak adına Mevdudi, sure muhtevalarından ve

rivayetlerden hareketle Mekke yıllarını dört döneme ayırmaktadır. Bu dönemlerin

özellikleri şu şekildedir: 166

1) Birinci dönem: Risalet görevinin verilmesi ile başlayıp açıktan davetin

başlamasıyla biten ilk 3 yıllık süredir. Bu dönemde mesaj, gizli olarak

bazı seçkin kimselere iletiliyordu.167

2) İkinci dönem: Peygamberliğin Mekke’ye ilanıyla başlayıp 2 yıl süren bu

dönemde bireysel karşı çıkışlar, alay etme veya ciddiye alma gibi

tepkilerle karşılaşılır. Bu dönem yoksul ve zayıf inananlara işkence

edilmeye başlanmasıyla biter.168

164 Ebu’l-A’la el-Mevdudi, TEFHİMU’L-KUR’AN - Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri, İnsan Yayınları,

İstanbul 1987, 1/462.

165 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1/462.

166 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1/461. Mevdudi’nin tespit ettiği dönemlerde hangi surelerin inmiş

olabileceğine dair değerlendirmelerinden hareketle devam eden dipnotlardaki listeyi hazırladık.

Burada sureler arasında belirgin bir sıra yoktur. İlaveten bazı sureler hakkında müellif kesin bir zaman

dilimi belirtmemiş ve genel bazı ifadeler kullanmıştır. Hatta Müzzemmil ve Kadir surelerinin iniş

zamanını müellifin aktarımlarından çıkarmak imkânsız görünmektedir.

167 Alak, Müddessir, Kalem, Tebbet, Duha, İnşirah, Tekvir, Şems, Leyl, Tin, Zilzal, Âdiyât, Karia,

Tekasür, Hümeze, Fil, Kureyş, Kevser, İnfitar, İnşikak, Tarık, Â’lâ, İnsan, Ğaşiye, Mutaffifîn, Nebe,

Naziat, Beled, Mürselât, Kıyamet, Nuh, Me’âric, Hakka, Mülk, Abese

168 Kâfirun, Rahman, Tur, Zariyat, Sebe, Sâd, Kâf, Fecr.

Page 62: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

61

3) Üçüncü dönem: İşkencelerin başladığı 5.yıldan hüzün yılına kadar süren 5

yıllık bu dönemde ağır işkenceler ve bunaltıcı bir baskı havası giderek

artan bir şiddetle kendini gösteriyordu. Habeşistan hicretleri ve boykot

yıllarının gerçekleştiği bu süreç 10.yılda sona erdi.169

4) Dördüncü dönem: Onuncu yıldan hicrete kadar süren 3 yıllık bu dönemde

panayırlarda Arap kabilelerinden destek arayışı, Taif seferi, müşriklerin

sürgün, öldürme planları kurmaları gibi hususlar ön plana çıkmaktadır.170

Genelde Batılı araştırmacılarda görmeye alışkın olduğumuz Mekke’yi

dönemlere ayırma fikri, 171 Mevdudi tarafından ciddi bir şekilde ele alınmış

görünüyor. Buna göre sürecin tarih ayağını belirgin bir kurgunun içerisine alan

Mevdudi ilk 3 yılı gizli davet, sonraki 2 yılı açık davetin başlangıcı olarak

kaydetmiştir. İşkencelerin başlamasını bir dönüm noktası olarak alan Mevdudi 5.yıl

ile Ebu Talib’in ölmesiyle Hz Peygamber’in (sav) Arap kabilelerden destek talebinde

bulunduğu, hakkında suikast planlarının hazırlandığı son 3 yıl arasını ayrı bir dönem

olarak almıştır.172 Son 3 yılı ise hicrete hazırlık ve Hz Peygamber (sav) için suikast

planlarının yapıldığı bir dönem olarak ayırmıştır ve surelerin nüzul zamanları ile

ilgili yaptığı değerlendirmelerde bu dönemi Mekke’nin en sıkıntılı yılları olarak

nitelendirerek muhtevasında sert ifadeler olan ve ağır şartlara hitap ettiği düşüncesini

oluşturan sureleri bu döneme yerleştirmiştir.173

Mevdudi surelerin nüzul zamanlarını tayin ederken bahsettiğimiz üzere

surenin muhtevasından hitap etmiş olabileceği şartları ele alıp bunları kendi tasnifine

göre ayırdığı dönemlere yerleştirirken rivayetlerden de yararlanmıştır. Eğer surenin

inişi ile ilgili bir rivayet varsa bu rivayete öncelik vermiş ve rivayette anlatılan olayın

169 Burûc, Necm, Kamer, Fatır, Cin, Kehf, Secde, Meryem, Tâ-Hâ, Enbiya, Mü’minun, Furkan, Vakıa,

Şuara, Neml, Kasas, Ankebut, Rum, Lokman, Zümer, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Câsiye, Ahkaf,

Yasin, Saffat, Felak, Nas.

170 En’am, A’raf, Yunus, Hud, Yusuf, Rad, İbrahim, Hicr, Nahl, İsra, Hac (1-24.ayetler).

171 Detaylı bilgi için Bkz. Esra Gözeler, “Kur’an Ayetlerinin Tarihlendirilmesinde Batılı Yaklaşım”,

s.299-316.

172 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1/462-463.

173 Bkz. Tefhimu’l-Kur’an; Yusuf Suresi, A’raf Suresi, Yunus Suresi, Hud Suresi nüzul zamanı

bilgileri.

Page 63: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

62

hangi dönemde olabileceğini düşünerek nüzul zamanı ile ilgili tespitlerinde

kullanmıştır. Bunun yanı sıra özellikle birbirlerinin ardından indikleri tefsir

kaynaklarınca nakledilen surelerin sırasına riayet etmiş ve nüzul zamanı tespitlerinde

bu hususu da dikkate almıştır. Bu durumu kimi zaman surelerin konuları ve üslupları

itibariyle birbirlerini tamamlamaları veya birbirlerine benzemeleri yönüyle tahlil

ederek yine nüzul zamanı tespitlerinde kullanmıştır.

1.1.2. Mevdudi’ye Göre Üçüncü Dönemde Nazil Olan Sureler

Yukarıda naklettiğimiz tasnifinde Mevdudi, işkencelerin ve baskıların

başlayıp yoğunlaştığı 5.yıl ile hüzün yılının bitişi olan 10.yıl arasını Mekke’nin

üçüncü dönemi olarak almıştı. Bu yıllar arasında gerçekleşen hadiseler Habeşistan

hicretleri, Hz Hamza ve Hz Ömer’in iman etmesi, Hz Peygamber’in (sav) davetini

Kureyş dışına taşıması ve Beni Haşim ile Beni Muttalip aşiretlerine boykot

uygulanmasıdır. Mevdudi bu dönemi ağır işkencelerin ve baskının bunaltıcı bir

boyutta kendini şiddetle gösterdiği bir ortam olarak tasvir etmektedir. Haliyle

dönemde nazil olan surelerin arka planında da tasvir ettiği bu ortamı okuyup, sureleri

yukarıda ifade ettiğimiz diğer hususları da göz önüne alarak bu döneme

yerleştirmiştir.

Mevdudi orta dönem olarak isimlendirdiği bu üçüncü döneme, ikinci dönemi

de kısmen katarak, 32 sureyi yerleştirmiştir. Sayacak olursak Mevdudi’ye göre orta

dönemde inen sureler şu şekildedir: Kehf, Meryem, Taha, Enbiya, Müminun, Furkan,

Şuara, Neml, Kasas, Ankebut, Sebe, Fatır, Saffat, Sad, Zümer, Mümin, Fussilet,

Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye, Kaf, Zariyat, Tur, Necm, Kamer, Vakıa, Buruc, Fecr,

Beled. Bu sureler Osman mushafından gelen nüzul sıralaması temel alındığında

birbirleri ile çok farklı zamanlarda inmiş olduğu anlaşılan surelerdir.

Kabul edilegelen nüzul sıralamasına baktığımızda bu surelerin sıralaması şu

şekildedir: Fecr(9.sıra), Necm(22), Buruc(26), Kaf(33), Beled(34), Kamer(36),

Sad(37), Yasin(40), Furkan(41), Fatır(42), Meryem(43), Taha(44), Vakıa(45),

Şuara(46), Neml(47), Kasas(48), Saffat(55), Sebe(57), Zümer(58), Mümin(59),

Page 64: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

63

Fussilet(60), Şura(61), Zuhruf(62), Duhan(63), Casiye(64), Zariyat (66), Kehf(68),

Enbiya(72), Müminun(73), Tur(75), Ankebut(84).

Mevdudi’nin bu değerlendirmesine göre nüzul sıralamasında 9. sure olan Fecr

suresiyle başlayıp, kaynaklara göre 87 surenin indiği Mekke’de,174 84. sırada olan

Ankebut suresine uzanan bir liste söz konusudur. Burada Mevdudi’nin sureler

arasında kesin bir kronoloji oluşturmaya çalışmadığını ancak yukarıda aktardığımız

yöntem içerisinde surelerin inmiş olabileceği ortamı/şartları ve bu ortamın/şartların

13 yıllık Mekke döneminde nereye tekabül edebileceğini işaret ediyor olduğunu

belirtelim. Fakat bizim kendi çalışmamız açısından önemli olan; surelerin hitap

ettikleri ortamı/şartları yine sureler arasında bir kronolojiyi de belirleyebilecek

şekilde tespit etmektir.

Yöntemi itibariyle Mevdudi’nin, rivayetler ve tarihsel verilerle sure

muhtevalarını karşılaştırarak sureleri tasnif ettiğini belirtmiştik. Yukarıda isimlerini

verdiğimiz ve Mevdudi tarafından Mekke’de 3.döneme yani bisetin 5. ve 10.yılları

arasına yerleştirilen sureleri hangi gerekçelerle bu şekilde tasnif ettiğini kısaca

değerlendirmek istiyoruz.

Müellifin rivayetleri temel alarak orta döneme yerleştirdiği sureler genel

olarak bu sureler hakkında varid olan sebeb-i nüzul rivayetlerini Mekke döneminin

şartlarına/ortamına uyarlayarak çıkarımda bulunduğunu görüyoruz. Bunlardan

Fussilet suresi ile ilgili yorumu dikkat çekicidir. Bu surenin ilk 13 ayetiyle alakalı

olarak nakledilen Utbe b. Rebia’nın Hz Peygamber’e (sav) meşhur teklifine cevaben

Hz Peygamber’in (sav) bu ayetleri okuduğu rivayetini ele alan Mevdudi; böyle bir

teklifin Hz Hamza’nın iman etmesi ile paniğe kapılan müşriklerin büyüyen tehlikeyi

önlemek maksatlarını taşıyan bir girişim olabileceğini ifade etmektedir. Surenin Hz

Ömer’in iman etmesinden önce indirildiğini ifade ederken de zımnen müşriklerin Hz

Ömer’in ihtidasıyla uzlaşma teklifleri yerine daha ağır bir baskı uygulamayı tercih

ettiklerini ifade etmiş olmaktadır. 175

174 İzzet Derveze, Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı, çev. Mehmet Yolcu, Yöneliş Yay,

İstanbul 1989, 2/135.

175 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 4/168.

Page 65: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

64

Surelerin nüzul zamanlarını tespit etmek noktasında Mevdudi’nin, sadece bir

takım hadiseleri içeren rivayetlerle değil aynı zamanda özellikle İbn Abbas’tan gelen

surelerin ardıllığına ilişkin rivayetleri de değerlendirmeye aldığını görüyoruz. Burada

Taha suresinin Hz Ömer’in iman etmesiyle alakalı meşhur rivayeti176 konu alan yazar

sureyi orta döneme bu şekilde yerleştirirken İbn Abbas’tan gelen Taha-Vakıa-Şuara

surelerinin ardı ardına indikleri rivayetini 177 naklederek bu sureleri bu döneme

yerleştiriyor. Benzer bir şekilde yine İbn Abbas kaynaklı Şuara-Neml-Kasas

surelerinin ardı ardına indikleri rivayetini178 de ekleyerek bu beş sureyi orta döneme

5.yıl ve 6.yıl içerisine yerleştiriyor. Son olarak kesin bir zaman vermese de

Habeşistan’a hicret etme niyetinde olan Cafer b. Ebi Talib ve arkadaşları için Zümer

suresinin 10.ayetinin indiğini nakleden Mevdudi; 179 Zümer’in ardından Mümin

suresinin indiğini bildiren rivayeti180 de ekleyerek bu iki sure arasında bir ardıllık

olduğunu beyan ediyor.

Necm, Kamer, Sad, Furkan, Meryem ve Zümer surelerini kaynakların

naklettiği rivayetler çerçevesinde yine bu döneme yerleştiren Mevdudi, ifade

ettiğimiz üzere nakledilen rivayetler ile Mekke yıllarına ilişkin kendi tasnifi arasında

bir karşılaştırma yaparak tespitlerini ortaya koyuyor.

Yukarıda isimlerini saydığımız diğer 18 surenin ise muhtevalarından

hareketle bu dönemde inmiş olabileceğini beyan eden Mevdudi; surelerin

muhtevaları ve ele aldıkları konular itibariyle arka planlarında şiddet, işkence,

işkencenin henüz başlamış olması, şiddetli muhalefetin olması ancak şiddetin

başlamaması şeklinde işaretler arıyor. Bu surelerin hepsine dair bir değerlendirme

yapmayacağız ancak Ha-Mim surelerinin özel durumlarından bahsetmek istiyoruz.

Mevdudi’nin değerlendirmesine göre Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan

ve Casiye sureleri muhteva itibariyle birbirlerinin ardınca inmiş olduğu izlenimini

vermektedirler. Bu değerlendirmeyi Mümin suresinin Zümer suresinden sonra indiği

176 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/370; Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 3/217.

177 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 4/9.

178 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 4/73.

179 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/89.

180 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/123.

Page 66: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

65

rivayeti ve Zümer suresi 10.ayetin ikinci Habeşistan hicretinden önce indiği rivayeti

ile beraber düşündüğümüz zaman hemen hemen boykot yıllarına yakın bir yere

baktığımızı söyleyebiliriz.

Tefhimu’l-Kur’an’da konumuz çerçevesine giren kesitiyle surelerin nüzul

zamanlarına ilişkin aktaracağımız notlar bu şekildedir. Mevdudi Mekke’yi dönemlere

ayırırken klasik dönem tefsirlerde, araştırdığımız kadarıyla, göremediğimiz bir bakış

açısını sunmaktadır. Bir süreç içerisinde Hz Muhammed (sav) ve muhalifleri

arasında yaşanan mücadelenin; çeşitli kırılma noktaları olduğu ve giderek artan bir

şiddetle sonuçta Müslümanların Mekke’deki varlıklarını, geçici bir süre için de olsa

tamamen silecek bir boyuta taşındığını okuyoruz. Burada gizli davet süreci, açık

davet ve muhalefetin başlaması, şiddetin başlaması ve yoğunlaşması, öldürme

planları ve hicret hazırlığı gibi ifadeler Mevdudi’nin dört döneminin ana hatlarını

belirtmektedir.

Mekke yıllarını dönemlere ayırma noktasında Mevdudi’nin; gerilimin

tırmanışını doğrusal olarak takip ettiğini ve son aşaması suikast planı olan bir okuma

yaptığını görüyoruz. Biz çalışmamızın ilk bölümünde Mekke’de Hz Muhammed

(sav) ve Kureyş ileri gelenleri arasındaki mücadelenin takriben 4.yıldan başlayarak

nasıl bir gelişim seyri izlediğini değerlendirmiştik. Mevdudi’nin burada bahis konusu

ettiğimiz bakış açısını kendi değerlendirmelerimiz ile karşılaştırdığımız zaman şu

notu eklemek gereğini duyuyoruz: Mevdudi tasvirleri itibariyle klasik kaynakların

sundukları verileri ele alarak isabetli bir tablo ortaya koymuş olsa da kendi tasnifine

göre üçüncü dönem ile son dönemi birbirlerinden ayırırken bir noktayı gözden

kaçırmıştır. Boykot yılları öncesinde yani 4. ve 7.yıllar arasında müşriklerin

muhalefetleri; Mevdudi’nin, boykot sonrası yıllar için düşündüğü kadar sertti. Ve Hz

Muhammed’e (sav) yönelik öldürme planları ilk bu yıllarda yapılmaya başlanmıştı.

Nitekim Ebu Talib ile görüşmelerde aktardığımız kronolojide son halkayı;

müşriklerin Hz Peygamber’i (sav) öldürmek üzere peşinen bir diyet teklifinde

bulundukları görüşme oluşturmaktadır.

Nüzul sıralamalarında orta sıralarda bulunan Hud, Yunus, Yusuf, Hicr,

En’am, A’raf gibi sureler özellikle yoğun içerikleri ve Hz Muhammed (sav)

aleyhinde planların olduğuna dair işaretlerin bulunması gerekçesiyle Mevdudi

Page 67: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

66

tarafından Mekke’nin son yıllarına yerleştiriliyor. Bu yorumundan dolayı;

Mevdudi’nin nüzul sıralamasına Taha suresiyle başlayan ve Kasas suresine kadar

giden aradaki paralel duruşu Kasas suresinden sonra gelen İsra, Yunus, Hud, Yusuf

surelerinde bozuluyor. Ancak Mevdudi’nin boykot sonrası şartlarla ilgili

değerlendirmelerinin hemen hemen boykot öncesi için de geçerli olduğunu

düşünecek olursak bu sureleri sadece son yıllarda değil orta dönemde de inmiş

varsayabiliriz. Nitekim bu konuyu Cabiri’nin nüzul sıralaması ile ilgili

değerlendirmelerimizi aktardıktan sonra iki müellifi karşılaştırırken tekrar ele

alacağız ve Cabiri hakkındaki değerlendirmelerimizle beraber daha net bir şekilde

ortaya koyma imkânı bulmuş olacağız.

1.2. Muhammed Abid el-Cabiri’nin Nüzul Sıralamasını Tespit

Yöntemi

Sureleri nüzul sıralamasına göre okuyup tefsir etme yönteminin son

örneklerinden birini kaleme alan Muhammed Abid el-Cabiri, Fehmu’l-Kur’an:

Tefsiru’l-Vadıh Hasebi Tertibi’n-Nuzul isimli tefsirinde sureleri nüzul tertibine göre

sıralayarak tefsir etmiştir. Bu çalışmasında müellif; nüzul sırasına göre tefsir usulüne

önemli bir katkı sunarak nüzul sürecinin Kur’an’ın muhteva, üslup ve surelerin

merkeze aldıkları konular itibariyle takibini yaparak eserini yazmıştır.

Nüzul sürecinin tarihsel akışı ile nüzul sıralamasını birlikte izleyerek surelerin

tefsirlerini yaparken Cabiri surelerde işlenen konuların, Hz Peygamber’e (sav)

verilen emir ve tavsiyelerin, müşriklere, ehl-i kitaba yönelik değerlendirmelerin vs.

surelerin inmiş oldukları zaman diliminde ne gibi durumlara tekabül ettiği noktasında

değerlendirmelerde bulunmuştur. Bunun yanı sıra sureleri bölümlere ayırarak her bir

bölümü konularını belirtecek şekilde başlıklar altına almıştır. Tefsirlerde görmeye

alışık olmadığımız bir yapıya sahip olan bu tefsir çalışmasının yapısına ilişkin son bir

notu daha ekleyerek müellifin nüzul sıralaması ile ilgili tespitlerini ele alacağız.

Cabiri bildiğimiz anlamda bir tefsir çalışmasından ziyade ana uğraşı, surelerin

muhteva ve üslupları ile indikleri dönemin şartlarını karşılaştırmak olan ve yeri

Page 68: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

67

geldikçe felsefi ve kelami tartışmalarla ilgili görüşlerini beyan ettiği bir eser ortaya

koymuştur.

1.2.1. Nüzul Zamanını Tespit Yöntemi

Cabiri de Mevdudi gibi Mekke’yi dönemlere ayırarak işe başlamaktadır.

Ancak Mekke yıllarını daha derin bir şekilde tetkik ederek altı merhaleye ayırmıştır.

Bu altı merhaleyi nüzul ortamının şartları ve nüzul sıralamasını temel alarak surelerin

muhtevalarını karşılaştırmak suretiyle isimlendirmiştir. Her bir merhalenin ismi o

merhalede inen surelerin ana teması esas alınarak koyulmuştur.181

1) İlk merhale “nübüvvet rububiyet ve uluhiyet”182

2) İkinci merhale “diriliş, hesap ve kıyamet”183

3) Üçüncü merhale “şirk eleştirisi”184

4) Dördüncü merhale “daveti haykırma ve kabilelerle iletişim”185

5) Beşinci merhale “Hz Peygamber ve ehlinin Ş’ib-i Ebi Talib’de

muhasara edilmesi ve Müslümanların Habeşistan’a göçü”186

6) Altıncı merhale “muhasara sonrası: kabilelerle iletişim ve Medine’ye

hicrete hazırlık”187

181 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/15; 2/105.

182 1-Alak (1-5.ayetler), 2-Müddessir (1-10.ayetler), 3-Mesed (Tebbet), 4-Tekvir, 5-A’lâ, 6-Leyl, 7-

Fecr, 8-Duhâ, 9-İnşirah, 10-Asr, 11-Âdiyât, 12-Kevser, 13-Tekâsûr, 14-Maûn, 15-Kâfirûn, 16-Fil, 17-

Felak, 18-Nas, 19-İhlâs, 20-Fatiha, 21-Rahman, 22-Necm, 23-Abese, 24-Şems, 25-Burûc, 26-Tîn, 27-

Kureyş.

183 28-Karia, 29-Zilzal, 30-Kıyamet, 31-Hümeze, 32-Mürselât, 33-Kâf, 34-Beled, 34-Alak (6-

19.ayetler), 34-Müddessir (11-56.ayetler), 35-Kalem, 36-Tarık, 37-Kamer.

184 38-Sad, 39-A’raf, 40-Cin, 41-Yasin, 42-Furkan, 43-Fâtır, 44-Meryem, 45-tâhâ, 46-Vakıa, 47-

Şuara, 48-Neml, 49-Kasas, 50-Yunus, 51-Hûd, 52-Yusuf.

185 53-Hicr, 54-En’am, 55-Saffat, 56-Lokman, 57-Sebe.

186 58-Zümer, 59-Mü’min, 60-Fussilet, 61-Şura, 62-Zuhruf, 63-Duhan, 64-Casiye, 65-Ahkaf.

Page 69: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

68

Cabiri, bu altı merhaleyi ortaya koyarken Mekke yıllarında Hz Peygamber

(sav) ve muhalifleri arasında yaşanan mücadelenin kronolojisini merkeze almaktadır.

Özellikle üçüncü merhaleden itibaren nüzul sürecinin artan şiddet ve gerilimi

karşısında Hz Peygamber (sav) ve takipçilerinin durumunu göz önüne alan ve

bilhassa Allah’ın elçisine yönelik emir ve tavsiyelerini bu gidişat üzerinden

okumaktadır.

Cabiri, bir önceki kısımda ele aldığımız, Mevdudi’nin yönteminden çok temel

bir noktada ayrılıyor. Mevdudi, ifade ettiğimiz üzere, Mekke’de kendi tasnifine göre

oluşturduğu dönemlerin şartları ile surelerin gerek rivayetler gerekse de muhteva ve

konuları üzerinden bir karşılaştırma yaparak Mekke’deki dört dönem içerisinden

hangisinde inmiş olabileceklerine dair bir değerlendirmede bulunarak surelerin iniş

şartlarına ilişkin kati olmayan sonuçlara varıyordu. Fakat sureler arasında bir

kronoloji oluşturmuyordu.

Mevdudi’ye göre Mekki sureler; gizli davet dönemi, sözlü muhalefet dönemi,

işkence ve baskı dönemi ile hicret öncesi dönemden birinde inmiş olmalıydı. Buna

karşın hangi dönemde ne kadar sure bulunduğu, surelerin birbirlerine göre

sıralamasının nasıl olacağına ilişkin bir tahlilden söz edemiyoruz. Cabiri ise surelerin

kronolojisine ilişkin tespitlerini tefsirinin merkezine koyarak ilerliyor ve surelere

ilişkin değerlendirmelerini bu kronolojiye göre şekillendiriyor. Ve aslında tefsir

kabilinden alabileceğimiz yorumlarını bu kronolojiden vardığı sonuçlar çerçevesinde

ortaya koyuyor.

Cabiri tefsirini nüzul sıralamasına göre yazarken bazı surelerle alakalı vardığı

sonuçlardan hareketle yaptığı değişiklikler dışında bilinen nüzul sıralamasının dışına

çıkmamıştır. Bu husus onun nüzul zamanını tespit yönteminde vurgulanması gereken

ikinci önemli husus olmaktadır. Buna göre Cabiri surelerin nüzul zamanlarını Osman

mushafından gelen nüzul sıralamasına, birkaç değişiklik dışında, sadık kalarak tespit

etmektedir.

187 66-Nuh, 67-Zariyat, 68-Ğaşiye, 69-İnsan, 70-Kehf, 71-Nahl, 72-İbrahim, 73-Enbiyâ, 74-

Mü’minun, 75-Secde, 76-Tûr, 77-Mülk, 78-Hakka, 79-Me’Âric, 80-Nebe, 81-Nâzi’ât, 82-İnfitâr, 83-

İnşikak, 84-Müzzemmil, 85-Rad, 86-İsra, 87-Rum, 88-Ankebut, 89-Mutaffifîn, 90-Hac.

Page 70: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

69

Ancak her sure için bu sıralamayı takip etmek mümkün olmamaktadır.

Nitekim Cabiri dönem şartları üzerinden surelerin muhteva ve üsluplarının nasıl

olması gerektiğine dair düşüncelerini bazı surelerin sıralamadaki yerlerini

değiştirirken ön plana çıkarmaktadır. Buna göre Kalem, Müzzemmil ve Fatiha

surelerini nüzul sıralamasında durdukları yerden epeyce geriye atmaktadır. Cabiri’ye

göre bu sureler muhtevaları itibariyle ilk yılların sureleri değildi. Fatiha suresi ancak

İhlas suresinden sonra,188 Kalem suresi ise ancak ikinci merhalede inmiş olabilirdi.

189 Buna ilaveten nüzul sırasında Mekki sureler arasında ortada bir yerde duran İsra

suresi ise İsra olayının zamanlamasından dolayı Cabiri tarafından son merhalede

gösterilmektedir.190

Bu birkaç yer değiştirmenin hangi gerekçelerle yapıldığını eseri eline alan bir

okuyucu rahatlıkla görebilir ancak biz konuyu uzatmamak adına sadece birkaç örnek

aktarmakla yetiniyoruz.

Cabiri’nin yöntemi ile alakalı bahse değer son konu onun rivayetlerden nasıl

istifade ettiği meselesidir. Tarih kaynaklarının siret bölümlerinde aktardıkları

hadiseler ve tefsir rivayetlerinden okuduğu tabloyu karşılaştırarak öncelikle yukarıda

aktardığımız birkaç örnek dışında nüzul sıralamasını bozmamaya özen gösterdiğini

söyleyebiliriz. Mesela Kamer suresi Şakk-ı Kamer hadisesinden dolayı kimi

kaynaklarda 9.yıla 191 kadar yerleştirilmektedir. Cabiri ise sureyi Sad suresinin

öncesindeki yerinde tutarak takriben 4.yılın başlarında bir yere getirmektedir.192 Bu

konuda dikkate değer bir diğer örnek de Fussilet suresi ile alakalıdır. Fussilet suresi

örneğini dikkate değer kılan husus Mevdudi’nin rivayet anlayışı ile Cabiri’nin

rivayetlere bakışını karşılaştırma fırsatı vermesinden gelmektedir.

Mevdudi ile ilgili aktarımlarımızda bahsettiğimiz üzere Fussilet suresinin ilk

13 ayetiyle alakalı rivayetten hareket eden Mevdudi, bu surenin Hz Hamza’nın

Müslüman olmasından sonra ve Hz Ömer’in Müslüman olmasından önce inmiş

188 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/101.

189 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/205.

190 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/419.

191 Mustafa İslamoğlu, Kur’an Surelerinin Kimliği, Akabe Vakfı Yay., İstanbul 2011, s.368.

192 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/219.

Page 71: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

70

olabileceğini ifade ediyordu. Hatırlayacak olursak bu rivayette Utbe b. Rebia Hz

Peygamber’e (sav) servet, mevki gibi tekliflerde bulunmuş o da cevaben bu surenin

ayetlerini okumuştu. Mevdudi de bu diyalogdan hareketle surenin henüz müşriklerle

Hz Muhammed (sav) arasında diyalog kurulabilen bir ortamda inmiş olabileceğini

beyanla 5.yıla işaret etmişti.

Cabiri de surenin tefsirinde bu rivayeti gündeme getiriyor. Ancak diğer

surelerde de yaptığı gibi sebeb-i nüzul rivayetlerinin önemli bir kısmında göze

çarpan bir husus olarak; rivayetlerin, özellikle Mekki surelerde, çoğunlukla

hafızalarda yer almış hadiselerle eşleştirildiklerini ifade ediyor. 193 Bu durum

özellikle Mekki olduğu ittifakla kabul edilen surelerle ilgili neden Medeni olayların

sebeb-i nüzul rivayeti olarak aktarıldığını açıklamaktadır. Hatta artık Kur’an

çalışmalarında Mekki surelerin içindeki Medeni olduğu kabul edilen ayetlerin;

rivayetlerin sahabeler tarafından olaylarla eşleştirilmesi yorumuyla ve ayetlerin sure

içi bağlamlarından hareketle Mekki oldukları sonuçlarına da ulaşılmaktadır. Nitekim

burada hususiyetle vurgulamak gerekir ki Cabiri Mekki surelerin Medine de olduğu

gibi parça parça ve eş zamanlı indirilmediklerini bir surenin bitişinden sonra diğer

surenin inmeye başladığını belirterek surelerin nüzul bakımından tek parça

olduklarını ifade etmektedir. 194 Bu değerlendirme haliyle Mekke için kronoloji

çalışmalarını dönemde inen ayetleri değil sureleri aramak şeklinde

yönlendirmektedir.

Cabiri nüzul sürecini belirli bazı kırılma noktalarından hareketle ele almıştır.

Bu kırılma noktalarından ilki Kur’an’ın açıkça şirk eleştirisine başlamasıdır. Şirk

eleştirisi ya da tarih kaynaklarının ifadesi ile vahyin ve Hz Muhammed’in (sav)

müşriklerin putlarını açıktan ayıplamaya başlaması Mekke’de Kur’an’a yönelen

muhalefetin bir kırılma yaşarak zaman içerisinde siyasal bir boyut kazanmasını ve

müşrik ileri gelenlerin bayraklaştırdığı bir din ve kimlik meselesine dönüşmesinin

yolunu açmıştı. Cabiri bu nedenle Sad suresi ile başladığını ifade ettiği bu

merhaleden itibaren karşılıklı din savaşına dönüşen bir sürecin ilerlediğini

193 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/137.

194 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/20.

Page 72: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

71

söylemektedir.195 Buna göre Kur’an mesajında; muhtevası ve üslubu itibariyle o güne

kadar ahiret ve diriliş merkezli anlatımın yerini putların batıllığını ilan ve müşriklerin

din konusundaki iddialarına cevap vermenin aldığını ifade etmektedir.196

Cabiri; Muhammedî davetin bu üçüncü aşamasında Kur’an’ın yoğunlaştığı

tevhid meselesinin Mekke/Kureyş’e yöneltildiğini ifade etmektedir.197 Kur’an, sahip

oldukları ticari ve dini konum nedeniyle bütün Arap ülkesinin liderliğini elinde

bulunduran Kureyş Araplarının dilleri ile inmişti. Ve onlara hitap etmekte olduğu

için, bu tevhid söylemi de Muhammedî daveti ticari çıkarları için tehlike olarak

gören ve kâh alay ederek, kâh insanları ona karşı provoke ederek, kâh inananlara

fiziksel baskılar yaparak bu daveti yok etmeye çalışan müşriklere idi.198

Müşriklerin bu yok etme çabası karşısında onlarla yoğun bir tartışma içine

giren Kur’an; bir yandan müşriklerin sürekli gündeme getirdikleri meselelere cevap

verirken diğer yandan hem Hz Muhammed’i (sav) ve inananları bu zor şartlar altında

şüpheye, yılgınlığa kapılmaktan alıkoyup hem de bu mücadeleyi başarılı bir şekilde

verebilmeleri için tavsiyelerde bulunuyordu. Buna ilaveten geçmişin örnekliklerinin

yoğun bir şekilde anlatımıyla bilhassa Hz Muhammed (sav) teselli ve teskin

ediliyordu.

Cabiri’ye göre Mekke’de mücadele sürecinin bir diğer kırılma noktası Hz

Muhammed’in (sav) Arap kabileleri ile iletişim kurmasıydı. Tarih kaynaklarının

naklettiğine göre çok erken zamanlarda Hz Peygamber (sav) hac ve panayırlarda

Arap kabileleri ile temas kuruyor ve tebliğ faaliyetini sürdürüyordu. Ancak Cabiri’ye

göre Kureyş müşriklerinin davete olan tutumlarının giderek daha da katılaşması ve

aşılamaz bir inatla reddediyor olmaları dolayısıyla Allah; elçisine kendisine

emredileni haykırmasını ve müşriklerden yüz çevirmesini emretti (Hicr 94). Burada

neden hem daveti haykırmanın hem de müşriklerden yüz çevirmenin aynı anda

emredilmesinin ilk bakışta anlaşılamadığını söyleyen Cabiri; aslında bu emrin yeni

195 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472.

196 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/241.

197 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472.

198 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472.

Page 73: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

72

bir rota çizdiğini ve kendilerinde umut kalmayan Kureyş müşriklerinin yerine

davetin diğer Arap kabilelerine tebliğ edilmesinin emredildiğini ifade etmektedir.199

Ayeti bu şekilde anlayacak olursak Kur’an’ın zaman zaman değişik muhatap

kitlelerine odaklandığını ve Kur’an’da tekrar edilen hususların da aslında bir tekrar

olmadıklarını anlayabileceğimizi söyleyebiliriz. Nitekim müellifin ifadeleri de bu

yöndedir. 200 Bununla beraber Cabiri Hicr suresinden sonra gelen En’am, Saffat,

Lokman, Sebe surelerinde işlenen konuların da sadece Kureyş değil hemen hemen

tüm Arap kabilelerinin kültürünü kapsayan bir şekilde ele alındığını ifade ediyor.201

Nitekim bu sureler Cabiri tasnifinde boykottan hemen önce gelen dördüncü

merhalenin sureleri olmaktadır. Nüzul sırası listesini takip ettiğimizde bir sonraki

merhale olan boykot döneminde, Cabiri’ye göre, hangi surelerin indiğini görebiliriz.

Cabiri nüzul sıralaması içerisinde Sad suresinden Ahkaf suresine kadar 27

surenin arka planında yukarıda aktardığımız durumu okumaktadır. Nitekim bu

sureler Mevdudi’nin orta dönem olarak ifade ettiği zaman dilimine, hemen hemen

4.yıl ile 10.yıl arasına rastlamaktadır. Çalışmamızın ana başlığı itibariyle bizi

ilgilendiren dönem ve Cabiri’nin tespitine göre bu dönemde nazil olan sureler bu 27

sure arasında görünmektedir.

1.2.2. Cabiri’ye Göre Boykot Döneminde Nazil Olan Sureler

Muhammed Abid el-Cabiri; Mevdudi’nin aksine surelerin inişiyle ilgili ortaya

koyduğu net tabloda sureleri indikleri yıllar itibariyle tespit ediyor ve bu yılların

şartlarına göre sureler hakkında değerlendirmelerini aktarıyor. Biz çalışmamızın

nihai amacı olarak boykot döneminde inen ayetleri tespit etmek ve dönemin şartları

üzerinden ayetlerin tefsirlerini değerlendirmek istiyoruz. Tefsir kaynakları ve sair

Kur’an çalışmaları içerisinde bu döneme hangi ayetlerin indiği ile alakalı yapılmış

herhangi bir çalışmaya rastlamış değildik. Ancak Cabiri’nin tefsirini incelediğimizde

199 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/14.

200 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/104.

201 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/104.

Page 74: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

73

kendisinin boykot yıllarını Mekke’de ayrı bir dönem/merhale olarak aldığını ve bu

dönemde inmiş olan sureleri tespit ettiğini gördük. Cabiri’ye göre bu merhalenin

sureleri sırasıyla Zümer, Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye ve Ahkaf

sureleridir.

Cabiri’nin bu tespiti, kendi yöntemi üzerinden vardığı bir sonuç olarak belirli

dayanaklara sahiptir. Bu dayanaklar surelerin hem kronolojilerini hem de nüzul

zamanlarını belirlemek açısından yadsınmayacak dayanaklar olarak bizce de bu gibi

çalışmalarda istifade edilebilecek bir usul ile ortaya çıkmış görünmektedir. Sırasıyla

belirtecek olursak Cabiri boykot döneminde nazil olan sureleri rivayetlerden,

muhteva analizinden ve nüzul sıralaması üzerinde uyguladığı zamanlama ile tespit

etmiştir.

Zümer suresinin 10.ayetiyle ilgili rivayetten Mevdudi’nin nüzul zamanları ile

ilgili tespitlerini aktarırken bahsetmiştik. Bu ayette geçen “Allah’ın arzı geniştir”

ifadesi Cafer b. Ebi Talib ve arkadaşlarının Habeşistan’a hicret etme niyetleri üzerine

inmiş olarak rivayet edilmektedir. Cabiri; bu rivayeti ikinci Habeşistan hicretinin

boykotun başlamasından sonra olduğu şeklindeki yorumunun üzerine koyarak

boykotun başlamasıyla birlikte bu ayetin geldiğini ve Hz Muhammed’in (sav) Ş’ib-i

Ebi Talib’e çekilmesinin ardından Mekke’de kalan Müslümanların hicret ederek

güvenli bir yere gitmelerini sağladığını ifade etmektedir.202 Esasen bu yorum Zümer

suresinin zamanlamasını belirlemek ve boykot yıllarının en azından arifesinde inmiş

olduğunu söyleyebilmek için yeterli görünmektedir.

Diğer yedi sureyi boykot dönemine yerleştirmek için lazım olan dayanak ise

surelerin ardıllığına ilişkin rivayetler ve muhtevalarına dair, müellifin,

değerlendirmeleri olmaktadır. Rivayete göre Mümin suresi Zümer suresinin ardından

indirilmiştir. Başka bir rivayete göre de yedi Ha-Mim suresi olarak adlandırılan

Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye ve Ahkaf sureleri bir arada

indirilmiştir.203 Dolayısıyla Habeşistan hicreti ile boykot yıllarının başında indiği

görülen Zümer suresinin ardından yedi Ha-Mim suresi inmiştir diyebiliriz. Ancak bu

üç yıllık süre zarfında sadece bu sekiz sure mi inmiştir yoksa daha sonra gelen 202 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/108.

203 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik, İstanbul b.t.y., 6/508-509.

Page 75: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

74

surelerden inen var mıdır diye soracak olursak; bu soru da Ahkaf suresinin 29-

32.ayetleri ile ilgili rivayetle cevap bulmaktadır. Bu ayetlerde Allah cinlerin Hz

Peygamber’i (sav) Kur’an okurken dinlediklerini haber vermektedir. 204

Cinlerin Kur’an’ı dinlemeleriyle alakalı iki pasaj bulunmaktadır. Bunlardan

ilki Cin suresinde diğeri de Ahkaf suresindedir. Ayetlerin anlatımlarına baktığımızda

ise iki ayrı hadisenin olduğuna işaret edebiliriz. Tefsir rivayetleri de iki ayrı

hadiseden bahsetmektedirler. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in (sav) yanında

ashabından birkaç kişi olduğu halde bir panayıra giderken yolda cinlerin ondan

Kur’an’ı dinledikleri rivayeti205 diğeri ise Taif dönüşü yine konakladığı bir yerde

cinlerin Kur’an’ı dinlemiş oldukları rivayetidir.

Mevdudi Ahkaf suresinin ilgili ayetlerine bakarak surenin Taif dönüşü

indiğini bildirmektedir.206 Cabiri de bu merhaleyi Ahkaf suresi ile sonlandırarak bu

görüşü teyit etmiş olmaktadır. Sonuç olarak, Cabiri yorumuna göre, boykot yıllarının

başına rastlayan ikinci Habeşistan hicreti ile Taif seferi arasında birbirlerinin ardınca

indikleri rivayet edilen bu sekiz surenin yerleştirilebileceğini biz de ifade edebiliriz.

2. Mevdudi ve Cabiri’nin Yöntemlerinin Karşılaştırılması

Kronoloji araştırmalarına kaynaklık etmesi bakımından belirli bir usule sahip

çalışmalar olarak gördüğümüz Tefhimu’l-Kur’an ve Fehmu’l-Kur’an eserlerindeki

surelerin nüzul zamanlarıyla alakalı değerlendirmeleri her ne kadar farklı sonuçlar

üretmiş olsalar da birbirlerine paralel bir yaklaşıma sahiptirler.

Mekke’de Hz Muhammed (sav) ve müşrikler arasında yaşanan mücadeleyi

takip eden Mevdudi; hayatını hasrettiği İslamî mücadelenin ona verdiği aksiyon

204 İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Daru’l-Marifet, Beyrut 1987, 4/175; Mukatil, Tefsir, 4/27;

Beydavi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, tkd, Mahmud Abdulkadir el-Arnavut, Dar Sader, Beyrut

2001, 2/982.

205 Taberi, Camiu’l-Beyan an Tevil Ayi’l-Kur’an, Merkezu Hacer Li’l-Buhus Ve’d-Dirasati’l-

Arabiyyeti ve’l-İslamiyye, Kahire 2001, 23/310.

206 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/315.

Page 76: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

75

adamı kimliği ile Kur’an metnine farklı sorular sormuştur. Kur’an’ın anlaşılabilmesi

adına her bir surenin hitap ettiği ortamı; muhataplarının psikolojisini kavramak için

tahlil etmeyi gerekli görmüş ve sure muhtevalarını nüzul şartları ile karşılaştırarak

çeşitli sonuçlara ulaşmıştır.

Cabiri ise hem felsefeci hem de Müslüman aklın oluşum ve gelişim tarihine

kafa yormuş bir düşünür kimliğini tefsirine yansıtmış ve özellikle Kur’an

muhaliflerinin hareket tarzlarını hangi psikoloji içerisinde oluşturduklarını görmeye

çalışmıştır. İlaveten müşriklerin Kur’an’la mücadele ederken içine girdikleri

tartışmaları başlıklar altında inceleyerek bu tartışmaları felsefe-kelam alanı içerisinde

yeniden analiz etmektedir. Fehmu’l-Kur’an, müellifin bu özellikler ve eserin diğer

boyutları ile hem kronolojik Kur’an okumalarında hem de nüzul şartları üzerinden

okumalarda önemli bir mesafe kat etmiş bir çalışma olarak önümüzde durmaktadır.

Surelerin nüzul zamanlarını tespit etmek için iki müellifin de Mekke

dönemine ilişkin çizdikleri tablo hemen hemen aynı görüntüyü vermektedir.

Öncelikli olarak her iki müellif de bu Mekke yıllarını dönemlere ayırmışlar ve

giderek artan bir şiddeti okuyarak Hz Muhammed (sav) ve muhalifleri arasındaki

mücadeleyi; surelerin muhtevalarını da ele alarak Kur’an’da görmeye çalışmışlardır.

Ancak yukarıda aktardığımız üzere Mevdudi daha genel bir tasnif yaparken Cabiri

mücadelenin kırılma anlarına daha yakından bakarak tahlilini derinleştirmiştir.

Mekke’yi dört dönem olarak tasnif eden Mevdudi açık davetin başlamasıyla

iki yıllık bir sözlü muhalefet dönemi olduğunu ifade etmiş ve daha sonra müşriklerin

baskı ve şiddet araçlarını kullanarak mücadeleyi sertleştirdikleri yılların, 5.yıl ile

başlayan ve hüzün yılına kadar uzanan, ayrı bir dönem olduğunu ifade etmiştir.

Hicret öncesi 3 yılı da son dönem olarak alırken bisetin başından itibaren doğrusal

olarak okuduğu sürecin bu son yıllarını; baskının, şiddetin en çok olduğu ve

tartışmaların en geniş muhtevaya sahip olduğu bir dönem olarak tasvir etmiştir.

Dolayısıyla En’am, A’raf, Hud, Yunus, Yusuf gibi nüzul sıralamasında ortalarda

bulunan sureleri son döneme almıştır.

Cabiri ise boykot yılları öncesindeki 3 yıllık süreci benzer şekilde tasnif

ederek esasında bu gibi surelerin bu dönemde de indiğini söyleyebileceğimizi bize

Page 77: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

76

göstermiştir. Mesela Mevdudi’nin Hz Yusuf kıssasından hareketle Hz Muhammed

(sav) aleyhindeki ölüm planlarına atıfta bulunarak207 Yusuf suresini son dönemde

göstermesine karşılık benzer planların esasında boykot öncesi dönemde olduğunu

belirterek bu surenin boykot öncesi bir zamanda da inebileceğini söyleyebiliriz. Ya

da özellikle A’raf suresinin uzun oluşundan ve yoğun bir anlatıma sahip oluşundan

hareket edecek olursak bu anlatımın boykot öncesi yıllarda da bir karşılığı olduğunu

ifade edebiliriz. Nitekim Cabiri, A’raf suresini değerlendirirken surenin ilk

ayetlerinden hareketle Hz Muhammed’in (sav) giderek sertleşen muhalefete karşı

hazırlandığı sonucuna vararak surenin nüzul sıralamasında durduğu yeri farklı bir

anlam boyutuna taşıyıp onaylamaktadır.208

İki müellif de nüzul zamanlarını tespit ederken rivayetleri göz ardı

etmemişlerdir. Mevdudi bu rivayetleri büyük oranda olduğu gibi aktarıp kendi

tespitlerini ortaya koyarken kullanmış ancak Cabiri pek çok sure ile ilgili rivayeti

özellikle nüzul sıralamasına ve sıralamaya göre oluşturduğu zamanlamaya aykırı

olan rivayetleri sebeb-i nüzul rivayetlerini; sonradan yapılan olay-ayet yakıştırması

olduklarına dikkat çekerek aktarmakla yetinmiştir. Bu konuda Fussilet suresi

örneğini yukarıda aktarmıştık.

Sonuç olarak her iki müellifin de bu farklara rağmen nüzul zamanlarına

ilişkin arka plan okumalarının aynı olduğunu belirtelim. Pek çok sureyi farklı

zamanlara yerleştirmiş olsalar da Cabiri doğrudan kastederek Mevdudi ise zımnen

Zümer suresi ile başlayan ve Ahkaf suresi ile biten listeyi boykot yıllarına

yerleştirmişlerdir.

3. Boykot Öncesi Nazil Olan Sureler

Müşriklerin Hz Peygamber’e (sav) yönelen muhalefetlerini değerlendirirken

bu muhalefetin sebeplerini ve onu sürükleyen dinamikleri ortaya koyarken hadiseyi

müşrikler cephesinden ele almıştık. Kur’an’ın bu muhalefete nasıl karşılık verdiğini

207 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, c.II s.407

208 “Muhammedî davetin bu aşamasına yeni bir program…” Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, c.I s.255

Page 78: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

77

surelerin muhtevaları itibariyle ele alarak konunun ikinci ayağını da tamamlamamız

gerekmektedir.

Cabiri ve Mevdudi’nin nüzul zamanlarına ilişkin tespitlerini yorumlarken

sonuç olarak ortaya belirli surelerin çalışmamıza konu aldığımız dönem içerisinde

olduklarına karar verdik. Boykot döneminde Zümer suresi ve Ahkaf suresi arasında

yer alan Ha-Mim surelerinin indiği sonucuna ilaveten şayet nüzul sıralamasını takip

edecek olursak boykot öncesinde özellikle Kur’an karşıtı muhalefetin kemikleşmeye

başladığı günlerden alarak belirli surelerin de bu dönemde inmeye başladığını ifade

ederek bu yılların Kur’an’daki karşılığını görebiliriz.

Öncelikle Sad suresini ele alalım. Bu sure ile ilgili nakledilen müşriklerin Ebu

Talib ile görüşmeleri hadisesi Kur’an karşıtı muhalefetin siyasi bir boyut kazanmış

olduğuna işaret ediyordu. Her ne kadar muhtelif tefsirlerde nakledilen rivayetler

bizim tarihsel olayların kronolojisine ilişkin tespitlerimizle çelişiyor gibi görünse de

biz surenin ilgili ayetlerinin ilk görüşmeye işaret ettiğini belirtelim.

Sad suresinin ardından inen A’raf suresi mücadelenin bu yeni seyrine uygun

olarak müşriklerle Hz Peygamber (sav) arasında başlayan/başlayacak olan

tartışmalara bir giriş niteliğindedir. Kureyş’in Allah hakkındaki zanları bu surede

konu alınarak iptal edilir.209

Nüzul sıralamasına göre A’raf’dan sonra gelen surelerde zeminde cereyan

eden tartışmaların mücadelenin boyutuna ilişkin izler bulmak mümkündür. Kıssa

anlatımının giderek yoğunluk kazandığı bu surelerde geçmiş peygamberler ve onların

karşısına dikilen inkârcıların aralarında geçen diyaloglar bilhassa Mekke’de içinde

bulunulan duruma ilişkin önemli ipuçları vermektedir.

Söz gelimi Neml suresinde Hz Salih ve Semud kavminin anlatıldığı kısımda

Hz Salih’in Allah’ın ayetlerini okumasıyla çekişen iki zümrenin ortaya çıktığı

bildirilmektedir. 210 Ya da Kasas suresinde Hz Şuayb ile kavmi arasındaki

tartışmaların aktarıldığı ayetlerde dikkati çeken bir ifade okumaktayız. Kavmi, Hz

Şuayb’e eğer kabilesi tarafından korunmuyor olsaydı onu öldüreceklerini 209 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/287

210 Neml Suresi 45.ayet

Page 79: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

78

söylemektedirler. 211 Bu cümle Hz Peygamber’in (sav) içinde bulunduğu şartlara

tekabül eden bir anlamı içermektedir.

Bu gibi örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Ancak üçüncü bölümde

yapacağımız değerlendirmede konuyu etraflıca ele alacağız. Bu başlığın altında son

olarak boykot öncesinde hangi sureleri yerleştirdiğimizi beyan edelim.

Boykot surelerinin hangileri olduğuna dair Mevdudi ve Cabiri üzerinden

vardığımız sonuçlar belirli bir fikir ortaya çıkardı. Biz de yöntemimiz itibariyle

büyük oranda Cabiri ile uyumlu olarak nüzul sıralamasını esas alıyoruz. Burada

boykot sürecinin hemen öncesinde Zümer suresinden önce indiği görülen Vakıa,

Şuara, Neml, Kasas, Yunus, Hud, Yusuf, Hicr, En’am, Saffat, Lokman ve Sebe

surelerinin indiği sonucuna varıyoruz.

4. Boykot Dönemi Nazil Olan Sureler

Boykot döneminde inen surelerin hangileri olduğuna dair Cabiri ve

Mevdudi’yi inceleyerek vardığımız sonuçlara uyarak Zümer suresi ile Ahkaf suresi

arasında kalan Ha-Mim surelerini bu dönemin sureleri olarak kabul ediyoruz. Burada

öncelikle iki konuda Cabiri’nin yöntemini benimsiyoruz. Birincisi nüzul zamanlarını

tespit ederken nüzul sıralamasına büyük oranda uyuyor. İkincisi ise sureleri bir bütün

halinde inmiş olarak kabul ediyoruz. Ancak burada özellikle tarihsel verilerden

hareketle iki noktada Cabiri görüşünden ayrılacağız.

Tarih kaynakları Habeşistan hicretlerinin zamanlarıyla ve hicret edenlerin

sayıları ile alakalı farklı bilgiler vermektedir. Bu konudaki değerlendirmelerimiz

birinci bölümde aktarmıştık ancak ilgili rivayetlerden vardığımız sonuç itibariyle

ikinci Habeşistan hicretinin boykottan önce gerçekleştiğini ifade edelim

Arada ne kadar süre olduğunu bilmiyoruz ancak müşriklerin Hz Ömer’in

Müslüman olmasıyla birlikte Necaşi’ye gitme fikrine sahip olduklarını pek çok

kaynakta ifade edildiği üzere Necaşi’nin muhacirleri onlara teslim etmemesi üzerine

211 Hud Suresi 91.ayet

Page 80: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

79

boykot kararını aldıklarını düşünüyoruz. Dolayısıyla Zümer suresi boykotun

başlangıcından ya da daha net bir ifadeyle Hz Muhammed (sav) ve aşireti ile Ş’ib-i

Ebi Talib’e çekilmeden önce inmiştir diyebiliriz.

Cabiri’nin görüşünden ayrıldığımız bir diğer husus ise Ahkaf suresinin nüzul

zamanıyla ilgilidir. Hem Mevdudi’nin hem de Cabiri’nin kabul ettiği üzere Ahkaf

suresi Taif dönüşü nazil olmuştur. Hz Muhammed (sav) boykotun bitişinin hemen

ardından amcası Ebu Talib ve hanımı Hz Hatice’nin vefatıyla kendini destekleyen iki

önemli insanı kaybetmişti. Ebu Talib’in ölümü Hz Muhammed (sav) için müşriklerin

saldırılarına karşı himayesiz kalmak anlamına geliyordu. 212 Arap kabilelerine

müracaat ederek onlardan kendisini himaye etmesini isteyen213 Hz Muhammed (sav)

Taif’e de bu amaçla gitmişti. Kaynaklara göre 10.yılda gerçekleşen214 bu hadise

Ahkaf suresinin de bu yılda indiğini göstermektedir.

Burada Mümin suresinin Zümer’den sonra indiği ve Ha-Mim surelerinin

birlikte indiği rivayetlerini de temel alarak boykotun başlangıcından sonuna kadar

Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan ve Casiye surelerinin indiğini söyleyebiliriz.

Bu sureleri inceleyeceğimiz üçüncü bölümde nüzul sıralamasına göre boykottan

önceki bir kaç yılda inen diğer bazı surelere de göz atarak Hz Muhammed (sav) ve

bütün muhatapları açısından boykot şartları içerisinde Kur’an’ın durduğu yeri

görmeye çalışacağız.

212 Ebu Talib’in ölümünün ardından Beni Haşim reisi olan Ebu Leheb başlarda yeğenini korumak

kararındaydı. Nitekim bir müddet bu şekilde hareket etti. Ancak Ebu Cehil’in ona gelerek yeğenine

ecdadının ahiretteki durumunu sormasını istedi. Ebu Leheb bu soruyu sordu ve putperestlerin

kesinlikle cehenneme gideceği cevabını aldıktan sonra Hz Peygamber’i (sav) korumaktan vazgeçti.

(Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi- hayatı ve eseri-, çev. M. Said Mutlu, İrfan Matbaası,

İstanbul 1972, s.113).

213 İbn Kesir, el-Fusul fi Sireti Rasul, Muesseset-u Ulumu’l-Kur’an, Şam 1983, s.107.

214 Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve HZ. PEYGAMBER, 2/615.

Page 81: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

80

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SURELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

1. Boykot Sürecinin Değerlendirilmesi

Kur’an’ın putları açık ifadelerle eleştirmeye başlamasından sonra Kureyş’in

Hz Muhammed (sav), vahiy ve inananlara yönelik tavrında bir kırılma yaşandı. Bu

kırılma önceki dört senede daha çok bireysel karşı çıkışlar, alay etmek ya da

görmemezlikten gelmek şeklinde tezahür eden Kur’an karşıtı muhalefetin; belirli bir

grubun önderliğinde, giderek daha da siyasal bir boyut kazanan ve baskı/şiddet

araçları kullanan bir hal almasına sebep oldu.

Boykottan önceki 3 yıl içerisinde bir cephe halini alan bu muhalefet Hz

Muhammed’in (sav) durdurulmasını sağlamak için hemen hemen her yolu denedi.

İktidarı paylaşma teklifi, tehdit, hakaret, zayıf takipçileri öldürmeye varan işkenceler

ve Hz Muhammed’i (sav) himaye eden Ebu Talib’i baskı altına almak, müşriklerin

denedikleri yollardı. Bedevi Arap nizamının temel esaslarından olan kabilecilik

burada Hz Muhammed’in (sav) korunmasını sağlayan önemli bir duvar oluşturmuş

ve amcası Ebu Talib’in her şart altında onu korumayı sürdürmesi sayesinde

müşriklerin işkenceleri Hz Muhammed’i (sav) doğrudan hedef alamamıştı. Ancak

zaman ilerledikçe onu durdurmanın tek yolunun yine onu ortadan kaldırmak olduğu

fikrinde karar kılan Mekke ileri gelenleri Ebu Talib’e son bir teklif ile gitmiş ve

peşinen diyetini vermek üzere Hz Muhammed’i kendilerine teslim etmesini

istemişlerdi. Ebu Talib’in bu teklifi de reddetmesi üzerine Kureyş hedef tahtasına Hz

Muhammed’i (sav) himaye eden Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerini oturtmuş

ve boykot sürecini başlatmıştı.

Tarih verilerinin ışığında boykot sürecinin, zamanın Mekke’si için, ne anlama

geldiği sorusu burada hayati bir önem taşımaktadır. Çalışmamızın ilk bölümünde bu

soruya cevap bulabilmek adına Mekke muhalefetinin, vahyin nüzulünün 4.yılından

Page 82: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

81

başlayarak, hangi şartlar içinde muhalefetini sürdürdüğü/tırmandırdığı üzerinde

durmuş ve 7.yılda başlayan boykotun bu sürecin bir ürünü olduğunu belirtmiştik.

Bununla beraber hemen hemen bütün kaynakların ortak olarak temas ettikleri

boykotun sebeplerini; 4. ve 7.yıllar arasında bir din savaşına sahne olan bu mücadele

ortamını boykota doğru yönlendiren hadiseler olarak aktarmıştık.

Tarihsel sürecin ana hatları ile bize yansıdığı şekli böyledir. Bu noktada bir

hususu belirtmek gerekiyor. Boykot yıllarına dair veriler, 3 veya 2 buçuk yıl sürmüş

olmasını da dikkate alacak olursak, neredeyse böyle bir hadisenin gerçekleşip

gerçekleşmediğini sorgulatacak kadar azdır. Hem süresi hem de rivayetlerin

naklettiği ağır şartlar göz önüne alındığında; vahyin mübelliği ve mübeyyini olan Hz

Peygamber’in (sav) Mekke’de geçirdiği 13 yıllık davet süreci içerisinde bir zaman

dilimi olarak azımsanmayacak bir yer tutmaktadır. Onun muhatapları ile kurduğu

ilişkiler, kendi iç dünyasında yaşadığı/yaşamış olabileceği durumlar ve davasının

seyri açısından hadisenin zor koşulları da göz önünde tutularak okunacak olursa bu

yılların konumunun ne derece önemli olduğu sorusu daha çok dikkat çekmektedir.

Ancak verilerin azlığı dolayısıyla boykot yıllarına dair değerlendirmelerimiz de belli

başlı noktaların ilerisine gidememektedir.

Boykot yıllarının süresi itibariyle Mekke dönemi içindeki konumuna karşılık

bir süreç olarak Hz Peygamber’in (sav) mücadelesinin seyri içindeki yerinin önemine

dair sorduğumuz soruya tarih kaynakları ile Kur’an metnini karşılaştırdığımızda

aldığımız ilk cevap; hemen hemen birçok tarih eserinde müstakil bir başlık altında

anlatılan boykot yıllarının; anlatılan ağır şartlara rağmen belirgin bir dönem değildir.

Ancak 4.yılla başlayan sürecin son evrelerinden biri; müşrik muhalefetinin Kureyş

toplumu üzerindeki hâkimiyetini kullanarak uygulayabileceği en ağır baskı aracının

denenmesiydi. Boykota kadar müşrikler için Kur’an karşıtlığı Hz Peygamber (sav)

karşıtı olmak demekti. Hz Peygamber’le (sav) mücadelede muhatapları ise Ebu Talib

idi. Boykot Ebu Talib ve reisi olan aşiret ile müttefiki olan aşiretin baskı altına

alınarak Hz Peygamber’i (sav) durdurma çabasıydı. Ancak boykotun sonuçları ve

özellikle Ebu Talib’in vefatının ardından müşrik muhalefet ile Hz Peygamber(sav)

şahsen karşı karşıya kalacaktı.

Page 83: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

82

Müşriklerin sosyal ve iktisadi muhasarası esnasında yaşanan ağır sıkıntıyı

çalışmamızın muhtelif yerlerinde tasvir etmiştik. Hatırlayacak olursak; Hz

Peygamber’i (sav) korumak için Ebu Talib’in çağrısına uyan Beni Haşim ve Beni

Muttalib aşiretlerinin mensupları kâfir ya da Müslüman olsunlar fark etmeksizin

boykota uğramışlardı. Ebu Talib bu iki aşirete karşı oluşturulan havanın Mekke

içinde yaşamayı çok sıkıntılı hale getireceğinden dolayı Ebu Kubeys dağı eteklerinde

bulunan Haşimoğullarına ait bir araziye çekilmeyi uygun görmüştü. Aslında her iki

aşiretin buraya çekilip bir araya toplanmaları Hz Peygamber’i (sav) teslim etmeme

konusundaki iradelerinin ilanıydı. Kureyş toplumunun kendileriyle ticari ve sosyal

tüm ilişkileri kesmeleri ve onları meclislerine almamaları da zaten onları Mekke’de

bunaltıcı bir atmosferin içine sokacaktı. İlaveten şu iddia da gündeme getirilebilir:

Kureyş’in diğer aşiretlerini bu iki aşiret aleyhinde buluşturan sebepler bu insanlara

Mekke içinde herhangi bir saldırının yapılmasına da yol açabilirdi. Zaten Ebu

Talib’in Ebu Kubeys’in eteğindeki Ş’ib-i Ebi Talib’e çekilmesinin asıl sebebi de bu

güvenlik endişesiydi.

Bisetin 7.yılında başlayan boykot yılları kaynakların aktardığına göre 2 ila 3

yıl arasında sürmüştü. Bu süre zarfında müşrik ileri gelenler boykotun uygulanması

için var güçleriyle çabalamış gibi görünmektedirler. Kaynaklar boykotun delindiğine

dair bir hadiseden bahsederler. Yukarıda da aktardığımız bu olayda; Hz Hatice’nin

amcazadesi olan Hâkim b. Hizam bir deveye yüklediği yiyecekleri Ş’ib’in altına

getirir ve deveyi oradan salarak içeri gönderirdi. İçeridekiler de deveyi boşaltıp geri

gönderirlerdi. Bir gün bu işi yaparken Hâkim’i yakalayan Ebu Cehil ona sert bir

şekilde çıkışırken orada bulunan Ebu’l-Bahteri Ebu Cehil’e karşı çıkmış ve kavga

etmeye başlamışlardı. O sıra yanlarından geçen Hz Hamza’yı görünce

“düşmanlarına” aralarında bir kavga olduğu izlenimi vermemek için ayrılmışlardı.215

Boykotun uygulanması ile ilgili bu rivayetin dışında kaynaklar başka bir

rivayet nakletmemektedir. Mekke içinde boykotun etkisinin nasıl olduğuna ilişkin bu

rivayetten hareketle bir yorumda bulunmamız mümkündür. Rivayette Ebu Cehil ile

Ebu’l-Bahteri arasında çıkan kavga Ebu Cehil’in boykotun delinmesine müsamaha

göstermeyen tavrına karşılık Ebu’l-Bahteri’nin itirazıyla doğmuştu. Ebu’l-Bahteri

215 İbn Kesir, el-Bidaye, c.III s.311

Page 84: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

83

Hâkim’in akrabasına yardım etmesinde hiçbir sakınca görmemiş hatta buna mani

olmaya çalışan Ebu Cehil ile kavga etmeyi göze almıştı. Bu durumun Kureyş kabilesi

içinde Beni Haşim ve Beni Muttalib’e uygulanan izolasyonun kabulüyle alakalı

aslında çok ciddi bir uzlaşının olmadığını ancak Kur’an ve Hz Peygamber (sav)

karşıtı kampanyayı yürütenlerin baskın duruşlarının bu izolasyonu mümkün kıldığını

ifade edebiliriz.

Boykotun başlangıcı ve boykot esnasında yaşananlara ilişkin kaynaklar

bahsettiğimiz sınırlı anlatımda ittifak etmektedirler. Kimi kaynakların Kureyş’in

muhasara etmesi şeklinde ifade ettikleri boykot süreci içinde Beni Haşim ve Beni

Muttalib aşiretlerinin mensuplarının ağır bir açlık geçirdikleri ve en son bebeklerin

ağlama seslerinin geceleri Mekke’nin Ş’ib-i Ebi Talib’e yakın bölgelerinden

duyulduğu nakledilmektedir. Rivayetlerde tasvir edilen bu ağır duruma karşın

boykota maruz kalan kimselerin nefes alma imkânı buldukları zaman daha önce de

aktardığımız üzere hac mevsimiydi. Bu zamanda dışarı çıkabiliyorlardı ve Mekke’ye

dışarıdan gelen tüccarlardan alış veriş yapabilme imkânına sahip olabiliyorlardı.

Ancak müşrikler tüccarların mallarına iki katı fiyat biçiyor ve bu alış veriş ya

mümkün olmuyor ya da çok maliyetli oluyordu. Haliyle tarih kaynaklarının

anlatımından hareket edecek olursak tasvir edilen açlık manzaraları bu bilgilerle

mümkün görünmektedir.

Buna karşın aktardığımız bu bilgileri sorgulamamıza sebep olan bazı

durumlardan bahsederek konuyu açmak istiyoruz. Mekke şehri Kureyş kabilesinin

idaresine geçtikten sonra Kusay liderliğinde imar edilmiş ve özellikle hac merkezli

bir görevler dizisi ihdas edilerek bu görevler kabile içinde paylaştırılmıştı.

Çoğunluğu Kusay tarafından ihdas edilen bu görevler temelde hac işlerinin

düzenlenmesi ve Kureyş’in temsiliyeti ile dışarıya karşı birliğini sağlamak amacını

güdüyordu. 216 Ancak Kureyş’i merkezi bir idari teşkilata bağlamıyordu. Zaten

özellikle Kusay’ın torunu Haşim’in vefatının ardından Mekke’de herkesin ortak bir 216 Hac ile alakalı görevler: Sikâye (su temini), imare (hac adabı), rifade (yemek temini), sidane ve

hicabe (Kâbe hizmetleri). Sifare (sefaret: Hz Ömer’in yürüttüğü dış ilişkilerle ilgilenme görevi), ukab,

nedve, meşveret gibi görevler savaşta birlik ve istişare işleri ile alakalıydı. Bunların dışında fal okları,

diyet ödemeleri vs gibi hususlarla ilgili farklı görevler de ihdas edilmişti. Adem Apak, “İslam Öncesi

Dönemde Mekke İdare Sistemi ve Siyasetinin Oluşumu”, s.187-188.

Page 85: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

84

saygıyla kararlarına uyduğu bir lider figürü ortaya çıkmamıştı. 217 Her ne kadar

Ebrehe’nin saldırısı karşısında gösterdiği gayretle ve zemzem kuyusunu bulmasıyla

Abdulmuttalib belirgin bir saygınlığı kazanmış olsa da 218 liderlik ilaftan sonra

zenginleşmeye başlayan Mahzum, Sehm ve Cumah gibi kimisi Kureyş ez-

Zevahir’den olan aşiretlerin liderlerince de paylaşılmaya başlanmıştı. 219 Nihayet

vahyin inmeye başladığı zamana geldiğimizde, çalışmamızın birinci bölümünde de

naklettiğimiz üzere, kuvvet dengesi Beni Ümeyye ve Beni Mahzum’un başı çektiği

güçlü ve zengin aileler lehine bozulmuştu.

Bu durum içerisinde Mekke’nin son büyük liderlerinden olan Haşim’in

torunları Beni Haşim aşireti elinde bulunan dedeleri Kusay’ın ihdas ettiği ve büyük

hürmet gösterilen rifade –hacılara yiyecek temini- ve sikaye –hacıların su ihtiyacını

karşılama- görevleri; aşiretin reisi olan Ebu Talib’in zenginliğini yitirmesine rağmen

önemli bir itibar sağlıyordu. Ebu Cehil’in söylediği nakledilen; Hz Peygamber’e

inanmama gerekçesi olarak Beni Haşim’in elinde bulunan bu hürmete haiz vazifenin

yanında bir de peygamberliği alırlarsa onlarla başa çıkamayacakları sözü bu durumu

teyit ediyor gibi görünmektedir. Ancak Ebu Talib’in bu görevi yürütüyor olması

onun ve reisi olduğu aşiretin boykota maruz kalmasına engel olmamıştı. Bununla

beraber tefecilik yaptığı bilinen220 Abbas’ın da, Beni Haşim’den olması dolayısıyla,

benzer şekilde boykotun muhatabı olması sorgulanması gereken bir durumdur. Zira

daha önce de belirttiğimiz gibi Mekke o dönemde finansal bir güç olarak diğer

kabilelere karşı diplomatik bir caydırıcılığa sahipti.221 Bu gücün temelinde Hicaz

ticaretinin merkezinde bulunan Kureyş’in diğer kabilelerden aldıkları vergiler ve

civar kabileleri borçlandırmaları yatıyordu.222

Abbas gibi birinin veya rifade gibi bir görevi sürdüren Ebu Talib’in ki son

yıllarında serveti bu işe yetmediği için kardeşi Abbas’tan borç para alarak

217 Ahmed İbrahim el-Şerif, Mekke ve’l-Medine fi’l-cahiliyye ve ahdi Resul, Daru’l-Fikru’l-Arabiy,

Kahire 1985, s.119.

218 Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler (Cahiliyyeden İslam’a)”, s.51.

219 Ahmed İbrahim el-Şerif, Mekke ve’l-Medine fi’l-cahiliyye ve ahdi Resul, s.121.

220 Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler”, s.53.

221 Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/93.

222 Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler”, s.54.

Page 86: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

85

sürdürmeye çalıştığı hatta en sonunda görevini Abbas’a devrettiği rivayet

edilmektedir,223 boykota maruz kalmış olmaları; üzerinde düşünülmesi gereken bir

durumdur. Tarih verilerinin bu bilgilerini klasik kaynakların naklettiği dağınık/tasnif

edilmemiş Mekke dönemi anlatımıyla karşılaştırdığımız zaman boş bir alan ile karşı

karşıya olduğumuzu görüyoruz. Burada ortaya çıkan tablo şudur; dönemin sosyo-

politik şartlarını analiz eden modern dönemin kaynakları ile çok farklı sorularla

nakledilen ve kaydedilen rivayetlerin sınırlı başlıklarla tasnif edildiği klasik

kaynakların tespit ettikleri durum uzlaştırmak gerekmektedir.

Çalışmanın sınırları itibariyle Meselenin bu boyutunu derinleştirme işini

tarihçilere bırakmak gerektiğini düşünüyoruz. Ancak tezimizin temel boyutlarından

olan dönemin şartlarını kavrama hususunda gerekli gördüğümüz birkaç

değerlendirmeyi daha aktararak boykot dönemi surelerini ele almak istiyoruz.

Ebu Talib ve Abbas’ın durumları üzerinden değerlendirmeye çalıştığımız ana

konu; özellikle çalışmamızın tarih bölümünde vurguladığımız gibi Kureyş’in kendi

toplumsal dokusunda yaşanan değişimle giderek güçlü ailelerin egemen

pozisyonlarının süreci sürükleyerek boykotu ortaya çıkarmaları ve boykotun esasında

cahiliye Mekke’sinin sosyal yapısında meydana gelen deformasyonun bir sonucu

olmasıdır. Ebu Talib sahip olduğu manevi makama rağmen bu duruma nasıl itilir

sorusu müşrik ileri gelenlerin “atalara ve ilahlara sövülüyor” diyerek yürüttükleri din

çatışmasıyla açıklanabilir. Ancak yürüttükleri din çatışmasında samimi olmadıkları

bizzat hemşerileri tarafından ortaya konan müşriklerin Abbas’a, bu bağlamda, aynı

muameleyi yapmış olup olmadıkları meçhuldür. Yani Abbas’ın ticaretin merkezi

olan bir şehirde sürdürdüğü tefecilik faaliyetine rağmen böyle bir izolasyonun

muhatabı olması üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Burada iki ihtimali

gündeme getirebiliriz. Ya Mekke müşrikleri yürüttükleri din savaşında her şeyi göze

alarak karşılarında kim olursa olsun düşmanlıklarını esirgemediler. Yahut belirgin

bazı realiteleri göz önünde bulundurdular ve aslında nakledildiği kadar ağır bir

izolasyondan bahsetmemiz zordur.

223 İbrahim Sarıçam, Emevi-Haşimi İlişkileri, s.67.

Page 87: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

86

Burada boykotun bitişine ilişkin rivayetleri de konuya dâhil etmekte fayda

görüyoruz. Çalışmamızın tarih bölümünün sonlarında naklettiğimiz üzere boykot

müşrik olan beş kişinin aralarında yaptıkları bir planla müşrik ileri gelenlerin

karşılarına dikilerek ve onları ikiyüzlü davranmakla suçlayıp boykotun kaldırılması

konusunda irade göstermeleri ile kaldırılmıştı. Bu beş kişi ile alakalı olarak dikkate

alınması gereken temel husus; hiçbirinin Hz Peygamber’in (sav) ve Kur’an’ın hak

oluşuna dair herhangi bir tartışmaya girmeden ve uygulanan boykotun hakikati

reddetmekten dolayı değil boykot kararında ısrar edenlerin çifte standart

uygulamalarından dolayı kaldırılmasını istemeleridir. Nihayet ortaya çıkan bu

tepkiye direnemeyen müşrik ileri gelenler başlangıçtaki hedefleri olan Hz

Peygamber’i (sav) teslim alamadan boykotu bitirmek mecburiyetinde kaldılar. Ya da

daha doğru bir ifadeyle insanların Beni Haşim ve Beni Muttalib ile ilişki kurmalarına

engel olacak irade ortadan kalkmıştı.

Boykotun bitişine ilişkin aktarabileceğimiz sınırlı sayıda rivayetten bir diğeri

karıncaların meşhur sahifeyi yemeleri hadisesidir. Bu rivayette aktarıldığına göre

Allah, Hz Peygamber’e (sav) sahifenin karıncalar tarafından yendiğini ve yalnızca

başında Allah’ın adının anıldığı cümle kaldığını haber verdi. Ki bu husus rivayetin

farklı tariklerinde geriye sadece Allah lafzının olduğu yerlerin kaldığı ya da

besmelenin yazılı olduğu kısmın kalması224 şeklinde aktarılmaktadır. Hz Peygamber

(sav) bu durumu amcası Ebu Talib’e bildirdi ve Ebu Talib yanına aşiretin gençlerini

alarak Kâbe’ye yürüdü. Orada bulunan müşrik ileri gelenlere yeğeninin kendine

verdiği haberi duyurdu ve onlara bir teklifte bulundu. Ş’ib’i Ebi Talib’ten çıkmamış

bulunan Hz Peygamber’in Kâbe’nin duvarına asılı bulunan sahife hakkında verdiği

haber şayet yalan çıkarsa yeğenini onlara teslim edeceğini ancak doğru çıkarsa

müşriklerin de boykotu bitirmelerini istediğini bildirdi. Müşrikler bu haberi alınca

koşarak sahifenin yanına vardılar ve Hz Peygamber’in (sav) haber verdiği durumun

gerçek olduğunu gördüler.

Kimi araştırmacılar bu rivayetin farklı tariklerle aktarılması ve rivayetler

arasında gördükleri tutarsız durumlar sebebiyle böyle bir hadisenin yaşanmamış

224 Mehmet Azimli, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı Mülahazalar”, s.59.

Page 88: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

87

olabileceğini belirtmektedirler.225 Rivayeti detaylı bir şekilde analiz etmek burada

bizim uğraşımız olmayacak ancak boykotu bitiren beş kişinin anlatıldığı rivayeti de

konuya dâhil ederek konuyu toparlamak istiyoruz.

Mekkî dönemin tarihiyle alakalı bugünün okumalarını beslemek bakımından

bu nevi rivayetlerin tasnif edilmemiş ve birbirlerine göre durumları incelenmemiş

olarak nakledildikleri klasik tarih kaynaklarının ortaya koydukları tablo Mekke’de

yaşanan hadiseleri ve Kur’an’ın hitap ettiği toplumu kavrayabilmek için harici

kaynaklarla beslenmelidir. Kaynaklar boykotun bitişiyle alakalı bahsettiğimiz iki

rivayeti de aktarmaktadırlar ancak hangi hadisenin boykotun bitişinin sebebi olduğu

konusunda bizi bir tercih beklemektedir. Çünkü bir yanda Allah’ın, elçisine gaybtan

verdiği bir haber varken diğer tarafta Mekke’nin içinde yaşanan huzursuzluğun bir

tezahürü olan organize bir tepkinin boykotu yürüten iradeyi kırması söz konusudur.

Biz burada nakledilen iki olayın da gerçekleşmiş olma ihtimalini tartışmaktan ziyade

yaşanan hadisenin toplumun dokusu içerisindeki yerini görmek açısından burada

naklettiğimiz ve ekserisi son dönem çalışmalarla neşet etmiş değerlendirmeleri temel

alarak bir sonuca varıyoruz.

Kureyş’in Beni Haşim’i yukarıda bahsettiğimiz durumlara rağmen tüm

unsurlarıyla boykot ettiği bizim için geçerli bir durumdur. Çalışmamızın birinci

bölümünde vurguladığımız üzere yaşanan gerilim atmosferinde müşriklerin

yürüttükleri din savaşı Kureyş’in genelini bu boykota uymaya ikna etmiş gibi

görünmektedir. Tabi bunda müşrik ileri gelenlerin toplum üzerinde sahip oldukları

hâkimiyetin etkisi olduğunu da hesaba katmak gerekmektedir. Zira zaman içerisinde

Hz Peygamber (sav) ve takipçileri karşıtlığı üzerine oturan müşrik kimliğinden

ayrılmak mevcut baskı ortamında müşrik ileri gelenlerin hâkimiyetlerini

pekiştirmişti. Ancak toplumun bu hâkim tabakaya karşı taşıdığı rahatsızlık boykot

taraftarlığını zorlamıştı ve bize göre boykotun bitirilişinde baskın bir role sahipti.

Zira daha önce de vurguladığımız gibi ileri gelenlere yönelen itiraz Kur’an’ın hak

olmasından değil kendi akrabalarını zor şartlarda yaşamaya itmekten ve bunun hâkim

tabakanın ikiyüzlülüğünün sebep olduğu bir durum olması noktasından hareket

etmekteydi.

225 Mehmet Azimli, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı Mülahazalar”, s.61.

Page 89: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

88

Boykotun Mekke yıllarının içindeki durumuna bakacak olursak; daha önce de

ifade etmiş olduğumuz gibi müşrik muhalefetin siyasileşmeye başladığı ve aynı

zamanda şiddet ve baskı ortamının süreklilik kazandığı dönemin bir parçası olduğu

sonucuna varıyoruz. Müşriklerin Kur’an’a muhalefetleri bu dönemde Hz

Peygamber’i (sav) ortadan kaldırmak için her yolu denemişti. Ancak şu detay

unutulmamalıdır ki bu dönem içinde müşrikler Ebu Talib’in bulunduğu konumu

gözetmiş ve koruma altındaki Hz Peygamber’i (sav) doğrudan hedef alamamıştı.

Ebu Talib’in boykot sürecinin akabinde vefat etmesi ve boykotun bitişinde

ortaya çıkan müşrik muhalefetin önderlerine yönelik Kureyş içindeki rahatsızlık;

sonraki dönemi Kur’an’ın iniş sürecinde ayrı bir dönem olarak ele almayı

gerektiriyor gibi görünmektedir.

Boykot sürecinin yeri ve önemine dair bu değerlendirmelere ilaveten ele

alınması gereken bir diğer durum Hz Muhammed’in (sav) muhatapları ile ilişkisi

bakımından durumudur. Sayıları kaynaklarda 100 kişiyi aşar bir şekilde verilen226

Habeşistan muhacirleri Mekke’de iman etmiş olanların neredeyse tamamıdır desek

hata etmiş olmayız. Mekke’de kalanlar ise Hz Ebu Bekir gibi aşiretlerince korunan

az sayıda mümindi. Hz Muhammed’in (sav) ve aşiretinin hac zamanları dışında hem

boykot şartları hem de güvenlik endişesi ile Ş’ib-i Ebi Talib’i terk edemediklerini de

hesaba katacak olursak Hz Muhammed’in (sav) kendi aşireti dışından insanlarla

diyalog kurmasının çok zor olduğunu görüyoruz. Tarih kaynaklarının sunduğu

veriler ise hem kendi aşireti ile olan münasebetlerini hem de hac zamanlarında dışarı

çıktığında tebliğ faaliyetini nasıl yürüttüğünü bilmemiz için yeterli değildir.

Bir diğer ifadeyle Hz Peygamber’in (sav) bildiğimiz kadarıyla canlı bir

diyalog kuramadığı müşriklerin vahye muhatap olup olmadıkları Kur’an’In üslub ve

muhtevasını değerlendirmek açısından önemli bir husustur.

Mekkeli müşriklerin inen vahye muhatap olup olmadıkları konusunda satır

arası bazı bilgileri değerlendirerek birtakım sonuçlara varabiliriz. Hz Peygamber’in

(sav) hac zamanlarında Ş’ib-i Ebi Talib’den çıkabildiği bilgisini sunmuştuk. Sonuçta

226 “İbn Hişam 89 erkek 19 kadın, İbn Sad 90 erkek 19 kadın” Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz

Peygamber Devri Kronolojisi, s.311.

Page 90: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

89

kaynakların yer yer muhasara başlığı altında inceledikleri boykot hadisesinde

müşriklerin bu iki aşireti muhasara etmesi, insanların o bölgeye hapsedilmesi değil

onlara yiyecek içecek gönderilmesini engellemeyi amaçlamaktadır. Nitekim bu

muhasaranın denetlendiğine dair naklettiğimiz rivayette Ebu Cehil ile Ebu’l-Bahteri

arasında yaşanan kavgadan da anlaşılan muhasarayı sürdürmek isteyenlere karşı

rahatsızlık duyan bir kesimin olduğu ama Hz Muhammed’e (sav) karşı mücadele

eden güçlü kimselerden çekinen bu gibi kimselerin muhasaraya seyirci kaldıklarıdır.

Bu ortamda hac zamanları dışında Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerinin

insanlarını dışarı çıkmaktan alıkoyan; Mekke sokaklarında maruz kalacakları kötü

muamele ve özellikle Hz Muhammed’in (sav) öldürülmesi riskinden dolayı Ebu

Talib’in aldığı güvenlik tedbirleridir.

Bu atmosfer içerisinde Beni Haşim ve Beni Muttalib için ş’ibin dışına

çıktıklarında hem yiyecek temin edebilecekleri hem de nefes alabilecekleri hac

mevsimi aynı zamanda Hz Peygamber (sav) için de diyalog kurabileceği insanların

olabileceği bir zaman olmaktadır.

Hz Peygamber’in (sav) hac zamanlarında kurulan panayırlarda insanlarla

nasıl diyalog kurduğuna dair birçok rivayeti okumak mümkündür. Kimi kaynaklarda

Hz Peygamber’in sığınma ve himaye istemesi anlamında, Araplara nefsini arz etmesi

başlığıyla ayrı bir bölüm olarak ele alınan;227 Hz Peygamber’in (sav) panayırlarda

tebliğ faaliyetini aktaran rivayetler okuyabiliriz. Ancak bu rivayetlerin ekseriyetle

Taif sonrasına atıfta bulunsa da Mekke döneminin erken safhalarıyla ilgili de benzer

bir anlatım söz konusudur. Rivayetler Hz Peygamber’in (sav) bisetin başlangıç

yıllarından itibaren panayırlara gittiğini göstermektedir. Nitekim müşriklerin onun bu

faaliyeti karşısında ortak bir tavır takınmak üzere aralarında toplandıkları ve Velid b.

Muğire’nin sonunda Kur’an’a büyü demekte karar kıldığı bilinmektedir.

Bu rivayeti birinci bölümde aktardığımız için burada bir kez daha

zikretmiyoruz. Her ne kadar Velid b. Muğire ile ilgili rivayet erken bir zamana işaret

ediyor olsa da tebliğ faaliyetinin içeriğiyle ilgili aktarımlarda, Hz Peygamber’in (sav)

ağzından genelde aynı sözler aktarılmaktadır. Bu durum; kimi rivayetlerin erken

227 İbn Kesir, el-Bidaye, 3/385, Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve, 2/413.

Page 91: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

90

zamanlara işaret ediyor gibi görünseler de sonraki dönemlere ilişkin bilgilerle

tamamlanmasını da ekleyecek olursak olayların zamanlamasını tespit etmek daha da

zor hale gelmektedir.

İbn Kesir’in aktardığı bir rivayet bu erken zamanlara işaret etmektedir. Buna

göre bir gün Hz Peygamber’in (sav) amcası Abbas ile beraber panayırda bulunan

Mekke dışından tüccar bir adam; Hz Peygamber’i (sav), Hz Hatice’yi ve Hz Ali’yi

tarif ettiği belli olan ifadelerle anlatarak, namaz kılarken görür ve onun kim olduğunu

sorar. Abbas da o adamın yeğeni Muhammed olduğunu ve kendilerine daha önce

işitmedikleri bir söz getirdiğini eğer bu sözü kabul ederlerse bütün Arapların ve

acemin mülkünün onların olacağını vaat ettiğini söyler.228 Nitekim Hz Peygamber’in

(sav) panayırlardaki tebliğ faaliyeti ile ilgili hemen hemen bütün rivayetlerde

Allah’ın bir olduğunu ve kendisinin onun elçisi olduğunu kabul ederlerse Arapların

ve acemin mülkünün onların olacağını vaat ettiğini okuyoruz.

Hz Peygamber’in (sav) daha ilk yıllarda vahye tabi olmakla Araplara ve

aceme hâkimiyet kurmak arasında bir bağ kurmuş olduğu tartışmalı bir bilgidir. Zira

vahyin hemen hemen ilk dört yılına kadar olan çağrısı insanları Allah’ın Rab

olduğunu kabul etmeye, kendisinin ondan vahiy aldığına ve ahrete inanmaya

çağırması söz konusudur. Bunun dışında söz gelimi inananları yeryüzünde kâfirlere

mirasçı yapmak 229 ya da Hz Peygamber’in (sav) düşmanlarına galip geleceğini

bildiren ifadeleri özellikle Mekke’nin ilk yıllarında inen surelerde göremiyoruz.

Rivayetlerin bu durumu dolayısıyla ve Cabiri’nin Hicr suresi 94.ayetin230

tefsirinde artık inanmayan Kureyş’ten yüz çevirerek daveti diğer Arap kabilelerine

haykır şeklindeki yorumundan da hareketle panayırlarda tebliğ faaliyetini anlatan

rivayetlerin daha çok 6.yıl ve sonrasına işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu noktadan

hareket ederek Hz Peygamber’in bu faaliyetlerini anlatan bazı rivayetleri inceleyerek

(sav) onun Mekke dışından gelenlerle muhataplığının nasıl olduğunu görmeye

çalışacağız.

228 İbn Kesir, el-Bidaye, 3/221.

229 Kasas 5.ayet: “Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve

onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.”.

230 Hicr 94.ayet: “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!”.

Page 92: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

91

Hz Peygamber’in (sav) panayırlarda davet faaliyetiyle ilgili birkaç rivayette

dikkati çeken bir ayrıntıyı okuyoruz. Hz Peygamber (sav) bir topluluğun karşısında

konuşma yaparak insanları Allah’ın birliğini kabul etmeye ve kendisinin Allah’ın

elçisi olduğunu kabul etmeye davet ettiğinde Ebu Leheb onun hitap ettiği topluluğa

Hz Peygamber’i (sav) dinlememelerini söylüyor, onun bir yalancı olduğunu iddia

ediyordu.231 Aynı sahne Hz Peygamber (sav) kabilelerin büyüklerinin çadırlarına

girip onlarla konuşup ayrıldıktan sonra Ebu Cehil veya Ebu Leheb çadırlara girerek

yine benzer iddialarla Hz Peygamber (sav) karalamaya çalışıyorlardı. 232 Bunu

yaparken de onun bir deli, bir yalancı olduğu gibi sözler söylüyorlardı.

Mekke dönemini bütün olarak ele aldığımızda buradaki rivayetlerde olduğu

gibi Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in Hz Peygamber’i (sav) sürekli takip edip onun

arkasından kara propaganda yapmaları durumu daha çok Mekke muhalefetinin

boykotun sebeplerinde aktardığımız üzere onun diğer kabileler ile temas kurmasını

engellemek istedikleri bir aşamaya işaret etmektedir. Ortaya çıkan bir diğer ihtimal;

rivayetlerde Ebu Leheb’in adının geçmesi ve onun da Ebu Cehil gibi hareket ederek

Hz Peygamber’in (sav) arkasından aleyhine hareket etmesi boykota yakın bir süreci

hatta boykot sürecini de içine alan bir aşamayı ele aldığımız durumudur. Ebu Leheb

boykotun ilanından sonra Beni Haşim’e katılmadı ve Ş’ib-i Ebi Talib’e girmedi. Bu

yaptığını Ebu Süfyan’ın karısı Hind’e anlatarak “Lat ve Uzza’ya yardım ettim değil

mi” dediği rivayet edilmektedir. 233 Bu rivayete baktığımız zaman Ebu Leheb’in

kendi aşiretinden olan Hz Peygamber’i (sav) insanlara karşı karamaktan çekinmediği

ve Ebu Cehil gibi kimselere katılıp onlardan “tebrik” bekler bir psikolojiye sahip

olduğunu görüyoruz. Buradan hareketle panayırlarla ilgili bu rivayetlerde

okuduğumuz manzaranın boykot arifesi ya da esnasına ait olduğunu söyleyebiliriz.

Panayırlarda tebliğ faaliyetiyle ilgili rivayetlerde göze çarpan bir diğer husus

Hz Ebu Bekir çeşitli kabilelerle görüşmelerde ilk teması kurduğu ve Hz Peygamber

(sav) bu kabilelerin çadırlarına girmeden önce onu tanıtmasıyla ilgili bilgilerdir. Hz

Ebu Bekir görüşme yapılacak kabilelerle ilgili bilgi sahibi bir kimseydi. Ve Hz

231 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/72.

232 Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi, 2/616.

233 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/6.

Page 93: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

92

Peygamber’i (sav) onlara tanıtmadan önce onlarla konuşup sahip olduğu bilgileri

kullanarak saygılarını kazanan Hz Ebu Bekir görüşülecek kimselerin Hz

Peygamber’i (sav) dinlemelerini sağlıyordu. 234

Hz Peygamber’in (sav) burada Hz Ebu Bekir eşliğinde yaptığı görüşmelerin

mahiyeti de özellikle onun muhataplarıyla kurduğu ilişkiyi görmek açısından

önemlidir. Kur’an’ın boykota kadar inen kısmında bazı ayetlerde Allah’ın elçisine

yardımı ile onun galip geleceğine dair işaretler vardır.235 Nitekim ilgili rivayetlerde

Hz Peygamber (sav) reisleri nezdinde görüştüğü kabileleri iman etmeye davet

etmektedir. 236 Taif sonrası için kaynakların aktardığı, kabilelerden sığınma talebi

olan görüşmelerin yanı sıra bu gibi rivayetlerden anladığımız; artık Rasulullah’a tabi

olanların zafer kazanacakları düşüncesinin yerleştiği ve davetin başka bir değer

sistemine geçilerek müşriklere karşı bir mücadele anlamı taşıdığıdır. Dolayısıyla Hz

Peygamber’in (sav) kimliği vahyi tebliğ eden bir elçi olmanın yanı sıra siyasi bir

anlam da kazanmıştı.

Biz tarihi süreci anlattığımız birinci bölümde bu hususa değinmiş ve

müşrikler ile Müslümanların farklı iki toplumsal grup halini aldıklarını ifade

etmiştik. Bu durumda Hz Peygamber (sav) boykot süreciyle beraber ki öncesinde

artık iman etmeleri ihtimali ufukta pek görünmeyen kavmine karşı; kendisine destek

veren başka bir kabilenin yanına geçmek için arayışlara başlamıştı.

Nitekim İsra suresi 73-74.ayetlerle ilgili olarak Mukatil tefsirinde bir rivayet

nakletmektedir. Bu rivayet Taif’ten bazı kimselerin Hz Peygamber’e (sav) Taif’te

Kâbe’nin alternatifi olabilecek bir yapı oluşturacak olursa onu kabul edeceklerini

ifade etmektedir. 237 Buna göre Hz Peygamber’in (sav) tebliğ faaliyeti Kureyş’in

yarımadadaki rakiplerince bir siyasi güç olarak algılanmış olabilir.

234 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/17.

235 Saffat 171-174.ayetler: “Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere

ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir. Onun için sen bir süreye kadar onlara

aldırma”.

236 Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi, 2/618.

237 Mukatil, Tefsir, 2/543.

Page 94: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

93

Panayırlarda tebliğ faaliyetiyle ilgili aktardığımız bilgilerin ve

değerlendirmelerin sonucunda Hz Peygamber’in (sav) özellikle boykot döneminde

Kureyş dışına açıldığını ve artık sonunda inkârcılara karşı zafer kazanacak bir mesajı

insanlara taşıdığını görüyoruz. İlgili rivayetlerde okuduğumuz detaylar ve diğer tarihi

bilgiler bu faaliyetin bir süreç olarak boykot zamanında başladığını ve Akabe

biatlarına kadar devam ettiğini göstermektedir. Böylece Kureyş’in kabile olarak iman

etmeyeceği ve vahyin insanlara ulaştırılmasına destek olmayacağının kesinleştiği bu

dönemde davetin konumu değişmiş oluyordu.

Bu hususları kaydettikten sonra meselenin Kur’an metninden yansımalarını

alarak önce boykot dönemi surelerinin genel bir muhteva değerlendirmesini yapıp

ardından boykot öncesi dönemi yani boykottan önceki aşağı yukarı 3-4 yıllık bir

süreci içine alan bir değerlendirme ile boykot arifesinde, anlattığımız sürecin

ayetlerdeki karşılığını görmeye çalışacağız. Son olarak da meseleyi benzer hususlar

üzerinden bir de boykot dönemi surelerinde görmeye çalışacağız.

2. Boykot Sureleri Hakkında Genel Bir Değerlendirme

Boykot sürecinde hangi surelerin inmiş olabileceğine dair vardığımız

sonuçları aktarmıştık. Burada yineleyecek olursak Zümer suresinin ardından gelen

Ha-Mim sureleri Kur’an’ın boykot sürecine hitabıydı. Mümin (Ğafir), Fussilet, Şura,

Duhan, Casiye sureleri sürecin içinde inmiş ancak Ahkaf suresi Taif rivayetinden

dolayı boykotun bitişinin ardından inmiştir. Bu yargıyı boykot surelerini tespit

ettiğimiz ilgili bölümde vurgulamıştık. Ancak dönem sureleriyle ilgili öncelikle şu

hususu belirtelim: Ha-Mim sureleri ele aldıkları konular ve üslupları itibariyle bir

bütünlük arz etmektedir. 238 Dolayısıyla Ahkaf suresinin yahut Casiye suresinin

zamanlama itibariyle ve tam olarak sürecin içinde mi yoksa dışında mı indiklerini

söylemek zor olmakla beraber çok gerekli de değildir. Ha-Mim ismiyle ayrı bir bütün

gibi görülen bu yedi sure Mevdudi’nin ifadesiyle Mekke yıllarının orta döneminin

son birkaç yılının Kur’an’daki karşılığı olarak birlikte ele alınabilirler.

238 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/123.

Page 95: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

94

Bu bağlamda ilk olarak boykot surelerinin genel bir değerlendirmesi başlığı

altında öncelikle Mümin, Fussilet, Şura, Duhan ve Casiye surelerinin muhtevalarını

ve ön plana çıkan, özellikle boykot süreciyle ilgili bu surelerde yer alan konuları

değerlendireceğiz.

2.1. Mümin Suresi

Mümin suresinin en yaygın isimlerinden biri Ğafir suresidir. Surede hâkim

olan kâfirlere karşı şiddetli kınama üslûbunun yanında onların alaycı ve tartışmacı

tavırlarının yoğun tasvirine 239 karşın surenin hemen başında yer alan Allah’ın

tevbeleri kabul eden ve günahları bağışlayan (غافر الذنب) olduğu vurgusu dikkat

çekicidir. Nitekim bu durumun Kur’an’ın müşriklerin aralarında varmış gibi görünen

birliğin içine bir müdahale olarak şüphe içinde olan yahut kendi günahlarının

ağırlığından dolayı Allah’ın kendilerinin iman etmesini kabul etmeyeceğini düşünen

kimselere yönelen bir hitap olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.

Mü’min suresinin temel konusunun İslâm’a karşı direnmeyip ona

samimiyetle bağlanmaya davet etmekten ibaret olduğunu söylemek mümkündür.240

Surenin arka planına yönelik değerlendirmelere baktığımızda müşriklerin hareket

metodunu tartışma yoluyla İslam hakkında şüpheler uyandırma ve Hz Peygamber’in

(sav) öldürülmesinin toplumda oluşturması muhtemel rahatsızlık ve çatışma

ortamının doğmaması için Kur’an karşısında sert bir muhalefet havası estirerek bu

planlarına zemin hazırlamak şeklinde özetleyebiliriz. 241 Nitekim sure ile ilgili

nakledilen “Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı öldürecek misiniz” (Mümin 28)

ayetiyle alakalı olarak nakledilen bir hadiseden bahsetmek gerekir. Hadiseye göre Hz

Peygamber (sav) bir gün Harem-i Şerif’te namaz kılarken Ukbe b. Ebi Muayt gelerek

239 İzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis- Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, çev. Komisyon, Ekin Yay.,

İstanbul 1997, 3/259 .

240 M. Kamil Yaşaroğlu, “MÜ’MÎN SURESİ”, DİA, İstanbul 2006, XXXI, s.558.

241 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/125.

Page 96: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

95

onun boynuna bir bez parçası dolayıp öldürmek kastıyla sıkmaya başladı. O esnada

oradan geçen Hz Bekir koşarak Ukbe’yi durdu ve Hz Peygamber’i (sav) onun

elinden kurtardı. Ukbe ile giriştiği kısa mücadelede Hz Ebu Bekir’in “Siz sadece

Rabbim Allah’tır dediği için mi bir kimseyi öldürüyorsunuz?” dediği rivayet

edilmektedir.242

Burada hadisenin surenin inişinden önce gerçekleştiğinden hareketle

öncelikle tarihsel zemine dair verdiği ipuçlarını ortaya koyabiliriz. Boykot arifesine

dair ortaya koyduğumuz değerlendirmelerde müşriklerin 3 yıldır devam ettirdikleri

baskı ve işkenceye rağmen Hz Peygamber’i (sav) bir türlü durduramayışları, Ebu

Talib’in koruması yüzünden ona dokunamıyor olmaları, Necaşi’nin muhacirleri

teslim etmemesi gibi sebeplerle Hz Peygamber’i (sav) öldürmeye karar verdiklerini

biliyoruz. Ancak önlerindeki engel Haşim oğullarıydı. Bu durum öyle anlaşılıyor ki

müşriklerin canını çok sıkıyor ve büyük bir öfke taşıyorlardı. Velhasıl bu hadisede

nakledildiği gibi Ukbe’nin yaptığı şekilde zaman zaman bu öfkelerini acımasızca

açığa vurabiliyorlardı. Bu hadiseden Ebu Talib’in Ş’ib’e çekilerek aldığı güvenlik

önlemlerinin haklılığına da bir işaret bulabiliriz. Bununla beraber Hz Ebu Bekir’in

söylediği sözün Kur’an metninde yankı bulması önemlidir. Müşriklerin Hz

Peygamber (sav) aleyhindeki pek çok iddiaları karşısında aslında Rabbim Allah’tır

demekten başka bir şey yapmadığını bir mücadele anından haykırmış bulunan Hz

Ebu Bekir hem müminlerin hem de müşriklerin içinde bulunduğu psikolojik duruma

dair bizleri düşündürecek bir ifade kullanmıştır.

Müşrikler dinlerini batıl ilan eden ve toplumun içinde kendilerince idare

edilemez bir grup ihdas eden Kur’an mesajının mübelliğine pek çok ithamda

bulunabilirlerdi. Nitekim bu konuda çalışmamızın ilk bölümünde geniş bir

değerlendirme yapmıştık. Ukbe’nin bu öfkesinin ardında da bu ithamlar ve Kur’an’ın

haber verdiği şekliyle zanlarına uyan müşrik zihin bulunmaktaydı. Kur’an ise ortaya

çıkan bu şartlar karşısında Hz Ebu Bekir’in söylediği rivayet edilen sözü surenin bu

ayetinde veciz bir şekilde muhataplarına aktarmaktadır.

242 Ebi Abdillah Muhammed b. Ahmed Ebu Bekir el-Kurtubi, Camiu’l-Ahkami’l-Kur’an, thk.

Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türki, Muessetu’r-Risale, Beyrut 2006, 18/350

Page 97: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

96

Nüzul ortamından alıntılanan bu kısa fakat derin bir manayı ihtiva eden

cümle; Firavun ailesi içinde iman etmiş bir kimsenin243 ağzından; Firavunun Musa’yı

öldürme planlarına itiraz ederken bir kez daha duyulmaktadır. Burada surenin 23-

45.ayetleri arasında nakledilen Hz Musa’nın Firavun, Haman ve Karun’a

gönderilmesi ve daha sonra Firavun’un onu öldürme planını ortaya attığı meclisin

tasvirinin yapıldığı bu kıssada; mümin kişi ile Firavun arasındaki tartışma tıpkı

“Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı mı öldüreceksiniz” ifadesinde olduğu gibi

nüzul ortamıyla canlı iletişimi gösteren bir anlatımla aktarılmaktadır. Bunlardan en

dikkat çekeni bu mümin kimsenin kavmini –Firavun ve etrafındakileri- sahip

oldukları saltanata karşın Ad ve Semud kavminin uğradıkları azap gibi bir azap

gelmesinden endişe ederek uyarması ve onların Yusuf’tan sonra bir peygamber

gelmeyeceği düşüncesinin Musa ile boşa çıktığını bildirmesidir.

Surenin bu anlatımına ilaveten ekleyebileceğimiz önemli bir husus daha

vardır. Gerek Musa-Firavun ve mümin kimse hakkındaki kıssa gerekse de

müşriklerin alaycı ve tartışmacı tavırlarının anlatıldığı, geçmişte helak olmuş Nuh

kavmi gibi örnekliklerin ve bütün kâfirlerin cehennemdeki akıbetlerinin aktarıldığı

surede mesajın iki muhatabı vardır.

Bunlardan ilki Ebu Cehil gibi kimselerin uyguladığı muhasaraya rıza

göstermeyen ve Hz Peygamber (sav) ve diğer müminlere karşı merhamet duyan

kimselerdir. Kur’an’ın bu kimselere çağrısı akıbetlerinin müşrik ileri gelenler gibi

olmaması için geçmişin örnekliğinden ders almaları ve surenin hemen başında ilan

edilen af kapısına sığınarak kurtuluşa ermeleri şeklindedir. Surenin diğer muhatabı

ise özelde Hz peygamber (sav) ve müminlerdir. Muhasara altındaki Hz Peygamber’i

(sav) surenin ilk muhataplarına ilişkin saydığımız hususlardan hareketle teselli etmek

243 Sureye Mümin adının verilmesine (Muhammed b. Yakub el-Firuzabadi, Besair zevi’t-Temyiz fi

Letaifi’l-Kitabi’l-Aziz, thk. Muhammed Ali en-Neccar, Vizaretu’l-Evkaf, Kahire 1996, 1/409). Vesile

olan bu kişinin kimliği ile alakalı tefsir kaynaklarında yoğun bir tartışma olmuş gibi görünmektedir.

Bu kişinin Firavun ailesinden biri mi olduğu yoksa Beni İsrail’den olup, muhtemelen saray içinde bir

mevkiye sahip, imanını gizleyen biri mi olduğu hakkındaki bu tartışmada müfessirler farklı görüşleri

benimsemiş ve savunmuşlardır. (Bkz. Kurtubi, Tefsir, 8/347-348).

Page 98: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

97

ve müşriklerin zenginliklerine aldanmayıp; her şart altında davasını sürdürmeye

devam ettirmek surenin ona yönelen mesajıdır.244

2.2. Fussilet Suresi

Surenin anlatımına konu olan meseleleri kısaca özetlemek gerekirse kâfirlerin

küfürlerindeki ısrarları ve meydan okumaları, içinde aciz bırakılacakları cehennem

azabı, el ve ayakların insanın aleyhine kıyamet günü şahitlikte bulunması, Ad ve

Semud kavminin helak edilmesi, Allah’ın birliğinin delilleri ve ilminin gizli ve açık

olan her şeyi kuşatması gibi başlıları ön plana çıkarabiliriz.245

Bu konu başlıklarına ilaveten surenin özellikle ilk ayetleri hakkında bir

değerlendirme yapmak gerekmektedir. Surenin ilk 13 ayetiyle alakalı olarak

kaynaklar meşhur bir hadiseyi nakletmektedir. Çalışmamızın önceki bölümlerinde

birkaç vesile ile değindiğimiz bu hadisede Utbe b. Rebia’nın Hz Peygamber’in (sav)

Kâbe’de bulunduğu bir esnada yanına gelerek ona davasından vazgeçmesi için

servet, makam, kadın, hatta hastaysa onu iyileştirebilecek kimseleri bulup getirmek

gibi tekliflerde bulunmuştu. Bu teklifleri dinleyen Hz Peygamber (sav) Utbe lafını

bitirdikten sonra onun teklifine cevaben Fussilet suresini okumaya başlamıştı.

Rivayetin bir nakline göre 38.ayete kadar okuyup secde etmiş ve “Ey Ebu’l-Velid

işte cevabın demiştir”;246 diğer bir nakle göre de surenin Ad ve Semud’un helak

olmasını anlatan 13.ayetine geldiğinde Utbe “başına yıldırımlar düşeceğini sanarak”

susması için ona yalvarmıştı. 247 Burada Hamidullah’ın olayın naklinde Utbe’nin

ağzından naklettiği şu cümleye dikkat çekmek istiyoruz: “Artık sahip olduğumuz dinî

ve toplumsal duyarlılığımıza hücum edip onları sarsma! Gerek şimdi tapındığımız

gerekse atalarımızın zamanında tapmış oldukları

244 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/134.

245 Firuzabadi, Besair, 1/413-414.

246 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/172-173.

247 Hamidullah, İslam Peygamberi, s.98.

Page 99: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

98

Bu hadiseden hareketle Mevdudi’nin surenin nüzul zamanını bizim

öngördüğümüzden daha erken bir zaman dilimine aldığından bahsetmiştik. Buna

karşın Cabiri; Ha-Mim surelerinin geneli için geçerli olan bir durum olarak esbab-ı

nüzul rivayetlerin az olması ya da hiç olmaması durumunun geçerli olduğunu ifade

ediyor. Ona göre Müslümanların hicret etmiş olmaları ve Hz Peygamber’in (sav)

muhasara altında olması da bu durumu teyit edicidir.248

Cabiri’nin bu yorumu karşısında Mevdudi’nin kaydettiği meşhur hadisenin

durumu nedir diye sorulacak olursa; öncelikle biz Cabiri yorumunu kendi

tespitlerimizi yaparken tercih ettiğimizi belirtelim. Nitekim çalışmamızın ikinci

bölümünde surelerin kronolojisini belirlerken bunu göstermiştik. Bununla beraber

rivayetlerin kabulü ya da nasıl bir anlam taşıdığı konusunda Cabiri’nin yahut bizim

bu yaptığımız gibi başka Saiklerle surenin yerine ilişkin vardığımız bir sonucun

etkiliği olduğunu vurgulamak gerekmektedir.

Bize göre de surenin yeri boykot zamanıdır ve tasvir ettiğimiz şartlar

mucibince Kâbe’de böyle bir konuşmanın geçmesi imkânsızdır. Zira hemen önceki

surede Ukbe b. Ebi Muayt’ın Hz Peygamber’i (sav) öldürme teşebbüsü ile alakalı

rivayeti aktarmıştık. Devam eden bir süreçte Kâbe’nin yanı başında böyle bir diyalog

geçmesi biraz zor gibi görünmektedir. Bu değerlendirmenin Mevdudi cephesine

bakacak olursak o naklettiğimiz bu rivayeti esas almıştır ve ona göre de surenin

durduğu yer bu rivayetle tayin edilmelidir. İkisi de bir görüştür. Biz farklı vesilelerle

izah ettiğimiz sebeplerden ötürü tercihimizi burada ifade ettiğimiz şekilde yapmış

bulunuyoruz. Nitekim surenin bu rivayete konu olan ayetleri her ne kadar Hz

Peygamber (sav) ve müşrik ileri gelenler arasında bir diyalog olduğu havası verse de

bu diyalogun rivayette nakledildiği gibi olmadığı ve mücadele ortamında

gerçekleşmiş birçok karşılıklı konuşmanın özeti gibi durduğunu ifade edelim.

248 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/137.

Page 100: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

99

2.3. Şura Suresi

Allah’ın birliğinin delilleri, kıyamette kâfirlerin uğrayacağı akıbet, rızkın

taksimi, peygamberlere vahyin nüzulünün keyfiyeti gibi hususların 249 yanında

özellikle bu dönem surelerinde çokça yer bulan müşriklerin batıl delillerle Kur’an

hakkında girdikleri tartışmaları ve geçmiş peygamberlerin daveti ile Muhammedî

davetin kaynağının birliğine yönelik vurguyu250 ihtiva eden ayetleri Şura suresinin de

muhtevası içinde okumamız mümkündür.

Surenin muhtevasına ilişkin bu bilgilerin yanından özellikle önceki surelerde

belirgin olmayan ve bu surede bilhassa ön plana çıkan birkaç başlığı aktarmak

gerekmektedir. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in (sav) surenin 23.ayetinde nakledilen

ifadesiyle kavminden akrabalık sevgisinden başka bir şey istemediğini ifade

etmesidir.251 Ayette geçen “المودة في القربي” ifadesi bize öncelikle tam olarak boykot

sürecini hatırlatmaktadır.

İsfahani el-Müfredat’ında bu ayette geçen “المودة” kelimesinin salt sevgi

anlamı taşıdığını ifade etmektedir.252 “القربي” kelimesi ise hısım, akraba anlamına

gelmektedir.253 Bu terkibin özellikle surenin iniş sürecini de dikkate alacak olursak

ne anlama geldiği ayrı bir önem arz etmektedir.

Cabiri surenin tefsirinde Mukatil’in ifadelerinden hareketle iniş zamanının

takriben 8.yıl civarı olduğunu aktarmaktadır. Bu düşünceyi doğuran ifadeler

Mekke’de bir kıtlığın yaşandığına dair ifadelerdir.254 Böyle bir zaman diliminde Hz

249 Firuzabadi, Besair, 1/418.

250 İzzet Derveze, Tefsir, 3/321.

251 Şura 23: “… De ki: Ben buna (yaptığım tebliğ faaliyetine) karşılık sizden yakınlık ve dostluk

bağları (المودة في القربي) içinde sevgiden başka bir ücret istemiyorum… ”.

252 Rağıb el-İsfahani, Müfredat- Kuran Kavramları Sözlüğü, çev. Yusuf Türker, Pınar Yay, İstanbul

2010, s.1547.

253 İsfahanı, Müfredat, s.1193.

254 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/147.

Page 101: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

100

Peygamber’in (sav) müşriklerle bir şekilde diyalog içerisine girmesi mümkün

görünmektedir. Nitekim Duhan suresinde de göreceğimiz üzere yaşanan bu kıtlık

karşısında müşriklerden bir heyet Hz Peygamber’e (sav) gelerek ondan dua etmesini

istemişler ve iman edeceklerini söylemişlerdi. Zannediyoruz buna sebep olan kıtlık

Şura suresinin indiği yıla denk gelmektedir. Hz Peygamber’e (sav) görevinin “Mekke

ve çevresini” uyarmak olduğunu hatırlatan bu surede kendisinin insanlardan

akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemediğini ifade etmesi müşriklerin

yaşadıkları kıtlık dolayısıyla dirençlerinin kırıldığı bir zamanda onlarla yeniden

temas kurmak gibi bir durumu ifade etmektedir.

Ayette geçen “akrabalık sevgisi” ifadesi iki manada anlaşılabilir. İlki

muhasara altında kendi aşireti içinde yaşayan Hz Peygamber’in (sav) onların

desteğinin devam etmesini istemesidir. Dönem şartlarına ilişkin tasvirlerimizden bu

mananın kuvvetle muhtemel olduğu sonucu çıkıyor gibi görünse de biz ikinci manayı

daha kuvvetli buluyoruz. Kastettiğimiz ikinci mana ise yukarıda ifade ettiğimiz

müşriklerin açlık sebebiyle, bize göre, dirençlerinin zayıflaması gibi bir durumdan

hareketle söz gelimi hac mevsiminde dışarı çıkan Hz Peygamber’in (sav) onlarla

diyalog kurabiliyor olduğundan dolayı bütün Kureyş’e olan akrabalık bağını öne

sürmesidir. Nitekim Buhari’de yer alan bir rivayette şöyle ifade edilir: “Mekke’de

hiçbir batın yoktur ki onun Hz Peygamber’e (sav) bir akrabalığı olmasın.”255

Şura suresinde vurgulayacağımız bir diğer konu ise müminlere yönelik

insanların suçlarını, hatalarını bağışlamaları yönünde yoğun telkin ve affetmenin

mümin olmanın özelliği olduğunun ifade edilmesidir. Müminlerin işlerinin aralarında

Şura ile olduğu kaydedilen bu surede affetmeye yönelik bu yoğun atıfla lakalı

ilerleyen kısımlarda geniş bir değerlendirme yapacağız. Ancak Hz Peygamber (sav)

ve müminler açısından özellikle Habeşistan hicreti sonra Kureyş düzeninden

ayrılmalarıyla tesis ettikleri yeni toplumsal grubun temellerinin atılıyor olduğu

düşüncemizi aktarmakla iletelim.

255 Zeynü’d-Din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latifi’z-Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih

Tercemesi ve Şerhi, çev. Kâmil Miras, DİB Yay, Ankara 1980, c.XI s.176

Page 102: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

101

2.4. Zuhruf Suresi

Zuhruf suresinde Ha-Mim surelerinin genel konuları olan yukarıda

aktardığımız meselelere ilaveten Kur’an’ın kelam meselelerine dair bazı ayetleri de

bu surede gelmektedir. Yaratıcının varlığının delilleri olarak başlıklandırılan 256

konular surede yer almaktadır. Yaratıcının ve Rabb’in kim olduğuna dair Kur’an’ın

ortaya koyduğu hakikatlerin anlaşılabilmesi bakımından surede geçen Firavun’un

halkına neden onların Rabbi olduğunu delillendirmeye çalıştığı konuşması dikkat

çekicidir.

Burada müşriklerin put olarak taptıkları bazı “ilahlarının” Allah’ın kızları

olduğu iddialarına yer verilmektedir. Bu iddialar önceki surelerde de yankı bulmuştu.

Bu surede ilaveten müşriklerin Kur’an’da Hz İsa’dan örnek verilmesine kızmış

olmaları aktarılmaktadır. Onlara göre kendi ilahlarını yeren Kur’an’ın Hıristiyanların

taptığı bir ilah gibi duran Hz İsa’yı sâlih bir kul olarak aktarması tutarsız bir

durumdu. Tabi burada müşriklerin özellikle Yahudi ve Hıristiyan kültürüne karşı

kendi inanç düzenlerini sahiplenmek şeklinde tezahür eden bir nevi “din

milliyetçiliği” vardı. Bu sebeple bizim ilahlarımız ve onların ilahları vurgusunu

yapmaktadırlar.

Surenin son kısımlarında Hz Peygamber’in (sav) kavminin iman etmiyor

olmasından şikâyet etmesi aktarılmaktadır. Bu şikâyetin bir benzerini Furkan

suresinde de okuyoruz. Öyle anlaşılıyor ki bu suredeki şikâyet Furkan suresinde

olduğundan farklı bir konumdadır. Hicr suresiyle alakalı yaptığımız

değerlendirmeleri hatırlayacak olursak hitabın bilhassa panayırlarda toplanan diğer

Arap kabilelerine döndüğü sürecin arkasından boykot yıllarında Hz peygamber’in

(sav) tebliğ faaliyetine konu olan bu kabilelerden de tarihi verilerden anlaşıldığı

kadarıyla kayda değer bir sonuç çıkmamıştı. Bu da Hz Peygamber’in (sav) yaşanan

sıkıntılı sürecin içinde sonuç alamamaktan dolayı yılgın hissetmesine sebep olmuş

olabilir.

256 Firuzabadi, Besair, c.I s.421

Page 103: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

102

2.5. Duhan Suresi

Surede genel olarak önceki surelerde yer alan anlatım devam etmektedir.

Müminler ve kâfirlerin ahiretteki akıbetleri, tevhid vurgusu şeklinde olan bu anlatıma

ilaveten Kur’an’ın Hz Peygamber’in (sav) dilinde indirilmesinin ona bir kolaylık

olduğu belirtilmektedir. Önceki surelerde olduğu gibi bu surede de anlatımı süren Hz

Musa kıssasının Mısır’dan çıkış kısmını okumaktayız.257

Kıssaların anlatılış amacının temelinde Hz Peygamber’e (sav) rahatlık, coşku

vermek ve mesajı desteklemek gibi unsurlar bulunmaktadır.258 Bu unsurlar özellikle

Kur’an’da anlatımı yoğun olan Musa kıssasında sadece geçmiş ümmetlerin helakı,

müstekbirlerin akıbeti gibi hususlarda değildir. Bunun yanı sıra esasında her

peygamber ve muhatapları arasında yaşanan mücadelelerin tıpa tıp benziyor

olmalarından 259 hareket edecek olursak; genel görünümün yanında yaşanan daha

spesifik hadiselerle de benzerlik kurarak peygamberin içinde bulunduğu hale ilişkin

bir not içermektedir diyebiliriz. Buna göre hemen hemen boykot yıllarının sonlarına

doğru gelinen süreçte Hz Musa ve İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışı anlatılarak

benzer şekilde muhasaranın sonlarına doğru gelindiği yönünde bir his ve rahatlama

vermeyi amaçlamış olabilir.

Surenin ilk ayetlerinde Şura suresinde de bahsettiğimiz “duhan” hadisesi

geçmektedir. Bu konuyla ilgili ilerleyen bölümlerde bazı değerlendirmelerde

bulunacağız. Ancak burada bir hususu belirtmekle yetinelim tarih kaynaklarında

belirgin bir hadise olarak yer almayan ancak tefsir ve hadis kaynaklarında aktarılan

Mekke’de yaşanan kıtlık zannediyoruz boykot yılları esnasında Hz Peygamber (sav)

için tasvir edilen boykot şartlarını görece hafifleten bir durum ortaya çıkarmıştır.

Konuyla ilgili aktarılan rivayetlerde; müşriklerin önce Hz Peygamber’e (sav) gelip

yaşanan sıkıntıları gidermesi için Allah’a dua etmesini hem de akrabalık bağlarını

257 Firuzabadi, Besair, 1/424.

258 Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, çev. Şaban Karataş, Ankara Okulu

Yay, Ankara 2002, s.361.

259 Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.360.

Page 104: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

103

öne sürerek talep etmeleri ve iman edeceklerini söylemeleri ancak kıtlıktan

kurtulunca yine eski hallerine döndükleri aktarılmaktadır. 260 Nitekim bu durum

ilerleyen bölümlerde ele alacağımız, surenin ilk 14 ayetinde açıkça ifade

edilmektedir. Nitekim Kur’an inkarcıların bu karakterini muhtelif surelerde (Yunus

22.ayet, Ankebut 65.ayet) bir gemi misaliyle açıklamaktadır. Bu misalde fırtınaya

yakalanan kimselerin fırtınadan kurtulana kadar Allah’ı tek ilah olarak tanıyıp ona

dua ettikleri ancak karaya sağ salim varınca hemen eski hallerine döndükleri ifade

edilmektedir. Kureyş müşrikleri de bu durumu karada temsil etmiş bulunmaktadırlar.

2.6. Câsiye Suresi

Sure de boykot döneminin diğer surelerinde olduğu gibi anlatımı ortak olan

konular devam etmektedir. Bununla beraber kâfirlerin kalplerindeki kirlilik ve

ayetler karşısındaki alaycı tavırları üslup itibariyle ön plandadır. Tabi olarak bu

durum diğer Ha –Mim surelerinde olduğu gibi bu surede de bulunan konu

bütünlüğü261 dolayısıyla inkârlarında inat eden ve kibir gösterenlerin akıbetinin haber

verilmesiyle tamamlanır.

Sure Allah’ın yerde ve göklerdeki ayetlerinin akıl sahipleri için birer ibret

kaynağı ve kâinatın yaratıcısına işaret eden deliller olduğunu vurgulayarak

başlamaktadır. Bu vurgunun ardından yukarıda bahsettiğimiz kâfirlerle ilgili

durumlar aktarılmaktadır ve aktarmış olduklarımıza ilaveten onların ölümden sonra

dirilişi inkâr eden sözlerine yer verilmektedir.

Öne çıkan ve surenin muhtevasını önceki surelerden ayıran iki hususa işaret

etmek gerekmektedir. Bunlardan ilki, ilerleyen bölümlerde geniş olarak izah

edeceğimiz, Hz Peygamber’in (sav) şeriat sahibi kılındığının bildirilmesidir

(18.ayet). Şeriat kelimesi isim olarak nüzul sırası itibariyle ilk olarak bu surede

geçmektedir. Burada ayeti takiben gelen diğer ayetlerde İsrailoğullarının kitap ve

hüküm sahibi olduktan sonra aralarındaki haset sebebiyle ihtilafa düştükleri

260 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/175.

261 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/188.

Page 105: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

104

bildirilmektedir. Bize göre İsrailoğulları üzerinden verilen bu temsil önceki

temsillerde olduğundan farklı bir hüviyettedir. Şeriat sahibi olmak hakkında detaylı

izahatı ifade ettiğimiz üzere ilerleyen bölümlerde geniş bir şekilde ele alacağız.

Ancak kısaca belirtmek gerekirse burada mesajın hangisinin önceleneceği net

olmayan iki yönü vardır. Birincisi Hz Peygamber (sav) ve bütün muhataplara,

müşrikleri içerir şekilde, yönelen mesaj Kur’an hakkında ihtilafa düşülmemesini

salık vermektedir. Eğer mesajın bu önünü dikkate alacak olursak Kur’an ilk kez bu

kadar açık bir şekilde kitap ve hükümranlık arasında ilişki kurmuş gibi

görünmektedir. Bu durum özellikle Habeşistan hicretinin toplumsal karşılığına dair

değerlendirmemizi bir kez daha hatırlatarak ifade edelim ki Kur’an’ın kimliğinde bir

evre olarak algılanabilir. Nitekim hicret dolayısıyla Hz Peygamber’e (sav) tabi olmak

siyasi bir konum arz etmiş bulunmaktaydı. Burada müşriklerin inkârcılığı bir “kimlik

meselesi” haline getirdiklerine dair bir durumun ortaya çıktığını da iddia etmiş

bulunuyoruz.

Mesajın ikinci yönünün; Şura suresinde müminlerin işlerinin aralarında

danışma ifade eden ve hem Şura hem de C’asiye surelerindeki ilgili ayetlerden

anlaşıldığı üzere inkârcılara karşı affedici bir tavrı müminlere tavsiye eden Kur’an

hakkında; müminlerin ihtilafa düşmemesi yolunda nispeten ileriye dönük bir şekilde

ortaya çıktığını düşünebiliriz. Kur’an müminleri zaten boykot öncesi surelerden

itibaren müşriklerden ayrı bir grup olarak ele alıyordu. Buna mukabil ihtilafa

düşmeyin tavsiyesinin bu grubun kitap ile kuracakları ilişkiye işaret ettiğine buradan

dayanak bulabiliriz. Ancak hem çoğunluğunun Habeşistan’da olması hem de

Mekke’de henüz muhasara ortamının devam ediyor olması gibi sebeplerle verilen

emirle bu mesajın kast edildiğini ifade etmek zordur.

Boykot süreci içerisinde indiğini düşündüğümüz surelerin muhtevalarına

ilişkin genel değerlendirmemiz bu şekildedir. Sureler hakkında aktardığımız bu

değerlendirmeler kısa ve genel bir şekildedir. Surelerle ilgili derinlemesine ele

alacağımız hususlar çalışmamızın devam eden başlıklarında ele alınacaktır. Buna

göre önce boykot süreci öncesindeki surelerde daha sonra da boykot sürecindeki

surelerde özellikle iki başlık altında ayetlerin tafsilatlı değerlendirmelerini ele

alacağız. Bunlardan ilki müşrikler ikincisi ise Hz Peygamber başlıklarıdır. Bu iki

Page 106: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

105

başlığı ön plana almamızın temel sebebi çalışmamızın giriş kısmında vurguladığımız

hitabın şekillenmesi meselesinin özellikle bu iki başlık altında topladığımız ayetlerde

belirgin bir şekilde tezahür ettiği sonucuna varmamız dolayısıyladır.

3. İki Ana Muhatap ve Boykot Öncesi Sureler

Surelerin kronolojisine ilişkin değerlendirmelerimizde bilinen nüzul

sıralamasında Sad suresi ile Ahkaf suresi arasındaki kısmın burada bütünüyle

incelediğimiz dönemin (bisetin 4-10.yılı) sureleri olabileceğini kaydetmiştik. İsra

suresi istisna olmak üzere surelerin bu sıralamadaki yerlerini çalışmamız

çerçevesinde değiştirmeden alıyoruz.

Kısaca değinmek gerekirse İsra suresini istisna kılan husus; hem İsra olayına

ilişkin rivayetlerin açık bir şekilde boykot sonrası bir zaman dilimine işaret ediyor

olması hem de surenin 76-80.ayetler arasında Medine hicreti olarak anlaşılacak

ifadelerin bulunmasıdır.262

Bahsettiğimiz şekilde Sad suresi ile başlayıp Zümer suresine uzanan

sıralamada İsra hariç bütün surelerin genel anlatımlarından hareketle yapacağımız

değerlendirmemizde; önce müşrikler başlığı altında daveti ısrarla ve bile bile inkâr

edenleri sonra Hz Peygamber başlığı altında daveti sürdüren, vahyin mübelliğinin

konumunu, aldığı uyarıları ve göstermesi gerekn tavra dair Kur’an’ın emirlerini

inceleyeceğiz. Bunu yaparken ilgili meselelere işaret eden ayetleri örnek olarak verip

sureleri ayrı ayrı bütün olarak tahlil etmeyeceğiz. Zira bahsedeceğimiz meseleler

zaten böyle bir tahlilin ürünüdür dolayısıyla örnek ayetleri kaydetmek yeterli

olacaktır.

262 Bkz İsra 76-77.ayetler: “Yine onlar, seni yurdundan (Mekke) çıkarmak için nerdeyse dünyayı

başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce

gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik

bulamazsın.”.

Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali, Düşün Yay, İstanbul 2013.

Page 107: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

106

3.1. Müşrikler

3.1.1. Şirk ve Siyasi Tavır

Müşrikler başlığı altında Kur’an’ın cereyan eden hadiseler karşısında

öncelikle vahye ve onun tebliğine düşman olan bir gruptan bahsettiğini ifade edelim.

Tezimizde birkaç vesileyle vurguladığımız ifadeyle Hz Peygamber’in (sav) vahyi

tebliğ etmesine yönelen muhalefetin şekli; bir noktadan itibaren kırılma yaşayarak

bireysel ve alaycı karşı çıkışları aşarak, organize ve bir manasıyla siyasi bir boyut

kazanmıştı. Burada siyasi boyuttan kastımızı özetle şu şekilde ifade edelim: karşı

çıktığı meseleyi kendi egemenliğine bir saldırı olarak algılayıp onun doğruluğuna

kani dahi olsa muhalefet etmek.

Bu açıdan müşriklerin Ebu Talib’i bir heyet halinde ziyaret etmelerini tekrar

hatırlamak gerekir. Güçlü aşiretlerin ileri gelenleri Ebu Talib’i kaynakların

aktardığına göre birkaç kez ziyaret etmiş ve Hz Peygamber’in (sav) hamisi olması

hasebiyle kendisinden onu durdurmasını istemişlerdi. Ebu Talib’i muhatap almanın

anlamı meseleyi doğrudan aşiretler arası bir mesele haline getirip Mekke’nin siyasal

organizasyonu zeminine taşımaktı. Yapılan görüşmelerle ilgili bilgileri

okuduğumuzda da bunu teyit eden bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.

Nitekim bahsi geçen aşiret liderleri önce ilahlarına ve atalarına hakaret edildiğini ve

Ebu Talib’in böyle bir şeye mani olması gerektiğini ileri sürmüşlerdi. Daha sonra

Ebu Talib’in yeğenini durdurmayacağını görünce uzlaşma teklif etmişler ve eğer o da

kendi ilahlarını anarsa “Muhammed’in Rabbine” de ibadet edeceklerimi

söylemişlerdi. Bunun yanında Hz Peygamber’e doğrudan servet ve makam teklifinde

bulundukları da rivayetlerde yer bulmuştur. Son olarak Ebu Talib’i tehdit etmişler

ancak eğer onu öldürürlerse Arapların kendilerini ayıplayacağını düşünerek bundan

vazgeçmişlerdi. Başka hadiselerin de eklenmesi üzerine Mekke ileri gelenleri Hz

Peygamber’i (sav) durdurmak adına Beni Haşim ve Beni Muttalib’e boykot kararını

almışlardı.

Page 108: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

107

Ortaya çıkan bu tabloda Hz Peygamber (sav) karşıtı kampanyayı yürütenlerin:

problemi ele alışları ve çözmek için sergiledikleri tavrın siyasi boyutu belirgin bir

şekilde okunabilmektedir. Ancak diğer yandan muhalefetin siyasi oluşunun tek

ifadesi bu durum değildir. Kur’an, Mekke ileri gelenlerinin ya da genel olarak aktif

bir şekilde muhalefet edenlerin duruşunu ifade ettiği ayetlerde onların kesinlikle

iman etmeyecekleri vurgusunu özellikle incelediğimiz dönem surelerinde

yoğunlaştırmaktadır. Bu hususta en net ifadelerden birini Yusuf 103.ayette

görebiliriz:

“وما أكثر الناس ولو حرصت بمؤمنین “

“Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu inanacak değildir.”

Ayette geçen insanların çoğu ifadesi tefsirlerde Mekke ehli263, “kavminin

müşrikleri” 264 şeklinde açıklanmıştır. Surenin bağlamını ele aldığımızda uzunca

anlatılan Yusuf kıssasının akabinde Allah’ın doğrudan Hz Peygamber’in (sav)

muhataplarına/muhaliflerine dikkat çektiğini ve bu ayetten surenin sonuna kadar

müşriklerin vahye karşı duruşlarını anlattığını görüyoruz.

Şurası kesin ki belirli bir dönemden sonra Mekke ileri gelenleri ifadesinin

yerine rahat bir şekilde müşrik ileri gelenler ifadesinin kullanılması gerekir.

Mekke’nin ticari ve siyasi egemenliğini elinde bulunduran zümrenin önemli bir

kısmı ya da Ümeyye-Mahzum iktidarının varlığına işaret edersek bu zümrenin

tamamı; vahye karşı duruşlarını kesin olarak değiştirmeyecek bir konumda

bulunmaktadır.265

263 Celaleddin Mahalli- Suyuti, Tefsir-i Celaleyn, Salâh Bilici Kitabevi, İstanbul b.t.y., s.200.

264 Taberi, Tefsir, 8/371.

265 Çalışmamızın birinci bölümünde bu zümrenin kimlerden oluştuğuna dair bilginin tarih

kaynaklarının verdiği bir takım isim listelerinden alınabileceğini belirtmiştik. Burada kesin olarak

iman etmeyeceklerinin bildirildiği kimseler içerisinde Ebu Süfyan’ın da olacağı ancak onun sonunda

iman edenlerden olduğu dolayısıyla burada bir çelişkinin olduğu bahsettiğimiz listelerden hareketle

ileri sürülebilir. Burada okuyucunun aklında bulundurması gereken iki husus vardır: birinci husus

Kur’an müşriklerin iman etmeyecekleri konusunu yoğun ve kat’î bir üslubla vurgulamaktadır. İkinci

husus ise kimin Hz Peygamber’e (sav) ne derece muhalefet ettiği kaynaklarda çok sınırlı

anlatılmaktadır. Ancak İbn Hişam isim isim Hz Peygamber’e (sav) eziyet edenleri yaptıkları eziyetleri

Page 109: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

108

Müşriklerin iman etmeyeceğine dair bir diğer kesin ifade Yunus suresi

33.ayette geçmektedir:

“Rabbinin yoldan çıkanlar (الذین فسقوا) hakkındaki ‘onlar artık imana gelmezler

”sözü gerçekleşmiş oldu (أنھم لا یؤمنون )

Ayette müşriklerin iman etmeyeceği sözü ile Cenab-ı Hak; bahsettiğimiz

şekilde Hz Peygamber (sav) karşısında muhalefeti sürdüren kesimin o günün

şartlarında iman etmeleri noktasında bir beklentiye girilemeyeceğine işaret

etmektedir. Bu noktada Kur’an’ın müşriklerin muhalefetini ifade ettiği kavramlardan

bir tanesine dikkat çekmek istiyoruz.

3.1.2. Batıl Delillerle Tartışma “جحد”

Kur’an; küfür ve şirk olarak tanımladığı vahye yönelen inkâr tavrını bu

kavramlara ek olarak “جحد” fiiliyle ifade etmektedir. Bu fiilin anlamını; kaynaklara

müracaat ettiğimizde en basit şekliyle bile bile inkâr etmek şeklinde ifade

edebileceğimizi söyleyebiliriz.266 Kur’an’da bu kelimenin müşriklerin tavrını ifade

etmek için kullanıldığı ayetlere baktığımız zaman karşımıza çıkan tablo da bu anlamı

ziyadesiyle doğrulamaktadır. Buna ilaveten fiilin ifade ettiği bile bile inkâr ya da

hakkında ilim sahibi olduğu halde inkâr etmenin ayetlerin bağlamlarından hareketle

sadece inkâr etmekle sınırlı olmadığı bu inkârın bir tartışma ile sürdürüldüğü durumu

söz konusudur. Yani ayetlerde bu fiilin aynı zamanda bir tartışma ortamına,

müşriklerin/inkârcıların hak karşısında kendi batıl delillerini öne sürerek

tartıştıklarını görüyoruz.

anlatarak saymaktadır.(İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/9-15) Burada Ebu Süfyan’a ayrılmış bir

başlık göremiyoruz.

266 Bkz. “جحد” maddesi: İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, tetk. Yusuf el-Bekai, Daru’l-Mutavvasitiyye li’n-

Neşri ve’t-Tavzi, Tunus 2005; Muhammed b. Yakub el-Firuzabadi, Kamusu’l-Muhit, tahk. Mektebu

Tahkiki’t-Turas fi Muesseseti’r-Risale, Daru’r-Risale, Beyrut 2005.

Page 110: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

109

Mekki surelerde inkârcıların tavrının “جحد” fiiliyle on iki yerde ifade

edildiğini görüyoruz. Bu ayetleri nüzul sırasına göre şu şekilde sıralayabiliriz:

1) A’raf 51: “ فالیوم ننساھم كما نسوا لقاء یومھم ھذا وما كانوا بآیاتنا

”یجحدون

A’raf suresinin burada özel bir yeri bulunmaktadır bu sebeple bu surede

geçen ayeti diğer ayetlerde olduğundan daha geniş bir şekilde ele alacağız. Sure,

genel olarak nüzul süreci içerisinde önemli bir dönüm noktasını teşkil etmektedir.

Her ne kadar Mevdudi267 ve sair kaynaklar268 sureyi hem uzun olması hem de yoğun

bir içeriğe sahip olmasından dolayı Mekke’nin son yıllarına atfetseler de biz yine

burada Cabiri’nin yorumunu alarak sureyi nüzul sırasındaki yerinde tutuyoruz. Sure

Mekke’de inen uzun surelerden biridir. Surenin hemen başında Cenab-ı Hak bir kitap

indireceğini beyan edip bunda bir şüphe duymamasını Hz Peygamber’e (sav)

vahyetmektedir. Burada kitap kelimesinin anlamına dair müfessirlerin genel olarak

Kur’an’ın kastedildiğine ilişkin yorumları olsa da Zemahşeri kitap kelimesiyle

surenin kastedildiğini ifade etmektedir. 269 Bu bilginin konumuz açısından önemi

şudur: A’raf suresi nüzul sürecinin bir dönüm noktası olarak artık vahyin

muhtevasının ağırlaşacağı bir dönemin başlangıç suresidir. Bunun temel işareti ise

sure içersinde Allah’ın müşriklerin kendi hakkındaki zanlarını tek tek bahsederek

iptal etmesinden gelmektedir. Dolayısıyla surenin başında Hz Peygamber’e (sav) bir

kitap gibi başından sonuna geniş bir muhtevaya sahip bir surenin indirileceği

bildirilmektedir.

Bu vaziyetin sebebi ise zeminde cereyan eden hadiselerin seyrinin

değişmesidir. Zira müşrikler A’raf suresinden önce inen Sad suresiyle ilgili

aktarımlarımızdan hatırlayacak olursak; muhalefetlerini siyasal bir boyuta taşımışlar

ve Ebu Talib ile görüşmüşlerdi. Müşriklerin bu dönemden sonraki tutumları Hz

267 Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 2/9.

268 Emin Işık, “A’RÂF SURESİ”, DİA, İstanbul 1991, III, s.259-260.

269 Zemahşeri, el-Keşşaf, tahk. Adil Ahmed Abdulmevcud, Mektebetu’l-Ubeyketi, Riyad 1998, 2/421.

Page 111: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

110

Peygamber (sav) ve inananları baskı altında tutmak olduğu kadar kendi inanışlarında

ürettikleri, batıl olan Allah inancından hareketle tartışma konuları açmak olacaktır.

Nitekim boykot öncesi surelerden boykot dönemi surelerine uzanan bir süreçte bu

tartışma konuları tekrar tekrar gündeme gelecektir. Söz gelimi A’raf suresinde

müşriklerin yaptıkları kötülükleri Allah’ın emrettiğini iddia etmeleri gündeme

getirilerek bu tartışma konularından birinin ele alındığını görebiliriz.

Surenin bu genel yapısı içerisinde müşriklerin bile bile inkârları yukarıda

Arapça metninin bir kısmını aktardığımız 51.ayette şu şekilde ifade edilmektedir:

“O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı.

Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve ayetlerimizi bile bile inkâr

ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.”

Ayetin hemen öncesinde 43-50.ayetler arasında cennet, cehennem ve araf

ehlinin birbirleri ile konuşmaları aktarılmaktadır. Cennet ve araf ehli

cehennemliklere dünyadaki durumlarının onlara fayda vermeyeceğini söylerken

cehennem ehlinin içine düştükleri durumun felaketinden çıkış aradıkları ancak

bulamayacaklarını bildiren bu konuşmaların akabinde onların bu akıbetlerinin sebebi

olarak dinlerini eğlence edinmeleri aktarılır. Müfessirler burada müşriklerin oyun ve

eğlence edindiği dinin İslam olduğu konusunda ittifak halindedirler. Ancak biz

surenin ve indiği dönemin şartlarının genel yapısı olarak henüz teşekkül etmiş bir

İslam dini olmadığını düşünüyoruz. Buna mukabil Kur’an’ın getirdiği hak delilleri

bile bile inkâr edip kendi inanışlarını bu şekilde bir hafife alarak onun sonuçlarını

ciddiye almamaları dinlerini oyun ve eğlence haline getirmelerinin anlamıdır

diyebiliriz.

2) Neml 14: “ ابھا واستیقنتھا أنفسھم ظلما وعلو وجحدوا ”270

Neml suresi Şuara ve Kasas sureleri ile birlikte kıssa anlatımının yoğun

olduğu surelerden biridir. Bu üç sure özellikle Hz Musa kıssasının değişik

bölümlerinin anlatıldığı ve beraber okunduklarında kıssanın bütün bir anlatıma sahip

270 Neml 14.ayet: “Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü

onları inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!”.

Page 112: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

111

olduğu surelerdir. Firavun’un Hz Musa ile girdiği mücadele; müşriklerin Hz

Peygamber’e (sav) yönelik tavırlarının tarihteki en yakın örneklerinden biri olarak

özellikle bu üç surede detaylı olarak anlatılmaktadır. Tıpkı müşriklerin Hz

Peygamber’in (sav) getirdiği ayetleri inkâr etmeleri gibi Firavun’un da Hz Musa’nın

getirdiği mucizeleri bile bile inkâr edişi Neml suresinin bu ayetinde aktarılmaktadır.

Hemen önceki ayette Allah Hz Musa’nın getirdiği mucizeleri karşısında Firavun’un

“bunlar bir sihirdir” diyerek inkâr edişini aktarırken onun bu tavrını bile bile inkâr

etmek anlamında “جحد “ fiiliyle tanımlamaktadır.

3) Hud 59: “ بآیات ربھم وعصوا رسلھ واتبعوا أمر كل جحدواوتلك عاد

271”جبار عنید

Hud suresinin bu ayetinde Neml suresinde olduğu gibi inkârın tarihinden bir

kesit sunulmaktadır. Bu kez müşriklerin zorbalıkta emsalleri olan Ad kavminden

örnek getirilerek onların bile bile inkârları tarihsel zemine de uygun olarak “جحد” fiili

ile ifade edilmektedir.

4) En’am 33: “ فإنھم بونك ولكن الظالمین بآیات الله یجحدون لا یكذ ”272

En’am suresi nüzulünün şekli itibariyle kaynaklarda hakkında tafsilatlı bilgi

olan bir suredir. Rivayete göre bu sure bir gecede semadan yetmiş bin meleğin

eşliğinde inmiştir.273 Burada rivayetin verdiği bilgilerin doğruluğu ya da modern

Kur’an yorumları açısından değerlendirilmesi konumuz dışıdır ancak rivayette çok

korunaklı bir nüzul ile bir gecede Hz Peygamber’e (sav) inmiş olması ve vahiy

kâtiplerinin özel olarak toplanıp sureyi yazmaları şeklindeki tasvir; surenin ve indiği

ortamın nezaketine dair bilgiler aksettirmektedir. Cabiri’den naklettiğimiz bilgileri

hatırlayacak olursak bu sure; Hicr suresiyle beraber müşriklerin yüz çevirmekteki

ısrarından dolayı onlardan yüz çevirip hac ve sair zamanlarda panayırlara gelen Arap

kabilelerine davetin ulaştırılması emrinin verildiği bir dönemde, Hicr suresinden 271 Hud 59.ayet: “İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; O'nun peygamberlerine âsi

oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular.”.

272 En’am 33.ayet: “Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar

seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.”.

273 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 3/374.

Page 113: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

112

hemen sonra inmişti. Nitekim Cenab-ı Hak şeriat namına en tafsilatlı hükümleri ilk

olarak bu surede bildirmektedir. Surenin üslubundan anlaşıldığı kadarıyla da

haramlar hakkında açılan veya açılacak/açılması muhtemel tartışmalar için Kur’an’ın

ne söylediği bu surede bildirilmektedir.

Surenin 33.ayetinde geçen “جحد" fiili bu sefer doğrudan Mekke müşriklerinin

fiili olarak geçmektedir. Ayette önce Hz Peygamber’i (sav) yalanlayan müşriklerin

bu tavırlarının onu üzdüğünden bahsediliyor. Allah bu durumu bildiğini bildirdikten

sonra müşriklerin esasında Hz Peygamber’i (sav) yalanlamadıklarını ancak onun

getirdiğini yalanladıklarını beyan ediyor. Konuyla ilgili kaynaklar birkaç rivayet

aktarmaktadırlar. Ebu Cehil’in isminin geçtiği bu rivayetlerde onun kendisine

hakikaten Hz Peygamber’in (sav) getirdiği şeyin yalan olduğuna mı inandığı

sorulduğunda aslında Hz Peygamber’in (sav) doğru söylediğini bildiğini ancak eğer

bunu kabul ederlerse Abdumenaf oğullarıyla üstünlük yarışında ellerinde bir şeyin

kalmayacağını söylediği rivayet edilmektedir.274 Benzer bir durum Kasas suresinin

57.ayetiyle ilgili olarak da rivayet edilmektedir. Müşriklerden birisi Hz Peygamber’i

(sav) toplumun içinde yalancılıkla itham ediyordu. Yine kendisine benzer bir soruyu

soran birisine yahut Hz Peygamber’e (sav) söylediklerinin doğru olduğunu bildiğini

ancak eğer bunu kabul ederlerse Arapların onları yurtlarından süreceğini iddia

ediyordu.275

Doğrusu “جحد” fiilinin anlamından hareketle yaptığımız değerlendirmeyi bu

rivayetlerin özetlediğini düşünüyoruz. Müşrik muhalefetin Kur’an’ın ne olduğuna

dair kanaatlerinin pekiştiği bir zamandan itibaren mücadelelerini batıl delillerle onun

hakkında yaygara kopararak sürdürmeleri bu rivayetlerde aşikâr olarak ortaya

çıkmaktadır. Ebu Cehil’in ya da diğer rivayette bahsi geçen müşrikin tavrı bile bile

inkârın örnekleri olarak karşımızda durmaktadır.

274 Taberi, Tefsir, 9/222.

275 Mukatil, Tefsir, c.III s.351; Kasas 57.ayet: “ ‘Biz seninle beraber doğru yola uyarsak,

yurdumuzdan atılırız’ dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin

toplanıp getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere (Mekke-i Mükerreme'ye) yerleştirmedik mi? Fakat

onların çoğu bilmezler.”.

Page 114: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

113

Müşriklerin bile bile inkârları yani Kur’an’ın hak olduğunu bilmelerine

rağmen kendi batıl delilleri ile tartışma ortamı yaratarak inkârlarına devam etmeleri

onların iman etmeye kalplerini kapatmıştı. Zira onlar En’am suresi 26.ayette 276

belirtildiği üzere hem kendileri Kur’an’dan uzak duruyor hem de başka insanları ona

inanmaktan alıkoyuyorlardı. Hal böyleyken onların kalplerinin durumunu yine aynı

surenin bir önceki ayetinde Cenab-ı Hak şu şekilde ifade etmektedir:

Onlardan seni (okuduğun Kur'an'ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına

engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her

türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana

geldiklerinde: "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek

seninle tartışırlar.(En’am 25.ayet)

Müşriklerin kalplerindeki bu ağırlık onların Allah’ın ayetlerini inkâr etmede

sürdürdükleri inatlarının sonucuydu. Nitekim Yunus suresinde Cenab-ı Hak onların

ayetlere tuzak kurduklarını beyan ederek inanma konusundaki tavırlarına işaret

etmektedir.277 Burada ifade edilen tuzak ayetten anlaşılacağı üzere zor zamanlarda

Allah’a sığınan insanın zorluk ve sıkıntıdan kurtulduklarında ayetleri yalanlamaya

kaldıkları yerden devam etmeleridir.

3.1.3. Müşrik Muhalefetin Durumu: Çok Seslilik

Müşriklerin Kur’an’a yönelen muhalefetlerini tanıma adına bir hususa daha

dikkat çekmek istiyoruz. Kur’an; peygamberlerin hakikati topluma vazetmelerinin

akabinde birbiri ile çekişen iki zümrenin doğuverdiği bir durumdan bahseder.278 Bu

durum Mekke’de çok yoğun bir şekilde yaşanıyordu. Bununla beraber her iki

zümrenin de içerisinde takip edilen davaya inanış bakımından güçlü ve zayıf

276 Enam 26.ayet: “Onlar, hem insanları Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de

kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini helak ederler.”.

277 Yunus 21.ayet: “Kendilerine dokunan (kıtlık ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra insanlara bir

rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır.

De ki: Allah'ın tuzağı daha süratlidir. Şüphesiz elçilerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.”.

278 Neml 45.ayet: “Andolsun ki, "Allah'a kulluk edin!" (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i

gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.”.

Page 115: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

114

kimseler bulunurlar. Mekke’de müşrik muhalefetin güçlü takipçileri zengin ve iktidar

sahibi ileri gelenler iken onların ardından çeşitli saiklerle bu yolu tutan ancak

içlerinde tereddütler yaşayan ya da haklılık durumunu çeşitli yan koşullarla sağlayan

kimseler bulunur. Kur’an müşrikler zümresi içerisindeki tereddüt yaşayan kimselerin

durumuna Hud suresinin ilk ayetlerinde dikkat çekerken başlangıçta Kur’an’ın

insanların tevbe etmesi için indirildiğini bildiriyor.279 Devamında gelen ayetlerde ise

müşriklerden Kur’an’ı dinlemeye korkan kimselerin hali haber veriliyor:

Bilesiniz ki, onlar Peygamber'den, (düşmanlıklarını) gizlemeleri için göğüslerini

çevirirler (gönüllerinden geçeni gizlerler). İyi bilin ki, onlar elbiselerine büründükleri

zaman dahi, Allah onların gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir. Çünkü O,

kalplerin özünü bilendir.(Hud 5.ayet)

Müfessir Mukatil b. Süleyman burada kâfirlerin sinelerinde gizlediğinin

onları Kur’an dinlemekten kaçıran korku olduğunu ifade ediyor. 280 Taberi’nin

aktardığı rivayetlerde de; ayette anlatıldığı gibi davrananların şüphe içinde olduğu ve

Allah’ın gücünden korkuyor oldukları ifade ediliyor.281 Ayetten ve iki müfessirin

aktarımlarından hareketle, özet olarak şu ifadeyi kullanabiliriz ki herkes inkârcıların

sembol ismi Ebu Cehil kadar kesin bir reddediş içinde değildi.

Yukarıda naklettiğimiz Kasas suresi 57.ayetle ilgili rivayeti bir kez daha

hatırlayacak olursak müşrik muhalefet içerisindeki çok seslilik daha net olarak

anlaşılacaktır. Rivayette Hz Peygamber’e (sav) inanmayan ancak onun

getirdiklerinin doğru olduğunu bildiğini söyleyen müşrik adam inanmayışının ya da

bile bile inkâr edişinin sebebini şayet Kureyş Hz Peygamber’in (sav) dediklerine tabi

olursa Arapların onları Mekke’den sürüp çıkaracağı şeklinde açıklıyordu. Öyle

tahmin ediyoruz ki buna benzer pek çok mazerete ilaveten günlük siyasi-iktisadi

gerekçelerle ya da huzurun bozulmaması gibi kaygılarla hakikati reddetmek adına

müşrikler içerisinden bile bile inkârı meşrulaştırmak adına bir yığın izahat çıkmıştır.

279 Hud 3.ayet: “Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için (indirildi. Eğer

bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır,

fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir…”.

280 Mukatil, Tefsir, 2/271.

281 Taberi, Tefsir, 7/322. .

Page 116: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

115

Bu tablo tarih boyunca; alışılageldik akışlarını değiştirmeye zorlayan bir çağrıyla

karşı karşıya kalmış her toplumun gösterdiği tipik reflekslerden biri olsa gerektir.

Ortaya çıkan bu garip tablonun izahı nedir? Zengin ve iktidar sahibi ileri

gelenlerin tepkilerini anlamak adına hem çalışmamızın ilk bölümünde hem de diğer

bölümlerin bazı yerlerinde çeşitli açıklamalarda bulunduk. Ancak orta tabaka ya da

alt tabaka diyebileceğimiz, toplumun servet bakımından daha düşük konumdaki

unsurlarının inkâr konusunda ileri gelenleri takip etmesini sağlayan durumun izahı

nedir diye sormak gerekmektedir.

Mekke’de bir şekilde hem siyasi hem de iktisadi gücü elinde bulunduranlar

için Hz Peygamber’in (sav) zamanla sistemi kökten tehdit eden bir pozisyona

geldiğinden daha önce bahsetmiştik. Bu durum müşrik ileri gelenler ya da diğer bir

ifadeyle Kur’an karşıtı kampanyayı yürütenlerin/sürükleyenlerin muhalefet

sebeplerini veya bile bile inkârlarını açıklayıcıdır. Ancak bu iktidarı paylaşmayan ya

da etkisi daha sınırlı olan kimselerin hangi saiklerle bu muhalefete katıldıklarını

açıklamak için meselenin başka bir boyutunu anlamak gerekir.

İleri gelenlerin büyük servetleri ve güçlü iktidarları yüzünden Mekke

ahalisinin geri kalanıyla aralarında, daha önce de bahsettiğimiz gibi, bir kopukluk söz

konusuydu. Putperest inancın gevşek ve bütüncül olmayan yapısına bir de tefecilik

vs gibi işlerle toplumda belirli zümreleri tahakküm altına almaları ve nispeten zayıf

aşiretleri ticari işlerde kenara itmeleri bu kopukluğun sebepleriydi. Dolayısıyla Hz

Muhammed karşısında muhalefeti sürdürmek ileri gelenler için kendi konumlarını

korumak adına hayati bir öneme sahipken bütün Mekke’yi bu muhalefete katmak

için bir yol bulmaları gerekiyordu. Bu yolun meseleyi bir din savaşına çevirmekten

geçtiğini bir kez daha hatırlatalım. Nitekim Mekke idaresinde bütün bir Kureyş’i

belirli bir yasal zeminde idare eden bir yapı ya da bir kralın gücü yoktu. Dolayısıyla

herkesin kabul edeceği “atalara hakaret ediliyor”, “ilahlara sövülüyor” sloganları

üretildi.

Mekke’de belirgin bazı şahıslar siret kitaplarının konu aldığı hadiselerde adı

sık bir şekilde geçmese de belirli oranda etkinliği olan kimselerdi ve müşrik ileri

gelenlerin muhalefetini açıktan desteklemiyor ancak Hz Muhammed ve inananlara da

Page 117: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

116

hak verip onların safına geçmiyorlardı. Bunlardan birinin ismini burada zikretmekte

fayda görüyoruz.

Hz Ebu Bekir konuyla ilgili bir rivayetten anladığımız kadarıyla boykot

yıllarına rastlayan bir zamanda Mekke’deki oluşan havadan bunalmış ve

Habeşistan’a hicret etmek üzere yola çıkmıştı. Onu Mekke dışında gören Ebu Dağne

nereye gittiğini sormuş ve Hz Ebu Bekir de durumu ona anlatmıştı. Bunun üzerine

Ebu Dağne Hz Ebu Bekir’i yanına alıp Mekke’ye geri götürmüş ve Kâbe’nin yanında

oturan müşrik ileri gelenlere Hz Ebu Bekir’e yönelecek her saldırının ve bu saldırıyı

yapanların karşısında olacağını ilan etmiştir.282

Rivayetten anlaşılan; Hz Ebu Bekir boykot döneminde Mekke’de kalan

Müslümanların üzerinde devam eden baskıdan bunalmış olarak hicret etmek istemiş

ancak onu gören Ebu Dağne müşriklere onu koruduğunu bildirip Hz Ebu Bekir’i

rahatsız etmemelerini sağlamış olacak ki kendisi hicret etmekten vazgeçmiştir. Ebu

Dağne ismi bu rivayetin dışında rastladığımız bir isim değil. Bu durumun bizce

yorumu şu şekildedir: Ebu Dağne aktif muhalefete katılmayan ancak müşriklerin

açtığı din savaşına iştirak etmeyip Müslüman olmasına rağmen Hz Ebu Bekir’e

koruma sağlayacak kadar güçlü birisidir.

Ebu Dağne’nin yanı sıra bu hususta isimleri örnek verilebilecek olan,

boykotun bitirilmesi rivayetinde ön plana çıkan kimselerin isimlerini birinci bölümde

zikretmiştik. Bu beş kişinin müşrik ileri gelenlere Ebu Cehil nezdinde itiraz etmeleri

ve Hz Muhammed’in haklı olup olmamasına bakmaksızın yapılan zulme karşı

çıkarak boykotu bitirmeleri müşrik muhalefetin çatlaklarını göstermektedir.

Bu gibi durumların işaret ettiği hususlara bir de müşrik olmanın bir kimlik

meselesine dönüşmesini de eklemek gerekmektedir. Oluşturulan din savaşı

atmosferinde Kureyş müşriklerinin artık inanmayacak olmalarının kesinleşmesinin

özellikle orta tabaka sayabileceğimiz güçlü ve önder pozisyonda olmayanlar için bir

yandan da inkârcıların geneli için sebebi iman etmenin ait olunan toplumsal gruptan

çıkmak anlamına gelmesidir.

282 İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/24-25.

Page 118: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

117

İnananların özellikle Habeş hicreti ile toplum içinde aldıkları konumu artık

Kureyş toplumu içinde alışılageldik aşiret temelli toplumsal yapının dışına çıkan yeni

bir toplumsal grubun oluşumu olarak nitelendirmiştik. Benzer şekilde müşrikler için

de vahiy karşısında alınan tavır kendilerini Müslümanlardan ayıran bir alamete

dönüşmüş olabilir. Cabiri bu hususa dikkat çekerek 283 müşriklerin belirli bir

dönemden sonra inanmak isteseler de ya da haksız olduklarını kabul etseler de

zengin olanları; iman etmiş fakir/güçsüz kimselerle birlikte olmaktan,284 geri kalanlar

da o gün için güçlü olan müşrik grubun dışına çıkmaktan imtina ediyorlardı.

Kur’an’ın yukarıda işaret ettiğimiz ayetlerde Kur’an’ı dinlemekten korktuklarını

ifade ettiği kimselerin durumu da bu husus içinde değerlendirilebilir.

Müşriklerin durumuna ilişkin Kur’an’dan son olarak nakledeceğimiz mesele

yine onların müşrik ileri gelenler ile onların takipçileri durumunda olan toplumun

güç bakımından daha alt seviyede ya da zayıf olanları arasındaki ilişkiyle alakalıdır.

Kur’an inkârcıların toplum içerisinde oluşturdukları hava ile zayıf kimseleri nasıl

saptırdıklarını ve onlara uyan zayıfların da akıbetlerinin onlarla aynı olacağını

kıyamet sahneleri içinde anlatmaktadır.

Kur’an’da; “zayıf sayılan” müşriklerle “büyüklük taslayanlar” arasındaki

konuşmaların yansıttığı tablo aslında her iki zümre de inkârcıyken zayıf sayılanlar

diğerlerini kendilerini saptırmakla suçlamaları; büyüklük taslayanların ise onların

sapmış olduğunu ve hidayet gelmişken zayıf olanları kendilerinin saptırmadığını

söyleyerek cevap vermeleriydi. 285 Konuyla ilgili diyaloglar A’raf, Kasas, Saffat,

Sebe surelerinde okunabilir. Genel olarak toplumda zayıf kimselerin daha önce

bahsettiğimiz din savaşı ile güçlü kimselerce inkâr etmeye teşvik edildikleri ancak

283 Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/39-40.

284 En’am 52.ayet: “Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların

hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki

onları kovup ta zalimlerden olasın!” Rivayete göre Ebu Cehil ve arkadaşları Hz Peygamber’i (sav)

yanında bulunan Ebu Zer, Ammar, İbn Mesud gibi zayıf kimselerden dolayı küçümsüyor ve alay

ediyorlardı. Bunun yanı sıra bazıları Ebu Talib’e gelerek eğer Hz Peygamber (sav) yanındaki zayıfları

kovarsa ona uyabileceklerini söylüyorlardı. Mukatil, Tefsir, 1/562.

285 Sebe 32.ayet: “Büyüklük taslayanlar, zayıf sayılanlara (kıyamet gününde): Size hidayet geldikten

sonra sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis siz suç işliyordunuz, derler.”.

Page 119: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

118

onların da aynen ileri gelenler gibi inkârcılar olduklarını bu anlatımlardan çıkarmak

mümkündür.

3.2. Hz. Peygamber

Çalışmamızın başından itibaren müşriklerin daha doğrusu vahye muhalefet

edenlerin durumuna genişçe yer verdik. Bu durum okuyucuların zihninde olayın tek

taraflı olarak ele alındığı şeklinde bir algıya yol açabilir. Bu ihtimali göz önüne

alarak Hz Muhammed (sav) ve inananların durumu hakkında öncelikle bazı

değerlendirmeler yapıp daha sonra Kur’an’ın incelediğimiz dönemde onların

durumuna ilişkin ayetlerini ele almak istiyoruz.

3.2.1. Hz. Peygamber’in Müşrikler Karşısındaki Konumu

Dönemin cereyan eden hadiselerinde bizim okumamıza göre bir fail olarak en

etkin unsur müşriklerdir. Biz bu dönemde Hz Muhammed’i bir stratejist ve olayların

seyrini değiştiren etkin bir figür olarak değerlendiremeyiz. Bunun temel sebebi hem

Hz Muhammed’in hem de inananların toplumu yönlendirecek bir siyasi-iktisadi

etkinliği gerçekleştirecek güçlerinin bulunmayışıdır. Hz Peygamber’in (sav) bu

anlamdaki konumu Medine döneminde ortaya çıkmaktadır. Mekke dönemi için göz

önünde bulundurulması gereken durum hem Hz Muhammed’in hem de inananların

sahip oldukları imanı aktif bir sabır ile muhafaza etmeleri öncelikli vazifeleri

olmasıdır. Özellikle Hz Muhammed’in ise kendisine vahyedilen ayetleri

muhataplarına ulaştırma konusunda herhangi bir şekilde yılgınlığa düşmeden ve

vahiyden karşı karşıya olduğu zor şartlara rağmen hiçbir şey eksiltmeden tebliğ

görevini devam ettirmesi durumu söz konusudur. Burada bir topluluğu herhangi bir

egemenlik kaynağına dayanarak sevk ve idare etmek pozisyonu oluşmadığını

bilhassa göz önüne almak gerekmektedir.

Page 120: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

119

Kur’an, Hz Muhammed’in ve inananların yapmaları gereken en önemli iş

olarak imanlarında şüpheye düşmemeleri, namazlarına devam etmeleri gibi hususları

saymaktadır. Bunun karşısında yukarıda yaptığımız bazı değerlendirmeler akla

gelebilir. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in (sav) zaman içerisinde müşrikler

tarafından siyasi bir rakip daha doğrusu egemenliklerini tehlikeye sokan bir konumda

anlaşıldığı değerlendirmemizdir. Diğeri ise özellikle Habeşistan hicreti ile

Müslümanların ayrı bir toplumsal grup haline gelmeleri ve toplumun yapısını farklı

bir yönde değiştirmiş olmaları hakkındaki değerlendirmelerimizdir.

Şunu ifade ederek burada bir çelişki olmadığını belirtmek istiyoruz.

Bahsettiğimiz şekliyle cereyan eden hadiseler içerisinde müşrikler; inananlar ve hatta

inanmamaları için toplumun geri kalanı üzerinde baskı kurmak, boykot uygulamak

gibi araçlarla bir muhalefet inşa edebiliyorken Hz Muhammed ve inananların benzer

şekilde insanların yönelimini etkileyecek araçlara sahip olması söz konusu değildi.

Yapabilecekleri tek şey sabırla imanlarını korumak, anlatmaya devam etmek ve

Allah’ın vaadini beklemekti.

İşte bu durumlardan dolayı biz tezimizin tarih bölümünde ve Kur’an’ın

tarihsel olaylar karşısında aldığı tavrı değerlendirirken müşriklerin durumlarına

ağırlık verdik ancak bu aşamada Hz Muhammed ve inananların durumlarını

değerlendirerek meselenin ikinci ayağını tamamlamak istiyoruz.

3.2.2. Hz. Peygamber’in Vahiy Karşısındaki Konumu

Hz Muhammed’in muhalifleri karşısındaki durumunu yukarıda izah ettik

buna ilaveten onun bir de vahiy karşısındaki durumunu ele almamız gerekmektedir.

Bu konu araştırmamızın en hassas konularından birini teşkil etmektedir. Zira son

derece yaygın olan; Hz Muhammed’in (sav) aslında Hz Adem yaratılmışken

peygamber olduğu ya da benzer şekilde daha doğarken peygamberliğinin

alametleri 286 ortaya çıkıp nübüvvet öncesi hayatında buna hazırlandığı 287 gibi

286 Irving Washington, Hz Muhammed, çev. Ruhiye Erulaş, Mitra Yay, İstanbul 2012, s.27.

287 Washington, Hz Muhammed, s.29.

Page 121: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

120

inanışlar karşısında biz farklı bir portre çizeceğiz. Yani aslında ezelden peygamberlik

görevine hazır insanüstü bir figürden değil; beşer olan ve nübüvvetinin 5.-6.yılında

dahi kendisine gelen vahiyden şüpheye düşmemesi için uyarılan bir peygamberden

bahsedeceğiz.

Bilindiği üzere Hz Muhammed’in (sav) vahyi ilk alışıyla alakalı birçok

rivayet söz konusudur. Özellikle meleğin ona ilk kez gelmesinin akabinde yaşadığı

psikoloji konusunda Hz Hatice ile yaşadığı diyalog ve onun Varaka b. Nevfel’e

gitmeyi tavsiye etmesi son derece önemli ipuçları vermektedir. Bu meşhur rivayetin

içinden Hz Muhammed’in başına gelen şeyi anlamlandırmakta zorluk çektiği ve

cinlerin-şeytanların kendisine musallat olduğundan korktuğu bilgisini çıkarmak

mümkündür.288 Burada Hz Hatice’nin melek geldiği zaman onun melek mi şeytan mı

olduğunu anlamak için yaptığı deneme de bunu göstermektedir.289

Biz bu halin Hz Muhammed’in vahiyle karşılaştığı ilk zamanla sınırlı

olmadığını düşünüyoruz. Şöyle bir farkla ki ilk zamanlarda olduğu gibi bir şüphe

içerisinde değil ancak geçen yılların giderek artan baskısı altında zaman zaman

başına geleni yeniden sorguladığını ve böyle anlarda Kur’an’ın ona kendisinin

tertemiz bir vahiy aldığını hatırlattığını okuyarak bu düşünceyi taşıyoruz. Bu manada

ilk olarak Kur’an’ın nüzulüne hiçbir şeytan ve cinin karışmadığı ve tebliğ edilen

mesajın Hz Muhammed’in heves ve hevasının ürünü olmadığı istikametindeki

uyarılarını değerlendirmek istiyoruz.

İncelediğimiz dönemin sureleri arasında olmayan ancak bu uyarıların

muhataplara yönelik olarak yoğun bir şekilde yapıldığı Necm suresinin ilk ayetleri şu

şekildedir:

Battığı zaman yıldıza andolsun ki arkadaşınız sapmadı ve azmadı. O nefis arzusu ile

konuşmaz. Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.(Necm 1-4)

Rivayetlerin naklettiğine göre bu sure Hz Peygamber’in (sav) Mekke’li

muhataplarının karşısında Kâbe’de okuduğu ilk suredir. 290 Görüldüğü üzere

288 İbn Kesir, el-Fusul, s.98-99.

289 Hamidullah, İslam Peygamberi, s.82.

290 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 8/285.

Page 122: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

121

muhataplara, Hz Peygamber’in (sav) sapkın bir sözü değil ancak kendisine bildirilen

vahyi tebliğ ettiği bildirilmektedir. Hz Peygamber’in (sav) ilk dönemlerde yaşadığı;

ayıpladığı şair ve kâhinler gibi cinlerin kendisine musallat olduğu endişesi benzer

şekilde muhataplarının da o aynı durumdan şüphelenmelerine paraleldi. Kur’an’da

hem müşriklerin şüphesini hem de Hz Peygamber’in (sav) endişesini gidermeye

yönelik olarak bu ayetler ve devam eden surelerde benzer ayetler indiriliyordu.

Boykot öncesi dönemde inen surelere baktığımız zaman da bu vurgunun

devam ettiğini görüyoruz. Burada ilk olarak Vakıa suresinin ilgili ayetlerini anmakta

fayda vardır. Surenin 77-79.ayetlerinde Cenab-ı Hak Kur’an’ın; nüzulüne şeytanların

ve cinlerin karışmasından korunduğunu bildiriyor.291 Burada 79.ayette geçen “ إلا

ifadesi ile Taberi tefsirinde pek çok tarik üzerinden meleklerin ”المطھرون

kastedildiği rivayet ediliyor. 292 Bu rivayetleri temel alırsak bu ifadenin Hz

peygamber’in (sav) endişelerini ve muhataplarının bu konudaki şüphelerini

gidermesi için gönderilen bir ayet olarak karşımızda durduğunu söyleyebiliriz.

Bu hususla alakalı olarak değerlendireceğimiz bir diğer ayet/pasaj Şuara

suresinin sonunda şairler hakkında gelen ayetler olacaktır. Vakıa suresinde sonra

indiği rivayet edilen bu surede geçmiş peygamberlerin örnekliklerini ortaya koyan

bir anlatımın sonunda önce Hz Peygamber’e (sav) yakın akrabasını uyarması,

müşriklerden yüz çevirmesi ve inananlara müşfik kanatlarını indirmesi

emrediliyor. 293 Bu emrilerin akabinde son ayetlerde ise şairlerin durumundan

bahsediliyor. “Şeytanların kime ineceğini size bildireyim mi?” (Şuara 221) ifadesiyle

başlayan bu son pasajda Cenab-ı Hak; müşriklerin nübüvvetin başından beri

sürdürdükleri mecnun, büyülenmiş ithamlarının devam ettiği anlaşılan bir zemine

hitap etmektedir. Söylenen söz net bir şekilde şeytanların Hz Muhammed’e değil

onun aleyhine şiirler yazarak alay eden şairlere indiğini ifade etmektedir.

291 Vakıa 77-79.ayetler: “Şüphesiz bu, değerli bir Kur'an'dır, Korunmuş bir kitaptır. Ona ancak

temizlenenler dokunabilir.”.

292 Taberi, Tefsir, 22/364.

293 Şuara 214-216.ayet: “(Önce) en yakın akrabanı uyar. Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını

indir. Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım.”.

Page 123: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

122

3.2.3. Hz. Peygamber’e Yönelen Temel Uyarı: Şüpheye Düşme-

Uzlaşma

Hem Vakıa suresinden hem de Şuara suresinden bahsettiğimiz hususa ilişkin

aktardığımız bu ayetlerde hitap genele yönelik bir üsluba sahiptir. Bu surelerin

indikleri dönem Hz Peygamber (sav) üzerindeki baskının sertleştiği ve bunaltıcı bir

hal almaya başladığı dönemlerdi. Bu genel üslubun belirgin bir şekilde bu surelerden

sonra Hz Peygamber’in (sav) şahsına yöneldiğini söyleyebiliriz. Vakıa ve Şuara

surelerinden sonra Kur’an’ın nüzulünün sahih olması ile ilgili mesele ikinci plana

çekilmekte şiddeti artan baskı karşısında müşriklere tebliğ etme noktasında herhangi

bir uzlaşma fikrine yanaşılmaması noktasında uyarılar gelmeye başlamıştır.

İnkârcıların inanmamaktaki ısrarının tescillendiği bu dönemde inen Hud

suresinde benzer bir uyarı yapılırken artık mesele başka bir boyutta ele alınıyor:

“Şunların taptıkları şeylerin batıl olduğu konusunda şüpheye düşme”.294

Artan baskının paralelinde müşrik ileri gelenlerin bir müddet uzlaşma

yollarını denediklerini biliyoruz. Ebu Talib’le yaptıkları görüşmelerin bir tanesinde

müşrikler Hz Muhammed’in Rabbine o da kendilerinin ilahlarına ibadet ederse

ibadet edecekleri teklifini getirmişlerdi. Bu gibi teklifler Hz Muhammed’in diyalog

kurduğu kimselerce sair zamanlarda tekrar edilmiş olabilir. Dönemin surelerine

baktığımızda bu yargıya varırken meselenin boyutuna ilişkin şöyle bir değerlendirme

yapabiliriz; toplumda gerilimin yükselmesinden dolayı bir kısım insanlar Hz

Muhammed’e bazı meseleleri konuşmamasını, mesajın bir kısmını geride

bırakmasını tavsiye etmiş olabilirler. Ya da kimi müşrikler eğer bazı iddialarından

vazgeçerse onunla anlaşabileceklerini ve Kureyş içinde yaşanan gerilimin bitirilmesi

gerektiğinden bahisle Hz Muhammed’i (sav) bu yola tevessül etmeye ikna etmeye

çalışmış olabilirler.

294 Hud 109.ayet: “O halde onların tapmakta oldukları şeylerden (bu şeylerin onları azaba

götürdüğünden) şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar.

Biz onların (azaptan) nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz.”.

Page 124: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

123

Bu hususla ilgili Şuara suresinin yine son kısımlarında Hz Peygamber’e (sav)

“Allah ile beraber başka ilahlar edinme” emri gelmektedir.295 Bu emir onun şahsında

bütün inananlara kendileri için bazen bir çıkış yolu gibi görünüp masumca

gelebilecek olan diğer ilahları da ilah olarak olmasa bile karşı tarafın kutsalı olarak

kabul etmek fikrine yanaşmama konusunda bir uyarı gibi durmaktadır. Diğer yandan

tevhidin temelini hiçbir şekilde sarsmamak yolunda genel bir uyarı olarak da

anlaşılabilir.

Kasas suresine baktığımızda ise üslup olarak sert ve doğrudan Hz

Peygamber’e (sav) yönelen bir emir görüyoruz: “kâfirlere arka çıkma”.296 Ayette

arka çıkma manasını veren “ظھیرا” kelimesi Taberi tefsirinde “عونا” Celaleyn

tefsirinde ise “معینا” kelimeleri ile tefsir edilmiştir. Bu kelimeler aynı kökten olup

yardım eden, yardımcı gibi anlamlara gelmektedir.

Konuyla ilgili değerlendirmeye alacağımız bir diğer ayet ise Yunus suresinin

15.ayetidir. Burada müşriklerin Hz Peygamber’den bundan başka bir Kur’an

getirmesi ya da bunu değiştirmesi taleplerine karşı onu değiştirmeye yetkisinin

olmadığını bildirmesi kendisine emrediliyor.297 Yunus suresinden sonra inen Hud

suresinin 12.ayetinde ise Hz Peygamber’in (sav) neredeyse bu talebi yerine getirecek

gibi olduğu belirtilerek kendinin sadece bir uyarıcı olduğu hatırlatılmaktadır. Surenin

bu ayetinde dönemin şartlarını yansıtan bir ifade olarak müşriklerin ısrarlı bir şekilde

bir mucize olarak Hz Peygamber’e (sav) bir hazine ya da kendilerinin de göreceği bir

melek indirilmesi gerektiği iddialarının Hz Peygamber’in (sav) canını sıktığı ve bu

hal içerisinde bu taleple karşılaştığı ifade edilmektedir.298 Bizi bu ayet ile Yunus

295 Şuara 213.ayet: “O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra azap

edilenlerden olursun!”.

296 Kasas 86.ayet: “ فلا تكونن ظھیرا للكافرین”.

297 Yunus 15.ayet: “… Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu

kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına

uymam.”.

298 Hud 12.ayet: “Belki de sen (müşriklerin:) "Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla

beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını (duyurmayı)

terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye

vekîldir.”.

Page 125: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

124

15.ayet arasında bir bağlantı olduğuna ikna eden hem anlamca yakınlıkları hem de

Mukatil b. Süleyman’ın Hud suresi 12.ayetin tefsirinde Yunus 15.ayete atıfta

bulunmasıdır.299

3.2.4. Hz. Peygamber’in Müminlere ve İnkârcılara Karşı Tavrı

Konu Hicr ve En’am surelerinde de farklı bir boyutuyla devam etmektedir.

Burada Hz Peygamber’in (sav) müşriklerin servet bakımından güçlü olmasına

aldanmaması, baskı ve tehditler karşısında müminlere olan tavrının değişmemesi

emredilmektedir.

Hicr suresinin 88.ayetinde Cenab-ı Hak elçisine bazılarına verilen dünya

malına göz dikmemesini ve onların kendisi ve inananlar servet ve güç bakımından

zayıf durumdayken müşriklerin güçlü ve safahat içinde yaşıyor olmalarından dolayı

üzülmemesini söylüyor. Burada “müminlere karşı alçak gönüllü ol” emri, yaşanan

sıkıntılı atmosfer içerisinde müminlere yönelik bir olumsuzluktan sakınılması da

ayetle gelen diğer emirdir.300

Surede verilen bu emrin işaret ettiği durum bir sonraki sure olan En’am

suresinin 52.ayetinde gelen başka bir emirle daha da netlik kazanmaktadır. Allah,

elçisine sabah akşam Allah’a yalvaran zayıf kimseleri yanından kovmamasını

emretmektedir. Anlaşılan belirli bir dönemden sonra müşriklerden bazıları davete

icabet etmeye meyletmiş olsalar da Hz peygamber (sav) ile beraber olan zayıf

kimselerin yanında bulunmaktan imtina ettikleri için böyle bir talepte

bulunmuşlardır. Nitekim bu ayetle ilgili Mukatil’in naklettiği rivayet de aynı hususa

299 Mukatil, Tefsir, 2/274.

300 Hicr 88.ayet: “Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı

üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.”.

Page 126: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

125

işaret etmektedir. Bu tavır tarihte de benzeri görülen bir tavırdır. Nitekim Hz Nuh’a

da inkârcılar benzer bir taleple gelmişlerdi.301

Mekke’nin ağır şartları içinde savaşmak gibi bir imkânı olmayan ve henüz

toptan bir hicret ile rahat ve güvenli bir yere gitmek durumu olmayan Hz

Peygamber’in (sav) içinde bulunduğu durum naklettiğimiz ayetlerde bu şekilde bir

tablo olarak karşımızda durmaktadır. Böyle bir durumda insanların Hz Peygamber’e

(sav), muhtemelen, durumunu rahatlatacağı veya ancak o şekilde iman edecekleri

gibi gerekçelerle yapmasını tavsiye ettikleri hususlar karşısında Kur’an; hiçbir

tavizde bulunmaması konusunda yeri geldiğinde ağır uyarılarda bulunmaktadır. Bu

bunalmışlık halinde Hz Peygamber (sav) hem vahyi eksiksiz tebliğ etmesi hem de

müminlere karşı koruyucu ve alçak gönüllü olması aktardığımız şekilde

emredilmektedir.

Kur’an’ın; içinde bulunulan sıkıntılı şartlar karşısında ne yapılması

gerektiğine ilişkin emirleri vahye uymak, hanif olmak,302 emrolunduğu gibi dosdoğru

olmaktır.303 Böyle bir dönemde Hz Peygamber (sav) düşmanlarının kendine yönelik

baskısı, zayıf takipçilerini öldürmeye varan işkencelerden dolayı olduğu kadar

kendisinin onları davet ettiği hakikat ve kurtuluşu kabul etmeyişlerinden dolayı da

üzülmekte, canı sıkılmaktadır. Kur’an bu noktada onun konumunu net bir şekilde

ifade eder. Öncelikle kendisi ne kadar arzu ederse etsin insanları iman ettirecek

değildir. 304 Ve kesinlikle muhataplarının iman etmesi için gönderilmiş bir bekçi

301 Hud 29.ayet: “Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal

istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar

Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.”.

302 Yunus 104-105.ayetler: “De ki: "Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz, (bilin ki) ben Allah'ı

bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Bana

müminlerden olmam emrolundu." "Ve (bana) hanîf (Allah'ın birliğini tanıyıcı) olarak yüzünü dine

çevir; sakın müşriklerden olma, diye (emredildi).".

303 Hud 112.ayet: “O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!

Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.”.

304 Kasas 56.ayet: “(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet

verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.”.

Page 127: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

126

değildir. 305 Burada En’am suresi 68.ayetle ilgili bir hususu aktarmakta fayda

görüyoruz. Ayette Cenab-ı Hak Kur’an hakkında ileri geri konuşanları gördükleri

zaman; onlar konuyu değiştirene kadar yanlarından ayrılmayı hem elçisine hem de

inananlara emretmektedir. Kur’an; onların bu konuşmalarını değiştirmek, onlara

orada cevaplar vermek için dahi olsa yanlarında bulunmamayı zira onların bu

durumlarından kendilerinin mesul olmadıklarının altını özellikle çizmektedir.306 Bir

diğer mühim noktada da müşriklerin onlara yönelik tavrı ne olursa olsun, iddiaları ne

kadar batıl olursa olsun onların ilahlarına sövmenin yasaklanmış olmasıdır.307

4. Muhatapları İtibariyle Boykot Dönemi Sureleri

Boykot dönemi surelerine ilişkin yaptığımız genel değerlendirmede bazı

meselelerin tahlilini ertelemiştik. Bununla beraber surelerin muhtevalarını

değerlendirirken gündeme almadığımız ancak burada açacağımız başlıklar altında

kıymet arz eden hususları çalışmamızın bu son kısmında değerlendirerek tezimizi

noktalayacağız.

305 En’am 107.ayet: “Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi

kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.”.

306 Mukatil, Tefsir, 1/567.

307 En’am 108.ayet: “Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da

bilmeyerek Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri

Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.”.

Page 128: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

127

4.1. Müşrikler

4.1.1. Tartışmacı Tavır ve Allah Hakkındaki Zanları

Müşriklerin Kur’an karşısındaki tavırlarını ifade etmek için Kur’an’ın

kendisinin kullandığı “جحد” fiili boykot dönemi surelerinde de karşımıza

çıkmaktadır. Hem Mekke müşriklerinin(Mümin 63.ayet, Fussilet 28.ayet) tavrını

hem de onların küfürdeki inatlarının ataları olan Ad kavminin (Fussilet 15.ayet,

Ahkaf 26.ayet) tavrını ifade etmek için Kur’an bu fiili boykot öncesi surelerde

olduğu gibi kullanmaya devam etmektedir. Hatırlayacak olursak “جحد” fiili en temel

anlamıyla hak olanı bilmesine rağmen kişinin batıl olanı savunması demekti. Ve

Kur’an’ın kullandığı şekliyle hakkı bilerek inkâr edenlerin onun hakkında girdikleri

tartışmaları ifade ediyordu.

Fiilin geçtiği ayetler tarihsel zeminleri itibariyle müşrikler ile Hz Peygamber

(sav) arasındaki mücadelenin; müşrik muhalefetin siyasal bir boyuta geçtiği döneme

hitap etmektedir. Bu atmosferde müşrikler Hz Peygamber’i (sav) aşiretinin

korumasından dolayı doğrudan hedef alamadıkları için kendilerine getirdiği mesajın

tutarsız olduğunu ya da başka yollarla geçersiz olduğunu ortaya koymak yahut en

azından kendilerine uyanların düşüncelerini yönlendirmek için bu nevi tartışmalara

giriyorlar ve Kur’an’ın hakikatine batıl savlarla direnmeye çalışıyorlardı. Bu yönüyle

boykot öncesinde inen surelerdeki süreç boykot surelerinde de üslup olarak devam

etmektedir.

Müşriklerin, Kur’an’ın ifadesiyle, batıl savlarla yürüttükleri tartışmalar

boykot arifesinde ve boykot sürecinde nazil olan surelerde de Kur’an metninde yerini

bulmuştur. Bu tartışmaların temelinde daha önce de ifade ettiğimiz gibi müşrik zihin

dünyasının kendi çarpıklıklarına dayanak bulmak adına ürettiği ve muhtemelen

zaman içerisinde kanıksayarak inanç dünyasının merkezine yerleştirdiği Allah

hakkındaki zanları vardır. Nitekim Kur’an; Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar

ancak inkârcılardır derken (Mümin 4.ayet) müşrikleri helake götürenin “Rableri

hakkındaki zanları” (Fussilet 23.ayet) olduğunu ifade etmektedir.

Page 129: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

128

Müşrikleri ziyana uğratan bu zanlarının başında putların Allah indinde

kendileri için şefaatçi olacakları iddiası gelmektedir. Bu iddiaları Kur’an’da; “onu

bırakıp başka dostlar mı edindiler” (Zümer 3.ayet), “Allah’tan başkasını şefaatçi mi

edindiler” (Zümer 43.ayet), “onun dışında veliler mi edindiler” (Şura 9.ayet) ifadeleri

ile yer bulmaktadır.

Müşriklerin putlarla ilgili tasavvurları onların nihai anlamda ilahlar değil

ancak Allah’ın yerine yeryüzünde bazı işleri düzenleyen ve dolayısıyla Allah’ın

yanında kulluk ettikleri varlıklardı. Aslında güçlerinin sınırları ve kapsamı hakkında

net bir tablo koymadıkları ve Lat, Menat, Uzza ve Hubel’in tepede bulunduğu bir

hiyerarşide kendisine ruh atfedilen her cismin ilahlaştırılabildiği bu inanç biçiminde;

anlaşıldığı kadarıyla çöl insanının derin kozmoloji algısı içinde tabii varlıkların her

birinin cisimlerinin ardında saklı bulunan metafizik bir güç tasavvuru vardı. Her

kabilenin kendi putlarına sahip olduğu müşrik Arap inanışında insanların herhangi

bir putun gücünü diğerine kıyaslaması ya da kendine yeni bir put ihdas etmesi

yadırganan bir şey değildi. Nitekim Filibeli Ahmed Hilmi’nin de ifade ettiği gibi

Kureyş başlangıçta Hz Peygamber’in (sav) getirdiği dini; putlarını batıl ilan edene

kadar adeta yeni bir mezhep olarak algılamış 308 ve “Rabbinden öğrendiği sihirli

kelimeleri” ile alay etmekle yetinmişlerdi.

Müşrik inancın bu yapısı çok derin ve serbest görünümü altında çölden şehre

gelindiğinde ilahları hiyerarşiye koyacak ve insanları bunlara tapınma ve adak adama

noktasında belirli bir düzenin içine sokacak daha biçimsel bir hal kazanıyordu.

Mekke 360 kadar puta ev sahipliği yapıyordu ve Kâbe bu putların bir panteonu halini

almıştı. Kureyş için ilahların durumu kendileri için siyasi ve iktisadi boyutuyla çok

önemli bir konum arz ederken; Kur’an’ın müşriklerin halet-i ruhiyesine ilişkin

anlatımlarına bakacak olursak, vahiyle muhatap olan nesil ve öncesinde ilahların

inanılan varlıklardan ziyade bahsettiğimiz siyasi ve iktisadi konumlarından ötürü

kıymet arz ediyor olduklarını söyleyebiliriz.

Hz İbrahim’in kendinden sonra geleceklere miras bıraktığı “beni yaratandan

başkasına tapmam” sözü (Zuhruf 27-28.ayet) yerini bambaşka bir söze bırakmıştı.

308 Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, 1/151-152.

Page 130: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

129

Bu sözün hakikatini çevreleyip örten bir karanlık gibi; yaratan ile tapınmak

arasındaki ilişkinin değişmeye başladığını ve yaratana gelinceye kadar araya giren

pek çok ilah edinilmiş varlığın insanların inanç dünyalarını işgal ettiklerini

görüyoruz.

Kur’an müşriklerin bu halini onların kafalarındaki Allah tasavvuruna dikkat

çekerek ortaya koymaktadır. Gökleri ve yerleri kim yarattı sorusuna Allah’tır (Zümer

38.ayet) cevabını veren müşrikler; bu soruya ikinci kez daha kuvvetli bir mukabelede

bulunarak “onları şüphesiz güçlü olan ve her şeyi bilen Allah yarattı” (Zuhruf 9.ayet)

cevabını vermektedirler. Hakeza yerleri ve gökleri kimin yarattığı konusunda olduğu

gibi kendilerini kimin yarattığı konusunda da müşriklerin kafaları nettir. Bu soruya

da “elbette Allah’tır” (Zuhruf 87.ayet) cevabını vermektedirler. Ancak Hz İbrahim

gibi kendilerini ve yer ile gökleri yaratan Allah’ın varlığını kabul ederken onun

yaptığı gibi yaratan Allah’a kulluk etmek yerine Kur’an’ın ifadesiyle O’nun dışında

dostlar, veliler ve şefaatçiler edinmişlerdi.

4.1.2. Nübüvvet Makamı Hakkındaki İddiaları

Müşrikler bu tutarsız inanışları ile Kur’an’ın ifadesine göre kendilerine hak

ve onu açıklayan peygamber gelinceye kadar geçindirildiler (Zuhruf 29.ayet). Ancak

peygamber kendilerine geldiğinde sebepleri çok geniş bir şekilde izah edilebilecek

olan katı bir düşmanlık sergilediler. Boykot sürecinde inen surelerin de atıfta

bulunduğu bu düşmanlık hem müşriklerin ağzından nakledilen sözlerle hem de

Kur’an’ın onların durumunu tarif ettiği ifadelerle ortaya konmaktadır.

Öncelikle peygamberin kimliğine ilişkin sıkıntıları olan müşrik ileri

gelenlerden bahsetmek gerekmektedir. Kur’an’ın neden Hz Peygamber (sav) ile

gönderilen ilahi mesaj olmayacağına ilginç bir delil bulan müşrik ileri gelenler şayet

Allah kullarına vahiy indirecekse bunun için seçeceği elçinin ancak “iki şehrin

büyüklerinden biri” (Zuhruf 31) olması gerektiğini ileri sürmüşlerdi. Mukatil bu iki

şehrin Mekke ve Taif olduğunu, şehrin büyüklerinin ise Mekke’de Velid b. Muğire

Page 131: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

130

Taif’de ise Eba Mes’ud olduğunu belirtmektedir. 309 Kureyş ileri gelenleri

kendilerince şeref bakımından en üstün olan bu iki kişiden birinin ancak

peygamberlik görevini yüklenebileceğini söyleyerek delillerini öne sürmektedirler.

Müşriklerin Hz Peygamber’in (sav) kimliği ile alakalı tek derdi onun,

kendilerince servet ve gücü az olması itibariyle şeref bakımında aşağıda olması

değildir. Onlara göre Allah şayet insanlara bir vahiy indirecek olsaydı bunun için bir

melek göndermeliydi (Fussilet 14.ayet). Bunun yanında Kur’an’da ara ara yer bulan

ve müşriklerin aslında Kur’an’la ilgili en büyük dertleri olan kendilerinin, atalarının

ve ilahlarının ahirette karşılaşacağı azap tehdidi karşısında; yaşanılan âlemin yalnızca

bu dünya olduğu ve sonrasının olmayacağına (Casiye 24.ayet) dair iddialarını da

anmak gerekmektedir. Müşrikler diriltilmeyeceklerini (Zuhruf 15.ayet) iddia ederken

bir de karşı taraftan ispat beklemektedirler. Hz Peygamber’den (sav) eğer sözünde

doğruysa atalarını getirmesini istemektedirler (Casiye 25.ayet).

4.1.3. Vahiy Karşısındaki Durumları

Şüphesiz bu tartışmaların ve iddiaların ardında kalpleri kapalı (Fussilet 5,

41.ayet), ayetleri işittiği zaman kibirle küfründeki direnişine devam eden ve ayetlerle

alay eden (Câsiye 8-9.ayetler) bir zihniyet durmaktadır. Nihayet Kur’an’ı işittikleri

zaman onu dinlememek ve duyurmamak için gürültü yapılmasını da ancak böyle bir

zihniyet emredebilir (Fussilet 26.ayet).

Son olarak müşrikler başlığı altında boykot surelerinde dikkati çeken bir

husus olarak sürecin içerisinde Allah’ın kullarına tevbe etmeleri halinde kabul

edeceğini bildirmesinden bahsetmek gerekmektedir. Özellikle Hud suresinin ilk

ayetleri ile alakalı olarak bu minvalde bir takım değerlendirmeler yapmıştık. Müşrik

muhalefetin çok sesli yapısından bahsederken Kureyşlilerden şüphe içinde olanların

durumlarına işaret etmiştik. Kur’an’ın hakikat olduğuna dair tereddütlerinin onları

309 Mukatil, Tefsir, 3/794

Page 132: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

131

Kur’an’dan kaçmalarına sebep olacak kadar tedirgin ettiği bu kimseler ve Kureyş’in

ileri gelenlerinin sürüklediği bu muhalefete katılma noktasında gönülsüz olanlara

yönelen bu tevbe çağrısı; sürecin arifesinde Zümer suresinde “O (Allah), kullarının

küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder” (Zümer 7.ayet) ve

“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit

kesmeyin” (Zümer 53.ayet) ifadeleri ile devam etmektedir. Boykot süreci içinde ise

“O, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul edendir” (Mümin 3.ayet) ve “O, kullarının

tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir” (Şura 25.ayet)

ayetleri ile Allah Kur’an’ın bütün muhataplarına hangi durumda olurlarsa olsunlar

Allah’a yönelmeleri halinde bağışlanacaklarını bildirmektedir.

Ayetlerin müşriklere yönelen bu canlı hitabına bakacak olursak Hz

Peygamber (sav) ile aralarında bir şekilde devam eden bir iletişimin olduğunu

söylemek mümkündür. Bu durum toplumdan tecrit edilen Hz Peygamber’in (sav)

hem Ş’ib’de birlikte yaşadığı ve iman etmeyen akrabaları hem de panayırlarda; diğer

Arap kabilelerinden kimselerle sürdürdüğü diyalogların benzer şekilde Kureyş ile de

bir şekilde devam ettiğini göstermektedir.

4.2. Hz. Peygamber ve İnananlar

4.2.1. Temel Tavır: Dini Allah’a Has Kılmak ve “Şeriata Uy” Emri

Hz Peygamber (sav) ve müminlerin boykotun hemen arifesinde ve

başlangıcında müşriklere karşı gösterecekleri tavrın boykot sürecinin öncesinde de

vurgulanan; dinde herhangi bir taviz vermemek olduğunu görüyoruz. Kur’an bilhassa

dini Allah’a has kılmak (Zümer 2, 11) ve ihlâslı olarak Allah’a dua etmek (Mümin

14, 65) şeklinde tabir ettiği bu tavrı şüphesiz ağırlaşan şartlar karşısında öncelikle

vurgulamaktadır. Nitekim Hz Peygamber’e (sav) yönelen sabretmesi yönündeki

telkin (Mümin 55, 77) beraberinde müşriklerden yüz çevirip onlara “size selam

olsun” demesi (Zuhruf 89) emriyle geliyor.

Page 133: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

132

Toplumdan tecrit edilen aşiretiyle birlikte yaşayan Hz Peygamber (sav) hem

kendi aşireti arasında hem de hac mevsimlerinde muhatap olduğu diğer kabilelerle

görüşürken müşrikler karşısında göstereceği tavrı devam ettirebilmesi adına

Kur’an’dan dayanacağı gücün kaynağını gösteren emirler almaktadır. Bu bağlamda

önce davetini devam ettirmesi ve emrolunduğu istikameti tutturması (Şura 15), sonra

vahye sımsıkı sarılması (Zuhruf 43) ve kendisine vazedilen şeriata uyması emrini

almaktadır (Câsiye 18).

Burada dikkati çeken bir husus olarak Câsiye suresinde geçen “şeriata uy”

ifadesini ele almak gerekmektedir. Nüzul sırasına göre gerçekleştirdiğimiz

okumamıza dayanarak; Câsiye suresine kadar inen surelerde bugünkü anlamını tam

olarak karşılayan bir şeriatın vazedildiğini görmüyoruz. Bu hususta yalnızca En’am

suresinde geçen yenimesi haram olan hayvanlar bahsini örnek olarak zikredebiliriz.

Ayetin tefsiri ile alakalı kaynaklarda bulunan bilgiler; “شریعة” kelimesine

getirdikleri izahatlarla hitap edilen ortama ilişkin ipuçları veriyorlar. Mukatil b.

Süleyman (h. 150), Kureyşlilerin Hz Peygamber’e (sav) gelerek onu kendi dinlerine

çağırdıklarını ve “babası Abdullah’ın ve dedesi Abdulmuttalib’in milletine ( ملة)

dönmesini, böylece kavmini sevindirmesini” rica ettiklerini aktarmaktadır. Mukatil;

şeriat kelimesinin ayette kastedilen manasını “البینة” (açık delil) kelimesiyle izah

etmektedir. Kurtubi (h. 7.yy.) ise Mukatil’den bu ayetle ilgili yaptığı nakilde onun

açıklamasına; hakka ulaştıran yol şeklinde bir ekleme yapmaktadır.

Kurtubi’nin ayetin tefsiri ile alakalı yaptığı nakillerde ortaya çıkan ağırlıklı

görüş de insanları hakka ulaştıran yol anlamındaki tefsirlerdir. Yalnız Katade’nin

(h.117) burada terim anlamıyla şeriatı karşılayan bir izahat olarak emirler, yasaklar

ve feraiz şeklinde bir sıralamayı zikretmesi ilginçtir. 310 Esasında şeriat kelimesinin

bu şekilde bir isim olarak Kur’an’da zikredildiği tek ayet Câsiye suresinin bu

18.ayetidir.311 Ayetin bu durumu zannediyoruz tefsir ulemasının şeriat kelimesinin

karşılığı olarak Katade’de olduğu gibi emirler ve yasakları içeren bir manada

310 Kurtubi, Tefsir, 19/154.

311 Fevzi b. Yusuf el-Habit, Mea’cim Mea’ni Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, Mücme’ el-Melik Fahd Li-

Taba’ati’l-Kur’an’il-Kerim, Medine 2001, “شریعة”.

Page 134: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

133

kastedildiğini düşünmelerine yol açmış olabilir. İfade ettiğimiz üzere hakka ulaştıran

yol anlamındaki tefsirlere ilave olarak gelen bu Katade yorumu; tarihsel zemini

dikkatten kaçırmış gibi görünmektedir. Nüzul sıralamasına baktığımızda şeriatın

konusu olan emirler, yasaklar ve feraiz anlamında daha önce de belirttiğimiz üzere

belirgin bir birkaç mesele dışında Hz Peygamber’in (sav) bu açıklama ile

karşılanacak bir bilgiye o gün için sahip olmadığını ifade edebiliriz.

Katade’nin bu nakli üzerinde duruşumuzun temel sebebi nüzul sıralamasına

göre okumaların ayetlerin kastını anlamak için katkılarından birinin nasıl olduğunu

göstermek adınadır. Nüzul sıralamasından hareketle tekraren ifade edebiliriz ki;

burada şeriat kelimesi ayetin indiği güne kadar elde olan Kur’an’da; tefsirlerin

ağırlıklı görüşü olarak naklettiğimiz hakka ulaştıran yol karşılığını bulmaktadır. Her

ne kadar Elmalılı tefsirinde aktarıldığı gibi bu “büyük ve geniş yol”312 ile şeriatın bu

ayette kastedildiğini düşünmediğimiz manasına atıfta bulunuluyor olsa da biz sade

anlamıyla naklettiğimiz tefsirin tarihsel duruma uygun olan şekliyle anlaşılmasından

yanayız.

Şeriatın anlamıyla alakalı olarak ulaştığımız sonuç her ne kadar kelimenin

kastına ilişkin olarak, bize göre, yerini bulmuş olsa da Allah’ın; Hz Peygamber’e

(sav) o dönemin şartları içinde “şeriata uy” emrini göndermesinde kastının ne

olduğuna dair mülahazaları da ele almak gerekmektedir. Şeriat kelimesinin

münferiden uhdesinde bulundurduğu; kastı aşan bir durum olarak “şeriata uy” emri

daha geniş bir değerlendirme ile ele alınmalıdır.

“Şeriata uy” emrinin değerlendirilmesine katkıda bulunması bakımından

Mukatil’in, ayetin tefsirinde şeriatın karşılığı olarak millet “ ملة” kelimesini de

kullanması dikkat çekicidir. Bu kelimenin sözlük anlamı: şeriat, din, diyet ve tâife

olarak açıklanmaktadır. 313 Bu kelimeyi dikkat çekici kılan husus ise Cenab-ı

Hakk’ın; elçisine Câsiye suresinin bu ayetinde şeriat olarak ifade ettiği; tabi olmasını

emrettiği yolu, Nahl suresi 123.ayette “ ملة إبراھیم حنیفا” şeklinde ifade etmesidir.

Nahl suresi nüzul sıralaması itibariyle boykot surelerinden sonraki dönemde inmiştir.

312 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 7/88.

313 Mevlüt Sarı, el-Mevarid, “الملة و ملل”.

Page 135: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

134

İbrahim milleti ve haniflik vurgusu bize göre özellikle panayırlarda davet

sonrası giderek daha yoğun bir şekilde muhatap olunduğunu düşündüğümüz

Yahudilerin; Kur’an ve Hz Peygamber (sav) karşısındaki tavırlarına cevaben inmiş

olmalıdır. Müşriklerin bu süreçte Yahudilerden destek aldıkları ve nazil olan ayetler

karşısında Yahudilerin kitap bilgisine müracaat etmiş olmaları hem kendilerinin hem

de Yahudilerin Kur’an karşısında sergiledikleri genel tavrı düşünecek olursak gayet

tabii bir durumdur.

Câsiye suresinin ilgili ayetine dönecek olursak; İbn Arabi’nin (h.638) ayetin

tefsiri ile alakalı görüşleri dikkati çekmektedir. İbn Arabi bu ayetin tefsiri içinde

geçmiş ümmetlerin şeriatının durumunu tartışmaktadır. Ona göre kimi âlimlerin bu

ayetten hareketle Hz Peygamber (sav) ve ümmetinin şeriatta tek merci kılındığı

düşüncesi oluşmuştur. İbn Arabi bu görüşü inkâr etmediğini bildirmekle beraber; Hz

Peygamber’in (sav) geçmiş ümmetlerin şeriatlarına uymanın durumunu haber verip

vermediği ile alakalı bir ihtilaf söz konusu olduğunu belirtiyor. Kurtubi İbn

Arabi’den yaptığı nakli burada kesmektedir.314

İbn Arabi’den nakledilen bu görüşün ardında bizden öncekilerin şeriatıyla

ilgili tartışmalar olduğu kesindir. Bizim için önceki ümmetlerin şeriatının neshi

meselesinden ziyade burada önemli olan husus “şeriata uy” emrinin Hz

Peygamber’in (sav) muhatapları ve karşılaştığı meseleleri kavrayabilmek adına

verdiği bir ipucu olarak Yahudiler’in Kur’an ve Hz Peygamber (sav) ile canlı bir

diyalog içine girdikleri düşüncesi içindeki yeridir. Nitekim, yine Kurtubi’den nakille,

İbn Arabi’nin yahut ayetteki şeriat kelimesi ile önceki nebilerin sünnetinin

kastedildiğini ifade eden Kelbi’nin görüşleri; ayet ve genel olarak surenin tefsirini

değerlendirirken ehl-i kitap muhatapları da dikkate almak gerektiğinin göstergesi

olarak karşımızda durmaktadır.

Burada konu aldığımız Câsiye suresinin 18.ayeti de bağlamı itibariyle

İsrailoğullarına yapılan bir atfın akabinde gelerek bu görüşü teyit ediyor. Surenin 16

ve 17.ayetlerinde Allah İsrailoğullarına peygamberlik, kitap ve hüküm verilmesinin

ardından onların dinde nasıl ayrılığa düştüklerine işaret etmektedir. Onların bu

314 Kurtubi, Tefsir, 19/154.

Page 136: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

135

durumu sahip oldukları şeriata rağmen ayrılığa düşmüş olmaları örnekliğini yansıtan

bu ayetlerin sonunda hitabın Mekke’nin kendi ortamına dönüşüyle asıl mesajı

okumuş oluyoruz: bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma (Câsiye 18.ayet).

Bilmeyenlerden kastın müşrikler olduğu konusunda klasik tefsirler hem fikir gibi

görünmektedir. Zaten “şeriata uy” emri; yukarıda naklettiğimiz ifadelerden “vahye

sımsıkı sarıl”, “emrolunduğun dosdoğru yolda istikamet tuttur” gibi emir ve

uyarıların gönderilmesinin ardında yatan müşriklerin baskısı altında taviz

vermeksizin iman etmeye ve davet etmeye devam etme meselesinin bir parçasıdır.

Yahudilerin kendilerine gelen şeriat ile kurdukları çarpık ilişkinin sonuçları hakkında

Hz Peygamber (sav) ve inananları uyaran Cenab-ı Hak; Yahudilerin kendilerine

gelen hüküm, kitap ve peygamberliğini kaybetmelerine sebep olan temel hususlardan

biri olan ‘şeriata uymayıp bilmeyenlerin heva ve heveslerine uymak’tan

sakındırmaktadır.

Nitekim ayetle ilgili nakledilen rivayette müşriklerin Hz Peygamber’i (sav)

babası Abdullah ve dedesi Abdulmuttalib’in dinine dönmeye davet etmeleri

aktarılırken dikkatimizi çekmesi gereken husus dinin ayakta tutulması için geçmişte

İsrailoğullarının düştüğü batağa müşriklerin bu teklifine kanıp düşülmemesi

konusunda bir uyarının olduğudur.

Burada akla gelebilecek önemli bir soru Hz Peygamber (sav) ile müşrikler

arasında boykotun şartları çerçevesinde ele alacak olursak; bu teklifi iletebilecekleri

bir diyalog söz konusu olabilir mi? Daha önce de bahsettiğimiz gibi boykot

şartlarının ağır oluşuyla ilgili sorgulama yapmamıza sebep olan çeşitli durumlar

mevcuttu. Zannediyoruz bu rivayet Câsiye suresinin sıralamadaki yeri itibariyle

boykot sürecinin sonlarına doğru nazil olduğunu da düşünecek olursak Mekke’de

oluştuğunu söylediğimiz rahatsızlığın da muhtemel etkisiyle çeşitli diyalog

ortamlarının doğduğuna işaret edebilir.

Duhan suresinin 9-14 ayetlerine baktığımız zaman Mekke üzerinde sıkıntılı

bir havanın olduğunu ve müşriklerin Câsiye suresi 18.ayetin tefsirinde aktardığımız

bir teklifle Hz Peygamber’den (sav) yaptığı işten vazgeçmesini istemelerini anlamlı

kılacak bir sürecin yaşandığını görebiliriz. Ayetlerde öncelikle müşriklerin şüphe

içinde oyalandıkları ifade edilmektedir. Bu durum belirtildikten sonra Hz

Page 137: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

136

Peygamber’e (sav) göğün açıkça bir duman getireceği günü beklemesi

söylenmektedir. Sureye ismini veren bu duman (duhan) hakkında iki rivayet söz

konusudur. Bunlardan biri bu dumanın kıyamet günü gelecek olan duman olduğunu

nakletmektedir. Ancak ayetleri okuduğumuzda bu rivayetin değil; Hz Peygamber’in

(sav) Allah’tan Kureyş’e Hz Yusuf döneminde Mısır’da yaşanan kıtlık gibi bir azap

vermesini istemesinin ardından yaşanan açlığa işaret eden diğer rivayetin dönemin

şartlarına daha uygun olduğunu ifade edebiliriz. Tarih kaynaklarında tafsilatına

rastlamadığımız bu olayda yaşanan sıkıntıdan dolayı içinde Ebu Süfyan’ın olduğu bir

müşrik heyetinin Hz Peygamber’e (sav) gelerek bu açlığın kalkması için dua

etmesini istediği ve iman edeceklerini söyledikleri aktarılmaktadır. 315 Burada

ayetlere döndüğümüzde müşriklerin bu talebi ve verdikleri sözü görebiliriz (Duhan

12.ayet).

Ayetlerde işaret edilen dumanın kıyamet günü yükselecek bir duman yerine

Mekke’nin yaşadığı açlık felaketine işaret ettiği görüşünü benimsememizde önemli

bir etken de surenin 15-16.ayetlerinde bu azabın kısa bir süre için kaldırılacağı ancak

kıyamet gününde kâfirleri yakalayacak asıl azaba işaret edilmektedir. Nitekim

surenin devamında (17-33.ayetler arasında) müşriklerin yaptığı gibi başlarına gelen

felaketlerin kaldırılması için Hz Musa’dan ricada bulunan ancak tıpkı müşrikler gibi

her şeye rağmen küfürlerinden dönmeyen firavun ve çevresindekilerin Kızıldeniz’de

helak olmakla sonuçlanan örneklikleri aktarılmaktadır. Müşrikler de 14.ayette

vurgulandığı gibi azabın kaldırılması için iman edeceklerini söylemişler ancak azap

kaldırıldığında Hz Peygamber’e (sav) “bu öğretilmiş bir delidir” demişlerdi. Nihayet

küfürlerindeki bu inatları ortaya çıkan sıkıntılardan kurtulmanın yolu olarak Hz

Peygamber’i (sav) babası ve dedesinin dinine dönmeye davet etmek gibi bir teklifte

bulunmayı onlara uygun göstermiş olabilir. Tabi olarak bu duruma Kureyş içinde

boykot ile gelen ayrışmanın diğer Arap kabilelerinde Kureyş’in birliğinin bozulduğu

gibi bir algı oluşturmasından çekinilmesi gibi bir durum da olabilir. Ancak ne var ki

hangi sebeple olursa olsun müşrik ileri gelenler durumu düzeltmek için dahi olsa

inatlarından vazgeçmemekte ve kendilerinde olanı değiştirmek yerine Hz

Peygamber’i (sav) durdurma yolunu aramaktadırlar.

315 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 7/72

Page 138: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

137

Binaenaleyh Kur’an boykot sürecinde inen surelerde de müşriklerin bu

inadına işaret eden bir üslupla Hz Peygamber’e (sav) müşriklerden yüz çevirmesini

emretmekte ve onun müşrikler üzerinde bir bekçi olmadığını (Şura 48.ayet), bu sağır

kimselere işittiremeyeceğini (Zuhruf 40.ayet) bildirmektedir. Ve boykot öncesi

surelerle ilgili olarak vurguladığımız gibi müşriklerin hevalarına uymaması (Şura

15.ayet) uyarısını tekrar etmektedir. Burada içinde bulunduğu sıkıntılı durum

karşısında müşriklerin şehirlerde rahat bir şekilde dolaşmasına aldanmaması (Mümin

4.ayet) uyarısı da önemlidir. Zira bu uyarıda kendinin ve akrabalarının yaşadığı tecrit

karşısında Hz Peygamber’in (sav) müşriklerin rahat hallerinin davasına olan bakışını

etkilememesi gerektiği vurgulanmaktadır.

4.2.2. Müminlerin Durumu

Hz Peygamber’in (sav) boykot süreci öncesinde kendisine yöneltilen

uyarıların boykot sürecinde karşı karşıya olduğu tecrit şartlarını da anımsatan bir

şekilde devam ettiğini aktardığımız bu ayetlerin akabinde müminlerin bu süreçteki

durumlarına ilişkin bir değerlendirmeyi daha eklemek gerektiğini düşünüyoruz. Daha

önce de aktardığımız üzere Habeşistan’a hicret eden muhacirlerin sayısı o döneme

kadar iman etmiş olanların önemli bir kısmının hicret ettiğine işaret ediyordu.

Mekke’de kaç kişinin kaldığı, panayırlarda yapılan davet sonucunda diğer Arap

kabileleri içinde iman etmiş kimselerin olup olmadığı hususları hakkında net bir

tablo sunmak zordur. Ancak Kur’an’ın bu süreçte inen surelerinde müminler

hakkındaki ayetlerde özel bir durum ile karşı karşıyayız.

Sürecin arifesinde inen Zümer suresinde müminler müşriklerden kesin olarak

ayrılarak “geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen

ve Rabbinin rahmetini dileyen” kimseler olarak ifade edilmişlerdir (Zümer 9.ayet).

Aynı ayetin devamında bu kimselerin inkârcılarla bir olmadıkları “hiç bilenlerle

bilmeyenler bir olur mu” ifadesiyle ortaya konmaktadır. Burada “bilmek” ifadesi

Page 139: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

138

Taberi tefsirinde Rabbine taatte bulunmanın ne demek olduğunu bilmek anlamıyla

aktarılmaktadır.316

Müşriklerle müminler arasında yapılan bu ayrımda yine aynı surede aktarılan

müminlerin tağuta kulluktan kaçındıkları (Zümer 17.ayet) ifadesi önemlidir. Nüzul

sırasına göre ele aldığımızda tağut kelimesi ilk kez bu surede isim olarak

geçmektedir. Nüzul sıralamasında Zümer suresi öncesinde gelen surelerde ise hem

Kureyş müşriklerinin hem de onların tarihteki örneklerinin elçilerin getirdiği mesaj

karşısında gösterdikleri büyüklük taslayan, kibir yüklü tavırlarını işaret eder fiil ve

sıfat olarak geçmektedir.317Zümer suresinin bu ayetinde tağut kelimesinin putlara

işaret ettiği Celaleyn tefsirinde karşımıza çıkan bir bilgidir.318Taberi tefsirinde ise

tağut kelimesi Allah dışında ibadet edilen her şey olarak açıklanmıştır.319

Bizim görüşümüze göre tağut kelimesiyle, ayetin naklettiğimiz tefsirlerinden

hareketle ifade edebiliriz ki, Habeşistan hicretleri ile Mekke siyasal organizasyonu

dışına çıkan 320 ve aidiyetlerini akrabalık bağlarından Kur’an’a olan imanlarına

taşıyan müminlerin karşısında duran müşrik düzen tarif edilmiştir. Böylelikle

Allah’ın huzurunda secde eden müminler ve Kur’an’a karşı büyüklük taslayan

müşrikler şeklinde bir ayrım söz konusudur diyebiliriz.

Ayetler hakkında batıl delillerle tartışan, Kur’an’a ve ona iman edenlere

büyüklük taslayıp kibirle muamele eden müşrikler grubu karşısında müminler grubu

bu süreçte hem kendi iç düzenleri hem de karşılarında bulunanlara göstermeleri

tavsiye edilen tavırla Kur’an metninde karşılığını bulmaktadır. Kur’an öncelikle

müminlerin sözü dinleyen ve en güzeline uyanlar olduğunu/olması gerektiğini

vurgulamaktadır (Zümer 18.ayet). Daha sonra inen Şura suresinde ise bu anlamdaki

ifadeler yoğun bir anlatımla aktarılmakta ve mümin grubunun haksızlık karşısında

yardımlaşan kimseler oldukları (Şura 39.ayet) ile aralarında işlerinin danışma ile

316 Taberi, Tefsir, 20/177.

317 Fevzi b. Yusuf el-Habit, Mea’cim Mea’ni Elfaz’il-Kur’an’il-Kerim, “طغى”.

318 Suyuti, Celaleyn, s.413.

319 Taberi, Tefsir, 20/183.

320 Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.104.

Page 140: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

139

olduğu (Şura 38.ayet) vurgulanarak kendi içlerindeki bütünleşmelerine işaret

edilmektedir.

Kendi iç bütünlüğünü yakalayan bir topluluk olarak müminlerin; hem kendi

aralarındaki hem de kendilerinden olmayanlara karşı hukuklarını düzenleyici

hususlar olarak gördüğümüz bazı ayetlerde: sabreder ve affederlerse bunun değerli

bir iş olacağı (Şura 43.ayet), kızdıkları zaman kusurları bağışlayanlardan

oldukları/olmaları gerektiği (Şura 37.ayet) ifade edilmektedir. Bu ifadelere ek olarak

bir kötülüğün cezasının ona denk bir kötülük olduğu ifade edilirken bağışlayan ve

barışı sağlayanların Rableri katında mükâfatlandırılacağı vurgulanmaktadır (Şura

40.ayet). Tesis edilen bu hukukun bu ayetlerde kime karşı olduğu konusunda belirsiz

olan anlatımını tarihi durumla özdeşleştirirsek; müminlerin dışarıya karşı olduğu gibi

kendi aralarındaki ilişkilerini de düzenleyici bir yapısı olduğunu düşünüyoruz.

Mamafih Câsiye suresinde geçen “ceza günlerinin geleceğini ummayanları

bağışlasınlar” ifadesi (Câsiye 14.ayet) bu hukukun dışarıya karşı olan yönünü net bir

şekilde ortaya koymaktadır.

Burada akla gelebilecek soru Hz Peygamber’in (sav) tecrit edildiği bir

ortamda müminlere ilişin bu nevi bir anlatımın karşılığının ne olduğudur? Yukarıda

gündeme getirdiğimiz bir husus olarak Hz Peygamber’in (sav) boykot süresince

muhatapları ile ilişkisinin nasıl olduğu sorununa bu ayetlerden hareketle bir yönden

cevaplar bulmak mümkün gibi görünmektedir. Nazil olan ayetlerin bu süreç içinde

Habeşistan’a ulaşıp ulaşmadığı meçhuldür. Ayetlerin muhacirlere ulaşmasını

sağlayacak vasıtaların neler olduğunu gözden geçirecek olursak; ticaret kervanları

yahut bu amaçla gönderilen hususi bir elçi dışında yol göremiyoruz.

Mekke’de kalıp Habeşistan ile ticaret yapabilen bir Müslüman yahut

Müslümanların bu nevi bir işine destek olan birinin olup olmadığını, konuyu bu

yönleriyle ele almadıklarından olsa gerek, belirten bir kaynak yoktur. Bunun yanında

muhacirlere ayetleri ulaştırmakla görevli birinin varlığı da bilinmemektedir. Ancak

biz kaydettiğimiz bu ayetlerin anlatımından hareketle özellikle yabancı bir toplum

içinde bir arada ve kendi kendilerini idare etmek durumunda olan muhacirlere bu

ayetlerin bir şekilde ulaştırılmış olabileceğini, daha açık bir ifadeyle Hz Peygamber

(sav) ile muhacirler arasında iletişimin devam ettiğini düşünüyoruz. Mekke’deki

Page 141: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

140

durum göz önüne alındığında bu hitabın ana muhataplarının muhacirler olabileceğini

kaydetmek gerekmektedir. Bunun yanı sıra müminlerin durumuna ilişkin olarak

aktardığımız bu son ayetlerde o dönemden itibaren müşrik toplumla ciddi bir ayrışma

yaşadıklarını göz önüne alacak olursak geleceğe ilişkin bir hazırlık durumunun

olduğunu da söyleyebiliriz.

Page 142: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

141

SONUÇ

Çalışmamızda özetle; tefsir ve hadis kaynaklarından topladığımız bilgileri son

dönem, yoğunluklu olarak batılı, tarih çalışmaları ile tahlil ettik ve tarih zemininde

bir kronoloji belirleyip bu kronolojiden hareketle olayların seyrini yorumladık.

Vardığımız sonuçlar arasından ilk olarak boykot döneminde nazil olduğunu

tespit ettiğimiz surelerin niçin bu dönemde nazil olmuş olabileceğini

düşündüğümüzü hatırlatmak gerekmektedir. Zümer suresinin 10.ayetinden hareketle

bu surenin ikinci Habeşistan hicretinden hemen önce indiğini kaydetmiştik.

Boykotun temel sebeplerinden olan Necaşi’nin muhacileri teslim etmemesi de bu

hicretle gerçekleşmişti. Mü’min suresi ve diğer Ha-Mim surelerinin mushaf

tertibindeki sıralamayla art arda indikleri rivayetlerle aktarılmıştır. Buna Mü’min

suresinin Zümer suresinden hemen sonra indiği ve Ahkaf suresinin de Taif dönüşü

indiği rivayetlerini eklersek sonuç olarak ikinci Habeşistan hicreti ile Taif seferi

arasında yer alan Boykot yıllarında bu surelerin nazil olduğu sonucu ortaya

çıkmaktadır. Burada Zümer suresini ve Ahkaf suresini sürecin hemen arifesinde ve

akabinde inmiş olarak kabul ettiğimizi de hatırlatalım.

Tarih alanına ilişkin ortaya koyduğumuz sonuçlar ise şu şekildeydi: boykot

her ne kadar bazı kaynaklarda Müslümanlara yönelik olarak yapılmış gibi aktarılsa

da kaynakların genelinde ortaya çıkan tablo; meselenin tamamıyla Kureyş’in kendi iç

dinamikleri içinde olduğu ve Müslüman ya da kâfir olması fark etmeksizin Beni

Haşim ve Beni Muttalib mensuplarının toplumdan tecrit edilmeleri şeklindeydi.

Müşrik ileri gelenlerin hedefinde Müslümanlardan oluşan tehlikeli bir gruptan ziyade

kendi iktidarlarını tehdit eden bir Beni Haşim mensubu ve onu koruyan aşireti vardı.

Kureyş’i kendi içinde bu derece önemli bir karara sürükleyen atmosferi şüphesiz

“atalara ve ilahlara sövülüyor” propagandası sağlamıştı. Ancak neticede geçmişin

“hilf”leri bir kenara bırakılarak bütün Kureyş Hz Peygamber’i (sav) korumakta ısrar

eden Haşim ve Muttalib oğullarını onu kendilerine teslim etmeleri için tecrit etmek

kararını vermişlerdi.

Page 143: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

142

Boykot bitişiyle ilgili değerlendirmelerimizi hatırlayacak olduğumuzda ise şu

sonuca varıyoruz: Kureyş müşrikleri içinden sadece akrabalarının açlık çekmesinden

dolayı boykot kararından rahatsız olan bir grup Kureyş ileri gelenlerinin şayet kendi

akrabaları söz konusu olsaydı böyle bir tecrit uygulamayacaklarından emin olarak ve

adaletsiz bir durum olduğunu düşünerek boykotu kaldırma iradesini göstermişlerdi.

Buna karşın daha önce de ifade etmiş olduğumuz gibi Kur’an’ın hakikat olması

onları harekete geçiren bir durum değildi. Daha açık bir ifadeyle Kureyş ileri

gelenlerini hakikati örtmekle değil insanlara tecrit uygulamadaki haksız tavırları ile

itham etmişlerdi.

Tarih alanına ilişkin bu tespitlerimiz karşısında Kur’an metninin kronolojisine

ilişkin vardığımız sonuçlardan hareketle de zeminle paralel bir seyri okuduk.

Müşriklerin her geçen gün iman etmekten uzak bir noktaya doğru kendilerini

sürüklemeleri Kur’an’da onların artık iman etmeyeceği vurgusu ve Hz Peygamber’e

(sav) verilen onlardan yüze çevirmesi emriyle bir karşılık bulmaktaydı. Süreci

boykot yıllarına getirdiğimizde ise bu ahvalin devam ettiğini gördük.

Bu durum çalışmamızın temel arayışlarından biri olan hitabın

şekillenmesinde nüzul süreci evrelerinin etkisi ve nasıllığı meselesine önemli bir

sonuç olarak yansıdı. Boykotun kaldırılması için girişimde bulunan kimselerin

durumları ile ilgili yaptığımız değerlendirmede vurguladığımız üzere boykot sürecini

Kur’an’ın hak oluşunu referans alan değil müşriklerin kendi içlerindeki bir takım

rahatsızlıkların etkisiyle bitirdiklerini ifade etmiştik.

Bize göre Mekke döneminde hitabın şekillenmesiyle ilgili tarih zemininde

karşılığı görülebilecek en net kırılma noktası Kureyş müşriklerinin özellikle Ebu

Talib’e müracaat ettikleri günlerde hak karşısında batılı tercih etmeleriyle ortaya

çıkmıştı. Bu noktada Kur’an’ın inkârcı muhatapları geçmiş ümmetlerin örnekliğinde

olduğu gibi kendilerine belirgin bir hat çekerek Kur’an karşısındaki yerlerini

almışlardı. Bu aşamadan sonra hem Hz Peygamber’in (sav) konumu hem de

inananların konumu değişmişti. Sonuç olarak boykot yıllarında inen surelerin bu

kırılmanın ardından gelen sürecin bir devamı olduğu havasını veren bir üsluba sahip

olduğunu düşünüyoruz. Boykot dönemi aslında belirgin bir kırılma noktası değil

kendinden önceki sürecin devamı olarak Kur’an’da karşılık bulmuştur.

Page 144: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

143

İlânihaye Kur’an’ın tarihle ilişkisinin nasıl olduğunu bu değerlendirmelerden

hareketle tam manasıyla olmasa da bir yönüyle özetlemek mümkündür. Zeminde

yaşanan hadiseler ve muhatap kitlenin sosyo-kültürel ve siyasal yapısı bütün

boyutları ile değil ancak vahyin ana meselesi olan tevhit mesajının konusuna dâhil

olduğu ve vahyin elçisi-takipçileri ile karşıtlarının arasında yaşanan mücadelenin

içine girdiği kadarıyla en azından Mekke dönemi için, karşılık bulmuştur. Özellikle

boykot öncesi ve boykot dönemi surelerinin ayetlerini değerlendirdiğimiz bölüme

bakıldığında alıntılanan ayetlerin sayıca az olduğu görülecektir. İlgili bölümde de

ifade ettiğimiz üzere ayetler örnek olarak alıntılanmaktaydı ancak bununla beraber

surelerin hemen hemen hepsinde sürekli olarak devam eden konuların yanında nüzul

sürecinin ilgili dönemiyle doğrudan ilişkilendirilebilecek sınırlı bir anlatım söz

konusuydu.

Netice itibariyle bu çalışma bir yüksek lisans tezi düzeyinde sınırlı bir dönem

üzerinden bu sonuçlara varmıştır. Çalışmamızda ifade ettiğimiz üzere Kur’an’ın tarih

ile ilişkisine ilişkin varsayımların metin-tarih karşılaştırmaları ile sınanması ve bu

sınamaların Kur’an’ın ve nüzul sürecinin bütününü kapsayacak bir boyuta ulaşması

gerekmektedir. Biz çalışmamızda burada ifade ettiğimiz sonuçları bu şekilde

özetliyoruz.

Page 145: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

144

KAYNAKÇA

AHBARİ, İbn Vadıh, Tarihu’l-Yakubi, Matbaatu’l-İzzi, Necef 1358

AKDEMİR, Salih, “Kur’an’ı Anlamada Tarihsellik ve Bütünsellik Sorunu”,

Kur’an’ı Nasıl Anlamalıyız [Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri], KURAV Yay.,

Bursa 2005

AKTAY, Yasin, “Kur’an Tarih ve Hermenötik”, Kur’an ve İslamî İlimlerin

Anlaşılmasında Tarihin Önemi, ed. Mahfuz Söylemez, Ankara Okulu Yay,

Ankara 2013

ALBAYRAK, Halis, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, Şule Yay., İstanbul

2011

APAK, Adem, “İslam Öncesi Dönemde Mekke İdare Sistemi ve Siyasetinin

Oluşumu”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt: VIII sy.1

AVCI, Casim, KUREYŞ (Benî Kureyş), DİA, XXVI, İstanbul 2002

AYDIN, Mustafa, İslam’ın Tarih Sosyolojisi: İlk Dönem İslam Toplumunun

Şekillenişi, Pınar Yay, İstanbul 2001

AZİMLİ, Mehmet, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı

Mülahazalar”, İstem, 2006, sy. 7

el-BELAZURİ Ahmed b. Yahya b. Cabir, Ensabu’l Eşraf, thk. Süheyl Zekkar,

Daru’l-Fikr, Beyrut 1996

Page 146: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

145

BEYDAVİ, Kadı, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, tkd, Mahmud Abdulkadir

el-Arnavut, Dar Sader, Beyrut 2001

BEYHAKİ, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin; Delail’ün-Nübüvve, Thk. Dr. El-Mu’ta

el-Kal’abî, Daru’l-Kutub’ul-İlmiyye, Beyrut, 1988

BÖWERİNG, Gerhard, “Chronology of the Quran”, Encyclopaedia of the Quran,

ed.Jane Dammen McAuliffe, Lieden: Brill, 2001-2005

el-CABİRİ, Muhammed Âbid, Fehmu’l-Kur’an-Siyer Eşliğinde Kur’an’ı

Anlamak, çev. Muhammed Coşkun, Mana Yayınları, İstanbul 2013

__________ Kur’an’a Giriş, çev. Muhammed Coşkun, Mana Yay, İstanbul

2011

DERMENGHEM, Emile, Hz Muhammed ve Risaleti, çev. Ahmet Ağırakça,

İnsan Yay., İstanbul 1997

DERVEZE, İzzet, Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı, çev. Mehmet Yolcu,

Yöneliş Yay, İstanbul 1989

__________ et-Tefsiru’l-Hadis- Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, çev.

Komisyon, Ekin Yay., İstanbul 1997

EBU ZEYD, Nasr Hamid, İlahi Hitabın Tabiatı: Metim Anlayışımız ve Kur’an

İlimleri, Kitabiyat, Ankara 2001

FAZLUR RAHMAN, İslam ve Çağdaşlık, çev. Hayri Kırbaşoğlu-Alparslan

Açıkgenç, Ankara Okulu Yay., Ankara 1999

Page 147: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

146

___________ Ana Konularıyla Kur’an, çev. Alpaslan Açıkgenç, Ankara Okulu

Yay, Ankara 2007

el-FİRUZABADİ, Muhammed b. Yakub, Besair zevi’t-Temyiz fi Letaifi’l-

Kitabi’L-Aziz, thk. Muhammed Ali en-Neccar, Vizaretu’l-Evkaf, Kahire 1996

_______________, Muhammed b. Yakub, Kamusu’l-Muhit, tahk. Mektebu

Tahkiki’t-Turas fi Muesseseti’r-Risale, Daru’r-Risale, Beyrut 2005

GÖZELER Esra, “Kur’ân Ayetlerinin Tarihlendirilmesine Batılı Yaklaşımlar”,

AÜİF Dergisi, 2010, cilt: LI sy.2

İBN HİŞAM, Ebu Muhammed Abulmelik, es-Siretu’n-Nebeviyye, Daru’l-

Kitabu’l-Arabiy, thk. Ömer Abdusselam et-Tedmuri, Beyrut, 1990

İBN HABBAN, es-Siretu’n-Nebeviyye, Muesseset’ul-Kutub’il-Sekafiyyeti,

Beyrut 1987

el-HABİT, Fevzi b. Yusuf, Mea’cim Mea’ni Elfazi’l-Kur’an’il-Kerim, Mücme’

el-Melik Fahd Li-Taba’at’il-Kur’an’il-Kerim, Medine 2001

HALEFULLAH, Muhammed Ahmed, Kur’an’da Anlatım Sanatı, çev. Şaban

Karataş, Ankara Okulu Yay, Ankara 2002

İBN HALDUN, veliyuddin Abdurrahman b. Muhammed, Kitabu’l-İber ve

Divanu’l-Mubtede-i ve’l-Haber, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2006

HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi- hayatı ve eseri-, çev. M. Said

Mutlu, İrfan Matbaası, İstanbul 1972

Page 148: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

147

__________, “el-Îlâf veya İslam’dan Önce Mekke’nin İktisadî-Diplomatik

Münasebetleri”, çev. İsmail Cerrahoğlu, A.Ü.İ.F.D, 1961, c.IX

___________, “HİLFU’L-FUDUL”, DİA, XVIII, İstanbul 1998

HASAN, Hasan İbrahim, Tarihu’l-İslam: Es-Siyasi ve’d-Dinî ve’s-Sekafî ve’l-

İctima’î, Mektebetu’l-Hafdati’l-Mısriyye, 1953 Kahire

HİLMİ, Şehbenderzade Filibeli Ahmed, İslam Tarihi, sad. M. Rahmi, Sağlam

Kitabevi, İstanbul 1979

HODGSON, M.G.S., İSLAM’IN SERÜVENİ-Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve

Tarih, çev: Edisyon, İz Yayıncılık 1993, İstanbul

IŞIK, Emin, “A’RÂF SURESİ”, DİA, İstanbul 1991, c.III

el-İSFAHANİ, Rağıb, Müfredat- Kuran Kavramları Sözlüğü, çev. Yusuf Türker,

Pınar Yay, İstanbul 2010

İSLAMOĞLU, Mustafa, Kur’an Surelerinin Kimliği, Akabe Vakfı Yay., İstanbul

2011

İZUTSU Toshihiko, Kur’anda Dini ve Ahlaki Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz,

Pınar yay., İstanbul 2010

İBN KESİR, Ebu’l-Fida İsmail ibn Ömer, El-Bidaye ve’n-Nihaye, Dar-u İbn

Kesir, Beyrut-Dımaşk 2007

_________ el-Fusul fi Siret-i Rasul, Muessesetu Ulumu’l-Kur’an, Şam 1983

_________, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Daru’l-Marifet, Beyrut 1987

Page 149: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

148

KILIÇ, Ünal, “Dini İçerikli Ekonomik Bir Kavram: Hums (İslam Öncesi

Mekke’nin Ticari İlişkileri Yönüyle)”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Dergisi, 2004, cilt VIII, sy.1

KİSTER, M. J., “Mekke ile ilgili Bazı Rivayetler”, çev. Ali Aksu, Cumhuriyet

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002, cilt.VI, sy.II

KOÇ, M. Akif, “Tefsirde Bir Yöntem Esası Olarak Kur’an Kronolojisi Meselesi

İsimli Tebliğin Müzakeresi”, Kur’ân Nüzûlünün Mekke Dönemi Sempozyumu,

Çorum Belediyesi Kültür Yay., Çorum 2013

KÖKSAL, M. Asım, Hz Muhammed ve İslamiyet, İrfan Yay., İstanbul 1981

el-KURTUBİ, Ebi Abdillah Muhammed b. Ahmed Ebu Bekir, Camiu’l-

Ahkami’l-Kur’an, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türki, Müessetu’r-Risale,

Beyrut 2006

LAPİDUS, Ira, İslam Toplumları Tarihi, çev. Yasin Aktay, İletişim Yay, İstanbul

2003

el-MEVDUDİ, Ebu’l-A’la, TEFHİMU’L-KUR’AN - Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri,

İnsan Yayınları, İstanbul 1987

___________ Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz Peygamber, çev. Ahmed

Asrar, Pınar Yay, İstanbul 1983

MAHALLİ, Celaleddin; es- SUYUTİ, Celaleddin, Tefsir-i Celaleyn, Salâh Bilici

Kitabevi, İstanbul b.t.y.

Page 150: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

149

İBN MANZUR, Ebu’l-Fadl Celaleddin Muhammed, Lisanu’l-Arab, tetk. Yusuf

el-Bekai, Daru’l-Mutavvasitiyye li’n-Neşri ve’t-Tavzi, Tunus 2005

MUKATİL BİN SÜLEYMAN, Tefsir’i Mukatil b. Süleyman, thk. Abdullah

Mahmut Şehate, Muessesetu’t-Tarihi’l-Arabi, Beyrut 2002

en-NUVEYRİ, Şihabuddin Ahmed b. Abdulvehhab, Nihayetu’l-İreb fi fununi’l-

edeb, Matbaat-u Dari’l-Kutubi’l-Mısriyye, Kahire 1997

OKUMUŞ, Mesut, Kur’an’ın Kronolojik Okunuşu-Muhammed İzzet Derveze

Örneği, Araştırma Yay., Ankara 2009

ÖZKUYUMCU, Nadir, “HİLF”, DİA, XVIII, İstanbul 1998

ÖZSOY Ömer, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Kitabiyat Yay, Ankara 2004

ÖZTÜRK, Mustafa, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak- tefsirde Anakronizme

Ret Yazıları-, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013

__________, Kur’an-ı Kerim Meali, Düşün Yay, İstanbul 2013

İBN SAD, Muhammed, et-Tabakatu’l-Kubra, Matbaatu’l-Lecne Neşri’s-

Sekafeti’l-İslamiyye, Kahire 1358 (m.1939),

SHADİD, İrfan, “İslam Öncesi Arabistan”, çev.İlhan Kutluer, İslam Tarihi

Kültür ve Medeniyet, Holt-Lambton-Lewis, çev.edisyon, Kitabevi, 1989 İstanbul

SARI, Mevlüt, El-Mevarid, Bahar Yay, İstanbul 1982

SARIÇAM, İbrahim, Emevi-Haşimi İlişkileri: İslam Öncesinden Abbasilere

Kadar, TDV Yay, Ankara 1997

Page 151: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

150

_________, İlk Dönem İslam Tarihi, Anadolu Üni. Açık Öğr. Fakültesi, Eskişehir

1998

SAVAŞ, Rıza; DUMLU, Ömer; “Nüzul Sırasına Göre Ayet Ayet Kur’an

Yorumu”, Tarihten Günümüze Kur’an’a Yaklaşımlar, İlim Yayma Vakfı Kur’an

ve Tefsir Akademisi, İstanbul 2009

SERİNSU, Ahmet Nedim, Kur’an ve Bağlam, Şule Yay., İstanbul 2008

es-SUYUTİ, Celaleddin, el-İtkan fi Ulum’il-Kur’an, Dar-u İbn Kesir, Beyrut

1987

es-SÜHEYLİ, Kasım Abdurrahman, Ravdu’l-Unuf, tah. Abdullah el-Menşavi,

Daru’l-Hadis, Kahire 2008

ŞATIBÎ, Ebu İshak, el-Muvafakat: İslami ilimler Metodolojisi, çev. Mehmet

Erdoğan, İz Yayıncılık İstanbul 1993

el-ŞERİF, Ahmed İbrahim, Mekke ve’l-Medine fi’l-cahiliyye ve ahdi Resul,

Daru’l-Fikru’l-Arabiy, Kahire 1985

ŞULUL, Kasım, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, İnsan

Yay., İstanbul 2011

et-TABERİ, Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir, Tarih’il-Umem ve’l-Muluk, thk.

Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Dar-u Seveydan, Beyrut b.t.y

_________, Camiu’l-Beyan an Tevil Ayi’l-Kur’an, Merkezu Hacer Li’l-Buhus

Ve’d-Dirasati’l-Arabiyyeti ve’l-İslamiyye, Kahire 2001

Page 152: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

151

_______ Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan- Ahmet

Temir, MEB, Ankara 1991

WATT, Montgomery, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. Rami Ayas, Azmi Yüksel;

A.Ü.İ.F Yay, Ankara 1986

WOLF, Eric R., “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, çev. Nuri Tuğlu,

Arayışlar –İnsan Bilimleri Araştırmaları-, 2000, cilt II, sy. 3-4

WASHİNGTON, Irving, Hz Muhammed, çev. Ruhiye Erulaş, Mitra Yay, İstanbul

2012

YAŞAROĞLU, M. Kamil, “MÜ’MÎN SURESİ”, DİA, XXXI, İstanbul 2006

YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik, İstanbul

b.t.y.

YİĞİT, İsmail, “OSMAN”, DİA, XXXVI, İstanbul 2007

YILDIRIM, Suat, Kur’an’a Bakışlar, Işık Yay, İstanbul 2011

ZEBİDİ, Zeynü’d-Din Ahmed b. Ahmed bin Abdi’l-Latifi’z-, Sahih-i Buhari

Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev. Kâmil Miras, DİB Yay,

Ankara 1980

ZEMAHŞERİ, Ebu’l-Kasım Muhammed b. Ömer, el-Keşşaf, tahk. Adil Ahmed

Abdulmevcud, Mektebetu’l-Ubeyketi, Riyad 1998

Page 153: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

152

Sipahioğlu, Abdülvahid Yakub, Boykot Döneminde Nazil Olan Surelerin

Tespiti ve Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Halis

Albayrak, 153s.

ÖZET

Tez; giriş ve üç ana bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır.

Girişte araştırmanın konusu ve önemi ile yöntemi ve kaynakları

açıklanmıştır.

Birinci bölümde Mekke dönemi ve boykot yıllarının tarihsel analizi

yapılarak; cereyan eden hadiselerin kronolojisi oluşturulmuş, sosyal boyutları ile

analizleri yapılmış; boykot sürecinin sebepleri üzerinden Kur’an’ın hitap ettiği

ortam tasvir edilmeye çalışılmıştır.

İkinci bölümde Kur’an metninin kronolojisinin tespitiyle ilgili nasıl bir

yöntem uygulanacağı tartışılmıştır. Nüzul sırasını takip ederek sure muhtevaları

ile dönemin şartları karşılaştırılmış ve boykot sürecinde inen surelerin tespitine

ilişkin bir sonuca varılmıştır.

Üçüncü bölümde boykot sürecinin tarihsel boyutları üzerine bir

değerlendirme yapılmıştır. Buna ek olarak boykot sürecinde inen cümlelerin genel

bir muhteva değerlendirmesi yapılmıştır. Son olarak belirli bazı başlıklar

üzerinden hem boykot öncesi dönem hem de boykot dönemi inen ayetler tarih ve

metin karşılaştırması yapılarak değerlendirilmiştir.

Sonuç kısmında ise genel bir değerlendirme yapılmıştır.

Page 154: T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

153

Sipahioğlu, Abdülvahid Yakub, Detection and Evaluation of the Suras in

the Boycott Period, Master Thesis, Advisor: Prof. Dr. Halis Albayrak, 153s.

ABSTRACT

This study consists of introduction, three main chapters and conclusion.

The introductory chapter explains the topic and significance of the study, as

well as methodology and the sources of the dissertation.

In the first chapter, the chronology of events (which occured) is formed

through making historical analysis of Mecca period and boycott years. These

events are analyzed through social dimensions. The atmosphere Qur’an addressed

is described through the boycott process.

In the second chapter, the method concerning how to determine the

chronology of the text of the Qur'an is dicussed. By following the order of

revelation, contents of suras were compared with conditions of the period and

reached to a conclusion regarding the determination of the suras in the process of

boycott.

In the third chapter, an evaluation is made on the historical dimensions of

the boycott process. In addition to this, a comprehensive assessment of the contents

of suras that revealed during the process of boycott. Consequently, verses revealed

in the period before and during the boycott was evaluated by comparing the date

and text on the certain titles.

In the conclusion the general evaluation is made.