suydu evler - turuz.com · nâzım hikmet, romanya’yı sevdi ve say dı. romanya, nâzım...
TRANSCRIPT
Suydu Evler
NÂZIM H İKM ET ROMANYA’DA
Erem Melike Roman
ŞAFAKTA SUYDU EVLER
-N Â Z IM HİKM ET ROMANYA’D A -
EREM M ELİKE ROMAN
BROY YAYINLARI: 35 birinci basım: kasım 1987
VNâzım’dan Erem Melike'ye.
EREM MELİKE ROMAN
ŞAFAKTA SUYDU EVLER
-N Â Z IM H İK M ET ROMANYA’D A -
ŞÜfl YAYIN M ERK EZİ
BROY YAYINLARI
b r ö t
BU KİTAP N İÇİN HAZIRLANDI?
Sayın Okur,
Nâzım Hikmet, Romanya’yı sevdi ve saydı. Romanya, Nâzım Hikmet’i sevdi ve saydı. Bıı kitabın sayfalarından anlvy ocağınıza göre, Romanya büyük ozanın yurdundan ayrılışının ilk durağı oldu. 1951, 1957 ve 1962 yıllarında, Romenler tarafından bir onur konuğu olarak karşılandı. Romanya dan sanat ve kültür adamlarıyla her görüşmesinde, tanımak imkânını bularak takdir ettiği bu ülke hakkında daima sıcak, yakın, dostça sözler söyledi. O yılların kuruculuk faaliyetini heyecanla selamladı. Bir konuşmasında der ki: « . . . halkınızın sanatsal ve kültürel yaşamı için yeni yeni başarılı yapıtların verildiğini öğrendikçe büyük bir sevinç duyuyorum. Bunlar beni mutlu ediyor. İçtenlikle belirteyim, ki, kendi ailem saydığım bir ülkeye aittir.»
Evet, eski bir dostu saydığı Romen halkı ile her buluşma, onu bugünkü ve yarınki saadetini kurarken görme, kalbinde derin izler bıraktı. Romen halkı da, büyük ozana, daima' insana, insaniyete, dünyanın güzelliklerine açık olan sıcak kalbini ve edebiyatını sundu. Nâzım Hikmet’in ve Romen halkının aynı potada kaynaşan kalplerinin değerli ürünleridir bu kitabı oluşturan. Benim yaptığım, yorumdan el
den geldiğince kaçınıp zorunlu açıklamalarla yetinerek bunları derlemek oldu.
Nâzım Hikmet1 e dair Romanya’daki dokümanları, zamanın Romen gazete ve dergi koleksiyonlarını inceleyerek, yayınlanmış olan şiirleri, söyleşileri, detneçleri, yazıları, etütleri bulup Türkçeye kazandırmama olanak sağlayan Romanya Sosyalist Cumhuriyeti Akademi Kitaplığına teşekkürü burada bir borç sayarım. Böylece büyük ozanın yaşamına dair yayınlanan kitaplar dizisinde bir eksiklik daha giderilmiş olursa, bunun bana büyük mutluluk vereceğini aynıca vurgulamam gerekiyor.
Ağustos 1987
ŞAFAKTA SUYDU EVLER
— Nâzım Hikmet Romanya da—
EREM M ELİKE ROMAN
NÂZIM’IN ŞİİR DÜNYASI VE ROMANYA
Nâzım Hikmet’in duyarlı yüreğinin telleri, “yaşama bir kapı” saydığı Romanya, “yardıma koşan, ateşin yürekli insanlar” saydığı Romen halkının kendisine gösterdiği yakınlık ve güzel duygulan karşısında hep titredi. Şair yüreği, her buluşmada heyecanlandı ve o yıllardaki gayreti, şiirinin felsefi niteliği ile bu ülkeyi ve halkını anlamaya çalıştı. Karşısına yeni, bilinmeyen bir realite çıkıyordu. Şair, bu realite karşısında duyduklarını artistik imajlarla dile getirdi. Gözleri önünde yaratılanlara inandı ve inancının gerçek kılınmasını şiiri ile destekledi. “Romanya’ya Dair Lirik Röportaj” şiiri, onun Romenlere sunduğu, mis gibi kokusu yılların gerisinden günümüze kadar uçup gitmeyen narin bir çiçek demetidir.
ROMANYA’YA DAİR LİRİK RÖPORTAJ
NÂZIM H İKM ET
Bu yıl Kahire'de idim ama Bükreş’te yedim güneşi.Domatesti, çilekti, kirazdı ballı gölgesi idi ıhlamurların portakal şerbeti idi, buzlu ve 33 derece idi derimin üstünde saçları saman sarısı, kirpikleri mavi.
9
Bükreş’e ağaçlarla girdim.Taşa, asfalta, betona dört koldan saldıran ve onları yenen ağaçlarla.Ağaçsız insanın kederi •ölü yağmurlardır yağar içine.Bir erik ağacı tanırdım bir cezaevinde, avluda sırlarımı bilirdi.Kara günlerimde tuttu elimden.
Bükreş’te yeni evler gördüm.Ebem kuşaklan tve şafakta suydu evler.Braşov’da çıktılar karşıma •dağlarla beraber.Ve Karadeniz’de Mamaya’dan Mangalya’ya kadar. Fıskiyelerin sevinci evler.Rahatlığı ütülü, temiz çamaşırların. Mimarlar sağolun.Sözüm 57’den sonrakilere.
Ellerinize, gözlerinize kâğıdınıza, pergellerinize selam.Selam taşçılara, dülgerlere, montörlere, demiri dövenlere, betonu dökenlere, ağacı biçenlere, camcılara, ve bu işte bir tutam olsun
10
■emeği geçenlerin topuna selam.Selam Komitetul Çentral’in akima.
Evler içinde oturanlarla aydınlanır Günaydın 23 Ağustos Fabrikası işçileri, ve traktör fabrikası işçileri, ve devlet planı kâtipleri, günaydın. Günaydın uslu çocuklarla tatlı kocakarılar. Günaydın zeytin dalı kızlar.
Çalmak isterdim kapınızı içmek isterdim şıralı sebze çorbanızı ve külbastınızdan yemek, tatmak mamaligalı sarmanızdan.Kitaplarınıza bakmak isterdim.Belki adıma raslanm birinin kapağında, ve çevirmek radyonuzun düğmesini, dinlemek Anadolu havalarını.Yanıktır, erkekçe yanık, yiğittirler, ağırbaşlı.Çıktını Bükreş’tenkavaklar iki yanda uçsuz bucaksız.
Kamyonlar yerli malı, sığırlar semiz.Toprak elbirliği ile dokunan bir kilim.
Anadolum, Anadolum, ah benim Anadolum. Uçak uçuşu ile iki kanadık yerdesin burdan. Yırtık boş bir heybesin sıtmalı omuzlarında insanlarımın.
Anadolum, ah Anadolum,belki artık bir mezar boyu uzaksın benden.
Yaşamak güzel şey.Hep beraber yaşıyorsak güzeli.Romanya yaraştı kadınıma.Kirpikleri bir kat daha mavileşti.
Saçlarında Romanya’nın gökyüzü ile dönecek eve. Saman sarısı saçlarında firuze tarak ve yayia çiçeklerinin güneşli aklığı teninde, dudaklarında Karadeniz’in tuzu.
Hoşçakal halkın Romanya’sı Romanya’sı hepimizin, güveni hepimizin.
Gene görüşmek, kısmet olur inşallah.
Haziran 1962 - Bükreş
Türk okurunun sanırım pek az bildiği ve ilk defa Türkiye’de Edebiyat Cephesi Dergisi’nin Mayıs-Haziran 1980 tarihli sayısında tanıklığımla yayınlanmış olan bu şiir hakkında bir açıklayıcı not gerekli.
İN âzım Hikmet bu lirik röportajı klasik Romen dram yazan lon Lııca Caragiale’yi anma törenlerine çağrılı olduğu 1962 Haziranında Bükreş’te yazdı. Şiir iki kez Ro-
12
-menceye çevrildi: Tanınmış Romen ozan ve yazarların* dan Toma George Maiorescu ve Teofil Balş tarafından. Romanya Yazarlar Birliğinin yayın organı (o zamanki adıyla) Gazeta - Literarada ilkin 1962 Haziranında, daha sonra ise Nâzım Hikmet’in ölümü üzerine hazırlanan ‘‘Nâzım Hikmet'özel sayısı’nda (6 Haziran 1963) yayınlandı. Şiirin Romence adı: “REPORTAJ LİRÎC DESPRE RO- M ANÎ A” dır.
Bıı şiir daha sonra Romanya’nın Cluj-Napoca kentindeki DACİA yayınevinin 1974’te çıkardığı ve Dem Popescu’nun hazırlamış olduğu Privind Chipul Romaniei (Romanya’nın Çehresine Bakarken) adlı “Rofnanya üzerine yazılmış şiirler antolojisi”nde yer aldı. Bu antolojide Nâzım Hikmet’ten başka, Ispanya’dan Rafael Alberti, Guatemala’dan Miguel Angel Asturias, Mısır’dan Fuad Bedevi, Fransa’dan Guy de Bosschere, Sovyetler Birliğinden Yurii Kojevnikov, Bulgaristan’dan Ivan Ghenov, Yunanistan’dan Yannis Ritsos, İtalya’dan Salvatore Quasi~ modo ve Nijerya’dan Ahdul Yosun Romanya üzerine şiirleri bulunur.
Bükreş’teki aElectrocord" adlı plak evi de bu antolojiden esinlenerek bir uzunçalar hazırladı. 1976 yılında çıkan plakta, Nâzım Hikmet’in o unutulmuş sesinden, bu şiiri de vardır„
NÂZIM HİKM ET VE ROMEN ŞAİRLERİ
“Halkın Romanya’sı, güveni hepimizin” dediği Romanya’da Nâzım Hikmet’in gür sesi, bir hürriyet şarkıcısı olarak, Romen ozanlarının kalplerinde ve kafalarında kutsal titreşimler uyandırdı. Onun yapıtlarını Romenceye çevirerek tanıtmakla yetinmeyip ona dair şiirler de yazdılar. İşte 1954 yılından başlayarak büyük şair ile yakın dostluk kuran, bazı piyeslerini ve şiirlerini Romenceye çeviren ozan ve yazar Toma George Maiorescu’nun, 1965 yılında yayınladığı Sular Üzerinde Adımlar adlı şiir kitabında Nâzım Hikmet anısına yazdığı altı şiiri “Boğaziçi’nde Bir Kayık ve Bir Kalp” başlığını taşır.
BOĞAZİÇİ’N DE BİR KAYIK VE BİR KALP
TOMA GEORGE M AIORESCU
Birinci şiirDENİZ UĞULDUYOR
Dümende duruyorum.Koşuyor, kovalıyoı, uğuldayarak yıkılıyor yeniden baş kaldırıyor mosmor dalgalar.Yıldızsız gecede—
14
Boğaziçi’nde.Gök, bir çaput gibi geminin direğine asılı.Hilalin ucu bir minareye dayalı.Nereye koşuyor bu dalgalar, nereye?—Dinle kaptan, çekilen kürek seslerini...Tek başına bir kayık mı, fırtınada?—Deniz uğulduyor, deniz!Rüzgâr dalgaların ökçelerine vuruyor.Rüzgâr...—Ne sesidir işitilen gecede kaptan?—Rüzgâr, dostum rüzgâr...Uğuldayarak yıkılıyor, yeniden baş kaldırıyor, çiğneyerek, koşturarak, mosmor dalgalar.—Ver dürbünü kaptan...Suya devrilmiş bir ay gibi o beyaz kayıkta kim var...Kim fırlıyor bize doğru?—Kimse. Yok kimse.Rüzgâr o.Deniz uğulduyor.Deniz.—Evet, kaptan, deniz.Deniz uğulduyor.
v
Boğaziçi, Haziran 1963
15
İkinci şiirKUYRUKLU YILDIZ BENZERİ KAYIK
Nâzım; rüzgâr, deniz ve yıldızlarla bütünleşti.Artık yok aramızda.Yalnız rüzgâr, yalnız deniz, yalnız yıldızlar bir yaz gecesi masalı mırıldanıyorlar.— 13 yıl bile geçmedi aradan—Ama girdi o gece tarihe.Bir daha fırlamayacak GecedenYıldızsız, kara gökten Gizli koyun haresinden Bir minareye dayalı hilalden Mosmor dalgalardan Kuyruklu yıldız benzeri kayık.Güvertesinde yoktu ışığı Görmüyordu onu hudud bekçileri Yaklaşmıştı sönük ışıkları ile Yalnız biz görüyorduk onu Onda yanıyordu bir İNSANIN kalbi.
• Gazete— Literara, 24 Ekim 1963
Üçüncü şiirNÂZIM’IN KALBİ
Ateşini söndürmek istediler;Buzdan kazamata kapadılar.
16
Kalbinin atışlarını durdurmak istediler; zincirlere bağladılar — /Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının Karadeniz’de göğüslerini deldikleri hançerle 15 darbe indirdiler.Ama kalbi etmeye devam etti...Isırdın dudaklarını kanatıncaya kadar bastın yaralarına elinle, sustun, Nâzım.Acı ve güvenden fışkırdı—kazamatların çelikten buzunu eriten şarkıların—Hayır. Eşlik etmiyor' sana Nâzım, bizim geminin güvertesine kadar, iki yoldaşın, içi dolu, kıpkızıl bir el bombası gibi, patlayıverdi kalbin, Anadolu sahillerinde,Işık yağmuru içinde.Ve kalbinin özlü; olgun kızıl tomurcuklan dağılıverdi yeryüzüne.
Boğaziçi, Haziran 1963
Dördüncü Şiir KARA EN GEL
Bir duman gibi dağılıyor sis.Öperim seni, Nâzım’m toprağı,Anadolu.Öperim seni, kolumda yas şeridi ile.Senin evladın, Anadolu,Nâzım Hikmet,
17
dönmeyecek artık bağrına.Dünyanın tüm yollarını tepti, ülkeleri, kentleri, töreleri tanıdı, süpersonik uçaklar Okyanus gemileri ile gezdi.Ama kalbine en yakın yol, sana gidendi.Daima vardı önünde kara engel.Senin en ufak bir işaretine koşuverirdi, Anadolu, nerede olursa olsun, sahillerden, uzak illerden, yaya, hatta çıplak ayakla bile, bataklık ve orman içinden bir kara ekmekle torbasında, geliverirdi, sana.Ama yolunda, kutsal Anadolu, indirilmişti Nâzım için bir kara engel.Öperim seni Nazım’m toprağı,Anadolu.
Boğaziçi, Haziran 1963
Beşinci şiirLAHAVLE
Anadolu,Yumuşak dağ etekleri, çatlak tabanlı balçık köyler,
18
Dertlerin kamburlaştırdığı evler.Mercan minareye çıkan sarımtrak sakallı bir imam karşılıyor ufukları genizden bir sesle:«Lahavle».
Altın sahilde, gümüş villalar, beyaz yelkenli kayıklar.Bir tümsek arkasında toprak yüzlü bir köylü bir kadın, iki çocuk ve bir köpek.Tablaların önünde, sıralarda bal gibi dilleri ipekten takkeleri bağdaş kurmuş esnaflar nargile çekerler «Lahavle».
İhtiyar yüzlü gençler sakatlar, körler, çolaklar dilenen eller Okaliptüsler altında titrer masmavi havuzlar.Hasta mandalar, çeker karasabanları.Lahavle... Lahavle... Lahavle...Anadolu.
Boğaziçi, Haziran 1963
19
Altıncı şiirYÜKSEK GERİLİM HATLARI
Çağm yüksek gerilim hatları geçti senin kalbinden,Nâzım.Kış günleri yatırdın gövdeni, hücrenin donmuş çimentosu üstüne, ama kalbin hep attı.Guadalajara'yı koruyanların kızgın kurşunlarında Volga’yı savunanların terli gömlekleri altında. Yumuşacık yataklara yattın çarşaflan deniz köpüğü gibi beyaz dünyanın en büyük otellerinde.Ama kalbin hep attı
Kübalı sakallıların kaderi için ve Robeson’un şarkısı
Güneşin kadehini dudaklanna koyan zenciler ve Picasso’nun tabloları,
Anadolu’nun toprak yüzlü yağız köylüsü, Gagarin’in erkek ve kız kardeşlerinin uçuşu, Devrimin kristal saflığı ve sonsuzluğu için.
Kalbin acılan ve ayrılıklan tanıdı her çeşidi, her maskesiyle,/vay, onların en zoru— göçü/Tanımadı asla sükûnetin kuştüyü yastığını idealden ve insanlardan ayrılmayı.
20
Tanıdın Nâzım, Kuzey ve Güney Kutbunu, balıkların, meyvalann, ağaçların adını, körfezleri ve şarkıları tütün tadını, şarap nektarını.Okşadın samansarısı ve kapkara saçlarını en güzel kadınların,Büyükdere sulan gibi mavi gözlerin keşfetti sırlarını onlann.Bulutların üstünde uçtunve seyrettin yıldızlar gibi serpili okyanuslan.Ve yıldızlann altında gezdin okyanusa uzaklardan düşmüş yıldızlar gibi ışığa donanmış gemilerle.Açlığın tadını tanıdın, açlık grevinin de, yeryüzü yemeklerinin de.Asla unutmadınmilyonlarca insanın hâlâ açlık çektiğini.Dünyanın bütün şehirlerinde dostlar kazandın, binlerce beyit yazdın,
—her biri endişe, sevinç, aşk, ümit dolu kilovat —ışık yüklü beyitler.
Ve geçirdin onlan çağın yüksek gerilim hatlanndan, kalbinden,yaktın onlarla kocaman güven ışıldaklannı Beyazıt Meydanı’nda, Krasnaia Ploşciad'da,Place de la Concorde ve Piata Palatului Meydanında.
Krasnaia Ploşciack Moskova’daki Kızıl Meydan Place de la Concorde: Paris’te Concorde Alanı Piata Palatului: Bükreş’teki Saray Meydanı
Binlerce beyit yazdın, Nâzım.Yine de senin için en güzel gazel kaldı daima:
« Anti-Dühring».Belki de ondan, mudaka ondan çağın yüksek gerilim hatları geçerek senin kalbinden, bağlanıyor bu kadar kuvvetle kalplerimize,
Nâzım.Boğaziçi, Haziran 1963
NÂZIM’DA HALKININ ÖZÜNÜ TANIDIM
Nâzım Hikmet’in anısı, Romen dostlarının kalbinde daima canlıdır. Günümüzün tanınmış Romen kadın şairlerinden Nina Cassian ile “Bükreş Radyosu-Türkçe Yayınları" için yapmış olduğum söyleşide bunu görebiliyoruz:
— Sayın Nina Cassian, sizi yalnız duygusal bir şair olarak değil; vokal ve enstrümantal müzik bes- teleyicisi, kitaplarını resimleyen grafikçi, birçok edebi eseri Romenceye kazandıran çevirmen, Romanya Devlet Ödülü ve Romanya Yazarlar Birliği Ödülüne hak kazanan bir yazar ve sanatçı olarak da tanıyoruz. Şiirlerinizden kimileri Türkçeye çevrilerek, “Varlık”,
22
“Eleştiri”, “Yazko-Çeviri” ve “Sanat-Edebiyat ’81” dergilerinde, “Dünya Halk ve Demokrasi Şiirleri’ nin üçüncü cildinde yayınlandı. Bu dergiler; şu anda oturduğumuz masanın üzerinde bulunuyor. Çeviriler yolu ile kurulan halklar arası manevi kültür köprüleri hakkında düşüncelerinizi rica edeceğim. Bu bağlar, Romen ve Türk halkları arasında daha iyi tanışmaya, daha çok yaklaşmaya nasıl yardım ediyor?
NINA CASSIAN — Bir yazar ya da bestekârın eserlerini yarattığı çalışma odasının yalnızlığı onun için pek gerekli olmasına rağmen, aslında bu son derece dolu bir yalnızlıktır. Çünkü, çalışmanın bu canlı laboratuvarında, gerçek yaratıcının hitap etmek ihtiyacını duyduğu büyük bir insan kitlesinin sesi ve yankısı vardır. Her satırımı, bir kalbe, bir mantaliteye, bir topluma ve mümkünse geleceğe bir kurşun gibi saplamayı düşünmeden yazamam. Böy- lece halktan halka kurulan ilişkiler, yalnız karşılıklı tanışma için değil, bu kadar dramatik ve çalkantılı dünyamızda, karşılıklı saygı ve birlikte yaşamak için zorunludur bence. Bir halkın tarihinin yanı sıra, onun dilini ve sanatını da incelemek gerektir. Çünkü, dil, o halkın genel ve konkre tecrübelerinin bir sentezidir. Bir insanın ömrü, dünyanın bütün dillerini incelemeye elbette yetmez ama, en azından çevirilerle edebiyat, imajlarla resim, sesle müzik, kısacası sanatın her türü, bir halktan diğer bir halka sıcaklık, yakınlık götüren bir yoldur.
Bilindiği üzere şiir çevirmek pek zor bir iştir. Benim ana dilimde yazdığım şiirleri, başka bir dile çevirmek gibi bu gayet zor vazifeyi üzerlerine alanlara teşekkürü bir borç bilirim. Öyle ki, bazı şiirlerimin Türkçeye çevrilmesine pek sevindim.
23
— Türkiye’yi hiç ziyaret ettiniz mi?
NİNA CASSİAN — Türkiye’ye iki kere gittim. Genellikle turistik gezilerde olduğu gibi kısa bir süre içinde, diyebilirim ki yıldırım hızıyla gezip tozdum. Ama izlenimlerim hâlâ canlıdır. Bir gezgin için coğrafik güzelliklerden kuşkusuz daha doğal olanı, Türk halkının ruhunu gezmiş olmam ve bunu, büyük şair Nâzım Hikmet’i tanıdıktan sonra tutkuyla istediğim bu buluşmayı gerçekleştirmem, benim için eşsiz bir değer taşır. Onunla insanın konumu, insanların sorunları hakkında derinliğine konuşmak saadetini tattım. Birçok şiirimi ona adadım. Türk halkının bu seçkin temislcisinde halkının özünü tanıdım ve kendimi bu halka pek bağlı sayıyorum.
Nina Cassianm Nâzım Hikmet’in anısına yazmış olduğu şiirlerden birini 12 Eylül 1963 tarihli Gazeta-Lite- rara Dergisinden okuyalım:
CANLI OLANLAR
NİNA CASSİAN
Şair Nâzım’arasladım yeniden deniz kıyısında.Gür bir nehir koluydu sokakların güneşinde dağınık.
24
Yüzümü yıkadım bir çeşmenin billur suyunda. Baktım dünyaya onun mavi gözleriyle.
Demesin kimse bana yapraklar, taşlar, bulutlar böcekler, deniz köpükleri ondan daha canlıdır.
İnsanlık karşısında bağrı açık duranı korur insanlıkanıların kalkanıyla ölümden.
Romen ozanları yalnız Nâzım Hikmet’e şiirler adamakla kalmayıp, çeviri çalışmaları sırasında başka ülkeler ozanlarından rasladıkları Nâzım Hikmet’e dair şiirleri de Romen okurlarına tanıtırlar. Tanınmış Romen şairlerinden Radu Boureanu, fransızcadan çevirerek Bükreş’te yayınladığı Belçika Şiiri Antolojisinde (1968) şair, eleştirmen ve gazeteci Charles Moisse’nin *Nâzım Hikmet'e M ektup” şiirine de yer verir.
25
NÂZIM H İK M E T E M EKTU P
CHARLES M OISSE
Biliyorum, Nâzım Hikmet, Prag’a gelmemiş olsaydın Bu kadar nefesli olmazdı hayatımı derinleştiren
şairlik.Yüzünde beliren tebessüm, sisleri, delen yıldızdı.Ve semaya şavkını katıyordu uzun bakışların. Bağrındaki engin kalbin saflığını bilirim.Kongre basamaklarında izledim adımlarım Ve soluk benzine bakarken, dedim çoğu kez; “Cesareti büyük, duru denizler kadar sâkin.”Beyaz kâğıtlara ne şiirler döktün?Ne yapıyor, batan ufuklarda kahramanların? Düşüncelerinde çağlıyorsun, dinliyorum olduğum
yerde seni.Bil ki soluverdi, sevdiğin karanfillerin.Kemanlara sesleniyorum, bulutlar altındaki nidalara Sen, insanlara yüreğinden ateş yakan Neler çektin, neler gördün, bir radardır kalbin, Beyhûde yere öldü dün burada, maden ocaklarında
senin gibi yürekli üçyüz işçin.
NÂZIM’IN TİYATRO DÜNYASI
VE ROMANYA
“Tiyatroyu çok seviyorum. Gönlümü öylesine kaptırdım ki ona... Yapılacak çok şey var— Her oyunda ele aldığım konu için yeni hir şekil, dramatik açıdan ve sahneleme açısından yeni hir üslup hulmaya çalışıyorum.” diyen Nâzım Hikmet, ■ gerek Romanya’da, gerekse haşka ülkelerde karşılaştığı Romen yazar ve gazetecilerinin hu konudaki sorularına daima sevecenlikle yanıtlar verdi. Bu konuşmalar, Nâzım Hikmet’in oytCn yazarlığını anlamak bakımından, yeni hilgiler getirdiği için de önemlidir. Onun tiyatro dünyasına daha iyi yaklaşmak, ancak hu bilgilerin ışığında olanaklıdır. Bu konuşmaları tarih sırasıyla veriyorum. ..
İlki, Toma George Maiorescu’nun 26 nisan 1957 tarihli “Contemporanul” dergisi için yaptığı konuşma:
NÂZIM H İK M E T - GELENEK, STİL, VE YENİLİK
TOM A GEORGE M AIORESCU
Nâzım Hikmet ülkemizde. Fethedici tebessümü, mavi gözlerinin berraklığı ve sükûneti, herkese dikkat gösteren mütevazi tavrı, yapılan şakalara katıla katıla gülen, henüz tanıdığı muhatabıyla en içten yaratıcılık endişeleri
27
ni paylaşan, şair, yazar, senaryocu, dramaturg ve aynı zamanda vatandaş-yazar, halkların barışı uğrunda savaşçı Nâzım Hikmet aramızda. Yalnız saçlarındaki beyaz teller biraz artmış, gözlerini halkalayan kırışıklıklar biraz daha derinleşmiş olarak... Ama hep neşeli, konuşkan, aynı sade insan. Bundan iki yıl önce, Varşova’da bir sokakta itiraf ettiği eski bir özlemini gerçekleştirdi böylece. 6 yıl önce “yaşama bir kapı” saydığı ülkeyi ziyaret fikri, hep kafasında idi. Romanya, şairin dediği gibi “bizim” ülkemiz, yani hapisaneden çıktıktan sonra konakladığı ilk yerdir. Dört gün kalmasına rağmen, anılar kalbinde ve kafasında canlı. Çoktan anlattığı bir olayı anımsıyorum. Bir köyümüzden geçerken, onun adını işiten bir köylü Nâzım Hikmete yaklaşarak." “Sen Türk şairi Hikmet misin?" diye sormuş. “Evet.” Köylü manalı manalı gülümseyerek: “Neden serbest olduğunu biliyor musun” diye soruyor ve yanıt beklemeden ekliyor: “. . . Biz, köyümüzde geçen hafta senin için bir protesto toplantısı yaptık.”
İşte o zamandan beri Nâzım Hikmet’in halkımıza dair izlenimi: yardıma koşan, ateşli, yürekli insanlar.
Nâzım, ülkemizi ziyaret özlemini çoktan gerçekleşti- rebilirdi. Çünkü son yıllarda o kadar ülke gezdi ki. Yalnız sosyalist ülkeleri bir düşünürsek, Sovyetler Birliği şehirleri, sonra Pekin, Prag, Budapeşte, Varşova... Ve buna rağmen... Zaman mı? Evet, biliyorum... Yaratıcılık planı, Dünya Barış Konseyi, kalbi... Nâzım Hikmet yeniden ağır bir kalp krizi geçirdi. Bu ziyareti ülkemize, Çekoslovakya’da Iesenik sanatoryumundaki tedaviden sonra yapıyor. Doktorlar, ona heyecanı, yorgunluğu, hatta hareketi yasak ettiler...
28
Ve buna rağmen işte “Bir Aşk Masalı”, “Yusuf ve Zeliha”, “Enayi”, “İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?” ve diğer piyesleri Moskova ve Varşova, Biga ve Prag, Berlin ve Aşhabad, Laypzig ve Bratislava, Sverdlovsk ve Kra- kovya sahnelerinde kapalı gişe oynayan, seyircilerin alkış tufanına boğduğu O, şimdi Romanyada.
Arkadaşlarımın pratikte yoklamış oldukları ve bu katlar iyi neticeler veren denenmiş raportör sorusuna başvurdum:
— Ne üzerinde çalışıyorsunuz?Nâzım, bu sorunun “yeniliği” ve “orijinalliği’ nden
hoşlanmış olacak ki, bir saniye düşünceye daldı ve monoton bir sesle sıralamaya başladı:
— Polonya sineması için, bildiğin o Yusuf ve Zeliha piyesinden bir senaryo yazdım. Bundan birkaç hafta önce Prag’da Prag Saaderi piyesini tamamladım. Şöhret piyesi üzerinde çalışıyorum. Gayet ağır bir işe de giriştim, benim için gerçek bir sınav: Büyük Oktobr Sosyalist Devrimi 40. yıldönümü için bir piyes. Umarım ki bu piyesi anlatmamı istemeyeceksin.
— Şimdilik istemiyorum. Ama dram yazarları yararına bir şairi kaybettiğimizi teessürle görüyorum.
— Sanırım ki yanılıyorsun. Şiire ihanet etmedim. Şimdi de şiir yazıyorum, ama daha az. Şiir, çok gençlik, tazelik, cüret ister. H ele benim yaşımda bir insan için dinç bir sağlık ister. İyi şiir yazmak, çok zor bir iştir. Doktorlar da bu zor işlerden kaçınmamı istediler.
— Demek ki dramaturji, o kadar zor bir yazı türü •değil!
29
— Şiir yoğunlaştırılmış (kondanse) dramaturjidir. Dra- maturji, harekete daha geniş hir saha veriyor.
— Evet bu doğrudur. Ama bir şeyi izah edemiyorum. Piyeste “günün” en acil sorunlarını ele alarak, tümüyle aktüalite içine giriyorsunuz; buna karşılık son yıllardaki şiirlerinizde, gayet kişisel duygu ve haller, bazen de keder dalgaları hissediliyor...
— Ev et, şairlere bazen kederli olmak hakkını tanımayanlardan değilsin. N e yapalım. Bazı şairler kederli. Belki de hastalıktan... Şiirlerimin çoğu kez kişisel niteliği olduğu doğru. Burada bir şey daha var. Şuna inanıyorum ki, şiirlerini yaşama bağladığın takdirde, bizim için kutsal olan fikirlere daha iyi hizmet edersin. Ama bu bağlantı, iplik görünmeden yapılmalıdır. Piyeslerimde, kişilerimi diktiğim iplik'henüz görülüyor. Öğreneceğim daha çok şey var. Zaten ajitasyon yapanın ustalığı sonunda —ki her şair bir ajitasyoncudur— onun ajitasyoncu olduğunu kimse farketmemelidir. Piyes yazarından daha iyi bir şairim, (parantez içinde şunu söyleyeyim ki, hem şair ve hem dramaturg olarak zayıfım.)
— Bunu not etmeyeceğim.— Rica ederim, not et. Fikirlerimi söylemekte serbest
değil miyim?
— Hatırladığıma göre, Moskova’da yayınlanan piyeslerinizi kapsayan cildin önsözünde, “sosyalist realizmin, militan dramaturg olarak sizden, halkınızın en ileri dram ve tiyatro geleneği, insanlığın bu alandaki en iyi gelenekleri karşısında yaratıcı bir tavır takınmanızı istediğini, şablona karşı faal bir mücadele ve yenilik getirmeniz ge
30
rektiğini” yazdınız. Bizim ülkede de son zamanlarda bu konuda tezatlı tartışmalar oldu. Öyle ki, gelenek ve yenilikçilik sorununda, fikirlerinizi rica ediyorum.
— Dikenli bir sorundur bu. Her şey deyi önce bir açıklama. Pek uzak olmayan bir geçmişte —bereket ki geçti bu— mazinin mirası hakkında tuhaf bir görüş hakimdi. Evrensel sanat ve edebiyat mirasından, insanlığın asırlar boyunca yaratmış olduğu en değerli şeyleri benimsemek vazifesinden bahsedilirken, genellikle bu miras, Antik Yunan, Rönesans ve Avrupalı realistlerin sanatına mahdut tutuluyordu. Asya’da, Afrika’da ve Amerika’da büyük ve eski kültürlerin mevcudiyeti unutuluyordu. Doğu halklarının bıraktıkları muazzam kültür mirasını da belirtmek isterim. Dolayısıyla paradoksal bir durum vardı: batıda, doğu kültürü geleneklerinden, örneğin Iranlı ve Osman- lı minyatürleri renklerinden, Çin ve Japon çizgilerinden pek çok şey öğrenmiş olan Matisse vb. burjuva ırkçıları tarafından, "aşağı ırklar”m tesiri altında kalmakla itham ediliyordu. Bizim sanat eleştirmenlerimiz de, onları "formalist” ilan etmişlerdi. Heykeltraşlıkta, Antik Yunan etkisi olmasına rağmen, Hint, Çin, Endonezya vb. heykeltraşlı- ğınm da etkileri vardır ve bunlar dikkatle incelenmelidir. Bundan dolayı, dramaturji geleneklerinden bahsederken, Çin klasik opera ve tiyatrosunun maskeler, konvansiyonlar, öz sözlülük gibi özelliklerinden, Hint tiyatrosunun az hareketi müzikle bağdaştırmak gibi özelliklerinden ders almalıyız. Demek ki evrensel kültür mirasını çok geniş anlamda kabul etmeliyiz. Yenilikçi olmaya gelince, eminim kî bütün klasikler, yenilikçi oldular. Gerçek artist klasik olmaya çalışırken yenilikçi olmaya da çalışır, yani yaşadı
31
ğ ı devrin ruhunda yazar. Gelenek hir başka deyimle, kültürün konkre, ulusal ifadesidir ve bir kelepçe değil, daha uzağa atlayabilmek için bir tramplen olmalichr. Bugün, dünden daha iyi yazılmadığını iddia etmek, tuhaf kaçar. Nasıl geçen asrın şairlerinin kullandıkları komünikasyon vasıtalarını bugün kullanmak tuhaf ise.
— İfade vasıtaları sorununa değiniyorsunuz!— Evet. Yalnız bunu değil çağımızın stilini de düşü
nüyorum.
— Bu stilin nitelikleri nelerdir?— Her şeyden önce realisttir (pek tabii nüanslı, ga
yet çeşitli ve komple yönleriyle). İnsanın yaşamını, daha kesini alâlâde insanın, halkın yaşamını yansıttığından realisttir, özlüdür, direkttir, sahte duygusallıktan, abartmadan uzaktır, gayet dinamiktir. O kadar incedir ki, naylon bir çorap gibi, giyildiği zaman yalnız bacağın görünmesini önlemediği gibi, onun güzelliğini de ortaya çıkarır.
Demek ki gelenek ile yenilikçilik arasında tezat yaratmak. sahte bir sorun yaratmaktır. Yaşamda böyle bir sorun mevcut değildir.
— Son bir soru: Mihail Şolohov’un “Innostrannaia Li- teratura” Dergisinde teklif ettiği “yazarların bir yuvarlak masa toplantısı” hakkında fikriniz nedir?
— Böyle bir toplantıya var gücümle taraftarım. Yalnız bir yuvarlak veya dört köşe bir masa etrafında bir kere toplanmak yeterli değildir. Günlerce, haftalarca konuşsan bile, yine de sorunları tüketmekten uzak kalacaksın. Tüm ülkeler yazarları (faşistler ve ırkçılar hariç) aralarında daimi kişisel bağlar kurmalıdırlar; birbirlerini resmi değil, evle
32
rinde ziyaret etmelidirler. Zaten kanaatimce yazarların —diplomatlar gibi— her ülke için vizesi olmalıdır. Yalnız mektuplaşmalarla değil, faal polemiklerle canlı fikir teatisi yapmalıyız. Bu, barış davasını kutsal sayan tüm dünya yazarları arasındaki dostluğu önemli derecede kuvvetlendirebilir.
Evet... pek çok tartışma olabilir, ama her şeyden önce yazarın vazifesi yazmaktır. Hem de halkın emellerine uygun olarak daha iyi daha da iyi yazmak...
Ayrılırken Nâzım Hikmet’le tamamen mutabık olarak, bu konuşma içjn .teşekkür ettim.
NÂZIM HİKMET: KAFAMDA SÜREKLİ
YARATIR VE YAZARIM
SANDA FAUR
Roman kadın gazetecilerinden Sanda Faur’ un 15 Nisan 1957 tarihli "Flacara” dergisinde bu başlık altındaki yazısı:
Nâzım Hikmet’i meslek icabı bir görüşmedie değil, Çekoslovakya’daki bir dinlenme evinde birlikte geçirdi ğimiz birkaç hafta süresinde tanıdım.
Artistik kişiliği o kadar özgün ki, bohem veya ek- zantrik gösterilere ihtiyacı yok. Yegâne ekzotik jesti, yakın tanıdıklarını, elini önce dudağına, sonra alnına ve kalbine götürerek şark usulü selamlaması. Zaten onu tanıyınca, mütevaziliği, konuşkanlığı insanı fethediyor:
33
Iesenik’te “Joly” gibi iskambil kağıtlarının enternasyonal dilini kullanarak nice sayısız dostu ne kadar sadelikle kazandığını hatırlıyorum. Zaten sanatkârın alayla dediği gibi doktorların ona izin verdikleri tek “entellektüel” faaliyet bu idi. Şiddetli bir kalp krizi geçirmişti. Sanırım ki yaratıcılık faaliyetine bir süre ara verme, sanatkâr için Tan- tal’m eza ve cefası gibi oldu. Çünkü gerçekten şaşılacak bir yaratıcı temposu var. İki hafta sonra Prag’da rastladığımda 14 günden 7’si içinde bir tiyatro piyesi yazmış olduğunu hayretle öğrendim. Prag’a ve bu şehrin meşhur saatine hasredilmiş bir piyes. Piyesi ona Çek artisti Sonja Danielova esinlemiş. Pantomim çalışmaları da yaptığı Moskova’dan dönen ve Nâzım Hikmet’in piyeslerinin (reel olayların soyut semboller, tutkulu entrikaların en ince felsefi fikirlerle kaynaşması) özelliğini iyi bilen artist Sonja, içinde pantomim de olan bir piyesi neden yazmadığını ona sormuş. Anlaşılacağı üzere soru da vaktinde sorulmuş. Çünkü yazar dramatik bir eserde pantomim ve Çin pantomim unsurlarını sıralamayı çoktan istiyormuş. İşte Hanuş saatine dair eski hikâyeden “Prag Saatleri” piyesi böylece doğmuş. Piyesin ana kahramanı sağır ve dilsiz bir genç kızdır, Kompleks ve tezatlı ruhsal durumlarını yalnız jest ve mimikle anlatması gerekir. Burada piyes üzerinde ısrar etmeme yer yok fakat yoğun ve pitoresk dramatik çizgisi çok ilginç. Piyes, orta çağların Prag’ını sahneye getiriyor. Komik ve trajik elemanlar birbirini izliyor. Rönesans tiyatrosundan, modern psikolojik tiyatroya, Çin klasik operasına geçiliyor. Ve bunların tümü, piyesi kendi türünde biricik örnek yapıyor. Yazarın önerisine göre, piyes temsil edilirken, temsil salonu ve holler, orta çağ stilinde süs
34
lenmiş olacak, seyyar satıcılar kılığındaki artistler, salonun dibinden gelerek, seyircilere program, pasta, meşrubat satacaklar ve sonra sahneye çıkacaklar, perde açıldığında sahnede orta çağa mahsus bir pazar görünecek ve gerçekten tüccar rollerini oynamaya başlayacaklar.
Nâzım Hikmet’in nasıl yarattığından bahsetmiştim. İşte anlamlı bir ayrıntı: doktor tarafından bağlandığı (evet gerçekten bağlandığı) koltuktan “Prag Saatleri” piyesini dikte etmiş. Çünkü yaratırken, çok gezmek alışkanlığı olduğundan ve bir aşağı bir yukarı bu yürüyüşün onun kalbini pek yormasından dolayı, doktor ondan hareketsiz kalmasını istemiş. İki gün içinde piyesin planını kurduktan sonra, diğer beş gün içinde Sonja Danielova’ya rusça dikte etmiş. Artist de Çekçeye çevirmiş. Piyesi okurken, konunun dolambaçlılığı, kişilerin sayıca çokluğu ve karakter bakımından derinliği, bundan birkaç yüz yıl önceki Prag’ın renk ve havasının öncelikle yaratılması karşısında insan hayrette kalıyor.
Bu kadar kısa bir zaman içinde bir insan fantazisinin böyle karmaşık, yoğun ve doyurucu bir hikâyeyi yaratmasının mümkün olamayacağını söylemek cesaretinde bulundum. Sanatkâr şunu açıkladı: “Size, yarattığımı değil, yazdığımı söyledim. Her zaman kafamda yaratır ve yazarım. Yaratmak için de kağıt ve kalem mutlaka gerekmiyor. Buna hapishanede alıştım!”
. . . Nâzım Hikmet bu ilkbaharda, Romanya’yı ziyaret etmek istediğini söyledi. Zaten karşılaşmamızdaki ilk kelimeleri de, hapisaneden sonra gelmiş olduğu ilk ülke olan Romanya’da geçirdiği dört günün kendinde bıraktığı izle
35
nimlere dairdi. Bizim aktüel kültür hayatımızı yakından tanımaya çok ilgi gösterdi. Ülkemize bu ikinci ziyaretini sevgiyle bekliyoruz.
TİYATRO İÇİN AKTÜEL BİR KONU ATOM BOMBASI!
ROGER CIM PEANU
Bu başlık altında Roger Cimpeanunun 21 Nisan 1958 tarihinde Prag’da yazdığı ve 25 Nisan 1958 tarihinde “Contemporanul” dergisinde yayınladığı konuşma:
Paris’e doğru yolculukta Nâzım Hikmet Prag’a da uğradı. Otelin holünde rastlaştık. Berliner Ensemble’ nin o günlerde Çekoslovakya başkentinde verdiği temsillerin afişi holde asılı idi. Şair, bana beş dakikasını zaten bunun için vermişti.
— Helene Weigel'i, Mutter Courageda ikinci kere göreceğim. Gecikmek istemiyorum.
— Bir yıldırım sorusu. Ne üzerinde çalışıyorsunuz?— Yeni hir piyes yazıyorum. Yansından fadası hazır.
— Başlığı ne?— "Damokles’in Kılıcı."
— Konusu?— Gayet aktüel: Atom bombası. Gençliğinde yaşamış
olduğu ortamda hor görülen, aşağılık duygusu taşıyan bir
36
Amerikalı, 'pilot olduğunda eline atom bombası yüklü bir uçak verilince, dünyaya hükmetme sarhoşluğuna kapılıyor. Hor görülmüş olan o insan, şimdi bir felaket tanrısıdır. Dünya kendi elindedir, dünyanın hakimi odur. Kıyıma" neden olabilecek bir delidir.
— Sonunda nş olacak?— Piyes henüz tamamlanmış değil... Başka bir za
man söyleyebilirim.
— “Damokles’in Kılıcı” piyesinden başka ne gibi çalışmalarınız var?
— Şiir yazıyorum.' Zaten mesleğim bu. •
— Teşekkür ederim. Beş dakika doldu. Geç kalmayınız. ..
NÂZIM HİKM ET VE ÇAĞDAŞ TİYATRO
CAROL ROMAN
Bu başlık altında eşim Carol Romanın 1959 yılında, Romanya Yazarlar Birliğinin haftalık yayın organı “Gazeta Literara” için yaptığı konuşma:
Nâzım Hikmet, Moskova yakınındaki Peredelkino’da, "Yazarlar Köyünde” orman içindeki şirin villalardan birinde oturuyor. Romanyalı dostlarınca arandığını öğrenmenin sevinciyle, bizleri öylesine coşkulu karşıladı k i...
37
Türk stilinde döşenmiş, yumuşacık yastıklar dizili, man- gallı, sinili, nargileli verandada hemen söyleşiye dalmıştık. Civa gibi canlı, sürekli bir şeyler arayan, çevresindeki her şeyle, ilgili Nâzım’ı dinlemek doğrusu büyük bir zevk. Daha sözünün başında, son günlerde hep oyun yazarlığı konusu üzerinde çalıştığım, oyun yazarlığını ne denli sevdiğini açıkladı.
— Şimdi oyun yazarlığı üstünde çalışıyorum, dedi. “Damokles’in Kılıcı” adlı oyunum halen Moskova, Prag ve Pilsende oynuyor. Son yıllardaki yapıtlarım arasında, tyundan iki yıl önce Romanya’ya yaptığım gezi sırasında da tasarladığım ve yazmaya haşladığım “Son Durak” yahut "İstasyon” adlı oyunumu sizlere anımsatmak isterim.
— “Damokles’in Kılıcı"ndan sonra başka oyunlar da yazdınız mı?
— Evet. Yeni bir oyunumu bitirmek üzereyim: "Tar- tüf 1959”. Aslında basit bir fikre dayanıyor. Klasik “Tar- tüf”üx günümüz kapitalist ülkelerinden birine aktarıyorum, orada yeniden yaratıyorum. Tabii, eski Tartüf ile çağımızın Tartüfü arasında büyük farklar var. 1959 yılında yaşayan Tartüfün elinde teknik ve yeni demogojik silahlar var. Ağzından güya “demokrasi” sözcüğü de hiç düşmüyor. Halkın yaran için kendini feda ediyor güya, ‘‘büyük bir vatansever”. 1,959 yılının Tartüfü kısacası, yirminci yüzyılın ortasında bir burjuva demagogu. Ama çağdaş Tartüfün ikiyüzlülüğü eski Tartüf e oranla pek de kolay yürümemektedir. Yani Tartüfçülük sorunu çağımızda çözümlenebilir. Çünkü halklar artık demogoji-
38
den hoşlanmamakta, demagogların maskelerini aşağıda indirip yolundan atmaktadır.
Nâzım Hikmet daha sonra da başka yeni oyununun elyazısı kopyasını bizlere gösterdi. Genç bir senaryo yazarı Bayan Vera Tuliskova ile birlikte tamamladıkları oyunun şimdi Ermolaeva Tiyatrosunda provaları yapılıyormuş.
— Bu oyunda da Sovyet yaşamına dair bir konu işleniyor, dedi. İlk bakışta birleştirilemeyecekmiş gibi gözüken elemanları bir araya getirmeye çalıştık. Tabii eklektizme düşmemeye dikkat ederek. Oyunda 1959 yılı Moskova’sının yaşamı, komsomol ekiplerinin iş başındaki disiplinsizliğe karşı çalışmaları, 1959 Moskova Film Festivali, nüfus sayımı, konut sorunu vb. canlandırılıyor. Oyun, yedi yıllık üretim planı içinde birçok felsefi sorunları kapsıyor. Örneğin; Sosyal yaşamda zorunluk ile özgürlük arasındaki ilişki nedir? Sosyalist bir ülkede kuşaklar arasındaki ayrılıklar, farklar gene var olabilir mi? Hatta, insanlığın gelecekteki, 100-200 yıl sonraki sorunlarını da ele alıyor. Oyun, Oktobr Devrimi’nin 42. yıldönümü onuruna sahnelenecek.
Nâzım Hikmet’irr yaratıcılığıyla ilgili gizlerini, tasarılarını öğrenmeye karar vermiştik bir kez. Bu nedenle sorularımızı sürdürdük. Daha başka ne yazmayı tasarladığını sorduk.
— "Artı ve Eksi” dedi.— “Artı ve Eksi” mi?— Evet, evet... oyunumun adı “Artı ve Eksi” olacak.
Yine Sovyet yaşamından bir konu ele alınıyor. Genç birişçi kızın, gene genç bir işçi olan arkadaşıyla arasındaki aşk
39
öyküsü. Genç kız, ciddi ve ilke sahibi olmayı yanlış anla~ dtğından, katı, sekter }?iri haline dönüşerek, konformist bir tip oluyor. Sevdiği genç ise, meziyetleri olan, henüz olgunlaşmamış biri. İşte bunlar... kinayeli bir komedinin ana hatları.
Nâzım Hikmet’in oyunlarının şu an Sovyetler Birli- ği’nde, Çekoslovakya’da, Demokratik Alman Cumhuriye- ti’nde sahnelendiğini biliyorduk. “Aşk Efsanesi” ve “Enayi” adlı oyunları Japonya’da da büyük ilgi görmüştü. Ama biz, oyunlarının öteki ülkelerdeki durumu hakkında da kendisinden bilgi almak istedik.
— Oyunlarınızla ilgili daha başka ülkelerden ne haberler var? dedik.
Gülümseyiverdi Nâzım Hikmet ve ayağa kalktı, içeri geçti. Biraz sonra elinde koca bir paket mektupla döndü.
— Bunlar, dedi, sanırım sizi benden daha iyi yanıtlayabilir.
Birlikte mektupları incelemeye koyulduk. Biri Fran- sadan, öteki Arjantin’den, daha birçok ülkeden... Editörler, tiyatro yöneticileri, rejisörler, ülkelerinde, onun oyunlarını kitap halinde yayınladıklarını, repertuvarlanna aldıklarını bildiriyorlardı. Kimi rejisörler ise çeşitli oyunlarının kahramanlan hakkında kendisinden ayrıntılı bilgiler istiyorlardı.
— Tiyatroyu çok seviyorum, dedi Nâzım Hikmet. Gönlümü öylesine kaptırdım ki ona... Yapılacak çok şey var. Her oyunda, ele aldığım konu için yeni bir şekil, dramatik açıdan ve sahneleme açısından yeni bir üslup• bulmaya çalışıyorum.
40
Zaman çabucak geçmişti. Söyleşimizin sonuna yaklaşırken, Romanya’daki dostlarını anımsadı bu kez de.
— Romanya’yı yürekten seviyorum, dedi. Şimdiye dek Romanya’dan birçok dost beni ziyarete geldi. Ben de ülkenizi gezdim, yakından tamdım. Romen sanayiinin ve tarımının yeni yeni başarılar elde ettiğini, halkınızın sanatsal ve kültürel yaşamı için yeni yeni başarılı yapıtların verildiğini öğrendikçe büyük bir sevinç duyuyorum. Bunlar beni mutlu ediyor. İçtenlikle belirteyim ki, kendi ailem saydığım bir ülkeye aittir.
OYUN YAZARININ ÖNEMLİ BİR SİLAHI:
SÖZCÜK, SÖZLÜĞÜ KULLANMAK
Nâzım Hikmet, 1962 Haziranında, Romen edebiyatının büyük klasiklerinden biri olan lon Luca Caragiale’ nin ölümünün ellinci yılında Bükreş’te yapılan anma törenlerine çağrıldı. (Burada bir parantez açmak yerinde olur. lon Luca Caragiale, XIX’uncu yüzyıl sonunda ve XX’nci yüzyıl başında yaşamış, Romen edebiyatının dev şahsiyetlerinden biridir. Piyesleri bugün bile dünyanın çeşili ülkelerinde oynanmaktadır. Onun Kayıp Mektup adlı piyesini Selahattin Hilav türkçeye çevirdi ve Genco Erkal tarafından 1962 yılında İstanbul Arena Tiyatrosunda başarıyla sahneye konuldu. Aynı oyun daha sonra bir kez de Kadıköy Şehir Tiyatrosu tarafından 1979 yılı tiyatro sezonu açılışında Lorca’nm Kanlı Düğün adlı oyunuyla birlikte sahnelendi.)
41
Nâzım Hikmet’in Bükreş’te bulunmasından yararlanan Romanya Yazarlar Birliği’nin haftalık yayın organı GAZETA LITERARA dergisi ondan «çağdaş oyun yazarlığından söz etmesi» ricasında bulundu. İşte derginin 14 Haziran tarihli sayısında yayınlanan konuşma:
— Caragiale’nin oyunlarını çağdaşlık açısından nasıl buluyorsunuz?
—Caragiale’yi ilk kez Moskova’da görmüştüm. Şimdi Bükreş’te yeniden seyrettim. Ve bir kez daha anladım ki, gerçekten çağdaş. Görüşte çağdaş, dram tekniğinde çağdaş, yaptığı psikolojik sentezde çağdaş. Caragiale’nin tiyatro anlayışı, gerçeğe bağlı. Fikrimce bunlar çağdaş oyun yazarlığının birkaç temel niteliğidir.
— Çağdaş oyun yazarlığından bu denli coşkuyla söz ettiğiniz için biraz da çağdaş dramın yapısı ve yöntemleri üstüne bilgi vermenizi isteyeceğiz.
— Sanırım çağdaş oyun yazarı için bugünkü insanın ruhunu, psikolojisini, karakterini, sanatsal araçlarla yansıtmak görevi hiç de kolay bir iş değildir. Çağdaş insan, modern insan, yeni insan, yaşamımızın ve edebiyatımızın kahramanı olan insan bileşiktir. Belki ancak komediyi, farşı, pantomimi, baleyi, dram ve trajediyi kaynaştırarak bu yeni insanın sorunlarını gözler önüne serme olanağı bulunabilir diye düşünüyorum. Bir şeyi daha belirtmek istiyorum; tüm bu elemanların kaynaşımı, birleşimi, eklektizme düşmeden, gerçekçilik ilkelerini koruyarak da pekâla yapılabilir. Örneğin, Shakespeare’i, onun insanı anlatabilmek için kullandığı yöntemleri bir düşünelim. Yüzyıllar boyu yaşayan oyunlarını...
42
Nâzım Hikmet bir an susuyor. Söyleyecekleri bitti sanıyor insan. Ama o, daha coşkulu başlıyor konuşmaya yeniden. ’
j— Önce Caragiale den, sonra Shakespeare den söz ettim. Her ikisi de son derece modern; bunun- nedenini de bir dereceye kadar olsun açıkladım sanınm. Şunu da eklemek isterim ki, bu yalnız benim için değil, bugünkü oyun yazarlığı açısından çok önemli: sözcük, sözcüğü kullanmak. Shakespeare de, Caragiale de, evrensel edebiyatın bütün klasikleri de sözcüğü kullanmasını iyi biliyorlar Modern dramda söze diyalog, monolog, iç ses adları verilse de, onun egemen bir rol, temsili bir rol oynaması gerekir. Biz oyun yazarları, evrensel edebiyatın en iyi geleneklerinin sürdürücüleri olmalıyız.
— Çağdaş oyun yazarlığının sorunları nelerdir sizce?
— Ulusal ve evrensel tüm insancıl etkinlik alanlarını yansttmak, barış ve ilerleme hizmetinde olmak, çağdaş oyun yazarlığının da sorunlarıdır. İzninizle biraz da başka bir alana geçerek, Romanya da bende derin izler bırakan bir hususu belirtmek istiyorum: İnce zevk. İnce zevk hakkında yazılar yazılabilir, konferanslar verilebilir. Ama önemli olan bunlar değil. Önemli olan insanın, sokağa çıktığında, mağazalara girdiğinde, tiyatrolara, temsil salonlarına gittiğinde karşılaştığı o ince zevktir. Sizin sosyalist kültürünüzün bütün cephelerini henüz tanımadım ama, eminim ki, bütün bu alanlarda da Romen mimarisi örneği, değerli eserler yaratılıyor. Mimarinizde hoşuma giden, onun çağdaş olması, modern olması. Hem sosyalist kavrama, hem de Romen mimari geleneklerine dayanması.
43
— Sizi daha fazla rahatsız etmemek için, son bir ricar Projeleriniz?
— Şiirler yazıyorum. Benim eğilimim, mesleğim, her şeyim o. Oyunlar da yazıyorum. Oyunlarımın, Romen sahnelerinde de, hepsi olağanüstü yetenek ve haşarılı aktörleriniz tarafından da oynanmasını isterim, insan sevdiğinde, sevgilisine hep "Seni seviyorum, seni seviyorum” der. ' Ben de geldiğim ilk günden heri tekrar ediyorum:. Romanya seni seviyorum...
CARAGİALE’NİNDERSİ
Romanya Yazarlar Birliği’nin haftalık yayın organı "Gazeta-Literara” dergisi Nâzım Hikmet’in 3 Haziran 1963 günü Moskova’da ölmesi üzerine, 6 Haziran 1963 tarihli sayısını, onun anısına hir özel sayı olarak hazırladı. Bu özel sayıda, Nâzım Hikmetin tam hir yıl önce hem de haziran ayında Bükreş’te katılmış olduğu Caragiale törenleri sırasında verdiği hir başka demeç yayınlandı:
Geçen gün “Kayıp Mektup” adlı oyunu ikinci kez gördüm.
Oyundan sonra Bükreş’in güzel sokaklarında dostum Zavadski ile birlikte dolaşırken aklım fikrim hep Caragiale’nin oyun undaydı. Onun hicvi, yalnızca görüntüleri büyüten bir büyüteç değil. Caragiale, bir şair, bir filozof, bir kuramcı. Çünkü gerçekten artistik sentezler, genele kanat açıyor. "Kayıp Mektup” oyunundaki kişiler,
44
canlı insanlar ama aynı zamanda hepsi birer maske. Bu oyunda klasik anlayışla çağdaş anlayış dahice ve gerçekçi bir sentezle bağdaşmış.
“Kayıp Mektup” oyununun kahramanlan, belirli bir dönemde, belirli bir ülkede yaşarlar. Ama aynı zamanda, Jher dönemde, kapitalizmin mevcut olduğu ve olmaya devam ettiği bütün ülkelerde yaşarlar. Kanımca XX’nci yüzyılın ikinci yarısında da, dram yazarlarının, Romen hal- kmın bu dahi evladından öğrenecekleri çok şeyler var. Bazıları için o, hâlâ mevcut olduğu yerlerde kapitalist düzene karşı nasıl savaşılması gerektiği konusunda geçerli bir örnek. Bazıları için de, sosyalist düzende insanların bilincinde hâlâ devam eden bazı kapitalist artıklara karşı savaş konusunda bir model olabilir. Caragiale’nin dersi bana, bu iki cephedeki savaş için çok faydalı oldu. Bundan ^dolayı ona yürekten teşekkür ederim.
NÂZIM H İK M ET İN DRAMATURJİSİ
Yine tiyatro konusunda Nâzımın görüşlerine yer veren bir çalışma: Romanya Tarih ve Felsefi Bilimler Cemiyetinin 1962 yılında yayınladığı ‘'Evrensel Edebiyat İncelemeleri" başlıklı ciltlerden dördüncüsünde yer alan ve Galina Maievschi’nin imzaladığı ‘'Nâzım Hikmet’in Dra- matürjisi” konusundaki 27 sayfalık incelemeden okuyalım:
. . . Nâzım Hikmet XX’nci yüzyıl yazarı olarak insanlığın görkemli dramaturji mirasını, artistik akım ve yöntemleri, şark halk sanatını, özellikle Türk sahne usulleri
45
ni bütünleştirdi, onları işledi. Felsefî olduğu kadar romantik, lirik ve devrimci, hümanist ve ulusal Türk özelliğinden izler taşıyan realist, özgün bir dramaturji yarattı.
Meşguliyetlerinin diyapozonu evrenseldir. Felsefi sorun —yaşamın anlamı, aşk ve nefret, hayat ve ölüm, iyi ve kötü— hepsi bir Marxist düşünür tutumu ile ele alanır. Bazı piyesleri (Yusuf ve Menofis ve Bir Aşk Masalı) kuvvetli çelişkileri, dev kahramanları sahneler. Bunlar ezeli insan tipleri olduğu gibi, konkre ve tarihsel tipleri, aynı zamanda derin kişisel özellikleriyle temsil ederler.
Tarihten veya masallardan, yabancı ülkeler veya Türkiye’nin yaşamından konular esinlenen Nâzım Hikmet ya tek sahne veya simültane sahneler ile birçok hareket yerini gözler önüne getirir, kahramanlan birbirine yargılatır, ya da kendi kendileriyle değişen sesler içinde diyaloglar kurar, böylece iç monologu, sahnede gerçekleşen sesler polifonisine çevirir. Çekov tiyatrosundaki lirik akşamlar, Gorki tiyatrosundaki dokunaklılık, Plaur komedisindeki prologlar, panayırlardaki tellallar, Comedi Dell’Arte’deki sabit maskeler, Doğu halk tiyatrosundaki aktörlerin hem yazar ve hem de seyirciler ile konuşmaları, Türk Halk tiyatrosundaki (Karagöz ve Orta Oyunu) halk türküleri ve oyun havaları, burjuva tiyatrosundaki iç dramlar, rahsal dramlar, antik trajedideki yücelik, sokaklarda olagelen sosyal-politik dramlar, radyolar, telefonlar, birçok ses, alegoriler, hayali semboller— işte tüm bu dramaturji cephanesi, onun ele aldığı daimi ve daima aktüel olan felsefi sorunlarının kaynağıdır.
İnsanlığın yaşamına etkin olarak katılan bu tutkulu yazar, Nâzım Hikmet, piyeslerinde tarafsız kişiler kabul
46
etmez: o, daha başlangıçta kahramanlarının yaşam karşısında tutum ve görüşlerini açıklar. Örneğin “Enayi” adlı piyesinin kahramanlarını daha sahneye çıkar çıkmaz dener. “Deneme taşı” da onların yaşam karşısındaki tutumlarını gösteren bir alegoridir. Piyesin sembolik prologunda, sahnenin orta yerinde beyaz irice bir taş durur. İşçi Selim “Kaza çıkarır yolun ortasında bu taş” diyerek taşı perdenin yanma kor. Hoş yüzlü, ama aslında alçağın biri olan Hüseyin, taşı alıp orta yere kor, onu kamufle etmeye de çalışır. Mühendis Abdurrahman belediye ve çöpçülere ihmalcilikleri yüzünden küfür edip çıkar. Romancı Necmi’nin ayağı taşa takılır, “Hay Allah belasını versin.” deyip yoluna devam eder. Milyoner Recep taşın başına gelir, ayağını kor, iskarpininin çözülmüş bağını bağlar ve yoluna devam eder. Avukat Ahmet taşı alır, perdenin arkasına atar.
Bu orijinal prolog, Nâzım Hikmet’in piyeslerinin ana sorunu olan “insanın hayatta izlediği yol”u sergiler. Yazar günümüz yaşamından çeşitli sosyal kategori ve sınıflardan temsili tipleri, ayrı görüşteki insanları seçip seyircilerin önünde defileye çıkartır, yaşam karşısındaki tutumlarını, yaşamı nasıl kurmayı düşündüklerini anlattırır.
Bu teknik sorun, yazarı Bursa Hapisanesi’nde geçirmiş olduğu yıllarda pek meşgul etmiştir. Ve çözümü, Tevrat ve Kuran dan okuduğu, antik Mısır tarihi için pek önemli bir episodta bulur. Böylece Yusuf ve Menofis piyesi doğar ki, taşın alegorik imajı ilk defa belirir. Bunu, sembol boyutlarına kadar büyültür ve iki antik kahraman arasında ateşli bir çatışma vesilesi yapar. Kardeşleri tarafından Mısır’a esir olarak satılan Yusuf, kurnazlığı nede
47
niyle, kendi gibi esir olanların taş yöntemlerini gözetlemekle görevlendirilir. Zamanla Mısır’da Firavundan sonra en büyük adam mertebesine çıkan muhteris, gaddar ve zalim bir kişi olur. Menofis, o zamanki tarihte ilk genel grevin başlatıcısı bir duvarcıdır. Mahpusların taşı yontma tarzından memnun kalmayan Yusuf, aleti eline alır ve taşın başına oturur:
“Hıh, taş öyle mi yontulur? Bak taş böyle yontulur. Sabırla, akılla, kurnazlıkla. Belli etmeden, sezdirmeden. Kendi ellerinle kendi kaderini yontar gibi yontacaksın taşı, gürültüsüzce, ortalığı velveleye vermeden, fakat inatla, fakat ne kendine, ne taşa, ne de başkalarına acıyarak ve bir başına... İşte taş böyle yontulur..."Menofis — Taşın nasıl yontulacağım gösterdin. Ama yanlış gösterdin Yusuf. Taş öyle yontulmaz. Taşı evet, sabırla, evet akılla, evet gerekirse kurnazlıkla, evet ortalığı velveleye vermeden, evet kendi kaderini yontar gibi, amma yanı başında kaderlerini yontan öteki taşçılarla beraber, fakat sevgiyle, hem taşı, hem kendini, hem başkalarını severek yontacaksın. İşte böyle yontacaksın. İşte böyle..."Yusuf — Menofis, sen duvarcısın, taş yontmada ustasın, amma senin taşı yontuşun seni zindandan kurtarmadı ve zindanda sana fayda vermedi. Fakat benim taşı yon tuşum bana zindan müdürünün gözünde lütûf buldurdu.“Menofis — Herkes kendi taşını kendi bildiği gibi yon- tar.
Nâzım Hikmet karakterleri azami bir şekilde yoğunlaştırıp birbirine zıt kutuplara yerleştirir. Böylece kuvvetli tezatlar, ışık ve gölge oyunlarıyla hatlarını daha da abar
48
tır. Kahramanları azim ve amaç bakımından birer devdirler ama, onlardaki insan özelliklerini de bir bir ortaya çıkanr. Renkleri artırmak, sahne etkisini daha da büyütmek için her iki kahramanı görülmemiş bir güzellikte ve fiziki güçtedir. Yusuf’u hem seven ve hem de sevilen durumuna getirir. Ve aşkla da Yusuf’u dener. Fakat o, ne aşka ve ne de kendi elleriyle kurduğu kadere dayanamaz.
Nâzım Hikmet’in bir alter ego’su olan Menofis, yazarın ana felsefi görüşünü ifade eder: yaşamın gerçek anlamı, kendi halkının yararına çalışmak ve mücadele etmektir. İnsan sevgisi, en yüce sevgidir; gerçek saadet ise, her zaman topluma hizmettir.
Nâzım Hikmet, yaşamın anlamına dair sorunu, dram yazarlığının en önemli eserlerinden biri olan Bir Aşk Masalı piyesinde de ele alır. Bu lirik-dramatik masaldaki eski geleneksel kahramanların yanma yeni kişiler katar, böy- lece baş kahramana ve olayın çözümüne yeni anlamlar kazandırır. Halk masallarındaki Ferhad, Şirin’i eş yapabilmek için dağı delip halka su getirme işini üsdenir. Fakat yıllar geçip ihtiyarladığını, kuvvetinin kalmadığını görünce, bu işten vazgeçer ve Şirin’e döner. Nâzım Hikmet’in Fer- had’ı aşkı bambaşka anlar: büyük bir saadet ancak kahramanlıkla kazanılır; ve sevgi ölçüsünde mesut olunabilir. Sevgi, yakınlarının iyiliği için kendini vakfetmek, asil, yüce, özgeci bir duygudur. Ferhad, Mehmene Banu’nun koşullarını kabul ederken, Şirin’i hiç görememek ihtimalinden korkmaz. Halkını kurtarmaktan mesuttur. Tabiat bild bu sevgiyi dile getirir. Çünkü Ferhad on yıllık çalışması sonucu doğa ana ile dost olur.
Alegoriler ile kurulan, ilgi odağında sembolik karak
49
terde bir kahraman bulunan Bir Aşk Masah en saf özde romantik bir eserdir ve —fikrimizce— Shelley’in Zincirlerini Kıran Promete adlı dramatik şiirine yakınlığı vardır. Ferhad da Promete niteliğinde bir kahramandır. Shelley* de olduğu gibi büyük tutkuların ve eylemlerin dev bir insanı vardır ve yüksek idealler ile yaşanan realite arasındaki uyuşmazlık, içli bir trajedi yaratmaktadır. Yensinler veya yenilsinler, moral adalet daima bu kahramanların ta- rafmdadır. Çünkü onlar, en yüce idealler uğruna mücadele etmektedir. Dolayısıyla Nâzım Hikmet ve Shelley’de hareket ortamı aydınlıktır, canlı renkler, güneşli, yeşil ilkbahar peysajlan hakimdir. Masal veya efsane unsurları kullanmalarına rağmen Nâzım Hikmet ve Shelley’de daim kalan gerçektir. Olağanüstü hadiseler, abartmalı imajlar, bir aynadaki gibi toplumun progresist gidişini yansıtır, mücadeleye kuvvetli bir çağırış işitilir.
. . . Damokles’in Kılıcı piyesi, günümüz gerçeklerinden esinlenir ve yazarın yeni bir dünya harbini körükleyenlere duyduğu sönmez nefreti dile getirir. Nâzım Hikmet, 1958 nisanında Prag’da verdiği bir söyleşide (25 Nisan 1958 tarihli Contemporanul dergisinde yayınlandı) bu piyesi hakkındaki niyetini şöyle açıklar:
“Piyesin teması gayet aktüeldir: Atom Bombası. Gençliğinde yaşamış olduğu ortamda hor görülen, aşağılık duygusu taşıyan bir Amerikalı, pilot olup eline atom bombası yüklü bir uçak verilince, kendini dünyaya hükmetmek sarhoşluğuna kaptırır. Hor görülmüş olan o insan şimdi bir felaket tanrısıdır. Dünya kendi elindedir, dünyanın hakimi odur. Kıyıma neden olabilecek bir delidir.”
Nâzım Hikmet her kahramanın yaşamda seçeceği yo
50
lu yakından izlediğinden, olayların dış mantığını beklenmedik bir şekilde devirir, insanın iç mantığına seslenir; onu insan olarak kalmak istediği takdirde dürüst insanların yanında hayat yolunu seçmeye teşvik eder. Damok- lesin Kılıcı piyesinde, kişinin ruhuna derincesine inen Nâzım Hikmet, pilotun delice öç almak planlarından vazgeçmesine götüren insancıl duygu telleri bulur. Nasıl Enayi piyesinde Ahmet, îvan îvanoviç Var mıydı, Yok muydu? piyesindeki Petrof gibi.
. . . Nâzım Hikmet’in seyircilere yaklaşması çoğu kez doğrudandır. Yazar onlara hitap eder, fikirlerini sorar, onları tartışmaya karıştırır,' spikerler, telefonlar, megafonlar, radyolar; olayları bildirmek, yorumlamak, yermek, harekete çağırmak için veryansın eder. Tüm bu sahne prosedürleri, kitlelerin anladığı ve sevdiği Halk Tiyatrosunu yeni bir şekilde canlandırmak uğrunadır. Nâzım Hikmet’in tiyatrosu derinliğine ulusaldır. Dünyaya emekçi gözü ile bakışı, Anadolu’nun renkleri, Türk- ifadelerinin yoğrulabilirliği, ulusal niteliklerle donatılmış kahramanları, Türk ruhunun bütün duygu tellerini titretir.
Türk halkının Nâzım Hikmet’e tavrı, Şirin’in Fer- had’a olan tavrıdır: Onun emeğinin derin manasını anlar. Bu anlayışla yüceleşir...
NÂZIM H İK M ET İN ROM ENCEYE ÇEVRİLEN OYUNLARI
îvan îvanoviç Var mıydı, Yok muydu? (A existat care lvan Ivanovici?). Romencesi: Emma Boniuc; Devlet Ede
51
biyat ve Sanat Yayınevi tarafından 1957 yılında yayınlandı.
Damokles’in Kılıcı (Sebia lui Democles). Romencesi: Toma George Maiorescu. Piyes 1968 yılında Romen Te- levizyonu’nda temsil edildi. Aynı Romen şairi ve yazan, Nâzım Hikmet’in Vera Tuliakova ile birlikte yazdıktan İki İnatçı (Doi Incapatinati) piyesini çevirdi ve Bükreş’ teki Mûsevi azınlık tiyatrosunda sahnelendi. İnek (Vaca) ve İstasyon (Gara) piyeslerini de Romenceye kazandırdı.
Şöhret (Gloria) adlı oyununu Nâzım Hikmet’in 1957 yılında Bükreş’i ziyareti vesilesi ile eşim Carol Roman ile birlikte çevirdim. Daha sonra Nâzım Hikmet’in bize yollamış olduğu el yazısı ile eklemeleri içeren en son varyanta göre hazırladığımız çeviri, 10 Ekim 1965 tarihinde Bükreş Radyosu’nun “Radyofonik Tiyatro” saatinde oynandı. Romanya radyosu programında Şöhret piyesi şöyle sunuldu: “Nâzım Hikmet’in oyunu, çağdaş dramaturjide çok tartışılan bir sorunu, sembolik bir ortam içinde ele alıyor. Sahte sosyal zorunluklarla, dengeli özel bir yaşam arasında, ikisinden birini seçmek gibi çelişik bir durumda kalan bir insanın dramını anlatıyor. Dramın kahramanı doktor, çok ünlü bir cerrahtır ve kamuoyunda bir bilim adamı olarak yaptığı bu şöhretten bir şey yitirmemek için, sonuçta har şeyini feda eder. Fakat yaşam ona, şöhretin geçici bir şey olduğunu, şöhret uğruna fedakârlıklarda bulunmanın bir şeye yaramayacağını gösterir. Zaman karşısında dayanabilen, ödünler değil, gerçekten insancıl nitelikleridir çünkü.
52
İNANÇDÜNYASI
Nâzım Hikmet kafasındaki inanç, yüreğindeki sevgi, kalemindeki kuvvet ile yücedir:
Ben, biı insan.Ben Türk şairi Nâzım Hikmet ben,Tepeden tırnağa imanTepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret
ben ...
diyen şair, insanlığın kaderi, onurlu yaşamı için kendini yakından sorumlu saydı. "Tepeden tırnağa im an’ hizmetindeki şiiri ve kalemiyle, gerek yayınladıkları, gerekse tribünden seslenişleri ve tutumlarıyla anlatım dünyasına alm açık girdi. İnsanlar arasında eşitlik, ilerleme ve barışa yönelik inancını daima namusluca söyledi. Bundan dolayı da Türk halkı ve bütün insanlık onu sever ve sayar. Büyük ozanın yaşamı için yüreğinden titremiş ve ona dostça elini uzatmış olan Romanya, Nâzım Hikmet’i 1951 yılı haziranında, atalardan kctlma geleneğine göre, güzelim Romen motifleriyle işli peşkir örtülü bir tepside sıcak ekmek ve tuz ikram ederek, bir onur konuğu olarak karşıladı. İşte, 22 Haziran 1951 tarihli CONTEMPORANUL dergisinin birinci sayfasında, şairin fotoğrafı altında yayınlanmış "mücadeleci şair Nâzım Hikmet’i selamlıyoruz" başlıklı yazı:
53
NÂZIM HİKM ETİ SELAMLIYORUZ
Eski Doğu masalları, zalim hükümdarların öfkelerine, şöhret düşkünlüklerine karşı koymak cesaretinde bulunan şairlerden bahseder. Halk, karanlık zindanlarda, kilitli kapılar ardında amansız cellatların önünde başlarım eğmeyen bu ozanları, şarkılarında över, şanlandırır.
Ne yazık ki bu tür olaylar, yalnız geçmişin korkunç masallannda gömülü kalmadı. Yirminci asırda Türk halkının en büyük şairi Nâzım Hikmet, karanlık zindanlarda yıllarca yattı. Demek ki masal pek değişmedi. Ama yine de günümüz, masal çağını geride bıraktı. Tüm ilerici insanlık, ağır hapis yıliarında sağlığı tehlikeye düşen şairi korumak için dev bir dalga gibi şahlandı. Yaşamı, dünyadaki namuslu bütün kültür adamlarının mücadele sembolü oldu. “Nâzım Hikmet’i kurtann!” haykırışı, dünya şairlerinin şiirlerinde çınladı. Halkların kükreyen öfkesi karşısında ürken cellatları, hapisane kapılarını ona açmak zorunda kaldılar.
Şairin kurtarılması, tüm dünya demokrasi güçlerinin bir başarısı oldu. Cesaret ve metanet, barış ve uygarlık davasını savünan şiirleri, edebiyat için yüksek Barış Ödülü ile taltif edildi.
Nâzım Hikmet’in kurtarılması mücadelesine şevkle katılan Romanya Halk Cumhuriyeti yazarları ve halkı, barış ve demokrasi savaşçısını sevgi ile karşılıyor. Barış ve hürriyeti seven bütün insanlar, onun etrafında toplanıyorlar.
Hürriyet şarkıcısı, aramıza hoşgeldin!
54
Birinci sayfadaki bu selamdan başka, CONTEMPO- RANUL dergisinin üçüncü sayfasında "Nâzım Hikmet’in şiiri — hürriyet uğruna mücadele şiiridir’’ başlığı altında, büyük şairin yaratıcdığma dair özlü bir sunu yazısı ve Romen şairlerinden Virgil Teodorescu nun çevirisi ile Nâzım Hikmet’in Yirminci, Asır Üstüne ve Düşman şiirleri de yer almaktadır. Yazıdap bir bölüm:
« ... Seferber edici gücü, derin insancıl özü, hürriyeti korumak uğrundaki ateşli çağrısından dolayı Nâzım Hikmet’in şiiri, evrensel edebiyat hâzinesine girdi. Barışseverlerin ikinci kongresinde ona, edebiyat için milletlerarası Barış Ödülü verildi. Nâzım Hikmet’in şiirleri bugün birçok dile çevrildi ve yeryüzünün her köşesinden hürriyeti savunan insanlar, bu şiirleri de seviyorlar.»
BARIŞ UĞRUNDAKİ MÜCADELEDEŞAİRİN ROLÜ
NÂZIM H İKM ET
Romanya topraklarında “Hoşgeldin” ile karşılanan şair, barış ve demokrasiye olan inancını CONTEMPORA- N U L dergisinin 29 Haziran 1951 tarihli sayısında "Barış Uğrundaki Mücadelede Şairin Rolü” adlı yazısında şöyle ifade eder:
Banşseverler saflarında faal bir mücahit olarak, barış için savaşmamız gerektiğine kesinlikle inanıyorum. Barış bir hediye gibi kabul edilemez, kazanılmalıdır.
55
Barış uğrunda mücadele çeşitli şekiller alır. Örneğin kapitalist ülkelerde, bu mücadele ağır hapis yıllan, baskı ve ezgi görmek tehlikesi ile karşılaşmaktadır. Bütün bu tehlikelere rağmen, harpten nefret eden halk kitleleri ba- nş bayrağı etrafında toplanmadıkça barış kazanılamaz... Bu mücadelede ilerici her aydın, dahası namuslu her aydın, görevini anlayarak hazır bulunmalıdır. Banş uğrundaki mücadelenin, insanlığın geleceği ile ne kadar bağlı olduğunu, şairlerin ve yazarlann şiirlerinde, romanlannda, hikâyelerinde yazmaları bir görevdir. Tüm dünyada bilim adamları, teknisyenler, her günkü yaratıcı faaliyetleri ile harbe karşı, banş cephesinde yer almalıdırlar.
Ben bir şairim, ve bu mücadelede şairin ne yapması gerektiğini daha iyi anlatabilirim. Şuna inanıyorum ki, on- lann sorumluluğu, mühendislerin, teknisyenlerin sorumluluğundan bir damla olsun az değildi. Bilakis daha da büyüktür. Bir mühendis bir köprü inşa ederse, onun sorumluluğu köprünün yıkılmamasıdır. Fakat köprü yıkılırsa, felaket bir derece mahduttur, eninde sonunda köprü yeniden inşa edilecektir. Fakat şair, ruhun mühendisidir. Onun sesi, milyonlarca insana, onların ruhuna, kalplerine hitap etmektedir. Kelimenin bu muazzam gücü, her şairi gururlandırılalı, onu sorumluluk bilincine kavuşturmalıdır. Barış ve ülkelerinin saadeti için mücadele eden namuslu şairler bu görevi gayet iyi bilmelidirler. Şairin hayatı ile edebi faaliyeti arasında hiçbir ayrılık olamaz. Biri pratikte, biri şiirde, iki hayat yaşamıyoruz. Tek bir vücuduz. Günümüzün gerçek şiiri, banş mücadelesinden- esinleniyor. Pablö Neruda, Aragon gibi başka büyük şairler, aynı zamanda bütün moral güçleriyle, banş mücadelesine
56
faal surette katılıyorlar. Bir şair bu niteliği kazanmasına biliyorsa, eserleri bu mücadelenin kesin izlerini taşıyacaktır. Şiirleri, ümit dolu yaşam aşkını dile getiren, kuvvetli jürler olacaktır. Mücadeleci şair, insanlığın geleceğine inanır ve bundan dolayı da korkunç denemelerden geçse de yazılarında ümitsizlik asla sezilmez.
. . . Bir şair gerçekten bu görevi yerine getirmek istiyorsa, şiirlerinin şekli kesin ve basit, muhtevası kuvvetli olacaktır. Şair, açık, direkt, her insanın kalbine giden bir dil kullanacaktır. Başarılı olması için de bu şiir dilini gayet büyük bir dikkatle işleyecektir. Halkının canlı dilini temel alacaktır. Benim için en başta fikri önemli olan eleştirici, halkımdır. Pek az yaşadığım hürriyet yıllarımda, bir şiir yazdığımda, işçi semtlerini gezer, fakir kahvehanelere girer okurdum. Bu âdetime, hapishanede de devam ettim. Yazdığım her satırı, birlikte kapalı kaldığım köylü ve işçilere imkânım oldukça okudum. Onların gözlem ve eleştirilerini dikkatle not ettim. Çünkü benim için pek kıymetli idi. Şair, halk kideleri ile daimi temasta bulunmalıdır, kelimelerinin gücü onlardan gelmektedir.
Bu konuda bizim edebiyat tarihimizden anlamlı bir olayı hatırlatmak istiyorum. Abdülhamit’in karanlık hükümdarlık devresinde, burjuva-demokratik haklar için savaşmış olan Namık Kemal adında bir şairimiz vardı. Faaliyetinden dolayı bir adaya sürgün edilmişti. Namık Kemal’in şiirleri, şairin tutumunu aşmamasına rağmen, halk onun kişiliği etrafında altın bir efsane dokumuştu. Namık Kemal’in sürgünü, uzun yıllar hapse çevrilmişti. O zaman halk kendi yarattığı şiirleri, ona cömertçe atfetti. Bu olay, şiirin ne güce sahip olduğunu (Abdülhamit, Namık
57
•Kemal’den ciddi surette korkuyordu) ve halkın kendi acı ve emellerini yansıtan şiirlere ne kadar susamış olduğunu gösterir.
. . . İlerici şiiri seven ve sayan halk, bizim tarafımız- dadır. Şiirin gerçek ve değerli kuvveti, bizim tarafımızda- dır. İlerici şiirin zaferi yalnız benim ülkemde değil, tüm dünyadadır. Ve dünyanın en iyi şairleri, en değerli yazarları, büyük barış cephesinin faal mücahideridir. Bu durum, bilim adamları için de bir gerçektir. İşte barışa hizmet eden gerçek şiirden, savaş kışkırtıcıları bundan dolayı korkmakta ve nefret etmektedirler.
Şiir; barış, halkların egemenliği, insanlığın mesut geleceği uğrundaki mücadelede yer alırsa, hepimizin inan- >dığı üzere daima zafere götürecek bir silahtır.
ROMANYA’YI SEVDİM SÖNMEZ BİR AŞKLA
Nâzım Hikmet’in kalbi, Romen halkının başarılarına tanık oldukça sevinçle attı. Romanya’nın ulusal bayramı 23 Ağustos şerefine yazdığı ve CONTEMPORANUL dergisinin 24 Ağustos 1962 tarihli özel sayısında yayınlanan ‘‘Bugünkü ve Yarınki Saadetini Kurarken” başlıklı yazısını okuyalım:
Romanya kelimesi, benim için hürriyet demektir. 13 yıl hapis yattıktan sonra, hürriyeti, hür Romen topraklarında yeniden hissettim. O zamandan beri bu insanı hayran eden, daimi yenileşen, cennet gibi topraklar üzerinden
58
birkaç kere geçtim ve her seferinde düşüncelerim, buradan denize, Boğaziçi'ne, güzel Türkiye’me uzandı.
Benim halkım da, ki buna yüreğimin en derininden inanıyorum, Romen halkının başardığı hârikayı gerçekleştirecektir.
Benim halkım ile Romen halkı arasında pek çok yakınlık ve benzerlik vardır: şarkılarımızın temposu, yediğimiz yemekler, duvarlarımızı süslediğimiz peşkirler, giyindiğimiz dokumalar gibi. Bir zamanlar acılarımız da benzerdi.
Romanya’nın kurtuluşu, yalnız dışardan empoze edilen bir iktidarın zincirlerinin koparılması olmamıştır. Romanya 18 yıl içinde, içerdeki boyunduruktan da kurtulmuştur. Açlığa, işsizliğe, insanın, insan tarafından istismarına son vermiş, okuma-yazma bilmezlikten, hastalık ve asırlarca süren ıstıraplardan da kurtulmuştur.
Büyük yazar ve vatandaş Caragiale’nin anılmasının 50’nci yılı törenlerine katılmak vesilesi ile, eski dostum, Romen halkı ile yeniden buluştum. Onu görmek saadetine, onu mesut, bugünkü ve yarınki hayatını şevkle kurarken görmek sevinci de katıldı.
Romanya’yı yeniden daha da çok sevdim. Son nefesime kadar sönmez bir aşkla.
NEYEİNANIYORSUN
Romen gazeteci ve yazarlarından Carol Roman, özellikle gençlere seslenen, gençlik sorunlarını işleyen kitaplarından birine “Onlar da
59
Gençti” adını verdi ve bu kitap 1974 yılında' Bükreş’teki "Albatros” Yaytnevince basıldı. Kitap, yazarın Nâzım Hikmet; Sovyet uzay adamı Ghermen S. Titov; Angola halkının özgürlüğü uğrundaki savaşın büyük liderlerinden Agos- tinho Neto; 1969-1974 yıllan arasında Dünya Demokratik Kadınlar Federasyonu başkanlığını yapmış olan, zamanımızın önemli kişilerinden Herta Kuusinen; İngiliz yazarı Agatha Christie; Fransız artistlerinden Michele Morgan ve ses sanatkârı Mirelle Mathieu; Amerikalı militan Angela Davis; Romen bilim adamları Henri Coanda, Anna Aslan gibi tanınmış kişilerle doğrudan veya mektuplaşarak yaptığı konuşmaları kapsar. Nâzım Hikmet ile konuşması ise şöyle:
Nâzım Hikmet, hayatının son yıllarında Moskova yakınındaki Peredelkino’da Yazarlar Köyünde, ormanlar içindeki şirin villalardan birinde oturuyordu. Türk stilinde döşenmiş verandada konuşuyoruz. Herşeyle ilgilenen bu coşkun insanı dinlemek büyük bir sevinç kaynağı doğrusu.
Ben yanmasam sen yanmasan
biz yanmasak, nasıl
çıkarkaranlıklar
aydınlığa. ..
diyor Nâzım Hikmet.
60
Ona bakıyorum: Uzun boylu, dinç, görkemli. Kıvır- •cık san saçları, mavi gözleri, Boğaziçi’nde seyrettiğim göğü anımsatıyor bana. Yüzünde sıcak bir tebessüm; tavır- lan her an basit, açık ve yoldaşça.
Onu, daima böyle tanıdım. 1951’de, 1957’de ve 1962’ de Bükreş’in misafiri olduğu zaman. Her seferinde, edebiyata ve yazarlara, kültüre ve bilime, insanlara, gençlere ve gençliğe dair oturup uzun uzadıya konuştuk... Teyp bandından bu konuşmalanmızm bir kısmını aktanyorum.
— Genç insanlara bir öneride bulunmanız gerekirse, ne dersiniz?
Şairin, doğduğundan beri göremediği oğlu Memet’in fotoğrafım göğsünden çıkardığını hatırlıyorum.
«Bir zamanlar oğluma şunu yazmıştım:
Dünyada bir kiracı gibi değil yazlığına gelmiş gibi de değil, yaşa dünyada babanın
evindeymiş g ibi...Tohuma, toprağa, denize
inaninsana hepsinden önce.
Bulutu, makinayı, kitabı sev, insanı hepsinden önce.
«'•‘Benden sonra, bu dünyada yaşayacak gençler için yüreğim ve kafam ne kadar çarptı ve çarpıyor bilseniz. Oğlumun hasta düştüğü bir anda, ona şu dilekte bulunmuştum:
« “Uyu yavrum uyu, ninni...« “Uykunda uçsuz bucaksız bir deniz gör. Dalgalar
61
dağlara çıksın. Dalgalar köpüklene köpüklene, açılıp kapanarak dalgalar... Uyu yavrum uyu ninni... Sen bir geminin kaptan köprüsündesin. Sağında haykıran su, solunda su; sana kafa tutan sudur, ilerin gerin. Aldırma oğlum, korkma oğlum; makineler yüreğin gibi işliyor,, omurga sağlam, düzen elde...
« “Bir kıyıdan bir kıyıya koskocaman bir asma köprü kuruyorlar. Sen oradasın. Şu parlayan putrelin üstünde. Bak aşağı, başın dönmesin. Yukan bak, göklere değecek gibidiı başın...
«.< “Bu ne kadar çok kitap? Sen bunların hepsini okudun mu? Bak alnında çizgiler, saçların ak. Gözlerin yeryüzünün en anlamış gözleridir. Yüzün sonsuzluk gibi güzel Düşme kuşkuya, korkma bulamadım diye, oku bulursun. Oku çarpışarak, oku, okuduğunu kavgadan ayırmadan . . .
« “. . . Bir gemici gibi yılmaz, bir yapıcı gibi yaratan, bir filozof gibi bilgili ve bir artist gibi yürekli o l . . .”
« . . . Sonra asrımızı, XX’nci asrı seviyorum. Çünkü o- bize Devıim ve Sosyalizmi getirdi. Ondan, gençlerimizin asrımızı sevmelerini dilerim. Bir zamanlar şu şiiri yazmıştım:
—Uyumak şimdi, uyanmak yüz yıl sonra
sevgilim...Hayır, kendi yüzyılım
beni korkutmuyor, ben kaçak değilim.
Yüzyılım sefil,
62
yüz kızartıcı, yüyılım cesur,
büyük ve kahraman.
Dünyaya erken geldim diye kahretmedim hiçbir
zaman.Ben yirminci yüzyıllıyım, bununla övünüyorum.Bana yeteryirminci yüzyılda olduğum
safta olmak, bizim tarafta olmak,
döğüşmek yeni bir alem için ...—Yüzyıl sonra sevgilim...—Hayır her şeye rağmen
daha evvel...Ve ölen, ve doğan ve son günleri güzel gelecek
olan yirmin yüzyılım,/benim şafak çığlıklarıyla
sabaha eren müthiş gecem/,
senin gözleri ngibi, Hatçem güneşli olacaktır...»
(Yirminci Yüzyıla Dair)
— Genç insanlara seslenirken, «doğru bir yoldan», saadete götürecek bir yoldan söz ediyorsunuz...
«Zaten benim hayat görüşüm budur. Doğru yolda,
ea
■seçtiğim bir yolda ilerlemem gerektir. Bilmem benim şark stilindeki masallarımı bilir misiniz? Uç genci dile getiren bir masalımda, her genç için bu “doğru yolun” anlamı var- -dır...
«Yeryüzünün birbirinden ırak uç bucağında bir boyada, bir yaşta üç delikanlı varmış. Yeryüzünün birbirinden ırak bu üç bucağındaki üç delikanlı ne birbirini görmüşlermiş, ne de birbirlerinin adını, şanını duymuşlarmış.
«Gelgelelim, yeryüzünün birbirinden uzak üç bucağında yaşayan bu üç delikanlı, ‘Sonsuz Sağlık' taşını bulmak için bir saatte, bir günde, bir yılda yurdanndan yola ■çıkmışlarmış...
«Sonsuz Sağlık taşı dağlarla dağların ardında, kanlı bir kuyunun içindeymiş. Dağlarla dağların ardındaki kanlı kuyuda gizlenen Sonsuz Sağlık taşını bulmak için birbirlerinden ırak üç ülkede yaşayan bu üç delikanlı birbirlerinden ayn üç yola sapmışlar.
«Birinci delikanlı yürümüş, yürümüş, aşınmış demir ^çarıkları, demir sopası bir söğüt gibi incelmiş, yolunun yarısında oturmuş biraz dinleneyim diye. Gözleri kapanmış yorgunluktan birinci delikanlının. Bir de birinci delikanlı gözlerini açmış ki, başucunda elleri kınalı, gözleri sürmeli, güzeller güzeli bir kız duruyor. Kız: — Böyle nereye delikanlı? demiş. Delikanlı: — Sonsuz Sağlık taşını bulmaya... demiş. Kız: — Sonsuz Sağlık taşı, dağlarla dağların ardındaki kanlı kuyudadır. Oraya ulaşmaya yaşaman yetmez. Günleri sayılı olanlar, sayılı günlerini tatlı geçirmeli. Sen ansın, ben çiçek. Burada benimle kal. Balımı al. . demiş.
«Birinci delikanlı eğmiş başını. Kalmış yanyolda.«Birinci delikanlı yanyolda kalmışken, ikinci delikan
(64
lı yürür de yürürmüş, yürür de yürürmüş. Yorulup uyuya- kalmayayım diye bir yandan bıçağıyla yaralar açarmış gövdesinde, bir yandan bu yaralara tuz ekermiş. Ağrıları öyle çokmuş ki ikinci delikanlının, yorgunluğu duymamış; yalnız susuzluktan dili yapışmış damağına. Öyle bir susamış ki, ikinci delikanlı, karşıdan pırıl pırıl bir su görününce tutamamış kendini, koşmuş suyun başına. Su güneşin altında altın gibi ışıldarmış. İkinci delikanlı bir yudum su içmiş altın sudan, öyle bir serinlik duymuş ki, bir daha su başından ayrılmamış. Kalmış yolunun üçte ikisinde.
«Birinci delikanlı yanyolda, İkincisi yolunun üçte ikisinde kalmışlarken, üçüncü delikanlı yürürmüş. Susarmış, içmezmiş yoluna çıkan ışıltılı sudan: yorulurmuş; dinlenmezmiş elleri kınalı, gözleri sürmeli güzeller güzelinin dizinde... Yürürmüş de yürürmüş, yürürmüş de yürürmüş. Böyle yürüyen sona erer, oğlum.
«Sen de onun gibi, yorulmadan, sen de onun gibi susamadan, sen de onun gibi inanarak yürü oğlum, inanan sona erer...»
— Nâzım Hikmet amacını ne zaman anladı? Çocukluğunda, gençliğinde, yoksa olgunluk çağında mı?
«Haksızlıklara karşı daima başkaldırdım. Gençlik yıllarımda Bahriye okulunda okuyordum. Arkadaşlarımla birlikte yaşamak zorunda kaldığımız baskıya karşı okul gemisinde bir devrimci harekete geçtik. Bu yüzden okuldan ayrılmak zorunda kaldım. O zamandan beri hayat gemisinde, okyanus gibi büyük dalgalara ve inançlarımdan dolayı bana iyi gözle bakmayanlara karşı koyarak yüzüyorum.»
— Savaşınızda sizi meşhur eden şiirinizdir. .. Ne zaman ve nasıl şiir yazmaya haşladınız?
65
«Hatırlamaya çalışayım. 13 yaşlanndaychm. İstanbul' daydık. Büyükbabam şairdi, ama şiirlerini hâlâ anlamam. Şiirlerini Osmanlıca dediğimiz, yüzde yetmiş beşi arapça, farsça sözlerle ve arap, fars gramer kaidelerine uygun bir Türkçeyle yazardı. Bunlar didaktik, dogmatik, dini şiirlerdi. Anlamıyordum onları. Ama ben, şair bir büyükbabanın torunuydum. Anam Lamartine’e bayılırdı. Fransızca okurdu. Bir kere o zamanlar Lamartine Türkçeye çevrilmiş, birkaç şiiri de Osmanlıcaydı, anam Fransızca çok iyi bilirdi ama Osmanlıcayı bilmezdi. Benim gibi.
«Büyükbabam mevlevi Nazım Paşa, şairdi. Evimizde babamın edebiyatla ilgisizliğine bakmaksızın, şiir baş köşedeydi.
«Karşımızdaki evde yangın çıktı. Yangını ilk görüşüm. Şaştım, korktum. Büyükbabam yangın bize atlamasın diye pencereden Kuran’ı tuttu karşıdaki alevlere. Yangın söndü. Kuran gücüyle, hatta itfaiye gücüyle de değil, ama yaktığı evi kül ederek söndü kendiliğinden ve ben bir saat sonra ilk şiirimi yazdım: “Yangın”. Vezni büyükbabamın yüksek sesle okuduğu aruzla yazılmış şiirlerinden kula- ğunda kalan ses taklitleriyle yapılmıştı. Yani ne aruzdu, ne heceydi, serbest vezindense haberim yoktu, uydurmaydı. Dili de öyle, Osmanlıca taklidiydi. Konusuysa şu:
Yanıyor yanıyor Müthiş terrakeler Çekiyor ağuşuna hu advi beşer Haneler, fakirler, yetimler...
«Büyükbabamdan çok, Edebiyatı Cedidenin, şair Tev- fik Fikret’in etkisindeymişim, şimdi anlıyorum. Neden bil
66
miyorum. Belki de hiç şiir sevmeyen, ama Tevfik Fikret’i —o da bir çeşit Osmanlıcayla yazardı— iki kere yüksek sesle yanımda okuyan babamın yüzünden mi? Belki de.
«ikinci şiirimi 14 yaşında yazdım sanırsam. Birinci Dünya Savaşı içindeydik. Dayım Çanakkale’de şehit olmuştu. Dehşetli yurtseverdim. Savaş için bir şiir yazdım. Ne tuhaf, yazdığımı çok iyi biliyorum da, hatta artık Os- manlıcayla değil, arapçası, farsçası az türkçeyle yazdığımı biliyorum da tek satın aklımda değil.
«Sonra üçüncü şiirimi 16 yaşımda yazdım galiba. Büyük bir Türk şairi, Türk şiirine o devir için yeni bir şiir dili ve anlayışı getiren Yahya Kemal, anama sevdalıydı sanırsam. Evde şiirlerini okurdu anam. Bahriye okulunda tarih öğretmenimdi şair. Kızkardeşimin kedisi üstüneydi yazdığım şey. Yahya Kemal’e gösterdim, kediyi de görmek istedi ve şiirimde anlattığım kediyi, gördüğü kediye o kadar benzetemedi ki, bana: “Sen bu pis uyuz kediyi böyle övmesini biliyorsun, şair olacaksın.” dedi.
«17 yaşında galiba ilk şiirim basıldı. Yani “Serviliklerde”, yani mezarlıklarda ağlayan, hayatında sevmiş ölüler üstüneydi. Yahya Kemal düzeltmişti birçok yerini.
«Sonra kızlara tutuldum, şiir yazdım. Sonra Antant, İstanbul’u işgal etti, onlara karşı ve Anadolu savaşını tutan şiirler yazdım. Ama artık dilim temizceydi ve hece vezniyle ve doğru dürüst kafiyelerle yazmasını öğrenmiştim.
«Anadolu’ya geçtim. Millet sıska atlan, nuhtan kalma silahı, açlığı ve bitiyle savaşıyordu. Milleti ve savaşını keşfettim. Şaştım, korktum, sevdim, bayıldım ve bütün bunları başka türlü yazmak gerektiğini sezdim, ama yazamadım. Daha büyük bir sarsıntı gerekti.
67
«Anadolu’ya işgal altındaki İstanbul’dan geçişimde bilhassa Bolu’ya gelip halkla, hele köylüyle yakından tema- sımda ve Sovyet Rusya’da olup bitenleri kulaktan duyup Marks’m, Lenin’in isimlerini filan işitişimde, şiirle yeni şeylerin, şimdiye dek söylenmemiş şeylerin ifade, edilmesi gerektiğini sezdim.
«Ve o gün bugündür şiir yazmadan edemiyorum.»Bu duygulu ve eşsiz şair ile uzun uzadıya konuşmak
fırsatına nail oldum. Gençler ve gençlik, şiir ve gerçek hayat inancı ve insanlara dair konuşmalara coşkunlukla katılmak için meşguliyetlerini daima bir kenara bırakırdı. Romen şairlerinden Virgil Teodorescu’nun bu kadar özenle dilimize çevirmiş olduğu “Veda” şiiri yıllan aşarak, gençliği ve insanlan sevmiş olan Nâzım Hikmet’i gözlerimizin önüne getirmektedir:
VEDA
Hoşça kalındosdarım benim
hoşça kalın!Sizi canımda
canımın içindekavgamı kafamda
götürüyorumHoşça kalın
dostlarım benimhoşça kalın...
Resimlerdeki kuşlar gibi
68
dizilip üstüne kumsalın, mendil sallamayın
bana.İstemez...
Ben dostların gözündekendimi
boylu boyunca görüyorum.A dostlar
a kavga dostu iş kardeşi
a yoldaşlar a !...Tek hecesiz elveda...Geceler sürecek kapımın
sürgüsünü,pencerelerde yıllar örecek
örgüsünü,Ve ben bir kavga şarkısı gibi
haykıracağım mapusane türküsünü.
Yine görüşürüzdostlarım benim
yine görüşürüz...Beraber güneşe güler
beraber dövüşürüz...A dostlar
a kavga dostu iş kardeşi
a yoldaşlar a ...? elveda..,!!!...
İN m e m o r ia m
NÂZIM HİMET'E _______________________________________________ SAYGI
Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha güzelim dünya elveda ve merhaba kâinat. ..
Nâzım Hikmet 3 Haziran 1963 tarihinde «bu akıl almaz güzellikte»ki dünyaya “elveda” dedi. Bu acı haber, yüreğinin dibinden sevdiği ülkesinde ve dünyanın dört bir bucağında, tarifsiz bir kederle karşılandı. Romen yazar ve şairlerinin onun anısına kaleme aldıkları yazılar, yalnız duydukları hüznü ifade etmekle kalmayıp Nâzım Hikm etin insana ve insanlığa güven veren bir sembol olduğunu anlatır.
Romanya Yazarlar Birliğinin o zamanki başkanı, büyük Romen şairi Mihai Beniuc, SCINTEIA gazetesinde 5 Haziran tarihinde yer alan yazısı:
NÂZIM H İK M ETİN KALBİ ARTIK ÇARPMIYOR
MIHAI BEN İU C
Ateşli devrimci şarkıları, barış için coşkun şiirleri yazan elin yerine, şimdi onun ölümü hakkında yazanlar,
70
dostlarının elidir. Halkının özgürlüğü için sarsılmaz savaşçı, çağdaş Türk şiirinin yaratıcısı, yüzyılımızın şiirinin sosyalist hümanizmle ışıldayan şiirin büyük ustası Nâzım Hikmet öldü. Büyük bir şairi yitirmenin acısına, Romanya’nın ve halkımızın sosyalist hayatın yaratılması eserinin içten ve aziz bir dostunu yitirmenin derin hüznü de katılıyor..
Nâzım Hikmet 1902’de Selanik’te doğdu. 60 yaşından biraz fazla yaşadı ve bunun 17 yılını, devrimci fikirlerinden dolayı, hapishanelerde geçirdi. Hapishaneden çıktıktan sonra, Romanya’nın özgür toprağına, ilk defa Köstence’den adımını attı ve aynı günün gecesi Bükreş’e geldi. Biz yazarların anısında, onunla geçirdiğimiz o gece unu- tulmazlık kazandı. Şiddetli fırtınalardan, köpüren dalgalardan sonra, ayaklarının altında sert toprağı hissettiğinde, karanlıktan aydınlığa kavuşan nemli gözleri sonsuz bir sevince garkoldu. Bize şiirlerini okudu. Barış şiirleri, aşk şiirleri, mücadele şiirleri, vatanı ve yakınları hakkında yazdığı şiirler. Bütün ömrünce yalnız ve yalnız yürekten düşündüğü halkının ahenkli dilindeki şiirleri okudu.
Nâzım Hikmet’in Romanya sevgisi, belki o gece kök salmıştı. Onun yapıtlarında, ülkemiz, için, buradaki pek çok dostları ve onlardan çok daha fazla olan okurları için duyduğu sevgi kokusunu yılların gerisinden günümüze getiren narin çiçekler vardır.
Nâzım Hikmet, eserlerinin geniş kapsamı ve sosyalist hümanizmi, barış hareketinde organik bir güç olan uluslararası yankısı ile zamanımızın en özgün, en ömeksel şairlerinden biridir. Şiirleri bugün, dünyanın en önemli dillerine çevrilen, piyesleri ünlü sahnelerde temsil edilen Nâ
71
zım Hikmet, yaratıcılığıyla daha hayatta iken, ilerici kültürün evrensel hâzinesine girdi.
Türk halkının şairi, insanlığın bugünü ve geleceğinin şairi Nâzım Hikmet’in kalbi artık çarpmıyor. Fakat milyonlarca okurun sayfalarını heyecanla çevirdiği kitapları hep yaşam aşkını terennüm ediyor, kelimeleri yaşam gerçeğini apaçık söylüyor. Onun yazılarının güzelliği, coşkunluğu, insanlık için mücadelede insana ve insanlığa güven veriyor.
ti
6 Haziran 1963 tarihli Gazeta Literara dergisinin Nâ- ztm Hikmet özel sayısından önce, Romanya Yazarlar Birliği Başkanı Mihai Beniuc’un taziye telgrafını okuyalım:
Nâzım Hikmet’in vefatı bizleri derin acılara gar ketti. Onun ölümü ile yalnız dostlan, yalnız bir halk değil, zamanımız büyük bir kayba uğradı. Yüzü geleceğe bakan insanlık, en önemli çağdaş şairlerinden birini, Leninci bayrak altında, devrim adına, hürriyet uğrunda en korkmaz savaşçılanndan birini, dünyada banş davasının en sebadı ve en ateşli koruyuculanndan birini kaybetti.
Ülkemiz ve biz Romanya yazarları, onun vefatı ile iyi ve sadık bir dostu yitirdik.
Nâzım Hikmet adını, kalplerimize ve progresist insanlığın şeref levhasına ebediyen yazdı, eserleri gelecek nesillere ölümsüz bir miras olarak kalacaktır.
İnsanlığın kardeşliği ve barışının büyük şarkıcısı Nâzım Hikmet’in şanı ve anısı ebedidir.
72
Aynı sayfada Nâzım Hikmet’in fotoğrafı yanında Romanya’nın ünlü kadın şairlerinden Ma- ria Banuş'un NÂZIM HİKM ET yazısı yer alır:
«Olamaz» diye bağırdım yürekten. «Nasıl olur, Nâzım nasıl ölür?» Doğaüstü bir alarmdan çıldıran kocaman bir çan gibi bu anlamsız haber, sağa sola çarpıp duruyordu. Acımasız bu çanın sesi, madeni uğultusu ile beni baştan ayağa sarmıştı. Acının göğsüme vuran çılgınlığıyla sükûnetimi yitirip, geceyarısı oradan oraya çırpmıyordum.
Raftan, Nâzım’ın kitaplarını çıkardım. O kitaplarla çevreme, bu acıya, bu ölüme, bu mantığı aşan olaya karşt bir duvar ördüm. Başaramadım ama. Yine de:
Yaşamayı ciddiye alacaksın,hem de o derece, öylesine ki
mesela, kolların hağlı arkandan, sırtın duvarda
yakut kocaman gözlüklerin, heyazgömleğinle bir laboratuvarda,
insanlar için ölebileceksin» hem de yüzünü bile görmediğin
insanlar için, hem de hiç kimse seni buna
zorlamamışken, hem de en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Onun beyitleri, yüreğinin gücü, bana kuvvet verdi. O andan itibaren gözyaşlarını dindi. Kurumuş gözyaşlarını
73
arasından onu görmeye, darmadağınık imajlardan şairin, insanın, dostun, ışık dolu varlığını yeniden görmeye çalıştım.
Uzun boylu, imparator başlı heybetli bir insan. Kıvırcık sanşın saçları, koyu mavi gözleri, sıcak tebessümü, açık, içtenlikli davranışları ile Nâzım Hikmet’i ilk kez 1951 yılında tanımıştım.
Halkının davası, özgür ve demokratik bir Türkiye için korku bilmez mücadelesinden dolayı 12 yıllık hapisten ve tehlike dolu bir kaçıştan sonra ulaştığı ilk ülke Romanya’ydı.
Kalbinden ağır hasta şair için tüm dünyadaki ilerici basının yürütmüş olduğu uzun bir kampanyadan sonra idi. Sovyetler Birliği ve öteki halk demokrasisi ülkelerinde yığınlara ulaşacak tirajlarla basılmış şiirleri, gerçekçi ve devrimci güç ve coşkunluğuyla, üstün estetiğiyle, mücadeleci ve insancıl açık mesajları ile tüm dünyayı fethetmişti.
Uzun yıllar boyunca süren devrimci mücadelesi, hapishane yaşamı, aşkı, ayrılığı, hastalığı, şiiri onun çevresinde bir efsane yaratmıştı. Işıktan, özgürlükten, alkıştan başı dönebilirdi artık. Gözle görülmeyen bir kaide üzerine çıkarılmış gibi poz verebilirdi. Ama asla. Ne o zaman ve ne de daha sonra. Nâzım, efsanevî bir adam kimliğini asla takınmadı, böyle bir rolü oynamadı.
“Alçakgönüllü” kelimesi ona yakışmaz. Nâzım, kibirli olmadan kibirli, onurlu bir insandı. Basit ve karmaşık, tatlı ve alaylı, ağırbaşlı ve ateşli, halkının, tüm halkların devrimci davasına, hiçbir gösterişe kapılmadan bütün varlığı ile sadık bir insandı.
Lenin’in ölmez dersini en saf özü ile öğrenmişti. Bas
74
makalıpçılık ona yabana idi. Donmuş, sahte, gaddar, gay- riinsani her şeyden nefret ederdi. Dertlerden, acılardan, mahrumiyederden yorgun olabilir miydi? Ruhunda ölmüş gölgeler bulunabilir miydi? Hayır.
Nâzım Hikmet’in kişiliğinde, gençlere özgü atak, enerj i ve coşkunluk dolu, en faal insanlardan birini tanıdım.
Bu dönüm yıllarında da şairin ilk ödevinin, sesinin gücünü, duyarlılığını, banş uğrundaki savaşa adaması gerektiğini pek iyi biliyordu. Ve tüm ustalığı ile bunu yaptı. Çağımızın altmışlı yıllannda yazmış olduğu şiirler, atoma karşı, en titretici alarmı tüm dünyaya yaydı. Çok çeşitli ve usta şiir gücüyle, bütün enerjisi ve prestijiyle, yani sahip olduğu bütün cephanesiyle bu savaşıma katıldı Dünya barış hareketinin en önde gelen kişilerinden biri oldu. Uluslararası Lenin Ödülü ile taltif edildi.
Hayata âşık ve insanlann muduluğu için savaşan bir şarkıcı olarak, melankoliyi ve kaderin gölgesini, tepesinde dönüp duran ölüm korkusunu şiirlerinden çıkarıp atabilirdi. Ama atmadı. Kendi gövdesine keser sallamadı. En derinliklerine kadar, olduğu gibi karşımıza çıktı. Onun ruhu inanılmayacak kadar duru, temiz bir su gibidir. Hiçbir şeyi saklamadı. Kendisi ve zamanı hakkında hissettiği her şeyi söyledi. Davasına sonuna kadar sadık kalan bir şairin söylemesi gereken her şeyi...
İyi ve tam bir insandı. Çevresine de insanlann en iyilerini çağınyor ve topluyordu. Kendisi ile nasıl ise, onların karşısmda da öylesine içtenlikli ve apaçıktı. O nu tanıdıktan sonra, bir kardeş gibi sevmemek elde değildi.
Yine gözyaşlanm, yazılanma dökülüyor. Bu büyük ve -aziz dostu yitirmenin acısı, yine düşüncelerimi karmakarı
75
şık ediyor. Ve ben onlara bir düzen vermekten vazgeçiyorum.
Birbirinden kopuk anılar, kafamda bir şimşek gibi çakıyor: Memet’i görmek nasip olmadı, oğlunu doğduğundan beri görmedi. Sanınm ölünceye dek de göremedi. Cebinde onun bir fotoğrafını taşıyordu. Bana da gösterdi. Oğluna şunu öğütlemişti:
Dünyada kiracı gibi değil yazlığına gelmiş gibi de değil, yaşa dünyada babanın evindeymiş
gibi. ..Tohuma, toprağa, denize inan
insana hepsinden önce,Bulutu, makinayı, kitabı sev,
insanı hepsinden önce...
İlk defa O’nu nerede tanıdığımı anımsamıyorum. Ama' Romanya’ya ikinci kez gelişi şimdi gözlerimin önünde. Gar de Nord’da beklemiştim. Bükreş’te yeni ve modem binalar boy atmaya başlamıştı. Nâzım'm gözleri bunları görünce parlayıverdi. Çok memnundu. Mimarlarımızın buldukları, tasarımladıkları cesur, basit ve uyumlu çizgiler pek hoşuna gitmişti.
. . . Mimarlar sağolun.Ellerinize, gözlerinize,kâğıdınıza, pergelinize selam.
diye yazmıştı, sosyalist Romanya’ya sevgi ve hayranlığını dile getiıen ateşli şiirinde.
76
İşte böyle idi O. Güzel olan her şeye seviniyordu, sosyalist cephemizin büyük küçük tüm başarılarına. Geçmişin bir murdar artığına rastladı mı, gök gibi gürlüyor, şimşek gibi çakıyordu.
Tutkulu idi ve yoğun yaşıyordu. Zamanının az oldu- .ğunu biliyordu. Hasta kalbini, direngenlikle iradesinin emrine alıyor, veryansın çalışıyordu.
O nu Mogoşoaia’da* gördüm. Uzun yıllardır kafasında kurduğu bir piyesi birkaç gün içinde yazıverdi. Piyes, Ekim Devrimi’ni işliyordu. Sarayın taraçasmda bir battaniyeye sarılarak veya bahçede bir koltukta oturarak bütün gün yazıyordu.
O nu geçen yıl yeniden gördüm. Bir akşam, Athene Palace’ta vedalaştık. Caragiale törenlerine katılmak için ülkemizin yeniden konuğu olmuştu. Caragiale’ye hayrandı. Komedileri O’nu eğlendiriyordu. Nâzınım lirizm dolu mizahı, büyük Caragiale’nin mizahının, o üstün güçteki niteliğine gerçekten açık ve duyarlıydı.
Sofrada başka dostlar ile birlikte, Onunla uzun uzadıya sohbet etmiştik. Geceyansmı çoktan geçmişti. Ve gidişi yaklaşmıştı. Odasına çıkıp ertesi gün için bavullarını hazırlaması gerekiyordu. «Moskova ve Bükreş’te yeniden görüşmek üzere» kucaklaşmalar, sarılıp öpüşmeler . . . Heybetli boyu, son defa kapının eşiğinde göründü. Elini nasıl salladı? Salladı mı? Emin değilim artık.
* M ogoşoaia Sarayu Bürreş yakınında aynı adı taşıyan gölün kıyısında şirin bir saraydır ve kurtuluştan sonra yazarlar için dinlenme ve yaratıcılık evi haline getirilmiştir.
7?
Nâzım Hiroşimalı Kız Çocuğu şiirinde ne der?
yedi yaşında bir kızımbüyümez ölü çocuklar.
Sen de Nâzım, hiç ihtiyarlamayacaksın. Kitapların yanı başımda. Şunu iyi biliyorum ki binlerce dostunun, seni ve şiirlerini seven insanların yanında şimdi kitapların var.
Bundan 12 yıl önce sarışın, şimdi kurşuni renkteki saçların, 60 yaşındaki genç yüzün, basiret, hiciv, melankoli, enerji, güven, aşk ve devrim ateşi dolu gözlerinle senin güzel, heybedi başın, eğiliyor başlarımızın üzerine.
3-4 Haziran 1963
GAZETA LİTERARA dergisinin bu özel sayfasında, ayrıca taziye telgrafı ve şair Maria Banuş’un yazısından başka Nâzım Hikmet’in Romanya’ya Dair Lirik Röportaj şiiri, Romen dram yazan Caragiale hakkındaki fikirleri, tanınmış Romen şairlerinden Virgil Teodorescu nun Romen- ceye çevirdiği Veda ve Yirminci Asır Üstüne şiirleri yer alır.
7 Haziran 1963 tarihli CONTEMPORANUL dergisinin büyük Türk şairi anısına hasrettiği özel sayfada ise modem Romen şairlerinden A.E. Baconsky’nin yayınladığı, NÂZIM H İK M ET başlıklı yazısı şöyle:
Bu kararsız mevsim günlerinde, yankıları çoğalan acı bir haber ortalığa yayıldı. Nâzım Hikmet artık aramızda değil. Coğrafyacıların enlem diye adlandırdıkları çizgileri,
78
hayali gezilerimiz için sembol alırsak, şimdi dünyayı matem şeritlerine bürünmüş görürüz.
Kaybettiğimiz büyük şair ve dostun anısına bu sükût duruşumuzda onu fazla rahatsız etmeden, heyecan ve derin bir kederle alelacele çizilen bir portredeki acemiliği okurun sevgiyle rötuş edeceği duygusuyla, onun kişiliğini canlandırmaya çalışacağım.
Adı çağımızın ortasında Avrupa ve daha ötesinde nam saldı. Dünyanın her yerinden iyi niyetli insanlar, dikkate değer bir şairin, insanların hürriyetini pek sevmesi suçundan yıllarca yattığı hapishaneden kurtarılması için seslerini yükselttiler. Yalnız ve yalnız ışığa garkolmasmı istediği vatanındaki kara kuvvetlerden kurtulan Nâzım Hikmet, yiğitliğin ve yüksek ideallerin bir timsaliydi. Daha' sonra enerjik savaşımcının varlığında, çağdaş en büyük Türk şairi ve dünyanın bugün en büyük liriklerinden birinin kaynaştığı görüldü. Fransız George Mounin, bir yazısında belirttiği gibi belki de Nâzım’m şiirleri henüz kâfi derecede bilinmiyor. Ancak gelecek yıllar içinde onun gerçek boyutlarının anlamına varacağız. Buna rağmen Nâzım Hikmet’i anlamak, en başta şairi rönesans perspektifi açarak devrim yaptığı ülkesi edebiyatındaki yerini saptamayı gerektirir. Türk edebiyatçılarından Haşan Gureh’in* bu konudaki yetkili fikri şöyle: İslam kültürüne dahil olan Türk edebiyatının XIX’uncu asnn sonuna kadar bütünüyle mistik kaldığı bilinir. Halbuki Avrupa’da zannedilenden çok da-
* Haşan Gureh: Sabahattin Eyuboğlu’nun Nâzım Hikmet üstüne Fransızca yayınlanan yazısında kullandığı ad. Söz konusu yazı, Broy Şiir Dergisi’nin Haziran ’87 sayısında yer almıştı.
79
-ha esaslıdır Türklerin bu kültüre katkısı. Onaltmcı asırdan başlayarak İstanbul, İslam dünyası ve divan edebiyatının inkâr edilemez bir merkeziydi. Türk şairleri kendi ulusal dillerini tümüyle ihmal ederek, Sarayın kapısı gibi halka kapalı ve uzak, arapça ve farsçanm hakim olduğu bir dille şiir yazıyorlardı. Bu durumda, bugün bile Türk köylerinde canlı kalan bir halk şiiri gelişmişti ki, bu şiirin soluğunu Nâzım Hikmet’te buluruz. Demek ki şair, eğitilmiş Türk edebiyatının yabancılaştırılmış yatağından ayrılarak, ulusal bir şiir geleneğini kurabilmek için, zenginliğini sezdiği yegâne kaynak olan folkloru hareket noktası olarak almak zorunda kalmıştı. Nâzım Hikmet, ağızdan ağıza dolaşan destanlardan başlayarak, Türk folklorünün modem bir sentezini yaptı. Yani onun ruhu ve özünü, hassasiyetini, dilini benimseyerek, gerçekten günümüz özünde bir şiir yarattı. Ve bu şiir, her modem lirik ile akrabadır. Çünkü o, yaşamı boyunca Maiakovski’den Apolli- naire’e kadar çağdaş tecrübeden yararlandı, ama kendine has bir şiir sanatı yarattı ve bunun teorisini yapmakla meşgul olmasına rağmen, onu sebatla işledi. Onun tecrübesi olmasa idi, bugün Orhan Veli, Oktay Rifat, Cahit Sıtkı Tarancı ve daha nice şair tarafından temsil edilen enteresan ve ^orijinal günümüz Türk şiiri mevcut olmazdı. Büyük şairler, daima girilmemiş yolları açarlar, sonrakiler, daha da öteye götürmek üzere bu yolda yürürler.
Kendini devrimci şair olarak tanımlayan Nâzım Hikmet, Maiakovski’nin etkisinden bahseder ama, Türk şairine hasredilmiş sayfalarda çoğu kez bu etki abartılmıştır. Onu “Türklerin Maıakovski’si” saymak çok geniş bir benzerlik yapmak ve Türk şiirindeki yenilik ve bünye değişik
80
liğini, şairin mizacındaki özelliği görmemek demektir. Çünkü onun bünyesi, Oktobr şairinden farklıdır. Evet Nâzım Hikmet’in bazen Maiakovski beyit usullerini kullandığı gerçektir: merdiven dizisi beyitler, fasılalı beyitler, sarp sonlar... ve büyük şiirlerinde kullandığı ara sözler, diyaloglar gibi... Fakat bu benzerliklerin ötesinde Nâzım’ m şiiri başka ruhi sahalara yazılıdır. Tıpkı, Claudel’in sûrelerini sadakatle işleyen Beş Büyük Kaside şairi Saint John Perse’in, Claudel’in özelliklerinden ayrılması gibi. Büyük Rus şairine kıyasla, Nâzım’ın özelliği, en başta melankolik tonudur. Patetik aksanlar, dil sertlikleri ve şark özelliğindeki rüyalar yalnız onundur. Nâzım Hikmet’in Şeyh Bedrettin Destanı gibi büyük şiirleri, Maiakovski’de olduğu gibi heyecan verici, şaşırtıcı kelime buluşlarına değil, itirafa, eski doğu destan ve efsanelerini fantastik bir şekilde canlandırmaya dayanır.
. . . Şairin dünyasına insancıl kardeşlik ve sevgi hakimdir: Öyle bir sevgi ki, tüm yaratıkları, ağaçları, suları, zaman içinde akıp giden mevsimleri, ışığı, havayı kucaklayan, bazen kederli ama asla baş eğmeyen, daima kendinden doğan ve daima özgür değerlere açık bir sevgi. Bunun karşıtı olan nefret, daima korumaya kalkan asil bir kılıç gibi yalındır. Şair, mevcudiyetin büyük sorularını, materyalist bir düşünür, telaşa kapılmayan insanların ağırlık ve dengesi, çağdaş önemli şairlerde rastlanan, çeşitli biçimlerde ortaya çıkan kuruntu ve zamanımıza has yaratıcılık şevki ile derinliğine ele alır. Ve tüm bunların ardında bir müzik gibi vatan hasreti yatar durur. Çağımız, sürgün edilmiş birçok şairle doludur. Ama etkileyici sürgün şiirinde Nâzım’ın sesi erkekçesine ağır başlıdır. Daha
81
eski kuşağın İspanyol şairleri Leon Felipe, Juan Jose Do- menchina ve ötekilere sürgünün yazdırdığı ILANTO, yani “kaybettikleri ülkelerin ardından ağlama” temasından farklıdır. Memleket hasreti, Nâzım’da ümit ve yakıcı sevdayla kaynaşır.
. . . Ölüm, onu aramızdan almayı başardı ama Hora- tiu’nun dediği gibi hem fakirin kulübesine ve hem de kralın sarayına giren ölüm, zaman içinde ve şiirlerinde yaşayan şairin şeffaf varlığını asla telef edemeyecektir. Yalnız fani olan Nâzım Hikmet, dönülemeyecek yoia giderek, bizleri terk etti. Aramızdan onu tanıyanlar, onunla buluşanlar, onun güzel simasını, masmavi gözlerindeki derinliklerini unutabilirler mi? Hapisane kapısından çıktıktan ve bir motorla Karadeniz sularında çalkalandıktan sonra Köstence’ye doğru giden bir Romen gemisinin güvertesinde, asrımızın en büyük Türk şairinin hürriyet güvenliğine kavuştuğu geceyi, bu önemli olayı kim sevgiyle hatırlamayacaktır!
C O N V E M P O R A N U L dergisinin bu özel sayfasında A.E. Baconsky’nin yazısından başka, Nâzım Hikmet’in Romanya'ya Dair Lirik Röportaj ından bir bölüm, Nâzım Hikmet’in 14 Haziran 1962 tarihinde “Gazeta Literara” dergisine vermiş olduğu demeç ve 24 Ağustos 1962’de “Contemporanul” dergisinde yayımlanmış olan yazısından bölümler, fotoğrafı ile birlikte yer alır.
82
NÂZIM H İKM ET İN ROMANYA’DA YAYINLANAN KİTAPLARI
1 ̂ '' ' <*JL , / - i * * , a M <st- 'J.C a j\jİ a_ r ‘I
1 f ^ n~' ' fjyl y "><££■*. ' tm ' $ £ 4 /1 # £ *t< iL $ rf*re*> **. - CLM cJ ? ' ? — >
$* ' '-Clr^ustU, MS*w ,İL 'Lif '/ t f. / /'.i»-.,: " İp X <̂ s*‘‘'<' w 1$r; *#& - '- fr & u U * - vU~* ’iL * *■**£*, t & İ Z s l #
. i^ ' ■
f ' * . -
— Nâzım Hikmet / Poeme (Şiirler) / Romencesi: Maria Banuş", Marcel Breslaşu, Eugen Jebeleanu, Veronica Porumbacu, Virgil Teodorescu / Editura de Stat pentru Literatura şi Arta (Edebiyat ve Sanst İçin Devlet Yayınevi), 1952
— Nâzım Hikmet / Versuri (Şiirler) / Romencesi: Virgil Teodorescu / Edebiyat ve Sanat İçin Devler Yayınevi, 1957
— Nâzım Hikmet / A existat oare ivan Ivanovici? (İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu?) / Piyes — Romencesi: Emma Beniuc / Edebiyat ve Sanat İçin Devlet Yayınevi, 1957
— Nâzım Hikmet / Poezii (Şiirler) / Romencesi: Virgil Teodorescu / Editura Tineretului (Gençlik Yayınevi), 1961
83
ISliil
nazim hikmet
m a n t i c f icFntec la m asa soareful
— Nâzım Hikmet / Norul Inâragostit (Sevdalı Bulut) / Masallar — Romencesi: Marin Iancu Nicolae / Gençlik Yayınevi, 1965
— Nâzım Hikmet / Ronıanticii (Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim) / Roman — Romencesi: Virgil Teodorescu ve Ruse Nedelea / Editura pentru Literatura Univer- sala (Evrensel Edebiyat Yayınevi), 1965
— Nâzım Hikmet / Cintec la Masa Soarelui (Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü) / Şiirler — Romencesi: Virgil Teodorescu / Editura Minerva (Minerva Yayınevi), 1977
84
ŞİİRLERa
NÂZIM HİKM ET
GÜNEŞİN SOFRASINDA SÖYLENEN TÜRKÜ
Dalgaları karşılayan gemiler gibi, gövdelerimizle karanlıklan yara yara
çıktık, rüzgârları en serin uçurumları en derin
havalan en ışıklı sıra dağlara. Arkamızda bir düşman gözü gibi karanlığın yolu. Önümüzde bakır taslar güneş dolu.Dostların arasmdayız!Güneşin sofrasındayız!
Dağlarda gölgeniz göklere vursun, söz göze
ıdurun çocuklar.Taslan birbirine vurun çocuklar.Doldurun çocuklar, doldurun
doldurun doldur içelim.
Başlangöklere
atalım serden geçelim...
Yalnayakkoşarak
devleringeçtiğiyerden geçelim.
86
Heeeeyhop
Heeeeyhep
birden geçelim. Doldurun çocuklar, doldurun
doldurundoldur içelim.
Dostların arasmdayız! Güneşin sofrasındayız!
M EM LEKETİM İ SEVİYO RU M ...
Memleketimi seviyorum:Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım. Hiçbir şey gidermez iç sıkıntımı memleketimin sarkılan ve tütünü gibi.
Memleketim:Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya, kurşun kubbeler ve fabrika bacaları benim o kendi kendinden bile gizleyerek sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.
Memleketim.dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana. Memleketim ne kadar geniş:
Edirne, İzmir, Ulukışla, Maıaş, Trabzon, Erzurum. Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum ve güneyepamuk işleyenlere gitmek için Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye
utanıyorum.
Memleketim:develer, tiren, Ford arabaları ve hasta eşekler, kavak
söğütve kırmızı toprak.
Memleketim:Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini
seven alabalıkve onun yarım kiloluğu
pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarlaBolunun Abant gölünde yüzer.
Memleketim:Ankara ovasında keçiler:kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.Yağlı, ağır fındığı Giresun’un.Al yanakları mis gibi kokan Amasya elması, zeytin
incirkavun
ve renk renksalkım salkım üzümler
ı88
ve sonra kara sapan ve sonra kara sığır ve sonra: ileri, güzel, iyi
her şeyihayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım yarı aç, yarı tok
yarı esir...
NE GÜZEL ŞEY HATIRLAMAK SENİ
Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden, hapisteve yaşım kırkı geçmiş iken...
Ne güzel şey hatırlamak seni:bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elinve saçlarındavakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının... İçimde ikinci bir insan gibidir
seni sevmek saadeti... Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının, güneşli bir rahatlık ve etin daveti:
kıpkızıl çizgilerle bölünmüş sıcak
koyu bir karanlık...
89
Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair,hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek: filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
kendisi değiledasındaki dünya.
Ne güzel şey hatırlamak seni.Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine:
bir çekmecebir yüzük,
ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.Ve hemen
fırlayarak yerimden penceremde demirlere yapışarak hürriyetin sütbeyaz maviliğine
sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım
Ne güzel şey hatırlamak seni: ölüm ve zafer haberleri içinden, hapisteve yaşım kırkı geçmiş iken. . .
VASİYET
Yoldaşlar nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürünAnadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.
Haşan beyin vurdurduğuırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Traktörlerle türküler geçsin akbaşından mezarlığın, seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu, tarlalar ortamalı, kanallarda su, ne kuraklık, ne candarma korkusu.
Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz, toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler, toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
Ama bu türküleri söylemişini bendaha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu traktörlerin resmi bile çizilmeden.
Benim sessiz komşulara gelince, şehit Ayşe’yle ırgat Osman çektiler büyük hasreti sağlıklarında helki de farkında bile olmadan.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,— öyle gibi de görünüyor — xAnadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni ve de uyarma gelirse, tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani...
YİNE MEMLEKETİM ÜSTÜNE SÖYLENMİŞTİR
Memleketim, memleketim, memleketim, ne kasketim kaldı senin ora işi, ne yollarını taşımış ayakkabım, son mintanım da sırtımda paralandı çoktan.
Şile bezindendi.Sen şimdi yalnız saçımın akında,
infarktmda yüreğimin, alnımın çizgilerindesin memleketim,
memleketim, memleketim...
VAPUR'
Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden, teper ha babam teper
paralanmazteper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varna önünden, uy Karadenizin gümüş telleri, bir vapur geçer Boğaza doğru,Nâzım usulcacık okşar vapuru
yanar elleri...
92
MEMET
Karşı yalı memleket sesleniyorum Varna’dan
işitiyor musun Memet, Memet.
Karadeniz akıyor durmadan deli hasret deli hasret oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun,
Memet, M emet...
TU N A Ü STÜ N E SÖYLEN M İŞTİR
Gökte bulut yokSöğütler yağmurluTunaya rastladımAkıyor çamurlu çamurluHey Hikmetin oğlu, Hikmetin oğluTunanın suyu olaydınKaraormandan geleydinKaradenize döküleydinMavileşeydin mavileşeydin mavileşeydinGeçeydin BoğaziçindenBaşında İstanbul havasıÇarpaydın Kadıköy iskelesineÇarpaydm çırpmaydınVapura binerken Memetle anası.
ŞEHİR, AKŞAM VE SEN
Koynumda çırılçıplaksınızşehir akşam ve sen
aydınlığınız yüzüme vuruyorbir de saçlarınızın kokusu.
Bu çarpan yürek kimilisesleri soluklarımızın üstünde küt küt atan
senin mi şehrin mi akşamın mı yoksa benimkisi mi?
Akşam nerde bitiyor nerde başlıyor şehir şehir nerde bitiyor sen nerde başlıyorsun
ben nerde bitip nerde başlıyorum?
HASRET
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli belini sarmayalı gözünün içinde durmayalı aklının aydınlığına sorular sormayalı dokunmayalı sıcaklığına kamının. Yüz yıldır bekler beni
bir şehirde bir kadın. Aynı daldaydık aynı daldaydık aynı daldan düşüp ayrıldık aramızda yüz yıllık zaman
yol yüz yıllık Yüz yıldır alaca karanlıkta
koşuyorum ardından.
94
İÇİN DEKİLER
Bu Kitap Niçin Hazırlandı / Erem Melike Roman ........... 5NÂZIM’IN ŞİİR DÜNYASI VE ROMANYA ................... 9
Romanya’ya Dair Lirik Röportaj / Nâzım Hikmet ... 9Nâzım Hikmet ve Romen Şairleri .................................... 14Boğaziçi’nde Bir Kayık ve Bir Kalp / Maiorescu ... 14 Nâzım’da Halkının Özünü Tanıdım / U. Cassian ... 22Canlı Olanlar / Nina Cassian ............................................ 24Nâzım Hikmet’e Mektup / Charles Moisse ............... 26
NÂZIM’IN TİYATRO DÜNYASI VE ROMANYA ........... 27Nâzım Hikmet — Gelenek, Stil ve Yenilik /Maiorescu .................................................................................. 27Nâzım Hikmet: Kafam da Sürekli Yaratır veYazarım / Nâzım Hikmet - Sandra Faur ............... 33Tiyatro İçin Aktüel Bir Konu: Atom Bombası /Nâzım Hikmet - Cimpeanu ................................................ 36Nâzım Hikmet ve Çağdaş Tiyatro / Nâzım Hikmet -Carol Roman ........................... 37Oyun Yazarının Önemli Bir Silahu Sözcük, Sözcüğü Kullanmak / Nâzım Hikmet ........................................ 41Caragiale'nin Dersi / Nâzım Hikmet ........................... 44Nâzım Hikmet’in Dramaturji’si / G. Maievschi ....... 45Nâzım Hikmet’in Romenceye Çevrilen Oyunları ... 51
İNANÇ DÜNYASI ......................................................................... 53Nâzım Hikmet’i Selamlıyoruz / CONTEMPORANUL 54 Barış Uğrundaki M ücadelede Şairin Rolü / NâzımHikmet ................ 55Romanya'yı Sevdim Sönmez Bir A şkla / NâzımHikmet ....................................................................................... 58Neye İnanıyorsun / Nâzım Hikmet - Carol Roman 59
İN MEMORIAM / NÂZIM HİKMET’E SAYGI ................... 70Nâzım Hikmet’in Kalbi Artık Çarpmıyor / M. Beniuc 70Nâzım Hikmet / Maria Banuş ........................................ 73Nâzım Hikmet / A.E. Baconsky ................................ 78Nâzım’m Romanya’da Yayınlanan Kitapları ........... 83
ŞİİRLER /Nâzım Hikmet ............................................................ 85Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü ........................... 86Memleketimi Seviyorum .................................................... 87Ne Güzel Şey Hatırlamak Seni .................................... 89Vasiyet ........................................................................................ 90Yine Memleketim Üstüne Söylenmiştir ....................... 92
Vapur .......................................................................................... 92Memet ........................................................................................ 93Tuna Üstüne Söylenmiştir ................................................... 93Şehir, Akşam ve Sen ............................................................ 94Hasret ......................................................................................... 94
#* *ÖZGÜN YAZI VE FOTOĞRAFLAR
Sayfa Konusu2 Nâzım’m Erem Melike Roman’a gönderdiği fotoğ
rafın arka yazısı4 Nâzım’m Erem Melike Roman’a 1955’te gönderdiği
fotoğraf6 Unutulan Adam ya da Şöhret piyesinin Erem Meli
ke Roman’a gönderdiği en son varyantından özgün bir bölüm. Piyesin hemen tüm sayfalarında elyazması ekler yer almıştır.
7 Romen şairi Eugen Jebeleanu’nun 1957’de yayımladığı Hürriyet Şarkıları antolojisi için, tanınmış Romen kadın ressamı Florica Cordescu’nun çizdiği portre
8 Aralarında Nâzım’m da yer aldığı ve dünyanın çağdaş büyük şairleri için hazırlanan uzunçaların kapağı
®3 Nâzım’m 1957’de «yapıtlarının Romanya’da yayınlanmasına» ilişkin mektubu
84 Evrensel Edebiyat Yaymevi’nin yayınladığı Roman- ticii (Yaşamak Güzel Şey Bekardeşim) romanı (1965) ile Minerva Yaymevi’nin yayınladığı Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü kitaplarının kapak resimleri. İlkini Sabin Balaşa, İkinciyi Anton Slav- nicu çizdi.
Broy Yayınları: 35 • Broy Şiir Yayın Merkezi, Vilayet Han, 205, Cağaloğlu - İstanbul • Yönetim Müdürü: Emin Yılmaz • Yayın Yönetmeni: Nesrin Arman - Seyyit Nezir • Kapak düzeni Hoy Ajans • Pilm-montaj: Ender Grafik, • Kapak baskısı ve iç sayfalar dizgi-baskı: Kent Basımevi • Cilt: Bayrak Müc.
Şafakta Suydu Evler
NAZIM HİKM ET ROMANYA’DA
Ereın Melike Roman
Nâzım Hikmet’in yurt dışındaki yaşamı, geniş bir okur kitlesi için sorularla doludur. Broy Yayınlan, bu sorulara yanıt olmak üzere, gittiği her ülkeden
yaşamına ve şiirine izler katan, her ülkede kendinden izler bırakan şairin yurt dışı yaşamı
üstüne başlattığı dizinin iik kitabı olarak Şafakta Suydu E vler’i yayınlıyor. Alt başlığı Nâzım
H ikm et Romanya’da olan kitapta Nâzım’ın “Romanya’ya Dair Lirik Röportaj” adlı şiiri ve
hasret şiirlerinin yanı sıra, Romen yazar ve şairlerinin kendisiyle konuşmaları, Nâzım üstüne
şiir ve yazıları yer alıyor. Daha önce Edebiyat C ep h esi’ndeki (1980) çeviri ve yazılarından
tanıdığımız Erem Melike Roman; elinizdeki kitabı Nâzım üstüne Romanya’daki tüm belgeleri
tarayarak hazırladı. Nâzım’ın yurt dışındaki ilk durağının Romanya olduğu göz önünde tutulursa,
kitabın ayrı bir anlam ve önem kazandığıgörülecektir.
BİLGE KİTAP KULÜBÜ