su kaynakli doĞal afet: taŞkin · tmh 132 tmh - tÜrkÝye mÜhendÝslÝk haberlerÝ sayi...

32
TMH 131 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6 Taşkın, Heyelan, Sel Doğal ya da insan müdahalesi sonucu oluşan afetlerin en önemlilerinden biri olan taşkınların temel özelliği, insanlar için hiçbir zaman tümüyle bertaraf edilemeyen, sürekli bir problem oluşturmalarıdır. Toplumlar, yüzyıllardan beri taşkın tehdidi ile karşı karşıya kaldıklarından, bu ekstrem olayın kontrolü amacıyla araştırma ve mücadele faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Ancak günümüzde ulaşılan bilgi birikimine rağmen sorun çözümlenmiş değildir. Taşkınlar, ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın pekçok yöresinde halen daha etkili olmakta, önemli ölçüde can ve mal kaybına neden olmaktadırlar. Son yıllarda ise, yerkürenin bazı bölgelerinde kuraklık ağır basarken, diğer bazı bölgelerinde de önemli iklimsel değişkenliklerin yaşandığı; bunların sonucunda da taşkın olaylarının daha sık ve daha etkin biçimde oluştuğu izlenmektedir. Söz konusu iklimsel değişkenlikler, çoğu zaman olası bir küresel iklim değişikliği ile ilişkilendirilmekte ve taşkınların temel nedeni olarak gösterilebilmektedir. Bu noktada şu saptamayı vurgulamakta yarar vardır: yerkürenin küresel bir iklim değişikliği yaşayıp yaşamadığı, bu konuda son yıllarda yapılan pek çok araştırmaya rağmen henüz kanıtlanmış değildir. Buna karşılık çeşitli araştırma ve çalışmalar, küresel ısınmanın mevcudiyetini ve geleceğe yönelik boyutlarını bilimsel olarak ortaya koymuştur. Günümüzde sıkça yaşanan iklimsel değişkenlikler de küresel ısınma ile ilişkilendirilebilir ve belli ölçüye kadar taşkınların nedeni olarak gösterilebilir. Ancak afet niteliğindeki taşkınları sadece küresel ısınma ile açıklamak hatalı ve eksik bir yaklaşım olmaktadır. Taşkın esas itibariyle doğal bir olaydır. Bu olayı, can ve mal kaybına neden olacak nitelikte afet haline dönüştüren neden ise çoğunlukla insan müdahalesidir. Dolayısıyla taşkınların nedenini iki boyutta değerlendirmek gerekir: a) Doğal nedenler: günümüzde dünyanın pek çok yöresinde, gerçekten uzun yıllar ortalamasının çok üzerinde yağışlar oluşmuş ve bu yağışların sonucunda da taşkın olayları meydana gelmiştir. Ancak, taşkın olayının bu doğal boyutunu engel- lemek veya ortadan kaldırmak mümkün değildir. Burada yapılması gereken, taşkın risklerini mühen- dislik yaklaşımlarıyla ortaya koymak ve her alanda riske dayalı tasarım ve planlamalara yönelmektir; b) İnsan müdahalesine dayanan nedenler: insanın doğa ile uyum içinde olmayan veya doğaya engel niteliğinde olan her türlü faaliyeti, taşkından doğacak zararların boyutunu arttırarak taşkını bir afet haline dönüştürmektedir. Burada, söz konusu faaliyetleri kontrol altına alarak, taşkından doğacak zararları en aza indirmek mümkündür. Ülkemizde de son yıllarda pek çok yörede afet niteliğinde taşkınlar görülmüştür. Örneğin İzmir ken- tinde, 2001 yılının Ağustos ayından 2002 Ocak ayına kadar 7 adet kentsel taşkın yaşanmıştır. Bu olayların nedenini ortaya koymak ve çözüm önerileri oluşturmak amacıyla, Dokuz Eylül Üniversitesi Su Kaynakları Yönetimi ve Su Kaynaklı Doğal Afetlerin Kontrolü Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUMER) tarafından, Şubat 2002’de bir “Taşkın Çalıştayı” düzenlenerek, tüm ilgili kamu/özel kurum ve kuruluşlarla birlikte halkın katılımı da sağlanmıştır. Çalıştay sonucunda bir bildirge yayınlanarak aşağıdaki saptamalara yer verilmiştir. I. TAŞKINLARIN NEDENLERİ: Doğal meteorolojik koşullar:İzmir’de son beş yıl- da meydana gelen yağış miktarlarının, uzun dönem ortalamalarının 2-3 misli olduğu belirtilmiştir. Doğal meteorolojik koşullara müdahale mümkün olmadı- ğından, bu konuda herhangibir önlem alınması da söz konusu değildir. Ancak, taşkına neden olabilecek meteorolojik koşulların, günümüzde mevcut gelişmiş yöntemlerle tahmini yapılabilir ve taşkın riski irdele- nebilir. Bilimsel kuruluşlarda, taşkın riskini belli süre önceden kestirebilen atmosferik ve hidrolojik bazlı çalışmalar mevcuttur. Jeomorfolojik koşullar: Bu koşullar dere havzala- rının doğal özelliklerine ilişkin olup, bu konuda da herhangi bir bir müdahale söz konusu değildir. İnsan müdahalesi ve sosyal faktörler: Hatalı arazi kullanımı, bitkilerin yok edilmesi, ormansızlaşma, dere yataklarında usulsüz yerleşimler, erozyon, SU KAYNAKLI DOĞAL AFET: TAŞKIN Gülay ONUŞLUEL (*), Nilgün B. HARMANCIOĞLU (**) (*) İnş. Y. Müh., (**) Prof. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi Su Kaynakları Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUMER), İzmir

Upload: others

Post on 15-Jan-2020

10 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

TMH

131TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

Doğal ya da insan müdahalesi sonucu oluşan afetlerin en önemlilerinden biri olan taşkınların temel özelliği, insanlar için hiçbir zaman tümüyle bertaraf edilemeyen, sürekli bir problem oluşturmalarıdır. Toplumlar, yüzyıllardan beri taşkın tehdidi ile karşı karşıya kaldıklarından, bu ekstrem olayın kontrolü amacıyla araştırma ve mücadele faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Ancak günümüzde ulaşılan bilgi birikimine rağmen sorun çözümlenmiş değildir. Taşkınlar, ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın pekçok yöresinde halen daha etkili olmakta, önemli ölçüde can ve mal kaybına neden olmaktadırlar.

Son yıllarda ise, yerkürenin bazı bölgelerinde kuraklık ağır basarken, diğer bazı bölgelerinde de önemli iklimsel değişkenliklerin yaşandığı; bunların sonucunda da taşkın olaylarının daha sık ve daha etkin biçimde oluştuğu izlenmektedir. Söz konusu iklimsel değişkenlikler, çoğu zaman olası bir küresel iklim değişikliği ile ilişkilendirilmekte ve taşkınların temel nedeni olarak gösterilebilmektedir. Bu noktada şu saptamayı vurgulamakta yarar vardır: yerkürenin küresel bir iklim değişikliği yaşayıp yaşamadığı, bu konuda son yıllarda yapılan pek çok araştırmaya rağmen henüz kanıtlanmış değildir. Buna karşılık çeşitli araştırma ve çalışmalar, küresel ısınmanın mevcudiyetini ve geleceğe yönelik boyutlarını bilimsel olarak ortaya koymuştur. Günümüzde sıkça yaşanan iklimsel değişkenlikler de küresel ısınma ile ilişkilendirilebilir ve belli ölçüye kadar taşkınların nedeni olarak gösterilebilir. Ancak afet niteliğindeki taşkınları sadece küresel ısınma ile açıklamak hatalı ve eksik bir yaklaşım olmaktadır.

Taşkın esas itibariyle doğal bir olaydır. Bu olayı, can ve mal kaybına neden olacak nitelikte afet haline dönüştüren neden ise çoğunlukla insan müdahalesidir. Dolayısıyla taşkınların nedenini iki boyutta değerlendirmek gerekir:

a) Doğal nedenler: günümüzde dünyanın pek çok yöresinde, gerçekten uzun yıllar ortalamasının çok üzerinde yağışlar oluşmuş ve bu yağışların sonucunda da taşkın olayları meydana gelmiştir.

Ancak, taşkın olayının bu doğal boyutunu engel- lemek veya ortadan kaldırmak mümkün değildir. Burada yapılması gereken, taşkın risklerini mühen-dislik yaklaşımlarıyla ortaya koymak ve her alanda riske dayalı tasarım ve planlamalara yönelmektir;

b) İnsan müdahalesine dayanan nedenler: insanın doğa ile uyum içinde olmayan veya doğaya engel niteliğinde olan her türlü faaliyeti, taşkından doğacak zararların boyutunu arttırarak taşkını bir afet haline dönüştürmektedir. Burada, söz konusu faaliyetleri kontrol altına alarak, taşkından doğacak zararları en aza indirmek mümkündür.

Ülkemizde de son yıllarda pek çok yörede afet niteliğinde taşkınlar görülmüştür. Örneğin İzmir ken- tinde, 2001 yılının Ağustos ayından 2002 Ocak ayına kadar 7 adet kentsel taşkın yaşanmıştır. Bu olayların nedenini ortaya koymak ve çözüm önerileri oluşturmak amacıyla, Dokuz Eylül Üniversitesi Su Kaynakları Yönetimi ve Su Kaynaklı Doğal Afetlerin Kontrolü Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUMER) tarafından, Şubat 2002’de bir “Taşkın Çalıştayı” düzenlenerek, tüm ilgili kamu/özel kurum ve kuruluşlarla birlikte halkın katılımı da sağlanmıştır. Çalıştay sonucunda bir bildirge yayınlanarak aşağıdaki saptamalara yer verilmiştir.

I. TAŞKINLARIN NEDENLERİ:

• Doğal meteorolojik koşullar:İzmir’de son beş yıl-da meydana gelen yağış miktarlarının, uzun dönem ortalamalarının 2-3 misli olduğu belirtilmiştir. Doğal meteorolojik koşullara müdahale mümkün olmadı-ğından, bu konuda herhangibir önlem alınması da söz konusu değildir. Ancak, taşkına neden olabilecek meteorolojik koşulların, günümüzde mevcut gelişmiş yöntemlerle tahmini yapılabilir ve taşkın riski irdele-nebilir. Bilimsel kuruluşlarda, taşkın riskini belli süre önceden kestirebilen atmosferik ve hidrolojik bazlı çalışmalar mevcuttur.

• Jeomorfolojik koşullar: Bu koşullar dere havzala- rının doğal özelliklerine ilişkin olup, bu konuda da herhangi bir bir müdahale söz konusu değildir.

• İnsan müdahalesi ve sosyal faktörler: Hatalı arazikullanımı, bitkilerin yok edilmesi, ormansızlaşma, dere yataklarında usulsüz yerleşimler, erozyon,

SU KAYNAKLI DOĞAL AFET: TAŞKINGülay ONUŞLUEL (*), Nilgün B. HARMANCIOĞLU (**)

(*) İnş. Y. Müh., (**) Prof. Dr.,Dokuz Eylül Üniversitesi Su Kaynakları Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi (SUMER), İzmir

TMH

132 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

vs. gibi temelde insan müdahalesine dayanan bu olumsuz koşulların kontrolü mümkün olup, alınacak önlemlerle taşkın zararları en aza indirgenebilir. DSİ tarafından hazırlanan bir raporda, sel sorununun veya afetinin, tamamen insan aktivitelerinin bir sonucu olarak meydana geldiği belirtilmiş; sel riski bulunan sahalarda önceden tedbir alınmaksızın süregelen kontrolsuz kentleşme faaliyetlerinin, dünyanın heryerinde sel afetinin temel nedeni olduğu belirtilmiştir.

• Ülkemizdeki genel durum: Yine DSİ tarafından hazırlanan bir raporda, taşkın afetlerinin yalnızca meteorolojik oluşumlara bağlı olarak ifade edilme-sinin mümkün olmadığı belirtilmekte ve ülkemizde yaşanan sel afetleri ile ilgili olarak şu tespitler yapılmaktadır: “Özellikle Türkiye gibi ekonomik gelişme faaliyetinin yoğun bir biçimde devam ettiği şartlarda, sanayileşme ve sektör çeşitliliğinin beraberinde getirdiği kentleşme aktivitesi, akarsu havzalarının muhtelif kesimlerindeki insan faaliyetinin çeşitliliğini ve yoğunluluğunu da büyük ölçüde arttırmaktadır. Bu durum ise havza bütünündeki hidrolojik dengeyi bozmakta ve sonuçta büyük mik-tarda can ve mal kaybına yol açan taşkın afetleri yaşanagelmektedir. Akarsu havzaları içinde büyüyen yerleşimler, açılan yeni yollar ve kurulan yeni tesisler ile arazi yapısı değişmekte, elverişsiz tarım yöntemleri ile topraklar daha yoğun bir şekilde kullanılmakta, ormanlar ve meralar tahrip edilmekte, tüm bu koşullarda taşkın afetleri giderek daha büyük ve sık olarak görülmektedir. Bir çok durumda, daha önceden taşkın koruma önlemi gerekli olmayan alanlarda bile önlem alınması zorunlu hale gelmek-tedir.” Burada belirtilen olumsuz koşulların tümü, İzmir kenti için de geçerli olmaktadır.

II. KOORDİNASYON SORUNLARI

• Taşkınlar tüm İzmir’lilerin sorunudur; dolayısıyla bu konuda her kurum, kuruluş, özel sektör ve hatta her bireye düşen görevler söz konusu olmaktadır. Taşkın riski ve zararlarının en aza indirilmesi için tüm ilgililerin ve toplumun katılımıyla kolektif bir çalışma gerekmektedir. Taşkın zararlarının sorumluluğunu bir-iki kuruma yüklemek doğru bir yaklaşım olmamaktadır; zira bu konuda her kurum/kuruluşa ve hatta bireylere sorumluluk düşmektedir.

• Konuyla doğrudan ilgili kurumlar arasında (örneğin, İZSU, DSİ) koordinasyon eksiklikleri göze çarpmak-tadır. Bu kurumların çalışmalarını, koordinasyonlu olarak, ortak biçimde ve eş zamanlı olarak sürdür-meleri zorunludur.

III. ÖNLEMLER:

• İlgili kurumlar tarafından yapılan çalışmaların genelde lokal bazda ve genellikle derelerin şehir içindeki bölümlerinde yoğunlaştığı görülmektedir.

• Esas olarak sel havzaları bir bütündür ve bir bütünolarak değerlendirilmeli, havza yönetimi çalışmaları-

na yer verilmelidir. Önlemler derelerin üst havzala-rında yapılacak çalışmaları da kapsamalıdır. Havzalar bütün olarak değerlendirildiğinde de kurumlar arası koordinasyon kaçınılmaz olmaktadır. Bu yönde, bağımsız bir kuruluş olarak SUMER, koordinasyonun oluşturulmasında etkin görev alabilir.

IV. HALKIN BİLİNÇLENDİRİLMESİ VE EĞİTİM:Taşkın konusunda her bireye düşen görevler de vardır ve öncelikle halkın bu konuda bilinçlendirilmesi gerekir. Örneğin, körfeze dökülen derelerin bazıları halk tarafından çöp atık sahası olarak kulllanılabilmekte, bi- riken çöpler de akışı engellemektedir. Ayrıca, taşkın havzalarındaki çarpık yerleşimler de taşkın sonucu oluşan can ve mal kaybının temel nedenlerinden biridir.

V. YASAL DURUM:Ülkemizde taşkınla mücadele konusunda yasal boşluklar mevcuttur. Esas olarak, taşkınla mücadele için dayanak oluşturabilecek bir yasa yoktur. Su kirliliği konusunda olduğu gibi, havza koruma bölgelerine benzer şekilde, taşkın koruma bölgelerinin tanılanması ve buna göre bu bölgelerde özel önlemlerin alınması gerekir.

Yukarıda belirtilen sonuçlar, İzmir kenti için ortaya konmakla birlikte, bunlar esas itibariyle ülkemizin hemen her bölgesi için geçerli olmakta ve taşkın zararlarının en aza indirilebilmesi açısından toplumun her kesimine görev düşmektedir.

Öte yandan tüm araştırma ve uygulama kurum ve kuruluşlarının da öncelikle, aşağıda belirtilen belirsizlikleri daha etkin yöntem ve yaklaşımlarla değerlendirmeleri gerekecektir:

a) Taşkın zirve akımlarının tanılanmasındaki belirsizlik-ler; başka bir deyişle, taşkın analizlerinde çözümlen-memiş sorunlar;

b) Taşkın kontrolünde uygulanması gereken yöntemler konusundaki belirsizlikler.

İkinci unsur açısından giderek yaygınlaşan yaklaşım, taşkın zararlarının en aza indirilmesi amacıyla yapısaldan ziyade, erozyon kontrolü, bitki örtüsünün geliştirilmesi, taşkına maruz bölgelerde yerleşim ve arazi kullanımının sınırlandırılması gibi yapısal olmayan önlemlerin tercih edilmesidir. Bu gelişmede etkili olan en önemli faktör, yapısal önlemler için gerekli olan taşkın özelliklerinin tahminindeki belirsizliklerdir. Başka bir deyişle yukarıda (a) maddesinde ifade edildiği gibi taşkın analizlerinde halen daha çözümlenmemiş sorunlar bulunmaktadır. Bu noktada yapılması gere-ken, Birleşmiş Milletler tarafından “Afetler 10 yılı” olarak ilan edilmiş olan 90’lı yıllarda, taşkın analizlerinde varılan bilgi seviyesinin, kullanılan yöntemlerin ve elde edilen sonuçların irdelenmesidir. Bu değerlendirmelere göre, taşkın analizi konusunda önerilebilecek yeni araştırma ve çalışmalarda, mevcut bilgi birikimine ne gibi yeni ve anlamlı katkılarda bulunabileceği ortaya konabilir.

TMH

133TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

1. SEL / TAŞKIN OLAYININ TANIMI

Doğal afet olarak sel, bir akarsuyun muhtelif nedenlerle yatağından taşarak, çevresindeki arazilere, yerleşim yerlerine, altyapı tesislerine ve canlılara zarar vermek suretiyle, etki bölgesinde normal sosyo-ekonomik faaliyeti kesintiye uğratacak ölçüde bir akış büyüklüğü oluşturması olayı, şeklinde ifade edilmektedir. Bu tanımı, deniz sahillerine mücavir bölgelerdeki dalga hareketlerinden kaynaklanan kıyı taşkınları, göllerdeki seviye değişiklikleri ile dalga etkilerinden kaynaklanan göl taşkınları ve buzul erime ve parçalanmalarından kaynaklanan buz hareketi taşkınları ile genişletmek mümkündür.

Dünyanın bir çok bölgesinde aşırı yöresel yağışlardan veya toplu kar erimelerinden sonra yaşanan akarsu taşkınları sel olayının en yaygın örneğidir. Sel, yaşandığı bölgenin iklim koşullarına, jeoteknik ve topografik niteliklerine bağlı olarak gelişen bir doğal oluşumdur. Ancak sel problemi veya afeti tamamen insan aktivitelerinin bir sonucu olarak meydana gelmektedir. Sel riski bulunan sahalarda önceden tedbir alınmaksızın süregelen kontrolsüz kentleşme faaliyetleri dünyanın her köşesinde sel afetinin en önemli nedenidir.

2. TÜRKİYE’ NİN TAŞKIN AFETLERİ YÖNÜNDEN DURUMU

Ülkemizde sel ya da bir diğer ifade ile taşkın afetleri, depremlerden sonra en büyük ekonomik kayıplara neden olan doğal afettir. Mevcut envanter verileri itibari ile taşkınlardan kaynaklanan ekonomik kayıp her yıl için ortalama 100.000.000 ABD dolarına ulaşmaktadır. Buna karşın taşkınların kontrolü ve zararlarının azaltılmasına yönelik olarak genelde yapısal önlemler bağlamında sürdürülen projeli faaliyetler için ayrılan yatırım miktarı ise yılda ortalama 30.000.000 ABD doları civarındadır. Ekonomik kayıpların sektörel bazda dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmektedir:

1955-1997 döneminde en fazla can kaybına yol açan taşkın afeti 1957 yılı Eylül ayında Ankara’nın Hatip çayı vadisinde yaşanmış ve 185 kişinin ölümü ile sonuçlanmıştır.

(*) İnşaat Yük. Mühendisi, (**) İnşaat MühendisiDSİ Genel Müdürlüğü İşletme Bakım Dairesi, Ankara

ÜLKEMİZDE TAŞKINLAR, NEDENLERİ, ZARARLARI VE

ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERSavaş UŞKAY (*), Seyit AKSU (**)

Tablo 1 - Türkiye’de 1989-2002 döneminde meydana gelen taşkınların karakteristik özellikleri

Taşkın Ölü Su AltındaYıl Sayısı Sayısı Kalan Alan

1989 10 1 9500

1990 26 57 7450

1991 23 23 15770

1992 14 1 690

1993 2 - 60

1994 9 4 1680

1995 20 164 201100

1996 4 1 11000

1997 1 - 1390

1998 2 57 7000

1999 1 3

2000 4 8066

2001 6 8 43297

2002 2 27 510

TOPLAM 124 346 307513

Rize Fırtına DeresiDSİ'ce yapılan tahkikatların sel sırasında taşkınların önlediği

görülmüştür.

TMH

134 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

Sel veya taşkın doğanın kendi döngüsü içinde meydana gelen doğal bir oluşumdur. Bu oluşumun bir sel afeti ya da problemine dönüşmesi ise ekonomik gelişme bağlamında süregelen insan aktivitelerinin doğal denge üzerine yaptığı müdahalelerin bir sonucu olmaktadır. Bu çerçevede, ülkemizin sel riskine hassasiyetinin mertebesini, doğal etkenler olarak nitelenebilecek coğrafi, iklimsel ve fiziksel özellikleri ile sosyo-ekonomik gelişme faaliyetlerinin (insan aktivitelerinden kaynaklanan etkenler) belirlediğini ifade etmek gerekmektedir.

Türkiye’de taşkınları meydana getiren yağışlar ile geçmiş taşkınlara ilişkin envanter verilerinin birlikte değerlendirilmeleri sonucunda, taşkınların en çok ilkbahar ve sonbahar aylarında oluştuğu ve Karadeniz, Akdeniz ve Batı Anadolu coğrafi bölgelerinin taşkına en hassas bölgeler olduğu ortaya çıkmaktadır.

Taşkın afetlerinin yalnızca meteorolojik oluşumlara bağlı olarak ifade edilmesi mümkün değildir. Özellikle Türkiye gibi ekonomik gelişme faaliyetinin yoğun bir biçimde devam ettiği şartlarda, sanayileşme ve sektör çeşitliliğinin beraberinde getirdiği kentleşme aktivitesi, akarsu havzalarının muhtelif kesimlerindeki insan faaliyetinin çeşitliliğini ve yoğunluluğunu da büyük ölçüde arttırmaktadır. Bu durum ise havza bütünündeki hidrolojik dengeyi bozmakta ve sonuçta büyük miktarda can ve mal kaybına yol açan taşkın afetleri gözlenmektedir. Akarsu havzaları içinde büyüyen yerleşimler, açılan yeni yollar ve kurulan yeni tesisler ile arazi yapısı değişmekte, elverişsiz tarım yöntemleri ile topraklar daha yoğun bir şekilde kullanılmakta, ormanlar ve meralar tahrip edilmekte,

tüm bu koşullarda taşkın afetleri giderek daha büyük ve sık olarak görülmektedir. Bir çok durumda, daha önceden taşkın koruma önlemi gerekli olmayan alanlarda bile önlem alınması zorunlu hale gelmektedir. Yurdumuzda yakın geçmişte yaşanan; su baskını olaylarının çoğunun nedenini kontrol- süz kentleşme faaliyetleri oluşturmak- ta, olayların meteorolojik yönünü oluş-turan değerler ise genellikle küçük frekanslar içermektedir.

3. TÜRKİYE’ DE TAŞKIN AFETLERİNİN YÖNETİMİ KAPSAMINDA DSİ’CE YAPILAN ÇALIŞMALAR

DSİ Genel Müdürlüğünün taşkınların önlenmesi ve zararlarının azaltıl-

masıyla ilgili çalışmaları 6200 sayılı Kuruluş Yasası’nda tanımlanan görev ve sorumluluklar çerçevesinde genelde yapısal önlemler içeren projeli faaliyetler şeklinde sürdürülmekte, ayrıca 4373 ve 7269 sayılı Yasalarda ifade edilen hükümler doğrultusunda taşkın afetinin her sürecinde muhtelif çalışmaları içermektedir.

Bu çalışmalar çerçevesinde; taşkınları önlemek amacıyla barajlar ve taşkından koruma tesisleri inşa etmekte, dere yataklarında düzenleme ve ıslah çalışmaları yapmaktadır.

6200 sayılı DSİ Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Yasa’ nın (a) ve (g) bentleri ile; “taşkın suları ve sellere karşı koruyucu tesisler meydana getirmek ve bu tesislerin işletme ve görev sorumluluğu” DSİ Genel Müdürlüğüne verilmiştir. DSİ Genel Müdürlüğü tarafından ülkemizde taşkınların önlenmesi ve zararlarının azaltılmasına yönelik yapısal unsur

Çayeli - Rize

Büyükköy Deresi, Çayeli - Rize

TMH

135TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

içeren projeli faaliyetleri, taşkın koruma ve kontrol ihtiyacını akarsu havzasının bütününde ve diğer su developmanı gerektiren ihtiyaçlarla birlikte ele alan çok amaçlı büyük su işleri projeleri ile ivediliği nedeniyle taşkından koruma ihtiyacını akarsu havzasının sınırlı bir bölümünde ele alan küçük su işleri projeleri oluşturmaktadır.

Bu projeler kapsamında yapılan çalışmaları ayrı ayrı değerlendirecek olursak;

1. Küçük Su İşleri Kapsamında Yapılan Çalışmalar (Taşkından Koruma Tesisleri)

Küçük su işleri kapsamında havzanın bir bölümü ele alınarak yerleşim yerlerini, sanayi tesislerini, tarım arazilerini taşkından korumak amacıyla, sedde, sel kapanı, mahmuz, tersip bendi, anroşman taş dolgu, dere yatağı ıslahı, brit, taşkın kanalı gibi 3535 adet taşkından koruma tesisi inşa ederek yerleşim yerlerinin yanında 1.123.510 ha alanın da taşkından korunmasını sağlamıştır. Bu kapsamda büyük sayıda taşkın tesisi inşaatı devam etmektedir.

2. Büyük Su İşleri Kapsamında Yapılan Çalışmalar (Barajlar)

Büyük su işleri kapsamında havzanın bütünü ele alınarak taşkın zararlarının azaltılması doğrultusunda barajlar inşa edilmektedir. DSİ’ ce bugüne kadar taşkından koruma amacı da olan 504 adet baraj inşa edilmiştir. Bu barajlardan yağışlı sezonlarda suları depolayarak mansapta yüksek akımların can ve mal kayıplarına neden olmasını önlemektedir. Taşkın olaylarında barajların işlevine yönelik birkaç örnek vermek gerekirse; 2001 yılında Kasım ve Aralık aylarında meydana gelen şiddetli yağışlar sonucu oluşan taşkın sularının büyük

bölümü, taşkınların pik dönemlerinde barajlardan mansaba kontrollu su bırakmak (veya hiç bırakmamak) suretiyle baraj rezervuarlarında depolanmıştır.

Göksu Nehrindeki Gezende Barajı, Silifke taşkınında; Berdan Barajı Tarsus taşkınında, Manavgat taşkınında Oymapınar ve Manavgat barajları; Doğancı Barajı Bursa taşkınında taşkın piklerini öteleme görevlerini başarılı bir biçimde yerine getirerek, mansap-larındaki yerleşim yerlerinde ve tarım arazilerinde taşkınların olumsuz etkilerinin azaltılması için çok büyük katkı sağlamışlardır.

3. Taşkın Tahmini ve Erken Uyarı Sistemi Projesi (TEFER)

TEFER (Taşkın Tahmini ve Erken Uyarısı) projesi kapsamında pilot bölge olarak Batı Karadeniz, Susurluk, Gediz ve Menderes havzaları düşünülmüştür.

Projenin amacı; uydu teknolojileri kullanılarak “real time” verileri ile gelmesi olası taşkınların boyutunun belirlenmesi ve su altında kalacak taşkın sahalarının belirlenmesine yönelik çalışmalardır. Çalışmalar 1998 yılında başlanmış olup, 2003 yılı sonuna kadar uygulamaya yönelik çalışmalara başlanacaktır.

Bu kapsamda söz konusu havzalarda DSİ ve DMİ tarafından meteorolojik gözlem verileri ile akım gözlem verilerini “real time” olarak tesbitine yönelik uydu yer istasyonlarının kurulması devam etmektedir.

Ülke genelinde taşkından koruma işlevine de sahip olan, toplam 504 adet baraj inşa edilmiş olup, 106 adet barajın inşaatı da devam etmektedir.

Her yıl için düzenli olarak yapıldığı gibi 2002 su yılı başlangıcında da ilkbahar ve sonbahar taşkınlarıyla ilgili olarak aşağıdaki önlemler alınmıştır.

Güneysu - Rize

Güneysu - Rize

TMH

136 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

Bölge ve il merkezlerinde oluşturulan kriz birimlerine gerekli personel görevlendirilerek olaylar anında izlenmiş ve gerekli müdahaleler yapılmıştır. Bölge taşkın planlarına uygun olarak taşkın olaylarının meydana geldiği mahallere gerekli teknik personel, teknisyen ve diğer yardımcı personel süratle intikal ettirilmiştir.

Taşkın olayları ile ilgili gerekli iş makinesi, binek aracı, motopomp vb. alet ve ekipmanlar hemen taşkın mahallerine gönderilmiştir.

Taşkın olaylarının olduğu bölgelerdeki barajlarda su seviyeleri sürekli kontrol altında tutulmuş ve meteorolojik veriler titizlikle takip edilerek işletme çalışmaları yeniden düzenlenmiştir.

2002 yılında en çok taşkına uğrayan bölgelerden, Rize ilinde 30 adet, Sinop ilinde 24 adet, Kayseri ilinde 79 adet, Konya ilinde 89 adet Yozgat ilinde 50 adet DSİ’ ce inşa edilen taşkından koruma tesisi bulunmakta olup, bu tesisler işlevlerini yaparak taşkın zararlarının artmasını önlemişlerdir.

6. TAŞKINLARIN ÖNLENMESİ VE OLUMSUZ ETKİLERİNİN AZALTILMASI İÇİN ÖNERİLER

1. 4373 sayılı Kanun kapsamında olan veya olmayan akarsu yatakları içerisinde suyun kabarmasına sebebiyet veren akım rejimini değiştiren bent ve kabartıcı tesis yapılmasının önlenmesi,

2. Taşkın riski taşıyan alanların önceden belirlenmesi ve afet planlarının hazırlanması,

3. Taşkın riski taşıyan sahalardaki alt yapı standardları ile ilgili düzenlemelerin yapılması,

4. Taşkın tesislerinin plan, proje, inşaat ve bakım

onarımlarında yerel yönetimlerin ve tesisin hizmet alanında kalacak yerleşim birimlerinde yaşayanların katılımının sağlanması,

5. Taşkın tesislerine her türlü müdahalenin önlenme- si,

6. Dere yataklarında; yatak stabilitelerinin temelini bozacak ve kıyı oyulmalarına meydan verecek şekilde kum ve çakıl ocaklarının açılmasının ve kontrolsüz, aşırı malzeme alımlarının önlenmesi,

7. İmara açılmış veya açılacak alanlarda ve gecekon- du bölgelerinde ıslahı henüz yapılmamış akarsu yataklarında taşkın önleyici tesislerin DSİ tarafından projelendirilmesi veya belediyelerce hazırlanan projeler hakkında DSİ’nin görüşünün alınması,

8. Büyükşehir ve diğer belediye sınırları içerisinde yapılmış ve yapılacak olan taşkın kontrol tesislerinin işletilmesi ve akarsu yataklarının korunması, ilgili görev, yetki, denetim esas ve usulleri ile gerekli hizmetlerin kurumlar arası görev dağılımı ile ilgili düzenlemelerin yapılması,

9. Yerel yönetimlerce düzenlenen imar planlarının çe- şitli kararnamelerle tespit ve ilan edilen taşkın alanlarını göz önüne alarak hazırlanması, dere yataklarına ve taşkın tesislerine müdahale edecek uygulamaların engellenmesi,

10. Doğal afetlerin zararlarının azaltılması çalışmalarının tüm süreçlerindeki en önemli faaliyetlerden birisi, afet yönetimi içerisinde yer alan her aşamadaki yerel ve merkezi yönetim görevlilerinin eğitimi ile halkın bu yönde bilinçlendirilmesini amaçlayan eğitim ve bilgilendirme çalışmalarının yapılması taşkın zararlarının etkilerini azaltacak ve önleye-cektir.

Pınarbaşı - Konya

TMH

137TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

ÖZET

Akarsu köprüleri büyük taşkınlar esnasında genellikle hasar görmekte veya yıkılmaktadır. Bu durumda zaman zaman can kaybı da olmak üzere büyük miktarda maddi hasar oluşmakta ve köprü tekrar onarılana kadar trafik uzun süre aksamaktadır. Bu olumsuzlukların önlenmesi veya en aza indirilmesi için hem tasarım hem de işletim esnasında olası tüm faktörler göz önünde bulundurulmalıdır. Akarsu köprülerinin alt yapı elemanlarının tasarımında hidrolik etkenler detaylı olarak gözden geçirilmeli ve yapı-su-zemin etkileşimi değerlendirilmelidir. Tasarım sonrası kullanım safhasında mevcut köprülerin temel durumları sürekli olarak incelenmeli ve olası taşkınlardan önce yapı direncinin arttırılması yoluna gidilmelidir. Bu makalede köprü yıkılmalarında rol oynayan hidrolik etkenler gözden geçirilmiş, hidrolik tasarım ve yapının işletimi safhalarında göz önüne alınacak faktörler tartışılmıştır.

GİRİŞ

Akarsu köprülerinde alt yapı elemanlarının akım alanı içinde konuşlanması nedeniyle yapı-su-zemin etkileşimi artmaktadır. Bu nedenle geniş akarsuları geçmesi planlanan köprülerin tasarımı, bu etkileşimin derecesine göre karmaşık olmaktadır. Klasik köprü tasarımı anlayışında öncelikle yapısal etkenler düşünülmüş, hidrolik detaylar üzerinde fazla durulmamıştır. Halbuki son yıllarda yürütülen istatistiksel araştırmalarda büyük taşkınlar esnasında köprü yıkılmalarının ana nedenlerinin hidrolik etkenlere bağlı olduğu gözlenmiştir. Amerika Birleşik Devletleri Karayolları Birliğince bu ülkede her yıl ortalama 50 köprünün hidrolik etkenlerle yıkıldığı belirtilmektedir. Shirhole ve Holt (1991) tarafından yürütülmüş bir çalışmada 1950 yılından itibaren A.B.D’de yıkılan 823 köprüden %60’ının hidrolik etkenlerle yıkıldığı belirtilmiştir. Bu etkenlerin başında ayaklar etrafındaki aşırı taban oyulmaları, ayaklar arasındaki açıklığın akımla taşınan malzemeyle birikmesi sonucunda membada ve köprü açıklığında su seviyesinin artması, akımla taşınan kaba malzemenin köprü alt yapı

elemanlarına uyguladığı dinamik itki, köprü açıklığının yeterli genişlikte olmaması nedeniyle açıklıkta oluşabilecek hidrolik sıçrama, basınçlı ve savak tipi akımların oluşması, insan kaynaklı problemler, vb. gelmektedir (Yanmaz, 2002).

Yapı-su-zemin etkileşiminin yeterince değerlendiril- memesi sonucunda yapısal açıdan çok sağlam olan bir köprü, şiddetli taşkınlarda yıkılabilmektedir. Bilhassa kentsel yerleşim yerlerindeki geniş akarsuları geçen ve üzerinde yoğun trafik bulunan köprülerde bu etkileşim, her türlü yükleme ve hidrolik koşulların olası tüm kombinasyonlarında değerlendirilmelidir.

HİDROLİK ETKENLERDEN KAYNAKLANAN KÖPRÜ YIKILMALARI

Büyük taşkınlar esnasında her yıl çok sayıda köprü yıkılmaktadır. Köprü yıkılmalarının ardından olayın nedenleri araştırılmalı ve tasarım detayları tekrar kontrol edilmelidir. Yaşanan deneyimlerin literatür ortamında veya kongrelerde sunulması ve tartışılması, tüm dünyadaki tasarımcıların bilgi alış verişine olanak sağlayacaktır. Bu bağlamda sunulmuş bazı çalışmaların tasarımcılara ışık tutacağı açıktır.

Brice ve Blodgett’in (1978) ABD ve Kanada’da, Melville ve Coleman’ın (2000) Yeni Zelanda’da hidrolik nedenlerle hasara uğrayan köprülerdeki problemler ve çözüm yöntemleriyle ilgili çalışmaları bu konuya örnek olarak gösterilebilir. Ülkemizde son yıllarda pek çok köprünün yıkılmasına veya ağır hasar görmesine neden olan taşkın olayları yaşanmıştır. Bunlardan bazıları, 1990 Haziran ayında Trabzon, 1991 Mayıs ayında Malatya, 1998 Mayıs ayında Bartın, 1998 Ağustos ayında Doğu Karadeniz ve 2001 Mayıs ayında Hatay civarlarında yaşanmıştır. Şekil 1’de 1998 yılı Mayıs ayında Devrek ilçe merkezinde ağır hasar gören bir köprü sunulmaktadır.

Ülkemizde genellikle aşırı taşkınlar sonrasında yıkılmaları veya ağır hasara uğramalarıyla gündeme gelen akarsu köprülerine karşın, bu konu gelişmiş ülkelerde sürekli araştırma konusu halinde olup, uluslararası su mühendisliği kongrelerinin önemli oturumlarını teşkil etmektedir. A.B.D.’de 1991 yılından

YIKILAN AKARSU KÖPRÜLERİ ÜZERİNE GÖRÜŞLER

A. Melih YANMAZ (*)

(*) Prof. Dr., ODTÜ, İnşaat Müh. Bölümü, Ankara

TMH

138 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

itibaren akarsu köprülerinin durumları incelenmektedir. Şubat 1998 itibariyle 66000 akarsu köprüsünün orta ve kenar ayaklar etrafındaki oyulma problemine karşı hassas olduğu, 17000 kadarının ise oyulma problemine karşı kritik durumda olduğu tespit edilmiştir. Hasara duyarlı köprülerin temelleri sürekli gözlem altında tutulmakta, köprü ve çevresinde gerekli onarım çalışmaları sürdürülmektedir (Lagasse ve diğerleri, 1998). Bu gözlemler zaman zaman dalgıçların da katıldığı görsel tespitlerle veya oyulma ölçerlerle sürdürülmektedir.

Köprü emniyetini azaltan başlıca hidrolik etkenlerin nedenleri ve sonuçları Tablo 1’de kısaca özetlenmiş ve detaylar üzerinde durulmamıştır. Herhangi bir köprüde bu etkenlerin bazıları veya hepsi birden önemli olabilir. Bu nedenle mevcut köprülerde veya yeni tasarlanacak köprülerde Tablo 1’de sunulan etkenlerden hangilerinin oluşabileceği değerlendirilmeli ve bu etkenleri ortadan kaldırmak veya etkilerini azaltmak yönünde bir dizi koruyucu önlem alınması yoluna gidilmelidir.

KÖPRÜLERDE YAPI-SU-ZEMİN ETKİLEŞİMİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Üzerinde taşıt veya yaya trafiği taşıyan ve diğer yapılara oranla rüzgar ve taşkın gibi bazı dinamik yüklemelere daha savunmasız bir şekilde maruz kalan köprülerin tasarımı hidrolik, yapısal ve geoteknik faktörlerin etkileşimi nedeniyle oldukça karmaşıktır

Köprü tasarımında ilk adım, uygun bir yapım yeri tespit edilmesidir. Bu amaçla akarsuyun planda nispeten düz ve açıklığın az olduğu bir aks seçilmelidir. Yapısal açıdan mümkünse orta ayakların akım alanı içine konuşlandırılmaması uygun olacaktır. Ancak bazı durumlarda karayolu veya demiryolunun zorunlu güzergahı nedeniyle akarsu daha geniş açıklıktan veya kurptan geçilmek durumunda kalabilir. Bu durumda olası tüm hidrolik etkenler değerlendirilmelidir. Bilindiği gibi köprü yapısal tasarımı, üst yapı ve alt yapı elemanlarının tasarımından oluşmaktadır. Üst yapı elemanlarının tasarımı, yapının konumuna ve trafik yoğunluğuna bağlı olarak seçilen ölü ve hareketli yüklemeler altında köprü döşeme ve taşıyıcı eleman-

larının boyutlandırılması ve gerekli ayak sayısının ve boyutlarının saptanmasını kapsamaktadır.

Alt yapı elemanları, akarsu akımına sürekli maruz kalan elemanlardır. Bu elemanların tasarımı, yapısal tasarımda bulunan boyutların hidrolik yeterlik açısından denenmesi, gerekirse düzeltilmesi ve sömel derin-liklerinin saptanması aşamalarını kapsar. Geoteknik tasarım ise köprü temelinin boyutlandırılmasını kapsa-maktadır. Alt yapı elemanları olan orta ve kenar ayaklar tabliyenin taşıdığı yükü emniyetli olarak temele aktarmakla yükümlüdür. Amerikan Karayoları ve Ulaştırma Birliği (AASHTO), köprülere etkiyen yükleri genel olarak şöyle sınıflandırmıştır: Ölü yükler, hareketli yükler ve bunların çarpma etkisi, rüzgar yükleri, boyuna yükler, merkezkaç kuvveti, sıcaklık gerilmeleri, toprak basıncı, alttan kaldırma, buz yükleri, akım kuvvetleri, rötre kısalması, inşaat sırasında elemanların tasarlandığı yükler dışında maruz kaldığı ilave yükler ve deprem yüklerinden oluşmaktadır. Hareketli yükler, yapıda titreşim yaratarak gerilmelerin artmasına neden olurlar. Köprü alt yapı elemanlarından olan orta ve kenar ayaklar, akımın yarattığı statik ve dinamik kuvvetlerle, akarsuda yüzen nesnelerin çarpma etkilerine karşı dayanacak mukavemette tasarlanmalıdır. Kenar ayakların tasarımında arkadaki toprak basıncı ve su tablası seviyesinin değişimi de ayrıca göz önüne alınmalıdır. Köprünün yerine bağlı olarak deprem kuvvetleri de tasarıma dahil edilmelidir. Etkiyen kuvvetlerin büyüklükleri düşünüldüğünde yapısal kuvvetlerin hidrolik kuvvetlerden çok daha büyük olduğu anlaşılmaktadır. Ancak hidrolik etkenlerin yaratacağı olumsuz koşullar yapısal açıdan sağlam bir köprüde bile hasar yaratabilir. Köprü ekonomik ömrü boyunca maruz kalabileceği tüm yüklemelere karşı emniyetli olarak tasarlanmalıdır. Bu tasarımın yeterliliği, köprü civarındaki debinin süreklilik eğrisinden bulunan tüm akım koşullarında da denenmelidir (Yanmaz ve Kürkçüoğlu, 2000; Yanmaz ve Bulut, 2001). Tüm kuvvetlerin en kritik değerlerinin aynı anda oluşması olasılığının çok düşük olması nedeniyle tasarım yüklemesinin kuvvetlerin bir kombinasyonu olarak alınması gerekmektedir. Bu kombinasyonlar ve yük faktörleri AASHTO (1998)

Şekil 1. Mayıs 1998 taşkınında Devrek’te ağır hasar gören bir köprü (Yanmaz, 2002)

Şekil 2. Ağustos 1998 Doğu Karadeniz taşkınında akımla sürüklenen kayalar (Yanmaz, 2002)

TMH

139TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

Tablo 1. Köprü yıkılmalarındaki başlıca hidrolik etkenlerin neden ve sonuçları

ETKEN NEDEN SONUÇDoğal nedenlerle uzun Akarsu doğal rejimine ve havza Bu değişimler, genellikle köprü ekonomik ömründendönemde taban seviyesi hidrometeorolojik özelliklerine göre daha uzun sürede oluşur ve köprü civarındakideğişimleri oluşan sürekli veya periyodik taban düzenleme yapılarıyla telafi edilir. seviyesi alçalması veya yükselmesi, şev denge problemi ve yanal erozyon İnsan kaynaklı nedenlerle Akarsu düzenlemesi, yargın inşaatı, ta- Akarsuda genişletme, derinleştirme, yargın inşası,kısa ve orta dönemde ban malzemesi çekilmesi, su çekilmesi, baraj ve bağlama yapıları gibi etkenlerle taban rejimi-taban seviyesi değişimleri baraj veya bağlama yapılması, arazi nin bozulması, taban malzmesi çekimiyle mansapta; kullanımındaki olumsuzluklarla havza su çekimiyle membada artan taban erozyonu sediman veriminin artması Daralma oyulması Köprü aksındaki açıklığın dar olması Mertebesi genellikle ayaklar etrafındakinden daha az olmak üzere köprü açıklığı tabanında oyulma Ayaklar etrafında yerel Ayaklar etrafında oluşan çevrintiler ve Köprü ayakları etrafındaki yerel oyulma nedeniyle oyulma artan sürüntü maddesi taşıma kapasitesi temelde oturma ve olası köprü yıkımıKöprü açıklığında hidrolik Köprü aksındaki açıklığın çok dar olma- Hidrolik sıçramadaki çevrintilerin taban malzemesininsıçrama sı nedeniyle açıklıkta sel rejimi oluşma sürüklenme kapasitesini ve oyulmayı arttırması olasılığı Ayaklar arasındaki açıklı- Altyapı elemanlarının şekil ve boyutların- Daralan açıklıkta artan akım hızıyla taban oyulma po-ğın malzeme ile dolması daki yetersizlik, ayak sayısının fazla olması tansiyelinin artması ve memba su kotunun kabarmasıTaşınan malzemenin Akarsu şevlerinden veya vadi yamaç- Ayaklara veya tabliyeye yüksek hızlarla çarpan kayadinamik itkisi larından toprak kaymasıyla taşınan ka- parçalarının büyük tahrip etkisi ya parçalarının (Bkz.Şekil 2) köprü ele- manlarına uyguladığı dinamik itkiBasınçlı ve savak tipi Açıklığı dar olan köprülerde taşkın Basınçlı akımda tabliyeye uygulanan alttan kaldırma esnasında su seviyesinin aşırı artması kuvveti, savaklı akımlarda akımlar köprü trafiğinin ma- ruz kaldığı tehlike, bu tip akımlarda düşey daralma et- kisiyle tabanda oyulma eğiliminin artmasıKöprü yeri seçimindeki Depolama tesislerin yakın mansabı Depolama tesislerinin mansabında artan temiz su oyul-hata Çevirme tesislerinin yakın membaı ması, çevirme tesislerinin membaında kabaran su de- Akarsu birleşimlerinin mansabı rinliği nedeniyle tabanda artan gerilmeler, akarsu birle- Keskin kurplar şimlerinin mansabında ve kurplarda taban oyulmalarıKöprü ayakları konumla- Orta ayakların açıklıktaki büyük hız Ayak civarında taban oyulması artmakta ve köprürının seçimindeki hata bölgelerine konuşlandırılması yıkılmasına neden olabilmektedirTemel durumu Sömel seviyesinin yeterince derinde Tabanda oyulma potansiyeli yüksek köprülerde sığ olmaması sömel seviyesine kadar oyulma devam ederse büyü- yen sömel genişliği nedeniyle oyulma daha da artar köprü yıkılabilir.

şartnamesinde detaylı olarak verilmektedir. Yük kombinasyonu köprünün yersel koşullarına, tipine ve trafik yoğunluğuna göre seçilebilir.

Köprülere etkiyen ve rastgele değişim gösteren yüklerin yeterince hassas modellenememesi nedeniyle tasarımda mertebesi hassas olarak tespit edilemeyen bir belirsizlik mevcuttur. Bu durum kaçınılmaz bir risk oluşturmaktadır (Yanmaz ve Çelebi, 2002). Ancak bu riskin mertebesini azaltmak için yapı-su-zemin etkileşiminin sağlıklı değerlendirilmesi gerekir. Yapısal, hidrolik ve temel tasarımlarından herhangi birinin diğer tasarımı olumsuz etkilememesi gerekir. Köprü ayakları nedeniyle oluşan daralmanın yarattığı hidrolik ve yapısal etkileşim, daralmanın mertebesine ve köprü açıklığındaki alt yapı elemanlarının geometrik özelliklerine bağlıdır. Olumsuz hidrolik koşullar köprü temel seviyesinde oyulma problemi oluşturabilir. Örneğin, emniyet faktörü çok yüksek alınmış bir yapısal tasarım sonucunda köprü açıklığının çok daralması nedeniyle açıklıkta oluşabilecek hidrolik sıçrama, orta ve kenar ayaklar etrafında oluşacak aşırı yerel oyulmalar ve kesit daralması nedeniyle açıklık

zemini boyunca oluşacak taban seviyesi alçalmaları köprü temellerini olumsuz olarak etkilemektedir. Bu etkenlere ek olarak, taşkınlar esnasında taşınan ağaç parçalarının ve kaba taban malzemesinin ayaklar arasındaki açıklığı tıkaması sonucunda membada yükselen su seviyesi, köprüde basınçlı veya savak tipi akımların oluşmasına neden olabilir. 5-7 Ağustos 1998 Doğu Karadeniz taşkınında Sürmene çayı vadisinin aşırı yağış alması sonucunda oluşan toprak kaymasıyla büyük kaya parçaları akarsu tabanına inmiş ve akımla sürüklenerek çok büyük bir dinamik itkiyle taşkın yatağındaki yapılara büyük zararlar vermiştir (Bkz. Şekil 2). 20-21 Mayıs 1998 İç Batı Karadeniz taşkınında da benzer hasarlar oluşmuştur. Mengen’in güneybatısındaki Gökçesu beldesi yakınlarından geçen Büyüksu deresinin şevlerinden sökülen ağaçların civardaki köprü ayakları etrafındaki açıklığı tıkamalarıyla tabanda oyulma potansiyeli artmıştır. Normal iklim koşullarında işlevlerini sorunsuz olarak yerine getiren köprülerin ani taşkınlar esnasında fazla hasar görmelerinin veya tamamen yıkılmalarının ana nedenleri yukarıda sıralanan etkenlerdir.

TMH

140 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

HİDROLİK TASARIMDA İZLENECEK YOL

Su kaynakları problemlerinin niteliklerinden birisi, problemin kendine özgü olmasıdır. Bu özelliğe göre problem, projenin uygulanacağı yerlere göre farklılık gösterir. Dolayısıyla, havza, akarsu, hatta aynı akarsu üzerindeki değişik kesitler bazında yersel koşullar ve proje gereksinimleri farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle yapı-su-zemin etkileşimine dayalı detaylı bir tasarımda standart bir tip proje uygulamak doğru değildir. Bu bölümde sadece hidrolik tasarıma ışık tutacak adımlar maddeler halinde tartışılacaktır.

a) Eğitim aşaması:

Tasarım mühendisleri temel kavramlara hakim olmalı ve mesleki gelişmeleri takip etmelidir. Kamu ve özel kuruluşların bu gelişmeleri takip etmeye olanak sağlayacak düzeyde araştırma bütçeleri olmalıdır. Bu bütçe kapsamında tasarım mühendisi, ulusal veya uluslararası kongre ve seminer etkinliklerini takip etmelidir. Böylece konunun uzmanlarıyla tanışma ve bilgi alış verişi olanağı doğmaktadır. Ülkemiz mühendislik hizmetlerindeki problemler arasında eğitimin mesleğin icrası boyunca sürdürülmemesi önemli yer tutmaktadır. Bu nedenle düzenlenen mesleki etkinliklere katılımın sağlanması çok önemlidir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi bünyesinde görev yapan Sürekli Eğitim Merkezi (SEM), kısa süreli mesleki seminerler vermektedir. Örneğin, bu merkezde “Köprülerin Hidrolik Tasarımı” konulu bir seminerin açılması, yaklaşık 10 yıl boyunca yazar tarafından önerilmiştir. Ancak bu seminerin notlarının hazırlanmış ve duyurularının üniversite kanalıyla kamu ve özel kurumlara yapılmış olmasına karşın, hiç bir başvuru olmadığı için seminer bugüne kadar maalesef gerçekleştirilememiştir. Çağdaş tasarım ve çözümleme yöntemlerinin öğrenilmesi için ilgili literatürün yakından takip edilmesi, kurumlarca gerekli mühendislik dergilerinin alınması ve bu kaynakların tasarımcılar tarafından mutlaka takip edilmesi çok önemlidir. İlgili kurumlar, üniversitelerde konuyla ilgili akademisyenlerle diyalog içinde olmalı ve onları kurumlarına davet ederek seminerler verdirmeli ve ortaklaşa projeler yapma yollarını açık tutmalıdır. Ayrıca akademik çalışmaların rahat ve sağlıklı yürüyebilmesi için kamu kuruluşlarının ellerinde mevcut olan doneleri akademisyenlere ücretsiz olarak vermeleri gerekir. Done alınmadan yürütülen çalışmalar pratik anlamlarını yitirmekte ve fantezi çalışmalar halini almaktadır. Bu durumda akademisyenler geliştirdikleri modelleri, hayali doneyle veya gelişmiş ülkelerin yayınladıkları donelerle çalıştırmaktadır.

Köprülerin hidrolik tasarımı konusundaki zorlukların başında bu konuyu inceleyen eser sayısının çok kısıtlı olması gelmektedir. Dünya literatüründe ayaklar etrafındaki oyulmalarla ilgili fazla makale olmasına karşın, köprü hidroliğini bir bütün olarak inceleyen eser yok denecek kadar azdır. Bu konudaki açığı kısmen de olsa doldurmak için yazar, ekte sunulan

Köprü Hidroliği adlı kitabı yayınlamştır (Bkz. Yanmaz, 2002).

b) Hidrolojik tasarım aşaması:

Sadece köprü yapılacak kesitin yakın civarının değil, tüm havzanın hidrolojik rejiminin irdelenmesi çok önemlidir. Havzanın yağış-akış ilişkilerinin saptanmasında ilgili hidrometeorolojik doneye ek olarak havza kullanımı, toprak yapısı, bitki örtüsü, havza eğimi vb. parametreler hassas olarak bulunmalıdır. Bu parametrelerin belirlenmesinde coğrafi bilgi sistemleri ve uzaktan algılama yöntemleri kullanılmalıdır. Havza yağış-akış bağıntılarının bulunmasında klasik yöntemler uzun ve zahmetli olduğundan gelişmiş yazılımlar, örneğin HEC-HMS (USACE, 2001) kullanılabilir. Hidrolojik tasarımda köprü ve civardaki düzenleme yapılarının toplam maliyetini en aza indiren dönüş aralığı, hidro-ekonomik çözümlemeyle bulunmalıdır (Yanmaz ve Coşkun, 1995). Bu dönüş aralığına karşı gelen debi havzaya uygun bir frekans çözümlemesinden bulunabilir. Burada toplam maliyet, inşaat maliyeti ile taşkın risk maliyetinin toplamı olarak alınmalıdır. Frekans çözümlemesinde çok sayıda olasılık dağılım fonksiyonu denenmeli ve bu fonksiyonların parametreleri yeni yöntemlerle, örneğin L-momentleri yöntemiyle bulunmalıdır. Ayrıca tek istasyon bazındaki noktasal çözümleme yerine tüm havza özelliklerini yansıtacak şekilde bölgesel frekans çözümlemesi yapılmalıdır.

c) Hidrolik tasarım aşaması:

Yapısal tasarım sonucunda belli olan köprü açıklığı tipi, ayak sayısı ve boyutları kullanılarak köprü açıklığındaki akım koşulları incelenmelidir. Ayrıca köprünün membada yaratacağı kabarmayla, köprü tabliyesi alt kotunun yeterli olup olmadığı kontrol edilmeli ve membadaki sedde veya kıyı koruma duvarlarının kret yükseklikleri belirlenmelidir. Köprü açıklığını da içeren ve akarsu profili boyunca hesaplanan su yüzü profili olası tüm akım koşullarında bulunmalıdır. Zira düşük akımlardaki taban seviyesi yükselme eğilimi ile yüksek akımlardaki taban seviyesi alçalma potansiyeli hem köprü, hem de civardaki yapıların temel dengelerinin araştırılması için gereklidir. Bu amaçla çeşitli yazılımlar, örneğin, HEC-RAS programı (USACE, 1998) kullanılabilir. Bu program, zamanla değişen veya değişmeyen, tabanı hareketli veya hareketsiz bir boyutlu akımlarda su yüzü profili ve köprülerdeki taban oyulmaları hesaplarını yapabilmektedir. Ayak sömellerinin derinliğinin saptanmasında uygun bir oyulma bağıntısı kullanılmalıdır (Bkz. Yanmaz, 2002). Ancak oyulma bağıntıları, genellikle laboratuvar verisine dayanan ampirik ilişkiler olduğundan herhangi bir uygulamada birbirlerinden oldukça farklı sonuçlar verebilmektedir. Bu nedenle, köprü tasarımı yapılacak bölgedeki tasarım şartlarına uygun koşullarda geliştirilmiş bir yöntem seçilmelidir. Bu yöntemlerle ve geçerlilik şartlarıyla ilgili detaylı bilgi Yanmaz (2002)’den alınabilir.

TMH

141TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

Ayrıca akarsu en-kesiti boyunca oyulma rejimi araştırılmalıdır. Taşkın yataklı akarsularda kaba taban malzemeli ve sığ derinlikteki taşkın yataklarında temiz su oyulması koşulları mevcut iken, ana yatakta bilhassa taşkınlar esnasında hareketli taban oyulmaları söz konusu olmaktadır. Seçilen sömel derinliğinin emniyet seviyesini kontrol etmek için bir güvenilirlik yöntemi kullanılmalıdır. Yanmaz (2002) tarafından orta ve kenar ayaklar etrafındaki oyulmalar için geliştirilmiş güvenilirlik yöntemleri, Köprü Hidroliği adlı eserde (Yanmaz, 2002) mevcuttur.

d) Köprünün işletimi aşaması: Bilhassa taşkınlardan sonra köprü temel seviyesinde gözlemler yapılmalı ve oyulma çukurunun durumu incelenmelidir. En basit koruyucu önlem olarak oyulma çukurunun makul büyüklükte riprapla doldurulması düşünülebilir. Böylece ileride oluşabilecek olası taşkınlar öncesinde yapı emniyeti arttırılarak olası oturma problemleri kontrol edilebilir. Köprü ayakları etrafında oyulmaya karşı alınacak pek çok düzenleme önlemi vardır. Ancak bu düzenlemeler, bu makalenin kapsamı dışında bırakılmıştır. İlgili okuyucuların Yanmaz (2002) kaynağına başvurması önerilmektedir. Halen A.B.D.’de yürütülen çalışmalara benzer şekilde mevcut akarsu köprülerinin künyesi çıkarılarak periyodik olarak gözlem altına alınmalıdır. Büyük akarsuları geçen geniş köprülerde ayaklar etrafındaki taban seviyesi oyulma ölçerlerle belirlenebilir. Bu aygıtlar, genellikle gönderilen ses dalgasının yansıma süresinden oyulma derinliğinin bulunmasına olanak sağlamaktadır. Portatif aygıt bir bot üzerinden kullanılabilir. Sabit aygıt ise köprü ayağı üzerine monte edilebilir. Ancak sabit aygıtlarda maksimum oyulma derinliğinin aygıttan uzakta oluşması durumunda, örneğin kenar ayak etrafında, gerekli bilgi alınamamış olur. Ayrıca sabit aygıtlar aşırı taşkınlarda akımla sürüklenebilir.

SONUÇLAR

Bu makalede hidrolik etkenlerle yıkılan köprülerdeki problemler tartışılmış ve çözüm önerileri sunulmuştur. Konunun eğitim boyutu kapsamında tasarım mühendislerinin akarsu mühendisliği konularındaki gelişmeleri takip etmeleri, meslek içi eğitim programlarına katılmaları, yurt içi ve dışındaki kongreleri izlemeleri sayılabilir. Hidrolojik tasarım havza bazındaki bilgiler kullanılarak gerçekleştirilmeli ve hidro-ekonomik çözümlemeyle köprü tasarım dönüş aralığı bulunmalıdır. Hidrolik tasarım, köprü açıklığındaki ve akarsu boyunca akımın modellenmesi, değişik akım koşullarında akarsu katı madde taşıma kapasitesinin ve su yüzü profillerinin belirlenmesi ve ayaklar etrafındaki maksimum oyulma derinliklerinin bulunmasını kapsamaktadır. Dolayısıyla hidrolik tasarım, emniyetli bir temel tasarımına destek olmaktadır. Tüm tasarım aşamasında yapı-su-zemin etkileşimi incelenmeli ve tasarım adımları arasındaki uyum gözetilmelidir. İşletime açılan köprülerin temel

durumları sürekli olarak izlenmeli ve gerekli onarım işleri acilen yapılmalıdır. Köprülerin durumlarının izlenmesi ve gerekli onarımlar için ayrılan ödeneklere ve mevcut yapısal güvenliğe paralel olarak alınması gereken önlemler kısa, orta ve uzun vadede tanımlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır.

KAYNAKLAR

AASHTO (American Association of State Highway and Transportation Officials). Standard Specifications for Highway Bridges, Washington, D.C., 1998.

Brice, J.C., ve Blodgett, J.C. “Countermeasures for Hydraulic Problems at Bridges”, Cilt 1-2, Federal Highway Administration, U.S. Department of Transportation, Washington, D.C., ABD, 1978.

Lagasse, P.F., Byars, M.S., ve Zevenbergen, L. W. “Bridge Scour and Stream Instability Countermeasures”, Proceedings International Water Resources Engineering Conference, ASCE, 1:5-14, Memphis, ABD, 1998.

Melville, B.W., ve Coleman, S.E. Bridge Scour, Water Resources Publications, LLC, Colorado, ABD, 2000.

Shirhole, A.M., ve Holt, R.C. Planning for a Comprehensive Bridge Safety Program, Transportation Research Record 1290, Transportation Research Board, National Research Council, Washington, D.C., ABD, 1, 39-50, 1991.

USACE (United States Army Corps of Engineers) “HEC-HMS: Hydrologic Modelling System2, User’s Manual, Version 2.1, Davis, California, ABD, 2001.

USACE (United States Army Corps of Engineers) “HEC-RAS Users Manual Version 2.2.” Davis, CA, ABD, 1998.

Yanmaz, A.M. Köprü Hidroliği, ODTÜ Yayıncılık A.Ş., ISBN: 975-7064-55-6, Ankara, 2002.

Yanmaz, A.M. ve Çelebi, T. “Assessment of Uncertainties for Local Scouring Parameters Around Bridge Abutments”, CD-ROM Proceedings of 2002 Conference on Water Resources Planning and Management, ASCE, Roanoke, ABD, 2002.

Yanmaz, A. M., ve Bulut, F. “Computer Aided Analysis of Flow Through River Bridges”, CD-ROM Proceedings of World Water and Environmental Sciences Congress, ASCE, ISBN: 07844-0569-7, Orlando, ABD, 2001.

Yanmaz, A.M., ve Kürkçüoğlu, S. “Assessment of Hydraulic and Structural Interactions for Bridges”, CD-ROM Proc. 4th International Conference on Hydroscience and Engineering, Seul, Kore, 2000.

Yanmaz, A.M., ve Coşkun, F. “Hydrological Aspects of Bridge Design: Case Study”, Journal of Irrigation and Drainage Engineering, ASCE, 121(6), 411-418, 1995.

TMH

142 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

1. TÜRKİYENİN SEL AFETLERİ YÖNÜNDEN DURUMU

Doğal afet olarak sel, "bir akarsuyun muhtelif nedenlerle yatağından taşarak, çevresindeki arazilere, yerleşim yerlerine, altyapı tesisle-rine ve canlılara zarar vermek suretiyle, etki bölgesinde normal sosyo-ekonomik faaliyeti kesintiye uğratacak ölçüde bir akış büyüklüğü oluşturması olayı" şeklinde ifade edilmektedir. Bu tanımı, deniz sahillerine mücavir bölgelerdeki dalga hareketlerinden kaynaklanan kıyı taşkınları, göllerdeki seviye değişiklikleri ile dalga etkilerinden kaynak-lanan göl taşkınları ve buzul erime ve parça-lanmalarından kaynaklanan buz hareketi taşkınları ile genişletmek mümkündür.

Dünyanın bir çok bölgesinde aşırı yöresel yağışlardan veya toplu kar erimelerinden sonra yaşanan akarsu taşkınları sel olayının en yaygın örneğidir. Sel, yaşandığı bölgenin iklim koşullarına, jeoteknik ve topoğrafik niteliklerine bağlı olarak gelişen bir doğal oluşumdur. Ancak sel problemi veya afeti tamamen insan aktivitelerinin bir sonucu olarak meydana gelmektedir. Sel riski bulunan sahalarda önceden tedbir alınmaksızın süregelen kontrolsuz kentleşme faaliyetleri dünyanın her köşesinde sel afetinin en önemli nedenidir.

Ülkemizde sel ya da bir diğer ifade ile taşkın afetleri, depremlerden sonra en büyük ekonomik kayıplara neden olan doğal afettir. Mevcut envanter verileri itibari ile taşkınlardan kaynaklanan ekonomik kayıp her yıl için ortalama 100.000.000 ABD dolarına ulaşmaktadır. Buna karşın taşkınların kontrolü ve zararlarının azaltılmasına yönelik olarak genelde yapısal önlemler bağlamında sürdürülen projeli faaliyetler için ayrılan yatırım miktarı ise yılda ortalama 30 000 000 ABD doları civarındadır. Ekonomik kayıpların sektörel bazda dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmektedir:

1955-1969 döneminde genel hayatı etkileyen önemdeki taşkın olayı sayısı 1140 adet ve meydana gelen can kaybı sayısı 510 kişidir. Bir diğer ifade ile bu dönemde ülkemizde her bir yıla ortalama 76 adet taşkın olayının düştüğü ve her yıl için ortalama 35 kişinin taşkınlarda hayatını kaybettiği görülmektedir. 1970-1997 döneminde değerlendirilen toplam taşkın olayı sayısı ise 626 ve toplam can kaybı sayısı 538’dir. Aynı ifade ile bu dönemde her bir yıla ortalama 22 adet taşkın olayının düştüğü ve yılda ortalama 19 kişinin taşkınlarda hayatını kaybettiği görülmektedir. 1955-1997 döneminde en fazla can kaybına yol açan taşkın afeti 1957 yılı Eylül ayında Ankara’nın Hatip çayı vadisinde yaşanmış ve 185 kişinin ölümü ile sonuçlanmıştır. Yukarıda iki ayrı dönemi karşılaştıran mukayeselerden hareketle, akarsu havzalarında su developmanına yönelik kapsamlı projeler ve taşkın koruma projeleri hizmete girdikçe taşkınların sıklığı ve oluşturduğu can kayıplarında önemli azalmalar olduğu görülmektedir.

Ancak benzer bir sonucu ekonomik kayıplar açısından ifade etmek güçtür. Zira ekonomik gelişmenin sonucu olarak taşkın riski taşıyan alanlardaki ekonomik değerlerin büyüklükleri de o ölçüde artmakta ve daha küçük frekanstaki bir taşkında yaşanan ekonomik kayıp, gelişme öncesindeki daha büyük frekanslı bir taşkında yaşanandan çok daha büyük ekonomik

TÜRKİYE’DE TAŞKIN DURUMUÜmran KILIÇER (*), Hamza ÖZGÜLER (**)

(*) İnş. Müh., (**) Meteoroloji Y. Müh.,DSİ Etüd ve Plan Dairesi Başkanlığı, Ankara

TMH

143TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

kayıplar oluşturabilmektedir. Nitekim, 1989 - 1998 on yıllık dönemine ilişkin aşağıdaki tabloda yer alan değerler bu yaklaşımı doğrulamaktadır.

Dünyanın bir çok kesimlerinde; şiddetli fırtınaların sahil bölgelerinde oluşturduğu dalga hareketlerinden kaynaklanan kıyı taşkınları, göllerdeki seviye değişiklikleri ve dalga etkilerinden kaynaklanan göl taşkınları, buzul hareketlerinden kaynaklanan buz taşkınları ve aşırı yağışlar sonucunda veya kar erimelerinden kaynaklanan akarsu taşkınları sık sık yaşanmaktadır. Ülkemizde yaygın olarak yaşanan taşkınlar ise genelde akarsu taşkınlarıdır.

Sel veya taşkın doğanın kendi döngüsü içinde meydana gelen doğal bir oluşumdur. Bu oluşumun bir sel afeti ya da problemine dönüşmesi ise ekonomik gelişme bağlamında süregelen insan faaliyetlerinin doğal denge üzerine yaptığı müdahalelerin bir sonucu olmaktadır. Bu çerçevede, ülkemizin sel riskine hassasiyetinin mertebesini, doğal etkenler olarak nitelenebilecek coğrafi, iklimsel ve fiziksel özellikleri ile sosyo-ekonomik gelişme faaliyetlerinin (insan faaliyetlerinden kaynaklanan etkenler) belirlediğini ifade etmek gerekmektedir.

Ülkemiz ve yakın civarındaki bölgenin genel coğrafi koşulları yönüyle Türkiye’nin; Fırat, Dicle, Aras ve Çoruh gibi akarsu havzalarında membada yer almanın avantajlarını, Asi ve Trakya bölgesi havzalarında ise akış aşağıda bulunmanın dezavantajlarını taşıdığı görülmektedir. İklimsel yönden ülkemiz bazı mevzi istisnalar dışında yarı-kurak iklim özelliklerine sahiptir. Ancak, bu genel özellik yağışa yönelik nitelikler de dahil olmak üzere bölgeden bölgeye önemli farklılıklar içermektedir. Nitekim yıllık ortalama yağış miktarı ülke genelinde ortalama 643 mm olmasına karşın, bu değer Güneydoğu bölgesinde 250 mm ye kadar düşmekte buna karşın Karadeniz bölgesinin doğu

kesimlerinde 3000 mm ye kadar çıkmaktadır. Ülkenin fiziksel nitelikleri yönünden akarsu havzalarının; büyüklükleri, jeolojik ve topoğrafik nitelikleri, kullanım durumu ve koşulları, toprak özellikleri ile orman örtüsü ve erozyon koşulları, mecra eğim ve uzunlukları gibi parametreler de taşkın olaylarına hassasiyetin ölçüsünü belirleyen önemli doğal etkenler arasında yer almaktadır.

Türkiye’de taşkınları meydana getiren yağışların sinoptik durumları ile geçmiş taşkınlara ilişkin envanter verilerinin birlikte değerlendirilmeleri sonucunda, taşkınların en çok Mart, Nisan, Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında oluştuğu ve Karadeniz, Akdeniz ve Batı Anadolu coğrafi bölgelerinin taşkına en hassas bölgeler olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bu sonuçlar, anılan bölgelerin topografyası, bitki örtüsü dağılımı, yerleşim şekli ve yağış rejimi ile de uyum göstermektedir. Nitekim yurdumuzda yağışlar kuzeybatı ve güney depresyonların tesirinde olup, Karadeniz ve Akdeniz'de sahillere paralel uzanan sıra dağların orografik tesiri depresyonik yağışların şiddetini arttırmaktadır. Ayrıca taşkına hassas olan ilkbahar aylarında yüksek kotlardaki karların erimeye başlaması, iç bölgelerdeki mevzii ve şiddetli konvektif yağışların katkısı ile bu bölgelerde meydana gelen taşkınların sıklığı ve büyüklüğünde etkili olmaktadır.

Taşkın afetlerinin yalnızca meteorolojik oluşumlara bağlı olarak ifade edilmesi mümkün değildir. Özellikle Türkiye gibi ekonomik gelişme faaliyetinin yoğun bir biçimde devam ettiği şartlarda, sanayileşme ve sektör çeşitliliğinin beraberinde getirdiği kentleşme etkinliği, akarsu havzalarının muhtelif kesimlerindeki insan faaliyetinin çeşitliliğini ve yoğunluluğunu da büyük ölçüde arttırmak-tadır. Bu durum ise havza bütünündeki hidrolojik dengeyi bozmakta ve sonuçta büyük miktarda can ve mal kaybına yol açan taşkın afetleri yaşanmaktadır. Akarsu havzaları içinde büyüyen yerleşimler, açılan yeni yollar ve kurulan yeni tesisler ile arazi yapısı değişmekte, elverişsiz tarım yöntemleri ile topraklar daha yoğun bir şekilde kullanılmakta, ormanlar ve meralar tahrip edilmekte, tüm bu koşullarda taşkın afetleri giderek daha büyük ve sık olarak görülmektedir. Bir çok durumda, daha önceden taşkın koruma önlemi gerekli olmayan alanlarda bile önlem alınması zorunlu hale gelmektedir. Yurdumuzda yakın geçmişte yaşanan; 13 Aralık 1990 tarihli Muğla İl merkezi taşkını, 11-12 Aralık 1992 tarihli Marmaris İlçesi taşkını, 23 Ağustos 1992 tarihli Yozgat-Sorgun İlçesi taşkını, 2 Mayıs 1995 tarihli Bitlis İl merkezi taşkını, 4 Kasım 1995 tarihli İzmir İli taşkını, 7-8 Ağustos 1998 tarihli Trabzon-Beşköy beldesi taşkını ve son yıllarda sıkça yaşanan İstanbul İlindeki su baskını olaylarının hemen hepsinin nedenini kontrolsüz kentleşme faaliyetleri oluşturmakta, olayların meteorolojik yönünü oluşturan değerler ise genellikle küçük frekanslar içermektedir.

Tablo - Türkiye’de 1988-1998 döneminde meydana gelen taşkınların karakteristik özellikleri

Su altında Toplam Taşkın Ölü kalan alan parasalYıl sayısı sayısı (ha=10000 m²) zarar (US$)

1989 10 1 9500 1900000

1990 26 57 7450 206000000

1991 23 23 15770 14000000

1992 14 1 690 11000000

1993 2 - 60 43000

1994 9 4 1680 1200000

1995 20 164 201100 1100000000

1996 4 1 11000 1200000

1997 1 - 1390 60000

1998 2 57 7000 600000000

TOPLAM 111 306 255640 1935400000

TMH

144 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

2. TÜRKİYE'DE SEL AFETLERİNİN YÖNETİMİ ÇERÇEVESİNDE BUGÜNE KADAR YAPILAN ÇALIŞMALAR

Ülkemizde sel afetlerinin yönetimi çerçevesinde günümüze kadar muhtelif çalışmalar yapılmış olmakla birlikte, bunların büyük bir bölümünü yapısal proje faaliyetleri ile taşkın sırasındaki kurtarma ve acil yardım faaliyetleri oluşturmuştur.

Ülkemizde taşkınların önlenmesi ve zararlarının azaltılma-sına yönelik yapısal unsur içeren projeli faaliyetler DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Bu projeli faaliyetleri; taşkın koruma ve kontrol ihtiyacını akarsu havzasının bütününde ve diğer su developmanı gerektiren ihtiyaçlarla birlikte ele alan çok amaçlı büyük su işleri projeleri ile ivediliği nedeniyle taşkın koruma ihtiyacını akarsu havzasının sınırlı bir bölümünde ele alan küçük su işleri projeleri oluşturmaktadır.

1999 yılı sonuna kadar, inşaatı tamamlanan yaklaşık 4390 adet küçük su işi ve 71 adet büyük su işi projesi ile toplam olarak mahalle, köy, belde, ilçe ve il gibi değişik ölçekteki 3300 adet yerleşim yerinde ve yaklaşık olarak 990 000 hektar tarım alanında belirli mertebede taşkın koruma ve kontrolü sağlanmıştır.

3. SEL AFETLERİNİN YÖNETİMİNDE BUGÜNE KADAR YAPILAN ÇALIŞMALARIN GENEL DEĞERLENDİRMESİ

Bugüne kadar edinilen tecrübeler, Türkiye akarsu havzalarında yaygın olarak yaşanan ve önemli boyutta can ve mal kayıplarına neden olan taşkınların, olayın su hareketi yönünden büyüklüğünü tayin eden hidrometeorolojik oluşumların büyüklüğünden ziyade, akarsu yatakları içinde veya mücavir taşkın riski taşıyan sahalarda herhangi bir önlem alınmaksızın sürdürülen düzensiz ve kontrolsüz kentleşme faaliyetleri sonucu oluştuğunu göstermektedir.

Akarsu havzalarında; taşkın koruma ve kontrol amacını da içeren, su kaynaklarının havza bütününde developmanını öngören kapsamlı projelerin hizmete girmesi ile taşkınların sıklıkları ve yaptıkları zararlarda önemli azalmalar olmaktadır. Ancak, taşkın zararlarının azaltılması çalışmalarında en etkin ve ekonomik çözüm; taşkın yaşanmadan önce havza genelindeki insan faaliyetlerini düzenleyen ve çoğunlukla yapısal unsur içermeyen nitelikteki, halkın eğitiminden ağaçlandırma faaliyetlerine kadar birbirini tamamlar özellikli çoklu tedbirlerin, bir plan dahilinde, projeden yararlananlar da dahil olmak üzere tüm ilgili kurum ve kuruluşlarca eşgüdümlü bir program çerçevesinde, birlikte alınmasının sağlanmasıdır. Bu yaklaşım, konu ile ilgili çalışmalarda özellikle yerel yönetimlere önemli görevler yüklemektedir.

TMH

145TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

Ülkemizin Doğu Karadeniz Bölgesi, topoğrafik ve hidro-meteorolojik özellikleri bakımından, sel felaketleri açısından, her zaman hassas bölge konumundadır.Belirli aralıklarla ve sıkça taşkınlar ve sel felaketleri büyük can ve mal kayıplarına sebep olurken, insanlar gerçekten ne yapıyor?Kuzeyde, haşin dalgalarıyla Karadeniz, güneyde, aniden yükselen Doğu Karadeniz dağları, arasında sıkışıp kalmış, büyük mücadele veren bir halk. Öyle bir halk ki, adeta, ekmeğini taştan çıkaran tipten.Ülkemizdeki yanlış kentleşme, günümüzde azalma-sına rağmen, kırsal bölgeden kalkıp kentlere, aşırı bir göç olmuştur. Bu göçün nedenleri olarak kırsal bölgede eksik olan iş güvencesi, sağlık sorunlarının iyileştirilmesi ve eğitim olanakları gelmektedir.Kırsal bölge halkının kendi yörelerinden kalkıp kentlere gelmesiyle, konut sorunu, ulaşım ve trafik, çevre sorunları, yeşil alan gereksinimi, içme-kullanma suyu sorunları vb. içinden çıkılamaz hale gelmiştir.Bu sorunların başında, konut sorunu ve buna bağlı olarak da, çarpık ve hızlı yapılaşma gelmektedir.Ancak, bölgemizdeki mevcut kıyı şeridi, buna cevap veremez durumda olunca, hızlı ve çarpık-plansız yapılaş- ma kaçınılmaz olmuştur. Her önüne gelenin, istediği gibi ruhsatlar dağıtılması, günümüzdeki sorunları ortaya çıkarmıştır. Binaların kat sayısı, yönü, tipi, biçimi, park olanakları, yeşil alan gereksinimi vb. arap saçına dönmüştür.Kağıtlar üzerinde işlenen planlar terkedilerek, dere ve akarsu yataklarına, deniz kıyılarına doğru kentleşme ve yerleşme hızla yöneldi. Her şey bir anda kontrolden çıkarak, yerel yönetimler, diğer kurumlar denetimi kaçırmışlardır.Bölgede yaşanan taşkınlarda büyük can ve mal kayıpları yaşanmıştır. Yine dere yataklarına, deniz kıyılarına, kontrolsüz müdahaleler sürmektedir. Dere yatakları akış kesitleri, iyiden iyiye daraltılmaktadır.Bir dere yatağının bir yanına, aniden bir istinat duvarı çekiliyor ve bir sanayi sitesi kuruluyor. Yatak değiştirilerek, bir yapı kooperatifi başlatılıyor.Mevcut yapılaşmada, gerekli kum-çakıl, istendiği gibi ve miktarda, mühendislik uygulamalarına aykırı şekilde (YER - ZAMAN - MİKTAR HATALARI) alınıyor. Köprü ayakları

civarı iyice oyuluyor. Kesitler ve dere yatakları dengesi bozuluyor. Bir sonraki sel felaketine hazırlık yapılıyor.Örneğin, 1981 sel felaketi ve Rize (Pazar) de 27 can kaybı, 1982 sel felaketi ve Rize (İkizdere) de 8 ölü, 1990 Trabzon ve civarı sel felaketi ve 56 can kaybı, 1998 Trabzon (Başköy) de 47 ölü, 2001 sel felaketi ve Rize (Güneysu) da 10 can kaybı, 2002 sel ve heyelanlarıyla Rize (Taşlıdere ve Çayeli) de 32 can kaybı....Daha birçok felaket. Trilyonlarca mal kaybı."Bir musibet bin nasihatten iyidir" diyor bir atasözümüz ama, bunların hiçbirinden ders almıyoruz.Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü olarak yapmış olduğumuz bir çok bilimsel araştırmada, erozyon sonucu, Doğu Karadeniz Bölgesinde, her yıl yaklaşık 3,5 milyon ton kum-çakıl denize ulaşırken, yine bu kadar malzeme de, dere yataklarında birikiyor.Çalışmalarımızda, kum-çakıl potansiyeliyle, gereksinimin karşılaştırılmasında, gereksinimin daha az olduğu görülmüştür.O halde, neden bu kıyı tahribatı?Tek nedeni, denizden ve dere yataklarından malzeme alınırken, yerine, miktarına ve zamana dikkat edilme-mesidir.Bölgemizin, hemen hemen bütün dere ve akarsu yataklarında benzer manzara yaşanıyor. Çözüm için, araştırmalarımızın uygulamaya bir an evvel dökülmesi gerekir. Bütün dere ve akarsu havzaları, taşkın frekans analizleri yapılarak, tehlike sınırları belirlenmelidir.Allah saklasın, çok daha büyük felaketlerin habercisidir bu koşullar ve uygulamalar. Bütün dere yatakları, bu açıdan, patlamaya hazır birer bomba gibidir.

DOĞU KARADENİZ’DE KIYILARA VE DERE YATAKLARINA MÜDAHALELER

VE BEKLENEN TAŞKINLARHızır ÖNSOY (*)

(*) Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü, Trabzon

Kıyılarımıza olumsuz müdahaleler sonucu, bozulan kıyı dengesi ve deniz fırtınasında çöp yığınlarının oluşumu

TMH

146 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

TMH

147TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

ÖZET

Atmosferde yağış, genelde yağmur, kar, kırağı, ve dolu şeklinde oluşur. Normalden fazla kar ve buzlanma insan hayatını olumsuz etkiler. Bu etkiler can kaybı, yapılara ve enerji hatlarına zarar, kar savruntusunun yerleşim birimlerine ve yollara etkileri ve kar çığlarının insan hayatına olumsuz etkileri olarak incelenebilir. Örneğin Kastamonu-Şenpazar, Ayvatan mevkiinde, 28.12.1992 tarihinde fazla kar yağışı ve çatı çökmesinden bir kişi ölmüş, bir diğeri yaralanmış, yine aynı tarihte Kastamonu-Devrekani, Belova da kar tipisi sebebiyle 2 kişi ölmüştür. Enerji hatlarında kar ve buz birikmesinden dolayı Tekirdağ çevresinde, Kayseri-Malatya arasında Ziyarettepe, Çaltepe, Elbistan Sarız ve Tokat Kabaktepe mevkilerinden geçen 154 ve 380 kW lik enerji hatlarında devamlı kopmalar meydana gelmekte ve bunu önlemek için TEAŞ özel önlemler almaktadır. Türkiye koşullarında tipi şeklinde yağan toz kar (genelde yoğunluğu 100-200 kg/m³ arasında değişmekte olup) savrulur ve yol kapanmalarına sebep olur. Yolun kapanmasını önlemek için kar perdeleri (siperleri) önerilir. Kara Yolları Genel Müdürlüğü normal bir kış olan 2001-2002 yılı kar ve buz mücadelesinde 5081 personel, değişik tipte (Rotatif, paletli rotatif, düz ve ön yan bıçak, V bıçak, binek arabası, kamyon, ataşmanlı kamyon, grayder, yükleyici vs) toplam 5698 araçlık makine parkıyla toplam 61 329 km.'de kış bakım programı uygulamıştı. Kar yağışı fazla olan kışlarda kış bakım masrafları artmaktadır. Örneğin 1991-1992 kış mevsiminde Güneydoğu Anadolu’da sadece TCK 11. (Van) Bölge Müdürlüğü, toplam 2230 km.’lik yolda 75 gün süreyle tam gün yapılan kış mücadelesinde 620 personel ve 230 parça makine parkı (greyder, loader, düz bıçaklı kamyon, vb.) kullanarak toplam 37 milyon m³ kar ve 1.7 milyon m³ çığ kürümüştür. Çığ nedeniyle yola inen kar tabakasının yoğunluğu sıkışmadan dolayı normal karın yoğunluğundan 3-4 misli daha fazla olduğundan, çığ mücadelesi kar mücadelesine nazaran daha pahalı, zor ve zaman alıcıdır. 1991 1992 kış mevsiminde kar

ve çığ mücadelesinde, sadece Karayolları Van Bölgesi tarafından 40 milyar TL harcanmıştır.

Anadolu’da meydana gelen çığ olaylarında ölenlerin sayısında ve oluşan maddi hasarlarda özellikle 1990-1995 arasında büyük bir artış gözlenmiştir. 1950-2002 dönemi arşiv kayıtlarına göre, son 82 yılda 34 ilde meydana gelen toplam 372 çığ olayında, her yıl ortalama 7 çığ olayında yaklaşık 21 kişi olmak üzere, toplam 977 kişi hayatını kaybetmiş iken, sadece 1975-1976 kış mevsiminde 170, 1991-1992 kış mevsiminde 328, ve 1992-1993 kış mevsiminde ise 135 kişi hayatını kaybetmiştir. Ayrıca 1920-1950 döneminde 30 kişinin hayatını kaybettiği bilinmektedir. Maddi kayıplar hakkında, bugüne kadar Afet İşleri Genel Müdürlüğünce nakledilmesine karar verilen hane sayısı 5164 olup bugünkü rayice göre herbir hane nakli devlete yaklaşık 19 Milyar TL (12 000 $) mal olmaktadır. Elde mevcut istatistiklere gore Anadolu’daki çığ olaylarının yaklaşık olarak % 80’i Ocak ve Şubat aylarında ve hemen hemen tamamı kuzeydoğu, doğu, ve güneydoğu Anadolu’nun dağlık kesimlerinde meydana gelmektedir.

Bu makalede bugüne kadar kar ve çığ afetleri konusunda yapılan çalışmaların kısa bir tarihçesi, mevcut arşiv verilerine dayanarak meydana gelen hasarlar konusunda istatiksel değerlendirmeler ve kazanılan deneyimler sunulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Afet, Kar, Buz, Tipi, Çığ , Anadolu, Çığ istatistikleri

1. GENEL

1.1. Tanım

Yer küreyi saran hava kütlesi içerisinde daima bir miktar su buharı vardır. Kar, atmosfer içinde düşerken, yükselirken veya uçuşurken büyüyen su kütlesinin katı halidir. Atmosferde yağış, genelde yağmur, kar, kırağı, ve dolu şeklinde oluşur. Kar deniz, nehir ve göllerden buharlaşan suyun oluşturduğu bulutlar içerisinde çok düşük negatif sıcaklıklardan dolayı meydana gelmektedir. Atmosferde yükselen su buharı (saf olmayan su) soğur ve O° C altında bile sıvı olarak

TÜRKİYE’DE YERLEŞİM YERLERİNE YÖNELİK KAR VE ÇIĞ

PROBLEMLERİ İbrahim GÜRER (*)

(*) Prof. Dr., Gazi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü, Ankara

TMH

148 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

kalabilen mikro damlacıklı bir yapı oluşturur. Bu durum “aşırı ergime” dir. Fakat bu ergime durumu çok çabuk bozulabilir. Bu dengeyi bozan ve aşırı ergimeyi durduran askıdaki parçacıklardır. Bu parçacıklara donma çekirdekleri denir ve kristalleşmeye doğru giden adımı başlatırlar. Komşu moleküller bu olaylar esnasında birbirlerine yaklaşır ve yapışırlar. Atmosferde kar kristalinin oluşumu, çapı, dallanması (kollara ayrılması), su buharı miktarının, sıcaklığın ve bulutların diğer karakteristiklerinin bir fonksiyonudur (Cemagref, 1983).

Doğal afet olarak kar meteoru üç ana başlık altında incelenebilir:

a. Fazla kar yağışının ve buzlanmanın yapılara, enerji hatlarına etkileri,

b. Kar savruntusunun yerleşim birimlerine ve yollara etkileri,

c. Kar çığlarının insan hayatına olumsuz etkileri.

Anadoluda çığ, kar savruntusu, özellikle düz ve toprak çatılarda fazla kar birikimi ve saçaklarda sarkıt buz oluşumu yüzünden yerleşim birimlerinde, özellikle de köy ve mezralarda yaşayan insanlar hayatlarını ve evlerini kaybetmekte, yollar kapanmakta, enerji hatları tahrip olmaktadır. Kar gelişmiş ülkelerde sadece dinlenme ve kayak yapmak amacıyla dağ ve yaylalarda kurulu kış turizm merkezlerine akın eden tatilcileri ve doğa sporcularını etkilerken Anadoluda asırlar önceki nesiller tarafından seçilip kurulan köy ve mezralarda yaşamak mecburiyeti hisseden insanları etkilemektedir. Örneğin Kastamonu-Şenpazar, Ayvatan mevkiinde, 28.12.1992 tarihinde fazla kar yağışı ve çatı çökmesinden bir kişi ölmüş, bir diğeri yaralanmış, yine ayni tarihte Kastamonu-Devrekani, Belova da kar tipisi sebebiyle 2 kişi ölmüştür (Gürer vd, 1993b). Enerji hatlarında kar ve buz birikmesinden dolayı Tekirdağ çevresinde, Kayseri-Malatya arasında Ziyarettepe, Çaltepe, Elbistan Sarız ve Tokat Kabaktepe mevkilerinden geçen 154 ve 380 kW lik enerji hatlarında devamlı kopmalar meydana gelmekte ve bunu önlemek için TEAŞ özel önlemler almaktadır (TEAŞ ile özel görüşme, Mart 2002). Türkiye koşullarında tipi şeklinde yağan toz kar (genelde yoğunluğu 100-200 kg/m³ arasında değişmektedir) hakim rüzgar yönüne göre savrulur ve özellikle kara yollarının yarmalarında biriken bazen 10-12 m derinliğindeki kar yol kapanmalarına sebep olur. Yolun kapanmasını önlemek için kar perdeleri (siperleri) önerilir. Kara Yolları Genel Müdürlüğü normal bir kış sayılabilecek 2001-2002 kış mevsiminde kar ve buz mücadelesinde 5081 personel, değişik tipte ( Rotatif, paletli rotatif, düz ve ön yan bıçak, V bıçak, binek arabası, kamyon, ataşmanlı kamyon, grayder, yükleyici vs) toplam 5698 araçlık makine parkıyla toplam 61 329 km de kış bakım programı uygulamıştı (Gürer ve Bek, 2002). Kar yağışı fazla olan kışlarda kış bakım masrafları katlanarak artmaktadır. Örneğin 1991-1992 kış mevsiminde

Güneydoğu Anadolu’da sadece TCK 11. (Van) Bölge Müdürlüğü, toplam 2230 km.’lik yolda 75 gün süreyle tam gün yapılan kış mücadelesinde 620 personel ve 230 parça makineparkı (greyder, loader, düz bıçaklı kamyon, vb.) kullanarak toplam 37 milyon m³ kar ve 1.7 milyon m³ çığ kürümüştür. Çığ nedeniyle yola inen kar tabakasının yoğunluğu sıkışmadan dolayı normal karın yoğunluğundan birkaç misli daha fazla olduğundan (yoğunluk 600- 700 kg/m³’a erişir), çığ mücadelesi kar mücadelesine nazaran daha pahalı, zor ve zaman alıcıdır. 1991 1992 kış mevsiminde kar ve çığ mücadelesinde, sadece Karayolları Van Bölgesi tarafından o günkü birim fiatlarla 37 milyar TL harcanmıştır (Gürer 1992, Gürer 2001).

Anadolu’da meydana gelen çığ olaylarında, ölenlerin sayısında ve çığların meydana getirdiği maddi hasarlarda özellikle 1991-1993 yılları arasında büyük bir artış gözlenmiştir. 1950-2002 dönemi çığ kayıtlarına göre, son 52 yılda 34 ilde meydana gelen toplam 372 çığ olayında, her yıl ortalama 7 çığ olayında yaklaşık 21 kişi olmak üzere, toplam 977 kişi hayatını kaybetmiş iken, sadece 1975-1976 kışında 170, 1991 1992 kışında 328, 1992-1993 kış mevsiminde ise 135 kişi hayatını kaybetmiştir. Ayrıca 1920-1950 döneminde 30 kişinin hayatını kaybettiği bilinmektedir. Maddi kayıplar hakkında, 50 yıllık dönemde nakledilmesine karar verilen hane sayısı 5154 olup bugünkü rayice göre herbir hane nakli devlete yaklaşık 19 Milyar TL (12 000 $) mal olmaktadır. Anadolu’daki çığ olaylarının yaklaşık olarak % 80’i Ocak ve Şubat aylarında ve hemen hemen tamamı kuzeydoğu, doğu, ve güneydoğu Anadolu’nun dağlık kesimlerinde meydana gelmektedir. Ancak 1992-1993 kış mevsiminde, yöre insanınca daha önceki 100 yılı aşkın dönemde hiç çığ olayına rastlanmadığı ifade edilen kuzeybatı Anadolu’nun sahilden sadece 10 km içeri kesimlerinde meydana gelen üç çığ olayında 13 kişi hayatını kaybetmiş olduğunu belirtmek gereklidir.

Kar meteorunun insan hayatına olumlu etkileri ise başlıca iki başlıkta toplanabilir:

a. Baraj, gölet ve benzeri su depolarma tesislerinin dolması,

b. Kış turizm alanları oluşması ve gelişmesi, özellikle son yıllardaki gelişmeler ümit vericidir. İlave olarak kar tabakasının yer yüzeyini örterek bulaşıcı hastalıkların kontrolüne katkıda bulunması da vugulanabilir. Ancak bu konu teknik olmaktan ziyade tıbbidir.

1.2. Oluşum Koşulları

Türkiyede çığ, genelde bitki örtüsü olmayan engebeli, dağlık ve eğimli arazilerde, vadi yamaçlarında tabakalar halinde birikmiş olan kar kütlesinin iç ve dış kuvvetler etkisiyle vadi tabanına doğru hızla kayması şeklinde oluşur. En büyük tehlike ise, yerde gündüz erimiş gece

TMH

149TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

donmuş ve böylece üstte, kaygan parlak bir kabuk oluşturmuş eski karın üzerine, bir defada durmadan yağan 25 cm’den daha kalın taze kar yığılmasıdır. Tipi sonrası gelen, 1-1.5 gün devam eden ılık hava akımları bu iki tabaka arasında erime ile kaygan bir zemin oluşturur. Yamaçtan kopan kütle aşağı iner, önüne gelen herşeyi silip süpürür. Düşen çığlar, önlerine gelen yerleşim yerlerini tamamen tahrip ederler. Nüfus yoğunluğunun fazla olduğu noktalarda zaiyat ve tahribat fazladır.

Eğimi 35° ‘ den fazla, rüzgar altı olan, ağaçsız yamaç altlarından kaçınılmalıdır. Ayrıca, tipinin bir günden uzun süre durmadan 7m/s’den daha fazla esmesi, tipi sırasında ve tipiden sonra, çığ tehlikesi yaratabilir.

Ayrıca Doğu Anadolunun dağlık kesimlerinde Nisan-Mayıs aylarında, havalar ısınmaya başlayınca, yamaçlardaki kalın kar örtüsü, kısmen eriyip yoğunluğu 450 kg/m³ - 500 kg/m³ ‘e erişince, zemin ile kar tabakası arasındaki yüzeyin de kaygan olması durumunda, çığlar büyük kütleler halinde düşebilir ve bu tür ıslak çığlar daha büyük tahribata yolaçar ve daha tehlikeli olabilir.

2. ÇIĞLARIN KENTSEL VE KIRSAL ALANLARDA ETKİLERİ

2.1. Bölgesel değerlendirme:

Alansal dağılım açısından incelendiğinde çığlar, Kuzey, Doğu ve Güneydoğu Anadolunun dağlık kesimlerinde oluşmaktadır. Zaman içindeki dağılımı incelendiğinde çığın genellikle Türkiye’nin doğu ve güneydoğusundaki

dağlık kesimlerde kış ve ilkbahar aylarında meydana geldiği bilinmektedir (Şekil 1). Türkiye’de çığların % 82’ si Ocak ve Şubat aylarında meydana gelmektedir. Fakat 24 Aralık 1992-5 Ocak 1993 tarihleri arasında, o tarihe kadar hiç çığ olmayan Batı Karadeniz Bölgesinde, Kastamonu ili ve çevresinde yoğun kar yağışından dolayı 10 vatandaş çığda hayatını kaybetmiştir. Ayrıca aynı tarihlerde bölgede iki kişi tipide kaybolmuş, bir kişi de kar birikiminden dolayı çöken evinin çatısı altında kalarak hayatını kaybetmiştir.

Doksanlı yılların başında özellikle Kuzey ve Doğu Anadolu’nun dağlık kesimlerinde normalin çok üzerinde düşen kar yağışları, mevcut orman örtüsünün ortadan kaldırılması, ve iç göç sebebiyle yaylaya çıkanların sayılarındaki azalma ve normalde her yayla döneminde hayvanlara yem için toplanan otun yerde bırakılması sebebiyle, yıllık ortalama çığ olayı sayısının çok üstünde (örneğin 1991-1992 kışında ortalamanın yaklaşık 16 katı) çığ meydana gelmiştir. 1991 1992 kış mevsiminde 1 Ocak, 1 Şubat ve 8 Şubat 1992 tarihlerindeki çok fazla kar yağışları (Şekil 2) hemen sonrasında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da üç büyük çığ olayı meydana gelmiştir. Ayrıca pek çok karayolu kapanmış, çok sayıda köy ve mezraa ile bağlantı kesilmiş, enerji ve telefon hatları kopmuş, direkler yıkılmıştır. Zap suyu, düşen çığların, geçici set oluşturması nedeniyle, 20 Şubat 1992’de yaklaşık 9 saat süre ile göllenme yapmış ve akışı durmuştur.

1992 1993 kış mevsimi çığ kazalarında hayatını kaybeden kişi sayısı 135 dir (Gürer 1992 a, b, Gürer ve Sayın 1993 a, b, Gürer 1993, Gürer 2001).

Şekil 1. 1950-2001 dönemi kış mevsimlerinde meydana gelen çığ olaylarının il bazında dağılımı( AFET ,2001)

TMH

150 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

Bu yılın ölümcül çığ olaylarına daha ziyade Kuzey Doğu Anadolu’nun dağlık iç kesimlerinde rastlanmıştır (Gürer vd. 1993 a). 1993 yılı Ocak ayında Soğanlı dağları çevresinde bir dizi çığ olayı meydana gelmiştir (Gürer vd, 1993b). Bunlardan en etkilisi olan Bayburt Üzengili’deki çığ olayında 59 kişinin hayatını kaybetme- si ve 116 hanenin yeniden iskanına karar verilmesidir.

2.2. Kentsel değerlendirme

Mevcut çığ bilgilerine göre 1950 yılından bugüne kadar meydana gelen 372 çığ olayında 977 kişi hayatını kaybetmiştir (Tablo 1). Bu, yılda ortalama 21 kişinin hayatını kaybetmesidir. Bugüne kadar 34 il sınırı dahilinde meydana gelen çığ olaylarında en

büyük kayıp 1991-92 kış mevsiminde Şırnak ilinde meydana gelen beş çığ düşmesi olayında 163 kişi olarak kaydedilmiştir. 1992-93 kışında Bayburt- Üzengili’deki çığ olayında 59, 1991-92 kışında Siirt ilinde 56 kişi hayatını kaybetmiştir. Uzun dönem kayıtları incelendiğinde en çok çığ olayı sırasıyla Bingöl (55), Tunceli (51), Bitlis (38), en ölümcül çığ olayları sırasıyla Şırnak (175 ölü), Tunceli (78 ölü), Bayburt (59), Hakkari (58), Bitlis (57), Siirt (56) şeklinde sıralanmaktadır. 1950-2002 döneminde nakline karar verilen toplam konut sayısı 5154 olup, il bazında dağılımları Şekil 3.de verilmektedir ( AFET, 2001). Hane nakli açısından sıralandığında, Bingöl (954 nakil), Bitlis (737), Tunceli (607), Şırnak (412), Hakkari (368), Muş (278), Siirt (272) illeri ilk sıraları almaktadır.

Şekil 2. Van ve Hakkari Meteoroloji istasyonlarında 1991-1992 kış mevsiminde çığ olayları öncesi ölçülen kar derinlik, minimum ve maksimum hava sıcaklık değerleri.

TMH

151TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

2.3. Kırsal değerlendirme

Gerek bölgesel gerekse kentsel değerlendirmelerin ortak yanı, meydana gelen çığ olaylarının hemen hemen tamamının kırsal alanlarda meydana gelmesidir. Kırsal yerleşim birimleri bağlı oldukları kent ve bölgelere göre gruplandırılarak yukarıda verilmiştir. Ayrıca gözlenen bir diğer olgu, çığ afetinin gelişmiş toplumların aksine kayak veya dağ sporuna gönül verenleri değil, kırsal kesimde yaşayan köylü vatandaşları etkilemektedir (Tablo 2). Tablo 2’den görülebileceği gibi, çığ olaylarında hayatını kaybedenlerın % 86’sı dağ köylerinde yaşayanlar olup sadece % 1’ni kayakçı ve dağcılar oluşturmaktadır (AFET, 2001). Türkiye’nin özellikle Doğu, Güneydoğu ve Kuzeydoğu Anadolu yerleşim bölgelerinde meydana gelen çığ olayları, gerek can kaybı, gerek maddi hasar açısından deprem ve sel felaketlerinden sonra üçüncü derecede önem arzeden doğal afet konumundadır.

3. YAPILAN ÇALIŞMALAR

Özellikle doksanlı yılların başında normalin çok üzerinde insan kaybı sebebiyle çığ olayları kamuoyunca yakın takibe alınmıştır. İklim ve yol koşullarının müsaadesi nisbetinde ilgililerce olay yerlerine en kısa zamanda gidilerek hasar tesbiti, arazi etüdleri ve kar ölçümleri yapılmıştır. Kamuoyu çığ tehlikesi konusunda basın ve yayın yoluyla devamlı bilgilendirilmiştir.

UNESCO tarafından "Doğal Afetleri Önleme 10 Yılı Programı" olarak belirlenmiş olan 1990-2000 döneminde, ilgili resmi dairelerden ve üniversite temsilcilerinden oluşan “Çığ Alt Komisyonu”, yaptığı toplantılar sonunda değişik kamu kurumlarında konuyla ilgili kişileri biraraya getirmiştir.

Doksanlı yıllarda çığ olasılığı yüksek olan illerde, bütün devlet dairelerinin katılımıyla, kriz masaları oluşturularak, anında müdahale etme düşüncesi geliştirildi. Çığ riski olan yörelerde, en yakın meteoroloji istasyonundan alınan, mevcut kar derinliği, günlük yeni kar derinliği, sıcaklık, rüzgar hızı ve yönü bilgileri ile yörenin topografik durumu da dikkate alınarak ikazlar yapıldı. Ancak hiç kimseden “Burada şu saatte çığ düşecek” diye bir sorumluluğu tamamen tahmin edene yükleyecek bilgi üretmesini beklemek mümkün değildir. Bütün ikazlar, belirli bir olasılık üzerinedir.

Çığ Ölü Yaralı NakilKış Mevsimi Sayısı Sayısı Sayısı Sayısı2001-2002 21 10 7 ?2000-2001 4 - 1 ?1999-2000 14 17 15 ?1998-1999 5 10 3 311997-1998 13 6 5 1781996-1997 8 16 3 881995-1996 5 8 1 671994-1995 3 7 2 681993-1994 6 26 7 -1992-1993 31 125 95 1461991-1992 112 328 53 16561990-1991 12 7 - 2671989-1990 4 4 1 471988-1989 7 4 - 771987-1988 13 27 8 3651986-1987 10 18 - 1461985-1986 2 1 4 161984-1985 2 7 - 291983-1984 6 - - 941982-1983 14 6 - 4001981-1982 10 15 - 1171980-1981 4 14 - 521979-1980 9 4 1 1021978-1979 2 - - 1191977-1978 10 3 - 1451976-1977 - 1 - -1975-1976 9 170 33 3681974-1975 - 2 - -1973-1974 5 59 17 971972-1973 2 - - 171971-1972 2 - - 121970-1971 1 - - 351969-1970 3 21 - 651968-1969 4 - - 511967-1968 9 28 7 1561966-1967 1 7 - 151965-1966 1 - - 181964-1965 2 - - 431963-1964 3 1 4 181961-1962 4 - - 341959-1960 1 - - 151958-1959 ? 7 - -1955-1956 ? 9 - -1954-1955 ? 6 - -1952-1953 ? 3 - -1920-1950 ? 30 - -Total 389 1039 268 5164

Tablo 1. Türkiye’de 1920 2002 döneminde meydana geldiği bilinen çığ olayları

(?) Kesin olarak bilinmemektedir.

Tablo 2. Çığlarda hayatlarını kaybeden insanların yüzde olarak dağılımı (1958-2002)

Yerleşim Yeri 883 Asker 100 Avcı 19 Kayakçı 6 Dağcı 2 İşçi 1 TOPLAM 1039

TMH

152 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

3.1. Eğitim

Doksanlı yıllarda, çığ olaylarındaki artışlardan ötürü, halkın bu konuda eğitilmesi amacıyla bir dizi çalışmalar yapılmıştır. Bu çerçeve dahilinde Aralık 1992’de Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü, Avrupa Doğal Afetler Eğitim Merkezi (AFEM), “Afete Hazırlık” semineri yapmış ve bu seminere Afet İşleri, Karayolları ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüklerinden ilgililer katılmıştır. Fransa, Isviçre, Avusturya ve Japonya'dan davet edilen çığ uzmanlarının da katıldığı bu seminerde çığ konusu etraflıca incelenmiş, koruma yöntemleri üzerinde durulmuştur.

Ayrıca AFEM dairesi çığ tehlikesine maruz kalan kırsal kesimlerdeki halkı aydınlatmak amacıyla, köy muhtarlıklarına, kışlalara ve okullara dağıtılmak üzere “Beyaz Tehlike: Çığ” adı verilen bir broşür hazırlatmıştır. Bu kitapçıkta çığın nasıl oluştuğu, çığa karşı ne gibi önlemler alınabileceği, çığ meydana gelmesi durumunda neler yapılabileceği renkli resimler ile açıklanmaktadır (AFEM, 1993). Aynı amaca yönelik olarak İçişleri Bakanlığı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Çığ, Göçük, Heyelan ile Donmalarda Kurtarma ve İlkyardım” isimli broşürde çığ, heyelan ve göçük olaylarında ilkyardım olarak yapılması gerekenler sıralanmıştır (SSGM, 1993).

Kış sporu yapmak için, yeni kayak merkezlerinin daha üst kotlarda kurulması, her nekadar kayak yapılan dönemi uzatıyor ise de, bu durum beraberinde çığ tehlikesini de arttırmaktadır. Kayakçıları ve kış tatiline

çıkanları tehlikeler konusunda eğitmek amacıyla hem yurt dışında hem Türkiye'de çeşitli makale, el kitapçıkları ve broşürler hazırlanmıştır. (Cagnati and Luchetta 1990 a b, SNF 1990, Valla, 1991, SAR, 2000).

3.2. Çığ Alanlarının Haritalanması

Çığ tehlikenin boyutlarının belirlenebilmesi için çığ risk bölgeleri haritalarının hazırlanması ve çığ tahmin merkezlerinin kurulması gerekir. Öncelikle geçmiş yıllara ait çığ arşiv kayıtlarını incelenerek bir TÜBİTAK araştırma projesi kapamında 1/1.000.000 ölçekli bir çığ bölgelerini belirleyen harita hazırlamştır (Gürer vd, 1995). Bu haritaya yol ve yerleşim merkezlerinden uzak, ormansız, çıplak yamaç eğimi %25’den fazla olan, çok kar alan arazilerde düşen çığlar, insanı etkilemedikleri için dahil edilmemiştir. Bu çalışma deprem bölgelerini gösteren haritaya benzer bir çığ haritası oluşturulması amacına yönelik olarak faydalı bir başlangıç olmuştur. Ancak iskan müsaadesi verebilmek için yeterli hassasiyette değildir. Bir bölgede çığ tehlikesi yoktur veya vardır diyebilmek için o bölgeyi inceleyen 1/25.000, 1/10.000 hatta 1/5.000 gibi daha hassas ölçekli çığ bölgelerinin sınırlarını veren haritalar gereklidir. Bu amaca yönelik olarak Gazi Üniversitesi, İnşaat Mühendisliği Bölümünün genel koordinatörlüğünde geliştirilen, Fransa, Isviçre ve Türkiye arasında bir işbirliği protokolü yapılarak, 1994-1996 döneminde gerçekleştirilen uluslararası bir çığ projesi kapsamında, Doğu Karadeniz

Şekil 3. 1950-2001 dönemi kış mevsimlerinde meydana gelen çığ olaylarından etkilenerek nakline karar verilen hane sayılarının alansal dağılımı (AFET, 2001).

TMH

153TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

Bölgesi’nin Soğanlı Dağlarını (Trabzon-Çaykara, Uzungöl, Karaçam, Köknar, Rize-Ikizdere, Bayburt- Üzengili ve Erzurum Ispir arasında kalan alan) içeren (30 x 40) Km² bir pilot proje etüdüne başlanarak hem gerekli ekipman ve altyapı sağlanmış hem de “Afet Çığ Grubu”nun eğitimi sağlanmıştır (Anonymous, 1995). Bugün itibarıyla, bir örneği Şekil 4. de verilen 1/25 000 ölçekli çığ haritama çalışması, 25 ilde tamamlanmış olup kalan 9 ilde ise devam etmektedir (AFET, 2001).

3.2.1. Çığ Tahmini

Aynı uluslararası proje kapsamında çığ tahmini konusunda da eğitim alınmıştır. Çığ tahmini meteorolojik verilerin, çığ güzergahının geomorfolojik parametrelerini de göz önünde bulundurarak analiz edilmesine dayanır. Kış mevsimi başlamasıyla, kar yağışı çok olan ancak devamlı gidilebilen yerlerde sıcaklık, rüzgar, nem ve benzeri meteorolojik gözlemlerin yanı sıra hem biriken kar miktarını hem de yeni kar miktarı belirlemek şeklinde başlayan ölçümler, yamaçta duran karın hava ve su içeriğini, kristal yapısını, kabuk tabakaları sayısını ve sonuçta kütlenin mukavemeti ile ilgili bütün bilgileri içeren detay ölçümlere kadar çoğaltılabilir. Bu bilgiler ne kadar çok noktadan toplanırsa o arazinin çığ riski o kadar iyi belirlenebilir. İşte bu amaca yönelik olarak da aynı pilot proje alanında seçilen 5 ölçüm noktasında

bu detaylı kar ölçümleri yapılmaya gayret edilmiştir. Ancak yapılan bu kar ve çığ ölçümleri deneme aşamasında kaldı. Eğitim amaçlıydı. Tahmin yapanın kendisini sınaması, ölçüm metodlarının öğrenilmesi ve geliştirmesi içindi.

Ayrıca Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü (DMI) tarafından, 1991-1992 kışının büyük çığ felaketlerinin yaşandığı aylarında, herhangi bir çığ güzergahının koordinatları verilerek, Avrupa Orta Vade Hava Tahmin Merkezi’nden gelecek 10 günlük bir dönem için yağış miktarı, basınç, sıcaklık, nispi nem, rüzgar tahminlerini alındı ve bu bilgilerin istifade edilerek çok amaçlı bölgesel tahminler yapıldı.

3.2.2. Çığ Sigortası

Son yıllardaki “Zorunlu Deprem Sigortası” yaklaşımı ile devlet bir ölçüde vatandaşını bilinçlendirmekte ve sorumluluk paylaşımına davet etmektedir. Bu bağlamda çığ felaketine karşı sigorta müessesesinden de bahsetmek gerekiyor. Nasıl taşınamazlar depreme, ürünler sel ve doluya karşı belirli bir ödeme yapılarak sigortalanabiliyorsa, doğal afet sınıfına giren çığa karşı da sigortalama yapılabilir. Örneğin bugüne kadar hiç çığ düşmemiş ve çığdan ölüm meydana gelmemiş Batı Karadeniz Bölgesi dağlık kesimlerinde, 25-28 Aralık tarihleri arasında yağan 1.90-2.00 m. derinliğindeki kardan çöken çatılar ve düşen çığlardan dolayı

Şekil 4. Trabzon, Çaykara, Uzungöl yöresi çığ haritası ( AFET , 1994)

TMH

154 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Taşkın, Heyelan, Sel

insan kayıpları ve yıkılan binaların yanı sıra pek çok küçük ve büyük baş hayvan telef olarak büyük bir ekonomik kayıp meydana geldi. Bu durum, Güneydoğu Anadolu’da çok daha sık meydana gelmektedir. Dolayısıyla bu risk faktörü göz önünde bulundurularak, taşınabilir ve taşınamaz mallar sahipleri tarafından çığa karşı sigorta ettirilebilir. Bunun için öncelikle detaylı olarak hazırlanacak “Çığ Bölgelerini Riske Göre Sınıflandırılması” haritaları ve buna dayanarak çok riskli, riskli, az riskli, ve risksiz zonların belirlenmesi gereklidir. Sigorta primleri bu zonlara göre belirlenmelidir.

4. SONUÇSonuç olarak 1990’lı yıllarda özelikle Doğu, Güneydoğu, Kuzeydoğu ve Kuzeybatı Anadolunun dağlık bölgelerinde yaşanan çığ felaketlerini tekrar yaşamamak için başlanan çalışmaların hızla devam ettiğini, olumlu sonuçlar alınması için gayret içerisinde bulunulduğunu belirtmek uygun olur. Vatandaşın artık çok daha dikkatli, çok daha hassas olduğunu, son yıllarda doğal afetlerden en çok can alan depremden sonra çığ felaketi konusunda basın ve yayın kuruluşlarının da katkılarıyla kendisini bilinçli bir şekilde eğittiğini belirtmek uygun olacaktır.

Ekonomik açıdan bakıldığında çığ olasılığından dolayı yeniden iskan edilen ve edilmesi gereken hane sayısı ve her yeni iskan edilen hane için ortalama 19 milyar TL (12 000 $) yatırıma gereksinim duyulması olayın trilyonlar ile ifade edilen boyutunu ortaya koymaktadır. Hane nakli yaklaşımı ile problemin çözülmesine alternatif olarak, yıllardır çığ afeti ile yaşayan İsviçre, Fransa, Italya ve Avusturya gibi gelişmiş ülkelerde başvurulan “Afet Önleme Yapıları”nın da inşaa edilerek kullanılması göz önünde bulundurulmalıdır. Özellikle toprağına ve birbirlerine daha bağımlı yaşayan Türk köylüsü Bayburt-Üzengili olayında olduğu gibi afet olsada yine ayni köyde ve beraber yaşamayı arzulamakta ve ilgililerden daha güvenli önlem yapıları talep etmektedir.

5. KAYNAKLARAFEM, 1993, “Beyaz Tehlike: Çığ”, Bayındırlık ve İskan

Bakanlığı, Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü, Broşür, Ankara.

AFET, 1994, “Uzungöl Çığ Haritası”, Ankara (Yayınlanmamıştır).

AFET, 2001, “1950 2000 Dönemi Çığ Arşiv Kayıtları”, Ankara (Yayınlanmamıştır).

Anonymous, 1995, “Turkish-French-Swiss Pilot Research and Development Project on Avalanche Forecasting, Mapping, Zoning, and Paravalanche Construction Technologies, Report on 1994 Program”.

Cagnati, A. & Luchetta, A., 1990a, “Neve Sicura”, Regione Veneto, Dipartimento Foreste, Italia,(Brosür).

Cagnati, A. & Luchetta, A., 1990b, “il Bollettino Nivometeo”, Regione Veneto, Dipartimento Foreste, Italia (Broşür).

Cemagref, 1983, “Neige et Avalanche”, Groupment de Grenoble, Division Nivologie, Juin, Grenoble, France.

Gürer, İ., 1992a, “Güneydoğu Anadolu Bölgesi 1992 Kış Mevsimi”, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Belediyeler, Yıl 6, Sayı 13, s:24 33, Ankara, Türkiye.

Gürer, İ., 1992b, “Güneydoğu Anadolu Bölgesi Şubat 1992 Çığ Olaylarının Analizi”, TCK Ankara, Rapor (Basılmamıştır).

Gürer, İ., 1993, “Avalanche Disaster In South Eastern Turkey In The Winter of 1992”, JPPS, 55.1, 1993.3, pp.41 48, Japan.

Gürer, İ., 2001, “Türkiyede Çığ ile İlgili Yapılan Çalışma- ların Tarihçesi ve İstatistiksel Değerlendirmeler”, Bayınlık ve Iskan Bakanlığı, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, I. Ulusal Kar ve Çığ Semineri, 12 Şubat 2001, Ankara ( Basılmamıştır)

Gürer, İ., Sayın, A., 1993a, “Avalanche Disaster In South Eastern Turkey In The Winter of 1992”, World Meteorological Organization Bulletin, Vol.42, No.1., pp.44 47, Geneve.

Gürer, İ, Sayın, A., 1993b, “Kuzey ve Doğu Anadolu’da 1991 1992 ve 1992 1993 Kış Mevsimlerinde Meydana Gelen Kar Çığları”, TUJJB Genel Kurulu 8 11 Haziran 1993, Ankara.

Gürer, İ., Sayın, A., Tuncel, H., 1993a, “Batı Karadeniz’de Çığ Olayları (1992 Yılı Aralık Ayı)”, (14. Türkiye Jeomorfoloji Kongresinde sunulmuştur), MTA, Ankara.

Gürer, İ, Toprak, F., Ercan, S., 1993b, “The Avalanche Accidents At Soğanlı Mountain Located In North Eastern Anatolia, Türkiye On January 18, 1993”, (Yayınlanmamıştır).

Gürer, I., Tuncel, H., Yavaş, Ö. M., Erenbilge, T., 1995, “Türkiyede Çığ Kriterleri ve Olası Çığ Risk Alanlarının Belirlenmesi”, TUBİTAK Proje No: YBAG-0067, 122 s, Mayıs 1995

Gürer, İ., Bek, A., 2002, “The Snow Drift Problem And Its Effects On Road Safety In Turkey” International Traffic and Road Security Congress and Fair, May 8-12, 2002 Ankara/Turkey.

SAR, 2000, “ Kayak Merkezlerinde Çığ Güvenliği” , s. 46-47, Kayak 2000, Magazin, Istanbul.

SNF, 1990, “Avalanche Danger!” Swiss Council for Accident Prevention, Leaflet, Berne, Switzerland.

SSGM, 1993, “Çığ, Göçük, Heyelan ile Donmalarda Kurtarma ve İlkyardım”, T.C. İçişleri Bakanlığı, Sivil Savunma Genel Müdürlüğü, Broşür, Ankara.

TEAŞ, 2002, TEAŞ Enerji hatlarından sorumlu yetkililer ile yapılan özel görüşme

TCK, 1992, “Van Bölge Müdürü Sn.Yusuf Ziya Yılmaz ile özel Görüşme Notları”, (basılmamış).

Valla, F., 1991, “Ski et Securite” Glenat, Grenoble, France.

TMH

155TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

GENEL BAKIŞ

Su, insan yaşamında, tüm canlılarda kısacası doğada vazgeçilmez en kıymetli doğal kaynaklardan biridir. Suyun yaşantımızdaki yerinden söz edilecek olursa aklımıza ilk önce denizler, okyanuslar, nehirler, göller, ırmaklar, yağışlar, seller diğer yandan istenilen nitelikte ve yeterlikte iletilemeyen suya karşın, ödenemez tutarda su faturaları gelmektedir.

Dünya yüzeyini %70.8’nin sularla kaplandığı bilinmektedir. Dünyamızın %70.8’ini örten su tabakasının (hidrosfer) %98’ini tuzlu suları olan okyanuslar ve denizler oluşturur. Geri kalan %2’sini ise, tatlı sular olan göller, nehirler, ırmaklar yer altı suları, bitki ve hayvan dokuları, kutuplarda buzullar halindeki sular, atmosferdeki su buharı, bulutlar, düşen yağmur ve kar oluşturmaktadır.

Buraya kadar aktardıklarımız yerkürenin var olan su miktarını içermektedir. Ancak suyun yerküre üzerindeki dağılımı ve kullanımı tüm dünya nüfusunun su gereksinimin karşılayacak şekilde midir? Şüphesiz değildir. Dünyanın ortak mirası özelliğini taşıyan suyun dağılımındaki dengesizliğin yanında, doğal halinin korunması da bugün için çok önemli bir konuma gelmiştir. Dünyamızda son bir asırdır devam eden hızlı nüfus artışı, gelişen sanayi ve teknoloji, plansız ve programsız üretim, aşırı tüketim beraberinde çevre kirliliği sorunlarını ortaya çıkarmıştır. Günümüzde çevre kirlenmesinin en büyük nedenlerinden biri hızlı sanayileşme ve beraberinde getirdiği enerji gereksiniminin artmasıdır. Sanayileşme ile birlikte sanayi kuruluşları çevresinde oluşan gelişigüzel yerleşimler ve bunların yarattığı atıkların denetimsiz bir şekilde doğaya atılması nedeniyle yeraltı ve yüzeysel su kaynaklarının daha çok kirlendiği bilinmektedir. Doğada var olan suyun, sanayileşme ile birlikte kirlenmesi gerektiği bir yana, tam tersinin yapıldığının

dünyanın bir çok yerinde ne yazık ki tanığı olmaktayız. Bu kez eski konumuna getirmek üzere (ne kadar oluyorsa) yeni sistemler, yeni teknolojiler derken ekstra maliyetler oluşturulmaktadır. Bunun sonucuna da “akılcı davranış” veya “sürdürülebilir gelişme” denilmektedir.

DÜNYA MİRASI OLAN SU: İNSAN HAKKI MI?

GEREKSİNİM MADDESİ Mİ?

Su, insanın aklına ilk bakışta, temel bir gereksinim maddesi düşüncesini getirmektedir. Günümüzde tartışılmakla beraber kimisi için suyun insan hakkı olmadığını, bir gereksinim olduğunu düşünüyorlar. Bunu arkasından, ticaret aracı, serbest piyasa ortamı, özelleştirmeler derken küreselleşmenin bir yeni unsuru gözüyle bakılmaktadır.

Yukarıda açıklandığı gibi dünyada hızlar artan nüfusa karşın potansiyel su miktarı değişmemektedir. Aksine birçok etkenlerden dolayı kirlenmekte ve kullanılamaz hale getirilmektedir. Yeryüzünde dengesiz dağılımı olduğunu bildiğimiz suyun son yıllarda ki durumuna bir göz atmak gerekmektedir.

Dünya bugün küresel olarak temiz su felaketiyle karşı karşıya, yeryüzündeki ulaşılabilir temiz suyun yarısı bugün kullanılıyor. Bugün 1,2 milyar insan temiz içme suyuna ulaşamıyor. 2.9 milyar insan yeterli temizlik olanaklarından yoksun bulunuyor. 5 milyona aşkın

(*) İnşaat Mühendisi, TMMOB Yüksek Onur Kurulu Üyesi

DÜNYADA VE TÜRKİYEDE SU; BARAJLAR VE KÜLTÜREL MİRAS

Murat GÖKDEMİR (*)

TMH

156 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

insan her yıl bu yüzden yaşamını yitiriyor. Her yıl 250 milyon kişi suyla gelen hastalıklara yakalanıyor. Suların kirletilmesi 3.3 milyar insanın temiz suya ulaşmasını engellerken 2,5 milyar insan da su arıtma hizmetlerinden faydalanamıyor. Son 50 yılda dünya nüfusunun 2,5 milyardan 6 milyara çıkmasına karşın kişi başına yenilenebilir su miktarı yüzde 60 gibi büyük bir düşüş yaşamaktadır. 20 yıl sonra dünyanın yarısı 3,5 milyar insan, suyun ciddi bir şekilde azaldığı nehir havzalarında yaşamak zorunda kalacak. Dünyadaki su alanlarının yarısı son 100 yılda yok oldu. Sorumluluk anlayışı içeren sürdürülebilir bir acil eylem planının yaşama geçirilmemesi halinde 2050 yılında, yani 48 yıl sonra su krizinden etkilenen ülke sayısı 66’ya ulaşacak. Bu durum ise dünya nüfusunun üçte ikisi anlamına geliyor. Halen 30’a yakın ülke yeterli suyu bulamamaktan yakınıyor. Birçok ülkedeki su sıkıntısının asıl nedeni, su kaynaklarının ve havzalarının korunmaması ve suyun verimli biçimde kullanılmaması su miktarını azaltıyor. Yatağı değiştirilmiş suların yüzde 70’i tarımsal sulama için kullanılıyor. Ancak bu suyun yüzde 80’nu kanallardan sızıyor ve tarlalara verimsiz şekilde gönderiliyor. Dünya nüfusu yerinde durmayıp, her geçen gün biraz daha artışına karşın sabit kalan tatlı su miktarının tamamına yakını Antartika ve Grönland’da buzul halinde bulunuyor. Göllerde ve nehirlerde bulunan yüzey sular dünyadaki suyun binde 26’sını oluştururken, bu sayının sadece 100 trilyon metreküpü yenilebilir ve sürdürülebilir, bir şekilde fiilen kullanılabilir.

ÜLKEMİZDE DURUM NEDİR?

Üç yanı sularla çevrili olan Türkiye, yenilenebilir ve sürdürülebilir tatlı su kaynakları bakımından “yetersiz” kategorisinde. 1960 yılında çıkarılan yasayla yeraltı suları temiz kaliteli, kullanılabilir tutmaya çalışılıyor. 1960’lardan beri bu alanda yapılan uygulamalar ve su yönetimindeki çok başlılık hiç de içaçıcı görülmemektedir. Sağlıklı bir yönetim eşgüdümünün olmaması nedeniyle, herkes suyun sözcüsü veya sahibi durumuna girdi. Bu koşullarda, ortaya çıkan dağınıklık maalesef verimli kullanımı yok etmiş ve hatalı sonuçlara götürmüştür. Türkiye’de kaynaklarının yeterli olup olmadığının en sağlıklı göstergesi olan yıllık yenilenebilir tatlı su miktarı, Türkiye’de “su kıtlığı” sınırı sayılan kişi başına kullanılan su miktarı 1000 metreküp civarında olduğundan, Türkiye su fakiri bir ülke sayılmaktadır. 2000 yılı itibariyle 1580 metreküpe düşen bu rakam “su baskısı” sınırı kabul edilen 1670 metreküpün altındadır. Türkiye, sularını bugünkü yaklaşımıyla kullanmaya devam ederse, varolan su miktarını ve akarsu rejimini verimli ve denetlenebilir bir düzeneğe dönüştüremez ise, 2030 yılında bu rakam 1200’e düşmesi kaçınılmaz örülüyor. Bununla birlikte bu miktarın yaklaşık yüzde 35’i kullanıma sunulabildiğinde, 2000 yılı itibariyle Türkiye’de kişi başına 602 metreküp su miktarı kullanıma sunulmuş,

dolayısıyla “su kıtlığı” seviyesinin altında gerçekleşme olmuştur. Bu miktar su tüketimimin her alanını kapsamaktadır. Türkiye mevcut su kaynaklarının ortalama yüzde 75’ini sulamada kullanmaktadır. Bu 2000 yılı tahminlerine göre 30 milyar metreküp etmektedir.

Yağmur suları ve komşu ülkelerden gelen sular tatlı su kaynağı olarak kabul ediliyor. DSİ’nin verilerinden yararlanarak yağmur ve komşudan gelen su kaynaklarının miktarı Türkiye’den su çıkışı aşağıda açıklandığı gibidir. Yıllık ortalama yağış miktarı 643 mm olup, dünya ortalaması olan 1000 mm den düşük. Türkiye’ye yağışlarla yılda 500 milyar metreküp su gelmekte. Bunun 274 milyar metreküp buharlaşmaktadır. Geri kalan suyun 158 milyar metreküpü yüzey akışına dönüşmekte 69 milyar metreküpü yer altı suyuna karışmaktadır. Yer altı sularının büyük bölümü de yüzey akıntılarına dönüşmektedir. Yüzeyden akan suların 151 milyar metreküpü denizlere, 75 milyar metreküpü komşu ülkelere akıyor.

Türkiye’ye komşularından yılda akan su miktarı sadece 6.9 milyar metreküp kadardır. Türkiye’nin geriye yer altı ve yerüstünde kalan su rezervi 110 milyar metreküptür. Ayrıca sınırı aşan 75 milyar metreküp suyun komşu ülkelerden kaynaklanan dolayısıyla içerde de kullanım sıkıntısı yaşanmaktadır. Ülkemizde var olan belli başlı 26 adet ana su havzası (nehirler) üzerinde ciddi derecede yönetim zaafı bulunmakta ve menbadan (çıkış noktası), mansapa (denize dökülen kısmı) kadar tüm alanda planlama eksikliği görülmektedir. Bu nedenle aynı sıkıntılar tarım sularına alanına da yansımaktadır. Büyük oranda su kaybına ve toprak aşınmasına meydan verilmektedir.

SU VE TİCARET

Kuşkusuz su ile ilgili soruları çoğaltabiliriz. Kişisel görüşümü söyleyecek olursam yukarıdan beri açıkladıklarımdan anlaşılacağı üzere hem dünyada hem ülkemizde sanıldığı kadar yeterli düzeyde su kaynağı bulunmamaktadır. Bu nedenle suyu metalaştırarak ticari araç haline getirilmesine olumsuz bakmaktayım. Dünyadaki canlıların kimyası suya dayanıyor. İnsan bedeninin yüzde 90’nı sudan oluşuyor. İnsan belli bir süre içinde gerektiği kadar su alamazsa, önce beyninde başlayan ve vücudun çeşitli hayati organlarından devam eden sağlık sorunları ile karşılaşıyor ve daha sonra da ölüyor. Kısacası su yaşamsal önemi bakımından “olmazsa olmaz” koşulları içermektedir. İnsan yaşamı açısından suyun en temel özgürlüklerin bile önünde olduğu söylenilebilir. Öyleyse, bireysel “hak ve özgürlükler” temel insan haklarının parçası olduğuna göre “temiz içme suyuna sahip olmanın” da insan haklarının parçası sayılması gerekir.

Dünyada, birçok kişi, kurum ve hatta ülke yönetimler böyle bakmakla birlikte, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya

TMH

157TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Bankası ve Birleşmiş Milletler, evet ne yazık ki, Birleşmiş Milletler suyun bir insan hakkı değil bir gereksinim olduğun düşünüyorlar. Bu ayrım önemli bir unsuru içermektedir. Çünkü insan haklarının aksine insan gereksinimleri metalaştırılarak ticarete konu olabiliyorlar.

Bu konuda 28 Ağustos 2002 tarihinde Birleşmiş Milletler şemsiyesi altına 174 ülkeden temsilcilerin katıldığı “Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Doruğu” adını taşıyan bir toplantı yapıldı. Toplantı bilindiği gibi Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Johannesburg kentinde düzenlendi ve dokuz gün sürdü. Konferansın çeşitli toplantılarında birçok küresel sorunlar işlendi. Bizce hepsi önemli sorunlardır. Konumuz gereği doruğun gündemindeki “Küresel Su Krizi” konusu ele alınmıştır. Bu konunun konferansdaki önemi, “Wahshington Konsenüs” altında, İMF, Dünya Bankası ve Dünya Su Formu, krizi, suyu metalaştırarak, özelleştirme kapsamına alarak çözmeyi öneriyor. Yine “Küresel Rekabetle Küresel Fırsat Eşitliğini” hedefleyen bu konferansın toplantısının düzenlenmesinden sorumlu, BM Ekonomik ve toplumsal İşler Bölümü Genel Yazma- nı Niin Dessi’ni uyarısı önemli olup özetle şöyledir:

“Şu anda küremizde var olan farklı kalkınmaların sürmesini gidermede bugün bir şey yapamazsak dünyanın geleceği, halklarının arasındaki uzun süreli güvenlik de sağlanamaz. Güvenilir bir gelecek yaratmak, çocuklarımıza, torunlarımıza, daha iyi bir dünya geleceği kurmak için konferansın bir uygulama planını benimsemesi gerekir” Bu temenni gelecek 10 yıllık uygulama planının hedeflerinde suyun nasıl kullanılacağı kararlarını içermekte ve fakat “su kaynakları” gibi temel bir konunun göz ardı edildiği gözlenmektedir. Küreselleşme döneminde ülkelerin kamusal kuruluşlarının ekonomik faaliyetleri İMF ve Dünya Bankası kanalıyla ya yok edilmekte ya da ÇUŞ’lara devredilmesi doğrultusunda baskı yapılmaktadır. Bu doğrultuda Dünya Ticaret Örgütü, ulusal hükümetlerin ellerini kollarını bağlayan, su kaynaklarını ÇUŞ’lara açan uluslararası tahkim gibi yasaları dayatıyor. Bunda da çoğunlukla başarılı oluyor. Su krizi derinleştikçe tüm dünyada hükümetler suyun metalaştırılmasını, taşınmasını hızlandırmak için birbirleriyle rekabet ediyorlar. Böylece suyun özelleştirilmesi daha şimdiden yılda 400 milyar dolarlık bir iş alanı oluşturuyor. Bütün bu gelişmelerden payını almaya çalışan şirketler karlarını arttırdıkça su daha pahalı bir ürün olarak halkın kullanımına sunuluyor. Burada küresel su kaynakları üzerine çalışmalarıyla bilinen Maude Barlow’un araştırmalarından, özelleştirmelere ilişkin sözlerini aktarmak istiyorum: “Özelleştirmelerden sonra her zaman, suyun fiyatı artıyor, suya ulaşım zorlaşıyor, şirketler altyapı yatırımlarını ihmal ediyorlar, sektörde işten çıkarmalar artıyor, suyun kalitesiyle ilgili bilgilere ulaşmak zorlaşıyor. Diğer taraftan şirketler ihalelere başvururken fiyat kırma telaşıyla gerekli altyapı yatırımlarını hesaba katmıyor, sonrada bunlara sıra gelince kontratları

yeniden düzenlemek istiyorlar. Üstelik özel sektör, yatırımları için kendi paralarından çok yerel yönetimlerin uluslararası genişleme örgütlerinin, Dünya Bankasının v.b. kaynaklarını kullanıyor” (The New York Times’ten alıntı olup Cumhuriyet 28 Ağustos 2002 E. Yıldızoğlu). Bu araştırmada bize çok şeyi öğretiyor.

Özetle, su, piyasa ve ticaret kavramları günümüzde dünyada bir araya geldi mi, bir tarafta emperyalist odakların büyük kar olanaklarına öncelik veren bir ideolojiyi savunanlar, diğer tarafta insan yaşamına öncelik veren yaşamın var olmaya devam edebilmesinin temel koşullarını sağlamaya çalışanlar. Ne tarafta yer almak istersiniz? Tercihin, zaman geçirmeden yapılması gerekiyor. Ülkemizde suyun bir ticari meta olarak ele alınması ÇUŞ’ların karlı bir alanı haline gelmesi daha çok “Yap işlet Devret” modeli ile gerçekleşmektedir. Aynı model su temel alınarak hidrolik santraller ve barajlar aracılığıyla elektrik enerji üretimi için ve dağılımı içinde kullanılmaktadır.

BARAJLAR VE KÜLTÜREL MİRAS

Dünyada ve ülkemizde su kaynakları, kaynakların kullanılabilirliği, su aktarımı, pay sahipliği, enerji üretimi, özelleştirmeler ve yap işlet devret sistemi ile planlanan barajlar son yılların gündeminde kısaca yer almasına karşın Türkiye su ve enerji konusunda bütüncül politikasını ve planlamasını oluşturamamıştır. Son yıllarda, Türkiye’de yoğun bir yap işlet devret proje talepleri gündeme gelmiştir. Bu projelerin ağır bir kesimini “barajlar” oluşturmaktadır. Bir farkla, bu tarzda sunulan projeler, daha çok dış kredilerle beslenen ve ÇUŞ’lerle içerdeki firmaların (her zaman değil) birlikte kurdukları konsorsiyum (ortaklık) aracılığıyla oluşturulmaktadır. Bu firmalar gittikleri ülkelerin coğrafi, ekolojik, çevre denge ve değerlerini gözetmezler. Yine sosyal yapıları ve kültürel değerleri göz ardı ederek karlarını öngörürler. Ulusal yasaları yok sayarak tahkim yasaları çerçevesinde sözleşme yaparlar. Ulusal ekonomiyle katkı sağladığı düşünülürse de, var olan su potansiyelimizin kullanılarak elde edilen enerjinin tüketimi ve dağılımı önemsenmeden satış garantisi alınarak kazançlarını kendi ülkelerine aktarırlar.

Bütün bu ve bunun gibi yatırım projelerinin, ülkemize getirdikleri kadar götürdükleri de vardır. Bunları hem

TMH

158 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

gözetmek, hem izlemek, hem de değerlendirmek amacıyla İnşaat Mühendisleri Odası olarak İstanbul Şubemizinde içinde yer aldığı “Türkiye Barajlar ve Kültürel Miras İzleme Kurulu” oluşturulmuştur. Bu kurulun amacının içinde önemli bir unsur da, çeşitli meslek disiplinlerinden yararlanarak elde edilen bilgileri kamuoyuna yaymak ve ortak hedeflere varmaktır. Bu yüzden ilkini 7 Ekim 2000 tarihinde İstanbul’da düzenlediği “Zeugma Yalnız Değil” toplantısı ve panelinin ardından yaklaşık iki yıllık gözlem ve saptamalarıyla birlikte ikincisini yine İstanbul’da 14 Haziran 2002 tarihinde “Barajlar ve Çevre” konulu forum ve panel etkinliğini düzenlemiştir. Bu etkinlikteki tüm sunumların, konuşmaların ve tartışmaların sonucunda vardıkları ortak kararı şöyle ifade etmektedirler: “Gelecekte kimliksiz ve karanlık yaşamak istemiyorsak, barajların yer ve tüm seçimlerini yeniden belirlemek zorundayız”. Buradan hareketle oluşturulan değerlendirmeler, bir sonuç bildirgesi ile kamuoyuna ve ilgililere duyurulmuştur. Kamuoyu kadar bilim çevreleri ve siyasi yetkililerin de dikkatine sunulan “Bildirge” önemli saptamalar bulunmaktadır. Bunlara kısaca değinmekte yarar görmekteyim.

Su, Türkiye’nin sadece ekonomik değil, siyasal gündemini de belirleyecek sorunların başında gelmekte, özellikle de Ortadoğu ve Hazar Denizi’ne komşu olduğumuz düşünülürse, bölgesel su sorunlarının olduğu hatırlanırsa siyasal boyutun ağırlığı daha net anlaşılır.

Türkiye’de kullanılması su havzalarının bulunması; hızlı nüfus artışı nedeniyle su ve tarımsal ürünlere olan gereksinmenin hızla artması; madencilik yasasının sağlayacağı özgürlükler, Türkiye’yi maden, su ve tarım sektörlerinde ulustaki sermayenin cazibe alanına sokmaya yetmektedir.

Sulama ve atık barajlar inşaat şirketleriyle birlikte içme suyu pazarlayıcılarının rekabet savaşı, cazibe alanının çekiciliğinin açık bir şekilde göstermektedir. Yılda yaklaşık 50 milyon metreküp suyun 20 yıllığına İsrail’e satıldığını anımsarsak çevre koşulları içinde cazip bir pazar olduğumuz anlaşılır.

Bugün ülkemizde 30 bin MW kurulu güç ve 18 bin MW’lık maksimum tüketim gücü ile %50 enerji üretim fazlalığına sahiptir. Bu nedenle bir çok tarihi yerleşimlerin ve doğal sit alanların yok edileceği projelerden vazgeçme olanağı vardır. Bunlardan Ilısu ve Hasankeyf, Yortanlı, Fırtına Vadisi, Munzur, Çoruh projeleri yeniden değerlendirilmesi gerekir.

Ülke suyunu ve su havzalarını koruyarak, suyun enerjisinden yaralanarak kalkınmak olanaklıdır.

Bugün ülkemizde sudan enerji maliyeti kilowat saat başına 375-450 TL’yi geçmezken tüketiciye 225 bin TL’sına satılmaktadır. Özel sektörden ise su maliyeti 600 misline enerji alınmaktadır. Güneydoğu Anadolu’da bölgeye has içme suyu kuyuları barajlar nedeniyle yok olacaktır. Su gibi kıt ve yenilemeyen

kaynaklar plansız kullanıldığı için tarım, çevre, kültür varlıkları vb. alanların yok olmasına neden olacaktır.

Türkiye’de halen “suyun bir yönetimi” olmadığı bilinmektedir. Bugün Türkiye’de 132 bin 695 kişi, 8 il, 17 ilçe ve 222 köy, yalnızca Karakaya, Kral Kızı, Batman, Dicle, Atatürk ve öngörülen Ilısu Barajlarından doğrudan ve dolaylı etkilenmiş durumda.

Türkiye’de 10 binin üzerinde arkeolojik yarleşim baraj sularının tehdidi altında. Atatürk Barajı’nda 580 arkeolojik yerleşme yok oldu. Ancak 19’u belgelenebildi. Aralarında Zeugma, Apameia, Horuum Höyük, Tilbeş Höyük, Halfeti, Kale Meydanı, Rumkale gibi otuzun üzerindeki tarihi yerleşim Birecik Barajı’nın suları altında kaldı.

Türkiye’de 193 Baraj 3300 kilometrekarelik alanı su altında tutmaktadır.

Dünyadaki antik dört sağlık yurdundan (Asklepioan) biri olan Allianoi yalnız sulama amaçlı Bergama - Yortanlı Barajı’nın suları altında kalacak.

Ilısu Barajı yaşama geçirildiği takdirde Hasankeyf’le birlikte 200’ün üstünde arkeolojik yerleşime ilişkin bilgi su altında kalacak. Baraj havzasından yaklaşık 25 bin kişi yerini yurdunu terkederek göç etmek zorunda kalacak.

Çoruh Vadisinde yapımı planlanan altı Baraj 400 km'lik Çoruh Kanyonunu dünyanın önde gelen rafting parkurlarını yok edecek.

Munzur Projesi adı altında öngörülen sekiz baraj, Munzur ve Mercan vadilerindeki nesli tükenmek üzere olan ender bitki ve hayvan türleriyle Munzur Milli Parkını yok edecek.

Bazı vadiler bulunduğu yere ve yöredeki insanların yaşamına damgasını vururlar. Oradaki doğayı yok edersiniz yaşamda kalmaz insanlıkda!... Munzur Vadisi ve çevresi böylesi bir yaşamı biçimlendirmektedir. Dünyanın ender doğa varlığı olan yöre; “Milli Park” olarak ilan edilmiş ve dünya mirası olarak kabul görmüştür.

“Fırat Havzası”nda yer alan, Tunceli - Ovacık arasında uzanan Munzur Vadisinin 42 binlik hektarlık alanı 1972 yılında “Milli Park” ilan edilmiştir. Yine UNESCO’nun 17. Genel Kurulu tarafından 16 Kasım 1972 tarihinde kabul edilmiş bulunan “Dünya Kültürel ve Doğal Kurulu Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” de tanımlanan “Estetik ve Bilimsel Açıdan İstisnai Mirasının

TMH

159TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Korunmasına Dair Sözleşme”de tanımlanan “estetik ve bilimsel açıdan istisnai evrensel değere sahip olan fiziki ve biyolojik” bir oluşum olduğu bilimsel olarak saptanmıştır. Tunceli’nin ve Tunceli insanının varlık nedeni olan “Munzur Vadisi” üzerine kurulacak olan “Munzur Barajlar Projesi” olarak adlandırılan hidroelektrik santrallarının yapılması için yöre halkı çalışmalarını çeşitli etkinliklerle yürütmekte ve kamuoyuna aktarmaktadırlar. Munzur Vadisi ve Çevresini Koruma Kurulu” kuşkusunu söyle dile getirmektedir: Şayet Barajlar bu vadiye yapılırsa; Tuncelinin varlık ve yaşam kaynakları olan suyu ve dağları kirlenecek... Dersim bitecek. Yine başlarına gelecek felaket için; “Bu vadilerdeki anılarımızı bile mezara gömecek..., Munzur’un gizemli doğası ünlü efsanelerin de yaratıcısıdır. İşte bu kültür kaynağını kurutacaklar.

Munzur Suyu üzerinde bulunan ve inşaatı bitmek üzere olan Uzunçayır Barajı dahil olmak üzere hidroelektrik santrallerinin tamamı ile üretilmesi planlanan yıllık elektrik enerjisi, 362 mw/yıldır. Buradan elde edilecek elektrik enerjisi, akarsularda elde edilen toplam enerjinin sadece yüzde 0,97’si kadardır. Başka bir tarzda değerlendirildiğinde; örneğin; turizmin ve hayvancılık alanında yapılacak düşük maliyetli yüksek gelirli yatırımlarla karşılaştırılması gerekmez mi? Toplumsal ve ekonomik katma değerler yok edilmeden yatırımların gerçekleşmesi olası görülmüyor mu? Bir kez daha karar verenler, düşünmeliler.

Bundan sonra ülkemizde yapılacak bu gibi yatırımlar hayata geçirilmek istendiğinde; çevreyi, doğayı ve özellikle de yatırımdan dolayı doğrudan ve dolaylı olumsuz etkilenen yöre insanını ciddi bir şekilde göz önünde tutmak gerekir. Tüm bilimsel veriler açık ve dürüstçe değerlendirildikten sonra karar verilmelidir.

SONUÇ

Her ne kadar "su zengini ve su fakiri" ülkelerde söz edilse de, ülkemizin su fakiri olduğu gerçeğini yatsımadan “su kaynaklarını ve kalitesini” koruyarak çok iyi değerlendirmek gerekir.

Sulama ve enerji üretimi amaçlı kurulan barajların ve üzerinde kurulduğu tüm akarsu havzalarının çevreleri, zengin bir “kültürel ve doğal” mirasa sahiptir. Yaşamın en önemli “havzaları” niteliğindeki bu akarsu boylarında önemli tarihi yerleşimler bulunmaktadır. Bu nedenle kaybedilenlerin yanında “koruma ve geleceğe aktarma” sorumluluğu ile hareket edilmelidir. Kalkınma sürecinde “kültür ve yaşam” kaynaklarının “sürdürülebilmesinin” önkoşulu olarak “havza yönetim otoritesi” mekanizmasının kamu yönetim anlayışına uygun bir şekilde oluşturulması gerekmektedir.

Dünyanın hızlı bir ısınma periyoduna girdiği günümüzde Türkiye, su kaynaklarının zayıflaması, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalar gibi olumsuz yönlerinden etkileneceklerdir.

Tekniğine uygun yapılmayan tarımsal sulamalar nedeniyle toprakları tuzlandırmakta ve tarımda kullanılamaz hale getirmektedir.

Bütün bu nedenler yaşamak için, baraj projelerinden “etkilenen nüfusun ve çevrenin” en düşük toplumsal ve ekonomik maliyetle çıkabilmeleri ve sürdürebilmesine kadar olan süreçte çeşitli disiplinlerarası iletişiminin sağlanması ve ilgili meslek mensuplarının ekip çalışması öngörülmelidir. Ama en önemlisi, günümüzün en büyük sorunlarından biri de, her konuda olduğu gibi, su ve suyun kullanımında ki etik kavramların yitirilmesidir.

“Su özgün bir madde” yazımızın başlangıcından beri bu konumu öne çikmaktadır. “Dünyadaki canlıların kimyası suya dayanıyor” bu nedenle de yaşamın “temel hakkıdır” ve “insan hakları” kapsamında sayılması gerekir. Sunulan hizmete karşın oluşan maliyet bedelleri karışlanmalıdır. Ancak ticari bir meta olarak görülmemeli; rant ve kar kapısı haline getirilmemelidir. Dünyada doğal halde ve artışı olmadan bulunan suyun, ülkemizde de bütüncül bir şekilde kamu çıkarı gözetilerek bir “su yönetimi” oluşturulmalıdır. Çok merkezli müdehalelerden çıkılmalıdır. Örneğin; “Türkiye Su Kurumu ve Kurulu” oluşturulabilir.

En önemlisi tüm insanlığın yararlanmasını sağlayacak “Uluslararası Su Anlaşmaları” oluşturmak, var olanları uygulamak, ulusal düzeyde tüm yurttaşların hizmetine suyun eşit olarak sunulmasını sağlamak siyasal yönetimin temel amacı olmalıdır. Yoksa su görünümü altında üzerinde “sofra içeceği” yazan ve adını da “TURKUAZ” koyduklarını mavi pet şişeleriyle piyasaya sürülen “sıvının” satışına olanak tanımak hiç değildir.

Turkuaz’ın Coca Cola üretiminde kullanılmak üzere kimyasal yolla elde edilen “yapay sıvı” olduğunu, bu nedenle kurnazca düşünceyle yasalar aldatmak suretiyle “su” niyetine pazarlandığını toplumun çoğunluğu bilmemektedir. Unutulmamalı ki, dünya’da şişelenmiş su pazarından beklenen günümüz için 42 milyar ABD Dolarından söz edilmektedir. Bu “küresel” firmalar böylesi bir ranta göz diktiklerinden “su” adı altında meşrubat şeklinde ürettiklerini satmaya çalışmaktadırlar.

TMH

160 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Yazımızda AB üyesi ülkelerdeki uygulamalara paralel bir şekilde ülkemizde de gerekli yasal düzenlemelerin yapılması sonrasında başlayan "Uygunluk Değerlendirilmesi ve Belgeleme" uygulaması konusunda genel bir bilgi vermek ve ayrıca bazı görüş ve önerilerimizi paylaşmak amaçlanmıştır. Şu anda ülkemizde makina imalatı, elektrik malzemeleri, elektrikli cihazlar, ilaç ve tıbbi bazı cihaz üretimi gibi sektörlerde uygulama başlamıştır. Yapı malzemeleri sektöründe ise şimdilik sadece ihraç ürünlerine yönelik bir uygulama bulunmaktadır. Ancak yasal düzenleme gereğince tüm ticarette (iç-dış) uygulama zorunlu olup, tanınan sürenin sonunda başlayacaktır.

YASAL DÜZENLEME

"Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair 4703 sayılı Kanun", 11 Temmuz 2001 tarih ve 24459 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış ve altı ay sonra; 11 Ocak 2002’de yürürlüğe girmiştir.

Kanunun amacı, ürünlerin piyasaya arzı, uygunluk değerlendirmesi, piyasa gözetimi ve denetimi ile bunlarla ilgili olarak yapılacak bildirimlere ilişkin usul ve esasları belirlemek, böylece insan sağlığı, can ve mal güvenliği, hayvan ve bitki yaşam ve sağlığı, çevre ve tüketicinin korunması açısından sahip olunması gereken asgari güvenlik koşullarının sağlanmasıdır.

Kanun, belirtilen amaç için aşağıda sayılan düzeni kurmuştur:

- Yetkili Kuruluş: Ürünlere ilişkin mevzuat hazırlamaya ve yürütmeye yasal olarak yetkili bulunan ve bu kanun hükümlerini kendi görev alanına giren ürünler itibariyle uygulayacak olan kamu kurum veya kuruluşudur. (Örneğin, Yapı Malzemeleri alanında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı)

- Uygunluk Değerlendirmesi ve Kuruluşu: Ürünün, ilgili teknik düzenlemeye uygunluğunun test edilmesi, muayene edilmesi ve/veya belgelendirilmesine ilişkin

her türlü faaliyet uygunluk değerlendirmesidir ve anılan faaliyetlerde bulunan özel veya kamu kuruluşu da uygunluk değerlendirme kuruluşudur.

- Uygunluk değerlendirme faaliyetinin dayanağı olan Teknik Düzenleme: “Bir ürünün, ilgili idari hükümler de dahil olmak üzere, özellikleri, işleme ve üretim yöntemleri, bunlarla ilgili terminoloji, sembol, ambalajlama, işaretleme, etiketleme ve uygunluk değerlendirmesi işlemleri hususlarından biri veya birkaçını belirten ve uyulması zorunlu olan her türlü düzenlemedir.” (Örneğin; yasa, tüzük, yönetmelik, şartname, standart).

Anlaşılıyor ki, bir yetkili kuruluş bir teknik düzenleme ortaya koyacak, oluşacak bir uygunluk değerlendirme kuruluşu da piyasaya sunulan bir ürünün teknik düzenlemeye uygunluğunu belirtecektir.

Kanun, bu yapılanmaya bir de "Onaylanmış Kuruluş" eklemiştir. Bir yetkili kuruluş uygunluk değerlendirme kuruluşları arasından bir veya bir kaçını uygunluk değerlendirmesi için görevlendirecek ve onaylanmış kuruluş/lar oluşacaktır.

Kanunun uygulanması yönünden öncelik, “CE” uygunluk işaretinin ürüne iliştirilmesine ve kullanılmasına verilmiş ve bu amaçla bir yönetmelik yürürlüğe konulmuştur (17 Ocak 2002 tarih ve 24643 sayılı Resmi Gazete).

Açıklayıcı Not: “CE” Community Europe kelimelerinin baş harflerinden oluşan uygunluk işaretidir. Ülkemizin Gümrük Birliği’ne girişi ile yalnız ihraç ürünlerine uygulanmıştır. AB’ye uyum yasaları kapsamında yapılan düzenleme ile ülkemizin tüm ticaretinde (iç-dış) uygulanması zorunluluğu getirilmiştir.

YÖNETMELİK

Yapı Malzemeleri Yönetmeliği’nin (89/106 EEC) ifadesi dikkat çekmektedir. AB’nin “CE” işaretlemesini düzenleyen ve zorunlu kılan direktiflerinden biri yapı malzemeleri direktifidir. Numaralamada, ilk sayı düzenlendiği yılın son iki rakkamını (yani 1989), ikinci sayı o yıl içerisindeki sırasını ve bilindiği gibi EEC Avrupa Ekonomi Komisyonu’nu belirtmektedir.

UYGUNLUK DEĞERLENDİRMESİ VE YAPI MALZEMELERİ YÖNETMELİĞİ

89/106 EECİsmet ÖZTUNALI (*), H.Mutlu ÖZTÜRK (**)

(*) TMMOB eski Genel Sekreteri(**) İMO İstanbul Şubesi eski Sekreter Üyesi

TMH

161TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

Direktifler mevzuatımıza yönetmelik olarak aktarılmaktadır. Yapı Malzemeleri Yönetmeliği 89/106’nın hemen aynen tercümesidir. 8 Eylül 2002 tarih ve 24870 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır ve onsekiz ay sonra yürürlüğe girecektir. Diğer bazı yönetmelikler de, örneğin Sanayi ve Ticaret Bakanlığınca (gaz yakan cihazlar, ev tipi buzdolapları, yeni sıcak su kazanları) düzenlenip, yayımlan- malarından 6 ay veya bir yıl sonra yürürlüğe girmeleri kaydı konulmuştur. Yapı Malzemeleri Yönetmeliğinin yürürlülüğü için onsekiz ay süre tanınması uygulama yönünden yararlı sayılabilir.

Yönetmelikte yer alan ve önemli saydığımız tanımları belirtelim:

Yapı: Karada ve suda, kalıcı veya geçici, resmi ve özel, yeraltı ve yerüstü inşaatı ile bunların ilave, değişiklik ve onarımlarını içine alan sabit ve hareketli tesisleri,

Yapı malzemeleri: Bina ve diğer inşaat mühendisliği işlerini içermek üzere tüm yapı işlerinde kalıcı olarak kullanılmak amacıyla üretilen bütün malzemeleri,

Yapı işi: Hem bina hem de diğer inşaat mühendisliği işlerini içermek üzere tüm yapı işlerini,

Piyasaya arz: Yapı malzemesinin, tedarik veya kullanım amacıyla, bedelli veya bedelsiz olarak piyasada yer alması için yapılan faaliyeti,

Onaylanmış kuruluş: Deney, muayene ve/veya belgelendirme kuruluşları arasından, 29/6/2001 tarihli ve 4703 sayılı “Ürünlere İlişkin Teknik Mevzuatın Hazırlanması ve Uygulanmasına Dair Kanun”, 17/1/2002 tarihli ve 24643 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 13/11/2001 tarihli ve 2001/ 3531 karar sayılı “Uygunluk Değerlendirme Kuruluşları ile Onaylanmış Kuruluşlara Dair Yönetmelik” ve bu Yönetmelikte belirtilen esaslar çerçevesinde uygunluk değerlendirme faaliyetinde bulunmak üzere Bakanlık tarafından belirlenerek yetkilendirilen özel veya kamu kuruluşunu,

Uygunluk değerlendirmesi: Yapı malzemesinin, bu yönetmeliğe veya bu yönetmelikte atıfta bulunulan teknik şartnamelere uygunluğunun test edilmesi, muayene edilmesi ve/veya belgelendirilmesine ilişkin her türlü faaliyeti,

Piyasa gözetimi ve denetimi: Yapı malzemesinin piyasaya arzı veya dağıtımı aşamasında veya piyasada iken bu yönetmeliğe veya bu yönetmelikte atıfta bulunulan teknik şartnamelere uygun olarak üretilip üretilmediğinin, güvenli olup olmadığının Bakanlık tarafından denetlenmesini veya denetlettirilmesini,

Teknik şartname: Standartlar ile Avrupa teknik onayları,

Uyumlaştırılmış standart: Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nin C serisinde yayımlanan 89/106/EEC Direktifi kapsamında uyumlaştırılmış standartlara paralel olarak hazırlanan standart numaraları, bu yönetmeliğin uygulanmasını teminen Bakanlık tarafından Resmî Gazete’de yayımlanan Türk Standartlarını,

Muayene: Tetkik yapma, uygunluk belgesi verilmesi doğrultusunda tavsiyede bulunma ve üreticinin fabrika veya başka bir yerde kalite kontrol çalışmalarını, malzeme seçimini ve değerlendirmesini denetleme gibi belirli fonksiyonları belli bir kriter çerçevesinde yerine getirebilme işlerini,

Deney: Verilen bir ürün, proses veya hizmetin belirlenmiş bir prosedüre göre bir veya birden fazla karakteristiğinin tayin edilmesi amacıyla yapılan teknik çalışmayı,

Açıklayıcı dokümanlar: Uyumlaştırılmış standart oluşturmaya, "Avrupa Teknik Onayı" için ortak esaslar belirlemeye veya diğer teknik şartnamelerin 6. madde kapsamında tanınmasına yönelik olarak 5. maddede ortaya konulan temel gerekleri somutlaştıran Komisyonun, Yapı Daimi Komitesine danışarak üye ülkelerin teknik komitelerine hazırlattığı dokümanları,

Yapı Daimi Komitesi: AB üyesi ülkeler tarafından atanan temsilcilerden oluşan, 89/106/EEC direktifinin uygulanmasından ve yürütülmesinden doğan sorunları inceleyen birimi,

ifade eder.

Yönetmeliğin Amaç ve kapsam maddelerinde ise,

Amaç

Madde 1 - Bu yönetmeliğin amacı, bina ve diğer inşaat mühendisliği işleri dahil olmak üzere tüm yapı işlerinde daimi olarak kullanılmak amacıyla üretilecek yapı malzemelerinin taşıması gereken temel gerekleri, bu malzemelerin tabi olması gereken uygunluk değerlendirme prosedürleri, piyasa gözetimi ve denetimi işlemleri ile ilgili usul ve esasları belirlemektir.

Kapsam

Madde 2 - Bu yönetmelik, yapı işlerine ilişkin Ek-1’de belirtilen temel gerekler açısından yapı malzemelerine uygulanacak kuralları kapsar.

hükümleri bulunmaktadır.

Yazımızda, yönetmelikte bulunan "Temel Gerekler"i aynen vermekte yarar görüyoruz.

Temel Gerekler

Malzemelerin kullanılacağı yapı işlerinin (tamamı veya tek tek kısımları) amaçlanan işlevleri görmeye uygun olmaları yanında, ekonomik yönü gözetmeleri ve bu açıdan aşağıdaki temel gereklere, şayet söz konusu işler bu gerekleri ihtiva eden düzenlemelere tabi iseler, riayet etmeleri zorunludur. Düzenli olarak gözden geçirilecek bu gerekler ekonomik açıdan makul bir çalışma süresince yerine getirilmelidir. Bu gerekler genellikle tahmin edilebilir etkenlerle ilgilidir.

1. Mekanik dayanım ve stabilite

Yapı işleri, yapım ve kullanım sırasında maruz kalacakları yüklerden dolayı aşağıdaki durumlara yol açmayacak şekilde tasarlanıp, yapılmalıdır.

a) Yapılan işin tamamı veya bir kısmının çökmesi;

b) Kabul edilemeyecek boyutta büyük deformasyonlar;

c)Taşıyıcı sistemde önemli boyutta deformasyon oluşması sonunda yapı işinin diğer kısımlarında veya teçhizat yada tesis edilen ekipmanlarda hasar meydana gelmesi,

d) Sebebini oluşturan olayın boyutlarına oranla çok büyük hasarlar meydana gelmesi.

2. Yangın durumunda emniyet

Yapı işleri, yangın çıkması halinde aşağıdaki hususları sağlayacak şekilde tasarlanıp, yapılmalıdır:

- İnşa edilen yapının yük taşıma kapasitesi belli bir süre azalmamalıdır,

- Yapı içinde yangın çıkması, yangının ve dumanın yayılması sınırlı olmalıdır,

- Yangının etraftaki yapı işlerine yayılması sınırlı olmalıdır,

- Yapı sakinleri binayı terk edebilmeli veya başka yollarla

TMH

162 TMH - TÜRKÝYE MÜHENDÝSLÝK HABERLERÝ SAYI 420-421-422 / 2002/4-5-6

kurtarılabilmelidir,

- Kurtarma ekiplerinin emniyeti göz önüne alınmalıdır.

3. Hijyen, sağlık ve çevre

Yapı işleri ikamet edecek kişiler veya komşuları için aşağıdaki nedenlerden dolayı hijyen ve sağlık açısından tehdit oluşturmayacak şekilde tasarlanıp, yapılmalıdır:

- Zehirli gaz çıkması,

- Havada tehlikeli partikül veya gazların bulunması,

- Tehlikeli boyutlarda radyasyon yayılması,

- Su veya toprağın kirletilmesi, zehirlenmesi,

- Atık su, duman, katı ve sıvı atıkların hatalı şekilde uzaklaştırılması,

- İnşaat işinin bazı kısımlarında veya içindeki yüzeylerde rutubet oluşması.

4. Kullanım emniyeti

Yapı işleri, kullanma veya çalışma sırasında kayma, düşme, çarpma, yanma, elektrik çarpması, patlama sonucu yaralanma gibi kabul edilemeyecek kaza risklerine meydan vermeyecek şekilde tasarlanıp, yapılmalıdır.

5. Gürültüye karşı koruma

Yapı işleri, gürültünün binada bulunanların ve çevredeki insanların sağlığını tehdit etmeyecek, onların yeterli koşullarda uyuma, dinlenme ve çalışmalarına izin verecek seviyede tutulacağı bir şekilde tasarlanıp, yapılmalıdır.

6. Enerjiden tasarruf ve ısı muhafazası

Yapı işleri ile bu işlerde kullanılan ısıtma, soğutma ve havalandırma tesisatları, yerel iklim koşulları ve ikamet edenlerin durumlarını dikkate alarak az bir enerji kullanımı gerektirecek şekilde tasarlanıp, yapılmalıdır.

Temel gerekler ile ilgili bir hüküm de yönetmeliğin 5. maddesinde bulunmaktadır:

Madde 5 - Bir malzemenin teknik özelliklerini etkileyebilecek inşaat işlerine uygulanacak temel gerekler Ek-1’de (yazımızda yukarıda) belirtilmiştir. İnşaat işinin niteliğine göre, bu gereklerin biri, bir kaçı veya hepsi uygulanabilir. İlgili temel gereklerin, ekonomik açıdan makul bir kullanım ömrü boyunca yerine getirilmesi gerekir.

Coğrafi veya iklimsel farklılıklar veya ulusal, bölgesel veya yerel düzeydeki yaşam koşullarındaki farklılıklar nedeniyle, her bir temel gerek, teknik şartnamelerde belirtilen sınıflandırmaların oluşturulmasını gerektirebilir.

Temel gerekleri somutlaştıran “Açıklayıcı Dokümanlar” Bakanlıkça tebliğ olarak yayımlanır.

DÜZENLEME HAKKINDA DÜŞÜNCELER

Yönetmelikten aktardığımız hükümler ve düzenleme karşısında, temel gereklerin hem yapı işlerinde hemde yapı malzemelerinde aranacağını ve uygunluk değerlendirmesi yapılması gerektiğini düşünüyoruz.

Ancak, yönetmelikte yapı malzemelerinin temel gereklere uygunluğunun değerlendirilmesine ait hüküm ve düzenlemeler bulunmakta fakat yapı işinin uygunluk değerlendirmesine ait hüküm ve düzenlemeler bulunmamaktadır. Bakanlığın bu duruma bir çözüm bulması ve örneğin yukarıda belirtilen

5. maddenin sonundaki hükmüne dayanılarak düzenlemeler yapması beklenir.

Bir kez daha bakılırsa, yapı işlerine ait temel gereklerin her biri “tasarlanıp yapılmalıdır” şartını taşımaktadır. Bu hükümden biz “uygunluğun değerlendirilmesi ve belgeleme işlemlerinin tasarım ve yapım süreçlerini de kapsaması gerektiği” sonucunu çıkarıyoruz. Bunun tek yolu ise bilindiği gibi denetimdir. Tasarım ve yapım süreçlerinin ve ürünlerinin denetimi konusunda mevzuatımız ve uygulamalarımız ise günün gereklerine cevap vermekten çok uzaktır. Bakanlığın ortaya koyacağı yeni düzenlemeler anılan şarta uygun olarak, tasarım ve yapım ile ilgili Türk Standartlarına, Uluslararası Standartlara, Avrupa Normlarına, Yapı Denetim Kanunu ve Mesleki Denetim esas ve hükümlerine bağlı olmalıdır.

Üzerinde duracağımız diğer bir husus yönetmelikte bakanlığa verilen (ya da verildiği kabul edilen) yetki ve görevlerin onsekiz ay beklemeden makul bir süre içinde yerine getirilmesidir.

Bunlar;

- Uyumlaştırılmış standartların bulunmadığı durumda hazırlanan/hazırlanacak ulusal standartların Bakanlık tarafından Resmi Gazete’de yayımlanması (Yapı Mal. Yön. Madde 6),

- Açıklayıcı dökümanların yayımlanması (Madde 8/c),

- Avrupa Teknik Onayı vermek için Onaylanmış Kuruluşlar görevlendirme (Madde 9),

- Hangi malzeme veya malzeme grubuna hangi prosedürün uygulanacağına ilişkin tebliğin yayımlanması (Madde 10),

- Bu yönetmelik kapsamına giren malzemelerle ilgili teknik onay verecek, uygunluk belgesi düzenleyecek kuruluş ve laboratuvarlar, bunların uygunluk değerlendirmesi yapacağı malzemeler ve görevlendirildikleri alanların bakanlık tarafından yayımlanacak tebliğlerle belirtilmesi (Madde 15).

SONUÇ

Sonuç olarak, anılan yasa ve yönetmeliğin (yönetmeliklerin) sağlıklı uygulanmaları için Bakanlıktan beklenenlerin yanı sıra ve en azından aynı önemde "Onaylanmış Kuruluş" olma faaliyetinin İnşaat Mühendisleri Odası’ndan (ilgili her birinin de kendi alanlarında olmak üzere; diğer odalardan da - makina, elektrik, mimarlar...-) kamuca beklendiği yolundaki kanaatimizi vurgulayıp belirtiriz.

Konuya ilişkin bilgi için bazı kaynaklar aşağıdadır:

1. www.europa.eu.int/eur-lex, 2. www.turkak.gov.tr 3. www.ito.org.tr 4. www.iso.org.tr5. www.arge.iku.edu.tr/argeud.asp