son güncelleme tarihi 04.01 - e-akademi.org ve muhteviyatı İtibariyle.pdf · (hukuk, ekonomi ve...
TRANSCRIPT
1
www.e-akademi.org, (Hukuk, Ekonomi ve Siyasal Bilimler Aylık İnternet Dergisi),
Sayı: 137, Ocak 2016
Son Güncelleme Tarihi 04.01.2016
Sahte ve Muhteviyatı İtibariyle Yanıltıcı Belge Düzenleme ve Kullanma Suçları
Ahmet Sencer Önal*
GİRİŞ
Devletin, kamu harcamalarını karşılayabilmesi için ihtiyaç duyduğu
kaynağın çok önemli bir kısmını vergiler oluşturmaktadır. Dolayısıyla, devletin
bu harcamaları finanse edebilmesi, vergi sisteminin düzenli işleyişi ile doğru
orantılıdır. Belirtilen husus, vergilendirme sürecine zarar verecek yahut bu
süreci kesintiye uğratacak olan davranışlara müdahale etme zorunluluğu
doğurmaktadır ve vergi kanunlarına aykırılık teşkil eden fiiller de bu sebeple
yaptırıma tabi tutulmaktadır.
* Araştırma Görevlisi, Turgut Özal Üniversitesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim
Dalı.
Ocak 2016 - SAYI 137
2
Vergi Kanunlarına aykırı olan bu fiiller hakkında, Gümrük Kanunu,
Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, Katma Değer Vergisi Kanunu ya da Motorlu
Taşıtlar Vergisi Kanunu gibi pek çok yasa metninde düzenlemeler
bulunmaktadır. Ancak, bu fiillerin önemli bir kısmının 213 sayılı Vergi Usul
Kanunu’nda düzenlendiği belirtilmelidir. VUK’da yer alan bu fiillerin bir kısmı,
nispeten hafif ihlaller olmaları sebebiyle, kabahat nev’inden kabul edilmekte
ve yaptırımları da idari ceza olarak öngörülmektedir. Diğer bazı fiiller ise,
Ceza Hukuku anlamında suç kabul edilmekte ve bu suçlara hürriyeti
bağlayıcı ceza uygulanmaktadır. Vergi kaçakçılığı suçları da, hazine aleyhine
işlenen ekonomik nitelikli suçlar olarak VUK’un 359. maddesinde
düzenlenmektedir.
VUK’un 359. maddesinde, vergi kaçakçılığı fiillerine ilişkin seçimlik
hareketler düzenlemekte ve bu fiillere uygulanacak hürriyeti bağlayıcı cezalar
belirtilmektedir. Bunun yanında, maddenin (a), (b) ve (c) fıkralarında
kaçakçılık teşkil eden fiillerin üçlü bir ayrımla düzenlendiği görülmektedir.
Konu kapsamının oldukça geniş olmasından dolayı, bu çalışmada, yalnızca
VUK’un 359. maddesinin (a) fıkrasının ikinci alt bendinde yer alan
“muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlemek ve kullanmak” ve aynı
maddenin (b) fıkrasında düzenlenen “sahte belge düzenlemek ve kullanmak”
suçları incelenmeye çalışılacaktır.
A. Vergi Hukukunda Suç Kavramı
Suç kavramı, hukuk kurumları tarafından önceden belirlenmiş ve belirli
değerleri içeren hukuk kurallarına aykırı davranışlarda bulunulduğu zaman
ortaya çıkmaktadır. Konuyu inceleyen kaynaklarda, “suç” terimi ile ilgili çok
sayıda tanım mevcuttur. Bu tanımların bir kısmını inceleyerek suçun
mahiyetine dair daha geniş bir bakış açısına ulaşılabilir.
Bu bakış açılarından bir tanesine göre, “hak”, “kusur” ve “ceza”
kavramları ile birlikte incelenen “suç” terimi, yine fiil şartına bağlı olarak
tanımlanmaktadır. Buna göre suçun, “… haksız, kusurlu ve cezalandırılabilir
3
olan bir davranış” olduğu; diğer bir ifade ile suçun “hukuka aykırı, kusurlu ve
karşılığında yasada ceza öngörülmüş bir eylem” (Centel ve diğerleri, 2005:
207) olarak ortaya çıktığı belirtilmektedir. Yani suç, “tipe uygun, hukuka
aykırı, kusurlu insan davranışı” (Özbek ve diğerleri, 2014: 215) olarak
kendisini göstermektedir. Bir diğer yaklaşıma göre ise, “suçun genel bir
tanımının ceza kanunlarında yapılmadığı görülmektedir. Böyle bir genel
tanıma gerek de yoktur” ancak, suçta kanunilik ilkesi1 gereği tek tek suçlara
ilişkin tanımların kanunda yer alması gerektiği belirtilmekte ve suçun, “toplum
tarafından onaylanmayan davranışların, kanun tarafından düzenlenip,
yaptırıma bağlaması” (Demirbaş, 2009: 187-188) olarak tanımlanabileceği
ifade edilmektedir. Bir diğer kaynağa göre, TCK’nın sadece hangi fiillerin suç
oluşturduğunu belirtmekle yetindiği; TCK’nın ayrıca tanım yapmadığı ve
yapmasının da gerekmediği ifade edilmektedir. Dolayısıyla, her suçun ayrı
ayrı tanımlanması anlamına gelen “suçların özel tanımları”nın önem arz ettiği
belirtilen kaynakta suç, “kanunun bir ceza hukuku yaptırımı ile karşıladığı fiil”
(Hakeri, 2011: 109) olarak tarif edilmektedir. Bir başka tanıma göre ise suç,
“toplumsal düzenin devamı açısından korunması gereken hukuki değerlerin
açık ve bilinçli bir ihlali veya en azından bu değerleri korumaya matuf
kurallara özensizlik niteliği taşıyan insan davranışlarıdır.” (Özgenç, 2010:
150) şeklinde açıklanmakta ve suçun “bir haksızlık; başka bir ifade ile hukuka
aykırılık arz eden muayyen bir fiil” olduğunun altı çizilmektedir.
Suçlar ve yaptırımlar konusunda esas alınan temel metin 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’dur. Ancak, TCK dışında, suç ve ceza hükümleri içeren
1 Anayasa Mahkemesi’nin bir kararında kanunilik ilkesi: “Suçta ve cezada kanunilik ilkesi uyarınca, hangi fiillerin yasaklandığının ve bu yasak fiillere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Kişilerin yasak fiilleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan, hukuk devletinin temel aldığı, uluslararası hukukta ve insan hakları belgelerinde de özel bir yere ve öneme sahip bulunan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır. Kanunilik ilkesi, özgürlüğün sınırlarının önceden bilinerek, insanın davranışlarını bu çerçevede düzenlemesini temin için getirilmiştir. Kanunilik ilkesi aynı zamanda kıyas yoluyla suç ve ceza normlarının genişletilemeyeceğini de öngörür.” şeklinde yer almıştır. (AYM. 03.10.2013 tarih ve 2013/28 E. 2013/106 K. sayılı kararı. [www.resmigazete.gov.tr. 04.08.2014]).
4
özel ceza kanunların2 da bulunduğu ifade edilmelidir. İşte Vergi Hukuku’na
aykırılık teşkil eden fiiller de TCK dışında suç ve ceza hükümleri ihtiva eden
metinlerde karşımıza çıkmaktadır. Bu metinlerden en önemlisinin 213 Sayılı
Vergi Usul Kanunu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Zira kanun, 331.
maddesinde “vergi kanunları hükümlerine aykırı hareket edenler”in Vergi
Usul Kanunu’nda yazılı cezalara muhatap olacağını ifade etmektedir.
Vergi Hukukunda suçun ne olduğuna ilişkin yanıtlar, ceza hukukunda
olduğu gibi çeşitlilik göstermektedir. Vergilendirme sürecinde kişilere maddi
ve şekli ödevler yüklenmekte ve bu ödevlerin yerine getirilmemesi halinde
vergi suçunun ortaya çıkacağı ifade edilmektedir (Taşdelen, 2010). Bir diğer
tanıma göre, vergi suçları, vergi kanunlarına riayet edilmemesi sonucunda
ortaya çıkan ve devlet hazinesine karşı işlenen ekonomik suçlar şeklinde
karşımıza çıkmaktadır3 (Öncel ve diğerleri, 2010: 209). Bu suçlar, vergi
mükellef ve sorumlularından, kamu harcamalarının düzenli ve sistematik bir
şekilde finanse edilebilmesi için konulan kurallara aykırılık teşkil eden fiiller
olarak ortaya çıkmaktadır. Başka bir tanımda, vergi suçlarının mükelleflerin
2 5237 sayılı Kanun’un 5. maddesinde, “Bu Kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır.” ifadesi kullanılmakta ve maddeye ilişkin gerekçede, mezkur kanunlarla sadece suç tanımlamalarına ve bu suçlarla ilgili yaptırımlara yer verilmesi ile yetinilmesi gerektiği, hukuki birlik ve güvenliğin sağlanması ve temel ilkelerin dolanılmasının önüne geçilmesi bakımından Ceza Kanunu’nda yer alan genel ilkelerin tamamının bu kanunlar bakımından da bağlayıcı olması gerektiği belirtilmektedir. 3 Vergi suçlarının tanımı ve niteliği noktasında iki farklı yaklaşımın söz konusu olabileceği ifade edilmektedir. Bunlardan ilkine göre, vergi, devletin sunduğu hizmetlerin bir karşılığı durumundadır. Bu vasfı ile vergilendirme, bir borç ve alacak ilişkisinden ibaret olarak görülmektedir. Vergi burada bir “mübadele aracı” olarak belirmektedir. İstifade teorisine dayanan bu bakış açısı ile devlet, borçlu taraf olan bireyden, yalnızca verdiği hizmetin karşılığını beklemektedir. Dolayısıyla da sadece bir alacak-verecek ilişkisine dayanan bu ihlal, ekonomik suç kapsamında değerlendirilecek ve ihlalin yaptırımı da alacağın tahsili amacına dayalı olan sınırlı ve mali bir cezalandırma olarak kendisini gösterecektir. İktidar Teorisi olarak adlandırılan ikinci yaklaşıma göre ise vergi, bir mübadele aracı değil; devletin egemenliğini yansıtan ödev ve yükümlülükler bütünü ve vatandaşlık ödevi olarak ortaya çıkmaktadır. İktidar Teorisine göre kamu alacağının tahsili önem taşımakla birlikte, asıl amaçlanan “kamu otoritesinin tesisi ve sürdürülebilirliği” dir. Bu yüzden de vergi kanunlarına aykırılık teşkil eden fiillerde - elbette fiilin ağırlığı ve failin sorumluluğu çerçevesinde-, ceza hukuku kuralları devreye girecek ve kamu otoritesine zarar veren failde ızdırap ve acıya sebep olacak yaptırımlar tercih edilecektir. Her ne kadar iki yaklaşımın da saf hali ile uygulanmasının zor olduğunun altı çizilse de, Anayasamızın 73. maddesinin düzenlenme şekli dikkate alındığında Türk Vergi Hukuku’nda İstifade Teorisi’nin izleri gözlenebilmekle beraber, İktidar Teorisine itibar edildiği aktarılmaktadır (Oktar, 1998: 165-174).
5
ödevlerini tam ve eksiksiz yerine getirmemesinden kaynaklandığı ifade
edilmektedir. Bu halde, ya idarenin vergi kaybına uğraması söz konusu
olmakta ya da vergi kaybı olmaksızın idarenin vergi alacağının tehlikeye
düşürülmesi riski doğmaktadır. Her iki halde de fiilin, vergi suçu olarak
tanımlanacağına dikkat çekilmektedir (Ünsal, 2013: 101).
Doktrinde vergi suçlarının niteliği açısından farklı görüşler
bulunmaktadır. Bu bakış açılarının, genel olarak vergi suçlarının devlet
hazinesi aleyhine işlenen fiiller olarak kabul edilmesi ya da tipiklik unsuru
üzerinden suç bağlantısı kurulması eksenlerinde toplandığı görülmektedir4.
Örneğin, devlet hazinesi yaklaşımı açısından yukarı verilen tanımın yanında,
“vergi mükellef ve sorumlularıyla bunlarla ilişkide bulunan üçüncü kişilerin
kanunda tipi gösterilen davranış biçimleriyle vergi kanunlarının hükümlerini
ihlal etmiş olmaları” (Candan, 2010: 57) tanımının, vergi suçlarını, tipiklik
öğesini öne çıkararak ele aldığı söylenebilecektir.
Vergi suçlarına yönelik bu değerlendirmelerin yanında, vergi
cezalarının niteliği üzerinde de tartışma bulunduğu ifade edilmektedir. Buna
göre, vergi cezalarının bir vergi zammı olduğunun kabul edilmesi halinde,
yasalara aykırılığın müeyyidesi mali kapsam ile sınırlandırılmalıdır ve devlet
ancak verginin tahsil edilememesinden doğan zarar nispetinde yaptırım
uygulanmalıdır. Diğer taraftan vergi cezalarının salt cezai bir nitelik
taşıdıklarının kabulü halinde, yaptırımın, devletin uğradığı zarardan bağımsız
olarak uygulanması gerektiği (Edizdoğan ve diğerleri, 2007: 8-9) ifade
edilmektedir.
4 Vergi suçları hazine aleyhine işlenen suçlar olarak değerlendiren yazarlara (Atar, 2004: 129; Öncel ve diğerleri, 2010: 209; Çomaklı ve Ak, 2013: 29; Edizdoğan ve diğerleri, 2007: 7) yönelik eleştiri, hazine aleyhine suç değerlendirmesinin, vergi suçunun unsurlarından ziyade, fiillin ortaya koyduğu sonuçlardan yola çıkılarak yapılmış bir tanım olmasından kaynaklanmaktadır (Candan, 2010: 55-56).
6
I. Vergi Suçlarının Niteliği ve Çeşitleri
Vergi suçlarının bir kısmı, vergi kanunlarında öngörülen şekil şartlarına
aykırılık ihtiva eden fiiller olarak ortaya çıkmaktadır. Diğer bir kısmı ise, daha
ağır fiilleri bünyesinde barındırması sebebiyle, kamu düzenini bozma niteliği
taşıdığı kabul edilen (Atar, 2005: 129) ve dolayısıyla yargılaması ceza
mahkemeleri tarafından yapılan fiillerden oluşmaktadır5.
Bu ikili ayrıma gidilmesinin başlıca sebebinin, 5237 sayılı TCK’nın
yürürlüğe girmesi ile kabahat nev’inden fiillerin Ceza Kanunu bünyesinden
çıkartılması ve bu durumun vergi ceza hukukuna yansıması olduğu
söylenebilir. Zira 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun kabul edilmesi ve bu
kanunun 2. maddesinde yer alan “Kabahat deyiminden; kanunun,
karşılığında idari yaptırım öngördüğü haksızlık anlaşılır.” tanımın bir sonucu
olarak, karşılığında idari yaptırım öngörülen fiiller, kabahat kapsamında
değerlendirilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla, vergi kanunlarına aykırılık teşkil
eden fiiller açısından, karşılığında idari yaptırımların öngörüldüğü “vergi ziyaı
ve usulsüzlük” fiillerini kabahat olarak ele alma eğilimi ortaya çıkmıştır6.
Vergi Usul Kanunu’ndan hareketle, birinci kısım fiiller kapsamına,
zarar suçu olarak kabul edilen (Öncel ve diğerleri, 2010: 211) vergi ziyaı ve
tehlike suçu şeklinde nitelendirilen (Bilici, 2010: 87) usulsüzlük fiilleri
5 Burada ifade edilmesi gereken bir husus, devlet hazinesine karşı icra edilen fiilleri konu alan vergi suç ve kabahatlerinin ve bunlara uygulanacak yaptırımların neler olduğunun büyük ölçüde 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nda düzenlenmiş olduğudur. Ayrıca, kamu alacaklarının tahsili aşamasına ilişkin bazı aykırılıklar ve bunlara uygulanan cezalar 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunu’nda (AATUHK) yer almaktadır. Bunun yanında 4458 sayılı Gümrük Kanunu, gümrük idarelerince alınan vergilerle ilgili suç tanımları ve bunlara ilişkin yaptırımları düzenlemektedir. 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda yer alan vergi suçları ile ilgili kısımların mevcudiyeti de ifade edilmelidir (Öner, 2013: 147). Ayrıca, Katma Değer Vergisi Kanunu (KDVK), Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu (VİVK), Harçlar Kanunu, Vergi Kimlik Numarasına İlişkin Kanun, Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu ve 3100 Sayılı Katma Değer Vergisi Mükelleflerinin Ödeme Kaydedici Cihazları Kullanmaları Mecburiyeti Hakkında Kanun’da da vergi kanunlarına aykırılık teşkil eden fiiller ve bu fiillerin yaptırımları hakkında düzenlemeler bulunduğu belirtilmelidir (Çomaklı ve Ak, 2013:186 vd.). 6 Vergi Usul Kanunu’nda, vergi ziyaı ve usulsüzlük fiillerinin kabahat olarak değil, hali hazırda “suç” olarak ifade edildiği ve vergi suçlarının tasnifinde VUK’un hükümlerinin esas alınacağı belirtilmektedir (Ünsal, 2013: 102). (Aynı tasnifi kullanan bir başka görüş için bkz. Öncel ve diğerleri, 2010: 211).
7
girmektedir7. Vergi kabahatleri (Şenyüz, 2013: 43) ya da mali nitelikli vergi
suçları (Ünsal, 2013, 102) olarak isimlendirilen bu fiiller, yaptırımı parasal
olarak düzenlenen ihlaller şeklinde ortaya çıkmaktadır ve bu yaptırımı
uygulama yetkisi de vergi idaresine verilmiş durumdadır. Diğer bir ifade ile
yargılama süreci olmadan, bu tür fiillere yaptırım uygulama imkanı
bulunmaktadır. Nitekim, vergi ziyaı ve usulsüzlük fiillerinin oluşması
bakımından kusurluluk şekli olan “kast” unsurunun aranmıyor oluşu
vurgulanması gereken önemli bir husustur (Öncel ve diğerleri, 2010: 211).
İkinci kısım fiiller ise, vergi kanunlarına daha ağır aykırılık oluşturduğu
varsayılan ve dolayısıyla kamu düzenini bozdukları (Öner, 2013: 158) kabul
edilen bir takım fiillerden oluşmaktadır. Bu suçların yargılaması ceza
mahkemelerinde yapılmakta ve suçların karşılığı olarak da hürriyeti bağlayıcı
cezalar öngörülmektedir. Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesinde
düzenlenen ve tehlike suçu kapsamında olan (Bayraklı ve Bozdağ, 2010)
kaçakçılık suçları, aynı kanunun 5. maddesinde yer bulan vergi
mahremiyetini ihlal suçu8 ve 6. maddede düzenlenen mükellefin özel işlerini
yapma suçu9, ifade edilen çerçevede değerlendirilmektedir.
7 “Zarar suçları”, zarar neticesinin öngörüldüğü suçlardır. Buna göre, zarar suçlarında, fiilin icrası ile suçun konusu üzerinde bir zararın meydana gelmesi aranmaktadır (Hakeri, 2011: 156). “Tehlike suçları”nda ise suçun mevcudiyetinin kabulü için, icra edilen fiilin, mevcut kuralın korumak istediği hukuki varlığı ya da menfaati tehdit ediyor olması yeterli kabul edilmiş; ayrıca zarar sonucunu doğurması beklenmemiştir (Toroslu, 2010: 107-108). 8 Vergi mahremiyetini ihlal suçunun zarar ya da tehlike suçu kapsamında bir değerlendirmeye tabi tutulmasının, korunmak istenen menfaatin maddi olmaması yüzünden zor olduğu; ancak ihlal edilen hak ve Vergi Usul Kanunu’nun 362. maddesinin TCK’nın 239. maddesine yaptığı gönderme düşünüldüğünde zarar suçu kapsamında değerlendirilebileceği ifade edilmektedir (Akman, 2012: 182). 9 Mükellefin özel işlerini yapma suçu, Vergi Usul Kanunu’nun 363. maddesinin yaptığı yollama neticesinde TCK’nın 257. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçu kapsamında cezalandırılmaktadır. Görevi kötüye kullanma suçunun da 5237 sayılı Kanun’da zarar suçu olarak düzenlenmiş olması (Memiş Kartal, 2013), mükellefin özel işlerini yapma suçunun da zarar suçu olarak değerlendirilebileceğine işaret etmektedir.
8
II. Vergi Suçunun Unsurları
Suç genel teorisinde, bir fiilin suç sayılabilmesi için bulunması gerekli
olan unsurlar “suçun unsurları” olarak adlandırılmaktadır. Nitekim bir fiilin suç
olarak nitelendirilebilmesi için, bu unsurların bir arada bulunması
gerekmektedir. Kaçakçılık fiillerinin de ceza hukuku anlamında suç teşkil
ediyor olması ve dolayısıyla bu fiillerin yargılanmasında ceza mahkemelerinin
görevli olması, elbette bu fiiller açısından da suçun unsurları incelemesini
gerekli kılmaktadır.
Suçun unsurlarına ilişkin farklı isimlendirmeler yapılmış ve bundan
dolayı suçun yapısını oluşturan unsurlara ilişkin farklı tasnifler ortaya
çıkmıştır. Bir sınıflandırmaya göre bu unsurlar, “suçun yasallık unsuru, suçun
maddi unsuru, suçun hukuka aykırılık unsuru ve suçun kusurluluk unsuru”
olarak kendisini göstermektedir (Centel ve diğerleri, 2005: 231 vd.). Başka bir
ayrıma göre ise suçun unsurları, maddi unsur, manevi unsur ve hukuka
aykırılık unsuru olarak ifade edilmektedir (Özgenç, 2010: 154). Bu unsurların
incelenmesindeki amacın üzerinde duran bir tanıma göre suçun unsurları, “…
bir fiili suç haline sokan, onu diğer hukuka aykırı fiillerden ayıran hususların
nelerden ibaret bulunduğunu açıklamak amacı” ([Dönmezer ve Erman’dan
aktaran] Balcı, 2010: 19) taşımaktadır.
Diğer bir yaklaşıma göre suçun unsurları, “tipe uygunluk, hukuka
aykırılık ve kusurluluk” başlıklarında toplanmaktadır (Özbek ve diğerleri,2010:
218). Dolayısıyla, “Suçun kurucu unsurlarının sayısı ve özü konusunda
doktrinde bir görüş birliğine rastlanmamaktadır.” (Alacakaptan, 1975: 5)
cümlesinin yaptığı tespit de dikkate alınarak, konu üzerinde benzer bakış
açıları olmakla beraber bir fikir birliğine varılamamış olduğu söylenebilecektir.
Bir vergi suçundan bahsedilebilmesi, karşılığından yaptırım
öngörülmüş olan bir kanun hükmünün ihlal edilmesi ve bu ihlalin de olumlu ya
da olumsuz bir hareketle icra edilmiş olmasına bağlıdır (Edizdoğan ve
diğerleri, 2007: 10). İşte bu olumlu ve olumsuz hareketlerin, suç kapsamında
9
ele alınıp alınmayacağının kararı verirken, suçun unsurları noktasında
yapılacak bir değerlendirmeye ihtiyaç bulunmaktadır.
Bu bağlamda, vergi suçlarında da öngörülen fiillerin bütün unsurları
tamam olmadan faile ceza verilemeyeceği ifade edilmelidir. Ceza hukukunun
da temel bir ilkesi olan bu önemli husus, kıyas ve varsayıma dayalı ceza
verilmesinin yolunu kapatmaktadır (Şenyüz, 2013: 11). Tüm ifade edilenler
ışığında, Vergi Hukuku’nda bir suç nitelendirmesi yapabilmek için, icra edilen
fiili öncelikle suçun unsurları süzgecinden geçirmek gerekmektedir.
1. Kanuni Unsur
Anayasanın 38. maddesinde yer alan “kanunsuz suç ve ceza olmaz.”
hükmünün de bir gereği olan kanuni unsur, bir fiilin suç olarak
değerlendirilebilmesi için, o fiil ile ilgili olarak kanunda tanımlanan suç
kalıbına giriyor olmasını (Şenyüz, 2013: 12) ve bu fiil neticesinde
uygulanacak yaptırımın da belirlenmiş olmasını (Edizdoğan ve diğerleri) ifade
etmektedir. Dolayısıyla, vergi suçlarının unsurlarından bir tanesi olan kanuni
unsurun, kanunilik ilkesinden farklılık arz ediyor olmasının yanında (Çomaklı
ve Ak, 2013: 12), kanunilik ilkesinin doğal bir sonucu olduğu ifade
edilmektedir10.
İfade edilenden hareketle, vergi hukukunda bir fiile ilişkin kanuni unsur
incelemesi yapılırken, bu fiilin kanunda suç olarak düzenlenip
düzenlenmediğinin belirlenmesi gerekmektedir (Şenyüz, 2013: 12). Bir başka
ifade ile mezkur fiilin, kanunda sınırları çizilen belirli tipteki suç tarifine uygun
olması elzemdir (Çomaklı ve Ak, 2013: 12). Bu yönüyle kanuni unsur, ceza
10 “Kanunda suç olarak tanımlanan bir fiil dolayısıyla nasıl bir cezai yaptırım uygulanabileceği ve bunu miktarının ne kadar olabileceğinin de ancak kanunla belirlenebileceğine işaret eden” (Özgenç, 2010:104) “Kanunilik İlkesi” ve vergi suçlarının unsurlarından bir tanesi olan “kanuni unsur” un ismen benzerlik gösterdiği ancak; kanuni unsurun tıpkı “idarenin kanuniliği ilkesi” nde olduğu üzere, kanunilik ilkesinin doğal bir sonucu olmakla beraber farklı kavramlar olduğu ifade edilmektedir (Şenyüz, 2013: 11-12).
10
hukukundaki “tipiklik” ya da “tipe uygunluk”11 unsurunun vergi suçları
bakımından ele alınış şekli olarak belirmektedir12.
2. Maddi Unsur
Ceza hukukundaki suçun unsurları ayrımında olduğu gibi, vergi ceza
hukukunda da maddi unsur incelenirken farklı görüşler bulunmaktadır.
Örneğin, bir görüş vergi ceza hukukunda maddi unsurun “hareket unsuru” ve
“sonuç unsuru” ndan oluştuğunu (Edizdoğan ve diğerleri, 2007: 10-11) ifade
ederken; diğer bir görüş, paralel bir bakış açısıyla, maddi unsurun “hareket
ve netice” den meydana geldiğini (Şenyüz, 2013: 12) belirtmektedir. Bir
başka görüş ise, “vergi kanununa aykırı hareket” ve “vergi ziyaı” nın maddi
unsuru ortaya koyduğunu ifade etmektedir (Candan, 2010: 60-69).
Başka bir değerlendirmeye göre ise, vergi hukuku anlamında maddi
unsur, fiil (hareket), netice (sonuç), nedensellik bağı, fail (fiili icra eden),
suçun konusu ve mağdurdan meydana gelir denilmekte ve kısaca maddi
unsurunun birinci kısmının fiilden, diğer kısmının ise neticeden oluştuğu
belirtilmektedir (Çomaklı ve Ak, 2013: 10-11).
3. Manevi Unsur
Fail ve icra ettiği fiil arasında kast ve taksire dayalı manevi bir bağ olan
manevi unsurun, vergi ceza hukukundaki görünümü, ceza hukukunun bakış
açısı ile paralellik göstermektedir. Kanuna aykırılık teşkil eden fiillerin, icra
edeni ile “manevi nedensellik bağlantısının” kurulabilmesi (Edizdoğan ve
11 Türk Ceza Hukuku’nda “tip”, bir yaptırıma bağlanan soyut bir davranış modeli olarak ele alınmaktadır. “Tipiklik” ya da “tipe uygunluk” ise, failin fiilinin soyut olarak çizilen bu davranış modelinin bütün özelliklerini ihtiva ediyor olmasını ifade etmektedir (Özbek ve diğerleri, 2014: 219). 12 Kanuni unsuru, maddi unsurun içerisinde değerlendiren bakış açılarına örnekler için bkz. Candan, 2010: 60 vd.; Taştan, 2015: 25 vd.; Donay, 2008: 105 vd.
11
diğerleri, 2007: 11), vergi ceza hukuku tarafından da fiilin suç olarak kabulü
ve yaptırım uygulanması noktasında önem arz etmektedir.
Dolayısıyla vergi ceza hukuku açısından da manevi unsur, tıpkı
TCK’nın 21 ve 22. maddelerinde belirtildiği gibi, fiilin sonuçlarının bilerek ve
istenerek işlendiğini ifade eden “kast” ve meydana gelen netice ile ilgili olarak
gerekli dikkat ve özenin gösterilmemiş olmasını ifade eden “taksir” e ilişkindir
(Çomaklı ve Ak, 2013: 11). Diğer bir ifade ile kanunda suç olarak tanımlanan
fiilin haksızlık oluşturduğunun bilinmesi (Özgenç, 2010: 216.) ve davranışın
bu şekilde gerçekleştirilmesi halinde kastın varlığının kabulü gerekirken13;
haksızlık unsurunu, objektif özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle
ortaya koyan bir fiilin icra edilmesi halinde - ve kanunda açıkça düzenlenmiş
olmak koşuluyla – ise taksirin söz konusu olacağı14 ifade edilmelidir (Özgenç,
2010: 234-236).
Vergi ceza hukukunda, manevi unsuru, “suç ve kabahat”
perspektifinden inceleyen bir yoruma göre, vergi hukukuna aykırılık teşkil
eden fiillerin manevi unsurları suç ve kabahatlerde farklılık göstermektedir.
Buna göre, suç ve kabahatlerde manevi unsur ayrı ayrı ele alınmalıdır
(Şenyüz, 2013: 17).
Kast ve taksirin sadece failde arandığı sübjektif sorumluluk hali
açısından yapılan değerlendirmede, Kabahatler Kanunu’nun 9. maddesine
dayanılarak, kabahat oluşturan fiillerin, açık hüküm bulunmayan durumlarda
13 “…doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi halinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, …” (YCGK. 23.09.2014 tarih ve 2014/1-314 E. ve 2014/389 K. sayılı kararı). 14 Arapça "kusur" kökünden türetilmiş bulunan taksir;… … Öğreti ve yargısal kararlarda da; "failin suç tipindeki neticeye yönelik kast içerisinde olmadan, fakat zorunlu olduğu özeni gösterdiği takdirde neticenin meydana gelmesi mümkün bulunmayan hallerde, tespit edilmiş suç tipini hukuka aykırı olarak ihlal etmesi; bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle, istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi" şeklinde tanımlanmıştır. … … Taksirli suçta fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için ceza yaptırımıyla karşılaşır. … … Taksirli suçlarda aranacak olan objektif isnat edilebilirlik, dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucunda neticeye sebebiyet verilmesidir. "Fail gerekli dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmiş olsaydı netice gerçekleşmeyecekti" denebilir ise, bu takdirde netice faile isnat edilebilecektir. …” (YCGK 21.04.2015 tarih ve 2013/12-704 E. ve 2015/121 K. sayılı kararı).
12
hem kasten hem de taksirle işlenebileceğinin belirtilmiş olduğuna dikkat
çekilmektedir. Buna göre, idari yaptırım öngörülen fiillerin kabahat nev’inden
olduğu hatırlatılarak, vergi kanunlarına aykırılık teşkil eden fiillerden idari
yaptırım öngörülenlerin de kabahat olmasından hareketle, bu fiillerin işlenmiş
sayılması için kastın gerekmediği; ancak en azından taksirin varlığının
arandığı ifade edilmektedir. Bununla beraber, yerleşim yeri adresinin
değiştirilmesine rağmen bunun bildirilmemesi ya da işe başlama halinde
bildirimde bulunmama gibi kanunla önceden tanımlanan hareketlerin varlığı
halinde, kabahatlerde geçerli olan “kusur karinesinin” devreye gireceği ve
failin taksirli davranışının kabulünün gerekeceği (Şenyüz, 2013: 17-18)
belirtilmektedir.
Karşılığında idari yaptırım öngörülen fiillerde, objektif sorumluluk
esasına göre manevi unsur ele alınırken ise, hareketle ilgisi olmayan bir 3.
kişinin, kanununa aykırılık teşkil eden fiili icra etmese dahi yaptırımın
muhatabı olabileceğinden bahsedilmektedir (Şenyüz, 2013: 18). Örneğin,
Vergi Usul Kanunu 353. maddesinin 10. fıkrasının yaptığı gönderme ile aynı
kanunun 127. maddesinin (d) bendi uyarınca Maliye Bakanlığı’nın özel
işaretli görevlisinin ikazına rağmen durmayan aracın sahibi adına özel
usulsüzlük cezası kesileceği belirtilmekte ve fiili icra etmeyen ve hatta hükme
aykırılık teşkil eden davranış işlenirken araçta dahi olmayan araç sahibine
yaptırım uygulanacağı hükme bağlanmaktadır.
Vergi suçları açısından bakıldığında, TCK’nın 21. maddesi uyarınca
suçun oluşması kural olarak kastın varlığına bağlı olduğundan ve yine
sübjektif sorumluluk esasına göre, bir suçun tanımında, o suçun kasten icra
edilebileceğinin ayrıca söylenmemesi halinde kastın varlığının yeniden
sorgulanmasına gerek yoktur. Zira kast, genel sorumluluk şeklidir. Objektif
sorumluluk esasına göre ise, fiili kasten icra eden olmadığı halde, kişinin
içinde bulunduğu statü dolayısıyla yaptırıma maruz kalabileceği belirtilmiştir.
(Şenyüz, 2013: 19-20)
13
Vergi suçunun unsurlarını ele alan başka bir yaklaşıma göre, vergi
kanunlarına aykırılık teşkil eden fiillere ilişkin manevi unsur incelemesi “kasta
dayalı vergi suçları” ve “kasta dayalı olmayan vergi suçları” şeklinde
yapılmalıdır (Candan, 2010: 70). Buna göre, kasta dayalı olmayan vergi
suçları başlığı altında, kanuna aykırı davranış ve ortaya çıkardığı vergi
kaybının, başlı başına kusurlu bir iradenin göstergesi olduğu ifade
edilmektedir. Dolayısıyla, bu tür fiillerde, usulüne uygun olarak tespiti yapılan
vergi ziyaının, ceza hukukundaki taksirle işlenen fiil ölçüsünde kusur ihtiva
ettiği (Candan, 2010: 70) gerekçesiyle de yaptırıma tabi tutulacağı
belirtilmektedir. Diğer taraftan, vergi ziyaı söz konusu olduğunda, vergi
mükellef veya sorumlularının davranışlarının kast mı taksir mi içerdiği ele
alınmaksızın, suçu işlediklerinin kabulünü gerektiren bu sonucun, Vergi Usul
Kanunu’nun 341. maddesinin lafzından çıkarıldığının altı çizilerek; vergi
mükellef ya da sorumlusunun, vergi kaybının ortaya çıkmasında kusurunun
olmadığını kanıtlayarak, yaptırımdan kurtulma imkanının bulunmadığına
(Candan, 2010: 71) dikkat çekilmektedir.
Kasta dayalı vergi suçlarının ise vergi kaçırmak amacıyla, bilerek ve
istenerek icra edilen fiiller olduğuna değinilmektedir. Bundan dolayı, bu
fiillerde, fiilin sabit olmasının yeterli olmayacağı, bu yüzden kasıt unsurunun
aranacağı ve bulunmaması halinde suç oluşmayacağından bahisle,
yaptırımın da uygulanamayacağı ifade edilmektedir (Candan, 2010: 74-75).
Vergi suçlarının manevi unsuruna yönelik bir başka görüş de, Vergi
Usul Kanunu’nun ceza ehliyeti üzerinde durulduğuna; ancak manevi unsuru
oluşturan, ceza ehliyeti sahibi ile kanunun yasakladığı fiil arasındaki bu
manevi bağa temas edilmediğini; fiilin, davranışı gerçekleştiren kişinin iradesi
sonucu meydana gelip gelmediğinin incelenmesinin göz ardı edildiğine
(Edizdoğan ve diğerleri, 2007: 12) dikkat çekmektedir.
14
4. Hukuka Aykırılık
Suç oluşturan tüm fiillerin ve yaptırımlarının tek bir mevzuatta
toplanmasına her zaman imkan bulunmamaktadır. Ancak bu imkansızlık,
farklı disiplinler arasında hukuka uygunluk açısından farklı ölçütler bulunduğu
anlamına gelmemelidir.
Hukuka aykırılık, haksızlık olarak kendini gösteren davranışın, hukuk
düzeni tarafından uygun bulunmadığını ve bu davranışa izin verilmediğini
ifade etmektedir (Özgenç, 2010: 263). Diğer bir ifade ile hukuka aykırılık,
kanunda belirtilen emir ve yasaklara riayet edilmesi kuralına aykırı
davranılması şeklinde ifade edilebilir (Özbek ve diğerleri, 2014: 286). Bir
başka tanımda hukuka aykırılık, TCK’nın veya ceza hükümleri içeren özel bir
yasada yer alan ve suç sayılan bir fiilin, aynı kanun veya yürürlükteki hukuk
düzeninde yer alan diğer bir hüküm tarafından meşru sayılmamış olmasıdır
(Alacakaptan, 1975: 8). Bu tanımlar verilirken, hukuka aykırılığın, kanuna
aykırılıktan daha geniş bir kavram olduğu da ifade edilmelidir.
Vergi suçları açısından da hukuka aykırılık unsuru, “kanunlarda
hükmedilen emir ve yasaklara aykırı davranışlarda bulunulması” dır (Çomaklı
ve Ak, 2013: 13). Örneğin, 4811 sayılı Vergi Barışı Kanunu’nun 12.
maddesine15 göre, bir işletmenin kayıtlarında yer almakla beraber, işletme
bünyesinde mevcut olmayan mallara ilişkin olarak tanzim edilecek olan
faturalarda alıcının adının bulunmamasına müsaade edilmiştir. Vergi Usul
Kanunu ise, faturada alıcının adının yazılmamasını usulsüzlük fiilleri
kapsamında düzenlemiş olmakla birlikte; 4811 sayılı Kanun’un ortaya
15 Madde metni şu şekildedir:
“Gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri (adi, kollektif ve adi komandit şirketler dahil), kayıtlarında yer aldığı halde işletmelerinde mevcut olmayan mallarını, bu Kanunun yürürlüğe girdiği ayı izleyen üçüncü ayın son iş gününe kadar, aynı nev'iden mallara ilişkin cari yıl kayıtlarına göre tespit edilen gayrisafi kâr oranını dikkate alarak fatura düzenlemek ve her türlü vergisel yükümlülüklerini yerine getirmek suretiyle kayıt ve beyanlarına intikal ettirebilirler. Gayrisafi kâr oranının cari yıl kayıtlarına göre tespit edilemediği hallerde mükellefin bağlı olduğu meslek odalarının belirleyeceği oranlar esas alınır. Bu madde hükmünün uygulanmasına ilişkin olarak geçmişe yönelik vergi cezası ve gecikme faizi uygulanmaz. Yılı içerisinde ödenmesi gereken vergilerin, ödeme sürelerinde değişiklik yapmaya Maliye Bakanlığı yetkilidir.”
15
koyduğu hukuka uygunluk nedeninden dolayı usulsüzlük cezası kapsamında
yaptırım uygulanmasının mümkün olmadığı (Şenyüz, 2013: 21-22) ifade
edilmektedir.
B. Vergi Kaçakçılığı Suçu
I. Genel Olarak
Vergi Usul Kanunu’na göre, vergi ödevlerinin yerine getirilmemesi
halinde vergi suçlarının işlenmesine sebebiyet verilecektir (Ünsal, 2013: 101).
Vergi kanunlarına aykırılık teşkil eden bu fiillerden bazıları, mali nitelikli
ihlaller şeklinde ortaya çıkmakta ve diğer bir kısmı da vergi hukukuna aykırılık
teşkil etmekle beraber, ceza hukuku anlamında da suç teşkil etmektedir.
Kayıt dışı ekonomiye sebep olan en önemli faktörlerden bir tanesi
olarak kabul edilen (Yıldırım ve Ağar, 2007) vergi kaçakçılığı fiilleri, Vergi
Usul Kanunu’nun 359. maddesine düzenlenen ceza hukuku anlamında suç
olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla, vergi kaçaklığı suçlarının tespit
edilmesi ve bu fiillere yaptırım uygulanması ceza mahkemelerinin görev
alanına girmektedir. Belirtmek gerekir ki mali nitelikli ihlaller veya kabahatler
olarak nitelendirilen fiillerin aksine, vergi kaçakçılığı suçlarının yaptırımı da
hürriyeti bağlayıcı ceza olarak düzenlenmektedir.
Buna göre, VUK’un 359. maddesinin (a), (b) ve (c) fıkralarında
kaçakçılık teşkil eden üç grup eylem tipi (Candan, 2010:355, Öner, 2013:
159) ve dört farklı suç (Şenyüz, 2013: 389) düzenlenmektedir.
VUK’un 359. maddesinin (a) fıkrasının birinci alt bendinde belirtilen ilk
ayrıma göre:
- Vergi kanunlarına göre tutulan veya düzenlenen ve saklama ve ibraz
mecburiyeti bulunan defter, kayıt ve belgelerde hesap ve muhasebe
hilesi yapılması,
16
- Gerçek olmayan veya kayda konu işlemlerle ilgisi bulunmayan kişiler
adına hesap açılması,
- Defterlere kaydı gereken hesap ve işlemlerin vergi matrahının
azalması sonucunu doğuracak şekilde tamamen veya kısmen başka
defter, belge veya diğer kayıt ortamlarına kaydedilmesi,
halinde kaçakçılık suçunun varlığından söz edilmektedir (VUK m.359/a-1).
Maddenin (a) fırkasının ikinci alt bendindeki ayrıma göre:
- Defter, kayıt ve belgelerin tahrif edilmesi veya gizlenmesi,
- Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlenmesi veya bu belgelerin
kullanılması
durumunda yine kaçakçılık suçuna vücut verileceğini düzenlemektedir (VUK
m.359/a-2).
VUK’un 359. maddesinin (b) fıkrasında yer alan ayrıma göre ise:
- Vergi kanunları uyarınca tutulan veya düzenlenen ve saklama ve ibraz
mecburiyeti bulunan defter, kayıt ve belgelerin yok edilmesi,
- Defter sahifeleri yok ederek yerine başka yapraklar konulması veya
hiç yaprak konmaması,
- Belgelerin asıl veya suretlerinin tamamen veya kısmen sahte olarak
düzenlenmesi veya bu belgelerin kullanılması
halinde madde hükmüne göre, (a) fıkrasında da söz konusu olduğu üzere,
Vergi Kaçakçılığı suçunun işlenmiş olacağı belirtilmiştir (VUK m.359/b).
Son ayrım ise, Maliye Bakanlığı ile anlaşması bulunan kişilerin
basabileceği belgelerin, Bakanlık ile anlaşması olmadığı halde basımını
yapmanın veya bu belgeleri bilerek kullanmanın düzenlendiği 359. maddenin
(c) fıkrası olarak göze çarpmaktadır.
17
Bu eylem tipleri arasındaki temel farkın, (a) fıkrasında hükme
bağlanan fiillerin, vergi idaresinin bilgiye ulaşma ihtimalini tamamen ortadan
kaldırmıyor olmalarının yanında; (b) ve (c) fıkralarında düzenlenen fiillerin söz
konusu olması halinde vergi idaresinin, vergilendirme sürecine ilişkin bu
bilgilere ulaşabilme olanağının kalmadığı şeklinde ifade edilmektedir
(Candan, 2010: 355).
Vergi kaçakçılığı suçunun işlenişinde, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı
belge düzenlenmesi ve kullanılması ya da belgelerin asıl veya suretlerinin
tamamen veya kısmen sahte olarak düzenlenmesi veya bu belgelerin
kullanılması fiilleri, fıkrada düzenlenen diğer fiillere nazaran daha yaygın
görülmektedir. Bu sebeple, özellikle bu iki hareket şekli üzerinde durulacaktır.
II. Muhteviyatı İtibariyle Yanıltıcı Belge Düzenlenmesi ve Kullanılması
Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgenin ne olduğu16, VUK’un 359.
maddesinde zikredilmektedir. Buna göre, “Gerçek bir muamele veya duruma
dayanmakla birlikte bu muamele veya durumu mahiyet veya miktar itibariyle
gerçeğe aykırı şekilde yansıtan belge …” muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge
olarak tanımlanmaktadır.
Belgenin ne olduğuna ilişkin bir tanım, 5237 sayılı TCK’da mevcut
değildir. Dolayısıyla belgenin ne olduğu, öğreti ve uygulamadaki tanımlara
bırakılmış durumdadır. Belge, “hukuksal açıdan önem taşıyan ve onu
16 “Vergiyi doğuran faaliyetin mahiyeti değiştirilerek veya miktarı gerçeğin altında ya da üzerinde gösterilerek bir kısım gelirlerin gizlenmesi veya giderlerin fazla gösterilmesi suretiyle matrahın düşürülmesi, dolayısıyla az vergi vermeyi hedefleyen mükellefler tarafından sıkça işlenen fiillerden birisi muhteviyatı itibarıyla yanıltıcı belge düzenlemek ve kullanmaktır. … Gerçek bir muamelenin miktar itibarıyla gerçeğe aykırı şekilde belgeye yansıtılması, belge konusunun adet, miktar, fiyat veya tutar yönlerinden eksik veya fazla gösterilmesidir. Örneğin; elli adet satılan gömleğin otuz adet, 100 Liradan satılan bir malın 20 Liradan satılmış olarak gösterilmesi gibi. Gerçek bir muamelenin mahiyet itibarıyla gerçeğe aykırı bir şekilde belgeye yansıtılması ise satılan mal veya sunulan hizmetin cinsinin ve muamele tarihinin farklı gösterilmesidir. Örneğin; deri ceket satıldığı halde faturada kumaş ceket satılmış gibi veya mal, yeni mali yılda satıldığı halde kapanan mali yıl içinde satılmış olarak gösterilmesi gibi …” (YCGK. 11.07.2014 tarih ve 2012/11-1512 E. ve 2014/366 K. sayılı kararı [www.kazancı.com]).
18
meydana getiren kişinin delil amacıyla belirli bir beyanını içeren yazı parçası”
şeklinde ifade edilmektedir (Tezcan ve diğerleri, 2014: 750).
Belgeden söz edilebilmesi için bazı unsurların bir arada bulunması
gerekmektedir. Bunlardan ilkini yazılılık unsuru oluşturmaktadır. Bir diğeri,
belgenin düzenleyeninin belirli ya da belirlenebilir olması olarak
aktarılmaktadır. Son olarak, belgenin içeriğinin, ispat kabiliyetinin olması
aranmaktadır (Tezcan ve diğerleri, 2014: 750-751). Bunun yanında, ceza
hukukunun, sahtecilik suçlarını ele alırken, belgeyi üç başlık altında
incelediği görülmektedir. Bunlardan ilki, TCK’nın 204. maddesinde
düzenlenen resmi belge17 ve buna ilişkin sahtecilik suçudur. Buna göre, resmi
bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, resmi bir belgeyi başkalarını aldatacak
şekilde değiştiren veya sahte resmi belgeyi kullanan kişi resmi belgede
sahtecilik suçu işlemiş kabul edilecektir. Bu fiillerini kamu görevlisi tarafından
işlenmesi halinde ise yaptırımın daha ağır olarak belirlendiği göze
çarpmaktadır.
TCK’nın 207. maddesinde yer alan özel belgede sahtecilik suçu ise
ikinci ayrımı oluşturmaktadır. Maddeye göre, özel bir belgeyi, sahte olarak
düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde
değiştiren ve kullanan kişilerin suçun faili olacağı hükme bağlanmaktadır.
Özel belgede sahtecilik bakımından, belgenin sahte olarak düzenlenmesinin
veya özel belgenin aldatma kabiliyetini haiz bir şeklide değiştirilmesi suçun
maddi unsurlarından ilki olarak göze çarpmaktadır18. Ancak, suçun
tamamlanmış kabul edilebilmesi için belgenin sahte olarak düzenlenmesi ya
17 “Bir belgenin resmi belge niteliğini elde edebilmesi için yalnızca bir memur tarafından düzenlenmiş olması yeterli değildir. Memurun düzenlediği her belge resmi belge sayılmaz bir belgenin resmi belge sayılması için, memurun gördüğü göreve düzenlenen belge arasında nedensellik bağının bulunması gerekir. Ayrıca resmi belgeye vücut veren yasal dayanağa uygun olması ve zorunlu biçimsel koşulları taşıması gerekir” (YCGK. 08.12.1986, 6-328/573, [Tekin, 2014, 909-910]). 18 “… sahtecilik suçunun kurucu unsuru olan aldatma öğesinin somut olayda gerçekleşmediği dikkate alınıp sanıkların atılı suçtan beraatlerine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi…” (Y11CD. 20.04.2015 tarih ve 2015/23 E. 2015/738 K. sayılı kararı [www.kazanci.com]).
19
da değiştirilmesi fiillerinin yanında, ikinci maddi unsur olan kullanılmasının da
aranıyor oluşu ifade edilmelidir19 (Tezcan ve diğerleri, 2014: 766).
Sahtecilik suçlarına ilişkin bir diğer düzenlemeyi de TCK’nın 210.
maddesi oluşturmaktadır. Belirtilen maddede, özel belgede sahtecilik
suçunun konusunun, emre ya da hamiline yazılı kambiyo senedi, emtiayı
temsil eden belge, hisse senedi, tahvil ve vasiyetname olması halinde, resmi
belgede sahteliğe ilişkin hükümlerin uygulanacağı düzenlenmektedir.
Belgenin yanıltma kabiliyeti olmasının, onun düzenlenme şekli
dolayısıyla başlangıçtan itibaren var olduğu; bundan dolayı iktisadi ilişkinin
başlangıcında ortaya konulan ve geçerli ilişkiyi ispat kabiliyeti olan belgenin,
sonradan üzerinde oynama yapılmak suretiyle gerçeğinden farklı hale
getirilmesi durumunda, yanıltıcı belge düzenlenmesinden değil; belgede
tahrifat yapılmış olmasından söz edilmesi gerektiği ifade edilmektedir
(Yılmaz, 2008: 109).
Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlenmesi ve kullanılması
suçunda, belge olarak ele alınacak vesikalar, VUK’un İkinci Kitabının Üçüncü
Kısmında vesikalar başlığı altında açıklanmaktadır. Bu belgeler, “fatura ve
yerine geçen vesikalar, perakende satış vesikaları (perakende satış fişleri,
makineli kasaların kağıt ruloları, giriş ve yolcu taşıma biletleri), gider pusulası,
müstahsil makbuzu, serbest meslek makbuzu, ücret bordrosu ve bordro
yerine geçen vesikalar ve üçüncü kısımda yazılı bulunan diğer vesikalar”
olarak sayılmaktadır (Candan, 2010: 152). Örneğin, deri ceketi kumaş ceket
gibi ya da yüz lira tutarındaki satışın iki yüz elli lira olarak gösterilmesi halinde
bu suç ortaya çıkacaktır. Çünkü ortada gerçek bir satış işlemi olmasına
rağmen, satılan malın niteliği yahut fiyatı üzerinde değişiklik yapılmak
istenmektedir. Mevcut işlem ile görünürdeki işlem arasında farklılık mevcuttur
(Donay, 2008: 138).
19 “… Sanığın katılanın yerine imza atmak suretiyle sahte olarak düzenlemiş olduğu kira sözleşmesini Karşıyaka Vergi Dairesine ve ruhsat almak amacıyla İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğüne ibraz ederek sahte özel belgeyi kullandığının anlaşılması karşısında…” (Y11CD. 10.09.2014 tarih ve 2012/28853 E. ve 2014/14591 K. sayılı kararı. [www.kazanci.com])
20
Ayrıca muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleme fiillerinin ancak
mükellefler tarafından işlenebileceğinin altı çizilmektedir. Dolayısıyla mükellef
olmayan kişilerin bu suçun faili olamayacağı ve onların yanıltıcı belge
düzenleme fiillerinin sahte belge hükmünde olduğu belirtilmektedir. Zira,
muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge suçundan söz edilebilmesi için,
düzenlenen belgelerin, vergi kanunlarına göre tutulan, düzenlenen, saklama
ve ibraz mecburiyeti bulunan belgelerden olması gerektiği üzerinde
durulmakta (Taştan, 2015: 70-71) ve mükellef olmayan kişinin düzenleyeceği
belgenin, sayılan özellikleri taşımıyor olmasından dolayı ancak sahte belge
hükmünde değerlendirilebileceğine dikkat çekilmektedir.
Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleme fiillerinde suç tarihi
olarak ise, belgenin düzenlendiği tarih kabul edilmektedir. Birden fazla
belgenin fiil kapsamında düzenlenmesi halinde ise, en son belgenin
düzenlendiği tarih suç tarihi olacaktır20.
Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanılması bakımından fail,
“başkaları tarafından düzenlenen bu nitelikteki belgeyi yasal defterlerine
kaydeden, onu kullanan” kişidir. Örneğin, satılan malın bedelinin faturada
düşük gösterilmesi halinde, satıcının vergi matrahında azalma meydana
gelecek (Candan, 2010: 159) ve böylece muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge
kullanımı söz konusu olacaktır.
VUK’un 359. maddesi bu tanımı yapmakla beraber, “… muhteviyatı
itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar…”
demek suretiyle, suçun seçimlik hareketleri olan belgeyi düzenlemiş olmanın
ve düzenlenen bu belgeyi kullanmanın ayrı ayrı suç teşkil ettiğine işaret
etmektedir (VUK m. 359/a-2). Dolayısıyla, belgeyi düzenleyen ve kullananın
20 “… müsnet muhteviyatı itibariyle yanıltıcı fatura düzenlemek suçu yönünden ise düzenlenen son faturanın 20.11.2004 tarihli … olup bu tarihlerin her bir suç yönünden aynı zamanda suç tarihi de olduğu nazara alınarak…”(Y11CD. 09.05.2013 tarih ve 2011/5090 E. ve 2013/7612 sayılı kararı (Kırmaz, 2015)[uyap.gov.tr]).
21
aynı kişi olması halinde tek suç oluşmasından dolayı tek bir cezaya
hükmedilecektir. Zira, suç belgeyi düzenlemekle ortaya çıkmakta, ancak
kişinin düzenlediği belgeyi kullanması durumunda, tek suçun varlığı kabul
edilmektedir. Düzenleyen ve kullananın farklı kişiler olması halinde ise, bu
kişiler ayrı ayrı cezalara muhatap olacaktır (Şenyüz, 2013: 397).
Belgenin kullanıldığı tarihin belirlenmesi de önem arz etmektedir. Buna
göre, belgenin, vergi kanunlarına göre tutulması gereken defter ve diğer
ortamlara aktarılması ya da defter ve kayıtlara işlenmesi veya vergi idaresine
karşı vergilendirmeye ilişkin olarak kullanıldığı tarihtir. Diğer bir ifade ile,
belgenin, hukuki sonuç doğuracak şekilde defter, belge ve diğer kayıt
ortamlarına aktarılması, ibraz edilmesi, vergilendirmeye esas olacak şekilde
vergi idaresine karşı herhangi bir hukuki ilişki ya da işlem tesisinde dikkate
alınmasının sağlanması belgenin kullanıldığı anlamına gelmektedir (Uğur,
sempozyum, 2015). Ancak Yargıtay uygulamasında, belgenin kullanıldığı
tarih olarak; başka değişle suç tarihi olarak, mükellefiyetin türüne göre,
vergilendirme dönemi ve son beyanname verme günü esas alınmaktadır21.
Suçun mağdurunun, kaçakçılığı suçlarının hazineye doğrudan doğruya
zarar vermesi sebebiyle devlet ve daha net bir ifade ile Gelir İdaresi
Başkanlığı olduğu belirtilmektedir. Ancak bu suçun, mali anlamda ve devlet
aleyhine sonuçlar doğurmanın yanında, tüm topluma zarar verdiği de ayrıca
ifade edilmektedir (Taştan, 2015: 6). Bu doğrultuda, “işlenen her suçun ilk
mağdurunun devlet olduğu” anlayışıyla, suçun mağdurunun devlet olarak
kabul edilmesi eleştirilmekte ve mağdur ve suçtan zarar gören kavramlarının
karıştırılmamasının önemine temas edilmektedir. Dolayısıyla, defter, belge ve
kayıtlara güven duyan toplumu oluşturan tüm bireylerin suçun mağduru
olarak kabulü gerekmektedir. Suçtan zarar görenler ise, vergi idaresi, hazine
ve vergisini tam ve zamanında ödeyen mükellefler şeklinde karşımıza
çıkacaktır (Özcan, 2015: 132-133). 21 “Gerekçeli kararda yanlış gösterilen suç tarihinin, Aralık 2003 tarihli muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgelerin KDV beyannamesine konu edilmesi nedeniyle, 21.01.2004 olarak mahallinde düzeltilmesi mümkün görünmüştür. …” (Y11CD. 19.04.2012 tarih ve 2012/4466 E. ve 2012/6089 K. sayılı kararı (Kırmaz, 2015) [uyap.gov.tr]).
22
Ceza hukukunda, “tipe uygun fiilin üzerinde gerçekleştiği maddi şey”
olarak ifade edilen (Özbek ve diğerleri, 2014: 222) hareketin konusu, yanıltıcı
belge düzenleme ve kullanma fiilleri bakımından, suçun üzerinde
gerçekleştiği şey olan muhteviyatı itibariyle yanıltıcı olarak düzenlenen ya da
kullanılan belgelerdir.
Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlemek ve kullanmak fiillerinin
icrasının, nitelikleri itibariyle bilmeden ve istenmeden gerçekleştirilmesi
neredeyse imkansızdır. Örneğin, hiçbir ekonomik faaliyetin olmadığı bir
durumda belge düzenlenmesi veya kendisine verilen belgenin
kullanılmasının, kast unsuru bulunmadan gerçekleşme ihtimali mümkün
gözükmemektedir22.
III. Belgelerin Asıl veya Suretlerinin Tamamen veya Kısmen Sahte Olarak Düzenlenmesi veya Bu Belgelerin Kullanılması
Vergi Usul Kanunu’nun 359. maddesi, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı
belgeyi düzenlemesinin yanında, sahte belgeyi tanımlıyor olması bakımından
da önemlidir. Madde, (b) fıkrasında “…Gerçek bir muamele veya durum
olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge, sahte belgedir.” demek
suretiyle, sahte belgeye ilişkin sınırları ortaya koymaktadır.
Ancak burada önem arz eden bir durumla karşılaşılmaktadır. Buna
göre, belgelerin asıllarının veya suretlerinin tamamen ya da kısmen sahte
olarak düzenlenmesi evrakta TCK’daki sahtecilik suçuna yol açmaktadır.
Fakat bu belgenin, Vergi Usul Kanunu’na göre tutulması, saklanması ve
ibrazı zorunlu olan belgelerden bir tanesi olması durumunda, VUK’un 359.
22 Gerçekleşme ihtimali zayıf olmakla beraber, sahteliği veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı niteliği bilinmeden belgenin kullanılması halinde, faildeki kastın ortadan kalkacağı ifade edilmektedir (Taştan, 2015: 25). Benzer şekilde, mal alırken kendisine verilen faturanın satıcıya ait olduğunu zanneden ve satıcı konumundaki kişinin düzenlediği faturanın o kişiye ait olmadığını bilmeyen kimsenin kastı, mahkeme tarafından incelenecek ve fiile ilişkin kast unsurunun mevcut olmaması halinde kişi cezalandırılmayacaktır (Şenyüz, 2013: 404).
23
maddesinin ihlal edileceği ifade edilmektedir23 (Donay, 2008, 143). Başka bir
ifade ile VUK kapsamında sahteciliğin söz konusu olabilmesi için, belgelerin
vergi işlemlerinde kullanılmak amacıyla düzenlenmiş olması aranmaktadır24.
Dolayısıyla Vergi Usul Kanunu’nda öngörülen amaçlar dışında kullanılmak
için düzenlenen sahte belgeler, ancak TCK’da düzenlenen sahtecilik
suçlarının konusunu oluşturabilecektir (Taştan, 2015: 79-80)25.
Vergi Usul Kanunu kapsamında da sahte belge kavramı ceza hukuku
açısından çizilmeye çalışılan sınırlara paralel bir görüntü sergilenmektedir.
Buna göre, VUK’un 359. maddesinin (b) fıkrasında gerçek bir muamele veya
durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belgenin sahte belge
hükmünde olduğu; diğer bir ifade ile mal hareketi ya da hizmet ifası söz
konusu olmaksızın düzenlenen belgenin sahte belge olarak kabul edileceği
belirtilmektedir (Taştan, 2015: 78). Bu belgelerin, vergi kanunlarına göre
düzenlenmesi gereken belgelerden olması halinde ve olmayan bir işlemi
varmış gibi göstermek suretiyle gerçeğe aykırı bir şekilde oluşturulmuş
olması halinde VUK’un 359. maddesi ihlal edilmiş olmaktadır26.
23 “…VUK’un 359. maddesine göre, vergi kanunları uyarınca düzenlenmesi gereken belgelerin sahte olarak düzenlenmesi suçun oluşumu için yeterli olup, bu belgelerin vergi yasalarına göre kullanılması ve vergi ziyaı suçunun unsuru olmakta çıkarıldığı cihetle, sanığın 2002 yılında özel indirim veya vergi iadesinde kullanılmak üzere sahte fatura düzenlemekten ibaret eylemi VUK’un 359. maddesini ihlal eder.” (Y11CD. 19.12.2005 tarih ve 2005/2983 E. ve 2205/13918 K. sayılı kararı, [Donay, 2008, 143-144]). 24 “…sanığın,2002 yılında özel vergi indirimi veya vergi iadesinde kullanılmak üzere sahte faturalar düzenlemekten ibaret eyleminin VUK’un 359/b-1 maddesine uygun bulunduğu gözetilmeden, suçun nitelemede yanılgı sonucu özel evrakta sahtecilik suçundan cezalandırılmasına karar verilmesinin yasaya aykırı olduğu…”(Y11CD. 19.12.2005 tarih ve 2005/2983 E. ve 2013/13918 [Taştan, 2015:80-81]) 25 “…sanıkların eylemlerinin 3568 sayılı Serbest Muhasebeci, Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununun 47. maddesi delaletiyle TCK’nın 204/2. maddesindeki suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin delillerin takdir ve değerlendirilmesinin üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, duruşmaya devam olunarak yazılı şekilde karar verilmesi…” (Y11CD. 03.12.2013 tarih ve 2012/30336 E. ve 2013/18229 K. sayılı kararı. [Taştan, 2015:80]) 26 “…A.S.’nin gerçek mal teslimine dayalı ticari faaliyetinin olmadığı, sahte fatura ticareti yapmak üzere mükellefiyet tesis ettirdiğinin belirtilmesi, sanığın vergi denetmenince anılan firma ve kişilerinden aldığı faturalarla ilgili verdiği ifadesinde faturalarda belirtilen emtiaları aldığını ancak aldığı kişilerin kendi faturaları yerine sözü edilen firma ve kişilerin faturalarını vermiş olabileceklerini belirtmesi karşısında yüklenen suçun tüm unsurları itibariyle oluştuğu ve mahkumiyetine karar verilmesi gerektiği gözetilmeden…” (Y11CD. 24.04.2007 tarih ve 2007/1950 E. ve 2007/2794 K. sayılı kararı [uyap.gov.tr]).
24
Belgeyi düzenlemek bakımından suç tarihi, belgenin düzenlendiği tarih
olarak kabul edilmekte ve birden fazla belge olması halinde “teselsülün
nihayetlendiği” son belgenin tanzim edildiği tarih suç tarihi olarak kabul
görmektedir27 (Kırmaz, 2015).
Belgenin kullanılmış kabul edilmesi için, defter belge ve diğer kayıt
ortamlarına aktarılması ya da ibraz edilmesi veya vergilendirmeye esas
olacak şekilde dikkate alınmasının sağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla
suç tarihi olarak defter ve kayıtlara işlenme tarihi ya da vergiye ilişkin işlemde
kullanma veya vergi idaresine ibraz etme tarihi olduğu yönünde genel bir
kabulün olduğu ifade edilmektedir (Uğur, sempozyum, 2015). Ancak
Yargıtay, suç tarihini, beyanname konusu verginin türüne göre beyanname
verilmesi gereken son gün şeklinde kabul etmektedir28.
Ayrıca, suçun mağdurunun, toplumu oluşturan tüm bireyler ve suçtan
zarar görenlerin vergi idaresi ve hazinenin yanında vergisini tam ve
zamanında ödeyen mükellefler olduğu (Özcan, 2015: 132-133); hareketin
konusunun, sahte belge düzenleme ve kullanma fiilleri bakımından, sahte
olarak düzenlenen ya da kullanılan belge olduğu ve suçun kast unsuru
olmadan işlenmesinin düşük bir olasılık olarak kabul edildiği ifade edilmelidir.
SONUÇ
Kamu düzenini bozucu nitelik taşıyan vergi kaçakçılığı suçları, vergi
sistemine zarar veren fiillerden olmaları sebebiyle, vergilendirme sürecinin
27 “… En son düzenlenen fatura tarihi itibariyle suç tarihinin 01.06.2005’ten sonra olduğu gözetilmeden, yürürlükte bulunmayan 765 sayılı TCK hükümlerinin uygulanmak suretiyle hüküm kurulması…” (Y11CD. 30.05.2013 tarih ve 2012/20814 E. ve 2013/9008 K. sayılı kararı (Kırmaz, 2015) [uyap.gov.tr]). 28 “2005 takvim yılında KDV indiriminde kullanılan son faturanın 31.08.2005 olması karşısında, gerekçeli karar başlığında yanlış yazılan suç tarihinin 21.09.2005 olarak mahallinde düzeltilmesi mümkün görülmüş… … Suç tarihinin 21.09.2005 olduğu gözetilmeden belirlenen suç tarihi itibariyle yürürlükten kalkan ve uygulama olanağı bulunmayan 765 sayılı TCK’nın … maddelerine göre ceza tayin edilmesi…” (Y11CD. 28.05.2013 tarih ve 2012/22396 E. ve 2013/8767 K. sayılı kararı (Kırmaz, 2015) [uyap.gov.tr]).
25
sağlıklı ve devamlı bir şekilde işlemesine engel olan bir görüntü
sergilemektedir. Bundan dolayı, bu ve benzeri fiillere getirilen yaptırımların en
ağır şekilde ve istisnasız uygulanması gerekmektedir. Belirtilen durum, fiilin
suç kapsamında olup olmadığı konusunda yapılacak olan incelemenin
hassasiyetle yapılmasını, fiilin suç teşkil edip etmediğinin ve suça ilişkin
nitelendirmenin doğru belirlenmesini de zorunlu kılmaktadır.
Vergi Hukuku’nda suç, vergi kanunlarına uyulmaması sonucunda
ortaya çıkan ve devlet hazinesine karşı işlenen ekonomik suçlar şeklinde
ortaya çıkmaktadır. Vergi suçlarının -özellikle kaçakçılık suçunun- devlet
aleyhine işlenen suçlardan olduğu yönünde genel kanaat olmasının yanında,
bu suçlar, etki alanı itibariyle tüm toplumu içine alan bir özellik sergilemesi
nedeniyle topluma karşı işlenen suçlar kapsamında da
değerlendirilebilecektir.
Bunun yanında, sahte ya da muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge
kullanma fiillerine ilişkin suç tarihinin belirlenmesi meselesi önem arz
etmektedir. Sahte veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge kullanma
fiillerinde, suç tarihi olarak doktrinde, bu belgelerin hukuki sonuç doğuracak
şekilde defter, belge ve diğer ortamlara aktarıldığı ya da ibraz edildiği veya
vergilendirmeye esas olacak şekilde vergi idaresine karşı herhangi bir hukuki
ilişki ya da işlem tesisinde dikkate alınmasının sağlandığı tarih esas
alınmaktadır. Ancak Yargıtay uygulamasında, suç tarihi olarak, mükellefiyetin
türüne göre, vergilendirme dönemi ve son beyanname verme günü esas
alınmaktadır. Diğer bir değişle doktrinde, suçun tipiklik unsuru bakımından
aykırılık teşkil eden fiilin icra edildiği an, suçun gerçekleştiği tarih olarak kabul
edilirken; Yargıtay uygulamasında, mükellefiyetin türüne göre, sahte ya da
yanıltıcı belgeden beklenen menfaatin sağlanacağı ve hazinenin zarara
uğratılacağı tarih, vergilendirme dönemi temel alınarak, suç tarihi olarak
kabul edilmektedir.
26
KISALTMALAR
AATUHK : 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun
AYM : Anayasa Mahkemesi
bkz : Bakınız
E : Esas
K : Karar
KDVK : 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu
m : Madde
TCK : 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
vd : Ve devamı
VİVK : 7338 sayılı Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu
VUK : 213 sayılı Vergi Usul Kanunu
Y11CD : Yargıtay 11. Ceza Dairesi
YCGK : Yargıtay Ceza Genel Kurulu
27
KAYNAKÇA
Akman, İ.S. (2012). Vergi Mahremiyetini İhlal. Ankara Üniversitesi SBE.
Doktora Tezi. Ankara.
Alacakaptan, U. (1975). Suçun Unsurları. Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Yayınları No:372. Sevinç Matbaası, Ankara.
Atar, Y. (2004). Vergi Hukuku (5.baskı). Mimoza Yayınevi, Konya.
Balcı, H. (2010). Yeni Türk Ceza Kanunu’nda İcrai Hareketle Görevi Kötüye
Kullanma Suçu (md.257/1). Süleyman Demirel Üniversitesi SBE.
Yüksek Lisans Tezi. Isparta.
Bayraklı, H.H., Bozdağ, A. (2010). Türk Ceza Hukukunda Teşebbüse
Elverişlilik Sorunu ve Vergi Suçlarının Teşebbüse Elverişlilik Açısından
Değerlendirilmesi. Maliye Dergisi. Sayı: 158. Ocak-Haziran 2010. Sayfa
15-
34. http://dergiler.sgb.gov.tr/calismalar/maliye_dergisi/yayinlar/md/158/0
2.Hasan.Huseyin.BAYRAKLI_Ahmet.BOZDAG.pdf. (Erişim:
18.09.2015).
Bilici, N. (2010). Vergi Hukuku: Genel Hükümler, Türk Vergi Sistemi (24.
Baskı). Seçkin Yayınevi, Ankara.
Candan, T. (2010). Vergi Suçları ve Cezaları (3. Baskı). Maliye ve Hukuk
Yayınları, Ankara.
Centel, N.; Zafer, H.; Çakmut, Ö. (2005). Ceza Hukukuna Giriş (3. Baskı).
Beta Basım Dağıtım A.Ş., İstanbul.
Çomaklı, Ş.E.; Ak, A. (2013). Vergi Ceza Hukukunda Suç ve Kabahatler.
Erzurum Barosu Yayınları, Erzurum.
28
Demirbaş, T. (2009). Ceza Hukuku, Genel Hükümler. Seçkin Yayınevi,
Ankara.
Donay, S. (2008). Ceza Mahkemesinde Yargılanan Vergi Suçları. Beta
Basım Dağıtım A.Ş., İstanbul.
Edizdoğan, N.; Taş, M,; Çelikkaya, A. (2007). Vergi Ceza ve Yargılama
Hukuku. Ekin Yayınevi, Bursa.
Hakeri, H. (2011). Ceza Hukuku, Genel Hükümler (10.baskı). Adalet
Yayınevi, Ankara.
Kırmaz, B. (2015). Yargıtay İçtihatları Işığında Vergi Kaçakçılığı Suçlarında
Suç Tarihinin Belirlenmesi. Ankara Barosu Dergisi. Yıl:73. Sayı: 2015/1.
Sayfa: 329-340.
Memiş Kartal, P. (2013). Görevi Kötüye Kullanma Suçu. Marmara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Nur Centel’e
Armağan Özel Sayısı. Cilt: 19. Sayı: 2. Sayfa: 1373-1395.
http://e-dergi.marmara.edu.tr/maruhad/issue/download/5000001567/50
00000653 (Erişim: 04.05.2015).
Oktar, S.A. (1998). Vergi Suçunun Niteliği Üzerine Bazı
Düşünceler. http://www.journals.istanbul.edu.tr/iuifm/article/view/102300
7300 (Erişim: 27.04.2015).
Öncel, M., Kumrulu, A., Çağan, N. (2010). Vergi Hukuku (18.baskı). Turhan
Kitabevi, Ankara.
Öner, E. (2013). Vergi Hukuku ve Türk Vergi Sistemi (2. Baskı). Seçkin
Yayınevi, Ankara.
Özbek, Ö., Kanbur, N., Doğan, K., Bacaksız, P., Tepe, İ. (2014). Türk Ceza
Hukuku, Genel Hükümler (5 Baskı). Seçkin Yayınevi, Ankara.
Özcan, O. (2015). Vergi Suçları. Seçkin Yayınları. Ankara.
29
Özgenç, İ. (2010). Ceza Hukuku, Genel Hükümler (5.baskı). Seçkin
Yayınevi, Ankara.
Şenyüz, D. (2013). Vergi Ceza Hukuku: Vergi Kabahatleri ve Suçları
(7.baskı). Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa.
Tekin, N. (2014). Resmi Belgede Sahtecilik Suçunda Bazı Özel
Durumlar. http://www.taa.gov.tr/indir/resmi-belgede-sahtecilik-sucunda-
bazi-ozel-durumlar-
bWFrYWxlfDQ1YzBiLTVkYjgzLTM2NGViLTQ5MjAxLnBkZnwzNzg/
(Erişim: 05.07.2015).
Tezcan, D., Erdem, M.R., Önok, R.M. (2014). Teorik ve Pratik Ceza Özel
Hukuku (11. Baskı). Seçkin Yayınları, Ankara.
Taşdelen, A. (2010). Vergi Kabahatlerinin Anayasal Temelleri Üzerine
Düşünceler. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/1528/16791.pdf.
(Erişim: 03.05.2015).
Taştan, M. (2015). Açıklamalı-İçtihatlı Vergi Kaçakçılığı Suçları (2. Baskı).
Adalet Yayınevi, Ankara.
Toroslu, N. (2010). Ceza Hukuku Genel Kısım (15. Baskı). Savaş Yayınları.
Ankara.
Uğur, H., (2015). Sahte Belge Düzenleme ve Kullanma Suçlarında Suç
Tarihi. Ekonomik Suçlar ve Yargıtay Kararları Sempozyumu – I.
Hacettepe Üniversitesi Konferans Salonu. Beytepe/Ankara. 09.10.2015.
Ünsal, H. (2013). Vergi Hukuku ve Türk Vergi Sistemi. Gazi Kitabevi, Ankara.
Yıldırım, Z., Ağar S. (2007). Vergi Kaçakçılığı Suçu ve Mütalaa Şartı,
Yaklaşım Dergisi, Mart 2007, Y.15, S.171.
30
Yılmaz, E. (2008). Türk Vergi Hukukunda Defterler ve Belgelerle İlgili
Hürriyeti Bağlayıcı Cezayı Gerektiren Vergi Suçlarının Analizi ve
Değerlendirilmesi. Gazi Üniversitesi SBE Yüksek Lisans Tezi. Ankara.