sümer dili ile türk dili karşılaştırmaları muazzez İlmiye ÇiĞ€¦  · web viewtürkçe...

229
MEHMET ALİ SULUTAŞ TÜRKÇENİN ZENGİNLİĞİ D E R İ N L İ Ğ İ ....... YAYINLARI

Upload: others

Post on 26-Dec-2019

19 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

MEHMET ALİ SULUTAŞ

TÜRKÇENİNZENGİNLİĞİD E R İ N L İ Ğ İ

....... YAYINLARI

Page 2: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

SUNU

Dil, zaptiye kontrolüne (denetimine) verilirse, yani zapt-ı rapt altına alınırsa, altından Çapanoğlu çıkar. Yedek Subay hizmetimi verirken, (rahmetli) Alay Komutanı, “tomatis” derdi ‘domates’ için. Birileri Türkçeyi ve domatesi bozduysa Komutanın kusuru yoktur. Karagöz-Hacivat ikilisinin ve Nasrettin Hoca mizahında hoşgörü sınırları içinde güldürü edebiyatının örnekleri sunulmaktadır. Türkçeye bu baharat katılmalıdır. Dil bozulmamaktadır. Argo denilen bir dal daha vardır, kullanılan ortak dilden ayrı, bu koca Türkçenin engin denizinde, her dilde olduğu gibi. Aynı meslek veya topluluk insanlarının kullandığı özel söz dağarcığıdır bu. Külhanbeylerin, serserilerin kullandığı söz ve deyimler de vardır. Bir yörede, ‘ne yaparsın?’ anlamında “nöğörüng?” deniyorsa bu, Türkçenin bozulduğu anlamına gelmez. O yerel ya da bölgesel söz ve deyişler, dilimizin derinliğini ve zenginliğini gösterir. Ama böyle bir yaklaşımın amaclandığını öne sürüp, dil soframızda sırıtan yabancı sözcük veya kavram sokuluyorsa dağarcığa, işte o zaman onun altından da Çapanoğlu çıkar. Ünlü radyo sunucusu Cem Ceminay demişti bir yayında, “test drayv (İng. drive) ettirin” diye, ‘deneme sürüşüne çıkın’ demek sanki başka bir dilden gibi...

Hepimiz yapıyoruz bir yanlışlığı; İngilizcesinde öyle okunuyor diye ses çıkaran yok: Neden acaba, (e-posta adresinde) ‘com’ yazıp ‘kom’ okuyoruz? Eskiden ‘kahvehane’ denilen buluşma yerine/evine ‘cafe’ yazıp, ‘kafe’ okumak neden?..

Türkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi: “Hello! Can Friendim. My Şuayip! How Are You Friendim? Çoluk Çhildren How?

Best`tir İnşallah. My`a Question Sorarsan Best`im Allah`a Şükür. World İşte Yuvarlanıp Going`im. My Mother What Yaping? Keyfi Beautiful`dur İnşallah. Epeydir My Mother`le No Speaking. Eğer My Mother`i See Çok Selam Song. La Friendim My Father What Yaping? Gine Coffeehaneye Going Mi?

He Friendsleriyle Coffeehanede Okey And Batak Playing Mi? He`ye Song Sakın Yenilmesin. My Brodher`in Children Olmuş. Boy Mu Girl Mi Olduğunu No Bilmeking. Childrenin Boy Mu Girl Mi Odduğunu My`a Song. My School Da Baya Beautiful Going İşte. School`un Başından Beri English Lesson Seein. English'i Söktüm. İ'm Speak English Şakır Şakır.Your`a Söz Verdiğim Gibi. Mail`ime Son Verirken Your`un Gözlerinden Kiss. Your`u Çok Özledim. Hele Bi Swim Olsun My Comeing İnşallah...”

Mehmet Ali Sulutaş

Page 3: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

ENLİL, ALİ Mİ?

(…) Bilindiği üzere Samuel Kramer Yahudi asıllı bir yazardır. Sümerlerin Türk olduğu gerçeğini ne Türklere ve ne de dünyaya dürüstlükle söylememiştir. Kramer'in bu sözcüğü ELLI şeklinde göstermesi de doğrudur çünkü ELLI sözcüğü de Türkçe "YELLİ" sözcüğünün yabancılaştırılmış şeklidir. Gerçekte SAMUEL adı bile Türkçe "SAM YELU" (Sam YELİ), yani güneyden ve bilhassa Afrika'nın çöllerinden esen sıcak yelin adıdır. Yahudiler YELE ve Karanlığa taparlar ve onların tanrısı YEL ve KARA Aydır. Fakat bu bilgi hep gizli tutulmuştur. Yahudilerin tanrı adı olan "ELIJAH" Türkçe "YELCİ" ve/veya "YEL-AYCI" anlamlı Türkçe sözden yapılmış bir addır. Bu adın başka bir şekli ELIAS şeklinde verilir ki bu ad Türkçede "İLYAS" ve "ELLEZ" şeklinde bilinir.

Türklerin "HIDIR ELLEZ" kavramında, HIDIR'ın (yahut HIZIR'ın) yel gibi uçan ve her yere hemen ulaşabilen bir kişiliği vardır. HIZIR gibi imdada yetişti deriz. O her yerde HAZIR ve NAZIRdır denilir. Bu kavramda, Türkçe HIZIR, HAZIR, NAZAR, NAZIR (bakıcı, görücü) sözcükleri yine Türkçe AZ-ER (AS-ER) Tanrı adından kaynaklanır. AZ ER adı AZER şeklinde Azerbaycan Türklerinin ana yurt adı olan AZERBAYCAN adını da günümüzde ve ebediyen süsler bir TANRI adıdır. Hazır ve nazır olma Gök Tanrının özellikleridir. Birisine "NAZAR DEĞDİ" dediğimizde "GÖZ DEĞDİ" anlamındadır. GÖZ eski Turan dünyasının din inancında Güneşin (KOR GÖZ) ve Ayın (KÖR GÖZ) adlarıdır ve ayrıca insanın kendi gözüdür. Gün-Tanrı ve Ay-Tanrı gökte her zaman var olan Tanrı varlıkları olup Gök Tanrının gözleri olarak addedilirdi.Olasılıkla, Türk töresinde Hıdır Ellez yahut HIZIR diye bilinen efsanevî kişi, kanatlı atı YEL olan Gök Tanrının kişileştirilmiş efsanevî adı olmalıdır. (…)

Türkçe AL Tanrı adı Arapçada ALİ şekline dönüştürülmüştür. ARAP dünyası Türkçeden yapmış oldukları dillerinde dahi Türkçe AL sözünü EL şeklinde bir tanımlama eki olarak kullanırlar. Üstelik, ALLAH adının ilk hecesi olan AL sözü de yine Türkçenin AL (Güneş), ALA (AY) ve ÂLÂ (ULU Gök Tanrıyı) temsil eden Türkçe sözdür.

Yahudilerin ENLİL diye kendilerine atfettikleri, aslında Sümer dilinden aşırılmış YELHAN sözü ELİ şeklinde de kullanılmaktadır. Elbette ki ELİ ile ALİ birbirine benzeyen sözcükler olup ikisinin de kökü Türkçedir. SAMİ dillerinin hepsi, yani ESMEcilerin dilleri ve de bütün Hint-Avrupa dilleri adı altında bilinen dillerin hepsi, tek heceli bir dil olan Türkçenin sözcük ve sözlerinin kırılıp yeniden dizilmesi neticesi gizlice geliştirilmiş dillerdir. Bu gerçek bir SIR olarak saklanmıştır. Türkçe onbinlerce yılı aşkın bir geçmişe sahip, olasılıkla dünyanın en eski ve pek çok dillerin anası/atası olan bir dildir.

Polat Kaya

Page 4: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

SÜMER DİLİ İLE TÜRK DİLİ KARŞILAŞTIRMALARI*

Muazzez İlmiye ÇIĞ

Sümerliler Bundan 6000 yıl önce Dicle ve Fırat nehirleri arası olan Mezopotamya’nın güneyine gelip yerleşmiş, orada büyük bir uygarlık kurarak en az 2000 yıl varlıklarını korumuşlardır. Onların uygarlıklarının en önemli olayı dillerine göre bir yazı icat etmeleri, okullar kurarak, kil üzerine yazarak o yazıyı geliştirip her istediklerini yazabilmeleridir. Çiviyazısı adı verilen bu yazıyı ile gerek Sümerliler zamanında var olan, gerek daha sonra tarih sahnesine çıkan Orta Doğu milletleri de kendi dilleri için kullanmışlardır. 1800 yıllarının başlarından itibaren bu yazının ve dilinin çözülmesi çalışmaları başlamış,  Nineve’de Asurbanipal kitaplığının bulunması ile yazının ve Asur dilinin 1855 yılında çözümü başarılmıştı. Okunan bazı Asurca metinlerin satır aralarında başka dilde yazılmış satırlar vardı. İlk olarak  bu satırların İskit veya Turan dilinde yazılmış olacağını ve yazının onlar tarafından icat edildiğini, Çiviyazılarını çözmeyi başaran Rowlinson ileriye sürmüştü. 1869 da Jule Oppert  bu dile Sümerce adını verdi ve bu dilin Türk, Fin ve Macar dillerine akraba olduğunu söyledi. 1874’de Francois Leonorment da  dili Ural Altay dil grubuna koyuyor. Joseph Halévy ise bunlara tamamıyla karşı çıkarak bunun Sami Akadlar’ın özel bir amaçla uydurdukları dil, diye tutturuyor.

Onun bu direnişine başkaları da katılıyor ve 50 yıl kadar bu sav sürüyor. Daha sonra güney Mezopotamya’da yapılan kazılarda çıkan bol miktardaki Sümer belgeleri üzerinde büyük bir gayretle çalışıldı sözlükleri, gramerleri yapılmaya başlandı. Bunlar üzerinde çalışanların hepsi batılı bilginlerdi. Onlar Türkçe bilmiyorlardı. Türkçe’nin etimolojik bir sözlüğü de yoktu. Yine de Fritz Hommel [1] Diyakonov, İzakar Andereyas [2], İrene İskenderi[3] gibi bilim insanları Sümer dilini Fin, Kafkas, Uygur dillerine benzeterek bir hayli eşanlamlı Türk ve Sümer kelimelerini karşılaştırmışlardır. Herhangi geniş bir çalışma yapmadan Sümer dilini Türk diline benzetenler A. Falkenstein [4],  Hartmut Schmökel, ve S. N. Kramer’dir [5]. Kramer hemen ekseri yazısında yeri geldikçe bunu tekrarlamıştır. Ölümümden iki ay önce çevirisini yaptığım ve Türk Tarih Kurumu tarafından yayımlanan “Tarih Sümer’de Başlar” kitabını eline aldığı 28 Eylül 1990’da  bana şöyle yazmıştı: 

“Ne de olsa bu kitap büyük bir olasılıkla Türkçe gibi bitişken bir dil konuşan ve Güney Mezopotamya’ya 6-7 bin yıl önce Orta Asya’nın herhangi bir yerinden göçmüş olan Sümer halkı hakkında. Sümerlilerin Türklerle ilgili bir halk olduğu fikri Atatürk zamanında geçerli idi. Böyle olabileceği hakikatten hiç de uzak değildir.”

Page 5: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Sümeroloji Hocam Benno Landsberger de : “Sümer dili, hem dil bakımından, hem de, bütün Asya boyunca dağlık bölgelerde konuşulan dil olması bakımından önemlidir. Bu türden  olup bugün hala yaşayan dil Türk dilidir” diyor. Türkmen yazarları da Sümercenin daha çok Türkmen Türkçesine benzediğini ileri sürüyorlar. [6]

Sümer dili ile Türk dilini karşılaştırmak o kadar kolay bir iş değil. Önce yazılı kaynak olarak bu gün için elimizde Orhun  kitabeleri var. Arada  4000 yıla yakın bir zaman dilimi bulunuyor.  Bu süre içinde Türkçe kuşkusuz bir çok değişikliklere uğradı.  Diğer taraftan Sümerce kendisinden çok ayrı bir gruba ait olan Akad dili yoluyla çözüldü. Akadca da ı,o,ö,ü gibi sesli harfler ç, f, ğ, g gibi sessiz harfler yok.  Sümerce işaretlerin birkaç tür okunuşu var. Şöyle ki, somut bir kelimeyi anlatan resim yazısından çevrilmiş bir işaret, o resim ile ilgili soyut anlamları da taşıyor. Örneğin:

Göğü ifade eden bir işaret hem gök, hem de tanrı anlamına geliyor. Ayrıca ayni işaretin hece okunuşu da var. Bu bakımdan okunuşlarda yanlışlar olabilir. Diğer taraftan Türkçenin en eski kelimelerini çeşitli Türk dillerindeki okunuşlarını bildiren tam etimolojik sözlük yok. Ayni şekilde DÖ. 3000 – 1850 yılları arasında yazılmış olan Sümer dilinin de bir etimolojik sözlüğü yok. Kuşkusuz bu süre içinde Sümer dili de  bir hayli değişmiş olabilir.  Karşılaştırmalar hiç de kolay değil. Sümer dili  Türk dilinde olduğu gibi kelimeler kök halinde, onlara ekler yapılarak yeni kelimeler oluşturuluyor. Sümer dilinde Türk dilinde olduğu gibi fiil bakımında çok zengin. Ses uyumu var. Erkek, dişi ayrımı yok. Türkçede olduğu gibi kısa anlatımla geniş anlam veriliyor. Karşılaştırmalardaki bütün bu zorluklara rağmen son yıllarda Azerbaycan’dan Prof. Atakişi Celiloğlu Kasım, Sümer işaretlerine yeni okunuşlar da vererek çok eski Türk kelimeleriyle karşılaştırmalar yapmış ve  onları “Sümerce kesin Türkçedir” adlı bir kitapta toplamıştır. [7]

Kramer, Sümercenin tam tercüme edilemediğini, ileride değişebileceğini söylüyor. Y. Mühendis Selahi Diker yaşamının kırk yılında bütün dillerle Türk dilini karşılaştırmış ve sonunda bütün dillerin kaynağının Türkçe olduğunu gösteren bir kitap yazmış. [8]

İranlı Roshan Kheyavi yazmaya başladığı bütün Ural-Altay dillerinin etimolojisini kapsayan sözlüğün ilk cildini yayımlamış. Burada başlangıç olmasına rağmen 101 kelime içinde 35 Sümer kelimesi Türkçe köküne bağlanıyor. [9]

Prof. Osman Nedim Tuna, 165 Sümer kelimesini, anlam ve fonetik bakımından uyan Türkçe kelimelerle eşleştirmiş. Bu tezini Amerika’da Türkolog ve Sümerologların olduğu kongrede sunmuş ve hemen hiç tartışma olmadan bu tez kabul edilmiş. [10]

Page 6: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Ona göre Sümerliler ile Türkler arasında tarihsel bir ilişki bulunmasını, Türklerin en az 3500-4000 yıl önce Anadolu’nun doğu bölgesinde yerleşmiş olmalarına bağlıyor. Türk dili 5500 yıl önce bağımsız ve iki kollu bir dil olarak bulunuyordu. İlk ana Türkçe ise 10.000 yıl eskiye gidiyor, diyor. Türkmen olan Begmyrad Gerey, Sümer kültürünü arkeolojik buluntular, mimarlık, efsaneler, yer adları ve dil yoluyla Türkmen kültürü ile karşılaştırmış, anlam ve fonetik bakımından Türkçe – Sümerce 295 kelimeyi eşleştirmiştir. Böylece, 5000 yıllık Sümer ve Türkmen bağlarını bir kitap halinde göstermiştir. [11]

Bazı bilim insanları, iki dil arasındaki benzer kelimeler için her yerde insan zekasının aynı sözü bulabileceğini, bunların bir tesadüfe bağlı olduğunu söylemişlerdir. Buna karşın ünlü dilci M. Swadesha, bilgisayar kullanarak “Eğer iki ayrı dilde fonetik ve mana bakımından benzeyen kelimeler, 100’den fazla ise bunların bağımsız olarak icad edilmiş olma ihtimali birkaç milyonda birdir. Aynı şekilde çift kelimelerde 7’den fazla olursa, o iki dil arasında tarihi bir ilişki vardır.” diyor. [12]

Osman Nedim Tuna da; “En ideal şartlarda Sümerce ve Türkçede hem fonetik hem de anlam bakımından benzer bir çift kelimenin bulunması 25 milyonda birdir.” diyor. Buna göre; Sümerce ile fonetik ve anlamca benzer 10 kelimeyi bulmak İzmir’den Erzurum’a kadar olan mesafenin (1280 km) 1 mm.sinden daha azmış. [13] 

Diğer taraftan bazı bilim insanları da kelimelerin gelişi güzel karşılaştırmalarını doğru bulmuyor, ancak aynı konulardaki kelimelerin uyması gerektiğini söylüyor. Bunu 1975 yılında ilk uygulayan Olcas Süleyman. O, insan, tanrı ve tabiat ile ilgili fonetik ve anlamda ayni olan 60 Türkçe ve Sümerce kelimeyi bulmuş ve Rusça bir kitapta yayınlamış.  Kitap rejim değişinceye kadar  yasak kalmış. Şimdi Türkçesi de var. [14] 

Son yıllarda bu çalışmalara Yüksek Mühendis Ünal Mutlu katıldı. O bir kubbe tamirini yaparken kubbe yapmasını ilk kimler icat etti merakına düşmüş ve araştırmaları onu Sümerlilere götürmüş. Sümerliler bütün kültürleri başlattığına göre bu kültürlere ait kelimelerin de onlarda başlaması gerek düşüncesiyle Sümer diline ait sözlük arıyor. Ancak internette 2500 kelimeyi kapsayan Sümerce İngilizce bir sözlük buluyor. Aslında Sümer dilinin tam anlamıyla henüz sözlüğü yapılmadı. Philadelphia Üniversite Müzesinde başlanan sözlük 2019 yılında tamamlanacakmış. Fakat elde olan malzeme ile yapılan çalışmalar var. Ünal Mutlu bunlardan yararlanarak, Kültür ve Sanat, Bilim, Siyaset, Mühendislik, Ticaret gibi 20 konuya ait Sümerce kelimeleri buluyor. Bunların  çeşitli Türk dillerindeki karşılıklarını arıyor. Hatta daha ileri giderek batı dilleriyle, Etrüskçe ile karşılaştırıyor ve inanılması güç sonuçlar çıkarıyor. [15]

Page 7: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Bunlardan başka D.Ö 2400 yıllarında yazılı çiviyazılı belgelerde Türk adları bulundu. Bunlar o tarihlerde Mezopotamya’ya akın eden ve orada 125 yıl kadar krallık sürdüren Gut/Kut Krallarının adları idi. Bunları 1937 yılında D.T.C.Fakültesinde Sümeroloji hocam Prof. B. Landsberger bir Türkolog ile yaptığı çalışmasında saptadı. Kut’ların Mezopotamya da kaldığı  125 yıl boyunca 12 kralları oluyor. Bunlardan dördünün adı kendi zamanlarına yazılan belgelerde, diğerleri de daha sonra yazılan kral listesinde. Bunlardan Yarla, Yarlagan adı Orhon kitabelerinde, İnkişi adı da Enkiş olarak Dede Korkut’ta bulunuyor. Konumuzu toparlayacak olursak:

Sümer belgelerinin ilk okunuşundan itibaren Sümercenin Ural-Altay dillerine benzediği söylenmiş. Daha sonra ayni anlam ve fonetikte olan Sümerce ve Türkçe kelimeler karşılaştırılmış. Bu yeterli görülmeyerek konulara göre karşılaştırma istenmiş. Son çalışmalarda bu da yapıldı ve Türk dili ile Sümerce arasında büyük bir yakınlık ortaya çıktı, hatta bazı kelimelerin zamanımıza kadar ulaştığı görüldü. Bilim insanları da Türk dilinin çok sağlam, kolay kaybolmayan bir dil olduğunu kabul ediyorlar.

Bunlara göre Sümer dilinin  Türk dili veya o dilin bir dalı olduğunu, Türk dilinin de, Prof. Osman Nedim Tuna’nın öne sürdüğü gibi, on bin yıl önceye kadar gittiğini korkusuzca söyleyebiliriz. Bunlara ek olarak son yapılan arkeolojik buluntularda, yer adlarında, efsanelerde, destanlarda Orta Asya, özellikle Türkmenistan ile Sümerliler arasında pek çok benzerlikler, bağlantılar bulunmuştur. Sümerliler Mezopotamya’ya daha göç etmeden Türkmenistan’da tarım ve hayvancılığın başlamış olduğunu, Sümerlilerin en eski yazı işaretlerinden bazılarını içeren bir de yazı bulunduğunu öğreniyoruz. [16] 

Bunların hepsini toplayınca Sümerlilerin Orta Asya’dan göç eden Türklerin bir kolu olabileceği savı hiç te yabana atılamaz. 

* Türk Dil Tarih Kültür Birliği (TDTK) Belgeliğinin;  “Tarihten Bir Kesit: Etrüskler” Başlıklı Bodrum Kongresi için hazırlanmıştır. 27.5.2007

(NUMARALI KAYNAKÇALARI BULUP EKLE...)

- Dr. Haluk BERKMEN: ONAY AL, ÇEVİRİYİ YAP DOSYAYA EKLE -

Page 8: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

The hidden meaning of Petroglyphs / Doç. Dr. Haluk BERKMEN

Petroglyphs are images created by removing part of a rock by carving or engraving. This term is made out two Greek words, “petros” (stone) and “gliphein” (to carve). The oldest petroglyphs are believed to be at least 10,000 years old but as they are carved on rocks the exact date cannot be determined by carbon-14 dating. Petroglyphs are also defined as “rock art” but the message that they convey is totally disregarded. This is because the meaning in these carvings is closely related to the beliefs of that forgotten period. Without knowing the belief system of these ancient people it is quite impossible to decipher the hidden meaning of the petroglyphs. In this chapter I will try to unravel the hidden meaning of petroglyphs.

Petroglyphs are found worldwide, but the maximum concentration of these carvings still exists in the high regions of the Altai Mountains of Central Asia. The number of these carvings surviving in Central Asia is estimated to be around 50,000. This huge number of carvings cannot be simply explained as being love of art or addiction to carving. There must be another important reason for such a continuous and consistent effort.

The most common figure found worldwide is the wild goat (ibex) with long curved horns. Why were they carved on rocks by ancient people? Was it because they were the main prey of these people? Were the petroglyphs related to some magic wish for an abundant hunt? I do not think so. This is because we can find the same figure of the ibex in regions where they were very scarce, such as the hot plateau of Arizona, Nevada and New Mexico in the south and central parts of North America. The pictures below show an ibex of the Altai Mountains.

The ibex was venerated as being the symbol of agility and power. Its agility and capacity to climb the highest peaks was considered to be related to some super-power not existing in humans. Because as one climbs the high mountainous regions the air becomes thinner and oxygen concentration reduces. It becomes more and more difficult to breathe on these high mountains. But the ibex has no such problem. It can jump from rock to rock without any difficulty and climb the highest peaks. This special power was probably one main reason for venerating the ibex as a sacred animal. Another important reason for venerating the ibex was its capacity to approach the sun.

Ancient people considered the sun as their main deity. The sun was the holy power residing beyond the horizon. It gave heat and light during the daytime and was the symbol of the life-giving creator deity. When it moved beyond the horizon darkness settled and wild animal came out for hunting. Therefore, the sun was the symbol of life, protection and goodness. Its presence gave comfort and its lack gave fear to the early humans. Any creature that could approach the sun was venerated as having mystical powers. The ibex and most birds, especially the eagle, were such sacred animals. Also mountains were accepted as being special places. This is because mountains were natural formations rising towards the sun.

Early people believed that the power of the ibex resided in its horns. The horns of an ibex are much longer than an ordinary goat and therefore contain more power. The male ibex had longer horns compared to its female. This was also considered as a sign of force and special energy. So, not only the ibex but also all horned animals were considered to be sacred and their horn was the site where their power resided. Since the horn, by itself, was accepted to be the site where that mystical power resided, leaders of the ancient tribes started to wear horned helmets and horned head ornaments in order to show that they too were special and powerful.

The leaders were incarnations of the sun deity on earth and therefore could rise towards the sun and perform mystical flights. This is how shamanism and mystical dances

Page 9: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

and rituals started among early humans speaking the proto-language. During these sacred gathering songs were chanted around bonfires. Fire became holy because it had the same power and characteristic as the sun.

I have mentioned in Chapter 1 that the Turkic Mu (Uighur) Empire was named as Empire of the Sun. Their symbols were representations of the sun and their leader was the shaman. The pictures below are clear indications of this connection. On the left side we see a person wearing horns and holding a spiral (1). There are several animals turned towards that person. The person on that petroglyph is the shaman incarnating the sun deity. He is the leader of the tribe. This is why all horned animals are looking in his direction. The same situation can be seen in the petroglyph at the center. The central image is a petrogylph from a high peak in the Altai region of Central Asia (2).

A long horned ibex and a horned deer are the main figures of this image. The length of the horn of the ibex is exaggerated on purpose to tell that this is not a regular ibex, but a special sacred one. The petroglyph on the right hand side is again an ibex from eastern Turkey, from the Tirishin plateau near the city of Van(3). If we find the same symbols in such distant regions of the world, we can conclude that these cultures were once connected and their source was common.

The early culture of the proto-world venerated a common Sun god. Since the sun resides in the sky, all creatures as well as natural formations rising towards the sun had also to be venerated. This cultural belief started in Eurasia and spread into the world as these people moved towards new, unexplored regions and territories.   In the pictures below we see petroglyghs from the new world. Concentric circles are representation of the sun deity. A rope ladder and a hand is rising toward the sun. There are ibexes and a person wearing horns in the lower left side.

These petroglyhs are the precursors of the early ideograms. Ideograms are symbolic signs that convey an idea in a more sophisticated, rationalized and refined manner. They are the early forms of symbolic writing. They were not drawn by chance or by purposeless imagination. Their origin was rooted in the early forms and pictures existing in petroglyphs drawn by their ancestors. Let us not forget that several thousand years elapsed between the pictographic rock carvings and the symbolic ideograms.

Page 10: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

There is a special term used to define the ideograms in Turkish. This word is “Tamga”, which means “an ideogram containing a complete message”.  Therefore, the early ideograms were not phonetic letters but visual images conveying a sacred message. Early ideograms were not carved on rock or on the interior of caves just for fun or for counting herd animals, as many believe. They were carved for sending messages to the sun god. They were the early forms of written prayers. I will ponder and convey more detail on early ideograms in the future chapters.

In the picture above we see three different but similar carvings of the sun deity. The one on the left is from Central Asia. The one in the center is from the southern side of the Alp, in the mountainous region of north Italy. The one in the right is a petroglyph from Canada. One interesting common feature is that the sun and the human are merged in a single image. This is because the shaman who is also the leader of the tribe incarnates the power of the sun deity.

References (1)   Geister, Götter und Symbole, Felix R. Paturi, Frederking & Thaler, page 121(2)   Sibirya’nın Bilinçaltı, Servet Somuncuoğlu, Atlas magazine 178, page 95(3)   Anadolu’da Kayaüstü resimleri. Ersin Alok, 1988, İstanbul, page 40

"All articles and pictures published in this page are the exclusive property of Haluk Berkmen.  They cannot be copied and reproduced without his permission. If you want to get his permission, please contact us". Son Güncelleme ( Salı, 21 Nisan 2009 ) http://www.astroset.com/bireysel_gelisim/ancient/a3.htm

Page 11: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Diversification of languages Doç. Dr. Haluk BERKMEN

The Asiatic proto-language has been named as Nostratic by Russian linguists. This name immediately links the proto-language to Indo-European and especially to Latin, since Nostratic means “our stratum, our group” in Latin. I am of the opinion that the proto-language first became the common language of the large Eurasian continent and then diversified into several subgroups. This diversification into subgroups is shown in the Table below.

   At the top of the Table we place the Proto-language of Central Asia which was once the single language of the whole Eurasian continent. During this period, groups of people (tribes) were mostly nomads and moved their herds from pastures to pastures depending on the weather conditions. The Proto-language of Central Asia evolved into Eurasian as time went by and as people started to form independent rural stable settlements. Eurasian should not be considered as a specific language spoken by real people, but rather as a definition linked to a new era of fixed settlements.  One can loosely define Eurasian as the common language of the Neolithic period.   On the left side of the Table we see the language groups which evolved on the central, eastern, western and south-western parts of Eurasia. On the right side of the Table we find language groups which evolved on the north-eastern and south-eastern parts of Eurasia. These groups eventually left the mainland and spread over new continents. The language groups which still have a clear link to the original Proto-language are placed at the top of the list. As the link weakens and becomes murky the language groups move to the bottom of the list.   The vision supported by this Table is that presently there are two language groups that still have the strongest link to the original Proto-language. These are the Altaic group on the main Asiatic continent and the Eskimo-Aleut group extending from the north-eastern parts of Asia to the northern regions of America, up to the island of Greenland. It will be, therefore, most logical to start considering the Altaic language group in somewhat more detail.

Page 12: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

The above Table shows the three main branches of the Altaic languages. In the center we have the extinct languages. These were, most probably, languages that split from Eurasian before the clear distinction of Uralic from Altaic. Therefore, one can still find many linguistic clues connecting these extinct languages to both Altaic as well as to Uralic languages. Research has been done on the linguistic connection of Sumerian to both Turkish as well as to modern Hungarian. The validity of these links can be demonstrated by showing their origin stemming from the forgotten realm of the Proto-language.   The Proto-language of Central Asia  The words of the Proto-language were all monosyllabic. These monosyllabic words were made out of strong velar and dental consonants joined to 8 different vowels. The vowels were grouped into two groups of 4, according to an internal sound harmony. The 4 thick vowels are a (as a in abut), ugh (as a strong velar i or y), o (as o in go) and u (as u in you). The 4 thin vowels are e (as e in bet), i (as in i in hit), ö/eu (as u in burn) and ü (as u in burette).   The vowels in one group were interchangeable and an “a” in a monosyllabic word could very well be replaced by a “u” as time went by. The same replacement could also take place within the vowels of the thin group. But no vowel belonging to one group could replace another vowel from a different group.   Regarding the consonants, the labials (produced with the lips) such as p, b, m, f and v as well as pair of velars (produced with the tongue) such as t with d, k with g, kh with q, l with r and z could also replace each other as a result of normal linguistic transformation. A clear example of such a transformation happened within the generic name “Uighur”. This generic tribal name was pronounced in a much stronger version as “Okhuz” in the ancient Proto-language. As a result of labialization the thick O became “Ui”, the thick “k” became “g” and the “z” became “r”. A further change happened with the softening of the “gh” into a “g”, ending up as Ugor, Ungar, Hungar, and Hungarian. This transformation tells us that the Ural language group including Hungarian, Finnish and Samoyed are offspring of the ancient Proto-language, closely related to the Altaic languages.

A similar change happened within Turkish which has a “z” and an “r” version. The more archaic z version is still alive in the Anatolian Oghuz Turkish. While the r version is found in the Chuvash Turkish. Chuvashia is an autonomous republic within present day

Page 13: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Russia. In that Turkish dialect Oguz is pronounced as Ogur. “Kyz” (girl) is pronounced as “hyr”. The Chuvash language contains several similar cases.

Okhuz is formed of a root “Okh” and a suffix –uz, which is a clear indication that the Proto-language was agglutinative. Words could be formed by concatenating root words and suffixes. The root word “Okh” lost its strong h and became Ok to mean “arrow” in modern Turkish. With the suffix –uz  “Okhuz” means “we are the arrow”. In this word we find several hidden meanings. First: “we are the arrow people and move as fast as an arrow”, second: “we are the warriors carrying arrows” and third: “we are the lucky superior ones”, since Ogur and Ugur mean both lucky and also superior.  The word “ugur” changed a bit and became “augure” in French and “augury” in English to mean “good omen.”

The name Okh or Ogh did not represent a single tribe, but rather was the common generic name used during the early period of the Root-language. Being a hunter carrying a bow and an arrow was the prerogative of any adult male. This is why the word for “boy” in Turkish is Oghlan, meaning “acquire an arrow” or equivalently “become an adult”. Similarly, “Oksuz” or “Oeksuez” means a young person who lost his parent. In other words, having no adult person for protection. In this case the adult person is generally the mother, since the father is most of the time away from home.

A further transformation of Okh is found in the ancient tribal name Akh. There was a nation living in Mesopotamia named as Acadians and another one next to the Helens known as the Akha people. Another Akha tribe is found in southern China extending into Thailand.

The generic name Okh changed into Oc all over the southern cost of Europe. There is a rather large territory known as Occitania which is not anymore a legal or political entity. This cultural area, in which a language called  “Lenga D’Oc” (Oc language or Occitan) was spoken, is located between Spain and northern Italy, comprising the totality of southern France.   The worldwide accepted OK (Okay) as an affirmation meaning “yes” has its roots in the Oc language. It was used to affirm the superiority of the Oc leader carrying a bow and an arrow and later on a spear. The large Oc territory is shown in the map below.

"All articles and pictures published in this page are the exclusive property of Haluk Berkmen.  They cannot be copied and reproduced without his permission. If you want to get his permission, please contact us".

Page 14: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

“SES BAYRAĞIMIZ” ÜZERİNDEKİ KARA BULUTLAR YOĞUNLAŞIYOR

Fatih ÖZCAN

Arapça ve Farsçanın büyük baskı ve saldırısı altındaki Türkçeyi savunmak, yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak için harekete geçen ve Yusuf Has Hacip’lerin izinden giden Karamanoğlu Mehmet Bey 13 Mayıs 1277’de şöyle bir bağımsızlık fermanı çıkarır:

“BUGÜNDEN SONRA DİVANDA, DERGÂHTA, BARGÂHTA, MECLİSTE VE MEYDANDA TÜRKÇE’DEN BAŞKA DİL KULLANILMAYACAKTIR…" 

Buradaki Türkçe duyarlılığının tarihsel kökleri ve dayanakları vardır. Daha önceki yüzyıllarda Divanı Lügatit Türk’te olsun, Muhakemetül Hakayık’ta olsun Türkçenin Arapça ve Farsçaya üstünlüğü savunulan dilde bağımsızlık hareketi Osmanlı’nın son dönemlerinde Türkçülük akımından geçerek Kemalist Devrim’in dil atılımlarıyla harmanlanarak günümüze değin sürüp gelmiştir. 

Geçmiş yüzyıllarda Türkçe, Arapça ve Farsçanın saldırılarına göğüs germiş, Arapça ve Farsça gibi bölgesel dillerin boyunduruğuna karşı bağımsızlığını korumaya çalışmıştır.  Türkiye’de dille ilgili iki özel gün vardır: Bunların ilki Karamanoğlu’nun Türkçeden başka yabancı dillerin kullanımını yasaklamasının (13 Mayıs) yıldönümüdür. Diğeri de Atatürk’ün TDK’nu kurduğu (26 Eylül) tarihtir. Her ikisi de tam bağımsızlık sorununun bir parçası olan dilde bağımsızlık sorunuyla doğrudan ilgilidir; her ikisi de tarihsel mirasımızdır, mücadelelerimizde manevi güç alacağımız…

Her ikisi de dilde bağımsızlık ve Türkçenin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılması hareketinin düşünsel temellerinin bir parçasını oluşturur. Bugün Türkçe daha küresel bir saldırı altındadır. Ancak, “ağzımızdaki ana sütü tadı”ndaki dilimiz, günümüzde Arapça ve Farsçanın saldırılarının yanında daha küresel, daha tehlikeli bir saldırı altındadır. Bu kez bu lengüistik saldırı, yurt içinde emperyalizmin yoz kültürü olan kozmopolitizm eşliğinde ve onun yarattığı kokuşmuş insan ilişkileri ortamında cereyan etmekte ve daha kapsamlı ve büyük bir saldırı oluşturmaktadır.

Kelime hazinemize İngilizce kökenli sözcükler ya bazı değişikliklere uğrayarak ya da kendi yapısal özellikleriyle doluşmaktadır. Eskiden Tanzimat Dönemi’nde, Batı hayranı aydınlar arasında “Fransızca parlatma” yaygın bir görenekti. Şimdilerde bunu taklitçi ve yeni-Tanzimatçı maymunlar “İngilizce parlatarak” yapıyorlar. Yaygın olarak İngiliz alfabesiyle heceleme alışkanlığı veba mikrobu gibi özellikle gençlerimizi sarmaktadır. Çarşı pazarlarımızı yabancı kökenli, özellikle İngiliz dilinden sözcükler ve isimlerle levha ve afişler işgale uğratmıştır. Her yanda ve reklâmlarda “Ceppoint”, “Türkcell”, “Aycell” gibi Türkçe ve İngilizce sözcükler karışımı, anlamsız ve sadece sömürgelerde görülebilecek deyimler insanımızın beynini adeta bombardımana uğratmaktadır. Harfleri İngiliz alfabesine göre, Ce/De’yi “Si/Di”, Te/Ve’yi  “Ti/Vi” vb şeklinde okumak aydın ve kültürlü olmayla eş tutulmaktadır.

Kamuoyundaki bu akım öylesine önüne geçilmez bir oluşum ki, veba mikrobu gibi insanımızın benliğini kuşatmaktadır. İnsanlarla ilişkilerde eğer konuşma sırasında “Ce/De” derseniz muhtemelen anlaşılmayacak, yüzünüze anlamsızca, bön bön bakılacak; ancak “Si/Di” derseniz derhal anlaşılacaktır. Okullarda öğretmen arkadaşlar arasında bile “Ve/Ce/De” şeklinde okumanız alay konusu yapılmakta, eğer “Di/ Vi/ Di” şeklinde “İngilizce parlatmazsanız “Ve/Ce” ile ilişkilendirilerek dalga geçilme küstahlığında bile bulunulmaktadır. Bunu da bağımsızlıkçı, demokrat kişilerden tutun da muhafazakâr çevrelere kadar her kesimde yapmaktadırlar. 

Öz Türkçe uydurmacılığı ne kadar tehlikeli, “ses bayrağımızı” doğal gelişim mecrasından saptıracak kadar tehlikeli bir akım ise başta İngilizce olmak üzere yabancı dillerin boyunduruğu da, dilde bağımlılık da o kadar tehlikeli bir gelişmedir.  Devletin

Page 15: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Yanlış eğitim  ve Kültür Politikaları Dilde Yozlaşmayı AğırlaştırmaktadırVe bu akımlar eğitim sistemimizin bilimsellikten, demokratik ve laik yapısından, bağımsız içeriğinden uzaklaşması oranında yükselmekte, bu konuda devletin yanlış eğitim politikaları etken olmaktadır.

Sayın Mümtaz Soysal’ın deyişiyle, “…yabancı dilde öğretim yüzünden genç dimağlara yabancı bir düşünce tarzının, yerli özlemlere ters bir bakış açısının, özellikle sosyal bilimlerde başkalarının çıkarları için oluşturulmuş kalkınma modellerinin aktarılmakta oluşu...”,“…gençliğin bir bölümünü dış kaynaklı beyin yıkayışlara kendi eliyle teslim eden ve bunu hevesle yapan bir başka toplum yalnız eski sömürgelerde vardır herhalde.” Çılgın Türklerin Dili de Çılgındır Anlaşılıyor ki, “ses bayrağımız” her zamankinden daha fazla saldırı, bozulma, yozlaşma, anlaşılmaz hale gelme ile karşı karşıyadır. Halkın birbirini anlamasının önüne geçmek, milli duygunun en önemli zemini ve geliştiricisi olan dili kuşdiline döndürmek amacını güdenler asla başarılı olmayacaklarını tarihe bakarlarsa anlarlar. Türklerin “ses bayrağı”, “ağızlarındaki anne sütü” çok inatçı karakterde, baskı ve saldırılara karşı tıpkı kullanıcıları gibi çılgındır. Hani türküde dendiği gibi, ölümlerden yeniden doğar o.

Kör çıkmazlardan bir çıkış bulur. Tarihi bunun kanıtıdır. 751 yılıyla birlikte başlayan, Göktürk, Uygur geleneği gibi doğal bir süreçten saptıran, üzerindeki yabancı dillerin baskı ve boyunduruk girişimleri dalgalar halinde günümüze kadar sürmüştür ama o, son Cumhuriyet Devrimi atılımıyla kendini bir kez daha kanıtlamış, dünyada önemli diller arasına girivermiştir.  Türk dilinin yabancı dilleri boyunduruğundan kurtarılması sorunu doğrudan bağımsızlık mücadelesinin bir parçasıdır.   Kaynak: http://www.fatihozcan.org

Page 16: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Türk Dilinin Gelişim Süreci: Tarihten geleceğe Türk Dili!

Türk dilinin en eski izleri Sümer kaynaklarındaki Türkçe sözlerdir. M. Ö. 3100-M.Ö. 1800 yılları arasına ait Sümerce metinlerde 300'den fazla Türkçe söz yer almaktadır. Sümerceyle Türkçedeki ortak sözler ya ortak kökenden gelmektedir ya da alış veriş sonucu ortaya çıkmıştır. Hangi ihtimal doğru olursa olsun Türkçenin ilk verileri M.Ö. 2000-3000 arasına çıkmakta, yani bundan 4-5000 yıl geriye gitmektedir.

TARİHTEN GELECEĞE TÜRK DİLİ

Prof. Dr. Ahmet B. Ercilasun

Türk dilinin en eski izleri Sümer kaynaklarındaki Türkçe sözlerdir. M.Ö. 3100-M.Ö. 1800 yılları arasına ait Sümerce metinlerde 300'den fazla Türkçe söz yer almaktadır. Sümerceyle Türkçedeki ortak sözler ya ortak kökenden gelmektedir ya da alış veriş sonucu ortaya çıkmıştır. Hangi ihtimal doğru olursa olsun Türkçenin ilk verileri M.Ö. 2000-3000 arasına çıkmakta, yani bundan 4-5000 yıl geriye gitmektedir. Ortak sözler Türklerle Sümerlerin komşu olduklarını da gösterir. Türklerin hiç olmazsa bir bölümü M.Ö. 2000-3000 yılları arasında, belki de daha önce Ön Asya'da yaşamış olmalıdır.

M.Ö. 7.-3. yüzyıllar arasında Karadeniz'le Hazar'ın kuzeyinde ve Kuzeydoğusunda yaşayan Sakaların önemli bir bölüğü ve yöneticileri de büyük ihtimalle Türktü. M.Ö. 6. yüzyılda yaşamış olan Sakaların kadın hükümdarının adı Yunan kaynaklarında Tomiris olarak geçer. Bu kelime Türkçe Temir (demir) olsa gerektir.

Dîvânü Lûgati't-Türk'te anlatıldığına göre İskender'in Türkistan seferi sırasında (M.Ö. 330'lar) Türklerin bir kısmı, hükümdarları Şu yönetiminde Hocent civarında, yani Seyhun'un yukarı havzalarında idiler. İskender'in gelişiyle Şu ve idaresindeki Türkler Altaylara çekildiler; Oğuzlar ise Hocent civarında kaldılar.

Çin kaynaklarındaki ilk bilgilere göre Türkler Çin'in kuzeyindeki bozkırlarda yaşıyorlardı. M.Ö. 220'lerde ortaya çıkan Tuman (Teoman) Yabgu ve M.Ö. 209'da hükümdar olan oğlu Motun (Mete) Yabgu, Hunların büyük hükümdarları idiler ve merkezleri bugünkü Moğolistanda bulunan Orhun vadisinde idi. Hunlardan sonra da Topalar, Avarlar, Göktürkler, Uygurlar dönemlerinde, M.S. 840'a kadar Türklerin merkezi Orhun vadisinde olmuştur. M.Ö. 220 - M.S. 840 arasındaki 1000 küsur yıllık dönemde Türkler kudretli zamanlarında Okyanus kıyılarından Hazar'a, hatta bazen Karadeniz'in kuzeyine kadar uzanan topraklara hükmediyorlardı. Türklerden bir bölüğü M.S. 370'lerde İdil'i geçmiş ve Kafkaslarla Karadeniz'in kuzeyine ulaşmıştı. Batı Hunları, Bulgarlar, Avarlar, Peçenekler ve Kıpçaklar 370'ten başlayarak yüzyıllar boyunca Doğu Avrupa ve Balkanları yönetimleri altında bulundurmuşlardır.

Asya ve Avrupa Hunlarına ait herhangi bir Türkçe metin elimizde bulunmamaktadır. Ancak Çin ve Bizans kaynaklarına geçen bazı özel adlar ve kelimeler onlara ait Türkçe veriler olarak kabul edilmektedir. Çin kaynaklarında geçen tehri, kut, yabgu, ordu, temir gibi sözlerin Çinceleşmiş biçimleri, milât yıllarına ait Türkçe verilerdir. Attilâ'nın babasının

Page 17: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

adı olan Muncuk (Boncuk) ve oğullarının adları Dehizik, İrnek, İlek Türkçeyle açıklanabilmektedir. 6.-9. yüzyıllardaki Tuna Bulgarlarından yıl ve ay adları ile birkaç kelimelik bazı küçük metinler kalmıştır. Yıllar hayvan adlarıyla adlandırıldığı için yıl adları aynı zamanda çeşitli hayvanların adlarını gösteriyordu. Aylar sıra sayılarıyla ifade edildiği için Bulgar Türkçesindeki sayıların adlarını da böylece öğrenmiş oluyorduk.

Moğolistan'da bulunmuş olan 6 satırlık Çoyr yazıtı tarihi bilinen en eski metindir. İlteriş Kağan'a katılan bir askeri anlatan metin 687-692 arasında yazılmış olmalıdır. Orhun anıtları olarak bilinen İşbara Tamgan Tarkan (Ongin), Köl İç Çor (İhe-Huşotu), Tonyukuk, Köl Tigin, Bilge Kağan anıtları 719-735 yılları arasında yazılmışlardır. Uygurların ikinci kağanı Moyun Çor Kağan'a ait Taryat, Tes ve Şine-Usu anıtları 753-760 arasında dikilmiştir. Moğolistan'da, Yenisey vadisinde, Kazakistan'da, Talas'ta (Kırgızistan), Kuzey Kafkasya'da, İdil-Ural bölgesinde, Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Polonya'da Göktürk harfleriyle yazılmış daha yüzlerce yazıt bulunmuştur. Bu küçük yazıtların 7.-10. yüzyıllar arasında yazıldığı tahmin edilmektedir. Demek ki bu yüzyıllarda Doğu Avrupa ve Balkanlardan, hatta Macaristan'dan Güney Sibirya'ya ve Moğolistan içlerine kadar uzanan sahada Türkçe, Göktürk harfleriyle yazılan bir yazılı dil olarak kullanılmaktaydı.

9. yüzyıldan itibaren Türkçenin yazılı ürünlerini daha güneyde, Tarım havzasında da görmeye başlıyoruz. 840'ta Tarım havzasında ve Gansu bölgesinde devletler kuran Uygurlar; Göktürk, Uygur, Soğdak ve Brahmi alfabeleriyle kâğıt üzerine yüzlerce eser yazdılar, yüzlerce belge bıraktılar. Hatta bunların bir kısmı yazma değil, basma eserlerdi. Uygur yazılı eserleri, Gansu bölgesinde 17. yüzyıla kadar devam etmiştir.

11. yüzyılda Kâşgar ve Balasagun çevresi de bir Türk kültür çevresi olarak ortaya çıkar. 1069 tarihli Kutadgu Bilig Balasagun'da yazılmaya başlanmış, Kâşgar'da Karahanlı hükümdarına sunulmuştur. 1070'lerde Bağdat'ta kaleme alınan Dîvânü Lûgati't-Türk de aslında Kâşgar muhitinin eseridir. Türkler 10. yüzyılda Müslüman oldukları hâlde 11. yüzyılda Arap yazısı henüz Türklerin yazısı hâline gelmemişti. Kâşgarlı Mahmud 1070'lerde Türk yazısının Uygur yazısı olduğunu kesin şekilde kaydeder.

Kâşgarlı Mahmud Türklerin 20 boy olduğunu yazar ve onları batıdan doğuya doğru şöyle sıralar: 1. Beçenek, 2. Kıfçak, 3. Oğuz, 4. Yemek, 5. Başgırt, 6. Basmıl, 7. Kay, 8. Yabaku, 9.Tatar, 10. Kırkız, 11. Çigil, 12. Tohsı, 13. Yağma, 14. Uğrak, 15. Çaruk, 16. Çomul, 17. Uygur, 18. Tangut, 19. Hıtay. Listedeki Hıtay'ı Kâşgarlı'nın ifadesiyle "Çin ülkesi" olarak ayırmak gerekir. Bu sıralamadan az sonra Kâşgarlı Beçeneklerle Kıfçaklar arasına Suvarlarla Bulgarları yerleştirir. Kâşgarlı'nın iki dilli oldukları için dillerini bozuk saydığı Soğdak, Kençek, Argu ve Tangutlardan Arguları da Türk boyları arasında saymalıyız. Demek ki 11. yüzyılda Balkanlardaki Bizans sınırından Çin ve Moğalistan içlerine kadar Türkçe konuşuluyordu.

13. yüzyılda Türk yazı dilinin merkezîleştiği bölge Aral'ın güneyindeki Harezm bölgesidir. 13.-14. yüzyıllarda Altınordu'nun merkezi olan Hazar'ın kuzey kıyısındaki Saray'dan hatta daha batıdaki Kırım'dan Tarım havzasının doğusundaki Gansu'ya kadar Türk yazı dili kesintisiz olarak kullanılıyordu. Tarım havzasıyla Gansu'da kullanılan dile Türkoloji

Page 18: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

literatüründe Uygur Türkçesi, Altınordu ve Türkistan sahasında kullanılan dile ise Harezm Türkçesi denmektedir. Ancak ikisi arasında ses ve gramer yönünden hemen hemen hiç fark yoktur. Yazıları ise farklıdır. Birincisi Uygur, ikincisi Arap yazısını kullanır.

13. ve 14. yüzyıllarda Türk yazı dili, bu ana sahadan başka üç coğrafyada daha kullanılıyordu. Bunlardan biri Yukarı İdil (bugünkü Tataristan) sahasıdır. Burada bulunan mezar kitabelerinin dili İdil Bulgarcası idi. İkincisi Mısır ve kısmen Suriye idi. Buradaki yazı dili Harezm Türkçesine çok yakındı ve Kıpçak Türkçesi adını taşıyordu. Üçüncü saha Azerbaycan ve Anadolu sahasıydı. 13. yüzyılda bu alanda Oğuz ağzına dayanan yeni bir yazı dili doğmuştu. Bu yazı dili Balkanlara doğru sahasını genişleterek kesintisiz şekilde bugüne dek sürmüştür. Sadece mezar kitabelerinde gördüğümüz İdil Bulgarcası 14. asırdan sonra yerini Kıpçakçaya bırakır. Mısır ve Suriye'de ise 15. yüzyıldan sonra Kıpçak Türkçesi kullanılmaz olur.

Karadeniz, Kafkaslar, Hazar denizi ve İran, Kuzey-Doğu Türkçesi ile Batı Türkçesini ayıran tabiî sınırlardır. 11. yüzyıldan itibaren Oğuzlar İran'ı aşarak Azerbaycan ve Anadolu'ya gelmişler ve Batı Türklüğünü oluşturmuşlardır. Batı Türklüğü 14. yüzyılda Balkanlara taşmış, daha sonra Macaristan sınırına dayanmıştır. Bugünkü Irak ve Suriye'nin kuzey bölgeleri de Batı Türklerinin 11. yüzyıldan itibaren yerleştikleri yerlerdi ve buralardaki nüfus Anadolu Türklüğünün tabiî uzantısıydı. Öte yandan Kuzey Afrika ve Arap ülkelerine de önemli miktarda Osmanlı Türkü yerleşmişti. Bütün bu sahalarda Batı Türkçesi ortak bir yazı dili olarak kullanılmıştır. 13. ve 14. yüzyıllarda Anadolu ve Azerbaycan'da yazılan eserleri, yazı dili olarak birbirinden ayırmak kolay değildir. Bu asırlarda yazı dili henüz standartlaşmamıştır; esasen Azerbaycan, Anadolu ve Balkanlarda henüz siyasî birlik de yoktur; bölgede çeşitli Türk beylik ve devletleri hüküm sürmektedir. 15. yüzyılda Osmanlılar güçlenerek birliği kurmaya yönelirler ve yeni oluşmaya başlayan İstanbul ağzı esasında Osmanlı Türkçesi standart hâle gelir. 16. yüzyılda Doğu ve Güney-Doğu Anadolu ile birlikte Suriye ve Irak da Osmanlı topraklarına dahil olur; böylece bu bölgeler de Osmanlı Türkçesi alanı içine girerler. Kuzey ve Güney Azerbaycan, İran'la birlikte bir başka Türk devletinin, Safevîlerin yönetiminde kalır. Ancak yine de 16. asırda Azerbaycan ve Osmanlı yazı dillerinin kesin şekilde ayrıldığını söylemek doğru değildir. Hatayî ve Fuzulî her iki çevrenin de şairidir. 17. yüzyıldan sonra iki yazı dilinin ayrıldığını söylemek mümkündür; ancak aralarındaki fark yok denecek kadar azdır.

Kuzey ve doğu Türklerinde Harezm Türkçesinin devamı niteliğindeki Çağatay Türkçesi tek ve ortak yazı dili olarak 15. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına kadar sürdü. Bunun bir tek istisnası vardı: Kırım Hanlığı. Osmanlı idaresinde bulunduğu için Kırım Hanlığında kullanılan yazı dili Osmanlı Türkçesi idi.

13. yüzyıldan itibaren iki ayrı yazı dili hâlinde gelişen Doğu ve Batı Türkçeleri sürekli olarak birbirleriyle temasta olmuşlardır. Çağatay sahası eserleri, özellikle Nevayî Osmanlı ve Azerbaycan Türklerince hep okunmuştur. Buna karşılık Osmanlı eserleri de özellikle İdil-Ural bölgesinde sürekli okunmuştur. Osmanlı ve Azerbaycan sahasında Nevayî'ye Çağatayca olarak nazireler yazılmış ve bu 19. yüzyıla kadar sürmüştür.

Page 19: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

1552'de Kazan'ın düşmesiyle başlayan Rus yayılması 1885'te Batı Türkistan'ın işgaliyle tamamlanmıştır. Doğu Türkistan 1760'larda Çin işgaline uğramıştı. 19. yüzyılın sonuna gelindiğinde bağımsız olan Türkler sadece Osmanlı Türkleriydi.

19. yüzyılın ortalarında Türk yazı dilleri için yeni bir süreç başlar. Kazan Üniversitesinde hocalık yapan müsteşrik ve papaz İlminski, her Türk boyunun konuşma dilinin ayrı bir yazı dili hâline gelmesi gerektiği görüşünü ortaya koyar ve bunun için çalışmaya başlar. Özellikle Tatar aydınlarıyla Kazan'da okuyan Kazak aydınları üzerinde etkili olur. Bu iki Türk boyunun bazı yazar ve şairleri, ortak olan Çağatay yazı dili yerine kendi konuşma dillerini yazı dili hâline getirmeye çalışırlar. Yüzyılın sonlarına doğru Tatar ve Kazak yazı dillerinin ilk eserleri verilmeye başlar. İlminski'ye karşılık Gaspıralı İsmail, 1884'te Bahçesaray'da (Kırım) çıkarmaya başladığı Tercüman gazetesi ve Türk dünyasının her tarafında açtırdığı usûl-i cedit okulları vasıtasıyla ortak yazı dilini savunur; bütün Türk dünyasının sadeleştirilmiş İstanbul Türkçesinde birleştirilmesini ister. Rusya'da Meşrutiyetin ilân edildiği 1905 yılından itibaren Kırım, İdil-Ural, Azerbaycan ve Türkistan bölgelerinde Türk yazı dili konusu sıkı bir şekilde tartışılır. Gaspıralı İsmail'in tesirinde kalan Türk aydınları yazı dilinde birlik fikrini savunurlar ve buna uygun eserler verirler. İlminski'nin fikirleri ise başka müsteşrikler ve Çarlık memurları tarafından yayılmaya çalışılır. İlminski gibi bir papaz ve müsteşrik olan Nikolay Ostroumov 1870'ten 1918'e kadar Türkistan Vilâyetinin Gazeti’ni çıkararak bu gazete vasıtasıyla İrancalaşmış Özbek ağızlarını yazı dili hâline getirmeye çalışır. 1888-1902 arasında çıkarılan Dala Vilâyeti gazetesi Kazakçayı, 1905-1908 arasında çıkarılan Mecmûa-yı Mâverâyı Bahr-ı Hazar Türkmenceyi yazı dili yapmaya uğraşır. Her üç gazete de Çar idaresince çıkarılmaktadır. Yüzyılın başındaki bu tartışma ve uygulamalar kaynaklara ulaşmanın zorluğu yüzünden bugüne kadar ciddî şekilde araştırılmış değildir. Ancak 1917'deki Bolşevik ihtilâlinden sonra serbest tartışma ortamı yok edilmiş, İlminski ve Ostroumov'un fikirleri zorla uygulanarak her Türk boyunun konuşma dili ayrı yazı dili hâline getirilmiştir. Bu süreç Sovyetler Birliği’nde 1930'larda tamamlanmıştır. Çin idaresindeki Doğu Türkistan'da ise Uygurca, Çağatay yazı dilinin devamı olarak sürerken 1949'daki komünist idareden sonra mahallîleştirilmiştir. Alfabe değişiklikleriyle bu süreç hızlandırılmış, her Türk yazı dili için ayrı alfabeler oluşturularak farklılık artırılmaya çalışılmıştır. Bütün bu çalışmalar sonunda bugün 20 Türk yazı dili ortaya çıkmış bulunmaktadır: 1) Türkiye Türkçesi, 2) Gagavuz Türkçesi, 3) Azerbaycan Türkçesi, 4) Türkmen Türkçesi, 5) Kırım Tatar Türkçesi, 6) Karaçay-Malkar Türkçesi, 7) Nogay Türkçesi, 8) Kumuk Türkçesi, 9) Kazan Tatar Türkçesi, 10) Başkurt Türkçesi, 11) Kazak Türkçesi, 12) Karakalpak Türkçesi, 13) Kırgız Türkçesi, 14) Özbek Türkçesi, 15) Uygur Türkçesi, 16) Altay Türkçesi, 17) Hakas Türkçesi, 18) Tuva Türkçesi, 19) Saha (Yakut) Türkçesi, 20) Çuvaş Türkçesi. Rusya bugün dahi yeni yazı dilleri oluşturma fikrini bırakmış değildir. Tataristan Cumhuriyeti dışında kalan Batı Sibirya Tatarları ile Güney Sibirya'daki Şorların ağızları bazı fonlar ve yardımlar yoluyla yazı dili hâline getirilmeye çalışılmaktadır.

Türk dünyasında 1990'dan beri yeni bir süreç başlamıştır. Beş Türk cumhuriyeti bağımsız olmuş, diğerleri de daha serbest hareket edebilme imkânlarına kavuşmuştur. Şimdi artık kendi kültür politikalarını kendileri tayin edecek duruma gelmişlerdir. Nitekim bunun etkisi de kısa zamanda görülmeye başlanmıştır. 1991 Aralığında Azerbaycan, 1993 Nisanında Türkmenistan, 1993 Eylülünde Özbekistan, 1994 Şubatında Karakalpakistan Lâtin alfabesine geçme kararı almışlardır. Bu ülkelerde yeni alfabeye geçiş kademeli olarak

Page 20: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

uygulamaya konmuştur. Öte yandan Kırım Türkleri ile Gagavuzlar da Lâtin alfabesine geçerek bazı süreli yayınlarını yeni alfabeyle basmaya başlamışlardır.

"Dil dışı şartlar" dediğimiz siyasî, iktisadî ve kültürel ilişkiler de Türk yazı dilleri arasında yeni etkileşim ve oluşumlara yol açmaya başlamıştır. Türkiye'de Türk cumhuriyetlerinin edebiyatlarına ait bazı parçalar lise edebiyat kitaplarına konmuştur. Türk Ocakları, Kültür Bakanlığı, TÖMER gibi kuruluşlarca Türk lehçelerini öğreten kurslar açılmıştır. Nihayet dört üniversitede (Ankara, Gazi, Muğla, Atatürk) Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümleri açılmıştır. Pek çok Türkiyeli genç Türk cumhuriyetlerinde öğrenim görmektedir. Sayıları az da olsa sosyal bilim dallarındaki bazı genç araştırıcılar Türk toplulukları arasında araştırmalar yapmaya başlamışlardır. Avrasya televizyonunun bazı genç yapımcıları da Türk dünyasına sık sık giderek yeni yapımlara imzalarını atmaktadırlar. Siyasî, iktisadî, ilmî ve kültürel heyetler de sık sık bu dünyaya yolculuk etmektedir. Türk cumhuriyet ve topluluklarında uzun süreli kalan iş adamları ve görevliler de az değildir. Bütün bu teşebbüs ve ilişkiler Türk lehçelerinin Türkiyeli aydınlar ve gençler tarafından öğrenilmesine yol açmaktadır.

Türkiye Türkçesinin diğer Türklerce öğrenilmesi ise çok daha büyük ölçülerde karşımıza çıkmaktadır. Türkiye'de öğrenim görerek bizim lehçemizi öğrenen öğrencilerin sayısı 10.000'i geçmiştir. İktisadî, kültürel veya ilmî sebeplerle Türkiye'ye gelip kısa veya uzun süreli ülkemizde kalan ve Türkiye Türkçesiyle bizlerle anlaşabilen pek çok insan vardır. Öte yandan Türk cumhuriyet ve topluluklarında pek çok okul açılmıştır ve bu okullarda on binlerce öğrenci okumakta, Türkiye Türkçesini öğrenmektedir. Doğrudan doğruya Türk televizyonlarını izleyebilen Azerbaycan veya Avrasya yayınlarına bakan Türkistan cumhuriyetleri bu kanalla da Türkiye Türkçesine aşina olmaktadır.

Bütün bu temas ve faaliyetlerin sonuçlarını önümüzdeki yıllarda görebiliriz. Türk televizyonlarını izleyen Azerbaycanlı çocuklar daha şimdiden Türkiye Türkçesindeki farklı kelimeleri tanımaya ve hatta kullanmaya başlamışlardır. Samaylot yerine uçak kelimesi pek çok Türk topluluğuna ulaşmıştır. Türkiye Türkleri de artık orun (yer), kıyın (zor), çalar (nüans), kayıtmak (geri dönmek), aylanmak (çevresinde dönmek), uçraşmak (karşılaşmak), tapmak (bulmak) gibi kelimeleri tanımaya başlamalıdırlar.

Eski Sovyetler dışındaki Türk dünyası ile ilişkilerimiz de artmıştır. Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Yugoslavya, Romanya gibi Balkan ülkelerinde yaşayan Türklerle artık daha sık temas hâlindeyiz. Balkanlardan gelen pek çok Türk genci de Türk üniversitelerinde okumaktadırlar. Bu ülkelerin çoğunda ilk ve orta dereceli okullarda Türkçe öğretim yapılmakta, Türkçe gazete ve dergiler çıkarılmaktadır. Hemen hemen hepsinden Türk televizyonları izlenmektedir. İran'da da Azerbaycan Türkçesiyle (Arap harfleriyle) dergi ve kitaplar yayımlanmakta, belirli saatlere mahsus olarak radyo ve televizyon yayınları yapılmaktadır. İran’da artık Türkçe eğitim talepleri başlamıştır. Irak'ta, 36. paralelin kuzeyinde birkaç yıldan beridir Türkçe öğretim yapılmaya başlanmıştır; Türkçe gazete ve televizyon yayınları yapılmaktadır.

Türk dili yarın nasıl olacaktır? Yukarıda sayılan gelişmeler elbette Türk dilinin yarınını

Page 21: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

büyük ölçüde belirleyecektir. 20 yıl sonra Türkiye Türkçesi, Türk dünyasındaki pek çok aydın tarafından bilinen ve Türkler arası plâtformlarda kullanılan bir iletişim dili olacaktır. Bu süre içinde Birleşmiş Milletlerce kabul edilmiş olması da muhtemeldir. Türk dünyasının bazı genç aydınları az da olsa makale, şiir, hikâye ve kitaplarını Türkiye Türkçesiyle yazmaya başlayacaklardır. Onların, bizim yazı dilimizle yazdıkları eserlerde kendi lehçelerine ait bazı kelimeler, hatta fonetik ve morfolojik özellikler bulunabilecektir. Böylece bizler de o lehçelerden küçük tatlar almaya başlayacağız. Şüphesiz Türkiye Türklerinden yetişmiş bazı şair ve yazarlar da eserlerine Türk lehçelerinden kelimeler ve bazı özellikler serpiştireceklerdir. Bu hem Türkiye Türkçesinin kendi kaynaklarından beslenerek zenginleşmesine, hem de yeni tatlarla çeşitlenmesine yol açacaktır. Böylece 4000 yıl önce Sümer kaynaklarında görülen agar (ağır), di- (demek), dingir (tenri-tanrı), dug- (dökmek), men (ben), zae (sen), zag (sağ), gişig (eşik-kapı) gibi kelimeler önümüzdeki bin yıllarda sonsuzluğa doğru yollarına devam edeceklerdir.

----------------Türk Dili İnkılabı - Özkan BOSTANCI

-Bir MİLLETİN TABİİ HUDUTLARI dağlar ve ırmaklar değildir. İstinat ettiği MİLLİYETİN LİSANI VE DİNİ SINIRLARIDIR!.. -MİLLETİ AYAKTA TUTAN DİL BİRLİĞİ, İNANÇ BİRLİĞİDİR!..(3) -Bugün bizim bu dostumuzun (Sovyetler Birliği) yönetiminde DİL bir, İNANÇ bir, ÖZ BİR KARDEŞLERİMİZ vardır. ONLARA SAHİP ÇIKMAYA, onları arkalamaya HAZIR OLMALIYIZ! Milletler buna nasıl hazırlanır?.. MANEVİ KÖPRÜLER'i sağlam tutarak!.. DİL bir köprüdür, İNANÇ bir köprüdür, TARİH bir KÖPRÜDÜR!.. Bugün biz bu kitlelerden DİL bakımından, GELENEK, GÖRENEK, TARİH bakımından kopmuş, ayrılmış, çok uzaklara düşmüşüz. TÜRKÇE'MİZ bile BATI TÜRKÇE'Sİ!.. Demek ki bir de DOĞU TÜRKÇE'Sİ var. Bizim kullandığımız mı doğru, onların kullandıkları mı?.. Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur. Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli. TARİH bağı kurmamız lazım. Folklor bağı kurmamız lazım. TÜRKOLOJİ alanında merhaleler aşmamız lazım!. KİM YAPACAK BUNLARI?.. Elbette BİZ!.. Nasıl yapacağız?.. İşte görüyorsunuz, DİL encümenleri, TARİH encümenleri kuruluyor. Dilimizi onun diline yaklaştırmaya çalışıyoruz. Tarihimizi ona yaklaştırmaya çalışıyoruz. ORTAK BİR MAZİ idrakine varmak peşindeyiz. (Atatürk, 29.10.33 tarihli sohbet) Nitekim biz TÜRKLÜK davasını, böyle bir müspet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük TÜRK tarihine, TÜRK DİLİ'nin kaynaklarına, zengin LEHÇELERİ'ne, eski TÜRK ESERLERİ'ne önem veriyoruz. BAYKAL ötesindeki YAKUT TÜRKLERİ'nin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz. -TÜRK DİLİ TÜRK MİLLETİNİN KALBİDİR, ZİHNİDİR!..(5) TÜRK demek, DİL DEMEKTİR. Milletin çok bariz vasıflarından birisi DİL'dir. "TÜRK MİLLETİNDENİM" diyen insanlar, her şeyden evvel mutlaka TÜRKÇE konuşmalıdırlar. -TÜRK DİLİ DÜNYADA EN GÜZEL, EN ZENGİN ve en kolay olabilecek bir DİLDİR. TÜRK DİLİ, TÜRK MİLLETİ İÇİN MUKADDES BİR HAZİNEDİR!..(6) Her TÜRK DİL'ini çok sever, ve onu yükseltmek için çalışır. Çünkü TÜRK MİLLETİ'nin geçirdiği nihayetsiz badireler içinde AHLAK'ının, AN'ANELER'inin,

Page 22: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

HATIRALAR'ının, MENFAATLER'inin, velhasıl bugün kendi MİLLİYET'ini yapan her şeyin DİL sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. -Milletimiz DİN ve DİL gibi kuvvetli İKİ FAZİLET'e maliktir. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin KALP ve VİCDAN'ından çekip alamamıştır ve alamaz!..(7) MİLLİ HİS ile DİL arasındaki bağ çok kuvvetlidir. DİL'in MİLLİ ve ZENGİN olması, MİLLİ HİSS'in inkişafında başlıca müessirdir. TÜRK DİLİ dillerin en zenginlerindendir. YETER Kİ, ŞUURLA İŞLENSİN! -Ülkesini,yüksek istiklalini korumasını bilen TÜRK MİLLETİ, DİL'ini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. -DİL işimizde henüz bir istikrara varamadık...Daha çok, pek çok çalışmak lazımdır!.. (1938)

AÇIKLAMALAR (1)- Başta belirtmiştik: Biz ATATÜRK'ün sözlerini ÖNEM sırasına göre veriyoruz... Onun için TÜRKLÜK ile başladık, DİN ile devam ettik. Bu sıralamamıza itiraz edenler çıkacaktır... Ancak biz, IRK'ı DİN'den üstün tuttuğumuz için değil; İSLAM'ı ve BENLİĞİ'ni koruyabilmek için TÜRK olmanın vazgeçilmez olduğuna inandığımızdan böyle yaptık. Delilimiz de, son 1000 yıllık tarihi olaylardır.   DÜNYADA 1000 YILDIR ESARET TATMAMIŞ TEK MÜSLÜMAN TOPLUM, ANADOLU TÜRKLERİ'dir!.. Bütün DÜNYA MÜSLÜMANLARI'nın bir daha esir olmaması, TAM İSTİKLAL'e kavuşması için, bu özelliğin öne çıkartılması gerekirdi, öyle yaptık.   TÜRKLÜK ve MÜSLÜMANLIK'tan sonra, tabii ki TÜRKÇE gelir, bizi biz yapan hususlar arasında... Onun için DİL'i öne aldık... TAM İSTİKLAL, CUMHURİYET gibi imtiyazlar, hep benliğini bulmuş insanlar için söz konusudur. Yoksa hayali olur... Onları da ileriye bıraktık.   (2)- Bu cümle ve bundan sonraki bölümü önemine ve ilgisine binaen, tekrar dikkatinize sunuyoruz. ATATÜRK, STRATEJİK ASKERİ GÖRÜŞ ile SİYASİ HUDUTLAR'ın daima değişmeye mahkum olduğunu biliyordu. Onlardan daha geçerli sınırların DİL ve DİN ile belirlenmiş olduğunu ifade ederek, yine bir VASİYET'te bulunmuştur:   - "DİN'e ve DİL'e önem verin! TÜRKİYE'nin ve TÜRK ELİ'nin gerçek sınırlarını bu ikisi belirleyecektir!"demiştir. Ne kadar haklı olduğunu son yıllarda karşımıza çıkan "Kürt ayırımcılığı" ile görmüş bulunuyoruz.   Öte yandan Hırvatistan'ın Katolik olması sebebiyle, Alman desteği ile derhal bağımsızlığına kavuştuğu; Bosna-Hersek'in çektiği sıkıntıların hiç birisi ile karşılaşmadığı gözümüzden kaçmamalıdır.   Unutulmaması gereken bir başka husus ta, EMPERYALİST HIRİSTİYAN BATI'nın girmiş olduğu bütün ülkelerde kendi dili ve dinini yoğun bir şekilde halka aşılamasıdır. Bugün bile sözde "bağımsız" yüze yakın ülke, bu etkiden kurtulamamıştır!.. Afrika'nın zengin petrol ülkesi 80 milyonluk Nijerya, resmi dil olarak İngilizce'yi kullanır!.. Asıl adı "Common Wealth-müşterek zenginlik(!)" olan İngiliz Milletler Topluluğu, İngiltere'nin bu ülkeler üzerinde hegemonyasını, ekonomik olduğu kadar DİL ve DİN açısından da sürdürdüğünün bir göstergesidir.  

Page 23: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Uzağa gitmeye hacet yok... Bizim HATAY sadece 20 yıl(1918-1939) Fransız işgalinde kalmasına rağmen, o devri yaşamış insanların hepsi Fransızca bilir! Gavur kendi dilini işte böyle ruhlara işler... İşler ki, MİLLİ BENLİK kaybolsun!   Rusya da aynı kuraldan yararlanmış, işgali altındaki bütün milletlere RUSÇA'yı mükemmel şekilde öğretmiştir... Öyle öğretmiştir ki, bugün bağımsız TÜRK Cumhuriyetleri halklarının çoğunun ANADİLİ RUSÇA'dır!.. Bazısı kendi dilini hiç bilmez!.. Yeni yeni öğreniyorlar, bir yabancı dil öğrenir gibi zorluk çekerek... Din konusu ise aynı derecede önemlidir. Amerikalılar'ın sadece 50 yıl önce ayak bastıkları Güney Kore'de halkın yarısına yakınının Hıristiyan dinine girdiğini, her mahallede bir kilise inşa edildiğini hayretle öğrendik... O zaman neden eski Sovyet cumhuriyetlerini ve Orta Asya TÜRK devletlerini çekirge sürüsü gibi Hıristiyan misyoner gruplarının istila ettiğini anladık. Eğer tedbiri alınmazsa 50 yıl sonra Ortodoks Ruslar ve MÜSLÜMAN TÜRKLER'in önemli bir kısmı Katolik ve Protestan olabilir... Bu da Katolik-Protestan BATI'nın bizi hem batıdan hem de doğudan kuşatması demektir!   (3)- Bu ifade "Milletimiz DİN ve DİL gibi iki fazilete maliktir" sözü ile eş değerdedir. Ancak önemli bir farkı vardır. ATATÜRK DİN yerine İNANÇ demiştir. Sebebi açıktır. Bir insanın TÜRK MİLLETİ'ne dahil olması, DİN ve DİL açısından bütünleşmesi ile kolaylaşır. Bazen sadece DİN (Abaza ve Boşnaklar'da olduğu gibi) veya sadece DİL birliği ile (Gagauz ve Yakutlar'da olduğu gibi) fikirde ve işte birlik mümkündür. Ama bu, TÜRKLER'e has bir istisnadır.   "DİN birliği"nden söz etmek, TÜRKLER arasında MÜSLÜMAN olmayan, başka dinlere bağlı olan toplulukları rencide edebilir. Ama bunların hepsi TEK ALLAH'a inanır. işte ATATÜRK bu İNANÇ BİRLİĞİ'ni dile getirerek, pürüzleri peşinen önler.   (4)- ATATÜRK, DİL'in gerçek sınırları tespit eden esas unsurlardan biri olduğunu çok iyi bildiğinden, TÜRKİYE TÜRKLERİ'nin DOĞU'da ve BATI'da DİLİ, DİNİ, ÖZÜ BİR KARDEŞLER'i ile bütünleşmesi için, yüzyılların getirdiği kopukluğu, bir an önce ortadan kaldırmak üzere harekete geçmiştir.   ATATÜRK'ün gayesi, önce ORTAK BİR MAZİ'ye ve ORTAK BİR KÜLTÜR'e ulaşmayı sağlayacak DİL ve TARİH çalışmalarını, FOLKLOR araştırmalarını sür'atle tamamlamaktı. TÜRK DİL KURUMU da bu meyanda kurulmuştur. Onun ölümüne kadar da bu kurum ATATÜRK'ün gösterdiği hedefe doğru ilerlemiştir.   TÜRKÇE 300 yıldır ihmal edilmişti. 2. ABDÜLHAMİD'in ve TÜRKÇÜ yazarların son zamanlardaki ferdi teşebbüslerinden başka, kapsamlı bir çalışma yapılmamış olması sonucu; ATATÜRK'ün bu faaliyeti büyük ölçüde "deneme-yanılma" metodu ile yürümüştür.   Ancak herhangi bir hata farkedilince, hemen geri dönülmüştür. "öz türkçecilik" akımı, bu hatalardan biridir. Bu konuyu GÜNEŞ DİL Teorisi ile birlikte işleyeceğiz.   Bizim burada belirtmek istediğimiz husus, ATATÜRK'ün bu kadar açık olarak belirttiği hedef ve gayeye rağmen, eliyle kurduğu kurumun 1940-1980 yılları arasında, yani tam 40 yıl bir TAHRİP MAKİNESİ gibi çalıştığıdır. Eğer 12 Eylül Müdahalesi olmasaydı, hala da bu yönde ilerliyor olacaktı.

Page 24: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

  1940'dan sonra "TÜRK" özelliğini kaybeden bu kurum, İSLAM dini ve kültürünü benimsemiş olan TÜRKİYE insanının, bunlarla beraber gelen ARAPÇA ve FARSÇA KÖKENLİ, ancak büyük çoğunluğu TÜRKÇE'YE İNTİBAK ETMİŞ kelimelerin istisnasız hepsini hedef almış, çoğunu da unutturmaya muvaffak olmuştur.   Bunun neticesinde aynı kültürü taşıyan SELÇUKLU, OSMANLI, TİMUR ve BABÜR İmparatorlukları'nın toprakları üzerinde yaşayan TÜRK ve MÜSLÜMAN kardeşlerimizle 1000 yıl öncesine uzanan DİL beraberliği, tamamen kopmuştur.   Bahsettiğimiz alanı tahayyül bile güçtür. Viyana kapılarından, Rusya içlerinde Tataristan'a, Çin'den Hindistan'ın ortalarına, Irak'tan Afrika'nın batısına uzanır. Özellikle Arap ülkelerinde kalmış olan TÜRKLER bu 40 yıllık ilgisizlik sonucu, benliklerini tamamen kaybetmişler ve Araplaşmışlardır. Halbuki daha 1900'lerde bile Mısır'ın yarısı TÜRK'tü; ve TÜRK olmayan, hükümdar veya subay olamazdı. Kral Faruk'a kadar bu böyle sürmüştü. Hindistan-Pakistan'da çok büyük bir TÜRK nüfus vardı.   Bu kurumun ihaneti bu kadarla da kalmamıştır. Kurum 1940-1980 arasında öyle bir uygulamaya girmiştir ki, sadece YURT DIŞINDAKİ TÜRKLER ile değil; TÜRKİYE'DE DOĞUP BÜYÜYEN son ÜÇ NESİL birbirinin dediğini anlayamaz, birbirinin yazdığını okuyamaz hale gelmiştir. TÜRKİYE İNSANI bu kurum yüzünden "dilsiz" olup çıkmıştır. Çünkü bu kurumun 1980'den önce bastırdığı sözlük 26.000 kelime bile değildi. Ancak 12 Eylül'den sonra, 60.000 kelimelik küçük bir sözlük hazırlanabilmittir.   En acısı Mehmet Akif'in İSTİKLAL MARŞI, ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ gibi son dönemlerin ıstıraplarını ve VATAN AŞKI'nı dile getiren şiirleri ile, ATATÜRK'ün NUTUK, GENÇLİĞE HİTABE gibi eserleri okunur, anlaşılır olmaktan çıkmıştır. Sanki birileri bize İSTİKLAL'imizi de, ATATÜRK'ü de unutturmak istemiştir!..   İngiliz dil alimi ve Türkolog Margaret Bainbridge, içine düşülen bu acı durumu, şöyle ifade eder:   - "Sizin HAKİKİ TÜRKÇE'niz, bundan yıllar önce TÜRKÇE ile yazan muharriyelerinizin dilidir. Ondan evvelki lisanınızın her külfeti, bunların elinde yumuşamış, kaybolmuş, ortaya çok güzel bir yazı dili, şiir ve nesir çıkmıştır." - "Bugünkü diliniz ise tamamiyle uydurma ve artık güzel olmayan bir dildir. Ne nesir, ne şiir, ne üslubu kalmış, ziyan olmuş bir lisan!.." - "ÖMER SEYFEDDİN'in, YAHYA KEMAL'in, AHMET HAŞİM'in, FARUK NAFİZ'in, ORHON SEYFİ'nin, REFİK HALİD'in ve REŞAT NURİ'nin eserlerinde kemalini bulmuş olan TÜRKÇE'ye, nasıl kıydınız?.. Bu güzel dili kısa zamanda nasıl bu kadar mahvettiniz?.." Dikkat edilirse sayılan yazarlar, şairler ancak 50 yıl öncesinin edebiyatçılarıdır!..   Bu kişilerin DİL'i ulaştırdıkları mükemmel seviye, o TÜRK OLMAYAN DİLSİZ KURUM tarafından kıstas olarak alınmamış; tam tersine, "Ne etsek de, yeni nesiller bu şaheserleri okumasa, anlamasa!" zihniyetiyle o muhteşem TÜRKÇE'ye acımasızca kıyılmıştır. Bahsedilen eserler "sadeleştirilerek" basılmış, böylece yazarların o nefis üslubu yavan bir hale dönüşmüş, ilgi azalmıştır.  

Page 25: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

İsmet Paşa döneminde DİN de büyük ihmale uğramış, bugünkü "laik" olduğunu söyleyen, ancak asla DİN'le ilgilenmeyenlerin tohumları o günlerde atılmıştır.   Böylece milletimizin sahip olduğu iki fazilet büyük hasar görmüştür.   Ancak ATATÜRK'ün haklı olduğu bir husus vardır... Ne sömürgeci BATILILAR, ne Rusya, ne de İsmet Paşa bu milletin tümünden DİN ve DİL'i tamamiyle silmeye muvaffak olamamışlardır. (5)- TÜRK İNSANI'nın aynı şeyleri düşünmesi, aynı şeyleri hissetmesi ancak TÜRKÇE ile mümkündür. Sadece kelimelerin TÜRKÇE olması yetmez; kavramların, o kelimenin benimsenmesine yol açan olayların da TÜRK KÜLTÜRÜ ile bağlantılı olması gerekir. Öyle olmadığı zaman, kişiler söyleneni anladığını zanneder ama, aslında hiç bir şey anlamaz.   Bir misal verelim: Son zamanlarda "aydın"larımız arasında sık sık kullanılan bir tabir vardır: GÜNAH KEÇİSİ!.. Kullanan da ne kastettiğini bilmez ya, bizim gariban insanımız "günah" ile "keçi"yi bir türlü bağdaştıramaz!.. Keçi mi günah işlemiştir?.. Keçiye dokunmak mı günahtır?.. "Günah koyunu" veya "sevap keçisi" de var mı?.. "Keçi inadı"nın bu işle alakası var mı?..Velhasıl işin içinden çıkamaz.   Sebep basittir. "Günah keçisi" kavramı Hıristiyan kültürünün bir parçasıdır! Bu tabirin İngilizce aslı "scape-goat"tur ve anlamı "başkasının namına vebali üstlenen"dir, günahla hiç alakası yoktur ama, keçiyle ilişkilidir. İncil'de "HZ.İSA'nın bir gün cinlerin tasallutuna uğramış birisine rastladığı, onlarla uzun süre adamı bırakıp gitmeleri için müzakere ettiği, sonunda cinlerin kendilerine gidecek başka bir beden bulunduğu takdirde adamı rahat bırakmaya razı oldukları, HZ. İSA'nın da onlara orada otlamakta olan iki keçiyi gösterdiği, cinler adamı bırakıp keçilere geçince, zavallı hayvanların dellenip kendilerini uçurumdan attıkları" uzun uzun anlatılır!..   Kısacası, Hıristiyan zihinlerde bu kavram, "başkasını kurtarmak için uçuruma atılan adam" olarak şekillenir, ama TÜRKİYE'de sorduğumuz hiç bir aydın buna cevap verememiştir. Veremez de!.. Çünkü İngilizce bilse de, Hıristiyan kültürü ile yetişmemiştir.   İşte onun için biz, kelimelerin TÜRKÇE olmasını yeterli bulmuyoruz. Kavramların da kültürümüzden kaynaklanmasını istiyoruz. Bizce "şamar oğlanı", hatta "enayi" kelimesi bile bu tabirle anlatılmak isteneni daha iyi ifade eder.   Bir batka misal de, "double it!" tabirinin TÜRKÇE'ye "ikile!" diye sokulmak istenmesidir. Özellikle Amerikan filmlerinde sık geçen bu ifade, "acele et, hızlan" anlamındadır. Ama TÜRKÇE tercümesi, duyana hiç bir şey ifade etmez. Bizde "tekleme" (arıza yapma) vardır,"ikilettirme"(iki kere söyletme) vardır da, "ikileme" hiç yoktur!..   Bir de yabancıların bizleri kandırmak için kullandıkları kelimeleri aynen tercüme ederek oyuna geldiğimiz durumlar vardır. Mesela Amerikan "yardımı"!..   Yardım kelimesi TÜRKÇE'de "karşılık beklemeden verilen destek" anlamınadır. Halbuki Amerika'nın verdiği, "yüksek faizli kredi" ile "kullanılması şarta bağlı hurda malzeme"dir.  

Page 26: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Hurda malzeme "sadaka" statüsüne bile girmez. Çünkü İSLAM'da kendi beğenmediğini, atacağını başkasına vermek sadaka sayılmaz!.. (Bakara 267. ayet) Yüksek faizli kredi ise,"borç" dahi sayılmaz. Borç, TÜRKÇE'de "faizsiz" ve "şartsız" maddi destek demektir. Faizle borç verene TEFECİ denir!..   Kısacası, TEFECİ AMERİKA'nın sık sık "keserim ha!" diye tehditler ile verdiği, olsa olsa KREDİ ve HURDA'dır, YARDIM DEĞİL!.. TÜRKÇE'MİZİ DÜZELTELİM!   Bazı zibidi sözde bilim adamları bu kafayla yabancı ansiklopedileri (Meydan Laourusse, Büyük Laourusse) tercüme edip basarken, bu kültürsüzlüklerini ortaya koymuşlar, HZ. SÜLEYMAN'a Kral Solomon, HZ. DAVUD'a Kral David, KUDÜS'e Jerusalem, ŞAM'a Damascus demişler; böylece anlattıklarını içinden çıkılmaz hale getirmişlerdir.   Bir de ucuza tercüme edilen film ve diziler vardır ki, gülmekten karnınız yarılır. Meşhur Ömer Hayyam filminde Anadolu'yu fetheden Sultan Alparslan "kral" olmuş, meşhur Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk tanınmaz hale gelmiş, Hasan Sabbah'ın tarikatı Haşhaşin fedaileri ise "kaatiller" diye adlandırılmıştır. Gel de çık işin içinden!..   Öte yandan dilimize girmiş bir "ukala" kelimesi vardır ki, Arapça'da "akıllı adamlar" manasına gelir. Ama TÜRKÇE'de "bilgiçlik taslayan" anlamında kullanılır... Yani bu Arapça asıllı kelime, TÜRKÇE olmuştur, Arap artık onu tanımaz!   ATATÜRK'ün arzusu bu ülkede TÜRKÇE bilmeyen insan kalmamasıdır. Ama öğretilmesi gereken TÜRKÇE; insanımızın kültürüne, inancına uygun bir TÜRKÇE olmalıdır. Geçmişini, dinini, edebiyatını anlayabileceği TÜRKÇE olmalıdır.   Bazı ne idüğü belirsiz kimselerin bir odaya kapanıp icat ettiği, her 20 yılda bir değişen ve değil uzak geçmişi; kişilerin babalarını, dedelerini bile anlayamadıkları bir "öztürkçe", TÜRKÇE olmaktan çıkmış, piçleşmiş bir dildir!   (6)- Yukarda TÜRKÇE'nin ne kadar güzel olduğunu ifade eden bir yabancı araştırmacının değerlendirmesini verdik. Bir tane daha verelim. Max Müller "Lectures on the Essence of Language" adlı eserinde:   - "TÜRK DİLİ'nde en hünerli yapı, fiil yapısıdır. Hiç bir dilin deyimleyemediği, ya da ancak bir çok sözlerle anlatabildiği mana inceliklerini, TÜRK DİLİ tek bir sözle ifade edebilir. Fiil ve hüküm biçimleri bitmez tükenmez denecek şekilde bol ve geniştir. Öyle ki, dilde bilfiil kullanılmayan bir çok hüküm biçimlerini, sadece dilin mantık ve açık kurallarıyla yapmak imkanı vardır," der.   37 dil ve lehçe bilen Belçikalı bir uzman ise, "TÜRKÇE'nin bir satranç oyunu gibi kurallı ve zevkli olduğunu" söylemiştir. Bunları yazdık diye sadece Batılı bilim adamlarına dayanıyoruz sanılmasın. Acı bir gerçektir ki, son 50 yılın en meşhur TÜRKOLOGLAR'ından hiç biri TÜRK değildir. Bu doğru... Ancak, ALİ ŞİR NEVAİ bundan 500 yıl önce TÜRKÇE'nin o zamanın en üstün dili olan "FARSÇA'dan bile zengin olduğunu" söylemekle kalmamış; yazdığı eserde örnekler vererek ispat etmiştir.  

Page 27: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

1450'lerden 1950'lere kadar pek çok TÜRK şair ve edebiyatçısı gelip geçmiş, dilimiz yukarda M. Bainbridge'in belirttiği dönemde en yüksek noktasına ulaşmıştır. İşte biz o TÜRKÇE'yi, 40 yılda mahvettik!..   Ama fırsat henüz kaçmamıştır. Buna da ilerde değineceğiz.   Burada eklemek istediğimiz son husus şudur: O "tü kaka" diye vazgeçtiğimiz kelimeler... ANADOLU'da "TÜRKÇE değil" diye değiştirilen yer ve köy adları... Hepsi bizim için birer hazinedir. Hepsi ASYA TÜRKLERİ ile bağlantılıdır. Bunlar atılan çöp sepetlerinden çıkartılmalı, tasnif edilmeli, üzerinde çalışmalar yapılmalıdır. Bu da ATATÜRK'ÜN VASİYETİ'dir. Mutlaka uyulmalıdır.   (7)- Buradaki asıl konumuz, TÜRKİYE DIŞINDAKİ TÜRKLER ile birleşmek değildir. ATATÜRK bunun üzerinde durmuyor. Esas mesele, TÜRKİYE TÜRKLERİ'nin BİRLİK ve BERABERLİK içinde olması için DİN ve DİL BİRLİĞİ'nin sağlanması ve sürdürülmesidir. Çünkü genel anlamıyla MİLLET gerçekten aynı DİN ve DİL'e sahip olanların oluşturduğu bir İÇTİMAİ HEYET'tir.   Şimdi son 50 yılda yaşadıklarımıza bir bakalım. Birileri sinsice bizi hem DİN'imizi anlamaktan, hem de DİL'imizin ortak olmasından uzaklaştırmıştır. Aynı dönemde TARİH'imizden, KÜLTÜR'ümüzden ve MUSİKİ'mizden de uzaklaştığımız göz önüne alınınca; sistemli olarak "MİLLET" vasfımızı kaybetmemiz için gayret gösterildiği ortaya çıkar!..   Yazımızı okuyanlara bu değerlendirmemiz, bir "evham" veya "hayali senaryo" gibi görünebilir. Gerçek durumu şu sorulara vereceğiniz cevaplar belirleyecektir:   -Son 30 yılda "KENDİNİ TÜRK SAYMAYANLAR" arttı mı, azaldı mı?..   -Son 10 yılda uğruna kan döktüğümüz toprakları (Kıbrıs ve Güneydoğu) "verip kurtulmamızı" savunanlar arttı mı, azaldı mı?..   -Kendini müslüman SAYMAYANLAR, bütün dertlerin başımıza "İSLAM'dan geldiğini" söyleyenler arttı mı, azaldı mı?   -Kendini müslüman görüp de, "başkalarını MÜSLÜMAN saymayan"lar arttı mı, azaldı mı?   -Aslında yok denecek kadar az olan Alevi-Sünni farkı arttı mı, azaldı mı?   -"Biz adam olmayız" diyerek TÜRK MİLLETİ'nden ve TÜRK DEVLETİ'nden ümit kesenler arttı mı, azaldı mı?   Arttı, değil mi?..Öyleyse endişemiz yersiz değil... Şimdi bir de şu soruya cevap verin: -Böyle bir şey ATATÜRK DÖNEMİ'nde söz konusu olur muydu?.. ASLA!.. İşte onun için biz, bu faaliyetin son derece planlı ve sinsi bir şekilde dışarıdan idare edildiğine; ve gerek "dilciler", gerekse dinsizlerle "dinciler"in buna bilerek veya bilmeyerek alet olduğuna; hain politikacılar ile cahil yazar-çizer takımının da buna zemin hazırladığına inanıyoruz.

Page 28: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

DİN İSTİSMARI'nı anlattık... DİL KEŞMEKEŞİ nasıl meydana getirildi, şimdi ona temas etmek istiyoruz.   MİLLİ DİL'in MİLLİ BİRLİK sağlanmasındaki önemini farkeden ATATÜRK, 1933'den sonra ÜLKÜ'sü yönünde faaliyet gösterirken, bir süre "dilde ayıklama" teklif edenlere uymuş, hatta bugün bile anlayamayacağımız "sözcük"ler ile konuşmalar yapmıştı. Bunlardan biri şöyledir: - "Altes Ruayal," - "Bu gece ulu konuklarımıza, TÜRKİYE'ye uğur getirdiklerini söylerken duyduğum tükel özgü bir kıvançtır." - "Avrupa'nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, uygunluk kıldacıları olmuş bulunuyorlar. Onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu!.." (İsveç veliahdının şerefine verilen ziyafette yaptığı konuşmadan, 3.10.34)   Nasıl, bir şey anladınız mı?.. ATATÜRK iyi bir HATİP'ti, coşkulu bir TÜRKÇÜ idi. Ama elbette ki DİLCİ değildi. Bu konuda uzmanları ve "uzman" geçinenleri dinler, onların fikirlerini dile getirmelerine imkan tanırdı. Nurullah Ataç gibi düşünenler, bu yüzden bir süre dil çalışmalarında etkili olmuştu. Ancak bundan 60 yıl önce, bugün bile anlaşılmayan uyduruk bir dilin kullanılması, TÜRK İNSANI'nı huzursuz etmiş, olumsuzluklar yaratmış; tam bu sırada da TÜRKOLOG KVERGİE, "GÜNEŞ-DİL TEORİSİ" üzerine hazırladığı çalışmayı ATATÜRK'e göndermişti.   KVERGİE, çalışmasında "bütün dillerin tek bir heceden gelişmiş olduğunu" anlatıyor, ve "TÜRKÇE'nin dünyanın en eski dili olduğunu" belirtiyordu. Delili de, bu ilk heceyle bağlantısını kaybetmemiş olan tek dilin TÜRKÇE olması idi!..   Aslında DİNLER'in olduğu gibi DİLLER'in de çıkış noktasının BİR olması, akla yatkındır. Diller sonradan 3-4 ana dala bölünmüş, sonra bu dallar başka küçük dallara ayrılmıştır. Sonra tekrar göçler, istilalar ve ticaret yoluyla birbirlerinden etkilenmişlerdir. Son zamanlarda da teknolojik gelişmelerin dilleri birbirine yakınlaştırdığı görülmüştür.   Yani esas problem, bir dile başka dillerden yabancı kelimeler girmesi değil; her dilde mevcut olan MİLLİ HİSS'in korunabilmesidir. MİLLİ KİMLİK ve KÜLTÜR'ün kaybolmamasıdır.   ATATÜRK bu basit gerçeği farkedince, "ayıklama" faaliyetinden tamamen vazgeçti!..(1935) Bu sefer kendisi "uyduruk dil"cileri ayıkladı!.. Dilden atılmış olan pek çok TÜRKÇELEŞMİŞ KELİME'nin de tekrar kullanılması için emir verdi. İşte ölümünden az önce yayınladığı mesaj: - "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurları taşıyan kahraman TÜRK ordusu!.." - "Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, CUMHURİYET'in bugünkü feyizli devrinde de vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur!.." (29.10.1938)

Page 29: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Şimdi hangisi ATATÜRK'ÜN DİL İNKILABI'na uygundur, siz söyleyin... Elbette ki son vardığı nokta!.. Peki, bunu gözlerden saklayıp insanımıza diğerini yutturmaya kalkanlar, acaba ne gibi bir amaç gütmekteler?..Bilen var mı?   ATATÜRK, TÜRK DİLİ'nin güzelleşmesi hususunda GÜNEŞ DİL teorisinin en büyük vasıta olacağı ümit ve inancında idi. DİL çalışmaları bu sefer bambaşka bir heyecanla yeniden başladı. GÜNEŞ DİL teorisi, DİL TARİH COĞRAFYA fakültelerinde okutulmaya, müspet yönde yeni dilciler yetişmeye başladı... Ancak bu faaliyetten sonuç almaya ATATÜRK'ün ömrü vefa etmedi.   1938'de onun ölümünden sonra, köşe bucağa sinmiş olan uydurukçular tekrar sahneye çıktılar ve "GÜNEŞ öldükten sonra TEORİSİ mi kalır?" diyerek mel'un faaliyetlerine yeniden başladılar!... ATATÜRK'ün yaptığı her müspet şeyi yıkmayı huy edinmiş olan İNÖNÜ, onları destekledi. Sonuçta eski "uydurma öztürkçeci" zihniyet hortlayarak, TÜRKÇE'yi bugünkü tanınmayacak haline getirdi.   İşin en acı tarafı da, İsmet Paşa'nın ve çömezlerinin bunu "atatürkçülük" olarak yutturmalarıydı!.   Bu dümen hala da sürmektedir. Son olarak Cumhuriyet Yayınları'ndan ATATÜRK VE ULUSAL DİL adlı kitapta Prof. Dr. Şerafettin Turan ATATÜRK'ün tavrını 1934'e kadar anlatmakta, 1935'den sonrasını "es" geçmektedir!..(1998) Hatırlatalım ki, dünyadaki en zengin dil, 1.000.000 kelime ile İNGİLİZCE'dir. Ancak İNGİLİZLER "dillerinin %80'inin başka dillerden alınma kelimelerden oluştuğunu" iftiharla söylerler. Bu kelimeler arasında TÜRKÇE'den alınma YOGURT; Arapça'dan alınma KISMET, CARAVAN (KERVAN); ESKİMO dilinden alınma IGLOO, PARKA; KIZILDERİLİ dilinden alınma TOMAHAWK, MAKOSEN de vardır. İngiltere'deki LONGMAN kuruluşu bütün dünya dillerinden oluşturduğu 30 milyonluk kelime arşivi ile övünür!.. Öte yandan Alman, Arap ve Fransızlar da 500.000 kelimelik sözlükler oluşturmuşlar ve bunu DİL DEVRİMİ saymışlardır. Aynı tarihlerde bizim TÜRK olmayan o "dilsiz" kurum ise, ATATÜRK'e ihanet ederek konuştuğumuz lisanı 26.000 kelimeye düşürüp, aşiret diline indirgemiºtir.   Her konuda BATI'yı taklitte pek hevesli olanların, iş DİL bahsine gelince onlara tamamen ters davranmasının sebebi, acep ne ola ki?.. Bütün bu hainlik "atatürkçülük" adına, onun külliyen vazgeçtiği "öztürkçecilik" olarak yapılmıştır.   Ama nasıl yapılmıştır?.. ARAPÇA, FARSÇA KÖKENLİ kelimeler kıyasıya budanırken, İNGİLİZCE, FRANSIZCA, ALMANCA, hatta ERMENİCE kelimeler dile doldurulmuştur. Ve hatta YABANCI TAKILAR, GRAMER KURALLARI sun'i bir tarzda dile yedirilmeye çalışılmıştır. Yani TÜRKÇE'miz bir yandan fakirleşirken, bir yandan da dejenere edilmiştir.   Misal verelim... Şimdi yazımızda "misal" dedik... "Emsal, mesela, timsal" gibi diğer önemli kelimelere de bağlı olan bu kelimenin yerine konan, ÖRNEK ve ÖRNEĞİN kelimelerinin ERMENİCE'den aynen alındığını biliyor muydunuz?.. Aslı ORNAK ve ORNAGİN'dir!..

Page 30: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

  Peki ya ASKERİ, MEVZİİ, AN'ANEVİ kelimelerindeki uzatmalı "İ" takısının yerine kabul edilen SAL takısının (asker-sel, onur-sal) FRANSIZCA ve İNGİLİZCE'deki AL takısından (international, sensational) olduğunu hiç düşünmüş müydünüz?.. Halbuki ORTA ASYA TÜRKLERİ yüzyıllardan kullanılan bu yabancı eki atmamışlar, yalnız İY diye uzatmışlardır. (ASKERİY, TARİHİY gibi) Zaten eski yazı ile öyle yazılırdı. Peki, her şey bitti mi?.. TÜRKÇE öldü mü?.. Elbette ki HAYIR!..Şu anda dahi yapılabilecek çok şey vardır ve dilimizin kısa zamanda ATATÜRK'ün istediği seviyeye gelmesi mümkündür. Şöyle ki: 1-En kısa zamanda 150.000 kelimelik bir ANSİKLOPEDİK SÖZLÜK yayınlanmalıdır!   Bu sözlüğe ATATÜRK ve MEHMET AKİF'ten başlayarak son 500 yılda yaşamış olan bütün şair ve edebiyatçılarımızın kullandıkları kelimeler; KÖKLERİ, GRAMER AÇIKLAMALARI, İMLA İŞARETLERİ ve ÖRNEK CÜMLELER ile birlikte konulmalıdır.   Kelimelerin birbiri ile farkı mutlaka belirtilmelidir. Mesela AL-KIZIL-KIRMIZI hangi tonları gösterir, ŞEREF-HAYSİYET-İZZETİNEFİS-GURUR-ENANİYET ve hemen hepsi için kullanılan İNGİLİZCE-FRANSIZCA'dan aşırma ONUR (HONOR) kelimesi hangisine denk gelir, gösterilmeli, birbirleriyle karşılaştırılmalıdır.   Tam 60 yıldır faaliyette olan o TÜRK OLMAYAN DİLSİZ kurum böyle bir ansiklopedik sözlük meydana getirmeyi ATATÜRK'ten sonra hiç mi hiç düşünmemiştir.   İşin acıklı yanı, bu kurumun, dolayısiyle DEVLET'in böyle bir sözlüğü yoktur ama, PARS(AK) TUĞLACI(YAN) adlı bir ERMENİ vatandaşımız 120.000 kelimelik bir OKYANUS ANSİKLOPEDİSİ yayınlamıştır!.. Bunu da çok az kimse bilir.   Aslında bu sözlük hemen hemen hazırdır. ATDTK'nın 1980'den sonra bastırttığı 60.000 kelimelik sözlük, Ferit Develilioğlu'nun 75.000 kelimelik Osmanlıca Sözlüğü ve Parsak Tuğlacıyan'ın Okyanus Ansiklopedisi birleşince, ortaya belki 200.000 kelimelik muazzam bir eser çıkacaktır. Önemli olan, dediğimiz karşılaştırma ve açıklamaların eklenmesidir.   2-Bu ansiklopedik sözlük 5 yıl içinde 500.000 kelimeye ulaştırılmalıdır. Bunun için de temel hazırdır. Eski TÜRK Dil Kurumu zamanında kişisel gayretler ile meydana getirilmiş olan DERLEME SÖZLÜĞÜ ve TARAMA SÖZLÜĞÜ'nden yararlanılabilir.   Ancak bu sefer içine bütün TÜRK LEHÇELERİ'nde kullanılan kelimeler de alınmalıdır. Zaten onların girmesi ile sözlük belki 1.000.000 kelimeye ulaşacaktır.   Yalnız burada kendimizi sadece ÖZBEK, KIRGIZ, TATAR, AZERİ, KAZAK, TÜRKMEN lehçeleri ile sınırlamamamız gerekir. Mesela TÜRKÇE'deki KAYIK kelimesi KANADA ESKİMOLARI'nca KAYAK biçiminde kullanılmaktadır. Halbuki TÜRKÇE'de KAYAK kışla, karla ilgili bir sporun aletidir. Ama ikisinde de hareket noktası KAYMAK fiilidir, ESKİMOLAR onu suda, biz ise karda kaymak olarak almışız. Bu kelimenin kökü TÜRKÇE'dir. Üstelik bizim KONUK dediğimiz misafire ORTA ASYA TÜRKLERİ "KONAK" der. Yani değişim kuralı aynıdır.  

Page 31: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

ESKİMOLAR ayrıca yaşadıkları tabiat şartlarına uygun olarak KAR karşılığı 40'a yakın kelime kullanmaktadırlar. Bunlar da sözlük kapsamına alınmalı, kökleri incelenmeli, TÜRK boyları arasında benzer kelimeler olup olmadığı araştırılmalıdır.   Mesela KÜRT, TÜRKÇE'de KALIN KAR TABAKASI demektir. KÜRDİSTAN, 1000 yıl önce böyle kalın karlarla kaplı Güneydoğu dağlarına verilen addır. Sonradan o karlı tepelerde yaşayan bazı göçebe aşiretlerin adı KÜRT olmuştur. Şimdi eğer ESKİMOLAR'da KÜR-KÜRT kelimeleri karla ilgili ise, KÜRTLER'İN TÜRK KÖKENLİ OLDUĞU bir kere daha kesin olarak ortaya çıkmış olur.   3-Aynı dönemde TÜRKÇE-ÖZBEKÇE, TÜRKÇE-KIRGIZCA gibi karşılaştırmalı ve dilbilgisi açıklamalı sözlükler hazırlanmalıdır.   4-TÜRK İNSANI sözlük kullanmaz. Buna alıştırılmamıştır. Onun için de ifadesi bozuktur. Öyleyse okullardaki TÜRKÇE ve KOMPOZİSYON ve HİTABET dersleri mutlaka bu alışkanlığı vermeli; TÜRKÇE ders kitapları en azından okullarda öğretilen kelime sayısını 10.000'e çıkartmalıdır. Kompozisyon ödevleri mutlaka öğrencileri "zengin bir dille yazmaya" zorlayacak tekilde düzenlenmelidir.   5-Yeni oluşturulan ATATÜRK TÜRK DİL VE TARİH KURUMU ödüllerinin "en zengin dille" yazılmış "anlaşılır" eserlere verilmesi şarttır. Radyo-televizyon konuşmalarında da bu husus teşvik edilmelidir.   6-Hepsinden önce ATATÜRK'ün GERÇEK DİL DEVRİMİ'nin ne olduğu üniversite ve basın-yayın mensuplarına, yazarlara anlatılmalı, okullarda öğretilmelidir. Öyle her aklına esenin televizyona çıkıp DİL konusunda ahkam kesmesi önlenmelidir.   7-Yine bu pıtrak gibi ortalığı sarmış olan radyo ve televizyon kanallarında görev yapan bütün sunucu, haberci ve spikerler mutlaka RTÜK tarafından TÜRKÇE ve KONUŞMA sınavından geçirilerek göreve başlatılmalı, hata yaptıklarında kendilerine ve yayın yapan kanala ceza verilmelidir.   Nasıl ehliyetsiz şoförler araç kullanamıyor, diş teknisyenleri diş çekemiyor, sınavda başarılı olmayan, avukatlık stajı yapmayan, hukuk mezunu bile olsa, hakim tayin edilmiyorsa; böylelerinin halkın sağlığına ve adalete zarar vereceği düşünülüyorsa; aynı şekilde TÜRKÇE ve KONUŞMA sınavını veremeyenler de spikerlik, sunuculuk yapamamalı, halkın DİL'ini bozmamalıdır. (Örnek verelim: HBB kanalındaki haber spikeri "Tony Blair Lordlar Kamarası'ndaki asilerin yetkilerini daraltacak" dedi... Hatun daha "asil" ile "asi"nin farkını bilmiyor!   Sanatçı diye geçinen şarkıcı-türkücü takımının, dizilerde rol alanların dili bozmalarına izin verilmemelidir. Bozuk ifadeli şarkılar türküler yayına sokulmamalıdır. (Örnek mi istersiniz?.. Verelim: Mirkelam'ın "aşkın diline düşmüşüm" mısraı... Aşkın diline düşülmez, aşk yüzünden halkın diline düşülür...İbrahim Tatlıses'in "geçen Cuma gelecektin, aylar geçti, gelmedin," beyti...Geçen Cuma'dan bu yana olsa olsa 7 gün geçmiş olabilir. İki Cuma arasında aylar olamaz ki... Halbuki, "günler geçti, gelmedin," dese her şey hallolacak!..)   8-Gazeteci takımı bilhassa haber başlıklarında TÜRKÇE'yi doğru-dürüst kullanmaya mecbur edilmelidir. Bunun için TÜRKÇE ve KOMPOSİZYON sınavından geçmeyenlere

Page 32: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

en basit basın kartı bile verilmemeli, yazı yazma imkanı tanınmamalıdır. (Hatalardan örnek mi istersiniz?.. Verelim: "şok haber, şok açıklama"... Şok bir haldir,, durumdur, koma gibi... Koma haber olmazsa, şok haber de olmaz... Doğrusu "Şok edici haber"...Bir tane daha: "Adamı infaz ettiler"... Adam infaz edilmez, hüküm infaz edilir, yani karar yerine getirilir...   DİL hususunda daha çok söylenecek şey var. Hepsini ayrı bir bölümde EK olarak sunacağız.   YARARLANILAN KİTAPLAR - Atilla İlhan, Hangi ATATÜRK? - ATATÜRK ve TÜRKLÜK, TÜRK Standartları Enstitüsü, 1994, Ankara - Nutuk - ATATÜRK, Söylev ve Demeçler 1-5, Türk Tarih Kurumu - ATATÜRK İlkeleri ve İnkılap Tarihi 1-2, YÖK Yayınları - Agah Sırrı Levend, TÜRK Dilinde Gelişme ve Sadeleştirme Evreleri, TDK - İbrahim Necmi Dilmen, Güneş Dil Teorisinin Ana Hatları, 1936 - İbrahim Necmi Dilmen, TÜRK Dil Bilgisi Dersleri 1-2, 1936   Kaynak: http://groups.google.com.tr/group/cihan-turk-olsun/web/trk-dili-inkilabi?hl=tr(Cuma, 26 Eylül 2008)-----------------Defolu 'Piyasa Türkçesi' Üzerine Durmuş HOCAOĞLU

Yeniçağ Gazetesi / 21.07.2008 PazartesiOkuyucularımdan gelen mektuplara sütunumda cevap verme alışkanlığım yoktur, prensip olarak doğru da bulmam, ama bunu nâdiren de olsa yapmışımdır; bugün de bu nâdirattan birisini daha icrâ edeceğim, çünkü mektubun umûmu alâkadar eden bir muhtevâsı var. Şimdi ilk olarak, tam da Biz Türkler üzerine kaleme aldığım kritik denemesine biraz soluk vermeyi düşündüğüm sırada aldığım bu dikkat çekici kısa elektronik mektubu, saygıdeğer okuyucumun ismini – kendisinden izin istemeye fırsat bulamadığım için – mahfuz tutarak ve birkaç tashîhi hâricinde imlâsına dahi bir müdâhalede bulunmayarak aynen arzediyorum.  Yazınızda Türkler'in bir millet olup olmadığını irdeliyor ve Iraklara'a Araplar'a göre bir millet olduğunu ama bunun da yetersiz olduğunu ve ortada bir problem olduğunu belirtiyorsunuz. Dedikleriniz doğru ve yerinde tespitler. Ama problemi teşhis etmiyorsunuz. Dolayısıyla da tedavi mümkün görünmemektedir. Bir milleti millet yapan iki önemli öğe vardır.Bir dil ve ona bağlı olarak kültür.   İkincisi ise ruh ve yaşantı birliği.   Dilimiz 1980 sonrası öylesine bir abluka altına alındıki bir yandan Arapça Farsça kelimeler ve tamlamalar diğer yandan Batı züppeliği ile İngilizce kelimeler ve bunların paralelinde bozuk ne olduğu belli olmayan cümle kurguları.   Ruh birliğini ise tamamen Arap menkıbelerine bağladılar. Din adına bütün safsatalar ve bizim milli bünyemize uymayan öyküler ile toplum Türklük bilincinden çıkarılıp ümmet yapısına dönüştürülüyor. O kadarki Tanrı Türkü korusun söyleminden Ya Allah Bismillah Allahu Ekber diyen MHP ve yandaşları oldu.  

Page 33: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Bence sorun Türklük bilincinin oluşması için topyekün seferberliktir. 1920-40 arası bunu çok büyük hamleler ile gerçekleştiren atalarımızın kemiklerini sızlatıyoruz.   Ben Iğdırlıyım. Şiiyim. Ama Türküm Ve benim için bir şamanist bir hırıstiyan Türk kardeşimdir. Ama maalesef bir diğeri ise bir Fars Şii için TC devletine karşı çıkacak kadar Türklüğünü yitirmişse ortada gerçekten problem verdır. Ve bence Türlük yerine Arap kültürü yıllardır inşa edilmekte ve bunun en büyük vebali de MHP'nin bu günkü yöneticileri üzerindedir.   Selam ve saygılarımla.       *** Okuyucunun yazara mektup yazması, âdâba mugayir istisnâî hâller müstesnâ, bir değer atfetme olduğu gibi, fikrine iştirâk etmediği yerde bunu açıkça beyân etmesi de bir medenîliktir; mektup ilkin bu bakımdan bir ehemmiyet taşıyor ve bu müsbet bir ehemmiyet. İkincisi de, dile getirilen fikirlerde bir ehemmiyet var, ama bunlar pek o kadar müsbet değil. Şöyle ki; "millet" üzerine hiç de küçümsenemeyecek şeyler yazdığımı söylemek bir enâniyet olarak görülmemelidir; lâkin dil ve kültürün ve ruh ve yaşantının millet mes'elesindeki yerini ne ölçüde bildiğimi, sayın okuyucum görmemiş gibi davranıyor, ben de öyle yapayım. Ama ondan sonraki cümleleri görmezlikten gelemeyeceğim doğrusu: "Dilimiz 1980 sonrası öylesine bir abluka altına alındı ki bir yandan Arapça Farsça kelimeler ve tamlamalar diğer yandan Batı züppeliği ile İngilizce kelimeler ve bunların paralelinde bozuk ne olduğu belli olmayan cümle kurguları" cümlesi, içinde doğruları da barındırmakla birlikte, ondan daha fazla yanlış ihtivâ ediyor. İmdi: Dilimizdeki tahrîbat çok daha gerilere gitmektedir, ama asıl darbe 1970'lerin ortalarında gelmiştir, 1980 sonrası onun uzantısıdır. Dil ve kültür mes'elerinden hiç anlamayan "Öz-Türkçeci" Ecevit'in yükselen siyâsî popülaritesinin büyük te'sîrinin olduğu dönemdir bu dönem. Arapça ve Farsça kelimelere gelince: Bu dillerden Türkçe'ye giren ve Türkçeleşen kelimelerin tasfiyesi de yine hayli eskilere gitmekle berâber asıl o tarihten sonra Türkçe'den tardedilmeye başlanmışlardır, hâlbuki sayın okuyucum sanki bu tarihten sonra bu dillerden Türkçe'ye kelimeler ve terkipler girmiş olduğunu söylüyor; bu yanlış. İngilizce kelimelere gelince: Bir kere, diller birbirinden kelimeler, terkipler alır, bu normaldir, ama bunun akış yönü alelekser tek taraflı ise bu, hemen dâimâ yüksek irtifâlı kültürden alçak irtifâlı kültüre doğru akış olmasındandır, ve binâenaleyh, sözü edilen "züppelik" de müessîr olmakla berâber, asıl sebep, Türkçe'nin ve Türk kültürünün gücünü kaybetmesidir. Kaldı ki, İngilizce sâdece Türkçe'ye nüfuz ve hulûl ediyor değil; Batı'nın Fransızca ve Almanca gibi birinci sınıf kültür ve medeniyet dilleri de İngilizce karşısında çok bunalıyorlar. Nietzsche'nin dediği gibi, "dil, bize atalardan kalan bir mîras, bir emânettir; nesilden nesile devredilen bu emânete karşı, paha biçilmez, kutsal ve dokunulmaz şeylere karşı duyulan saygı gösterilmelidir"; doğru ama, bunun yolu, o dili dünya ölçeğinde, başa güreşecek, çok üstün evsafta bir ilim ve kültür dili hâline getirmekten geçer, hamâsetten ve/veya masa başında kelime îmâl etmekten değil. Fransızların ve Almanların bile artık İngilizce eserler vermeye başladıkları bir çağda, İngilizce'ye karşı Türkçe'nin pek bir şansı gözükmüyor ve bunun müsebbibi de İngilizler veya Amerikalılar değil, Biz'iz; yâni Biz Türkler. Açık fikrim şudur: Bugün yaygın olarak geçerli olan bu defolu "piyasa Türkçesi", bir medeniyet dili olmaya elverişli değildir.

Dil veTürkçemiz

Page 34: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

“KAMUS, NAMUSTUR” dermiş merhum Cemil MERİÇ.(1)                 LEİBNİZ  de diyor ki : “Bana mükemmel bir L İ S A N ver, sana büyük bir millet teşkil edeyim” (2)                                        *                 Prof. Dr. İlhan SEZER: BİLİM ZİHNİYETİ;                            1-Akademik ortam                            2-Fikir ve Düşünce ortamı                            3-Yayın ortamı Diyebileceğimiz üç sacayağı üzerinde oluşur ve olgunlaşır. Bu üç ayak üzerinde “BİLİM” in pişirileceği “SAC” ise  “Dİ L “dir.(3)              *             Meşhur bir ASUR kralı, çok kızdığı ülke için, “VARAYIM ONLARIN DİLLERİNİ BOZAYIM DA YOK OLSUNLAR.” Demiş. (4)              *      “Çinli bilge KONFUÇYÜS : “Bir devleti yıkmak için önce dilini bozun.”(5)                              *      “Hz. Ömer, hac sırasında çeşitli bölgelerden gelen heyetler arsında dolaşır.tayin ettiği valiler hakkında şikayet varsa sorarlardı. Yine bir hac sırasında İran heyetiyle karşılaşır ve onlara fetihten sonra tayin ettiği valiyi sorar: Herkes valinin çok iyi olduğunu, zulmetmediğini, vergileri adil koyduğunu, halka nazik davrandığını söyler.      Hz.Ömer tam içi rahatlamış olacak, ayrılacakken, heyetten biri söz alarak:     -Ey Emire’l-Mü’minin! valimiz gerçekten çok iyi, ama tek bir şikayetimiz var.             Halife heyecanla, ”şikayetleri”nin ne olduğunu sorar. Söz alan İranlı der ki:    -Dilini bilmiyoruz. O da dilimizi bilmiyor.                     Hazreti Ömer hayıflanır, elini dizine vuru ve şöyle der:          -Eyvah! Ben Allah Rasulü SAV’in şöyle dediğini hatırlıyorum: “Bir topluluğun valisi, o topluluktan olur. Onu hemen değiştiriyorum. Bu rivayette asıl olan, kamu yöneticisinin etnik kökeni değil, dildir.” (6)           *      Türkçenin Cumhuriyet’ten sonra “RESMİ DİL” veya “DEVLET DİLİ” haline getirildiğini sanırlar oysa 1876 da yürürlüğe konulan ilk KANUN-I ESASİ’ (Madde:18) de bu hüküm yer almıştır. (7)                              *      GÜRBÜZ AZAK:      “DİL DÜZELMEDEN MİLLET DÜZELMEZ. Analara, babalara bakıyorum, çocuğum İngilizce öğrensin diye yırtınıyorlar…Çocuklarınıza önce Türkçe öğretin. Adam olmanın

Page 35: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

da, para kazanmanın da yolu kendi dilini bilmekten ve ana diliyle düşünmekten geçer.Yurdunu seven kendi lisanı ile kavgalı olmaz.”(8)   “Devlet’in bir dil hassasiyeti var mı?”      Sorusu bugünlerde cevaplanması zor sorulardan. Devletin dil hassasiyetini araştıran bir kimse, Devlet dilini tamim eden Resmi Gazete’de yayınlanan metinlerden sözlük çıkarabilir. “Yazar D.Mehmet Doğan böyle söylüyor; “YÜZ YILIN SOYKIRIMI” adlı kitabında (s:326) Mesela:                   1-07 Ocak 2003 tarihli Resmi Gazete’den bazı kelimeler: Premiks, antioksidiyal, modül, modüler, kompleks, solo tip otobüs (s.326)                   2-03.09.2001 tarihli Resmi Gazete: “Türk Gıda Kodeksi Fermente Sütler Tebliği…Tebliğ’de geçen kelimelerden birkaç misal: Koagule Ürün, asidofiluslu süt, konsantre fermente süt, starter kültürler, patojen v.s v.s (s.327)                   3-Sağlık Bakanlığına ait 24 Ekim 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan bir yönetmelik: “Kalıtsal Kan Hastalılarından Hemoglobinopati Kontrol Programı ile Tanı ve Tedavi Merkezi Yönetmeliği.”                   4-26.06.2004 tarihli Resmi Gazete’de bir kanun: “Optisyenlik hakkında Kanun” (anladınız herhalde, yani Gözlükçü’lük Hk. Kanun) (s.335)       Arıdır durudur, arındırdık falan demeyin İngilizce’de sadece (A) harfinde 200 den fazla Arapça, Farsça, Türkçe kelimeyi Mustafa ÇALIŞKAN adlı gayretli bir araştırmacı tespit etmiştir. (s.352) (9)                   YANLIŞ KULLANIMLAR       Nedret  SELÇUKER diyor ki:”Güzel Türkçe, güzel imladan oluşur.”(10) İmla ve yanlış kullanımların elbette dili çirkinleştireceği açıktır. Bu konuda yazılacak çok şeyler var ama, birkaç misalle açıklık getirelim: İkindi namazına (Namazını) müteakip Bir gazete “Hac FARAZİYESİ” diye yazıyor.(aslı Hac farizası) Hakkında “müzakere” çıkarılan sanık. (aslı müzekkere) “Genel Kurmay Başkanlığı, gazeteci Sedat SERTOĞLU’na bir yazı göndermiş ’yapılacak değerlendirmelere müteakip’ diye bir cümle var, sanırım, ‘yapılacak değerlendirmeleri müteakip veya ‘müteakiben’ demek istemiş olmalılar…Özür dilenmiyor,’herkes çok üzgün’… İnsanlarımız garip bir kuş dili konuşur oldular. İletişim sektörü bu konuda en büyük sorumluluğu taşımaktadır. Dilimize ve kalemimize dikkat etmeliyiz.”(11) Prof. Mehmet AYDIN:  “..Sabahleyin kalkıyor, bey kahvaltıyı hazırlıyorsa, “HAYATIM Kahvaltı hazır!” demek ayrıdır. “YAŞAMIM! Kahvaltı hazır!” demek ayrıdır. …Anadolu’da “ŞART OLSUN” kelimesi çok ciddi kelime.”KOŞUL OLSUN! Dedi mi kendi bile inanmaz.“ (12)   Hikmet ÇETİNKAYA’nın yazısından bir taziye: “Nurettin SOYER 65 yaşında öldü… Onuruyla yaşadı. IŞIK İÇİNDE YATSIN!..( Işık içinde yatsın deyince Türkçe mi yazmış olunuyor?) (13) TRT-4   25.10.1999 –saat:10.24 alt yazı: ŞEHREDEMEM (şerhedemem) HALİMİ. Arkadaşınızla vedalaşıyorsunuz:      -Kendine iyi bak(!) deyip ayrıla bilirsiniz.Yerine ve kişisine göre şunları       söylemek de mümkündür:                  - Selametle! Güle güle ! Devletle! Uğurlar olsun! Allah’ emanet ol! “TBMM’ de bütçe görüşmeleri. Kürsüde Hatip, bütün memurları kastederek “MEMUREYN“ dedi. Merhum AKİF:   - Ne memureyni Efendi! MEMURİN’dir o. Eğer, memureyn olsaydı, şekerle       beslerdik. (Memureyn demek bilindiği üzere 2 memur demek) (14)  

Page 36: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

    TÜRKÇE VARKEN NEDEN YABANCI?      “Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN: “Kendi “DİL” ini, dilinin nüanslarını, Türkçe’nin tarihi ifade zenginliğini bilmeyen kişilerin dünyaya açılması da, bilimsel düşünmesi de, bilim zihniyetine sahip çıkması da zordur.”(15)                              *      “Roma senatosunda İmparator, sert bir hitabede bulunuyor. Bir ara senatörler arasındaki otoritesini denemek için, cümleler arasına UYDURUK yabancı bir kelime sıkıştırıyor. Bu yabancı kelimeyi birkaç defa tekrar ediyor. Senatör Marceellus’un haykırışı salonu çınlatıyor:      - SEZAR! DİLİMİZE SAYGI GÖSTER !      Bu haykırış karşısında KAPİTO isminde saray mensubu bir dalkavuk:      - Marcellus! diyor. Evet bu kelime memleket dilinden değildir. Madem Roma İmperyumunun şanlı sahibi Sezar’ın ağzından çıkmıştır, artık memleketli olmuştur.      Salona ağır sükutu Marcellus’un sesi tekrar yırtıyor;      - KAPİTO yalan söylüyor! Sen değil bir kişiye, istersen bin kişiye Roma vatandaşlığı verir, onları Romalı yaparsın.Amma bir tek yabancı kelimeyi, dilimize sokamaz.Romalı yapamazsın…      İşte Romalıların uzun süre devletine sahip çıkışlarının hikmeti. (16)              *      Mehmet Y.YILMAZ:      “İngilizce kelimeleri artık neredeyse Türkçe kelimeler gibi günlük hayatımızda rahatlıkla kullanıyoruz. Bununla da kalmıyor, İngilizce mantığıyla Türkçe konuştuğumuz bile oluyor.(17)                *      Yüksek Mühendis Cafer TANIĞ: “Türkiye’de “hayat“ kelimesini bilmeyen ve anlamayan var mıydı ki “yaşam”ı getirdiniz.”Dilimizi öldürdüler”.(18)                               *      Toplantı yerine “Miting”      Bin yıl yerine milenyum      Hazır ev yerine, prefabrik (aslı prefabrike)      Polis anonsunda: “Burada durma yapılmaz!” biraz ilerde park yapılmaz levhası.      “oto eleştiri” otomobil eleştirisi mi acaba? “özeleştiri” demek istenmiş.                              *      ”Türkçe eğitime benden de OKEY!”   TRT- FM-  15.06.2001 - saat:14.46                              *              “Umarım diyenle, inşallah diyen,        Allah’a ısmarladık ,diyenle; bye bye-çav-diyen insanların        aynı zihin ve kalb evrenine ait olmadıklarını iddia edebiliriz.”(19)                              *      “Bir dokun,bin aah dinle kase-i fağfurdan”

Page 37: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

            Merhum AKİF’i, Baki’yi, Fuzuli’yi yabancı gibi okumamak için küçük alıntılarla bir durum değerlendirmesi yapmaya çalıştık. Bilmem anlatabildik mi?   (Ahmet Yaşar ÇAKMAK-18.03.2008 Tavşanlı)  Fatih OKUMUŞ –Gerçek Hayat-   sayı:31-  sayfa:15 Zaman – 12-Ocak- 1999 Ahmet.Yesevi Üniversitesi Haber Bülteni-sayfa:8 sayı:10- Eylül 1999 Gürbüz AZAK- Dünyayı Ölüler Yönetir- s.141  - Aralık 1997 Türker ALKAN -  11.12.1999  - RADİKAL Ali BULAÇ – 21.Kasım 2000 -  Zaman D.Mehmet DOĞAN-Yüzyılın Soykırımı – s.319 1.şubat 2006 Gürbüz AZAK – Dünyayı Ölüler Yönetiyor- s.153 D. Mehmet DOĞAN -Yüzyılın Soykırımı –İstanbul Şubat 2006.  15.12.2000-MORAL FM- saat:08.20 Türker ALKAN -11.12.1999-RADİKAL- İslam’ın Işığında KADIN-Türkiye Diyanet V. yayınları:286 s.22,23) Cumhuriyet-  24.09.1998 A.TURAN ALKAN-     14.11.1996   - ZAMAN Ahmet Yesevi Üniversitesi Haber Bülteni-sayı:10 sayfa:8- Eylül 1999 FEDAİ – cilt:3 sayı:34 Sayfa.13-  Eylül- 1966 12.11.1999   -   RADİKAL Gürbüz AZAK-Dünyayı Ölüler Yönetiyor- s.139 Fatih OKUMUŞ- Gerçek Hayat- sayı:31 - sayfa 15-  Mayıs 2001------------- Türkiye İçin Bir Felaket Senaryosu: Yabancı Dille Öğretim

Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk Milli Devriminde izlenen eğitim politikaları ülkemiz açısından çok önemliydi. 1) YABANCI DİL ÖĞRENMENİN ÖNEMİ Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Türk Milli Devriminde izlenen eğitim politikaları ülkemiz açısından çok önemliydi. Türkiye, cumhuriyetin ilk yıllarında eğitim ve öğretimde adeta fırtına gibi esti. Ancak büyük önderin ölümünden sonra gelen devlet yöneticileri bu eğitim politikasını terk ederek, taklitçi ve ezberci eğitim sistemini ön plana çıkardılar. Kuşkusuz bu taklitçiliği geniş bir bakış açısıyla değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu taklitçilik ve eğitim anlayışını cumhuriyetin temel kazanımlarına karşı gerçekleştirilen “karşı devrim” sınırları içerisinde görebiliriz. Yabancı dil bilmenin yararları tartışılamayacak kadar çoktur. Kuşkusuz yabancı dil bilmek, bilgi ve düşünce alışverişi açısından çağımızın olmazsa olmazlarındandır. Yabancı dil bilmek demek; yeni ufuklar, yeni düşünceler demektir. Yabancı dil öğrenen bir insan, başka ülkelerin kültürleriyle iletişim kurar. Yabancı ülkelerin kültürlerinden alacağını alır, yine o kültürlere vereceğini verir. Çağdaş uygarlığın gereği olarak okullarımızda iyi düzeyde en az bir yabancı dil öğretmek zorundayız. Ancak ne yazık ki çağdaş öğretim yöntemlerini olumlu bir biçimde uygulayamadığımız gibi, yabancı dil öğrenimi ve nitelikli bir eğitimi gerçekleştirebilmiş de değiliz. 2) YABANCI DİLLE ÖĞRETİM NE DEMEKTİR? Yabancı dille öğretim konusunu tartışmaya açarken bir konunun da altını çizmek durumundayız. Çünkü ülkemizde pek çok kavram kargaşası yaşandığı gibi bu konuda da bir kavram karmaşası yaşanmaktadır. Yabancı dille öğretim konusu tartışmaya açıldığı zaman; “Yabancı dil öğrenmeyelim mi?” sorusu ortalıkta dolaşmaya başlıyor. Karşı

Page 38: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

çıktığımız nokta asla ama asla yabancı dil öğrenilmesi konusu değildir. Elbette ki bilginin dönüşümü ve kültürel gelişimimiz için yabancı dil öğrenmek zorundayız. Buna hiçbir şekilde itirazımız yoktur ve olamaz. Yabancı dil öğrenmek başka şey yabancı dille öğretim yapmak ise çok farklı bir şeydir. Yabancı dille öğretim; okullarda matematik, fizik, kimya gibi temel bilim dersleri ve de yüksek öğretimde bölüm derslerinin yabancı bir dilde anlatılması demektir. Yani örnek verecek olursak, bir Türk öğretmenin Türk öğrencisine İngilizce olarak matematik dersini anlatması demektir. Konuyla ilgili merhum şairimiz ve yazarımız Attila İlhan’ın çok güzel ve açık bir biçimde ifade ettiği TRT’deki izlencesinde(program) yaptığı konuşmaya dönelim: “Tartıştığımız konu, Türk öğrencileri, Türk aydınları yabancı dil öğrenmesin konusu değildir. Yabancı dil öğrenilmesine bir itirazımız yok. Hepimiz elbette yabancı dil öğrenmek zorundayız. Ben yabancı dil öğrenmeseydim birçok şeyi bilemeyecektim. Çünkü kitaplar Türkçeye çevrilmiyordu. Bu bakımdan yabancı dil öğrenmek ayrı bir şeydir. Yabancı dille öğretim yapmak çok farklı bir şeydir. Yabancı dille öğretim yaptığınız takdirde büyük ölçü de kitaplar yabancıdır. Yabancı kitaplar ise size kendini kabul ettirir. Bu kitaplar vasıtasıyla yabancı bir kültürün zararlı boyutları size aşılanır. Ve siz kendi ülkenize yabancılaşırsınız. “1 3) YABANCI DİLLE ÖĞRETİMİN YARATTIĞI SORUNLAR Milli olmayan eğitim anlamına da gelen Yabancı Dille Öğretim sisteminin ülkemiz ve toplumumuz açısından yarattığı kısa ve uzun vadeli sorunlar mevcuttur. Bu sorunları maddeler halinde belirtme de fayda var: a) Yabancı dille öğretim tek taraflı olduğu için ruhsuzdur, ezbercidir. Öğrenci sadece dinleyici, sınıflar sessiz ve öğretmen öğrenciye yabancıdır. Öğretmen ile öğrenci kavrama yönünden sorunlar çıkmaktadır. b) Yabancı dille işlenen derste öğrencinin derse uyum sağlaması zordur. Çünkü bir öğrenci kendi anadilinde bile zor anladığı bir dersi tam olarak bilmediği bir dille öğrenmek durumunda kaldığı için dersi öğrenemez. c) Yabancı dille öğretim, öğrencinin öğrenme isteğini, bilime ilgisini ve kendine güvenini yitirmesine; toplumsal düzeyde ise ulusuna, devletine, anadiline, ekinine olan güvenini ve bağlılığını yitirmesine yol açmaktadır. ç) Yabancı dille öğretim ulusal kimliğimizden gittikçe uzaklaşan, düşünemeyen, kendini geliştirmekten yoksun, özenti, taklitçi bireyler yetiştirdiği gibi beyin göçünü körüklemekte ve Türkçenin gelişmesini engellemektedir. d) Yabancı dilde okuma ve anlama hızı, anadile göre daha yavaştır. Yabancı dille öğretim görmekte olan öğrencilerde bu hız, anadiline göre 3–5, giderek 6–8 kat daha yavaş olabilmektedir. Bir öğrenci için bu yavaşlık, onun bütün öğrenme isteğini ortadan kaldıran bir işkence’ye dönüşebilmektedir. e) Türk öğretmenin Türk öğrencilere, İngilizce konuşarak ders öğretmeye çalışması, sınıfı, gerçeküstü saçma bir kara güldürünün oynandığı bir tiyatroya dönüştürmektedir. Bu durumda, öğretmenin dersi anlatmadaki başarımı (performansı) da, öğrencinin anlamadaki başarımı da her birinin yeteneklerinin ancak bir bölümüyle gerçekleşebilir. Bu başarımın %70’er olması durumunda öğretimde toplam başarım yarıya, %50’şer olduğunda ise dörtte bire düşmektedir (0,5 x 0,5 = 0,25). Bu yüzden birçok okulda, İngilizce başlayan ders, yasak savar gibi bir süre yabancı dilde anlatıldıktan sonra, bir soru yüzünden ya da başka bir nedenle iletişim Türkçeye kayar kaymaz, bütün öğrencilerin “uyandıkları” gözlenmekte; ders, ancak o zaman başlamış olmaktadır. f) Yabancı dille öğretim ile öğrenci öğrenmek istediği yabancı dili de tam anlamıyla öğrenememektedir. Üstünkörü olarak yabancı dil öğrenmektedir.

Page 39: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

g) Matematik dersinde öğretebildiğimiz yabancı dil birikimi (örneğin sözcük sayısı), doğrudan yabancı dil dersinde öğretmemiz gerekenin 1/30’unu geçmemektedir. Çünkü yabancı dille öğretim, bir yabancı dil öğretme yöntemi değildir. ğ) Bu öğrencilerimizden birçokları da yabancı dille öğretim düzeninde gördükleri baskı, kurslarla, özel öğretmenlerle günde 2-3 vardiya çalışma zorunluluğu nedeniyle oyun, spor, dinlenme, arkadaşlık ve toplumsal ilişkiye zaman bırakmayan bir yaşamın çıkmazında, ruhsal dengelerini yitirmekte, bunalımlar geçirmekte, yaşam boyu başarısızlıklara sürüklenmektedirler. h) Yabancı dille öğretim uzun vadede Türkçenin yok olmasına neden olacaktır. 4) ANA DİLDE ÖĞRETİM NEDEN ÖNEMLİDİR? Kişinin anadili dediğimiz dilin çok iyi öğrenilmesi, ileride bu kişinin öğrenmek istediği yabancı dilinde çok iyi öğrenilmesine olanak sağlar. Dilin düşünce ile sıkı bir bağı vardır. İnsanoğlu dünyaya geldiği günden itibaren doğasında olan merak içgüdüsünden kaynaklanan gerekçeler ile çevresinde olup bitenlere duyarlılık gösterir. İlk nefes alıştan itibaren çevresinde duyduğu, gördüğü, tattığı ve işittiği her şeyi belleğine kaydeder. Zamanla bunları öğrenir. Etrafındaki eylem ve duruşu işitselliği vasıtasıyla belleğine kodlar. Bu ilk kodlama insan için çok önemlidir. Bu kodlama gerçekleştikten sonra kişinin anadili oluşur. Kişi kavramlara ve eyleme artık anadilinde kodladığı sözcükler ile tepki verir ve bu dil ile düşünür. Daha sonraki yıllarda genellikle çok iyi düzeyde yabancı dil öğretilse bile kişi düşünmeyi yine anadili ile sağlar. Etrafından işittiği yabancı bir tepkiyi öğrendikten sonra bunu anlamak için beyninde bu kavramın karşılığını anadiline çevirir. Daha sonra anadili ile düşünür ve anlatacağı olayı yabancı dile çevirerek karşısındakine aktarır. Şu bilinmelidir ki “bir kişinin birden fazla anadili olamaz.” Anadilini iyi öğrenmeyen kişiler yabancı dili de iyi öğrenemezler. 5) YABANCI DİLLE ÖĞRETİMİN DÜNYADAKİ ÖRNEKLERİ Yabancı dil öğrenmek, kuşkusuz her ülke için bilgi çağının gereklerindendir. Bu yüzden pek çok ülke yabancı dil öğrenimine önem vermiştir. Ancak uygar ve bağımsız olan uluslar “Yabancı Dille Öğretim” sistemini kendi ülkelerinde uygulamamaktadır. Uygar ve gelişen uluslar hiçbir şekilde anadillerinden vazgeçmemektedir. Bağımsız olan uluslar, yabancı dil öğrenimini en iyi biçimde gerçekleştirmek için öğrenim teknikleri geliştirmektedirler. Görsel ve işitsel yabancı dil öğrenim teknikleri ile çok iyi düzeyde yabancı dil öğrenmektedirler. Eğitimlerini de anadillerinde yapmaktadırlar. Ülkesinde her alanda dilini koruyan ve eğitimini anadili ile yapan Çin gibi ülkelerin gelişmesi ortadadır. Amerikan şirketleri, Çin ile ticaretini geliştirmek için Çince bilen yöneticiler aramaktadır. Görüldüğü gibi bir ülkenin gelişmişliği ancak kendi benliğine ve diline sahip çıkması ile mümkündür. Hindistan bile sömürgelikten kurtulduktan sonra anadilde eğitime geçmeye başlamıştır. Hindistan’da eğitim sisteminde anadile geçiş ile büyük bir gelişme gerçekleşmiştir. Dünyada yabancı dille öğretim sistemini uygulayan ülkelerin tamamı sömürgeleşmiş ülkelerdir. Yabancı dil öğretimini en az bir evrenkentinde (üniversitesinde) uygulayan ülkelerin listesini verelim:

Üniversitelerinden En Az Birinde Yalnız İngilizce Eğitim Yapılan Ülkeler :

Ülke İngilizceyle Eğitim Yapan Bilimkent (Üniversite) Sayısı / Toplam Bilimkent  Sayısı

  Bilimkentlerde İngilizceyle Eğitim Gören Öğrenci Sayısı ile Yüzdesi

Nijerya 24 / 24   40.000 , %100 Kenya 5 / 5   40.000 , %100 Etiyopya 2 / 2   21.000 , %100

Page 40: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Gana 3 / 4   19.000 , % 99 Uganda 2 / 3   6.900 , % 97 Tanzanya 2 / 3   4.300 , % 53 Filipinler 23 / 55   230.000 , % 36 Hindistan 33 / 140   1.200.000 , % 19 Arnavutluk 1 / 4   1.700 , % 12 Pakistan 11 / 21   30.000 , % 11 Mısır 2 / 13   40.000 , % 5 Sudan 2 / 8   2.200 , % 4 Bangladeş 1 / 9   1.300 , % 2 Bulgaristan 2 / 17   2.900 , % 2 Macaristan 1 / 20   450 , % 0,4 Buradan çıkarmamız gereken sonuç ise, anadilin bilimsel gelişimde ne kadar önemli olduğudur. Büyük hızlanmalar yaşayan uluslar kendi benliklerine ve dillerine sahip çıkarak önemli aşamalar kaydetmekteler. 6) YABANCI DİL NASIL ÖĞRENİLEBİLİR? Yabancı dil öğretimi tüm uygar uluslarda olduğu gibi, yabancı dil dersleri ile yapılmalıdır. Yabancı dil öğreniminde görsel ve işitsel öğrenme teknikleri ile yabancı dil öğrenilmelidir. Bu yöntemi baskıcı bir unsur olarak uygulamayan ve ilköğretimden itibaren ulusun varlığına korumak içgüdüsü gereği yurttaşlarına eğitim sisteminde ulusal çıkarımların gerekliliğini anlatan uluslar yabancı dil öğrenimde de başarılı olmaktadır. Buradan şunu çıkarmalıyız ki, sorun yabancı dil öğretim tekniğinin yetersiz olduğunda değil, yabancı dil öğreniminin gerekli olduğunu öğrencilerine aşılayamayan milli eğitim sistemindedir. 7) SONUÇ Yabancı dille öğretimin uzun vadede toplumları büyük zararlara ve bozulmalara uğrattığını tarih bize söylüyor. Avrupa kavimlerinden birisi olan “Kelt kavminin” Romalılar tarafından tarih sahnesinden silinmesinde yabancı dille öğretim yönteminin etkisi olmuştur. Keltler, yabancı dil öğretim sistemi ile önce aşağılık duygusuna kapılmış ve sonrasında benliklerini yitirmişlerdir. Dünya’da sömürge olmayan hiçbir ulusun uygulamadığı bu sistemle milletimiz büyük bir tehdit altındadır. Bu yüzden bir an önce bu sistemi terk ederek; yeniden tam bağımsız, başı dik ve onurlu bir Türkiye’nin oluşmasına katkı sağlayarak, bu topraklarda mutlu bireylerin toplumunu oluşturmalıyız. (Cumartesi, 15 Eylül 2007)Türkçe Yaşam Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Engin TAŞKIN 15 Eylül 2007 ------------Türkçe'nin Sorunları

Prof Dr Şükrü Hâluk AKALIN

Ana dilimiz Türkçe, yeryüzünün en eski ve en geniş coğrafya parçasında konuşulan gelişmiş, zengin bir kültür, bilim ve sanat dilidir. Türkçe en eski, en köklü dillerdendir diyoruz; çünkü bugünkü dillerin çoğu ortada yokken, hatta bugünkü bazı dillerin ataları sayılan diller bile ortada yokken Türkçe vardı.

Türkçe en geniş coğrafya parçasında konuşuluyor diyoruz; çünkü bugün artık Türk dili sadece Anadolu’da ve Balkanlarda değil, sadece Türkistan’da ve Sibirya’da değil; çalışmak amacıyla Avrupa’ya, Amerika’ya, Avustralya’ya giden vatandaşlarımız sayesinde dünyanın dört bucağında konuşuluyor. Türkçenin lehçeleri dediğimiz çeşitli kolları Balkanlardan Uzak Doğu’ya kadar geniş coğrafyada yazı ve konuşma dili olarak kullanılıyor. Bütün bu

Page 41: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

kollara Türk dili ailesi adını veriyoruz.

Türkçe, bugün Türk dil ailesinin en fazla konuşucuya sahip kollarından biridir. Yaklaşık 70 milyon kişinin konuştuğu Türkiye Türkçesi, sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde değil, diğer bölgelerde de konuşulan ve yazılan dillerdendir. 1980’lerin ortalarında UNESCO hazırladığı bir raporda, Türkçenin konuşucu bakımından dünyanın beşinci büyük dili olduğunu açıklamıştı. Hiç kuşkusuz, bu raporu hazırlayanlar Türk dilinin bütün kollarını, yani dil ve lehçelerini, bir bütün olarak kabul ederek bu sonuca ulaşmışlardı. Kesin nüfus sayımı sonuçlarına dayanmasa da Türk dilinin çeşitli kollarını konuşan 200 milyonu aşkın insan bulunduğu sanılmaktadır. Ancak UNESCO, daha sonraki yıllarda hazırladığı raporlarda Türk dil ailesini bir bütün kabul etmeyerek, her Türk lehçesini sıralamada ayrı ayrı değerlendirdi. Böylece Türk dilinin sıralamadaki yeri değişti. Bu durum gerçeği değiştiremez. Yaklaşık 12 milyon km2 lik bir alanda, Türk dilinin birbirine uzak veya yakın lehçeleri konuşulmakta, yazı dili olarak kullanılmaktadı r. Bunlar içerisinde Türkiye Türkçesi, güncel birtakım sorunlarına karşılık; kültür, sanat, edebiyat ve bilim dilidir.

Herhangi bir dilde yazılmış bir romanın Türkçeye çevirisi yapılabiliyorsa, felsefe eserleri Türkçeye çevrilebiliyorsa, Türk yazarlarının eserleri yabancı dillere çevrilebiliyorsa; Türkçe bir kültür, sanat ve edebiyat dilidir. Bilim eserlerinin yazılabildiği, çevrilebildiği, yeni terimlerin türetilebildiğ i ve her aşamada öğretimin yapılabildiği Türkçe, bir bilim dilidir. Türkçenin bilim dili olmadığı, olamayacağı konusundaki sözler bir iddiadan öte gidemez.

Türkçe gelişmiş bir dildir diyoruz; çünkü Türkçenin söz varlığı bugün 75.000’e ulaştı. Türk Dil Kurumunun 1945’te çıkardığı birinci baskı Türkçe Sözlük’te 20.000 civarında söz vardı. 1998’de çıkan Türkçe Sözlük’te ise 75.000 söz var.

Türkçe, kavramlar yönünden son derece zengindir:Akrabalı k ilişkilerimize verdiğimiz önemin sonucu akrabalık ile ilgili sözler başka hiçbir dilde görülemeyecek kadar fazladır, zengindir. Pek çok dilde bırakınız baldız, görümce, elti gibi sözlerin karşılıklarını, teyze ile halayı ayırt edecek sözler bile yoktur. Renk adlarımız, renklerin en küçük ayrıntısına kadar tonlarını verecek şekilde zengindir: Yavru ağzı, gül kurusu, gök mavisi...

Peki bu zengin söz varlığından yararlanabiliyor muyuz ?

Yararlandığımız söylenemez...

Türkçe Sözlük’ün son baskısında madde başı olarak 75.000 söz var dedim. Ne yazık ki bu söz varlığından yeterince yararlanmıyoruz. Her toplumda gündelik hayatta kullanılan söz sayısı, o dilin genel söz varlığına göre düşüktür. Ancak, yapılan araştırmalara göre Türkiye’de bu oran çok daha düşük. Sokaktaki insanın söz varlığı elbette onun dünyasına göre olacaktır. Ama kitle iletişim araçlarının söz varlığı daha geniş olmalıdır. Birkaç yüz sözle, en fazla beş yüz altı yüz sözle, haber programları, hatta diziler çekiliyor.

Sözlük kullanma alışkanlığımız da tam olarak gelişmemiş. Sözlere kendimize göre anlamlar yükleyip kullanıyoruz. Bu durum, yalnızca yabancı kaynaklı sözleri değil, Türkçe kökenli sözleri de birbirine karıştırıp yanlış kullanmamıza yol açıyor. Söz gelişi gözaltına almak ile gözlem altına almak sözleri yerli yerinde kullanılamıyor. Bu yanlışı kitle iletişim araçları yapınca, yanlış kullanış toplumda hızla yayılıyor. Sözleri yerli yerinde bilerek

Page 42: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

kullanmak gerekir, anlamı bilinmeyen sözler için mutlaka sözlüğe başvurulmalıdır. Bunun eğitimi ilkokuldan başlayarak yapılmalı. Zaten bu işin temeli de eğitimdir. Okullarımızda Türkçe eğitimi gözden geçirilmeli ve bilişim teknolojilerinden de yararlanılarak düzenlenmelidir. Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığımıza büyük görevler düşmektedir.

Peki Türkçeyi doğru ve güzel olarak kullanıyor muyuz?

Ne yazık ki bu soru için de evet diyemeyeceğim. ..

Türkçenin kullanımıyla ilgili olarak yaşanan sorunların başında söyleyiş bozuklukları geliyor. Türkçe kökenli sözlerde söyleyiş bozukluğu fazla görülmüyor, ama yabancı kaynaklı alıntı sözlerde söyleyiş bozukluğuna sık rastlıyoruz. Bu yanlışlardan kurtulmak için kullandığımız sözün doğru söyleyişini bilmemiz gerekir. Dilimizde karşılığı bulunan sözlerin Türkçesini kullanmak da bu yanlışlardan kurtulmamızı sağlar. Dilimizde karşılığı olmayan sözleri de kullanırken Türkçede kabul görmüş ve yaygınlaşmış şekilleriyle kullanmalıyız: hâkem değil hakem; râkip değil rakip demeliyiz. Bu yanlışları radyo televizyon sunucuları yapınca yanlışlar hızla yayılıyor.

Türk Dil Kurumunun yayımladığı Türkçe Sözlük’ün 1998 yılında yapılan 9. baskısında bu tür sözlerin söylenişi de verilmiştir. Uzun söylenmesi gereken ünlüler, ince söylenmesi gereken ünlüler belirtilmiştir. Radyo ve televizyon sunucularına, spikerlerine bu konuda büyük görev düşüyor. Sunucular ve spikerler, sözleri doğru biçimlerde söylerlerse, doğru biçimler toplumda daha hızlı olarak yayılır. Özel radyo ve televizyonları n yayına başladığı ilk günlerdeki görüntü yavaş yavaş kayboluyor. Artık, spikerler ve sunucular daha özenli konuşuyorlar. Yanlışlardan kaçınıyorlar. Ancak, bu demek değildir ki kitle iletişim araçlarında Türkçe tamamen yanlışsız kullanılıyor. Türkçeyi doğru ve güzel kullanma konusunda duyarlı davrananlar çoğalmaya başladı. Önemli olan bu duyarlılığın, bu bilincin uyanmasıdır.

Günümüz Türkçesinin en önemli sorunu, yabancı dillerin, özellikle de İngilizcenin, Türkçeyi olumsuz olarak etkilemesi. İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan ve İngiliz kültürleri bütün dünya dillerini etkilemeye başlamıştı. Türkiye’de İngilizce ile öğretime başlandığı 1950’lerde Anglo-Sakson kültürünün yoğun etkisi de kendisini hissettirdi. İngilizce sadece Türkçeyi değil, başka dilleri de etkiliyordu. Fransızlar dillerini korumak amacıyla yasa bile çıkardılar. Yabancı dil öğrenme düşüncesi, zamanla yabancı dille öğretime dönüştü ve yaygınlaştı. Çocuklarımıza yabancı dil öğretelim. Hatta çocuklarımız bir değil birkaç yabancı dil bilsinler. Ama yabancı dille öğretim, yanlış bir yol. Yabancı dili yabancı dil dersinde öğretelim. Matematiği, fiziği, kimyayı gençlerimiz ana dillerinde Türkçe olarak öğrensin. İngiliz-Amerikan kültürünün etkisi sadece dilde değil, pek çok alanda kendisini gösterdi. Beslenme alışkanlıklarımızdan, giyime, müziğe kadar pek çok alanda bir etkilenme söz konusu. Ancak, en fazla dikkati çeken de dildeki etkilenme oluyor. Dilimizi olduğu kadar, diğer ulusal değerlerimizi de yaşatmak zorundayız.

Özenti ile dilimize yabancı sözlerin girişi de arttı. Türkçesi varken yabancı kaynaklı sözleri kullanmak özentiden başka bir şey değildir. Dilimizde karşılığı bulunmayan sözler için de karşılık türetmek gerekir. Türk Dil Kurumu öteden beri bu çalışmayı yürütüyor. Bugün kullandığımız pek çok sözü bu çalışmalara borçluyuz.

Yabancı dillerin etkisinin artması, Türkçenin söz varlığını, söz dizimi özelliklerini olumsuz yönde etkiliyor. Divan Oteli demek dururken Hotel Divan, Marmara Oteli demek dururken

Page 43: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

The Marmara demek, Türkçenin söz dizimi özelliklerini zorlamaktır. Son zamanlarda bir de çeviri yoluyla anlatım türü ortaya çıktı. Sözler Türkçe, ama anlatım kalıbı yabancı kaynaklı... Doğru olmayan bu kullanışlar da yaygınlaşıyor: Çay içmek, kahve içmek yerine çay almak, kahve almak; özür dilerim yerine üzgünüm gibi kullanışlar bunlara sadece birkaç örnek. Türkçenin yapısına ve mantığına aykırı bu yanlışlardan kurtulmamız gerekiyor. Türkçemize son yıllarda Batı dillerinden, özellikle de İngilizceden, bir söz akını olduğu gerçektir. Sözlerin bir bölümü teknolojiyle birlikte geldi. Yeni bulunan ve yeni üretilen aletler, ülkemize gelirken adını da birlikte getirdi: air-conditioner, disket, faks, kamera, kompakt disk, monitör, printer, radyo, televizyon, tubeless, video, walkman… Dilimizin doğal gelişmesi içerisinde bu aletlerin çok az bir kısmına karşılık bulunabilmişti: buzdolabı, bilgisayar, derin dondurucu vb... Buna karşılık yabancı kaynaklı sözlerin dilimize girişi her geçen gün biraz daha artıyordu. Yeni bulunan ve üretilen aletlerin adları girmekle kalmadı, bu aletlerin çeşitli özellikleri, parçaları, kullanıcıları ile ilgili sözler de dilimize girmeye başladı, hatta bu sözlerden fiiller türetildi: air-conditoned araba, kaset, diskjokey (kısaltılması de je olarak değil, İngilizcedeki biçimiyle söylendi: dicey), videojokey (ve je değil, vicey biçiminde söylendi), fakslamak, hardware, software, zapping, zaplamak, zoomlamak... Kısa bir süre içerisinde yabancı kaynaklı söz kullanmak bir özenti halini aldı. Günlük hayatta, çarşıda, pazarda, radyoda, televizyonda, basında, okulda, sporda kısacası her yerde yabancı kaynaklı sözler artık bilinçsizce kullanılır oldu.

Bu olumsuz duruma karşılık, daha önce söylediğim gibi toplumda Türkçe bilincini uyandırmak ve canlı tutmak zorundayız.

Dilimizin zenginleştirilmesi konusunda Türk Dil Kurumu geçmişte olduğu gibi bugün de üzerine düşen görevi yapacaktır. Dilimize girmekte olan yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar bulunması, Türkçeyi geliştiren ve zenginleştiren çalışmalardan biridir. Kültürler arası ilişkiler dillerin birbirlerinden etkilenmesi gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Mesafelerin ortadan kalktığı toplumların birbirine yakınlaştığı çağımızda, bu etkilenme daha büyük boyutlarda olmaktadır. Bu kelimelere Türkçenin kaynaklarından yararlanılarak karşılıklar bulmak ve Türkçe kökenli sözleri kullanmak, bir yandan dilimizin gelişmesine katkıda bulunulurken diğer yandan da teknolojiden, bilimden, ana dilimiz aracılığıyla yararlanmamız sağlanmaktadır.

Türk Dil Kurumu olarak , Atatürk’ün "Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. " sözünü kendimize ilke edinerek, dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarma mücadelesini veriyoruz. Türk Dil Kurumu olarak, öteden beri yabancı kaynaklı sözlere karşılıklar buluyor, bu karşılıkları Türk Dili dergisinde yayımlıyoruz. Bu karşılıklara birkaç örnek vermek istiyorum: Anchorman karşılığında ana haber sunucusu; arboretum karşılığında ağaç parkı; viyadük için köprü yol; eskort için koruma aracı; fac-similé için belgegeçer, onun kısaltılmış şekli olan faks için ise belgeç; reyting için değerlen-dirme; rantiye için getirimci; avans karşılığında öndelik; boarding card için uçuş kartı vb...

Bu sözler kitap haline de getirilmiştir. Yabancı Kelimelere Karşılıklar adındaki kitabın birinci cildi 1995’te, ikinci cildi ise 1998’de yayımlandı. Bu kitapların yayımlanmasından sonra önerilen karşılıklarla birlikte yeni baskısı önümüzdeki ay içerisinde yapılacaktır. Ancak önemli olan, bu sözlerin kamuoyunca benimsenmesi, dilimizin söz varlığı içerisine girmesidir. Burada topluma, özellikle aydın kesime, sanatçılara, yazarlara düşen görevler var. Türk Dil Kurumunun yabancı kaynaklı sözlere bulduğu karşılıkları yazarlarımız sanatçılarımız, sunucularımız benimser ve kullanırsa, bu sözler toplumda hızla

Page 44: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

yaygınlaşacaktı r. Toplumun benimsediği bir söz artık dilin malı olmuş demektir.

Çalışmalarımız, terimlerin Türkçeleşmesini de içermektedir. Terimlerin Türkçeleştirilmesi demek, Türkçe terimlerle bilim yapmak anlamına gelir. Bu da bir bilim dili olan Türkçenin daha da gelişmesini güçlenmesini sağlayacaktır. Türk Dil Kurumu olarak mühendislik bilim dallarındaki terimlerin Türkçeleştirilmesi ve bütün mühendislik fakültelerinde ortak terimlerle öğretim yapılması konusunda Mühendislik Dekanları Konseyi ile iş birliği içerisinde çalışma yapmaya da başladık. Bu amaçla 26 Nisan 2002 günü Türk Dil Kurumunda düzenlediğimiz Mühendislik Terimleri Bilgi Şölenine üniversitelerimizden yüze yakın bilim adamı tartışmacı olarak katıldı. Bu toplantının sonucunda çalışma grupları oluşturuldu. Her bilim dalında bu tür çalışmalar yapılması, Türkçeyi bilim dili olarak daha da geliştirecektir.

Türkçedeki yabancı ögelerin artmasından, kitle iletişim araçlarında Türkçenin bozuk ve kulak tırmalayıcı bir biçimde kullanılmasından bizler de rahatsızız. Aslında aklı başında herkes, Türkçedeki bu yabancılaşmadan rahatsız.

Dildeki yabancılaşmanın bir başka boyutu, iş yerlerine yabancı adlar verilmesi. Bu eğilim ne yazık ki gittikçe yaygınlaştı ve sokaklarımızın, caddelerimizin görüntülerini bozdu. Sokaklarımız bize tanıdık gelmiyor artık... Büyük alış veriş merkezlerinin, büyük mağazaların yabancı adlar kullanmasından sonra mahalle bakkalının, mahalle kasabının da bu akıma kapılarak iş yerine yabancı adlar vermesi, bana kendisini ördek sanarak göle dalan civciv masalını anımsattı. Rainbow Kasabı, Groseri Market, Coiffeur Angle gibi sizin de sokaklarımızda, caddelerimizde göreceğiniz yüzlerce ad, yabancılaşmanın, kendini inkârın örnekleridir. Bir kasabın dükkânına rainbow adını vermesi kadar gülünç, gülünç olduğu kadar da düşündürücü, kahredici başka bir şey yoktur. Bunlar yabancı firmaların temsilciliğini yapanlar, bayii olanlar değildir. Ancak, bu akımın özellikle yabancı firmaların temsilcilikleriyle başladığını da belirtmem gerekir. Son zamanlarda Türkçe veya Türkçeleşmiş adlar iş yerlerinde kullanılırken gelenekleşmiş Türk imlâsı yerine yabancı imlâsıyla yazma eğilimi dikkat çekiyor: Efendy, Hotel Taxim, Eskidji, Laila, Wishne Bar, Neshe, Kitapchi, Yemish, Kebabchi, Derichi... gibi iş yeri adları, Osmanlı Devletinin son günlerindeki işgal dönemi İstanbul’unu anımsatıyor. Böyle bir şey olabilir mi ? Bunları hangi düşünce ile yapıyorlar anlamak mümkün değil. Bu, Türkçeyi bir İngiliz gibi, bir Amerikalı gibi yazmaktan başka bir şey değildir. Alfabemizdeki Ş, Ç harflerini bizzat Atatürk’ün başkanlığını yaptığı bir kurul belirlemiştir. Bu iş yerleri Atatürk'ün Yazı Devrimine ve 1353 sayılı Alfabe Yasasına aykırı hareket etmektedirler. Atatürk’ün Yazı Devrimine saygısızlık olarak adlandırılması gereken bu davranışı yapanlar uyarılmalıdır. Ülkemizin mağazalarının, kuruluşlarının adlarının Türkçe olması ve Türk alfabesiyle yazılması esas olmalıdır.

Bunları önlemenin yolu, öncelikle toplumda Türkçe bilincinin uyandırılmasından geçmektedir. Ancak, özellikle iş yeri adlarındaki yabancılaşma karşısında yerel yönetimler etkili olabilir. İş yeri açılışı için ruhsat başvurusu sırasında, iş yerine yabancı ad vermek isteyenlere belediyeler izin vermeyebilir. Türk Dil Kurumu olarak, bu konuda daha kalıcı ve etkili bir yasal düzenleme için girişimde de bulunduk.

Dilin söz varlığının zenginleştirilmesi, bütün bilim dallarında öğrenim ve araştırmanın sürdürülmesi için dile terimlerin kazandırılması, dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması gereklidir. Bunlar yapıldığında dilde iyileştirme, daha doğru bir söyleyişle, gelişme, zenginleşme yaşanır.

Page 45: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Bilimde, teknolojide yaşanan gelişmeler dile de yansır. Yeni kavramlara, yeni ürünlere dilimizin kaynaklarından yararlanarak karşılık bulmamız gerekir. Türkçe söz köklerinden işlek eklerle yapılan yeni türetmelerle dilin söz varlığı zenginleştirildiğ i gibi, aynı yolla dile kazandırılacak terimlerle Türkçenin bilim dili olarak gelişmesine katkıda bulunmuş olacağız. Bu yapılmadığı takdirde yabancı sözler, yabancı terimler dile girer. Dildeki gereksiz yabancı ögelerin ayıklanması da gereklidir. Birer özenti alıntısı niteliğinde olan show, konsensus, transformasyon, efor gibi sözler Türkçede karşılıkları olmasına rağmen kullanılmaktadı r. Öncelikle bu özenti alıntılarının ayıklanması gerekir. Geçmişte de Türkçeye Arapçadan, Farsçadan özenti alıntıları girmişti: Türkçede güneş varken Arapçadan şems, Farsçadan hurşid, afitab sözlerinin girmesi gibi. Üstelik bazı alıntı sözler, dildeki birkaç sözün yerine kullanılmakta, dilde yoksullaşmaya yol açılmaktadır. Türkçede değişim, dönüşüm, kabuk değiştirme gibi ince anlam özelliklerine sahip sözlerimiz varken bunların yerine kullanılan tranformasyon dilde yabancılaşmanın yanı sıra söz varlığında yoksullaşmaya da yol açıyor. Üstelik bu sözü kimileri transformeyşın, kimileri de transformasyon diye söyleyerek ayrılıklar da yaratıyorlar.

Türkçenin şu andaki en önemli sorunu, dildeki yabancı ögelerin artmasıdır. Her dilde yabancı kökenli söz vardır. Hiçbir dil saf değildir. Türkçe de pek çok dile söz vermiş, pek çok dilden söz almıştır. Türkçenin İngilizceye verdiği sözler de vardır. Bunlardan en ilgi çekici olanı son zamanlarda dilimize giren kiosk’tur. Bu söz Türkçeden İngilizceye geçen köşk sözüdür. İngilizcede kiosk biçimine dönüşmüş ve bizim sözümüz bu defa farklı bir anlamda karşımıza çıkmıştır. Dildeki yabancı sözlerin bir ölçüsü olmalıdır. Bu ölçü dilin kimliğini bozacak derecede olmamalıdır. Dil gerek duyduğu sözleri, karşılık bulunmaması durumunda yabancı dillerden aynen veya ses değişikliğine uğratarak alır.

En kötüsü dilin söz dizimi özelliklerinin yabancılaşması, yabancı eklerin dile girmesi, dilin mantığına aykırı kullanışların yaygınlaşmasıdır. Türkçede çokluk eki -lar, -ler varken, İngilizcedeki çokluk eki ’s’nin kullanılması, Türkçede -nın, -nin eki varken İngilizcedeki ’s ekinin kullanılması, üzerinde dikkatle durulması gereken konudur. İnternette gördüğüm bir ağ sayfasının adresinde ‘okuls’ sözü vardı. Sayfanın hazırlayıcısına bu sözdeki s’nin anlamını sorduğumda bana verdiği yanıtta, sözün okullar anlamına geldiğini ve İngilizcedeki çokluk ekini ilgi çeksin diye kullandıklarını söylüyordu. Türkçede ‘article’ olmamasına rağmen, bir otelin adında ‘the’ biçimini kullanması dile yabancı sözlerin girmesinden daha tehlikelidir. Bunlar dilde olmayan, dilin yapısına uymayan biçimlerin dile sokulmasıdır. Bu, kan grubu B olan bir kişiye A grubundan kan vermek gibi bir şeydir.

Dilimizi bekleyen tehlikeye gelince... Üçüncü binyılın henüz başlarındayız.. . İnsanlığı yeni binyılda nelerin beklediği, geleceğin dünyasının nasıl olacağı, bilimde hangi noktalara ulaşılacağı gibi çeşitli konularda bilim adamları öngörülerde bulunuyorlar. Bu öngörülerden biri de yeryüzündeki dillerle ilgili. Yeni binyılın daha ilk yüzyılı sona ermeden yeryüzündeki pek çok dilin yok olacağı öngörüsünde bulunuluyor. Ürpertici bir öngörü... Bir dilin yok olması demek, bir kültürün, dahası bir ulusun yok olması demektir. Dilini kaybeden bir ulusun bireylerinde genlerin birkaç kuşak daha yaşayacağı, ulusların biyolojik olarak varlıklarını sürdürebileceği ileri sürülebilir. Ulusu oluşturan en önemli öge dil olduğuna göre dili yeryüzünden silinmiş bir ulusun varlığının da silinmiş olacağı bir gerçektir. Geçmişte bu durumun örnekleri vardır. Ancak, Türkçe için böyle bir tehlike söz konusu değildir. Türk ulusu diline sahip çıktıktan sonra, karamsar olmamak gerekir. Bu

Page 46: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

bilinç uyandıktan sonra Türkçemizin geleceği konusunda endişeye yer yoktur. Üçüncü binyılda Türkçemizi aydınlık günlerin beklediğine inanıyorum.

Ülkemizde Türkçe ile ilgili tek resmî kurum Türk Dil Kurumudur. İmlâ kılavuzları, sözlükler, dil bilgisi kitapları hazırlama görevi yasa ile Türk Dil Kurumuna verilmiştir. Ancak, bu işi yapan bir kurum var diyerek herkesin bir kenara çekilmesi, Türkçenin katledilmesine seyirci kalması mümkün değildir. Türkçe hepimizin en kutsal varlığıdır. Türkçe bizim kimliğimizdir, adımızdır, soyadımızdır, türkümüzdür, şarkımızdır, sevgimizdir. Şairin dediği gibi Türkçe, ses bayrağımızdır. Bayrağımızı koruduğumuz gibi dilimizi de korumalıyız. Biz bu dilimizi atalarımızdan miras aldığımız kadar, gelecek kuşaklardan da ödünç aldık. Ele ele verelim, dilimize sahip çıkalım. Gelecek kuşaklara Türk’e yakışır bir Türkçe bırakalım. -------------------Ey Kahraman Türk Kadını / Cihangir Er

Ey Kahraman Türk KadınıYutturdular size yabancı dilde öğretimi, Çocuklarınız İngilizce öğrenecek diye,Bir hâl oldu bizim hanımlara,Çocukları İngilizce öğrenecek diye. Amansız bir yarış başladı yıllar önce,Herkes çocuğunu kolejlere gönderme peşinde,Farkında mısın anacım bilmem ama,Kendi elinle atıyorsun evladını ateşe. Nene Hatunlar Anadolu Anatolia olmasın,Elif Bacılar çocuklarına Tom, Hans denmesin,Kılavuz Haticeler namuslarına leke gelmesin,Diye savaştıklarını unuttun sen anacığım Hangi ülkelerde vardır bilir misin yabancı dilde öğretim,Sana yabancı dilde öğretim nedir anlatmadılar, bilirim.Ama günah bilmeyene kadar yazılmaz amel defterine,Bildikten sonra sorumluluğu sendedir anacım, bilgilerine. Yabancı dili ana dersleri anlatırken öğretmeye çalışmasıTürk öğretmenin, Türk öğrenciye, hem de Türkiye'de,Gâvurun dili ile matematiği, fiziği anlatmaya çalışması,Bilir misin bu uygulama dünyada sadece sömürge ülkelerde Cezayirli, Faslı analar evlatlarını Fransızca eğitim yapan yere gönderir, anlarım.Nijeryalı, Kenyalı analar da evlatlarını İngilizce eğitim yapan yere gönderir, onu da anlarım.Ugandalı, Tanzanyalı analar da evlatlarını İngilizce eğitim yapan yere gönderir onu da anlarım Senden önceki analar bağımsızlığını sağlamadı mı, bu batı özentiliği neden anacım? Ey kahraman Türk kadını, sen yerde sürünmeye değil,Omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın dedi atam,Sende aldın çocuğunu Türkçe öğretim yapan yere değil,İngilizce öğretim yapan yere gönderdin, ateşe attın evladını anam. Sana açık bir çağrıdır bu yazılanlar Türk Kadını,Ne zaman ki önce kendine sonra çevrendeki analara anlatırsın bunu,Ne zaman ki Türkçe Öğretim yapan yerlere gönderirsin evlâdını,İşte o zaman Vatanbir seni omuzlarıyla göklere yükseltir, unutma bunu.

Page 47: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Kahraman Türk Analarının uyandığı yerlerden selamlar… 17.02.2007

01.46  İsmet ANLI http://sanliurfali.googlepages.com/yabanci_dilde_ogretim

Rumlar Türkçe'yi AB'ye nasıl sokmadılar / Cihangir Er

Türkçe’nin Avrupa Birliğinde resmi dil olmaması için oynanmış olan oyun dahiyane ve uzun vadeler hesap edilerek yapılmış. Bu hesap içinde Helen dünyasının tüm çıkarları inceden inceye düşünülmüş ve strateji ona göre belirlenmiş. Önce işe 1959’dan başlayalım. 11 Şubat 1959, Kıbrıs Anlaşmaları Bölüm II, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Temel Yapısı, madde 2.  “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi dilleri Rumca ve Türkçe olacaktır. Yasama ve idari belgeler ve dokümanlar iki resmi dilde yazılacak ve yayınlanarak ilan edilecektir.” demektedir. Bu madde aynen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasında da yer almıştır. Yani, Kıbrıs Cumhuriyetinde Türkçe ve Rumca olmak üzere iki resmi dil vardır ve tüm yazışmalar ve görüşmeler bu iki dilde yapılacak denmektedir. Wikipedia ansiklopedisine bakarsanız “Halk Yunancası ya da Yunanca söylenişiyle Demotiki, 1976’dan beri Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rum Yönetimi'nin resmî dilidir.” yazmaktadır. Yunanistan 1981 yılında AB üyesi olurken ana dilini Demotiki yani Yunanca olarak beyan etmiş. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye üye olurken, yukarıdaki 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Kuruluş Anlaşmasına aykırı olarak iki toplumdan oluştuğunu ve iki tane resmi dili olduğunu saklamış ve resmi dilini İngilizce olarak beyan etmiştir. Eğer Kıbrıs Rumları resmi dil beyanlarını Yunanca olarak yapmış olsalardı, adadaki iki toplumdan diğerinin de ana dilinin resmi diller arasına girmesi gerekiyordu ve 1 Mayıs 2004’den sonra Türkçe’de AB’nin resmi dili olacaktı.      İşte kurnazlık burada başlıyor. Türkçe’nin AB’nin resmi dili olmasını önlemek için Güney Kıbrıs Rum Yönetimi dil beyanını, “Bizim ana dilimiz İngilizce’dir” şeklinde yaptı. Yunanca’nın ana dil olduğunu inkar edip İngilizceyi ana dil olarak beyan etmekteki amaç neydi. ·        Türkçe’nin AB’nin resmi dilleri arasında yer almasını önlemek, ·        İş başvurularında Türklere ana dillerine ilaveten iki dil daha bilmeleri dezavantajını getirmek.  Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesinin engellenmesi, Kıbrıslı Türkler de dahil olmak üzere tüm Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan Türklere AB kurumlarında iş bulmalarının yolunu tıkadı. Çünkü, AB kurumlarında göreve başlamak ve AB personeli olabilmek için ya ülkenizin resmi dilinden ya da AB dilleri arasından seçeceğiniz bir başka dilden sınava girilmesi zorunluluğu var.  Yunanistan, AB üyesi ve Yunanca da resmi AB dillerinden biri olduğu için, Kıbrıslı Rumlar, sınavlara ana dil olarak deklere ettikleri İngilizce yerine, kendi ana dilleri de olan ve Yunanistan tarafından ana dil olarak deklere edilmiş bulunan Yunanca’dan sınava girme şansı kazanırken, Türkler, ana dilleri olan Türkçe’nin resmi AB dillerinden biri olmaması nedeni ile Türkçe dışında bir başka dilden sınava girmek zorunda kalıyorlar. Bu tabi, güya AB üyesi sayılan Kıbrıs’lı Türkler için çok büyük bir dezavantaj.

Page 48: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Bu yapılan yanlış uygulama ve ayırımcılık nedeni ile Kıbrıs’lı Rumlar bir işe başvuru yaptıkları zaman Kıbrıslı Rumların ana dili (main language) olarak deklere edilmiş olan İngilizceyi ve AB resmi dillerinden biri olan Yunanca’yı veya Almanca’yı veya Fransızca’yı veya bir başka resmi AB dilini bilmesi gerekiyor. Aslında Kıbrıs’lı Rumların ana dilleri Yunanca, bildikleri ikinci dil ise İngilizce. Ama iş Kıbrıs’lı Türklere gelince, AB bir şeylerin farkına varmış ama tam olarak ne olduğunu anlamamış olmalı ki, özel bir koşul koymuş ve başvuruyu yapan Kıbrıs’lı Türk Yunanca bilmiyor ise yerine ana dil olarak başka bir resmi AB dilinin, örneğin Danimarkaca, Hollandaca, Portekizce’nin vb. kabul edileceği belirtiliyor. Anlaşılan AB sonraları bir hata yaptığı hatayı anlamış ve Kıbrıs’lı Türklerin ana dili olan Türkçe’yi AB’nin resmi dili olarak kabul etmek yerine, böylesi garip bir kural koymuş. Koymasına koymuş ama Kıbrıslı Türkler kabul edilemez bir ayırımcılığa uğratılarak, Kıbrıslı Rumlara göre daha ağır ve benzeri olmayan koşullar ile karşı karşıya bırakılmış. Bu nedenle Kıbrıs’lı Türkler, ana dilleri olmayan bir dili ana dili düzeyinde bilmek ve seçmek zorundalar ve üstelik bir de üçüncü bir dili de bilmek zorunluluğunda.  İnsan hakları şampiyonu AB, anlaşılan Kıbrıs’a bir tarafında siyah bir cam, diğer tarafında da normal bir cam olan gözlüklerle bakıyor ve sadece Rum tarafını görüyor. Sevgi ve selamlarımla, Prof. Dr. Ata ATUN (Perşembe, 22 Şubat 2007)-------------HARF YASASINA AYKIRI YAYIN VE REKLAMLAR Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, yapılan devrimlerden birinin de Yazı Devrimi olduğu ve 1.11.1928 tarihinde kabul edilen 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun”un 1. maddesinde belirtildiği gibi o güne kadar kullanılan “Arap  harfleri yerine Latin esasından alınan Türk harfleri”nin kabul edildiği malumunuzdur.   Uzunca bir süredir, Türkçe sesleri; bu yasanın ekinde verilen “merbut cetvel”de gösterilen harflerin dışında q, x, w gibi yabancı harfler ile birden çok harfle (sh, ch) gösterme gayretlerinin olduğu da izlenmektedir. Son günlerde ise iki ayrı türden yayın dikkati çekmektedir. Söz konusu yayınların birisi bir özel bankanın reklamı, diğeri ise bir özel TV kanalında yayına girecek olan bir dizi tanımıdır. Banka reklamında “Uzman Kambiyo Hizmeti Burada” yazabilmek için Rus, Arap ve Grek harfleri kullanılmakta. En dikkat çekici olan ise, birçok harf ses değeri değil şekli, Türk harflerine benzediğinden kullanılmışken “Burada” sözcüğündeki “d” yerine Arap elifbasında ‘d’ sesini gösteren “dal” harfinin kullanılmış olması: Diğeri ise kısa tanıtımlarından anlaşıldığına göre yine vatanın ‘arı kovanı’ haline getirilmeye uğraşılan doğu ya da güneydoğu bölgelerindeki vatandaşların hayatına dair işlenmiş yeni bir dizinin adı: Dicle Ekte tam metni verilen Harf Yasası’nın 4. Maddesinde şöyle denmektedir: “1928 senesi Kanunuevvelinin (Aralık ayının) iptidasından (başlangıcından) itibaren Türkçe hususi (özel) veya resmi levha, tabela, ilan, reklam ve sinema yazıları ile kezalik (aynı şekilde) Türkçe hususi, resmi bilcümle (bütün) mevkut (süreli), gayrı mevkut (süreli olmayan) gazete, risale ve mecmuaların (dergilerin) Türk harfleriyle basılması ve yazılması mecburidir.” Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 174. maddesi ise hem bu yasayı hem de diğer devrim yasaları güvence altına almaktadır: “Madde 174 - Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte

Page 49: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz” O halde şimdi düşünelim. q, x, w ile başlayan yazı ‘yabancılaş(tır)ma’sı; suç olduğu, yasalara aykırı olduğu bilin(me)diği için mi, bir tür ‘geriye döndürme’ [kimbilir belki de yüzümüz batıya dönük olduğundan gerimizi kollayamadığımız düşünüldüğündendir], eskiye çevirme, ircâ (yoksa irticâ mı?) ile desteklenip devam ediyor? Ben çok düşünmüyorum !.. Saygılarımla... Oğuz Kağan TORALI [email protected]  -----------TÜRK HARFLERİNİN KABUL VE TATBİKİ HAKKINDA KANUN           Kanun Numurası              : 1353           Kabul Tarihi                     : 1/11/1928           Yayımlandığı R.Gazete     : Tarih : 3/11/1928   Sayı : 1030           Yayımlandığı Düstur         : Tertip : 3   Cilt : 10   Sayfa : 3 * * * Bu Kanun ile ilgili olarak Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe giren yönetmelik için, "Yönetmelikler Külliyatı" nın kanunlara göre düzenlenen nümerik fihristine bakınız. * * *              Madde 1 – Şimdiye kadar Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap  harfleri yerine Latin esasından alınan ve merbut cetvelde şekilleri gösterilen harfler (Türk harfleri) unvan ve hukuku ile kabul edilmiştir.              Madde 2 – Bu Kanunun neşri tarihinden itibaren Devletin bütün daire ve müesseselerinde ve bilcümle şirket, cemiyet ve hususi müesseselerde Türk harfleriyle yazılmış olan yazıların kabulü ve muameleye konulması mecburidir.              Madde 3 – Devlet dairelerinin her birinde Türk harflerinin Devlet muamelatına tatbiki tarihi 1929 Kanunusanisinin birinci gününü   geçemez. Şu kadar ki evrakı tahkikiye ve fezlekelerinin ve ilamların ve matbu muamelat cetvel ve defterlerinin 1929 Haziran iptidasına kadar eski usulde yazılması caizdir. Verilecek tapu kayıtları ve senetleri ve nüfus ve evlenme cüzdanları ve kayıtları ve askeri hüviyet ve terhis cüzdanları 1929 Haziranı iptidasından itibaren Türk harfleriyle yazılacaktır.              Madde 4 – Halk tarafından vakı müracaatlardan eski Arap harfleriyle yazılı olanlarının kabulü 1929 Haziranının birinci gününe kadar caizdir. 1928 senesi Kanunuevvelinin iptidasından itibaren Türkçe hususi veya resmi levha, tabela, ilan, reklam ve sinema yazıları ile kezalik Türkçe hususi, resmi bilcümle mevkut, gayrı mevkut gazete, risale ve mecmuaların Türk harfleriyle basılması ve yazılması mecburidir.              Madde 5 – 1929 Kanunusanisi iptidasından itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk harfleriyle basılması mecburidir.              Madde 6 – Resmi ve hususi bütün zabıtlarda 1930 Haziranı iptidasına kadar eski Arap harflerinin stenografi makamında istimali caizdir. Devletin bütün daire müesseselerinde kullanılan kitap, kanun, talimatname, defter, cetvel kayıt ve sicil gibi matbuaların 1930 Haziranı iptidasına kadar kullanılması caizdir.              Madde 7 – Para ve hisse senetleri ve bonolar ve esham ve tahvilat ve pul ve sair kıymetli evrak ile hukuki mahiyeti haiz bilcümle eski vesikalar değiştirilmedikleri müddetçe muteberdirler. Sayfa 1

Page 50: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

922              Madde 8 – Bilümum bankalar, imtiyazlı ve imtiyazsız şirketler, cemiyetler ve müesseselerin bütün Türkçe muamelatına Türk harflerinin tatbikı 1929 Kanunusanisinin birinci gününü geçemez. Şukadar ki halk tarafından mezkür müesseselere 1929 Haziranı iptidasına kadar eski Arap harfleriyle müracaat vakı olduğu takdirde kabul olunur. Bu müesseselerin ellerinde mevcut eski Arap harfleriyle basılmış defter, cetvel, kataloğ, nizamname ve talimatname gibi matbuaların 1930 Haziranı iptidasına kadar kullanılması caizdir.              Madde 9 – Bütün mekteplerin Türkçe yapılan tedrisatında Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle matbu kitaplarla tedrisat icrası memnudur.              Madde 10 – Bu Kanun neşri tarihinden muteberdir.              Madde 11 – Bu Kanunun ahkamını icraya İcra Vekilleri Heyeti memurdur. Merbut Cetvel                                                                                      Matbaa harfleri                                   Yazı harfleri                                                                             Büyük harfler                         küçük harfler                         Büyük harfler                               Küçük harfler              Sayfa 2

923                                 Matbaa harfleri                                               Yazı harfleri                      Büyük harfler                         küçük harfler                         Büyük harfler                       Küçük harfler A a A a B b B b C c C c Ç ç Ç ç D d D d E e E e F f F f G g G g Ğ ğ Ğ ğ H h H h İ i İ i I ı I ı J j J j K k K k L l L l M m M m N n N n O o O o Ö ö Ö ö P p P p R r R r S s S s Ş ş Ş ş T t T t U u U u

Page 51: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Ü ü Ü ü V v V v Y y Y y Z z Z z (Perşembe, 22 Şubat 2007)-----------------Yine Türkçemiz yine Eurovizyon

BİR süreden beri Amerika’da üniversitede hem yazar‚ hem akademisyen olarak ders veren ve Orhan Pamuk’un Ermeni yanlısı talihsiz sözleri için ’Kahramanlara ihtiyacımız yok’ diyen Elif Şafak‚ romanlarında Osmanlıca kelimeler kullandığı eleştirilerine şu cevabı veriyor:

- Ben romanlarımda Osmanlıca kelimeler kullandığım için çok eleştirildim‚ Öztürkçeciler tarafından. Ama tavrım net: Türkçe’nin geçirdiği değişimi eleştiriyorum. Dili ve düşünce gücümüzü budadık. Bir yazar olarak benim canımı yakıyor bu. Kaybolan kelimelerin yasını tutuyorum.

Balıkesir General Kemal İlköğretim Okulu İngilizce öğretmeni değerli okurumuz Mehmet Erol Düzen de‚ gönderdiği e-postada‚ Türkçe karşılığı olmasına rağmen bazı kelimelerin dilimize yerleştirilmeye çalışılmasına şöyle tepki gösteriyor:

- Türkçemiz Ural-Altay‚ yani Orta Asya dil ailesindendir. Öğrenilebilmesi en zor beşinci dildir. Yüklemi sonda olduğu ve sondan eklemeli bir dil olduğu için‚ bilgisayar donanımına da en uygun dildir. Yani‚ İngilizce yazılıma-programa ve sisteme sahip olan bir bilgisayar için en uygun dil aslında Türkçe’dir.

Türkçe bilmeyen bir insan‚ Türkçe konuşan iki insanı dinlediğinde‚ kendisini melodi dinliyormuş gibi hisseder. Büyük ve küçük ses uyumundan dolayı nota gibi inip çıkan sesler vardır dilimizde. Binlerce yıl Arapça‚ Farsça ve Fransızca’nın etkisinde kalmış ama hiçbir şeyini yitirmemiştir.

Ama ben bir İngilizce öğretmeni olarak‚ günümüzde Türkçe’nin tehlike içinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü karşılığı olmasına rağmen birçok kelimeyi dilimize gelişigüzel yerleştirmeye çalışıyoruz.

Mesela adapte kelimesinin karşılığı uyumdur. Ama konuşurken çoğunlukla adapteyi tercih ediyoruz. Bunun nedenleri kullanan kişilere göre değişiyor. Dil tembelliği‚ çağdaşlık iddiası‚ dağarcık azlığı gibi.

Buna benzer daha birçok kelime var. Enerji: güç‚ lap top: dizüstü bilgisayar‚ çaba: efor‚ manşet: başlık.

Kendi dilimizde karşılığı varken‚ Türkçe olmayan kelimeler kullanmak dilimizi özünden uzaklaştırır.

Unutmayalım ki her Avrupalı ana diliyle konuşur. Zorunlu olmadıkça evrensel bir dil olan İngilizce’yi veya başka bir dili kullanmaz.

Utanılacak durum

Page 52: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

SAYIN Düzen böyle diyor ama‚ resmi ve ana dili Türkçe olan Türkiye‚ Eurovision Şarkı Yarışması’na önümüzdeki yıl yine İngilizce bir parça ile katılacakmış!

Toplu Konut İdaresi bile bazı büyük konut projelerine Türkçe olmayan isimler vermeye başladı.

Dilimizi yabancı dillerin istilasından kurtarmaya çalışırken‚ galiba tümünü kaybedeceğiz. Elif Şafak da kaybolan kelimelerin yasını -haklı olarak- tutmaya devam etsin. Çünkü dilimize artık yerleşmiş olan Osmanlıca kelimeler kaybolurken‚ yerine Türkçe değil‚ İngilizce ve Fransızca kelimeler giriyor.

Derece almak uğruna‚ uluslararası bir şarkı yarışmasına bile dünyanın en güzel ve en zengin dillerinden biri olan Türkçe ile katılmaktan utanacak duruma geldik.

Ne demişti oysa Büyük Atatürk:

-Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir iftihar etmek için yaratılmış‚ tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir.

Aşağılık duygusu

GÜZEL dilimizde sanki hiç güzel kelime veya isim yokmuş gibi‚ konut projelerine bile Türkçe olmayan isimler vermeye başladık!

Bu kadar da aşağılık duygusu olur mu?

Atatürk‚ Sadri Maksudi Arsal’ın Türk Dili İçin adlı eserini okuduktan sonra‚ 1930 yılında şunları söylemişti:

- Ülkesini‚ yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti‚ dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

75 yıl sonra bir de bizim yaptıklarımıza bakın!

Kaynaklar: http://www.tercuman.com.tr/v1/yazaryazi.asp?id=13

Sırrı Yüksel Cebeci 05.09.2005 (Perşembe, 08 Şubat 2007)---------------Türklerin en büyük icadı ya da Türk Dili

ALEV ALATLI 30.07.2005 CUMARTESİ

Geçen haftanın dikkatimi çeken iki haberinden birisi "Türk çocuklarının Alman akranlarından yüzde şu kadar daha ahmak oldukları"na ilişkin "bilimsel" saptama; ikincisi, yine aynı Türk çocuklarının anadil öğrenimini iki-üç yaş gibi olmadık bir sürede tamamlıyor olmalarının çeşitli telmihleri.

Page 53: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Birinci iddianın sahiplerini, ikinci iddianın sahipleriyle bir araya getirip dinlemek lâzım, lâzım olmasına da, Batılılaştırmacı aydınlarımızın ilgisini "Türk dili" gibi milliyetçi ses veren bir konuya çekmenin mümkünmüş gibi durmadığı da muhakkak. Perdeyi biraz aralamaya çalışalım: Psiko-dilbilim, "psikolojinin dilbilimi anlamında bir akademik uğraş olup, insanoğlunun dil edinme, kullanma ve anlama sürecini oluşturan psikolojik ve nörobiyolojik unsurları araştırır.

Psiko-dilbilim ve çocuklar...

Psikolojiyi kabaca bireyin davranışlarını, zihnini ve düşüncelerini; nörobiyolojiyi beynin biyolojik yapısını irdeleyen çalışmalar olarak tanımlayabiliriz. "Psiko-bilim" denilen akademik uğraş (ki, beynin nasıl işlediğine ilişkin verilerin olmadığı dönemlerde felsefecilerin işiydi) günümüzde psikoloji, biyoloji, nöroloji, iletişim teorisi gibi birden fazla araştırma dalını bütünleştirir; "kelimeleri" ve "gramer kurallarını" bir araya getirerek "anlamlı bir cümle" yapmamızı mümkün kılan "algılama süreçleri"ni araştırır. Bu bağlamda, konuşmaları, yazılı metinleri nasıl anlamlandırabildiğimizi çözümlemeye çalışır. Psiko-dilbilimin başlıca denekleri, çocuklardır. Doğumlarından itibaren dil öğrenmeye başlayan çocukların bu beceriyi nasıl elde ettikleri araştırılır.

Bu araştırmaların bir yan-ürünü de "konuşulan dil"e ilişkin bilgilerdir. Araştırmalar, çocukların dil öğrenme becerilerini etkileyen önde gelen unsurlardan birisinin anadillerinin yapısı olduğunu ortaya koymaktadır ki, bu da bizi 'Türklerin en büyük icadıdır' dediğim Türk diline getirir. Bu alanda Türkiye'de yapılan ilk kapsamlı araştırmalardan birisi, Prof. Dan I. Slobin yönetiminde gerçekleşmiştir. 1939 doğumlu Prof. Slobin, psikoloji lisansını University of Michigan'da; doktorasını 1964'te Harvard'da yaptı. Türkçe de dahil olmak üzere dokuz civarında dil bilen Slobin, halen UCLA'de hoca. '70'li yılların ortalarında Slav dillerine örnek olmak üzere eski Yugoslavya'da, Latin dillerine örnek olmak üzere Roma'da, Anglo-Sakson dillerine örnek olmak üzere ABD'de ve "Türkik dillerine" örnek olmak üzere İstanbul'da eşzamanlı çalışma yürütmüştür.

Hemen ifade etmeliyim: "Türkik dilleri"ni tırnağa alma nedenim, Türkçenin dünya dilbilim klasmanındaki "siyasi" konumlamasına dikkat çekmek. Şöyle ki, Türkiye Türkçesine "Türki" şeklinde giren "Türkik" kelimesinin mucidi, Çarlık Rusya'sı. Çarlık Rusya'sının Orta Asya halklarına ve dolayısıyla dillerine isim takmak ve siyasi gelişmelere göre bu isimleri değiştirmek gibi bir politikası vardı. Örneğin, "Kara Tatar" olarak bilinen Altay dilini "Oyrot" olarak değiştirmişlerdi ki Oyrot, Moğol oymaklarının birinin adıdır. Oyrot, bir süre sonra "Altay" olarak tekrar değiştirilmiş, "Uygur" yine bir süre için "Tarançi" olmuş, sonra tekrar "Modern Uygur" diye anılmış, Kazak'a "Kırgız" denmiş, vb. vb...

Sonra zaman içinde, "Türk" kelimesi Osmanlılarla, "Türkçe" konuşanlar da İmparatorluğun Türk unsurları ile sınırlanıyor. Türkçe, "Türki" dillerin birisi konumuna indirgeniyor; "Altay dil ailesi" grubunun bir alt-başlığı telakki ediliyor. Dan I. Slobin başkanlığında yapılan o yıllardaki araştırmada 48 çocuk, 2 yaş 8 aydan başlanıp, 4 yaş 2 aylık oluncaya kadar üç ay arayla, her biri asgari altı saat süren incelemeye konu olmuşlardı. Çeşitli oyuncaklar kullanılarak, hangi komutu, ne kadar ve nasıl anladıkları saptanıyor, ayrıca sürekli açık olan kayıt cihazlarıyla kelime dağarcıkları, kendi kendilerine konuşmaları, gramer kurallarını uygulama biçim ve zamanlamaları kaydediliyor; dil öğrenme sürecinin basitten karmaşığa giden dönüm noktaları tesbit ediliyordu. Bu bağlamda, anlaşılması en zor komutlardan birisinin, örneğin, "kediyi besleyen bebeğin saçını okşa" şeklinde bir üçleme olduğunun söylendiğini hatırlıyorum. Profesör Slobin, Türk çocuklarının bu

Page 54: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

komutu araştırmanın yapıldığı diğer merkezdeki akranlarından çok önce öğrendiklerinin tesbit edildiğini söylemişti.

Türkçenin üstün nitelikleri

Nitekim, yabancı dillerle karşı karşıya gelen, yani bozulan Türkçede ilk düşen düzenleme de bu olur, "o bebek ki kediyi besledi, sen okşa saçını" gibi şekiller alırmış. Sonuç olarak, üç-dört yıl kadar süren değerlendirmeler bir araya getirildiğinde Türkçe konuşan çocukların dil becerisi edinme sürecini 3 yıl 8 aylıkken tamamladıkları, buna karşın, aynı koşullarda incelenen Slav çocuklarının öğrenme süreçlerinin yedi, İtalyan çocuklarının beş-buçuğu bulabildiğinin görüldüğü söylenmişti. Hiçbir araştırma sonucunun nihai ve mutlak olmadığı, benzer araştırmaların tekrarlanagelmesinin tasdikindedir. Buna karşın, süregelen araştırmalarda benzer sonuçlara varıldığı da geçen haftaki haberde de görülen bir gerçek. Türk çocuklarının üstün dil becerisine sahip olmalarının nedenlerine gelince, toplumsal ve dilbilimsel olmak üzere iki unsurdan bahsediliyordu. Toplumsal unsur, Türk çocuklarının büyük ailelerde ve büyüklerle birlikte büyüyor olmaları, kendi başlarına pek bırakılmamaları, hatta, uykusuz kalmaları pahasına da olsa, aile toplantılarının dışına itilmemeleri.

Dilbilimsel unsur ise Türkçenin bizzat kendisi. Şöyle ki, Türkçenin her şeyden önce "logo" benzeri yapı taşlarından oluşan bir yapılanması var, yani, hecelerin yan yana getirilmesiyle oluşturulan "eklemlemeli" bir dil. Bu niteliği ile kelime türetmeye de fevkalâde müsait. Örneğin, "halı" kelimesini hatırlayamayan bir çocuk, "basmak" fiilinden yola çıkarak "bası" diye bir kelime türetebilir ve anlaşılabilir. Ya da, "diken" gibi bir bitkiden yola çıkarak, "dikenlenmek" gibi bir ruh halini ifade edebilir. Türkçenin bu özelliğinin bir telmihi sebep-sonuç ilişkisini tek bir kelimede ifade edebilmek, diğer telmihi de matematik dili olmasıdır. Burada, yıllardır bilgisayar dili ile Türkçe arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışan Oktay Sinanoğlu'nu saygıyla anmadan geçemeyeceğim.

Türkçenin eklemlemeli bir dil olması kadar önemli bir diğer üstün niteliği de "ses uyumu"dur. Araştırmalar, kelime üretmede olduğu kadar, doğru cümle kuruluşlarında da ses uyumunun olağanüstü bir kolaylaştırıcı olduğunu göstermektedirler. Nitekim, Slobin'in araştırmasında kayıtlar dinlendiğinde Türk çocuklarının ses uyumunda hata yaptıklarına hemen hiç rastlanmamıştı; örneğin, dolaba, 'dolep' ya da saksıya 'saksi' diyen çocuk görülmediydi.

"Türkik diller"e gelince; günümüzde "kabul gören" sınıflandırmalardan birisi de şöyle: (1) Güneybatı Türkik diller üçe ayrılırlar (a) Türkçe, Azerice, Türkmencenin oluşturduğu Oðuz grubu, (b) Kırım ve Kaşkay Türkçesinin oluşturduğu Gagavuz grubu, (c) Selçuk, Horasan grubu. (2) Kuzeybatı ya da Kıpçak grubu denilen Türkik diller dörde ayrılırlar (a) Kazak, Kırgız Türkçesinin oluşturduğu Arola Hazar grubu, (b) Karakalpak, Nogay grubu, (c)Karaçay-Balkar, Kamuk, Karayim Kırım Tatar grubu; sonra Tatar, Başkır Altay, Tuvin, Yakut... Sonra... Dilbilim uzmanlarını daha fazla (ve haklı olarak!) öfkelendirmeden burada bırakmalıyım! (Perşembe, 08 Şubat 2007) ----------------Türkçe'yi kurtaracak 3 temel ilke Oktay Sinanoğlu, Türkçe'nin 5 kademeli bir oyunla nasıl acınacak hale getirildiğini gözler önüne sererken, dilin korunup, istiladan kurtulabilmesi için 3 temel ilke önerdi: 21 Haziran 2005 13:18

Page 55: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Türkçe'nin yazılışı, okunuşu

Eskişehir'e indim; Porsuk Çayı'nın orda, dükkânın adı "Lavash". İstanbul, Beşiktaş yokuşunda kebapçı olmuş "Dönerchi". Allah Allah, bunu yazan zât-ı Avrupaî anlaşılan Batı dilinde "ch" nın "c" değil, "ç" okunduğunun da farkında değil. Ve tabii böyle gülünç (daha doğrusu acınacak) misâlleri artık sıkça görüyorsunuz. Sâdece aşağılık duygusundan, sömürge ruhluluktan mı, yoksa üstüne özenti sıvanmış bir kara câhillikten mi oluyor bunlar dersiniz? Sanmam; işin temelinde "millî eğitim"i 1946'dan beri güdümüne almış yabancı danışmanların (ve tabii onların yerli emir kullarının) kademeli oyunlarından biri yatıyor. Nasıl mı?

Kademeler şöyle:

1. Önce Türkçe ikiye bölündü (yanlış adlarıyla "Osmanlıca", "Öz Türkçe", geçen iki yazımda belirttiğim daha doğru adlarıyla "Eski Türkçe", "Kök Türkçe" diye). Bilim terimleri, Atatürk'ün yolunda bir süre Kök Türkçe'den türetilip bu terimler ortaöğretime yerleşti. Ancak aynı terimleri evrenkentler pek kullanmadığı için tam bir teknik dili birliği oluşmadı. "Solcu" diye bilinen Öz Türkçeciler 1950-1980 arası tedrîcen ana gayeden uzaklaşıp Eski Türkçe'yi tasfiye yoluna girdiler. "Sağcı" diye bilinen Eski Türkçeciler ise bu tasfiyeciliğe aşırı bir tepki olarak bilim için Kök Türkçe'den türetilen terimlere dahî düşman oldular. (Bu konuları son iki yazımda etraflıca işledim). Oluşan boşluğa İngilizce bozuntusu ("Tarzanca") lâflar hücum etti. İki tarafın da saplantılıları, artan "Anglomanlıca" tehlikesine pek aldırmadılar; birbirleriyle "Kelime mi, sözcük mü?", "Millet mi, ulus mu?" diye kavga etmeyi sürdürüyorlardı.

2. İngilizce ile eğitim, önceleri yalnız fen dersleri olmak üzere ilk kez bir Türk okulunda (hem de Atatürk'ün tam tersi gayeyle kurduğu okulda) 1953'te başladı. Kısa sürede bu, devletin birçok okullarına, sonra özel ve cemaatlerinkine bulaştırıldı. 1960'ta gene dış telkinle ilk kurulan İngilizce dilli Türk evrenkentini zamanla birçok yenileri tâkip etti. Bunlarda yalnız fen değil, tüm dersler İngilizce oldu (tarih, edebiyat dâhil). Kamuoyu toptan aldatıldı (Bkz. O.S, "Bye Bye Türkçe" kitabı (Otopsi Yayınları, İst., 25.baskı 2005).

3. 1990'larda "Tarzanca" ile eğitim ilkokullara, anaokullarına kadar indirildi. (Bir ülkenin dilini yok etmenin temel yöntemi).

4. Bir yandan da Türk yazısını bozmak (sonra yok etmek) faaliyetleri yürütülüyordu. 1980 darbesinde, birden Türk yazısındaki inceltme işaretleri (^) kalktı. Tabii bu, "Eski Türkçe" sözcükleri yazılamaz hâle getiriyor, Türkçe'ye de büyük bir karışıklık darbesi vuruyordu. (Örn. "hala" "hâlâ", "kar" "kâr" ikililerindeki gibi.) İşin garibi, tasfiyeciliğe karşı olanlar dâhil "sağ"lı, "sol"lu basın-yayın bunu uyguladı. Kimin başlattığına gelince, iki taraf ta birbirinin üstüne atıyordu. Demek ki, hiçbirinden değil, olay gene yabancı danışmanlardan (yâni "güdücü"lerden) kaynaklanmıştı. [Sanırım aynı sıralarda, okullarda da Türkçe yazım kuralları öğretilmez oldu. Zâten edebiyat (ve târih) dersleri de azaltılıp duruyordu].

Page 56: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

5. Atatürk'ün yeni Türkçe yazısı tüm dünyanın imrendiği, bütünüyle diline tam uyan, okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan bir yazıdır. Herkes bu yazıyı birkaç haftada öğrenebilir. İlk defâ karşınıza çıkan bir kelimenin nasıl okunacağı, nasıl yazılacağı diye bir sorun yoktur. "Harf harf söyle" diye sorulmaz. Batı dillerinde, özellikle şu imlâsı tam bozuk "Tarzanca"da ise, biri "Adım Smith" dese, öbürü hemen, "spell it" (harfle) der. Ne gülünç; halbuki "Smith", Türkçe'deki "Mehmet" kadar yaygın bir isim. Türkçe'nin ve yazısının bilgisayar ve bilim için en uygun dil ve yazı olduğu hakkında ise Batılılar da artık yazılar yazıyorlar.

Dili İngilizce olan okullarda çocuklara okuma yazma öğretmek çok zordur. Her sözcüğün okunuşunu yazılışını çocuk ezberleyecek. Kural kaide yok. Nitekim ABD basınına göre orada liseyi bitirenlerin yüzde 60'ı kendi dili İngilizce'yi dosdoğru okuyup yazamıyor. Türkçe'de ise yakın zamana kadar çocuklar heceleme yöntemiyle ve Türkçe'nin güzel kuralları sâyesinde her şeyi hemen okuyabilir, yazabilir konuma ilk yılda gelirlerdi. Derken, Türkçe'yi yok edip yerine 250 kelimelik köle dili İngilizce'yi koymak ana planına uygun olarak, yabancı danışmanların güdümüyle okullarımızda Türkçe okumak yazmak öğretimi yöntemi değiştirilip kelime kelime, her birisinin görüntüsünü ezberleme yöntemi kondu. Sonuçta evrenkentli gençlerin bile imlâsı bozuldu (e-postalarda sık sık görüyoruz). Tabii buradaki dış güdüm gayesi, aslında sâdece İngilizce okumayı öğretmek, Türkçe'yi toptan yok etmek. Ayrıca ilkokulda Türk alfabesi öğretirken "w", "q"yu da katıyorlar.

Yukarıda, bir dizi abuk sabuk, mantıksız gibi görünen olayların, yapılanların arasında nasıl bir temel bağıntı, nasıl bir düşman hedefine doğru adım adım yürüyüş olduğunu göstermeye çalıştık. Umarım durum belirginleşmiştir.

Şimdi Türkçe'nin yazısı konusundaki ilkelerimizi şöyle sıralayabiliriz:

a. Türk yazısında inceltme (^) işaretleri herkes tarafından mutlaka kullanılmalıdır. (Bilgisayarda onları koymak da çok kolay.) Yazarlar, çıkacak yazılarında koydukları inceltme işaretlerinin aynen baskıda da olması için yayınevine, gazete, dergi idâresine (bizim yaptığımız gibi) ısrar etmeli.

b. Okullarda okuma yazma tekrar bizim usul heceleme yöntemiyle öğretilmeli. Türkçe'nin dilbilgisi, ses uyumları, terim türetme kuralları eskiden olduğu gibi çok iyi öğretilmeli.

c. Türk edebiyatı (her dönemdeki) ve târihi dersleri yeniden ihyâ edilip 1980'e kadar olduğu şekle ve miktara rücû etmeli; tarih derslerinde Türk kültür tarihine verilen yer de artırılmalı. Tabii bütün bunların olabilmesi için her düzeydeki eğitimi düzenleyen devlet kuruluşları artık kesinkes yabancı "danışman"lar hâkimiyet ve güdümünden kurtarılmalı. Türk gençliğinin, dolayısıyla milletinin geleceğini, kaderini gizli, açık düşmanlar değil, Türk milletinin öz vatansever evlâtları belirleyecektir.

Oktay Sinanoğlu / Aydınlık (Perşembe, 08 Şubat 2007)------------------

Page 57: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Bak bak, Türkçe ile neler yazılabiliyor!

TÜRKÇE BİLİM DİLİ DEĞİLDİR DİYENLERE, TÜRKÇENİN İFADE KABİLİYETİ HAKKINDA FİKİR VEREBİLECEK BİLİMKURGU KARA ÜTOPYA TARZI BİR ÖYKÜMÜ SİZLERE SUNUYORUM. BİZ 1989 DA BİLİMKURGU YAZMAYA BAŞLADIĞIMIZDA TÜRKÇE İLE BİLİMKURGU YAZILAMAZ DİYORLARDI ÇÖPLÜĞÜN HOROZLARI!Birazdan cellatlarım gelecek, ayak seslerini duyar gibi oluyorum. İdam cezam, açık arttırmayla ihaleye çıkmış ve ihaleyi Paris’ten bir “Suyu Alınmış Soğan Konservesi Fabrikatörü” kazanmış. Celladımı merak ediyorum. Yüz binlerce dolar ödeyerek infaz hakkını almış. Bu konuda da garip iddialar ve hikayeler var. Her şeyin kâr ve kazanç olduğu dünyamızda insan öldürmeyi merak eden zenginler, mahkemelerin açtığı ihalelere girip açık arttırmalarla infaz hakkını satın alıyorlar. Yüreği katılaşsın diye çocuklarına ya da evlilik yıldönümlerinde hanımlarına infaz hakkı hediye edenleri duyuyordum. Bakalım benim celladım ne yapacak?

Biraz önce son isteğim olarak bir avuç içi bilgisayar istedim. İdamım yaklaştıkça hayatım ve yaşlı insanlardan duyduklarım ve öğrendiklerim hollografik olarak gözümün önünden geçiyor ve bir bütünlük kazanıyor. Bu yazdıklarım büyük ihtimalle sonsuza kadar yok olacak. Zayıf bir ihtimalle de gönlü temiz, bir gardiyanın eline geçecek. Gönül sözcüğünün artık hiçbir dilde karşılığı olmasa da ...***

2095 yılında, otuz dört yaşında iken, unutulmuş dillere olan aşırı merakım yüzünden, Anatolia yerlilerinin, eskiden konuştuğu dili iyi bilen bir kişinin yaşadığını duyunca, içimde bu ölü dilin tek canlı konuşanını bir kerecik olsun dinlemek için dayanılmaz bir istek duydum.

Erroyl’ün doksan yaşını aşmış, ince, eğrilmiş vücudunun üstünde iliştirilmiş gibi duran iğreti yüzü ve boynu, meşin kaplı yaşlı bir sedir ağacının kabuğunu, boğum boğum parmakları ise aynı ağacın köklerini andırıyordu. İnce, keskin kıvılcımların seyrek de olsa, lastik toplar gibi bir belirip bir kaybolduğu ışıltılı gözleri, gönlündeki arzu ateşinin yandığını, talih yıldızının gökte parlamaya devam ettiğini, bu nedenle de ümitlerinin sürdüğünü fısıldıyordu.

Zamana meydan okuyan Barish “Evrensel Dil Yasası’na Muhalefet”ten ömür boyu evde yaşama cezasına çarptırılmıştı. Aynı suçtan hükümlü diğer mahkûmlar öldüğü ve yıllardır iyi hali göz önüne alındığından, bu unutulmuş mahkûma konuk olmak için izin almam zor olmadı. Erroyl, berbat bir Çingilizce ile konuşuyordu ve 2020’li yıllara kadar Anatolia’da çoğunluğun Türkçe konuştuğunu savunuyordu. İddiası asılsızdı, çünkü o yıllardan arşivlerde duran kolej kitapları, haber bültenleri Çingilizce idi. Filmler de Çingilizce idi. Dudak hareketleri tutmuyordu fakat, bu başka bir dilin varlığına kanıt olamazdı. Yaşlı adam Ara sıra da son derece zengin vokallerle uzun şiir cümlelerine benzeyen sözcük kümeleri mırıldanıyordu. Şaşırtıcı olansa, konuştuğu gerçekten de bir lisana benziyordu. İlk anda onda renkli, canlı gözlerinin, ışık düşmüş pamuklara benzeyen saçlarındaki parlaklık dışında bir hayat belirtisi yoktu. Yaşlı adam konuşup coştukça, yüzünün kırışıklıklarının arasında kuşkonmaz dallarını andırarak belirgenleşen karanlık yeşil, kırmızı kılcal damarların altında yosunlu bir kaya dokusu gibi duran derisinin, daha da canlandığına tanık oldum. Birdenbire:

Page 58: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

-Bu kadar zor hayat koşullarında nasıl yüz yıl yaşayabildiniz? Diye sordum.Bir çocuğun güven dolu masumiyetine bürünüveren yüzü aydınlandı. -Bu dili en az bir kişiye öğretmeden ölmemeye kararlıyım! Dedi. -Nasıl olabilir? Bir dili öğretmek için vaktin yok gibi! Dedim.-Bu yer yüzünün en kolay öğrenilen dili! Dedi. Eğer birazcık matematiksel zekânız ve dil öğrenme yeteneğiniz varsa kısa bir zamanda öğrenebilirsiniz.Başımın belaya girdiğini anladığımdan ürperdim:

-Benim ölü bir dile ilgi duyabileceğimi nerden çıkarıyorsun ? diye çıkıştım.Fakat o kendinden emindi:-Kimse kırk yıldır unutulmuş bir mahkumu başka bir şey için ziyaret etmez! dedi. Böylece öğrenme aşkıyla yanıp tutuştuğum, bilgiye acıktığım günler günleri kovaladı. İşi gücü tamamen bıraktım ve ihtiyar ustamdan gerçek bir dil öğrendim. Adını Erroyl Barish değil de tam da onun istediği gibi Erol Barış olarak telaffuz ettikten sonra dostluğumuz arttı. Bana ancak atanın oğluna duyabileceği büyük bir sevgi ve şefkat gösterdiğini hissediyordum. İhtiyar bana hemen her şeyi öğrettiği gün öldüğünde, yüzü sanki yirmi yıl önce ölmüş gibi bembeyaz mumyalaşarak kendinden ışıklıymış gibi aydınlandı. O zamanlar öğrendiğim yeni dilin başıma neler getireceğini bilemezdim.

***Yirminci Yüzyıl Bilimkurgu Edebiyatı Tarihi üzerine doktora yapmıştım. Yazarların çoğu, XXI inci yüzyılda da ışın tabancalarıyla savaşacakları hayalini kurmuşlardı. Bütün bunlar; güçlü olan zayıf olanı yok eder, her iki insanın olduğu yerde çatışma vardır öngörüsünden kaynaklanıyordu. Öngörü tartışılırdı ama, yüzlerce çatışma biçimi içinde birbirini yok etmek, köleleştirmek, bence temel yanılgı idi.

***Eskiden oklar, kurşundan yapılmış metal tanecikler püskürterek savaşan insanların yaşamış olması beni hep hayrete düşürmüştür... Genişleyen barut gazıyla hareket eden ve insanlara saplanan bu tanecikler, günümüzde yerini daha tesirli silahlara bıraktı. Teknolojik gelişmeler sürerken insan ilişkileri ile ilgili bilimler taş devrini aşamıyordu. Bir iki bilge yazar, silahların gelişmesinden önce insanın değişime uğrayacağını ve düşmanlık duygularının silineceğini öngörmüştü. Oysa XXI inci yüzyılda insanlar geçmiş çağların vahşetinin toplamından fazla yıkım yaptı.Ulusal ordular tarihe karıştıktan sonra küresel şirketlerin birbirlerini yok etmek, ya da geri bıraktırmak için, kurdukları güvenlik ordularıyla giriştikleri sabotaj ve imha savaşlarında, önemli kahramanlıklar göstermiş aile büyüklerim var. Hatta kola ve patates pulu (cipsi) savaşlarında ailemiz fedakârca kayıplar vermiş, madalyalarla ödüllendirilmişti. “Küresel Barış İçin Küresel Dil” teziyle başlayan “DİL SAVAŞLARI” projesine asker olarak katılandedem üstün hizmetlerinden dolayı “Kutsal Ada” ‘ya gitmek şerefine erişmişti. Koruma ordularının büyük ölçüde robotlara dönüşümü sonucu işsiz kalan diğer insan askerlerle birlikte katıldığı isyanlar bastırılınca, babam da isyana katılmak ve bir sürü robota zarar vermek suçundan dolayı kendini “Kutsal Küresel Uygarlığa Karşı İşlenen Günahlar Mahkemesi’nde” bulmuştu. Aile onurumuzu lekeleyen bu günahkâr hatıranın izi kimliklerimize işlendiğinden beri her yerde karşımıza çıktı. ***Çingilizce konuşan Küresel imparatorluk Çince İngilizce kırması bir dil geliştirmişti. Hint, İspanyol, Alman, Japon dil adacıkları dışında bütün dünyayı kuşatmıştı. Irak’ı kimyasal silah üretmekle, İran’ı terörizme destekle suçlayan zihniyet, bizi dünya kültürüne yeterince patent üretmemekle, sanat ve bilime katkı yapmamakla suçladı. Günümüzde, çoğunu

Page 59: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Anglo-saksonların oluşturduğu iki yüz milyona yakın nüfusuyla Dünya’nın insan doğasına en uygun iklime sahip bölgesi kabul edilen yurdumuz Anatolia’da yoksul bir akrabasını ziyarete gelmiş armatör gibi, bir köşeye ilişmiş oturuyorduk. Bizler, ancak garson, animatör, oda hizmetçisi, bahçıvan gibi mesleklere sahip olabiliyorduk.Atalarımız karşılaştıkları uygarlıkların eserlerini tercüme etmek yerine top yekün dillerini öğrenmeye heves etmişlerdi. Farsça, Arapça, Fransızca ve İngilizce derken bu heves bin yıl sürmüş ama gerçek olmamıştı. En etkili öğrenme silahları olan Türkçelerini de unutmuşlardı. Türkçe kitaplar zamanla yok olmuş, şiirler belleklerden silinmişti. Türkçe’nin bilim dili olabileceğini savunanlar cezalara çarptırılmışlardı. Gerçi bu cezalar kobay olmak, domuz çiftliklerinde ve nükleer tesislerde temizlikçilik gibi “Küresel Mutluluğa Katkı” türünde süslü isimli hafif cezalardı, ama bir dilin yok olmasına yetmişti. Birkaç milyon kişi kalmış biz yerlilerin de bir dilimiz, tarihimiz, kültürümüz var mıydı? Türkçe diye eski bir dil olduğunu biraz okumuş, yazmış herkes biliyordu, fakat bu Türkçe nasıl bir şeydi? Hocam Erol Barış’tan bu büyük dili öğrendikten sonra konuşabilecek ikinci bir kişi aramaya başladım. Bu sohbet etme tutkusu yakalanmamın nedeni oldu. Jozefin adlı Angora yerlilerinden bir kızla tanıştım, ona dil öğretmeye başladım. Ne var ki, Jozefin bu öğrendiklerini Clara adlı Pamfilyalı (Sinop) bir yerli kızla ve Peter ve Zozan adlı Kapodakyalı gençlerle paylaşınca hep beraber yakalandık. Meğer Anatolia’da özellikle İkonya ve Kapadokya’daçiftliklerde amaçsız da olsa, bu ölü dili birkaç yüz sözcükle de olsa gizli gizli konuşanlar varmış. Deliller aleyhimeydi. Diğerleri küçük cezalarla kurtulabilirdi fakat, ben yanmıştım. Türkçe’nin kurallarıyla birlikte 500 bin sözcüğünü oluşturan sözcükleri, deyimleri, ihtiyarın rehberliğinde hazırladığım paha biçilmez arşiv incelenmek üzere tüm “Evrensel Dil Yasası’na Muhalefet” vakalarında olduğu gibi Uzman Dil Bilgisayarına (UDB) yüklendi. ***Uzman Dil Bilgisayarı (UDB) kökeni tek bir kaynaktan gelen, bir dil geliştirmek için çalışıyordu. XXII inci yüzyılda konulan bilimsel hedeflere yönelmek için gerekli olan beş milyon sözcüğü üretmek üzere yapılandırılmıştı. Bu hedeflerden bazıları insan ömrünü dört beş yüz yıla çıkartmak, ölümsüzlüğe yaklaşmak, yıldızlara erişmek; ışığın, enerjinin yeni yasalarını keşfetmek gibi işlerdi. Çingilizce tek bir kaynaktan çıkmadığı; en az dört kabilenin Çince’nin sözcüklerinin ve dil kurallarının rast gele yan yana gelmesinden oluşan bir dil olduğu için, yeni tanımları, kavramları, soyutlamaları karşılayabilecek birbirine ilintili sözcükleri ve yapılarını içeren, bir bilim diline şiddetle ihtiyaç vardı.Çince gibi tek heceli dillerden Arapça gibi içten kırılmalı dillere kadar bütün dünya dilleri inceleniyordu. (UDB), tek bir kökten türemiş bir dil inşa etmek için ilk beş bin kökten, beş milyon kelimeye ve milyonlarca kavrama çıkabilecek bir kök dil üzerinde çalışıyordu. Dilin hareket kabiliyeti sanal satranç tahtasına benzer bir alanda geliştiriliyordu. İnsan beyninin kullanılan, kullanılmayan bölümleri, kıvrımları, sanal alemde, Sahra Çölü genişliğinde sonsuz bir ülke gibi uzanıyordu. Pek çok gruba ayrılmış piyonlar, edatları, ünlemleri ve basit sözcükleri sembolize ediyordu. Atların ve fillerin yanında develer, kartallar, kangurular ve daha pek çok sembol, kavramları karşılamak üzere yerlerini almışlardı. Evrensel dil için evrensel similasyon! Evrenin ve insan beyninin sanal alemde modeli yapılmıştı. Her taş, sonsuz yüzey üzerindeki konumuna ve diğer benzer taşlarla ilişkisine göre yeni anlam bütünlükleri ve hareket yeteneği kazanmaya çalışıyordu. UDB, bu özelliklerinden dolayı da mahkemede görülen dil davasının delillerini incelemek üzere bilirkişinin kullanımına sunulmuştu. UDB delilleri incelerken yıllardan beri yaratmaya çalıştığı sanal dilin gerektirebileceği pek çok özelliğin Türkçe’de olduğunu algıladı. UDB ile yıllardır araştırma yapan mahkemede bilirkişi olarak bulunan bilginler olağanüstü buldukları bu olayı sevinçle karşıladılar. Binlerce yılda ve geniş bir coğrafyada

Page 60: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

insanlığın ortak bilincinin katkılarıyla sağlam kurallara ve anlam katmanlarına sahip olmuş bu dil insanlığı XXII inci yüzyıldaki hedeflerine ulaştıracak yetenekteydi.Sahra Çölü büyüklüğündeki sonsuz sanal yüzeyde beş milyon kadar anlam türemiş, yeni ilişki ve hareket yetenekleriyle de hiç bitmeyecekmiş gibi sürekli türeyen ve ufku kaplayan milyonlarca anlamlı birlikler oluşmuştu ve oluşmaya devam ediyordu. Nice ünlü matematikçiyi kendine çekip çıldırtan bir zamanların efsanesi sonsuz ötesi matematik yolu da bu sayede yarılanacak gibi görünüyordu.***Kabile dilleri bile değerlendirilmişken, Türkçe’nin böyle bir deneye konu olmamak nedeni 2050 yılına kadar tamamen siyasiydi. Bu topraklardaki zengin kaynaklar, hepsinden önemlisi iklim ve su, ortak insanlık hedeflerine hizmet eden büyük şirketlere kazandırılmıştı. Farkları derinleştirilerek 60 halk halinde “küresel uygarlığa katılmaya hak” kazandırılmışlardı. (!) Sonraları ise bu büyük dil,arşivlerden bile silinmiş hiçbir bilim çalışmasına konu olmamıştı. Yerli halk, geçmişte Kızılderililere, Sibirlere uygulanan benzer nüfus planlamaları sonucu % 10 seviyesine inmişti. Aborjinler kadar kalmıştık.Önce benden daha çok yararlanmak için tutukluluk halimin kaldırılmasına karar verdiler. Kısa bir zaman sonra tutukluluğu geçici olarak kaldırılan biri olduğum unutuldu. Bana pek derin bir saygı ve kıskançlıkla yaklaşıyorlardı. Söylediğim her cümle anında kayda geçiyor, formüller ve şemalar halinde bilgisayar pencerelerinde yansıyordu. Dünyanın sesli ve yarım seslileri bakımından en zengin diliyle yaptığım cümleler, işi bilen dil bilimciler tarafından heyecanla karşılanıyordu. İnsanlık geç de olsa büyük bir dil keşfetmişti. Kendimi kobay gibi hissediyor, günler, geceler boyu bu kök dili konuşuyordum. Artık yirmi ikinci yüzyılın bilimsel hedefleri tutturulabilecekti. Bilgisayarlar bu dil üzerine kurulacaktı. Çingilizce ile bugüne kadar türetilmiş bazı sözcüklerin baş harfleriyle oluşmuş sözcükler, yenileriyle değişecekti. “Tutturulabilecekti?” ya da “Geliştirtmemeliydiniz” diyebilmek için diğer dillerle yedi sekiz kelime yan yana yazılmalıydı. Eklemeli bir dil olan Türkçe’de bir hece hatta çoğu yerde bir harf, bir ses bile anlam gelişmesi ya da değişikliği sağlıyordu. Bu zenginlik Türkçe’nin dünyanın en eski ve en geniş coğrafyaya kendi gücüyle yayılmış olmasından ileri geliyordu. Türkçe, sözcük sayısından ziyade kuralları ve yapısı bakımından insanüstü bir dehanın ürünü gibiydi. Yıl 2104’tü. Bu son otuz yılın en büyük buluşuydu. Bir dilin kıymeti ve insanlık için önemi, tamamen yok edildikten 20 yıl sonra fark ediliyordu. Zaten yirminci yüzyılda Yağmur Ormanları başta olmak üzere bütün dünyada yok edilen yüz binlerce bitki ve hayvan türünün gerçek değeri de yeni anlaşılıyor, şimdi laboratuarlarda yeniden üretilmeye çalışılıyordu. Bir sirk yıldızı gibi gezdiriliyordum. Saçmalasam da bütün konuştuklarım şiir hatta müzik gibi kabul ediliyordu. Aynı zamanda nedenini o sıralar tam anlayamadığım bir endişeyle yeni şöhretimden, gücümden korkmaya başladım. Haksız olmadığımı kısa bir zaman sonra anlayacaktım. Yerlilerdeki ulusçu uyanışlar sürüyor, önlemlere rağmen direnişler artıyor, Türkçe’ye dönülüyordu. Direnişçiler: “beş yüz kelimeyle Çingilizce konuşmaktansa aynı kelime kadrosuyla Türkçe konuşmayı tercih ederiz...” “Madem Türkçe bize yüz yılda unutturuldu, demek öğrenmek için yüz yıla ihtiyacımız var...” diyorlardı. Sokaklarda “Bana Türkçe bir sözcük öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” Yazıyordu. Yerlilerin çoğu, pahalı robotlar kullanmanın ekonomik bulunmadığı sahalarda yaptıkları ikinci veya sonuncu sınıf işleri aksatıyorlardı. Biraz gelişmiş yerliler, eskiden bu arazinin, maden ve kaynakların kendilerinin olduğunu söylüyorlardı. Avrupa kökenliler ise yapılan anlaşmaları sıralıyorlardı. Çingilizce eğitim yapan okulları kendiniz açtınız. Borcunuz karşılığında önce madenleri, kıyıları, sonra toprakları, su kaynaklarını elinizle satıp imza

Page 61: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

ettiniz. Bizler güneş yüzü görmeyen soğuk ülkelerden gelip artık buralı olduk, diyorlardı. Gerçekten de tam böyle olmuştu.İsyanlar büyüdükçe beni korku sarmaya başladı. Çünkü Türkçe’nin sırlarını bilen son kişi bendim ve ortadan kaldırılmam gerektiği söyleniyordu. İsyancılardan yani benim gibi yerlilerden nefret etmeye başladım. Onları kişiliksiz buluyor, ortak insanlık hedeflerine hiçbir katkısı olmamış aşağılık, dejenere sürüsü olarak görüyordum. Madem dilinizi bu kadar seviyordunuz da neden unuttunuz? Eğer bu dile gereken ilgiyi gösterseydiniz şimdi insanlık yıldızlara erişecekti, insan ömrü bin yılı bulacaktı! Diyordum.

***Eğer erdem, sanatın; sanat, bilimin; bilim, teknolojinin bir menzil önünde gitseydi gidebilseydi; petrol tankerleri dünya denizlerini kirletmeden önce füzyon enerjisine, hidrojen enerjisine , ışın enerjisine geçilmiş olacaktı. Denizler kirlenmeyecek, canlı türleri yok olmayacak, petrolden de solar enerji birimleri yapmak gibi çok daha çeşitli ve yararlı alanlarda yararlanılabilecekti. Kök dilin devreden çıkarılması da benzer bir felaketti. Dillerinden sonra, yurtlarından da cayan bu insanları affedemiyordum. Yavrularını yiyen vahşi kediler, yumurtalarını yuvadan atan çirkin kuşlar gibi torunlarının geleceklerini satmışlar ve onların ıstıraplı hallerini yaşlılıkta seyrederek, acı içinde sefalete gömülmüşlerdi. Beyaz kefenlere bürünmüş sevimsiz ölülerin mezarlarından kalkarak, yaşarken işledikleri günahları her kafadan bir ses çıkararak itiraf ettiklerini görür gibi oluyordum. Meğer benim kızdığım hakaret ettiğim insanlar masummuş. Geri kalmamışlar, geri bıraktırılmışlar. Toplumları geri bıraktırabilmek meğer, tarihin derinliklerinde başlamış, siyaset sanatının en gizli ve iğrenç yüzüymüş. Bizans bile Hasan Sabbah’ın sahte cennetine kadın göndermiş... Avrupa hurafe bataklıklarını kurutup Rönesans’a geçerken, hurafe fabrikalarında her türlü gelişmeye hatta akla karşı, düşünce akımları, yüzlerce yıl üretilip Anadolu’ya ve çevresine şırıngalanmış. Bu uğurda yaratıcı beyinler iğdiş edilmiş, zekalar törpülenmiş, şahsiyetler biçilmiş, yetenekler tırpanlanmıştı.***Yabancılar önce götürebileceklerini taşıdılar. Soğuk ve yağmurlu ülkelerine alıp götüremeyecekleri bir şey vardı bu topraklarda. Bütün sömürdüklerinden, bütün bunların toplamından daha değerli olan bir şey! İklim! Bu yeryüzü cennetinin iklimiydi. Dallarında beş yüz çeşit meyve hevenk oluyor, kırlarında on binlerce yabanıl bitki buruk kekremsi kokularıyla, gökkuşağından alınma renkleriyle ana sütünden leziz öz sularıyla, baygın kokularıyla saltanat sürüyordu. Önce dev eğlence yerleri açıldı. Yerli halk bu para harcama tesislerinin çarklarını döndürmeye başladıktan sonra güzelim köyler, su kaynakları, ormanlar, insan eli değmemiş dağ zirveleri birer birer el değiştirdi. ***Bu yeni dil meraklılarına ibret olsun diye beni cezalandıracaklardı. Ben yok olursam ölü bir dilin canlanma umudu kaybolacak, bilgisayarlarda formüllerde kullanılan bir dil kalacaktı geriye. Böylece tekrar içeri atıldım.. Bilim insanlarından da bana acıyan, saygı duyan kişiler vardı. Her anı kaydedilmek şartıyla araştırmalarıma ve görüşmelerime izin veriliyordu. Güçsüz olduğum zamanlarda keşke Aspendos’taki Alman köylerinde inek bakıcısı olarak çalışsaydım ya da Perge’deki domuz çiftliklerinde, diyorum. Gordion (Polatlı) yakınlarındaki altın ve Molibden World Company’de de çalışabilirdim. Anatolia yerlileri gibi beş yüz kelime ile konuşsaydım, boraks ya da uranyum madenlerinde bile çalışabilirdim. Başım da belaya girmezdi. ***Ayak sesleri artıyor. Bakalım celladım hangi öldürme yöntemini deneyecek? Artık gittikçe artan bir merakla hep onu düşünüyorum. Ayak sesleri duyulmadan önce bir ara dalmışım.

Page 62: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Rüyamda 2004 yılındaydım. Türkçe konuşmanın henüz suç olmadığı, çok güzel Türkçe konuşanların bulunduğu, bookstorlarda (kitapçılarda) rafların en az yarısının henüz Türkçe kitaplarla ve Türkçe sözlü disklerle dolu olduğu yıllarda... Temiz yürekli, iyi insanların henüz bulunduğu yıllarda... SON

Orhan Seyfi Şirin Ekleme Tarihi: 25.08.2005 04:00:38 Ekleyen: sbatanay (Perşembe, 08 Şubat 2007)-----------Türkçe'nin MatematiğiTürkçe üzerine bir matematik modelleme ve bunun olası sosyal yansımaları üzerine bir zihin jimnastiği"Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazdı. Türkçe'yi en zengin kullananlardan Yaşar Kemal'in romanları 3.500 kelimeyi geçmez" görüşü çok yaygındır. Bu görüş haklıdır zira Türkçe'nin Fransızca’ya oranla daha az sözcük içerdiği doğrudur. İngilizce'ye, Almanca’ya, İspanyolca’ya oranla da daha az sözcük içeriyor olması gerekir. Ne var ki bu Türkçe'nin daha yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez! çünkü Türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir! Daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gereği yoktur.Başka bir dilden Türkçe'ye çeviri yapan herkes sözlüğü açtığında, aralarında minik anlam farkları olan bir çok sözcüğün Türkçe karşılığında çoğu zaman aynı kelimeyi okur. Bu, ilk bakışta bir eksiklik gibi görünebilir, oysa öyle değildir. Çünkü yukarıda adı geçen diller kelimelerin statik olan anlamlarını öğrenmeye, Türkçe ise bu anlamları bulup çıkarmaya, yani dinamik anlamlandırmaya dayalıdır. Türkçe'de anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler. Tam bu noktada, Türkçe'nin, referans olmak üzere sadece gerektiği kadarı sözlüklere alınmış, sonsuz sayıda kelime içerdiği bile öne sürülebilir.İngilizce-Türkçe sözlükte "sick", "ill" ve "patient"ın karşısında hep "hasta" yazar. Bu bağlamda ingilizce’nin üç kat daha fazla sözcük içerdiği söylenirse bu doğrudur. Ancak, aradaki farkların Türkçe'de vurgulanamadığı söylenmeye kalkılırsa bu yanlış olur: "doktor falanca beyin hastası olmak", "böbrek hastası olmak", "internet hastası olmak", "filanca şarkının hastası olmak" arasındaki farkı Türkçe konuşan herkes bir çırpıda anlar. Bunun nasıl olabildiğini görmek zor değildir. Bir kalem alıp, alt alta:3+5=12+5=38+5=yazmak, sonra da bunları toplamak yeterlidir. Hepsinde aynı "+5" yazdığı halde!Sonuçlar farklı çıkıyorsa, Türkçe'de de hepsinde aynı "hastası olmak" ifadesi geçtiği halde sonuçlar farklı olacaktır. Türkçe'nin az araç ile çok iş yapmasının sırrı matematikte yatar. 0'dan 9'a kadar 10 tane rakam, artı, eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani topu topu 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de benzer özellikler gösterir. Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık değiştirmiş halidir. Türkçe'deki herhangi bir fiilin çekiminin ve kelimelerin nasıl çoğul yapılacağının öğrenilmiş olması, henüz varlığı bile bilinmeyen, 5 yıl sonra Türkçe'ye girecek fiillerin nasıl çekileceğinin ve 300 yıl önce unutulmuş kelimelerin çoğullarının ne olduğunun biliyor olması demektir. Bu tıpkı birinci dereceden 2 bilinmeyenli bir denklemin nasıl çözüleceği öğrenildiğinde, sadece "x=6", "y=23" olan denklemlerin değil, aynı dereceden bütün denklemlerin nasıl çözüleceğinin öğrenilmiş olması gibidir. Oysa sözgelimi ingilizce’de "go", "went" olurken "do", "did" olur. Çoğul ekleri için de durum aynıdır: "foot", "feet" olurken "boot", "beet" değil "boots" olur. Bunun tutarlı bir iç mantığı yoktur, tek çare böyle olduklarının bellenmesidir. Türkçe'de ise, statik kelimeleri ezberlemek yerine dinamik kuralları öğrenmek gerekir. Türkçe'de neredeyse istisna bile

Page 63: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

yoktur. Olanlar da ses uyumu gereği "alma" olması gereken meyve isminin "elma" biçimine dönmesi gibi birkaç minör istisnadır. Kurallar ise neredeyse, bu dili icat edenlerin Türk olduğuna inanmayı zorlaştıracak kadar güçlü ve kesindir. Bu noktadan sonra, anlatılanları matematik olarak formüle etmek, aradaki ilişkiyi somutlaştırabilmek açısından yararlı olacaktır. Bunu yapmanın en kolay yolu ikili sayı sistemini kullanmak olduğu için de yalnızca 0 ve 1'leri kullanmak yeterlidir. İzleyen örneklerde [1=var] ve [0=yok] anlamında kullanılmışlardır. Kelime kökü çoğul eki matematik ifade:ev........ler.......evler1.0.......0.1......1.1 Türkçe'deki bütün kelimelerin 2 bit olduğu varsayılabilir (ileride bit sayısı artacak). Tekil olan bütün kelimeler 1.0 (kelime kökü var; çoğul eki yok), çoğul olanlar ise 1.1'dir (kelime kökü var; çoğul eki var). Bu kural hiç değişmemek bir yana, öylesine güçlüdür ki Türkçe'de başka hiç bir dilde yapılamayacak bir şey yapılıp, olmayan bir kelimenin çoğulu dahi söylenebilir (0.1). Birisi karşısındakine sadece "ler" dediğinde, alacağı tepki: "anladık ler de, neler?" türünden bir cevap olacaktır. Bir şeylerin çoğulunun söylendiği bellidir de, neyin çoğulunun kastedildiği açık değildir. Vurgulama / sıfat kökü zayıflatma matematik ifadekırmızı0.1.0kıp kırmızı1.1.0kırmızı msı0.1.1kıp kırmızı msı1.1.1 Türkçe'deki sıfatların anlamını kuvvetlendirmeye veya zayıflatmaya yarayan bu kural da hiç değişmez. Hatta istenirse bu kurala uyan ama hiçbir sözlükte bulunmayan, hem kuvvetlendirilmiş hem de zayıflatılmış garip sıfatlar bile türetilebilir. "Güneş doğmazdan az önce ufuk kıpkırmızımsı (kıp + kırmızı +msı; [1.1.1]) bir renk aldı" dendiğinde, herkes neyin kastedildiğini anlayacaktır. Çünkü ayaküstü türetilen bu sıfat, hiçbir sözlükte yer almaz ama, Türkçe konuşan herkesin çok iyi bildiği bu kurala uygundur. Fiil çekimlerinde de işler farklı değildir. Burada zorunlu olarak kişi için 3, zaman için 2 bitlik gruplar kullanılacak. Çoklu bit grupları şunları ifade edecek: 011 = ben010 = sen000 = o111 = biz110 = siz100 = onlar00 = geniş zaman11 = şimdiki zaman10 = gelecek zaman01 = geçmiş zaman kök kişi matematik ifade yeterlilik...................Oku (y)abil dim.........................= 1.1.0.01.0.0.011olumsuz................... Oku (y)a ma z mış sın......................= 1.1.100.0.1.010zaman.................. Gel me (y)ecek ti........................= 1.0.1.10.1.0.000zaman...................Git me di k........................ = 1.0.1.01.0.0.111hikaye...................Şaşır abil ecek ti niz .....................= 1.1.0.10.1.0.110rivayet...................Bil (i)yor lar..................... = 1.0.0.11.0.0.100 kişi tabloda zaman ile ilgili küme 3 bit yapılıp geçmiş zaman "di'li geçmiş" ve "miş'li geçmiş" olarak ikiye ayrılabilir, soru bileşkeni için ayrı bir bit eklenebilir, emir ve şart kipleri de işin içine katılabilir ancak, sonuç değişmezdi. Cümleleri oluşturan öğelerin (özne, nesne, yüklem, vb...) Sıralaması da rasgele değildir. Türkçe cümleler bir tür "crescendo" (şiddeti giderek artan dizi) izlerler.

Page 64: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Bütün vurgu en sonda yer alan yüklem (fiil) üzerindedir. Diğer öğelerin önemi, yükleme olan yakınlık/uzaklık konumları ile belirlenir. Yükleme yakınlaştıkça önem artar. Gene matematiksel olarak ele almak gerekirse, cümleyi oluşturan her bir öğenin toplam öğe sayısı kadar haneden oluşan bir matematik değere sahip olduğu varsayılabilir. "dün ahmet camı kırdı" cümlesi 4 öğeden oluşmaktadır; o halde her öğe 4 haneli bir değere sahip olacak, ilk öğe en düşük, son öğe ise en yüksek değeri taşıyacaktır. Cümlematematik değer0001matematik değer0011matematik değer0111matematik değer1111 1 dün ahmet camı kırdı.2 dün camı ahmet kırdı.3 ahmet dün camı kırdı.4 ahmet camı dün kırdı.5 camı dün ahmet kırdı.6 camı ahmet dün kırdı. Şimdi tablodaki cümleler tek, tek ele alınabilir:1. Cümle: dün ahmet bir iş yaptı ve bu camı kırmak oldu.2. Cümle: dün kırılan camı başkası değil ahmet kırdı (suçlu ahmet!).3. Cümle: ahmet'in dünkü işi camı kırmak oldu (belki önceki gün kitap okumuştu).4. Cümle: ahmet camı herhangi bir zaman değil, dün kırdı (yarın kırması gerekiyor olabilirdi).5. Cümle: cam düne kadar sağlamdı, kırılmasının suçlusu ise ahmet.6. Cümle: camı ahmet zaten kıracaktı, bunu dün yaptı. Cümleyi oluşturan öğeler kesinlikle aynı kalırken (cam hep 'i' haliyle "camı" olarak kaldı; fiil hep 3. Tekil şahıs, di'li geçmiş zamanda çekildi, vb.) Sadece yerlerinin değişmesi cümlelerin anlamlarını da değiştirdi. Her cümlede 0011, 0001'den daha fazla, 0111 bu ikisinden daha fazla, 1111 ise hepsinden daha fazla önem taşıdı. Anlamı belirleyen de zaten her bir öğenin matematik değeri oldu. Kelimelerin statik anlamlar taşıdıkları dillerde, zaman belirtecinin (dün) yeri değiştirilerek elde edilebilecek 2 çeşitlemenin dışında diğer anlamları vermek için kip değiştirmek (edilgen kip - passive mode kullanmak) veya araya açıklayıcı başka kelimeler eklemek gerekir. Türkçe konuşanlar ise her bir cümlenin diğerinden farkını derhal anlarlar. Matematik ile olan alışveriş yalnızca verilen örneklerle sınırlı değildir. Türkçe'nin ne tarafı ele alınsa bu ilişki ile yüz, yüze gelinir. Türkçe'nin bu özelliğini "insanlar kendilerine ulaşan mesajları nasıl anlarlar? Bunun kullanılan dil ile bir ilgisi var mıdır? Bir Fransız, bir İngiliz, bir Türk aynı mesajı kendi ana dillerinde alsalar, birbirleri ile aynı şekilde mi, yoksa farklı mı algılarlar? Eğer dilin algılamayla ilgisi varsa, işin içine bir dil karışmadığı yani sözgelimi bir pantomim gösterisi izlenir veya üzerinde hiç yazı olmayan bir afişe bakılırken, dil ile ilgili bu alışkanlıklar nasıl etki ederler?" türünden sorulara yanıt ararken fark ettim. Bu özellik konuya ilgi ve sabırla yaklaşıp bakmayı bilen herkesin görebileceği kadar açık. O nedenle, bu güne kadar kesinlikle başkaları tarafından da görülmüş olmalı. "Türkçe çok lastikli, nereye çeksen oraya gidiyor" diyenler de aslında, hayal meyal bu özelliği fark eder gibi olup, ne olduğunu tam adlandıramayanlardır. Türkçe teknik açıdan mükemmel bir dildir. Bu mükemmelliğin nedeni matematik ile olan iç içeliktir. Keza, ne yazık ki Türkçe'nin, bu dili konuşanlara kurduğu tuzak da buradadır. Kentli-köylü, eğitimli-eğitimsiz, doğulu-batılı, vb. kültür çatışmaları dünyanın her yerinde vardır. Gene dünyanın her yerinde iyi, kötü işleyen bir "asimilasyon" ve/veya "adaptasyon! " süreci bu çatışmayı kendi içinde bir takım sentezlere götürür. Türkiye bu açıdan dünya genelinin biraz

Page 65: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

dışındadır. Bizde "asimilasyon" ve/veya "adaptasyon" süreci ya hiç çalışmaz, ya da akıl almaz bir yavaşlıkta çalışır. Sorun, başka sebeplerin yanı sıra kullandığımız dilden de kaynaklanmaktadır. Düşünme, kendi kendine sözsüz konuşma olarak kabul edilirse (bence öyledir), anadilin kişilerin düşünce yapısı üzerinde etkili olduğunu da kabul etmek gerekir; insanlar kendi anadillerinde düşünürler. Türklerin büyük paradoksu işte buradadır. Teknik açıdan mükemmel bir dil olan Türkçe, kendi dışımızdaki dünyayı kendimizce değiştirmeden, olduğu gibi algılamaktaki en büyük engelimizi oluşturmaktadır. Örneğin, Türkiye dışına yabancı işçi olarak giden ilk nesil gerek bulundukları ülkenin dilini öğrenme, gerekse oradaki yaşam biçimine ayak uydurma konusunda muhteşem bir direniş gösterdiler. Bu direnişin boyutları o denli büyük oldu ki, başka hiç bir diasporada gözlenmeyen gelişmeler yaşandı. Türk diasporası, gettolaşıp kendi kültürünü gene kendi içine kapanık bir çevrede yaşayacak yerde, kendi kültür kurumlarını o ülkeye ithal etti. Asimile olmaya en dirençli kültürlerden biri kabul edilen İspanyollar, gittikleri yere sadece gazetelerini ve bazen de radyolarını taşımakla yetinirken; Türklerin bunlara ek olarak (hem de birden çok) televizyon kanalları ve hatta kendi fast-food'ları (lahmacun, döner, vb.) oldu. Bunları başaran insanların yeteneksiz olduklarına, dil öğrenmeyi de bu yeteneksizlikleri yüzünden beceremediklerine hükmetmek en azından adil ve gerçekçi olamaz. Keza, böylesine önemli bir kültür direnişi gösterenlerin, orada doğan çocuklarını eğitirlerken, bunca sahip çıktıkları kültürlerini göz ardı etmiş olmaları da düşünülemez. Ancak gözlemlenen o ki, orada doğan ikinci nesil, gene sözgelimi İspanyollar arasında hiç görülmediği kadar hızla asimile oldu. Bunun nedenini evdeki Türkçe'nin yanısıra okulda öğrenilen ve ev dışında yaşanan, o ülkenin dili faktöründe aramak çok yanıltıcı olmayacaktır. Biz Türkler, konuşmayı öğrenirken (tıpkı sick, ill, patient örneğinde olduğu gibi) farklı durumların farklı kavramlar oluşturduğunu, bu farklı kavramların da farklı adları olması gerektiğini öğrenmeyiz. Aynı adı taşıyan farklı kavramları birbirinden ayırmaya yarayacak sezgisel (sezgisel=doğal=matematiksel) yöntemin kurallarını öğrenmeye başlarız. Sezgiselliğe şartlanmış beyinler ise dış dünyayı hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi algılamayı bilemediklerinden, bildikleri tek yönteme yani kendilerince anlam çıkarsamaya veya başka bir ifadeyle "sezdikleri gibi algılamaya" yönelirler. Algıladıkları kavramların tümü kendi çıkarsamaları doğrultusunda şekillenmiş olan, kendilerince tanımlanmış bir dünyada yaşayan insanlara ulaşan mesajlardaki kodlar ne kadar "herkesçe bir örnek" algılanabilir? Üzerinde emek harcanmaya değer temel sorulardan biri budur. Bu sorunun yanıtı belirginleştikçe, neden batıdaki sistemlerin bir türlü Türkiye’de oluşturulamadığı sorusunun yanıtı da belirginlik kazanabilir. Türkçe'nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm iletişim alanları için geçerlidir. Yunus Emre’nin okuması, yazması olmayan göçebe Türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir nesilden diğerine büyük bir sadakatle, sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında Türkçe’nin sezgiselliğini sonuna kadar kullanmadaki becerisi vardır. Tanzimat aydınları ve Cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini duyuramamalarının nedeni de gene aynı denklemin içinde aranmalıdır. Fransız gibi, Alman gibi düşünmeyi öğrenenler, meramlarını anlatırken bunu yeni öğrendikleri düşünce sistematiği içinde yapmaya kalkışmış ve Türk gibi anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır. Mesajlar sadece algılanabildikleri kadar etkili olurlar. Mesajları üretenlerin kendi konularına ne kadar hakim oldukları mesajın bütünlüğü açısından önemlidir ama, hitap edilen kişilerin kendilerine yönelen mesajları nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir. Yazan: Ahmet Okar (Perşembe, 08 Şubat 2007)

Page 66: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Türkçe Kimliğimizdir!

Anamız, babamız, eşimiz, kardaşımız, arkadaşımız Türkçe’dir.

Evimiz, obamız, yaylamız, köyümüz, beldemiz, şehrimiz Türkçe’dir.

Milletimiz, vatanımız, bayrağımız Türkçe’dir.

Doğduğumuz yer, Türkçe’nin vatanlaştırdığı yerdir.

Öleceğimiz yer, Türkçe’nin ölümsüzleştirdiği yerdir.

Anamızdan emdiğimiz süt, yediğimiz ekmek, içtiğimiz su Türkçe’dir.

Aldığımız nefes Türkçe’dir.

Konuştuğumuz ilk söz Türkçe’dir.

Günümüzü aydınlatan güneş, gecemizi aydınlatan ay Türkçe’dir.

Çocuğumuzu sevdiren, gencimizi coşturan, büyüğümüzü olgunlaştıran Türkçe’dir.

Yazdığımız şiir, yaptığımız mimarî, çizdiğimiz resim, bestelediğimiz müzik Türkçe’dir.

Sevdamız, sevgilimiz, aşkımız Türkçe’dir.

Söylediğimiz türkü, şarkı Türkçe’dir.

Çaldığımız saz, davul-zurna Türkçe’dir.

Page 67: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Oynadığımız bar, tuttuğumuz halay Türkçe’dir.

Sevincimiz, mutluluğumuz Türkçe’dir.

Acımız, kederimiz Türkçe’dir.

Sorunumuz Türkçe’dir.

Dünümüz Türkçe’nindi.

Bugünümüz Türkçe’nindir.

Yarınımız Türkçe’nin olacak; elbet, Türkçe’nin olacaktır.

Türk’ü insanlaştıran Türkçe’dir.

Türk’ü güzelleştiren Türkçe’dir.

Türk’ü destanlaştıran Türkçe’dir.

Türk’ü Türkleştiren Türkçe’dir.

Türk’ü Müslümanlaştıran Türkçe’dir.

Sözün özü; Türk’ün her şeyi Türkçe’dir. Türkçe var oldukça, Türk hep var olacaktır.

Halit Dursunoğlu (Perşembe, 08 Şubat 2007)----------------İkiye bölünmüş Türkçe II: tasfiyecilik

Prof Dr Oktay Sinanoğlu

Gaye bin yıldır halk diline kadar girmiş, bazısı mânevî mânâlar da taşıyan sözcükleri tasfiye etmek, "eski Türkçe"ye "Osmanlıca" diyerek bizi târihimize, atalarımıza yabancılaştırmak, Türk Dünyası'nın o zamana dek mevcut olan ortak Türkçe'sini, ortak edebiyatımızı bertaraf etmek değildi. Ama 1950'ler ve sonrası, bilim/tekniği (kök) Türkçe'yle yapma gayesinden uzaklaşıldığı gibi, mevcut eski Türkçe kelimelerin, halk diline ve edebiyatımıza iyice yerleşmiş olanlarının bile tasfiyesi yoluna gidildi. Oluşan boşluğa vaktiyle "Anglomanlıca" adını taktığım İngilizce bozuntusu, "Tarzanca" sözcükler hücum etti. Bunlar halk diline, edebiyat, basın-yayın diline sokulmak istendi. Ne eski Türkçe, ne Türkçe! Yerine "Anglomanlıca". Bilim/teknik/tıp dilinde de aynı tutum sergilendi; eski Türkçe mevcut terimlerden vazgeçildiği gibi, kök Türkçe'den terim türetme yerine "Tarzanca" ile eğitimle derinden desteklenen yabancı, "Anglomanlıca", terimler

Page 68: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

salatası yeğlendi.Tarih ve edebiyatımıza bağlı olan dilcilerimiz, edebiyatçılarımız, halk ve edebiyat dilinin mâruz kaldığı tasfiyeciliğe karşı çıktılar. Ama üç hataya düştüler: 1) O sıralarda başlamış olan sahte sağ-sahte sol bölünmesinin etkisinde kalarak tasfiyeciliği dil konusunda yapılan bir yanlışlık olarak telâkki etmek yerine, bunu "solculuk" (yâni o dönemin dış kaynaklı anlayışıyla "komünistlik"!) saydılar. 2) Tasfiyecilik konusunda gösterdikleri hassasiyeti, dilimize batırılmakta olan yabancı, "Tarzanca" ("Anglomanlıca") lâflara karşı göstermediler. [Bunun izâhı ne olabilir dersiniz? Herhalde "aslan Amerika" nüfuzuyla gelen İngilizce bozuntusu kelimeleri kucaklamak "komünistliğe" karşı durmak mânâsına alınacaktı. Şuur altında bile olsa, bu tavırda olanların "sağcı"lığının milliyetçilikle (kültür ve dil anlamında tabii) bir alâkası kalmadığı sonucuna varılabilirdi.] 3) Tasfiyeci "sol" kesime muhafazakâr kesimin tepkisi hedefini aşıp kök Türkçe'nin tümüne, bu arada kök Türkçe'den türetilen bilim/teknik terimlerine de taştı. Bu kesimden bazı (maalesef kilit noktalara getirilen) kimseler, (herhalde "Azmanistan"a hizmet etmeyi "anti-komünistlik" saydıklarından olacak), yabancı dille, "Tarzanca" ile eğitimin Türkiye'ye yerleştirilmesi için cân-ı gönülden çalıştıkları gibi, buna koşut olarak kök Türkçe bilim/teknik dilinin gelişmesine de karşı durup İngilizce yabancı terimlerin Türkçe'ye bulaşmasına yardımcı oldular.

"ÖZ TÜRKÇE" DERKEN?

Kök Türkçe'den sözcükler türetmekte faal olanların haylisi, bunu âdetâ eski Türkçe'yi yok etmek için kullanıyorlardı; ama bilhassa ilerleyen yıllarda "Tarzanca" istilâsına karşı çalışanlar azdı. [Bu meâlde çok değerli büyük gökbilimcimiz Prof. Abdullah Kızılırmak'ı (Bkz. A.K., "Gökbilim Terimleri Sözlüğü" ((eski) Türk Dil Kurumu yayını, Ankara, 1969); ayrıca çıkardığı "Fen Dergisi"nin ciltleri) rahmet ve şükranla anmayı borç bilirim. Kendisi, 1980 ihtilâli akabinde YÖK'ün kurdurulmasıyla birlikte dünya çapındaki rasathanesinden, yetiştirmekte olduğu doktora öğrencilerinden (Ege Evrenkenti'nde) uzaklaştırılarak, köyüne çekilmek zorunda bırakıldı. Orada kahrından 50 küsur yaşında vefat etti.] Basın-yayındaki "Öz Türkçeci"lerin (tasfiyecilik ağırlıklı olanlarının) çoğu sonradan eski Türkçe'si de, kök Türkçe'si de var ve kullanılmakta olan sözcükler yerine bol bol "Tarzanca"larını kullanmayı mârifet edindiler ( örn.: "ayrıntı" veya "teferruat" yerine şu âdi "detay" lâfı. Başka pek çok örnek için lütfen "Bye Bye Türkçe" kitabımıza bakınız). Üstelik dili yok edici en büyük tehlike olan yabancı dille eğitime karşı durmak bir yana, bizim daha 1953'te başlayan ve yıllarca tek başımıza sürdürdüğümüz mücadeleye de, "sahte sağcı"larla bu konuda pek güzel anlaşarak mâni olmaya çalışıyorlardı. Zâten sağdan da, soldan da kimin sahte, kimin gerçekten millîci, kimin gerçekten "emperyalizme karşı solcu" olduğunu, yabancı dille eğitim konusunu turnosol kâğıdı gibi sürerek hemen anlıyorduk. Bu "deney" sonuçları sonradan da hep doğrulandı. (Örneğin yıllar sonra 1995-2001 arası yabancılara topraklarımızın teslim edilmesi yasalarına hep birlikte sessizce imza basanlara bakın.] Şimdilerde de eski sağdan da, eski soldan da (veya "dindar" kesimden) olanların bazıları "Tarzanca" kelimeler kullanarak kendilerini (duruma, kesime göre) "Avrupacı" (ne alâkası varsa), "küreselci", "çağdaş", ya da "ilerici" göstermeye çalışıyorlar. (Ama temelde, zayıflayan ulusal bilinç ve de aşağılık duygusu yatıyor.)

SONUÇTA: Yıllar önce dediğimiz gibi (Bkz. "Bye Bye Türkçe kitabımız); "'Kelime' mi, 'sözcük mü' derken İngiliz atını alan Üsküdar'ı geçiyordu." Ama çok şükür uzun yıllar boyu mücadelemizden sonra halkımızdan, gençlerimizden, öğretmenlerimizden pek çoğunun bilinçlerinin bilenmesiyle yaban atı artık "Üsküdar"ı geçemiyor, geçemiyecek. Gerçi 1960-

Page 69: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

1980 arası "ara nesil"den bazı saplantılıların "Osmanlıca", "Öz Türkçe" ikilemi, azalarak ta olsa, devam ediyor; Türkçe'nin ikiye bölünüşü marazı geçmiş değil. Bunun tedâvisi, çâresi, bir sonraki yazımızın konusunu teşkil edecek. 30.05.2005 (Perşembe, 08 Şubat 2007)

DİLE İHANET

Mümtaz Soysal

TÜRKÇENİN yoksulluğundan, söz varlığının zayıflığından yakınıp bilim ve felsefe dili olamayacağını iddia edenler, Profesör Doğan Aksan 'ın bu yıl başlarken yayımladığı bir kitabı mutlaka okumalıdırlar. ''Türkçenin Zenginlikleri, İncelikleri'' adını taşıyan yapıt, hor görülen bir dilin anlatım gücünü ortaya koymak açısından şaşırtıcı ve övünç verici örneklerle dolu. Okudukça anlıyorsunuz ki böyle bir dili işleyerek, besleyerek ve yeni durumlara uygulayarak eşsiz bir zenginliğe varmak hiç zor olmayacaktır.

Oysa ne görüyoruz?

Yabancı dilde yükseköğretim başta olmak üzere kamu makamlarınca yapılan yanlışlar ve özel kişilerin özensizliği yüzünden bozulmakla kalmayıp söz varlığı açısından da gelişmeyen, hatta yoksullaşan bir Türkçeye doğru gidilmekte. Yeni kavramlara ve teknolojik buluşlara karşılık bulmak ve dili geliştirmek, herkesten önce üniversitelerin çeşitli dallarındaki bilim adamlarının ödevidir. Ama büyük marifetmiş ve iyi yabancı dil öğretmenin tek yoluymuş gibi İngilizce eğitim veren üniversitelerden bu ödevin yerine getirilmesini bekleyebilir misiniz?

İhanet orada bitmiyor ki.Çarşıların yabancı mağaza adlarıyla ve medyanın ''sınamak'' yerine ''test etmek'' gibi tuhaf sözlerle işledikleri dil ihanetleri belki ara sıra dikkat çekip tepki uyandırıyor, ama yazım kurallarına getirilen bazı değişikliklerin dili yoksullaştırıcı etkisine aldırış eden pek yok.

Örneğin, Türk Dil Kurumu'nun son yıllardaki yeni yaklaşımı yüzünden bileşik sözcükleri bölerek yazmak, dili zayıflatıcı ve

Page 70: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

kavramlara karşılık olan sözcük sayısını azaltıcı bir ''bölücülük'' değildir de nedir? ''Bilirkişi'', ''elbirliği'', ''gözağrısı'', ''sivrisinek'' gibi sözcükleri bellerine kazma vurup ikiye bölmek, dilin söz varlığını zayıflatmak değil midir? Elin Almanı çok daha uzun ve katmerli bileşik sözcükler yaratır ve dilinin zenginliğiyle övünürken Türkçede bu yolla yaratılmış sözcükleri parçalamak, aynı yoldan rahatça yeni terimler üretme cesaretini de kırmış olmuyor mu? Türkiye Cumhuriyeti'nin çeşitli yönlerden kuşatma altına alındığı ve ulus-devlet niteliğinin ortadan kaldırılması için büyük bir çullanışla karşı karşıya bulunduğu bir dönemde dile ihanet, sanıldığından daha fazla önem taşıyor. Birçok kurum, kural ve kavram teker teker düşerken hiç değilse dil bayrağını yere düşürmemek, günü geldiğinde hep birlikte tutunulabilecek ortak bir dayanağı yaşatmak demektir.

Unutmamak gerekir ki tarihten silinip gitmiş kavimler, bağımsızlıklarını ve topraklarını yitirmeden önce dillerini yitirmişlerdir. Eğer bunca devleti yıkıldıktan sonra bile yeryüzünde hâlâ ''Türkler'' denen insanlar kalmışsa, bu her şeyden önce Türkçenin ayakta kalmış olmasındandır.

(25 Haziran 2005, Cumhuriyet Gazetesi)----------------------BENİM KUTSAL ANADİLİM NEREYE? / Cihanhir Er Bir toplumun dili, o toplumun yaşantı biçimiyle ilgili olarak oluşur, gelişir; değişir. Dil, toplum neyi, nasıl yazıyor; neyi, nasıl konuşuyor, nasıl düşünüyorsa, onlara bağlı biçimlenir. Evlerimiz de aynı böyle değil mi? Bizim günlük hayatımıza, törelerimize, inançlarımıza, ihtiyaçlarımıza göre gelişmiş ve biçimlenmiştir. Başka türlü olabilir miydi?

Bu nedenle, dilimizde bugün hepimizi rahatsız eden o acımasız yozlaşmayı konuşur ve tartışırken, aslında bütün toplumsal hayatımızı irdelediğimizi bilmeliyiz.

Bazıları, “hızlı değişim” denilen bir olayı, her birey kendi toplumuna özgü bir biçimde, bütün dünyasının yaşadığına işaret ederek, “Eh, olacak o kadar” gibilerinde, bu yozlaşma olayını görmezden geliyorlar ya da görmemeye çalışıyorlar. Böylece işin kolayına kaçıyorlar. Doğrudur. Dünya, bugüne kadar olmamış bir hızla değişiyor. Amma...

1. Dünya Savaşı ve ondan sonraki yılların bilimsel buluşlarının hızlı değişimi, hayatımıza öyle hızlı bir atılım getirdi ki artık insanlar kendi yapıları olan bu baş döndürücü hıza, yine kendi icatları olan bilgisayar dizgelerine (sistemlerine) başvurmadan izleyemez oldular.

Page 71: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Değişim hızı, elbette insanlığın hayatını etkileyecekti ve toplumlar neye uğradığını anlayamadan bu hız, onları şaşkına çevirecekti. Bu doğaldı.

Öğeciğin(atomun) parçalanması, çekirdeksel erkeye(nükleer enerjiye) ulaşılması, bunun sonuçları; kan nakli, organ nakli, yapay organ kullanılması, meni(sperm) bankaları, tüp bebekler, kiralık rahimler, kiralık anneler hayatımızın bütün yapısını, bütün kavramlarını alt üst etti. Uzay denemeleri, aya yolculuk, başka gezegenlere ulaşma özlemi, füzeler ve uzay gemileri ve sonraki akıl almaz iletişim araçları, insanları çılgına çeviriyordu. Çeviriyor da. Şairin dediği gibi “Artık bu terazi bu kadarağırlığı çekemiyor.”

Nitekim hızlı yaşamın kurbanları olan uyuşturucu bağımlıları, dinsizler, tutucu dindarlar, hiççiler (nihilistler), oportünistler(duruma göre davrananlar), tedhişciler(teröristler), anarşistler... Bu hızla, ipi kopardılar ve toplumların başına türlü dertler açtılar, açıyorlar. Ve şimdi, dünyamızda hemen her ülke, ya bu hız değişimine karşı gelecek veya onun sonuçlarına ayak uydurabilecek yeni kimlikler, yeni yapılaşmalar aramaya başladı. Yeniden yapılaşmanın yolları, yöntemleri neler olacaktı? Derde deva geçmişte mi vardı, yeni gezegenlerde mi bekliyordu. Nereye gidiyordu bu dünya?Ve nereye gidiyordu bizim toplumumuz?

Bu yeni kimlik arama, yeniden yapılaşma süreci içinde neydi bizim durumumuz? Nereye gidiyorduk? Bu yoldaki çabamız, görüşümüz, ilkelerimiz, ülkülerimiz(amaç ve hedeflerimiz) ve uygulamalarımız neydi, ne olacaktı, ne olmalıydı? Yoksa biz, bilinçli olamaya yozlaşmayı mı seçmiştik?

Bu soruları yanıtlayabilmek için önce şu gerçeği kabul etmek zorundayız. Bir, toplumda herhangi bir konuda yozlaşma belirtileri fark ediliyorsa... Bu kesinlikle yalnız o konuyla kısıtlı olarak irdelenemez.

Bir toplumun varlığının ifadesi olan kültür eğer bir bütünse, ayrı bölümler halinde çalışmaz, üremez, gelişmez. İşte, dildeki yozlaşmayı konuşacaksak eğer, bu gerçekleri gözden kaçırmamak gereklidir, hatta zorunludur. Kültür, kültür mirası bir bütündür.Dilimizde yozlaşma varsa bu toplumun bütününde yozlaşma var demektir. Dili bozulan, yolunu şaşıran bu toplumun demek ki yaşam biçiminin tümünde, sanatında, edebiyatında, görgüsünde, müziğinde, resminde, bilimsel çalışmalarında da hastalık, her konunun kendine özgü özellikleriyle var demektir. O halde sorunun bütününüaçık-seçik görmek durumundayız. Ama bugün özellikle, dilimizdeki yozlaşmayı konuşmak, tartışmak ve dikkatleri Türkçenin üzerine çekerek yeni gelişmelerini görüp göstermek istiyoruz. Bir dilbilimci olmadığımı biliyorum. Onun için yaşadığımız yozlaşmanın bilimsel özelliklerini uzmanlarına bırakmayı yeğliyorum. Ben bir gözlemci olarak sizlere dilimize uyguladığımız bazı ihmallerin, dikkatsizliklerinve saygısızlıkların somut örneklerini vermeye çalışacağım.

Saygısızlıkların anımsayabildiklerimden ilki Vatan, Millet, Sakarya diye söylenen ve kısa zamanda adeta deyimleşen bir ifadeydi. Neydi bunun anlamı? Olmayacak vaatler,konuşulurken ya da bir konunun yalan olduğu anlatılmak istenince cümlenin sonu. İşte... Vatan, Millet, Sakarya... diye bitiriliyordu. Oysa, bu üç sözcüğün üçü de öyle hafife alınabilir küçültücü anlamda kullanılabilir birer kavram değildir. Ama dilimize girdi, tutundu, rahatça kullanıldı.

Page 72: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Gene anımsadığım kadar, boşver, sözcüğü ile tanıştık. Bunun müşterisi daha kalabalık, yayın alanı daha genişti. Bu küçük ama güçlü sözcük her şeyi hafife almayı, aldırmamayı, önemsememeyi, öğütlüyordu. Boşver! O günlerde yaptığımız küçük bir araştırma, özellikle gençlerimiz arasında boşverin, hemen en çok kullanılan sözcüklerden biri olduğunu meydana çıkarmıştır. Sonra bir gün... Beni yoklamaya gelen yeğenime sorduğumu hatırlıyorum: “Çay mı istersin kahve mi?” Çok rahat bir biçimde, Fark etmez hala” yanıtını verdi. Önce pek üstünde durmadım. Sonra birden sordum: “Nasıl fark etmez? Biri çay biri kahve” “Olsun” dedi yeğenim ve ekledi: “Hangisi kolaysa.” Bu küçük konuşma beni çok düşündürdü ve etkiledi. İki uyarısı vardı bu fark etmezin. Farklılıklar önemli değildir. En kolay yolu yeğlemek iyidir.

Görülüyor ki “fark etmez” in kullanımında yanlışlık vardı. Aslında fark edilirdi, ediliyordu, edilmeliydi. Ayrıca kolayı seçmekte de her zaman doğru olmayabilirdi. Fark etmez sözcüğü, gençler arasında hızla yayılıyordu, çok kullanılıyordu. Fark etmez diye diye... Farklılıklar, özellikle de toplumsal farklılıklar hayatımızdan yavaş yavaş siliniyordu. Küçük kelimeydi belki, ama bana karşı felsefenin, bir karşı yaşam biçiminin ifadesi gibi geliyordu.

“Misafir gelecek bugün, lütfen doğru dürüst giyin” gibi; “Ama o genç adam çok yalan söylüyor” gibi; “Annesini hastanede yoklamaya bile gitmemiş” gibi ifadelere dikkat ediyorum, önce bir fark etmez fetvası ile karşılanıyordu. İyi ile kötü, güzel ile çirkin, doğru ile yanlış, eski ile yeni, yaşlı ile genç... Bunların aralarında hiçbir farklılık yokmuş gibi alınabilir miydi?

Dahası alına alına işin sonu nereye varacaktı? Bu bireysel, toplumsal, hatta fiziksel farklılıklar değil miydi bizi biz yapan? Kişiliğimizi biçimlendiren. Bireysel ve toplumsal kişiliğimizi.

İşte böyle bir düşünceyle evimizde, “Bundan sonra içimizde kim fark etmez sözcüğünü kullanırsa şu kaseye, ceza olarak şu kadar para atacak” diye önerdim ve bunu dikkatle uygulamaya çalıştım.

Bu yozlaşmayı, tek kelimelere bağlama olur mu? Haklısınız. Ama bu sözcük bir örnektir. Bir anahtar sözcüktür. Hiç düşünmeden bilinçsizliğin, yozlaşmanın kapısını aralayan bir destek ifadedir bence.

Çünkü bu kelime her türlü olaya(olumlu-olumsuz) yol veren, hiçbir davranış biçimini seçmeyen, aldırmayan, her çabayı, her atılımı eşit bir düzeyde sıfırlayan düşüncenin simgesiydi. Bilinçaltı sandıklarına yerleştirilen ve orada üretilen... Bu kullanım faturası kar altından baş çıkaran çiğdemler gibi(ama çiğdemler kadar güzel değil), zamanı gelince gün çıkacaktır. Çıkıyor da.

Birkaç yıldan beri, özellikle tatil beldelerinde, dinlence yerlerinde vazgeçilmez bir tabela beni aynı derece huzursuz ediyordu: Buruşuk kağıtlara, kambeş kumbeş yazılarla yazılan bu “kendin pişir-kendin ye” davetini her okudukça ben, “Amabu bizim gelenek ve göreneklerimizin tam zıddı değil mi?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Biz yüzyıllarca, “komşunla paylaş”, kimseyi yapamayacağı şeylere özendirme” öğütleriyle eğitilmedik mi? Türk töresi, kokusu evin dışına çıkan yiyeceklerin imrendirici etkisi üzerinde nasıl bir incelikle durmuştur, bunu bilmeyenimiz var mı? Ama

Page 73: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

niyeti elbette iyi olan bu ticari davetin özellikle “kendin ye” bölümü, bizden neyi alıp götürüyor ve yerine neleri getiriyor, düşünmemek mümkün değil benim için. Ve elbette fark eden herkes için.

Ve bir gün baktık, bir yolculukta şehirlerimize girerken bu girişi haber veren tabelaların üstünde “Centrum” diye bir yabancı konuk, oturuyormuş, şehir merkezi yerine. Neden? Bu, gezginlere(turistlere) gösterilen bir kolaylıksa eğer, şehir merkezi yazısının altına açıklama olarak konulabilirdi. (Yoksa bizim halkımızdan birinin şehir merkezine gitme hakkı yok mu? Halkımız ise bu yazıyı sentrum diye değil centrum diye okuyordu, haklıydı. Alfabemizde C harfi CE idi. SE değil. Bu dikkatsizlik sık sık tekrarlanır oldu. Söz gelimi, H harfini başka alfabeler nasıl okur Türkçe konuşurken bu beni hiç ilgilendirmez. Ama bir süreden beri, aslında he veya ha diye okuduğumuz bu harfin adı Eyc diye söylenir oldu. Peki ama neden?

Derken... Yabancı sözcüklerin dilimizi istilası, hızlı dünyamızın hız birimlerine uygun olarak hayatımıza girdi. Yerleşti. Sokağa çıkınca lütfen iyi bakın. Yalnız tabelalarına değil, camekânlara, ilanlara hatta devlet kuruluşlarının kapılarına, gazete başlarına, işyerlerine...

Bunların içinde, belki de en çok tekrarlandığı için beni tedirgin edenlerden biri center sözcüğü oldu. Asıl anlamı sözlüklerde “merkeze koymak, merkeze toplamak” diye verilmiş. Bizde ise merkez anlamında kullanılıyor. Zavallı merkez kelimesinin suçu neydi, bilemiyorum. Çoktandır yazıldığı gibi okuma kolaylığı vardı. Ses uyumu doğaldı. Bu center kelimesi de halkımız tarafından senter gibi değil center diye okundu. Peki ne oldu böylece? Dilimize nasıl bir zenginlik geldi?

Bizim İstanbul da center'den geçilmiyor artık. Halı Center, Güzellik Centeri, Kültürel Center. Kültürelle ne ilgisi varsa?

Ben bu sözcüğü milliyetin yeni merkezinin giriş kapısında, görkemli bir biçimde kapı üstüne kurulmuş görünce inanın gözlerime yaşlar doldu. Milliyet Doğan Center...

Bu sözcük, market sözcüğünden biraz daha sonra ama daha çabuk, daha ciddi bir biçimde sardı, yayıldı dilimizde. Ayrık otlar gibi. O kadar ki, geleneksel el sanatlarımızın en eski ve en gelişmişlerinden biri olan halıların satıldığı mağazaların adı bile “Halı Center”, hatta daha hoşu, yazının altına eklenmiş “Carpet Showroom” gibi gülünç ifadelerle görücüye çıktı.

Bu show sözcüğü anlaşılan tecavüzlerden biriydi ki, televizyonları, gazeteleri, dergileri, giderek şarkıları, türküleri bile esir aldı. Sonra herkesin bildiği gibi sohbet kelimesine katil fermanı çıktı. Showmenler, talk showlar kısacası her türlü showlar, okuma oranı “asgari”de gezinen ülkemizin doğru Türkçe konuşmayı bile zor beceren seyircilerine sunuldu.

Derken sanat kollarındaki yıldızlarımız star oldu. Bu yetmedi bir de çevremizi süper starlar sardı. Çoğu zaman, şeyhin kerameti gibi bir yöntemle yükseldi insanlar süper starla. Bu da yetmedi dilimize, hayatımıza, değerler yapımıza mega sözcüğü buyurdu. Ve bu kelimeyle birlikte megastarlar, mega turnikeler, mega seçimler, mega bakkallar sardı bu değişimin arkasına sığınarak. Ya da kime caka satıyorduk bu kiralık, emaneti bizim olmayan ifadelerle bilemiyorum.(Başkasının parasıyla düğün yapıp gerdeğe girmek gibi.

Her halde haberiniz vardır, az bir zaman önce İstanbul’un Etiler semtinde büyük bir ticaret

Page 74: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

merkezi açıldı. Adı Ak Merkez’di. Nasıl oldu da adı Ak Center konmadı bilemiyorum. Ama içine girip çevrenize baktığınızda... Ancak bir iki camekânda Türkçe isim bulabilirisiniz ilaç niyetine. Kendinizi İngilizce konuşan bir ülkeninzerafeti altında ezilmiş hissedersiniz. İstemeden az sonra. Hele bu merkezin ikinci katına yemek yemeye ya da kahve içmeye çıkarsanız! İtalya’daki bütün pizza türlerinin adları, Fransız Kreplerini, Amerikan köftelerini, Salad Barları, Seven up’ları selamlarsınız ve sonunda dayanamaz sorarsınız kendinize. Hani Türkiye nerede? Türkiye’de değil miyim ben? İstanbul’un göbeğinde. Ak Merkez’de benden başka herkes, her şey var da ben neden yokum? Neden? Bu kadar mı küçük görüyoruz kendimizi? Kendimizi, kendi gerçeğimizi bu kadar mı kaybettik, terk etti, vazgeçtik? Ve de sevmiyoruz.

Yozlaşmanın bana en ağır, en acı gelen göstergesi ne oldu biliyor musunuz? Durup dururken o güzelim basın sözcüğünü çöpe atıp yerine media gibi bir yabancı kelimeyi alkışlarla getirmemiz. Neden? Basın kelimesinin ne suçu vardı. Hangi marifetimize yetmiyordu. Media kelimesi hangi büyüklüğümüzü kanıtlıyordu. Hangi doğrumuzu hangi başarımızı? Yoksa biz bilerek, bilmeyerek Amerikan toplumunun “kullan-at” ilkesini mi yaşıyorduk. Kız çocuklarımıza tıpkı onlar gibi, yaş günlerinde sarı saçlı Barbi armağan ederek? Bir yıl boyunca sevip oynadığı o bebeği “Bu artık eskidi” diye çekip elinden alarak ve eline bu kez siyah saçlı bir başka Barbi vererek.

Oysa bugün Amerika’nın bilimcileri “bu geleceğin Barbili çocuklar vefa kavramını nasıl, nerede öğrenecekler?” diye sızlanıp duruyorlar. Bize hizmet eden tükenmez çakmaklar ve tükenmez kalemler öyle değil mi? Mürekkebi bitince onları çöpe fırlatıp atmıyor muyuz? Bu da yozlaşmanın bir başka türüdür inanın. Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için izin verirseniz yaşanmış küçük bir anımı özetleyeceğim size. Belki 35 yıl önce Safahatlar Çarşısı’nın son mühürcüsü Rauf Usta adlı mükemmel sanatçıyla üç gün süren söyleşiler yapıyor ve yaşadığı lonca düzeninin inceliklerini, özelliklerini soruyordum ona. Büyük bir ziyafetti benim için. O, peykesinde ben karşısında yerde oturuyordum. Bir ara elimdeki kalemi fark etmeden, belki heyecandan yere bırakmışım. O zarif, o ince ihtiyar bunu fark edince birden lakırdımı kesti ve bana öfkeyle “Edepsiz” dedi. Ne olduğunu anlamadım. Çok şaşırdım. Hiçbir uygunsuz hareket yapmamıştım. Öyle sanıyordum. Sonra eski sesine ve tavrına döndü “Sen o kalem sayesinde ekmek yiyorsun. Onu ayak basılan bir yere koyman ayıp değil mi?“ dedi. İşte ben o gün bu gündür kullandığım hiçbir kalemi atmadım. Ama bugün çevremizde Rauf Efendiler yok. Böyle konularda bizi kimse uyarmıyor. Acı sıkıntılı kimlik arayışı içinde bulunanlara kimse “Sen seni bil sen seni” diye seslenmiyor, kimse Yunus’un yaptığını yapmıyor.

Yeni Anadolu’da birliğin kurulması ve Türk Anadolu’nun oluşması için dil birliğinin şart olduğuna inanıyordu. Aslında bu eski Ana Vatan’da Ahmet Yesevi tarafından göç topluluklarının ileri gelen ve başı çekenlerine aşılanmıştı. Yol boyu, geçtikleri ülkelerin görüşü ile Gaziyan-ı Rum diye anılan önderler takımı, Anadolu’da Alperenler olarak nam saldı. Ahiyan-ı Rum ise, kardeş ahiler oldu. Bu bir olumlu hareketti. Türk Dili’nin büyük mimarı ve Beyaz Türkçe’nin en güzel örneklerinin sahibi olan Yunus Emre ne yaptı? Bu sorunun cevabı aslında ayrı bir sohbetkonusudur, ama... Gene de İlhan Başgöz’den yapacağımız alıntılarda şu kadarını söyleyeyim. O günler ülkede Acem ve Arap rüzgarı esiyor, onların İslâm yorumcularıyla Türk Tasavvufu’nun kurucuları, bugün olduğu gibi, çakışıyorlardı. Yunus kendini ve dilini bu etkilerin dışında tuttu, tutabildi. Sözgelimi, çok sevip saydığı Mevlâna gibi:

Guş-i can demedi\ Can kulağı dedi

Page 75: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Çeşm-i can demedi\ Can gözü dediMurg-i can demedi\ Can kulu dediAyine-i dil demedi\ Gönül aynası dediRah-ı dost değil\Dost yolu Ateş-i aşk değil\Aşk odu

onun güzelim şiirlerini süsledi.

“Be zeban âverden” niçin desindi Yunus? Zaten “Dile getirmek” gibi güzel bir deyimimiz var. “Kemen besten” yerine “bel bağlamak”, “çarh zeden” yerine “çarh urmak”, “cefa keşiden” yerine “cefa çekmek”... güzel dilimizin incileri değil miydi?

Şimdi bir dile bu yöntemle yapılan arılaştırmadan öte nasıl hizmet edebilirdi? Ama lütfen... İlkokuldan liseye... Açın bakın, dil ve edebiyat kitaplarında acaba kaç örnek var Yunus’tan. Acaba Yunus için kaç satır, özendirici bilgi var? Neler söylüyor? Onu gençlerimize tanıtmak ve sevdirmek için neler yapıyoruz? Artık nereden başlamamız gerektiği söz konusu olursa, sanırım işte buradan, kaynaktan başlamak gerek.

Dilimize sokulan ya da gizlice giren yabancı kelimeler ister İngilizceden girsin ister Farsçadan ister Fransızcadan girsin ister Arapçadan... Hiç önemli değil. Bu istila yanlıştır başlı başına! Ama önemli bir nokta var. Onu da görmezden gelmeyelim. Vaktiyle, Arap ve Acem dillerinden alıntılarla Türkçeyi zenginleştirmeye çalışanlar, Allah’tan bu milletin töresinden, kültüründen, sanatından hemen de hiçbir şey almamışlar. Ne kıyafetleri, ne yalelleri, ne mimarileri, ve törenleri... Gerek ve gereksinim olmamış. Ama şimdi n’oluyor? Yabancı sözcükler girerken, yabancı töreler, yabancı selamlaşmalar, şarkılar kıyafetler, tavırlar kısacası herşey... Günlük hayatımıza giriyor. Tartılıp ölçülmeden, hiçbir süzgeçten geçirilmeden hazır giyim eşyası gibi. İşte, bütün bunlardan dolayı... Bu yozlaşma seferberliği yalnız dil konusunda olacaksa yine de yetersiz kalacaktır diyoruz. Bir kez daha yozlaşma, kültürümüzün tamamındadır, bir bütündür. Olay bir bütün olarak görülmelidir.

Radyolarda genç sunucularımız neden İstanbul Türkçesi’ni bırakıyor da Teksas aksanıyla söyleşisini sunuyor, yeni bir Türkçe yaratmaya çalışıyor, düşünmeliyiz, sormalıyız. Bu anlayışı düzeltmeliyiz. Merkezlerimiz neden center oluyor. Televizyonlarımız yalnız dillerinde değil, mimiklerinde, anlık tavırlarında bile Amerikan gösterimlerini taklit ediyor. Neden yanlış Türkçe konuşuluyor ve neden kimse nedenini sormuyor, tepki göstermiyor, dilini korumuyor, uyarılar yapmıyor. Neden?

Benim babam bütün çocuklarının ona yazdığı her mektubu kendi yanıtıyla birlikte, imlâ yanlışlarını ve ifade bozukluklarını düzelterek bize gönderirdi. O babalar ne oldu, neredeler? Ve en önemlisi en yaygın iletişim aracı olan basın, durup dururken adını değiştirip medya diyor kendine. Bilmek istemez misiniz? Yoksa biz, yeni kişiliğimizi ararken, yeniden yapılaşmanın yollarını ilkelerini bulmaya çalışırken, yaşayan kültürümüzü, birikmiş kültür mirasımızı, günün birinde tükenen kalemlerimizi çöpe atar gibi fırlatıp atmak ve Oflazoğlu arkadaşımız dediği gibi “Gönüllü Müstemleke” kisvesini kabul mü etmek istiyoruz? Bu, olabilir mi?

NEZİHE ARAZBursa Çınar Lisesi ÇINARALTI Dergisi’nden alınmıştır. Yıl :2004-2005 Sayı:1

BAK BAK TÜRKÇE İLE NELER YAZILABİLİYOR

Page 76: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Türkçe bilim dili değildir diyenlere, türkçenin ifade kabiliyeti hakkinda fikir verebilecek bilimkurgu kara ütopya tarzi bir öykümü sizlere sunuyorum. Biz 1989 da bilimkurgu yazmaya başladiğimizda türkçe ile bilimkurgu yazilamaz diyorlardi çöplüğün horozlari! Uzman dil bilgisayari

Birazdan cellatlarım gelecek, ayak seslerini duyar gibi oluyorum. İdam cezam, açık arttırmayla ihaleye çıkmış ve ihaleyi Paris’ten bir “Suyu Alınmış Soğan Konservesi Fabrikatörü” kazanmış. Celladımı merak ediyorum. Yüz binlerce dolar ödeyerek infaz hakkını almış. Bu konuda da garip iddialar ve hikayeler var. Her şeyin kâr ve kazanç olduğu dünyamızda insan öldürmeyi merak eden zenginler, mahkemelerin açtığı ihalelere girip açık arttırmalarla infaz hakkını satın alıyorlar. Yüreği katılaşsın diye çocuklarına ya da evlilik yıldönümlerinde hanımlarına infaz hakkı hediye edenleri duyuyordum. Bakalım benim celladım ne yapacak?

Biraz önce son isteğim olarak bir avuç içi bilgisayar istedim. İdamım yaklaştıkça hayatım ve yaşlı insanlardan duyduklarım ve öğrendiklerim hollografik olarak gözümün önünden geçiyor ve bir bütünlük kazanıyor. Bu yazdıklarım büyük ihtimalle sonsuza kadar yok olacak. Zayıf bir ihtimalle de gönlü temiz, bir gardiyanın eline geçecek. Gönül sözcüğünün artık hiçbir dilde karşılığı olmasa da ...

Türkçe bilim dili değildir diyenlere, türkçenin ifade kabiliyeti hakkinda fikir verebilecek bilimkurgu kara ütopya tarzi bir öykümü sizlere sunuyorum. Biz 1989 da bilimkurgu yazmaya başladiğimizda türkçe ile bilimkurgu yazilamaz diyorlardi çöplüğün horozlari! Uzman dil bilgisayari

Birazdan cellatlarım gelecek, ayak seslerini duyar gibi oluyorum. İdam cezam, açık arttırmayla ihaleye çıkmış ve ihaleyi Paris’ten bir “Suyu Alınmış Soğan Konservesi Fabrikatörü” kazanmış. Celladımı merak ediyorum. Yüz binlerce dolar ödeyerek infaz hakkını almış. Bu konuda da garip iddialar ve hikayeler var. Her şeyin kâr ve kazanç olduğu dünyamızda insan öldürmeyi merak eden zenginler, mahkemelerin açtığı ihalelere girip açık arttırmalarla infaz hakkını satın alıyorlar. Yüreği katılaşsın diye çocuklarına ya da evlilik yıldönümlerinde hanımlarına infaz hakkı hediye edenleri duyuyordum. Bakalım benim celladım ne yapacak?

Biraz önce son isteğim olarak bir avuç içi bilgisayar istedim. İdamım yaklaştıkça hayatım ve yaşlı insanlardan duyduklarım ve öğrendiklerim hollografik olarak gözümün önünden geçiyor ve bir bütünlük kazanıyor. Bu yazdıklarım büyük ihtimalle sonsuza kadar yok olacak. Zayıf bir ihtimalle de gönlü temiz, bir gardiyanın eline geçecek. Gönül sözcüğünün artık hiçbir dilde karşılığı olmasa da ...

2095 yılında, otuz dört yaşında iken, unutulmuş dillere olan aşırı merakım yüzünden, Anatolia yerlilerinin, eskiden konuştuğu dili iyi bilen bir kişinin yaşadığını duyunca, içimde bu ölü dilin tek canlı konuşanını bir kerecik olsun dinlemek için dayanılmaz bir istek duydum.Erroyl’ün doksan yaşını aşmış, ince, eğrilmiş vücudunun üstünde iliştirilmiş gibi duran iğreti yüzü ve boynu, meşin kaplı yaşlı bir sedir ağacının kabuğunu, boğum boğum parmakları ise aynı ağacın köklerini andırıyordu. İnce, keskin kıvılcımların seyrek de olsa, lastik toplar gibi bir belirip bir kaybolduğu ışıltılı gözleri, gönlündeki arzu ateşinin yandığını, talih yıldızının gökte parlamaya devam ettiğini, bu nedenle de ümitlerinin sürdüğünü fısıldıyordu.

Zamana meydan okuyan Barish “Evrensel Dil Yasası’na Muhalefet”ten ömür boyu evde yaşama cezasına çarptırılmıştı. Aynı suçtan hükümlü diğer mahkûmlar öldüğü ve yıllardır iyi hali göz önüne alındığından, bu unutulmuş mahkûma konuk olmak için izin almam zor olmadı. Erroyl, berbat bir Çingilizce ile konuşuyordu ve 2020’li yıllara kadar Anatolia’da çoğunluğun Türkçe konuştuğunu savunuyordu.

İddiası asılsızdı, çünkü o yıllardan arşivlerde duran kolej kitapları, haber bültenleri de filmler de Çingilizce idi. Dudak hareketleri tutmuyordu fakat, bu başka bir dilin

Page 77: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

varlığına kanıt olamazdı. Yaşlı adam Ara sıra da son derece zengin vokallerle uzun şiir cümlelerine benzeyen sözcük kümeleri mırıldanıyordu. Şaşırtıcı olansa, konuştuğu gerçekten de bir lisana benziyordu. İlk anda onda renkli, canlı gözlerinin, ışık düşmüş pamuklara benzeyen saçlarındaki parlaklık dışında bir hayat belirtisi yoktu. Yaşlı adam konuşup coştukça, yüzünün kırışıklıklarının arasında kuşkonmaz dallarını andırarak belirginleşen karanlık yeşil, kırmızı kılcal damarların altında yosunlu bir kaya dokusu gibi duran derisinin, daha da canlandığına tanık oldum. Birdenbire:

-Bu kadar zor hayat koşullarında nasıl yüz yıl yaşayabildiniz? diye sordum. Bir çocuğun güven dolu masumiyetine bürünüveren yüzü aydınlandı.

-Bu dili en az bir kişiye öğretmeden ölmemeye kararlıyım! dedi. -Nasıl olabilir? Bir dili öğretmek için vaktin yok gibi! dedim.-Bu yer yüzünün en kolay öğrenilen dili! dedi. Eğer birazcık matematiksel zekânız

ve dil öğrenme yeteneğiniz varsa kısa bir zamanda öğrenebilirsiniz. Başımın belaya girdiğini anladığımdan ürperdim:

-Benim ölü bir dile ilgi duyabileceğimi nerden çıkarıyorsun? diye çıkıştım.Fakat o kendinden emindi:

-Kimse kırk yıldır unutulmuş bir mahkumu başka bir şey için ziyaret etmez! dedi. Böylece öğrenme aşkıyla yanıp tutuştuğum, bilgiye acıktığım günler günleri kovaladı. İşi gücü tamamen bıraktım ve ihtiyar ustamdan gerçek bir dil öğrendim. Adını Erroyl Barish değil de tam da onun istediği gibi Erol Barış olarak telaffuz ettikten sonra dostluğumuz arttı. Bana ancak atanın oğluna duyabileceği büyük bir sevgi ve şefkat gösterdiğini hissediyordum. İhtiyar bana hemen her şeyi öğrettiği gün öldüğünde, yüzü sanki yirmi yıl önce ölmüş gibi bembeyaz mumyalaşarak kendinden ışıklıymış gibi aydınlandı. O zamanlar öğrendiğim yeni dilin başıma neler getireceğini bilemezdim.

Yirminci Yüzyıl Bilimkurgu Edebiyatı Tarihi üzerine doktora yapmıştım. Yazarların çoğu, XXI inci yüzyılda da ışın tabancalarıyla savaşacakları hayalini kurmuşlardı. Bütün bunlar; güçlü olan zayıf olanı yok eder, her iki insanın olduğu yerde çatışma vardır öngörüsünden kaynaklanıyordu. Öngörü tartışılırdı ama, yüzlerce çatışma biçimi içinde birbirini yok etmek, köleleştirmek, bence temel yanılgı idi.

Eskiden oklar, kurşundan yapılmış metal tanecikler püskürterek savaşan insanların yaşamış olması beni hep hayrete düşürmüştür... Genişleyen barut gazıyla hareket eden ve insanlara saplanan bu tanecikler, günümüzde yerini daha tesirli silahlara bıraktı. Teknolojik gelişmeler sürerken insan ilişkileri ile ilgili bilimler taş devrini aşamıyordu. Bir iki bilge yazar, silahların gelişmesinden önce insanın değişime uğrayacağını ve düşmanlık duygularının silineceğini öngörmüştü.

Oysa XXI inci yüzyılda insanlar geçmiş çağların vahşetinin toplamından fazla yıkım yaptı. Ulusal ordular tarihe karıştıktan sonra küresel şirketlerin birbirlerini yok etmek, ya da geri bıraktırmak için, kurdukları güvenlik ordularıyla giriştikleri sabotaj ve imha savaşlarında, önemli kahramanlıklar göstermiş aile büyüklerim var. Hatta kola ve patates pulu (cipsi) savaşlarında ailemiz fedakârca kayıplar vermiş, madalyalarla ödüllendirilmişti. “Küresel Barış İçin Küresel Dil” teziyle başlayan “DİL SAVAŞLARI” projesine asker olarak katılan dedem üstün hizmetlerinden dolayı “Kutsal Ada”ya gitmek şerefine erişmişti. Koruma ordularının büyük ölçüde robotlara dönüşümü sonucu işsiz kalan diğer askerlerle birlikte katıldığı isyanlar bastırılınca, babam da isyana katılmak ve bir sürü robota zarar vermek suçundan dolayı kendini “Kutsal Küresel Uygarlığa Karşı İşlenen Günahlar Mahkemesi’nde” bulmuştu. Aile onurumuzu lekeleyen bu günahkâr hatıranın izi kimliklerimize işlendiğinden hep karşımıza çıktı.

Çingilizce konuşan Küresel imparatorluk Çince İngilizce kırması bir dil geliştirmişti. Hint, İspanyol, Alman, Japon dil adacıkları dışında bütün dünyayı kuşatmıştı. Irak’ı kimyasal silah üretmekle, İran’ı terörizme destekle suçlayan zihniyet, bizi dünya

Page 78: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

kültürüne yeterince patent üretmemekle, sanat ve bilime katkı yapmamakla suçladı. Günümüzde, çoğunu Anglo-saksonların oluşturduğu iki yüz milyona yakın nüfusuyla Dünya’nın insan doğasına en uygun iklime sahip bölgesi kabul edilen yurdumuz Anatolia’da yoksul bir akrabasını ziyarete gelmiş armatör gibi, bir köşeye ilişmiş oturuyorduk. Bizler, ancak garson, animatör, oda hizmetçisi, bahçıvan gibi mesleklere sahip olabiliyorduk.

Atalarımız karşılaştıkları uygarlıkların eserlerini tercüme etmek yerine top yekün dillerini öğrenmeye heves etmişlerdi. Farsça, Arapça, Fransızca ve İngilizce derken bu heves bin yıl sürmüş ama gerçek olmamıştı. En etkili öğrenme silahları olan Türkçelerini de unutmuşlardı. Türkçe kitaplar zamanla yok olmuş, şiirler belleklerden silinmişti. Türkçe’nin bilim dili olabileceğini savunanlar cezalara çarptırılmışlardı. Gerçi bu cezalar kobay olmak, domuz çiftliklerinde ve nükleer tesislerde temizlikçilik gibi “Küresel Mutluluğa Katkı” türünde süslü isimli hafif cezalardı, ama bir dilin yok olmasına yetmişti. Birkaç milyon kişi kalmış biz yerlilerin de bir dilimiz, tarihimiz, kültürümüz var mıydı? Türkçe diye eski bir dil olduğunu biraz okumuş, yazmış herkes biliyordu, fakat bu Türkçe nasıl bir şeydi?

Hocam Erol Barış’tan bu büyük dili öğrendikten sonra konuşabilecek ikinci bir kişi aramaya başladım. Bu sohbet etme tutkusu yakalanmamın nedeni oldu. Jozefin adlı Angora yerlilerinden bir kızla tanıştım, ona dil öğretmeye başladım. Ne var ki, Jozefin bu öğrendiklerini Clara adlı Pamfilyalı (Sinop) bir yerli kızla ve Peter ve Zozan adlı Kapodakyalı gençlerle paylaşınca hep beraber yakalandık. Meğer Anatolia’da özellikle İkonya ve Kapadokya’da çiftliklerde amaçsız da olsa, bu ölü dili birkaç yüz sözcükle de olsa gizli gizli konuşanlar varmış.

Deliller aleyhimeydi. Diğerleri küçük cezalarla kurtulabilirdi fakat, ben yanmıştım. Türkçe’nin kurallarıyla birlikte 500 bin sözcüğünü oluşturan sözcükleri, deyimleri, ihtiyarın rehberliğinde hazırladığım paha biçilmez arşiv incelenmek üzere tüm “Evrensel Dil Yasası’na Muhalefet” vakalarında olduğu gibi Uzman Dil Bilgisayarına (UDB) yüklendi.

Uzman Dil Bilgisayarı (UDB) kökeni tek bir kaynaktan gelen, bir dil geliştirmek için çalışıyordu. XXII inci yüzyılda konulan bilimsel hedeflere yönelmek için gerekli olan beş milyon sözcüğü üretmek üzere yapılandırılmıştı. Bu hedeflerden bazıları insan ömrünü dört beş yüz yıla çıkartmak, ölümsüzlüğe yaklaşmak, yıldızlara erişmek; ışığın, enerjinin yeni yasalarını keşfetmek gibi işlerdi.

Çingilizce tek bir kaynaktan çıkmadığı; en az dört kabilenin Çince’nin sözcüklerinin ve dil kurallarının rast gele yan yana gelmesinden oluşan bir dil olduğu için, yeni tanımları, kavramları, soyutlamaları karşılayabilecek birbirine ilintili sözcükleri ve yapılarını içeren, bir bilim diline şiddetle ihtiyaç vardı. Çince gibi tek heceli dillerden Arapça gibi içten kırılmalı dillere kadar bütün dünya dilleri inceleniyordu. (UDB), tek bir kökten türemiş bir dil inşa etmek için ilk beş bin kökten, beş milyon kelimeye ve milyonlarca kavrama çıkabilecek bir kök dil üzerinde çalışıyordu. Dilin hareket kabiliyeti sanal satranç tahtasına benzer bir alanda geliştiriliyordu. İnsan beyninin kullanılan, kullanılmayan bölümleri, kıvrımları, sanal alemde, Sahra Çölü genişliğinde sonsuz bir ülke gibi uzanıyordu. Pek çok gruba ayrılmış piyonlar, edatları, ünlemleri ve basit sözcükleri sembolize ediyordu. Atların ve fillerin yanında develer, kartallar, kangurular ve daha pek çok sembol, kavramları karşılamak üzere yerlerini almışlardı. Evrensel dil için evrensel similasyon! Evrenin ve insan beyninin sanal alemde modeli yapılmıştı.

Her taş, sonsuz yüzey üzerindeki konumuna ve diğer benzer taşlarla ilişkisine göre yeni anlam bütünlükleri ve hareket yeteneği kazanmaya çalışıyordu. UDB, bu özelliklerinden dolayı da mahkemede görülen dil davasının delillerini incelemek üzere

Page 79: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

bilirkişinin kullanımına sunulmuştu. UDB delilleri incelerken yıllardan beri yaratmaya çalıştığı sanal dilin gerektirebileceği pek çok özelliğin Türkçe’de olduğunu algıladı. UDB ile yıllardır araştırma yapan mahkemede bilirkişi olarak bulunan bilginler olağanüstü buldukları bu olayı sevinçle karşıladılar. Binlerce yılda ve geniş bir coğrafyada insanlığın ortak bilincinin katkılarıyla sağlam kurallara ve anlam katmanlarına sahip olmuş bu dil insanlığı XXII inci yüzyıldaki hedeflerine ulaştıracak yetenekteydi.Sahra Çölü büyüklüğündeki sonsuz sanal yüzeyde beş milyon kadar anlam türemiş, yeni ilişki ve hareket yetenekleriyle de hiç bitmeyecekmiş gibi sürekli türeyen ve ufku kaplayan milyonlarca anlamlı birlikler oluşmuştu ve oluşmaya devam ediyordu. Nice ünlü matematikçiyi kendine çekip çıldırtan bir zamanların efsanesi sonsuz ötesi matematik yolu da bu sayede yarılanacak gibi görünüyordu.

Kabile dilleri bile değerlendirilmişken, Türkçe’nin böyle bir deneye konu olmamak nedeni 2050 yılına kadar tamamen siyasiydi. Bu topraklardaki zengin kaynaklar, hepsinden önemlisi iklim ve su, ortak insanlık hedeflerine hizmet eden büyük şirketlere kazandırılmıştı. Farkları derinleştirilerek 60 halk halinde “küresel uygarlığa katılmaya hak” kazandırılmışlardı. (!) Sonraları ise bu büyük dil, arşivlerden bile silinmiş hiçbir bilim çalışmasına konu olmamıştı. Yerli halk, geçmişte Kızılderililere, Sibirlere uygulanan benzer nüfus planlamaları sonucu % 10 seviyesine inmişti. Aborjinler kadar kalmıştık.

Önce benden daha çok yararlanmak için tutukluluk halimin kaldırılmasına karar verdiler. Kısa bir zaman sonra tutukluluğu geçici olarak kaldırılan biri olduğum unutuldu. Bana pek derin bir saygı ve kıskançlıkla yaklaşıyorlardı. Söylediğim her cümle anında kayda geçiyor, formüller ve şemalar halinde bilgisayar pencerelerinde yansıyordu. Dünyanın sesli ve yarım seslileri bakımından en zengin diliyle yaptığım cümleler, işi bilen dil bilimciler tarafından heyecanla karşılanıyordu.

İnsanlık geç de olsa büyük bir dil keşfetmişti. Kendimi kobay gibi hissediyor, günler, geceler boyu bu kök dili konuşuyordum. Artık yirmi ikinci yüzyılın bilimsel hedefleri tutturulabilecekti. Bilgisayarlar bu dil üzerine kurulacaktı. Çingilizce ile bugüne kadar türetilmiş bazı sözcüklerin baş harfleriyle oluşmuş sözcükler, yenileriyle değişecekti. “Tutturulabilecekti?” ya da “Geliştirtmemeliydiniz” diyebilmek için diğer dillerle yedi sekiz kelime yan yana yazılmalıydı. Eklemeli bir dil olan Türkçe’de bir hece hatta çoğu yerde bir harf, bir ses bile anlam gelişmesi ya da değişikliği sağlıyordu. Bu zenginlik Türkçe’nin dünyanın en eski ve en geniş coğrafyaya kendi gücüyle yayılmış olmasından ileri geliyordu. Türkçe, sözcük sayısından ziyade kuralları ve yapısı bakımından insanüstü bir dehanın ürünü gibiydi.

Yıl 2104’tü. Bu son otuz yılın en büyük buluşuydu. Bir dilin kıymeti ve insanlık için önemi, tamamen yok edildikten 20 yıl sonra fark ediliyordu. Zaten yirminci yüzyılda Yağmur Ormanları başta olmak üzere bütün dünyada yok edilen yüz binlerce bitki ve hayvan türünün gerçek değeri de yeni anlaşılıyor, şimdi laboratuarlarda yeniden üretilmeye çalışılıyordu. Bir sirk yıldızı gibi gezdiriliyordum. Saçmalasam da bütün konuştuklarım şiir hatta müzik gibi kabul ediliyordu. Aynı zamanda nedenini o sıralar tam anlayamadığım bir endişeyle yeni şöhretimden, gücümden korkmaya başladım. Haksız olmadığımı kısa bir zaman sonra anlayacaktım.

Yerlilerdeki ulusçu uyanışlar sürüyor, önlemlere rağmen direnişler artıyor, Türkçe’ye dönülüyordu. Direnişçiler: “beş yüz kelimeyle Çingilizce konuşmaktansa aynı kelime kadrosuyla Türkçe konuşmayı tercih ederiz...” “Madem Türkçe bize yüz yılda unutturuldu, demek öğrenmek için yüz yıla ihtiyacımız var...” diyorlardı.

Sokaklarda “Bana Türkçe bir sözcük öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” Yazıyordu. Yerlilerin çoğu, pahalı robotlar kullanmanın ekonomik bulunmadığı sahalarda yaptıkları ikinci veya sonuncu sınıf işleri aksatıyorlardı. Biraz gelişmiş yerliler, eskiden bu arazinin, maden ve kaynakların kendilerinin olduğunu söylüyorlardı. Avrupa

Page 80: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

kökenliler ise yapılan anlaşmaları sıralıyorlardı. Çingilizce eğitim yapan okulları kendiniz açtınız. Borcunuz karşılığında önce madenleri, kıyıları, sonra toprakları, su kaynaklarını elinizle satıp imza ettiniz. Bizler güneş yüzü görmeyen soğuk ülkelerden gelip artık buralı olduk, diyorlardı. Gerçekten de tam böyle olmuştu.

İsyanlar büyüdükçe beni korku sarmaya başladı. Çünkü Türkçe’nin sırlarını bilen son kişi bendim ve ortadan kaldırılmam gerektiği söyleniyordu. İsyancılardan yani benim gibi yerlilerden nefret etmeye başladım.

Onları kişiliksiz buluyor, ortak insanlık hedeflerine hiçbir katkısı olmamış aşağılık, dejenere sürüsü olarak görüyordum. Madem dilinizi bu kadar seviyordunuz da neden unuttunuz? Eğer bu dile gereken ilgiyi gösterseydiniz şimdi insanlık yıldızlara erişecekti, insan ömrü bin yılı bulacaktı! Diyordum.

Eğer erdem, sanatın; sanat, bilimin; bilim, teknolojinin bir menzil önünde gitseydi gidebilseydi; petrol tankerleri dünya denizlerini kirletmeden önce füzyon enerjisine, hidrojen enerjisine , ışın enerjisine geçilmiş olacaktı. Denizler kirlenmeyecek, canlı türleri yok olmayacak, petrolden de solar enerji birimleri yapmak gibi çok daha çeşitli ve yararlı alanlarda yararlanılabilecekti.

Kök dilin devreden çıkarılması da benzer bir felaketti. Dillerinden sonra, yurtlarından da cayan bu insanları affedemiyordum. Yavrularını yiyen vahşi kediler, yumurtalarını yuvadan atan çirkin kuşlar gibi torunlarının geleceklerini satmışlar ve onların ıstıraplı hallerini yaşlılıkta seyrederek, acı içinde sefalete gömülmüşlerdi. Beyaz kefenlere bürünmüş sevimsiz ölülerin mezarlarından kalkarak, yaşarken işledikleri günahları her kafadan bir ses çıkararak itiraf ettiklerini görür gibi oluyordum. Meğer benim kızdığım hakaret ettiğim insanlar masummuş. Geri kalmamışlar, geri bıraktırılmışlar. Toplumları geri bıraktırabilmek meğer, tarihin derinliklerinde başlamış, siyaset sanatının en gizli ve iğrenç yüzüymüş. Bizans bile Hasan Sabbah’ın sahte cennetine kadın göndermiş... Avrupa hurafe bataklıklarını kurutup Rönesans’a geçerken, hurafe fabrikalarında her türlü gelişmeye hatta akla karşı, düşünce akımları, yüzlerce yıl üretilip Anadolu’ya ve çevresine şırıngalanmış. Bu uğurda yaratıcı beyinler iğdiş edilmiş, zekalar törpülenmiş, şahsiyetler biçilmiş, yetenekler tırpanlanmıştı.

Yabancılar önce götürebileceklerini taşıdılar. Soğuk ve yağmurlu ülkelerine alıp götüremeyecekleri bir şey vardı bu topraklarda. Bütün sömürdüklerinden, bütün bunların toplamından daha değerli olan bir şey! İklim! Bu yeryüzü cennetinin iklimiydi. Dallarında beş yüz çeşit meyve hevenk oluyor, kırlarında on binlerce yabanıl bitki buruk kekremsi kokularıyla, gökkuşağından alınma renkleriyle ana sütünden leziz öz sularıyla, baygın kokularıyla saltanat sürüyordu. Önce dev eğlence yerleri açıldı. Yerli halk bu para harcama tesislerinin çarklarını döndürmeye başladıktan sonra güzelim köyler, su kaynakları, ormanlar, insan eli değmemiş dağ zirveleri birer birer el değiştirdi.

Bu yeni dil meraklılarına ibret olsun diye beni cezalandıracaklardı. Ben yok olursam ölü bir dilin canlanma umudu kaybolacak, bilgisayarlarda formüllerde kullanılan bir dil kalacaktı geriye. Böylece tekrar içeri atıldım.. Bilim insanlarından da bana acıyan, saygı duyan kişiler vardı. Her anı kaydedilmek şartıyla araştırmalarıma ve görüşmelerime izin veriliyordu. Güçsüz olduğum zamanlarda keşke Aspendos’taki Alman köylerinde inek bakıcısı olarak çalışsaydım ya da Perge’deki domuz çiftliklerinde, diyorum. Gordion (Polatlı) yakınlarındaki altın ve Molibden World Company’de de çalışabilirdim. Anatolia yerlileri gibi beş yüz kelime ile konuşsaydım, boraks ya da uranyum madenlerinde bile çalışabilirdim. Başım da belaya girmezdi.

Ayak sesleri artıyor. Bakalım celladım hangi öldürme yöntemini deneyecek? Artık gittikçe artan bir merakla hep onu düşünüyorum. Ayak sesleri duyulmadan önce bir ara dalmışım. Rüyamda 2004 yılındaydım. Türkçe konuşmanın henüz suç olmadığı, çok güzel Türkçe konuşanların bulunduğu, bookstorlarda (kitapçılarda) rafların en az yarısının henüz

Page 81: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Türkçe kitaplarla ve Türkçe sözlü disklerle dolu olduğu yıllarda... Temiz yürekli, iyi insanların henüz bulunduğu yıllarda... Son Güncelleme ( Perşembe, 08 Şubat 2007 ) SON Orhan Seyfi Şirin

“Etleri mümkünse marine edin. Araştırmalar özellikle sirke içeren malzemelerle pişirilen etlerde, kanserojen madde oluşumunun anlamlı ölçüde azaldığını gösteriyor, marine edici malzeme eti bu zararlı etkenlerden koruyor. Amerika’da yapılan bir araştırma, teriyaki sosu ile marine edilen ette, marine edilmemiş ete göre, 10 dakika içerisinde yüzde 45- 65 oranında daha az kanserojen madde oluştuğunu gösteriyor.”

Buna “lügat paralamak” denir. Bu da, ‘Türkçe Sözlük’ açıklamasına göre, açık seçik olarak “konuşma dilinde geçmeyen yabancı kelimeler kullanmak, ağdalı konuşmak” demektir. “Biz New York Baseli bir firma olduğumuz için…”

Şimdi Hangi Dilde Konuşsam… Anlatamam*…/ Hangi adresten sorsam seni, dört başı mamur bir bilinmezliksin Rahva İnce bir sızısın şimdi hangi yaraya dokunsam Uzandığım her dudak soğuk ve yabancı Ve titreyişleri baştan aşağı yalan hangi bedene sarılsam

Ah! Söyleyecek ne çok şey vardı oysa, ayrılabilseydim doğrudan Ve sürebilseydim ateşten dudaklarımı soğuk bir namlu gibi yalanaAcze düşüp kendimi, vurabilseydim inkârlarını çırılçıplak sokağa

Rahvam / Bir yangından geçtim az önce dudaklarımdanŞimdi hangi dilde konuşsam… Anlatamam / (…)

* Nilüfer Akbay, “Beklemek Sonsuzdur” , Sone Yayınları, İstanbul, Mayıs 2009

TÜRKÇEYE DUYARLI İLGİLİLERİN DİKKATİNE

İnternet (Bilgisunar) hizmeti veren sunucuların Türk harflerini kabul etmeyişleri nedeniyle katlanmak zorunda olduğumuz İngilizce harflerini kullanmamız yetmezmiş gibi, radyo ve televizyon adı HABERTÜRK değil de HABERTURK…

Bu adı taşıyan Radyo ve TV’de ‘Teke Tek’ ve ‘Ekonomi Gündemi’ gibi Türkçe başlıklı yayın adları yanında tamamı İngilizce olan başlıklar arasında:

Kullanılan ‘Aktüalite, Analiz, Ajans, Frekans, Parantez, Sentez, Servis’ gibi bizi fazlaca ırgalamayan yabancı sözler yanında, ‘Airport, Hobby & Collection, Medical/Medikal’ gibi yabancı ad ve simgeleri kullanmaları hiç hoş görülmemelidir.

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ne güne duruyor acaba? Hele bir, “Türk ve dünya celebrity’lerinin tutkuları…” diye bir kavram

sıkıştırmışlar ki araya, gel de tepki gösterme. İngilizce bir kelime olan ‘celebrity’ (selebriti) yerine ‘ünlü kişi’ demek çok mu zor? “Türk ve dünya ünlülerinin tutkuları…” diye yazıp söylemeleri dillerini mi acıtır?.. Bu kavramları, sözleri söyleyen, yazan, yazdıran, denetleyen, göz yuman hangi ülkenin insanlarıdır?

Ne yapmak isterler? Okuyup görenler neden tepkilerini ortaya koymazlar?Kim bilir yayın akışı sırasında ne lügatler paralıyorlardır. Doğruya doğru dosdoğru,

ben bu kanalı sadece eleştirmek için kısa süreli bakıp geçiyor, sürekli izlemiyorum, biline… 14.7.9 [email protected]

Page 82: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Mehmet Ali Sulutaş, MBA, İktisatçı, Turizmci Türkçeye çok duyarlı bir araştırmacı, yazar, çevirmen‘Migration Ballads’ adlı Ali F. Bilir şiir kitabının çevirmeni ‘Düşüncelerin Dansı’, ‘Ana Sütüm Türkçe’, ‘Üçüncü Arka’nın yazarıMersin Sivil Toplum Birliği Platformu Kurucu ve Eşgüdümcü BaşkanıTUATC-EUATAC Üyesi Tüm Çeviri İşletmeleri Der Kurucu Gen Sekreteri

[Daughters_of_Ataturk] öbeğinde yayınlanan ‘TÜRKÇEYE DUYARLI İLGİLİLERİN DİKKATİNE’ (14.7.9) başlıklı yazımıza Hatice Çiçeksever yanıt verdi:

“Söyledikleriniz çok doğru fakat ne yapacağız? Hükümete kim anlatacak? Her şey o kadar kök saldı ki, bunları asırlarca yıkmak kolay olmayacak. Tüm derneklerin arkasında biri var, neye çalışılıyor bilmiyoruz, herkes yaz -çiz-gönder kendini boşuna tatmin ediyor. Millet olma bilincini etkileyen tüm unsurlar yıkıldı, herkeste bir kendinden memnuniyet, görgüsüzlük, umursamazlıktır almış başını gidiyor, sade insanlar bir şey yapamıyor, etkili kişiler de mutlaka bir yere bağlı. Artik bu bağlar kopmalı, insanlar uyanmalı. Balık bastan kokar, baslar belli, o basları değiştirsek milyonlar değişir. Çok kötü temeller atılıyor, oltaya takılıyorlar. Hüseyin Rahmi Gürpınar bir eserinde diyor ki: "Her hayvani hoşlandığı yemle avlarlar." İnsan olmaya insan toplamaya çalışmak lâzım değil mi? "Efendiler, medeniyet demek adam olmak demektir.”Atatürk. Duyarlılık yeterli değil, etkin ve etkili olabilmek lazım.”

Günaydın can Hatice, [email protected] Rahmetli sevecen halamın adı da Hatice’ydi. Siz ayrıca hem Çiçeksever’siniz hem

dil, hem insan seversiniz de… Yanıt-yorumunuz için teşekkür ederim. Sorunuza yanıtı iletinizin içinde dillendirmişsiniz zaten. Yılgınlığa kapılmadan ve kaptırmadan ayık ve dinç kafayla düşünüp değerlendirdikten sonra akıllıca davranmak gerekiyor.

Çare, çözüm anlamında ‘umar’ sözcüğünü kullanıyoruz ama ‘umarsamaz/lık’ diye bir söz bilmiyorum. Arapça ‘umur’dan geliştirilmiş, ‘aldırış etmemek’ anlamında ‘umursamazlık’ mı demek istediniz? Öte yandan, ‘her şey’, ‘bir şey’, ‘bir yere’ ayrı yazılır, ‘kaldı ki’ de ‘saldı ki’ de…

Özel adların baş harfleri her zaman büyük yazılır. Bir önemli yazılım koşulu daha var, o da, noktalama işaretlerinden sonra mutlaka bir boşluk bırakmaktır. Hızlı ve çok yazmak değil, kusursuz yazmak olmalı asıl ilkemiz. Tümceler sonunda tek nokta yerine neden çift nokta koyduğunuzu sorabilir miyim?

Tam hedefi vuran olmasa da bir yanıt geldi, kendi felsefesini açmaya çalışan ve sabun köpüğü kıvamında. Dokunarak düzgünleştirilmiş yanıt şöyleydi:

“Duyarlılığınız bu konuda çok yüksek ve ders verdiğiniz kişi öğretmen. Hatice adı Türkçe ve çok cazip olmasa da, onun üstüne türküler, şarkılar söylenmiş, ilginç. 1994 yılında dil konusundaki duyarlılığımı dünyanın evrensel dili olan sanat ile yola çıkarak vurgulamıştım. 35 yıllık Fransızca ve İngilizce mektup arkadaşlığımdan kalan mektuplar, hediyeler v.s. üzerine hem dili hem koleksiyonculuğu özendirmek adına.

Büyük başlar ne derse o oluyor biliyorsunuz. Oktay Sinanoglu da çok konuştu. Çözüm politik ama bizler de Nasrettin Hoca gibi göle maya çalmaya çalışıyoruz, “ya tutarsa” diyerek...

Maymun evrimleşmesi geçiren cahil toplumlar (cahil ve sürü toplumu olmamızı başardılar maalesef) bakarak öğrendiği için, göz önündeki kişilerin dil konusunda hassas davranması lazım. Saygılar. Hatice 15.7.9

Sevgili öğretmenim, ev ödevimi yapıyor, insanlık görevimi yerine getiriyorum. Hatice adı da, şarkılarıyla, türküleriyle, şiirleriyle, öyküleriyle, Türkçe gibi bizdendir. Nasrettin Hoca da bizim, Nusrettin Hacı da… Şapka çıkarıyorum. Boş değil hoş bir seda bırakmak için bu yalancı dünyaya…

Page 83: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Mehmet Ali Sulutaş, öğrenciliği hiç bitmeyen bir eğitimci… 15.7.9*****

Bizden öncekiler görememişler ya da, sizin gibi, “Her şey o kadar kök saldı ki,” deyip pes etmeleri/ettirilmeleri sonucu bu noktaya gelindi mutlaka. Ben sen o, biz siz onlar var gücümüzle ve örgütlü olarak direnmeliyiz ki dilimiz ve özgürlüğümüz yaşatılsın. Bulunduğunuz yerde (ve her yerde) has duyarlı insanlar örgütlenmelidir. O zaman neyin, kimlere, nasıl, ne zaman anlatılacağı ortaya konulacaktır. Birilerine bağlı olmadan çalışmak olası; işbirliği yaptığımız insanlarla yaptığımız gibi…

Yetmişini aşmış bir dedenin kendisini nasıl güncellediğini ve neler ürettiğini görüp okumak isterseniz lütfen arama motoruna adımı yazarak girip bir gezinti yapın. Ayrıca, turkcelil,com ve adanafikirplaformu.org öbeklerini de ziyaret edebilirsiniz.

Mehmet Ali Sulutaş, MBA, İktisatçı, Turizmci Türkçeyi, zamanı, havayı, suyu, toprağı, enerjiyi akıllı kullanan, aklını da akıllı kullanıyor sayılır...

(Bu bir has duyarlı yurttaş Sulutaş söylemidir…)

Bir sağlıklı beslenme uyarısı yazısında sıkça geçen iki kavram: ‘light (layt) ekmek’ ve ‘light yoğurt’. İyi ki ‘light yumurta’, ‘light peynir’, ‘light zeytin’ gibi terimler yok. Yıllar önce bir-iki TeVe dizilerinde, bir-iki gazete ve dergide ‘layt erkek’, ‘layt kadın’, ‘layt takılmak’ gibi söylemler öylesine söylendi diye, görüyor musunuz dilimizde, yazımızda taht kurup oturmuş bu böcek…

Bir arkadaşımın bana gönderdiği ileti, biraz övgü azıcık sövgü havası taşıyor: “o kadar guzel guncel msg'lar atiyosunki,komplex'e kapilmamak icin cevap

vermiyor sadece okuyor ve kendimi guncellemeye calisiyorum. o nedenle benden msg alamazssin senin gibi researcher arkadasin yaninda bize sadece kendini onun vasitasi ile guncellemek duser.” Bu ileti Türkçe harflerle şöyle yazılsaydı, daha uygun olurdu:

“O kadar güzel ve güncel iletiler gönderiyorsun ki, aşağılık duygusuna kapılmamak için cevap vermiyor, sadece okuyor ve kendimi güncellemeye çalışıyorum. O nedenle benden ileti alamazsın. Senin gibi araştırmacı bir arkadaşın yanında bize sadece kendini onun ürettikleriyle güncellemek düşer.”

(Aşağılık duygusuna kapılmayı gerektirecek bir ortam hazırlamıyorum ki...)*****

Bir TeVe söyleşisi sırasında kullanılan kavramlar o kadar kulak ve göz tırmalayıcıydı ki, birkaç örnek alıp, kayıtlı müzik dinlemeyi yeğledim. Burada iki kötü örnek vermekle yetineceğim: “…primer birincil olarak…” , “…frontal ön…” kavramları. Konuşmacı nedense, kelimelerin önce İngilizcesini hemen ardından da (sanki açıklama yapar gibi) Türkçesini söylüyordu. Bir de tersini yapanlar var, önce söyledikleri Türkçe söz o düşünceyi anlatmaya yetmezmiş gibi, hemen İngilizce karşılığıyla açıklama ya da pekiştirme biçiminde özentili bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yeni sayılacak yöntemler hiç teşvik edilmemelidir. Türkçe yetersiz değildir ki…

*****

“Bu bilgi çağı döneminde…” demek yerine “Bu bilgi çağında…” demek daha kısa ve daha anlamlı değil midir? Türkçede ve başka bir dilde de ‘çağ’ ve ‘dönem’ aynı anlama gelmektedir. Bu yüzden aynı düşünceyi ikilememek gerek.

*****

“Bağımsız Düşünce Merkezi olarak kitap çalışmamıza başlıyoruz. Daha ilk çalışmamızda onlarca arkadaşımız beraber kitap okumak ve tartışmak için Bağımsız Düşünce Merkezi’ne başvurdu. Şu an için ilk başlayacağımız kitap olan “Oltadaki Balık

Page 84: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Türkiye-M.Emin DEĞER” kitabı için 27 kişi olduk. Sizde çalışmamıza katılın!” diye ulaşan iletiyi irdeleyerek ilgililere yardımcı olmaya çalıştık, ama yol alamadık:

“Sayın ilgili! İletinizde, “kitap çalışmamıza başlıyoruz” diye yazmakla ne demek istediniz acaba? Böyle bir düşünce okuru, belirsizliğe ya da çok seçenekli olasılıklara yönlendirir. Oysa siz kitap okuma etkinliği düzenliyorsunuz. Yazım yanlışları arasında, “Sizde çalışmamıza katılın!” tümcenizdeki ‘sizde’ kelimesi ‘siz de’ biçiminde (de ayrı olarak) yazılmayacak mıydı?

Gençlere bir hizmet sunarken kötü örnek olmamak, kaş yaparken göz çıkarmamak gerek. Mehmet Ali Sulutaş, öğrenciliği hiç bitmeyen bir eğitimci. 15.7.9

*****

Yanıt vermediğim iletilerden biri, olduğu gibi aynen şöyle geldi: “değerli hocam arpamı büyük katettiğimiz yol mu büyük arpa ne demek yol

nedemek katettiğimiz yol arpadan kısa olsada buylde davam edeceğiz deve devem…” yorumu ya da sorusu çok acele yazılmış bir ileti görünümünde. Acele yazıldığından yazının anlamı da aceleye gelip yok olmuş. Oysa ileti şöyle yazılsaydı, açık olurdu:

“Değerli Hocam, arpa mı büyük kat ettiğimiz yol mu? Arpa ne demek yol ne demek? Kat ettiğimiz yol arpadan kısa olsa da bu yolda davam edeceğiz, devam…”

Ağımıza takılan bir başka iletinin, “Sonrada aşağıdaki adresi hotmailinizin adres çubuğunuza kopyalayıp yapıştırarak enterleyin.” tümcesinde hem yazılım hem anlam yanlışları var. Çoğu iletilerde yapılan ana yanlışlardan biri, burada da yapılmış ve ‘da’ eki ayrı yazılması gerekirken bitişik yazılmış. Öte yandan, “hotmailinizin” yerine ‘e-postanızın’ denebilirdi; “adres çubuğunuza” yerine de ‘adres çubuğuna’...

Asıl yozluk, “enterleyin” melezinde. Onun yerine ‘kayıt edin’ ya da ‘giriş yapın’ denmeliydi. İngilizce ‘enter’ (gir) sözünü Türkçeleştirmeye çalışmak yerine Türkçesini kullanmak daha anlamlı ve yararlıdır. “Sonra da aşağıdaki adresi e-posta adres kutusuna (kopyalayıp) yapıştırarak kayıt edin” denseydi sorun olmazdı.

*****

Günaydın Çorum Fikir Dergisi yöneticileri,İsteğim dışı bana da ulaştırılan iletinize bağlı buadresim.com adlı öbekte, Türkçe

adına biraz gezindim. Türkçe yazılım yanlışlarının düzeltilmesidir dileğim: “Türkiye’de Emlak”, “Siz de katılın” derken doğru yazmışsınız da, “Sizde katılınız”

ve “Sizde bulunmak isterseniz…” derken ‘de’ neden bitişti, bilen var mı?Tereciye tere satmak gibi olmasın ama, "Bu yaptığınızı Çorumlu yapmaz!.. Türkçe yazarken araya bir “subdomain” sıkıştırmanız neden acaba?Yazanın kendisini ifade etme yeteneğinde bir bellek silinmesi mi oldu acaba? Bu tümceyi yazanın tam orada da Türkçe düşünmesini salık veririm. Genelde

olması gereken konusunda yardımcı olurum ama burada olmayacağım. Madem bir kazanç amaçlı öbek oluşturmuşsunuz, bir de Türkçeyi düzgün kullanan bir yurttaş istihdam edin ya da görevlendirin. Yine de bir yardım daha yapayım, ‘link’ yerine genel kabul gören ‘ilişim’ sözünü kullanın, lütfen; Türkçe adına. Bugün ilk iletim size gidiyor; bilin Türkçenin ne kadar önemli ve yaşamsal olduğunu!.. 19.7.9

Kısa sürede gelen, “Çorumlu size ne yaptı da bana bu kelimeyi yazdınız?” diye tek tümceli, anlamsız ve sorgulayıcı; ayrıca başlığı ve sonluğu olmayan bir yanıtı (!) elbette yanıtlamaya değer bulmadım. Doğal olarak da listeme henüz kayıt ettiğim e-posta adreslerini silip onlardan gelecek iletileri engelleyici önlemleri aldım. 19.7.2009

*****Hayret, önlem ya çalışmadı, ya da önlem zinciri, gönderen tarafından kırıldı:“İnsan kendi hatasını nedense görmezde başkasın hataları ile uğraşır?

 

Page 85: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

1-sizin iletiniz de her nedense bizim goole nin SPAM’A (elektronik posta sağanağı, mesaj sağanağı) bölümüne gelmiş. 2- Fikir Dergisi Yöneticileri yoktur. Yazarları vardır. Yöneticisi sadece benim. 3- İsteğin dışında geldi ise şu an itibarı ile http://groups.google.com/group/fikir-dergisi e-posta gönderisinden çıkartılmış bulunmaktasınız. Bunu sizde yapabilirdiniz! 4- Bizim sadece e-posta listemiz yapılanları bilgilendirme için kurulmuştur. http://groups.google.com/group/fikir-dergisi ise http://fikir.dergisi.info 10. alını tamamlamış bulunmaktadır. Diğer dokuz sayı yazarlarımızın yazılarını da inceleyebilirsiniz. Üye olma mecburiyeti yoktur. 5-"Bu yaptığınızı Çorumlu yapmaz" Acaba ÇORUMLU size ne yaptı? Çok merak ediyorum! Çokkk İktisatçı, Turizmci Sağlık adına sağlıklı düşünüp sağlığa önem veren ,Türkçeye çok duyarlı bir araştırmacı, yazar, çevirmen, Tüm Çeviri İşletmeleri Derneği Kurucu Gen Sekreteri, en yaşlı-genç bilgesi, Türkçeyi, havayı, suyu, toprağı, zamanı, enerjiyi akıllı kullanmaya çalışan yurttaş vb. imzanız var da ondan sonrum. 6- Domain "etki alanı -tanım kümesi -1) alan, ilgi alanı, 2) tanım alanı (işlev) "olarak çevrilmiştir ki bu kelime ile bağdaşamaz. Domain sadece bir hedeftir. Domaini aldıktan sonra değiştirme imkânınız olamaz. Yönetim alanında ise her türlü düzenlemeleri yapabilinsiniz. İlgi alanı ile de alakası aynı isimleri anlatan pek çok isim veya kelime bulunmaktadır ve subdomain Türkçe karşılığı bana biraz daha kelime bilimcileri düşündürse gerek diyorum 7- SALIK (Ucu zincirli Topuz) her halde SAĞLIK demek istediniz(!)ÖBEK (Yaş ve yapıları aynı olan kişilerin veya topluluğuna denilir.) Bizim öbeğimiz değil e-posta topluluğumuz vardır ki burada 90 yaşında da 18 yaşında da cinsiyetleri karışık kişiler de bulunmaktadır. 8- LİNG karşılığı olarak verdiğin örneğe insanlar değil “kazlar” bile güler. 9- En önemlisi iki adınız var. Ha sahi unuttum adınızı Türkçe mi?Hamiş: http://fikir.dergisi.info dergimizde adınız verilmeden bu cevabı yayınlayacağım Mahmut Selim GÜRSEL

yazı ÇOK BİLMİŞ başlığı ile dergide yayındadır

“Başkanım bana bu kısa röportajı ayırdığınız için teşekküler ediyorum…” tümcesinde bir yazılım yanlışı olduğunu fakat bunun sadece bir ‘r’ harfi eksikliğinden kaynaklandığını söyleyeceksiniz. Ama metnin her yerinde aynı eksiklik yinelenmiş. Haydi diyelim ki bir kere yanlış yazılmış ve o kelime kopyalanarak birkaç yere yapıştırılmış ve hoş görelim. Ama yazıyı yazan bu eksikliği görmeliydi!..

“Başkanım bana bu kısa röportajı ayırdığınız için teşekkürler ediyorum…” demek bile anlam eksikliği taşıyor. Önce, “kısa röportajı ayırmak” ne demek? Belki, “kısa söyleşiyi yapmak” ya da “kısa söyleşi için zaman ayırmak” denmek istenmiştir ama denmemiş. Öyle denmeliydi!..

Mehmet Ali Sulutaş, MBA, İktisatçı, Turizmci

Page 86: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Sağlık adına sağlıklı düşünüp sağlığa önem veren Türkçeye çok duyarlı bir araştırmacı, yazar, çevirmen

“Yazar,çizer,çekermisiniz” diye yazan bir aymaza yardım etmek istedim, “Noktalama işaretlerinden sonra bir boşluk bırakılır, ‘misiniz’ soru eki ayrı yazılır ve bir soru işareti (?) konur” diye akıl verdim, Çorumlu olduğunu yazan, ama bir Çorumlunun yapmayacaklarını yapmış , “Yazar,çizer,çeker mi siniz” diye, hem ‘mi’yi hem ‘siniz’i ayrı yazmış, hem de ne noktalama işaretlerinden sonra bir boşluk bırakmış, ne de soru tümcesinin sonuna bir soru işareti koymuş. “Nasihatle yola gelmeyenin hakkı bilmem nedir” deyip kendi haline bıraktım, sözde Çorumluyu. Gerçek Çorumlular bağışlasın!

‘İNSANLAR, KONUŞA KONUŞA…’‘İnsanlar, konuşarak anlaşır.’ Anlaşma, ‘Dil’i kullanarak yapılır. Anlaşma dili de;

Her Millet’in, ‘Ana dili’dir. Almanya’da, Almanca; İngiltere’de, İngilizce; Çin’de, Çince; Amerika’da, İngilizce; Suriye’de, Arapça ve Türkiye’de, Türkçe.

Düşündüğümüz dilde, konuşuruz… Dil; ‘Millet’ olabilmek için gerekli, temel öğelerdendir. Toplumun, ortak kültürünün oluşmasını sağlar.

1924 Öğretim Birliği Yasası ve1928 Dil Devrimi, ABECE’mizin, Türk milletine özgü biçimini sağlamıştır.Türkçe; Dünya dilleri arasında, bilim dili olarak kullanılabilecek ilk diller

arasındadır. Üretken yapısı, (Kök ve ekler) zenginliğini gösterir. Yazılışı ve okunuşu arasında ayırım olmaması, öğrenimini kolaylaştırır. ‘Türkçe dil kuralları’ hemen herkese, yeni ‘Türkçe sözcükler’ üretme şansı verir.

Bu ve daha birçok özellik, ‘Bilgisayar’ sözcüğünün mucidi, Dil Bilişimci ve 36 dil bilen Aydın Köksal tarafından en iyi biçimde açıklanmış ve Türkiye’nin en büyük yanılgısı ‘YABANCI DİLDE ÖĞRETİM’ adını verdiği kitabı yazdırmıştır.Okullarımızda verilen ‘yabancı dille öğretim’ ancak, sömürge ülkelerde yapılabilmektedir. Toplumu;

Anlaşma dilinden uzaklaştırmak,Kültürüne yabancılaştırmak,Millet olmaktan alıkoymak için uygulanan,  sinsi yöntemlerin başında gelmektedir.

Bakalım; Türkçe, düşünerek ve İngilizce ifade edebilmek için;.1)    Daha çok zaman kullanacağız.2)    En iyi biçimde ifade edemeyebileceğiz.3)    Kültürel zenginliklerimizi katamayacağız. (Atasözleri, deyişler..)4)    Dilimizi geliştirmek, sadeleştirmek için kullanmamız gereken üretkenliğimizi heba edeceğiz…

Ana dilinin dışında, bir ya da birkaç dil bilmek ile, yabancı dilde öğretim yapmak, birbiriyle karıştırılmamalıdır. Dil ya da diller öğrenilmeli, ancak, ‘Öğretim’ ana dilde olmalı. Caddelerimizde, sokaklarımızda dolaşırken, ana dilimize, kültürümüze yabancı sözcüklerle doldurulmuş tabelalar, kendimizi inkar anlamında oldukları için, bizleri rahatsız etmeli

Ülkemizin vatandaşları olarak önce,  bizler, anlamalıyız, tabelalardaki yazımı. (Turistik yörelerde, ikinci açıklama olarak, örneğin, İngilizce de yazılabilir..) Şimdi;

Bölücüler ve talimatları alan işbirlikçiler, Türkçenin dışında, örneğin Kürtçe ile öğretimden söz edebilmektedirler. Ya da, masum hale getirebilmek için, ‘Seçmeli’ olsun diyebilmektedirler. Yetmedi.. Q,W,X işaretlerini de ABECE’mize eklemek isteyebilmektedirler..

*Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kalmasın diye*Türkçe dili olmasın diye…

Page 87: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

26 Eylül ‘Dil Bayramı’. Çeşitli etkinlikler düzenlenmekte. Mersin’de; 26 Eylül 2009 Cumartesi günü, saat 14.00’te, İçel Sanat Kulübü Nevit

Kodallı Salonu’nda, konu ile ilgili sunum yapılacak. Aksu Köy Enstitüsü mezunlarından, eğitimci Ali Uysal, ‘Ana Sütüm Türkçe’ kitabının yazarı Mehmet Ali Sulutaş, Doç. Dr. Orhan Özdemir aktarımda bulunacaklar. Dilimize ve aslında geleceğimize sahip çıkalım. Sunumda, buluşalım.

Saadet PESEN [email protected] 25 EYLÜL 2009 İMECE

Sevgili Saadet Hanım, sağ olun!.. Söyleşimize de katıldınız ve katkıda bulundunuz... Yıllar sonra kavuştum o çok istediğim Türk dili üzerine yazınıza… mas 27.9.9

“Oltaya takılmış balığın yeme ihtiyacı yoktur” demiş ABD’li işadamı Rockfeller, 1953’te; sanki Türkiye’yi adres gösterir gibi...

[“Eh Trakyalıyız ya, onu bizde hep söylerdik zamanın da...” tümcenizdeki ‘bizde’ sözcüğü ‘biz de’ olması gerekirken ‘de’ neden yapışmış ve en son kelime de ‘zamanında’ olması gerekirken, ‘da’ neden alıp başını gitmiş acaba?] örneğinde olduğu gibi, ‘da’ ve ‘de’ genelde kafa karıştırıyor. Genelde yanlış kullandığımız Fransızca kaynaklı ‘tuş’ aslında İngilizcede ‘key’ (anahtar) diye adlandırıldığına göre neden ‘anahtar’ veya ‘düğme’ diye anmıyoruz anlamıyorum. Belki TDK ve dilbilimciler daha uygun bir sözcük bulmuşlardır.

Merhaba Mehmet Ali Bey,Türkçe ile ilgili Carrefour'da yaşadıklarınızı okuduktan birkaç  gün sonraydı sanırım; ben de Forum alışveriş Mekezi'nde dolaşırken okuduğum bir kelime bana "yuh artık" dedirtti. Forum'un girişinde bir el arabası duruyordu ve üzerindeki yazıyı aynen yazıyorum: CARSAMBACH!!! Yani bildiğimiz Karsambaç, ne hale gelmiş!!!Saygıyla, Hadika. Sevgili Hadika, sağ olasın, bu bilgiyi bana da aktardığın için. Dün bir başka dostum aynı konuya değinip ilgimi çekmek istedi, ama o hareketlilik içinde kaynayıp gitmişti. Bu bilgilendirmen daha da pekiştirdi o saçmalığı, Türkçeye saygısızlığı. İlk fırsatta gidip hem fotoğrafını çekerim hem yazısını yazar, âlem irfan içinde açıklarım… mas

“En Büyük Laptop Showroomu”konsept (genel kavram, genel düşünce) kıyas-ı mukassem (ikilem) kültürel entegrasyonun (kaynaşmanın) neden ‘cep telefonu’ ye da ‘ge-se-me’ değil de ‘ci-es-em’ derler?

“Dikkatli olmak da fayda var.” yerine “Dikkatli olmakta fayda var.” denmeliydi. “Uluslararası Türkiye Offshore Şampiyonası Mersin Grand Prix ve Türkiye Finali…” duyurusu hem kafa karıştırıyor hem de yabancı kelimelerle dolu. Evet, 10 kelimeden oluşan bu tümcede beş yabancı kelime yer almış. Hayır hayır, almış değil, verilmiş.

Şu yazı da bir yazı yanlışı üzerine yapılan bir yorumun sadece bir parçası: “yannışlıkla yannış şeyler öğrenmiş olmasın toplum bi düşün bakalım.bi de güzel diyosun da eeee nolmuş güzelse,çikin mikin demedik saten ,başka şeyler söyleniyo”

Dikkat ettiğiniz gibi, kişi ‘yanlış’ sözcüğünü “yannış” diye yazmış ve sanırım öyle de söylüyordur. Gelin bunu doğru Türkçe ile yazmaya çalışalım birlikte. ‘Yanlışlıkla yanlış

Page 88: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

şeyler öğrenmiş olmasın toplum. Bir düşün bakalım. Bir de güzel diyorsun. Eeee, n’olmuş güzelse? Çirkin mirkin demedik zaten, başka şeyler söyleniyor…’

“Hummer modifiye”, “Ferrari modifiyesi”, “Victoria Beckham`ı Giydir”, “Tesse`nin Düğünü”, “Winx Bloom Giydir”, “Winx Club”, “Winx Sahnede”, “Rock Starını Giydir”, “Brazt Giydirme”, “Beyonce Knowles`i…” ne demek oluyor acaba?

Kendi kültürümüzün adları, kişileri nerede? Kendi kültür değerlerimiz nerede kaldı?..Hele, “Michelle Rodriguez`u Giydir” hepten aykırı, ‘Rodriguez’i’ denecek yerde “Rodriguez`u” yazılmış ki yanlış ve kötü bir örnek. Oysa o ad ‘Rodrigez’ diye okunup söylenir, ‘Rodriguz’ değil. “Bilmiyorsun, bari bir bilene sor” derler adama…

İş yerleri önünden geçerken, daha önce gördüğüm “… Nakliye” veya “…Taşımacılık” tabelalarının yerinde “… Lojistik” yazıldığını gördüm. Lojistik, “yol, haberleşme, sağlık, yiyecek içecek sağlama” gibi destek hizmeti demektir. Nakliye/taşımacılık ise “bir malın bir yerden bir yere taşınması” demektir, deyip yanımdakilere sordum, “Lojistik kelimesini nakliye yani taşımacılık sözcüğü yerine kullanıyorlar birkaç yıldır. Nakliye veya taşımacılık kelimelerinin suyu mu çıktı da…?”

Yanımdakiler de açtılar ağızlarını yumdular gözlerini. Öfff!.. Demeye kalmadı, yürürken önümüzde beliren bir duyuru camekânındaki yazılanlar hepimizi daha da öfkelendirdi. “MERSİN LOGISTICS – MERSİN 2. LOJİSTİK VE TRANSPORT FUARI…”

Çileden çıkmamak elde değil. Türkçe konuşan bir kentte, Türkçe konuşan Türk toplumunda, sömürge ülkelerinde bile görülmeyecek bir kendini bilmezlik bu. Aslında bu yazılanların her tarafı kusurlu ve sakıncalı ve de yanlış. Bu afişleri hazırlatan kuruluşun hiç mi danışmanı yok? Hiç mi düzgün Türkçe okur-yazarı yok?

Kimi aklı sivri kişi ya da kurum, Mersin’in çarşafını pazara çıkarıyorum diye bana karşı “Of, puf ” çekiyor olabilir, ama Nasrettin Hoca’nın, “Hırsızın hiç mi günahı yok?” diye sorguladığı gibi, bu saçmalıkları yapanların hiç mi kabahati yok?..

Lütfen hiçbir birey, kurum ya da kuruluş alınmasın, ama neden bu aymazlıklara fırsat veriyoruz? Gezip görmenizi ve yorumlarınızı yüreklice yapmanızı dilediğim “MERSİN 2. LOJİSTİK VE TRANSPORT FUARI” Mersin Yenişehir Fuar merkezinde başladı bile…

Geçenlerde Kanal - 1’deki “Kelime Oyunu” sunucusu da “Aydın Üniversitesi Lojistik Bölümü öğrencileri…” demez mi!.. Aklım durdu, tavana vurdu!..

“Hocam bıraktı, benim de muhtemelen bu son maçım olacak. Kesin bu konuda kararlıyım…” demiş Millî Takım kalecisi Rüştü Reçber. Yüreklerimizin ağzımıza geldiği anlarda, sadece golü değil yüreklerimizi de kurtaran Rüştü, bir “muhtemelen” diyor, bir de “kesin”… Belki Rüştü bu ‘olasılık’ ile ‘kesinlik’ içeren çelişkiye düşmemiştir de, haberi yapanlar öylesine bir yazı dili kullanmış olabilirler. Her iki durumda da bu birbirine zıt düşünce ve ifadeler aynı tümce içinde yer almamalıydı.

Page 89: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Beyaz gömlek deyip geçmeyin - Beyaz gömlek, kulağa çok basit gelebilir, ancak bu sezon gardırobunuzun en temel parçası bu gömlekler olacak.

Seçenekleriniz bol; streç koton, dar kesim, kollarında ve kol ağzında detayları olan, yakaları süslüleri ile çeşit çeşit ama en önemlisi hırkadan cekete ya da sade bir pantolon üzerine her şeyle giyebilirsiniz.

Beyaz gömlekler baştan yaratıldılar ve artık ölümsüzleştiler, yeni tasarımlar her zamankinden daha benzersiz ve şık. İşlemelileri, pilililer, dantel ve fistoluları tercih etmelisiniz, ister tek renk giyinin ister siyah ya da renklerle kombinleyin ama beyaz gömleklerinizi en fazla bu sezon giyeceksiniz emin olun.

Bu gömlekler gündelik hayatın basitliğine romantizm katıyor ve eski okul gömleklerimizi andıran beyaz gömlekleri yaka detaylarıyla geride bırakıyor. Çoğu kotondan olduğu için göründüklerinden çok daha rahatlar. Gömleğinizin detaylarını üzerlerine çok fazla kat giyerek saklamayın ya da karışık bir alt kullanarak yok olmasına izin vermeyin. Bu beyaz gömlekler dramatik bir değişim için ideal.

Sade, “Hangi markanın olduğunu belirtebilir misiniz?” diye sormuş. Bade de, “Çok sade ve şık güzelmiş…” diye yorum (!) yapmış. ----------Fransızcadan sızıp dilimize yapışan ‘koridor’ sözcüğü yerine ‘geçenek’ denmiş ama tutmamış. Fransızca kökenli ‘koridor’, bir yapıya girilen, odalara geçilen genellikle dar geçit içeriğini tam olarak taşımamaktadır. Onun yerine ‘geçenek’ daha anlamlı…

“Hele Ninno Olasan” diye başlayan bir türkümüz var: “Hele ninno olasan, / Allahın’dan bulasan / eğer annen vermezse / evde de kalasan…” diye sürüp gidiyor türkü. Ne menem bir bedduadır bu da dillerden düşmez?..

Müzik dünyasında bir “enstrümantal müzik” muhabbeti edilir, bilirsiniz. Çoğumuz bu kavramı, Türkçe midir değil midir sorgulamadan, aldırmadan kullanırız ya da duyar geçeriz. Oysa bir düşünelim, bu Fransızca sözcük dilimize yapıştırılmadan önce hangi sözcüğü kullanıyorduk? Elbette, ‘çalgı’ ya da ‘müzik aleti’ derdik. ‘Enstrümantal müzik’ için de, ‘sözsüz müzik.’ Öyle değil mi?

‘Sözsüz müzik’ demeye ne oldu da ‘enstrümantal müzik’ deyip gideriz? Elbette, kendi dilini ve kültürünü yamamak için yayılmacı düşünceleri taşıyan yabancı ‘elin oğlu’… “Yalnız çalgılar için hazırlanmış müzik” ya da ‘sadece çalgılarla’ icra edilen ya da sözleri okunmadan çalınan müzik demek istediğimize göre, neden ‘sözsüz müzik’ demeyiz ve dedirtmeyiz? Basiretimizi mi bağladılar yoksa? Allah akıl vermiş, kullanalım, değerlendirelim. Aklımızın tası saksı değil ki bilmem ne yapalım!..

“Türkiye’yi artık böldürmeyeceğiz!..” demişmiş bir siyasi kişi. Bana kalırsa bu tümce, ne yazdığını bilmeyen gazeteci tarafından yakıştırılmış ya da uydurulmuş bir tümce. Olur mu hiç öyle şey? Sanki şimdiye kadar, her gün ekmek, simit gibi bölünüyormuş ülke de, “artık yeter, aç kaldık, bundan sonra böldürmeden, tümüyle yiyeceğiz artık” der gibi bir tümce olmuş, sevgili gazetecilerimiz, siyasilerimiz…

Page 90: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

“Ebter tohumlar, toprağın mikrobiyolojik florasına horizontal transition yaparak, hem toprağı kontamine etmekte hem de toprağın bakteri florasını bozarak, bakteri popülasyonunda kolay mutasyona uğrama yatkınlığını artırmaktadır…” diye karşımıza çıkan bir anlatımdan sıradan bir okur pek bir şey anlamaz. Belki bu anlatımı ‘Melez tohumlar, toprağın mikrop bilimsel bitki örtüsüne yatay geçiş yaparak, hem toprağı kirletmekte hem de toprağın bakteri dengesini bozarak, bakteri sayısında (nüfusunda) kolay değişime uğrama yatkınlığını arttırmaktadır…’ diye Türkçeleştirip sadeleştirirsek anlaşılma olasılığı daha da artacaktır. “Human Genom Project, Amerika, İngiltere, Çin, Almanya, Fransa ve daha birçok devlet tarafından desteklenmiş bir proje idi.” darken de aynı tuzağa düşülmektedir. Oysa ‘İnsan genetik haritası, Amerika, İngiltere, Çin, Almanya, Fransa ve daha birçok devlet tarafından desteklenmiş bir proje idi.’ denilseydi sorun olmazdı.

“Asidik ve hijyenik olamayan yiyecekleri yemeyin…” diye bir ifade çok yanlıştır ve Türkçe değildir. “Asidik” ne demektir bilen var mı acaba? Burada ‘asitli’ mi yoksa ‘sidikli’ mi denmek istenmiştir? Ayrıca, ‘sağlıklı’ demek varken ‘hijyenik’ demeye ne gerek var? Bu uyarıda, “Asitli ve sağlıklı olmayan yiyecekleri yemeyin…” deniyor ki bu da yanlış bir cümle kuruluşudur. Sanki “asitli olmayan yemekleri yemeyin” der gibi bir anlam çıkıyor ortaya. Onun yerine ‘Asitli olan ve sağlıklı olmayan yiyecekleri yemeyin…’ diye açıklayıcı ve tamamı Türkçe olan bir uyarı daha anlamlıdır.---------------------Değerli yönetici ve sunucular,Kıvanç duydum böyle bir öbek sunduğunuz için, sağ olun. Çocukların ve gençlerin geleceğimiz olduğu gerçeğinden yola çıkarak, onlara en yararlı, en uygun bilgi ve becerileri kazandırmak görevimizdir. Bunları yaparken kullandığımız dili de düzgün kullanmak, Türkçe sözcük, terim ve kavramları seçmek asal sorumluluğumuz olmalı.

Bu bağlamda, hoşgörünüze sığınarak hazırladığınız metin üzerinde bazı dokunuşlarla bilgi iletiyorum. İlgi ve özen göstereceğinizi umarken sevgilerimi sunuyorum. 8.11.9

Mehmet Ali Sulutaş, MBA, araştırmacı, yazar, çevirmenÖğrenciliği hiç bitmeyen emekli bir eğitimci ve yurttaş

Güvenli bir çocuk sitesi: Sihirli ada<< Ada (Özel isim olduğu için baş harfler büyük olmalı) İnternet (internet yerine ‘bilgisunar’ demeyi yeğlerim) dünyasına yepyeni bir site daha eklendi. Ama bu site (site yerine öbek demeyi yeğlerim) diğer çocuk sitelerinden çok farklı. Öğretici ve eğlendirici yönünün yanı sıra, site anne-babalara, çocuklarının siteye ne zaman girdiğini, hangi bölümlerde vakit geçirdiğini rapor olarak gönderebiliyor.

Eskiden çocuklar evde arkadaşlarıyla oyun oynamaya, dışarıda koşturmaya bayılırdı. Şimdi ise enerjilerini bilgisayar başında oyun oynamakla geçiriyorlar. Biz annelerin (‘ve babaların’ eklenmeli sanırım, ebeveynler dendiğine göre) bu konuda ortak derdi ise; "Acaba girdikleri siteler faydalı mı? Gelişimi açısından zararı var mı? Öğretici bilgiler veriyor mu?" vs... (vs... fazla değil mi acaba?) gibi konular oluyor.

Artık içimiz rahat edecek. Hem çocukları hem de ebeveynleri sevindirecek, 3-14 yaş arasında farlı yaş gruplarına hitap eden “Sihirli ada” yayında. Gerçekten de bu ada çok sihirli... İçerisinde eğitici ve eğlendirici oyunlar, birbirinden keyifli çizgi filmler, büyüleyici

Page 91: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

masallar, boyama oyunları, her yaş grubuna göre ingilizce (baş harfi büyük) eğitim, hatta sanal kumbara bile var.

Mahmure Uzmanlarından (‘Uzmanı’ demek yeterli sanırım) Psikolog Füsun Budak’ın danışmanlığını yürüttüğü bu sitede çocuğunuzun eğleneceğinden, ebeveyn raporlarına ulaşabileceğinizden emin olabilirsiniz. En önemlisi de çocuğunuzun üye olduğu ve sürekli kullandığı bir internet sitesinin, ebeveyn olarak sizi bilgilendirmesi ve çocuğunuzun site içindeki aktivitelerine (‘etkinliklerine’ demeyi yeğlerim) dair sizi bilgilendirmesi olacaktır.

Tüm anne (araya bir ‘ve’ eklense mi?) babalara, çocuklarıyla birlikte www.sihirliada.com adresine uğramalarını öneriyoruz.

Mahmure Editörü (‘Yayın Yönetmeni’ ya da sadece ‘Yönetmeni’ demek daha uygun olur sanırım) Betül Marangoz

DİL KİRLENMESİ Ali EralpDil bir iletişim aracı olduğu gibi, söz sanatlarının da temel yapı taşıdır. 0, insanlık

tarihi ile birlikte ortaya çıkmıştır ve insan toplulukları var olduğu sürece de yaşamasını sürdürecektir. Bu nedenle onun, ulusların yücelmesinde ve aydınlanmasında çok önemli bir yeri vardır.

Dil, toplumların dışında kendi başına oluşan, bağımsız, çözümlenemeyen bir kurum değildir. Onun da gelişimi, ilerlemesi, bilimsel olaylarda görüldüğü gibi bir takım yasalara bağlıdır. Bu yasaları ve dilin oluşum çizgisini daha iyi kavrayabilmek için, onu tarih ve sosyo-ekonomik koşulları içerisinde ele alıp, incelemek gerekir.

Biliyoruz ki, bir toplumun üst yapısını, kültürünü, edebiyatını, sanatını, dinini, hukukunu alt yapı, yani ekonomik düzen belirler. Başka bir deyişle, bir toplumun manevi yaşantısı, maddi yaşantısının bir yansımasıdır. Alt yapı değiştiği zaman, üst yapı kurumları da ona bağlı olarak değişir.

Bu kısa açıklamadan sonra şimdi şöyle bir soru çıkmaktadır karşımıza: Acaba dili de bir üst yapı kurumu sayabilir miyiz?

Bu soruya vereceğimiz yanıt kesinlikle “hayır” olacaktır. Çünkü görü-yoruz, bir ülkede ekonomik düzen birçok kez değiştiği halde, dil önemli bir değişikliğe uğramadan kalıyor. O, aynı zamanda hem çöken hem de yükselen sınıflara hizmet ediyor. Hiçbir sınıfın tekeline girmeden, toplumun tüm katları tarafından “ortak bir iletişim aracı” olarak kullanılıyor.

Fakat dil bazı dönemlerde; bu “ortak iletişim aracı olma” özelliğini yitirebilir. Küçük bir sosyal grup eliyle bozulup yeniden düzenlenerek, geniş halk yığınlarının konuştuğu yaşayan, canlı dilden bağlarını koparıp, bir azınlığın bozuk dili (jargonu) haline dönüşebilir. Ne ki, bu yeni biçimiyle artık o, toplum içerisinde haberleşme, iletişim göre-vini de yerine getiremeyeceği için, giderek yavaş yavaş çürümeye, yok olmaya yüz tutacaktır.OSMANLICA BİR BOZUK DİLDİR

Bu çeşit sınıf jargonlarına bizde en iyi örnek Osmanlıcadır. Bu bozuk dil, halk Türkçesine karşı feodal Osmanlı sınıfı tarafından yaratılmıştı. Arapça, Türkçe ve Farsçanın karışımından oluşuyordu. Kullanım alanı çok dardı. Özellikle devlet ve saraylı kültür adamlarının tekelindeydi. Bundan dolayı da hiçbir zaman, tüm halk için bir haberleşme ve iletişim aracı olma özelliğini kazanamadı. Aslında tarihte bir azınlık dilinin tüm zorlamalara karşın geniş halk yığınlarının konuştuğu dilin yerini aldığı hiç görülmemiştir.

Nitekim 16. Yüzyılda Baki, “Ey pay bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü neng /

Page 92: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Tâ key heva-yi meşgale-i dehr-i bî-direng” gibi,  Arapça ve Farsça karışımı bir dille Kanuni’ye mersiyeler yazarken aynı yüzyılda yaşayan Pir Sultan Abdal,“Yürü bre Hızır Paşa / Senin de çarkın kırılır / Güvendiğin padişahın / O da bir gün devrilir” diye, bütün halkın ortak malı olan arı, duru bir Türkçe ile haksızlıklara ve yolsuzluklara karşı çıkıyordu.

O yıllarda kültür adamları ve saray çevresindeki sanatçılar bu yalın halk dilini küçümsüyor, eserlerini Arapça ve Farsça yazıyorlardı. Turgut Özakman’ın deyişiyle “Türk’ün hor görüldüğü dönemlerde Türkçenin de hor görülmesi olağan bir sonuçtu.”

Yeni yeni topraklar Osmanlı mülküne katılıp, imparatorluk yürüyüşü hızlanınca, Türklük gibi Türkçe de aşağılanmaya, hor görülmeye başlandı. Bazı çevrelerde Arapça ve Farsça hayranlığı beyinlere öylesine derin kazılmıştı ki, Türkçeyi “yontulmamış, kaba bir inci tanesi”ne benzetenler bile çıkmıştı. Kendisinden kitaplarını Türkçe yazmasını isteyen bir şaire 16. yüzyıl tarihçisi Keşfi şöyle diyordu:

“Türk dili iri bir inci tanesi gibi yontulmamıştır ve iç tırmalayıcıdır. O nedenle yeryüzündeki zarif yaratılışlı kişilerce hoş karşılanmamakta, dilde kurallara önem veren kimselerin anlayış ve beğenisine uygun düşmemektedir.” (Keşfî, Selim-nâme)

Daha sonraki yıllarda Sünbülzade Vehbi, Türkçenin mutlaka Arapça ve Farsça ile birlikte kullanılması gerektiğini, Arapça ve Farsçadan mahrum bir “söz kuşu”nun uçamayacağını ileri sürmüştü. Ona göre Türkçe bir “söz kuşu”ydu ve bu kuşun uçabilmesi ancak Arapça ve Farsça kanatlarının olmasıyla gerçekleşebilirdi.

Özellikle Osmanlı İmparatorluğunun dağılma, çöküş döneminde, halkın konuştuğu Türkçe ile yazı dili arasındaki uçurum gittikçe derinleşmekteydi ve devlet dairelerinde Arapça, Farsça, Türkçe karışımı bir yazı dili kullanılıyordu. Resmî kuruluşlara işi düşenler, oralardan aldıkları evrakları anlayabilmek için bir de Türkçeye çevirtmek zorunda kalı-yorlardı. Mahkemelerde sözlü ifade verenler, tutanağı okudukları zaman, anlattıklarının Arapça yazıldığını sanarak, şaşkınlık içerisinde, çaresiz, belgeyi imzalıyorlardı.

Osmanlı imparatorluğunun güçsüzleştiği son dönemlerinde (bugün olduğu gibi) yabancı baskısı daha da artmış, dilimize yabancı sözcükler daha çok girmeye başlamıştı. Hatta halkın sıkça kullandığı “ekmek, kapı” vb. birçok sözcük, resmî yazışmalardan çıkarılarak yerine Arapça, Farsça olanları kullanılmıştı.OSMANLICAYA KARŞI TÜRK DİLİNİ SAVUNANLAR

Türkçenin böyle küçümsenip, aşağılanmasına karşılık, tarihimizde dilimize sahip çıkan, onu savunan birçok sanatçı, kültür ve devlet adamı oldu. Ali Şîr Nevaî bunlardan birisidir. O, 1499 yılında yazdığı “Muhakemetü’l Lügateyn” (İki Dilin Yargılanması) adlı kitabında Türkçenin zenginliğini ve Farsçadan daha üstün bir dil olduğunu kanıtlamaya çalışıyor ve şöyle diyordu:

“Türkçede incelikler çoktur, bugüne kadar hiç kimse gerçeği düşünmediği için, bu gizli kalmıştır. Türk’ün bilgisiz, zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiir söylemeye özeniyorlar, insan eğer iyi düşünse, Türkçede bu denli genişlik ve açıklık varken; bu dilde şiir söylemenin daha yerinde ve kolay olacağını anlar. Türk dilinin olgunluğu bu denli delillerle meydana çıkarılınca, halk arasında yetişen şairler, öz dilleri dururken yabancı dille şiirler söylememelidirler..

Ali Şîr Nevaî gibi İkinci Murat da Türk dilini koruyup kollayanlardandı.İkinci Murat “Kâbusname”yi çok sevmiş, fakat dilinin anlaşılmaz ve kapalı olması nedeniyle onu Mercümek Ahmed’ e şikâyet etmişti:

“Bir kimse olsa ki kitabı açık tercüme etse. Tâ ki mefhumundan gönüller hazzalsa” demiş, bunun üzerine Mercümek Ahmed bu 400 sayfalık eseri yeniden Türkçeye çevirmişti.

Page 93: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Yine İkinci Mahmut, 1827 yılında açtığı bir tıp okulunda okutacak Türkçe kitap bulamayınca, “tıp bilimini tümüyle kendi dilimize alıp, gerekli kitapları Türkçe olarak düzenlemeye çalışmalıyız” diye buyruk’ vermişti.ULUSLAŞMANIN DİLE ETKİSİ

19. yüzyıl dünyada ve Osmanlı İmparatorluğunda uluslaşma hareketlerinin hızlandığı bir yüzyıldı. Osmanlı devletine bağlı yabancı topluluklar bağımsızlıklarını ilân ederek ayrılıyorlardı. İmparatorluk toprak ve kan yitiriyordu. İmparatorluğu yönetenler ve aydınlar, bu gidişe “dur” diyebilmek için birtakım çözümler üretmeye koyuldular. Bunlardan bir kısmı çareyi “İslamcılık Hareketi”nde, bir kısmı “Osmanlı ulusunun güçlendirilmesi”nde, bir kısmı da “Türkçülük” akımında aradılar.

Zamanla, Batılı devletlerin bilim, teknik ve askerî alanlarda ileri gittikleri, Osmanlıdan üstün oldukları anlaşıldı. Bunun üzerine devlet adamları ve bazı düşünürler yönlerini Batı’ya çevirdiler, Batılılaşıp(!) uygarlaşmaya karar verdiler. 1839′da açıklanan Tanzimat Fermanı’yla “yenilikçilik hareketi” ve birtakım düzenlemeler başladı. 1840′da “Ceride-i Havadis”, 1860 yılında ilk özel gazete “Tercüman-ı Ahval” çıkarıldı. Bu nedenle 1860, Tanzimat Edebiyatı’nın başlangıcı sayılır.

1. Dönem Tanzimatçıları Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami (uygulama alanına koymamış olsalar da) dilde yenilenmeyi, Türkçeyi Arapça ve Farsçadan arındırmayı savunuyorlardı. 1867’de Ali Süavi,

“Haydi, ittifak edelim. Meselâ şarap diyecek yerde âteşreng demeyelim, düzce şarap diyelim, vesselam. Muradımız, mesele anlatmakken niçin halkı bir de ibare için düşündürelim. Gazeteleri İstanbul’da avam lisanı olan Türkçe ile yazalım.” Yüzyılın sonlarında ise Şemseddin Sami, “dilimizi sadeleştirelim, dilimizi sadeleştirelim diye bağırmaktan vazgeçmeyeceğiz” sözü ile yeni bir yol belirliyordu. Böylece dilin “bir iletişim aracı” olarak önemi anlaşıldı, bir dil bilinci doğdu. Yazı dilinin sadeleştirilmesi, yazı dili ile konuşma dili arasındaki farklılığın giderilmesi arayışları başladı, Osmanlı tarihinde ilk kez, 1876 Anayasasında resmî dilin Türkçe olduğu belirtiliyordu. 1908 Meşrutiyet devriminden sonra ise Türkçülerin önderliğinde Türkçeye dönüş hareketi iyice güç kazandı.

Özellikle “Genç Kalemler” dergisi çevresinde toplanan sanatçılar, yabancı sözcüklerden arındırılmış bir Türkçeyi savunuyorlardı. Tanzimat sanatçılarından farklı olarak, aynı zamanda söylediklerinin uygulamasını da yazılarında ve sanat çalışmalarında yapıyorlardı. Yani ürünlerini o günkü ortama göre yalın sayılabilecek bir dille kaleme alıyorlardı.

Ömer Seyfettin, “milli bir edebiyat vücuda getirmek için evvelâ milli bir lisan ister” düşüncesini savunuyor, “Arapça, Farsça edatları atın, Arapça, Farsça terkipleri (tamlamaları) parçalayın!..” diye haykırıyordu.

“Genç Kalemler” ve “Türk Yurdu” dergilerini 1913’te “Halka Doğru”, 1914′te “Türk Sözü”, 1917*de Ziya Gökalp tarafından çıkarılan “Yeni Mecmua” izledi. Bütün bu Türkçü ve Türkçeci akımların yaygınlaşması sonucunda zayıf da olsa bir “dil bilinci”nin ortaya çıktığını; Yunus’ların, Pir Sultan’ların, Karacaoğlan’ların kullandığı halk diline ilginin arttığını görüyoruz.ATATÜRK VE DİL

Osmanlı aydınlarının ve sanatçılarının yoğun bir şekilde dil tartışmaları yaptığı bir ortamda, elbette Mustafa Kemal Atatürk de böyle ulusal bir konuya uzak duramazdı. Nitekim 10 Aralık 1916 günü hatıra defterine yazdığı şu satırlardan onun dil sorunları ile yakından ilgilendiği açıkça belli oluyordu:

“…Yemekten evvel Emin Bey’in Türkçe şiirleri ile Fikret’in Rübab-ı Şikeste”sinden aynı konuda bazı parçaları okuyarak bir karşılaştırma yapmak istedim, ikisi

Page 94: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

de başka başka güzel. Ancak Türkçe olanda da, diğerinde de Arapça, Farsça sözcükler var. Başkalık biri parmak hesabı, diğeri değil.” (Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri)

Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini inceleyen Atatürk, her ikisinin de dilinin ağır ve yabancı sözcüklerle dolu olmasını eleştiriyordu.Yine Atatürk, 22 Eylül 1924′te, Samsun’da öğretmenlerle yaptığı konuşmada ulusal bir dilin gerekliliği üzerinde duruyor ve şöyle diyordu:

“Ulusal bir eğitimin ne olduğunu bilmekte artık hiçbir kuşku kalmamalıdır. Bir de ulusal eğitim temel olduktan sonra, bunun dilini, yöntemini, araçlarını da ulusallaştırma zorunluluğu tartışma götürmez.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri)

Daha sonraki yıllarda Mustafa Kemal’in Türk diline yaptığı en büyük hizmet, şüphesiz ki, Yakup Kadri‘nin deyişiyle, “uzayıp giden tartışmaları bir yana bırakarak, dil işleriyle uğraşacak bilim kurullarını kurması, onların çalışmalarını yakın bir ilgiyle izlemesidir.”

1 Kasım 1928′de Lâtin harflerinin TBMM’de kabul edilmesinden sonra dilin sadeleştirilmesi konusu daha bir önem kazandı. Atatürk, her önemli tasarı ve işte yaptığı gibi, dil konusunda da önceden, birtakım araştırmalara girdi, Türk dilinin geçmişteki tüm özelliklerini ve kökenini inceledi. Daha sonra yapılması gereken çalışmaları şu sözlerle belirledi:

“Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir yeter ki dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabanca dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Bir aydınlanma savaşçısı ve öncüsü olarak Atatürk, “topyekûn eğitim seferberliği” açtığı yıllarda, Osmanlıcanın halkla aydınlar arasında bir duvar oluşturduğunu fark etmişti. 17 Ekim 1932 tarihli bildiride “dil devriminin amaçları” şöyle açıklanıyordu:

“Türk Dil Devriminin uygulamadaki dileği, yazı dilimizle konuşma dilimiz arasındaki uçurumu ortadan kaldırmak, böylece Cumhuriyet Türkiye’sinde’ herkesin kolaylıkla okuma yazma öğrenmesine, okuduğunu açıklamasına, düşündüğünü yazmasına meydan açmaktır.”

Amaca ulaşabilmek için Atatürk, dilin yabancı sözcüklerden arındırılmasına karar verdi. Çünkü en büyük iletişim aracı, aydınlanmanın en güçlü yardımcısı dildi. Toplumla daha canlı bağlar kurabilmek, kültür devrimini yaygınlaştırabilmek için bu gerekliydi.

Bütün bu adımlar, ümmet toplumundan sanayi toplumuna geçiş aşamasında, ulusal dilin yaratılması için atılan çok önemli adımlardı. Ne var ki özellikle 12 Eylül darbesinin ardından Atatürk’ün bu önemli ve yol gösterici görüşleri göz ardı edildi. “Ulusal bir dil oluşturma programı” rafa kaldırıldı. Mustafa Kemal’in  “Türk dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak” amacıyla kurduğu, üzerine titrediği, yaşayabilmesi için İş Bankası senetlerini bağışladığı TDK, sahte Atatürkçüler tarafından işlevsiz duruma getirildi.

ABD’nin “bizim oğlanlar” (our boys) dediği karşıdevrimci generaller, kültür emperyalizminin değirmenine daha iyi su taşıyabilmek için, “ilk icraat!” olarak TDK ve Türk Tarih Kurumunu ortadan kaldırdılar. Atatürk’ün nice iç ve dış engellerin üstesinden gelerek, Türk ulusuna kazandırdığı özgüven duygusu ve ulusal gururu iğdiş etmeye dilden, tarihten başladılar. İşte emperyalistlerin istediği de tam bu idi…

Çünkü sömürgeciler çok iyi biliyorlardı ki, yabancı diller karşısında bağımsızlığını koruyamayan bir dil; onurunu, ulusal kimliğini de koruyamaz. Dil, Fazıl Hüsnü Dağlarca Ustanın deyişi ile bir “Ulusun ses bayrağı”, ulusal bilinci demektir. Ulusal bilinci kirlenen, yozlaşan ülkeler ise sömürge olmaya en yatkın ülkelerdir.

Page 95: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

İşte bu nedenle emperyalist devletler, bir ülkeyi teslim alabilmek için işe önce dilden başlıyorlar. Ürettikleri sanayi ve tarım ürünleri ile birlikte kendi kültürel değerlerini de gösterişli reklamlarla tanıtmaya, yaygınlaştırmaya ve ihraç etmeye çalışıyorlar. Sömürge yapmak istedikleri ülkenin dilini, dinini, kültürünü ikinci plana atarak kendi programlarını dayatıyorlar. Amaç, ulusal kimliği yok edip, halkların bilincini köreltmek, bu yolla, Yeni Dünya Düzeninin gerçek, çirkin yüzünü onlardan gizlemek, daha sevimli gözükmek… Bunun için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar.

Örneğin (Türkiye’de olduğu gibi) bir ulusun eğitim dilini kendi dillerine çeviriyorlar. Uzun yıllar İngilizlerin yönetiminde kalan Hindistan’da İngilizce; Fransız sömürgesi Cezayir’de de Fransızca eğitim dili olarak kullanılmış, ulusal dil bir kenara itilmişti. Elbette böyle bir yöntemle dilin gelişimi engellenince, düşüncenin gelişimi de engelleniyor; sonuçta geçmişine, tarihine, ülkesinin sorunlarına yabancı bir toplum yaratılmış oluyordu.

Türkiye’de ise özellikle 1980’lerden sonra uygulanan neo-liberal politikalar, ulusal paraların yerini yabancı paraların alması, kitle iletişim araçlarının sınır tanımazlığı sonucunda, Batı kültürüne ve tüketim mallarına ilgi artmış, “Amerikan yaşam biçimi” baş tacı edilmişti..

Üzerlerinde FBI, CIA yazılı, Amerikan bayraklı giysilerle dolaşan gençlere her yerde rastlamak artık olağan bir görüntü. Bu yoz yaşam biçimi, yozlaşan, kirlenen dili de terkisinde getirdi. Amerikanca, Osmanlıcanın yerini aldı. “Tarzan İngilizcesi”, argo konuşmak gençler arasında dayanılmaz bir çekicilik kazandı. İşte bu “moda konuşma” biçimlerinden birkaçı:

“Ayıpsın (ayıp ediyorsun), takıl bana (benimle gel), baybay, babaaay, baay (hoşça kal), d’ont panik (telaş etme), hayret bişey, acaip güzel, korkunç güzel (çok güzel), bu gün fulüm (bu gün hiç vaktim yok), fifti fifti paylaşırız (yarı yarıya paylaşırız), cepleşiriz (telefon ederiz) cool adam (soğukkanlı, ağırbaşlı adam), bi dirink aliim (bir şey içeyim), çok kafa çocuk (çok iyi anlaşabileceğim biri), vaav, vooov, yihuuu (yaşasın)…

Aralarında böyle yoz bir dille iletişim kurmaya çalışan bir gençlik kesimi, elbette Türkiye’nin sorunlarına da uzak kalacaktı. Ne politika, ne sanat ne de yazın onun ilgi alanına girecekti. İşsizlik artıyormuş, Türkiye borç batağına batıyormuş, milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşıyormuş, laik Türkiye Cumhuriyeti İslam cumhuriyetine dönüştürülüyormuş… “Ne gam!..” onun için “no problem, no panik….” Gençlerimizin dili böyle de esnafımızın dili sanki onlardan çok mu farklı? İş yeri tabelalarını görünce, bir an, nerede olduğumuzu unutup, kendimizi Amerika’da ya da Avrupa’da sanıyoruz. “Yoksa bizi AB’ye aldılar da haberimiz mi yok!” diye kuşkuya düşüyoruz. İşte bir caddenin küçük bir bölümünde rastladığımız işyeri adları:

‘”Red Apple, Herry, Trend, Cripino, LC Waikiki, Seven Hill, Porselen Vision, Elegant Home, Computur Center, Fıstık Center, Microsoft Certified Technical Education, Dürüm Land, Nohut Food Center…”

Patates, nohut dürümü satan “DÜRÜMCÜ’lerimizin adı bile bir de bakmışız ki, “NOHUT FOOD CENTER” ve ” DÜRÜM LAND”e dönüşüvermiş…

Gelin, güzel Türkçemizi bu denli aşağılamayalım… Ona kıymayalım. Çünkü dilimiz; ulusal kimliğimiz, bağımsızlığımız demektir. Ekmek kavgamız için bile olsa, bağımsızlığımızın ticaretini yapmayalım…Gelin “ses bayrağımız”la oynamayalım, oynatmayalım…(Müdafaa-i Hukuk dergisi, Kasım 2009) ([email protected]) Turkcelil.net

“Şık tasarımlı, farklı renklerdeki son model notebooklar, mahmure okuyucularının oluyor. Siz de birbirinden şık bu notebooklara sahip olmak istiyorsanız tek yapmanız gereken hemen çekilişe katılmak. Şansınız bol olsun!”

Page 96: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

“Bilgisayarcıyız ama laptop yok yükseltme şansımız da yok masaüstünü şimdilik borç ödüyoruz .” (sporxreklam)

“Hangi sabah programı sizin favoriniz?”

“Teşekkürler. Sizinde bayramınız kutlu olsun. Ben kurban kesilmesinden yana değilim ve de etyemiyenlerdenim. Dünyayı kurtarmak için aslında herkesin et yemekden vazgeçmesi tavsiye ediliyor.”

‘Teşekkürler. Sizin de bayramınız kutlu olsun. Ben kurban kesilmesinden yana değilim ve de et yemeyenlerdenim. Dünyayı kurtarmak için aslında herkesin et yemekten vazgeçmesi tavsiye ediliyor.’ -----------------------------------

‘29 Kasım Dünya İnsanlık Günü’ Kutlu Olsun!..BU DA MI TÜRKÇE? BU DA MI İNSANLIK?

Dilbilimciler ne der bilinmez ama msn iletilerinde yaşanır hale geldi: “Bir ignliiz üvnsertsinede ypaalın arşaıtramya gröe, kleimleirn hrfalreiinn hnagi

srıdaa yzalıdkılraı ömneli dğeliimş. Öenlmi oaln brinci ve snonucnu hrfain yrenide omlsaımyış. Ardakai hfralerin srısaı krıaşık oslada ouknyourumş. Çnükü kleimlrei hraf hraf dğeil btüün oalark oykuorumuşz. Bakın nasıl da düzgün okudunuz, ilginç değil mi?”

Evet, ilginç!.. Doğru, kelimeleri harf harf değil bütün olarak okuyoruz; yazıyı cümle (tümce) olarak okuyan da var. Böyle oluyormuş diye de, her ne kadar baş ve son harfler yerli yerinde olsa da, karmaşık yazmanın karmaşa yaratacağını unutmayalım.

Madem bir İngiliz üniversitesinde yapılmış bu araştırma, bir de İngilizce yazıda deneyelim bakalım bu uygulamayı:

Mesrin Rortay Culb as one of Miresn’s sucucessfl and atcive culbs unedr the Iternatoinnal Rotray wichh apodts the solgan of “Slef-Dynineg Sreivce” halnding the msot ensesital tpicos of “Sarvattion, Deasise and Hamunity in the Wrold”, we hrbeey preenst to the wohle himanuty the 29 th

of Nombever – the fisrt to be cleteebrad this year – as “WDORL’S HUTIMANY DAY”Doğrusu anlamadım, nasıl olur da bir İngiliz üniversitesinde yapılmış olur bu

araştırma!.. Türkçede okuduğum gibi kolayca okuyamadım İngilizce karmaşık yazıyı. Her zaman dediğim gibi, bir dilbilimci olmadığım için daha fazlasını uzmanlara

bırakır, Türkçe yazı örneğindeki ‘ignliiz’ sözcüğünün baş harfinin büyük yazılmasını ve ‘oslada’ (olsada) sözcüğündeki ‘da’ ayrı yazılmalıdır.

Sabah olsa da kalksak, harfleri yerli yerine koyarak yazmanın erdemini yaşasak!.. ‘Dünya İnsanlık Haftası’nın ilk günü olan ‘29 Kasım Dünya İnsanlık Günü’ kutlu olsun!..

Mehmet Ali Sulutaş / 29.11.2009 /6:30İnsanlık olgusuna kerpiç ekleyen bir yurttaş

Ek: Mersin Rotary Kulübü ve Dünya İnsanlığıDİL KİRLENMESİ Ali EralpDil bir iletişim aracı olduğu gibi, söz sanatlarının da temel yapı taşıdır. 0, insanlık tarihi ile birlikte ortaya çıkmıştır ve insan toplulukları var olduğu sürece de yaşamasını sürdürerecektir. Bu nedenle onun, ulusların yücelmesinde ve aydınlanmasında çok önemli bir yeri vardır.Dil, toplumların dışında kendi başına oluşan, bağımsız, çözümlenemeyen bir kurum değildir. Onun da gelişimi, ilerlemesi, bilimsel olaylarda görüldüğü gibi bir takım yasalara

Page 97: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

bağlıdır. Bu yasaları ve dilin oluşum çizgisini daha iyi kavrayabilmek için, onu tarih ve sosyo-ekonomik koşulları içerisinde ele alıp, incelemek gerekir.Biliyoruz ki, bir toplumun üst yapısını, kültürünü, edebiyatını, sanatını, dinini, hukukunu alt yapı, yani ekonomik düzen belirler. Başka bir deyişle, bir toplumun manevi yaşantısı, maddi yaşantısının bir yansımasıdır. Alt yapı değiştiği zaman, üst yapı kurumları da ona bağlı olarak değişir.Bu kısa açıklamadan sonra şimdi şöyle bir soru çıkmaktadır karşımıza: Acaba dili de bir üst yapı kurumu sayabilir miyiz?Bu soruya vereceğimiz yanıt kesinlikle “hayır” olacaktır. Çünkü görüyoruz, bir ülkede ekonomik düzen birçok kez değiştiği halde, dil önemli bir değişikliğe uğramadan kalıyor. 0, aynı zamanda hem çöken hem de yükselen sınıflara hizmet ediyor. Hiçbir sınıfın tekeline girmeden, toplumun tüm katları tarafından “ortak bir iletişim aracı” olarak kullanılıyor.Fakat dil bazı dönemlerde; bu “ortak iletişim aracı olma” özelliğini yitirebilir. Küçük bir sosyal grup eliyle bozulup yeniden düzenlenerek, geniş halk yığınlarının konuştuğu yaşayan, canlı dilden bağlarını koparıp, bir azınlığın bozuk dili (jargonu) haline dönüşebilir. Ne ki, bu yeni biçimiyle artık o, toplum içerisinde haberleşme, iletişim göre-vini de yerine getiremeyeceği için, giderek yavaş yavaş çürümeye, yok olmaya yüz tutacaktır.

OSMANLICA BİR BOZUK DİLDİRBu çeşit sınıf jargonlarına bizde en iyi örnek Osmanlıcadır. Bu bozuk dil, halk Türkçesine karşı feodal Osmanlı sınıfı tarafından yaratılmıştı. Arapça, Türkçe ve Farsçanın karışımından oluşuyordu. Kullanım alanı çok dardı. Özellikle devlet ve saraylı kültür adamlarının tekelindeydi. Bundan dolayı da hiçbir zaman, tüm halk için bir haberleşme ve iletişim aracı olma özelliğini kazanamadı. Aslında tarihte bir azınlık dilinin tüm zorlamalara karşın geniş halk yığınlarının konuştuğu dilin yerini aldığı hiç görülmemiştir. Nitekim 16. yüzyıldaBaki,“Ey pay bend-i dâm-geh-i kayd-ı nâm ü nengTâ key heva-yi meşgale-i dehr-i bî-direng”gibi,  Arapça ve Farsça karışımı bir dille Kanuni’ye mersiyeler yazarken aynı yüzyılda yaşayan Pir Sultan Abdal,“Yürü bre Hızır PasaSenin de çarkın kırılırGüvendiğin padişahınO da bir gün devrilir”diye, bütün halkın ortak malı olan arı, duru bir Türkçe ile haksızlıklara ve yolsuzluklara karşı çıkıyordu.O yıllarda kültür adamları ve saray çevresindeki sanatçılar bu yalın halk dilini küçümsüyor, eserlerini Arapça ve Farsça yazıyorlardı. Turgut Özakman’ın deyişiyle “Türk’ün hor görüldüğü dönemlerde Türkçenin de hor görülmesi olağan bir sonuçtu.”Yeni yeni topraklar Osmanlı mülküne katılıp, imparatorluk yürüyüşü hızlanınca, Türklük gibi Türkçe de aşağılanmaya, hor görülmeye başlandı. Bazı çevrelerde Arapça ve Farsça hayranlığı beyinlere öylesine derin kazılmıştı ki, “Türkçeyi yontulmamış, kaba bir inci tanesi”ne benzetenler bile çıkmıştı. Kendisinden kitaplarını Türkçe yazmasını isteyen bir şaire 16. yüzyıl tarihçisi Keşfi şöyle diyordu:

Page 98: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

“…Ayrıca Türk dili iri bir inci tanesi gibi yontulmamıştır ve iç tırmalayıcıdır. 0 nedenle yeryüzündeki zarif yaratışlı kişilerce hoş karşılanmamakta, dilde kurallara önem veren kimselerin anlayış ve beğenisine uygun düşmemektedir…” (Keşfî, Selim-nâme)Daha sonraki yıllarda Sünbülzade Vehbi, Türkçenin mutlaka Arapça ve Farsça ile birlikte kullanılması gerektiğini, Arapça ve Farsçadan mahrum bir “söz kuşu”nun uçamayacağını ileri sürmüştü. Ona göre Türkçe bir “söz kuşu”ydu ve bu kuşun uçabilmesi ancak Arapça ve Farsça kanatlarının olmasıyla gerçekleşebilirdi.Özellikle Osmanlı İmparatorluğunun dağılma, çöküş döneminde, halkın konuştuğu Türkçe ile yazı dili arasındaki uçurum gittikçe derinleşmekteydi ve devlet dairelerinde Arapça, Farsça, Türkçe karışımı bir yazı dili kullanılıyordu. Resmî kuruluşlara işi düşenler, oralardan aldıkları evrakları anlayabilmek için bir de Türkçeye çevirtmek zorunda kalı-yorlardı. Mahkemelerde sözlü ifade verenler, tutanağı okudukları zaman, anlattıklarının Arapça yazıldığını sanarak, şaşkınlık içerisinde, çaresiz, belgeyi imzalıyorlardı.Osmanlı imparatorluğunun güçsüzleştiği son dönemlerinde (bugün olduğu gibi) yabancı baskısı daha da artmış, dilimize yabancı sözcükler daha çok girmeye başlamıştı. Hatta halkın sıkça kullandığı “ekmek, kapı” vb. birçok sözcük, resmî yazışmalardan çıkarılarak yerine Arapça, Farsça olanları kullanılmıştı.

OSMANLICAYA KARŞI TÜRK DİLİNİ SAVUNANLARTürkçenin böyle küçümsenip, aşağılanmasına karşılık, tarihimizde dilimize sahip çıkan, onu savunan birçok sanatçı, kültür ve devlet adamı oldu. Ali Şîr Nevaî bunlardan birisidir. 0, 1499 yılında yazdığı “Muhakemetü’l Lügateyn” (İki Dilin Yargılanması) adlı kitabında Türkçenin zenginliğini ve Farsçadan daha üstün bir dil olduğunu kanıtlamaya çalışıyor ve şöyle diyordu:“Türkçede incelikler çoktur, bugüne kadar hiç kimse gerçeği düşünmediği için, bu gizli kalmıştır. Türk’ün bilgisiz, zavallı gençleri güzel sanarak Farsça şiir söylemeye özeniyorlar, insan eğer iyi düşünse, Türkçede bu denli genişlik ve açıklık varken; bu dilde şiir söylemenin daha yerinde ve kolay olacağını anlar. Türk dilinin olgunluğu bu denli delillerle meydana çıkarılınca, halk arasında yetişen şairler, öz dilleri dururken yabancı dille şiirler söylememelidirler.. Ali Şîr Nevaî gibi İkinci Murat da Türk dilini koruyup kollayanlardandı.İkinci Murat “Kâbusname”yi çok sevmiş, fakat dilinin anlaşılmaz ve kapalı olması nedeniyle onu Mercümek Ahmed’ e şikâyet etmişti:“Bir kimse olsa ki kitabı açık tercüme etse. Tâ ki mefhumundan gönüller hazzalsa” demiş, bunun üzerine Mercümek Ahmed bu 400 sayfalık eseri yeniden Türkçeye çevirmişti.Yine İkinci Mahmut, 1827 yılında açtığı bir tıp okulunda okutacak Türkçe kitap bulamayınca, “tıp bilimini tümüyle kendi dilimize alıp, gerekli kitapları Türkçe olarak düzenlemeye çalışmalıyız” diye buyruk’ vermişti.

ULUSLAŞMANIN DİLE ETKİSİ19. yüzyıl dünyada ve Osmanlı İmparatorluğunda uluslaşma hareketlerinin hızlandığı bir yüzyıldı. Osmanlı devletine bağlı yabancı topluluklar bağımsızlıklarını ilân ederek ayrılıyorlardı. İmparatorluk toprak ve kan yitiriyordu.İmparatorluğu yönetenler ve aydınlar, bu gidişe “dur” diyebilmek için birtakım çözümler üretmeye koyuldular. Bunlardan bir kısmı çareyi “İslamcılık Hareketi”nde, bir kısmı “Osmanlı ulusunun güçlendirilmesi”nde, bir kısmı da “Türkçülük” akımında aradılar.Zamanla, Batılı devletlerin bilim, teknik ve askerî alanlarda ileri gittikleri, Osmanlıdan üstün oldukları anlaşıldı. Bunun üzerine devlet adamları ve bazı düşünürler yönlerini Batı’ya çevirdiler, Batılılaşıp(!) uygarlaşmaya karar verdiler.

Page 99: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

1839′da açıklanan Tanzimat Fermanı’yla “yenilikçilik hareketi” ve birtakım düzenlemeler başladı. 1840′da “Ceride-i Havadis”, 1860 yılında ilk özel gazete “Tercüman-ı Ahval” çıkarıldı. Bu nedenle 1860, Tanzimat Edebiyatı’nın başlangıcı sayılır.1. Dönem Tanzimatçıları Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Şemsettin Sami (uygulama alanına koymamış olsalar da) dilde yenilenmeyi, Türkçeyi Arapça ve Farsçadan arındırmayı savunuyorlardı.1867’de Ali Süavi, “Haydi, ittifak edelim. Meselâ şarap diyecek yerde âteşreng demeyelim, düzce şarap diyelim, vesselam. Muradımız, mesele anlatmakken niçin halkı bir de ibare için düşündürelim. Gazeteleri İstanbul’da avam lisanı olan Türkçe ile yazalım.”Yüzyılın sonlarında ise Şemseddin Sami, “dilimizi sadeleştirelim, dilimizi sadeleştirelim” diye bağırmaktan vaz geçmeyeceğiz” sözü ile yeni bir yol belirliyordu. Böylece dilin “bir iletişim aracı” olarak önemi anlaşıldı, bir dil bilinci doğdu. Yazı dilinin sadeleştirilmesi, yazı dili ile konuşma dili arasındaki farklılığın giderilmesi arayışları başladı, Osmanlı tarihinde ilk kez, 1876 Anayasasında resmî dilin Türkçe olduğu belirtiliyordu. 1908 Meşrutiyet devriminden sonra ise Türkçülerin önderliğinde Türkçeye dönüş hareketi iyice güç kazandı.Özellikle “Genç Kalemler” dergisi çevresinde toplanan sanatçılar, yabancı sözcüklerden arındırılmış bir Türkçeyi savunuyorlardı. Tanzimat sanatçılarından farklı olarak, aynı zamanda söylediklerinin uygulamasını da yazılarında ve sanat çalışmalarında yapıyorlardı. Yani ürünlerini o günkü ortama göre yalın sayılabilecek bir dille kaleme alıyorlardı.Ömer Seyfettin, “milli bir edebiyat vücuda getirmek için evvelâ milli bir lisan ister” düşüncesini savunuyor, “Arapça, Farsça edatları atın, Arapça, Farsça terkipleri (tamlamaları) parçalayın!..” diye haykırıyordu.“Genç Kalemler” ve “Türk Yurdu” dergilerini 1913’te “Halka Doğru”, 1914′te “Türk Sözü”, 1917*de Ziya Gökalp tarafından çıkarılan “Yeni Mecmua” izledi. Bütün bu Türkçü ve Türkçeci akımların yaygınlaşması sonucunda zayıf da olsa bir “dil bilinci”nin ortaya çıktığını; Yunus’ların, Pir Sultan’ların, Karacaoğlan’ların kullandığı halk diline ilginin arttığını görüyoruz.

ATATÜRK VE DİLOsmanlı aydınlarının ve sanatçılarının yoğun bir şekilde dil tartışmaları yaptığı bir ortamda, elbette Mustafa Kemal Atatürk de böyle ulusal bir konuya uzak duramazdı. Nitekim 10 Aralık 1916 günü hatıra defterine yazdığı şu satırlardan onun dil sorunları ile yakından ilgilendiği açıkça belli oluyordu:“…Yemekten evvel Emin Bey’in Türkçe şiirleri ile Fikret’in Rübab-ı Şikeste”sinden aynı konuda bazı parçaları okuyarak bir karşılaştırma yapmak istedim, ikisi de başka başka güzel. Ancak Türkçe olanda da, diğerinde de Arapça, Farsça sözcükler var. Başkalık biri parmak hesabı, diğeri değil.” (Şükrü Tezer, Atatürk1ün Hatıra Defteri)Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini inceleyen Atatürk, her ikisinin de dilinin ağır ve yabancı sözcüklerle dolu olmasını eleştiriyordu.Yine Atatürk, 22 Eylül 1924′te, Samsun’da öğretmenlerle yaptığı konuşmada ulusal bir dilin gerekliliği üzerinde duruyor ve şöyle diyordu: “Ulusal bir eğitimin ne olduğunu bilmekte artık hiçbir kuşku kalmamalıdır. Bir de ulusal eğitim temel olduktan sonra, bunun dilini, yöntemini, araçlarını da ulusallaştırma zorunluluğu tartışma götürmez.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri)Daha sonraki yıllarda Mustafa Kemal’in Türk diline yaptığı en büyük hizmet, şüphesiz ki, Yakup Kadri‘nin deyişiyle “uzayıp giden tartışmaları bir yana bırakarak, dil işleriyle uğraşacak bilim kurullarını kurması, onların çalışmalarını yakın bir ilgiyle izlemesidir.”1 Kasım 1928′de Lâtin harflerinin TBMM’de kabul edilmesinden sonra dilin sadeleştirilmesi konusu daha bir önem kazandı. Atatürk, her önemli tasarı ve işte yaptığı

Page 100: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

gibi, dil konusunda da önceden, birtakım araştırmalara girdi, Türk dilinin geçmişteki tüm özelliklerini ve kökenini inceledi. Daha sonra yapılması gereken çalışmaları şu sözlerle belirledi:“Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir yeter ki dil bilinçle işlensin.Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabanca dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”Bir aydınlanma savaşçısı ve öncüsü olarak Atatürk, “topyekûn eğitim seferberliği” açtığı yıllarda, Osmanlıcanın halkla aydınlar arasında bir duvar oluşturduğunu fark etmişti.17 Ekim 1932 tarihli bildiride “dil devriminin amaçları” şöyle açıklanıyordu:“Türk Dil Devriminin uygulamadaki dileği, yazı dilimizle konuşma dilimiz arasındaki uçurumu ortadan kaldırmak, böylece Cumhuriyet Türkiye’sinde’ herkesin kolaylıkla okuma yazma öğrenmesine, okuduğunu açıklamasına, düşündüğünü yazmasına meydan açmaktır.”Amaca ulaşabilmek için Atatürk, dilin yabancı sözcüklerden arındırılmasına karar verdi. Çünkü en büyük iletişim aracı, aydınlanmanın en güçlü yardımcısı dildi. Toplumla daha canlı bağlar kurabilmek, kültür devrimini yaygınlaştırabilmek için bu gerekliydi.Bütün bu adımlar, ümmet toplumundan sanayi toplumuna geçiş aşamasında, ulusal dilin yaratılması için atılan çok önemli adımlardı.Ne var ki özellikle 12 Eylül darbesinin ardından Atatürk’ün bu önemli ve yol gösterici görüşleri göz ardı edildi. “Ulusal bir dil oluşturma programı” rafa kaldırıldı. Mustafa Kemal’in  “Türk dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak” amacıyla kurduğu, üzerine titrediği, yaşayabilmesi için İş Bankası senetlerini bağışladığı TDK, sahte Atatürkçüler tarafından işlevsiz duruma getirildi.ABD’nin “bizim oğlanlar” (our boys) dediği karşıdevrimci generaller, kültür emperyalizminin değirmenine daha iyi su taşıyabilmek için, “ilk icraat!” olarak TDK ve Türk Tarih Kurumunu ortadan kaldırdılar. Atatürk’ün nice iç ve dış engellerin üstesinden gelerek, Türk ulusuna kazandırdığı özgüven duygusu ve ulusal gururu iğdiş etmeye dilden, tarihten başladılar. İşte emperyalistlerin istediği de tam bu idi…Çünkü sömürgeciler çok iyi biliyorlardı ki, yabancı diller karşısında bağımsızlığını koru-yamayan bir dil; onurunu, ulusal kimliğini de koruyamaz. Dil, Fazıl Hüsnü Dağlarca Ustanın deyişi ile bir “Ulusun ses bayrağı”, ulusal bilinci demektir. Ulusal bilinci kirlenen, yozlaşan ülkeler ise sömürge olmaya en yatkın ülkelerdir.İşte bu nedenle emperyalist devletler, bir ülkeyi teslim alabilmek için işe önce dilden başlıyorlar. Ürettikleri sanayi ve tarım ürünleri ile birlikte kendi kültürel değerlerini de gösterişli reklamlarla tanıtmaya, yaygınlaştırmaya ve ihraç etmeye çalışıyorlar. Sömürge yapmak istedikleri ülkenin dilini, dinini, kültürünü ikinci plana atarak kendi programlarını dayatıyorlar. Amaç, ulusal kimliği yok edip, halkların bilincini köreltmek, bu yolla, Yeni Dünya Düzeninin gerçek, çirkin yüzünü onlardan gizlemek, daha sevimli gözükmek… Bunun için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar.Örneğin (Türkiye’de olduğu gibi)   bir ulusun eğitim dilini kendi dillerine çeviriyorlar. Uzun yıllar İngilizlerin yönetiminde kalan Hindistan’da İngilizce; Fransız sömürgesi Cezayir’de de Fransızca eğitim dili olarak kullanılmış, ulusal dil bir kenara itilmişti. Elbette böyle bir yöntemle dilin gelişimi engellenince, düşüncenin gelişimi de engelleniyor; sonuçta geçmişine, tarihine, ülkesinin sorunlarına yabancı bir toplum yaratılmış oluyordu.Türkiye’de ise Özellikle 1980’lerden sonra uygulanan neoliberal politikalar, ulusal paraların yerini yabancı paraların alması, kitle iletişim araçlarının sınır tanımazlığı sonucunda, Batı kültürüne ve tüketim mallarına ilgi artmış, “Amerikan yaşam biçimi” baş tacı edilmişti..

Page 101: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Üzerlerinde FBI, CIA yazılı, Amerikan bayraklı giysilerle dolaşan gençlere her yerde rastlamak artık olağan bir görüntü. Bu yoz yaşam biçimi, yozlaşan, kirlenen dili de terkisinde getirdi. Amerikanca, Osmanlıcanın yerini aldı. “Tarzan İngilizcesi”, argo konuşmak gençler arasında dayanılmaz bir çekicilik kazandı. İşte bu “moda konuşma” biçimlerinden birkaçı:-”Ayıpsın (ayıp ediyorsun), takıl bana (benimle gel), baybay, babaaay, baay (hoşça kal), d’ont panik (telaş etme), hayret bişey, acaip güzel, korkunç güzel (çok güzel), bu gün fulüm (bu gün hiç vaktim yok), fifti fifti paylaşırız (yarı yarıya paylaşırız), cepleşiriz (telefon ederiz) cool adam (soğukkanlı, ağırbaşlı adam), bi dirink aliim (bir şey içeyim), çok kafa çocuk (çok iyi anlaşabileceğim biri), vaav, vooov, yihuuu (yaşasın)… Aralarında böyle yoz bir dille iletişim kurmaya çalışan bir gençlik kesimi, elbette Türkiye’nin sorunlarına da uzak kalacaktı. Ne politika, ne sanat ne de yazın onun ilgi alanına girecekti. İşsizlik artıyormuş, Türkiye borç batağına batıyormuş, milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşıyormuş, laik Türkiye Cumhuriyeti İslam cumhuriyetine dönüştürülüyormuş… “Ne gam!..” onun için “no problem, no panik….” Gençlerimizin dili böyle de esnafımızın dili sanki onlardan çok mu farklı? İş yeri tabelalarını görünce, bir an, nerede olduğumuzu unutup, kendimizi Amerika’da ya da Avrupa’da sanıyoruz. “Yoksa bizi AB’ye aldılar da haberimiz mi yok!” diye kuşkuya düşüyoruz.İşte bir caddenin küçük bir bölümünde rastladığımız işyeri adları:‘”Red Apple, Herry, Trend, Cripino, LC Waikiki, Seven Hill, Porselen Vision, Elegant Home, Computur Center, Fıstık Center, Microsoft Certified technical Education, Dürüm Land, Nohut Food Center…”Patates, nohut dürümü satan “DÜRÜMCÜ’lerimizin adı bile bir de bakmışız ki, “NOHUT FOOD CENTER” ve ” DÜRÜM LAND”e dönüşüvermiş…Gelin, güzel Türkçemizi bu denli aşağılamayalım… Ona kıymayalım. Çünkü dilimiz; ulusal kimliğimiz, bağımsızlığımız demektir. Ekmek kavgamız için bile olsa, bağımsızlığımızın ticaretini yapmayalım…Gelin “ses bayrağımız”la oynamayalım, oynatmayalım…(Müdafaa-i hukuk dergisi, Kasım 2009) ([email protected])

DİL KİRLENMESİ: Biraz Eleştiri, Biraz Yorum

Her yerde olduğu gibi, Adana’da gözüme takılan tabelalardan biri ilginçti:“THE TERRACE RESTORAN & CAFE”

Bu tabela adını defterime yazdığımı gören beraberimdeki kişi de bir yorum yapma gereğini duymuş olmalı ki, “İngilizce dominant tabelalardan da tedirginiz!..” diyerek içine girdiğim şaşkınlığımı hafifletme işgüzarlığına soyundu.”Dominant ne demek? Dominant nece? Dominodan mı söz ediyorsun?” türünde dizi tepkiler gösterdim. Adam, deyim yerindeyse, tınmadı. Çam devirdiğini fark etti de sessiz kalmayı mı yeğledi, ben anlayamadım. Kendisine dik dik bakışımı da o anlayamadım.

Yazıma konu olan yabancı isim bir anımı depreştirdi: Kanada’ya gittiğim gün ya da haftalarda, Toronto’da bir bayan arkadaş telefonda, “Kafe dö la pe”de buluşalım dedi.

Haydaaa! Daha yeni gitmişim (1968 Mayısı) Toronto’ya göçmen olarak, çevreyi ve insanı tanıma, topluma uyum sağlama dürtülerim arasında bu duymadığım işyeri adı da ne oluyordu. Evet, bir kahve içer yarenlik ederiz diyorduk da bu adı nasıl aklımda tutacaktım?

Page 102: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Arkadaşıma yeniden sordum ve bir kâğıda yazdım kahvehanenin adını ve adresini. Ana caddelerden doğu-batı yönünde upuzun uzanan ve çok iyi bilinen Bloor üzerinde Bay ve University Avenue arasında bir yerde.

Daha önce görmüştüm, ama ilk kez gidip oturuyor ve kahve içiyor, bir dilim yaş pasta yiyordum orada. Kahvehanenin adına iyice dikkat ettim, “Café de la Paix” yazıyordu. Fransızcam o sıralarda henüz yeterli değildi, o yazı ve isimleri doğru telaffuz etmeye. Bunun Türkçesi, “Barış Kahvehanesi” idi, bilgi yordamı ve sorma sonucu anladığım.

O kahvehane bir teras üzerinde olduğu halde “Terrace” diye bir fazlalık yoktu adında. Bizimkisi, “olmuşken tam olsun”dercesine o kelimeyi de kondurmuş, öteki yabancı sözcükleri yapıştırırken tabelasına, “Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya” soyunurken. İyi de, iki yanlış daha yapmış, salyangozcu:

“THE TERRACE RESTORAN & CAFE” derken, lokanta karşılığı İngilizce sözcüğü okunduğu gibi yazdırmış ya da yazılmasının farkına varamamış ya da farkına vardıysa bile umursamamış. Oysa ‘Restaurant’ ve ‘Café’

Erovizyon denilen Avrupa Müzik (Şarkı) Yarışması Neden ‘Avrupa Müzik Yarışması’ demedik ya da demiyoruz da “Erovizyon” diyoruz ya da dedirtiliyoruz? Dahası, bu yıl başladı ve TRT de uydu bu Türkçeye saygısızlık saçmalığına. O da, bu yıla kadar ‘Erovizyon’ denip gelinen ve Türkçeye uyarlandığı söylenip bizleri de öyle yazıp söylemeye koşullandıranlar, bu yıl, TRT dâhil, yayın kurumları bu yarışmanın AB’ce, ABD’ce, İngilizce yazılıp söylendiği gibi “Eurovision” demeye başladı. Yarışmacımız Hadise bile “Eurovision” diyor. Başka ülkeler öyle yazıp söylüyor diye dili Türkçe olan bir ülkede, Türkçe yazıp konuşurken ‘Erovizyon’, hele “Eurovision” asla denmemeli…

‘Avrupa Müzik Yarışması’ diyelim diye öneririm. “Eurovision” diyen ülkeler bile işin farkında değiller. Yapılan bir ‘vision’ (bakış/görüş) değil ki! Yapılan bir müzik yarışmasıdır. Pek çok yazılı ve görüntülü basında dikkat ettiğiniz gibi, “Eurovision finalinde…” diye sözler yer aldı, almaya devam ediyor. Aslında öyle denmişse bile devam edilmemeli. Sözün özü, Türkçe yazıp konuşurken Türkçe…

Türkçe Sözlükten: ‘Varsıl’ sıfatı, Türkçe ‘var’ kökünden türeyen bir sözcüktür. Parası malı çok olan anlamını taşımaktadır. Yerine göre ‘gönlü varsıl’ gibi mecazî anlamlarda da kullanılabilir. Bu ‘varsıl’ sözcüğü TDK tarafından önerilmektedir. Zengin sözcüğüyle aynı anlamı taşımaktadır. Varsıl sözcüğü yoksul sözcüğünün karşıtıdır.

Yabancı Kelimelere Karşılıklar: ‘Sempatik’ sıfatı, Fransızca kökene dayanan bir sözcüktür. Sempatik (sympatique) sözcüğünün anlamı hoşa giden, hoşa gitme özelliği olan anlamındadır. Bu sözcüğün yerine ‘sevimli, cana yakın, şirin, hoş’ gibi pek çok Türkçe sözcük kullanılabilir.

Hadise para bastı 18.05.2009 Moskova’daki Eurovision finalinde dördüncü olan Hadise aslında bu yarışmanın tek galibi. Hadise’nin finale gelene kadar reklamlar ve konserlerden 1.5 milyon dolar kazandığı belirtildi.

Page 103: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Türk Medya Turkmedya.com öbeğinde , “İL PORTALLARI” diye bir pencerede Adana 01, Adıyaman 02, Afyon 03… diye sürüp giden bir iller ve plaka numaraları yazılı liste. Bu ‘portal’ sözünü kim nereden, neden ve nasıl bulup getirdi de “Müslüman mahallesinde salyangoz satar” gibi soktu milletin beynine, yapıştırdı diline. Portakal değil ki bu ‘her derde deva’ gibi masaya getiresiniz.

ABD Başkanının yaşadığı ve görevini yürüttüğü binaya ‘Beyaz Ev’ (White House) denildiği halde biz Türkler acaba neden o eve ‘Beyaz Saray’ deriz?

“Bunun içinde yıllarca on beş gün de bir Adana Real’e gittim. Otobandan bana da uzak gelmiyordu. Mersin için şehir dışı idi. Adana içinde şehir dışı idi. Ve dolayısıyla da böyle bir merkez şehir içinde ki esnaflara zarar vermiyordu...” örneğinde bitişik yazılması gerekirken ayrı yazılan ve ayrı yazılması gerekirken bitişik yazılan eklere iyi bir örnek olan bu tümceleri, öteki yazım yanlaışlarıyla birlikte düzeltiverelim:

“Bunun için de yıllarca, on beş günde bir Adana Real’e gittim. Otobandan (Otoyoldan) bana da uzak gelmiyordu. Mersin için şehir dışı idi. Adana için de şehir dışı idi. Dolayısıyla da böyle bir merkez şehir içindeki esnaflara zarar vermiyordu.”

Peki, “Çok çapkın womanizer rolleriyle tanınır…” söylemi ne demektir? Belki tahmin edenleriniz vardır da, bu saçma sözü edenin veya yazanın ne demek istediğini ben de bilmiyorum, doğrusu. Sadece, çoğunuz gibi tahmin edebilirim: ‘Çok çapkın kadınlık davranışıyla tanınır...’ Belki... Ama, şair demiş zaten bunları, çok önceleri.

“Bir elinde cımbız, bir elinde ayna / Umurunda mı dünya!..”

Mehmet Ali SulutaşTürkçeyi umursayan bir yurttaş

TÜRKÇESİ VARKEN!..

Evet, Türkçesi varken neden başka dilden söz çalıp, çalım atarız? Bileniniz var mı? Doğru, tam da dediğiniz gibi… Türkçe sözlük ve/ya yazım (imla) kılavuzuyla deyimler sözlüğü gibi yardımcı ve başvuru kitaplarını taşı(ya)mayan, taşısa da bakmaya üşenenler gibi, böyle sıkıntı çekenlere birazcık yardımcı olalım:

Absürt (absurd) > anlamsız, saçmaAdaptasyon (adaptation) > uyarla(n)ma, uyum sağlamaAdapte olmak > uyum sağlamak Adisyon (addition) > hesap işi/fişi Ambiyans (ambience) > çevre, hava, ortamAmbulans (ambulance) > cankurtaran Analiz (analysis) > çözümleme

Page 104: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Anons (announce) > duyuru Anons etmek (announce) > duyurmak

Badigard (body guard) > koruma (kişi) Baybay (bye-bye) > hoş(ça) kal / güle güle

CV (curriculum vitae) > ÖG (Özgeçmiş) Çek (Check) > denetleÇek (Check) etmek > denetlemek

Data (data) > veri Davnlot (download) > bilgiyi ekrana indirmekDiyapozitif (diapositive) > saydam, yansı Dizayn (design) > tasarım Doküman (document) > belge

E-mail/e-meyil (e-mail) > e-postaEkstra (extra) > fazladan Ekzit (exit) > çıkış (yeri/kapısı) Empoze etmek (impose) > dayatmak

Fidbek (feedback) > geribildirimFiniş (finish) > bitiş/varış (yeri/noktası) Ful (full) > tam dolu Fultaym (Full-time) > tam gün/zaman

İmitasyon (imitation) > taklitİmörcinsi (emergency) > acilİzolasyon (isolation) > dışlamak, yalıtım Jenerasyon (generation) > kuşak, nesil

Komünikasyon (communication) > iletişimKompanse (compensation) > tazmin/telafi etmek, zararı ödemekKonsensüs (consensus) > anlaşma, ortak karar, oy birliği, uzlaşmaKoordinasyon (coordination) > eşgüdümKriter (criterion) > kıstas, ölçüt

Leptap (laptop) > dizüstü bilgisayar Link (link) > bağlantı, erişim, ilişim,

Monoton (monotone) > tekdüzelikMonoton (monotonous) > tekdüze

OK (okey) > olur, pekiyi, tamam, Online (on-line) > çevrimiçi Optimist (optimist) > iyimser

Pesimist (pessimist) karamsarPirint (print) > yazdırPirintavt (print out > çıktı

Page 105: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Prezantasyon (presentation) > sunum Provokasyon (provocation) > kışkırtma Provoke etmek > kışkırtmakPart taym (part-time) > yarı zaman(lı)

Relaks (relax) > gevşe, rahatlaRelaks olmak > gevşemek, rahatlamak

Seyv (Save) > kaydet, tasarruf etSeyv etmek > kaydetmek, tasarruf etmekSentır (center/centre) > merkezSlayt (slide) > saydam, yansıSpontane (spontaneous) > kendiliğindenStart (start) > başlaStart almak > başlamak

Trend (trend) > eğilimVersiyon (version) > sürüm, uyarlama

“HAVUZDA KIZ KIVRAK YAKALANDILAR!”

Dilimizde ‘kıskıvrak’ kavramı var ya, işte o kavramdan yola çıkarak sivri akıllı biri çıkmış, aklı sıra bir oyun geliştirmiş (!) ve ‘Hotmail, Mesenger, …’ sunucusunun “e-kolay” öbeğine giren saf okuyucuya kim bilir ne tuzaklar kurmuştur. Bilmiyorum, çünkü adı yetiyor ‘YETER!’ demeye.

Açıklama: Balık tutmaya gittiğinde oltana hiç kız takıldı mı? Bu oyunda oltana güzel kızlar takılıyor.

Nasıl oynanır: Sağ ve sol tuşları ile hedefini al, 'Space' tuşu ile atışını yap, oltayı kendine çekmek için sağ ve sol tuşlarını kullan. Oltayı kendine çek ve kızı kap.

DİL ÖRSELENMESİ BİRAZ ELEŞTİRİ, BİRAZ YORUM“En güzel ve ileri bir iş olarak türlü bilimlere ilişkin

Türkçe terimler türetilmiş ve bu yolla dilimiz yabancıdillerin etkisinden kurtulma yolunda doğru adımını atmıştır.

Okullarımızda, eğitimin Türkçe terimlerle basılmış betiklerle başlamış olmasını kültür yaşamımız için önemli bir olay olarak belirtmek isterim.”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk

“Öğretmen bir mum gibidir, etrafını aydınlattıkça erir”

Türk dili üzerine yayımladığım üçüncü kitabım ‘ÜÇÜNCÜ ARKA’yı Ankara’da yaşayan İlkokul birinci sınıf (1945) öğretmenim İhsan Öğüş ile ışığa kavuşan ikinci ve üçüncü sınıf

öğretmenim Şükrü Can, dördüncü ve beşinci sınıf öğretmenim Nezaket Erden’e, başöğretmenlerim Necmi Oktay ve Kemal Erden’e adadım…

Yeniliklere yön veren bir eğitim yöntemi uygulamasıyla eğitimcilerin, eğitim ve öğretimin, çağdaş anlamda geliştirilmesini dileriz.

Öğretmenler Günü Kutlu ve Mutlu Olsun!..

Page 106: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

ÖBEKLERDEKİ DİL SALATALARINDAN BİR ÇATAL ALMAZ MISINIZ?

“Türkçenin feda edilmesine göz yumulmayacaksa en az laikliğe sahip çıkıldığı kadar Türkçeye de sahip çıkılmalıdır.”

(Feyza Hepçilingirler)

Arama motoruna yazdığımız bir adı ararken karşımıza ‘biyografi.net’ diye bir öbek çıktı. Kendimizi zor tutarak göz gezdirdik bu öbekte. Yazıklar olsun! Büyük bir umut bağlayan insanlara ne tutarsız bir hizmet veriyorlardır, kim bilir!.. Sıkı durun ve hazırlıklı olun!..

Öbeğin tepesinde, “Sizin de Biyografinizi Yayınlatın” başlığı altında ağağıdakileri sıralamışlar, tuzağın ucuna. Tuzak diyoruz, çünkü bu kadar düzensiz ve yanlış oyalamalardan sonra utanmadan bir de 50 TL istiyorlar, bu kapana kapanmak isteyenden.

Doğrusunu isterseniz, bedava olsa bile bu bozuk Türkçe ile görücüye çıkan biriyle evlenilmez. Yine de, okurları bilgilendirme açısından bu yanlışları düzeltiverelim:

“Keşfedilmeyi beklemeyin. Kendinizi tanıtın. (...) sizi internette tanıtıma davet ediyor. Siz de biyografi.net’te kendinizi ve firmanızı tanıtabilirsiniz. Belirli meslek gruplarında hizmet veren insanların biyografileri, biyografi.net’te yayınlanıyor. (...) Çalışmalarınızı, sizin eseriniz olan firmanızı, kısaca sizinle ilgili olan her şeyi, biyografi.net’teki sayfanızda yayınlatabilirsiniz. Biyografinizi, (...) hemen gönderebilirsiniz. İşlem bedeli 50 TL’yi, aşağıdaki hesap numarasına yatırabilirsiniz. MÇ TİB (...) / Hesap Numarası ..........”

Vurguladığımız özensizlik, yabancılık ve yanlışlar nelerdir, onları açıklayalım şimdi de:Öncelikle, bir ilkokul öğrencisi bile, “Sizin de Biyografinizi Yayınlatın” diye yazmazdı. Onun yerine, “Biyografinizi Yayınlatın” ya da “Biyografinizi Siz de Yayınlatın” diye yazardı o çocuklar. Bu nedenle kullandık, ‘tuzak’ ve ‘utanmadan’ sözlerini. “Gerisine soğan doğra” diye kullanılan bir deyime de yer verelim burada, anlayanlar için...

Ana sayfanın sol yanında, ‘sizin biyografiniz’, ‘genel biyografi kitapları’,  ‘cv nasıl hazırlanır ?’, ‘editör’ gibi alt ya da yan başlıklar bile özensiz; yabancı ve yanlış sözcükler iliştirilmiş oraya, öylesine işte, kapana ne gelirse kısmettir yaklaşımıyla. Oraya girip hizmet alacak olanları davar ya da kuzu mu sanıyor bu tuzağın bezirgânları acaba? Ne dersiniz?..

Bilgiçlik olacak ya, ‘özgeçmiş’ ya da ‘yaşamöyküsü’ yerine yazılan ‘biyografi’ daha cafcaflı oluyor herhalde. Hele,  ‘cv nasıl hazırlanır ?’ diye yazmakla, kabahati kusurundan büyük bir hata yapmışlar. Açıklamasını yapmazsak, “Bunun nesi var?” deyip çıldırmasınlar diye hemen belirtelim: Bilmem ne kaşığıyla bilmem ne yemek denir buna...

Bir kere, ‘cv’ İngilizce ‘curriculum vitae’ (özgeçmiş) kavramının kısaltılmışıdır ve hepsi büyük harflerle yazılır. Onun yerine Türkçe ‘özgeçmiş’kavramının ‘ÖG’ olarak kısaltılmışı yazılmış olsaydı, fincancı katırı ürkütülmemiş olurdu, başları da ağrımazdı. Kim bilir, belki de baş ağrısı çekme pahasına reklâmlarının yapıldığına seviniyorlardır. Bunu da okur değerlendirsin gayri. Bitmedi! Noktalama işaretlerinin, onlardan önce gelen kelimeye bitişik yazılacağını birileri söyler mi acaba, bu sözde işadamlarına? Ama yine bitmedi ki! Ne zaman ‘editör’ oldu, Türkçe ‘yayın yönetmeni’? ******

"Ladychic - Mersin" adresiyle bir yeni yıl iletisi aldık, reklâm taşıyan. Bu mağaza belki bir tanıdığımızın işyeridir, ama Türkçeye tutkunluğumuzu ve duyarlılığımızı ya bilmiyor, ya da öyle olduğumuzu düşünemeyen birisi olduğu belli. Bizim tutumumuz da belli. Elbette, iletiyi yanıtlamadık. Üstelik, onlardan bir daha ileti almamak için o adresi de engelledik...

Page 107: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Mehmet Ali SulutaşTRT’NİN TÜRKÇEYE ÖZENSİZLİĞİ (SALDIRISI) SÜRÜYOR

TRT televizyonlarını kendi aygıtımdan sildirtmiştim. “Göz görmezse (kulak da duymazsa) gönül katlanır” misali, huzurum kaçmazdı aylardır, TRT televizyonlarının saçmalıkları karşısında. 3 Ocak 2010’da Mersin’in Düşman İşgalinden Kurtuluşu törenlerine değil de bir cenazeye katılma zorunluluğumuz sebebiyle, bir dost ziyaretinde TRT-2 TV’de Murat Göksu’yu görünce durakladık ve İzmir Opera ve Balesi’nin sahnelediği Halit Ziya Uşaklıgil’in aynı adlı romanından uyarlanan ‘Aşk-ı Memnu’ sahne oyunu tanıtılıyordu.

Özetle, varlıklı ve kibar Adnan Bey, genç yaştaki Bihter’le evlenir. Bihter zamanla kocasının yeğeni Behlül’e aşık olur. Behlül’ün gözü ise Nihal’dedir. Evlenmek üzerelerken Bihter ve Behlül’ün yasak aşkları ortaya çıkar. Bihter intihar eder, Behlül kaçar.

Haberler girdi devreye, girmez olaydı. Kulağımızı tırmalayan bir haber okudu çıtı pıtı bir sunucu 9:33’te: “uzunluğu beş metreyi bulan bir kardan adam…” Ardından, haber verildi ve o haberi asıl gönderen muhabirin tanımlaması da öyleydi; “… uzunluğu beş metreyi bulan bir kardan adam…” Anlaşıldı ki, sunucu, muhabirin sözlerini tekrar etmişti.

Oysa, ‘beş metre boyunda’ veya ‘beş metre yüksekliğinde’ denmiş olsaydı akan sular durur muydu, biz şapka çıkarır mıydık bilmem, ama dosdoğru olurdu. Kardan adamın uzunluğu nasıl olurmuş bir öğrenelim diye soluk almadık. Gördük ve değerlendirdik ki söylenmek istenen, ‘Beş metre boyunda bir kardan adam’ idi.

Uzunluk ve yükseklik kavramlarını ilk öğrenen çocuk bile yapmaz bu karışıklığı. Ne oldu bu ilk göz ağrımız TRT’ye de, kültürümüz, dilimiz gibi değerlerimize de vuruyor, abalıya vurmaktan beter?.. TRT eğer gerçekten fakirleştiyse, TDK’ye söyleyelim de TRT’ye bir arka çıksın; sözlük ve yazım kılavuzları armağan edip, bu kurumun insanlarını tepeden tırnağa bir eğitiversin… Halkın verdiği vergilerden ayrılan bütçe kaynakları çar çur mu ediliyor yoksa?..

TDK Sözlüğü: Uzun=İki ucu arasında fazla uzaklık olan. Örn: “Uzun ince bir yoldayım…” TDK Sözlüğü: Uzunluk=Bir şeyin bir uçtan öbür uca kadar olan uzaklığı. Örnek: “Upuzun, incecik ve beş-altı metre uzunluğunda bir kalas bul getir!..” edebiyatogretmeni.net/romanlar.htm

"Ladychic - Mersin" [email protected] adresiyle bir yeni yıl iletisi aldım, reklâm taşıyan. Bu mağaza belki bir tanıdığımın işyeridir, ama Türkçeye tutkunluğumu ya bilmiyor, ya da öyle olduğumu düşünemeyen birisi olduğu belli. Benim tutumum da belli. Elbette, iletiyi yanıtlamadım. Üstelik, onlardan bir daha ileti almamak için o adresi de engelledim.

Sevgili Varan Yetkilileri, Mersin, 30 Ağustos 2007 Varacağım yerlere genelde Varan’la varanlardanım. İyi ki ‘VARAN’ adını vermiş,

yabancı dil ve yabancı sözcük hayranı (!) olmayan firma kurucuları. Yoksa son yıllarda olsaydı, ‘Metro’ gibi anlamsız bir ad verilirdi belki yeni yetmeler tarafından. Aman bu adın değiştirilmesine izin vermeyin, yoksa benim gibi yağlı (!) müşterileri kaybedersiniz… Biletimi koruyan ceket içinde ‘miles’ dışında Türkçe yazılar var; olması gereken de bu!.. Ancak, kapaktaki ‘callcenter’ yazısı gözüme zehirli diken gibi batıyor. Kim bilir kaç kişiye aynı acıyı veriyordur da zavallılar o acının kaynağını bilemiyorlardır. İşte onlara da yardımcı olmak adına, bu ve başka yabancı sözcükler yerine anlam taşıyan Türkçe sözler bulup oralara yapıştırıversek iyi olur derim. Siz(ler) ne dersiniz?

“Yabancılar da…” diye bir savunmaya gireceksiniz, biliyorum. Allah daha çok versin, yabancılar, Türkçe bilmeyenler de çoğalsın Varan yolcusu olarak. Demek isterim ki, o İngilizce kavram olmasa ve sadece telefon numarası olsa, hiç dil bilmeyen bile anlar o rakamların Varan’a ulaşılacak telefon numarası olduğunu. Türkçesini yazmasanız bile o numarayı öylece tek başına bırakın, İngilizce veya Ugandaca yazmaktan daha etkili olur…

Page 108: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Lütfen alınmayın, ‘Departman’ için ‘Bölüm’, ‘avantaj’ için ‘hediye/armağan’, ‘form’ yerine ‘belge’ türünden öz Türkçe söz ve kavramlar kullanılması çok daha anlamlı ve çarpıcı olur. “Kabin içinde ve bagaj kompartmanında kedi/köpek…” yerine de “Otobüs/Araç içinde ve yük bölümünde…” yazılsa çok daha ilgi çeker, anlaşılır ve takdir edilir. Özetle, ‘en iyi hizmet’ verdiğini öne sürenler, ‘en iyi Türkçe’ kullandıklarını da ortaya koyarlarsa anlamlı olur, insancıl olur, olur da olur!.. Hem de, “BAL GİBİ OLUR!..” Sevgimle ve başarı dileklerimle,

Mehmet Ali Sulutaş, öğrenciliği hiç bitmeyen bir eğitimci, yazar, çevirmen, vd

[Değerli "İnternetdaşlarım" ("Adaş"ı kısaltarak zengin dilimize ufak bir katkıda bulunmak üzere uydurduğum teknolojik yeni bir terimdir. Tescil için M.A. Sulutaş Dostumdan onay bekliyorum),] diye bana yönelen duyarlı arkadaşıma yanıtım:

Değerli Türkçedaşım,

Zengin dilimize ufak da olsa bir katkıda bulunduğun için sağ olasın. Aslında ‘adaş’ sözünden yola çıkmadın ama öyle de yakışmış. Oysa, ‘arkadaş’ sözünden yola çıktığını söyleyip yazacaktın, öyle oluşturuluvermiş işte. Bu vesileyle oluşturduğum ve ilk kez kullandığım Türkçedaş sözünde olduğu gibi, yoldaş, ülküdaş, gardaş (kardeş) derken de bilmeden ‘arkadaş’ sözünü harmanlıyoruz, içselleştiriyoruz ve benimsiyoruz...

Umarım, bir dilbilimci açıklaması kadar yeterli olmasa da, hiç yoktan iyidir diyebileceğimiz yeterli bir açıklama olmuştur. Bir ek bilgi daha vereyim:

Bildiğin gibi, İngilizcede ‘friend’ ve ‘brother’ sözcüklerini bir arkadaşıma birlikte söyledikten sonra, o arkadaşımın yardımı ve öteki arkadaşlarımın onayıyla da, o dilde yeni bir kavram oluşturuverdik: ‘frother’. How about that!..

Öte yandan, ‘İnternet’ karşılığı, sıklıkla, ‘Bilgisunar’ terimini kullanıyorum ben, daha uygununu buluncaya kadar. Bu nedenle, ‘bilgisunardaşlarım’ ne denli uygun olur bilmem ama, kullanageldiğim ‘web sitesi’ ya da ‘iletişim grupları’ arkadaşlarım için kullandığım ‘öbekdaşlarım’ ya da ‘öbekdeşlerim’ sözünü kullansak nasıl olur acaba, şimdilik?

Has ve hoş kalasın, Türkçedaşım, yoldaşım, ülküdaşım, yurttaşım, -daşım ve –taşım!..

Akbank Mortgage Kredisini Şimdi Menülerle Sunuyoruz! (Ref:1233249183)

Sayın MEHMET ALİ SULUTAŞ,Menülü mortgage sizi Akbank şubelerimizde bekliyor... Artık mortgage kredisini bireysel bankacılık menüleriyle birlikte sunuyoruz. Çok avantajlı faiz oranları ile Akbank'tan mortgage kredisi almanın tam zamanı! Mortgage kredinizin yanında bireysel bankacılık menülerinden birini alın, anında dosya masrafında %20 indirim* kazanın. Üstelik, alacağınız bireysel bankacılık menüsü için 20 TL chip-para** hediye! Uygun ödeme koşullarıyla kredinizi alın, rahat rahat ev sahibi olmanın keyfini yaşayın! Aynı avantajlarla kredinizi Akbank'a transfer edebilirsiniz. Detaylı bilgiye Akbank Şubeleri, www.akbank.com ve 444 25 25'den ulaşabilirsiniz.

Saygılarımızla, AKBANK T.A.Ş.

Page 109: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

*Mortgage kredinizi alırken yapacağınız bireysel bankacılık menü başvurusu ile birlikte dosya masrafınız 1.250 TL yerine 1.000 TL olacaktır.**Chip-para kazanımı için ez az 2 yeni ürün başvurusu alınması ve ürünlerin aktif olarak kullanılması gerekmektedir. (ürünler ;Kredi kartı, otomatik fatura/ düzenli ödeme talimatı, çatı hesabı, yatırım fonu)

Prof. Dr. Hasan Eren’in 12.7.7 konuşması; “Türk Dil Kurumundan Eski Anılar” kitabından:“Eh!.. Böyle anılar ancak mum ışığında anlatılır…” (Prof. Dr. Hasan Eren ö: 6 Mayıs 2007)

1930’lu yıllar: Maarif Vekili Dr. Reşit Galip Bey; Dil Uzmanı Ragıp Hulûsi Özdem, Uşşakzade Halit Ziya, Reşat Nuri, Faik Âli, Sadri Etem gibi yazar, şair, kültür ve bilim adamları konuşmacı arasında. Hüseyin Cahid, Ruşen Eşref (Ünaydın), Ahmet Cevat Emre, Nihat Sami Banarlı, Nurettin Artam, Cenap Şhabettin, Nurullah Ataç, Agop (Martayan) Dilaçar, M. Ali Ağakay, Agâh Sırrı Levent, Salah Birsel, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Kemal Çağlar, Falih Rıfkı Atay, Reşat Nuri Güntekin, Reşit Rahmeti Arat, Bsim Atalay, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ömer Asım Aksoy, Suut Kemal Yetkin, Macit Gökberk, Orhan Hançerlioğlu gerçek dil uzmanlarıydı.

“Yıl 1941, Budapeşte Ü’de öğrenciyim. Tanınmış bir Budapeşteli avukatın lise öğrencisi oğlu Almanca, Fransızca, İngilizce ve İtalyancadan sonra Türkçe öğrenmek istemiş. Benimle görüşüldü, derse başladık. İkinci derste, Macarca (‘çıkar’ karşılığı ‘érdek’ten türetilen) ‘érdekes’ karşılığı olarak Türkçede kullanılan ‘enteresan’ sözünü verince, Macar öğrenci ayaklanmıştı: ‘Enteresan, Fransızca bir sözdür. Türkçe gibi büyük bir dilde bu kadar basit bir kavram için Türkçe kökenli bir karşılık yok mu?’ Evet, 1940’lı yıllarda, ‘bu kadar basit bir kavram için’ bir Türkçe karşılığımız yoktu. Nurullah Ataç’ın ‘ilginç’ sözünü türetmesi için 10-15 yıl geçmesi gerekecekti. Macar öğrenci gibi, Ataç’ı da düşündürüyor, uğraştırıyordu ‘enteresan’ sözü.

“Bir gün ‘Türkçe Sözlük’ için ‘peynir’ sözü üzerinde durduğumuz sırada Ataç, ‘beyaz peynir’ yerine ‘ak peynir’ önerdi. Kabul etmedik, doğal olarak. Samim Sinanoğlu, ‘Bakkallarda ak peynir bulamazsınız!’ demişti. Ataç, ‘bulurum, bulurum,’ diyordu. Ataç’ı tekrar sinirlendirmiştik. Hemen ‘ak peynir’ almak üzere ayrıldı. Ertesi gün itiraf etti: ‘Kızılay’daki bakkallarda ‘ak peynir’ bulamadım. Bakkalların hepsi, ya ‘hiç kalmadı’, ya ‘taze bitti’, ya da ‘yok’ dediler. Ataç, savını kanıtlamak için ‘ak peynir buldum!’ diyebilirdi, ama çok dürüsttü, gerçeği itiraf etmişti.

“Ataç’ın önerdiği tilcikleri beğenmeyenlerin sayısı az değildi. Onun tilcikleri dillerden düşmüyor, gazete ve dergilerde alay konusu oluyordu. O is, ‘Varsın benim tilciklerimle eğlensinler. Eğlene eğlene bir gün alışırlar.’ Onun ölümünden sonra da Türkçede devrik tümce kullanımı da sona erdi, denilebilir. “Toplumda gördüğü alaycı tutum karşısında Ataç da Arapça sözlerle alay etmek yoluyla birtakım önlemler alıyordu. Söz gelimi, ‘ilerlemek’ anlamına gelen Arapça ‘terakki etmek’ fiilini, ‘rakı içmek’ karşılığı olarak kullanıyordu. Onun bu yorumu, içkiciler arasında kısa sürede yaygınlaştı. Tanınmış yazarların bu ‘tilcik’ sözünü benimsemesi üzerine, biz de ‘Türkçe Sözlük’te yer verdik, ‘kelime’ olarak. Ne var ki, Ataç’ın ölümünden sonra tilcik yaşama gücünü yitirdi. Bu durumda, tilcik sözünün Sözlük’ten kaldırılmasını önerdik, ve çıkardık.

“Onun yerine, ben, sözlük örneğinden yola çıkarak ‘söz’ karşılığını önermiştim. Bu karşılık açıktı, doğaldı. Sözlük dilimizdeki ‘söz’leri içeren bir kitaptı. Bundan başka, eski ve yeni Türk diyaleklerinde (ağızlarında, lehçelerinde) de ‘söz’ yaygın olarak kullanılıyordu. Uzun tartışmalar sonunda, ‘tilcik’ yerine, Sözlük Kolu Başkanı M. Ali Ağakay’ın önerisi ‘sözcük’ girdi Sözlük’e. Ben bu öneriye karşı çıkmıştım. Sözcük biçimindeki –cük Ataç’ın kullandığı ‘tilcik’ten alınmıştı. Tilcik’teki –cik eki az çok anlaşılabilir, ama sözcük’teki –cük açıklanamazdı. (…)”

Page 110: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Eren, “Türk Dil Kurumundan Eski Anılar”, TDK Yayınları, Ankara, 2008

“ANNEMİN KÖFTESİ” VE ÖTESİ...

Güvenli bir dostumun iyi niyetle bana da yönlendirdiği aşağıdaki sağlık içerikli iletiden bilgi olarak yararlandım, ama Türkçe yazım biçiminden de o kadar kaygılandım. Gelin birlikte düzeltmeye çalışalım bazı tümcelerini bu yazının, yarenlik etmiş olmak adına…

“Bilgi var ya, nasıl yazar, ne biçimde ifade ederse etsin!..” diyeniniz çıkabilir. Kıymayalım, “Kırk katır mı, kırk satır mı?” eziyetini sunmayalım, istek dışı cendereye sokulmuşları.

“Peynirli çizi de peynir mi var zannediyorsunuz.Tüm bisküvit ve kek sektörünün birinci sınıf dolgu maddesi.kg fiyatı 50 krş gibi işeydi.yediğiniz bisküvit, kek, kraker vspaketlerin üzerini bir okuyun bakalım içinde şeker ve un dışındatanımadığınız kaç kalem malzeme var…” (‘Peynirli Çizi’de peynir mi var zannediyorsunuz. Tüm bisküvi (Fr. biscuit), kek sektörünün birinci sınıf dolgu maddesinin fiyatı 50 krş/kg gibidir. Yediğiniz bisküvi, kek vs paketlerinin üzerini bir okuyun bakalım içinde şeker ve un dışında tanımadığınız kaç kalem malzeme var?..) diyen iletinin nasıl bana da gönderilişi üzerine, Türkçeye saygısızlıkları ortaya koymak adına bir eleştiri yapıp bilgi olarak aktaracaktım. Sonra, baktım ki iletinin tamamı kurallara aykırı. En iyisi, hem konu da güncel ve yaşamsal, işte aşağıdaki kısacık eleştiri çıkıverdi ortaya, öykü kahramanlarının adlarını saklayarak.

“Annemin Köftesi / Ben inşaat mühendisi olmakla birlikte yaklaşık 18 yıldır yemek sektöründeyim. Yemek Sanayici ve İş adamları Derneği Başkan Yardımcısı, Ankara Sanayi Odası Gıda Komitesi üyesiyim. (...)” diye başlıyor ileti (düzeltilmiş biçimiyle).

GDO'ya gelinceye kadar..! (yiyin yiyin.. Afiyet olsun..)GDO'ya Gelinceye Kadar!.. (Yiyin yiyin; afiyet olsun!..)

maret, pınar vs gibi hazır tıp annemin köftesi gibi köftelerin tamamı soya katkılıdır.Maret, Pınar vd markalı bazı hazır köftelerin tamamı soya katkılıdır.

şirin gözükmesi içinde mix kıyma, soya proteini vs. gibi farklı isimlerle ambalaj üzerinde yazılmaktadır.Şirin gözükmesi için de, karışık kıyma, soya proteini gibi katkı maddeleri farklı isimlerle ambalaj üzerine yazılmaktadır.

yani et diye soya küspesi satıp annemin köftesi gibi aynen diye reklam yapıyorlar.Et diye soya küspesi satıp, “Annemin köftesi gibi aynen…” diye reklâm yapıyorlar.

Minimum M2  maksimum verim, olay tamamen budur. En az mekânda en yüksek verim elde etmeye çalışmak; işlem tamamen budur.

pul biberin, karabiberin, kimyonun vs ektractı var. Pul biberin, karabiberin, kimyonun ve benzerinin özü (hülasası) var.

tavukların boyun, taşlık, kanat ucu vs gibi ticari değeri olmayan her yeri kemikleriyle öğütülerek "mekanik kıyma " isimli bişi yapılıyor. Tavukların boyun, taşlık, kanat ucu vd ticarî değeri olmayan her yeri kemikleriyle birlikte öğütülerek “mekanik kıyma” adı verilen sağlıksız bir karışım yapılıyor.

Page 111: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Hürriyette yılmaz özdil'i okuyun oda iyi dokundurmuş.Hürriyet’te Yılmaz Özdil'i okuyun, o da iyi dokundurmuş.

M. Ali Sulutaş------------------HEM NALINA HEM MIHINA!.. / Mehmet Ali Sulutaş*

‘Aşk-ı Memnu’ Gitti ‘Lost-u Memnu’ Geldi

Bu aralar paylaşım sitelerinde gezelettirilen ‘Lost-u Memnu’ herkesi güldürüyor(muş). “Lost'un 5. sezonun da yaşanan entrikalardan esinlenerek amatör olarak montajlanan video, dizinin Kanal D'de yayınlanması durumunda neler yaşanacağını bizlere gösteriyor.”

“Bir Amerikan drama televizyon dizisi olan Lost, Sidney, Avustralya'dan Los Angeles, Amerika Birleşik Devletleri'ne uçan bir yolcu uçağının kaza yapması sonucu Güney Pasifik'te gizemli bir adaya düşen kazazedelerin hikâyelerini konu edinmektedir.”

Her bölüm adada geçen ana hikâyenin yanı sıra, bir karakterin hayatındaki bir başka noktaya ilişkin ikinci bir hikâyeye sahip gibi, anlaşılan...

İzlemediğim, ama sanal dünyamda karşıma getirilen reklâm kıvamında tanıtım yazısı ile okuyucuya yutturulmak istenen yapaylık hapları karşısında duyarlı bir yurttaş olarak tedirginliğimi göz önüne sermek istedim, özellikle kullanılan Türkçe açısından.

Daha çok Jeffrey Abrams veya J. J. Abrams olarak anılan oyuncu, besteci, film ve TV yapımcısı Yahudi asıllı (1966 doğumlu) Jeffrey Jacob Abrams’ın 2007’deki tahmini geliri, Amerikan Forbes dergisi tarafından 17 milyon dolar olarak gösterilmiş. Bu da doğal olarak biz züğürtlerin çenesini, kafasını, elini, dilini, belini yoruyor, vesselam!..

Bu filmi Türkçeleştirenler neden, ‘KAYIP’ya da ‘KAYIP AŞK’ adını vermediler de Arapça ‘Aşk-ı Memnu’yu çağrıştırırcasına ‘Lost-u Memnu’ demeyi yeğlediler? Sokak deyimiyle, ‘araziye uymak’ işlerine mi geliyor acaba?

Yetmemiş, Türkçe sözler yerine başka dillerden sözleri de araya sıkıştırmakta sakınca görmemişler gibi. Sözgelimi, lost=kayıp; sezon=gösterim dönemi; entrika=hile, tuzak; amatör=özengen, eğilimli; montajlanan=kurgulanan; ansambl (Fr. ensemble)=tamamı...

İzleyici de o kafadakilere cevabını verir elbette, diziyi izlememekle, filme gitmemekle tepkisini ortaya koyarak. Yine Kanal D’de yayınlanan ve zengin bir ailenin kişileri arasında duygusal ilişkilerin gelişimini (Bihter ve Behlûl arasındaki yasak aşkı) anlatan ‘Aşk-ı Memnu’ romanından uyarlanan filmin yönetmeni Halit Refiğ (1934-2009) ve oyuncular anılatılıyor da, ‘Aşk-ı Memnu’ romanı ve onun yazarı Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945) anılmıyor, sayfalar tutan film anlatımı yanında. Bu da edebiyatımıza, dilimize, kültürümüze yabancılaşmayı beraberinde getiriyor. İşte bu yüzden olsa gerek, dillendirilmeye başlanan, “A baksana, bu filmin/dizinin romanı bile yazılmış!..” türü geyik muhabbeti.*************

Bana da yönlendirilen bir iletinin en altında, “P.S. Mail bir arkadaşımdan bana geldi....” diye yazıyordu. Genelde ek bilgiler, ‘NOT:’ ya da, eskiden olduğu gibi, ‘Hamiş’ yazılıp ek bilginin ya da düşüncenin kısaca yazılması uygulanan yöntemdir. Burada yazılan ‘P.S.’ öyle sanıyorum ki bir bilgiçlik taslamak amacını gütmektedir. Eski köye yeni âdet getirmeli, ama bize yabancı olmamak koşulu aranmalıdır. İngilizce gibi dillerde kullanılan

Page 112: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

bu ‘PS’ harfleri Latince ‘post scriptum’ kavramının baş harfleridir ve Türkçe yazılarda kullanıldığını ilk kez görüyorum, ki umarım bu zevzeklik ya da sivri akıllılık tutmaz. Ayrıca, ‘mail’in Türkçe karşılıkları var: Utanılmasın, ‘e-posta’ ya da ‘ileti’ sözünden... ****************

* MBA, iktisatçı, araştırmacı, yazar, çevirmenplainviewpress.net/gallery2/pages/MigrationBallads.htm ‘Migration Ballads’ adlı Ali F. Bilir şiir kitabının İngilizce çevirmeni ‘Düşüncelerin Dansı’, ‘Ana Sütüm Türkçe’ ve ‘Üçüncü Arka’nın yazarı

“1 Şubat tarihine dikkat!” başlığıyla bir haber ileti ulaştı çoğumuza, sanal dünyada. 1 Şubat tarihinde güneş tutulması ya da olağanüstü bir olay yaşanmayacak; ancak dünyada çok nadir olarak görülen bir matematik olayı bu tarihte görülecek. İşte o sır:

“ABD’de bulunan Portland Üniversitesi’nde Elektrik Mühendisliği profesörü olan ve yıllardır kendi alanında önemli çalışmalarda bulunan Türk bilim insanı Aziz İnan, sayıları çok seviyor ve sayılar üzerinde sayısız çalışması bulunuyor. Sayılar üzerinde araştırmalar yapan İnan, ay/gün/yıl tarih yazılımı sistemi üzerindeki çalışmalarıyla ABD’de büyük ses getirdi. Başta USA Today ve Los Angeles Times olmak üzere ABD’nin önde gelen gazetelerinde makaleleri yayınlanan İnan, Palindrom olarak da bilinen tarih yazılımı sistemi üzerinde uzun yıllardır çalışıyor.” Baştan ve sondan aynı okunan kelime, cümle veya sayılara ‘palindrom’ (palindrome) denir. Türkçede ne deniyor acaba, ‘323, 6336, 7895987’ veya ‘iki, kaçak, kak, madam’ gibi örneklemeye?.. 1 Şubat tarihi neden önemli?

Palindrom yöntemine göre bakıldığında 1 Şubat tarihini gün/ay/yıl olarak yazdığımızda 01.02.2010 tarihine ulaşıyoruz. Bu rakamları bir araya getirdiğimize 01022010 sayısına ulaşıyoruz ki dikkat edeceğiniz üzere rakamlar tersten bakıldığında da aynı değeri veriyor. İşin ilginç yanı aa/gg/yy yöntemini kullanan (ay önce, gün sonra), Kanada ve ABD’yi hesaba katmazsak, tüm dünyada tercih edilen tarih yönteminde (gg/aa/yy) rakamların bu yansıma olayı oldukça nadir olarak görülüyor.

Sözgelimi, bir önceki Palindrom günü 10 Şubat 2001 tarihinde (10.02.2001 / 10022001) görülmüştü. Ve işin daha da ilginç yanı, 10 Şubat 2001 tarihinden önce Palindrom günü 809 yıl önce, yani 29-11-1192 (29111192) tarihinde görülmüştü ve o tarihten 2001 yılına kadar Palindrom gün görülmemişti. Türkiye’nin tarih yöntemine göre bakıldığında bu yüzyılda toplam 29 palindrom gün bulunuyor ve 1 Şubat 2010’dan sonraki palindrom günü 11.02.2011 tarihinde (11022011) görülecek. Bu yüzyılda yaşanacak palindrom günlerinin ilk beşi şöyle: 11.02.2011; 21.02.2012; 02.02.2020; 12.02.2021; 22.02.2022

Bu yüzyılda görülecek 29. palindrom gün ise 29 Şubat 2092 yani 29.02.2092 tarihinde bulunuyor. Aziz İnan böyle söylüyor.* Peki, benim gibi tarihleri, öne ‘0’ (sıfır) rakamını koymadan ve yılın ilk iki rakamını yazmayıp da 1.2.10 diye yazanların emeği ne oluyor dersiniz? ‘Fantastikmacera’ takma adlı bir okurun yorumu da şöyle:“2 Şubat’ta başlayacak olan “lost” inşallah bu işe de el atmaz :)) 4 8 15 16 23 42”

M. Ali Sulutaş---------------* 15 Mayıs 1955’te İstanbul'da dünyaya geldi; Elektrik Mühendisi oldu ve ABD, Portland Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak görev aldı. USA Today, Los Angeles Times, Chicago Tribune, Denver Post, Boston Globe, Seattle Times gibi ABD'nin önde gelen gazete ve dergilerinde makaleleri yayınlanan İnan, palindrom yöntemi üzerindeki çalışmalarıyla tanınıyor. --------------------My dear pals, Happy Palindrome Day everyone! One of us, a mad or crazy or lunatic Turk, Prof. Aziz Inan, performing in the USA, is introducing such a mind teasing mathematical approach to certain days/dates, one of which is just around the corner, after tomorrow that is. No , no! There

Page 113: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

will be nothing happening after tomorrow, on 01.02.2010. A mathematical forward-backwards, the sequence of the numbers are the same. Thats all!..

Since I’m not much familier with this subject, I shall leave you with the following toch-to-learn-more approach to that topic. So, enjoy it, folks!.. Happy Palindrome Day everyone!

Ali (Baba with no thieves) / somewhere on earth 30.1.10 ---------------

There's something backward about this date - Angeles Times 01-02-2010 One math geek's really got its number. Professor Aziz Inan has a passion for palindromes. There will be 12 dates this century that can be read in two directions; today's is the second. …Saturday's date is the same [...]

01022010: Happy Palindrome Day, SuperForest!Good Afternoon, SuperForest! As Professor Aziz Inan wonderfully demonstrates in the above image, today (January 2, 2010) is a palindromic date, meaning it stays the same when read both backwards and forwards. 01.02.2010 0102.20.10 Sure it’s kind of silly but in long term perspective, there will only be 12 palindrome days this century. Today is the second (can you [...]

Palindrome (Palindrome Sentences): Some people are into cars. Some people dig the ocean. Aziz Inan, a professor of electrical engineering at the University of Portland in Oregon, loves numbers. Truly, madly, deeply. “I can relate to them,” Inan said. “Each number has its own … see more. Palindrome See also: palindrome words | palindrome day | palindromes | palindrom [...]

Today is a Palindrome: January 2, 2010 is a palindrome, at least in countries that write the date in the mm/dd/yyyy form. Personally, I’ve been writing the date without initial zeros, like 12-3-9, but that’s just me. Who notices such things? Professor Aziz Inan of the University of Portland, who teaches electrical engineering but loves math puzzles. A native of [...]A native of Istanbul, Inan creates math puzzles in his spare time. So it was a big day when he looked closely at his own name and saw a pattern. His first and last names are both vowel-consonant-vowel-same consonant — and, if you write the names in all caps, switch the vowels and turn one set of consonants 90 degrees, both names are the same.

Palindrome Day - 01-02-2010 Did you ever thought about this, that January 2, 2010 is actually a Palindrome Day? If you write Jan. 2, 2010 in month-day-year format (01-02-2010) and then read it backwards, the sequence of the numbers are the same. January 2, 2010 is a Palindrome Day indeed! The last Palindrome Day was October 2, 2001 — or 10-02-2001 — said Aziz Inan, a professor of electrical engineering at the University of Portland.

And the one before that was 620 years ago - August 31, 1380 or 08-31-1380.After today, the next Palindrome Day is on November 2, 2011 or 11-02-2011.List of 21st-century palindrome dates: 10-02-2001, 01-02-2010, 11-02-2011, 02-02-2020, 12-02-2021, 03-02-2030, 04-02-2040, 05-02-2050, 06-02-2060, 07-02-2070, 08-02-2080, 09-02-2090. Happy Palindrome Day everyone! [email protected]

“Vefa olmadan sefa olmaz” Prof. Dr. Beğenal

Gel sen de katıl bizlere, dolaş gönlünce bahçemizde...

Bak beş parmağım var benim de...Bir selam sana gönül dağlarından!..

Page 114: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Al selamımı gönül dağlarından!..

DAVET / BALKAN PANELİ (AÇIKOTURUMU)  İZMİRDE BALKAN GÜNLÜĞÜ GAZETESİ İLE KONAK BELEDİYESİ'NİN ORTAK ORGANİZASYONUNDA (ETKİNLİĞİ KAPSAMINDA) BALKAN PANELİ  (AÇIKOTURUMU) DÜZENLENECEKTİR.  30 OCAK CUMARTESİ SAAT 17.30 DA İZMİR GÜZELYALI KÜLTÜR MERKEZİNDE DÜZENLENECEK OLAN PANELİN (AÇIKOTURUMUN) KONUSU "600 YILLIK ORTAK TARİHİMİZ VE BALKANLAR" DIR. PANELE (AÇIKOTURUMA) MİSAFİR KONUŞMACI OLARAK KOSOVA HÜKÜMETİ TÜRK SOYLU AKR MİLLETVEKİLİ  VE  KOSOVA İÇİŞLERİ KOMİSYON ÜYESİ BAYAN SUZAN NOBURDALI KATILACAKTIR. PANELİN (AÇIKOTURUMUN) SONUNDA MAKEDONYA'NIN ÜNLÜ ROCK SANATÇISI SÜLEYMAN SAİT'İN RUMELİ MÜZİĞİ EŞLİĞİNDE MİSAFİRLERE KOKTEYL VERİLECEKTİR (İKRAMDA BULUNULACAKTIR)

TEŞRİFİNİZ (KATILIMINIZ) BİZLERİ SEVİNDİRECEKTİR. SAYGILARIMIZLA....

RİFAT SAİT, BALKAN GÜNLÜĞÜ GAZETESİwww.balkangunlugu.com Tel.232.4390200

PROGRAM *AÇILIŞ*İSTİKLAL MARŞI VE SAYGI DURUŞU*PROTOKOL KONUŞMALARI VE PLAKET TÖRENİ*BALKAN HALK OYUNLARI GÖSTERİLERİ / KONAK BELEDİYESİ HALK DANSLARI TOPLULUĞU*SLAYT (SAYDAM) GÖSTERİSİ*PANEL (AÇIKOTURUM)*KOKTEYL (İKRAMLAR)*RUMELİ MÜZİĞİ / KONUK SANATÇI ;   SÜLEYMAN SAİT / BALKAN ROCK MÜZİĞİ / MAKEDONYA **************PANEL (AÇIKOTURUM) PROGRAMI PANEL (AÇIKOTURUM) KONUSU: "600 YILLIK ORTAK TARİHİMİZ VE BALKANLAR"PANELİN (AÇIKOTURUMUN) AÇILIŞ KONUŞMASI; DR. HAKAN TARTAN / E. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜV. BAKANI / KONAK BELEDİYE BAŞKANI

MİSAFİR KONUŞMACI;  SUZAN NOBURDALI / KOSOVA HÜKÜMETİ TÜRK SOYLU AKR MİLLETVEKİLİ / KOSOVA İÇİŞLERİ KOMİSYON ÜYESİ**MODERATÖR (YÖNETMEN);  AKIN KAZANÇOĞLU / İZTO BAŞKAN VEKİLİ / BALKAN FEDERASYONU ONUR KURULU ÜYESİ

PANELİSTLER (KONUŞMACILAR);

Page 115: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

DOÇ. DR. ENVER DERSAN / İZMİR ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER / E. ABD  ASKERİ ATAŞESİ / E.KURMAY ALBAY

YRD. DOÇ. DR. BALKAN DEVLEN / EKONOMİ ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER TAYFUR GÖÇMENOĞLU / GAZETECİ-YAZARNİHAT SÖZERİ / AVRASYA GAZETESİ İMTİYAZ SAHİBİHAKAN SERBEST / BALKAN GÜNLÜĞÜ GAZETESİ YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ---------------------

Sevgili komşum, kader arkadaşım,Hoş geldiniz, beş gittiniz!.. Yine gelin yine gidin, birinden birinde görüşelim. Trenlerimizden ben de son derece memnunum. Geçen yıldan beri o tarafa giderken katırımı istasyon civarında bir sağlam kazığa bağlıyor, özellikle seçip hızlı trenle gidiyorum. Rahatlığını, hızını ve kalkış-varış zamanlarını şaşırmaması beğenimi kazanıyor. Kitap Fuarı süresince de, son iki gün de öyle oldu.

Yenice Belediyesi de, Çağ Ü de araç göndereceklerdi, ama treni yeğledim. Oraya vardıktan sonra onların hizmetini aldım. Cuma akşamı/gecesi Tarsus Şelale Oteli’nde ağırladılar. Sabah gelip aldılar, Tören sonrası da, ikinci ve asıl konuşmacımız, Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Cezmi Eraslan’ı Tarsus’taki kız kardeşinin ve yakınlarının yanına götürürken ben de Tarsus istasyonuna kadar geldim. Meğer o da Adana-Tarsus arasında dağınık bir sülaleye sahipmiş. Tanışmanızı dilerim; (312) 231 2838’den erişebilirsiniz kendisine. Anlayan ve anlaşılan bir kişi.

Mersin’e dönerken o hızlı trende, babasının yanında oturduğu koltuğu gülümseyerek bana veren bir kız, Deniz Akbaba, beni de gülümsetti, gönlümü kazandı. O da benim gibi çenesi düşük biriymiş. “Siz avukat mısınız?” diye de soruverdi bile. Avukat olmadığımı, ama bir konuşmacı olduğumu anlatıncaya kadar epey çabaladım doğrusu. “Gül sen, gülün olayım…” türküsü söylüyordu sanki, sevimli Deniz. Yarım saat kadar süren söyleşimiz sırasında pek konuşmadığımız baba da çok memnundu kızının bu yararlı oyalanmasından.

Kendisine bir de armağan verdiğim Deniz ayrılırken; yorgunu dinlendiren, ümitsize neşe ve hayat veren gülümsemesiyle beni davet etmeyi de ıskalamadı: Adana’da, bilmem ne ilköğretim okulunun 2-A sınıfında beni gözleyecek, sevimli ve güleç kız… Babasından telefonunu almayı nasıl da ıskaladım!..

Bu yazınızın altına ben de imzamı koyarım, ama “…gözlemlerimi hayatın içinden moduyla …” yanını düzeltmeniz koşuluyla. Mehmet öğretmen de kırmızı bayrak kaldıracaktır mutlaka bu uyduruk söze…

Mersin’in, Tarsus’un, Çukurova’nın, Türkiye’nin sorunlarına siz-biz-onlar kafa yorup çözüm yollarını araştıracağız elbette… Koşuya devam, yazıp konuşmaya devam… M. Ali SulutaşGülümseyen bir yurttaş 30.1.10

Page 116: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

YA ANAYASA'NIN DİLİ MESELESİ?

Hakkı Devrim

Anayasa paketini geldiği gibi bir köşeye bırakıp hiç açmadan bekletiyorum, farkında mısınız?

“Diğer bütün kadılar harıl harıl o konuyu işliyor,” diye soracaksınız şimdi bana: “Sen niye ağırdan aldın?” Kimseyi incitmek istemem, bu suale verebileceğim tek yanıt var:

“Yazının en zor çeşitlerinden biri de kanun maddeleri metinleridir. Anlam tarifi sanatının en zorlandığı yer orasıdır,” denebilir. Hukuk talebeliğim var benim. Bu alanda hele kanun maddeleri kaleme alınırken kelimelerin, cümlelerin nasıl hassas bir terazide tartılarak kullanılması gerektiğini bilirim. Bu kadarıyla kalmam. Anayasadaki maddesi «güç anlaşılır» olduğundan, cumhurbaşkanını seçemediğimiz ve bu sebeple rejimi tehlikeye soktuğumuz günleri kolay unutamayacaklardan biriyim aynı zamanda. Hele, hem de... söz konusu olan, düğümleşmiş meseleleri çözmesi ve çoktan da uzun süreler yürürlükte kalması beklenen kanun metinleriyse... Dilin ve kalem erbabının en çetin imtihandan ne zaman geçtikleri sorulsa bana, duruksamadan cevap verebilirim:

“Kanun metni yazarken!” En sarih («Şüphe ve tereddüde yer bırakmayan, kolay anlaşılan, apaçık») kanun metinleri olarak hocalarımız bize ‘Napolyon Medenî Kanunu’ (Code Civil) ile «Tanzimat Medenî Kanunu» da diyebileceğimiz Mecelle’yi örnek gösterdiler (Tam adıyla Mecellei Ahkâmı Adliye).

Yabancı bir kanunu Türkçe’ye çevirmektense, fıkıh kurallarından seçerek derlenmesi ve bize özgü bir kanun hazırlanması fikrinin sahibi ve savunucusu Cevdet Paşa’ydı. Bu amaçla kurulan Mecelle Cemiyeti’nin başkanlığına da o getirildi. Aynı zamanda bir ilim ve edebiyat şaheseri de olan Mecelle’nin, maddeleri vardır ki bunlarda hukuk dilinin özdeyişlere dönüştüğünü ve atasözleri olarak da kullanıldığını biliriz.

Örnek ister misiniz?«Mazarrat menfaat karşılığıdır,» der Mecelle; «Külfet nimete ve nimet külfete

göredir.» Yani, «Bir faaliyet, fiil veya şey kime aitse, kim bundan yarar sağlıyorsa, bunlardan doğacak zarar da ona ait olacaktır.»

Bir diğeri, 30. madde: «Def’i mefâsid celb-i menâfi’den evlâdır». Yani «Fenalığın, haksızlığın ortadan kaldırılması, çıkarlar sağlamaktan önce gelir.» Bir diğeri:

«Bey ile icar infisah eder.» Yani «Satış ile kira akdi sona erer.»Mecelle diliyle söylemek gerekirse «Târif efrâdını câmi, ağyârını mâni olmalı»dır.

Yani «Tarif, gerekli her şeyi içermeli, içinde anlam dışı ve gereksiz hiçbir şey kalmamalıdır.» Kanunların metin diline böylesine özenmek ve cümle yerine neredeyse özdeyişler kullanmak, beraberinde mümkün bütün uygulanma ihtimallerini göz önünde bulundurmayı da kendiliğinden akla getirecektir herhalde. Öyle ümit etmek hakkımızdır.

Page 117: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

DİL YÂRESİ

Hayrettin Büyük

“Merhaba” hitabıyla mı söze başlasam, “Esenlikler”le mi bilemedim. Dilimizde pelesenk olmuş bu kelimenin (yani “merhaba”nın) Arapça mı, yoksa Farsça kökenli mi olduğunu bilemedim; bu konuda rivayet muhtelif. Farsça “Korkma, benden zarar gelmez” anlamına geldiği ne kadar doğrudur? Aslı astarı nedir Allah aşkına?

Arapça bir kelime. Türkçe tam karşılığı olarak farklı teklifler var: 1) “Genişlenin, rahat oturun” anlamında bir selamlaşma sözü; 2) Nazımda övülen kimseye hitap sözü. (Süleyman Çelebi der ya: Merhabâ ey cân-ı cânan merhabâ / Merhabâ ey derde derman merhabâ!) [Osmanlıca-Türkçe] “Rahat olun, yadırgamayın” (Meydan Larousse). İsmet Zeki Eyuboğlu. “Genişleyin, yayılıp oturun” (Etimoloji Sözlüğü) 

Ayverdi Sözlüğü. (Arapça merhaben, “genişlik, bolluk olsun”dan) “İyi günler, günaydın!” anlamında selamlaşma sözü. Kısa ifadesiyle, “Rahatınıza bakın!” ağırlama sözünün, anlam genişlemesiyle ve zamanla edindiği ek anlamdır bu. Biz kelimeyi bu son anlamda kullanıyoruz. Sözlükle yapılacak egzersiz:

Sözlüklerde vakit geçirdiğiniz olur mu? Benim için güzel ve faydalı zaman geçirmenin yollarından biridir. Dil, hemen hepimizin bilgiden yana ziyade fakir olduğumuz bir alan. Sözlük sayfalarında sizi sual yağmurları bekler. Örnek ister misiniz?

İki cümle önce yukarıda, «ziyade fakir olduğumuz» dedim. Alın size işte bir sual:“Ziyade kelimesi böyle sellemehüsselam «çok» anlamında kullanılır mı?”Bakalım! Ayverdi sözlüğünde ziyade’yi buldum işte. Anlam tarifi «Fazla, çok» diye

başlıyor. Eski kelimelerde geçmiş nesillerin kokusu vardır, hâlâ hissedilir. «Çok» ve «fazla» kelimelerinde mesela yok aradığım koku, ama ziyade’de pekâlâ var.

«Birden ziyâde idiler» diyor Ömer Seyfettin. Kelimedeki «a» sesi uzundur, söylemeye lüzum var mı? Necip Fazıl Kısakürek vahâmet makamını sever ya: «Bir kalbim var ki benim, (der) sevdiğinden burkulur / Kahredenden ziyade, sevilenden korkulur.» Peki «Güzel, benlerine sarraf olayım / Saydım benlerini binden ziyade» diyen kimdir?

Karacaoğlan! «Birdenbire artık o kadar çok şey anlıyordu ki, daha ziyade dinlemek istemiyordu»

diyen de Halid Ziya Uşaklığil.«Ziyâde lakırdı etme!» dediğinizde kelimenin anlamı daha çok lüzumsuz ve boş’tur.

Page 118: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Yahya Kemal’in «Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader / Belki binden ziyâde bestesini» beytinde, aynı kelime «daha çok» anlamında kullanılmıştır.

«Ziyadesi kalsın» ifadesinde ziyade ‘artan miktar, üstü, geriye kalan’ demektir.Ahmed Midhat Efendi’nin «Acem Ali’nin çehresi İranlılardan ziyâde Arap

dilekanlılarına benziyordu» cümlesinde ziyade «-den daha çok» demektir.«Göz ucu ile gördüğüm, ziyade bakmaktan içtinap ettiğim bu levha» derken

Hüseyin Cahit Yalçın kelimeyi net olarak «çok» anlamında kullanıyor.«Ziyade olsun!» deyiminde «ziyade» bir dileğin ifadesi olur ve «Yenen, yenecek

olan yemeğin bol ve bereketli olması» duasına dönüşür.Hukuk terimi olarak ziyade dört çeşittir: 1. Ziyade-i mütevellide («Asıldan doğan

ve ondan ayrılabilen fazlalık» mesela meyveler ve yavrular.) 2. Ziyade-i munfasıla-i gayri mütevellide. (Asıldan doğmayan, ama ayrıca elde edilen fazlalık; kiralar gibi) 3. Ziyade-i muttasıla-i mütevellide (Asıldan doğan ve ondan ayrılamayan fazlalık: Ağacın büyümesi, hayvanın semirmesi). 4. Ziyade-i muttasıla-i gayri mütevellide (Asla sıkı şekilde bağlı, ondan ayrılamayan fazlalık: mobilyanın boyası, radyonun düğmesi gibi.)

Zarf olan ziyâdece’nin anlamı «fazlaca»dır: «Sümbül Hanım, Zeynep’i ziyâdece ürküttüğünü sezmiş...» (Safiye Erol).

Gene bir zarf, ‘ziyâdeden’in anlamı «fazladan»: «Yediğim şamar da ziyâdeden.»Üçüncü bir zarf ziyâdesiyle, «gerekenden çok, fazlasıyla» demek: «Ziyâdesiyle

karnı açıkmış bir adam lokantaya girer» (Faik Reşat).Gene yukarıda sellemehüsselâm dedim. Peki, anlamı? «Allah ona selâmet versin»

demek. Deyim olarak anlamı: «Hiç çekinmeden, hiçbir şeye aldırış etmeden, uluorta, dilediği gibi, keyfince» demektir. Bu oyunu, daha alçak gönüllü sözlüklerle ve çocuklarınızla oynamayı dener misiniz?

Bir egzersiz ki, buna ciddî ihtiyacımız var. Dincilik laiklik, sağcılık solculuk, kapitalizm liberalizm diye saflara ayrılıyor, kavgalar ediyor, ama asıl kavramlar konusunda anlaşma sağlayamamaktan gelen tutukluk yüzünden, yerimizde saymaktan kurtulamıyoruz.

Page 119: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

ERKEK-KADIN ve BAY-BAYAN!..

Dr. Erdal Akalın

Uzun süredir merakla beklediğim bir hatalı kullanım, nihayet medya bünyesinde tartışmaya açıldı. Selahattin Duman Usta’nın yıllar boyu köşesinde vurguladığı ve eleştirdiği üzere, özellikle kadınlarımıza ısrarla “bayan” demek yanlışlığından söz ediyorum. İşin ilginç yanı, bu hatalı tanımlama ve hitap şeklini gündeme taşıyanlar dilbilimciler değildir. Bu konuyu bir eleştiri olarak bir yazısı ile günümüze taşıyan kişi, Milliyet Gazetesi spor yazarı Nilay Yılmaz Hanım’dır. Yani, bir medya bayanı!

Diğer canlılar gibi üreme içgüdüsünün asıl elemanları insanoğlunda da iki karakterle temsil edilir. Ki; bu cinsel objeleri taşıyanları da kadın ve erkek diye tanımlıyoruz. Bu temel farklılık doğum ile birlikte şekillenmiş olarak karşımıza çıkar. Devletlerin resmi kayıtları olan nüfus cüzdanı namlı kimlik kartlarının rengi ile de yürürlüğe girer. Kadın olarak doğanlara pembe ve erkek diye tanımlananlara da mavi renkli kimlikler düzenlenir.

Son yarım yüzyılın ilginç kişileri olan ve adına transseksüel denen üçüncü cinslerin durumu ise halen karışıktır. Erkek iken kadın olanlar veya kadın iken erkek kisvesine girenlerin hali, hem tıbben ve hem de hukuken sorun yaratmıştır. Sonunda da, gerek tıp insanları ve gerekse hukukçular gına getirmiş ve “Sanki başka işimiz yok ta, sizinle mi uğraşacağız!” diyerek, bu konuyu yeni kimlikleri düzenleyerek çözmek yolunu seçmişlerdir. Gerçekten gariptir; sünnet olmuş, askerlik yapmış ve hatta tanınmış kişi olmanın avantajlarını kullanarak “jön” karakteri ile sinema oyuncusu olmuş er kişinin, başarılı tıbbi girişimler sonrası kadın siluetine bürünmesi, ileri göğüs dekoltesine takıp takıştırarak ortalara çıkması günümüzün sıradan olguları arasına girmiştir!

Batı dünyasının gündeme damgasını vurmuş ve ülkemizde de bazı özel okulların temel dersi haline gelmiş lisan-ı ecnebileri sayesinde, kadın ve erkek cinslerine hitap edilirken bazı özel takıların ismin önüne getirilmesini öğrenmiştik. Örneğin; Fransızca kökenli olanları mösyö, matmazel ve madam olarak, İngilizce kökenlileri de mister, mis ve misis (bir de, evli ya da bekâr olmayı yok sayan ms=miz) gibisinde az buçuk biliyoruz.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında öne çıkan dilimizi yabancı öneklerden arındırmak çalışmaları sırasında da benzeri konu dilbilimcilerinin dikkatini çekmiştir. Konuya ilgi duyan yetkin kişiler, “Bizim neyimiz eksik!” yaklaşımından giderek, nisa taifesi için “bayan” ve er kişiler için ise “bay” sözcüklerini türetmişlerdir.

Bayan kelimesi, kadın cinsine hitap edilirken ismin önüne getirilen bir tanımlama ve saygı ifadesi olarak kullanılır olmuştur. Özellikle mektup v.b. posta gönderilerinde adres yazılırken, bir ön hitap olarak kullanılmak kaydı ile yaygınlaştırılmıştır.

Page 120: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Bay sözcüğü ise TDK Sözlüğü dikkate alınınca hem sıfat ve hem de isim olarak karşımıza çıkmaktadır. Sıfat olarak kullanımı “parası ve malı çok, zengin kimse” tanımlaması olarak görülmektedir, ki; çok kullanılan bir tarif sayılmaz. İsim olarak kullanılması da, aynen bayan sözcüğü gibi erkek isminin önüne bir saygınlık kazandırmak ve hitap veya adres tanımlamakta kullanılmak kaydı ile dilimize kazandırılmıştır.

Yıllar sonra, nedendir bilinmez kadın cinsini tanımlarken inatla kadın yerine bayan denmesi yanlışlığı süregelmiştir. Özellikle, dilimize özen göstermesi beklenen televizyon spikerleri (sunucuları) ve onlarca medya (basın-yayın) elemanı bu hatalı kullanıma ısrarla devam etmişlerdir. Ki, gerek bazı yazarların ve gerekse dilbilimcilerin uyarıları da maalesef havanda su dövmek gibi kabul edilerek dikkate bile alınmamıştır.

Bazı spor dallarının her iki cins tarafından da yapıldığı branşlar dikkate alınırsa, er kişilerin eylemleri “Erkekler Takımı veya Ligi” diye yazılırken, kadınların yer aldığı aynı eylem türleri için “Kadınlar Takımı veya Ligi” kavramını kullanmak yerine, “Bayanlar Takımı veya Ligi” tanımlaması öne çıkmıştır. Bu yanlışlık sadece sportif alana kaymış olsa neyse, korkarım ki “Kadının Adı Yok!” yaklaşımından hareketle olsa gerek, günlük konuşmalarda da kadın yerine bayan denmekte oluşu anlaşılır değildir!

Bu nokta belki de ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerin bir saplantısı olarak öne çıkmaktadır denebilir. Malum, kadın tanımı ile kız kavramı bazı ülkelerin gereğinden çok önemsediği ve öne çıkardığı bir seçimdir. Kız tanımı, aynı zamanda da dinî tabulardan olan bakire kadın tarifi ile özdeşleşmiştir. Kadın denince, kız tanımı da arada kaynar diye düşünülmekte olsa gerektir ki, bu da kanımca yanlışı başka bir yanlışla güçlendirmektir.

Spor yazarı Nilay Yılmaz Hanım, bu yanlışı düzeltmek üzere atak yapmıştır. Ancak, spor alanının otoriteleri sayılacak değişik branşların federasyon başkanları, bu hatayı düzeltmek taraftarı gibi görünmemektedirler. Sadece, Türkiye Basketbol Federasyonu bu öneriye sıcak bakmış ve düne kadar “Bayanlar Ligi” olarak uyguladığı adlandırmayı hayırlı bir örnek olmak hasebi ile “Kadınlar Ligi” adı ile değiştirmiştir.

Diğer spor otoritelerinin yorumunu merak edenler, eğer biraz da tebessüm etmek istiyorlarsa, Milliyet Gazetesi’nin 14 Mayıs tarihli baskısının 29. sayfasına göz atabilirler. Örneğin; Boks Federasyonu Başkanı, “kadın kulağa hoş gelmiyor” derken, Halter Federasyonu Başkanı ise “kadın daha kibar” demekte, Okçuluk Federasyonu Başkanı ise “kadın sporcu olur mu?” diye yanıtlamaktadır bu çağrıyı! Belli ki, ana konumuz insanımızın olguya bakış açısı ile ilgilidir. Umarım zamanla olgunlaşır!

Galiba İngiltere’de bir anket yapmış ruhiyat ile uğraşan bilim insanları. İnsanların bir olaya bakış açısını saptamak için. Kadınlı erkekli bir çalışma grubuna bazı sorular sormuşlar ve aldıkları yanıtları kendilerince değerlendirmişler.

Bir soru ise şu: “Bacağın ortasında ne vardır?” Bu soruya kadın ağırlıklı katılımcılar; “Diz kapağı kemiği” yanıtını verirken,

erkeklerin hemen hepsinin yanıtı ise şöyle: “Erbezi (t…k) vardır!”İşte bu örnek, bakış açılarının farklılığı adına bir gösterge olabilir. Yanlış veya

doğru, ünlü yazarın kitabının adı gibi, bu canlı; “İnsan Denen Meçhul!” diye tanımlanan varlıktır!.. (15.05.2010 / Mersin İmece)-----------------

Yakışıklı ve şakacı Erdal, “Bacağın ortasında ne vardır?” içerikli yazını okurken bacağımın ortası galgıdı gene. Tuttum bu yazını, başkaları da nemalansın diye, “Dr” sıfatın ve adınla, kaynak göstererek Türkçe içerikli kitap dosyalarımdan birine alıyorum, bilgin olsun. Çıkarıp sokacağım birşey varsa ve söylersen gıpraşırım... mas, Ot(tava), 18.5.10Gerekli bir soru: Neden acaba, cümleler arasında, 1 yerine 2-3 boşluk koyarsın? De bakiim şimdi!..Hadi sana zamandan ve yerden tasarruf ettirmiş oluvereyim, artıkın, bu kadar ütülemekten sonra...

Page 121: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

YABANCI ŞİRKETLERİN CİRİT ATIŞLARI

Türkiye’de e-posta ile müşteri avlamaya çalışan bir yabancı uçak şirketi, “Flaş Fiyatlar - Ekonomik fiyatlarla Premium hizmet!” diye başlık atıp Türkçeye saygısızlık yapmaktadır ve lkimsenin de kılı kıpırdamıyor. Eğer bir Türk havayolu şirketi, bu duyuruyu yapan yabancı şirketin ülkesinde bu şekilde kırma bir duyuru yapmış olsa boyunun ölçüsünü hemen alıverir. Yei gelmişken bir kez daha sesimizi yükseltelim: neden acaba, Türkiye’ye uçuş yapan yabancı uçaklarda Türkçe duyuru yapma/bilgi verme kuralına uymazlar? Neden acaba bu kurala uymayan uçak şirketlerine karşı bir uyarı veya yaptırım uygulanmaz?

Türkçe metin içinde “flaş, premium” gibi yabancı sözlüklerin Türkçe karşılıkları neden bulunmaz acaba? “Premium Eco ayrıcalığı” ne demektir?“...yeni kabin konsepti Premium ile havaalanı ve uçak içi hizmetlerinde...” demekle ne denmek isteniyor, anlayan var mı dersiniz?

“Kontuarda sıra beklemeden direkt uçağa gidin ! Bagajınız varsa, online check-in yapan yolcularımıza ayrılan "drop-off" kontuarına bırakabilirsiniz. Online check-in yapın, havalimanında sıra beklemek yerine keyif yapın!” gibi çorbayı içebilene aşk olsun!..

“Rezervasyon & Online check-in” başlıklarını öylesine geçiştirmiş ve “Millerinizle uçun” ve “Bagajlarınız” gibi Türkçe alt-başlıklar yanında, “Promosyonlar, Destination guide” gibi melez değil, düpedüz Türkçe gibi gösterilmiş veya tamamen İngilizce kavramlar kullanılıp Türkçe konuşanların kafaları karıştırılıyor. Bu noktada Konfüçyüs devreye giriyor doğal olarak:

“…hiçbir şey dil kadar önemli değildir!.. Çünkü dil kusursuz ise o ülkeyi istediğim gibi sömüremezdim. Emirlerimi yerine getirmeleri için aralarında bana karşı konuşamamalı, yazamamalı hatta tam düşünememeliler...”

*****

“Doga ve Extreme Turlar - Gunubirlik Geziler” duyuru biçiminde reklâm bir e-postayla dağıtıldı, izinli veya izinsiz. Değinmek istediğim sadece Türkçe kullanımdır. Türkçe harflerin kullanılmayışı yanında, “extreme” ne demek, bilen var mı acaba? Yoksa bu öylesine ağızda dolaşan ve “sokak jargonu” denilen anlaşılmaz dil söylemi mi? Belki bu duyuruyu ya da reklâmı yapan da bilmiyordur bu İngilizce sözcüğün Türkçede ne demek olduğunu. Bıraksınlar cafcaflı sözleri, “Günübirlik Geziler” demek yeterli. İlla ‘extreme’ karşılığı bir Türkçe sözcük arıyor da bulamıyorlarsa veya birine sormak da para istiyorsa tasalanmasınlar, ben ücretsiz deyivereyim: ‘UÇUK GEZİLER...’

*****

Geleceğin Türkçesi böyle mi olacak?:“... information age ile knowledge arasındaki fark...” ya da şöyle mi dersiniz?: “Uzayda okyanus bulundu (my way or the highway!)---------------

“... sıcaklık 3 derece daha sıcak olacak,” yerine, “... sıcaklık üç derece daha fazla olacak,” demek daha anlaşılır olmaz mıydı acaba?------------

Page 122: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

DİL DEVRİMİ KAYNAKÇASI (Kitap adları koyu renk yazılmıştır.)

Hazırlayan: Ömer Demircan

Akarsu, Bedia (1978): Atatürk Devrimi ve Yorumları, TDK Yay., Ankara.Aksan, Doğan (1976): Tartışılan Sözcükler, TDK Yay., Ankara.

(1987): Türkçenin Gücü, T. İş Bankası Yay.   (1996): Türkçenin Söz Varlığı, Engin Yay., Ankara.

(2000): Türkiye Türkçesinin Dünü, Bugünü, Yarını, Bilgi Yay.  (2000): En Eski Türkçenin İzlerinde, Simurg Yay.  (2002): Anadilimizin Söz Denizlerinde, Bilgi Yay.

Aksoy, Ömer Asım (1962): Atatürk ve Dil Devrimi, Ankara. (1970): Gelişen ve Özleşen Dilimiz, TDK Yay. (1973): Özleştirme Durdurulamaz, TDK Yay.

            (1982): Dil  Gerçeği, TDK Yay.Arsal, S.Maksudi (1930): Türk Dili İçin, İstanbul.Ataç, Nurullah (1938): “Gramer”, Haber 23.1.1938            (1938): “Istılahlar Meselesi”, Ulus.            (1942): “Sözden Söze”, Cumhuriyet, 3.10.1942.             (1953): “ Ataç’ın Güncesi: Türkçede Devrik Tümce Var mıdır ?”.            (1954): “Onüç Devrik Cümle”, Son Havadis 1.10.1954.            (1956): “Dil Devrimi”, Ulus, 29.10.1956.            (1972): Günce (1953-1955), TDK Yay.            (1937): Atatürk’ün Geometri Kılavuzu  (Haz. Nurer Uğurlu), Cum. 1998.Atay, Falih Rıfkı (1961): Çankaya  I-II-III-IV,. Cumhuriyet Yay., 1999.Ateş, Kemal (1999): Öğretemediğimiz Türkçe, Cumhuriyet Yay.Banarlı, N.S. (1972): Türkçe’nin Sırları, Kubbealtı Yay., İstanbul.Banguoğlu, Tahsin (’45): “Devlet Dili Türkçe”, V. Türk Dil Kurultayı, TDK Yay., s. 42-70.Barenton, Hilaire de (’33): L’Origine des langues, des religions et des peuples, 2 vol, Paris,.Başkan, Özcan (’73): “Terimlere özleşme sorunu”, TDAY- Belleten 1973-74, s. 1173-184. (’86): ”Turkish Language reform”, ed G.Renda  s.95-111, Princeton.Boratav, Pertev Naili (’42/82): “Dilimizin Gelişmesi”, Yurt ve Dünya, sayı 18.

(1982): Folklor ve Edebiyat, Adam Yay. içinde. 351-2.Brendemoen, B. (1990): “The Turkish Language Reform and Language Policy in Turkey”, G.Hazai, (1990): Akademiai Kiado P., 454-492.

Page 123: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Cevdet Kudret, (1939): “Devrik Cümle Üzerine”, Varlık, sayı 526,527,528 ;(1966/86),            (1986): Dilleri Var Bizim Dile Benzemez, Bilgi Yay., Ankara.Clauson, Sir Gerard, (’72): An Etymological  Dictionary of  Pre 13th Century Turkish, Oxford.Çotuksöken, Yusuf (1996): Okul Sözlüğünün Eleştirisi, İnsancıl Yay.CHP (1935): “CHP Programı”, Ulus Basımevi, Ankara, Mayıs 1935.Demircan, Ömer (1980): İletişim ve Dil Devrimi, Yaylım Yay., İstanbul.

(2002): "Nâzım Hikmet ve Dil Devrimi", Müd  Huk Haziran, s.55-60. (2003): "Dil Devrimi Nasıl Konumlanmıştı?", Müd.  Huk. Der.,  Nisan 2003, s.82-86. (2003): "İrdeleme:G.Lewis (1999) "Türk Dil Devrimi:Yıkıcı Bir Başarı" Müd. Huk Der., Mayıs 2003,s. 68-81.

Dilâçar, A. (1962) : Devlet Dili Olarak Türkçe, TDK Yay.            (1963): “Atatürk ve Türkçe”, TDK 1963 içinde, s. 41-52.            (1964): Türk Diline Genel Bir Bakış, TDK Yay.            (1975):”Kemalizmin Dil ve Tarih Tezi”, Atatürk Devrimleri, I.             Sempozyumu Bildirileri, İÜAE Yay., s. 467-485.Dil Derneği (1997): Dil Devriminden Bu Yana Türkçenin Görünümü, Dil Der. Yay., Ankara 1997.Dilemre, Saim Ali (1949): Dil Devrimi İçin , I , II , TDK, s.23Dilmen, İbrahim Necmi (1936): Dillerin Ana Kaynağı Sorusuna Kısa Bir Bakış ve Güneş Dil Teorisinin Esasları, DTCF Türk Bilgisi Dersleri, İstanbul.Dizdaroğlu, Hikmet (1962): Türkçede Sözcük Yapma Yolları, TDK Yay.Ercilasun; Ahmet Bican (1984): Dilde Birlik ,Cönk Yay., İstanbul.Ertop, Konur (1963): “Atatürk Devriminde Türk Dili”,TDK (1963), s. 53-102.Eyuboğlu, Sabahattin (1954): “Dil Üstüne”, 1973,  s.105-108.Gelencik, Ragıp (1983): “Güneş-Dil Teorisi Üstüne”, Tan, sayı 11, Haz. 1983, 47-57.            (1989): “Bilimsel Terimlerin Türkçeleştirilmesi Üzerine I,II” Cum. Bilim Teknik 128,139. Gökberk, Macit (1980): Değişen Dünya Değişen Dil, Çağdaş Yay.(1983): “Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk”, Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, Eczacıbaşı Vakfı Yay., s.283-333.Güvenç Bozkurt- Gencay Şaylan- İlhan Tekeli- Şerafettin Turan (1991): Türk İslam Sentezi, Sarmal Yay., İstanbul.Hacıeminoğlu, Necmettin (1975),Türkçenin Karanlık Günleri, İstanbul , s.97.Hatiboğlu, Vecihe (1963): “Atatürk’ün Dilciliği” ve “Atatürk’ten Üç Anı”, TDK (1963) s. 9-22,141-145.Hepçilingirler, Feyza (1997): Türkçe “Of”, Remzi Kitabevi, İstanbul.            (1999): Dedim “Ah”, Remzi Kitabevi, İstanbul.Heyd, Uriel (1954): Language Reform in Modern Turkey, Jarusalem.(1979): Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Kültür Bakanlığı Yay.İmer, Kâmile (1976): Dilde Değişme ve Gelişme Açısından Türk Dil Devrimi, TDK Yay.             (1973): “Türk Yazı Dilinde Dil Devriminin Başlangıcından 1965 Yılı Sonuna Kadar Özleşme Üzerine Sayıma Dayanan Bir Araştırma”, Türkoloji Derg. V/1, 175-190.             (1999): Türkiye’de Dil Planlaması: Türk Dil Devrimi, Kültür Bakanlığı Yay.İnan, Afet (1936): Güneş-Dil Teorisi Üzerine Notlar I, İstanbul.İnan, M. Rauf (1979): “Devrimler ve Yazı Değişimi” Yazı Devrimi, TDK Yay., s.43-69. İz. Fahir (1983): “Cumhuriyet Devrinde Türk Yazı Dilinin Gelişmesi”, TDK (1983) 173-189.Karal, Enver Ziya (1978): “Osmanlı Tarihinde Türk Dili Sorunu”, TTK y. 1978 içinde.

Page 124: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Karaosmanoğlu, Yakup Kadri (1963): “Atatürk ve Türk Dili”, TDK (1963), s. 103-110.Korkmaz,  Zeynep (1963): “Türk Dilinin Tarihi Akışı içinde Atatürk ve Dil Devrimi”, Ankara.            (1973): “Dilde Doğal Gelişme ve Devrim Açısından Türk Dil Devrimi”, A.Ü.Türkoloji Der. V/1, s.97-114.            (1974): Cumhuriyet Döneminde Türk Dili, AÜ, DTCF. Yay.(1985): “Dil İnkılabının Sadeleşme ve Türkçeleşme Akımları Arasındaki Yeri”, Türk Dili, Mayıs, sayı 401.Koşay, Hamit Zübeyr (1963): “Atatürk ve Dilimiz”, TDK Yay., s.137-140. Köksal, Aydın (1980): Dil ile Ekin, TDK Yay.Köprülü, M.Fuat (1948): “Düzme Devlet Dili Nasıl Yapıldı”, Tercüman 1981:249-.Kushner, David (1979) : Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu (1876-1908), Çev. Ş.S. Türet- B. Ertem- F. Erdem, İstanbul.Kütükoğlu, B.(1966): “Türkçenin Tasfiyecilik Çıkmazı”, Sabah, 24.7.1966.Küyel, M.T. (1978): “İleri Dil ve Dil Transferi Üzerine Düşünceler”, TTK Yay. 1978: 97-180.Kvergiç, H.V.(1935) : “La Psychologi de quelques éléments des langues Turques”, Viyana ( III. TDK’deki bildirisi ve Levend 1972’deki özet).Landau, J.M.  (ed): Atatürk and the Modernisation of Turkey,  Westview Press, 1984.Levend, Agâh Sırrı (Kasım 1953): Atatürk ve Dil Davası, Türk Dili, cilt 3, sayı 26.(1949/72): Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, 3.Baskı, TDK Yay., s.20-32. Lewis, Bernard. (1961) The Emergence of Modern Turkey, OUP.            (1970): Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, TTK Yay., Ankara, 4. baskı, 1990.             (1984), “Atatürk’s Language Reform as an Aspect of Modernisation in the Republic  of Turkey” (ed.J.M.Landau (1984), s.195-213.Lewis, Geoffrey L. (1997): “Turkish Language Reform: The Episode of the Sun-Language Theory” Turkic Languages  1,  25-40.(1999). The Turkish Language Reform, A Catastrophic Success, OUP, 12 bölüm, 189 s.)Mayokan, İ.M. (1936): “Güneş Dil Teorisi Üzerine Çözümleme Uygulamaları”, III. TDK. Bildirileri.Mıhçıoğlu, Cemal (1996): Sözcüklerin Öyküsü, Kültür Bakanlığı Yay.Öksüz, Yusuf Z. (1995): Türkçenin Sadeleşme Tarihi: Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi, TDK Yay.Ömer Seyfettin (1911): “Yeni Lisan”, Dil Konusunda Yazılar (Haz.M. Uyguner) içinde, Bilgi Yay., 1989.Özakıncı, Cengiz (1994): Dil ve Din, Bellek Yay.Özdem, Ragıp Hulusi (1936): Dil Türeyiş Teorilerine Toplu Bir Bakış, TDK Yay. (1944):“Dil Mükemmelliği ve Mükemmelleştirme Görünceleri”, Türkiyat Mec., C.5.            (1941): Terimler Meselesi Münasebetiyle Dilimizin Islahı Üzerine Muhtıra, İstanbul.Özdemir, Emin (1967): Dil Devrimi Üzerine, TDK Yay.            (1969): Öz Türkçe Üzerine, TDK Yay.            (1969): Dil Devrimimiz, TDK Yay.            (1973): Terim Hazırlama Kılavuzu, TDK Yay.Özel, Sevgi (1986; Haldun Özen- Ali Püsküllüoğlu), Atatürk’ün Türk Dil Kurumu ve Sonrası, Bilgi Yay.(2000): Dil Kiri El Kiri, Bilgi Yay.(2006): Dilimde Tüy Bitti, Çınar Yay.Özerdim, Sami Nabi (1978) : Yazı Devriminin Öyküsü, Cumhuriyet 1998.

Page 125: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Özgü, Melahat (1963): “Atatürk’ün Dilimiz Üzerine Eğilişi”,  TDK (1963), s.23-40.Pekel, A. Galip (1940): Türkçe Kelime Üretme Yolları, İstanbul. Perin, Cevdet (1981): Atatürk Kültür Devrimi, İstanbul.Sadoğlu, Hüseyin (2003): Türkiye’de Ulusçuluk ve Dil Politikaları, Bilgi Üni., Yay., İstanbul.Sinanoğlu, Oktay (2000): Bye Bye Türkçe, Bir New York Rüyası, Otopsi Yayınları, İstanbul.Samih Rifat Bey (1922): Türkçede Tasrif-i Huruf Kanunları ve Tekellümün Menşei”, Ankara.Sayılı, Aydın (Haz): Bilim Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, TTK Yay., 1978, 599 s.(1978): "Bilim ve Öğretim Dili Olarak Türkçe", Sayılı 1978:325-599. Şavkay, Tuğrul (2002): Dil Devrimi, Gelenek Yay.Şimşir, Bilal N. (1992): Türk Yazı Devrimi, TTK Yay.Steuerwald, Karl (1963): Untersuhungen zur türkischen Sprache der Gegenwart, Teil 1, Langenscheidt KG. Berlin-Schöneberg.Tankut, H.R. (1936): Güneş Dil Teorisine Göre Dil Tetkikleri I, TDK Yay., İstanbul             (1938): Dil ve Tarih Tezlerimiz Üzerine Gerekli Bazı İzahlar, İstanbul.            (1963): “Atatürk’ün Dil Çalışmaları”, TDK Yay.Tekin,Tekin (1975): “Atatürk’ün Dil Reformu”, Atatürk Devrimleri  I. Milletlerarası Sempozyum Bildirileri, İ.Ü.A.E. Yay., s.488.Tercüman, (1979-):, Yaşayan Türkçemiz 1,2,3, Tercüman Gazetesi Yay.Timurtaş, Faruk (1979): Yeni Kelimeler Sözlüğü, Umur Kitapçılık Yay. TDK (1930): Turani, Menşei, Çev. Ruşen Eşref Ünaydın, İstanbul. (1932-): Türk Dil Kurultayı Bildirileri 1932,1934,1936,1942,1945,1949.            (1934): Tarama  Dergisi.            (1935): Osmanlıca’dan Türkçe’ye Cep Kılavuzu.            (1935): Türkçe’den Osmanlıca’ya Cep Kılavuzu.            (1935 ): Etimoloji,Morfoloji, Fonetik Bakımından Türk Dili.            (1937): Üçüncü Türk Dil Kurultayı, İstanbul.            (1944-1983): Türkçe  Sözlük.              (1962): Dil Devriminin 30. Yılı.            (1962 Kasım): Yakup Kadri Harf ve Dil Devrimini Anlatıyor, Türk Dili.            (1963): Atatürk ve Türk Dili.            (1963-): Derleme Sözlüğü, 13 cilt.            (1963-): Tarama  Sözlüğü, 8 cilt.             (1972): Alman ve Macar Dillerinde Özleşme.            (1972): Türk Dil Kurumu’nun 40. Yılı.            (1981): Atatürk’ün Yolunda Türk Dil Devrimi, Topluçalışım.            (1983): Türk Dil Kurumu’nun 51 Yılı.TKAE (1966): Türk Dili İçin  I, II, Ankara.TTK (1978): Bilim, Kültür ve Öğretim Dili Olarak Türkçe, Ankara.Turan, Şerafettin (1981): Atatürk ve Ulusal Dil, TDK Yay.(1990) Türk Kültür Tarihi,  Bilgi Yay, 1994.(1996): Türk Devrim Tarihi, Yeni Türkiye’nin Oluşumu, 3. kitap, 2. Bölüm, Bilgi Yay.Turan, O. (1965): “Türk Dili Buhranına Toplu Bakış”, TKAE  (1966), s.24.Uğurlu, Nurer (Haz.): Atatürk’ün Yazdığı Geometri Kılavuzu, Cumhuriyet 1998.Uygur, Nermi (1962): “Arıtıcılar”, Dilin Gücü, Ara Yay. 1989:81-91.Ülkütaşır, M. Şakir (1973): Atatürk ve Harf Devrimi, Cumhuriyet 1998.

Page 126: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Ünaydın, Ruşen Eşref (1933): Atatürk,Tarih ve Dil Kurumları. Hatıralar, İstanbul (2.baskı. Ankara, TDK Yay., 1954) Vardar, Berke (1977), Dil Devrimi, Yankı Yay.Yücel, Tahsin (1968), Dil Devrimi, Varlık Yay.            (1982): Dil Devrimi ve Sonuçları, TDK Yay.            (1997), “Bir Kültür Dili İçin: Türkiye’de Dil Devrimi”,  Anamur 1997 içinde s. 29-38. Zeren, Z. (1942), “Tıp Terminolojimizdeki Reform”,  TDK  IV (1942), s. 329-39.* Bu kaynakçada, Dil Devrimi’ne karşı olan, devrimi yadsıyan kimi yapıtlar da yer almaktadır.

Güncelleme Tarihi: 07.04.2006 Konur Sok. No.34/4 06640 Kızılay-Ankara Telefon: (312) 425 83 60 - 417 33 27 | Belgeç : (312) 417 33 28---------------Neden, “Azərbaycan Respublikası” demişler de ‘Azərbaycan Cumhuriyası’ dememişler?

Bu öbeği ‘gulnartaseli.com’ olarak değiştirsek nasıl olur acaba? Hem ‘web’ yabancı sözcüğünden kurtulmuş, hem de Taşeli’ni öne çıkarmış oluruz. Öte yandan, haritada bazı yer belirlemede yanlışlar var gibime geldi; Alıç Dağı da Alaç Dağı diye yazılmış. Bunların düzeltilmesinde senin yapabileceğin var mı bilemiyorum. Anasayfa’daki ‘Aktivasyon’ sözü ne anlama geliyor anlayamadım. Onun yerine Türkçe bir söz/kavram bulunsa iyi olur. Ayrıca, ‘link’ yerine ‘ilişim’ sözcüğü kullanılabilir.

Türkçe yazılımlara da dikkat edilebilirse iyi olur. Örneğin, ‘Mersine’ yerine ‘Mersin’e’, ‘Eylem’de’ yerine ‘Eylem de’ diye yazılmalı. Yine Anasayfa listesinde ‘ŞeyhAlyyiSemerkandi’ diye kelimeler aralık vermeden ucu ucuna ulanmış ve arada bir harf unutulmuş vs. onun yerine sadece ‘Şeyh Ali Semerkandi’ yazılsa yeterli olur. Bu vesileyle Ganime(t) Hanım ile Eylem-Stephan çiftine de selam ve mutluluk dileklerimi iletiver lütfen. Sevgimle, M. Ali Sulutaş / 7.9.7

“… rakibinden çok şık sıyrılan Arda'nın dar açıdan çektiği sert şut yandan auta gitti..

“…evrendeki ilkeler, inisiyasyon vs. hakkındaki bilgiler…” diye bir düşünce ortaya koymaya çalışan kişinin ne dediği ya da ne demek istediği anlaşılmayacak kadar bozuk bir biçimde ortaya konmuştur. Düşünce en kötü halde, ‘…evrendeki ilkeler, girişimler vb. hakkındaki bilgiler…” diye açıklanabilir.

“Mayalar, kendi dinlerine çok sıkı bağlı olan bir toplumdu. Sırlarla dolu dinleri dıştan bakışta anlaşılamayacak kadar şifrelidir. Ona ancak inisiye olanlar nüfuz edebilmektedir. Dinlerindeki sırlar mitolojik anlatımlarında üstü örtülü bir şekilde dile getirilmiştir…” Bu bölümün tamamını, odaklanmak istediğimiz düşünceyi iyi kavramak amacıyla bilinçli olarak aktardık. Odaklanmak istediğimiz tümce de şu:

“Ona ancak inisiye olanlar nüfuz edebilmektedir…” İngilizce “initiated” sözcüğü karşılığı olarak kullanıldığını sanıyorum bu uydurma ‘inisiye’nin. Eğer böyle ise, bir dinin/tarikatın sırlarını, esaslarını öğrenmiş kimse anlamında kullanarak bu tümceyi belki şöyle kurmak gerekirdi: ‘Ona ancak dinin kurallarını iyi öğrenebilmiş olanlar yetkili olabilmektedir…’

Page 127: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

“Amerika Şamanizminin Asya Şamanizminde görüldüğü gibi, bir inisiyasyon içerdiğini belirtirler…” tümcesi de, “…, bir adım atmayı içerdiğini belirtirler…” gibi olabilir.

“…ikizlerin hikâyesini sınav ve aşamalarıyla inisiyatik sürecin ilginç bir öyküleştirilmiş biçimi olarak yorumlar…” tümcesi de ‘…ikizlerin hikâyesini sınav ve aşamalarıyla başlama sürecinin ilginç bir öyküleştirilmiş biçimi olarak yorumlar…” diye yazılabilirdi.

“Ezoterik-inisiyatik yolun yolcusuna düşen incelediği her yapıda perdeleri aralayıp gerçeği görebilmeye çalışmak…” tümcesini kuran (ya da çeviren) kişi ne anladığını ve ne anlatacağını biliyor mu acaba? Ben bir şey anlayamadım, yardımcı da olamayacağım, üzgünüm…

Bir belgelik tanıtımını yaparken özenti yanlısı birisi, ‘belgelik’ ya da benzer bir Türkçe kavram yerine, yabancı bir dilden özenilmiş “portal” sözcüğünü kullanmayı yeğlemiş. Ayrıca, “...anı ve anektodlarla, akademik yazılardan oluşan...” derken bunu yazan kişi hem bilgisizliğini ortaya koymuş hem de özenti yanlısı olduğunu. Özenti yanlısı olduğunu daha da pekiştirmiş hazret, Batı kültür ve dillerinden hırsızlanan ve aslında ‘anı’ anlamına da gelen “anekdot” sözcüğünün “anektod” biçiminde yazıldığını zannediyor. Oysa, ‘...anı ve öykülerle, akademik yazılardan oluşan...’ deseydi daha düzgün ve anlamlı olurdu...

Bugün Hopalı Lacza bilen bir arkadaşımdan aldığım bir bilgiyle dosyama şunları ekledim: 

Lazca’da “Vidi Visi Vini”:Jul Sezar’ın MÖ.47’de Zile’de yazdığı kaya yazısında okunan “geldim, gördüm,

yendim” sözcükleri, Hopa Lazcası ve Türkçe kökenli çıkıyor. “Jul”, Lazca ve Türkçe erkeğe sesleniştir; Ğuli, Oğul, Gul, Kul. “Vidi”; Lazca "geldi". “Visi”; Lazca Ma Pisi, “gördüm”. Sözcük İngilizceye “visi-on”, AN çoğul ekiyle girmiştir. Tele-vision’un isim

anasıdır. “Gören”, “Görüş” gibi, anlamlarıyla dilimize yeniden girmiş haldedir. Bizden gidip bize yabancılaşarak dönen sözcüklere örnektir.

Me-Pisi ile kedi/pisi bağlantısı kurulabilir. Bundan kedinin gece gören keskin gözlerini anlamak mümkündür. Halen “Gel pisi pisi” diyerek kedi severiz.

“Füze” adına da kaynak olmalıdır. İyi gören olmak bir meziyet olmalıdır ki, kız adı olarak Mefuze/Mahfuse (ninem Mefuze Finci), hatta çok yönlü görüş sahibi olan anlamında Mebus (Mepusi), aynı kökene işaret etmektedir. “Mapus” sözcüğü de, “tek delikten dışarı bakan göz” anlamında aynı kökenden görünmektedir.

 Vini; Vin/Pin/Fin/Pan/Fen; kazanmak (Vinning) sözcüğünün kökeni olup İngilizceye de girmiştir.

“Fen”, başarmak, planlayarak kazanmak. Türkçe’de vardır. “Ali’nin fen’di, Veli’yi yendi “ deyiminde olduğu gibi. “Kazanmak” üzere birisine yapılan plandan dolaylı anlatımla “Fan fini fin fon...” demek gibi.

Lazca’nın en eski Türk dillerinden ve hatta Sümer - Hitit dili olduğu, Latince’nin kökeni olduğu üzerine işaretler giderek çoğalmaktadır. (M. Morgül arkadaşı)  O arkadaşın adıyla bu bilgiyi Türkçe kitap dosyalarımdan birine almak isterim... mas 5.8.10

Arkadaşım Şinasi Toker. Lazca bilen biri arkadaşınıza doğrulatmak için sorabilirsiniz. “LAZCA SÜMERCEDİR. Adında Sümer Tanrısı  LAZ/LAT olan tek dildir, ULU OZ, ULU IŞIK... Bu bize ipucu vermeli.” (Mahiye Morgül)

Page 128: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

ATATÜRK VE DİLOsmanlı aydınlarının ve sanatçılarının yoğun bir şekilde dil tartışmaları yaptığı bir

ortamda, elbette Mustafa Kemal Atatürk de böyle ulusal bir konuya uzak duramazdı. Nitekim 10 Aralık 1916 günü hatıra defterine yazdığı şu satırlardan onun dil sorunları ile yakından ilgilendiği açıkça belli oluyordu:

“…Yemekten evvel Emin Bey’in Türkçe şiirleri ile Fikret’in Rübab-ı Şikeste”sinden aynı konuda bazı parçaları okuyarak bir karşılaştırma yapmak istedim, ikisi de başka başka güzel. Ancak Türkçe olanda da, diğerinde de Arapça, Farsça sözcükler var. Başkalık biri parmak hesabı, diğeri değil.” (Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri) Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini inceleyen Atatürk, her ikisinin de dilinin ağır ve yabancı sözcüklerle dolu olmasını eleştiriyordu. Yine Atatürk, 22 Eylül 1924′te, Samsun’da öğretmenlerle yaptığı konuşmada ulusal bir dilin gerekliliği üzerinde duruyor ve şöyle diyordu:

“Ulusal bir eğitimin ne olduğunu bilmekte artık hiçbir kuşku kalmamalıdır. Bir de ulusal eğitim temel olduktan sonra, bunun dilini, yöntemini, araçlarını da ulusallaştırma zorunluluğu tartışma götürmez.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri) Daha sonraki yıllarda Mustafa Kemal’in Türk diline yaptığı en büyük hizmet, şüphesiz ki, Yakup Kadri‘nin deyişiyle, “uzayıp giden tartışmaları bir yana bırakarak, dil işleriyle uğraşacak bilim kurullarını kurması, onların çalışmalarını yakın bir ilgiyle izlemesidir.”

1 Kasım 1928′de Lâtin harflerinin TBMM’de kabul edilmesinden sonra dilin sadeleştirilmesi konusu daha bir önem kazandı. Atatürk, her önemli tasarı ve işte yaptığı gibi, dil konusunda önceden, birtakım araştırmalara girdi, Türk dilinin geçmişteki tüm özelliklerini ve kökenini inceledi. Daha sonra yapılması gereken çalışmaları şu sözlerle belirledi: “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir yeter ki dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabanca dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Bir aydınlanma savaşçısı ve öncüsü olarak Atatürk, “topyekûn eğitim seferberliği” açtığı yıllarda, Osmanlıcanın halkla aydınlar arasında bir duvar oluşturduğunu fark etmişti. 17 Ekim 1932 tarihli bildiride “dil devriminin amaçları” şöyle açıklanıyordu:

“Türk Dil Devriminin uygulamadaki dileği, yazı dilimizle konuşma dilimiz arasındaki uçurumu ortadan kaldırmak, böylece Cumhuriyet Türkiye’sinde’ herkesin kolaylıkla okuma yazma öğrenmesine, okuduğunu açıklamasına, düşündüğünü yazmasına meydan açmaktır.” Amaca ulaşabilmek için Atatürk, dilin yabancı sözcüklerden arındırılmasına karar verdi. Çünkü en büyük iletişim aracı, aydınlanmanın en güçlü yardımcısı dildi. Toplumla daha canlı bağlar kurabilmek, kültür devrimini yaygınlaştırabilmek için bu gerekliydi.Bütün bu adımlar, ümmet toplumundan sanayi toplumuna geçiş aşamasında, ulusal dilin yaratılması için atılan çok önemli adımlardı. Ne var ki özellikle 12 Eylül darbesinin ardından Atatürk’ün bu önemli ve yol gösterici görüşleri göz ardı edildi. “Ulusal bir dil oluşturma programı” rafa kaldırıldı. Mustafa Kemal’in  “Türk dilini yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak” amacıyla kurduğu, üzerine titrediği, yaşayabilmesi için İş Bankası senetlerini bağışladığı TDK, sahte Atatürkçüler tarafından işlevsiz duruma getirildi.

ABD’nin “bizim oğlanlar” (our boys) dediği karşıdevrimci generaller, kültür emperyalizminin değirmenine daha iyi su taşıyabilmek için, “ilk icraat!” olarak TDK ve Türk Tarih Kurumunu ortadan kaldırdılar. Atatürk’ün nice iç ve dış engellerin üstesinden gelerek, Türk ulusuna kazandırdığı özgüven duygusu ve ulusal gururu iğdiş etmeye dilden, tarihten başladılar. İşte emperyalistlerin istediği de tam bu idi…

Page 129: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Çünkü sömürgeciler çok iyi biliyorlardı ki, yabancı diller karşısında bağımsızlığını koruyamayan bir dil; onurunu, ulusal kimliğini de koruyamaz. Dil, Fazıl Hüsnü Dağlarca Ustanın deyişi ile bir “Ulusun ses bayrağı”, ulusal bilinci demektir. Ulusal bilinci kirlenen, yozlaşan ülkeler ise sömürge olmaya en yatkın ülkelerdir.

İşte bu nedenle emperyalist devletler, bir ülkeyi teslim alabilmek için işe önce dilden başlıyorlar. Ürettikleri sanayi ve tarım ürünleri ile birlikte kendi kültürel değerlerini de gösterişli reklamlarla tanıtmaya, yaygınlaştırmaya ve ihraç etmeye çalışıyorlar. Sömürge yapmak istedikleri ülkenin dilini, dinini, kültürünü ikinci plana atarak kendi programlarını dayatıyorlar. Amaç, ulusal kimliği yok edip, halkların bilincini köreltmek, bu yolla, Yeni Dünya Düzeninin gerçek, çirkin yüzünü onlardan gizlemek, daha sevimli gözükmek… Bunun için ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Örneğin (Türkiye’de olduğu gibi) bir ulusun eğitim dilini kendi dillerine çeviriyorlar. Uzun yıllar İngilizlerin yönetiminde kalan Hindistan’da İngilizce; Fransız sömürgesi Cezayir’de de Fransızca eğitim dili olarak kullanılmış, ulusal dil bir kenara itilmişti. Elbette böyle bir yöntemle dilin gelişimi engellenince, düşüncenin gelişimi de engelleniyor; sonuçta geçmişine, tarihine, ülkesinin sorunlarına yabancı bir toplum yaratılmış oluyordu.

Türkiye’de ise özellikle 1980’lerden sonra uygulanan neo-liberal politikalar, ulusal paraların yerini yabancı paraların alması, kitle iletişim araçlarının sınır tanımazlığı sonucunda, Batı kültürüne ve tüketim mallarına ilgi artmış, “Amerikan yaşam biçimi” baş tacı edilmişti..

Üzerlerinde FBI, CIA yazılı, Amerikan bayraklı giysilerle dolaşan gençlere her yerde rastlamak artık olağan bir görüntü. Bu yoz yaşam biçimi, yozlaşan, kirlenen dili de terkisinde getirdi. Amerikanca, Osmanlıcanın yerini aldı. “Tarzan İngilizcesi”, argo konuşmak gençler arasında dayanılmaz bir çekicilik kazandı. İşte bu “moda konuşma” biçimlerinden birkaçı:

“Ayıpsın (ayıp ediyorsun), takıl bana (benimle gel), baybay, babaaay, baay (hoşça kal), don’t panik (telaş etme), hayret bişey, acaip güzel, korkunç güzel (çok güzel), bu gün fulüm (bu gün hiç vaktim yok), fifti fifti paylaşırız (yarı yarıya paylaşırız), cepleşiriz (telefon ederiz) cool adam (soğukkanlı, ağırbaşlı adam), bi dirink aliim (bir şey içeyim), çok kafa çocuk (çok iyi anlaşabileceğim biri), vaav, vooov, yihuuu (yaşasın)…

Aralarında böyle yoz bir dille iletişim kurmaya çalışan bir gençlik kesimi, elbette Türkiye’nin sorunlarına da uzak kalacaktı. Ne politika, ne sanat ne de yazın onun ilgi alanına girecekti. İşsizlik artıyormuş, Türkiye borç batağına batıyormuş, milyonlarca insan açlık sınırının altında yaşıyormuş, laik Türkiye Cumhuriyeti İslam cumhuriyetine dönüştürülüyormuş… “Ne gam!..” onun için “no problem, no panik….”

Gençlerimizin dili böyle de esnafımızın dili sanki onlardan çok mu farklı? İş yeri tabelalarını görünce, bir an, nerede olduğumuzu unutup, kendimizi Amerika’da ya da Avrupa’da sanıyoruz. “Yoksa bizi AB’ye aldılar da haberimiz mi yok!” diye kuşkuya düşüyoruz. İşte bir caddenin küçük bir bölümünde rastladığımız işyeri adları:‘”Red Apple, Herry, Trend, Cripino, LC Waikiki, Seven Hill, Porselen Vision, Elegant Home, Computur Center, Fıstık Center, Microsoft Certified Technical Education, Dürüm Land, Nohut Food Center…” Patates, nohut dürümü satan “DÜRÜMCÜ’lerimizin adı bile bir de bakmışız ki, “NOHUT FOOD CENTER” ve ” DÜRÜM LAND”e dönüşüvermiş…

Gelin, güzel Türkçemizi bu denli aşağılamayalım… Ona kıymayalım. Çünkü dilimiz; ulusal kimliğimiz, bağımsızlığımız demektir. Ekmek kavgamız için bile olsa, bağımsızlığımızın ticaretini yapmayalım… Gelin “ses bayrağımız” ile oynamayalım, oynatmayalım…

(Müdafaa-i Hukuk dergisi, Kasım 2009) ([email protected]) www.Turkcelil.com

Page 130: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

DİLSEL GELİŞİM

Faiz Cebiroğlu, Pedagog

Dil, toplumsal bir fenomen (olgu) olarak, sürekli değişir ve gelişir. Dilin gelişimi, toplumla birlikte, insanlar arasında yapılan sosyal ilişkilerle ve değişik komünikasyon araçlarıyla kendini gösteriyor. Bu yüzden, dil ve dilsel gelişim, çocuğun ”topyekûn gelişiminde” temel ve belirleyici bir rol oynuyor.

Dil, çocuğun sosyal, bireysel, entelektüel (eğitimli/kültürlü/öngörülü/uyanık/aydın), duygusal gibi tüm alanlardaki gelişimine aracılık eder. Komünikasyonun (bilgi alışverişinin), ya da insanlar arasında kurulan sosyal ilişkilerin aracını, dil sağlıyor.

Dil sağlıyor, ama; dilin dil olabilmesi için, dilin bağımsız ve anlamsal bir dil olabilmesi için, kendi içinde taşıdığı belli başlı bir sistemi vardır: Birincisi; dilin kalıbı, ikincisi; dilin içeriği ve üçüncüsü; dilin fonksiyonudur (görevidir/işlevidir). Dilin bu üçlü sistemi, görüşme, karşılıklı konuşma ve iletişim gibi tüm alanlarda ve bütün yönleriyle kullanılmaktadır. Dil uzmanları ile birlikte yaptığım çalışmalarda, çocukların, kelimeleri, nasıl kullandıkları; çocukların kelimelerle nasıl ”oynadıklarını” büyük bir heyecanla gözlemlemiştim. Çalışmalarımızda çıkardığımız bazı sonuçlar vardı:Bir: Fonksiyon (işlev), yani pratiksel (uygulamalı) olarak dilin kullanımı; dili öğrenmenin ve geliştirmenin ilk adımı, bu oluyor.

İki: Fonksiyon (işlev), dilin içeriğinden yoksun değildir. Bunlar, iç-içedir. İçerik, semantiktir (anlamsaldır), yani kelimelerin anlamı oluyor.

Üç: Temiz ve doğru bir dil, aynı zamanda, dili anlama ve dili ifade edebilme, yani dili, pratikte kullanmadır. Bu, şunu içeriyor: Dili anlama; harfler arasında ses farklarını ayırt edebilme yeteneği; kelimelerin anlamını bilme ve cümleleri anlama / kavrama durumudur.

Dili ifade edebilme (uygulama); kullanılan kelimelerin seslerini doğru söyleme (örneğin, MayıS yerine MayıZ deme gibi…); kelimeleri ve cümleleri kullanabilme durumu.

Evet; daha küçük yaştan, doğuştan, çocuklara verilen ve öğretilen ”iyi” bir dil, onların bütünlüklü ve kompetan (uzman) yetişmelerinde temel ve belirleyici bir rol oynuyor (görev yükleniyor). Burada bir parantez (tırnak) açıyorum: Bu sitede, daha önceleri, ”Çocuk Dili” başlığıyla yer alan bir yazım vardı. O yazıyla bu yazımın birlikte okunmasının, daha iyi olacağını düşünüyorum. Zira (Çünkü), Dilsel Gelişim başlıklı bu yazım, bir önceki yazımın devamı niteliğindedir.

Dilsel gelişime; aynı zamanda, komünikasyon (iletişim) perspektifiyle (bakış açısıyla) bakmak ve yaklaşmak daha yararlı olacaktır.

Dilin gelişimine katkıda bulunmak, herkesin görevidir. Bu yalnızca eğitimcilerin işi değildir. Bir önceki yazımda da belirtmiştim. Tekrarlıyorum: Dilin gelişimi, evden başlıyor.

Dilin gelişimine katkıda bulunalım; dilimizi zenginleştirerek, yaşatalım. Unutulmaması gerekiyor: İnsanın kendini tanıması ve bilmesi dil aracılığıyla oluyor. Zira dil, insanın kimliğidir! [email protected]

Page 131: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Unutmayalım ki, her türlü istila ve işgal önce dilde ve kültürde başlar. Unutmayalım ki, ordusunu yitiren bir millet yine de toparlanabilir, ordusunu yeniden kurabilir. Fakat dilini yitiren bir millet, millet olma vasfını ve hakkını da yitirmiş demektir. Çünkü dil demek, devlet demektir. Dil giderse, devlet de gider. Öyleyse dilimize ve devletimize sahip çıkalım. Peyami Safa diyor ki:

“Bağımsızlığını kaybeden ama dillerini koruyan milletler, gün olmuş özgürlüklerini yeniden kazanmışlardır. Ama dillerini kaybeden toplumlar yeryüzünden silinmişlerdir.”

İşte, dil, milletler için bu derece büyük önem taşımaktadır. Bunun için kendi devamlılığını sağlamak isteyen milletlerin önem vermesi gereken hususların başında dil olayı gelmektedir. Bu dil olayının içinde ise dilin korunması, dilin geliştirilmesi, dilin yaşatılması gerekir. Yani doğumdan ölüme kadar dille yaşanılması gerekmektedir.

Atatürk, Türk diliyle ilgili çalışmaların akademik seviyede yapılabilmesi ve bilim adamlarının yetişmesi için de 1936 yılında Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ni açtırır. Onun Türk diliyle ilgili toplantılara başkanlık etmesi, yazmış olduğu eserlerde, Türkçe kelimelere ve terimlere yer vermesi, bazı terimleri bizzat kendisinin türetmesi önemlidir. Atatürk'ün Geometri kitabında geçen ve bizzat Atatürk tarafından türetilen üçgen, dörtgen, açı gibi terimler bugün hâlâ kullanılmaktadır. Büyük devlet adamı ve büyük komutan olduğu kadar güçlü bir hatip ve edip de olan Atatürk'ün, ana sütü gibi saf, temiz Türkçemizle yazmış olduğu ‘Hakikat Nerede?’ adlı şiiriyle cümlelerimi tamamlamak istiyorum:

"Hakikat Nerede?"

Gafil, hangi üç asır, hangi on asırTuna ezelden Türk diyarıdır.Bilinen tarihler söylememiş bunuKalkıyor örtüler, örtülen doğacak.Dinleyin sesini doğan tarihin,Aydınlıkta karartı, karartıda şafak.

Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin. Asya'nın ortasında Oğuz oğulları, Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunlarıDoğudan çıkan biz Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.

Türk sadece bir milletin adı değil,Türk bütün adamların birliğidir.Ey birbirine diş bileyen yığınlar, Ey yığın yığın insan gafletleri Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde, Hakikat nerede?

''İki Mustafa Kemal vardır. Biri ben et ve kemik, geçici Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal, onu 'ben' kelimesiyle ifade edemem; o ben değil, ‘biz’dir! O, memleketin her köşesinde yeni bir fikir, yeni bir hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve mücadeleci bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal O'dur.'' Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Page 132: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

"Biz daima gerçeği arayan ve onu buldukça, bulduğumuza inandıkça, ifade etmeye cesaret eden adamlar olmalıyız." Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Evimize giren temiz suların %25’i helanın kuburundan (her seferinde 10 lt) lâğıma gidiyor. Bu tümceyi şöyle kurmuş olsaydım ne derdiniz acaba? Evimize giren temiz suların 1/4’ü tuvaletin sifonu için kullanılıyor.

“Türk dünyasının geçmişi olasılıkla on binlerce sene geriye gider. Dünyaya medeniyet vermiş olan bu asil ulusun dili olan Türkçe bir tanrı dilidir ki eşsiz yapısıyla binlerce sene dünyada konuşulan tek dil olmuştur. Türkçe son 3-4 bin seneden beri Tur/Türk/Oguz dünyasına karşı geliştirilen sinsi davranışların neticesi olarak, onun dünyada konuşulmaz bir dil olmasını sağlamak için sonu gelmez düşmanca gayretler gösterilmiştir. Türk dünyasının birbirini kendi dillerinde anlamaması için Türkçe karıştırılmış ve pek çok sözde "Hint-Avrupa" ve "Semitik" dilleri ve olasılıkla başkaları da ondan türetilmişlerdir.  Bu gayret günümüze kadar durmuş değildir ve günden güne de artırılarak Türklere karşı sinsice türetilmiş siyasî maksatlara hizmet için kullanılmaktadır.” Polat Kaya 20.07.10 ----------------“ABD’de CIA’e ait bir çiftlikte kaldığını düşünürsek…” cümlesinde “CIA’e” kelimesine dikkatlice bakarsak, (elbette tavşan değil, ama) İngilizce delisi birinin yazdığını hemen anlarız. Bilindiği gibi (Amerikan Merkezi/Gizli İstihbarat Hizmet Örgütü’nün baş harfleri) İngilizcede ‘SiAyEy’ diye hecelenir. Türkçe okursak, bu tümceyi “ABD’de CIA’ya (‘CeIA’ya) ait bir çiftlikte kaldığını düşünürsek…” diye yazmalıydı. Oysa örnek tümcede yazarımız o kısaltmayı İngilizce okuduğundan doğal olarak öyle yazmıştır. “Can çıkmadan huy çıkmaz,” demiş mi atalarımız?..

“Yaz bitti bitiyor, kış günleri kapıda…” biçiminde konuşan NTV haber okuyucusu (1.9.10 saat 9:35) Snbahar’ı yok sayıyor. Kimi sunucu ve yazıcılar İlkbahar’ı da yok saymaktalar.

Page 133: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

YENİ TÜRKÇE SÖZCÜKLER*

Çayyaş: Sabahtan  akşama kadar çay içen bağımlı kimse. Türkler kahveden çok çayı severler. 

Dekılte: Görgüsüz, erkeğin ipek gömleğinin önünü derin açarak sergilediği kıllı ve altın kolyeli göğsü.Hiç çamaşırı: Varlığı ile yokluğu belli olmayan kadın iç çamaşırı.Duşünür: Duş alırken gelen ilhamla ülke sorunları, hayatın anlamı veya benzer derin konulara kafa yoran ve özgün fikirler üreten entelektüel ve temiz kimse. Cinekolog: “Kızım, senin içine cin girmiş” diyerek kadınların oralarını buralarını elleyen, cinsel tacizde bulunan hoca, üfürükçü.Kankamatik: Yolsuz kaldığınızda borç para aldığınız yakın arkadaş. Efemdi: Davranışları ve sözleri kadınsı olacak kadar nazik, yumuşak ve ince erkek.İçerdöver: Her akşam bir yerde içip, eve zil zurna sarhoş gelip karısını, çocuğunu döven hayırsız koca, kötü baba, zayıf karakter. Sinirbaz: Nasıl olduğunu anlayamadığınız ve çözemediğiniz bir şekilde, sizi her defasında sinirlendirebilen özel kimse.Hafızapping: Bir şeyi hatırlamaya çalışırken hafızanızda attığınız hızlı tur. Lafıza kaybı: Söyleyeceğiniz sözü unutmanız. Keldiven: Saçı olmayan erkeklerin, kafalarını soğuk hava, yağmur gibi dış etkilerden korumak için kullandıkları şapka, peruk gibi gereçler.Markalemun: Saç şeklini ve rengini üzerindeki marka giysiye göre değiştiren, dış görünüşüne aşırı önem veren boş ve sığ insan. Jeloğlan: Saçlarına bir kutu jöle sürmeden asla insan içine çıkmayan, görünüşüne fazlasıyla düşkün genç erkek. Derler ki uzun süreli jel kullananlar sonunda 'jeltoş' olurlarmış.Tö be or not tö be: Uzun yıllar yasadışı faaliyetlerle uğraşan kulağı kesik şahsın hapisten çıktıktan sonra, aynı pis işlere bulaşmakla sakin ve namuslu bir hayat yaşamak arasında yapması gereken zor seçim. Keşportacı: Sokağa tezgâh açmış uyuşturucu satıcısı. Şopşal: Alışveriş merkezlerine gidip saatlerce aylak dolaşan, mağazalar önünde dakikalarca dikilip boş boş vitrine, içerideki bayan görevlilere bakan işsiz, güçsüz ve alık kimse.Şenformasyon: İyi, müjdeli haber.Tükürükçe: Konuşurken ağızlarından çok fazla tükürük saçan kişilerin ana lisanı. Zırvana: Aptallığın en aşmış noktası. Zırvanın zirvesi. Salaklığın en üst seviyesi.Tembesil: Çok zeki olmamasının dezavantajını çok çalışarak kapatacağına, bütün gün yan gelip yatan tembel ve akılsız öğrenci, kimse. Tıntınager: 13-19 yaşlarında boş ve cahil genç.Keneffüs: Ders aralarında verilen ihtiyaç molası. Notlakçı: Üniversitede derslere girmeyen, sınavlara başkalarının notlarından fotokopi çekerek hazırlanan beleşçi ve hayta öğrenci.Kampusırık: İş hayatından korktuğu için bütün eğitimi boyunca kampüsün içinde saklanan, bu nedenle de şirketleri ve iş ortamını tanıma fırsatını kaçıran üniversite öğrencisi.

* Derleyen bilinmiyor; sanal ortamda gülümsetmek amacıyla dolaştırılan iletiden…

Page 134: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Oktay Sinanoğlu’nun Hedef Türkiye kitabını okuyorum büyük bir heyecanla. Türkiye’nin hedefsiz olmasının bütün karışıklıkların temel nedeni olduğunu söylüyor yazar. Amerika’nın aya gitme hedefini koymasıyla birlikte bilgisayar alanında ne kadar büyük gelişmeler kaydettiğini anlatıyor. Atatürk döneminden sonra ise Türkiye kendine bir hedef seçememiştir diyen yazar hedef de öneriyor. Ancak tüm bu hedeflerin önüne Amerika’nın nasıl setler çektiğini ve Türkçe ile nasıl “uğraşıldığını” anlatıyor. TED ile 1950’li yıllarda başlayan İngilizce ile eğitim sürecinin ODTÜ, Bilkent ve Boğaziçi’nde nasıl yaygınlaştığını anlatan yazar İngilizce ile bir fizik kavramını anlamaya çalışan gencin ne kadar zorlanabileceğini de ekliyor. Şu anda anaokullarında bile İngilizce dersi olmasının aslında Amerika’nın kültür endüstrisi tarafından işlendiğini ve Türkçenin yok edilmeye çalışılarak Türk kimliğinin ortadan kaldırılmaya çalışıldığını incelikleriyle anlatıyor. Temel sorunumuzun eğitim olduğunu söyleyen yazar eğitimin en önemli amaçlarından birinin birey olarak her vatandaşın milletinin geçmişi ile geleceği arasında köprü olmak olduğunu belirtiyor. Ama bu geçmiş de Türkiye’de unutturulmaya çalışılıyor. Geçmiş unutturularak bireylerin ve milletin geleceğe yönelik hedef koyması da zorlaşıyor. Türk gencinin İngilizce ile her konuyu öğrenmesi ve sonunda kendi kimliğinden uzaklaşması söz konusu oluyor. Bu uzaklaşma kendine güveni azaltırken aşağılanma duygusu yaratıyor. Aşağılanma duygusu sonucunda da “ben ne yapabilirim ki” sorusu doğuyor. Oktay Sinanoğlu bu aşağılanma duygusunu mutlaka ama mutlaka yenmemiz gerektiğini söylüyor. ANAOKULUNDA İNGİLİZCEAnaokulunda İngilizce öğretilmeye başlanmasıyla birlikte yaklaşık bir nesil sonra çocukların anne ve babalarıyla anlaşamayacağına da değinen Oktay Sinanoğlu, bunun aslında Türk dilinin ortadan kaldırılması anlamına geldiğini söylerken bu durumu ciddiye almalı ve tepki göstermeliyiz diyor. Sömürgeleşmenin bu şekilde olduğunu söyleyen yazarı desteklemek yetmiyor. Bu meselenin Türkiye için ölüm kalım süreci olduğunu anlamak ve

Page 135: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

anlatmak gerekiyor. Çocuklarımız İngilizce öğrenmesinler mi diyenler için yabancı dil öğrenmenin zevkli olduğunu ve insana kazandırdıkları olduğunu ancak bütün eğitimin İngilizce olmasının gençlerin düşünmesinin önünde büyük bir engel olduğunu ve bunun hangi amaca hizmet ettiğini anlamamız gerektiğini vurguluyor Oktay Sinanoğlu. BİLİNÇ ZAMANIBizlere düşen görevler var. Ancak insan bunu tam anlamıyla benimseyince bu görevlerin ne olduğunu ve hedeflerine nasıl ulaşacağını düşünmeye başlıyor. Son günlerde Türkiye’de yaşanan olaylar kaynayan bir kazana işaret ediyordu. Aslında uzun zamandır bu böyleydi. Böyle gelmişti ancak böyle gidemez demeye başlamam bir hafta oldu. Türkiye üzerine oynanan oyunları gerek kitaplardan gerek internetten araştırmaya başladım. Lütfen bu araştırmayı siz de yapmaya çalışın. Neler olduğunu anlamaya çalışalım ve bu olanlar karşısında tepki gösterelim. Sesimizi çıkaralım. Belki benden çok daha önce böyle yapmaya başladınız. Benim sözüm henüz bu olayların farkında olmayan arkadaşlarım için. Çünkü ben yeni uyandım!

Fethullah Gülen’in Amerika ile ilişkileri ve Amerika’nın Türkiye’de gerçekleştirdikleri ve gerçekleştirmeye çalıştıkları üzerine araştırma yapmanızı öneririm. Neden Türkiye ile uğraşılıyor? Neden gençler hedefsiz? Neden bu ülkede kimse tepkisini göstermiyor? İngilizce öğrenmemiz neden bu kadar gerekli? Düşünelim ve araştıralım. Ben artık bu ülke için önemli bir şeyler yapmak istiyorum. Bu kararım geç alınmış bir karar olsa da bir yerden başlamak istiyorum. Uyutulmuşluğumun ve uyuşmuşluğumun üstesinden geleceğim. Atatürk’e söz veriyorum. Geç kalmadık. Bilinçli olmamız ve hedefler belirlememiz çok önemli. Yasemin Şenyurt [email protected]

(Bu yazı 10 Eylül 2010 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Ankara ekinde yayımlanmıştır.)

Değerli ilgililer,

“AFSAD ENGELSİZ CUMHURİYET” öbeğine AFSAD iletişim ağı üyeliğim nedeniyle ulaştım. İlgi alanlarımdan biridir Türkçe. Yazılarım değişik öbeklerde ve gazetelerde telif hakkı olmaksızın yayınlanmaktadır. Dilerseniz siz de düşünebilirsiniz genelde dil, özelde Türkçe içerikli yazılarımı yayınlamayı.

Bu vesileyle yayınlanan kitaplarımdan söz etmek isterim. Toplam beş olan kitaplarımın hepsi de Türkçe ve dil içeriklidir. Kitaplarımı tanıtıcı bilgileri, özgeçmişimle birlikte dilerseniz e-posta ile gönderirim. Anayasa oylamasının HAYIRLI ve kırmızı-beyazlı/ay-yıldızlı DEVLERİN de şampiyon olmasını dilerim. Has ve hoş kalın, Mersin, 12.9.10

Mehmet Ali Sulutaş Türkçeye duyarlı bir yurttaş

Cümle büyük harfle başlar, nokta ile biter. Noktadan sonra boşluk bırakılır, yeni cümle başlar. Soru takıları ayrı yazılır. "OK mi?" değil, "Tamam mı?" denir. "bU şEkiLDe" yazmak okuyanı yorar; "ğ" harfi "g" şeklinde yazılamaz."gelcem, gitcem, gidiyom" yerine, "geleceğim, gideceğim, gidiyorum" denir. "Herkez" yerine "herkes"; "yanlız" yerine "yalnız": “yalnış” yerine “yanlış” denir."Dahi" anlamındaki "da/de" bağlacı ayrı; bulunma hali eki “-da/-de” bitişik yazılır.Soru ekleri ayrı yazılır ve bir soru simgesi konur; "geldimi?" yerine "geldi mi?" denir. Özel isim, il, ülke adlarının ilk harfleri büyük yazılır; ahmet, mersin yerine Ahmet, Mersin.

Page 136: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

DİLDE YANLIŞ KULLANIM ÖRNEKLERİ

Ömer F. Özen

Arada bir radyo ve televizyon izlemeye çalışıyorum. Ama her izlediğimde, kullanılan Türkçeyi duydukça izleme isteğim kırılıyor, konuyla ilgilenmiyorum, o konuyu nasıl ortaya koyduklarıyla ve topluma nasıl bir dil becerisiyle (!) sunduklarıyla daha çok ilgileniyorum. Sürekli yinelediğim gibi, kitle iletişim araçlarında çalışanlar, özellikle izlence hazırlayan yapımcılar, sunucular, metin yazarları kullanmış oldukları dile özen göstermeliler. Milyonlarca kişinin karşısına çıkıyorlar, sesleri, söylemleriyle izleyicileri, dinleyicileri etkileyebileceklerini, yanlış kullanımla, yanlış örnek olabileceklerini düşünmeliler. Bir televizyon kanalı, bir konuyu haber yapmış, izleyicinin onu 'kesinlikle' izlemesini istiyor. Tabii onlar 'mutlakaaa' diyorlar. 'Sakın kaçırmayın ha!' söylemleriyle, şöyle bir deyimde bulunuyor sayın sunucu:

".... Bütün yanları ve taraflarıyla biraz sonra Kanal ...'da." 'Yan' ve 'taraf' sözcükleri eş anlamlıdır. Türkçe 'yan', kulağa daha hoş geliyor, ancak burada ikisinin yan yana kullanımı laf salatasından başka bir şey olmuyor.

"Topkapı Palace Oteli'nde sahne alan Ebru Gündeş...." Bu söylem de kitle iletişim araçlarında oldukça 'beleşten' kullanılıyor. 'Sahne aldı' aşağı, 'sahne aldı' yukarı. Türkçede 'sahne alınmaz', 'sahneye çıkılır'.

“Takip ediliyor ve izleniyor” yine eş anlamlı iki sözcük. Birinden birine gerek yok.“Mecburen onu görmek zorunda kaldım” Başka bir laf salatası ile karşı karışıyayız.

'Mecburen', ile 'zorunda kalmak' deyimleri eş anlamlıdır.Doğrusu: a) Mecburen onu gördüm.b) Onu görmek zorunda kaldım.'İşimiz zor ve çetin'İşimiz ya 'zor' olur ya da 'çetin'. İkisi bir arada olursa yine bir laf salatası olur. Oldu olacak üzerine bir de yarım limon sıkalım, tam olsun."Sevinçli bir olaya neden oldu"'Neden olmak' olumsuzluk belirten bir deyimdir. Doğrusu: 'Sevinçli bir olayın gerçekleşmesini sağladı'. 'Başarısızlık sağlamak'.Başarısızlık 'sağlanmaz'. Sağlamak olumlu bir durumu yansıtır. Doğrusu: Başarısız olmak.Gazeteci Umur Talu canlı yayında televizyonun birinde hava durumunu sunan bir sunucu bayanın söylemini aktarıyor. Konu Irak savaşı sırasında geçiyor. Sınırsız, koşulsuz Amerika ve İngiltere'nin uydusu olmuş bir basın-yayın aracına örnek.Söylem şöyle: "Maalesef Basra' daki hava koşulları operasyonun başarısına yardımcı olmayacak".Yaaa! Vah, vah sayın hava durumu sunucusu bayan! Cık, cık, çok üzüldük...Toplumun her kesiminde bir de şu 'okey' sözcüğü almış başını gidiyor. Örneğin: 'Okey almak gerekir'. Bunun Türkçesi 'onay almak gerekir' olmalı. Öykünme ile üretici değil, ancak bilinçsizce yaşayan tüketici konumuna düşer, kendimizi sürekli sömürtür, sonra da 'yahu adamlar yapıyor. Bak şu Japonlara, dünyaya meydan okuyorlar. Biz adam olamayız, olamayız!' diye dövünüp dururuz.Doğru. Bu gidişle biz adam olamayız. Adam olmak, bağımsız düşünmekten, kendi değerlerinin bilincinde olmaktan ve o değerleri baş tacı edip tüketici konumundan üretici konumuna ve ulusal bilince aşama yapmaktan geçiyor. Mayıs 2003

Page 137: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

TÜRKÇEDE YANLIŞ KULLANIMLAR

Bir Türkçe sevdalısı olarak bu yazınızın başlığını, “GÜNEYİN İÇEL KOLEJİ DERGİSİ İÇİN DENEME YAZISI” diye gördüğümde, girişteki “GÜNEYİN” sözcüğü beni yanılttı, ‘Güneydeki’ gibi algıladım. Yanıt verenler, “Güney’in” diye yazınca anladım.

*****

“(…),özür dilerim,bu yazıyı yeni okudum,bazen hepsini hemen okuyamıyorum. Beni bilge ilan etmişsiniz ama henüz o mertebeyi 137ak etmediğimi düşünüyorum.Ama kitap yazmak hep hayalimde vardı.Bunun için de yine bir başlangıç gerek,henüz kafamda biçimlenmiş hiçbir şey yok.Gereksiz gündelik işler tüm enerjimi silip süpürüyor.Saygılar”

*****

“KOMŞU HUUU!.. (...) Hanım, Sulutaş’ın kuru taşına çattınız. Madem ben de müdahil oldum bu muhabbetinize ve madem ki kitap bastırmak söz konusu, yayıncıyı ve kimi kişilerce editör diye anılan yayın yönetmeniyle düzeltmeni çileden çıkarmamak ve düzgün Türkçe ile bir ürün sunmak için biraz daha mürekkep yalamak gerekiyor. Üzerinize alınmayın lütfen. Varsayın ki ben kızıma söylüyorum da gelinim dolaylı olarak anlasın. Bu kadar yarenlikten sonra bir de hap vereyim de yarasın bari:

[Cümle büyük harfle başlar, nokta ile biter. Noktadan sonra bir boşluk bırakılır, yeni cümle başlar; “gelcem, gitcem, gidiyom” denmez “geleceğim, gideceğim, gidiyorum” denir. “Herkez” denmez “herkes” denir. “Yaaaa” çok laubali bir sözdür. “Bu şEkiLDE” yazmak okuyanı da yorar. “Yanlız” değil “Yalnız” denir; “ğ” harfi “g” şeklinde yazılmaz. “Dahi” anlamındaki “da” ve “de” ayrı yazılır. (Bile anlamında, “bende, sende” denmez, “ben de, sen de” denir); “ahmet, belgin, duru” yerine, “Ahmet, Belgin, Duru” denir. Özel isimlerin, illerin, ülkelerin ilk harfleri büyük yazılır. “  “Geldimi?” yerine “Geldi mi?” (soru takıları ayrı) yazılır.

*****

Kılına bile dokunulmadan paylaşılan bir gelen ileti: [“Türkçe dilbilgisi konusunda (hatta fransızca için bile diyebilirim.89 Hacettepe Ün. Fransızca Öğretmenliği mezunuyum ) aşağıdaki bilgilere ihtiyacım omadığını söyleyecek kadar burnu büyük olduğum doğrudur. Üstüme alınmadım, tasalanmayın .Ama yine de teşekkür ederim. Şu da bir gerçek ki internet ortamında ,o anda önemli olan ,o iletiye olabildiğince çabuk cevap verebilmek için bazen hatalı yazımlar olabiliyor aldırmıyorum. (...)]

*****

CMYLMZ – DoktoRum pRogRam€     ýnda :)(:

Page 138: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Canımız ciğerimiz, ana sütümüz gibi Türkçemizi aşağılamayın!.. "yeni trend" de ne demek? Bu İngilizce 'trend' gibi sözcükleri sakız gibi çiğnemeye başlamadan önceleri nasıl iletişim kuruyorduk aramızda? Eğer, 'eğilim/akım' demek zor geliyorsa bari (yabancıdan uyarlanmış ve artık bizim olmuş) 'moda' deyiversek nasıl olur acaba, 'trend' yerine?..

*****“Vokabüler hazinemize İngilizce kökenli sözcükler…” tümcesindeki “vokabüler” ne

demek Allah aşkına? Bunun yerine, “kelime hazinemiz” yeter de artar bile, öyle değil mi?..*****

“Çevre-Doğa-Ekoloji” başlığına, ‘çevrebilim’ anlamına gelen “ekoloji” kavramını yerleştirmeye gerek var mı, çevre ve doğa kavramları yetersiz mi kalıyor acaba?

Bir yazar; “Bu kez bu lengüistik saldırı, yurt içinde emperyalizmin yoz kültürü olan kozmopolitizm eşliğinde, onun yarattığı kokuşmuş insan ilişkileri ortamında cereyan etmekte…” demekle benim hayranlığımı oldukça hırpaladı yazar. Öyle ya, “Bu kez bu lengüistik saldırı” yerine sadece “Bu tür saldırı” demiş olsaydı anlamdan hiçbir kayıp olmazdı. Çünkü işlenen konu dil idi ve önceki tümcelerde bu dil saldırızı anlatılıyordu. Ya da “Bu tür dil saldırısı”…

Öte yandan, “emperyalizm” yerine ‘tekelleşme/yayılmacılık’ ve “kozmopolitizm” yerine ‘çeşitlilik/karışıklık/karmalık/katışıklık/’ gibi bir Türkçe sözcük kullanılabilirdi…

“mikrobik hastalıklara karşı” sözündeki “mikrobik” biçiminde uydurulmuş melez sözcük karşılığı olarak Tütkçe “bulaşıcı” sözcüğünün kullanılmasını öneriyoruz.

Page 139: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

(ARKA KAPAK YAZILARI)

“Dillerin eskiliği, köklü olması; söz varlıklarını geliştirdiği, dili işlekleştirdiği, dil bilgisini kurallı hâle getirdiği gibi onlara anlatım zenginliği de katar. Tarih içerisinde dillerin başka dillerle girdiği etkileşim, onları daha da dirençli kılar. Türkçenin köklü dil oluşunun bir başka kanıtı da her dilde ortaya çıkışı yüzyıllar alan üst anlamlar, mecazlı kullanımlardır. Bugün Türkçede kullandığımız ‘beni kırmadı’ ifadesi bir üst anlatımdır, gerçek anlamın ötesinde mecazlı bir kullanımdır. Çünkü ‘kırmak’ sözü bir camın, bir tahtanın, bir bardağın bütünlüğünü kaybetmesini ifade eder. İnsanın kırılması camın kırılması gibi değildir. Böyle bir anlatımın ortaya çıkması için yüzyılların geçmesi gerekmektedir. Aynı ifadeyi günümüzden yaklaşık bin dört yüz yıl önce Çin kağanından ressam isteyen Bilge Kağan Orhon Yazıtları'nda şöyle söylüyordu: Sabımın sımadı… Bu sözü bugün anlamamız zor olabilir ancak birkaç küçük açıklamayla bu sözlerin hiç de yabancısı olmadığınızı anlayacaksınız. Sab sözündeki /b/ bugün /v/ sesine dönüşmüştür. Tez, düşünce anlamında kullandığımız sav sözünün eski biçimidir sab sözü… Orhon Yazıtları'nda ise anlamı "söz"dür… Sımadı sözünün kökü ise "sımak"tır ve "kırmak" anlamındadır. Bugün bile Anadolu'da kırık çıkık tedavisi yapan halk hekimlerine sınıkçı denilmektedir…” (TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü H. Akalın)

“Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin…” (Mustafa K. Atatürk)

*****

“Atatürk, Sadri Maksudi’nin kitabına yazdığı sunuş yazısında Türkçenin zenginliğini de seslendirmektedir: ‘Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin…’ Atatürk’ün bu sözü, toplumun Türkçeye bakışını etkilemek amacıyla söylenmiş politik veya ideolojik propaganda sözleri değildir… Türkçe, gerçekten de zengin ve güçlü bir dildir. Türkçeye bu zenginliği ve gücü sağlayan güç kaynakları bulunmaktadır. Bu güç kaynaklarından en başta geleni tarihidir… (TDK Başkanı Prof. Dr. Şükrü H. Akalın)

*****

“Söyler misiniz, ‘tolere’ ne demektir?” diye sorsam; “Bu canavar da ne ola ki!..” diye başınızı kaşımaya başlarsınız. Ama “Tolere edebileceğiniz riskleri taşıyın. Çalınmasını tolere edemeyeceğiniz bilgilerinizi kablolu internet üzerinden yazışın…” dersem, biraz anlar gibi olursunuz. Türkçe ‘hoşgörü’ karşılığı olarak, Fransızca ‘tolerans’ sözcüğünden uyarlanmış bir uyduruk sözcükle karşı karşıya olduğumuz hemen ortaya çıkacaktır. Örnek tümcedeki ‘risk’ de yine Fransızca “risque” sözcüğünden türetilmiştir; “riziko” sözcüğü de öyle…

Oysa, “”

Page 140: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

TÜRKÇE DİLE GELSE

Türkçe, ‘ileti’ ya da ‘e-posta’ karşılığı olarak “mail” demeyi Sayın Bakan Hayati Yazıcı mı, yoksa o haberi hazırlayan Bülent Aydemir-Refika Karabacak ikilisi mi, ‘HABERTÜRK’ mü, hepsi mi başardı bilemiyorum, ama bu, düpedüz Türkçeye saygısızlıktır. Ne demek “mail”? Türkçede var mı böyle bir sözcük? Arapçadan gelme ‘meyil’ sözcüğünü biliriz sadece…

“Vereceğim mail adresine yazıp atarmısınız” tümcesinin sonundaki soru eki “mısınız”ın ayrı yazılması gerektiğini söylemektesiniz. “Ve Demir verilen adrese 26 Ekim 2010 Salı günü saat 17.41’de şu maili attı:” tümcesinin de şöyle yazılması gerektiğini: “Sayın Demir de, verilen adrese 26 Ekim 2010 Salı günü saat 17:41’de şu iletiyi yolladı:” Dikkat edin lütfen, ‘HABERTÜRK’ TV de Gazetesi de ‘TÜRK’ sözcüğünü, her ne kadar “TÜRK” diye vurguluyorsa da, iki noktasız ‘HABERTURK’ diye yazmaktadır. Sayısız uyarı ve şikâyetlerim bir sonuç getirmedi. Belki siz başarabilirsiniz bunu düzelttirmeyi…

Bu bağlamda, benzer aymazlıkların, ne yazık ki çoğu yerlerde yapılmakta olduğunu hep biliyoruz. Sözgelimi, özelleştirildiğini son zamanlarda öğrendiğim, araç muayene şirketi meğer Alman asıllı bir şirkete satılmış ve adını TÜVTÜRK koymuşlar. Ancak, böyle benim yazdığım gibi kayıt yapılmamış olmalı ki, TÜVTURK diye belirlenmiş…

Mersin’deki mekânın her yerinde, şirket bayrak ve belgelerinde böyle yazılı. Alman dilinde de bulunan “ü”, şirket adının ilk hecesinde belirtilmiş de ikinci hecede ipe un serilmiş. Ne yapılmak istenmiş dersiniz? Akıl alacak şey değil, yıllardır da bu kan emici şirket bu ad ile hizmet vermekteymiş ve tek bir Allah’ın kulu da çıkıp buna itiraz etmemiş. Belki de eden oldu da ilgililer ilgilenmediler, sevgili basınımız aldırış etmedi, bilmeyiz.

Dahası, bu çarpıklığı kayıt edenler kimlerdir, onlar nasıl bir Türk düşmanıdır acaba? Bu bağlamda bilgisi ve ilgisi olanların bir-iki adım öne çıkmalarını bekliyoruz.

SİLİNMEDEN HERKEZ İZLESİN (Süre: 15 dakika) başlıklı bir duyuru ulaştı bana da. Hemen tepki gösterdiğinizi duyumsamaktayım; ‘herkes’ diye yazılması gereken sözcük “herkez” diye yanlış aktarılmıştır. Öbeğe ulaşmayı imkânsız kılar kaygısıyla, ana iletide gerekli değişikliği yapmadım, ama herkes bilmeli ki kelimenin aslı ‘herkes’tir.

“Lütfen profillerinizde share butonunu tıklayarak daha fazla insana ulaşmasını sağlayın!..” diye gönderilen tümce ne güzel “tıklayarak” sözcüğünü kullanmış, kimi saygısızlaerın söyleyip yazdığı gibi ‘tuşlayınız’ demek yerine. Bu örnek cümle/tümce şöyle yazılabilseydi daha Türkçe olurdu: “Lütfen ‘paylaş’ düğmesine tıklayıp daha fazla insana ulaşmasını sağlayınız!..” Aslında burada gereksiz yere kullanılan Fransızca kökenli ‘profil’, Türkçede “yandan görünüş” demektir. Nasıl olmuş ta başka bir anlam yüklenmiş bu demiri andıran anlamsız sözcüğe? Bir bilen varsa beri gelsin…

Örneklemeyi sürdürürsek, “ne yapyon iyimisin” diye bir soruya (!) “iyidir kardeşim... çalışıyoz...” diye bir yanıt verilirse, hem soran hem yanıtlayan yanlışlar yapmaktadırlar. İşte:

‘Ne yapıyorsun, iyi misin?’ biçiminde yazılması çok mu zor dersiniz?.. Yanıt ta doğal olarak, ‘İyiyim kardeşim, teşekkür ederim. Çalışmayı sürdürüyoruz…’ düzeninde olmalıydı. Kestirme zengin olmak isteyen gibi, kestirme meram anlatmaya çalışan da çıkıyor demek...

Orhan Ayhan mıydı o, maç anlatırken, “Vay anasını sayın seyirciler!..” diyen?.. Mersinli (MİY’li) Duran Birinci, kimin olduğunu kestiremediğim, “Hayatta ilerlemenin en kutsal yolu, başkalarının ilerlemesine yardımcı olmaktır!..” diye bir sözle katılmış bu sonsuz coşkuya. Türkçenin Anadolu’da yerleştiğinin tescil edildiği günün 734. yıldönümü günlerinde “Ana Sütüm Türkçe” dilimize saygı duyma aşkıyla!..

Soroslu değil Toroslu Mehmet Ali Sulutaş, Türkçeye sevdalı bir yurttaşEmekli iktisatçı-işletmeci, öğretim görevlisi, araştırmacı, yazar, çevirmen…

Page 141: Sümer Dili ile Türk Dili Karşılaştırmaları Muazzez İlmiye ÇIĞ€¦  · Web viewTürkçe mi İngilizce mi olduğu anlaşılmayan, örnek alınmayacak bir ileti şöyleydi:

Sevgili Mustafa Emre, Turunç’un Ocak-Şubat sayısı için teşekkür ederim. Birinci yaşını tamamlayan Derginin yaşamının uzun ve sağlıklı olmasını dilerim. Az önce kotardığım bir yazımı değerlendirebilirsiniz düşüncesiyle ekliyorum. Abdullah Toroslu ile sizi andık geçenlerde. Sağlık ve başarılarınızın sürekliliğini dilerim. M. Ali Sulutaş, Mersin, 15.5.11

Evet, şeytanların cirit attığı bir ortamda, MİY'li "Kırmızı Şeytanlar" da zoru başarıp 28 yıl sonra yeniden en üst kata taşındı. Mersin İdmanyurdu taraftarı ve Mersinliler başarı sevincini yaşarken, hazımsuızlık çekenler için anımsadım; Orhan Ayhan mıydı o, maç anlatırken, “Vay anasını sayın seyirciler!..” diyen?..

MİY’li Duran Birinci, kimin olduğunu kestiremediğim, “Hayatta ilerlemenin en kutsal yolu, başkalarının ilerlemesine yardımcı olmaktır!..” diyerek katılmış bu sonsuz coşkuya.

Silifke’nin kardeş kenti Hasslochlu konuklarımızın Cuma günü Mersin serbest ziyaretinde; Cumartesi günü Taşucu tekne gezisinde keyifli zaman geçirmeleri, bugün yine Silifke’de serbest geçmekte... Yarın Belediye ve Kaymakamlıkta yapılacak değerlendirmeden sonra Salı günü Tarsus ve Adana gezisinden sonra Hassloch’a dönüşle tamamlanacak bu ziyaret. Nice karşılıklı ziyaretlere...Kardeş kent sevgisiyle, aşkıyla!.. 15.5.11

“1938 Kasım ayı, Türk'ün makus talihinin değiştiği gündür...” tümcesi tam da bir sınav sorusu niteliğinde. İlk bakışta, tümcenin düzgün düşünce bütünlüğü taşıdığı sanılıyor, ama gerçekte çok önemli bir çarpıklık gizlidir. Eğer, bir “ay”dan söz ediyorsak, tümce, ‘değiştiği aydır’ diye bitmelidir. Eğer, tümce gerçekten, “değiştiği gündür” diye bitmesi amaçlanıyorsa, tümcenin başı da bu amaca göre uyumlu duruma getirlmelidir. Sözgelimi, “10 Kasım 1938 günü” diye başlatılmalıdır. Ya öyle, ya böyle...