sİ kızıl bayrak 10-04

32

Upload: kizilbayrak

Post on 28-Mar-2016

229 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2010-04 / Ocak

TRANSCRIPT

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 10-04
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

2 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERTEKEL direnişi, yeni olanaklar ve görevler. . . . . . . . . . . . 3“İşçinin kürsüye çıkma zamanı”dır. . . . . 4İsrail ile yaşanan “koltuk krizi” geridekaldı.... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5Ehud Barak’ın Ankara ziyareti ve ötesi . 6“Açılım” aldatmacası devam ediyor! .. . 7İstanbul’da kamu emekçileri kurultayınadoğru…… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8Danıştay şeker fabrikalarınınözelleştirilmesi kararını iptal etti.... . . . . 9Faşizme inat, kardeşimsin Hrant!......... 10On binlerce işçi ve emekçi Ankara’dahaykırdı..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11TEKEL direniş günlüğü. . . . . . . . . . . . 12Metal İşçileri Birliği Merkez Yürütme Toplantısı Sonuçları.. 13Entes’te direniş güncesinden... . . . . . . . 14İşçi ve emekçi hareketinden.... . . . . . . . 15İTO Genel Sekreteri Dr. HüseyinDemirdizen saldırılar üzerinekonuştuk... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-17Her şey TEKEL için: Tek yumruk, tekvücut, tek barikat! - Volkan Yaşarış . . . 18Miting.izlenimleri. . . . . . . . . . . . . . . . . 19TEKEL işçilerinin mücadelesi sansürüparçalayacak! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20TÜMTİS İzmir Şube Başkanı ŞükrüGünsili ile TEKEL direnişi üzerinekonuştuk.. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21-22Polis terörü ve cinayetleriniprotesto eylemlerinden... . . . . . . . . . . . 23Polis terörü karşıtıkampanyaya saldırı. . . . . . . . . . . . . . . . 24Kapitalizmin çürümüş ruhu: Emperyalisttekellerin Davos Zirvesi . . . . . . . . . . . . 25Depremin yerle bir ettiği Haiti’nintablosu...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26“Harç zamlarına karşı mücadelemiz engellenemez!. . . . . . . . . 27İstanbul: Kimin başkenti? . . . . . . . . . . 28Bir katil, bir cinayet ve “demokratikaçılım”…. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29Emekçi kadının ‘güneşi’ ancaksosyalizmde doğacaktır!. . . . . . . . . . . . 30Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

17 Ocak günü sermayenin başkentinde birarayagelen on binlerce işçi ve emekçi “Genel grev-geneldireniş” şiarını haykırdı. Bu haykırış işçi veemekçilerin biriken öfke ve tepkisinin dışa vurumunuifade etmektedir. Sınıf ve emekçi kitleler sermayeninsaldırılarına ancak genel grev-genel direnişle yanıtverileceğini giderek daha çok bilince çıkarmakta vebunu talep etmektedirler.Bir ayı aşkın bir sürediryaşanan tüm zorluklara ve olumsuz koşullara rağmenTEKEL işçileri direnişlerini kararlılıkla sürdürmeyedevam ediyorlar. Türk-İş bürokratlarının TEKELdirenişini kırmaya yönelik hesapları tutmadı. Bilinentaktikleri bu kez boşa çıkarıldı. “Hava boşaltma”amacıyla örgütlenen 17 Ocak mitingi Türk-İşbürokratlarını vurdu. Bu kez işçilerin hışmından veöfkesinden kurtulamadılar. Her ne kadar Türk-İş GenelBaşkanı Mustafa Kumlu yaptığı konuşmanınarkasından ortadan kaybolsa da öfkeli TEKEL işçileriönce kürsüyü işgal etti ardından Türk-İş GenelMerkezi’nin kapısına dayandılar. Açık ki Türk-İşbürokratları yakalarını kolay kolay kurtamayacaklar.Nitekim Türk-İş, 20 Ocak günü diğer işçi ve memursendika konfedarasyonlarına TEKEL direnişinigörüşmek için çağrı yapmak zorunda kaldı. Bu çağrıdirenişçi TEKEL işçilerinin öfkesindenkurtulamayacaklarını da gösterdi. Gelinen yerdeTEKEL direnişi kendi sınırlarını çoktan aştı. TEKELişçisi tüm işçi ve emekçiler için direniyorlar. Geniş işçive emekçi kitlelerin destek ve dayanışmasını arkasınaalmış bulunuyor. TEKEL direnişi yalnızca kendi özlükhakları ve iş güvenceleri için direnen 11 bin işçiyideğil, milyonlarca işçi ve emekçinin geleceğini vehaklarını korumanın da mücadelesini ifade ediyor.Onun için TEKEL direnişi her türlü destek vedayanışmayı hak ediyor.TEKEL direnişinin kazanmasıişçi ve emekçilerinin kazanması demektir. Tüm işçi veemekçiler sorunu böyle algılıyor. Gelişmelere bu gözlebakıyor. Ancak ortadaki çaba, yapılan girişimler,gösterilen eylemli sınıf dayanışması kazanmak içinyeterli değildir. Bugün direnişi daha geniş alanlarataşımak, direnişin sesini-soluğunu tüm işçi havzalarına,sanayi bölgelerine, işçi ve emekçi semtlerine taşımanıntam zamanıdır. Bu konuda gösterilen her türlü çaba vegirişimlere rağmen beklenen sonuç yaratılabilmiş değil.

Kuşkusuz bu yönlü çabaların birleştirilerekortaklaştırılması, çeşitli araç ve yöntemlerlezenginleştirilmesi, tüm olanak ve güçlerin birarayagetirilerek TEKEL direnişinin ve dolayısıyla tüm işçive emekçilerin kazanması için seferber edilmesi birihtiyaç ve zorunluluktur. “Genel grev-genel direniş!”şiarını yükseltmek, sermayenin saldırılarına dur demek,muhtemel bir sendikal ihanete karşı hazırlıklı olmakbugünün en öncelikli ve acil görevdir. Sınıfdevrimcileri tüm dikkat ve çabalarını TEKEL direnişineyöneltmek durumundadırlar. Bulundukları tümalanlarda direnişin sesi-soluğu olmalı, direnişle eylemlisıınıf dayanışmasını yükseltmek için seferberolmalıdırlar. Bugün mevcut olan sınırlara takılıpkalmak sorumluca bir tutum olmayacaktır. Herzamankiden daha çok sınırlarımızı zorlayacağımız veaşacağımız bir dönemin içindeyiz. Bunun imkanları vegüçleri giderek büyüyor. Burada gerekli olan enerjik,inisiyatifli, yaratıcı bir müdahale ve çabadır. O haldetüm imkanları ve güçleri devrimci sınıf mücadelesinibüyütmenin ve güçlendirmenin etkili birer silahınaçevirmek için harekete geçelim.

* * *

Toplumcu Mühendislik, Mimarlık ve PlanlamadaEksen dergisinin Ocak-Mart 2010 tarihli 2. sayısı çıktı.Okurlarımız Toplumcu Mühendislik, Mimarlık vePlanlamada Eksen dergisinin yeni sayısını EksenYayıncılık bürolarından temin edebilirler.

Sosyalizm İçin

KKiittaappççııllaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

TEKEL direnişi, yeni olanaklar ve görevler

TEKEL işçileri büyük bir kararlılıkla direnişlerinisürdürüyorlar. Açlık grevine başlayan işçiler, taleplerikabul edilmezse, ölüm orucuna başlayacamlar.Ancakbu ölümüne kararlılığın da kazanmak için yeterliolmadığının bilincindeler. Kazanmanın genel grev-genel direnişten geçtiği yönünde belirgin bir bilincesahipler. Bu nedenle sendika bürokratları üzerindeyoğun bir basınç uyguluyorlar. Hatta onlarla karşıkarşıya gelmekten kaçınmıyorlar.

17 Ocak mitingi bu bakımdan son derece çarpıcıbir tablo sundu. TEKEL işçileri mitingte genel grevbeklentilerine yanıt vermeyen Türk-İş yönetiminiprotesto etmek amacıyla kürsüyü işgal ettiler.Ardından eylemlerini ileri bir noktaya taşıyarak,Türk-İş Genel Merkezi’ne gidip sendikabürokratlarının kapılarına dayandılar.

Sergilenen inisiyatif sendikal bürokrasininoyununu bozdu. Zira merkezi mitingler bubürokratlar tarafından hep üzerlerindeki basıncısavuşturmak için hava boşaltma amacıylakullanılmaktaydı. Ülkenin dört bir yanından işçileriAnkara’ya toplayarak, “işte biz üzerimize düşeniyaptık” diyerek görev savmayı adet haline getirmişlerve her defasında amaçlarına ulaşmışlardı. Ancak bukez TEKEL işçileri havanın boşaltılmasına engeloldular. Herşeyin sonuna konulan merkezi mitinginmücadelelerinde bir ara durak olduğunu ilan ettiler.Genel grev-genel direniş konusunda ısrarlıolduklarını ortaya koydular. İleri ve militan birtutumla, mücadele görevlerinden kaçan sendikalbürokrasiyi hedef alarak yakalarına yapıştılar.

Bu noktada belirtmek gerekir ki, TEKELişçilerinin açlık grevi ve ölüm orucu eyleminebaşvurması, onların sınıfın temel mücadeleyöntemlerine uzak durmalarının sonucu değil, kendiadlarına yapacak daha sonuç alıcı bir eylem biçimibulamadıklarından dolayıdır. Büyük ölçüdeüretimden koparılmış bulunan TEKEL işçileri içingrevin teknik olarak koşulları bulunmamaktadır.Bunun için genel grev-genel direniş yönünde sahipoldukları net ve kararlı bilince karşın ölüm orucu gibibir eylem biçimine başvurmak zorunda kalmışlardır.17 Ocak mitinginde ise genel grevin olmazsa olmazolduğunu kavradıklarını net biçimde göstermişlerdir.

17 Ocak mitinginde sadece TEKEL işçileri değil,alana çıkan hemen tüm işçi bölükleri tarafından genelgrev sloganı haykırıldı. Öyle ki, mitinge damgasınıvuran bu yöndeki kararlılık ve istekti. İşçi veemekçiler, mücadelede ihtiyacın ne olduğukonusunda belirgin bir bilinç açıklığına sahipolduklarını böylelikle bir kez daha göstermiş oldular.

Elbette işçi sınıfı ve emekçilerde bu bilinç yenideğildir. Uzun yıllardır, mücadelenin ısındığı vealanlara çıkıldığı tüm dönemlerde “genel grev”sloganı hep en önde atılan slogan olmuştur. En sonbirkaç yıl önce, SSGSS gündemde olduğu dönemde,genel grev yönünde oldukça güçlü bir istek ortayaçıkmış, 14 Mart günü bu yönde atılan ilk adımda daişçi ve emekçiler gereklerini yapmaya hazırolduklarını göstermişlerdir. Sendika bürokratlarınınişçi ve emekçilerin bu kararlılığı karşısındaki tutumuise mücadelenin önüne geçmek, oyalamak vesonunda ihanete imza atmak olmuştur.

İşçi ve emekçiler payına, “genel grev-genel

direniş” konusunda uzun yıllardır kendisini gösterenbelirgin istek ile genel grev-genel direnişi örgütlenmekapasitesi arasında belirgin bir açı olmuştur. Öyleysebugünün temel sorunu bu açının nasıl kapatılacağıdır.Bu noktadan sonra asıl olarak bu sorunun çözümüüzerinde durmalıyız.

Açıktır ki, sendikalar bugün için geniş işçi veemekçi yığınlarını genel grev-genel direnişe seferberedebilmenin yegane zeminleri durumundadır. Ülkedüzeyinde farklı işkollarından, fabrika veişyerlerinden işçi sınıfını ve emekçileri ortak birhedef doğrultusunda bilinçli bir mücadeleyesokabilmenin bugün için başka bir zemini yoktur.Sendikaların işçi sınıfı ve emekçilerin yüzde on gibioldukça küçük bir bölümünü örgütlemiş olmalarınabu böyledir. Zira bu yüzde onluk azınlık, hareketegeçtiği koşullarda işçi ve emekçilerin genişyığınlarını da arkasından sürükleyebilecektir. BugünTEKEL işçisinin sınıfın ve toplumun geniş kesimleriüzerinde yaptığı etki ve bunun sonucunda ortayaçıkan eylemli dayanışmanın düzeyi, bunun pratik birdoğrulanmasıdır.

Sendikalar genel grevi gerçekleştirmenin zeminiise, bu zemini kullanabilmek ancak sendikalbürokrasi engelini aşmak ölçüsünde mümkündür. İşçisınıfı ve emekçiler ya bu bürokratları önlerindengitmeye zorlayacak, ya da onları fiilensendikalarından söküp atacak bir dinamizm ve güçortaya çıkaracaklardır. Aksi halde genel grev hayalolarak kalmaya devam edecektir. TEKEL işçilerimiting sonrasında Türk-İş bürokratlarının kapısınadayanmakla, işçi sınıfı cephesinden ne yapılmasıgerektiği konusunda bir işaret vermişlerdir. Bunedenle, bugüne kadar işçilerin genel grev isteminesahip çıkar görünen Tek Gıda-İş yönetimi, durumunciddiyetini anladığı ölçüde, mitingin arkasından genelgrevin imkansızlığı yönünde işçiler arasındapropaganda başlatmıştır.

Genel grev hedefine ulaşabilmek, ileri bir bilinçve örgütlülük düzeyini gerektirmektedir. Bu iseTEKEL işçilerinin tek başlarına üstesindengelebilecekleri bir iş değildir. İşçi sınıfı içerisindeöncü rol oynayabilecek başka sınıf bölüklerinin deTEKEL işçilerinin yanında saf tutması ve giderekbirleşik bir işçi iradesinin oluşturulması yönündeçaba gösterilmesi gerekmektedir. Bu durumda, biryandan sendikal bürokrasi etkisizleştirilirken, öteyandan mücadeleden yana eğilim ortaya koyankararsız alt kademe sendika bürokratları mücadeleye

çekilebilir. Sonuçta işçi sınıfı adına sendikalarıngerçek mücadele örgütleri olarak kazanılmasının yoluaçılmış olur. Bunlar mevcut koşulların oldukçailerisinde hedefler olmakla birlikte, bugün günlükmücadele ve müdahalenin böyle bir perspektifle elealınması zorunludur. Zira böyle yapılmazsa, TEKELişçilerinin estirdiği rüzgar boşa gider ve süreçboyunca ortaya çıkan imkanlar heba edilmiş olur.

Bu perspektifle günün görevlerini ortaya koymakmümkündür. Bu görevler çok yönlüdür. Bugünkühareketin dinamik öncü kuvveti olan TEKELişçilerinin bu süreçte de öncü bir rol oynayacaklarıdüşünülürse, öncelikli görev alanının TEKEL direni şiolduğu söylenebilir. Zira, TEKEL işçilerinin, işçisınıfı ve emekçilerin tabandan birleşik iradesiniyaratmak üzere başlatacakları bir girişimin karşılıkbulması çok daha kolaydır.

Burada somut olarak şu pratik görev çıkmaktadır:TEKEL işçileri mücadeleden yana ileri ve öncü sınıfbölükleriyle yan yana gelmeyi ve genel grev-geneldireniş iradesini ortaya çıkarmak üzere hareketegeçirmeyi önlerine bir görev olarak koymalıdırlar.Bu, ulaşabildikleri ileri ve öncü sınıf güçleriyle biraraya gelmek ve yürünecek yol ve araçlar konusundaortak karara ulaşabilmek demektir. Ancak bunun ileribir bilinç ve örgütlülük düzeyi gerektirdiği açıktır.Henüz TEKEL işçileri cephesinden bu düzeyde birbilinç ve örgütlülükten söz edilemez. Bu noktadayapılması gereken, TEKEL işçilerini bu yöndebilinçlendirmek ve giderek inisiyatif kullanacak bir içörgütlülüğe kavuşturabilmektir. Bu somutta “söz-yetki ve karar” hakkını kullanabilecek etkili veişlevsel bir işçi komitesi demektir. TEKEL işçilericephesinden sınıf içerisinde bilinçli ve etkili bir roloynamanın yolu buradan geçmektedir. Bu, direnişeyapılacak öncü-devrimci müdahalenin anaçerçevesini ortaya koymaktadır.

Başta söylediğimiz gibi görevler çok yönlüdür.Bugün TEKEL işçileri, en azından ileri ve öncü sınıfbölüklerini birleştirme olanağına sahiplerse de, bu tekyanlı bir süreç değildir. Bir genel grev-genel direnişigerçekleştirmek amacına bağlı olarak diğer ileri veöncü sınıf bölüklerinin de bu yönde çabagöstermeleri zorunludur. Bu, bugün için bir yandanTEKEL işçileriyle eylemli sınıf dayanışmasınıyükseltme çabasında anlamını bulurken, diğer yandanise hem TEKEL işçileriyle hem de en yakınındanbaşlayarak sınıfın ileri güçleriyle yan yana gelmeküzere girişimde bulunmayı gerektirir. Yani her ileriişçi grubunun görevi bir yandan kendifabrika/işyerinde örgütlenmek, diğer yandan isesınıfın diğer ileri-öncü kesimleriyle birleşmeyönünde çaba göstermektir. Genel grev-genel direnişhedefi ile işçi sınıfı ve emekçilerin mevcut bilinç veörgütlülük düzeyi arasındaki açı ancak budoğrultudaki bilinçli ve kararlı bir çabayladaraltılabilir.

Bu çerçevede görev ve sorumluluk öncelikle sınıfdevrimcilerinin omuzlarındadır. Sınıf devrimcileri,hem sınıfın ileri ve öncü unsurlarına nasıl hareketetmeleri gerektiği konusunda politika ve perspektiftaşımak, hem de bu güçlerin belirlenmiş amaçlardoğrultusunda harekete geçirilmesini sağlamakkonusunda öncü bir müdahaleyi örgütlemelidirler.

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

TEKEL direnişi sınıfın önünü açabilir...4 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Sıhhiye Meydanı son yılların en coşkulu mitinginesahne olurken, kürsüden çalınan Türk-İş marşındasöylendiği gibi “işçinin kürsüye çıkma zamanı”nıngeldiğinin belki herkes farkındaydı. Miting süreciboyunca Türk-İş yöneticilerinin yüzüne saklanamazbir şekilde yansıyan gerilim ve tedirginlik, mitingiolağan bir protesto gösterisi içerisinde tutmak vekürsüyü korumak için gösterilen çaba, bu farkındalığaTürk-İş bürokratlarının da dahil olduğunungöstergesiydi. Fakat olan oldu. Yıllar sonra TEKELişçileri şahsında proletarya kürsüyü işgal etti. “Genelgrev-genel direniş!”, “Kumlu gelecek, bu iş bitecek!”,“Bizi satanı biz de satarız!” sloganları ile gerçekleşenişgal, sendika yöneticileri ile onların etkisi altındakalan bazı öncü işçilerin engelleme çabasına rağmentam bir saat sürdü.

İsmi dahi anons edilmeden kürsüye çıkan Kumlu,suya sabuna dokunmayan konuşmasının ardındanpeşine takılan diğer yöneticiler alanı sessizceterkederken, alanda kalan Harb-İş Genel BaşkanıAhmet Kalfa ve Tek Gıda-İş’in bazı şube yöneticileriişgali sona erdirme göreviyle başbaşa kaldılar.Sıkışmışlık ve çaresizlik içinde Türk-İş adına genelgrev sözü vermekten kendini alamayan Harb-İş GenelBaşkanı Ahmet Kalfa, “Kumlu gelecek, o söyleyecek”diye haykıran işçileri, “Kumlu nereye kaçabilir, siz hergün onun etrafını çevirmişsiniz” diyerek yatıştırmayaçalıştı. Soğuk bir kış günü ‘89 Baharı’nı anımsatanAnkara eyleminin kuşkusuz en çarpıcı anları bu işgaleylemi sırasında yaşandı. Eylem sırasında kendilerinidevrimci kurumlarla karşı karşıya getirme çabalarınaprim vermeyen TEKEL işçileri, bir süre sonra kürsüyüboşalttılar. Ancak Türk-İş Genel Merkezi önündekiçadır kentlerine döndükten sonra da hesap sormatutumlarını sürdürdüler. Türk-İş binasının “girilmez”katlarını tek tek çıktılar. Yönetici odalarının kapılarınıyumrukladılar. “Genel grev-genel direniş!” sloganı busefer de genel merkez binasının içinden çadır kentte veoradan tüm Türkiye’ye yayıldı.

70 bin işçi ve emekçinin katıldığı Ankaramitinginde ve sonrasında yaşananlar, TEKELişçilerinin sendikal bürokrasiye yalnızca güvensizlikduymadığını, aynı zamanda ona karşı hareketegeçmek, kendi kaderini kendi eline almakpotansiyeline sahip olduğunu da gözler önüne serdi.Hesap sormak bilincindeki açıklık 34 günlük direnişingücüne ve meşruiyetine dayanıyordu. Eylem vesonrasında yaşananlar aynı zamanda Türk-İş tarzı havaboşatma eylemlerine verilmiş bir yanıttı. Son derecebilinçli bir tutumla ağzına “genel grev” sözcüğünüalmayan ve konuşmasını kesen sloganları yok sayanKumlu, TEKEL işçisinin ve ona desteğe gelenlerinkararlılığını test etmeye kalkarak büyük bir hata etti.Eğer eylem alanında ya da Türk-İş binasındabulunulabilseydi, sonu Zonguldak maden işçilerininağaca tımandırdığı Bayram Meral’den farklıolmayabilirdi.

Ankara mitingi esas anlamını genel grevtartışmasının gündeme oturması üzerinden buldu. İşgaleylemine de yol açan “genel grev” talebi mitingekatılan bütün kortejlerin ortak istemi oldu. Yalnızdirenişte olan itfaiye, belediye ve şeker fabrikasıişçileri değil Türk-İş’in değişik kortejleri, diğersendikalara bağlı işçiler, siyasal yapılar, demokratikkitle örgütleri, hatta taraftar grupları bu sloganıcoşkuyla attılar. Ankara eylemi sosyal yıkım

politikalarının, neoliberal saldırıların ancak genel birgrevle engellenebileceği fikir ve isteğinin sınıfın genişkesimlerine mal olduğunun göstergesi oldu. Artıksomut olarak örgütlenmesi gereken bir iş olarak elealınması zamanının geldiğini gösterdi. “Kimle, nasıl,ne zaman” sorularına yanıt aranması gerektiğinihatırlattı. Ve bu sorular, mevcut zaaf ve eksikliklerin,handikap ve açmazların da mevcut eylem alanıüzerinden görülebileceğini ortaya koydu.

Alttan alta mayalanan ve son olarak TEKELişçileri şahsında kendini açığa vuran öfke vekararlılığın sendikal bürokrasiyi bir genel greveylemini kabule zorlaması ve bu çabanın başarılıolması mümkündür. Ekonomik-sosyal krize eşlik edensiyasal çalkantı ve kutuplaşmalar, bunun önününaçılmasını ayrıca kolaylaştırabilir. Fakat böyle bireylemin gerek TEKEL işçilerin mücadelesini gerçekbir zafere ulaştırması, gerekse yıllardır gelişmesancıları yaşayan sınıf hareketini büyütüpgüçlendirebilmesi ancak mevcut handikaplarınaşılması, zayıflıkların üstüne kararlılıkla gidilmesi ilesağlanabilir. Başarılı bir genel grev için bütünsendikaların ve toplumsal muhalefet örgütlerinin ortakbir tutum etrafında birleşebilmesi gerektiği açıktır.Ancak, TEKEL direnişinin sarsıcı etkisine rağmenSıhhiye Meydanı’nın gösterdikleri bu açıdan çokparlak değildir.

Genel greve hazır olduğunu söyleyen ve TEKELeylemine destek vereceğini ilan eden DİSK Ankara’daneredeyse yoktu. Kaba bir samimiyetsizliğingöstergesi olan bu durum, Türk-İş’ten çok da farklı birçizgiye sahip olmayan konfederasyon yönetimidüşünüldüğünde, sürpriz değildir. Öte yandan, BirleşikMetal gibi sınıf mücadelesinde farklı bir çizginintemsilcisi olduğunu söyleyenler de belli ki süreciuzaktan izlemektedirler. Kendilerine yönelik olarak“çizginiz ve mücadele anlayışınız aynı” eleştirilerinigenel olarak sınıfın mücadele düzeyininanlaşılamadığı üzerinden yanıtlayarak eleştirisahiplerini maceracılıkla suçlayanlar, kendi mücadeledüzeyini TEKEL işçilerin düzeyine çıkarmak için neyapmaktadırlar acaba? Yalnızca DİSK yönetimi değil,zaten gücü sınırlı olan birkaçını dışarda tutarsak,DİSK’e bağlı sendikalar da kötü bir sınav vermiştir.Ve yazık ki DİSK tabanındaki öncü işçilerin butabloyu tersine çevirme çabası şu anda fazlasıylasınırlıdır.

25 Kasım’da başarılı bir iş bırakma örgütleyen,genel grevin savunucusu olduğunu iddia eden,yöneticilerinin “sol” ve “sosyalist” olma iddiasıtaşıdığı KESK’in durumu da DİSK’ten farklı değildir.Hatta daha kötüdür. Tek başlarına grev eylemigerçekleştiremeyecekleri iddiası ile defalarca süresiziş bırakmaya yan çizenlerin bu duruma düşmelerianlaşılırdır. Fakat, 4-5 Martları yaratan, polis terörünerağmen defalarca Ankara’yı eylem alanına çevirenöncü kamu emekçilerinin, sendikal bürokrasininoyalayıcı tutmuna rağmen alanı dolduracak birhazırlığı gerçekleştirememesini anlamak mümkündeğildir.

Kendilerini “alt kademe sendikal bürokrasi” diyenitelememize şiddetle itiraz eden, şube platformlarıadı altında bir araya gelen Türk-İş içindeki muhalifyöneticilerin ufuksuzluğu ve darlığı da bir kez daha bueylem vesilesiyle ortaya çıkmıştır. Bir türlüaşamadıkları genel merkez cenderesinin onları sadece

işleyiş açısından bağlamadığı, mücadele anlayışıyla daçok farklı bir yerde durmadıkları gözler önüneserilmiştir. Sürece ilişkin olarak temenniler dışında birmüdahale planı olmayanların eyleme ilişkin bir eksenesahip olmamaları şaşırtıcı değildir. Ama en azından bueylemde onlara düşen, işçilerin öfke ve tepkileriniyatıştırmaya çalışmak olmamalıydı. Mücadeleanlayışına değil yönetime muhalefet çizgisininkaçınılmaz sonucudur bu tutum. Şube yönetimlerininartık bir karar vermesi gerekmektedir. Kürsüyü işgalederek Kumlu’yu hesap vermeye çağıran TEKELişçilerinin pratiği gerçekten tutum almak isteyenleriçin fazlasıyla öğreticidir.

TMMOB ve TTB gibi toplumsal muhalefetinönemli öğelerinin de eyleme olağan bir mitinghavasıyla yaklaştığını, eylem alanındaki durumlarınınbunun yansıması olduğunu ekleyelim.

Günlerdir TEKEL işçilerinini eylemine destekvermek için çadır kenti mesken eden ve mitingboyunca “genel grev-genel direniş!” sloganınıhaykırıp sendikal bürokrasiyi teşhir eden devrimci vesol güçlere gelince, onların da ortaya çıkan dinamiğikavramaktan ve belli bir müdahale planıyla elealmaktan uzak olduğu söylenebilir. Direnişin 37.gününe varmasına rağmen, neredeyse hiçbir alandaaktif ortak mücadele platformları oluşturulabilmişdeğildir. Bu yönde yapılan çağrıların yanıtsızbırakılması ya da eylemle sınırlı birliktelikler olarakele alınması, işaret ettiğimiz kavrayışsızlığın vemüdahale planından yoksunluğun somut göstergesidir.Türk-İş bürokrasisinin bu tür eylemleri havaboşaltmak için kullandığına en fazla dikkat çekensiyasal yapıların, daha eylem bitmeden pankartlarınıkapatıp gitmeleri, kürsü işgali duyulduktan sonraalelacele geri dönmeye çalışmaları, bu durumunAnkara eylemine yansıyan bir diğer yüzüdür.

TEKEL direnişi üzerinden etkin, kapsamlı ve çokyönlü bir çalışma iddiasında bulunan ve bunu kendigüç ve imkanları dahilinde örgütlemeye çalışankomünistlere gelince, çalışmamızın mevcut düzeyininsürecin ihtiyaçlarına yanıt vermede yetersiz kaldığıaçıktır. Bu yetersizliği Ankara eylemine yapılanmüdahalede de görmek mümkündür. Birtakım pratiksıkışmaların bunda bir rolü olabilir kuşkusuz. Amatemel neden bunun ötesindedir ve enine boyunasorgulamayı gerektirmektedir.

Son yılların biriktirdiği dinamiklerle birlikteTEKEL direnişi genel grevi somut bir eylem şiarıhaline getirmiş durumdadır. Sendikal bürokrasininönünde iki yol vardır. Ya meseleyi sürüncemedebırakarak mücadele potansiyelini eritecek ya da yasaksavmak ve mücadelenin havasını almak niyetiyleişçileri hazırlıksız bir eyleme sürükleyecektir.

Bu ikilem işçi sınıfının kaderi değildir. Sosyalyıkım saldırılarına karşı “genel grev-genel direniş!”şiarını başarılı kılmak, onu örgütlemek mümkündür.Komünistlerin, devrimcilerin ve sınıf biliçli işçilerininisiyatifi ele almaları, tabandaki eğilimi beslemeye,güçlendirmeye ve yaymaya çalışmaları, ona örgütlübir biçim vermeyi başarmaları ve tüm bunları sendikalbürokrasiye karşı somut ve sürekli bir basınçadönüştürmeleri hayati bir önemdedir.

Çark edecek ve yalpalayacak olanların aşılmaları,kararlı olanların ise yetersizliklerini gidermeleri ancakböyle bir mücadeleyi örgütleme süreci içindebaşarılabilecektir.

17 Ocak mitingine “genel grev” şiarı damgasını vurdu...

“İşçinin kürsüye çıkma zamanı”dır!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

İsrail ile Türkiye yönetimleri arasında patlak verenkriz aşılmış görünüyor. Kahramanı Tayyip Erdoğanolan bu krizler dizisinin devam edeceğini kestirmek isegüç değil. Bu krizlerin tümüyle yapay olduğu elbettesöylenemez. Nitekim Türk sermaye devletinin TelAviv’deki temsilcisinin maruz kaldığı aşağılanma, ikirejim arasındaki gerilimin ulaşabileceği boyutugösterdi. Ancak yaşanan krizler hiçbir şekilde ikiAmerikancı rejimin “stratejik işbirliği” düzeyindekiilişkilerinin önünde bir engel teşkil etmiyor.

Türkiye-İsrail ilişkilerinin aynen devam etmesinipek etkilemese de, son kriz hem bölge ülkelerinde hemuluslararası alanda belli bir etki yarattı. Özellikle sondönemlerde Arap dünyasında oluşan “kahramanTayyip” imgesini iyice güçlendirdi. Irkçı-siyonistrejime “Ortadoğu’nun tek demokrasisi” yaftası asmayapek hevesli olan batılı emperyalistler ise, bu gangsterdevletin bir NATO üyesine karşı giriştiği küstahçatutumu şaşkınlık ve tedirginlikle izlediler. Ulaşılan“mutlu son”, onların da rahat bir nefes almasınısağlamış olmalı.

Tayyip Erdoğan, İsrail’e efelenme gücünüWashington’daki efendilerinden alıyor!

Geçmişte Tayyip Erdoğan, İsrail’le krize yol açansözlerini kısa sürede yalayıp yutmak zorundakalıyordu. Siyonist lobinin desteğiyle başbakanlıkkoltuğuna oturan Tayyip, Washington kapıları yüzünekapandığında, Beyrut kasabı Ariel Şaron’un ayağınagitmekten bile kaçınmamıştı. Zira Irak işgali öncesindegündeme gelen Mart Tezkeresi’nin kazaya uğramasınaöfkelenen Pentagon’un savaş baronları, ancak BeyrutKasabı’nın araya girmesinden sonra, Tayyip Erdoğanve müritlerine Washington’un kapılarını açmaya razıolmuşlardı.

Sonraki krizlerde de Tayyip Erdoğan geri adımatmış, sorun “tatlı”ya bağlanmış, Türkiye-İsraililişkileri gelişmeye devam etmiştir. İki Amerikancırejimin ilişkileri AKP hükümeti döneminde deekonomik, askeri, siyasi, diplomatik, kısacası tümalanlarda geliştirilmeye devam etmiştir. İsrail ordusu,Nisan 2002’de Batı Şeria’daki Cenin mültecikampında barbarca bir yıkım ve katliam yaptığında,dönemin başbakanı Bülent Ecevit de İsrail’i sertifadelerle eleştirmiş, ancak tıpkı Tayyip gibi kısa süresonra sözlerini yutmak zorunda kalmıştı.

Son krizde ise özür dileyerek geri adım atan tarafİsrail oldu. Ancak İsrail’in özrü, büyükelçininaşağılanmasıyla sınırlı tutuldu. Oysa TayyipErdoğan’ın krizi tetikleyen, “İsrail’in, ortada birneden yokken Gazze’yi yeniden bombaladığı, BM’nin100’ün üzerinde kararına uymadığı, ‘ben istediğimiyaparım’ politikası güttüğü, tüm bunların ise kabuledilemez olduğu” şeklindeki sözlerine, İsrail DışişleriBakanlığı, “Bize ahlak dersi verecek en son ülkeTürkiye’dir” şeklinde sert ifadelerle yanıt verdi. TayyipErdoğan ve müritleri bu imalı sert açıklamayı esgeçtiler. Türk sermaye devletinin Kürt halkına karşıdevam eden ırkçı-inkarcı politikasına dolaylı bir vurguolduğu bilindiği için, bu ağır suçlamayı görmezdengeldiler. Zira “aşil topuk”larının Kürt sorunu olduğunubiliyorlar.

Tayyip Erdoğan’ın bu defa sözlerini yutmaması,ancak İsrail’in özür dilemesi ile meseleyi hemenkapatmaya çalışması dikkatlerden kaçmadı.

İsrail’i rahatsız eden daha basit sorunlar olduğundabile anında tepki veren siyonist rejiminWashington’daki hamilerinin Türkiye-İsrail krizinisessizce izlemeleri, Tayyip Erdoğan’ın efelenmegücünü aldığı adresi işaret ediyor.

Türk sermaye devleti ile icranın başı AKPhükümeti, ABD emperyalizminin bölgesel politikalarıkapsamında “etkin taşeronluk” rolüne hazırlanırken,Tel Aviv’deki siyonist şefler, Barack Obamayönetiminin, “Yahudi yerleşimleri inşa etmeye araverin. En azından Filistin sorununu iğreti bir çözümekavuşturma girişimlerimizi baltalamayın”sınırlarındaki taleplerine bile meydan okuyor. Budurumda, siyonist rejimin Tayyip Erdoğan aracılığıylakısa süreli ve çok tahribat yaratmayacak bir “burunsürtme” muamelesine tabi tutulması, Washington’dakiefendilerin de işine geliyor.

Hem Amerikancı hem Arap dünyasınezdinde “kahraman”!

Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e yönelttiği eleştirilerArap dünyasında geniş yankı buluyor. Zira hem gericiArap rejimlerinin hem Arap Birliği Örgütü’nün İsrailkarşısındaki tutumu utanç vericidir. İsrail’in kural veyasa tanımaz saldırganlığı, BM kararlarını çöpe atması,tüm bunlara rağmen her zaman ABD-ABemperyalistleri tarafından korunması, bölge halklarınıntiksintiyle izlediği bir durumdur. Hal böyleyken,Tayyip Erdoğan’ın uluslararası kamuoyu önündeİsrail’in bazı suçlarını eleştirmesi, kimi zaman siyonistşefleri azarlar tarzda konuşması, doğal olarak halklarnezdinde geniş yankı yaratmaktadır. Bu etki, AKPhükümeti ile şefi Tayyip Erdoğan’ın Amerikancı veİsrail işbirlikçisi olduğu gerçeğinin gözdenkaçırılmasına yol açabilmektedir.

Son krizin ardından, Gazze’deki Hamasyönetiminin başbakanı İsmail Haniye’nin, İsrail-Türkiye ittifakının çatladığını düşünerek Türkiye’ninde katılımıyla bölgesel ittifak önermesinde bulunması,Erdoğan’ın bölgede yarattığı temelsiz beklentilerinvardığı boyut hakkında fikir veriyor.

ABD emperyalizminden nefret eden halkların,Amerikancı Tayyip Erdoğan’ı “kahraman” kabuletmesi, Barack Obama yönetiminin AKP’den ve Türksermaye devletinden beklentilerine tamamenuymaktadır. Bu durumda, Tayyip ve hükümetindendaha uygun bir ABD taşeronu bulunamaz.

Siyonist şefler Türkiye’yle ilişkilerin öneminin farkındalar

Irkçı-faşist İsrail Evimiz Partisi’nin şeflerindendışişleri bakan yardımcısı Daniel Ayalon’unTürkiye’nin Tel Aviv büyükelçisini aşağılayan tutumu,İsrail yönetimi tarafından eleştirildi. Ankara’ya gelenİsrail Savunma Bakanı Ehud Barak sorunların aşılmasıiçin yoğun çaba harcadı. Nitekim tutumunu bir süresavunan Daniel Ayalon da, uygulanan basınca boyuneğip özür dilemek zorunda kaldı. Bunun için İsrail

başbakanı ile cumhurbaşkanının Ayalon’a baskıuyguladığı bildirildi.

Dikkat çeken nokta, Ayalon’u eleştiren tüm siyonistşeflerin, içeriğe değil üsluba tepki göstermeleridir. Ziraaralarında farklar olsa da, tüm siyonistler Gazze’yekarşı giriştikleri vahşi saldırı ve katliamların, halendevam eden barbarca kuşatmanın “savunma” amaçlıolduğu zırvasını tekrarlayıp duruyorlar. Farkları biryana bırakılırsa, İşçi Partisi dahil tüm siyonistpartilerin zihniyeti Ayalon ile aynıdır.

Siyonist şefler son krizde de küstahlığı eldenbırakmasalar da, Türkiye ile ilişkilerde yaşanansorunların aşılması için pek adetleri olmayan“uzlaşmacı” bir tutum sergilemek zorunda kaldılar.Zira Ankara’daki Amerikancılar ile işbirliği,bölgesinde tecrit altında bulunan siyonist rejim içinhayati bir önem taşıyor. Elbette Türk devleti desiyonist rejimle işbirliğine özel bir önem veriyor, ABDplanları çerçevesinde bu rejimin kuşatmadankurtulması için çaba harcıyor.

Heronlar bu yıl teslim edilecek!

Krizin ardından Ankara’ya gelen İsrail SavunmaBakanı Ehud Barak, Türk dışişleri ve savunmabakanlarıyla yaptığı görüşmelerle, hem krizin geridebırakılması hem Türkiye’nin İsrail’den almak içinanlaştığı insansız casus uçakları (Heron) konusundakipürüzlerin aşılması yönünde çaba harcadı. Taraflarınyaptığı açıklamalarda, iki Amerikancı rejimin aynenyola devam edeceği vurgulandı.

İsrailli bakanın ziyaretinin hemen ardından AKPhükümetinin müsteşarlarının Tel Aviv’e uçması, krizlerdizisinin bu bölümünün de geride bırakılmak üzereolduğunu gösteriyor.

Şimdiye kadar İsrail’le 20’yi aşkın askeri anlaşmaimzalayan işbirlikçi sermaye iktidarının, siyonistrejimle suç ortaklığına devam edeceğinden kuşkuduymamak gerek. Krizler devam etse bile, bunlarıngenel sınırı ve derinliği Washington tarafından çizildiğisürece, iki Amerikancı rejimin ilişkilerinde ciddisorunlara yol açması mümkün değil.

“Koltuk krizi”nin de gösterdiği gibi, AmerikancıAKP hükümetinin şefi Tayyip Erdoğan ve müritleri,Filistin sorununu gerici amaçları doğrultusunda ustacakullanıyorlar. Tarikatçı oluşumlar ile hükümeteborazanlık yapan dinci-gerici medya da bukampanyaya özel bir tarzda katkı sunuyor. Bölgehalkları nezdinde yarattığı “kahraman” imajınıkoruyarak ABD adına taşeronluk yapmak gibi zor birsorunla karşı karşıya bulunan AKP ile şefi TayyipErdoğan, Filistin sorununu önümüzdeki dönemde deistismara devam edeceklerdir.

İlerici, devrimci güçlerin Filistin halkıyla öreceğieylemli dayanışma, hem ırkçı-siyonist rejimi hemAnkara’daki ABD işbirlikçilerini teşhir etmelidir. ABDemperyalizminin bölge halklarını köleleştirmepolitikasına karşı mücadele ancak bu kapsamda etkiliolabilir, zamanla da bölge halkları nezdinde yankıuyandırır. Filistinli örgütlerin başlattığı İsrail’i boykotkampanyası bu yönde atılacak adımlardan biriolabilmeli, bu adım yeni eylem biçimleriylegüçlendirilmelidir.

Kahrolsun İsrail siyonizmi! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

İsrail ile yaşanan “koltuk krizi” geride kaldı...

Filistin halkıyla dayanışma değil “etkin taşeronluk”!

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Ehud Barak, yaşanan tüm tartışmalara rağmen,askeri ilişkiler ve Türkiye’nin İsrail’den satın almayıplanladığı insansız hava uçakları Heron’larla ilgili nihaianlaşmayı imzalamak için Türkiye’ye geldi. Karşılıklısert açıklamaların yapıldığı günlerde İsrail’e giden birTürk heyeti, 10 Heron’un 4’ünü Mart ayında, 6’sını ise2010 yılı sonuna kadar teslim alma sözü almıştı.

Ehud Barak ilk olarak Dışişleri Bakanı AhmetDavutoğlu ile bir araya geldi. Görüşmede, “alçakkoltuk” krizine maruz kalan Türkiye’nin Tel AvivBüyükelçisi Oğuz Çelikkol ile İsrail’in AnkaraBüyükelçisi Gaby Levi de hazır bulundu. Ehud Barakdaha sonra Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile görüştü.

Türk sermaye devleti bir katili ağırladı!

Ehud Barak, fosfor bombaları dâhil olmak üzereuluslararası anlaşmalarca yasaklanmış çeşitli silahlarınkullanıldığı siyonist barbarlığın, “savunma bakanı”sıfatıyla birinci dereceden sorumlularındandır. Bunedenle İngiliz mahkemelerince savaş suçlusu ilanedilmiş, ülkeye giriş yapması halinde tutuklanmasınakarar verilmiştir.

BM ve birçok uluslararası insan hakları örgütü,Başbakan Ehud Olmert ve Dışişleri Bakanı Tzipi Livniile birlikte Barak’ın da Uluslararası Savaş SuçlarıMahkemesi’nde yargılanmaları gerektiğini ısrarla dilegetiriyor. Bu çerçevede İngiltere’de bir mahkemegeçtiğimiz ay, Tzipi Livni hakkında, İngiltere’yegelmesi durumunda tutuklama kararı çıkarttı. Bunedenle Livni İngiltere’ye yapmayı planladığı ziyaretiiptal etmek zorunda kaldı. Ehud Barak katili de“güvercin” olarak Ankara’ya geliyor, silah ve askerimalzeme satmak için çaba harcıyor. Kısacası Türkdevleti katilleri ağırlamaya devam ediyor.

Stratejik ortaklık sürüyor!

Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile İsrailSavunma Bakanı Ehud Barak’ın gerçekleştirdiğigörüşmenin ardından ortak bir basın toplantısıdüzenledi. Barak, “alçak koltuk krizi bir hataydı”açıklamasını yaptı. İsrail ile ortak çıkarları olduğunu vebu çıkarlar devam ettiği sürece stratejik ortaklığın dadevam edeceğini belirten Vecdi Gönül ise, askeriişbirliği çerçevesinde yeni projelere imza attıklarınıaçıkladı. İsrail’in teknolojisiyle Kayseri’de üretilecekM-60 tanklarının Kolombiya, Şili ve Tayland gibiülkelere satılacağını belirtti. İsrail üretimi insansız havaaracı Heronlar’da da tüm sorunların aşıldığını açıkladı.

Bu açıklamalar İsrail ile süren stratejik ortaklığınaçık itirafıdır. Türk sermaye devleti İsrail’in bölgedekien önemli ortağı durumundadır. Siyasi, ekonomik veaskeri alanda tam bir işbirliğine dayanan bir ortaklıktırbu. Kapsamlı ekonomik ilişkiler, büyük silah alımlarınınyanısıra ABD’nin merkezinde durduğu askeri işbirliğianlaşması ile bu ortaklık perçinlenmiştir.

“Türkler bize metres gibi davranıyor ama ilişkimizbir evlilik ilişkisidir!” İsrail’in kurucusu siyonist BenGurion’a ait bu sözler, Türkiye ile İsrail’in ilişkilerininderinliğinin açık göstergesidir. Ortadoğu’nun bu ikisaldırgan devleti, askeri anlaşmalara dayanarak ortaktatbikatlar, askeri bilgi ve istihbarat paylaşımıyapmaktadırlar. İlişkiler köklü ve süreklidir.

Anlaşmaların altındadinci-gerici partilerin imzası var!

İsrail devleti ile ilişki sözkonusu olduğunda, gerici-

dinci akımlar hep en önde yer aldılar. İslamcı akımlarıngeçmişi Amerikancılıkla ve dolayısıyla İsrail’e hizmetleyazılmış bir tarihtir. Sadece AKP değil, tüm dincipartilerin ipleri ABD emperyalizminin elinde olmuştur.Türkiye-İsrail-ABD askeri işbirliği anlaşmasının altındaErbakan’ın imzası vardı.

Bugün “alçak koltuk” krizi ve geçmişte Gazze’dekivahşet üzerine esip gürleyen dinci gerici AKP de İsrailile ilişkilerde kendisinden önceki hükümetleri aşan birperformansa sahiptir. Buna rağmen, işçi ve emekçilerinİsrail düşmanlığını politik etkisini arttırmak içinkullanmaktadır.

AKP sözde Gazze’deki vahşete “dur” diyor, Filistinsorununa sahip çıkıyor! Bu söylemlerinde samimiolsaydı, İsrail ile tüm siyasi, diplomatik ve askeriilişkileri keser, İsrail büyükelçisini sınır dışı eder,elçisini geri çekerdi. Ama bunların hiçbirini yapamazlar.Çünkü sermaye devleti ve yürütme organı AKP’ninsözleri sözde kalmaya mahkumdur. Zira İsrail ile evlilikilişkilerini bozmaya hiç mi hiç niyetleri yoktur.

İsrail siyonizmine ve ABD emperyalizmine“dur” demenin yolu…

İsrail siyonizmine ve ABD emperyalizmininkatliamlarına “dur” demenin yolu aynı zamanda Türksermaye devletine karşı durmaktan geçiyor. En baştaİsrail ve ABD ile yapılmış askeri-siyasi ve ekonomikanlaşmalara son verilmesini, tüm ilişkilerin kesilmesiniistemekten geçiyor. Filistin halkıyla dayanışmanın

samimiyet ölçüsü budur. Bunlar yapılmadığı sürecesöylenen sözlerin, yapılan şovların, sözde İsrailkarşıtlığının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

Bu ülkede bu mücadeleyi hakkıyla verme çabasıiçinde olanlar yalnızca devrimci güçlerdir. Devrimcihareketimizin Filistin halkıyla dayanışmadakisamimiyeti tarihiyle ortadadır. Bugün de, ne kadar etkiliolduklarından bağımsız olarak, yegane doğru tutumuonlar almaktadır. Sınıf ve emekçi tabanına yaslandıklarıölçüde de daha etkili bir destek sunmayı, gericiakımların emekçi halkın öfkesini sıkıştırmayaçalıştırdıkları Müslümanlık-Yahudilik eksenininaşılmasını başarabileceklerdir.

İşçilerin ve emekçilerin yoğun öfkesini “İşçilerinbirliği, halkların kardeşliği!” şiarıyla emperyalizmi,siyonizmi ve yerli işbirlikçilerini hedefleyen birmücadele ekseninde örgütlemek, sahte İsrail karşıtlığıyapan dinci partinin gerçek konumuna ışık tutmanınbiricik yoludur.

Anlaşmalara son verilsin!6 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Ehud Barak’ın Ankara ziyareti ve ötesi

Bir kapitalistten, arsızlık örneğiBursa’da 10 Aralık günü gerçekleşen grizu patlaması sonucu 19 işçinin katledilmesinden sorumlu Bükköy

Madencilik’in sahibi Nurullah Ercan bir kez daha kapitalistlerin tipik, iğrenç ikiyüzlülüğünü sergiledi. Ercan,“İşçi atmamak için bana destek verin” diyerek Kısa Çalışma Ödeneği’nden yararlanmak üzere Çalışma veSosyal Güvenlik Bakanlığı’na başvurdu.

30 Aralık 2009 günü yapılan başvuruya bakanlık henüz yanıt vermezken, işçi katliamları bakımından sicilikabarık olan Ercan’ın kirli geçmişi, alınacak ödeneğin işçiler için kölelik koşulları ya da ölüm anlamı taşıdığınıgösteriyor.

Nurullah Ercan, Kısa Çalışma Ödeneği’ne başvurarak bünyesindeki 118 işçinin her biri için ortalama 400 TListiyor. Ercan’ın bu başvurusu 3 ay için 143 bin TL’lik destek anlamına geliyor. Zaten geçmişten bugünedevletin şefkatli kolları altında katliamlarına devam eden Ercan’ın devletten aldığı yardımın haddi hesabı yok.Ama yüzsüz kapitalistlerin de doğası gereği doymaya niyeti yok!

İşçi düşmanı Ercan’ın işlettiği aynı kömür ocağında daha önce de patlama olmuş ve 4 işçi hayatınıkaybetmişti.

19 Kasım 2000’de yine Ercan’a ait Kayaaltı Linyit Ocağı’nda bir iş cinayeti yaşanmış ve 7 işçi ölmüştü. Sendika düşmanı tutumuyla da işçi düşmanlığı tescillenen ve kömür madenciliği alanında yatırımları

bulunan Nurullah Ercan, sahip olduğu Bolu’daki ocaklarında ise sendikal örgütlenmeyi engellemeye çalışmıştı. Ercan sendikalaşmayı önlemek için, farklı maden ocakları için farklı taşeron şirketler kurma yoluna gitmişti. 2000 yılında ise Bolu Gökçesu’da Bükköy Madencilik ve Üçpınar Madencilik şirketlerinin üretim yaptığı

Kayaaltı, Çorak ve Çamlık linyit ocaklarında çalışan 228 işçi ile Kuzey Anadolu Madencilik AŞ’ye aitTuzlukaya Linyit Ocağı’nda çalışan 88 işçi, DİSK’e bağlı Dev Maden-Sen’e üye olunca işten çıkartılmış veçeşitli baskılara maruz kalmıştı.

Bunlar Ercan suç dosyanın sadece bir bölümü... Peki, katledilen işçilerin hesabı soruldu mu? Hayır! Basit koruyucu önlemleri, gereksiz masraf olarak gören

ve bu yüzden önlenebilecek kazaları katliama çeviren Ercan devlet tarafından sadece uyarılmakla yetinilmedimi? İşçiler kölelik koşullarında çalıştırılırken, sosyal güvenceden yoksunken, sendika düşmanı Ercan’a “neyapıyorsun?” diye soran oldu mu? Dahası 19 işçinin ölümünün ardından Ercan, bu sefer yargı koruması altınagirmedi mi?

Devlet Ercan’a yeterince yardım etti. Ercan’ın bu yüzsüzlüğü, arsızca Kısa Çalışma Ödeneği’ne başvurmasıda bugüne kadar yaptıklarının karşılıksız kalmasından, dahası korunup kollanmasından kaynaklıdır.

Eğer ki, 19 işçinin katledilmesi bu kadar ön plana çıkmamış olsaydı, sermaye devleti tereddütsüz bir biçimdeErcan’ın talebini karşılardı. Bugün çok geniş bir kesim tarafından facianın sorumlusunun Ercan olduğu kanısıhakim olduğu ve devletin bu cinayetlerdeki rolü tartışıldığı için bir ihtimal Ercan istediği yardımdan mahrumkalabilir.

Fakat Ercan’ın kabarık suç dosyası orta yerde duruyorken, ona yapılacak her yardım işçiler için ölümfermanı olacaktır.

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

“Kürt açılımı” konusunda yeni bir şey söylenmesede, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın açıklamalarıgündemdeki yerini koruyor. Yönetmeliklerdenbahseden Atalay orta vadede yasal değişiklikleryapılacağını söyledi, ancak Kürtler’in taleplerinidikkate alan herhangi bir yasal değişiklikten sözetmedi.

“Kürt açılımı” sürecinde gelinen noktayı veatılması planlanan adımları anlatan Atalay, yollarınadurmadan devam ettiklerini belirterek şunları söyledi:“Kardeşlik projemiz kararlı bir şekilde devam ediyor.Birinci boyutu, yani terörün sonlandırılması içiniçeride ve dışarıda çok kapsamlı bir çalışmayürütüyoruz. Bu ince ince dokunarak devam ediyor.”Bu sözler, sömürgeci sermaye devletinin Kürthareketinin tasfiyesi sürecinde sonuç almayaodaklandığını tartışmasız bir biçimde ortaya koyuyor.

Atalay, “açılım” sürecinde yapılan değişikliklerinyönetmelik düzeyinde olduğunu belirterek,cezaevlerinde farklı dillerde görüşme yapılmasınınsağlandığını, TRT’de yerel dillerle yayın başladığınıve özel televizyonlar için de değişiklik yapıldığını,üniversitelerde farklı dil ve lehçelerle ilgiliaraştırmalar yapılması için çalışmalar yürütüldüğünü,yol kontrollerini azaltacak yönergenin kurumlaragönderildiğini dile getirdi.

Orta vadede düşünülen bazı yasal değişiklikleri iseşöyle:

* 18 yaş altındaki çocukların çocukmahkemelerinde yargılanmasını öngören yasadeğişikliği teklifi TBMM’ye gönderildi.

* İnsan hakları alanında dört kurum oluşturulacak.Bu kurumlarla ilgili kanun tasarısı çalışmaları önemliölçüde tamamlandı. Bu kurullar; AyrımcılıklaMücadele ve Eşitlik Kurulu, Türkiye İnsan HaklarıKurulu, Kolluk Gözetim Komisyonu ve İşkence veKötü Muameleyi Önleme Kurulu.

Pembe tablolar çizilerek gerçeğin üstü örtülmeyeçalışılsa da, “açılım süreci”nin Kürt halkı açısındanoldukça sancılı geçtiği biliniyor. “Açılım”ın imhayadayalı tasfiyeci yönü açığa çıktı. Takke düştü, kelgöründü! DTP’ye yönelik operasyonlarda yüzlerceüye ve yönetici cezaevlerine konuldu. Bu da yetmedi,DTP kapatıldı, 2 milletvekili meclisten düşürüldü, 35partiliye siyaset yasağı getirildi. Belediye başkanları12 Eylül görüntüleriyle gözaltına alınarak tutuklandı.DTP’nin kapatılmasının ardından bu kez BDP’yeyönelik operasyonlar başlatıldı. Yüzlerce kişigözaltına alındı, tutuklandı. Kürt gazeteleri 13 kezyasaklanırken, 35 gazeteci cezaevine gönderildi. Buarada gerillaya yönelik askeri operasyonlar aralıksızsürdürüldü. 2009 yılında 273 operasyon, 49 havasaldırısı, 168 havan ve obüs saldırısı düzenlendi.

Bugün de “açılım” ve “demokratikleşmeyasalarını parlamentoya getireceğiz” söylemlerieşliğinde Kürt halkı üzerindeki baskılaryoğunlaştırılıyor. Başta Kürt illeri olmak üzere birçokkentte BDP’ye yönelik gözaltı ve tutuklamalarsürüyor. Kasım ayından bu yana artarak devam edengözaltı ve tutuklamalar tam bir Kürt avına dönüşmüşdurumda.

Sömürgeci sermaye devletinin imhacı ve inkârcıkarakteri bir kez daha günyüzüne çıkmış, “açılımsüreci” tam bir tıkanma noktasına gelmiştir. Kürtsorunu sözkonusu olduğunda deve kuşu politikasıdışında bir politika üretemeyen egemen güçler, sorunuçözme yeteneğinden ne denli yoksun olduklarını birkez daha gözönüne sermiş bulunuyorlar. “Açılım”çerçevesinde güdük bazı reformların bırakalım

kendisini, lafını etmek bile düzen cephesinde taşlarınyerinden oynamasına yol açabiliyor.

“Açılım” politikası ilan edildiğinde, bununlabirkaç küçük değişiklik öngörülüyor, Kürt halkınınhiçbir temel talebinin karşılamayacağı açıkça dilegetiriliyordu. Onlar “açılım”ın bu kadarının bile Kürthareketini dağıtmaya yeteceğini ciddi ciddiumabiliyorlardı.

Sonrasında yapılan operasyonlara, DTP’ninkapatılması vb. saldırılara karşı Kürt halkınınmuazzam bir öfke patlamasına tanık olundu. Sermayedevleti birkaç kırıntı ile Kürt hareketini tasfiyeedebileceği ve Kürt halkını yatıştırabileceği hayalinikurdu. Fakat bu hayal Kürt halkının direnişineçarparak suya düştü.

Kürt halkının sergilediği direnme kararlılığı,toplumsal çelişkilerin de beslediği büyük birpotansiyel devrimci enerjinin varlığına işaret ediyor.Bugün Kürt halkının haklı ve meşru taleplere dayalımücadelesi, sömürgeci sermaye devleti ne kadarsaldırırsa saldırsın, kolay kolay bastırılamayacak birdüzeye ulaşmıştır. Bu gerçek her fırsatta kendini açığavurmakta ve görmemekte ısrar edenleri şaşkınlığasürüklemektedir. Buna rağmen sermaye devleti, ABD,Irak ve Güney Kürdistan yönetimiyle kapalı kapılarardında yapılan anlaşmalar yoluyla Kürt hareketinitasfiye edebilmeyi hala da umabilmektedir.

Ancak Kürt sorununda geleneksel inkâr ve imhapolitikalarıyla yol almak artık mümkün değildir. Kürt

halkının ulusal özgürlük ve eşitlik talepleri, tümzulüm ve zorbalığa rağmen bastırılamamaktadır.Yaşananlardan sonra “açılımın devam ettiği”yönündeki açıklamaların da Kürt halkı için herhangibir inandırıcılığı kalmamıştır.

Kürt halkının son derece meşru ve haklı olantalepleri orta yerde durmaktadır. Kürt ulusuna kendikaderini tayin hakkının tanınması, her türlü ulusalbaskı, eşitsizlik ve ayrıcalığa son verilmesi, tümdillere tam hak eşitliği sağlanması ve anadilindeeğitim hakkının tanınması vb. talepler karşılanmadan,Kürt sorununun gerçek ve kalıcı bir çözüm yolununmümkün değildir. Bundan dolayı da, çözümünyolunun düzenin içine sığan bir mücadeleyle açılmasımümkün değildir.

Harcı zorbalık, inkârcılık ve şovenizm ile karılmışsömürgeci sermaye iktidarı altında Kürt sorunugerçek ve kalıcı bir çözüme kavuşturulamaz, halklarıngerçek eşitliği ve gönüllü birliği sağlanamaz. Birproleter devrimle sermaye iktidarı alaşağıedilmedikçe, bu ülke halklar hapishanesi olmayadevam edecek, ulusal baskı ve zulüm sürecektir.Bundan kurtulmanın yolu, tüm milliyetlerdenemekçilerin işçi sınıfının devrimci bayrağı altındabirleşmesinden geçmektedir. Bu topraklarda halklarıngerçek özgürlüğe ve tam eşitliğe dayalı gönüllü birliğiancak bu bayrak altında savaşılarak kazanılabilir.Halkların devrimci birliği, sermaye iktidarı veemperyalistler yenilgiye uğratılarak elde edilebilir.

Bugüne kadarki işkence davalarında işkenceciler değil, genellikle işkenceye maruz kalanlar suçlandı. Butarihsel gerçeğin yeni bir örneği de Diyarbakır’da yaşandı. Diyarbakır’da bir gösteriye katılan, ardındangözaltına alınıp işkence gören Songül Yaşa’nın, polis aleyhinde açtığı dava karara bağlandı. İşkencenin niyebitmediğini gösterecek şekilde işkenceciyi koruyan bir karar çıktı. Mahkeme, “Zarar göreceğini bildiğigösteriye katılan uğradığı zarardan sorumludur” diyerek davayı reddetti.

Diyarbakır’da 28 Mart 2006 tarihinde başlayan gösterilerde 10 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişiyaralanmış ve tutuklanmıştı. Aradan geçen 4 yıla rağmen sorumlulara hiçbir cezai işlem uygulanmazken,işkence mağdurlarının açtığı davalar da reddedilmeye devam ediyor.

Diyarbakır’da gözaltına alınan Songül Yaşa, gözaltında kaldığı süre boyunca hakaret, işkence, cinsel tacizemaruz kaldı. Songül Yaşa, işkence nedeniyle hastaneye kaldırıldı ve aldığı raporla işkenceciler hakkındatazminat davası açtı. Ancak Songül Yaşa’nın talebi reddedildi. Karara tepki gösteren Avukat Serdar Çelebi,mahkemenin toplumsal olaya katılan kişiye yönelik işkenceyi meşrulaştırdığını söyledi.

Songül Yaşa hakkında olaylara katıldığına ilişkin ne mahkeme kararı ne de tek bir görüntü, görgü tanığıveya herhangi bir delil olmamasına rağmen mahkeme hakimleri meydana gelen yaralanmaların, SongülYaşa’nın kendi kusurundan meydana geldiği kararına vardılar. Aldıkları kararı hangi delilleredayandırdıklarını, nasıl böyle bir sonuca vardıklarını açıklama gereği bile duymuyorlar. Böylece hakimler,burjuva hukukunun normlarını bile uygulamayacaklarını ilan ettiler.

Mahkeme, Songül Yaşa’nın ‘kendi kusuru’ ile işkence görebilmesini onaylıyor. İşkencecilerin kusurununolamayacağı sonucuna varıyor. Böylece gösteri ve yürüyüşlere katılmış emekçilere uygulanan işkencemahkeme tarafından meşrulaştırılıyor. Mahkemenin aldığı bu karar, kontra hukukun ne ilk, ne de sonörneğidir. Bu karar kontrgerilla hukukunun sadece yeni bir örneğidir.

İnkar ve imhaya son! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

“Açılım” aldatmacası devam ediyor! 

Operasyonlara işçi tepkisi

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Kamu emekçileri kurultaya yürüyor8 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Devrimci önderlik boşluğunu ve fiili-meşru mücadele ihtiyacını muhataplarıylatartışmak için...

İstanbul’da kamu emekçilerikurultayına doğru…

Sınıf ve kitle hareketinin mevcut durumuylabağlantılı olarak kamu emekçileri hareketi de uzun birdönemdir geri çekilmiş durumdadır. Fiili-meşrumücadele geleneğinin yaratmış olduğu tüm moraldeğerler ise büyük oranda zaafa uğramışbulunmaktadır.

Sermaye devleti bir yandan iş güvencesini ortadankaldırmak gibi kamu emekçilerini hedef alan kapsamlısaldırılarını uygulamaya koyarken diğer yandan daağırlaşan yaşama ve çalışma koşulları altında kamuemekçilerini bunaltmaktadır. Sosyal yıkım saldırılarıaltında bunalan kamu emekçileri aynı zamanda birikenöfke ve tepkisini akıtacak kanallar bulamamaktadır.

25 Kasım günü gerçekleştirilen bir günlük işbırakma eylemi ise kamu emekçilerinin mücadele istekve azmi taşıdığını, harekete geçmek için devrimci birönderliğe ihtiyaç duyduklarını bir kez dahagöstermiştir. Olduğu kadarıyla 25 Kasım’ın başarısınınarkasında önden belirlenmiş, somut araç, yol veyöntemlerle örülmeye çalışılan bir iş bırakma eylemibulunmaktadır. Sınırlı sayıdaki öncü, devrimci kamuemekçisinin bu iradenin arkasında durması, mücadeleyiişyerlerinden, sendikasından doğru örgütlemeyeçalışması ise uzun bir sessizliğin ardından ayağakalkmaya hazırlanan bir kamu emekçileri hareketiolduğunu göstermektedir.

Hareketin temel sorunları ve çözüm yollarıkonusunda açık ve net bir politik bakışa sahip olankomünistler ise yıllardır alan içerisinde sistematik birfaaliyet yürütmeye çalışmaktadırlar. Çeşitli nedenlerlekesintiye uğradığı süreçler olsa da gelinen aşamadaSosyalist Kamu Emekçileri düzenli bir örgütselişleyişe sahiptir, somut hedef ve araçlarla hareketemüdahale etmeye, kendi cephesinden devrimci önderlikboşluğunu doldurmaya çalışmaktadır.

Özellikle son süreçte harekete müdahaleyi somutbiçimlere kavuşturmak doğrultusunda anlamlı adımlaratan Sosyalist Kamu Emekçileri 25 Kasım sürecine deimkanları ve güçleri doğrultusunda etkin bir müdahalegerçekleştirmeye çalışmışlardır. Önümüzdeki dönemdeharekete moral olan 25 Kasım eylemini de arkasınaalan bir sürecin örgütlenmesi, 25 Kasım’ı aşan eylemve etkinliklerle sürecin ileriye taşınması gerekmektedir.

Sosyalist Kamu Emekçileri bugün iki yönlü birçaba içerisine girmeyi önlerine hedef olarak koymuşbulunmaktadırlar. Bir yandan çalışmanın toparlanması,imkanların güçlendirilmesi, örgütsel çeperingenişletilmesi için çaba harcarken diğer yandanhareketin ihtiyacı olan fiili-meşru mücadeleye vedevrimci önderlik boşluğuna dikkatleri çekerek,hareketin öncüleri ile bu ihtiyacı tartışacak bir süreçörgütlemeyi ön görmektedirler.

Sosyalist Kamu Emekçileri, hem iç hem de dışhedefleri bakımından bu çabayı güçlendirmek amacıylaİstanbul’da Mayıs ayı içerisinde “Kamu EmekçileriKurultayı” gerçekleştirmeyi hedeflemektedirler.Kurultayın başarısını tek başına kurultay günü ilesınırlamayan Sosyalist Kamu Emekçileri, önsürecinde çeşitli araç ve yöntemlerle kurultayıngündemlerini hareketin öncülerinin gündeminesokmayı planlamaktadırlar.

Kurultayın ön sürecinde sinevizyondan tebliğlerin

hazırlanmasına, kamu emekçileriyle kurultay gündemlitoplantılar yapılmasından bildirilerin hazırlanmasına,kurultayı destekleyen deklarasyonun kamuoyunasunulmasından afiş ve davetiyelere kadar kurultayıcanlı ve dinamik bir şekilde örgütleyecek bir KurultayHazırlık Komitesi (KHK) oluşturulması, tebliğlerintartışmalara dayanarak hareketin ihtiyaçlarıdoğrultusunda kısa ve özlü hazırlanması, serbestkürsünün amacına uygun kullanımı için gündemleridestekleyen konuşmaların belirlenmesi vb. başlıklaraltında çeşitli araçlarla sürecin güçlendirilmesihedeflenmektedir.

Kuşkusuz kurultayın en büyük başarısı, sonucundanbağımsız olarak, kamu emekçileri hareketi içerisindefaaliyet yürüten, ilerici, devrimci iddialar taşıyanmuhataplarını bir araya getirebilmesiyle, ön sürecinibuna uygun bir hazırlıkla geçirebilmesiyleölçülebilecektir. Zira kurultayın temel yönelimlerindenbirisi de hareketin devrimci önderlik ihtiyacına dikkatçekmek, öncülerini bu düşünceye kazanmak için çabaharcamak olacaktır. Bu doğrultuda kurultayın içeriğineve amacına bağlı olarak hareketin muhataplarına dakürsüden söz verilmeye, hareket içinde varlık gösterensiyasetler ve anlayışlar da kurultayın bir parçasıyapılmaya çalışılacaktır. Hareket içinde faaliyet yürütenöncü dinamiklerin kamu emekçilerinin ve mücadeleninsorunlarını, çözüm önerilerini kurultaya sunması öngörülmektedir.

Kurultayda kamu emekçileri mücadelesinin tarihinianlatan, birleşik mücadelenin önemini işleyen, işyeritemelli mücadelenin gerekliliğine vurgu yapan,işgüvencesiz çalışan emekçilerin örgütlenmesorunlarını vb. başlıkları ele alan tebliğlerinhazırlanması hedeflenmektedir.

Kurultayın İstanbul güçleri üzerinden örgütlenmesidüşünülmektedir. Ancak çeşitli illerde faaliyet yürütenSosyalist Kamu Emekçileri de kurultayın gündemiylebağlantılı olarak bulundukları illerin tablosunu somutdeneyimlerle birlikte kurultaya sunmak amacıylatemsili bir katılım sağlayacaklardır.

Kurultayın gündemleri, bileşenleri, araç veyöntemleri üzerine ilk tartışmaları geride bırakanSosyalist Kamu Emekçileri’nin önünde kurultaygündemlerini en güçlü şekilde işlemek, muhataplarınındikkatlerini bu çabaya çekmek ve bir parçası yapmayaçalışmak gibi önemli bir görev durmaktadır. Zirabugüne kadar hareketin ihtiyaçlarını tartışmakdoğrultusunda atılmış adımlar istenilen düzeyde birkarşılık üretememekte, muhatapları tarafındanilgisizlikle karşılanmaktadır.

Sosyalist Kamu Emekçileri, tüm zorluklarınarağmen kurultay vesilesiyle bir kez daha üzerlerinedüşen görevi yerine getirmek için çabaharcayacaklardır.

Sosyalist Kamu Emekçileri20 Ocak 0010

Kamu emekçileri hareketinin ihtiyaçlarınıtartışmaya açan kurultay çabasını destekliyoruz!

Kurultay çabasını destekleyen tüm emek örgütlerinin ,devrimci güçlerin, siyasetlerin, kişi ve kurumların imzasına açılan metindir…

Sınıf hareketinin temel bir bileşeni olan kamu emekçileri hareketi ‘89 Bahar Eylemlilikleri’nin ardındangelişerek güçlendi. Fiili-meşru mücadele geleneğinin bir sonucu olarak da kamu emekçileri sendikalarıkuruldu.

Bugün hem sınıf ve kitle hareketinin, hem de sendikal hareketin tablosu nedeniyle sınıf mücadelesindeyaşanan geri çekilme kamu emekçileri hareketini de etkilemekte, mücadele dinamiklerini geriletmektedir.Fiili-meşru mücadele geleneğinin yarattığı moral değerler ileriye taşınamamaktadır. Oysa kamu emekçilerihareketi ‘90’lı yıllarda sınıf hareketine nefes aldırmış, dönemin mücadele yükünü büyük orandagöğüslemiştir. Bugün mücadelenin kanalları tıkanmıştır ancak 25 Kasım iş bırakma eyleminin de gösterdiğigibi mücadelenin hedefi, araçları, talepleri, yol ve yöntemleri somutlandığında, buna uygun bir irade veörgütlü duruş sergilendiğinde tıkanan kanalların açılması imkansız değildir.

Genel olarak sınıfı, özel olarak da kamu emekçilerini ilgilendiren SSGSS, özelleştirme, sosyal haklarıngaspı, taşeronlaştırma, işgüvencesinin ortadan kaldırılması vb. saldırılar karşısında kamu emekçileri hareketimücadelenin ihtiyacı olan siyasal, birleşik ve militan mücadeleyle yanıt verememektedir. Kuşkusuz bununbirçok nedeni bulunmaktadır. Ancak bu sorunların başında işyerleri temelli mücadelenin örgütlenememesi,birleşik mücadelenin yürütülememesi, fiili-meşru mücadele geleneğinin geleceğe taşınamaması, hareketinihtiyacı olan öncü, devrimci güçlerin harekete önderlik edememesi gelmektedir.

Sosyalist Kamu Emekçileri, hareket içinde faaliyet yürüten muhataplarının, sendikaların, öncü, devrimcikamu emekçilerinin biraraya gelerek kamu emekçileri hareketinin tıkanan mücadele kanallarının açılması,devrimci önderlik boşluğunun doldurulması, kamu emekçilerinin devrimci mücadele programının tartışılmasıamacıyla 2010 Mayıs ayında Kamu Emekçileri Kurultayı düzenlemeyi hedeflemektedir.

Emek dostu tüm unsurların, sendikaların, ilerici sendikacıların, emek örgütlerinin, siyasal güçlerin,devrimcilerin sınıf mücadelesinin temel dinamiklerinden biri olan kamu emekçileri hareketinde yaşanansorunların ve çözüm önerilerinin tartışıldığı bu çabayı desteklemesini beklemekteyiz. Bu doğrultuda kurultayçabasına destek sunan bu metne imza atmanızı talep etmekteyiz.

Sosyalist Kamu Emekçileri

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Sermayenin saldırılarına karşı mücadeleye Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Danıştay şeker fabrikalarının özelleştirilmesi kararını iptal etti...

Sermayenin özelleştirme-kapatmasaldırılarına karşı mücadeleye!

Sermayenin özelleştirme ve sosyal yıkımsaldırılarının hayata geçirilmesi için canla başlaçalışan AKP hükümetinin, kamuya ait şekerfabrikalarının özelleştirilmesi kapsamında yaptığıihalenin yürütmesi Danıştay kararıyla durduruldu.Şeker-İş Sendikası’nın açtığı dava sonucundahukuksal alanda yaşanan bu gelişme sermayeninsaldırılarının hız keseceği anlamına gelmiyor.

TEKEL’deki süreç gibi özelleştirilerek tasfiyeedilmesi planlanan şeker fabrikalarında çalışan işçiler,TEKEL işçilerinin karşı karşıya kaldığı süreciyaşayacaklar. Bu da TEKEL direnişinin yalnızcaTEKEL işçilerini ve ailelerini değil sermayeninönümüzdeki süreçte devreye sokacağı saldırıplanlarından geniş işçi ve emekçi yığınların da payınıalması anlamına geliyor.

Danıştay kararının anlamı

Danıştay 13. Dairesi, Türkşeker’e ait Kastamonu,Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum ve Çarşamba şekerfabrikalarının portföy C grubu olarak özelleştirilmesiiçin 8 Aralık 2009’da yapılan ihaleyi sonuçlandıranihale komisyonu kararının ve Elbistan, Elazığ,Erzincan ve Malatya şeker fabrikalarınınözelleştirilmesine ilişkin “ihale şartları belgesi” ileÖzelleştirme İdaresi Başkanlığı’nın ihaleye çıkmakararının hukuka uygun olmadığı sonucuna vardı. Bunedenle Danıştay 13. Dairesi, AKP hükümetinin,kamuya ait şeker fabrikalarının özelleştirilmesikapsamında başlattığı ihalenin yürütmesini durdurmakararı verdi.

Danıştay 13. Dairesi gerekçesinde, Kastamonu,Kırşehir, Turhal, Yozgat, Çorum ve Çarşamba şekerfabrikalarının bir bütün halinde portföy grubu olarak(Porföy C) özelleştirilmesine ilişkin ihale ilanı veşartnamesinin yürütmesinin 15 Aralık 2009 tarihindedurdurulduğu hatırlatılarak, ihale ilanı ve şartnamesihakkında verilen yürütmeyi durdurma kararı gereği“ihaleyi sonuçlandıran ihale komisyonu kararınınhukuki dayanağının ortadan kalkmış” olduğuvurgulandı.

Kısa bir süre önce şeker işçilerinin özelleştirmesaldırısına karşı ortaya koyduğu mücadele, Savolafirması yetkililerini arkalarına bakmadan kaçmakzorunda bırakmıştı. Çorum ve Yozgat şekerfabrikalarında incelemelerde bulunmak isteyenkapitalistler, 6 Kasım’da fabrikalarda teknik incelemeyapmak istemiş, şeker işçileri fabrikaların kapılarınıkapatarak incelemeyi engellemiş, panikleyen Savolakapitalistleri üretim tesislerine girmeden fabrikalardanayrılmıştı.

Şeker-İş Sendikası’nın merkez yönetimindekisendika ağalarının özelleştirilen şeker fabrikalarınayönelik politikasının temeli uzlaşma üzerinekurulmuştur. Bu nedenle Danıştay’ın aldığı kararŞeker-İş Sendikası bürokratlarını rahatlatmışgözüküyor. Mahkeme kararını şeker işçilerininmücadele isteğini boğmak için kullanmaya başladılar.Görüntüyü kurtarmak için özelleştirmeye karşı“direneceğiz” diyen sendika ağaları, şimdi de işçilerarasında özelleştirmenin durduğu propagandasınıyürütüyorlar. İşçiler geçmişleri ihanetle dolu bubürokratların tutumuna kanmamalıdırlar. Alınan bu

karar saldırıların hız keseceği anlamına gelmiyor. Daha önce TEKEL işçilerini de rahatlatan

mahkeme kararları çıkmıştı. Örneğin TEKEL Alkollüİçkiler Sanayi A.Ş hisselerinin tamamı blok olaraksatışa çıkarılmış, ihale sonuçlandırılmıştı. İhaleye, enyüksek teklifi Nurol-Limak-Özaltın-Tütsab’tan oluşanortak girişim grubu kazanmıştı. İhale Tek-Gıda-İştarafından mahkemeye taşındı. Ankara 8. İdareMahkemesi, TEKEL Alkollü İçkiler Sanayi A.Ş.’ninözelleştirilmesi amacıyla yapılan ihalenin yürütmesinidurdurdu.

Tek Gıda-İş Sendikası’nın, ihaleye çıkma işleminekarşı açılan davada, mahkeme, TEKEL’inözelleştirilmesinin, piyasaların denetimi ve dışticaretinin düzenlemesine ilişkin Anayasa’nın 167.maddesine aykırı olduğuna hükmetmişti. Buna rağmensermaye hükümeti TEKEL’in özelleştirilmesisaldırısını daha inceltilmiş bir tarzda devam ettirmiş,TEKEL’in özelleştirilme sürecini tamamlamış, gelinennoktada ise, TEKEL işçilerini güvencesiz, sefaletücretine çalıştırma saldırısını hayata geçirmekçerçevesinde çabasını sürdürmektedir.

Saldırılara karşı ortak mücadele!

AKP, tıpkı diğer sermaye hükümetleri gibiözelleştirmeleri, işçi ve emekçilere yönelik saldırılarıparça parça uygulamaya soktu. Saldırı planlarını işçive emekçilerin yan yana gelemeyeceği biçimde, hattaonları bölerek, parçalayarak ve birbirine düşürerekuygulamaya çalıştı.

İşçi sınıfının hak ve özgürlüklerine yöneliksermaye saldırıları sırasında sendika bürokratları, işçive emekçilerin ileri kesimlerinden yükselen“Sermayenin topyekûn saldırısına karşı emekçilerintopyekûn direnişi!” ya da “Kurtuluş yok tek başına yahep beraber ya hiçbirimiz!” şiarını hışımla bastırmakiçin çabaladılar. Sermaye topyekûn ve ayırt etmedenişçi ve emekçilere saldırırken; işçiler parça parça veişçi sınıfının birleşik gücünü yaratmaktan uzak birtarzda mücadele ettiler.

Geçmişte Paşabahçe’de, Kağıthane’de,Zonguldak’ta, Tuzla’da, Telekom’da, Şişe Cam’da,SEKA’da, Tüpraş’ta, kısacası tüm işkollarında yaşanansaldırılar karşısında mücadele ortaklaştırılamadı. Bu“ateş sadece düştüğü yeri yakar” zannedildi. Saldırı oan kime yöneldiyse mücadele de onlarla sınırlı kaldı.Destek ve dayanışmalar genellikle temsili düzeyiaşamadı.

TEKEL işçileri günlerdir eşleri ve çocuklarıyla

birlikte Ankara’da direniyorlar. İşçilerin haklı vemeşru direnişleri gün geçtikçe daha fazla destek vedayanışma görüyor. Ankara’da bulunan çeşitli işçi vememur sendikaları, ilerici meslek örgütleri dayanışmaeylemleri ve maddi yardımlarıyla TEKEL işçilerinedestek veriyor. Bu desteği daha da büyütmek baştabenzer bir saldırıyla karşı karşıya olan şeker işçilerininolmak üzere tüm işçi sınıfının tarihsel görevidir.

Şeker işçileri kısa bir süre önce evine ateşdüştüğünü unutmamalıdır. Ateş bugün TEKELişçilerinin ortasına düşmüştür. TEKEL, şekerişçilerini, genelde tüm işçi sınıfını yakan ateş, aynıateştir. Tüm bu saldırılar, kapitalistler daha da semirsindiye yapılıyor. Saldırıları durdurmanın, püskürtmeninbiricik yolu mücadelenin ortaklaştırılmasıdır.

Yaşamını işgücünü satarak sürdüren işçilerin sınıfçıkarları ortaktır. Aralarında çalışma koşulları veyaücret düzeyi açısından farklılıklar olsa dahi bugerçeklik değişmez. Kapitalistlerin mayasında bulunanrekabet olgusu işçi sınıfı için geçerli değildir. Kısacasıişçiler, hangi sektörde ve hangi ülkede çalışıyorolurlarsa olsunlar, burjuvaziye karşı ortak mücadeleyürütme potansiyeline sahiptirler. Ne var ki, bupotansiyelin harekete geçirilebilmesi ve kapitalistlerkarşısında fiili bir güce dönüştürülebilmesi ancak sınıfbilinciyle donanmak ve örgütlü mücadele sayesindemümkün olabiliyor.

Tarihin bu anında işçi ve emekçi önderlerine düşenyakıcı görev, TEKEL işçilerinin mücadelesi ile şekerişçilerinin, maden işçilerinin, Tuzla ölüm tarlalarındaçalışan işçilerin, kamu emekçilerinin, küçüküreticilerin, işsizlerin, güvencesizlerin, başta Kürtlerve Aleviler olmak üzere tüm ezilen-dışlanankesimlerin mücadele birliğini esas alan bir tarzda çabagöstermektir.

Bugün işçi ve emekçiler yaşanan deneylerden deders alarak “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber yahiçbirimiz!” şiarını her zamankinden daha yükseksesle ve örgütlü birleşik güçle dile getirmelidirler.Gün; işçi sendikalarının tepesine çöreklenmiş sendikaağalarına rağmen işyeri ve işkolu ayrımı yapmadantüm sınıf kardeşleriyle işyerlerinde ve yaşamalanlarında birleşik mücadeleörgütleme günüdür.TEKEL işçilerinin yaktığı mücadele ateşininsönmesine izin vermeden “gerçek işçi örgütleri”yaratmak ve “sermayenin topyekûn saldırısına;emekçilerin topyekûn karşı koyuşunu” örgütlemegörevi yaşamsal bir görev olarak, özelde sınıfdevrimcilerinin genelde tüm işçi ve emekçilerinönünde durmaktadır.

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Ermeni gazeteci Hrant Dink, ölümünün 3.yıldönümünde çeşitli illerde gerçekleştirilen eylemve etkinliklerle anıldı.

İstanbulİstanbul’da Agos gazetesinin önünde öğle

saatlerinde toplanan binlerce kişi Ermenice veTürkçe türküler söylediler.

“Katili tanıyoruz, adalet istiyoruz” sloganıylagerçekleşen törende Dink’in “Tek yolumuz bir aradayaşamayı savunmak olmalı. Bu yol, hem aklın, hemvicdanın gereği” pankart kullanıldı. Hrant’ınarkadaşları, ilerici ve devrimciler mumlar yakarak,binanın önüne karanfiller bırakarak Hrant’ı andılar.

Törende Hrant Dink’in oğlu Arat Dink birkonuşma yaptı. Mahkemenin kendileriyle dalgageçtiğini vurguladığı konuşmasında şöyle seslendi:“Üç yıldır bizimle dalga geçerken yalnızlar mıydı?Tek tek örnek vermeli miyim? Babam, öldürülmedenüç gün önce bir yazı yazdı. ‘Valilikte haddimbildirilmeye çalışıldı’ diye. İki istihbaratçı da vardıorada. Mahkeme ‘O kişiler kim?’ diye soru sordu,1.5 sayfa masal anlattılar. Mahkeme, ‘Yeni cevabagerek yok, yeterli’ dedi. Mahkeme, bizimle dalgageçmedi mi?

Barış İçin Sanat Girişimi üyelerigerçekleştirdikleri basın açıklamasının ardından“Ergenekon Caddesi”nin tabelasını indirerekcaddenin adını “Hrant Dink Caddesi” olarakdeğiştirdiler.

Taksim’de yürüyüş

Saat 19.00’da Taksim Tramvay Durağı’ndabiraraya gelen binlerce kişi Tünel’e kadargerçekleştirdikleri meşaleli yürüyüş ile Hrant Dink’ibir kez daha anarak, “Hesabını soracağız” dedi.

Eylemde, “Hrant hesabını soracağız” pankartı ilemeşaleler taşındı. Eylem, Nor Zartonk’un çağrısı ileEkim Gençliği, YDG, Partizan, Sosyalist UmutDerneği, BDSP, EHP, DHF, Aka-Der, İstanbul Ahalive Demokrasi için Birlik Hareketi tarafındanörgütlendi.

Galatasaray Lisesi önünde Ermenice ve Türkçebasın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamada, HrantDink’in katledildiği, 19 Ocak 2007’den bu yana 3 yılgeçtiğini ve 3 yıldır adalet taleplerinin devam ettiğinisöyledi. Açıklamada şunlar söylendi:

“Engin Çeber, Alaattin Karadağ, Aydın Erdem vedaha birçok insanı, polis şiddetiyle ve işkenceylearamızdan alan hep aynı karanlıktı. Aynı karanlıkBursa’da 19 maden işçisini katletti ve her insanıncanına beş bin lira fiyat biçti. Tuzla tersanelerinde131 işçiyi ‘iş kazası’ adı altında katleden, direniştekiTEKEL ve itfaiye işçilerine saldıran yine oydu.Gerek mecliste gerek sokakta linç girişimlerinin hepbaş aktörüydü. Yetkililere göre bu karanlığın adıhassas, duyarlı vatandaşlardı.”

AdanaAdana Barış Meclisi Hrant Dink’in ölümünün

ardından üç yıl geçmiş olmasına rağmen tıpkı dahaönceki siyasi cinayetler gibi bu cinayetin de

aydınlatılmamasını protesto etti. İnönü Parkı’nda bir araya gelen Adana Barış

Meclisi üyeleri adına yapılan konuşmada HrantDink’e sıkılan kurşunların Türkiye halklarına, barışve demokrasi mücadelesine sıkıldığı ifade edildi.

Hrant Dink’in katledilişinin yıldönümünde bir

katil olan Mehmet Ali Ağca’nın serbest bırakıldığı ve

kahramanlar gibi karşılandığı, Ağca’nın katlettiği

Abdi İpekçi cinayetinin ardındaki gerçeklerin

aydınlığa kavuşturulamadığı ifade edildi.

Bursa Setbaşı/Mahfel önünde toplanan Hrant’ın

arkadaşları, sendikalar ve aralarında BDSP’nin debulunduğu ilerici devrimci kurumlar “19 Ocak’taHrant için adalet için! Katili tanıyoruz, adaletistiyoruz!” pankartı açarak sloganlarla KentMüzesi’ne doğru yürüyüşe geçtiler.

Kent Müzesi önüne gelindiğinde Hrant’ınarkadaşları adına Rüstem Avcı basın açıklamasıgerçekleştirdi. Hrant Dink cinayetinin arkasındakiasıl gücün devlet olduğunun belirtildiği açıklamabezirganlar saltanatına karşısında aslasusulmayacağı ifade edilerek sona erdi.

Eyleme yaklaşık 200 kişi katıldı.

EskişehirEskişehir’de, aralarında BDSP, EHP, ESP-G,

TÖP, ÖDP, SDP, EMEP ve Halkevleri’nin bulunduğukurumlar, İl Sağlık Müdürlüğü önünde bir arayagelerek Adalar Migros önüne yürüyüşgerçekleştirdiler.

Burada yapılan basın açıklamasında, HrantDink’in katillerinin hala cezalandırılmadığınadeğinilerek katillerin yıllardır olduğu gibi yineaklanmaya çalışıldığı vurgulandı. Açıklamada,Selendi’de ve Edirne’de gerçekleştirilen saldırılarlakontrgerilla devletinin gerçek yüzünün bir kez kezdaha ortaya çıktığı da ifade edildi.

Eylemde, Alaattin Karadağ yoldaşın fotoğraflarıda taşındı.

AnkaraAnkara’da gerçekleştirilen iki ayrı eylemle Hrant

Dink anıldı. SSK İş Hanı önünde toplanan TKP, ÖDP, EMEP,

TMMOB, KESK ve Hrant’ın Arkadaşları YükselCaddesi’ne yürüyüş gerçekleştirdi.

Açıklamada Hrant Dink’in katledilmesininardından devletin bütün kurumlarıyla soruşturmanınsağlıklı yürütülebilmesinin önüne geçtiği söylendi.

750 kişinin katıldığı eylemin ardından Türk-İşönüne bir yürüyüş gerçekleştirilerek TEKEL işçileriziyaret edildi.

Bir diğer eylem de İHD Ankara Şubesi, ÇHDAnkara Şubesi, Ankara Halkevleri, SES AnkaraŞubesi, BDP, EHP, Sosyalist Parti Ankara İlÖrgütleri, ESP-G, Ekmek ve Özgürlük, TÜM-İGD,Kaldıraç, Aka-DER, DHF, Ankara 78’liler Birlik veDayanışma Derneği, Devrimci 78’liler Federasyonuve TÖP tarafından gerçekleştirildi.

Yüksel Caddesi’nde gerçekleştirilen basınaçıklamasında, geçmişte gerçekleştirilen katliamlarada vurgu yapılarak işlenen faili meçhul cinayetlerinaydınlatılmadığı ve karanlığın devam ettiğivurgulandı.

400 kişinin katıldığı eyleme BDSP de destekverdi.

Kocaeli Kocaeli Barış Meclisi’nin düzenlediği ve çeşitli

devrimci ve demokrat kurumların da destek verdiğiHrant Dink anması için Yürüyüş Yolu’ndan İnsanHakları Parkı’na yüründü. Eylemde, “Faili meçhulleraydınlatılsın, sorumlular yargılansın!’’ pankartıaçılırken, yürüyüş çoşkusu ile Kocaeli halkınınilgisini çekti. Açıklamada topluma şoven, milliyetçianlayışların ve sivil linç kültürünün dayatıldığısöylendi. Emekçilerin hangi milletlere mensup olursaolsun çıkarlarının ortak olduğu söylendi.

Açıklamada Alaattin Karadağ da unutulmadı,sloganlarla selamlandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul - Adana - Bursa Eskişehir - Kocaeli - Ankara

Katil devlet hesap verecek!10 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Binler katledilişinin 3. yılında Hrant için buluştu...

Faşizme inat, kardeşimsin Hrant!

19 Ocak 2010 / Agos önü

19 Ocak 2010 / Adana

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Ankara’ya akan on binlerce işçi TEKEL direnişiylesınıf dayanışmasını yükseltmek ve sermayeninsaldırılarına cevap vermek için 17 Ocak günüalanlardaydı. Mitinge 70 bin civarında işçi ve emekçikatıldı.

Coşku, kararlılık ve kitleselliğin hakim olduğumitinge “Genel grev-genel direniş!” sloganı damgasınıvururken Türk-İş bürokrasisine yönelik tepkiler demiting alanındaki platformu işgal eden TEKEL işçilerinezdinde ortaya çıktı.

Sabah erken saatlerde Ankara’ya ulaşan yüzlerceotobüs hipodrom alanına giriş yaptı ve Ankara Garıönünde kortejler oluşturuldu.

Soğuk havaya rağmen Türk-İş’e bağlı bazısendikaların kitlesel katılımı göze çarparken DİSK,KESK, TMMOB ve TTB ise sınırlı sayıda bir katılımlamitingde yer aldılar. İlerici, devrimci ve sol güçler depankart ve flamalarıyla yürüyüş ve alandaki yerlerinialdılar.

“Ekmek, Barış ve Özgürlük için Demokrasi veHaklar! / Türk-İş” ana pankartının yer aldığı mitingeTes-İş, Belediye-İş, Yol-İş ve Türk Metal sendikalarınınkatılımı dikkat çekti. Türk-İş’e bağlı diğer sendikalar damitinge pankartlarıyla katıldılar. Belediye-İş üyesiitfaiye işçileri de pankartları ve ilgi odağı olandövizleriyle dikkat çektiler.

DİSK’e bağlı sendikalardan ise Genel-İş, Sosyal-İş,Dev Sağlık-İş ve Genç-Sen de pankartlarıyla mitingekatılım sağladılar. KESK’e bağlı sendikaların katılımıAnkara şubeleri üzerinden gerçekleşirken, bu sayıoldukça sınırlıydı. Mitinge katılımın yoğunluğu mitingalanının dışına taşan kitleyle kendini gösterirkenSıhhiye Meydanı’ndaki platformun en önünde TEKELişçileri yer aldı.

İlerici devrimci kurum ve güçler de SıhhiyeMeydanı’na kortejler oluşturarak yürüdüler. BDSP,DHF, ESP-G, Halkevleri, TKP, ÖDP, EMEP, DİP,Devrimci Proletarya, ODAK, Tüm-İGD, Kaldıraç,SODAP, Partizan, Alınteri ve PDD mitingdeki yerlerinialdılar.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu da (BDSP)yürüyüş ve alanda “Sosyal yıkım saldırılarına karşıgenel grev, genel direniş! / BDSP” pankartıyla yeralırken “Alaattin yoldaş ölümsüzdür! Devrimcilerölmez devrim davası yenilmez! / BDSP” pankartı damiting boyunca taşındı.

BDSP kortejinde ayrıca Metal İşçileri Birliği imzalı“Direnen işçiler yol gösteriyor! İşçilerin birliğisermayeyi yenecek!” ve TEKEL Direnişiyle DayanışmaKomitesi imzalı “TEKEL, Entes, Esenyurt, itfaiye...Zafer direnen işçilerin olacak!” pankartları da taşındı.

BDSP kortejinden “Yaşasın sosyalist işçi-emekçiiktidarı!”, “Çözüm devrimde kurtuluş sosyalizmde!”,“Genel grev-genel direniş!” sloganları yükseldi.Türk-İş, miting programını tüm kortejler alanagirmeden başlattı. Kürsüden söz alan TEKEL işçisiHatice Konak, 4 gündür Ankara sokaklarındayaşadıkları zorlukları anlattı.

TEKEL işçisinin ardından direnişteki itfaiye işçileriadına konuşan Vedat Kaya, TEKEL işçilerinindirenişini selamlayarak başladı. Sendikalı olmalarınınardından karşılaştıkları baskı ve engellemeleri aktaranitfaiye işçisi, kazananın işçi sınıfı olacağını belirterekkonuşmasını noktaladı.

Mitingin son konuşmacısı olarak kürsüye gelenTürk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nunkonuşması sık sık sloganlarla kesildi.

İşçilerden kürsü işgali

Kumlu’nun konuşmasında genel grev çağrısınıbekleyen TEKEL işçileri konuşmanın bitimindeplatforma çıkarak kürsüyü işgal ettiler. Uzunca bir sürekürsüde kalan ve sendika yöneticilerinin ısrarlarınarağmen kürsüyü terk etmeyen TEKEL işçileriKumlu’nun tekrar kürsüye çıkmasını ve genel grev ilanetmesini istediler.

“Biz buraya konser dinlemeye gelmedik” diyenTEKEL işçileri Türk-İş’e bağlı sendikaların genel grevçağrısı yapan konuşmalarının ardından kürsüden indiler.Geçen süre içerisinde ise miting alanında da dağılmalaryaşandı. Sendika bürokratları, kürsü işgali sırasındadevrimci kurumların pankartlarını kapatma çabaları daboşa düşürüldü. Sendika yöneticilerinin bu tutumunakarşı çıkan işçiler duruma müdahale ettiler.

İşçiler Türk-İş binasını bastı

Kürsü işgalinin ardından Sakarya’daki Türk-İşGenel Merkezi binası önüne dönen TEKEL işçilerininöfkesi buradaki bekleyişe de yansıdı. TEKEL işçileri“Kumlu istifa!”, “Türk-İş göreve genel greve!”, “Bizi

satanı biz de satarız!” sloganlarıyla Türk-İş GenelMerkezi binasına girdilerYöneticilerin katına kadarçıkan işçiler protestolarını bir süre devam ettirdiler.

Dışarıda öfkeli bir biçimde bekleyişlerini sürdürenbinlerce TEKEL işçisine seslenen Türk-İş GenelSekreteri ve Tek Gıda-İş Genel Başkanı MustafaTürkel, başta Türk-İş olmak üzere diğer emekörgütlerine de eleştiriler yöneltti. Genel grevinörgütlenmesi gerektiğini söyledi.

Kızıl Bayrak / Ankara

Kocaeli’de TEKEL’e destek çağrısı

Kocaeli sınıf devrimcileri, TEKEL işçilerinin mücadelesini Kocaelili işçi ve emekçilere taşıyor vedirenişin sahiplenilmesi gerekliliğini ifade ediyor.

TEKEL işçilerinin direnişini selamlayan ve eylemli sınıf dayanışmasının geliştirilmesinin önemini anlatanBDSP imzalı bildiriler sabah saatlerinde İzmit’in işçi duraklarına, Halkevi ve Kandıra Sapağı’nda işçilereulaştırıldı. Ayrıca Derince Erzurumlular Mahallesi’ne de dağıtılan TEKEL bildirileri emekçiler tarafındanilgiyle karşılandı. Mahalle halkı ile kurulan diyaloglarda TEKEL işçilerinin haklı mücadelesi anlatıldı.

Kızıl Bayrak / Kocaeli

TEKEL’de direniş kazanacak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

TEKEL direnişiyle dayanışma büyüyor...

Demiryolcular açlık grevi yaptıTEKEL işçileriyle dayanışmayı yükseltmek, meclise gelmesi beklenen demiryolu yasasının yaratacağı

sonuçlara ve TCDD’nin özelleştirilmesi saldırılarına dikkat çekmek amacıyla BTS üyesi demiryolu emekçileri20 günü bir günlük açlık grevi yaptılar.

Açlık grevine saat 17.00’de son veren BTS’lilere KESK İstanbul Şubeler Platformu da destek verdi.

Sinter işçilerinden TEKEL direnişine destek...Sinter Metal işçileri, Ankara’da açlık grevi eylemlerini sürdüren TEKEL işçilerinin şu ifadelerle selamladı:“(...) Böyle bir dönemde Ankara’nın soğuğunda bütün işçileri yüreklendirecek bir mücadele içerisine

girdiniz. Sizin mücadeleniz sayesinde işçilerin zincirlerini kırma umudu büyümüştür. Mücadelenizin başka birözelliği de tabandan doğru sendikaya yüklenmenizdir. İşçileri zafere ulaştıracak olan kararlılıklarıdır. Biz SinterMetal direnişçileri olarak, mücadele alanlarımız birbirine uzak olsa bile yüreklerimizin daima sizlerle attığınısöylemek istiyoruz. Yaşasın sınıf dayanışması!”

Adana’da dayanışma eylemleriTEKEL işçilerine, direnişlerinin başladığı günden bu yana güçlü bir destek vermeye çalışan Krize Karşı

Emek ve Demokrasi Platformu TEKEL işçilerinin Ankara’da toplandığı 15 Ocak günü tam gün eylemdeydi.Saat 17.30’a kadar İnönü Parkı’nda bekleyen kitle buradan AKP’ye doğru yürüyüşe geçti. Polisin kitleyi

kaldırımdan yürümeye zorlaması üzerine tartışma yaşandı. AKP önüne gelindiğinde bir süre sloganlar eşliğinde halay çeken kitle adına hazırlanan basın metnini BES

Adana Şube Başkanı Sinan Tunç okudu. 17 Ocak Pazar günü Beşocak Meydanı’nda toplanan platform bileşenleri, “Direnen TEKEL işçileri

kazanacak” pankartı açıp Çakmak Caddesi’ni trafiğe kapatarak İnönü Parkı’na yürüdü. Kızıl Bayrak / Adana

On binlerce işçi ve emekçi Ankara’da haykırdı...

“Genel grev-genel direniş!”

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

TEKEL işçilerinin 15 Aralık günü yaktığı direnişateşi Ankara sokaklarını ısıtmaya devam ediyor. 15Ocak günü direnişlerinde yeni bir sayfa açan TEKELişçileri Türk-İş Genel Merkezi’nde ilk olarak 3günlük oturma eylemine, ardından da açlık grevinebaşladılar. Türkiye’nin dört bir yanından eşleriyle birlikteAnkara’ya gelen işçiler hafta boyunca soğuk havayarağmen bekleyişlerini sürdürdüler. Gazetemiz yayınahazırlandığı sırada TEKEL işçilerinin 3 günlük açlıkgrevi sürüyordu. İşçiler bu eylemlerinden de sonuçalamazlarsa ölüm orucuna başlayacaklar.

Direnişin 31. günüTEKEL işçilerini 14 Ocak günü Avrupa’dan

destek için gelen uluslararası heyet ziyaret etti. Sabaherken saatlerde Türk-İş Genel Merkezi önündetoplanmaya başlayan TEKEL işçilerine diğerşehirlerden Ankara’ya gelen işçiler de katıldı.Heyet, ilk önce alana sonrasında ise Türk-İş binasınagirdi. Daha sonra dışarı çıkan heyet içerisinde yeralan sendika temsilcileri TEKEL işçilerineseslendiler.

Direniş alanında, sınıf devrimcileri “DirenişinSesi”nin 4. sayısının dağıtımını gerçekleştirdiler.Dağıtıma bazı işçiler de katılırken gün boyuncaalanda bekleyen sınıf devrimcileri işçilerle direnişüzerine sohbetler gerçekleştirdiler.

Direnişin 32. günüÇantaları, tabureleri, battaniyeleri ve beyaz

kefenleriyle gelen işçiler coşkulu sloganlarla destekiçin gelen kurumları ve çeşitli illerden gelenarkadaşlarını karşıladılar. On bini aşkın işçi saat16.00 sıralarında Türk-İş önünde kitlesel oturmaeylemine başladı.

İşçileri gün boyunca ileri devrimci kurumlar vesendikalar ziyaret etti. Ziyaretlerin sürekli devamettiği Türk-İş Genel merkezi önüne öğle saatlerinedoğru Sıhhiye’de toplanan DİSK, KESK, TMMOB,TTB yürüyüş gerçekleştirdi. DİSK, KESK veTMMOB başkanları kitleye seslendi.

BDSP de Sakarya Meydanı’nda buluşarak“Sosyal yıkım saldırılarına karşı genel grev geneldireniş” pankartıyla alana girdi.

Direnişin 33. günüDirenişin 33. günü olan 16 Ocak günü de Türk-İş

önünde soğuk havaya rağmen bekleyişle geçti. Kitlesel oturma eylemi gece boyunca halaylar,

türkülerle sürdü. TEKEL işçileri gruplar oluşturaraksohbetler gerçekleştirdi. Devrimci türkü vemarşlarıyla Grup Yorum, direniş alanında işçilerekısa bir dinleti ile destek sundu. Naylonlarlaoluşturulan çadırlarla Türk-İş Genel Merkezi’ninönü adeta ‘çadır kente’ büründü. Soğuk havanedeniyle işçiler arasında rahatsızlık geçirenler oldu.

Direnişin 34. günü17 Ocak Pazar günü TEKEL direnişiyle

dayanışma mitingine katılan TEKEL işçileri Türk-İşGenel Başkanı’nın konuşması sırasında kürsüyüişgal ettiler. Türk-İş’in genel grev çağrısıyapmamasına tepki gösteren TEKEL işçileri Türk-İşBaşkanı Mustafa Kumlu’yu istifaya çağırdılar.TEKEL işçileri mitingin ardından Türk-İş GenelMerkezi önüne döndüler. Türk-İş’e tepki göstermeye

devam eden işçiler binaya girerek sendikabürokrasisine karşı tepkilerini dile getirdiler.

Direnişin 35. günüİşçilerin soğuk havaya rağmen bekleyişi 35. günde

de devam etti. Oturma eyleminin son gününde işçileredestek ziyaretleri sürdü. TEKEL işçileri bir gün sonrabaşlayacak olan 3 günlük açlık grevine hazırlandılar.

Direnişin 36. günüSabah saatlerinden itibaren açlık grevi için isim

yazdırmak üzere uzun kuyruklar oluşturan işçilerdenilk etapta 100 kişi açlık grevine girdi.

Açlık grevinden önce Türk-İş binası önündeyapılan basın açıklamasında TEKEL işçilerininonursuz, köle gibi yaşamaktansa, onurlu ölmeyi tercihettiği söylendi. Açlık grevinin yeri konusundaişçilerin sendikaya karşı tepkileri de gözden kaçmadı.İşçiler Türk-İş binasının içine sıkıştırılmaya çalışılanaçlık grevinin dışarıda ve daha kitlesel olması

gerektiğini ifade ettiler. Saat 13.00’te TEKEL direnişi ve gündemdeki

diğer sorunları görüşmek için biraraya gelen işçi vememur konfederasyonlarının görüşmesinden TEKELişçilerinin beklediği “genel grev” kararı çıkmadı.Toplantıda, görüşmeleri sürdürerek eylem planıçıkarma kararının alındığı söylendi.

Direnişin 37. günüİşçiler açlık grevine giren arkadaşlarına destek

olmak için mücadeleyi büyütme karalılıklarınısürdürdüler. 140 işçi açlık grevine devam etti.

Türk-İş, KESK’in ve DİSK’in “genel grev”çağrısına cevap verdi. 21 Ocak günü saat 15.30’daişçi ve memur konfederasyonlarının toplanmasınakarar verildi. Ankara emek ve meslek örgütleri deTEKEL direnişiyle dayanışma amacıyla ortak eylemprogramı açıkladı.

Kızıl Bayrak / Ankara

“Ölmek var, dönmek yok!”12 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

TEKEL direniş günlüğü

Ankara’dan sınıf devrimcilerinin kuruluşunaöncülük ettiği TEKEL Direnişiyle DayanışmaKomitesi’nin TEKEL işçileriyle dayanışma amacıyladüzenlediği etkinlik gerçekleştirildi. 17 Ocak Pazargünü Ankara Sanat Tiyatrosu’nda yapılan etkinliğeoldukça coşkulu bir hava hakimdi.

150 işçinin katıldığı etkinlik, işçi sınıfının haklımücadelesine hayatını adamış devrim ve sosyalizmşehitleri adına yapılan saygı duruşu ile başladı.

Açılışta TEKEL Direnişiyle Dayanışma Komitesiadına bir konuşma yapıldı. Komitenin birincilamacının, TEKEL direnişinin sesini tüm Ankaralı işçive emekçilere taşımak olduğunu belirten komitesözcüsü, bunun için birçok aracın kullanıldığını belirtti.

TDDK adına yapılan konuşmanın ardından TEKELişçilerinin direniş sürecini anlatan sinevizyon gösterisigerçekleştirildi.

Ardından kürsüye Tersane İşçileri Birliği DerneğiBaşkanı Zeynel Nihadioğlu çağırıldı. Sermayesınıfının saldırılarından bahseden Nihadioğlu, busaldırılara karşı işçi sınıfının bir bütün olarak hareketetmesi gerektiğini ve TEKEL direnişinin bu anlamdaönemli bir yerde durduğunu belirtti. Ayrıca direnişinkendiliğinden ilerleyişine karşı, komiteleşmeye giderektabandan gelişecek bir örgütlenmenin ihtiyacının hayatibir noktada olduğunu belirtti.

Nihadioğlu’ndan sonra kürsüye Entes direnişçisiGülistan Kobatan çıktı. Kobatan, kriz bahanesi ileişten atmaların meşrulaştırılmaya çalışıldığını ve krizinfaturasına karşı mücadelenin tek yolunun fiili-meşru-militan direniş olduğunu belitti. Sermaye sınıfınıntopyekün bir saldırı içerisinde olduğunu belirtenKobatan, TEKEL işçilerinin önündeki en büyükengellerden birinin de sendika bürokrasi olduğunubelirtti.

Kobatan’ın konuşmasının ardından YavuzCanpolat, ezgileri ile işçi ve emekçilere seslenerekTEKEL direnişinin yanında olduğunu belirtti.

Programın devamında Ve Sanat Tiyatrosu’nunhazırlamış olduğu Hacivat-Karagöz gölge oyunusunuldu. Oyunda mevcut sömürü sisteminin adınınkapitalizm olduğu ve buna alternatif olarak sosyalistsistem için mücadele edilmesi gerektiğini anlatıldı.

Oyunda, emek-sermaye arasındaki çelişkinin işçi sınıfılehine çözülmesi ve işçi sınıfının iktidara gelmesi içinsınıfın komünist bir işçi partisinde örgütlenmesigerektiği vurgulandı.

Gölge oyunun ardından sahneyi Tadal direnişçisiMuharrem Şahin aldı. Kendi direniş sürecini işçilerlepaylaşan Şahin, devrimci ezgileri ile TEKEL işçilerineseslendi.

Şahin’in ardından çıkan Diyarbakır TEKEL işçisiKürtçe ve Türkçe ezgileri ile işçilere seslendi.Parmaklarına cop yemesine rağmen sahneyebağlamasıyla çıkan işçi, bu yönüyle Victor Jara’yıanımsattı.

Serbest kürsü bölümü etkin tartışmalara sahne oldu.BDSP temsilcisi, mücadelenin ekonomik mücadele ilesınırlı kalmaması gerektiğini belirterek sınıf bilincininönemini vurguladı. Bu açıdan taban örgütlenmelerininönemli bir yerde durduğunu belirtten BDSP temsilcisi,sınıfın düzen partilerinden bir beklentilerinin olmamasıgerektiğini vurguladı. Bu açıdan sınıfın, kendi iktidarıiçin mücadele etmesi gerektiğini söyleyerek, sınıfıdevrim ve sosyalizm mücadelesine çağırdı.

Sincan İşçi Derneği Başkanı ise direniş ve işçikomitelerinden bahsetti. Birer taban örgütlülüğü olanbu komitelerin işlevini ayrıntılı bir şekilde anlattı.

TEKEL işçileri ise konuşmalarında sendikadan birşey beklemediklerini belirttiler. Taban örgütlenmesineolumlu yaklaşan işçiler, bu konuda somut adımlaratılabileceğini vurguladılar.

Kızıl Bayrak / Ankara

TEKEL işçileriyle dayanışma etkinliği

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Yeni mücadele yılının ilk haftasındagerçekleştirilen Metal İşçileri Birliği (MİB) MerkeziYürütme Toplantısı dört gündem başlığı üzerindenyürütüldü.

İşkolunda durum, sendikal durum, MİB’indurumu ve yeni dönemin planlanması ve bültendeğerlendirmesi ve yeni sayının planlamasıbaşlıklarının masaya yatırıldığı toplantıdakitartışmalar daha çok MİB’in çalışma düzeni ve tarzıüzerinden yürütüldü. Bununla birlikte işkolu vesendikaların durumu üzerine yapılanbilgilendirmelerden hareketle önümüzdeki dönemeilişkin hedefler belirlendi.

Bülten üzerine değerlendirmeler ve yeni sayıyailişkin planlama yapıldı.

Metal İşçileri Birliği Merkezi YürütmeToplantısı Sonuçları şöyle özetlenebilir:

Çalışma tarzı ve işleyişine ilişkin:1- İl ve bölgelerde aylık düzenli geniş katılımlı

birlik toplantılarının yapılmalı ve bu toplantılarınmerkezi toplantılarla ilişkili olarakgerçekleştirilmelidir.

2- Merkezi Yürütme toplantıları da aylıkperiyotlarla yapılmalıdır.

3- Belirlenecek bir tarihte yılda bir kez genişkatılımlı merkezi Birlik toplantıları yapılmalıdır.

4- Hedef alanlar ve sendikal merkezler düzenliolarak takip edilmeli ve toplantılara bu alanlarla ilgiliraporların sunulması yerleşik bir tarz halinegetirilmelidir. Bu konuda bir işbölümüne gidilmişbulunmaktadır.

5- İşkolunun ve sınıfın genel gündemlerine refleksmüdahaleler yapmak üzere Birlik adına düzenliaçıklamalar yapılacaktır. Merkezi Yürütme bukonuda sorumluluğu üstlenecektir.

6- Yayınlara Birlik adına ve işkoluyla ilgili düzenliyazı yazılacaktır. Bununla birlikte Birlik’in çalışmave etkinlikleri gecikmeksizin haberleştirilmelidir.

7- Tüm bu işleri başarıyla yürütebilmenin koşuluözellikle Birlik Merkezi Yürütmesi arasındakiiletişimin daha sıkı ve rahat olmasıdır. Bunun içinözellikle internet iletişim adresinin daha etkinkullanılması gerekmektedir.

Dönemsel hedefler:1- Önümüzdeki dönemin öncelikli hedeflerinden

biri Birlik’in tanıtımı olacaktır. Tanıtım esas olarakBirlik’in misyonuna uygun bir pratiği örgütlemesinebağlı olmakla birlikte, yeni kurulan ve programınıyayınlayacak olan Birlik’in özel toplantıları ve birebirilişkiler yoluyla ileri-öncü işçilere tanıtılmasıdönemin başlıca görevlerinden biridir. Tüm birlikbileşenleri bu doğrultuda bir planlama yapmalıdırlar.

2- Bu hedefe bağlı olarak program, son şekliverilerek en kısa zamanda basılacaktır.

3- Birlik adına genel planda yapılacak politikmüdahaleler esas olarak fabrika temelimizigüçlendirdiğimiz ölçüde amacına ulaşacaktır. Bunedenle tüm yerellerin önümüzdeki süreçte yüzlerinifabrika çalışmasına dönmesi, somut hedeflerbelirlemesi ve giderek fabrika zemininde, gerek Birlikadına ve gerekse de daha özgün biçimler altında bir

politik çalışmayı örgütler hale gelmeleri birzorunluluktur.

4- Önümüzdeki yaz döneminden itibarenbaşlayacak yeni TİS dönemi var. Bu dönem Birlikiçin önemli bir sınav olacaktır. Bu döneme etkili birhazırlık kapsamında, şimdiden konuyla ilgili her türlümateryali toparlayarak bir dosya hazırlayacak.Bununla birlikte hem sürece müdahalemiziplanlamak, hem Birlik bileşenlerini eğitmek ve hemde etkili ilk müdahaleyi yapmak üzere yaz başındayapılmak üzere bir “TİS Sempozyumu”gerçekleştirmeliyiz.

5- Sürmekte olan ve sınıf hareketinin bir eşiğiaşması açısından son derece önemli olan TEKELdirenişiyle dayanışmak ve direnişi genel bir sınıfdirenişine doğru büyütmek üzere gerek fabrikadüzeyinde ve gerekse sendikalar düzeyinde birçalışma planı oluşturulmalıdır. Konuyla ilgiliçıkarılacak bildiri gibi araçların yanısıra,fabrikalardan dayanışma gösterileri örgütlemeyihedeflemeliyiz.

Ayrıca bu çerçevede sendikalarımızı harekete

geçirecek bir basıncı örgütlemeyi de mutlaka gözönünde tutmalı, dayanışma görevinden uzak duransendika yönetimlerine karşı etkili bir muhalefetiörgütlemeliyiz.

Bültenle ilgili olarak:1- Bültenin işlevine uygun bir içeriğe

kavuşturulması en önemli sorunumuzdur. Bubakımdan sorunumuzun çözümü hem fabrikazemininde ve hem de işkolu düzeyinde daha etkin birpolitik müdahale kapasitesi ortaya koymamızabağlıdır. Bununla birlikte politik müdahalenin enönemli araçlarının başında gelen bülteni de yeterincedeğerlendiremiyoruz. Gerek fabrikalardaki sorunlarailişkin ve gerekse de işkolu düzeyinde hemen hersorunu Birlik’in çizgisi temelinde değerlendirerekyazılı hale getirip bültene iletmeliyiz.

2- Bültenin yeni sayısı Şubat sayı olarak çıkacak.Bu nedenle yazı katkılarının en geç Ocak ayının20’sine kadar gönderilmesi gerekmektedir.

Metal İşçileri Birliği Merkez Yürütmesi

Yaşasın Metal İşçileri Birliği Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Metal İşçileri Birliği Merkez Yürütme Toplantısı Sonuçları

Şafak Makina’da patron-polis işbirliği!

14 Ocak günü Samandıra’da yedek parça üretimi yapan ŞafakMakina’ya Metal İşçileri Bülteni’ni dağıtmaya giden sınıfdevrimcileri fabrikanın güvenliğinin saldırgan tutumuylakarşılaştı. Fabrika yetkililerine haber verilmesinin ardındanyaklaşık 15 kişilik bir güruh dağıtım yaptırmayacaklarınısöyleyerek sınıf devrimcilerinin üzerine yürüdü. Bir süre sonra isepolise haber verildi. İşçilerin servislerine binmesinin ardındanoradan ayrılan sınıf devrimcilerinin önü bu kez de sivil polislertarafından kesildi. “Hakkınızda şikayet var” diyerek GBT kontrolüdayatan sivil polislerden biri “Bir daha gelirseniz gözaltına alırım”şeklinde tehditte bulundu ve işçilere ve sınıf çalışmasına yönelikpatron-polis işbirliğini bir kez daha gözler önüne sermiş oldu.

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

246. gün…Fabrika önündeki bekleyişim sırasında daha önce

ara ara sohbet ettiğim kuryelik yapan bir işçi ilesohbet ettik. Dayanışma gecesinden bahsedip biletsattım. “Ne tuhaf dimi sen burada direniyorsun bende Entes patronlarının yani düşmanların zarflarınıgetiriyorum” diyordu. Bazı şeylerin bilincinde olanbir işçi, fakat mücadele noktasında hiçbir şeyyapmıyor. Bunu da “Bu işçilere güven olmaz,bunlardan bir şey çıkmaz” diye gerekçelendiriyordu.Aslında tam da sermayenin istediği gibi düşünüyor.“Güvenmeyeceksin, birleşmeyeceksin, korkacaksınve hakkını aramayacaksın”. Birçok işçi de aynenböyle düşünüyor “Benden başkasına güven olmaz”diye. Oysa ki biz aslında kendimize güvenmiyoruzdemektir. Hiçbir zaman karamsarlığa düşmedikçünkü biliyoruz ki tarih işçiler nezdinde bu koşullarıda tersine çevirmiştir ve çevirecektir de.

Sinter Metal işçilerinin yanına gidip onlarlasohbet ettik. Ankara’ya TEKEL işçilerinin yanınagidip gitmeyeceklerini sorduk. Onlar da maddiimkânsızlıklardan kaynaklı gidemediklerinisöylediler. Ama sendikalardan doğru araçayarlayabilirsek birkaç kişi gideriz dediler.

247. gün…Kışın soğuğunda ellerimiz ve ayaklarımız donsa

bile fabrika önünde bekleyişim devam etmektedir.TEKEL işçileri ile aynı koşulları paylaşmanın verdiğirahatlıkla (çünkü hiçbir şey yapmayıp sadecekonuşmak en kolayıdır) ve kavgaya olan inancımladirenişimi sürdürüyorum. (...)

DİSK, KESK, Türk-İş ve birçok kurumunkatıldığı Kartal’da TEKEL direnişi ile dayanışmaeyleminde yer adım. (...)

248. gün…Öğleden sonra Sarıgazi’de, polisin PSVK’yla

beraber son zamanlarda daha da arttırmış olduğusaldırılar, keyfi gözaltılar ve gözaltında kaybetmelerile ilgili hazırlanmış bildiri dağıtımımızıgerçekleştirdik. Demokrasi Caddesi’nden başlayıpCumartesi Pazarı dağıtımıyla da bildirilerimizi işçi veemekçilere ulaştırdık. Dağıtımın ardından hercumartesi yapılan polis terörünü lanetleme eyleminekatıldım. Bu hafta yapılan eylem 19 Ocak’ta ölüm yıldönümü olması nedeniyle Hrant Dink’e adandı. (...)

249. gün…Cumartesi günü Ankara’ya gelecek olan

arkadaşlarla birlikte yediğimiz akşam yemeğininardından Ankara’ya gidecek olan araçlara doğru yolaçıktık(..).

Düzenli kortej kurarak pankart ve flamalarımızlamiting alanına girdik. Oldukça kalabalık vecoşkuluydu. Mitingde TEKEL işçileri kürsüyü işgaletti ve sendikalarına seslenerek “İşçine sahip çık, bizisatarsan biz de seni satarız!” dedi. Biz kimseyisatmadık diyen ve işçileri kürsüden indirmeye çalışıpşube başkanlarını kürsüye çağıran sendikatemsilcileri, TEKEL işçisi ve kitleler tarafındanyuhalandı. Tepki, “kürsü işçinindir!” sloganlarıylasürdü. (...)

Daha önceki güncemde belirttiğim gibi TEKELDirenişiyle Dayanışma Platformu’nun düzenlediğietkinliğe katıldım. Bir kısım TEKEL işçisinin dekatıldığı etkinlikte işçi komitelerinin önemi, direnişin

sınıfın tümüne mal edilmesi gerektiği ve sınıfdayanışması üzerinden vurgular yapıldı. (...)

250. gün…Tüm günümü TEKEL direniş çadırlarını dolaşarak

Türkiye’nin dört bir yanından gelen TEKEL işçileriile konuşarak geçirdim. Şunu söylemeliyim ki;TEKEL işçileri arasında şu ana kadar hiçbir direnişyerinde görmediğim düzeyde sıkı bir kenetlenme vegüven ilişkisi var.

TEKEL işçileri ile pazar günü yapılan mitingüzerine değerlendirme yaptık. TEKEL işçileri,“Göstermelik bir eylemdi, biz daha farklı bir umutlagelmiştik, yani bize çözüm getirecek bir şey olmasınıistiyorduk. Tutmuşlar sanatçı getirmişler. Biz burayakonsere değil mücadeleye geldik” diyerek sendikalarıeleştirdiler.

Diğer bir TEKEL işçisi ise bizler sendikanın“genel grev genel direniş örgütlemesi için çaba sarfedeceğiz” dedi.

(...) Bu yüzden yaptığımız her konuşmada TEKELişçilerinin Türk-İş yöneticilerine iş yaptırması içinkararlar alıp sendikaya uygulatmasını vurguluyoruz.TEKEL işçisi bunların da farkında çok kısa bir süredebir şekilde bunu da aşacaklarını düşünüyorum. Pazargünü miting sonrası Türk-İş binasını işgal etmeleri“gün gelecek devran dönecek Türk-İş işçiye hesapverecek” demeleri bunun zemininin olduğunun birgöstergesidir.

251. günÇadır çadır dolaşarak işçilere, TEKEL direnişine

destek için geldiğimi ve Entes direnişinin sürecinianlattım. Onlar da daha iyi kavrayabilmek içinsorular sordu ve Entes işçilerinin bana destek vermesigerektiğini söylediler. (...)

TEKEL Direnişiyle Dayanışma Komitesin’ninçıkarttığı “Direniş güncesi” adlı bültenin dağıtımını,TEKEL işçilerine sohbetler gerçekleştirerek yaptık.

Bültende “genel grev-genel direniş” vurgusuhakimdi. Ayrıca Arınç’ın yaptığı açıklamaya da yerverildi. Konuştuğum TEKEL işçileri Arınç’ınkonuşmasının göstermelik bir şey olduğunubildiklerini ifade ederek 4/C ‘yi kabuletmeyeceklerini belirttiler.

Dağıtım sırasında Ankara emekçilerindenolduğunu söyleyen bir kadın bana karanfil uzattı ve“sizi tebrik ediyorum. Mücadelenizi kutluyorum. Herzaman yanındayız” diyerek yanımdan ayrıldı.

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan

Entes’te direniş kazanacak!14 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Her geçen gün iş cinayetleri listesine yenileri ekleniyor. 19 Ocak Salı günü Fatih Gedikpaşa’da yaşananiş cinayetinde beş işçi yaralandı, biri çocuk iki işçi hayatını kaybetti. Ayakkabı atlöyesinde meydana gelenpatlama kurutma fırını neden oldu.

Olayın ardından edinilen bilgilerde ise sermayenin kar hırsıyla kuralsızlaştırdığı çalışma yaşamının tümkirli yanları ortaya çıktı. İşçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin yokluğundan sigortasız çalıştırmaya, uzunmesailerden çocuk işçi sömürüsüne kadar bir dizi sorun bu patlamayla tekrar ortalığa saçıldı.

Ölen işçilerden Mehmet Şerif Olgun’un (26) uzun bir süredir işsiz olduğu ve 15 yaşındaki yeğeniSüleyman Olgun’la birlikte patlamanın yaşandığı atölyede aynı gün iş başı yaptığı öğrenildi. İşçilerin,patlama sonrası çıkan yangın nedeniyle öldüğü açıklanırken, çevrede çalışan işçiler atölyede bir yangınsöndürme tüpünün bile olmadığını söylüyorlar.

Bölgede, günde 14-16 saat parçabaşı çalıştırılan işçilerin çoğunun sigortası bulunmuyor. Haftalıkaldıkları 100-120 lirayla aylık kazançları asgari ücrete bile denk gelmeyen işçilerin azımsanamayacak birkısmı ise çocuk. Uzun süre iş bulamayan işçiler, ‘son şans’ olarak değerlendirdiği Gedikpaşa’da iç içegeçmiş atölyelerde sağlıksız ve güvensiz koşullarda çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Uzun çalışma saatleri,işçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin olmayışı ile birleşince de iş cinayetleri için uygun ortam hazırlanmışoluyor.

Gedikpaşa’da aynı durumda yüzlerce atölye mevcutken Fatih Belediyesi yetkilileri ise bu gibidurumlarda sermaye uşaklarının bildik pişkinliğini takınarak, bu tip atölyelere “Gedikpaşa’dan tahliyeedilmelerinin planlandığı için” ruhsat vermediklerini söylüyorlar.

Kapitalizmin çarkları işçi kanıyla dönerken senaryo hiç değişmiyor. İşsizlikle ‘terbiye’ edilip kölelikkoşullarında çalışmaya zorlanan işçiler kar hırsına kurban gidiyor. Sermaye devletinin ‘yetkili’ organları iseolaylarda en ufak bir sorumluluk bile kabul etmiyor.

Entes direnişi güncesinden...

İş cinayetleri devam ediyor

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 15Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

İşçi ve emekçi hareketinden...Adana Balcalı’da kazanım...

Dev-Sağlık İş, Adana Balcalı Hastanesi’nde taşeronolarak çalışan işçilerin dört yıldır verdikleri mücadeleninhukuki kazanımla sonuçlanması üzerine 20 OcakÇarşamba günü basın açıklaması geçekleştirdi.

Dev-Sağlık İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğluyaptığı konuşmada; Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı’nın verdiği raporla hastanenin asligörevlerinin taşeron eliyle yürütülemeyeceğine kararverildiğini, taşeron işçilerin asıl işvereninin Rektörlükolduğunun hukuken de kanıtlandığını belirtti.

Dev-Sağlık İş Adana Şube Başkanı Mustafa Hotlarise yaptığı açıklamada kamu sağlık kurumlarında çalışantaşeron sağlık işçisi sayısının 150 bine yaklaşmaktaolduğunu söyleyerek bu kararın tüm taşeron sağlıkçalışanlarına örnek teşkil edeceğini ifade etti.

Kızıl Bayrak / Adana

Sendika ve meslek örgütlerininoturma eylemi sürüyor...

DİSK’in çağrısıyla KESK, TMMOB ve TTB ileortaklaştırılan oturma eylemi bu hafta da devam etti.“Sendikal hak ve özgürlüklerimizi istiyoruz” şiarıylaTaksim Gezi Parkı’nda biraraya gelen sendika ve meslekörgütleri, 20 Ocak’ta gerçekleştirdikleri oturma eylemiile AKP’nin 2009 yılında işçi sınıfına karşı düzenlediğisaldırıları protesto etti. TEKEL direnişinin deselamlandığı eylem sloganlarla sona erdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

BES’ten adliye önünde eylemKESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES), 20

Ocak günü saat 12.30’da ülke genelinde adliyelerönünde eşzamanlı basın açıklamaları yaparak, ücretlerdeadaletin sağlanmasını istedi.

BES İstanbul 2 No’lu Şube üyeleri, İstanbulSultanahmet Adliyesi önünde biraraya gelerek, basınaçıklaması gerçekleştirdi. Basın açıklamasınıgerçekleştiren Devrim Karaca, AKP’nin IMF’nintalimatları doğrultusunda, kamusal alanı, kamuhizmetlerini ve kamu emekçilerini tasfiye etmepolitikalarını, kamu emekçileri arasındaki ücretadaletsizliklerini büyüterek hızlandırdığını ifade etti.

Ankara’da Adalet Sarayı önünde gerçekleştirileneyleme ise TEKEL işçileri de destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sinter işçisine saldırı!20 Ocak Çarşamba günü direnişlerinin 394. gününde

olan Sinter Metal işçilerinden Yılmaz Güney, sabahdireniş alanına giderken bir saldırıya uğradı. Fabrikadaçalışan işçilerden birinin gerçekleştiriği saldırı, direnişçiişçilerin vardiya değişimi sırasında attıkları sloganlaratahammülsüzlükten kaynaklı hayat buldu. Güney,gazetemize yaptığı açıklamada saldırıyı gerçekleştirenkişinin “sendikaya üye olmayıp işten atıldığı haldedışarıdaki direnişi kırmak için gidip Sinter fabrikasındaçalışan patron yalakası” biri olduğunu ifade etti.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Arçelik işçisi eylemdeydiKoç Grubu’na ait Arçelik bünyesindeki Yıldıran

İnşaat Yükleme ve Boşaltma Tic. Ltd. Şti.’de çalışırkenişten atılan ve aylar boyunca gerçekleştirdiklerieylemlerle direnişlerine devam eden Nakliyat-İş

Sendikası üyesi işçilerin işe iade davaları kazanımlasonuçlandı. İşçiler işe iade kararının uygulanması için18 Ocak günü Tuzla’da eylemdeydi.

Limter-İş ve Halkın Kurtuluş Partisi’nin destekverdiği eylemde konuşan Nakliyat-İş Sendikası GenelBaşkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu Arçelik’teki süreciaktardı. Koç Holding’in direnişten tedirgin olduğunudile getiren Küçükosmanoğlu, Koç Holding’in işyaptırdığı tüm taşeron sözleşmelerini feshederek 20civarında taşeronda çalışan 3000 civarında taşeronişçisini bünyesine alarak Türk Metal Sendikası’na üyeyaptığını ifade etti.

Basın açıklamasının ardından işe başvuru dilekçeleritoplu bir şekilde Arçelik insan kaynakları müdürüneteslim edildi.

Kayseri’de mücadele büyütmeçağrısı

17 Ocak günü saat 14.00’te Kayseri Meydanı’ndazamlara karşı mücadeleyi büyütmek, TEKEL işçilerinindirenişine destek vermek için miting düzenlendi. KESKdönem sözcüsü Orhan Karakaya yaptığı açıklamadaelektrikten suya, sigaradan doğal gaza, ulaşımdanbenzine yapılan zamların işçi ve emekçilerin belinibüktüğünü belirterek, TEKEL işçilerinin güvencesiz,sözleşmeli olarak çalıştırılma dayatmasına karşıbaşlattıkları mücadelenin herkese örnek olmasıgerektiğini söyledi.

Türk-İş’in, DİSK bölge başkanlarının, KESKKayseri Şubeler Platformu’nun da eylemde imzalarıolmasına rağmen eyleme sembolik bile denemeyecek birkatılım sağladılar. Yaklaşık 200 kişinin katıldığımitingde Kayseri İşçi Kurultayı Hazırlık Komitesi deyer aldı.

Kızıl Bayrak / Kayseri

BALNAK’ta direniş başlıyorTürkiye’nin birçok ilinde işyerleri ve depoları olan

BALNAK Lojistik-Nakliyat’ta sendikal örgütlenmemücadelesi yürüten DİSK / Nakliyat-İş Sendikası 16Ocak günü Gebze’de eylemdeydi.

Nakliyat-İş, değişik işletmelerinde 1500’e yakınişçinin çalıştığı BALNAK Nakliye ve LojistikGrubu’nun ambalajlama ve nakliye işini yaptığıProcter&Gamble Fabrikası önündeydi. Fabrikaönünde basın açıklamasını okuyan Nakliyat-İş GenelBaşkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, fabrikada 7 Kasım2009 tarihinden bugüne kadar sendika üyesi 20 işçininişine son verildiğini aktardı.

BALNAK’ın birçok deposu, işletmesi olan bir firma

olduğunu belirten Nakliyat-İş Başkanı, her işletmeninkendileri için eylem alanı olduğunu duyurdu.Küçükosmanoğlu önümüzdeki günlerde BALNAKLojistik’in bir işyerinin direniş merkezi seçileceğini vedirenişe başlanacağını ilan etti.

Eyleme, Gebze Sendikalar Birliği adına BirleşikMetal-İş Gebze Şubesi ve Kristal-İş destek verdi.

BATİS ve BAMİS’ten eylemBursa’da, Bağımsız Tekstil İşçileri Sendikası

(BATİS) ve Bağımsız Metal İşçileri Sendikası (BAMİS)tarafından 15 Ocak’ta yapılan bir eylemle yenisendikalar yasası ve sendikal barajlar protesto edildi.Eylemde, sendikal örgütlenmenin önündeki engellerinkaldırılması talep edildi.

Kızıl Bayrak / Bursa

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’denortak eylem!

Bursa’da biraraya gelen DİSK, KESK, TMMOB veTTB, 15 Ocak’ta gerçekleştirdikleri ortak bir eylemlehükümetin piyasacı politikalarını, işçi ve emekçilereyönelik baskı ve yasakları, TBMM gündeminde olanTam Gün ve Kamu Hastane Birlikleri Yasa Tasarıları ilesefalet zamlarını protesto ederek kendilerine revagörülen %2.5 zamlı bordrolarını yaktılar. BATİS,Partizan, BDSP ve İşçi Hakları Derneği’nin de destekverdiği eyleme yaklaşık 80 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / Bursa

Çemen Tekstil’de neler oluyor?12 Ocak günü Çemen Tekstil’de sendika hakkı için

greve çıkan DİSK / Tekstil üyesi işçilerin grevi patrontarafından türlü oyunlarla kırılmak isteniyor.

Gaziantep’te Başpınar 3. Organize SanayiBölgesi’nde kurulu bulunan Çemen Tekstil’dekisaldırılara ilişkin DİSK Genel Başkan Yardımcısıİsmail Yurtseven yazılı açıklama yaptı. Yurtseven“Çemen Tekstil’de neler oluyor?” diye sordu.

Çemen Tekstil patronunun yasadışı uygulamalarınailişkin açıklama yapan Yurtseven, krizi bahane ederekücretleri aşağıya çeken, sendikal örgütlülüğü tanımayanve grev kırıcılığı yapan Çemen Tekstil’de nelerolduğunu açıkladı.

350 işçinin greve başlamasının ardından ÇemenTekstil patronunun grevi kırmak için yasaları çiğneyerekve sendikaya üye olmayacaklarına dair imza alarak dahayüksek ücretle 200 işçiyi işe başlatmak istediğinibelirten DİSK Başkan Yardımcısı, yaşananlarınsorumlusunun Çemen Tekstil işvereni olduğunu belirtti.

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

CMYK

- Bir süredir hekimlerin ve sağlık işkolundaçalışan emekçilerin gündeminde olan “Tam Gün YasaTasarısı”nın ilk bölümü TBMM Genel Kurulu’ndakabul edildi. Anlaşılan o ki hükümet bu tasarıyıyasalaştırmada kararlı. Öncelikle bu yasa tasarısıhükümet tarafından hangi ihtiyacın ürünü olarakortaya atıldı ve bugün yasalaştırılmak isteniyor?

- Son 20-30 yılın çalışma hayatına baktığımızda,düzenlemelerin esasını işgücünün, emeğin ucuzlatılmasıve esnek, güvencesiz çalıştırma düzeni belirliyor.Dolayısıyla bu hemen hemen tüm alanlarda olduğu gibisağlık alanında bu böyle. “Tam Gün Yasa Tasarısı”ylabirlikte, sağlık alanındaki bu ihtiyacın giderilmekistendiğine tanık oluyoruz. Ancak, nasıl ki ülkedekidemokratik hakların ortadan kaldırılmasının adı “açılım”oluyorsa sağlık hizmetini ücretli hale getirmenin adı da“açılım” oluyor. “Ben eczanelerin kapısını açıyorum,ben hekimleri her istendiği zaman ulaşılabilir halegetiriyorum” denilerek popüler bir dil kullanılıyor. Bizeczanelerin kapısının açık olmasının içeriden ilaçalmaya yetmediğini bildiğimiz gibi sağlık kuruluşlarınınkapısının açık olması ve oradaki hekimlerin 24 saat hazırolmalarının vatandaşın bu hizmete ulaşması için yeterliolmadığını da biliyoruz. En azından bu programın niyetibu değil. Hükümetin “Sağlıkta Dönüşüm Programı”olarak ifade ettiği; içinde özelleştirmesi, kamukuruluşlarının işletmeleştirilmesi ve kamu, özel ortaklığıgibi yeni moda kavramların yer aldığı sağlık hizmetsunumunun bir bütün olarak piyasalaştırdığı koşullariçerisinde vatandaş açısından bakıldığında bu durumşöyle özetlenebilir:

“Evet, istediği her yere gidebilir bedeliniödeyebilirse, evet istediği her hizmeti herhangi birengelle karşılaşmaksızın alabilir bunun bedeliniödeyebilirse...”

Bu, piyasada hizmet alımı, mal alımı olarakgördüğümüz genel bir kuraldır. Eğer bunun bedeliniödeyebilecek kadar gelire sahipsen bir engel yoktur.Sorun, gerçekten buna ihtiyacı olup bu bedeliödeyemeyecek insanların sağlık ortamında karşılaşacağıtabloyla ilgilidir. Zaten TTB, sağlık alanındaki örgütlerve Sağlıkta Dönüşüm Programı’na karşı 2003 yılındanitibaren (aslında 12 Eylül anayasasıyla başlamıştır busüreç) mücadele eden tüm güçlerin başından itibarensöylediği şeydir. Bu dönüşüm programıyla sağlık hakkıortadan kaldırılıyor. Sağlık çalışanlarının özlük haklarıgeriletiyor. Kurallı ve güvenceli çalışma yerine esnekçalışma ve güvencesiz çalışma getirilmeye çalışılıyor.Örgütlü çalışma yerine bireysel ilişkiler ve bireyselsözleşmelere dayalı bir çalışma hayatı kurgulanıyor.Dolayısıyla bu yasanın 2010 Türkiye’sinde getirilmegerekçesi TEKEL işçilerini sokağa döken neyse odur.TEKEL işçileri 35-40 gündür Ankara’nın karındakışında neye karşı çıkıyorsa aslında sağlık çalışanları daaslında aynı şeye itiraz ediyor.

- Hekimlerin ve sağlık alanındaki diğer sendika veörgütlerin karşı çıkışlarına rağmen yasalaştırılmakistenen bu tasarı başta sağlık çalışanları olmak üzeresağlık hizmeti alan emekçi halkı nasıl etkileyecek?

- Birbiriyle ilişkili olan süreçleri birbirindenkoparırsak anlaşılması güçleşir. Esas itibariyle “TamGün Yasası”nın çıkmasıyla beraber sağlık ortamındaesaslı bir değişiklik olmayacak. Çünkü bugün SağlıkBakanlığı’nın verilerine göre, hekimlerin yüzde 85-90’ıtam gün çalışmaktadır. Zaten hekimler dışındaki sağlıkpersonelinin tam gün dışında başka bir seçeneği yoktur.Sağlık Bakanlığı’na bağlı çalışanların üçte biri taşeronolarak çalışmaktadır. Buradan bakıldığında, “Tam GünYasası” çıktı diye fotoğrafın kendisinde çok büyük birdeğişiklik olmaz. Ancak, “Tam Gün” şimdiki sorunlaraneyi eklemektedir, neyi değiştirmektedir? Bir, şu andahükümetin de sık sık dile getirdiği gibi devlethastanelerinde yüzde 80-90’lara varan tam günçalışmanın (yasal olarak tek bir işte çalışma ancakkayıtdışı olarak değişik şekillerde çalışma)üniversitelerde ve henüz bu duruma geçmemiş olanyüzde 10’luk bölümde de yaygınlaşacağını biliyoruz.Yasa gereği üniversitede, eğitim hastanesinde çalışmaktaolan sadece özel sağlık sektöründe çalışmak durumundakalacak olan hekimler kendilerine yeterince ve güvenceliücret sağlanmadığı için kayıtdışı çalışmaya devamedecekler. Bu durumu, Türkiye’de emeğin önemli birbölümünün kayıtdışı alanda istihdam edildiği gerçeğiylebirleştirdiğimizde sağlık sektöründe bu durumun teşvikedileceğini söyleyebiliriz. Bu yasanın çıkmasıyla birlikteikinci bir değişiklik de üniversitelerdeki öğretim üyeleribaşta olmak üzere eğitim araştırma hastanelerindekiklinik şefleri ve piyasada özel hastanelerle rekabetedebilecek muayenehanelerin ortadan kaldırılmasıolacak.

Bu aslında ilaç alanında son birkaç ayda yaşadığımızsürece benziyor. Eczane zincirleri için bireyseleczanelerin 8-10 bin tanesinin kapatılmasıhedefleniyordu. Çünkü, ancak onlar eczanesini kapatırsaeczane zincirlerinde işçi olarak çalışabilirler. Belli sayıdayetişmiş hekim, özel sektörün giderek zincirleşen özelhastanelerinde yetişmiş insan gücü sağlanmasınayarayacaktır. Çünkü bu koşullarda kamuüniversitelerinde öğretim üyelerinin bir bölümünütutmak kolay olmayacaktır. Burada çalışmaya devametmesi için ihtiyaç olarak tanımlanabilecek güvenceliücret, makul sürede çalışma, bunların emekliliğeyansıtılması, eğitim ve araştırmanın desteklenmesi veçalışma süresinin sınırlanması gibi birçok şeyden yoksunolduğunu biliyoruz. Böyle bir durumda ortaya çıkacakşey hekimlerin bir bölümünün buralardan uzaklaşmasıolacaktır. Son üç yıl içerisinde uzman hekimlerinneredeyse beşte ikisi kamu hastanelerinden ayrılaraközel sağlık sektörüne geçmiş durumdadır. 50 bin uzmanhekimin yaklaşık 20 bini bugün özel sağlıkhastanelerinde çalışmaktadır.

- Tam Gün Tasarısı’na karşı oluşan tepkiler ve sonolarak 19 Ocak günü gerçekleşen iş bırakma eyleminerağmen mecliste ilk bölümü geçirilen bu tasarı baştaSağlık Bakanı Recep Akdağ olmak üzere çeşitlihükümet yetkilileri tarafından allanıp pullandı. SağlıkBakanı Recep Akdağ bir röportajında “Tam günyasasına karşı olanlar en çok para kazananlar” dedi.

Bu yanıyla da hekimler arasında bir bölme,yalnızlaştırma politikası güdüldüğü seziliyor.Hükümetin sağlık alanındaki yıkım politikalarını bukadar açıktan savunması ve sağlık çalışanlarına /örgütlerine karşı saldırgan tavrını neye bağlıyorsunuz?

- Tabii hükümetin iyi yaptığı işlerden bir tanesi bu.Hükümet bundan önceki pek çok konuda, örneğinvatandaşın eczanelerin kapısını açarken oradaki her birilaca ulaşmanın bedelinin olacağını nasıl gizlemişse(fark ücretleri, katılım payları) burada da aslında“performans” adı altında hekimleri, sağlık çalışanlarınıbirbirine düşürdüğünün fotoğrafını gizleyebilmiştir.Hekimlere performans adı altında sağlık çalışanlarınaverdiğinin vatandaşın doğrudan ödediği katkı, katılımpayı ya da dolaylı olarak ödediği vergi ve primlerleolduğunu gizlemiştir. Bugün için gizleyemediği şudur:Bugün vatandaş da, sağlık çalışanları da sağlıkta olupbitenlerin kendileri için iyi bir gelecek öngörmediğinibilmektedir. 350-400 TL emekli maaşı alan bir emekli,1-2 aylık sağlık hizmeti sonunda maaşının üçte birininkesintiler nedeniyle eline geçemediğini yaşamaktadır.Yaklaşık 110 binin üzerinde asgari ücretle çalışantaşeron sağlık işçisi vardır. Bunların yıllık izinleri yoktur.Bunların, emeklilik gibi bir hakları yoktur. Çünkü her yılyenilenen sözleşmelerle çalıştırılırlar. 20 yıl sonra bileilk kez çalışır gibi kıdem tazminatını hak edemezler veasgari ücretle çalışırlar. Dolayısıyla Sağlık Bakanlığıaslında “Tam Gün” düzenlemesiyle geriye kalan üçteikiyi de üçte bire benzetmeye çalışmaktadır. Önceuyuşturucu pazarlamak istediği insanları uyuşturucuyaalıştırmak gibi önce güvencesi ve sürdürülebilirliğiolmayan, çalışanları birbirine düşüren bir ücretlendirmepolitikasıyla (birisine bir verirken ötekine 10 veren) buyasada da bölmüştür. Hem yüksek gelire sahip olanlarınbunu yaptığı gibi bir iddiayla bunu yapmaktadır. Hemhekimlerin “Tam Gün” konusunda TTB’nin görüşlerinibenimsemediğini söylemektedir hem de vatandaşın soneylemler sırasında “hekimlere ve sağlık çalışanlarınadestek olmayacağını” iddia ederek vatandaşı sağlıkçalışanlarının üzerine göndermiştir. 19 Ocak’taki eylemgöstermiştir ki bunların hiçbirisi tutmamıştır.Vatandaşlar, neredeyse yüzde 90 oranında kamu sağlıkkuruluşlarına gitmeyerek sağlık çalışanlarının yanındaolduğunu, yanında olmasa bile durum anladığını ifadeetmiştir.

Sağlık çalışanları, bugüne kadar oluşturulan birkaçpilot hastane dışında büyük küçük pek çok ilde, onlarca,yüzlerce hastanede TTB’nin bu eylemin kapsamı dışındatanımladığı işler hariç (yani aciller, hamileler, çocuklar,diyaliz hastaları) açıkça tehdit edilmelerine rağmengerçekten bu çağrıya uymuşlardır.

Eylemin gerçek amacı vatandaşı mağdur etmekolmadığı için herhangi bir hastanede bize veya medyayayansıyan bir tartışma olmamıştır. Sağlık Bakanı’nınısrarla söylemeye çalıştığı “bu yasaya sadece küçük birazınlık karşı çıkıyor” cümlesine bugün Türkiye’deki 65tabip odasının 64’ü itiraz etti, yüzlerce uzmanlık derneği(ki hekimlerin tabip odaları dışında ayrıca örgütlendiğiyerlerdir) ve sağlık alanındaki sendikaların tamamı -

İTO Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demirdizen’le saldırılar üze

“Saldırılara karşı b

İTO Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demi 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2010/04* 22 Ocak 2010

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

CMYK

hükümetin kendi güdümündeki sendikalar da dahilolmak üzere- bundan 2-3 ay önce gazeteye verdikleriilanla yasaya karşı olduklarını, bu eylemin duyurulmasıve organizasyonu sırasında birlikte yaptıklarıtoplantılarla “biz buna karşıyız” diyerek dile getirdiler.Ne dediler peki? Piyasalaştırılmış, güvencesizleştirilmişsağlık ortamını, esnek çalışma koşullarını dayatanSağlıkta Dönüşüm Torba Yasası’na karşı olduklarını vebakanın her fırsatta dile getirdiği mecliste bekleyenKamu Hastane Birlikleri Yasası’yla da sağlıktapiyalaştırma programına karşı olduklarını söylediler.Dolayısıyla bakan bu konuda hem bu örgütlerin“ideolojik davrandığı” gibi bir cümlenin arkasınasığınmaktadır hem gerçekten pek çok sektörden farklıolarak bu alandaki grev etkinliklerinin kendi doğasındankaynaklanan durumunu çarpıtmaktadır. Alanlaraçıkanların yanısıra bu eylemi yerinde destekleyenmilyonlarca yurttaşın durumunu anlamadığı gibi,binlerce sağlık çalışanının durumunu da anlamamıştır.Yani Sağlık Bakanı sadece kendi hastanesininbahçesindeki sağlık çalışanlarının durumuna bakarak birdemagoji yapmaktadır. Halbuki tıpkı milyonlarcayurttaşımızın hastanelere gelmeyerek desteklediği bueylemde, on binlerce sağlık çalışanı yerinde oturarak bueyleme destek vermiştir. Olsa olsa geriye Sağlık Bakanı,bürokrat kadroları, başhekimler ve klinik şefleriylebaşbakanın dünyanın değişik yerlerinden “100-150dolara getiririm” dediği kesim kalmaktadır.

- 19 Ocak eyleminin bir diğer yanı da TEKELişçilerinin direnişine denk gelmesi oldu. Ankara’dagerçekleştirilen eyleme katılan TEKEL işçileri,direnişin başından itibaren gönüllü olarak yanlarındaolan hekimlere eylemli bir destek sundular. Bu anlamlıtablo üzerinden ileriki dönemki mücadeleye dairbeklentileriniz neler? Sağlık-meslek örgütlerine,sendikalara, siyasi partilere, ilerici devrimci güçlere busaldırıları püskürtmek için ne gibi görevler düşüyor?

- 1970’li yılların ortası ve 1980’li yıllarda SosyalistBlok’un yıkılmasıyla birlikte sosyal kazanımları ortadankaldırmaya dönük vahşi sömürü politikalarınınaçılımları olarak özelleştirme programlarının devamettirilmesi, örgütlenmenin ortadan kaldırılmasına yönelikmüdahalelerin devam ettirilmesi, güvenceli ve kurallıçalışma yerine esnek ve örgütsüz çalışmanın dayatıldığısürecin farklı sektörlerdeki açılımını görüyoruz. Yanisaldıranlar ve saldırma gerekçeleri aynı, saldırılanlarfarklı farklı yerlerde bulunuyor. Dolayısıyla çalışanlar dabir gün TEKEL işçisi olarak, bir gün itfaiye işçisi olarak,bir gün sağlık ve eğitim emekçisi olarak bir başka günde diyelim ki SEKA’nın işçileri olarak bu saldırıyla karşıkarşıya geliyorlar. Bugün için aynı gerekçeyle ortakyapılan saldırılara karşı farklı zamanlarda ve farklışekilde etkilenen çalışan kesiminin ortak davranmasınıve birleşik mücadelesini bu anlamda ve bu ihtiyaçlabirleştirmesi zamanıdır. Çünkü TEKEL işçilerini de 35-40 gündür Ankara’nın soğuğunda, açlık grevi ve ölümorucuyla karşı karşıya getiren süreç aynı şeydir. TamGün Yasası, esnek çalışma ve kiralık işçi bürolarıylahedeflenen Türkiye’deki pek çok insan için artık eski

amele pazarlarında olduğu gibi “dayıbaşı” olarakisimlendirilen kişiler marifetiyle çalışmak durumundakaldıkları döneme geri dönme sürecidir.

Aynı şeyin; devletin eğitim, sağlık, sosyal güvenlik,ulaşım, su vb. sosyal alanlardan geri çekilerek buralarıpiyasalaştırması programının aynı döneme denk gelmesitesadüf değildir. Suyun, sağlığın özelleştirilmesi,fabrikaların kapatılarak özelleştirilmesi, TEKEL’inözelleştirilmesi, SEKA ve Et-Balık’ın özelleştirilmesiaynı politikadan kaynaklıdır. Başlangıçta kârlı olanalanlar ve daha kolay propagandası yapılan alanlar“devletin tekstilde dokumada, Sümerbank’ta, Et-Balık’tane işi var” diyerek propagandası yapılmıştır. Buralarvatandaşlar tarafından makul algılanmıştır ve belli birdönem sessizce geçiştirilmiştir. Sonra sıra sağlığa,eğitime, sosyal güvenliğe gelmiştir. Ama bugün içinartık daha ötesi yoktur. Gerçekten de bu alanlardaözelleştirmeyi telafi edebilecek başka bir nokta yoktur.Çünkü sağlık hizmetlerindeki özelleştirme, kopanparmağın dikilememesi, ihtiyaç duyulan protezin, ilacınalınamaması durumunda bedelinin sakat kalma veyaölümle sonuçlanması sürecinin başlaması demektir.

TEKEL işçileri, üç yıl sonra dirilerinin bugünküölülerinden daha ucuz olacağını biliyorlarsa ve bunuanlamışlarsa bugün değişik sorunlarla karşı karşıyakalan sağlık çalışanları bu durumun farkında olarakdavranıyorlar. Buna hem bireysel olarak hem deörgütleriyle itiraz etmiş durumdalar.

Küresel kriz, yarattığı birtakım sorunların yanısırabirtakım ilişkilerin artık eskisi gibi devamedemeyeceğini gösterdi. Bu hem yönetenler açısındanböyle hem de mücadele edenler ve onların örgütleriaçısından böyle. Son TEKEL işçileriyle dayanışmamitingi bu konuda en net mesajı vermiştir. Bir yanıdayanışma eylemlerinin giderek artıyor olması ikendiğer yanı da devlet yöneticileriyle uzlaşarakstatükolarını devam ettirmeye çalışan sendikayöneticilerinin de bu süreç içerisinde aslında eskisi gibidevam edemeyeceklerini göstermiştir. Ya da eskisi gibidevam etmek istiyorlarsa tabanın, işçilerin buna sessizkalmayacağını göstermiştir. Kendi yöneticilerini istifayaçağırarak, “genel grev” talebini dile getirerek, “ölmekvar dönmek yok!” diyerek göstermişlerdir. TEKEL

işçilerinin sağlık çalışanlarına, sağlık çalışanlarınınTEKEL işçilerine destek vermesi artık sadece yılın bellizamanlarında ortaya çıkacak davranış biçimleri olarakkalmıyor. Aslında bu durumu sürekliliğe dönüştürmekistemeleriyle farklı bir yöne doğru gidiyoruz. Bugüneğer vatandaşların yüzde 90’ı sağlık çalışanlarınınsadece bir bölümünün sorunu gibi duran “Tam Gün”esessiz kalarak, gelip destekleyerek işte mağdur olsa bilehak vererek bunu görebiliyorsa sürecin farklı bir yeregittiği gözüküyordur.

Dolayısıyla burada örgüt yöneticilerine düşen budönemin farkında olarak aynı yerden ve aynı gerekçeyleyapılan saldırıya karşı, aynı yerden ve aynı gerekçeylemücadeleyi örgütleme ihtiyacıdır. Biz öyle görüyoruz ki;bu ihtiyacı yerine getiremeyecek olan örgütler tıpkı busorunları çözemeyen iktidarlar gibi bu dinamik ve canlımücadelenin önünde duramayacaklardır. Ya kendileriisteyerek bu mücadelenin bir parçası olacaklar vebirleşik mücadelenin geliştirilmesine katkıdabulunacaklar ya da bu mücadele kendi tabanlarındakiinsanların da zorlamasıyla onları dönüştürecektir. Onlarıda aşarak yeni toplumsal önderlerini, yeni mücadeleanlayışlarını yaratacaklardır. Bizim tercihimiz de hertürlü sıkıntısına rağmen tüm emek örgütlerinin, meslekörgütlerinin, siyasi yapıların bu ortak tehlike ve ortakdüşman karşısında herkes için daha iyi bir yaşam vegelecek talebiyle yanıbaşındaki insanın sorununayabancılaşmadan ortak bir mücadeleyi ısrarlı bir biçimdeörgütleyebilmek ve büyütebilmek olmalıdır. Sağlık vesosyal güvenlik hakkı bu birleşik mücadele için çokönemli bir imkan sunmaktadır. Çünkü bundan 150 yılönceki sınıf mücadelelerine bakıldığında bu böyledir.1800’li yılların ortalarından itibaren yardımlaşmasandıklarının, birtakım sendikaların kurulması anındanitibaren ücretlerinin iyileştirilmesi ya da sağlık, sosyalgüvenlik hakkına yönelik talepler mücadeleyi ileriyetaşıyan unsur olmuştur. Bugün de 30-40 yıllık birküresel saldırıdan sonra, yeniden o vahşi neoliberalpiyasa ekonomisinin yaygınlaşmasından sonra,sendikaların ve siyasi örgütlerin öncelikli görevi sağlıkve sosyal güvenlik başta olmak üzere gerçekten buhakların genişletilmesi için yürütülecek ortak mücadeleolmalıdır.

erine konuştuk...

birleşik mücadele!”

rdizen’le saldırılar üzerine konuştuk... Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Hekimlerden “tam gün” eylem

Sermaye hükümetinin Sağlıkta DönüşümProgramı çerçevesinde hayata geçirmek istediği“Tam Gün Yasa Tasarısı”nın TBMM GenelKurulu’nda görüşüldüğü 19 Ocak günü hekimlerve sağlık alanında örgütlü sendikalar tam güneylemdeydi.

Adana, İstanbul, Bursa, Ankara, İzmir ve dahabirçok ilde sağlık çalışanları gerçekleştirdikleribasın açıklamaları ile neden iş bıraktıklarınıaçıkladılar.

Basın açıklamalarında, Sağlık Bakanı RecepAkdağ’ın yalan ve demagojileri de teşhir edildi.

İstanbul’daki merkezi etkinlik ve eylemlerineÇapa Tıp Fakültesi’nde gerçekleştiren TabipOdası üyeleri ve sağlık çalışanlarının örgütlüolduğu sendikalar ayrıca Taksim İlkyardımHastanesi, Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde debasın açıklamaları yaptılar.

İTO, Dev Sağlık-İş ve SES İstanbulŞubeleri’nin gerçekleştirdiği eylemlerde, AKPhükümetinin “Tam Gün Yasa Tasarısı’nı“muayenehaneleri kapatıyoruz” demagojisi ilehayata geçirmeye çalıştığı ifade edildi. Çapa’dakieyleme Tez-Koop-İş üyeleri de destek verdiler

Adana’da özellikle Göğüs Hastanesi,Çukurova Devlet Hastanesi ve BalcalıHastanesi’nde eyleme katılım oranı oldukçayüksekti.

Saat 11.00’de Çukurova Üniversitesi BalcalıHastanesi poliklinikleri önünde toplanan sağlıkemekçileri adına basın açıklamasını Adana TabipOdası Başkanı Dr. Rıza Mete gerçekleştirdi.

Bursa Tabip Odası, SES Bursa Şubesi, DevSağlık-İş Gemlik, İnegöl, Muradiye DevletHastanesi ve Uludağ Üniversitesi Hastanesi’nde işbırakarak hükümetin üç yıldır gündemde tuttuğu“Tam Gün Yasa Tasarısı”nı protesto etti.

Ankara’da iş bırakan sağlık emekçileriHacettepe Üniversitesi Tıp FakültesiHastanesi’nde gerçekleştirdikleri eyleminardından Sağlık Bakanlığı’na yürüdü. Sağlıkemekçilerine TEKEL işçileri de destek verdi.

İzmir’de Ege Üniversitesi Tıp FakültesiHastanesi önünde basın açıklaması yapıldı. İzmirTabip Odası, SES ve Devrimci Sağlık İşçileriSendikası’nın da aralarında olduğu 11 sağlıkörgütünün örgütlediği eyleme TÜMTİS, GençSen, Öğrenci Kolektifleri, TKP ve HemşirelerDerneği destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul - Adana - Bursa Ankara - İzmir

TEKEL için; tek yumruk, tek vücut, tek barikat 18 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

TEKEL işçileri uzun soluklu direnişleriyle, kararlılıkve inançlarıyla işçi sınıfına güç ve moral veriyor.

Neo-liberal politikaların en çıplak ve yıkıcı sonuçlarınıyaşayan TEKEL işçileri, onuruna, ekmeğine ve geleceğinesahip çıkıyor.

Sermayenin sınıfa yönelik en konsantre saldırılarındanbiri olan özelleştirmelere karşı işçi sınıfı bugüne kadar yeryer direnişler ve SEKA gibi önemli eylemlergerçekleştirdi. Ne var ki bu muazzam saldırı karşısında biryandan saldırının mahiyetinin anlaşılmaması, öte yandanbürokratik ve korporatist sendikaların ihaneti sonucu işçisınıfı başarılı sonuçlar elde edemedi. Her özelleştirmeoperasyonu sermayenin yeni bir atağı oldu ve kartutkusuna hizmet etti. Son derece itinalı bir şekilde vebüyük bir soğukkanlılıkla gerçekleştirilen buoperasyonların ikili bir amacı vardı. Sermaye bir yandanözelleştirmelerle “modern” yağma ve talan gerçekleştirdi,öte yandan sınıfın eklem yerlerini kırdı, örgütlülüğünüdağıttı ve onu atomize edip, şekilsizleştirdi.

Özelleştirmeler yoğun bir ideolojik bombardımanlarealize edildi. Önce beyinler fethedildi. Sonra kitleler suçortağı haline getirildi.

Aslında süreç daha 1980’lerin başında WashingtonUzlaşısı diye tanımlanan uluslararası sermayenin yolharitasında ortaya koyulmuştu. Sistematik bir karşı devrimprogramı olan neo-liberal politikalar WashingtonUzlaşısı’nın belirlediği güzergahta gerçekleştirildi.Özelleştirmeler her ne kadar neo-liberalizmle özdeş tutulsabile, aslında neo-liberal karşı devrim politikalarınınekonomik sonuçlarından biridir. Başından itibaren neo-liberalizme karşı çok boyutlu bir mücadeleninyürütülememesi, sınıfın bir dizi yenilgisine yol açtı. İşçihareketi ve sendikal hareketin kısmi direnişleri sonuçtanhareket edildiğinden dolayı başarılı olamadı. Zaten bunoktadan sonra yenilgi kaçınılmazdı.

Washington Uzlaşısı üç temel ayakta yürütüldü. Finansve banka sistemlerinin uluslararası piyasalaştırılması,telekomünikasyon şirketlerinin, haberleşme ve medyaalanlarının uluslararası sermayeye devri ve ağır sanayikabul edilen büyük devlet üretim işletmelerinin,özelleştirilerek uluslararası sermayeye aktarılması.

Türkiye’de de 2001 kriziyle finans ve bankasistemlerinin uluslararası piyasalaştırma sürecine başlandı.Uluslararası finans-kapitalin konsensüsünü ifade edenBasel II’yle bu süreç bütünüyle tamamlandı. Telekomünikasyonda Telekom operasyonuyla hemözelleştirme hem uluslararası piyasalaştırma gerçekleşti.Petkim ve Tüpraş’la ağır sanayide başlayan özelleştirmeErdemir’le tamamlandı.

TEKEL’in özelleştirilmesi de bu programın biryansımasıydı. Böylesine kapsamlı bir program karşısındaişçi hareketi ve sendikal hareket muazzam bir zafiyetgösterdi. Hatta bazı sendikalar sınıfa ihanet ederek suçortağı oldu.

Bugün TEKEL işçileri yaptıkları eylemlerle sınıfındaha önce göstermesi gereken tepkisini dışa vurmaktadır.İşçi sınıfı ancak güçlü kolektif çıkışlarla sermayenin çokyönlü saldırılarını boşa çıkarabilirdi. TEKEL direnişi bumahiyetiyle Türkiye’de neo-liberalizme karşı gerçekleşenen önemli pratiktir. Bir anlamda 14 Mart’ın devamıdır.

TEKEL işçileri, kapitalist kriz ve neo-liberalpolitikaların yıkıcı etkilerinin ortaya çıktığı koşullardasınıfın öncü müfrezesi gibi hareket etmektedir. VeTEKEL’in zaferi sınıfın zaferi olacaktır. 2010’unkazanılması anlamına gelecektir.

Sınıflar mücadelesinin bazı momentlerindegerçekleşen eylemler bir tarihsel dönemi ifade edebilir.TEKEL bu manada sınıf mücadelesinde bir eşiği

işaretlemektedir. Yenilgi sınıfa yönelik topyekun saldırınıntetikleyicisi olabilir. Hızla kıdem ve ihbar tazminatınıngaspı, asgari ücretin bölgeselleştirilmesi, çalışmayaşamının bütünüyle esnekleştirilmesi vegüvencesizleştirilmesi gündeme gelebilir. Zafer ise sınıfınnesnel ve öznel şekillenmesine yol açacaktır. Bilinç vekimliğinde sıçramalar yarattığı gibi, eylem ve örgütlenmekapasitesini de geliştirecektir.

TEKEL direnişi, direnişin bir varoluş biçimi olduğunugöstermektedir. Sınıfın onuru ve geleceğinin ancakmücadeleyle korunabileceğini ortaya koymaktadır.

Kapitalist krizle birlikte açığa çıkan fabrika işgaleylemleri, ayrıca birçok eylem ve direnişin içinden doğanişçi sınıfının model kimlikleri, TEKEL direnişiyle yeni birboyut kazanmıştır. Her TEKEL işçisi sınıfın artık modelkimliğidir. Direnişte geçen her gün sınıfın yeniden ayağakalkışıdır. TEKEL işçileri Türkiye’nin başkentini ve hersokağını direniş alanına dönüştürmüştür.

Gerçekleştirdikleri eylemler, attıkları sloganlar gidereksiyasallaşmakta ve direniş sınıf mücadelesinin nabzı halinegelmektedir. Bu süreç işçi sınıfına muazzam derecedemoral yüklemekte ve özgüven yaratmaktadır. SınıfTEKEL işçilerine bakarak muktedir olabileceğinin farkınavarmaktadır.

TEKEL direnişi sınıfın öfke ve kininin en açık halidir.Ve bu öfke ve kinin kolektif bir mecraya evrildiğinde neleryapılabileceğinin göstergesidir. Türkiye işçi sınıfı tarihinde1990 Zonguldak maden işçilerinin uzun yürüyüşü nasıl kisarsıcı etkiler yarattıysa, TEKEL işçilerinin direnişi deaynı potansiyele sahiptir.

Yaşanan konjonktürün etkisiyle (kapitalist krizinyarattığı yoğun işsizlik, açlık ve sefalet) TEKEL direnişigenel direnişin ve genel grevin mayası olabilir. Bupotansiyel bugün ortada durmaktadır. Eğer TEKELdirenişi bir manifestoya çevrilip, sınıfın en geniş kesimleritarafından sahiplenirse, havza grevlerinin, hatta kentgrevlerinin tetikleyicisi işlevi görebilir.

TEKEL direnişi işçi sınıfının önüne iki seçenekkoymaktadır: Eğer işçi sınıfı bu mücadeleye sahip çıkarsave bulunduğu alanlara yayabilirse, zafere ulaşılabilir. Zafer2010’un kazanılmasının yanında sınıfın mücadele azminipekiştirecektir. Sınıfın kapitalizme ve kapitalist devletekarşı bir atağını simgeleyecektir. Çünkü TEKEL direnişikapitalist devletin tüm niteliğini açığa çıkartmıştır. İkinciseçenek; zafer elde edilemiyorsa, iyi bir yenilgidir.Mücadeleyi muazzam derecede yükseltip, sermayeyeyıkıcı darbeler vurup, onların “zaferini” Pirus zaferineçevirmektir. Çünkü bu yenilgi işçi sınıfının mücadelesiiçin yeniden ayağa kalkışın zemini olacaktır. Üçüncü birseçenek yoktur.

Şimdi görev bütün gücümüzle, bütün varlığımızla veruhumuzla TEKEL işçilerinin yanında olmaktır.Mücadelelerine güç ve destek vermektir. Ankara’dakimücadele ateşini bulunduğumuz her alana, atölyelere,fabrikalara, organize sanayi bölgelerine, sokaklarataşımaktır. Her yeri TEKEL haline getirmektir. Çünküunutulmasın ki kapitalist kriz ve neo-liberal politikalarhayatın her alanını sosyal patlama alanındadönüştürmüştür. Bugün her fabrikada TEKEL direnişiniateşleyen sınıfsal öfke ve kin birikmektedir. Sorun bu öfkeve kini açığa çıkartmak, kolektif bir yöne kanalizeetmektir. TEKEL direnişi bize direnmeyi öğretti, öğretiyor.Direnme bir varoluş biçimidir. Bu bayrağı işçi havzalarınataşımak bizim görevimizdir. İşçi sınıfına şunu söylemelive anlatmalıyız: “…beklenen günler, güzel günlerellerinizdedir / haklı günler, büyük günler / gündüzlerindesömürülmeyen / gecelerinde aç yatılmayan ekmek, gül vehürriyet günleri...” ancak mücadeleyle kazanılabilir.

Her şey TEKEL için: Tek yumruk, tek vücut, tek barikat!

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

TEKEL mitinginden izlenimler... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

“Teori gridir dostum yaşam ağacı ise yemyeşil!”Geothe’nin bu ünlü önermesi üzerine çok çeşitliyorumlar yapılmış, farklı anlamlar çıkarılmıştır.Bundan teorinin çizdiği genel ilkesel çerçeveningerçek hayatta bu ekseni aşan bambaşka bir canlılığabürüneceğini çıkarmak tüm darlığına rağmen makulbir sonuç olarak kabul edilebilir.

İdeolojinin ortaya attığı önermelerin gerçekhayattaki olgularla sınanması ve doğrulanması dabunun bir başka yönüdür. Kuşkusuz ki bu sınanma herzaman karşımıza aynı boyutta çıkmaz. Bazen uzunyıllar boyu öznesini bulamayan ve kitap sayfalarındakalan ideolojiler birden bire ete-kemiğe bürünerektarih sahnesinde yerlerini alabilirler. Üstelik bundanbüyük çalkantıları ya da devrimleri de anlamamakgerekir. İki kişi arasındaki bir kavga bile tarihsel birçatışmanın pratik yansıması olabilir.

İşçi sınıfına methiyeler düzmek için kuşkusuz ki birmitinge gitmeye ya da direnişi ziyaret etmeye gerekyok. İşçi sınıfının tarihsel rolü devrimci Marksizm’irehber edinmiş herkes için nettir. Ama bunu pratiktegörebilmek, gericiliğin tırmandırıldığı ve sınıfınüzerine adeta ölü toprağının serpildiği bir dönemdeadeta lükstür!

Proletaryanın geleceği yaratacak olmasını süreklitekrarlamasına rağmen marksistler, zaman zaman işçisınıfına karşı gizli bir güvensizliğe düşebilmektedirler.17 Ocak’ta gerçekleştirilen Ankara mitingiproletaryanın devrimci gücünü görmek için büyük birimkan olmuştur. TEKEL direnişi, marksist ideolojininbir kez daha sınandığı, dergi sayfalarına “hapsolmuş”ajitasyonların yaşam bulduğu verimli bir devrimtoprağıdır adeta.

Sınıfın tarihsel öfkesi ve gücü!

TEKEL direnişini kavramak için direnişin havasınısolumak şart. Günlük basından okunanların zatengerçeği yansıtmadığı biliniyor. Komünist basın sürecitüm canlığıyla yansıtmak için büyük çaba harcıyorancak yine de işçilerle omuz omuza durmak ve birlikteaynı sloganları haykırmak apayrı bir önem taşıyor.

Ankara mitingine gitmeden önce pek çok kişininaklını kurcalayan, bu mitingin nereye varacağıydı.Yıllardır tüm direnişlerin sendikal bürokrasi tarafındanbaltalandığı, hava boşaltma mitinglerinin de bundaözel bir yer tuttuğu düşünüldüğünde bu korkularınhaklı bir tarafı da var. Ancak eylem öncesi duyulan bukorku, miting alanını dolduran on binlerce işçitarafından darmadağın edildi. Uzun yıllardırgörülmemiş bir öfke ve kararlılıkla duran TEKELişçileri tüm miting alanının havasını değiştirdi veTürk-İş’in yıllardır “ruhunu öldürmek” için çabaharcadığı işçilerin içlerindeki sınıf bilincini kaba daolsa açığa çıkardı.

Gorki’nin romanlarından ya da Eisenstein’infilmlerinden fırlamış binlerce işçi önce kürsüdenkonuşan Türk-İş ağasını büyük bir dikkatle dinledi.Sonra da Lyon barikatlarındaki işçilerin ağır ve eminadımlarıyla kürsüye çıkarak sözünü söyledi. Siyasaldüzeyleri kıyaslanamayacak olsa da kürsüyü işgal edenişçiler, Kışlık Saray’a yürüyen işçilerle aynı işçilerdi.

On yıllardır sendikal bürokrasi tarafından işçilerden

gaspedilmiş olan kürsü belki de yıllardır ilk kez gerçeksahipleri tarafından ele geçirildi. Şu an sahip olduklarıtek örgütleri olan sendikalarını göreve ve direnişesahip çıkmaya çağıran işçiler, “Alişan konseri”rezaletini de Türk-İş için büyük bir hezimetedönüştürerek sendikanın oyunlarını yerle bir ettiler.Yaşanan perişanlığı toparlamak için kürsüye çıkanTürk-İş bürokratları ise işçileri ikna etmek ve eylemisonlandırmak için kitlenin önünde “genel grev” sözüvermek zorunda kaldı. Bu sözü verdiren kürsüye çıkanişçilerin yanısıra alanı terk etmemekte kararlı işçileriniradesiydi.

Türk-İş bürokratlarının en büyük korkusununsınıfın siyasallaşması olduğu miting sürecinde bir kezdaha dikkat çekti. Her fırsatta kavgalarının ekmekkavgası olduğunu ve “ideoloji” yapmadıklarınıvurgulayan ağalar, alandaki ilerici ve devrimci güçleride hedef göstermeye, işçiler ile karşı karşıya getirmeyeçalıştılar. Ancak bu hamle bir aydır TEKEL işçileriniyalnız bırakmayan siyasal güçlerin sahiplenilmesiyleyanıtlandı. Bürokratlar sendikalarını kapayıp sıcakyataklarına giderken, soğukta işçilerle kolkolasabahlayan devrimcilere, işçiler “kimse size bir şeyyapamaz”, “biz kimin yanımızda olduğunu biliyoruz”sözleriyle sahip çıktı. “Provokatör” edebiyatınıntutmadığı hep birlikte haykırıldı.

Ankara’nın göbeğinde direniş kenti!

TEKEL direnişçilerinin çadırlarda kaldığı dabiliniyordu. Ama Sakarya’ya gelip çadırlarınkurulduğu sokağı görmek direnişin ruhunu yakalamakiçin bulunmaz bir fırsat. Pek çok ilden gelen TEKELişçileri yan yana kurdukları çadırlarda sınıfdayanışmasının ve mücadelenin ne olduğunugösteriyordu.

Her çadır ayrı bir direniş odağıydı. Amed çadırındaKürtçe türküler söylenerek halaylar çekilirken yanındaOrdu çadırında horon tepenler çok değil bir ay önceKürtler’e “terörist” gözüyle bakan, belki de faşistpartilere yakınlık duyan işçilerdi. Ama direniş okulutüm eğitimlerden daha kalıcı ve hızlı bir eğitim süreciyaşatmıştı işçilere. “Açılımı biz yaptık” diyen işçilerbir ay önce birbirlerini düşman gözüyle gören işçilerdi.Sınıf mücadelesi halkların arasındaki nefrettohumlarını silip süpürürken yerine dayanışma ruhunu

bırakmıştı. Kürt işçilerin özellikle polis terörü karşısındaki

direnişleri batıdan gelen sınıf kardeşleri tarafındananlatıla anlatıla bitirilemiyordu. Polisin gazına,bombasına, copuna karşı verilen militan direnişte başıçeken Kürt işçiler direnişte önemli rol oynuyor, sınıfkardeşlerine örnek oluyordu. “Doğudan gelenlergünlerce uyumadan dayandılar” diye anlatılıyordu.Ezilen bir halkın direnişçi kimliği ve mücadelegeleneği sınıf hareketine de önemli bir katkı sunmuştu.

Direniş sokağında hangi çadıra gidilirse gidilsinişçiler devrimcileri büyük bir ilgiyle karşılıyordu.Özellikle TEKEL işçileri ile dayanışma için farklıillerde yapılacak olan eylemlere ve çalışmalara dairyapılan anlatımlar işçilerin coşkusunu daha daarttırıyordu. Sendikaların ilgisizliği ve atıllığı ise tümkonuşmalarda öne çıkıyordu. İşçiler sendikacılarınbugün direnişi sürdüremeyeceğini kavramış ve sendikaağalarını tanımışlardı. Ancak hala daha sendikalörgütleri işçilerin eline geçirmeyi amaçlayan ya dabunu aşan örgütlülüklere ihtiyaç duyulduğunukavrayan bir bilinç oluşmamıştı.

Sınıf devrimcilerinin miting akşamı yaptığıdayanışma etkinliği de TEKEL işçilerinin siyasallaşmadüzeyini gözlemleme imkanı sağladı. Bir işçininözelleştirmelerin yıllardır sürdüğü, AKP ilesınırlanamayacağı yönlü anlatımı ve düzenpartilerinden umudu kestiklerinin dile getirilmesidireniş okulunun öğrettikleri arasında yer alıyordu.

Direniş ve sınıf devrimcilerinin müdahalesi

Sınıf devrimcilerinin direniş sürecinegerçekleştirdiği müdahaleyi de özel olarakvurgulamakta yarar var. Direniş sokağına gidildiğindeTEKEL İşçileri ile Dayanışma Komitesi olarakçalışmalarını sürdüren komünistlerin direnişinbaşından beri sürecin içerisinde yer aldığı ve işçilerleaynı koşullarda, aynı çadırlarda yaşadığı anlaşılıyor.Sınıf devrimcileri direnişçi işçilere dışarıdan ulaşmayaçalışan ya da “dükkan” açıp işçileri çağıran bir tarzyerine işçiler ile birlikte hareket ediyorlar. Pek çokşubenin çadırında komünistlerin adeta ev sahibi gibigörülmesi ve direnişin bir parçası haline gelmesisınıfın partisi olma iddiasındaki bir hareket için adetayüz akı.

17 Ocak Ankara mitingi üzerine…

TEKEL işçileri tarihsel rollerini oynarken...

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

TEKEL işçileri Ankara’da gerçekleştirdikleri kitleselve militan eylemle yalnızca sermaye iktidarını ve sendikalbürokrasiyi sarsmakla kalmadılar, burjuva medyaaracılığıyla kurulmaya çalışılan suskunluk fesadını dayerle bir ettiler. Direnişe gözünü kapamaya çalışansermaye medyası miting ve izleyen olaylar vesilesiylesayfalarını işçilere açmak ve taraflı da olsa gelişmeleriyansıtmak durumunda kaldı. Bu sınıfın yükselttiği fiili-meşru mücadelenin bir sonucuydu yalnızca.

Bugün gelinen yerde boyalı basının rengini görmekiçin turnusol kağıtlarına ihtiyaç duymuyoruz. Zira gerekana akım medya tabir edilen ordu-TÜSİAD çizgisindekiyayınlar, gerekse islamcı-liberal kesimin hakim olduğukanatlar pek çok toplumsal gelişmenin ardından yaptıklarıhaberlerle “renklerini” belli ettiler. Kuşkusuz ki aralarındaçatışan, birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya sermek içinhiçbir fırsatı kaçırmayan yayınlar, sözkonusu olan ilericive devrimci güçlerin ya da işçi sınıfının verdiği mücadeleolduğunda “voltran”ı oluşturmaktan geri durmuyorlar. Yayaşanan gelişmeleri manipüle ederek kendipropagandalarına alet etmeye çalışıyorlar ya da tamamengörmezden geliyorlar.

TEKEL direnişi, başladıktan sonra özellikle Doğangrubu tarafından özel bir ilgiyle karşılanmıştı. MHP-CHPgibi düzen partileri ile İP gibi çevrelerin TEKEL direnişiniAKP karşıtlığına ve ulusalcı-şoven içeriğe hapsetmeçabaları da bu yayınlara olanak sağladı. “TEKELvatandır!” içeriği ile yapılan yayınlarda “AKP vatanısattı” mesajı inceden inceye işlenmeye çalışıldı. TEKELişçilerine yönelik polis saldırısı haberleri de bu süreçtemedyada genişçe yer aldı, özellikle CHP milletvekillerinedahi biber gazı kullanılmış olması ve aynı gün itfaiye vedemiryolu işçilerinin de saldırıya maruz kalmalarıkonunun haber değerini arttıran etkenler arasındaydı.

Ancak ne zaman ki direniş sertleşmeye ve mevcutdüzen sınırlarını aşma eğilimi göstermeye başladı, ozaman düzen içi sınırlar silikleşmeye ve burjuvazininsınıfsal tavrı belirginleşmeye başladı. Sermaye devletininneoliberal politikalarını sorgulayan, dahası sendikaltahakkümü yıkma eğilimi gösteren TEKEL direnişisermaye medyası için haber değerini hızla yitirdi vedirenişin toplumun gündeminden uzak tutulmasımedyanın temel gündemi haline geldi. Süreci bir şekildeişleyen ve Doğan Grubu’nun sol vitrini olan Radikalgazetesi ile ulusalcı cenahtan çeşitli yazarlar dıştatutulmak kaydıyla direnişin adeta sansürlendiğinisöylemek fazla olmaz. CNN Türk haber portalındadirenişin başladığı günlerde yer verilen “TEKEL”kategorisinin ilerleyen süreçte kaldırılması bu sansürünyalnızca bir örneği... Farklı ajanslar ve portallar üzerindenörnekleri çoğaltmak mümkün.

Sansürü zorlayan direniş ruhu!

İşte böylesi bir suskunluk sürecinde gerçekleştirilen 17Ocak mitingi burjuva medyayı adeta haberleri yansıtmakzorunda bıraktı. Kuşkusuz ki haberler son derece taraflı veeylemin özünü karartan nitelikteydi. On binlerce işçi veemekçinin toplandığı, “Genel grev-genel direniş!”sloganını haykırarak “Ölmek var, dönmek yok!”kararlılığını ortaya koydukları miting işçilerin kürsü işgalive Türk-İş binasını basmalarının ardından portallarda önsıralara yükseldi. Hürriyet, Vatan, Milliyet, NTVMSNBCgibi gazete ve portallar mitingi kürsü ve sendika işgali

ekseninde ele alan yayınların başını çekerken günlükgazetelerde de ilk haberler Ağca’nın tahliyesi gibi sunigündemlere ayrıldı.

Ancak tüm bu çarpıtılmış haberlere rağmen mitingöyle ya da böyle sansürü delerek geniş kesimlere ulaştı.Mücadelenin kısa ve sığ haberlerle de olsa gündemegelmesinin tek sebebi ise işçi ve emekçilerin verdiğikararlı mücadeleden başka birşey değil. Toplum gözündebüyük bir meşruluk taşıyan direniş başvurduğu tümyöntemleriyle birlikte geniş işçi ve emekçi kesimlerinindesteğini alıyor, adeta özlemlerini yansıtıyor.

Böylesi bir sahiplenme tablosu karşısında burjuvazininyayınları bir yandan haberleri görmezden gelmeninyollarını ararken bir yandan da sahip çıktığı sözdedemokrat ve tarafsız kimliğini korumaya çabalıyor.Toplum gözünde inandırıcılığını ve ciddiyetinikoruyabilmek ve tutarlı görünmek için direnişi sayfalarınataşırken onun içeriğini karartmanın, tahrif etmeninhesaplarını yapıyor.

Burada dinci-gerici basının ise süreci tam bir“tutarlılıkla” karşıladığını belirtmek yerinde olur.Hükümetin borazanı konumundaki Yeni Şafak gibi yayınorganları birkaç köşe yazarı dışında süreci tam birsessizlikle karşıladılar. Başından itibaren AKP karşıtı birçizgide gelişen direniş sözkonusu yayınlarda birkaç satırdışında yer almazken direnişi karalamaya çabalayan vebunun AKP karşıtı bir komplo olduğunu ima eden yazılarsıklıkla yer aldı. Miting haberleri de tahmin edileceği gibibu yayınlarda yer almadı.

Sansüre karşı, sansüre rağmen!..

TEKEL işçilerinin militan direnişleri düzenin çokyönlü ablukasına rağmen sürerken önüne konulanbarikatları da bir bir aşıyor. Polis copuna, açlığa-soğuğa,sendikal bürokrasiye ve sermayenin ablukasına karşıkararlılıkla karşı koyan TEKEL işçileri medyanınsansürünü de bilfiil yaşıyor. Ama mücadele okulundakiişçiler, bu sansüre pabuç bırakmamaya da niyetliler.Medyanın sansürüne rağmen büyüyen ve toplumun genişkesimlerine yayılan direniş ruhu adeta boyalı basınızorluyor ve haklılığını gazete sayfalarına taşımayamecbur bırakıyor. Büyüyen direniş, kararlılığı vemilitanlığıyla sermayeyi nasıl zor durumda bırakıyorsaonun sözcülerini de benzer bir çaresizliğin içine itiyor.Sansürü dağıtacak tek gücün sınıfın örgütlü gücüolduğunun bir kez daha altını çiziyor.

Ancak miting sırasında sınıfdevrimcilerinin içerisinde bulunduğu dağınıkve sınıftan kopuk tablonun da birdeğerlendirmeye konu edilmesi gerekiyor.Miting meydanını dolduran on binlerceişçinin arasına karışmak yerine alandanyalıtılmış bir güzergahta düzenli kortejoluşturarak kendinden menkul bir hattayürümek ne yazık ki hayli üzücü.

Kortejde atılan sloganların ağırlığınınTEKEL direnişi yerine sınıfın partisinin içselgündemleri ile ilgili olması, üstelik partisloganlarının direniş sloganlarından dahabüyük bir coşku ile karşılanması gelenekselakımların uzun yıllardır içine düştüklerihataya düşme tehlikesini gösteriyor.

Miting alanına girildiğinde de işçikitlesinden ayrıksı durulması ve kürsüişgalinden bile hayli geç haberdar olunması,sınıf devrimcilerinin alana müdahaleanlamındaki zayıflığının bir başka göstergesi.Oysa böyle bir direnişi solumak, işçilerleomuz omuza aynı sloganları atmak bile kendibaşına atılacak onlarca slogandan çok dahabüyük bir anlam yaratır. Kuşkusuz ki siyasalsloganlar, devrim ve parti şehitlerininanılması her siyaset için özel bir önem taşır.Bu tartışma sözkonusu sloganları kesinlikleönemsizleştirmez. Aksine dar ve politizeolmuş bir kortej yerine sınıf içerisindebüyüyen ve mevcut direnişe yön vermeiradesini gerekirse kendi sloganlarındanfedakarlık ederek gösteren bir kitle olmakaygısı taşır.

Direniş alanında yapılan yaygın bildiridağıtımı ve Kızıl Bayrak gazetesinin işçilereulaştırılması ise alana yönelik anlamlımüdahaleler arasında sayılabilir.

Sınıftan öğrenmek, ona güvenmek…

Ankara mitingi tüm kazanımlarınınyanısıra sınıfa dair güvensizliklerin vedirenişin seyrine dair endişelerin büyükkısmını yerle bir etti. Ankara’ya giden veişçileri ziyaret eden, direnişin havasınısoluyan herkes işçi sınıfının bir konudakararlı olduğunda kolay kolay yolundandönmeyeceğini gördü.

Bugün direnişin seyrinin ne olacağınadair kahince sözler söylemenin ya da yersizumutlara kapılmanın anlamı olmadığı dabilinmeli. Bugüne kadar nice ihanet görenişçi sınıfı devletin ve sendika ağalarınınoyunları ile baş edemeyebilir, devrimcigüçlerin müdahalesi sınırlı kalabilir vedireniş sönüp gidebilir. Mengen barikatlarınıaşamayan Zonguldak işçileri halenhafızalardadır. Ama tüm bunlar direnişinyarattığı olumlu değerleri yok edemez vedireniş her koşulda sınıfın kolektif belleğineyazılacaktır.

İşçilerin bugün içerisinde bulunduğu“Ölmek var, dönmek yok!” kararlılığınınaçlık grevi ve ölüm orucu biçiminde kendinigöstermesi ise direnişin öyle ya da böylezaferle sonuçlanabileceği umutlarınıarttırmaktadır. TEKEL bu haliyle bile çoktanmücadele tarihimizin şanlı sayfaları arasındayerini almıştır. Devrimin öznesi bir kez dahakendi mücadele araçlarını oluşturmuş veeylemini yaratıcı ve zengin biçimlerdesürdürmektedir. Öyle ya da böyle, zaferle yada yenilgiyle, TEKEL işçileri şahsında tarihbir kez daha teoriyi sınamaktadır.

Z. Us

Burjuva medya üç maymunu oynuyor20 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

TEKEL işçilerinin mücadelesisansürü parçalayacak!

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Yaşasın TEKEL direnişimiz! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

- TEKEL işçilerinin bir ayı aşan direnişinisürecin en başından itibaren ele alarak değerlendirirmisiniz?

- Öncelikle TEKEL yaprak işletmelerininkapatılması ve 4/C planı noktasında, hükümet dahaöncesindeki uygulamalardan kaynaklı cesaretli biradım attı. Çünkü daha önceki uygulamalarda gerekfarklı işkollarındaki işçilerin gösterdiği mücadele vedireniş düzeyi, gerekse sendikaların vekonfederasyonların bu noktadaki tavrı, aslındahükümetin önünü epeyce açmıştı. Benzer uygulamalarvardı ve AKP hükümeti bu noktada yer yer bir takımtepkilerle karşılaşsa da, bu düzeyde bir mücadeleyiçok da beklemiyordu. Aslında Türk-İş yönetimi deişçilerin bu denli kararlı bir mücadelesergileyebileceğinin hesabını hiç yapmadı. Genelliklesözlü tepkilerini ifade ettiler. İşçilerin eylemleryapacağı ve zamanla mücadelenin bir şekildesönümleneceği, dağılacağı varsayımı üzerinekurulmuştu plan. Dediğim gibi bunun sayısız örneklerivar. Bir dizi kamu işletmeleri özelleştirilirken ve yeryer işçilerin diğer kamu işletmelerine özlük haklarıylayatay geçişi yapılırken, birçok yerde işçiler işsizbırakıldı. Veya 4/C uygulaması dediğimizuygulamalara gidildi. TEKEL işçilerinin bu saldırıyaverdiği cevabı, işin doğrusu tek başına hükümet değilsendika da hesaba katmadı. Düşünülenin tersineTEKEL işçileri gerçekten kararlı bir mücadelesergilediler. Daha örgütlü davrandılar, tabii kisendikanın buradaki varlığı da önemli. Yani bumücadelenin seyrine uygun bir önderlik yapıpyapmamasından bağımsız olarak işçilerin sendikanınçatısı altında olmaları, kısmi bir örgütlü yapılarınınolması oldukça önemli.

Tek Gıda-İş Sendikası da mücadelenin bu denligelişmesinden rahatsız. Ne yapacaklarını dabilmiyorlar. En başta bu noktada bir uyanıklıksergiledi ve işin doğrusu dinamiti Türk-İş’in elinetutuşturdu.

Ankara’ya gidiş ve gelişlerde zaman içerisindeişçilerin gerileyeceği, yılacağı ve bu işten bir şekildekurtulacaklarının hesabını da yapmadı değiller. Amasüreç biraz daha farklı gelişti. Bir de Kürt illerindengelen işçilerin mücadeledeki motor gücü olması diğerişçileri de sürükledi.

- TEKEL direnişinin işçi, emekçi ve ilerici güçleraçısından etkisi ne oldu?

- 2009 yılı çok yoğun saldırılarla geçen bir yıldı.İşçilerin bir dizi haklarını yitirdiği, işsizliğin çokbüyük oranda arttığı, insanların en kötü koşullardaçalışmaya bile rıza gösterdiği 2009 gibi kötü bir yılınardından 2010’a böyle bir mücadeleyle girilmesibirçok çevreyi de şaşırttı. Çok da beklenmedik birşeydi. Bu nedenle, bugüne kadar ortaya çıkan işçidirenişleri karşısında işçi ve emekçi katmanlar, çeşitlisiyasal yapılanmalar belirli bir destek, dayanışmasundular ancak hiçbiri bu düzeyde yığınsal bir desteğigörmedi. Bu anlamıyla da son derece önemli. 2009gibi karanlık bir yılın ardından 2010’a böyle birmücadeleyle girilmiş olunması insanları yenidenumutlandırdı. Özellikle kitlesel destek ve dayanışmasayesinde işçiler yalnız kalmadılar, bu hem onlara güç

verdi hem de dayanışmayı sunanlara moral verdi veheyecan yarattı.

- İzmir üzerinden değerlendirdiğimizde, TEKELdirenişine nasıl bir müdahale geliştirildi ve desteksağlandı?

- Özellikle Ege bölgesindeki katılım biraz zayıftı.Ancak bu işçilerin değil yöneticilerin bu noktada bumücadeleye yaklaşımı, uzlaşıcı oluşlarıylaaçıklanabilir bir durumdur. Bölgesel eylemler yapıldı.Cuma günleri iş bırakma eylemleri, AKP önündeprotesto eylemleri bölgemizde de gerçekleşti. Örneğinilk Cuma eylemi Karayolları’nda gerçekleşmişti.Balatçık’ta 1500 TEKEL işçisi olmasına rağmenkatılım çok düşüktü. Ancak ikinci eyleme dahayığınsal bir biçimde katıldılar ve eyleme ciddi bircoşku ve canlılık kattılar. Bu şunu gösteriyor, işçilermücadele konusunda istekliler. Kararlılıkları var.İkinci eyleme bu coşkuyla katılmış olmaları işçilerinmücadeleye hazır olduklarını, ancak toparlayıpkoordine edip alana taşıma meselesinde ilk baştasendikanın geri durduğunu gösteriyor.

Biz Ankara’da işçileri iki defa ziyaret ettik. Türk-İş’e bağlı bir grup şube başkanı olarak Türk-İş BölgeTemsilciliği üzerinde uyguladığımız baskı sayesindeAnkara’da gazlı ve tazyikli su saldırılarının hemenertesinde burada dayanışma ve destek amaçlı bir basınaçıklamasını zorladık. Ankara’ya bir ziyaretinorganize edilmesi gerektiğini vurgulayarak, hemonlara moral ve destek olması için hem de bizimaçımızdan buna ihtiyaç olduğunu ifade ettik.Zorlamayla da olsa bir şekilde gittik. Daha sonra Türk-İş yönetiminin çağrısı üzerine bir kez daha gittik. Bizo zaman da işçilerin kararlı olduklarını gördük. İşçiler“Türk-İş göreve, genel greve!”, “Genel grev-geneldireniş!” sloganlarını öne çıkarıyorlardı. Türk-İş’inalmış olduğu eylem kararlarının geri, cılız, sonuçalmak yönüyle zayıf olduğunu görüyor, daha ileri,daha etkin eylem taleplerini sürekli sloganlarla dilegetiriyorlardı.

- TEKEL işçileri ile dayanışma amaçlıgerçekleştirilen merkezi Ankara mitingininörgütlenmesi ve TEKEL işçilerinin kürsü işgali veTürk-İş binasını basması üzerine nedüşünüyorsunuz?

- Miting için önce Cumartesi günü yapılmasıyönünde karar alınmıştı. Ankara Valiliği’nin tehdidi

üzerine Türk-İş bir rest çekeceği yerde geri adım attıve mitingi Pazar gününe çekti. Uzak illerden gelmeninson derece güç olacağını düşündüğümüz için dekatılımın zayıflayacağı yönünde bir kaygımız vardı.

Belki de öyle oldu, bilemiyorum. Buna rağmenAnkara’da düşündüğümüzün üzerinde bir katılımgördük. İşçi ve emekçilerin katılımı, emekten yanaörgütlenmelerin katılımı bakımındandeğerlendirdiğimizde kararlı bir kitle vardı. Orayagelen onbinlerce işçi ve emekçi başta TEKEL işçileriolmak üzere, İstanbul itfaiye işçileri olmak üzere,Türk-İş yönetiminden, bu mitingte daha ileri düzeydebir mücadele bekliyorlardı. Oturma eylemleri,yürüyüşler, AKP’yi protesto eylemleri, iş durdurmaeylemlerinin ardından Ankara mitinginin vereceği güçve cesaretle daha ileri bir karar almasını işçiler veemekçiler bekliyordu, en başta da TEKEL işçileribekliyordu.

Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu kürsüyeçıktı, konuştu. Ancak hiçbir şey söylemedi. “Sandıktacevabı vereceğiz, çok yapabileceğimiz bir şey yok”anlamında bir tutum sergiledi. Kumlu kürsüye çıktığıandan itibaren “Türk İş göreve, genel greve!”, “Genelgrev-genel direniş” sloganları bütün alanı özellikleTEKEL işçilerini saran bir slogan olarak öne çıktı.“AKP’li başkan istemiyoruz!”, “Kumlu istifa!”sloganlarıyla bu konudaki taleplerini, Türk-İş’inuzlaşıcı tutumuna karşı tepkisini ve ne tür bir kararalınması gerektiğini dile getirdi. Tabii bunlarhükümetten daha az sağır değillerdi ve dolayısıyla butalebi görmezden gelerek alelacele mitingi bitirmeyeçalıştılar. Çok da tezat oluşturacak bir sanatçıyı,Alişan’ı çıkarmayı denediler. Tabii işçiler kürsüyüişgal etti. Onlar da gittiler. İşçiler orada bir kez daha,bu işin başında olanların ya adam gibi davranmaları yada çekip gitmelerini, önlerini tıkamamaları gerektiğinidile getirdiler. Hükümet de bu mesajı almış olmalı,Tek Gıda-İş Genel Başkanı ve diğer sendikalar da bumesajı almış olmalı. Tabii burada bir şeyi de görmekgerekiyor. İşçiler genel grev de dahil daha ilerimücadele biçimlerine hazır olduklarını gösteriyorlar.Ancak Türk-İş yönetimi bu saatten sonra bir arayagelip bunun daha ilerisinden bir eylem kararı alır mı,bu konuda çok fazla bir şey söylemek olanaklı değil.Aslında Türk-İş yönetimi meşruiyetini tamamenyitirmiş bir yönetimdir. İşçilerden kaçan, miting

TÜMTİS İzmir Şube Başkanı Şükrü Günsili ile TEKEL direnişi üzerine konuştuk...

“TEKEL direnişi bir heyecan,coşku ve ilham kaynağıdır!”

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Necla Akgökçe ile kriz üzerine konuştuk…22 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

alanını terkeden ve Türk-İş binasındaki odasınagelmeyen, ortadan kaybolan bir başkanın artık birmeşruiyeti kalmamıştır. Gene de kalırsa, işçininiradesine rağmen orada kalmış olacaktır. Busaatten sonra ne olur, bilemiyorum. Ancakmücadele eden bazı sendikalar var, birarayagelerek yeniden neler yapılabiliri tartışmalarıgerekir ki bunlar da Türk-İş içerisinde yeterinceetkin değiller. Deri-İş’tir, Petrol-İş’tir, Hava-İş’tir,TÜMTİS’tir, Harb-İş’tir. Bu sendikalar bölgeseldüzeyde bir şeyler yapabilir.

- TEKEL işçilerinin göstermiş olduğumücadele ve direniş çizgisinin işçi sınıfıaçısından önemi nedir?

- Sonuç olarak şunu söyleyebilirim. TEKELişçilerinin bu mücadelesi gerçekten işçi sınıfıaçısından yeniden bir umudu, yeniden bir dirilişicanlandırması bakımından son derece tarihsel birönemdedir. 2009’un ardından 2010’un böylesinekitlesel bir mücadeleyle başlamış olması sonderece önemlidir. Sendika bürokratlarının tümisteksizliklerine ve ayak oyunlarına rağmenTEKEL işçilerinin bu direnişi bu kitlesellikle ve bugüçle götürmüş olmaları, son yılların en yığınsaleylemi olması bakımından da çok önemlidir. Kaldıki TEKEL işçileri bundan sonra kamu işyerlerineözlük haklarıyla birlikte yatay geçiş talebinigerçekleştirmemiş olsalar bile, o noktada bir başarıolmamış olsa bile, Türkiye işçi sınıfı bakımındanbir kazanıma sahiptir. Sermaye sınıfına da bundansonra her istediklerini istedikleri gibigerçekleştiremeyeceklerini anlatması bakımındanönemli bir mesajı içermektedir.

Daha başından TEKEL işçileri şöyle bir şeyleçıkmış olsalardı; “Biz bunu kazanamayabiliriz.Kazanamayacağımız bir şey için niye yolaçıkalım” gibi bir kadercilikle, bir teslimiyetle,mücadele etmek yerine 4/C’ye razı olmuşolsalardı, bu, hükümetin ve sermayenin bundansonraki saldırı planlarını daha rahat, dahaözgüvenli, daha cüretkar biçimde hayatageçirmesinin önünü açacaktı. Bu direniş onlara heristediklerini uygulama şanslarının olmadığınıgösterdi. TEKEL işçileri kaybetseler bile, enazından bu noktada Türkiye işçi sınıfına tarihselbir miras bırakacakları gibi, sendikabürokratlarının da artık işçi sınıfını rahatlıkladenetleyemeyecekleri gibi önemli dersleri içerenbir mücadele oldu.

Her halükarda bu mücadelede bugün önemlikazanımlar elde edilmiştir. Karşı tarafa önemlimesajlar verilmiştir. Türk-İş’i sarsmıştır,meşruiyetini dağıtmıştır. Daha da önemlisi,Türkiye işçi ve emekçilerinin “artık bu saattensonra sesi çıkmaz, esamesi okunmaz” diyedüşünenlere de umut olmuştur. TEKEL direnişi,sadece destek olmamız bakımından değil, onlarınbu mücadelesinden bizim de bir heyecan, coşku veilham almamız bakımından da son dereceönemlidir.

Kızıl Bayrak / İzmir

- İşçi kadınlar krizden nasıl etkileniyor? Necla Akgökçe: Bu sorunun cevabını “kriz ve

kadın” konulu bir panelde konuşan işçi kadın şöylevermişti: “Ben doğduğumdan beri krizdeyim, benimiçin bir şey fark etmiyor.” Gerçekten de Türkiye’dekadın emekçiler sürekli kriz koşullarında yaşıyorlar.Yaşadığımız türden depresyonlar onların koşullarınıbiraz daha ağırlaştırıyor sadece.

Kadınların emek piyasalarında ve ev içlerindekikonumları, onların krizden etkilenme derecesini vebiçimlerini belirliyor. Son krizde üretim süreci içindekiyerlerinin de bazı sektörlerde belirleyici olduğunusöylemek artık mümkün gibi görünüyor bana.

Türkiye’de kadın istihdamına bakıldığındakadınların büyük bir bölümünün hala tarımda ücretsizaile işçisi olarak çalıştığı görülür. Şehirlerde ev eksenliçalışma biçimi, çağrıya bağlı çalışma, geçici işçilikkadınlar için en temel çalışma biçimlerindendir.Düzenli güvenceli işlerde çalışan kadın sayısı oldukçadüşük ülkemizde. Düzenli çalışanların büyük birbölümü tekstil ve hizmet sektöründe bulunuyor.Buralarda çok ağır şartlarda sendikasız, çoğu zaman dasosyal güvenceden yoksun işler yapıyorlar. Kriz sonrasısendikalılık oranının yüzde 5’e düştüğü söyleniyor,sendika üyesi kadınların sayısı ise mevcutsendikalıların yüzde 14.5’ini oluşturuyor.

Dolayısıyla emek piyasalarında en güvencesizkonuma sahip kadınlar, bu krizden en fazla etkilenenleroldular. Tekstilde çalışan kadınların büyük bir bölümüişini kaybederken, bir ilaç fabrikasında üretim yapan vesendikalı olarak çalışan bir kadın belki işinikaybetmedi. Ama ilaç fabrikasında çalışan kadıneskiden bir iş yaparken şimdi işler birleştirildiği içinbirkaç işi birden yapmak zorunda kaldı.

Ayrıca çalışan, çalışmayan pek çok kadın açısındanevde yapılan işler iki katına bindi. Kriz döneminde evlibir kadın işini kaybetmedi diyelim, ki eşi işini kaybetti.Gelir birden bire yarıya inince, kadın eskiden dışarıdanaldığı atkıyı kendi örmeye başladı ya da hazır makarnaalırken artık erişte kesiyor, çocuğunu belediyeninkreşine verirken, kreş parasından tasarruf için evdebakmaya başladı. Bunların hepsi kadınların evdeki işyükünü ağırlaştıran faktörler. Fabrikada iki iş yaparkenartık beş iş yapıyor, evde ev işleri için eskiden gündeüç saatlik emek harcarken, şimdi bu süre beş saateçıktı. Farazi konuşmuyorum, çevremize şöyle bakalım,bu türden pek çok hayat hikayesi ile karşılaşırız… Yani“kriz kadınları vurur ilk önce onlar işten çıkarılırlar”sözünün ötesinde bir durum sözkonusu kadınlaraçısından.

- Sizce bu koşullarda nasıl bir mücadele hattıizlemek gerekiyor?

Necla Akgökçe: Yukarıda saydığım kadınlarayönelik tüm çalışma ve sömürü biçimlerini içinealabilecek bir mücadele hattı izlemek gerekiyor.Mevsimlik Kürt kadın işçilerini, İstanbul’da çokuluslubir şirkete bağlı sendikalı bir işyerindeki kadını, krizdöneminde evişi ve bakım yükümlülükleri ikiyekatlanan ev kadınlarını bir araya toplayacak ortak birpolitik zemin üzerinde şekillenen bir mücadele çizgisiolmalı. Bu anlamda sendikaların ve sendikalar içindeki

kadın yapılarının, kadın emeği üzerine çalışan her türlüyapı ve kuruluşun, ev kadınlarına ve ev eksenliçalışmaya yönelik çaba gösteren herkesin ortak hareketplanı oluşturmaları gerekiyordu hala da gerekiyor.Aklıma kadın dayanışmasından başka çözüm gelmiyor.Tabii ki krizin kapitalist bir kriz olduğunu unutmamakkoşuluyla… Çünkü bu tespit, dayanışmanın içeriğininnasıl doldurulacağına dair başka bir politik hatta işareteder.

- Bu noktada sendikalara düşen görev konusundane düşünüyorsunuz?

Necla Akgökçe: Biz bir kadın dergisiyiz. Krizdenbu yana kriz dosyaları yapıyoruz. Bu dosyalarda krizi,çeşitli bakış açılarına sahip kadın iktisatçılarıngözünden kadınlara anlattık. Önce yaşanılan şeyinbilgisini elde etmenin anlamlı olduğunu düşünüyordukçünkü. Bu bilgiyi verirken alanda kriz sonucunda işinikaybetmiş, direnen, greve giden kadınların hikayelerinide gündeme getirdik. Bu deneyimlerin, “krizdekadınlara neler oluyor”, sorusunun cevabını vermekaçısından çok anlamlı olduğunu düşünüyoruz. Krizingerçek bilgisi çünkü oralarda, bu arkadaşlarımızınfabrikalarda ve evlerde yaşadıklarında çünkü.

Sendikalara düşen görev… Sendikaların önceliklekendi işkollarında kriz nasıl yaşandı, kimler işinikaybetti, bunların kaçı kadın, kaçı erkek, türündenistatistiki veriler biriktirmeleri gerekiyordu, bunuyapmadılar. Çünkü toplumsal cinsiyet esaslı verioluşturma anlayışına sahip değil sendikalar.

Bazı işkollarında işin yeniden tanımlandığını, krizlebirlikte bazı işlerin ortadan kalktığını düşünüyorum,üretim süreçlerinin niteliksel bir analizini de yapmadısendikalar maalesef.

Zaman zaman ortak hareket etseler de krize karşı daortak bir mücadele hattı oluşturamadılar. Çok savunmadurumunda kaldılar ama krize karşı mücadelede saldırıtaktiklerinin de gündeme getirilmesi gerekiyordu.

Krizde emeğe karşı girişilen ortak harekata karşılıksendikalar genişleme siyaseti güdebilirlerdi. Yanikadınlar başta olmak üzere şimdiye kadarörgütlemedikleri kesimleri ve alanları örgütlemeyeçalışabilirlerdi, onu da yapmadılar.

İçinde çalıştığım sendika olduğu için demiyorum,ama Petrol-İş Sendikası’nın süreci biraz farklıdeğerlendirdiğini söyleyebilirim. Kriz dönemindeDüzce’de bir örgütlenme kampanyası başlatıldıörneğin. Bence bu olumlu bir tutumdu. Ama bu süreçteTürk-İş’in işçileri pazara alışverişe yollamasına daşahit olduk. Bize “siz tüketin ki kapitalistler ayaktadursun” dediler. Televizyonda bizi tüketimeyönlendiren reklamları da unutmamak gerekir bu arada.Yani üç kuruş ücretle ayın sonunu zor getireninsanlardan kapitalistleri kurtarması istendi.Memleketin en değerlileri onlarmış gibi gösterildi hep.

Sendikaların da, solcuların da, feministlerin deyapması gereken başka ve çok önemli bir şey var.İdeolojik atmosferi tersine çevirmek. Kapitalistlerolmadan biz yaşayabiliriz ama biz olmadan bizartıdeğer üretmeden, onlar hayatlarını devamettiremezler.

Emekçi Kadın Komisyonları

Petrol İş Sendikası Kadın Dergisi Genel Yayın YönetmeniNecla Akgökçe ile kriz üzerine konuştuk…

“Kapitalistler biz olmadanyaşayamaz!”

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Alaattin Karadağ’ın 19 Kasım 2009 akşamıEsenyurt-Avcılar bölgesinde cinayet şebekesi gibiçalışan polislerce katledilmesinin ardından çeşitli illerdepolis terörüne ve cinayetlerine karşı eylemler yapılıyor.Çok yönlü olarak uygulanan devlet terörü teşhirediliyor.

15 Ocak Cuma günü Eskişehir’de yapılan eyleminyanısıra 16 Ocak günü de İzmir, İstanbul, Bursa,Adana ve Kocaeli’de polis terörü protesto edildi,Alaattin Karadağ cinayetinin aydınlatılması istendi.

Eylemlerle PSVK ve TMY’nin kaldırılması,Karadağ cinayetinin sorumlularının hesap vermesi talepedildi.

İzmir:BDSP ve EHP tarafından eski Sümerbank önünde

gerçekleştirilen eylemde ölüm yıldönümü vesilesiyleHrant Dink anıldı, Dink’i katleden karanlığınkapitalizmin karanlığı olduğu vurgulandı.

“PVSK ve TMY kaldırılsın! Polis terörüne vecinayetlerine son! Alaattin Karadağ’ın katilleriyargılansın! / BDSP-EHP” pankartının taşındığıeylemde Alaattin Karadağ ve Hrant Dink’in yanısıraFestus Okey, Baran Tursun, Engin Çeber gibi devletterörü kurbanlarının da fotoğrafları taşındı.

Sloganlar eşliğinde biraraya gelen kitleye yönelikyapılan konuşmada devlet terörüne karşı eylemlerin 3.haftasında da sürdüğü belirtdi.

Konuşmanın ardından katılımcılar Hrant Dink veAlaattin Karadağ şahsında mücadele içinde şehit düşentüm onurlu insanlar adına saygı duruşuna çağrıldı.Saygı duruşunun ardından oturma eylemine geçildi.Oturma eylemi sırasında Duvara Karşı TiyatroTopluluğu’ndan bir kişi Nazım şiirlerinden hazırladığıbir şiir-dramatize gösterisi sundu. Coşkulu bir biçimdegerçekleştirilen etkinlik hem katılımcılar hem deçevrede toplananlar tarafından ilgiyle izlendi.

Duvara Karşı Topluluğu’nun ardından Hrant’ın“Güvercin tedirginliği”nden bahsettiği ve katledildiğigün AGOS gazetesinde yayınlanan son yazısından birbölüm okundu ve oturma eylemi “Yaşasın halklarınkardeşliği!” sloganı ile son buldu. Oturma eyleminibasın metninin okunması izledi. “Hrant’ı da Alaattin’ide katleden aynı karanlıktır, kapitalizmin karanlığıdır!”başlıklı metinde Hrant Dink’in halkların kardeşliğinisavunmasının bu topraklarda katledilmesi için yeterlibir sebep olarak görüldüğü ifade edildi.

Basın açıklamasının ardından destekçi kurumlardanBuca Emekli Sen adına da bir konuşma yapıldı.Konuşmada kapitalizmin krizinden ve emekçileredayatılan yıkımdan bahsedilerek 2010’un emeğin yılıolacağı belirtildi. Hrant Dink’in ve Alaattin Karadağ’ınkatledilişinden bahsedilerek katliamlara karşı verilenmücadelenin herkesin mücadelesi olması gerektiği,Emekli Sen’in bu mücadeleyi desteklediği vurgulandı.

Eyleme DHF, Ege 78’liler, Buca Emekli-Sen veTÜMTİS destek verdi.

İstanbul:Eylemlerin 4. haftasında Tramvay Durağı’nda bir

araya gelen BDSP, EHP ve PDD dövizler ve flamalareşliğinde “Karadağ cinayeti aydınlatılsın! Katilleryargılansın!” pankartı arkasında yerlerini aldılar.

Yürüyüş, eylemin üç yıl önce katledilen HrantDink’e atfedildiğinin duyurulmasıyla sloganlareşliğinde başladı.

Eylemde Alaattin Karadağ’ın resimlerinin yanındaHrant Dink’in resimleri de taşındı.

Coşkulu geçen yürüyüşün ardından GalatasarayLisesi’ne varıldı ve 50. Yıl Anıtı önünde oturmaeylemine başlandı.

Açıklamada Hrant Dink’in katledildiği koşullarhatırlatılarak, aradan geçen üç yılın ise “mahkemesalonlarının adalet skeçleri sahnelenen birer gösterimerkezi, karakolların ölüm evi, meclisin ise demokrasisoytarılarını ağırlayan bir binadan ibaret olduğunugösterdiği söylendi.

Dink cinayetiyle ayrı düşünülemeyecek olan şovenatmosferin de bu üç yıl içerisinde büyütüldüğü, linçlerinsürekli hale eldiği ifade edildi. Bir yandan da PVSK ileyetkileri genişletilen polislerin uyguladığı terörde gözlegörülür bir artış olduğu hatırlatılırken, bu baskı ve teröruygulamalarının hatta cinayetlerin ardından açılandavaların ise Dink davasına benzer bir biçimdesürüncemede bırakıldığı ifade edilerek mahkememahkeme dolaştırılan Alaattin Karadağ cinayeti ile ilgilisavcılık soruşturması örnek gösterildi.

Bursa:Osmangazi Metro İstasyonu’nda biraraya gelen

BDSP, DBH, DHF, EHP, ESP-G, SDP, SODAP,Partizan “PVSK ve TMY kaldırılsın! Polis terörüne vecinayetlerine son! Karadağ ve tüm siyasi cinayetleraydınlatılsın!” pankartı arkasında toplanıp döviz veflamalarını açarak sloganlarla Kent Meydanı’nayürüdüler. Coşkulu ve canlı bir atmosferde gerçekleşenyürüyüş boyunca Alaattin Karadağ fotoğraflarınınyanısıra Aydın Erdem, Ceylan Önkol, Çağdaş Gemik,Engin Çeber ve Festus Okey’in fotoğrafları da taşındı.

Açıklamada, koyu bir polis rejiminde yaşandığıvurgulanarak, elindeki silahı keyfice kullanan polisin,cinayetlerine her geçen gün yeni cinayetler eklediğihatırlatıldı.

Eyleme yaklaşık 60 kişi katıldı. Halk Cephesi deeyleme temsilci düzeyinde destek verdi.

Adana:İnönü Parkı’nda biraraya gelen BDSP, ÇHKM,

Devrimci Proletarya, DHF, ESP-G, İHD tarafındangerçekleştirilen eylemde Alaattin Karadağ cinayetininaydınlatılması ve polis terörüne son verilmesi istendi.

Açıklamada, Karadağ cinayeti hatırlatılarak,Karadağ’ın kanı kurumadan Aydın Erdem’in sokakortasında katledildiği söylendi.

Açıklamada, burjuvazinin mahkemelerinin de devletterörünün bir parçası olduğu belirtilerek yaşanan çeşitliolaylar üzerinden örnekler gösterildi.

Cinayetlerin aydınlatılması, sorumluların hesap

vermesi için mücadele çağrısı yapılarak açıklamasonlandırıldı.

50 kişinin katıldığı açıklama yapılan oturmaeyleminin ardından sona erdi.

Eyleme TÖP ve Halkevleri de destek verdi.

Kocaeli:Devrimci ve ilerici kurumlar Belediye İşhanı

önünde toplanarak burada basın açıklamasıgerçekleştirdi. Alkış ve sloganlar eşliğinde “Polisterörüne son! TMY ve PVSK geri çekilsin!” pankartınınaçıldığı eylemde, Aydın Erdem, Uğur Kaymaz veAlaattin Karadağ’ın fotoğrafları taşındı.

Polis devleti uygulamalarının da toplumsalmuhalefeti sindirmek için yaygınlaştırıldığı belirtilirkençeşitli örneklerle polis terörü teşhir edildi. Ankara’daözlük hakları için direnişe geçen TEKEL işçilerineyapılan saldırının hatırlatıldığı açıklamada, İstanbul’dadevrimci bir işçi olan Alaattin Karadağ’ın Esenyurt-Avcılar polisi tarafından infaz edildiği söylendi.

Kürt ulusunun haklı ve meşru mücadelesinindesteklemenin de bu ülkede ölüm nedeni olduğusöylenirken, 6 Aralık günü Diyarbakır’da Aydın Erdemisimli yurtsever gencin sırtından vurularak katledildiğiifade edildi.

BDSP, DHF, ESP-G, SDP, EHP ve Halkevleri’ninörgütlediği basın açıklamasına 35 kişi katıldı.

EskişehirEskişehir İl Sağlık Müdürlüğü önünde toplanan kitle

“Devletin katliamları ve baskıları artıyor! /Unutturmayacağiz hesap soracağız!” pankartını açarakAdalar Migros önüne meşaleli yürüyüş gerçekleştirdi.

Yapılan ajitasyon konuşmalarında ayrıca sondönemde artan linçlere dikkat çekilerek polis ve devletterörüne karşı mücadele etmenin yanısıra sivil faşistçetelerin terörüne karşı da mücadele edilmesi gerektiğivurgulandı.

Adalar Migros önüne gelen kitle oturma eyleminegeçti. Oturma eylemine geçildikten sonra kısa sürelitiyatro gösterimi gerçekleşti. Yapılan ajitasyonlarkonuşmaları ve söylenen marşlardan sonra basınaçıklaması okundu. Basın açıklamasında son dönemdeartan polis ve sivil faşist terörüne karşı örgütlümücadeleyi yükseltmenin önemi belirtilerek derhalpolis terörünü, cinayetlerini gerçekleştirenlerinyargılanmasının ve PVSK’nın kaldırılmasının gerektiğibelirtildi.

Eylemi BDSP, DHF, EHP, ESP-G ve TÖPörgütledi.

Kızıl Bayrak / İzmir - İstanbul - Bursa - Adana -Kocaeli - Eskişehir

Karadağ cinayeti ayınlatılsın! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Polis terörü ve cinayetlerini protesto eylemlerinden...

“Karadağ cinayeti aydınlatılsın!”

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

BDSP’liler tarafından çeşitli illerde polisterörüne ve cinayetlerine karşı hız kazanankampanya, polisin saldırısına maruz kalıyor. Polisterörünün teşhir edildiği materyaller polislertarafından özel olarak hedef alınıyor.

Kocaeli’de faaliyetlerine devam eden sınıfdevrimcileri polisin sistematik terörü ilekarşılaşıyor. Kocaeli’nin İzmit, Körfez ve Derinceilçelerine polis terörüne karşı yürütülenkampanya çalışmalarını çeşitli araçlarla taşıyanBDSP’liler 20 Ocak günü Derince ÖğretmenlerMahallesi’nde sermaye devletinin faşist terörü ilekarşı karşıya kaldı.

Öğretmenler Mahallesi’nde BDSP’ninkampanya afişlerini yapan dört BDSP çalışanı,yaklaşık on polis tarafından tekme ve tokatlarladövülerek gözaltına alındı.

Afişleri fark eden polisin olay yerinegelmesinin ardından sınıf devrimcilerine üstarama ve karakola götürülme dayatmasındabulunuldu. Bu keyfi tutuma karşı çıkanBDSP’liler bunun üzerine tekmeler eşliğinde yereyatırıldı ve kafaları polis otosuna vurularak zorlaarabaya bindirildi.

Daha sonra Yenikent Polis Karakolu’nagetirilen devrimciler üst araması dayatmasınıkabul etmediler. BDSP’lilere Kabahatler Kanunuüzerinden ceza kesildi.

Polis terörü karşıtı BDSP afişleri, İstanbulÜmraniye’de, İMES E Kapısı-Madenler hattınave Sarıgazi’ye yapıldı. Yaklaşık 200 afişinkullanıldığı çalışmada, Madenler’de veDudullu’da yapılan afişler polis tarafından 1 saatiçerisinde söküldü.

Ayrıca BDSP afişleri Tuzla-Aydınlı veEsenyalı Mahallelerinde yaygın bir şekildeyapıldı. Faşist kolluk güçleri afişleri tam birkudurganlıkla parçalamaya çalıştı. Fakat bunarağmen BDSP’nin polis terörü ile ilgili şiarlarıemekçilere ulaştırılmış oldu.

Adana’da da 20 Ocak günü iki sınıfdevrimcisi, faaliyet esnasında gözaltına alındı.

Uçak Mahallesi’nde Kızıl Bayrak gazetesinindağıtımını gerçekleştiren Arzu Kirazcı ve İlkerGüler, sivil polisler tarafından sivil bir araca zorlabindirilerek gözaltına alındı.

Götürüldükleri karakolda adres ve ifadevermeyi reddeden, tutanaklara imza atmayan sınıfdevrimcileri, savcılığın talimatıyla geceyikarakolda geçirdi.

Polis cinayetlerine ve terörüne son!24 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Polis terörü karşıtı kampanyaya saldırı

İHD ve Karadağ Ailesi’nden polis cinayetlerinekarşı duyarlılık çağrısı

Alaattin Karadağ’ın ailesi ve İnsan HaklarıDerneği (İHD) Hatay Şubesi, artan polis terörü vecinayetlerine karşı duyarlılık gösterilmesini istediler.

İHD Hatay Şubesi’nde gerçekleştirilen basınaçıklamasında İHD Hatay Şube Sekreteri Av. AdnanEryılmaz ve Alaattin Karadağ’ın abisi AbdullahKaradağ ayrı ayrı basın açıklamaları yaptılar.

Toplantıda İHD adına açıklamayı okuyan Av.Eryılmaz yaşam hakkı ve insanın maddi ve manevivarlığının bütünselliğinin dokunulmazlığı hakkınınbaşta Evrensel Bildirge ve Türkiye’nin de taraf olduğuBM ve Avrupa Konseyi belgeleriyle güvence altınaalındığını hatırlattı.

Abdullah Karadağ: Kardeşim infaz edildi

Toplantıda Karadağ ailesi adına basın açıklamasını okuyan Alaattin Karadağ’ın abisi Abdullah Karadağ,kardeşinin 19 Kasım 2009 akşamı İstanbul Esenyurt’ta polisler tarafından infaz edildiğini ve bunun görgü tanıklarıtarafından da doğrulandığını ifade etti.

Abdullah Karadağ’ın açıklamasında, Alaattin Karadağ’ın infaz edilişine şu sözlerle değinildi:“Ancak mahalle sakinleri olayın bir çatışma olmadığını ve kardeşimin yaralandıktan sonra ‘Ford transitten inen

uzun boylu bir sivil polis tarafından infaz edildiğini söylemişlerdir. Olayda yaralanan polis için hemen ambulansçağrılırken, kardeşim saatlerce bekletilmiştir. Mahalle sakinlerinin ‘yaralıyı neden hastaneye almıyorsunuz?’ diyetepki vermesi üzerine polis, ‘Amirin emri var alamayız’ diyerek sokağı yaya girişine kapatmıştır. Daha sonra görgütanıklarına göre Ford Transit’ten inen uzun boylu sivil bir polis, kardeşime 5-10 el ateş ederek onu sokak ortasındainfaz etmiştir. Kardeşimin cenazesini İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan alıp Cemevine yıkamaya getirdiğimiz zamanvücudunda 10’dan fazla kurşun yarası olduğunu tespit ettik. Ayrıca başının arka kısmında yara ile darp izi olduğunugördük. Esas ölümcül kurşun sol koltuk altından girmiş ve sağ koltuk altından çıkmıştır. Koşan bir kişinin her neşekilde olursa olsun koltuk altından yaralanması mümkün değildir. Bu durum, kardeşimin yaralandıktan sonra koltukaltından vurularak katledildiğini ve olayın apaçık bir infaz olduğunu gözler önüne sermektedir.”

İstanbul polisinin kendini aklamak için PVSK’yı dayanak gösterdiğini belirten Karadağ, yargının da polisinaklanması konusunda yardımcı olduğunu sözlerine ekledi. Kardeşinin katledilişinin soruşturulması işinin de İstanbulEmniyeti’ne verilmesini eleştiren Abdullah Karadağ, olayla ilgili delillerin karartıldığına dikkat çekti.

Açıklamanın sonunda ise PVSK mağduru ailelere ve basına “İnsanlık onuru adına” duyarlılık çağrısı yapıldı.

Beyoğlu polisinden yine şiddet!

Ülke genelinde yaygın ve sistematik bir biçimde polis terörü hayat bulsa da İstanbul Beyoğlu ve Esenyurt-Avcılargibi bölgelerde polis şiddetinin yaygınlığı ve dozu dikkat çekici boyutta. Beyoğlu karakolu, işkence ve ölümlerleanıldığı gibi günlük hayatta da sokaklarda polisin pervasız hareketleri polis şiddeti ve cinayetlerine kapı aralıyor.

GBT kontrolü üzerinden sokaklar açık hava karakolu haline gelmişken, polisler de yaptıklarının kendilerine biryaptırım biçiminde dönmeyeceklerini bildikleri için alabildiğine rahat davranıyor.

Beyoğlu polisinin bilinen son şiddet eylemi de 9 Ocak günü yaşandı. Beyoğlu polisi, gazeteci Ozan Özhan’ıTaksim Meydanı’ndaki polis bariyerinin önünden, bariyerin arkasında ve duvara asılı haldeki, Avrupa 2010 İstanbulKültür Başkenti etkinliklerinin afişine baktığı için darp etti.

Gazeteci Ozan Özhan, 9 Ocak günü Takism meydanda bulunan eski su deposunun duvarlarına asılı afişe bakarken,polis bariyerlerinin arkasından “Bekleme, yürümeye devam et!” “ikazı” ile karşılaştı. “Gazeteciyim, Beyoğlu’ndayaşıyorum. Durmamın ve bakmamın ne sakıncası var” cevabı karşında “Sizin güvenliğiniz için” yanıtını alan Özhan,“Kamu güvenliğini tehdit eden bir durum varsa bildirmeniz gerekir” dedi. O sırada başka bir memur “Nekonuşuyorsun lan!” diyerek yine polisin bilindik tutumunu takındı. Bu olaydan önce de polisten kimliğini ibrazetmesini istediği için sadece Beyoğlu’nda onlarca insanın darp edildiği düşünüldüğünde polise karşı “Yanlışkonuşuyorsunuz” yanıtını verme gafletini gösteren Özhan’ın bu “cüreti” kendisine yumruk ve tekme olarak döndü.Polis Özhan’ın kulağına yumrukla vururken ayağını tekmeledi. Ayrıca polisler Özhan’ı kolundan tutup bariyerleriniçine çekmeye çalıştılar.

Karambol anını ise Özhan şu sözlerle anlatıyor: “‘Komserim’ dedikleri biri geldi. Vuranın ismi Turgay ya daTuncay olabilir. Ona hitaben, ‘Burası İstanbul’un göbeği ne halt ediyorsun’ dedi ve saldırganı uzaklaştırdılar. İki kezkimliğimi aldılar. Komiser, ‘Kimliğini al, uzaklaş’ dedi. ‘Bu kadar basit değil, özür bekliyorum’ dedim. Komisermemur adına özür diledi. ‘O memur gelsin, neden bana böyle davrandığını söylesin’ dedim. Gelen olmadı.”

Özhan, bacağı ve kulağındaki darpla ilgili rapor alarak Beyoğlu Başsavcılığı’nda şikâyetçi oldu. Ama alenenişlenen polis cinayetleri bile cezasız kalırken, polisin bu “önemsiz” şiddet vakası da soruşturulmaya dahi gerekduyulmadan geçiştirilecektir.

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Emperlalistler Davos’ta toplanıyor Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Kapitalizmin çürümüş ruhu:Emperyalist tekellerin Davos Zirvesi

Zenginler kulübünün Davos Zirvesi olarak bilinenDünya Ekonomik Forumu’nun ilk adımları 1971yılında İsviçreli profesör Klaus Schwab’ın Avrupalışirket yöneticileri ile yaptığı ilk toplantıda atıldı.Önceleri Avrupa Yönetim Forumu olarak bilinen vedüzenli olarak toplanan bu örgüt, 1986 yılında DünyaEkonomik Forumu adını aldı. DEF, Microsoft,Monsanto, Nike, General Motors gibi en büyük1000’e yakın tekelden oluşuyor ve küresel çapta enetkili emperyalist örgütün önde gelenleri arasında yeralıyor.

Dünyanın en büyük tekelci şirket temsilcileri,kapitalist ideologlar ve önde gelen kapitalist devlettemsilcileri bir kez daha bir araya gelip, işçi sınıfına,emekçilere ve ezilen dünya halklarına karşı yeni birsaldırı programı hazırlamak ve uygulamak içintartışacaklar. Onlar ezilen insanlığa ve mazlumhalklara daha büyük yıkımlar ve acılar yaşatmak içintoplanıyorlar. Aynı zamanda bu yolla kanın vesömürünün üzerine kurulan çürümüş asalakdüzenlerini nasıl koruyacaklarını tartışıp önlemleralacaklar. Yani bizzat kendi icraatlarıyla yaratacaklarıküresel çaptaki direnişleri polisiye tedbirlerle nasılbastıracaklarını, zor aygıtlarını nasılgüçlendireceklerini de saptayarak buna uygungüvenlik önlemlerini güçlendirmenin yol veyöntemlerini belirleyecekler.

Her yıl geleneksel olarak ocak ayında düzenlenenDünya Ekonomik Forumu, bu yıl da 27 Ocak’taİsviçre’nin Davos kasabasında toplanacak. Büyükemperyalist tekeller bu yılki zirvelerini “Yenidendüşün, tasarla ve inşa et!” şiarıyla düzenliyorlar.

Bilindiği gibi kapitalizmin yaşamakta olduğuküresel çaptaki ağır ekonomik kriz, 2009 yılındakiDavos Zirvesi’ne düzen temsilcileri payına özel biranlam kazandırmıştı. Bu, “Son 40 yılın en önemlizirvesi” olarak sunulmuş ve “rekor katılım” olarakda gerçekleşmişti. Zirvenin gündemini ise “krizsonrası dünyanın biçimlendirilmesi” oluşturmuş, bugündem başlığı altında mevcut krizden nasıl çıkılacağıve yeni ekonomik düzenin ne olması gerektiği gibikonular tartışılmıştı.

Bu yılki zirvenin gündemini henüz bilmiyoruz.Fakat küresel krizin kapitalizmin soluğunu kestiğini,işsizliği, yoksulluğu ve açlığı derinleştirdiğini, sosyalsorunları ağırlaştırdığını, emperyalistler arası nüfuzmücadelelerini, militarizmi ve saldırganlığıkızıştırdığını biliyoruz. İçinde bulunduğumuz yeniyılda ve önümüzdeki dönemlerde krizin de etkisiyleekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar dünya çapındadaha da ağırlaşacaktır. Bu olgu, düzen temsilcilerininve emperyalist ideologların itiraf ettiği temel önemdebir gerçektir. Tüm bunların sonucu olarak dünyaçapında işçi ve emekçilerin kapitalist barbarlığa veemperyalist saldırganlığa karşı günden güne gelişen vegenişleyen mücadelesine de tanık oluyoruz. Ve bununönümüzdeki yıllarda daha da güçleneceğini biliyoruz.Bu bütünlüklü tablo bu yılki zirvenin gündeminin detemel yönleri bakımından geçmiş yılki zirvegündemlerinin benzeri olacağı anlamına geliyor. Birkez daha krizin bütün bir yükü emekçilere veezilenlere nasıl fatura edilecek, emekçilerden gelecektepki hangi yöntemlerle dizginlenip bastırılacak, kanve sömürü üzerine kurulan asalak ve çürümüşdüzenlerinin güvenliği nasıl sağlanacaktır. Bu temelolgular bu yılki zirvenin de en önemli gündemleri

olacaktır.

Zirvenin üzerinde dolaşan hayalet:Yoksulluğun, açlığın, sosyal yıkımın ve

mücadelenin küreselleşmesi...

Daha dün emperyalist merkezlerde hazırlanan,refahın ve demokrasinin gelişeceğinin müjdesi olaraksunulan ama gerçekten de işçi ve emekçilere karşıideolojik bir teslim alma saldırısı amacı taşımanındışında hiçbir bilimsel değeri olmayan küreselleşmesafsatası yıllar önce çöktü ve bir daha hatırlanmamaküzere unutuldu. Zira bu zaten geçici bir ideolojiksaldırı bombardımanıydı ve katı gerçekler karşısındaömrü kısaydı. Önce her türlü derdin çözümü olaraksunulan, sonradan ise sahipleri, temsilcileri vesözcüleri tarafında sorunları ağırlaştırmanın kaynağıolarak itiraf edilen küreselleşme, çelişkileri, her türlüsorunları, sosyal yıkım politikalarını, yoksulluğu,emperyalist rekabet ve nüfuz mücadelelerini geliştiripderinleştirdi.

“Kapitalizmin sürmekte olan uluslararasılaşmasüreci, derin çelişkiler, çarpıklıklar veçözümsüzlüklerle birarada gitmektedir. Emperyalistküreselleşme, sınıflar, ülkeler ve bölgeler arası derineşitsizlikleri keskinleştirmekte, yakıcı ve felaketlisonuçlara yol açmaktadır. Emperyalizmin yeryüzüüzerindeki köleci egemenliğini yeni ilişki biçimleri vekurumlarla pekiştirme sürecine, emperyalistler arasıbloklaşmalar, keskinleşen çelişkiler ve kıyasıya rekabeteşlik etmektedir.” (TKİP Programı)

Bu bilimsel ve güncel tespit, Davos Zirvesi’ninbirinde emperyalist şeflerin bazı temsilcileri tarafındanyakarma ve kaygı dolu şu sözlerle itiraf edilmişti.“Uluslararası ticaret, zenginler lehine aşırı biçimdegelişiyor. Zenginler gerekli yardımı yapmıyor”, “Eğergemide hasta varsa, herkes hasta olabilir. Eğer açkalan varsa, herkes tehlikededir”, “Daha etik birküreselleşmeye doğru ilerlememiz gerekiyor.Demokrasiyi uluslararası düzeye taşımanın bir yolunubulmalıyız”

Emperyalist küreselleşme ve yaşanmakta olanküresel kapitalist kriz daha şimdiden ağır sonuçlaryaratmış bulunuyor. Bir taraftan emperyalistsaldırganlık ve savaşın dizginlerinden boşaldığı birsüreçten geçiyoruz. Öte yandan da sosyal yıkımpolitikalarının ve ağır sömürü koşullarının sürekliderinleştiği bir gerçekle yüzyüze bulunuyoruz.Dünyada açlık, yoksulluk, sefalet ve işsizlikgörülmemiş düzeyde büyüyor. Büyük bedeller

ödenerek elde edilen tüm kazanımlar gaspediliyor.Emperyalist metrpollerde bile polis devletiuygulamalarına geçiliyor. Özetle, işçi sınıfı, emekçikitleler ve ezilen mazlum halklar kapitalistbunalımların ve emperyalist savaşların büyük yıkım veacılarını yaşıyor ve bunun karşısında kendisine birçıkış yolu arıyor. Daha şimdiden dünyanın dört biryanında işçi mücadeleleri ve halk hareketleri gelişiyor.

Enternasyonal mücadele ve dayanışma her zamankinden

daha güncel ve yakıcı bir ihtiyaçtır!

Periyodik olarak toplanan DEF, G-8, IMF, DünyaTicaret Örgütü, Dünya Bankası gibi kapitalist-emperyalist kurumlar, bugün yüz milyonlarca insanıkapsayan işsizliğin, yoksulluğun ve açlığın, ülkeler vesınıflar arasındaki gelir dağılımı uçurumunun, hertürden sosyal felaketlerin doğrudan sorumluluğunutaşıyorlar. Bu zirvelerde bir araya gelen emperyalisthaydutlar dünyanın geleceğini ve insanlığın kaderiniderinden etkileyen kararlar alıyorlar. Seattle’danbaşlayan, Nice, Prag ve Göteborg’da dalga dalgayayılan ve Cenova’da doruğa çıkan, anti-kapitalist,anti-emperyalist bir nitelik taşıyan küreselleşme karşıtıgösteriler bu gerçeklerin bilince çıkarılmasının ve aktifmücadelelere konu edilmesinin ifadesidir.

Emperyalist küreselleşme, işçi sınıfı veemekçilerin en duyarlı kesimlerini dünyanın veinsanlığın geleceğine ilişkin ilgi ve duyarlılığını daharekete ve eyleme geçirdi ve bu zirveler on binlerceinsanın katıldığı militan gösterilerle yanıtlandı. Tam dabunun içindir ki emperyalist şefler zirvelerini artıkeskisi gibi huzurlu ortamlarda yapamamaktadırlar.Büyük ve öfkeli protestoların basıncı altındaemperyalist zirvelerin nerede ve nasıl yapılacağı daciddi bir sorun haline gelmiş bulunuyor vemilyonlarca dolar güvenlik önlemlerine harcanarakzirveler yapılabiliniyor.

Bugün dünyanın dörtbir yanında emperyalistsaldırganlığın ve ağırlaşan kapitalist sömürünün yıkımve acılarına karşı işçi ve emekçilerin başka bir dünyaarayışı ve mücadele eğilimi gelişiyor. Küresel çaptakiekonomik krizin buna yeni bir ivme kazandıracağı isebiliniyor. Mücadelenin uluslararası bir karekterkazanmasının imkan ve olanakları gelişiyor.Emperyalist küreselleşme karşıtı gösteriler bununhalihazırdaki biçimlerinden biri oluyor.

Emperyalist küreselleşme karşıtı hareketin, temelönemde bir dizi eksikliği ve zaafı içinde barındırdığıbiliniyor. Her şeyden önce bağımsız sınıf tavrıyla veöncüsü ile buluşmuş proletarya, halen güçlü birşekilde bu hareketlerin içinde yer alamamaktadır.Dolayısıyla hareket net bir hedefe ve programa sahipdeğildir. Fakat dünya ölçüsünde devrimci önderlikboşluğunun genel ağırlığı düşünüldüğünde son derecedoğal sonuçlardır bunlar.

Kapitalist barbarlığın saldırıları ancak işçi sınıfınıntutarlı ve kararlı devrimci önderliği altındageliştirilecek bir mücadeleyle püskürtülebilir. Bumücadele sınıfsal doğası gereği enternasyonal birkarakter taşımaktadır. Kapitalizminuluslararasılaşmasının geldiği boyut sorunların olduğukadar çözümlerin de uluslararası karakterini belirginhale getirmiştir.

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Kapitalizm öldürür!26 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Haiti’yivuran 7.0 şiddetindeki deprem, ülkenin 2 milyonnüfuslu başkenti Port-au-Prince ve çevresini enkazaçevirdi. Depremin ardından Haiti’den yansıyan dehşetverici tablolar, kapitalist emperyalizmin barbarlıkyolunda katettiği mesafenin yeni bir göstergesiolmuştur.

Ölü sayısının 200 bini aşması endişesi dilegetirilirken, yüz binlerce kişinin yaralandığı depremdenen az üç milyon kişinin etkilendiği bildiriliyor.Sokakların cesetlerle dolu olduğunu belirtengazeteciler, öfkeli halkın barikat kurarken cesetleri dekullandığını belirtiyor. Cesetleri gömme sorununun başgösterdiği başkent ve çevresinde, ölenler toplumezarlara gömülmeye başlandı.

10 milyonluk ülke nüfusunun %75’inin günlük ikidolardan az bir gelirle yaşamaya mahkum edildiğiHaiti’de, yıkıcı bir depremin olacağı öncedenbiliniyordu. Yabancı uzmanlar (zira Haiti’de yersarsıntılarını izleyecek sismik istasyonlar bulunmuyor)2008 yılında deprem olacağı konusunda yetkilileriuyarmış, ancak geçen süreye rağmen herhangi birtedbir alınmamıştır. Ülke kaynaklarının sınırlı oluşu,yönetimdeki karışıklıklar, zengin azınlık ile yoksulçoğunluk arasındaki gelir dağılımı uçurumununderinliği, emperyalist güçlerin müdahalesi gibisorunların iç içe geçtiği göz önüne alındığında, geçensürede önlem alınması beklenemezdi.

Haiti’deki yıkımın sorumlusukapitalist/emperyalist efendilerdir!

Depremin ardından açıklamalar yapan IMF, DB,BM, AB, ABD, Kanada yönetici veya temsilcileri,“yardım yarışı”na girmiş görünüyorlar. Ancak bu yarışfiili yardımdan çok, vaatler alanında gerçekleşiyor.Haber ajansları yapılacak yardımların listesiniyayınlarken, Haiti halkı deprem felaketinin ardındanaçlık ve salgın hastalık felaketiyle de karşı karşıyabulunuyor. Gönderilen tıbbi ve gıda yardımlarınındağıtılması konusunda ciddi sorunlar yaşanırken,felakete maruz kalan halk yer yer isyan ediyor.

Depremin ardından yardım vaatlerinde bulunanemperyalist güçler, güya “doğal afet”e maruz kalanHaiti halkının acılarını paylaşıyorlar. Oysa yaptıkları,ikiyüzlü bir mizansenden başka bir şey değildir. ZiraHaiti, 200 yıldan beri sömürgeciler ve emperyalistlerinmüdahalelerine maruz kalıyor. Fransa, ABD, Kanadaüçlüsü Haiti’nin perişanlığından bizzat sorumludurlar.Diğerleri ise, Haiti halkına karşı işlenen suçlarındestekçisi olmuşlardır. Emperyalist kuşatmacılarlaişbirlikçileri, gelişimini baltaladıkları Haiti’nindepreme hazırlıksız yakalanmasının da sorumlularıdır.

IMF reçetelerini uygulamayı reddettiği, devletişletmelerinin özelleştirilmesine karşı çıktığı için, %70oyla seçilen devlet başkanı Jean-Bertand Aristide’yitehdit eden ABD ile suç ortakları, geri adımattıramayınca, Haiti’ye ambargo uygulayarak,yoksulluğun daha da derinleşmesini sağladılar. Nitekimambargo sonucu ülke ekonomik çöküşe sürüklendi,emperyalistlerin de kışkırtmalarıyla baş gösterenistikrarsızlık ise, 2004’te yapılan askeri darbeningerekçesi olarak lanse edildi. Aristide’yi kaçıran ABD

destekli darbeciler, zorla Güney Afrika Cumhuriyeti’nesürdüler. Darbeyi ABD ve işbirlikçileri tezgahlarken,Fransa ve Kanada destekledi, “demokrasi vaazı”vermeye hevesli olan diğer emperyalist güç odakları isememnuniyetle izlediler.

Darbenin ardından özelleştirme saldırısı ve toplutensikatlar yoksulluğu derinleştirdi. Kolluk kuvvetleri,onlarla işbirliği yapan çeteler ve Birleşmiş MilletlerHaiti’yi İstikrarlaştırma Misyonu (MINUSTAH)askerlerinin estirdiği terör, ülkeyi kısa sürede kaosuneşiğine sürükledi. İşkence, tecavüz ve cinayetleremekçi semtlerinde yaygınlaştırıldı. Darbe sonrasındasadece iki yıl (2004-2006) içinde 8 bin kişi katledildi,35 bin kadın ise cinsel saldırıya uğradı.

Darbeciler, Aristide hükümetinin uyguladığı,yoksullara indirimli fiyatla pirinç sağlama, okuma-yazma eğitimi merkezleri kurma, su dağıtımı gibiprojelere son verdiler. Haiti’de ilk defa Aristide’ninkurduğu tıp üniversitesine ise BM işgal gücü el koydu.Yoksulluğun derinleştiği Haiti’de, 2008 yılında açlıkisyanları baş göstermişti.

Haiti’ye sadece Küba yardım ediyordu

Bu koşullarda depremi karşılayan Haiti’ye yardımeden tek ülke Küba’dır.

Beş yıldan uzun zamandır Haiti’de bulunan 400Kübalı doktor, ülkenin farklı bölgelerinde sağlıkhizmeti sunuyor. Haitili yetkililerin açıklamalarına göreKübalı doktorlar 8 bin vakayı tedavi etti, 50 biniyüksek riskli olmak üzere 100 binden fazla cerrahiameliyat gerçekleştirdi.

Kübalı doktorların bulunduğu bölgelerde çocukölüm oranı, her bin canlı doğumda 80’den 28’edüşürüldü. Kübalı doktorların toplam 100 binden fazlahayat kurtardığı tahmin ediliyor. Yani hayatta olan her100 Haitili’den biri Kübalı doktorlar tarafındankurtarılmış.

Tarım, balıkçılık ve su ürünleri üretimine katkısunan Kübalı mühendisler ise, Haiti’nin tek şekerüretim tesisinin çalıştırılmasına da katkıda bulunuyor.Bu arada 600 Haitili öğrenciye burs veren Küba,Santiago de Cuba’daki üniversitede eğitim görmelerinisağlıyor.

“İhtiyacımız olan yardım türü Küba’nın önerdiğitürden” diyen Haiti devlet başkanı Rene Preval’in,“Kübalı doktorlar tanrıdan sonra ikinci sıradalar”şeklindeki değerlendirmesi, Küba’nın Haiti’ye yaptığıyardımın önemine işaret ediyor.

Depremden sonra da en kalabalık doktor ve sağlıkekibini Haiti’ye gönderen Küba oldu.

ABD yarımdan çok işgalci asker gönderdi

Depremi bahane eden Barack Obama yönetimi,yardım adı altında binlerce deniz piyadesini Haiti’yegönderdi. 7.500’ü aşkın deniz komandosu, taarruzgemisi, uçak gemisi ve destroyer gönderen ABD,ülkede “güvenlik sorunu” olduğunu bahane ederekkısmi bir işgale girişti.

ABD’nin işgal girişimine tepki gösteren VenezüellaDevlet Başkanı Hugo Chavez, haftalık televizyonkonuşmasında, binlerce Amerikan askerinin daha

Haiti’ye gönderildiğini anımsatarak, “Denizciler savaşagider gibi silahlı. Şu anda Haiti’de ihtiyaç duyulan şeysilahlar değil ki. ABD’nin doktor, ilaç, yakıt, sahrahastanesi göndermesi gerek. Gizlice Haiti’yi işgalediyorlar” dedi.

Haiti’ye müdahale noktasında ABD ile rekabethalinde olan Fransa da, Barack Obama yönetimininasker göndermesini eleştirdi. Zira ABD, korkunç birfelakete dönüşen depremi istismar ederek, Fransa’yıatlatma hesabı yapıyor. ABD’ye yakın duran Sarkozyyönetimi bile, Haiti’ye gerekli olanın asker değilyardım malzemeleri ve ekipmanı olduğunu açıklamaihtiyacı hisseti.

Bu arada BM de Haiti’de bulunan MINUSTAHişgal gücünü takviye edeceğini açıkladı. Bu güce bağlıasker ve polis sayısı 9 bini aşmış bulunuyor.

Bazı büyük şirketlerin başlattığı girişimler ise,kapitalistlerin Pentagon şefleriyle aynı zihniyetitaşıdığını bir kez daha kanıtladı. Öyle ki, ortalıkçürümeye yüz tutmuş cesetlerle dolup taşarken buşirketler enkaza dönüşen Haiti’den ihale kapmagirişimlerini başlattılar. Yoksul Haiti halkını kıyımasürükleyen bu tekeller ve onların hizmetindeki savaşaygıtları, şimdi de bu yoksul halkın yıkımını rantaçevirmeye hazırlanıyor.

Direniş geleneği kırılamayan halk!

Haiti halkının güçlü ve köklü bir direniş geleneğibulunuyor. “Siyahi köleler ülkesi” olarak bilinen Haitidaha 1804 yılında bağımsızlığını kazanmıştı. Ancak buasi ve yoksul ülke, 200 yıldır sömürgecilerleemperyalist güçlerin taciz ve saldırılarına maruzkalıyor. ABD’nin depremi fırsat bilerek işgal güçleriniülkenin dörtbir yanına konumlandırması, bu halkınisyan geleneğinden duyduğu korku ve nefrettenbağımsız değil.

30 yıla yakın süre başta kalan ABDemperyalizminin kuklası faşist Duvalier rejimini1991’de halk ayaklanmasıyla yıkan Haitili emekçiler,Aristide’yi güçlü bir halk desteğiyle devletbaşkanlığına seçmiştir.

Aristide liderliğindeki Lavalas (Sel) hareketi,yaygın kitle desteğine dayanarak IMF-DB reçetelerinireddetmiş, ABD’nin yoğun baskılarına karşıdirenmiştir. Bu duruşu kırmak için ambargo, taciz vekuşatmaya başvuran ABD, 2004’te yeni bir darbe ileAristide yönetimini yıkmıştır.

Ancak darbecilerin seri cinayetler işlemesinerağmen halk hareketi bastırılamamış, ABD, Fransa,Kanada desteğindeki zorbalar 2006’da seçime gitmekzorunda kalmışlardı. Seçimlerde, neo liberalizm karşıtısöylemler kullanan Rene Preval, darbecilerin baskı veayak oyunlarına rağmen yüksek oy oranıyla devletbaşkanlığına seçilmiştir.

2008’de yoksulluk ve açlığa karşı isyan eden Haitiliemekçiler, devrimci bir önderlikten yoksun olmalarınarağmen, emperyalist güçlerle işbirlikçilerinindayatmalarına boyun eğmiyorlar. Depremin yarattığıyıkım ve kitlesel ölümler, Haitili emekçilerin derinsarsıntı yaşamasına yol açsa da, güçlü isyan geleneği,bu yoksul halkın emperyalistlerle yerliişbirlikçilerinden kurtulmalarının güvencesi olacaktır.

Depremin yerle bir ettiği Haiti’nin tablosu...

Kapitalist barbarlık ve kırılamayan isyan geleneği!

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Baskılar bizi yıldıramaz! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Öğrenci Gençlik Sendikası (Genç-Sen), harçzamlarını protesto ettikleri için 40 Genç-Sen’lihakkında dava açılmasının ardından 11-19 Ocakhaftasını “ Harç zamları, Direniş ve Adalet Haftası”olarak ilan etmişti. Bu kapsamda çeşitli illerde eylem veetkinlikler gerçekleştirildi.

Adana:“Harç zamlarına karşı mücadelemizi

yargılayamazsınız!” diyen Genç-Sen’liler 19 Ocak günüAdana İnönü Parkı’nda eylem gerçekleştirdiler.

Burada yapılan basın açıklamasında, Genç-Senüyelerinin haklı mücadelelerine devam edeceklerisöylendi.

İstanbul

Genç-Sen’den baskılara karşı panel

18 Ocak günü, DİSK OLEYİS’te bir panelgerçekleştirildi. Panele Av. Necdet Okcan, direnişçiitfaiye işçisi Hüseyin Yıldız, Genç-Sen MYK üyesiEmre Öztürk ve Genç-Sen Yıldız Teknik ÜniversitesiŞubesi’nden İpek Bozkurt katıldı.

Hüseyin Yıldız, kendilerine yapılan saldırıları,sistemin hareketin tümüne yönelttiği saldırıların birparçası olarak gördüklerini söyledi. Yıldız, öğrencilerinve TEKEL işçilerinin karşı karşıya kaldıkları baskılarıbu şekilde değerlendirdiklerini belirtti.

Hakkında dava açılan 40 öğrenciden biri olarak sözalan Emre Öztürk, harç zamları ve dava sürecineilişkin bilgilendirme yaptı. “Harçlara değil, maaşlarazam!” şiarı ile tepkilerini toplumun sömürülen genişkesimlerine yaymak istediklerini bununla beraber deoluşan hareket karşısında mücadelelerinin engellenmekistendiğini ifade etti.

İpek Bozkurt ise üniversitesinde son bir dönemdegerçekleştirilen soruşturma ve ceza saldırılarındanbahsetti. Bozkurt, 1 aydan 1 yıla kadar cezalar ileöğrencilerin eğitim haklarının engellendiğini ifade etti.Bu saldırıların KTÜ’den İÜ’ye birçok üniversiteyeyayıldığını ve öğrencilerin meşru mücadelesini hedefaldığını ifade eden Bozkurt, saldırının püskürtülmesininönemini vurguladı.

Necdet Okcan da mücadelenin çok yönlü verilmesigerektiğini ifade etti.

Taksim’de eylem

18 Ocak günü Galatasaray Meydanı’nda toplananGenç-Sen’liler, “Eşit, parasız, bilimsel, anadildeeğitim!”, “Öğrenciler aç, mezunlar işsiz, işte sizin YÖKdüzeniniz!”, “Gözaltılar, soruşturmalar, baskılar biziyıldıramaz!” sloganları eşliğinde Taksim TramvayDurağı’na yürüyüş gerçekleştirdiler.

Tramvay Durağı’na gelindiğinde sağlıkemekçilerinin gerçekleştirdiği basın açıklaması ilekarşılaşan Genç-Sen’liler eyleme destek verdiler.

Genç-Sen’liler, haklarında dava açılma sürecinianlatan kısa bir konuşmanın ardından konuyla ilgilibasın açıklaması gerçekleştirdiler.

Samsun18 Ocak günü saat 12.15’te, Ondokuz Mayıs

Üniversitesi Fen Edebiyet Fakültesi’nde toplanan Genç-Sen’liler, harç zamlarına karşı verilen mücadeleyle ilgili40 sendika üyesine dava açılmasını protesto ettiler.

Genç-Sen’liler adına yapılan basın açıklamasında,üniversitelerin ticarethanelere dönüştürülerek işçi veemekçi çocuklarına kapatılmaya çalışılması,üniversitelerdeki soruşturma-uzaklaştırma terörü veGenç-Sen’e açılan davalar ele alındı. Ayrıca sonzamanlarda katlanarak artan zamlara ve TEKELişçilerinin mücadelesine de değinildi.

Eşit, parasız, bilimsel ve anadilde eğitim talebininvurgulandığı basın açıklaması sona erdikten sonra“Harç zamlarına karşı mücadelemiz yargılanamaz /Genç-Sen” başlıklı bildiriler kantinlerde ve bahçede

bulunan öğrencilere dağıtıldı. Saat 15.30’da, Samsun merkezde de aynı içerikte bir

basın açıklaması düzenlendi.

EskişehirEskişehir’de 18 Ocak günü gerçekleştirilen

eylemde, İl Sağlık Müdürlüğü önünden Migros önüneyürüyüş gerçekleştirildi. Osmangazi Üniversitesi’nde“Başka bir OGÜ için yürüyoruz” eylemleri sonrasında21 Genç-Sen’liye açılan soruşturmalarında hatırlatıldığıeylemde harç zamlarına karşı Genç-Sen’lilerin verdiğimücadelenin yargılanamayacağı söylendi.

Ekim Gençliği / Adana- İstanbul- Samsun-Eskişehir

“Harç zamlarına karşı mücadelemiz engellenemez!

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ndesoruşturma terörü

İki hafta önce Genç-Sen’liler, “Başka bir OGÜ için yürüyoruz!” eylemleri kapsamında rektörle birgörüşme talebinde bulunmuşlardı. Rektörün görüşmeyi reddetmesi üzerine üniversite postanesi önünde başkabir eylem daha yapan Genç-Sen’liler, üzerinde taleplerinin bulunduğu kartları rektörlüğe gönderilmişlerdi.

Geçtiğimiz hafta kartlara “cevap veren” rektörlük, aralarında Ekim Gençliği okurlarının da bulunduğu 20öğrenci hakkında soruşturma başlattı.

Genç-Sen’liler konuyla ilgili 14 Ocak günü yaptıkları basın toplantısı ile soruşturmaların takipçisiolacaklarını Eskişehir kamuoyuna duyurdular. “Okul içerisinde izinsiz yürüyüş yapma” gerekçesiyle başlatılansoruşturmaların insan haklarına tamamen aykırı olduğunu belirten Genç-Sen’liler, bu saldırıya karşıbaşlattıkları mücadeleye destek çağrısında bulundular.

Osmangazi Üniversitesi / Ekim Gençliği

Öğrenciler fakültelerinin taşınmasına“olmaz!” dedi...

YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi öğrencileri, okullarının hiçbir hazırlık yapılmadan, fakülte binası içintemel bile atılmadan, Yıldız’dan Davutpaşa Kampüsü’ne taşınmaya zorlanmasına karşı, 16 Ocak günüBeyoğlu Tünel’de eylem yaptılar.

Eylemde, “Taşınmak istemiyoruz / YTÜ Sanat ve Tasarım Öğrencileri”, “Okul taşımaktan sıkıldım /Nakliyeciler Derneği / İÜ Beyazıt’tan, Mimar Sinan’dan, Yıldız Teknik’ten, Boğaziçi’nden öğrenciler”pankartları açılarak, YTÜ Rektörü İsmail Yüksel’in maskeleri takıldı.

Sanat ve Tasarım Fakültesi ders yılının başlamasına 4 iş günü kala Davutpaşa’ya gönderilmek istenmiş,öğrenci ve öğretim üyelerinin ders yılı başından itibaren sürdürdüğü kampanya ve oluşan tepki ile taşınmaertelenmişti.

Öğrenciler adına yapılan açıklamada, fakültenin taşınması durumunda 673 öğrencinin ciddimağduriyetlerle karşı karşıya kalacağı ve eğitimin sekteye uğrayacağı belirtildi. Açıklamanın ardından,taşınma kararını protesto amacıyla hazırlanan ‘OLMAZ!’ adlı serginin açılışı için sloganlarla BeyoğluGalatea-Art’a yüründü.

Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD), Galatea-Art, Asma Sanat, Doğan Art, İmece KentselDönüşüm Platformu, Diren İstanbul ve Eğitim Sen de eyleme destek verdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Kapitalizmin başkenti İstanbul28 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

“2010 Avrupa Kültür Başkenti” etkinliklerinin resmiaçılış töreni 16 Ocak günü yapıldı. Burjuva basındaİstanbul üzerinden güzellemeler yapılarak,geçekleştirilecek olan etkinliklerin dökümü verildi.Ertesi gün, etkinliklerin tam bir şölen havasında geçtiğisöylendi. “İstanbul’un büyüsü”nün hazırlanan özelperformanslarla, ışık oyunlarıyla, görsel şölenlerle birkez daha sahnelendiği belirtildi.

Peki “Avrupa Kültür Başkenti” sıfatını alan İstanbul,kimin İstanbul’u?

İstanbul bir “marka kent” artık! Kentsel dönüşümprojeleriyle, gökdelenleriyle, alış-veriş merkezleriyle,kültür-sanat etkinlikleriyle “İstanbul’un büyüsü”nüoluşturan bütün unsurlardan temizlenmiş, dünyanınbütün büyük metropolleri gibi standart hale gelmiş birmarka kent. Özgünlüğü yok edilen kentlerin tektipleştirilmiş insanlarının aynı kültürel etkinlikleregittiği, geniş caddelerde aynı vitrinlere baktıkları birmarka kent.

Bir marka kent İstanbul ki, kültürel zenginlikdedikleri şeylerden tek başına ayrıcalıklı bir zümreninyararlandığı...

Bir marka kent İstanbul ki, sadece burjuvazinintükettiği ve her şeyin onların beğenisine sunulduğu...

Bir marka kent İstanbul ki, yaşam hakkının tekbaşına burjuvaziye tanındığı, bütün kentorganizasyonunun, planlamasının burjuvazi içinyapıldığı...

Evet 2010 Avrupa Kültür Başkenti olan İstanbulburjuvazinin İstanbul’u. Dolayısıyla bütün o şaşalıgösteriler, şölenler de onların beğenisine sunuldu.İstanbul marka kent olarak pazarlanırken, kimilerikentsel dönüşüm projeleri ile kentin rantı yüksektopraklarını peşkeş çekti, kimileri bu alandanzenginliğini pekiştirdi, kimileri de oluşturulan bu sahteİstanbul’un keyfini sürdü, sürüyor.

Elbette ki, bunların tümü 2010 projeleri kapsamındabaşlamadı. Ama bu proje kapsamında İstanbul’un finans,eğlence ve alış-veriş merkezi olma yönlü adımlarıhızlandırıldı ya da yeni projelerin startı verildi. Ve 2010tüm bunların belli kalıplar halinde parlatılarakkamuoyuna sunulmasına vesile oldu. “Kültür”, “çokseslilik”, “imaj” gibi argümanların arkasından rantsalbölüşüm hesapları yapıldı. Kimin cebine ne kadargireceği karara bağlandı. Bunların gerisinde ise koca birenkaz bırakıldı.

Bu süreçte kapitalizm kendini göstere göstere,heybetli bir şekilde kentte mekansal olarak konumlandı.Bu yeri geldi Galataport oldu, yeri geldi Haydarpaşa...Bu çerçevede İstanbul’u pek şaşalı projeler bekliyor.Küçükçekmece’ye Dubai’den feyz alınarak yapayadacıklar konduruluyor, Zeytinburnu ticaret merkeziolarak planlanıyor. Kente örülen yüksek duvarlarınardından rezidanslar pıtrak gibi çoğalıyor. Eğilipbükülen gökdelenler Maslak’tan yükseliyor.

Neoliberal ideolojinin İstanbul’da mekansal olarakşekillenmesi sonucu İstanbul’un tarihi, mimari vekültürel dokusu, İstanbul’u yaratan nice renk, kimlikşehirden sürülüyor, yıkılıyor. Başkent sıfatını, tarihi vekültürel karakteri üzerinden aldığı iddia edilen İstanbul,bunun tasfiyesiyle beraber lüks konutlar, alışveriş veeğlence merkezleri ile donatılıyor.

İstanbul, olduğundan çok farklı bir biçimdepazarlanmaya çalışılıyor. Bu pazarlık sürecinde de“kötü” olarak nitelendirilen ne varsa ya “temizleniyor”ya da üstü örtülüyor.

İşte burada İstanbul’u İstanbul yapan bütün kültüreldeğerlerinin üstünden buldozerler geçiyor. Enkaztemizlenirken onlarla beraber Sulukule, Balat da yokoluyor. İstanbul’a hayat veren işçi ve emekçiler kentin

periferisine sürülüyor. Sulukule’de, Gülsuyu’nda,Aydos’ta, Tarlabaşı’nda, Güzeltepe’de vb. “kentseldönüşüm” yalanlarıyla yıkımlar yapılıyor. Bunlarınyerlerine alış-veriş merkezleri, oteller, rezidanslarkonduruluyor.

Emekçilerden finanse edilen bir başkent

Kültür Başkenti “temizlikleri” için milyarlarca liraharcanırken hatta sadece açılış etkinliği için 8,5 milyonlira bütçe ayrılmışken İstanbul’a hayat verenlerin belidaha pek çok zamla birlikte ulaşım zamlarıylabükülüyor. Dahası “İstanbul 2010 Avrupa KültürBaşkenti Ajansı”nın (AKB) dev bütçesi yine işçi veemekçilerden kesilen vergilerle oluştuğudüşünüldüğünde, bizlerden alınanlarla İstanbul yokediliyor. Geçtiğimiz yıl 200 milyon TL olan bütçe, bu yıl300 milyona, benzine, mazota, LPG’ye eklenen

vergilerle ulaşıyor. İşçi ve emekçilerin hayatını birazdaha zorlaştıran ek vergilerle burjuvazininhükümranlığını süreceği bir kent yaratılıyor.

Ve bu Kültür Başkenti’nde birkaç saat aralıksızyağan yağmur sele dönüşebiliyor. Yüzlerce insanevlerinden oluyor, onlarca insan yetersiz alt yapıdankaynaklı katlediliyor.

Ve bu Kültür Başkenti’nde Bedrettinler parakazanmak için dilendiriliyor.

Ve bu Kültür Başkenti’nde işçi ve emekçilerüzerinde terör estiriliyor, hakları için direnen işçileremesela itfaiye işçilerine Kültür Başkenti projesiniyürütenler saldırıyor.

İsçi ve emekçiler için daha fazla yıkım demek olan“Avrupa Kültür Başkenti İstanbul”, burjuvazi için isesınırsız tüketim ve onların kullanımı için tasarlanmış birkent demek.

İstanbul: Kimin başkenti?

Sermaye düzeninde adaleti belirleyen burjuvazinin çıkarlarıdır!

Sermaye düzeninde devletin temel mekanizmalarından biri de burjuva hukukudur. Burjuva hukuku sermayedüzeninde sınıfsal çelişkileri perdelemenin ve sömürü çarkını devam ettirebilmenin temel bir aracı olarakkullanılmaktadır. Yasalar karşısında tüm yurttaşları kapsayan bir “eşitlik” kavramından söz edilerek kitleleraldatılmaktadır. En yalın ifadeyle ücretli emek sömürüsüne dayalı bu düzenden, ezen-ezilen sınıfları eşit görenbir hukuk beklemek ölüden gözyaşı beklemekle eşdeğer olmaktadır.

Tüm bunların yanısıra, burjuva hukuku öyle bir orta oyunudur ki, birgün önce “herkes yargı kararlarınauymak zorunda” diyen bir düzen temsilcisi, ertesi gün bir başka yargı kararının kendileri için bağlayıcıolmadığını dile getirebilmektedir.

Burjuva hukukunun egemenlerin çıkarları doğrutusunda her duruma göre nasıl farklı biçimlerdeyorumlanabildiğini gösteren böyle örneklere sıklıkla rastlanmaktadır. Özellikle AKP hükümeti eliyle buörneklere her gün yenileri eklenmektedir. Son olarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı ulaşım zammıhakkındaki yürütme durdurma kararını yok sayması, düzenin adalet anlayışının ikiyüzlülüğünü ve pespayeliğinibir kez daha gözler önüne sermiştir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 16 Kasım 2009 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere metrobüsulaşımına %33’lük bir zam yapılmış, bu saldırıya karşı birçok ilerici-devrimci çevre eylemli bir tepkiyle zammıprotesto etmişti. “Turnikelerden atlayarak geçme” vb. eylemleri de içeren bu tepki emekçilerin desteğini deyanına almıştı. Tüm bu eylemlere ek olarak, çeşitli kişi ve kurumlar tarafından İdare mahkemelerine, “zammınyürütmesinin durdurulması ve iptali” istemiyle davalar açılmıştı.

Halkevleri Genel Sekreteri Oya Ersoy’ın açtığı ve İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nde görülen dava dazamlarla ilgili 8 Ocak tarihinde “yürütmeyi durdurma” kararı verildi. 15 Ocak günü kamuoyuna duyuruldu.

Dava sonuçlanıncaya kadar işlemin yürütmesinin durdurulmasına hükmeden mahkeme kararında, davakonusu işlemin enflasyon oranları gibi bilimsel tespitlere dayanan objektif ölçütler içermediği, kapsamlı birinceleme ve araştırmaya dayanmadığı, tamamen idarelere iç kaynak teminine yönelik olduğu ifade edilerekşunlar söylenmişti: “Toplamda yüzde 50’yi aşan, enflasyon oranının çok üzerindeki yüzde 33’lük bu zammınhaklı gerekçeleri yoktur.”

İBB tarafından yapılan açıklamada ise 10. İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararına karşı Bölgeİdare Mahkemesi’ne itiraz edileceği belirtildi. “İstanbul 10. İdare Mahkemesi’nin durdurma kararı, metrobushattının, üç ayrı hattın birleştirilmesinden oluştuğunu dikkate almamıştır” denilen açıklamada, on binlerce işçive emekçiyle dalga geçercesine, metrobüs ücretlerindeki artışın “zam” değil gerekli bir “düzenleme” olduğu dilegetirildi. Ulaşımı parayla temin edilmesi gereken bir hizmet olarak gören neoliberal görüşün temsilcisi AKP’libelediye, “mahkeme kararının idari işlem yerine geçmediğini” belirterek zamları geri almayacağını açıkladı.

AKP eliyle ulaşım zamları üzerinden gelişen bu süreç, burjuvazinin kendi hukukunun belirlediği kurallarıdahi uymadığını ya da bu hukuku keyfi bir biçimde uyguladığını göstermektedir.

Düzen içi dalaşmada yargının kendisine dokunmasına karşı “demokrasi havarisi” kesilen AKP, işçi veemekçilere yönelik saldırıları hayata geçirmesini zora sokan yargı kararlarını ise bir çırpıda yok sayabilmektedir.

Aynı zamanda AKP hükümeti, işçi ve emekçilerin kararlı mücadelerine, düzen içi dalaşmalarına meze etmeçabasındadır. Son olarak Bülent Arınç, ilaç sözleşmeleri anlaşmazlığı üzerinden Danıştay’ın eczacılar lehinekarar vermesini örnek göstererek kimi yargı kararlarını “manidar” bulduğunu ifade etmiştir.

Tüm bu tartışmalar, sınıfsal temellerden arındırılmış bir adalet anlayışının mümkün olamayacağını bir kezdaha göstermektedir. Sözkonusu örneklerde AKP hükümetinde cisimleşen ikiyüzlülüğün diğer burjuva kesimleriiçin de geçerli olduğunu unutmamak gerekmektedir.

Sermaye devletinin bu saldırılarına ve ikiyüzlü aldatmalarına karşı işçi ve emekçilerin mücadelesi düzeniaşma perspektifiyle örüldüğü zaman kalıcı sonuçlara ulaşabilir.

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

Abdi İpekçi’nin katili M. Ali Ağca tahliye edildi.Bugün Hrant Dink’in katledilişinin 3. yıldönümü.Geçen hafta İçişleri Bakanı “demokratik açılımın”,resmi adıyla “Birlik ve Kardeşlik Sürecinin” devamedeceğini açıkladı.

M. Ağca kontrgerillanın kullandığı faşist birkatil… Abdi İpekçi cinayeti, 12 Eylül faşistdarbesinin yolunu döşeyen cinayet serilerinden biri…Bugüne kadar bu cinayetin kendisi, Ağca’nın 12 Eylüldöneminde askeri cezaevinden kaçırılması olayıörtbas edildi. Dün tahliye edilirken tüm medyanınbirinci gündem maddesiydi. Bu kadar ilgi, beş yıldızlıbir otelin lüks dairesinde ağırlanması, dün televizyonekranlarına yansıyan görüntüler, Türkiyetoplumundaki yozlaşmanın, ahlaki çürümenin, aynızamanda ırkçı şovenizmin geldiği boyutlarıgöstermesi bakımından ibret vericidir. Bu noktayısadece vurguladıktan sonra esas soruya geçmekistiyoruz.

Yapılan tüm değerlendirme ve yorumlarınüzerinde ortaklaştığı bir nokta var. Bu da Abdi İpekçicinayetinin perde arkasının ve bununla bağlantılıbirçok olayın arkasındaki ilişkilerin aydınlatılmadığınoktasıdır.

Peki neden? 12 Eylül darbesi ve darbecilerin kendisi

sorgulanmadan, yargılanmadan bu karanlık tarihaydınlatılabilir mi? Biliniyor ki o dönemin birçokcinayetinin, katliamının gerçek faili kontrgerilla ve 12Eylül darbecilerinin kendisidir. Peki, bugünkü siyasalrejim, hukuksal düzen, idari yapı 12 Eylül darbesinindoğrudan eseri değilse nedir? Siyaset bu eserinüzerinden yapılmıyor mu? 12 Eylül darbesinin birürünü olan Anayasa ve temel yasalara dokunmadan,onlar üzerinden ve onlar aracılığı ile bir döneminbütün kirli işlerini, eylemlerini aydınlatmak, buradandemokratik bir süreç başlatmak mümkün mü? Burejim ve sistemi meşru görerek demokratlıkiddiasında bulunmak mümkün mü?

Herkes de çok iyi biliyor ki, 12 Eylül darbesi heraçıdan ve ikirciksiz yargılanmadan Ağca gibikatillerin arkasındaki gerçek katiller hiçbir zamanaydınlanmayacaktır.

12 Eylül darbesini, darbe anayasası ve yasalarınımeşru gören, bu meşruiyet üzerinden kendilerinitanımlayan egemen siyasetin, somut olarak AKP vediğerlerinin sözcüğün gerçek anlamındademokrasiden yana olmaları mümkün mü? Bu konudadile getirdikleri demokrasi iddialarının tutarlı vesamimi bir yanları olabilir mi?

Bu soru uzun bir süredir devam eden “ErgenekonDavası” için de bir ölçüdür. Gerçekten darbegirişimleri ve darbelerin kendisi mi tasfiye edilmekisteniyor; o zaman işe 12 Eylül ve 28 Şubatdarbelerinden başlamak gerekmiyor mu? Yine onlarınürünü anayasa ve yasaları tümden değiştirme iradesiniortaya koymak kaçınılmaz bir gereklilik olmuyor mu?Peki, bu konuda söz düzeyinde bile böyle cephedenbir tavra tanık olan var mı? Olması mümkün mü?

Tutarlı demokrat olmanın yolu, öncelikle 12 Eylüldarbesini bütün uygulamaları ve sonuçlarıylayargılama konusu yapmak ve ortadan kaldırmayadönük tutarlı bir iradeyi ortaya koymaktan geçer!

Bunu egemenlerden, onların parti vesiyasetçilerinden beklemek, en hafif deyimle, kendikendini kandırmaktır.

Daha öncesi bir yana üç yıl önce bugün katledilenHrant Dink’in gerçek katilleri ortaya çıkarıldı mı?Ortaya çıkan bilgi ve belgeler gösteriyor ki, bucinayet, devlet imzalıdır. Piyonlar ise model aldıklarıAğca gibi “meşhur” olmanın çabası içindedirler. Bucinayet işlendiğinde AKP hükümetti. Demokrasihavariliğini kimseye bırakmayan yine bu partininkendisidir. Son birkaç aydır “milleti” demokratikaçılım ile “heyecanlandıran” aynı parti. YineErgenekon Davası ile darbe girişimleri, devletiçindeki karanlık odakları tasfiye etmeyi hedeflediğiniaçıklayan da aynı parti.

Bu iddia ve “süreçlerden” demokrasiningelişeceğini umanlar da az değil…

Oysa son 30 yıllık tarih de kanıtlamıştır ki, sonbirkaç yılın olayları bir kez daha göstermiştir ki,egemenler cephesinden tutarlı bir demokratik hareketve gelişme beklemek, bu beklentiyi bir umut olarakher gün yeniden üretmek kendini ve kitlelerialdatmaktır. 12 Eylül darbesini sorgulama ve

yargılama isteği ve iradesine sahip misin? Temel soruabudur! Bir yandan demokrasi açılımlarını dilinizedolandıracaksınız, ama 12 Eylül “hukuku” hakkındatek söz dahi etmeyeceksiniz! Böyle bir demokrasicilikolabilir mi?

Dolayısıyla demokratik açılım vedemokratikleşme iddialarına karşılık, bu iddianınsahiplerini samimiyet ve tutarlılık testine tabi tutmakgerekir. “Gerçekten bu iddianızda samimi iseniz, işe12 Eylül yargılanması ile başlamak gerekir.Ergenekon Davası ve demokratik açılım süreçlerini debu anılan yargılama bağlamına oturtmak gerekir. Peki,bugün yapılanlar, gerçekleştirilenler bu temelyaklaşımın bir yansıması ve gereği mi?

Bir kez daha kanıtlandı ki, Türkiye’de demokrasisorunu bir devrim sorunudur ve en geniş yığınların,emekçi sınıf ve ezilenlerin mücadelesinin eseriolacaktır!

Hrant Dink’i saygıyla anıyoruz…19 Ocak 2010

Hrant için... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Bir katil, bir cinayet ve “demokratik açılım”…

Hrant Dink’in anısına!M. Can Yüce

Kayıp yakınları: “Hukuk sadece kendiniz içinmi var?”

Cumartesi Anneleri oturma eylemlerinin 251. haftasında da Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelerek,tüm delilleri ortaya çıkmasına rağmen Güçlükonak Katliamı’nın sorumlularının hala yargılanmadığınısöyledi. 16 Ocak günü yapılan eylemde gözaltında kaybedilen İsmail Şahin’in akıbeti soruldu.

“Failler belli, kayıplar nerede” pankartının açıldığı oturma eyleminde, kayıpların fotoğrafları ve karanfillertaşındı.

Basın açıklaması öncesinde, 15 Ocak 1996 yılında Şırnak’ın Güçlükonak İlçesi’nde “Operasyonagötüreceğiz” diye askerler tarafından evinden alınan ancak bir minibüs içinde önce öldürülüp sonra yakılan 11geçici köy korucusundan Ahmet Kaya’nın kızı Emine Ertaç bir konuşma yaptı. Ertaç, babasının devlettarafından öldürüldüğünü belirterek olaya tanık olanların çıkıp konuşmasını istedi.

Ertaç’ın ardından, 18 Ocak 1996 tarihinde gözaltına alınarak kaybedilen Beyoğlu Belediyesi’nde temizlikgörevlisi olarak çalışan İsmail Şahin’in eşi Kiraz Şahin de bir konuşma yaparak “Çocuklarım babalarınınfotoğrafıyla büyüdü en azından gidecek bir mezarımız olsun” dedi.

Açıklmada, Emekli Jandarma Yüzbaşı Özcan Tozlu’nun, 11 köylünün öldürüldüğü GüçlükonakKatliamı’nın devlete bağlı birimler tarafından yapıldığını itiraf ettiğini hatırlatarak, hükümete “Hareketegeçmek için darbe girişimleriyle bağlantıları çıkmasını mı bekliyorsunuz? Hukuk sadece kendiniz için mivar?” diye sordu. Güçlükonak Katliamı’nda dönemin Akçay Piyade Tugay Komutanı Albay SelahattinUğurlu’nun, para karşılığı infazlarda kullanılan korucu Ahmet Özalp’ın, dönemin MİT yetkililerinin,Başbakan Tansu Çiller’in ve Başbakan Yardımcısı Deniz Baykal’ın ve yine dönemin CumhurbaşkanıSüleyman Demirel’in bir an önce yargı önüne çıkarılmasını istedi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

8 Mart yaklaşırken....30 * Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2010/04 * 22 Ocak 2010

Emekçi kadın mücadelesinin tarihsel simgelerindenbiri olan ve kadının sınıfsal kurtuluşunu gündemetaşıyan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günüyaklaşıyor. Bu yılki 8 Mart’ın en ayırt ediciözelliklerinden biri 8 Mart’ın ilan edilişinin 100.’cü yılıolmasıdır. Yanısıra tüm dünyada ve ülkemizde emekçikadının tarihsel kazanımlarına yöneltilen saldırıların,kapitalist krizle birlikte her geçen gün şiddetlibiçimlerde artarak seyretmesi vardır. Bu iki temelgündem önümüzdeki 8 Mart’a damgasını vuracaktır.Emekçi Kadın Komisyonları şimdiden hazırlıklarımızıbuna göre yapıyor, 8 Mart’ın alanlarda daha güçlükutlanabilmesi için işçi ve emekçi kadınlara herzamankinden çok ulaşmaya çalışıyoruz. Belirtmeyegerek yok ki, 8 Mart çalışmasını etkin ve güçlü birçalışma olarak örgütleyebilirsek, sermayenin bu yıldaha çok artacak saldırılarına tok bir yanıt vermişoluruz. Aynı zamanda baharın devrimci atmosferinisınıf hareketine taşıyarak 1 Mayıs sürecine güçlü birşekilde hazırlanmış oluruz.

8 Mart’ın yaratıcısı işçi kadınların tarihsel taşıyıcısı sosyalizmdir!

8 Mart, işçi kadınların can bedeli mücadelelersonucunda elde edilmiş dünden bugüne taşınan tarihselbir kazanımdır. 8 Mart’ın ortaya çıkışı, ona yön verensınıfsal özü, dönemin işçi hareketi ve bu harekete yönveren sosyalist öznelerin pratiği 8 Mart’ı bir kazanımadönüştürmüştür.

Modern işçi hareketlerinin başlangıcından bu yanaişçi kadınlar, sınıf mücadelesinde yerini alarak önemlibir rol oynadılar. Militanlığı ve gözüpekliğiyle kadınlarher dönem dikkat çekmiş ve davalarına bağlıolmuşlardır. 1830 Çarsist Hareket’te, 1850’lerdeAvusturya’daki kitlesel grevlerde, 1871’de ParisKomünü’nde, 8 Mart 1857 ve 1886’da Amerika’dakitekstil grevlerinde, 1905 ve 1917 Ekim Devrimi’nde,Feshane’den 15- 16 Haziran’a, Novemed’e, Desa’ya,Entes’e ve TEKEL’e kadar işçi kadınlar mücadelenin enön safında yer aldılar. Emperyalist savaşlarda, Naziişgaline karşı Sovyetler’de, ulusal kurtuluşmücadelelerinde, çeşitli ülkelerdeki faşist cuntalarakarşı mücadelelerde, cephe önleri ve gerilerindekadınlar büyük yiğitlikler sergilemiştir.

8 Mart tüm bunların ortak ruhu ve işçi kadınların‘doğacak güneşi’nin habercisi ve yol göstericisidir. 8Mart, işçi kadınların çifte köleliğe karşı sınıfmücadelesinde yerini aldığı, istem ve özlemlerinikararlılıkla savunduğu bir gündür. 8 Mart, işçi kadınınkapitalist sistem tarafından çifte ezilmesine vesömürülmesine karşı dur demektir. 8 Mart, işçi kadınınişte, evde ve yaşamın her alanında köle gibiçalıştırılmasına, insan yerine konmamasına karşı sesiniyükselttiği bir gündür. 8 Mart, işçi kadının “eşit işe eşitücret” alamamasına ve toplumsal yaşamda geribırakılmışlığına karşı koyma günüdür. 8 Mart, emekçikadının yaşadığı yoksulluğa, sefalete, ayrımcılığa veezilenin ezileni olmasına karşı gösterdiği bir direniştir.

İşçi sınıfı ve emekçiler bugün görülmedik ölçüdesaldırılarla karşı karşıya kalırken, emekçi kadınlar, busaldırıların çok daha pervasız olanıyla yüzyüzedir.Dünya ölçüsünde yaşanan kapitalist krizin faturası enağır biçimde önce emekçi kadınlara ödetilmektedir.

Kitlesel olarak işten atmalar ve yoğun hak gasplarınınyanında tarihsel kazanımları olan kreş, emzirmeyardımları, doğum izinleri, kadın sağlığına uygun işkoşulları, sosyal güvenlik vb. tüm bunlar ciddi biçimdegaspedilmiş bulunuyor.

Emekçi kadına yönelik sosyal yıkım saldırılarıartarken, öte yandan yoksulluk ve kadın cinsine yönelikşiddet de peşisıra artmaktadır. Kadına yönelik şiddetinen katmerlisi sermaye tarafından yapılırken bunu da aileiçi şiddet tamamlamaktadır. Her ikisinin de kaynağındabizzat sermayenin sınıf iktidarı yatmaktadır. Özellikleaile içi şiddette, devletin takındığı tutum bir kez daha bugerçeği kanıtlayan cinstendir. Son yıllarda %1400oranında artan kadın cinayetlerine karşılık, devletin 29maddede yaptığı değişiklik yani kadını katledenlere“haklı tahrik indirimleri”nde bulunulması buna birörnektir.

Emekçi kadınların yaşadıkları çok yönlüsorunlardan bir nebze olsun sıyrılabilmeleri vekurtulabilmeler için her zamankinden çok mücadeleetmeleri gerekmektedir. Her türlü sorunun kaynağı olansermayeye karşı mücadele bunların başındagelmektedir. Bunun için önümüzde anlamlı örnekler devar. Novemed’de bir yılı aşkın, Desa Deri’de bir yılyaz-kış direnen, Entes’te aylardır direnmekte olan veson olarak TEKEL’de günlerdir başta Ankara olmak

üzere militan bir biçimde direnen kadın işçiler var.Sayısız fabrikada erkek işçi kardeşleriyle birlikte omuzomuza direnen kardeşlerimiz var.

8 Mart’ın emekçi kadınlara tarihsel çağrısı iştebudur. Bu çağrıya yanıt vermek bugün her zamankindençok bir ihtiyaçtır. Sınıf kardeşlerimiz olan erkek işçilerlebirlikte mücadele saflarında birleşmeli ve geleceğimizisöke söke almalıyız. 8 Mart’ları yaratan New Yorkludokuma ve tekstil işçisi kardeşlerimiz yolumuzuaydınlatmaya devam ediyor.

Şan olsun 8 Martlar’ı yaratanlara! Emekçi Kadın Komisyonları

8 Mart’ın ilan edilişinin 100 yılında sosyalizm her zamankinden daha günceldir...

Emekçi kadının ‘güneşi’ ancaksosyalizmde doğacaktır!

Mühendislik, Mimarlık ve Şehir PlanlamadaToplumcu Eksen’in 2. sayısı çıktı...

İlk sayımızı çıkartırken ait olduğumuz sınıfın görevini yerine getirmek için, kendi alanımızda bize düşentarihsel sorumluluğu ete-kemiğe büründürecek olan mücadelemizin ve örgütlülüğümüzün bir aracı olaraktanımlamıştık “Mühendislik, Mimarlık ve Şehir Planlamada Toplumcu Eksen” dergimizi. Şimdi 2. sayımız iletekrar “merhaba” diyoruz.

Bir cümleyle başladık 2. sayının serüvenine. “Dışarının sesine kulak vermeli insan” diye, “dışarısını içimizinbir parçası yapacağız ve içimizi de dışarısının ateşiyle harlayacağız” diye. Bu bir niyet değildi elbet. Bir niyettençok daha fazlası olmalıydı. Dolu dolu bir ideaydı. Çünkü biliyorduk ki biz, yani işçi sınıfının bir neferi olan biz,yani işsizler ordusunu her an arttıran biz, kadın olan, erkek olan biz dışarıdan yani sokaktan kopuk değildik.TEKEL işçileri bizim heyecanımızdı, itfaiye işçileri, belediye işçileri ve dünyanın dörtbir yanında, en kuytusunda,en uzağında, en yakınında direnen, mücadele eden tüm insanlar gibi. Hepsi içimizin bir parçasıydı. Bursa’da 19maden işçisi kardeşimizin ölümü bizim öfkemizdi, tıpkı iş cinayetine kurban giden Gülseren Yurttaş’ın, pervasızbir resmiyetle katledilen Alaattin Karadağ’ın, Aydın Erdem’in ve nicelerinin ölümü gibi. Dünyanın yangın yeriolduğu şimdilerde durup dinlemek istemedik, elimizdeki umudu koruyup kolladık. Yolumuza ısrarla devam ettik.Ve dolu dolu bir sayı ile geldik.

TMMOB ve bağlı odaların seçim sürecine denk gelen bu sayımızda dosya konumuzu “Örgütlenme veTMMOB” olarak belirledik. Dosyayı ele alırken teknik elemanların örgütlenmesi konusunda halihazırdaki tekadres konumundaki TMMOB’ye geniş bir yer ayırdık. Mayıs sonuna dek sürecek seçim süreci TMMOB içindebir dizi başlığın en fazla tartışıldığı ve üyelerin hem kendi sorunlarına hem de örgütün sorunlarına en duyarlıolduğu dönemi ifade ettiğinden bu noktada TMMOB’nin gündemindeki en temel başlıkları içeren tartışmalaryapmaya çalıştık. Dosyamız içerisinde “Geçmiş Örgütlenme Deneyimleri”, “Demokrasi ve TMMOB”, “Nasıl BirTMMOB” başlıklı yazılarımızın yanısıra “Birleşik Metal İş Sendikası Örgütlenme uzmanı Alpaslan Savaş” ilegerçekleştirdiğimiz bir röportaja yer verdik.

Dosya dışında 2. sayımızda Kasım ayında düzenlenen ve büyük öneme sahip iki kurultaya da yayınımızdageniş bir yer verdik. “TMMOB Kadın Kurultayı’nı” bu sayımızda genişçe ele alarak değerlendirdik. Ayrıca heriki kurultayın öne çıkan tartışma başlıklarını da inceledik. Ücretli ve İşsiz, Mühendis, Mimar ve ŞehirPlancıları Kurultayı’ndaki “Asgari Ücret”, “Gece Çalışması” ve “Özelleştirme”, TMMOB Kadın Kurultayı’ndaki“Kadın Kotası ve Pozitif Ayrımcılık” tartışmalarına dair değerlendirmeler oluşturduk.

Ek olarak TMMOB seçimleri, T´¨´¬ İşçilerinin Direnişi ve Teknoloji Fakülteleri ile ilgili açıklamalarımıza yerverdik. “Kültür-Sanat” sayfamız, “Hukuk Sayfamız”, “İşyeri deneyimleri” bu sayımızda yer alan öteki yazılar.

Kısacası yine yoğun gündemlerle geldik. Heyecanlandık. 3. sayımızda yine dolu dolu geleceğiz. Toplumcu Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 10-04

CMYK

MücadelePostası

Merhaba işçi yoldaşlarım!Yeni bir yıla krizin faturasının bize ödettirdiği, işsiz

olarak girdiğimiz, haklarımızın elimizden alındığı, iştençıkarmalarla karşı karşıya kaldığımız, peşpeşe yağmurgibi gelen zamlarla soyulduğumuz, zaruri ihtiyaçlarımızıkarşılayamadığımız, sağlıksız ve umutsuz bir biçimdegirmiş bulunuyoruz.

Önümüzdeki günler geçen yıllardan daha kötüolacaktır. Daha pervasız saldırılarla, baskılarla,yıkımlarla ve kölelik dayatmasıyla karşı karşıyageleceğiz. Bir taraftan hak gasplarının geldiği en sonboyut olan kölece çalışma koşulları öte taraftan SSGSSsaldırısıyla sağlık ve gelecek hakkımızın elimizdenalındığı saldırılar. Çocuklarımızın, bizlerin geleceğikarartılmakta. Yine sağlıkta yıkım bir tarafta işsizlikdiğer tarafta. Bu gerçekten içimize işlenen bir yara, birtürlü kabuk bağlamayan, iyileşmeyen bir yara. Bu yarayıkökünden kurutmak gerek. Bütün güzellikleri elimizdenalan bu sömürü düzeni geleceğimiz olan gençleri veçocuklarımızı kurban etmeye çalışıyor yoz kültürüyle...

İşçi kardeşlerim, ben de bir işsizim ve bir kızım var.Ve elbette kızımın benden beklentileri var. Ekmek,suyun yanında sömürüsüz, onurlu bir gelecek. Ancakbunların hiçbirini bugün sunamıyorum. İş aramaktantabanlarımın şiştiği anlarda bile umudumukaybetmemeye çalışıyorum. Gelecek güzel günleredayalı hayallerim beni ayakta tutuyor. DESA’nın,Entes’in direnişçi kadın işçilerinin azmi ve onurludirenişi, işçi sınıfından aldığım güç beni ayakta tutuyor.

Ve bugün yine gücümü TEKEL işçilerinin gücünden,yiğit ve onurlu direnişinden alıyorum. Umudumdur.Tükenip dururken en yakıcı yozlaşmalarda tıkanırken vebazı bazı düşerken yolun sonunda kalp kırıklığının enacımasızca yaşarken tekrar yeşeriyor insan yüreği.Örgütlenmenin, paylaşmanın, birliğin göstergesi değilmi ki direnişler... Değil mi ki bu yozlaşmaya bir tokat.Değil mi ki sömürüsüz yaşamanın bir anlamı. Ve bukadar anlam içinde bir insan, bir işçi (işsiz), bir kadınolarak sömürüsüz geleceğe adım atan tüm işçiyoldaşlarımı selamlıyorum.

Direne direne kazanacağız!Torbalı’dan Kızıl Bayrak okuru

EKSEN Yayıncılık Büroları

17 Ocak mitinginden izlenimler...

Sendika ağalarından er ya dageç hesap sorulacak!

İşçi sınıfı ve emekçilerin öfkesinin giderek arttığı bir dönemden geçiyoruz. Krizin patlak verdiği gündenbugüne kadar geçen sürede işsiz sayısı iki katına yaklaştı. Kapitalist sistem yaşadığı krizin faturasını iştenatmalarla, ücretsiz izinlerle ve hak gasplarıyla biz işçi ve emekçilere ödetmeye devam ediyor. Krizinfaturasını ödemeyi reddeden işçi ve emekçiler, sermayenin saldırılarını bugüne kadar mevzi direnişlerlekarşılamaya çalışsa da saldırıları geri püskürtmek mümkün olmadı. Lakin sermayenin TEKEL işçilerininözlük haklarını ortadan kaldırarak 4-C statüsü ile köleliği dayatmasına yanıtı direnmek oldu.

Günlerdir “genel grev-genel direniş” talebi ile Ankara sokaklarını inleten TEKEL işçilerinin direnişinin34. gününde merkezi Ankara mitingi gerçekleştirildi. Türk-İş’e bağlı sendikalardan özellikle Yol-İŞüyelerinin mitinge katılımı oldukça kitleseldi. Maden-İş, Kristal-İş ve Şeker-İş Sendikası da alandaydı. Saat13.00 gibi “Sosyal yıkım saldırılarına karşı Genel Grev-Genel Direniş!” şiarlı BDSP imzalı pankartımızlamiting alanına girdik.

Fakat biz alana geldiğimizde miting programı çoktan başlatılmış hatta bitirilmek üzereydi. TEKELişçilerinden gelen basınçla gerçekleştirilen mitinge Türk-İş üyelerinin öfkesi damgasını vuruyordu.Yıllardır gerçekleşen ihanetlerin hesabını soruyordu adeta işçiler. Alana girdiğimizde hemen TEKELişçilerinin olduğu kürsünün ön tarafına yöneldim. Bu esnada Mustafa Kumlu konuşuyordu. İçindengeçtiğim tüm kortejler Kumlu’nun konuşması bitene kadar bu hain sendika ağasını yuhaladılar. ArdındanTEKEL işçilerinin yanına gelmiştim ki işte burada öfke doruktaydı. Mustafa Kumlu tarafından yapılanaçıklamaya öfkelenen işçiler sürekli olarak “Genel grev-genel direniş!” ve “Türk-İş göreve, genel greve!”sloganını atıyorlardı. Hatta birçok işçi öfkesinden platforma doğru küfrediyordu. Zaman geçtikçe öfkesidaha da yoğunlaşan işçiler, bu sefer kürsü işgalini gerçekleştirdiler. Sendika ağaları bu durumdan fazlasıylarahatsız olmuş ve işçileri bir şekilde kürsüden indirmeye çalışıyorlardı. Kürsünün önündeki işçiler isekürsüdeki işçiler tarafından attırılan sloganları atmaya başlamışlardı. Etrafımdaki işçilere sendika ağalarınıteşhir eden konuşmalar yaparak kürsünün gerçek sahibinin işçiler olduğunu ve kürsüde kalmaları gerektiğiyönünde konuşmalar yaptım. Zaten büyük bölümü ile 34 günlük süre boyunca tanışmıştım. Gerilim gittikçetırmanırken bu sefer de işçilerin kürsüden inmeleri ve şube başkanlarının kürsüye çıkması istendi. Bu aradaişçilerin arasında sendikacıların işçilere mikrofon vermediğini mikrofon vermek şöyle dursun hattaazarladığı yönünde konuşuyordum. Bu durumu daha sonra sohbet ettiğim Denizli’den gelen bir TEKELişçisi “bizleri azarlamaları beni çok rencide etti, sendika yöneticilerinin bizlere ‘ulan’, ‘lan’ diyerek hitapetmesi kabul edilemez” dedi.

Sendika ağaları bir türlü kitleyi sakinleştirmeyi başaramamışlardı. TEKEL işçisinin taleplerine kulaktıkayan sendika ağaları işçilere hedef şaşırttırmak için alanda bulunan devrimci yapıların bayrak veflamalarını hedef göstermeye başladılar. İşçiler o ana kadar alandaki pankartlardan bir rahatsızlıkduymuyordu. Ancak polis ağzıyla konuşan bu işçi satıcıları biz devrimcileri açıkça “provokatör” ilan ettilerbir kez daha. İstanbul şube başkanı tarafından yapılan konuşmada bizlerin mücadeleyi baltaladığımızvurgulandı ve miting apar topar bitirildi.

Mücadelenin bir dönüm noktası olarak değerlendirilmesi gereken miting Türk-İş tepesine çöreklenmişhainlere yakışır bir şekilde sonlandırılarak boşa düşürüldü. Bu yönüyle mücadeleyi baltalayan biz değil buhainler takımıdır. Asıl provokatör de işçileri devrimcilerin üzerine kışkırtanlardır. Miting sonrasında daTürk-İş genel merkez binası işçiler tarafından basıldı. Sıkıştıkça nutuklar atan Mustafa Türkel işgaldensonra direniş alanında bir süre durdu ve şube başkanları miting sonrası gecelerde işçilerle birlikte kalmayabaşladı.

Nasıl geçmişte TÜMTİS işçileri Bayram Meral hainini tokatlayarak Güvenpark’ta ağaçlarına tırmanmakzorunda bırakmışsa Mustafa Kumlu gibi işçi satıcıları da gün gelecek nasırlı ellerin yumruklarından kendinikoruyamayacaktır. İşçi sınıfı bir bütün olarak ayaklandığı gün tüm sınıf düşmanları alt edilecek, hainsendika bürokratları kaçacak delik bulamayacaklardır.

Ankara Sincan’dan bir sınıf devrimcisi

BDP’li Halis polis terörünü sordu

BDP'nin Dersim Milletvekili Şerafettin Halis, polis terörünü ve cinayetlerini meclis gündemine taşıdı.14 Ocak günü TBBM Başkanlığı’na, İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın yanıtlaması istemiyle bir soru

önergesi sunan Halis, 5681 Sayılı Polis Vazife ve Salâhiyetleri Kanunu’nda (PVSK) 2 Haziran 2007’deyapılan son düzenlemeden bu yana 79 kişinin polis tarafından öldürüldüğüne dikkat çekti.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) raporlarına göre, 2009 yılının Haziran ve Kasım aylarıarasında, 292 kişinin işkence, kötü muamele gibi hak ihlallerine maruz kaldığını vurgulayan Halis, özellikle"Dur" ihtarına uymamanın öldürmeye gerekçe gösterildiğinin altını çizdi.

"Demokratik, ekonomik, akademik ve benzeri hakları arama etkinliklerinde polisin aşırı ve orantısız güçkullandığı, ölümlerin yaşandığı, bir o kadar insanın da kötü muameleye maruz kaldığı bilinmektedir" diyenHalis, sunduğu soru önergesi ile şu soruların yanıtlanmasını istedi:

• Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nda bir değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz?• Polisin orantısız güç kullanma, taraflı davranma, işkence ve kötü muamelede bulunması üzerine

bir eğitim sistemi oluşturmayı düşünüyor musunuz?• Yaklaşık iki yıl içinde 79 insanın ölümü ve yüzlerce insanın kötü muamele ve işkence görmesi

sistematik bir uygulama olarak değerlendirilebilir mi?• Son yıllarda yaşanan yaşam hakkı başta olmak üzere, insan hakları ihlalleriyle ilgili olarak kaç

polis hakkında soruşturma ve yargılama yapılmıştır?Yargılanıp, ceza alan polis sayısı kaçtır?”

“Direne direnekazanacağız!”

Şair Nedim Cd. Küçük İş Merkezi Kat 3 No: 40 Beşiktaş / İSTANBUL (Ekim Gençliği Bürosu)

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Belediye İşhanı Kat: 5 No:4 İzmit / KOCAELİ

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 10-04