sehrengiz8

32
cihat karaman + emrah tahiroğlu + şahin gürçay nebiye arı + abdullah şahin + mustafa kadir çelik osman akyol + döndü sağlık + hatice gökdere muhammet çelik + bilal şeriati + sema erdoğan ahmet eren + bilal can + görkem evci mayıs-haziran 2011 nurettin durman: «Şiirin cazibesi ortalığı karıştırıyor...» bari sen yanma diye ben yanarım aşk için ben yanarım gül için bu ateş sönmesin diye

Upload: muhammet-celik

Post on 14-Mar-2016

225 views

Category:

Documents


3 download

DESCRIPTION

Şehrengiz Dergisinin 8. sayısı PDF

TRANSCRIPT

Page 1: Sehrengiz8

cihat karaman + emrah tahiroğlu + şahin gürçay

nebiye arı + abdullah şahin + mustafa kadir çelik

osman akyol + döndü sağlık + hatice gökdere

muhammet çelik + bilal şeriati + sema erdoğan

ahmet eren + bilal can + görkem evci

ma

yıs

-ha

zir

an

20

11

nurettin durman:

«Şiirin cazibesi

ortalığı karıştırıyor...»

bari sen yanma diye

ben yanarım aşk için

ben yanarım gül için

bu ateş sönmesin diye

Page 2: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.1

imtiyaz sahibi ve

yazı işleri sorumlusu:Cihat Karaman

yayın ekibi:Fatih Kaşcıoğlu (editör)

Muhammet Çelik (tasarım)

Nebiye Arı

Cihat Karaman

Hafize Betül Durmuş

Hatice Gökdere

Mustafa Kadir Çelik

Ali Yaşkın

genel iletişim:[email protected]

abonelik için:

posta çeki hesap no:

adres:Çınar mah. Esenler cad. No:57/9

Bağcılar İstanbul

internette:sehrengizdergisi.wordpress.com

fotoğraf:derginin bu sayısında ağırlıklı olarak

Ali Noohi imzalı fotoğraflar

kullanılmıştır.

baskı:Milsan Basın San A. Ş.

0212 471 71 50

Cemal Ulusoy Cad. No:38/A

Bahçelievler / İstanbul

[email protected]

(0 554.773.35.64)

temsilcilik için:[email protected]

(0 544.397.12.38)

5997263

8.sayı mayıs-haziran 2011

Mayıs Haziran sayısının gecikmeli olarak vitrine

sunuyoruz:

Sade güzellikler barındıran sizleri, ellerimizin avuçlarında

hissettiğimiz bahar serinliğini, gecikmiş güneşi, yeni yeni

tomurcuk açan dalları biz bu sayıda selamlıyoruz. Geçen

sayımızın asil duruşu, devrimlerin kattığı ortak kanıda

saklanan, armağan edilmiş bir sayı olarak kalsın

istemeyiz, devrimlerin devamlılığını da selamlıyoruz…

Yazı yazmak büyük bir eylem, bunu muharrir ifa

edebildiği takdirde şükrünü iade etmesi lazım gelir. Bir

yazının şükrü ne olabilir?

Yeni sayıda aramızda görmekte mutluk duyduğumuz

yazılar yazarlar kalemler var.

“kuş yarası geçmez” şiiri ile Emrah Tahiroğlu “heybeden

siyaset” ile Şahin Gürçay;

“beklenen bir ışıktır çoğu zaman” hikayesi ile Görkem

Evci “bozoğun kırmızı” hikayesi ile Abdullah Şahin “köz-

leme” yazısı ile Osman Akyol “çevir tersine” şiiri ile

Döndü Sağlık ablamız “soğuk nostalji” şiiriyle Bilal Şeriati

“Taare Zameen Par” filminin tanıtımı ile Hatice

Gökdere... Aamir Khan'ın oynadığı ve yönettiği bu filmi

bu yazıdan sonra izleriz…

Ve sayfalarımızın ev sahibi arkadaşlarımız Nebiye Arı,

Mustafa Kadir Çelik, Muhammet Çelik, Sema Erdoğan,

Ahmet Eren.. Bu sayının esenliğini hissetmeniz dileği ile…

Dergimizin heyecanlandırıcı bir de hediyesi var sizlere:

Nurettin Durman'la sıradışı söyleşimiz.. Biz buna «şairin

kelimeleri» de diyebiliriz. Şiiri ve şâiri hissedeceksiniz...

Yazar okumalarımız (Sezai Karakoç) tüm güzellikleriyle

devam ediyor, sekiz kitabımız kaldı. Katılacak arkadaşların

dergi ile iletişime geçebilirler. Okumaların İstanbul

ayağında değerlendirme toplantıları için bize kapılarını

açan HİKDE' ye (Esra Nur Olgaç'a) teşekkürlerimizi

sunuyoruz.

Dergi yönetiminden pek saygıdeğer arkadaşımız Ali

Yaşkın'ı vatanı görev diye addettiği askerlik vazifesinden

dolayı aramızda fiilen bulunmamaktadır. Kendisinin bir

an önce sağ salim bir şekilde dönmesini yüce yaratıcıdan

diliyorum…

Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen.

***

Page 3: Sehrengiz8

kuş yarası geçmezemrah tahiroğlu

bir geç kalıştır bu

Toprak kaymasına sebebiyet veren çocukları

ben doğurtmadım

Üstelik ikimiz birden ağladık

Duymuştum sesini daha uzatırken başımı

Saçlarım yoktu ve gözlerim kör

kim demiş sırtüstü ölemediğimi tek başıma

Benim mağaramdı o, özgür kalacaktım sonra

Bilmem kaçıncı ay

Keşfe çıkacakken dudaklarını

Çekik bir ses değdi yavan kaslarıma

Ağlama sesi yoktu…

O öldü, açın dediler haberleri

Açın ve sulayın denizleri

Kuşlara benzeyen bütün bulutları yakın

'inan sevgili ağlayacak çocuk kalmadı çeperlerimde'

Gizli bölmelerin vardı uzun

İnancın olsun gördüm

Gömleğine sinen dolgunluğu

-Nehirkuşgillerin yelkensiz uçamaz

Omuzlarım bir hayal ve-

İştahım kesiliyor gece gece

gramofon fırlatan

ben değildim uçurumdan

Dünya dillerini unuttum

Günleri göğüsleyen sen

Kaçma payı bırakma

Sırtını ver

Soluğunu ver bana…

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.2

Page 4: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.3

siyasetten anlasam da gitmek istiyorum

çarşafa dürülmüş ideolojilerimi toplayıp bir sopanın ucunda

omzumdan sallandıra dallandıra gitmek istiyorum

bu beni çemberinden çıkarmaz sevgilim biliyorum

ama bir de sedirlerin altında saklamak istiyorum şu öpücüğü

hani devlet anamın doğduğumda sesime örttüğü

siyasetten atlasam da gitmek istiyorum

kalburundan damlamak gerek hem zaten bu ülkeni

ben bir tek sana söylemekle mükellefmişim

unuttuğum şu lanet cümleyi

şimdi bir yolun ucundan sana öpücükler bölüyorum sevgilim

hani devlet anamın beni doğunca öldürdüğü

öpücükler biliyorum sana kart atacağım onları

yolumun üstünde başta katil olanlarını

sevgilim belime dolanan şu resimleri bir çözsen

hepsi sanki altmışlardan kalmış gibi

bak şu adamı sevdim mi ne hem gözü de mavi

o da sana hediyem olsun yaşar kalbinde belki

ah siyasetten anlasam da gitmek istiyorum

dağların denize uzanamadığı yerlere

biliyor musun belki de unuturmuşum dedenin biri

ak sakalı olmamasına rağmen böyle dedi

gidiyorum şimdi siyasetten anlasam ne anlamasam

ne bilirim ayak bastığım toprak buram

buram beni çağırıyor işte sevgilim korksam

da şu hendeği de bir geçmeli

in style we trust!

reklamlarda arayın bıraktığım cümleleri

siyasetten anlasam da gidiyorum ben hani

ardımdan cuma namazımı kılın iyi mi!

heybeden siyasetşahin gürçay

Page 5: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.4

Artık kalem tutunca çabuk yoruluyor

Ellerim, kireçlenmiş parmaklarım ve klavye

Hislerimi bir word dosyasına sıkıştırıyorum sevgilim

Pahalı diyorlar hayat, kaç tl'ye tekabül eder?

Gel de Hesap et.

Bazen şiir yazmak şizofrenik bir dürtüyle geliyor

Bütün hitapları var oluşuna adıyorum.

Karışan bir beyin, açık havada kalmalı ki

Oksijenin hücrelere kavuşmasıyla

Rasyonaliteye vurulmadığımız

Delillenmiş olsun.

Kafiye arama sözcüklerimde sevgilim,

İçimdeki sesler senfoniye durdu.

Ben hep Nietzsche'nin akademik kariyerine özenmişimdir

Sınavlarda kendini kaybedenler kulübünde olmamdan belki

Alfabenin tüm harfleri bir sınav kısaltmasına dâhil

Saç telleri gibi uçları kırık taşınıyor sınav çocukları.

Test kitaplarını ateşe verip, ısınsak bir şiirle sevgilim

Sahil şarkıları tadında bir beste yapsak sallanarak söylesek:

Sınav: hayatınızı şekillendiren: algılarınızdı.

Kıyamam yüzüne doyasıya bakmaya sevgilim

Elbet, İsraf yeryüzünün dengesini bozar.

sınav senfonisinebiye arı

Page 6: Sehrengiz8

Yetiştim çok şükür. Patronun da inadı tuttu mu tutuyor; yok efendim, bir koşu halleder

dönermişim. Tövbe estağfirullah! Bu devirde yaşamak istiyorsan patron olacaksın

arkadaş! Emir vermek kolay. Sen ta Altunizade'den Üsküdar'a koş, vapuru yakala;

Eminönü'ne emaneti bırakıp son vapura yetiş. Olacak iş mi Allah aşkına! İnsan fazladan

bir bilet parası verir; otobüsle iner, rahat rahat gider gelirim. Çaycı haklıymış, adam cimri

kardeşim; utanmasa bize boğazı yüzdürecek.

Hava soğuktu. Nefes nefese kalmış, adamakıllı terlemiştim. Neden bu kadar kalın

giyiniyorsam... Bunları düşünüp söylenirken üzerimdekileri boş koltuğa

yığıyordum. Hamlamışım biraz. Bu iş bana göre değil. Gençliğimde

olsam hadi neyse. Bu yaştan sonra biraz zor. Hele bu göbekle...

Televizyonda bir haber dönüyordu; at seyisliği iyi para

getiriyormuş. At, para...

Anadolunun bir dağ köyünde doğmuşum. 'Çocukluğun

kırda geçeni makbuldür.' derler ama benimkisi biraz zor

geçmiş. Annem söylüyor, çok haylazmışım. Komşular

kendi aralarında, “Bu oğlan çok yaşamaz, bir gün

yuvarlanır gider tepenin birinden.” derlermiş. Sonrasını

hayal meyal hatırlıyorum: Asfaltı, zift kokusunu, köye gelen

ilk kamyonu, babamın sürüsünü, atların sesten ürküp ortalığı

nasıl savaş alanına çevirdiğini.

Altı yedi yaşlarındaydım. Babamın bir kır atı vardı. Öyle böyle değil. Hani denir ya, 'dillere

destan' cinsten bir kısrak. Koşarken önden bakınca hızla gelen bir oka benzerdi. 'Bozok'

derdik ona, babam onu bir başka severdi. Haftalık keyif gezileri yapardı onunla. Gören

atın babamı değil, babamın atı gezdirdiğini zannederdi. Asil hayvan, yürüyüşü çerkez

dansı gibi: Yürümüyor, kayıyordu. Adımlarını hissettirmemek ister gibi imtina ile atardı.

Günün birinde Bozok yavruladı. İyi para verenler oldu. Babam her defasında terslerdi

adamları, öz evladını istemişler zannederdiniz. Komşuların şikayetlerini benimle

konuşarak savuşturduğu günlerden birinde kulağıma fısıldadı: “Uslanırsan, belki ilerde

sana veririm yavruyu.” Ne demekti, zaten babam gibi olmak için giymediğim elbisesi,

kullanmadığım eşyası kalmamıştı. Bir de atım oldu mu... şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.5

bozoğun kırmızıabdullah şahin

Page 7: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.6

Ona adını ben verdim: Kırmızı. Öğretmenimiz bir kitap vermişti o günlerde: 'Elveda

Gülsarı' diye. Aytmatov'un atına benzesin istedim. Artık okuldan kalan tüm zamanımı

onunla geçiriyordum. Çantamı balkona fırlattığım gibi yanındaydım. Kaşağılamayı

öğrenene kadar bayağı canını acıttım. Ama sonra o da bir alıştı ki... Balkona fırlattığım

çantanın sesini duyunca bir hareketlenme olur, yanına vardığımda gözlerinin

parıltısından kaşağı vaktini beklediğini anlardım. Gülsarı'yla büyüttüm onu. Önce karnını

iyice doyurur, suyunu içirir, bir güzel temizlerdim. Sonra yalağa oturur, Gülsarı'yı

okumaya başlardım. Anlıyormuş gibi arkama geçer, başını eğip çenesini omzuna dayar,

baygın baygın bir samana bir kitaba bakardı.

İlk başlarda annesi Bozok'un peşinde beraber koşuyorduk. Bacakları çok inceydi, üflesen

yıkılacak. Koşuşunda bir dengesizlik kendini belli ederdi. O halde bile bana acıdığını

hissederdim; arasıra yavaşlar, ona yetiştiğimde tekrar hızlanırdı. Gittikçe serpiliyordu,

babam onu zor da olsa geme, eyere alıştırdı. İlk ben bineyim istedim, sırtından attı.

Çürüklerimin iyileşmesi uzun zaman aldı. Babam onu biniciye alıştırana kadar yine

beraber koştuk. Ama nasıl koşuyorum bir görsen. Onun peşinde koşmaktan haylazlığa ne

fırsat kalıyordu ne de takat. Uslanmış görünüyordum galiba, babam sözünde durdu.

Kırmızı artık benimdi. Neredeyse annesi kadar olmuş, biniciye de iyice alışmıştı. Artık her

yere onunla gider olmuştum. Islığıma zaten alışıktı, tek nefeste yanıbaşımda biterdi.

Koşarken bana Gülsarı'yı hatırlatıyordu. İki yıl geçti, iyice serpildi. Artık yetişkin bir at

olmuş, sürübaşına kafa tutar hale gelmişti.

Bir gün babam bir iş için beni şehre yollamıştı. Üç gün halamlarda yatmış, Kırmızı'dan ilk

defa ayrı kalmıştım. Dört tekerlekli bu soğuk canavarların hiçbirisine değişmezdim onu.

Ayrı kalınca insan daha iyi anlıyor. Dönerken asfalt yolda inip köye doğru yürümeye

başladım. Adımlarım kendiliğinden hızlanıyordu. Uzaktan Kırmızı'nın kişnemesi

geliyordu. Islığı çalmış, bekliyordum. Uzun köy yolunun ufkunda önce başı, sonra yavaş

yavaş vücudu göründü. Hafiften hızlanıp tırısa kalktı, benim olup olmadığım hakkında

şüpheli gibiyli, kuvvetli bir ıslık daha çaldım. Birden atılıp dörtnala koşmaya başladı. Nasıl

geliyor bir görsen. Öylece durdum, gelişini izliyorum. Gururlanmıyor da değilim hani.

Aklım nerelere gidiyordu: onunla yarışlara katılıyorum, zengin oluyorum... Yok, hayır! Her

şey olurdu da bu olmazdı işte. Kırmızı'ma eşek dedirtmezdim.

Yolun bana yakın tarafında bir dörtyol ağzı vardı. Kenarları ağaçlarla kaplı yoldan hızla bir

taksi geliyordu, taksici Ahmet abi bu. Telaş içinde koşmaya başladım, ne yapacağımı

şaşırmış halde bir taksiye bağırıyordum bir Kırmızı'ya: “Ahmet abi!”, “Kırmızı dur!”.

Arabasındaki teybin sesi bana kadar geliyordu. Kırmızı'ya ne desem durduramıyordum.

Garibim benim koştuğumu görünce daha da hızlanmıştı. Yerden taş alıp atıyor, isabet

ettiremiyordum. On saniye bir ömür gibi geliyordu.

Page 8: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.7

Bir yandan çılgınlar gibi koşuyor diğer yandan yerde taş arıyordum. Ani bir fren sesiyle

olduğum yerde çakılıp kaldım. Lastiklerin çıkardığı ses dondurdu beni. Kırmızı, o

cüssesiyle havada taklalar atıp, düştüğü yerden yolun dışına kadar bir çuval gibi

sürüklendi. Ne hareket edebiliyor ne bir ses çıkarabiliyordum. Ne olduğunu henüz

anlayamamıştım. Yere çöktüm. Boş boş etrafıma bakıyordum. Ne kadar o halde kaldım

bilmiyorum. Birden çıldırmış gibi Kırmızı'nın yanına koştum. Ağzından kan boşalıyordu.

Diz çöküp başını dizlerime koydum, yaşıyordu. Bacakları kırık dallar gibi biçimsizce

uzanmış, can çekişen serçeler gibi kıpırdıyorlardı. Gözlerinden yaş akıyordu, fakat buna

ağlamak denemezdi, sadece akıyordu. Yine alık alık bakıyordu etrafa, olan biteni

anlamaya çalışıyordu. Yelesindeki kanları temizliyor, başını okşuyordum.

Bir çif bot gördüm önümde. Babamdı. Amcamlar beni tutup kaldırdılar. Karşı koyamıyor,

gerisin geri yürüyordum.

Babam: “Acısını dindirdik oğlum.” diyordu, koluma yapışmış beni döndürmeye çalışırken.

Cevap veremiyordum, ama hayat bu köyde yoktu artık. “Belki uzun bir yol, belki gurbet

söker alır acımı benden.” diye kendimi teselli etmeye çalışıyordum. Babama ilk defa

orada karşı çıkıp kolundan tuttum, ittirdim. Gururuna yedirememiş olacak, peşimi bıraktı.

Asfalta doğru yürüyordum. Son bir kez dönüp balkonda duran anneme baktım.

Yaşmağıyla ağzını kapatmış ne yapacağını bilmez bir halde öyle bakıyordu. Yürüdüm.

Yirmi yıl oldu neredeyse. Şimdi burada,

bir vapurun sallantısını ninniye

dönüştürmüş Kırmızı'yı hatırlıyorum.

Onun üzerindeyken; görmesen, gittiğini

hissetmezdin. Burada ne kadar

bilmemezlikten gelsen de can sıkıcı

konuşmalardan anlıyorsun.

Vapur Eminönü'ne yanaştı. Terim

üzerimde kurumuştu. Giyindim, beremi

iyice başıma geçirdim. Cebimdeki

emaneti kontrol edip her şeyi unuttum

tekrar. İşimi halledip tekrar vapura

yetiştim. İndiğimde son minibüs yeni

kalkmış, gidiyordu. Koşarken ıslık

çalmak istedim. Ağzımdan kesik bir ses

çıktı. Dolmuş iyice hızlandı,

yavaşladığında köşeyi dönüyordu.

Page 9: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.8

Önce gözleri kapandı sunucunun

Korktum sonra vahy gelecek sandım müsteşriklere

Düşmüyor elleri yakamdan ülke çıkarlarına dair politikaların

Ama kusurumuza bakın artık siz de;

Zaten genciz yüreğimiz delifişek

Çok tuttuk aksın Ortadoğu kadar gözyaşlarımız

Zaten yeminliyiz aşkımız hira

Üstelik öfkeliyiz özgürlüğe sevdalı

Çok aradık bilensin biraz da imanımız

Libyanın canı çıksın uylukları acırken hepimizin

Ne de olsa üzülmeyi çok da güzel beceririz

Ve yatak odaları işgal edilsin Filistinlilerin

Bu diriliş oyununun oynarken

Sivil, suçsuz, savunmasız

Trablusgarp çatışırken Bingazi ile

Uçurtma gibi uçuşsun ülkelere bombalar

Vursun Allah u Ekber nidasıyla birbirini Müslümanlar

Vursun yeni sömürüler için ortadoğuya demokrasi taşıyanlar

Bizse Devrimci olmakla avutalım çaresizliğimizi

Herkes yeni Ömer Muhtarlar beklesin yeni Selahaddinler

Dursun ve beklesin herkes

Bu işgal çok haçlı ve amaçlı

Bu ölümlerden petrol sıçrıyor üzerimize

Herkesin cebinde bir koalisyon var

Hepimizin içi ; BM

NATO ne kadar bizim Ortadoğu ne kadar bizimse!

Bu yüzden hepimiz biraz modernistiz ve biraz da emperyalist

Hadi canım siz de

Siz de, siz de...

devrimsel paranoyamustafa kadir çelik

Page 10: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.9

12 Eylül 2012 tarihinde Fatih'teki muhteşem boğaz manzaralı Empati Rezidansın 72.

katında yer alan Barış Kafe'de Dolmuş dergisinin olağan toplantısı yapılacaktı.

Günler öncesinden toplantının gergin bir atmosferde geçmesi bekleniyordu. Editör

Sait'in oğlu Boran'a aldığı Beyaz Reno marka otomobil ve kızı Zozan'a yaptırdığı beş

yıldızlı düğün uzun süre gazetelerin manşetlerinden inmemişti. Elbette bu gelişmeler

dergi içindeki bazı grupları rahatsız ediyordu.

Bilindiği gibi; derginin on dokuz ana eğiliminden biri olan Ömer Faruk'un başını çektiği

gelenekçiler, geçen yıl derginin hem patronu hem de editörü Sait Çeker'ın “dergiye

satanist bir yazar arıyorum” çıkışına kızıp dergiden ayrılmıştı. Toplantı, şimdi Hakiki

Dolmuş adında bir dergi çıkaran bu grubun dergiyi basacağı söylentilerinin gölgesinde

başladı.

Gündeminde bu söylentilere yer olmayan Sait Çeker'ın kafasında başka planlar vardı,

derginin daha fazla kan kaybetmesini istemiyordu. Aylardır kafasında kurduğu planı

nihayet bu gün uygulayacaktı. Planın ilk aşamasında dergide sivrilen “öz dolmuşçular” ve

“dev dolmuşçular”ı birbirine kırdırıp pasifize etme düşüncesi vardı. Böylelikle dergideki

mutlak iktidarını biraz daha pekiştirecekti. Bu planı uygulamak için dergi toplantısından

daha uygun bir yer olamaz, diye düşündü.

Toplantıya il gelen, dergide “dev dolmuşçular” olarak bilinen grubun önde gelen ismi

Osman Takar oldu. Ardından Eyüp Tatava, Timur Bozkır, Berk Kemal ve İbrahim Keleş

salona girdiler. Her yeni gelen selam verip protokoldeki yerini alıyordu. Saatler ilerledikçe

salondaki kalabalık daha da arttı. Son gelen kişi “öz dolmuşçular” grubunun önemli ismi

Yalçın Sarpkaya oldu.

Toplantıda çaylar içildi, kekler börekler yenildi, hal hatır soruldu, acelesi olanlar uzadı vs.

Havadan sudan konuşmalar bitmiş artık sıra ciddi konulara gelmişti, fakat herkes

ağızbirliği etmiş gibi tartışmaya yanaşmıyor, Sait'in provokasyonuna gelmiyordu. Sait,

“çok profesyoneller” diye geçirdi içinden.

Sait için geriye bir tek Z planı kalmıştı, gençler... Evet, gençler, ateşli gençler… Seksi değil,

ateşli… “Elbette seksi de olabilirler” diye geçirdi içinden.

köz-lemeosman akyol

Page 11: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.10

Doğru ata oynamıştı, toplantıda aradığını fazlasıyla buldu. İçinden “zaten 'akıncı' bir

milletiz, adamlar genç, kanları kaynıyor, son akından bu yana beş yüz yıl geçmiş” diye

düşündü. Özgürleşmek isteyen “hatun”ları daha fazla bekletmesi ayıp olurdu. Evet,

gençler “aksiyon” istiyordu ve o da bunu onlara fazlasıyla verecekti.

Toplantının sonunda:

- Yarın Anadolu'ya sefere çıkıyoruz, dedi.

Gençler hariç herkes şaşkındı. Gelenlere patronun kim olduğunu gösteren Sait, yarattığı

şaşkınlıktan istifade ederek bu anın tadını çıkarmak istiyordu; mağrur bir komutan

edasıyla koltuğuna yaslandı, kaçak sigarasından bir dal çekip yaktı, yaşlı kurtların üstüne

doğru üfledi.

Bir gün sonra Beyazıt Meydanı hıncahınç doluydu, yakıcı güneşin altında at kişnemeleri

ve dualar birbirine karışıp gökyüzüne yükseliyordu.

“Fazla söze gerek yok” diye düşündü Sait. Hemen arkasında yaveri Osman duruyordu.

Bindiği eşeğin üzerinde doğruldu, kılıcını kınından çıkarıp havaya kaldırdı. Herkes ona

bakıyordu… “İleri!” diye haykırdı…

Birden ortalık toz duman oldu, bir buçuk milyon genç “Allah Allah Allah!...” nidalarıyla

ileri atıldı. Sait arkalarından, “Durun lan durun, nereye gidiyorsunuz, beni de alın!” diye

bağırdı. Fakat ereksiyon halindeki gençler, onu dinleyecek durumda değillerdi,

İstanbul'un içlerine doğru dalga dalga fışkırdılar.

Her şey bir anda gelişmiş Sait ve yaveri Osman alabora olmuşlardı, artık gökyüzü daha

net görünüyordu.

Halbuki Sait'in onlara birkaç öğüdü olacaktı, hatta kopya çekmek için eline yazmıştı.

· Dünya dönüyor

· Elmalarla armutlar toplanmaz

· Irkçılık tehlikelidir, dokunanı yakar

· Demokrasi, her durumda tek seçenektir

· “Hakiki erdem, ancak insanlar arasındayken belli olur”

· Müstakbel dul ve yetimleri kollayın

Yatay konumdaki Yaver Osman yattığı yerden bir kademe doğrulup üstündeki tozları

silkeledi, ardından önce kendisinin “yaver” sonra da bu yaverin bir “komutanı” olduğunu

hatırladı. “Komutanım komutanım!” diye seslendi. Çok uzaktan “Erê ez li vir im!” diye bir

inleme sesi geldi.

Page 12: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.11

Sait çok kötü bir haldeydi, kafa travması geçirmiş saçmalıyordu. Yaver:

- “Eşeğiniz nerde efendim?”, diye sordu. Sait:

- Bilmiyorum, en son bir kısrağın arkasındaydık, dedi.

Sait; güçlükle dizlerinin üzerinde doğruldu, ayakta zor duruyordu. Birden sinirlenip yerde

duran bir bira kutusuna tekme attı. “Biiiip tenim!...” diye bilinmeyen bir dilde anlaşılmaz

bir tepki verdi (Has..tir lan, yanlış yeri bipledik!)

- İstersen dönelim Abi, diyen yaverine Sait:

- Şu yerdeki nalları topla, Horhor'a varınca hurdacı Hayrettin Abi'ye üç-beş liraya

okuturuz, bu günkü nevalemiz çıkar, dedi.

Toparlanıp tekrar yola koyuldular. Akdeniz caddesinden yürüyerek Fatih camisine geldiler.

Metin Yüksel'in şehit düştüğü yerin hemen önündeki şadırvanda yüzlerini yıkayıp

serinlediler.

Camideki turistik gezileri kısa sürdü. Sait, yaverine caminin minarelerini gösterip 'barok

mimarisinde yapıldığını' söyledi. Söylenenle ilgilenmeyen Yaver:

- Eşekten düşmeseydik nereyi fethedicektik Abi, dedi.

- Ne fethi lan, 'özgürleştiricektik'.

- Kimi Abi?

- Nayn nayn diyen herkesi, Karolin-Marlin ne bulursak işte…

- 'Kerilayn' diye okunmuyo muydu abi, o.

- Keri deme bana, asabım bozuluyor. Devamında “Kerê kurê kerê!” diye söylenerek

yine bilinmeyen bir moda girdi.

Bu kısır tartışma yol boyunca sürdü.

Fatih Koleji'nin önünden geçerken yaver:

- Abi bizim de bir cemaatimiz olucak mı, diye sordu. Sait:

- Ne cemaati olum, biz önce bi dernek kuralım sonra bakarız, dedi. “Zaten elimizde

milis de kalmadı” diye mırıldandı devamında. Yaver:

- Abi, istersen hoca efendinin cemaatine takılalım, getirisi büyük, dedi.

- Bırak şimdi cemaati, ümmet artık çok ilerledi. Muhammed'i, İsa'yı, Musa'yı geçip

İbrahim'e kadar dayandı. Kim takar hocaefendiyi. Artık Rönesans çağındayız, sen hala

uyuyorsun!

- Nereye gidiyoruz abi, yol bitti.

- Has…tir, çıkmaz sokağa girmişiz olum, geri dönüyoruz. Osman bi ara hatırlat bana,

şu bizim avukata uğrayalım, dernek başvurumuzu yapsın.

- Tamam Abi.

Sait, şakacıktan yaverinin ensesine tokatı patlattı:

- Ne abisi lan, “kutbu'l-aktab” diyeceksin bundan sonra!

Gülüştüler…

Page 13: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.12

dağıldı duman

karışan renkler arasından

bir dünya çıkardı zaman…

bu mudur şimdi aklımızın yettiği

bu mudur aklımızın sobeleyip

bir koşu ile

terk ettiği:

hakikat duvarına dokunup

her seferinde dağıldı duman

dünyaya yeniden karışan renkler arasından

sürüklendiği bir dünya çıkardı zaman…

bir rüya mı.

işte şimdi sırası diyorum

dağıldı duman burak şahlanışıyla

karışan renkler arasından bulutlara değmenin

bir dünya çıkardı zaman… sırası şimdi

aşkın yağmuruyla

tersine yor diyorlar şimdi başı öne eğmenin

rüyayı tersine yor adım adım çoğalttığın yollardan

an ki asırları taşır göğsünde kanadığın kanattığın yollardan

tüm renkler geçmez mi bir nokta başladığın yere

imbiğinde? dönmenin…

o halde,

ağıdı gülmeye yor dağıldı duman

kışı hep bahara yor karışan renkler arasından

çevir bakışlarını korkmaksızın ardına hafifçe aralanmış karanlık bir kapıdan

başlayıp durulan o büyük fırtına bir dünyaya

kum saatini çevir bir rüyaya çıkardı

zamanı tersine yor…. zaman…

çevir tersinedöndü sağlık

Page 14: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.13

“Araplar nerede?” diye soranlar cevabını almış oldu: “Araplar burada!” Arap halkları

diktatörlere karşı ayaklandılar ve yıllardır içlerinde biriken öfkeyle özgürlük devrimleri

yaptılar. Belki bundan sonra “asıl Türkler nerede?” diye bir soru çıkabilir karşımıza. Ya da

aslında böyle sorular bizi yanıltıyor mu dersiniz? “Müslümanlar orada mı?” diye sorsa

yukarıdan bir ses, o sese gür bir seda ile “Burada!” cevabını verebilecek bir topluluk

mevcut mu? Yoksa o gür sesi çıkarabilecek millet, kendi içinde bölünmüş bir halde,

birbirlerine “senden adam olmaz” türünden sataşmalar yapıp, büyük vahşetlere av mı

oluyorlar?

Devletin yönetim biçimi hiç de hafife alınacak bir olgu sayılmamalı. Devletin yönetim

biçimi milletin fertlerinde bir karaktere dönüşür. “İslâm dini herhangi bir yönetim biçimi

önermemiştir, hangisi olursa olsun fark etmez” diyenler, dün saltanatı içine sindirmişti,

bu gün de demokrasiyi içine sindiriyor. Bütün zulümlerine rağmen, saltanatı kendi

elleriyle kaldırmayan Müslüman topluluklar, dış müdahalelere maruz kaldıktan sonra

bunu düşünmeye başlamışlardı.

Bu gün, parçalanmış haldeki Müslüman topluluklar farklı bayraklara farklı sınırlara sahip.

Kimi ülkelerde diktatörler dış müdahalelerle kimi ülkelerde de içten bir direnişle

çökertildi. Türkiye çok partili hayata, diğerlerine göre daha erken girmiş gözüküyor.

Türkiye'nin saltanatı kaldırıp demokratik hayata geçtiği izlenimi, şimdi de Arap

topraklarında gözlemlenecek. Arapların Türkiye'yi örnek almaları bir geriden takip ediş

görünümü arz ediyor. Yakından bakınca ise, Türkiye'nin durumu daha farklı… Saltanatı

kaldıran Türkiye, açık bir putperestliği (demokrasiyi) dinle uzlaştırma yolunda ilerledi ve

imrenilecek noktaya geldi. O halde demokrasiye imrenme duygumuzu bir sorun olarak

ele alacaksak, bütün Müslümanların bir sorunu hatta bütün insanların bir sorunu olarak

ele almalıyız.

sağ elime islâmı sol elimedemokrasiyiverseler...muhammet çelik

Page 15: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran - s.14

Müslümanlar olarak bizim bu günkü meselemiz, sadece İslâm'ı yaşama ve dindar olma

meselesi değil, aynı zamanda onu anlama ve doğru algılama meselesidir de. İnsanın

varoluşuna ve özüne en uygun yolun adı İslâm, o yoldan farklı yönlere doğru

uzaklaşmaların adları ise Materyalizm, Nihilizm, Kapitalizm, Faşizm, Sosyalizm,

Liberalizm, Demokrasi ve sairedir. Müslümanlar hâkim dünya ile aynı anda, saltanatı

zoraki veya isteyerek seçenek dışı bıraktıktan sonra, yine hâkim dünya ile beraber

düşünmeye devam ediyorlar. Futbol topu gibi bir köşeden diğerine savrulmaya devam

ediyoruz. Arap halkları şu anda “Arap milliyetçiliği” ve “sosyalizm” köşesinden demokrasi

köşesine doğru savruluyor. Suya kapılmış yapraklar misali sürüklenerek geldiğimiz

noktanın adı Demokrasi.

Demokrasi, insan nefsinin hevâ ve heveslerini

tanrılaştırması şeklinde cereyan eden bir

yaşam tarzının adıdır ki, şeytanın icatları

arasında en kurnazca olanıdır. Demokrasi,

kendisine küfretme özgürlüğünü bile içerebilir.

En koyu dindarlığı da içinde barındırabilir.

“Gerçek Tanrı'yı” ya da “Tanrı gerçekliğini”

hesaba katmadan, ya da “birçok gerçeklikten

biri” olarak hesaba katarak, insanların bir arada

yaşayabilmesi şeklindeki bir konformizm, bir

rahatlama cennetidir. Doğanın pençesinden kendini kurtaran insanoğlunun, ortaklaşa bir

kararla doğa kanunlarına geri dönüşüdür. Diğer rejimlerdeki güç sahipleri fiziksel bir

atılımla hayatta kalmayı başarırken, demokrasilerde düzenbazlıktır gücün kaynağı.

Doğadakinden daha vahşi bir şekilde, ama kibarca ve kimseyi rahatsız etmeden… Diğer

rejimler insanların bedenlerini esir alıp, onlara kendilerini dayatıyorken; demokrasi

insanlara kendini sevdirerek, kendini tattırarak hâkim oluyor. Dolayısıyla insanlık olarak

en tehlikeli bir rejimle karşı karşıyayız ve sil baştan düşünmek zorundayız.

Müslümanların demokrasiyi kabul etmeleri ise, bir kumardan ibaret… Dinimizi

kaybetmeyi göze alarak masaya demokrasiyi sürenlerle kumar oynuyoruz. Kaybedebiliriz

de, kazanabiliriz de. Ancak sonuçta kazançlı çıkmak veya kaybetmek asıl büyük sıkıntı

olsaydı, o sıkıntıyı hafifletmek için çalışmalar yapılabilirdi. Ne var ki, asıl problem

kumarın kendisinin zararlı olması. Kumarın sonunda kazanan olmaz. Sadece zevk verir, o

kadar. Bütün günahlar zevkle işlenir. Demokrasi bile...

Page 16: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.15

NU

PAK

DİL

KON

UŞU

YOR

«Çiviye oturmuşçasın

a yerimizd

en fırlamamız g

erek

K

üstahlık yılla

rındayız»

«Egemen verili koşullara kin duymadan geçilen,tüketilen gecenin, tek bir gecenin vebâli

insanın boynunu morartır.»

Page 17: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.16

Şiir: Bir gökkuşağı gibi harikulade renklerin oluşturduğu imgeler dünyası. Söz söze

ulanıyor ve dizeler alıyor başını gidiyor ülkesi serazat motiflerden oluşan gizemli hayata.

Hayat o acımasız labirentler şehri. Çizginin önü ve arkası. Macerası dar kapılardan oluşan

kananlıkları içinde barındıran mağara. Çile ve ıstırap yumağı. Bir tarafı da aydınlık olan

rengârenk bir gülistan. Hayat işte. muğlak ya da mütevekkil. Sabır veya isyan halindeki

organizma. Dahası mutlak sınav yeri. İnsanoğlunun bir müddet konakladığı mekân.

Rüyası bol bir âlem. Arzusu bol bir alem. Nef'i'nin deyişiyle; “Bahar erse yine seyri

gülistan olduğun görsem”. Ne gam.

Şair Nef'i'yi boğdurtan şiir; meşakkatli, zor, mesuliyetli bir şahitliğin adıdır. Şiir inşa etmek

her kulun üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Anlayış ve kavrayışları yüksek, içlerinde

ateşli hassas bölgeler barındıran, söz söyleme yetisine sahip kişilerin harcıdır şiir

söylemek: “Ben, ma'na âleminin, cihan bezeyen padişahlar padişahıyım / Sözlerim de

sözlerin mutlu padişahıdır.”

Şiir böyledir…

nurettindurman

şâirin kelimelerisevgili ağabeyimizşâir nurettin durman ile kendine özgü bir söyleşi gerçekleştirdikbiz onun yaşamına ve şiirlerine bakarak şâirin iç dünyasına dokunmuş kelimeleri bulup kendisine yönelttiko da kendi üslûbuyla bu kelimelerekarşı hislerini dile getirdi

Page 18: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.17

Şâir: Mevcudiyetinin, varlık sebebinin alt yapısında neler var, üst kategoride neler muhafaza edilmekte, meçhul bir geminin meçhul bir denize açılması gibi meçhul mü? İdrak mekanizmaları atıl bir vaziyette, tek ötüşlü borazanın sesi çınlatmakta mı ortalığı? Kendini bir türlü kendi kılamamış zoraki, dayatmacı, üstelik yapay bir çelişkinin içinde bocalayıp durmakla hemhal iken; sessizken, kabullenmişken, muti olmuşken bu hayhuya. Kendi olmak başlı başına bir çile, bir idrak, bir şahsiyet sorunu. Bir ayağa kalkma eylemi. Kendi olmak birçok şeyi ifade kolaylığı içinde bu çetin yolda olgunluğa ulaşmak…

Bir kışkırtıcı olarak şairin varlığı inkâr edilemez bir gerçeklik olarak kendini afişe ediyor zaten. Şiiri kuşatacak olan asli ve sahici bir bakışın evrensel olanın hamurunda var olması elbette elzem. Lâkin tahakkümcü unsur orada da kendini ele veriyor. Kendini daimi; hep kalıcı bir fenomen; değiştirici, bozucu, baştan çıkarıcı, iğdiş edici olarak görüyor. Asli olana karşı inkârcı tavrını hiç gizlemiyor. Kültürel varoluşun varyantlarını neredeyse yadsımayı öngörüyor. Bu kadar baskıya, yok saymaya, görmezliğe rağmen gene de varılan nokta tabii seyrini icra ediyor hayatın içinde. Bütüncül bir bakış açısıyla bakıldığında yapıp edilenlerin sonunda nasıl bir boşluğa düşüldüğünü görmekte mümkün oluyor.

Şiirin cazibesi ortalığı karıştırıyor. Düzeni bozuyor. Elbet otoriteyi sarsmak önemli bir avantaj... Üzerini örtmek, kapamak, gizlemek artık bir şey ifade ediyor mu? İfade edenin ise ifadenin rahatça bir kapı aralaması bir yol bulması kendine. Öyleyse nasıl yapmalı, nasıl etmeli de şiirin hasını, şiirin şiir olanını söylemeli. Geçmişin o harikulade söyleyişlerini, o rahatlığı, o güzelliği sindirebilmeli; içimize, doğamıza taşıyarak, yenileyerek, şiirin o has bahçesinde mutena güzellikler içersinde beyanı aşk ile yürüyüşlere başlamak.

Yeni baştan idrak etmek!

Şair, şuur, şiir!

Bir fetret havası…

Belki de bir aramak.

Şair: O uslanmaz varlık!

Şair: O vadilerde başıboş dolaşan!

O şaşkın!

O kelime hırsızı!

Gerek renkli reklam çağrışımlı olsun, gerekse diğer teknik aygıtların cazibesi eşliğinde kendini afişe etmek olsun, birer şaşırtmacı unsurlardır bunlar. Şairin umarı tekil kişiliktir. Ben merkezli, tek olmak... En başta olmak… Şairin egosu azgın bir nehir gibi! İlginç değil mi? Kendini herkeslerden başka görmek! Daima merkezde olmak Bu toz duman arasında, haksızlıklar, zorbalıklar arasında nasıl bir duruşu deruhte etmektedir şair? Nasıl davranmakta nasıl durmakta hayatın içersinde? Şiirin hasını mı sunmakta, estetik ve içkin bir şiirle mi buluşturmakta kimseleri kimselerle?

Peki, şair ne yapmalı?

Şairin boy aynası nasıl olmalı?

Page 19: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.18

Hayatın içinde olmanın ötesinde hayata hükmetme psikozu. Değişmeyen bir şeyin, varlık

şuurunun derin baskısı altında mecz olunan imgenin fenalıklara karşı duruşunun ifadesi.

Başka ne olabilir? Karşısında olunmakta beis görülmeyen, bünyesinde insana zararlı,

insanı küçülten, insanı sömüren, insanı köleleştiren zihin egzersizlerinin amansız

düşmanı şair. Ayrıca kötülük unsurunun içersinde de bulunabilen şair. İyilik unsurunun da

içersinde bulunabilen şair… Hem öyle hem de böyle. Yani temelde insan… Sonrasında

şair. Evrensel temel meselenin baş koyucusu... Yani serapa bir özgürlüğün, aşkın olanın

baş koyucusu.. O şair. O her çağda militan. O her çağda devrimci. O putperest… O kâfir.

Sapkınların önderi. Şeytanların, bozguncuların, yoldan çıkmışların, anarşistlerin önderi…

Yani baş çekici… Baştan çıkarıcı. O şair! İyinin, güzelin, haklının, adaletin, muhabbetin

arayıcısı... Hayatın içinde hep var olan uz dilli.

O muharip.

O mecnun.

O muttaki.

O Müslim.

O mümin.

O şair!

Aşk olsun şair işte!

Üsküdar: Ne kadar Anadolu havası esiyor burada. Ne kadar kucaklıyor insanı. Aziz Mahmud

Hüdayi Hazretlerinin rüzgârı esiyor ya burada o manevi hazdan olsa gerek duyulan bu kadim

muhabbet… Üsküdarı severim. Hele o Mihrimah Sultan ve Gülnüş Valide Sultan camilerinin

minarelerinden karşılıklı okunan ikindi ezanları.

Dostluk: Hayatın asli rengi... Anlamın gerçeklik ırmağı… Kim ile hemhal olayım ey can dost

yoksa neyleyim kalbi viranımı. Dostun dost olduğu bir dünyada yaşamak ne güzel…

Dert: Onulmaz olarak görünür çoğu zaman ama bir bakılır ki derdi veren dermanını da vermiş.

Derdi dert olarak kabul etmek de önemli tabii. Neyi kendimize dert edinir isek onu yanı başımızda,

yüreğimizde, canımızın içinde tutar da iyileştirmeye bakarız. Dert çoğu zaman da bırakmaz yakamızı

eğer dert edinecek şeylerimiz varsa… Ki vardır, hep olmuştur. Bir de derdini söylemeyen dermanını

bulamaz demişler. Hele şairin derdi hiç bitmez ve derdini haykırmayan şair de dermanını bulamaz…

Umut: Umut hep vardır. Umutsuzluk yok olmalıdır. Kovmak lazımdır umutsuzluğu içimizden.

Müslüman: Ne mutlu Müslüman'ım diyene.

Page 20: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.19

Çınar: Uzun bir devlet yürüyüşü… Medeniyet ağacı. Düşçınarı dergisi…

Filistin: Kanayan bir yaradır yüreğimizde.

Paris: Bir Cuma namazı kılmak istediğim şehir.

Dergi: Bulaşıcı, kronik bir hastalık hali… Devamlı bir hareketlilik sonucunda denizin

kenarına inip bir nefes deniz almak gibi bir şey… Çilesi çok, uçuk kaçıkların

vazgeçemedikleri bir sığınak… Kelimelerin serazat yürüyüşe geçtiği yolun başlama

noktası… Sözü yoluna koymuşların tarassut kulesi. “Hür tefekkürün kalesi…”

Anadolu: İyimser bir yalnızlık… Kimler geldi kimler geçti merakının iz düşümü.

Kimlerin anavatanı değil ki. Yoksulların, yalnızların, anası ölmüş çocukların boy attığı

yeryüzü parçası. Aç gözlülerin gözlerini diktiği bereketli coğrafyanın Anadolusu…

Anne: “Cennet Annelerin ayaklarının altındadır.”

Sezai Karakoç: Açık deniz gibidir. Ülkeleri dolaşır. Pasaport nedir tanımaz. Sınır

yoktur, tel örgüler, asık suratlı sınır bekçileri hiç yoktur. İttihadı İslam, evet daha ne olsun.

Şiirinde, fikrinde, zikrinde dünyanın selameti yüce yaratanın buyurduğu üzeredir. Şiiri

koşan atların ve koşu bittikten sonra da koşan atların özgürlüğe koşanların şiiridir.

Hassaten evrensel bir şiirin şairidir.

Page 21: Sehrengiz8

Hayat: Bir coşkudur. Kapılırsanız coşarsınız. Biraz geride

durduğunuzda zahmete düşersiniz. Toparlanmaya mecal

olursa ne âlâ, yoksa coşkunun seline kapılıp hayretler

içinde kalırsınız. Her şey an ile hareket haline dönüşünce

anın içinde arayışlara çıkılması halin hal olduğunun

bilinmesi için bir neden olarak önünde durur insan. İnsan

mı hayatı yaşar yoksa hayat mı çeker insanı kendi içine?

Şaşılacak şey… Aklı olup da akl edememek…

Çocuk: Hayatın devamı…

Genç: Heyecan. Dirilik. Ufuk. Gelecek.

Sevgi: Olmadan olmaz ki. “Muhabbetten Muhammed

oldu hâsıl.”

Zulüm: Payidar olmaz tabii.

Hüzün: “Melali anlamayan nesle aşina değiliz,” demiş

Ahmet Haşim.

Yolcu: Hak yoluna yolcu olmak ne güzel. O bahtiyarlar ki

yollarını şaşırmadan yolculuklarına devam ederler. O

muttaki kişiler selam olsun.

Ölüm: “Asude bir bahar ülkesidir bir rinde” demiş ya

Yahya Kemal. Ne diyelim artık. Allah dinden imandan

ayırmasın. Sonsuzluk diyarı. Âlemi hakikat…

Dua: Müminin miracı olan namaz duayı baş tacı olarak

öğretiyor bize. Biz ki aciz kullarız duamız olmazsa ne işe

yararız ki yüce buyuranın buyurmasıyla. Dua ediniz…

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.20

Page 22: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.21

Taare Zameen Par (Yeryüzü Yıldızları)

2007 yılında gösterime sunulan bu filmin yönetmeni ve yapımcısı Aamir Khan,

dili İngilizce ve Hintçe.

Her çocuk özeldir sloganından yola çıkılmış oldukça lezzetli bir film.

Başrolde 9 yaşında, sıradan bir ailenin sıra dışı oğlu İshaan Awasti (Darsheel Safary)

buluyor. Tüm sıra dışılığına rağmen fark edilememiş bir çocuk İshaan. Bulutlarda yüzen

yunusları, göğe balonlarla yükselttiği fili, renkleri kardeş ilan ederek yaptığı resimleri,

gezegenleri yörüngelerinden eden matematiksel işlemleri, beyaz kağıdı dans pisti sanan

harfleri var dünyamızı aşan hayal dünyasında İshaan'ın.

Büyük harflerle yazdığı bu renkli dünyanın dilinin anlaşılması için ise, filmi

izleyenleriyle birlikte oldukça hüzünlü bir maceraya koyulması gerekmekte küçük

İshaan'ın.

Küçüğün içinde bulunduğu ortamda insanın değerini toplumdaki statüsü belirlemektedir.

Abisi tüm derslerde birinci, babası iyi bir işte çalışmakta, annesi ise çocuklarının kariyer

sahibi olması için kariyerine elveda demiş, çocuklarına karşı derin sevgi, şefkat ve

merhamet yüklü bir annedir.

Başarısızlığa yer olmayan bu dünyada İshaan ise 3. sınıfı ikinci kez tekrarlıyor olmasına

rağmen henüz okuma yazmada büyük güçlük yaşayan toplum nazarında tam bir

fiyaskodur.

Taare Zameen Par(Yeryüzü Yıldızları)

hatice gökdere

“Bu çocukluk yılları hiçbir zaman geri gelmeyecek

Öyleyse gününü bol bol harca, dostum,

Beş parasızsan veresiye harca

Hayatın tadını çıkar”*

Page 23: Sehrengiz8

Derslerindeki başarısızlığının üzerine anlaşılamamaktan kaynaklanan öfke nöbetlerinin ve kavgaların da eklenmesiyle senenin ortasında tek geçerli kuralın disiplin olduğu yatılı okula düzelmesi umuduyla kaydettirilir. Yeni okulundaki öğretmenlerinin zihninde de genelin sahip olduğu kalıplardan çıkan düşünceler barınmaktadır.

İshaan'ın olduğu okula vekil resim öğretmeni olarak gelen Ram Shankar Nikumbh (Aamir Khan)'a kadar İshaan eğitim sisteminin zalim dişlileri arasında yetenekleri tüketilen nice hüzünlü küçükten biridir. Ram'ın yardımıyla önce öğrenme güçlüğü olan disleksi hastalığı olduğunu sonra ise disleksiyle yaşamayı öğrenecek ve hüznünün ardından kabuğunu aşıp duvarın ardını görebilecektir İshaan..

Rehabilitasyon merkezinde zihinsel engelli çocukların eğiticisi olan Ram sadece küçük dişleğimiz İshaan'a yardımla yetinmeyecek, okuldaki diğer öğrenciler ve öğretmelere de umut ve neşenin yanı sıra kalıplı düşünceleri aşma cesareti verecektir.

Prasoon Joshi'in filmin vermeyi amaçladığı mesajlara paralel ve çokça anlamlı sözlerine eşlik eden Shankar Mahadevan müziği; mızıka, flüt ve gitarın güzel sesleriyle sentezlenerek, kulakları ve kalpleri hedef alan kelimenin tam anlamıyla harika şarkılar ortaya koyuyor. “…Onlar omletlerde vitaminlerde ve şuruplarda yaşıyorlar, Ve kurallı bir rejimle çalışır ve dinlenirlerYürü, mücadele et, öne geçDünyanın yolu bu takip et İşte hedefin bu takip et.”*

“…hayat sanki bir pamuk şekerdir umutlar ve hayaller arasında dönenavucunda biriktir ve tadını çıkarSusamışsan eğer köşe başında bir yağmur bulutu seni bekliyor olacak”*

Girişte ve filmin arasına serpiştirilen animasyonlarsa filme “Vay be Bollywood yürü kim tutar seni!” dedirten cinsten.

Taare Zameen Par, Filmfare ödüllerinde küçüğümüz Darsheel Safary, İshaan rolüyle en iyi oyuncu, resim öğretmeni Ram rolünün yanı sıra yönetmenliğiyle Aamir Khan en iyi yönetmen ödüllerine layık görülmüşler ki ziyadesiyle hak etmiş olduklarına izleyince kanaat getiriyor insan.

Sürenin uzun olması ilk bakışta izlenir mi ki bu kadar saat dedirtse de sona doğru bitecek

korkusuyla izliyor olmaktan kaçılmıyor. Defalarca izlenebilecek kıvamda olan nadir

filmlerden. İyi seyirler..

*Filmdeki şarkı sözlerinden alıntıdır..

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.22

Page 24: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.23

yedi başlı ejderha getir bana

onu terbiye ederim ama

yetiştiremedim ey boynu tutuk bahçe

sen batıya battıkça

nazlandın durdun kibrit kutulu mezarında

artık çıkarmalıyım seni hisarından

hazinesin vesselam

kendi haritasına batmış maden misâli

*

anladım, yaşamak burada

bir harita gibi kolay silinirmiş

soğuk nostaljibilal şeriati

Page 25: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.24

şair

ted

irgi

nliğ

isema erdoğan

çatlar bir gün harf

uykuya düşer yol olur

süzülür kurşun renkli toprak

Berzah'ın gölgesine ad bulur

kaç yıl oldu bilmem

şairleri bile yaşamaya mahkûm ettiler

bak, yüzükoyun yatmış kelimeler

şu yarada duran şiir sızım

şu alnımdaki senin yazın

iyi ki diyorum Rüveydâ

ben ölüp gideceğim

zaman ardımdan bakacak

geriye bir şair tedirginliğim

bir de çocuk günlerim kalacak!

Taht sallandı,

Üzerinden kral düştü,

Yüzükoyun yere kapandı.

Halk ayaklandı.

Gümüş başlı bir hançer çıkardılar sandıktan.

Kral getirildi huzura.

Hançer saplandı kralın bağrına.

Kral öldü.

İçlerinden en sivrisi getirildi başa.

Sivrildikçe sivrildi içlerinden birisi.

Zulüm zulüm üstüne geldi o günden sonra.

Kent sallandı,

Üzerinden halk düştü,

Yüzükoyun yere kapandılar.

Kral ayaklandı.

Gümüş başlı bir hançer çıkardılar sandıktan.

Bu hançer o hançer.

Hançer saplandı halkın bağrına.

Halk öldü...

öldülerahmet eren

Page 26: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.25

Öfke dolu sokakların kirlenmiş kaldırımlarında

bıraktıklarım gölgem ve ayak izimdi. Sınır

boylarında aldandığım tel örgülerin aramızda

hiçbir önemi yoktu. Sen batıyı çekerken

ciğerlerine ben doğunun güneşini emiyordum

tenimle. Tenim güneş karası, yanık bir türkünün

ilk barındırdığı. Barınağım uzun havalarda

söylenen leyla, gecem mecnun güzellemesi, ay

kırgın bir dilim gözümde. Sana ulaşmayan yolları

silerim ayaklarımla.

Güzellemeler dizecek kadar gücüm var.

Güzelliğin aşkın renginden. Dilimde bıraktığım

sayfa kesiği avuçlarımda ateşin merhamet

ifadesi. Resimlerin yırtılmış renklerine ormanları

adayan, ömrüme ömür diye deli küheylanları, aç

denizleri, kızıl gün batımlarını izlek diye

barındıran sen diye ötreli bir ifadedir. Sen diye

belirgin gök boşluğunu yoklarım gözlerinle.

Haziranda kanamak da var. Haziran da yanmak

da. Yollar sürgün izinde, sana gelmeyen tarafın

esrarengiz gizinde. Yollar mahşerini yaşatıyor

özlemin. Yollar barınaksız ve susuz bir deli

yüreğin hayallerine seraplar konduruyor.

Neden gergefine gonca deseni çizer ayrılık.

Neden gelinler kınalı ellerini aya tutar. Neden

gözüne hüzün batmış özlem deli yağmurları

perdesine çeker…

gözün kördüğümüne inançbilal can

Page 27: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.26

Page 28: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.27

görk

em e

vci

beklenen bir ışıktırçoğu zaman

Page 29: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.28

Dalıp gittim bu sesle beraber. Ama dalmak ne mümkün artık bu şehirde, ya avaz avaz

bağıran bir satıcı geçer yanınızdan ya da sizi öldürmeye ant içmiş bir araba… Benim

kısmetime bu kez araba düşüyor. Ne kanun sesi kalıyor ne evin kokusu ne de ruhu. Her

şeyin madde olduğu âleme geçiyorum yine.

Güneş kendini hissettirmeye başlamıştı iyice. Artık yalnız değildim sokaklarda. Bir - iki kişi

daha çarptı gözüme. Bu sefer gerçekten yorulmuştum. Şehrin girişinden başlayıp, şehri

üzerine kurulduğu dağın tepesine kadar takip eden yoldaydım. Yavaş ama soluk soluğa

çıkıyordum. Hiçbir derdim yoktu. Tasasız, sorunsuz bir insan olarak atıyordum adımlarımı

ve derdi olan insanları düşünüyordum. Ne çok derdi vardı herkesin… O küçük pembe evin

hayalimdeki sahibi olan yaşlıların mesela… Birkaç gün sonra torunlara gelecektir belki.

Telaş içinde bir hazırlığa girişmişlerdir iki büklüm halleri ile. Ağaçlar yapraklarını

döktüğünde bahçe temizlenmek ister. Bir Köroğlu bir Ayvaz bu yaşta nasıl yapsınlar o işi?

Yalnız başlarına zor oluyordur her şey, elektriği, suyu, doğalgazı derken bin bir iş çıkıyordur

başa.

Çok dert çok…

Sonra yolda gördüğüm koştura koştura giden o bıyıklı adam… Bu saatte koşuyor. Mutlaka

işi olmalı. Ha geç kaldı, ha kalacak… Patrondan azar işitebilir, resmî işi varsa o aksayabilir,

bir dolu iş işte. Balkonda aheste aheste çamaşır asan şu kadın mesela... Bakmayın öyle

durduğuna neler düşünüyor kim bilir çamaşır asarken? Üniversitedeki kızını, evlenecek

oğlunu, alışverişte alınacakları… Türlü türlü dert, türlü türlü sorumluluklar…

Demek, herkesin bir derdi vardı muhakkak… Bense kalenderliğin en iyi örneklerinden

biriydim şu anda. Hani dünya yansa umurumda değildi. Kalender insanların heykelleşmiş

anlatılışlarından tek eksiğim dudağımda bir ıslık olmayışıydı. Ne var canım o da dert mi

şimdi onu da ekleriz görüntümüze tastamam olur. Kafamı sallayarak bir de ıslığı yoldaş

ettim yürüyüşüme. Sonra tepeye doğru çıkan yolun yarısında başlayan duvarların önünde

durdum. Yol boyunca artık bu duvarlarla beraber yürüyecektim. Güneş, camları kırıp

evlere girmek istercesine yüklenmişti şehre. Ama tüm baskılarına rağmen hala pek kimseyi

uyandıramamıştı anlaşılan. Duvarın dibine oturdum. Yavaş yavaş uyanan bir şehir…

Sağa sola serbestçe koşturan kedi ve köpeklerden başka kimse yoktu dışarıda. Yolda akan

arabalar hariç… Şehrin içinden geçen karayolunu izliyordum oturduğum yerden. Sahil

yolunun hafifçe sağa doğru kıvrıldığı 15-20 metrelik bir bölümünü görüyordum buradan.

Şehirden geçişlerinin iki-üç saniyesine şahit olduğum arabalara şaşırıyordum. Gerçekten

de ne çok işi vardı herkesin? Bu saatte bile boş değildi yollar. Uyandığımda da boş değildi.

Gece boyunca da boş kalmamıştır. Vızır vızır akan arabaları seyretmeyi severim aslında

geceleri... Zamanın akışını en iyi böyle fark ediyorum. Işıklar içinde bir anda gözden

kaybolan arabalar... Arka arkaya geçtiklerinde ışık oyunlarıyla akıyormuş hissi verirler

bana. Gecenin karanlığında sürekli akan bir ışık huzmesi… Her saniye, geçen bir önceki

saniyenin akışından farklı… Birbirini tekrar etmeyen ama birbirini takip eden ışıklar… Bir

gece uzuun uzun izlemiştim bu akıp giden ışıkları.

Page 30: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.29

Yerde oturdum öylece. Akıp giden ışıklar olmadığı için fark etmedim zamanı. Sağ elim

yerde sol elim karnımın üzerindeydi. Sağ elimin hemen yanında minik bir karınca...

Oradan geçmekte olan benim fark ettiğim ama beni fark etmeyen onlarca karıncadan

yalnızca biri. Kendinden kat kat büyük bir çekirdek kabuğunu taşımaya çalışıyordu.

Gözden kayboluncaya kadar takip ettim. Sonra dayandığım duvarın soğukluğunu

hissetmeye başlayınca kalktım oradan. Şehir de kalkmıştı zaten…

İşyerleri açılmaya başlamıştı yavaş yavaş. Kepenk seslerini duyuyordum. Güneş hâlâ

yükselmekteydi. Ben de hâlâ yürüyordum. Bir yerlerden geçen bir karınca da hâlâ

kendinden büyük bir yükü taşımaya çalışıyordu. Arabalar geçmeye devam ediyordu

yollardan. Benim nazarımda hepsi bir karınca hükmündeydi. Çünkü hiçbiri benim

farkımda değildi ama ben onların, görünen her şeyin, farkındaydım. Hatta

görünmeyenlerin bile… Evlerin kokularının ve seslerinin mesela…

Güneş camlardan içeri girmişti artık. Evlerin seslerinin gittikçe çoğalan bir şekilde

duyulmaya başladığı vakitti. Ben de sanki bu sesleri duymak için evlerin önünden

yürümeye gayret ediyordum. Çok katlı, çok renkli bir bina… Önünden geçiyordum.

Güneşin camlarını delip girdiği ve sakinlerinin uyandığı bir binaydı. Bu çok katlı binalarda,

sesler ve kokular birbirine karışırdı. Bu yüzden ruhsuz bir insana benzetirdim onları… İşte

bu bina da öyleydi. Hızla geçtim önünden.

Ezan okunuyordu. Evlerden gelen sesler kesildi. Yalnızca tek bir ses vardı binalara ait. Bu

nağmeler, ruhumda derin bir gölge seriyordu. Serinliyordum.

Kâh dolaşıyor kâh oturuyor kâh pencerenin önünden uçup şehre havadan bakıyordum.

Yollarda ışıklar akmaya başlamıştı. Artık karınca yükünü taşımıyordu, güneş

yükselmiyordu mavi göğün derinliğinde ve yollarda kalender adımlar yoktu. Varsa da

bana ait değillerdi.

Geceydi. Yanıma arkadaşımı da alıp akan ışıkların yanından geçtik, sabit ışıkların altından

yürüdük birlikte, ilerledik sabah gezdiğim sokaklarda. Evlerin sesleri uykulu geliyordu

kulaklarıma. Kokularında da bir yorgunluk vardı… Geceydi, kanat çırpan bir kuş

hafifliğinde sözler dökülüyordu dudaklarımızdan. Yorgundum. Tıpkı bu şehir gibi. Yine

kepenk seslerini duyuyordum ama bu defa kapanan kepenk seslerini… Gökyüzünde

yükselen de aydı bu defa.

Akan ışıklar ve sabit ışıklar… Sabit ışıkları sevmedim hiçbir zaman. Çünkü ışık akmak için

vardı benim düşüncemde. Yollarda akan arabalara takıldıkça gözüm, sokak lambaları için

üzülürdüm. Akıp gitmek varken, durup kalmak… Nehirlerle barajlar gibi… Akıp gitmek

varken, durup kalmak…

Page 31: Sehrengiz8

şehrengiz dergisi-mayıs-haziran 2011 - s.30

Page 32: Sehrengiz8