sehrengiz5

32
mart-nisan 2010 TANRI DİRİLDİ! İNSAN ŞİİR MEDENİYET MECİD MECİDİ SİNEMASINDA İNSAN BESTEKÂR MI KOMPOZİTÖR MÜ? Asım Aksoy Abdulkadir Altınhan Nebiye Arı Abdulkadir Akdemir Ali Cançelik Hafize Betül Durmuş Bilal Can Fatih Kaşçıoğlu Cihat Karaman Muhammet Çelik Esra Şen Nihat İlhan Bilal Yavuz Mehmet Ali Başaran

Upload: muhammet-celik

Post on 19-Mar-2016

224 views

Category:

Documents


7 download

DESCRIPTION

temmuz-ağustos 2010

TRANSCRIPT

Page 1: sehrengiz5

mart

-nis

an 2

010

TANRI DİRİLDİ!

İNSAN

ŞİİR

MEDENİYET

MECİD MECİDİ

SİNEMASINDA

İNSAN

BESTEKÂR MI

KOMPOZİTÖR

MÜ?

Asım Aksoy Abdulkadir Altınhan Nebiye Arı Abdulkadir Akdemir Ali Cançelik Hafize Betül Durmuş

Bilal Can Fatih Kaşçıoğlu Cihat Karaman Muhammet Çelik Esra Şen Nihat İlhanBilal Yavuz Mehmet Ali Başaran

Page 2: sehrengiz5

İmtiyaz Sahibi ve Yazı işleri Sorumlusu:

Cihat Karaman

Yayın Ekibi:

Fatih KaşçıoğluNebiye Arı

Mustafa Kadir MedsusHafize Betül Durmuş

Fatih Dağlar

Tasarım:

Muhammet Çelik

Dağıtım Sorumlusu:Bayram Çiftçi

İletişim:[email protected]

Posta Çeki Hesap No:

Adres:

Çınar mah. Esenler cad. No:57/9 Bağcılar

İstanbul

Baskı:

Milsan Basın San A. Ş.0212 471 71 50

Cemal Ulusoy Cad. No:38/A

Bahçelievler / İSTANBUL

0 536 287 38 72

5997263

5. SAYI

Söze Allah'ın adıyla başlayalım içimizden gelen bir sesle…Sonra yüceltelim Rabbimizi ve Onun Sevgilisine selâm edelim…

Ey Dost bilelim ve anlayalım ki zaman bir suyun akışı gibi akıp gidiyor, onu tedbirsiz salıverirsen eğer…Zaman bize dört sayı verdi, aklımızda dört sayı tuttuk…Geçen yılın aynı ayında başladığımız yolculuk, adımlarımızın yavaşlaması ama daha da sağlamlaşması ile devam etmekte…Demek ki elimizdeki bebek bir yaşında, hassas ve sevimli…

Dergimizde şiirler okudunuz, denemeler, hikâyeler okudunuz, edebi değerlendirmeler ve düşünce yazıları okudunuz, iyi ve iyiliksever insanlarla yapılmış söyleşileri okudunuz, kitap veya film tanıtımları/eleştirileri okudunuz ve dergimizde bir şeyler yazdınız sevgili okurlar, güzel şeyler yazdınız…İlk sayıda “sen olmadan dereye” demiştik ve 34 arkadaşımız vardı dergide yazısı olan. Ayrıca İsmet Özel'in son şiirlerini, Cemil Meriç'i ve C. Zarifoğlu'nun “okuyucularla” köşesini ele almıştık. “Sözün kokusu” nasıl bir şeydir onu irdelemiştik. İkinci sayıda “bir garip veya bir yolcu gibi ol” hadis-i şerifini zikrederek 32 arkadaşımızın yazısı ile yürüme eylemine devam etmiştik. Bu sayımızda Kierkegaard'ın bir eserinden, Sezai Karakoç'tan ve Mehmed Âkif'ten söz açmış idik. Ve son Osmanlı hatırası Bosna'ya gitmiş ve gelmiş idik bir gezi yazısı ile birlikte. Vahdettin Işık Hocayla da Sait Halim Paşa'yı konuşmuştuk. Üçüncü sayıda işi iyice dert edindik artık. “Çoktan beridir vardı benim bir derdim” dedik bu yüzden. 36 arkadaşımızın yazısına yer vermiştik bu sayıda. Câbiri'den bahsetmişti bir arkadaşımız. Mustafa Özçelik ile yapılmış bir söyleşimiz de yine bu sayıda yer almıştı efendim. Dördüncü sayıda (Picasso'lu sayı) 35 arkadaşımız yazmış. “Direnişi seviyorum” demişiz dergimizin kapağından. Şimdi geldik beşinci sayımıza. (Bir ferahlama sayısı, beş vakit namaz gibi, abdest gibi ferahlatıcı bir sayı.) Bu sayıda ise sadece 14 arkadaşımızın yazılarına yer verdik. Diğer arkadaşlarımız da daha başarılı eserleriyle önümüzdeki sayılarda yine yer alabilirler. Yeter ki yazdıklarının kalitesini günbegün artırsınlar. Demek ki bundan sonra atacağımız adımlar daha sağlam olacak. (Ancak yine de içine kapalı bir dergi değil bizimkisi, bunu belirtelim.)Beşinci sayının şairleri Asım Aksoy, Bilal Can, Muhammet Çelik, Bilal Yavuz, Abdulkadir Akdemir ve Fatih Kaşçıoğlu'ndan ibarettir. Cihat Karaman ve Nebiye Arı bize hikâye yazdılar. Hafize Betül Durmuş Avrupa gezisinden bir bölüm aktarıyor. Abdulkadir Altınhan “Tanrı Dirildi!” demiş, ne demek istediğini okuyunca göreceğiz. Asım Aksoy'un “İnsan, Şiir ve Medeniyet”e dair bir denemesi var. M. Çelik, Mecid Mecidi'nin filmlerini, M. Ali Başaran ise Semih Kaplanoğlu'nun Bal filmini değerlendirdi. Ali Cançelik “bestekâr” kavramı üzerinden bir eleştiri yöneltiyor çağımıza ve toplumumuza. Bilal Can ve Esra Şen arkadaşlarımız da bize kitap tanıtımı yaptılar bu sayıda. Bu kitaplardan biri Ali Ayçil'e diğeri Sadık Yalsızuçanlar'a ait. Ayrıca Nihat İlhan kardeşimizin “Işığın Geldiği Yön”e dair bir denemesi de yine bu sayının yazıları içinde.İbrahim Akın, Hasip Çifçi, Tevfik Hatipoğlu, Ömer Kemiksiz, Cihat Barış, Fatih Dağlar, Semih Öncel, Ayhan Aslan, Mustafa Genç, Seher Ortaöner, Aişenur Fidan, M. Kadir Medsus, Fahriye Şahap, Ahmet Eren, E. Sümeyye Genç, İklima Mert, Zeliha Akkaya, Gülnaz Eliaçık ve Buket Bostancı isimli arkadaşlardan da daha güzel çalışmalar beklemeye başladık.

“Yazar okumaları” diye bilinen çalışmamız da devam etmektedir sevgili arkadaşlar. İlkin Nuri Pakdil'i okumuştuk beraberce. Değerlendirmelerini de dördüncü sayımızda paylaşmıştık sizlerle. Şimdi de Rasim Özdenören'i okumaya devam ediyoruz. Okumalara katılmak veya bilgi edinmek isteyenler [email protected] adresine bir e-posta gönderebilirler. Onun değerlendirmelerini de altıncı sayıya bırakıyoruz.

Bize dua edin. Zamanın ve mekânın sahibine emanet olun.Başarı da yalnızca onun tarafından…

Page 3: sehrengiz5

SESLERYeni aldımYıldızlardan mektubun gelmişSeni unuttuğumu yazmışsınHanisin diyorsunUnutma değilDokunmaktan yoksunluk diyorumAyaklarıma dolmayan toprak,Esmeyen rüzgâr,Nerde olduğunu bilmediğim erik yapraklarıİşte öyle

Ellerimi yağın ve dumanın istilâsı şu gurbetlikGözlerim diyorumGaliba karardıkça daha çok göç alıyor sana

***

Haberin var mı?Kent cinayetlerim büyütüyor seni.Ne olur bir şey sorma.Boyacı esmer çocukların mesaisi hiç bitmiyor burada.Arka mahallede atıklardan ekmek icat eden abilerMüşteri bekleyen kadınların nefesini hortumlayan bankalarBilmiyorum, çiçekler nerede kuşlar nerede

***Gün diyorum, güneş diyorum.Batıyor, doğuyor.Kimin umurundaSen bunlarla daha da büyüyorsun emin ol.

***

Yolladığın karanfiller diyorum.Hala duvarda.Biraz yorgun, az solgun...Yaprakları yılmaz güney resminin üzerine düşmüş.Bu soğuk oda, bu dört duvar...Sanki Ahmet Arif'in hasretine dönüşmüş.Haberin var mı?

a s ı m a k s o ySESLER

Yûnus öldü deyu salâ verirlerÖlen hayvan imiş âşıklar ölmez

Page 4: sehrengiz5

MAT

RUŞK

A

hezimete uğradım da geldim. elimdeeylül sonu göveren güller var

vahşi sözlerden sıyırdım yakamıkanlanması da bundandır yaramın*

kapılarımı kapadım sonuna kadargözlerim yaşarmasa ağlayacak değildim**

ey durmadan gözleri yan(ıl)anahşap şehrimde dolaşmanı isteyecek değildim

seni andıran her şeye mesafeliykengözlerine aldıracak değildim

içimde bıraktım neyim varsa kırılanne yaşadıysam geçti söylenecek değildim

tüm bunları sana, anlatacak değildimyaramın yerini gösterecek değildim***

küçük bir çocukken eğildim Tanrının kitabınakararmasa kandilim, bırakacak değildim****

---------------------------------------------------------

* kalbim de kararmıştı biliyorsun

** bu sonbaharda döküldü saçlarım yağmur da yağıyordu

*** bir deli muskasını savurdu denizebozuldu dünyanın büyüsü (buğusu)

**** ağlayarak insan yaralarınıakıtır içindeki boşluğane gariptir. boşluk dolmaz hiçhalbuki boşluğa akanonca yara, onca kan

Ağl

ayac

ak D

eğild

imA

bdul

kadi

r A

kdem

ir

bu

ak

l-u

fik

r il

e m

evlâ

bu

lun

maz

bu

ne

yâre

dir

ki

mer

hem

bu

lun

maz

bu

ak

l-u

fik

r il

e m

evlâ

bu

lun

maz

bu

ne

yâre

dir

ki

mer

hem

bu

lun

maz

Page 5: sehrengiz5

çünkü kıskanç bir adımdır yaşamakellerin ve ayakların yorgunluğundayolların kıvrımına sinmişve elif hünerinde yalnız hüznükalbine ilişik gün pencere ardınave sabahı uyandıran gece söze en yakışandır susmak

turnalar geçer çünkü turnalar dilimin ucundabir hasret gibi andığım yargelip geçer

adına kaldığım gizli özneçünkü bir cümlenin ardındabilinmeyen denklemlersenin aşikar bilinmen kadar sahih rüyan kadarellerinde yaralanır depremlerellerin bir gökyüzü neden yırtılırneden aynalara yaslanıncagök buğulanır

çünkü sebebi vardır her bir hüznün beslenme saatleri dışındabir işçi elinin bıraktığı isve lekesiz bırakılmış bir ingiliz anahtarı kadarkırgın bir duruştur gün

saçlarımda kırgın kısraklarpirelenir kirden arınıncaben o nefesin buğulanmış haliyimcama çizilmiş resmim güneşi gördüğündeanlamsızlaşır

çünkü vardır bir yerinde her şeyinbir şeyin her şeyliğiçünkü söz ağır işler bir işçinin kalbindebulunma halinde yönelme ekinde sabahın asi sesinde

çünkü kıskanç bir adımdır yaşamakellerin ve ayakların yorgunluğundakı

skan

ç b

ir a

dım

dır

yaş

amak

bilalcan

aşkın pazarında canlar satarlar

satarım canımı alan bulunmaz

Page 6: sehrengiz5

çağdaş direniş çayırındanellerimle zarif çığlıklar taşıyorum sanaovalara gül seren iri ceylan gözlerive içli yakarışlarben avcılığımla yaratılmışkensana kaybolmuş bir şehir büyümesindenkağnı heykelleri ve kangurular

ölüler afacan oyunlarıylakemiriyorlar içten vakitleriuyarı böcekleri kusuyorlar önümüzehayatta hep istemedikleri oluyor gelgelelim eğri seccade doğru namazve eğilmeye nazlı kemikler görüyorumbir de bel çökerten sözde ölmüşlernasıl dikiliyorlar taş gibi karşımızdasana da göstermek istiyorum

tanrımın damarımda atışı senkuşluğu kuşatış ustalığıergenliğimde bir deli kılıçlanışdimağıma giydirilen aşk ve sarhoşluksana içkilerin hasını yolluyorumerenlerin beyaz bayrak çektiğigemidekilerin yüzü suyu hürmetinedenizi yüzdürüyorum ben de sana

ansızın bir namaz ortasındauzayan secde gibi beklenmedikgül açan secde ağaçları gibiuykudan önce ve uykudan sonra haz gibiellerim biraz kiraz gibisana güvenlik memurları gibiseccade gibi gemiler gönderiyorumucu bir buz dağına değmeyecekokyanuslar eritecek Barbaros kızıllığıyla

insanız bir adımız kavgaicabında yakar yıkarızşeytanla ortaklığımız olurdemir ve ateş çağında dikkataldatır sahteliği kentlerin ve yedirir yiğide vaatleriey suni çimlenmeyle ten aydınlığı yaşayanan be an soğuyan sevgili yolcubuyur gidelim kelimelerin serinliğineolur Konya'ya da gidelimsana Mevlana şekeri ısmarlamak istiyorum

bizim buralar kana alıştıkabardı damarı bütün medeniyetlerinkızıştı ülke, karnı şişti gibi bir şeymüzakere ediyor geceyi, gölde ay ışığı dervişleriay çok hararetli gidicidir, fazla fani yıldız nehirlerisana kurumuş kan lekeleri saklayabiliyorum ancakucuzluğu aldatmasın bilmeyenleri

insanların neresinden tutarsanız kahkahabir tek insanı önerebilirim ben sanayalnız koyu sarılma neşesi ve zahir öpücüklerdeğil onu bilmek renkleri bilmek kadar zorsarsılanların peygamberiydi ve demişti diyeceğinisana yenilgi zaferleri yüklenmiş kalyonlar göndermeliyimyenilgisi yenilgilerin peygamberi

naifçe alışalım yeni yalnızlığımıza

Page 7: sehrengiz5

AMEDbilal yavuz

dinlemeden anladık anlamadan eyledikgerçek erin bu yolda yolculuktur sermayesi

Page 8: sehrengiz5

Zerdüşt'ün ve bu delikanlının düçâr olduğu ateşinden dolayıdır ve kimsenin bu sebeble en büyük derde kayıtsız kalmamanın adıdır senle konuşmamasının sonucudur. Bunların Nietzche. Yalnızlığın ve çılgınlığın ehemmiyeti bir yana dursun ilk söylediğimiz gözyaşlarıdır. Haykırışlar, tanrıyı içinde sözlere dönelim. Tanrı… Kim öldürdü öldürenlere ve ben ölü bir tanrıya iman ettim tanrıyı Nietzche mi yoksa biz mi ve sebebi diyenlere nazîre yazmanın adıdır. neydi?Yükseklerde soluk almanın tadıdır Zerdüşt'ün buyrukları ve yalnızlığın Tanrı'yı Nietzche değil bizim hain kahreden uğultusudur. Ama yalnız olan tanrı tutkularımız öldürdü. Onu din adamları değil miydi ilahiyatçıların nazarında, yoksa siyasiler ve tüccarlar öldürdü. Çünkü onun her yalnız bir tanrı mıdır ya da tanrı nedir ölü varlığı rant kapılarını kapatıyor ve o, adalet mü yoksa diri mi ve kime göre? Sorular, istiyordu insanlardan. Kardeşin kardeşi sorular ve yalnızlık ve küfr... Acaba bu ezdiği bir dünya değil komşunun sana sorular imanımızı çalan bir sirkat bekçisi mi mirasçı olacağı kadar başkalarını düşünen, yoksa sârikin ta kendisi mi? Bence hiçbiri, diğergam bir dünya istiyordu insanlardan çünkü hepsini var eden de bir hiçti. Hiç, yani t a n r ı . A m a m o d e r n i n s a n b u n u biz. Biz, yani Nietzche. Küfrü de soruları da kabullenemedi çünkü o aklı bulmuştu, o var eden tek şey var insan ruhunda gizli, rationdu, o her şeydi ve artık metafizik adı hırçın bir dalga gibi tek şey; acı veren, boğan altında tüm varlığın özünü yok etmek istedi. ve bizi hayvanlaştıran ve hayvanlaştıkça Aslında metafizik diye bir şey yoktu. Çünkü kendimizi tanrısal özlere ulaştık zannına metafizik sorgulanamazdı. Önce bizim Allah kaptıran tek şey; Yükselme Tutkusu… Bu diye algıladığımız tanrı fikrinin buna tutku istisnasız her ademoğlunda var olan ve hapsedilmesi ve metafizikle yoğrularak varlığını gizleyen; ormandaki aldatıcı bir tanrıyı dünyada bir gölge isnadıyla din dilberin nice babayiğidi büyük bir girdapta adamlarını görmek ondan da öte kuvveti boğması gibi boğan gizli ve acımasız bir elinde bulunduran azınlığı tanrı diye görmek tutku. Her insan da mevcut ama doğum esas alındı. Peygamberlerin ve filozofların tarihleri farklı doğduğu tarih ise bir şarta gösterdiği tanrı hakikati artık güce ve bağlı; deliliğin son bulduğu an yani muhalif kuvvete dönüşüyordu ve bu muğlâklığı duruştan iktidara çıkmanın adı. Peki, g idermiş peygamber le r a r t ık yok yükseldikçe yalnız kalmak niye, bunun sayılıyordu, çünkü onlar ne fiziki dünyaya ne sebebi ne? Sebeb Zerdüşt'ün talebesinin de de metafizik dünyaya hapsedilebilirdi belirttiği gibi tek şey, yükseldikçe aşağıda skolastik batı aklına göre. Ve onlar artık deli yükselenleri küçük görmenin kahredici gözüyle anılıyordu. İlk, tanrı düşüncesi

Page 9: sehrengiz5

batıda din adamları eliyle değişmişti. Artık gözlere bomboş ve ruhsuzca bakılacak hiçbir tanrı onlara yani din adamlarının gücüne güç şey yapılmadan terk edileceklerdi yani katıyordu, ta ki çağdaş firavunlar çıkana ölümden beter bir yalnızlık saracaktı kadar, yani siyasiler. Ve siyasiler de artık insanları, ne için, iktidar olmak için, güçlü metafizik tanrının dünyadaki emrini yerine olmak adına, ben büyüğüm, yükseldim ve getiren devlet adamları diye anıldı. Bundan varım demek adına; ama ne yapmalı ki, bu böyle tanrı adıyla insanlığa yine her türlü dünyada eğer zayıfsan ve bir hiçsen ration zulüm yapıldı ve nemli gözler hep tanrının olmalısın ki sana yaklaşmaya çalışsınlar, ilahi namlusuyla susturuldu. Hâlbuki güçlü olmalısın ki seni örnek alsınlar, kısaca transandantal yani aşkın varlık olan tanrı tanrı olmalısın ki sana tapsınlar, modern batı buna razı değildi çünkü o kendisinin aklı bunları yaşayarak okudu ve çözüm halifesini yeryüzünde insanlığı kılmıştı yani olarak yeni dünyada sadece hiçliğe kapı açtı. yeryüzünde kimse tanrı adına Allah adına Bunu ise Nietzche böyle bildirdi. Peki konuşamaz herkes ortak akılla hareket eder çözüm ne?ve bu Allah namına söylenen halife sözü olabilirdi. Ama insanlık bunu görmedi ya da Çözüm Tanrı anlayışında yani tanrıyı ya da azınlık bir perde çekti gözlere ama azınlık Allah'ı anlamakta. Başta dedik ya Allah bu perde çekmemişti zayıflarda yükselme d ü n y a d a g ü ç l ü n ü n t e m s i l e t t i ğ i tutkusuyla tanrılığın hayalini kuruyor ve transandantal/aşkın bir varlık değil, haklının bunun bir gün kendileri içinde olacağını adaletin ve bunları meydana getiren adalet düşünüyorlardı. Yani onlar gözleri var ama topluluğunun temsil ettiği kamunun onu görmez kulakları var ama duymaz dilleri var dünyada temsil ettiği aşkın bir varlık olması ama doğruyu söylemezler sınıfının canlı lazım gelir. Yani en büyük kamu Allah'tır. aktörleriydi. Kısaca gerçek tanrıyı bulmanın yolu belli.

A d a l e t i t e s i s e g e t i r m e k h i c r e t Siyasiler de artık güç bakımından demokrasisiyle ve katılım demokrasisiyle zayıflayınca ve burjuvalar siyasileri devirip oluşturulan bir siyasi topluluk kurmakla. iktisadî olarak özgürlüğünü kazanınca ve İktisadî olarak faizi meşru değil memnu' zengin olduğu an, bu sefer tanrı onların görerek ve serbest piyasayla halk/Allah safında yer aldı ve her ne hikmetse aynı ekonomisi kurmakla. Dini anlamda ise olaylar tekerrür etti. Ta ki zayıf kitleler ahlakı önceleyen ve hayatın her alanında bunları düşününceye kadar ve en sonunda ahlak prensiplerine aykırı davranmadan her tanrı fikriyle ortaya çıkanlar insanları yaşamakla. İlmi anlamda ise bunların aldatınca toplum çareyi tek bir yolda ve tek tanımlarını ve her vakıanın nedenini nasılını bir sloganda buldu TANRI ÖLDÜ… mekânını sorgulayarak Tanrı'yı bulacağız, Halbuki bu sıradan bir kurtulma yoluydu pardon bulmayacağız dirilteceğiz. belki gözyaşları dindi ama bu sefer acıdan

…Ve Delikanlı burda sustu. Zerdüşt etrafındaki ağaca dolayı akmaktan bıkan yaşlar hiç akmadı ve b a k t ı v e ş ö y l e d e d i :merhamet yine yok oldu çünkü tanrının kanlı Ağaç, bu yüksek dağda yalnız duruyor. Boyu, insan ve

elbisesiyle ve donuk bakışlarla yürüyen hayvanı aşmıştır. Eğer konuşmak isteseydi onu insanlar artık hiç kimseyi düşünmüyordu ve anlayacak kimse bulunmazdı. o, o kadar boylanmıştır.

– şimdi bekliyor ama- neyi bekliyor? o bulutlara yakın çok yakında bir kaos çıkacak ve tanrısızlıkla bulunuyor; galiba ilk yıldırımı bekliyor.”insanlar tek bir şeye tanrı diyeceklerdi o da

HİÇ… Ama bu hiç neye yarardı ki bu sefer Ben o ilk yıldırımı buldum ve bana çarptı ya g ö z l e r i n e m l i o l a n l a r a n a m l u size ne oldu?uzatılmayacaktı ama o gözyaşları akan

Page 10: sehrengiz5

'İnsan, dünyaya şairane mukimdir' Ç o c u k l a b a b a s ı u z u n b i r der Heidegger. Bir medeniyetin yürüyüşten sonra kum tepelerine teşekkülüne sebep olan, insanın bu ulaştıklarında deniz, gözlerinin marifeti değil midir? önüne patlayıverdi.

Parıltı öylesine uçsuz bucaksızdı ki Sonsuzluk ummanının gezginleri; bu güzellik karşısında çocuğun dili hayaller. Gönle vahyedilen denizin tutuldu.damlaları; ilham. E n s o n u n d a , t i t r e y e r e k ,

k e k e l e y e r e k , k o n u ş m a y ı Dokunduğunu güzelleyen varlık; başarabildiği zaman babasına insan. İnsanı görünür kılan hüner; yalvardı:sanat. 'yardım et de göreyim ' ”

*** ***

Uzun zaman önce okuduğum bir Sanatın insana yaşattığı bu tecrübe yazısı vardı Eduardo Galeano'nun. ile hayat anlamlı, açık ve canlı hale Sanatın işlevi. gelir. Tecrübeyi bir andan çıkarıp “Dieogo denizi hiç görmemişti. ona sürerlik kazandırmak, derinlik, Babası, Santiago Kovadloff, onu şiddet ve açıklık vermek sanatın denizi görmeye götürdü. işidir.Güneye gittiler. “Sanat, sadece heykel, resim, Deniz yüksek kum tepelerinin senfoni demek değildir. Sanat ardında uzanmış, beklemekteydi. hayatı anlayan zekânın, onu en ilgi

İNSAN - ŞİİR - MEDENİYET

asım aksoyt

op

ra

kt

an

ya

ra

tıl

dın

yin

e t

op

ra

kt

ır y

er

in

to

pr

ak

o

la

n

ki

şi

le

r n

id

er

bu

a

me

ti

Page 11: sehrengiz5

çekici, en güzel şekillere sokması demektir. geometrinin) tecessüm ettiği, boş ve ısır bir Önemli denmeye layık bir sanat, Aristo'nun mekândır. Bir şair için yıldızlar melankolik belirtmiş olduğu gibi, politikadır; konusu duygular doğuran ve parıldayan mesajlar tecrübenin bütünüdür; maddesi ve alanı veya geçici, sürekli değişen bir dünyanın hayatın bütündür. ü z e r i n d e k i s o n s u z l u k v e n i z a m Böyle bir sanat, devlet adamı için hala sembolleridir. Bir çocuğa ilk olarak hangisi erişilmesi uzak bir hayaldir. Hayat şartları, öğretilmeli: Ay hakkında güzel bir şiir mi bilhassa birlikte yaşama şartları hem yoksa onun hakkında astronomiye dayalı bir kararsız, hem karmaşıktır. Etkimize bilgi mi?”güvenecek kadar bu şartları bilmediğimiz “Tarihi tarihçilere, hayatı şairlere gibi, herhangi birimizde de etkinin hareket bırakmalıyız. Şairler bize geçip gitmiş haline geleceğine güvenecek güç yoktur. z a m a n h a k k ı n d a k i h a k i k a t l e r i Hayatın bütününü sanata çevirmeye a n l a t a c a k l a r d ı r, t a r i h t e a s l a uğraşan sanatçının, hem evrensel bir bulamayacağımız türden hakikatleri.”

despot, hem evrensel bir dâhi, yani bir kişide “Sanat, eğer sadece izliyor, kopyalıyor hatta toplanmış Goethe, Newton, İskender olması açığa çıkarıyorsa bu adı hak etmez; ancak gerekir. Hayat sanatı, bir tarih, bir olay değil bakışlarını gaybın (gizli olan, gözle bir emel, bir öngörüştür. görülmeyen) ve mucizevî olanın sınırlarına Sanatçı ne kadar bütünü sezdirebilirse de kadar genişletmesi halinde sanat adını hak gerçekten parça parça tecrübeye şekil eder.”vermek zorundadır. Sanattan ve zekâdan ***ayrı tecrübe değişken ve karışıktır. Böyle bir Sonu ölümle noktalanacak bir insan t e c r ü b e , ş e k i l s i z m a d d e g a y e s i z hayatı… Ya arta kalan? Yaşanmışlık… Belki harekettir.”(Sanat ve İnsan, Irwin bir şiir, belki bir hikâye… Kalpten mülhem Edman,MEB 1991) bir samimiyet, öze, özgürlüğe karşı edilmiş *** birkaç kelam… Kaçsak da peşimizi Şiiri, şairi, sanatı bir bilge adama sordum. bırakmayacak gölgelere çizilmiş insan Aliya'ya. Bakın neler diyor; mahiyeti…“Yıldız (ya da gökyüzü) bir astronom için ne Şimdi soruyorum kendime Novalis edasıyla; anlama gelir, bir şair için ne anlama gelir ve “nereyeydi bu yolculuk?”ikisinden hangisi doğrudur? Bir astronom Eve, hep eve… Galiba öyle…için gökyüzü bir tür cebrin (veya Gerisi vesaire, vesaire…

Aliya İzzetb

egoviç

Page 12: sehrengiz5

BİR

SİN

EM

A Y

ÖN

ETM

EN

İ O

LARAK M

ECİD

MECİD

İVE

ON

UN

Ö

ZG

ÜN

SAN

AT

DİL

İND

E

İNSAN

İran sinemasının önemli anlamaya çalışır, düşünür ve yönetmenlerinden biri olan bizi düşünmeye sevk eder. Ve Mecid Mecidi 'yi , birçok iyi bir sanatçı bunları yaparken yönüyle inceleyenler oluyor, ilmin ve tarihin ürünlerini ordan biz de onu “sanatın insana burdan toplamaz, aksine bakışı” meselesi etrafında kendini geliştirdiği için kendi incelemeye çalışalım. Kaçakçı, haznesinden ortaya çıkarabilir. Baba, Cennetin Çocukları, Geçmişin sanat ürünlerini Tanrı'nın Rengi, Baran, Söğüt yemiş yutmuş olmayan biri, Ağacı ve Serçelerin Şarkısı g ü n ü m ü z ü n e n b a ş a r ı l ı filmlerinin yönetmeni, dünyaca e s e r l e r i n i n a s ı l o r t a y a ünlü olmayı hak eden ne yapmış koyacaktır yoksa? Böyle bir olabilir? Üstelik dünyanın sanatç ın ın eser inden bu kabullenmekte zorlandığı bir birikimin ışığını elbette alırız ve anlayışın yönettiği ülkeden bu ışığın yanında sanatçının en çıkarak… gizli duygularından da sırlar

elde ederiz.Böyle bir durumda başarılı o lmak demek, öncel ik le Onun filmlerinde Doğudaki Avrupa'nın ve Amerika'nın top lumsa l ge rçek l ik i l e güdümüne girmekten, Batı yüreğimizdeki ideal gerçeklik o hayranlığının gönüllü esiri kadar iç içedir ki, ortaya hayatın olmaktan kurtulmakla ve kendi trajedisi çıkmıştır. Senaryodaki medeniyetimizin sesine kulak bu trajediyi kendinizden vermekle başlar ve ardından ayıramazsınız. Kendinizi de bir bilimsel derinlik ile beraber İran müziğinden. Işık ve metafizik atılım gerektirir. İyi doğanın diğer bütün sesleri…bir sanatçı birçok şeyi sorgular,

Mecid M

ecidi

Page 13: sehrengiz5

Mecidi, filmlerini yaparken Kur'an'ın dilini çok cahildir. İnsan tembellik eder ama sonra örnek aldığını ve insan fıtratını konuşturmaya bakar ki, insana ancak çalıştığının karşılığı çalıştığını ifade eder. Nedir Kur'an'ın dili? varmış. Ve o insanın nefsi kıskançlığa ve Şurasını iyi bilmemiz gerekir ki Kur'an, bütün bencilliğe elverişlidir. İnsan acele eder. Zayıf sanat eserlerini ve bütün ilmi eserleri kapsayıcı yaratılmıştır insan. Kavgacıdır. Onun nefsi ona bir enginliğe sahiptir; hepsine yol gösterici kötülüğü emreder. İnsan çok nankördür. olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Kendini yeterli zanneder. Kimseye ihtiyacım Mecidi'nin, hayatı bütün gerçekçiliğiyle beyaz olmayacak sanır. Ve nihayetinde insan perdeye aktarması, onun eserlerine hem insani ziyandadır. Ancak yine aynı insan Allah hem de İslâmi bir kimlik katıyor. Esasında bu rızasını kazanmak için kendini bile feda ikisi bir değil midir? Kur'an-ı Kerim insan edebilir. İnsan cinselliğine ve mal biriktirmeye hakkında ne demişse, en büyük bilim adamları düşkündür. (Bu yüzden sanat eserleri cinselliği ve en büyük filozoflar da onu demeye yok sayamıyor.) Şöhreti çok sever. Yine aynı çalışmışlar, ona yaklaşmaya yeltenmişlerdir. insan merhametlidir. Düşkünlere yardım eder. Şöyle de diyebiliriz: Kur'an'dan haberdar Onurludur. Tevekkül etmeyi öğrenir. Azla olmayan bir sanatçı, siyasal ve sosyal hiçbir yetinebilir. Çok sever, sevgisi engin denizler etki altında kalmadan insanı ve çevreyi iyice gibidir. Çok sevdiğimiz, çok takdir ettiğimiz araştırıp sonra da eserine aktarsa, ortaya birisi, hiç beklemediğimiz bir kötülüğe çıkacak tablo Kur'an'a uyumsuz olmayacaktır. düşebilir, ondan hiç beklemediğimiz bir yanlış İşte fıtratın dili budur. Ama gelgelelim Müslüman bir sanatçı da Kur'an'ı okuyup hiçbir araştırma yapmadan ondan olduğu gibi bir film veya bir roman çıkarmaya kalkarsa, bir sanat eseri ortaya koyma başarısını asla yakalayamaz. Çünkü Kur'an insanlığın eline uzatılmış bir ipucudur. (Bu anlattıklarım yanlış anlaşılmasın. Bilim-din uyuşmasından bahsetmiyorum; fıtrat-Kur'an meselesine değiniyorum.) Bütün bunlar olurken Mecidi'nin sinemasındaki manevi unsurlar gözümüzün içine sokularak değil kalbimize gizlice üflenerek veriliyor. (Çünkü sanat eserinde tebliğ değil telkin olur.)

Bahsettiğimiz filmlerin ana unsuru insandır. Peki, yönetmen insanı neye göre filme sokuyor? İsterseniz bundan önce yönetmenin ne yapmadığına bakalım. Amerikan filmlerinden veya Türk filmlerinden

gelirse şaşırırız, ama gelir mi gelir; öte yandan alışageldiğimiz gibi, bir tarafta çok iyi insanlar sevmediğimiz, uzak durduğumuz insanlar da diğer tarafta da çok kötü insanlar mı vardır zamanla düzelebilir, onların da içinde iyilik hayatta? Böylece biz de filmde iyi olan tarafı çekirdeği vardır. Zaten bu özelliği sayesinde, tutarız ve film bittiğinde rahatlamış oluruz. yani iradesini kullanabilmesi sayesinde insan Filmin arasına sokuşturulmuş yakışıksız yücedir. (Bunları Kur'an'dan öğrendiğimiz için cinsellik ve aksiyon sahneleri ile de kendimize başkalarına göre bir adım öndeyiz.) Aslan geliriz bir güzel. Oysa bu izleyegeldiğimiz kesilen bir adam görürsünüz ve öyle bir şeyler sanat eseri olmaktan çok uzaktır. Bir durumda kalır ki o adam, biraz sonra yalvarıp çocuğa masal anlatırken bile böyle yakaran bir zavallı haline gelir. (Bunu bir filme anlatmamamız lazım. Piyasaya sürüyle çıkan ustaca yansıtabilmeli yönetmen.) Yine insan ve amacı para kazandırmaktan başka bir şey bir vadi dolusu altını olsa ikincisini isteyendir. olmayan kitaplar nasıl gerçek kitap değillerse, İşte bu özellikler hem Kur'an'da (veya bunlar da gerçek film değillerdir. Bunları sünnette) yer alır hem de Kur'an'dan haberi izleyip kültür sömürgesi haline geliriz. Başka olmayan bir araştırmacıya “evet aynen öyle” da bir işe yaramazlar.dedirttirir. Ve hayat… Ne kadar mutluluklarla dolu ise o kadar da acı ile doludur. Özellikle acı İnsan kimdir? İnsan bir damla sudan yaratılmış Doğu'dur. Biz kederimizle tanınırız! Ve hayat aciz bir varlıktır. Kendi kendini yanlış yola hep yarım kalandır. Devamı gelecek bir film sevk etmede ustadır insan. Delicedir, çılgındır,

Bara

n

Page 14: sehrengiz5

MU

CİZE

ME

MEK

TUP

gibidir ama devamı gelmeyecektir. Sırrı da filmindeki insan âşık olur. Aşk bir insanı nasıl devamının olmamasında saklıdır. da değiştirir, dönüştürür, bir filiz gibi yeşerir

merhamet âşığın yüreğinde. Zaten aşk Sanatçı aynı zamanda kendi toplumuna Doğunun bir yüzüdür. Acıdır diğer yüzü de… yönelmiş, onu iyi anlamış olmalıdır. Mecid Bu unsurların en sanatkârane bir şekilde yer Mecidi, İran kültür ve medeniyetini ve daha aldığı bu filmler hakkında “İran şiirinin bir genel olarak da Doğunun medeniyetini çeşit devamı olan sinema şiirleri” diyenleri de günümüze akseden yanıyla çok güzel duyuyoruz. Yine onun filmlerinde yer alan bir ak t a rmı ş t ı r s i nemaya . Za t en i ç ine unsur da fakirliktir. Ancak insanı sefalete yönelmektedir Mecidi. İçten gelmeyen bir sürükleyen değil, azme çalışmaya gayret duyguyla sanat yapılamaz. Örnekler verelim etmeye sevk eden, onurlu bir duruşu olan hemen: Bizim buralarda çocuk deyince fakirlik. Asla haram yollara tenezzül etmez büyüklerine saygılı, hatta büyüklerinden bizim fakirlerimiz. Yine örnek verelim: çekinen ve korkan, heyecanlı, sevgi dolu bir Cennetin Çocukları'nda yiyecek ekmeği bile melek gelir aklımıza. Bizim kadınlarımız zor bulan baba, çalıştığı yere ait şekerleri kesip

mahcuptur. Erkeğine sadıktır. Erkeklerimiz bir kutuya doldurma işini evde yaparken, o geçim sıkıntısı yüzünden hep çalışır kan ter binlerce şekerden birini bile bardağına atmaz. içinde kalırlar. Bazen geçim sıkıntısı yüzünden Aynı filmin başka bir sahnesinde de, kardeşinin dünya malına aşırı düşkün olabilirler. Bu ayakkabılarını kaybeden çocuk onları başka ihtiras onların sevdikleri şeyleri suya bir çocuğun ayağında görür ama o çocuğun da kaptırmalarına sebep olur bazen. Ama haramı kendileri gibi ihtiyaç sahibi olduğunu görünce helali iyi bilirler. Bütün bunları iyi kavramış bir istemekten vazgeçer. Oysa babası bir öğrense yönetmen, sanatın özgün dilini yakalamaya çok kızacak belki de dövecektir kardeşinin hazır olabilir artık. Bizim yönetmenimizde de ayakkabısını kaybeden çocuğunu. Ailelerimiz bu mevcuttur işte. Bunlar göze batırılmadan ve fakirdir ama yardımlaşmayı asla ihmal sembolik bir dile de başvurularak anlatılır. etmeyiz. Bir tas çorba size de bir şeyleri

hatırlatmıyor mu? Söğüt Ağacı'ndaki adam Sadece insan olgusunu da anlatmaz filmlerinde çokça aldanır, ama bu aldanma bir kendi Mecidi, mesela Beduk'ta evrensel bir sorun kendini aldatıştır aslında, kimse ona olan çocuk ticareti meselesine parmak zulmetmez, o kendi kendine zulmeder. Bu tür basmıştır. İnsan fıtratının bozulması yanlışlara düşen insana Allah hep bir şans daha sonucunda bozguncu ve zorba insan tipleri tanır ve Mecidi'nin filmi biterken bunu da ortaya çıkmıştır. Baran bir aşk filmi olarak görürüz. Serçelerin Şarkısı'nda modern insanın görülse de ondaki ana temalardan biri, sınır kaybettiği değerler vardır mesela bir de. bölgelerinde yaşayan insanların çilesi ve Bireyciliğin ön plana çıkması gibi, ihtiras gibi savaşın getirdiği acılardır. Evet, Mecidi'nin o l g u l a r … Z e n g i n i n f a k i r e k a r ş ı

serç

ele

rin

şark

ısı

Page 15: sehrengiz5

umursamazlığı… (Şehrin dede veya ninemiz olan betonlaşırken çıkardığı bu varlık azmanları, uğultu, tok tok sesleri. tepeden inme rejimin O f f … Ve M u s t a f a gözü kapalı savunucuları Kutlu'nun hikâyelerini tarafından romanlara hatırlarız. Bir yeni dönem “kişi” diye yerleştirilmiş, açılışı ve insanın özünden sonra film karelerinde de kopuşu meselesi…) Ve yer almıştır. Bundan t a n ı d ı ğ ı m ı z d ü n y a başka bir de bizde İslâmî şımaran insana yönelik s i n e m a y a p t ı ğ ı n ı uyarılarla doludur, kader zannedenler olmuştur. d e b u d u r b a z e n . Robot gibi dindar tipleri Kökümüzden tamamen yarattılar. Sanki dindar koptuk sayılmaz yine de. olmak robotlaşmayı Bu yüzden ne kadar gerektiriyormuş gibi. hataya düşersek düşelim, İ n s a n i o l m a y ı Mecidi'nin de gösterdiği beceremeyen sözde gibi, bizim insanımız İslâmî tipler. Bence bu da Freud'un tanımladığı b i r t ü r c e h a l e t vahşi insan değildir. Fıtrî sansürüydü. Umarız olan psikolojik zaaflar a ş ı l ı r . ) K a l d ı k i , veya sosyal zaaflar vardır M e c i d i ' n i n b u t ü r sadece. Asıl olan ise sorulara cevabı şöyle insanımızın içindeki olmuştur: “Batılıların ve aşktır. (Umudu hisset!) B a t ı l ı d e ğ e r l e r i Onun filmlerinde erkek benimsemiş kişilerin çocuklar onurludur, gözünde sansür olan çalışkandır, terl idir. şeyler aslında bizim için G e r e k i r s e k a v g a birer değer.” Yine onun çıkarırlar onurları için. sözüdür: “Toplumsal ve (At g ibidi r ler. Çok sanatsal her şeye kendi koşarlar, hep koşarlar.) gözümüzle bakmalıyız, Anneler birer melektir başkalarının gözünden ev la t l a r ı i ç in , ama değil.”gerektiğinde evire çevire dövebilirler evlatlarını, ( F i l m l e r i b u r a d a bu da onların meleklik a n l a t m ı y o r u m . v a s f ı n ı z e d e l e m e z . İzlemenin yerini tutmaz (Baba'daki gibi.) y a z a c a k l a r ı m ı z .

Serçelerin Şarkısı'ndaki İran sineması deyince “yalan dünya” şarkısını Avrupalılar, Amerikalılar armağan ediyorum size. v e t a b i k i k o r o d a Filmleri orijinal diliyle o l d u ğ u m u z i ç i n izleyin lütfen!) Son b i z i m k i l e r h e p b i r olarak diyeceğim şudur a ğ ı z d a n s a n s ü r d e n ki, Mecid Mecidi sevgiyi b a h s e d e r l e r. H a n g i ve iyiliği anlatıyor. ülkede sansür yoktur K o n u ş u l d u k ç a , p e k i ? ( Ü l k e m i z d e işlendikçe artacaktır s a n s ü r d e n b e t e r i iyilik. Onu iyi anlarsak olmuştur. Yıllarca usta k ö t ü l ü ğ ü n o r t a d a n romancı diye tanıtılan k a l k m a s ı kişilerin yazdıklarıyla, k o l a y l a ş a c a k t ı r . u c u b e k i ş i l i k l e r Aradığımız iyilik ise y a r a t ı l m ı ş t ı r şüphesiz içimizdedir. İçe zihnimizdeki toplum doğru yol alanlara hayırlı g e r ç e k l i ğ i n d e . N e yolculuklar!annemiz, ne babamız, ne

Page 16: sehrengiz5

sizin bana değil ona bakmanız lazım, ona kulak onuya başlamadan önce ismini verin.hatırlayamadığım bir Fransız düşünürün Ksözünü nakletmek isterim. Bu söz, aynı Kompozitöre gelince… Kompozitör, kompoze

zamanda bizim neremizden yakalandığımızı da eden, bir araya getiren, derleyen toplayan gösteren bir sözdür. Söz şu: “Hayvanlar kişidir. Yapılan işte kompozitörün eli vardır. Öne arasındaki mücadele güç iledir, güçlü hayvan çıkan kendisidir, çünkü kompozisyonu (besteyi) güçsüz hayvanı yener. İnsanlar arasındaki bizzat kendi elleriyle bir araya getirmiştir. mücadele dil iledir, tanımlayan tanımlananı Birinde iddia veya söz sahibi bestenin kendisi tahakkümü altına alır.” iken diğerinde kompozitördür. Birinin “bana

bakın” deyişiyle diğerinin “ilhama bakın, Bestekâr ne demek, kompozitör ne demek? nitekim onu bana veren biri var” diyen arasında Her ikisi de musikiyle ilgili kavram. Birisi bize, nasıl bir fark var acaba? Çok mu küçük, yoksa yani İslam kültür dairesine mensup Osmanlı çok mu temel bir fark? Medeniyetine ait, diğeri ise Batı'ya ait. Bu ikisi arasındaki fark, bizim nerede ve nasıl Hatta bazı bestelerin altında bestekârın ismini durmamız gerektiği hususunda bir fikir bile bulamazsınız. İsmini, eserin altına verecektir. yazmaktan edep etmiştir çünkü.

Malumdur ki, bestekâr, beste yapan sanatkâr Şimdi gelelim bize. Kalbinizle, önce Osmanlı'nın manasına gelir. Beste “bağ”, “bestekâr” ise yetiştirdiği bestekârlara bakın, sonra da bağlayan demektir. Bestekâr der ki ben, bana günümüzün güya güçlü, güya kitapları on binler gelen ilhamı bağlayan kişiyim, benim yaptığım basan, her reklam panolarında isimlerini ve bir şey yok. Bir iş varsa, o da bestenin kendisidir, kitaplarını gördüğümüz, jenerik sözleri holivıd

Ali Cançelik

B E S T E K Â R M I K O M P O Z İ T Ö R M Ü ?

Page 17: sehrengiz5

filmlerini aratmayan yazar sözlerine bakın, ama Orada bulduğumuz değerlerle Türkiye'ye onlara da kalbinizle bakın. Arada nasıl bir farkın dönüp bugün ne yapılması gerekir diye, yine olduğunu daha fazla izaha ihtiyaç var mıdır, adam gibi, gayet ciddi bir şekilde kafa yoracağız. bilmem.

“Ciddi” olmayan bir işle ilgili bir örnek vermek Genç şair ve yazar (!) arkadaşlarımız on binler isterim. Bir televizyon programında bir yazar basan yazar ve şair amcalarına özenip sürekli konuşmasının bir yerinde Ahmet Haşim'den iddialı laflar üretmeye çalışıyorlar. Kültür – örnek verdi. Sunucu, yazara kabartma tozu sanat sayfasında çıkmanın ama sürekli dökmek için, yazarın Haşim'i de okumuş çıkmanın icap ettiği her türlü artistik olmasına dair biraz vurgu yaptı. Yazar (!) da, hareketleri yapmanın yollarına bakıyorlar. zaten Ahmet Haşim'in iki kitabı var, bir iki Kulakları, üstat ağabeylerine çevrilmiş günlük iş deyivermesin mi? İşte burada koptu vaziyette. Her meselede, ellerinde dumanı iş! Birbirlerini yıkayıp yağlamalarına sözümüz tüten sigarayla, konuşur ağabeyler. Bazen de yok. Ancak şunu bilelim ki her eline geçen mikrofonda konuşurlar. kitabı iki günde bitirip sonra ahkâma başlamak

da “ciddi iş” dediğimiz kısmın dışında Şunu bilmemiz lazımdır ki, apartman kalmaktadır. eşiklerinde veya şehir meydanlarında rep yapmaktan, akrobatik hareket yapmaktan ve “Ciddi iş” örneği için ise birkaç isim söyleyelim. alkış toplamaktan bir şey çıkmaz. Bunların Sadettin Ökten'in Yahya Kemal Rüzgârıyla kimseye merhem olacağı da yok. Duyuşlar Düşünceler kitabının önsözünü

okuyun. Bir kitabın ne kadar bir sürenin emeği Ciddi işler yapmak istiyorsak, ciddi adamların olduğunu göreceksiniz. Bir de Mehmet Genç'in maceralarına bakacağız. Onların işlerini nasıl doktora tezini hazırlama serüvenine bakmanızı yaptıklarına bakacağız. Onları bir şekilde isterim. (Nasıl bakarsınız, bilmem) Ayrıca Halil tanımamız lazım. Onlar yeri gelmiş, bir çığır İnalcık'ın serüvenine bakın, gavuristanda neler açmışlardır; yeri gelmiş, dünya tarihinde bir yapmış, neleri değiştirmiş. bakışı değiştirmişlerdir. Yeri gelmiş, eser ortaya koymamışlardır, merhaba'ları demişlerdir. A y a k l a r ı m ı z d a n k a y k a y l a r ı ç ı k a r ı p Onların eserleri çok değildir, o eserlerin Süleymaniye'ye gitme zamanı.korsanları çıkmaz. O eserleri kaldırım tezgâhlarında bulamazsınız. O eserler, yirmi, otuz dile çevrilmez. Hele hele, o eserin yazarı her platformda imza günü düzenlemez. O eserlerin isimlerini reklam panolarında göremezsiniz. Gördüğüm kadarıyla özel baskıları yoktur o eserlerin.

Bunları gördüğünüz yerlerden kaçarsanız, siz iyi bir yol seçmişsiniz demektir.

Aklıma gelmişken, moda belgeselleri izlemeyin, Şeyh Galip'le Cahit Zarifoğlu'nu eşdeğer tutan belgesel yapımcılarının belgesellerini hiç izlemeyin.

Öyle bir şeyi kaybettik ki o, şu an Türkiye'de yok. O, Osmanlı'da. Yüz binler basan reklam panolarındaki kitapları bırakacağız, hiçbir iddiada bulunmadan, adam gibi, edebimizle o dünyaya gireceğiz. O dünyayı, kendi esasları, usulleri, edebi ve estetiğiyle öğreneceğiz.

usl

u

değ

il del

idir

yüce

sa

rayl

ar

yapan

akîb

et

virâ

n

olu

r cü

mle

nin

im

âre

ti

Page 18: sehrengiz5

............................................................(17)...............................................................

göğsümde sıkı bir bombapatlıyorum dur.göğsümde sıkı bir bombasıktıkça gevşeyenbir nevi civadamarlarımdaakıyorsundur.

bırak,kalb hangi nehre varıyorsa,oraya akayım.yoksa göğsümde bu deniz ileboğulacağım.

efendim, neyi yazmak dilediysem hep dilimdilim yüzünden ayrık durdumeryemin konuşması gibiydi.ki Meryem esrârını bildidilini unuttubense,göktenhâsu bîçâregöz mukayyet ol ağacın kökünde.

Page 19: sehrengiz5

Sadık Yalsızuçanlar yönlendir i lecek bir ki t lenin olması Tarafsızlık Masalı gerekliliğini de kendisiyle getirmiştir. Şule Yayınları Medyanın haber boyutu kitleler üzerinde en 144 sayfa etkili ve tek bilgi kategorisi haline geldiğini es

geçmemek lazım.J. Baudrillard Fransız Felsefesinin önde gelen Haberlerin çeşitli ekonomik kazanç güden isimlerinden ayrıca sosyolog yanı olan bir –kapitalistler- tarafından kendilerine göre düşünür. Baudrillard'ın temel düşüncesi şekillendirdiğini ve seyirci dediğimiz kitleye Çağdaş dünyanın artık illüzyonlar dünyası paket olarak sunulan haberler içine gerçekten olduğu ve artık hiç bir şeyin aslının başka her şeyin girdiğini yazar tarafsız olarak, olmadığıdır. Her şey simülasyon yani yalansız bir biçimde fısıldıyor.benzetme veya ''gibiler''. Medya da bu ''gördüğünüzü sandığın şey sanal bile değil, simülasyonlar dünyasının başrol oyuncusu. peri suret görünüyor, bir hayal oluyor size''Tarafsızlık Masalı Sadık Yalsızçanlar'ın Tarafsızlık Masalı aslında tarafsızım diyen iletişim ortamlarına karşı eleştirilerinin, medyanın kendince bir yalan uydurup bunu düşüncelerinin yer aldığı ve iletişim sorununu gerçek gibi göstermesinin eseri. Tarafsızım tartıştığı bir eser olarak okuyuculara sunulmuş. çünkü taraf olmak tek yerden kazanç Yalsızuçanlar iletişim sorunu üzerine sağlamaktır ve ya hiç kazançlı değildir. değerlendirmelerde bulunurken gerçek bir Tarafsızım dese de medya kendi menfaatinin iletişim boyutunun nasıl olması gerektiğine ve kapitalist çarkın ana damarı olan kapitalin dair de fikirlerini sunmuştur. tarafıdır. Medya kendine göre haber yapar, ''inandığımız masallara kar yağarken lapa lapa kendi amacına ulaşmak için didinen bir ve herkesin dünyada bir duruşu, bir bakışı organizma gibi sürdürür faaliyetini. Kitleler de varken; eline geçirdiği objektifle dünyaya medyanın bu kendine göreliğine inanarak alabildiğine subjektif bakarken insan, hangi medyanın amaçladığı yola girerler. Kitle bu tarafsızlıktan söz edilebilir! Bilginin yığın yüzden suskun ve kuru bir çağrışım yapar. mediumu olan televizyon söz konusu olunca Kendi sesinden bile yabancıdır kitle. Çünkü ve her ekranın ekonomik bir odağa hizmet kendi sesi diye seçtiği medya organları kitlenin amacıyla kararıp aydınlandığı düşünülünce sesi değil kendi menfaatine göre sesini çıkartıp masalımız tüm inanırlık şanslarını da yitirmiş ona göre ayarlamaktadır. Sadık Yalsızuçanlar olacaktır'' (syf 9) Tarafsızlık Masalı kitabında işte bu masala Medya, haber, kitle bunlar iletişimin vurgu yaparak eleştirileri ile medyayı faktörlerinden bir kaçı. İletişimin medya bombaya tutar, masaya yatırır, yargılar, olması üzerinden değerlendirilmesi için evvela bir gerekeni doğru ve güzel bir dille ifade eder.haberin olması ve bu habere ya da el-Habir'e

«tarafsızlık masalı - sadık yalsızuçanlar»

Page 20: sehrengiz5

AL

İ A

İL :

K

OV

UL

MU

ŞL

AR

IN E

İlk basımı 2007 yılında yapılan bir ekim çocuğu "Kovulmuşların Evi"...Ali Ayçil'in kelimeleri yormak yerine kendini yormayı seçerek kaleme aldığı deneme türündeki kitabı bir nevi yazarın hayat kılavuzu, bir nevi hayat analizi.Kitabın içindeki otuz dört başlıkta tek bir başlıktan besleniyor aslında; kovulmuşların evi olarak nitelendirdiği "dünya" ve ondan türemiş yaşanmışlıklar.

İnsanın eksik bıraktıklarını tamamlayacağını umduğu kitaplar vardır hani; okunup bitirildiği vakit rafa kaldırılamayan, cepte saklanılan cümleleri doğru zaman geldiğinde çıkarılıp dostlara sunulan; işte öyle bir hissiyata düçâr olabilirsiniz kovulmuşların evi'ni elinize/hayatınıza aldığınızda.

Yaşamın ne çok penceresi olduğuna şaşıp o zamana dek hiç bakmadığınız bir tanesinden izleyebilirsiniz gökyüzünü.Hiç görmediğiniz bir satırın peşine takılıp sürüklenebilirsiniz aşina olmadığınız zamanlara.Altını çizerek okuyabileceğiniz çok cümle ile karşılaşabilirsiniz.Yerinizden kalkıp not almak isteyebilirsiniz uzunca bir süredir aralamadığınız alıntılar defterinize.Yazarın birbirinden güzel betimlemelerine tüm benliğiniz ile katılabilirsiniz ya da hayatınızın telaşesine/koşturmasına kurban gitmiş bir gerçekle yüzleşebilirsiniz.

Ali Ayçil'in eylemleri/ayak izleri/hayata bıraktığı tatlar çok "siz"den gelebilir. Karşıt olabilir içinizin tanımlanması güç hallerine. Karşıt; yani iki karşı uç değilsinizdir, muhatap/dost/karşı yaka olarak sığınabilirsiniz birbirinize.

Şaşırabilir, şaha kalkabilir, hüzünlenip mutlu olabilir/boynunuzu büküp içinize çekilebilirsiniz. Kaç ruh halini çıkarıp kullanacağınızı bile bile satırları alıp üzerinize kuşanabilirsiniz ve bu kuşanma halinin ardından kitap ve siz bir bütün olabilirsiniz.

...

Eve geldiğinizde sizi kapıda karşılayan annenizi niçin sırf bunun için hiç öpmediğinizi düşünebilirsiniz mesela.

Page 21: sehrengiz5

O titrek el o kapıyı her açtığında, aslında hiçbir yere uğurlanmadığımı, onun, bütün bir dünyayı koca bir ana rahmine dönüştürerek beni yorulmadan içinde taşıdığını hissettim. (s.17)Babanızın, yok olma ihtimalini hiç düşünmemiş olduğunuzu fark edebilirsiniz ya da.

Baba "baba" demeye başladığımız günden itibaren sürekli karşımızda duran bir alışkanlıktır. (s,19)

Ölümün "bu sürgünün bir süreği" olduğuna hakikaten inanıp inanmadığınızı sorgulayabilirsiniz veya.

Herkesin ölümle ilişkisi başka başkaydı; insanların ölümle aralarındaki mesafeyi, dünyayla ve birbirleriyle olan mesafeleri belirliyordu... (s,26)

Nedenli nedensiz uzak kaldığınız dünya ile aranızdaki mesafenin sebebini bulabilirsiniz bir satır arasında.

Tabiatımda açılan yara, yaralayıp durmaktadır çevremdeki tabiatı! (s.32)

Sorunlarınızın kaynağına ulaşabilirsiniz.

Dinlenmiş bir bedeni değil, bir geç kalma korkusunu uyandırıyoruz nicedir. Zamanı dünyevileştirdiğimiz için, ne kadar erken kalkarsak kalkalım, bir türlü yetişemiyoruz meleklerin dağıttığı rızka. (s,80)

Aradığınız çıkışın nerede olduğunu görebilirsiniz.

Gidip, küçük bir caminin iki vakit arasındaki tenhalığına bağdaş kurduğumuzda, bizden başka kıskanılacak kimse yoktur... (s,36)

Elinizden geldiğince insan olduğunuz takdirde dâhi elinizden gelmeyen şeyler olduğunu da fark edebilirsiniz.

Hangi mimar, son taşını tutkuyla yerleştirdiği köprüden, bir zalimin geçmesini engelleyebildi... (s,104)

İnsanın taşıdığı büyük yükün sorumluluğunun farkındayken dâhi ne kadar aciz kalabildiğine, ne kadar muhtaç olabildiğine hayret edebilirsiniz.

Elimize tutuşturduğumuz onca kullanma kılavuzu, onca yol haritası, onca şema ve onca grafiğe rağmen, kuşluk vaktinin içimizde yeşerttiği tabiatın sırrını çözemiyoruz hâlâ. Hâlâ kederli ve şaşkınız bir yaprağa dokunurken. (s,108)

...

Bir gün "Ahh bu satırları elimdeki o ince ve özel kitaptan bilmem kaç defa okudum." diyebilirsiniz.Ve bu kelime birikintilerini zaman zaman borç almak isteyebilirsiniz Ali Ayçil'den.

Bilemiyorum, bunların hiçbirini yapmayabilirsiniz de.Zira iyi yazarların anlattıkları her cümleden her okuyucu farklı bir anlam çıkarabilir; onları özel yapan da budur zaten.

Page 22: sehrengiz5

21

BAL GİBİ HAKİKAT

Semih Kaplanoğlu Yusuf Üçlemesi'nin son filmi ilkin 'Yumurta' ile, ergenlik yıllarına geldik 'Süt'

Bal'ı da hediye etti. ile ve nihayet 'Bal' ile de çocukluğuna vardık.

Seyrettik, yolculuk ettik, tefekkür ettik, teşekkür Üçleme bittiğinde üç sonuç ortaya çıkmıştı: Bu,

ettik.. çağdaş ve 'öznel' Yusuf kıssası zihnimizde ve

Söylenecek o kadar çok söz var ki, üçleme, yüreğimizde büyük oranda tamamlanmıştı;

özelde de son film üzerine.. kıssanın anlatıcısı yönetmenimiz zirve yapmıştı;

Yine de, bir kitap tasarlamadığıma göre, değini bu topraklarda sinema anlamında en kaliteli iş

olup kalmalıyım. ortaya çıkmıştı.

Yönetmenin tercih ettiği okuma sırası uyarınca İslam'a ait olan, kamerayı kaleme çeviren ve

kahramanımız Yusuf'un orta yaşlı halini gördük şiiri yazan ve yöneten Semih Kaplanoğlu'nu

Mehmet Ali Başaran

Page 23: sehrengiz5

eksiği var fazlası yok bir coşku ile selamlarken Gerçek dediğin nedir ya, biraz rüya biraz da

onun yaptığı gibi Kur'an'dan mülhem bir açılış dua!

yapıyorum. Korku ile umut arasında bulunmak ya da!

O da Kur'an'ı açan Fatiha gibi önsöz niteliğinde Kul olmak ile anlamak diyelim a!

sahnelerle başlıyor ya filmlerine.. Yusuf babasına bakıyor

O da son filminde, sessizlik sürüp giderken, loş Seyirci babasına bakıyor

bir ortamda babasının oğluna ilk sözü ile “oku” Yusuf annesine bakıyor

diye başlıyor ya serüvene… Seyirci annesine bakıyor

O da Asr suresindeki gibi zamanın akıp gidişini Kendi babasına, kendi annesine…

düşünüyor, düşündürtüyor ya bizlere… Yusuf oluyoruz ama kendimize doluyoruz.

O da 'inanmanın sanat olmaktan çıkartıldığı', Zamanın terlediğini anlıyoruz, gözeneklerinden

gerçeğin maneviyattan kopartıldığı uyarısında sızıyor an!

bulunuyor ya seyirciye… Gerçekten rüyaya, rüyadan gerçeğe an

O da hakikati arama mecburiyetinde veriyoruz; kan uyuşmazlığı olmadığı gibi, sanki

olduğumuzu hatırlatıyor, öze dönüşü, fıtrata etle tırnak gibi.

yönelişi önceliyor ya işte,.. öyle! Sesin rengini, doğanın tenini, sezmenin tadını,

Gerek kardeşleri diğer iki filme, gerekse de sözün kokusunu, görmenin dokusunu

evrenin kendisine derin göndermeler içeren Bal, soluyoruz, hem oluyoruz, hâl oluyoruz, hemhâl

babası Yakup'un Yusuf'a “oku” buyruğu olan ilk oluyoruz!

söz ile başlar. Neyi nasıl nerden okusun sorusu, Rüya anlamından öte gerçek anlamında

sorulmuş muazzam bir sorudur ve yanıt da dönersek sana ey çocuk, aşk olsun sana,

içinde! o nasıl bir oyunculuk!

Yusuf zamanı okur sanki inzal olduğu zaman! Yönetmen değerlendirsin:

Önündeki takvimden okur. Tarihi okur, takvimde “Üçleme'deki diğer Yusuf'ları tamamladı. İstedi,

yazan hadisi okur: hissetti, nasıl oldu bilmiyorum, bir şeyler oldu

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ve tamamladı. Sabırla… Sekiz hafta çekim

ettirmeyin” yaptık, çocuk tüm yaz tatilini bizimle geçirdi.

Yusuf rüya görür babasına anlatır Dağlara çıktı, indi, konuştu, yürüdü, gık demedi.

Yakup oğlunu kucağına alır uyarır: Bu filmin bu film olmasında en büyük pay

“Rüyalarını kimseye anlatma!” onun.”

Page 24: sehrengiz5

Âşı

klar

den

izi

(IV

. Böl

üm)

Ni

ha

ye

ti

ne

B

ir

K

al

a.

. Bitirdiğim romanı hızla yatağın ceplerimde düşüncelerden arta üzerine bıraktım, beynim hasat ka lan ümi t s i z l ik ku tusuna zamanı ertelenmiş bir tarla döküyorum arsızca. Caddelerde misaliydi. Dünyadan bir uzay delice koşmak, martının deniz müddetince ayrılmak istiyordum. üzerinde kanat açması gibi. İnsanı fehmetmek için kaç ömür Hezarfen A. Çelebi'yi gıpta ile ge rek i rd i? Saygıy la hesap h a t ı r l ı y o r v e a n i d e n o n u makinesine danıştım, sayılar görecekmiş hissiyle durarak göğü değişiyor, dönüşüyor fakat durmak seyre dalıyorum. Göğün rengi bilmiyordu. Her yeni düşüncenin bulanık, gözlerimi ovuşturuyorum ruhuma e tk i s i ; Temiz leme ama renkler aynı matlığıyla gayretiyle ağzımda dolaşan diş gözümü rahatsız etmeye devam fırçamdaki bir kana mukabil. ediyor.

Çabucak hazırlanıp yollara Bir mahalle, neşeli ve hüzünlü vurdum bedenimi, en çok hızlı çocuk sesleriyle kaimdir. Fatih'in y ü r ü m e k n e t l e ş t i r i y o r d u arka mahallelerinden geçerken, düşüncelerimi. En çok da yürürken mahalle sakinlerinin sesleri bir yazıyordum öykülerimi. orkestra ferahlığıyla geliyor; telaşlı A h b u ' t e r e d d ü t ' s a r ı p ve rutin. sarmalayacak neredeyse benliğimi. Şüphe ediyorum, öyleyse belki de Büyük şehirlerde büyük caddeler, yokum! büyük caddelerde büyük alışveriş Yaşanılan her şey, bir kâbusun merkezleri, büyük alışveriş parçası olabilecek kadar şüpheli, merkezlerinde büyük mağazalar, belki de deliler bu dünyaya büyük mağaza la rda büyük hükmetmeli. insanlar, büyük insanlarda büyük

e g o l a r . . G e ç t i m ş e h r i Apartmandan çıkar çıkmaz caddelerinden, aştım surları adımlarım koşturmaya dönüşüyor. g e d i ğ i n d e n , b i r s a h i l e Meraklı ve küçümser bakışları, yuvarlandım.

Page 25: sehrengiz5

Balık kokulu sahil Eminönü; kokuyu Aşka dair yapılan besteler, yazılan şiirler, sevdiğimden değil isim, hislerimin uğradığı tuvale dökülen çizgiler, yaşarken anlamını derin tesirden. Vapur düdüğü çalıyor, martı yitiriyor her biri. Denize dokunmak için çığlıklarla kanatlanıyor, müezzin sesini eğiliyorum, dalgalar kucak açıyor bağrına bırakıyor minareden aşağı. Denizde basmak istercesine. Elimle denizdeki yankılanan ezan sesinin hamd ettirmediği yansımamı kurcalıyorum, dünyadaki her insan, var mıdır? Mucizeye âmâ kalan. halim gerçeğinden uzak bir yansıma misali.

Birbirinden kopuk cümleler gibi varlığım, Bir çift ilişiyor gözüme; Genç adam, 'ben'ler arasındaki bağlantıyı kuramıyorum. sevgilisine şiirler okuyor galata köprüsünde. Bir aile; çocuklarının gemilere dair merakını Yansımamda kendiminkinden farklı bir yüz cevaplamakta. Bir genç kız; ağlamaklı görerek irkiliyorum. Denize dokunan elimi gözlerle nişanlısını Haydarpaşa'ya uğurluyor. çekmek i s t e rken , daha çok iç ine Bir adam, yalnızlığını savuşturuyor. Bir daldırıyorum. Farklı hareket eden düşüncem çocuk düşüyor meydanda ve herkes koşuyor ve bedenim karşısında dehşete düşüyorum. ani bir refleks ile. Kimse yetişememişken Hayır. Hayır. Biraz sonra denize düşeceğim. hızla yerinden kalkıyor küçük, kendisine Beynim! Hey Beynim! Bedenim üzerinde doğru koşturanlara bakıp gülümsüyor. hâkimiyetin olmalıydı senin. Meydanda bir gülümseme patlıyor, dağılıyor her tarafa ihtiyaca binaen bir mutluluk.. Olamaz! Savaşmayı hiç bilmiyorum suyla. La La La.. Mutluluk, insanın göğe açılmış Ağzıma, burnuma ve kulaklarıma izinsizce küçük avuçlarında.. giriyor sular, nefes alamıyorum. Bedenim

çırpınışlarda, ayaklarımdan çekiyor deniz Güneş in yüzümü okşamas ı kada r bırakmıyor rahatça öleyim. Gözlerim açılıp hoşlandığım bir hava olayı yoktur. Öyle kapanıyor fakat bulanıklık ve aşırı ışık şefkatli ki sarmalayıp okşaması, gözlerimi dışında başka bir şey göremiyorum. kısar sonsuzluğu içmek isterim. Ağzımdan baloncukları çıkıyor, ellerimi

geldiğim yere doğru uzatıyorum. Bedenim Sahil kenarında adımlarım dolaşıyor, engin taş laşma eği l iminde, k ıpı rdamıyor denizlere açılmış ruhum rahatlıyor. Denizle parmaklarım. Çekiliyorum derin sulara..benzeşen yanlarımız dikkat çekiyor; Zaman zaman hırçın-durgun, yorgun-coşkulu, Göğsümden hızla çekiyor birisi ve bırakıyor masum-kirli, çelişkileri içinde barındıran aniden. Gözlerimi açıyorum ani bir refleks taşıması zor bir yük gibiyiz dünyaya. ile; gözlerimi yakan bir ışık ve endişeli

gözlerini gözlerime doğrultmuş yeşil gözlü Den izk ı z l a r ın ın t ü rküsü uzan ıyo r bir adam görüyorum. Gözlerimi sıkı sıkıya kulaklarıma, yankı yapıyor dalgaların sesi kapatıp kaçmak istiyorum, uyumak istiyor hayatta. bedenim, sonsuza dek uyumak.

'Biraz bahar gerekiyor Allah'ım ben hiç iyi Bilinmezliğe ulaşmak istemenin sonu Ya değilim intihar, Ya da akıl hastanesidir.Biraz çağla, birkaç erguvan gerekiyor.'

Nebiye Arı

Page 26: sehrengiz5

Gürültünün Aydınlığında Olası Sesler

“Y

ÜR

ÜM

E B

AN

DI”

ND

A İK

İ G

ÜN

“Masal şehri”, “romantizm şehri” vb. bir takım açtığımızda fark ettik ki nerede olduğumuzu bile tanımların yanına bir yenisini daha eklemek bilmiyoruz. Sağa sola bakındık, sokak istiyorum Prag için; yürüyerek gezilebilen şehir! köşelerindeki isimleri karınca yazılı haritada Zira ben Prag'ta geçirdiğim iki gün boyunca ne bulmaya çalıştık falan derken çıktık yola. Dedik romantizm yaşadım, ne de masalda gibiydim... ki; şu tarafa gitmeliyiz... Sandık ki vakit geçtikçe, Peki ne mi yaptım? Yürüdüm efendim... yolları gittikçe otele daha da yaklaşıyoruz. Fakat o

da ne?! Meğerse tam tersi istikamete Prag, Çek Cumhuriyeti'nin başkentidir, bilmem gidiyormuşuz. Bunu da nihayet birine sorma kaç milyon nüfusa sahiptir vesaire vesaire... Bu cesaretini bulduğumuz sırada öğrendik. Genelde tarz bilgilere hiç mi hiç gerek yok, merak eden Türk insanı bundan kaçınır, çünkü onun üstün bir açıp “malum amca”ya sorabilir. yön bulma kabiliyeti vardır; ama ilk yapmamız

gereken şeymiş “birine sormak”... Nihayet oteli “Yürüme bandı”na o gün öğle vakitlerinde ulaştık. bulduğumuzda saat 15.20'ydi. Resepsiyondaki Dört yaya Prag'ta çocuklar gibi şendik. İlk işimiz bedava haritalardan hemen kaptım iki tane. oteli bulmak olmalıydı, çünkü rezervasyon Bedava olan şeylere karşı da algım oldukça açıktır süremiz 18.00'e kadardı. Bir kitapçıdan hani. Odalarımıza çıkıp biraz dinlendikten sonra kazıklanmak suretiyle bir harita aldık. Haritayı başladı gezimiz. İlk hedefimiz, Milli Müze

Page 27: sehrengiz5

(National Museum). Saat belki geçti, belki müze (Karlův Most). Köprünün girişinde yolumuzu kapanmıştı ama önemli değildi bu bizim için. kesen Shangaylı Peter, kafamızda “nehir turu” Önünde fotoğraf çektirebilsek ve çektirdiğimiz lambalarını yakmayı başarmıştı. Ama bu, ertesi fotoğrafı Facebook'ta yayınlayabilsek yeterdi(!) günkü planımız oldu.bizim için.

Köprü hakkında da birçok şey okumuştum ama Yolun ortasındaki Wenceslas meydanından köprünün üzerindeyken hepsini unuttum. Çok da yürüyerek hedefimize ulaşmaya çalıştık. Harita önemli değildi söylentiler. Ben gördüğümü benim elimde olduğu için çaktırmadan insanları biliyordum artık: Köprü üzerinden şehir gerçekten istediğim yere götürmeye çalıştım, ama gitmek çok güzel görünüyor.istediğim sokak yerine bir sonraki sokağa çıkınca bu amacımdan vazgeçip doğruca Astronomik Saat Gezimizin bu kısmından sonra bizi zorlu yollar, Kulesi'ne (Pražský Orloj) yöneldim. İlerleyen dağlar tepeler bekliyordu. Peki biz buna hazır vakitlerde 3 yol arkadaşımın başının etini mıydık? Değilmişiz...yiyecektim oraya gidebilmek için...

3.hedefimiz Prag Kalesi (Pražský Hrad). Kale de Astronomik Saat Kulesi hakkında gitmeden önce kale hani, dağın tepesinde, yürü yürü bitmiyor. birkaç şey okumuştum internette. Ama onları Çıktığımızda biraz dinlenme imkânı bulduk. değil de sadece şunu paylaşmak istiyorum: Saatin Oradaki teleskoplardan şehre baktık tekrar. Zaten kenarındaki bir takım heykelciklerden birisi de küçücük olan şehir bit kadar ufalıp ayağımızın Osmanlı veziri... Göğsünüz kabardı değil mi(!)... altına girdi resmen.

Yollarda birçok kuklacıya, hediyelik eşya Saat geç olduğu için haliyle Prag Kalesi de dükkânına girip çıkarak vardığımız meydanda kapalıydı, ziyarete yeni açılmış anladığım bulunuyor Astronomik Saat Kulesi. Orası Eski kadarıyla. Zaten biz de içine girmeye hevesli Şehir denilen yerin meydanı, yani şehrin merkezi. değildik, bahçesinde şöyle bir gezinip kalenin Yine aynı şekilde hatıra dükkânlarına bakına orasını burasını inceleyip gitmeye karar verdik. bakına vardığımız yer, Eski Şehir (Staré Mesto) ve Kalenin bahçesinden çıktığımızda bizi tüm Orta Şehri (Malá Strana) bağlayan, Vltava Nehri ihtişamsızlığıyla Oyuncak Müzesi (Muzeum üstünde tarihî bir görev üstlenen, heykellerle ve Hraček) karşıladı. Ertesi gün buraya da gelmek tezgâhlarla dolu bir köprü: Charles Köprüsü için kendimize söz vererek yolumuza devam ettik.

Page 28: sehrengiz5

Ayha

n As

lan

YARIN BAŞKA BİR GÜN

Kalenin Eski Merdiven (Staré Zámecké Schody) diye tabir edilen merdivenlerinden indik. Sağolsun çekik gözlü iki arkadaş dördümüzü çekmeyi teklif etti de o merdivenlerde öyle bir hatıra fotoğrafımız oldu. He bu arada, yürümekten ayaklarımıza kara sular indi demiş miydim?

İndiğimiz yerde bir metro istasyonu vardı. İçeri girdik bilet almak için. Makinelerden yarım b i l e t i n nas ı l a l ı nacağ ın ı çözemediğimiz için gişedeki amcaya başvurduk. Kendisi hem şişman hem de sinirli biriydi. Her ne kadar işaret dili kullanmış olsak da biletlerimizi almayı başardık. Bir de üstüne günahını aldık eksik para üstü verdi diye, ama sonradan fark ettiğimiz üzere; aslında tam vermiş. Bu arada Prag'ta sadece 3 tane metro hattı var. Bunlar da haritalarda sarı, yeşil ve kırmızı renklerle gösterilmekte ve A B C diye adlandırılmaktalar...

Duymuştuk ki 22 nolu tramvay ile yolculuk ederken şehrin manzarası çok güzel oluyormuş, binelim dedik. Biletlerimizi bastıktan sonra 30 dakika süremiz vardı yolculuk için. 30 dakika sonunda biletimiz geçerliliğini dolduracaktı. Biz de biraz gezindikten sonra tanıdık bir yerlerde indik. Bir de baktık ki biletleri ters okutmuşuz. Yani ne tarih belli oluyor, ne de saat. Hadi tekrar binelim bu sefer doğru tarafı basarız diye düşünmedik değil, ama sonra da dedik ki Avrupa'da hileye başvurmayan nadir Türklerden bir kaçı da neden biz olmayalım ki? Mantıklıydı bence.

Daha sonra otelimize dönüp erkenden uyuduk. Çünkü gezinin arkası yarındı...

E r t e s i g ü n k a h v a l t ı n i m e t i n d e n yararlandıktan sonra anahtarları teslim edip çantalarımızla birlikte oteli terk ettik. Farklı sokaklardan gitmeyi, kaybolmayı denedik ama bu sefer de kaybolamadık. Sokak isimleri o kadar ilginç ki şehrin bir bölümünde sokaklara tamamen farklı

kenarına geldik. Manesuv Köprüsü'nden yerlerin isimleri verilmiş: Londýnská, Záhřebská, (Mánesův Most) geçerek yeniden aynı Americká, Uruguayská bunlardan sadece bir merdivenleri kat ettik ve Oyuncak Müzesi'ne kaçı… Bu arada Çekçe'yi de öğrenmiş bulunduk, vardık. Burası Dünya'nın en büyük 2. Oyuncak çok kolaymış. Geliyorska gidiyorska... Bu kadar:)Müzesi. 2 kattan oluşuyor ve 1. Dünya Bu sefer Henry'nin Çan Kulesi'ni ve bir takım Savaşı'ndan itibaren olan oyuncaklar sergileniyor. önem vermediğimiz yeri göre göre nehrin

Page 29: sehrengiz5

2. kat Barbie bebek koleksiyonundan ibaret. Tüm sonra gün boyu yol arkadaşlarımın başını yemiş Hollywood yıldızlarının, şarkıcıların, Amerika olmamdan ötürü gitmek istediğim yere gittim. başkanlarının ve bazı çizgi roman karakterlerinin Burası Astronomik Saat'e yakın bir yerde bir açık Barbie bebekleri mevcut. Beni güldüren şey; pazar. Hatıralık eşyalar falan var ve dükkânlara Barbie bebeklerin giyim ve saç stilindeki göre daha ucuz. Ama ne yazık ki biz zaten değişiklikler oldu. Tabi ki de piyasaya hediyelerimizi almıştık, ordan alınacak pek fazla sürüldükleri dönemdeki modayı takip etmek bir şey yoktu. Biraz bakınıp Astronomik Saat'in zorundaydılar bu kabarık saçlı, puantiyeli elbiseli önüne dikildik. Çünkü saat 4 e çeyrek vardı ve saat ablalar. başlarında saatten çıkan şeyleri görmek

istiyorduk. Orada tok karnına dikilirken birkaç Orayı gezip bitirdikten sonra bir önceki gün saattir aradığımız Türk lokantalarından birinin geldiğimiz şekilde yaptık dönüşümüzü. Prag sahibiyle tanıştık. Bize giderayak olmamıza Kalesi'ne çıktık, sonra ordan Charles Köprüsü'ne aldırmadan lokantasının kartını verdi. Biz de indik. Köprünün başında Peter'ı bulmayı kısmet işte, deyip geçtik bu duruma. Bu arada umuyorduk ama maalesef bu sefer bir başkası arkadaşlardan birinin kendine Prag hatırası vardı. Pek de umurumuzda olmadı Peter'ın para almamış olduğu aklımıza düştü. Onun için dönüp kazanacak olması ve o kişinin öncülüğünde tekrardan pazara gittik. Koştura koştura bakındık teknedeki yerimizi aldık. Vltava nehrinde ve sonradan öylesine aldığını öğrendiğimiz bir yaptığımız bir saatlik gezide Charles Köprüsü ve anahtarlık aldık. Onun yüzünden geç kalmayalım Prag Kalesi'yle ilgili bir takım bilgiler dinledik. diye alıvermiş öylece meğerse...Tabi İngilizce olarak... Ne kadarını anladın diye soracak olursanız, susarım... Geri dönüp saatten çıkan bir takım keşiş, rahip vb.

şeyleri gördük ve muradımıza erdik. Yani benim Nehir gezisinden sonra yanımıza aldığımız tabirimle “Guguk Keşişleri”ni izledik. Sonra nevalelerin bittiğini anladık, çünkü çantalarımız kulenin tepesinden bir zurna uzanıp bir şeyler bugün epey hafifti ve midemiz de boştu. Gidip çaldı 4 kere. Aynı anda çalan çanlar, videoya yiyecek bir yer aramaya koyulduk. Önceki gün almaya çalışan insanlar, fotoğraf çekenler, birkaç tane dönerciyle karşılaşmıştık ama yiyecek alkışlayanlar... Hepsini geride bırakıp otobüs bir şeylerimiz vardı. O gün kurt gibi açtık ve o terminaline doğru yollandık. 45 dakika daha kadar aramamıza rağmen bir tane bile Türk yürüdükten sonra nihayet yürümeyeceğimiz bir lokantası bulamadık. Yemeklerimizi yedikten yolculuğa doğru adım attık.

kerâmetim var diyen, halka sâlûslük satan

nefsin müslüman etsin var ise kerâmeti

Page 30: sehrengiz5

Bu belde boğazı seyreden semtin bunlardan biri idi. Kahve yerinde

ufak yamacında idi; etrafı betonarme büyüklerin arasına girerlerdi ne

binalarla kaplı küçük sevimli, bir o konuşulursa alırdılar. Döner gelirlerdi

kadar da kendine buyruk semt gün meclisine bayanlardan kurulu

mahallesi… Bu kesme taşlı şen âlem karşısında dökerdiler bütün

şakrar sokak perdeye yansıyan esrarı ve marifetlerini ballandırarak

eskilerin, deli dolu mahallesi anlatırdılar eksiklerini de kendileri

canlılığında, fakat her şeyi ile beyaz tamamlardılar.

perdenin sahteciliğine meydan Bu kadar cambazlık karşısında yine

okuyan doğal ve bir o kadar da sevilirdiler bu mahallede aynı yolda

özlenilmesi gelen bir muhitti. yürürdü büyükler onlarla teyzeler gene

Camlarından fesleğenler menekşeler onlara oyun arasında su dağıtırdı.

sarkan, sokakları ıhlamur rayihalı Onlardan bir rahatsız olan mahallenin

yarı ahşap evler sabahları bir tek kedileri ve Tekir idi.

sütçünün anlayacağı birde onu Esnaf onları tanır onlar da esnafı

bekleyenin gerisine melodi o bilirlerdi. Hepsine ayrı seslenir farklı

haykırışlar lakap takardılar. İşleri düşünce isimleri

--- (t)aze süüüüüüüüüü(t) keskin ile ve mahzun bir yüzle seslenirdiler.

harflerden yoksun bir haykırış ne Çaycı Muzafferi Çayce Muzo, Kuaför

kadar rahatsız ederdi ki insanı Kerime Keko, Memo Seyfo Kıro

akşamları bozacının naraları akşam işlerine geldiği gibi seslenirlerdi. En

şekerlemesinden kaldırırdı insanları. çok Kuaför Kerim'le uğraşırdılar.

Bu mahalle ayrı bir tat katardı tarihi Kuaför Kerim de onlarla –esnafın en

şehrin eşsiz güzelliğine. genci Kerim'di ve bu mahalleye

Bu muhitin çocukları vardı. Her kuaförü o getirmişti. Ondan önce de

bireyin neşe kaynağı olurdular. Gün berber vardı. İşlevi ahali gözünde

onlara zeval vaktinde başlar uyanırlar aynı- günlerden bir gün Abbas, İsmet, Fethi,

mahmur gözleri ile ve hazırlanan kahvaltılara Memet, Ali meşin yuvarlak topla bir oyuna

ekmek için fırına bakkala yollanırlardı. tutuşmuşlar fakat gelin görün oyun sırasında

Kimisinin gözleri fıldır fıldır kimisininki Abbas'ın çektiği şut kerim kuaförünün camını

dumanlı. Mis gibi kokuları arasında aşağı indirir. Kerim de topu kaptığı gibi dışarı

torbalarına koydukları ekmeklerin uçlarını fırlar. Elinde berber makası. Kimse yok!

aşırarak varırdılar evlerine. - Kim yaptı bunu yoksa

Bu çocuklar bu mahallenindi. Haşerelik de patlatırım

yapardılar yardımına da koşardılar - Eğer patlatmasan çıkarım.

muhtaçların. Elinde file ile gelen bir teyze Dedi Abbas saklandığı yerden.

görmeleri yeterdi. Abbas bağırırdı hücum - Aha da patlattım işte dedi ve

diye. İki mana yüklerdiler buna evveli; hanım İşte o gün bu gündür harp halindeler. Ne

ablanın poşetlerle başı dertte hücuum zaman bilseler Kerim kendilerine bir şey

poşetlere! Saniyen; karnımız acıktı yine yapamaz işte o zaman yaparlar her türlü

poşetlere hücuum! munzurluğu…

Hangisini ne zaman uygulayacakları eşref Bunlar bu mahallenin çocukları, eli ayağı

saatlerine kalmış bir de Abbas'ın üslubuna. düzgün, suyuna gidildiklerinde melekten

Gün içinde her işi yapardılar hafiyelik de farksızdırlar.

Mahallenin ÇocuklarıCihat Karaman

Page 31: sehrengiz5

Bizim bakışlarımız güzelleştirir hayatı. Neye, Ölülerin rıhtımında gayet ağır yaşlanan bedenin nasıl ve ne şekil baktığımız önemlidir. Bir tam kıvamında solumasıdır trajediyi. Bütün ağaca baktığımızda onda sonbaharı k a l ı p l a r ı ü s t ü m ü z e t a k ı p , t e m e l i n i hissetmek, kendimize zindandan bir bahçe oturtmamaktır. Bizim yaptığımız ancak kurmak gibi gelir gönül dünyamıza. Ayak kaçmaktır. Hayatın akışından, her şeyden. uçlarımızdan aşağı doğru süzülen bir ırmağın Kendimizi sevmeyiz, kabul etmeyiz övünesi güzelliğindense, onun içinde yatıp duran varlığımızı. Yok olmamız ya da hiç taşları izlemek ne hayal kırıcıdır. Zehiri, yaratılmayacak kadar nasipli olmamız sevindirir şerbet olarak tatmadıkça ne biz kurtuluruz ne ancak beton gibi soğumuş ruhumuzu. Biz kendi de hayat. Yaşamak bunu gerektirir. Yaşamanın ruhunu dahi bırakıp gitmek yanlısı olan bir avuç felsefesi, sana nasip kılınanın yoksulluğu kusur kötürümlüsünden başka kimse değilizdir. karşısında direnmek değil aksine bu yoksulluğu bir zenginlik deryasında boğarmış Rüzgârları alıp da bir ırmak yaratmak kadar gibi kullanabilmektir. Yoksulluğu kendimize aşılması zor bir iştir, eksikliklerimize her an zengin etmektir mesele. Biz fakir değilizdir, küfrederek onun düzelmesini beklemek. istesek bile fakir olmaya gücümüz yetmez. İmtihanla nazını geçiren bir dünya da kimse Çünkü ruhumuzun genişlemesi için kendisinin nasibini küçümsememelidir zira ve düzenlenen yeşilliği vardır bu vadilerin. kimse daha da küfre saparak olası bir şey Çünkü sürekli kapımıza iade edilip, sonra beklememelidir ki sen bu haldeyken, senin halin tekrar geri alınan baharın ağzımızı okşayan düzelsin. Onun yerine ırmakları okyanusa tadı, huzuru vardır, rüzgârı vardır arkadan çevirmek ne güzeldir. Karanlık, köhne, güneş itekleyen, köyümüze kadar akıp gelen suyu yüzü görmeyen bir gecekonduyu bir mum vardır, bizi bekleyen ırmakları vardır. ışığında aydınlatıp, ısıtarak içine muhabbet

yaymak ne güzeldir. Bizim yaptığımız ırmağa Bir körün aynasından bakmamalıyız dünyaya. çoğalsın diye su atmak olmamalıdır. Irmağa öyle O aynada asılı kalmamalı gözlerimiz. Değerli bir muhabbet ırmağı içinde bakılsın ki, o bize gülüşlerimizin ardına bağırmak takılmamalı. okyanus ola. Yani bakmaktır asıl öğüt. Biz yalnız daralmış kalplerin adı olacaksak, o Baktığımız güzelleşir. Kime nasıl bakarsak o zaman bir gözümüz hep ağlamalı diğeri ne öyle güzeldir. kadar suskun kalsa da. Yaş dökülen göz çukurları makbul kılınsa da yüce rabbimiz Ölü duygularla yaşayan birinin yaşaması da tarafından, bu yaşlar görünen kısma ait olan ölüm olacağından bu tür hallerden kurtulmak ilk olmamalı. Zira O bunu ister, istemektedir. felsefemiz olmalıdır. Zira seksen yıla sığan bir Ağlamak güzelleştirmez hayatı, gülmek ömürde yaşayamayacak bir insan doğal olarak çirkinlik katmaz hiçbir şeye. Lakin biz ahirette de yaşama imkânı bulamayacaktır. Kim afallamış beyinler olarak şu fani dünya da üç nasıl yaşarsa, devamını öyle alacaktır. Bunu beş maymuna oynadığımızı zannettik. O yapmak istiyorsak ortaya bir amaç koymalıyız. yüzden kusurlarımızı göz ardı değil, ön plan Herkesin, her şeyin ötesinde bir amaç olmalı bu. kıldık. Yaşamayı zehrettik kendimize. Zehre şeker katmak yerine, yine bu zehri bal diye Kusurlarımız bizim seçtiğimiz değildi, ya da ağzımıza alabilmek kadar dost canlısı bir amaç. bizim öyle tasvir ettiğimiz. Kusur, ette İşin doğrusu da şu ki, dertlerimizi bin tonluk bir tırnaktı. Zahiri vasıfları niyaz eyledik çoğu çileden de geçirsek, isyanlara da düşsek hiçbir zaman bu neyin nesi diye. Neden bu kadar şey düzelecek değildir, ola ki birde geri dönmesi kötüdür benim zahiri halim yahut evveldir ihtimali. O halde biz her vakit umut ve zikir fakirim gibi. dünyalarından kıpkızıl bir alev gibi ufka

yansıyan ışığı aramalıyız. Zira ışığın nerden Bizim yaptığımız açılan bir yarayı daha da yansıdığını görmedikçe insan koşamaz.kanatmaktır. Gözlerimizi kapamaktır yaşamaya. Nuh tufanına yakalanan bir adam Güzel l ik te , ç i rkinl ikte iç inde ahlakı misali azaptan kurtulamamaktır. Zulümettir barındırmaktadır. Biz ahlakta güzelleştik. yaşamamız, rabbin idam sehpasıdır. Her an Zenginlikte veya dış görünümde yatan üzerinde boğulan bir çocuk ne kadar yaşarsa, güzellikte değil. biz de o kadar yaşarız. Onlar kadar yaşarız. Geriye ne yaşayan kalmıştır, ne de yaşanan.

Işığın Geldiği Yön; Bakışlarımız

Nihat İlhan

Page 32: sehrengiz5

DİRİLİŞ SAATİ

Ey bir emre hazırlanan simsiyah bir gecede

Karanlığı emip emip de gebe kalan

Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan

Herkesin

Veba girmiş bir şehrin hem halkı

Hem seyircisi olduğu bir günde

Ey düştüğü yerden kalkmağa hazırlanan ülke.

Her damlası bir zafer müjdecisi

Bir posta eri gibi

Yağmur yüzümüze değince

Çıkacağız yola.

Çıkacağız yola

Hesap günü gelince

Yağmur yüzümüze değince

Güneş bir mızrak boyu yükselince.

Erdem Bayazıt

(1967)