sehrengiz4

48
FİLM NE DEMELİ? SÜRGÜNÜN ANATOMİSİ: DELİLİK NURİ PAKDİL OKURLARINDAN NOTLAR FatihKaşcıoğlu AbdulkadirAkdemir MuhammetÇelik AliCançelik CihatKaraman TevfikHatipoğlu HafizeBetülDurmuş BuketBostancı BillurDilber AbdulkadirAltınhan AyşegülToprak NafiyeYıldız TubaKeleş GülnazEliaçık ErmanÇekiç İklimaMert AsımAksoy NebiyeArı AyhanAslan CihatBarış MustafaKadirMedsus SeherOrtaöner SemihHüdayiÖncel EmineCoşar İbrahimAkın FahriyeŞahap Berfe SultanBeyaz ZelihaAkkaya ÖmerKemiksiz MerveÖner M.SalihAydoğan MustafaGenç FatihDağlar BilalCan «direnişi seviyorum» mart-nisan 2010

Upload: muhammet-celik

Post on 19-Mar-2016

261 views

Category:

Documents


1 download

DESCRIPTION

mart-nisan 2010

TRANSCRIPT

Page 1: sehrengiz4

FİLM NE DEMELİ?

SÜRGÜNÜN ANATOMİS İ :

DE L İ L İK

NURİ PAKDİL

OKURLARINDAN

NOTLAR

FatihKaşcıoğlu AbdulkadirAkdemir MuhammetÇelik AliCançelik CihatKaraman TevfikHatipoğlu HafizeBetülDurmuş BuketBostancı BillurDilber AbdulkadirAltınhan AyşegülToprak NafiyeYıldız TubaKeleş GülnazEliaçık ErmanÇekiç İklimaMert AsımAksoy NebiyeArı AyhanAslan CihatBarış MustafaKadirMedsus SeherOrtaöner SemihHüdayiÖncel EmineCoşar İbrahimAkın FahriyeŞahap Berfe SultanBeyaz ZelihaAkkaya ÖmerKemiksiz MerveÖner M.SalihAydoğan MustafaGenç FatihDağlar BilalCan

« d i r e n i ş i s e v i y o r u m »

mar

t-ni

san

2010

Page 2: sehrengiz4

İmtiyaz Sahibi ve Yazı işleri Sorumlusu:

Cihat Karaman

Yayın Ekibi:Fatih Kaşcıoğlu

Erman ÇekiçMerve Ayata

H. Betül DurmuşFatih Dağlar

Tasarım:Muhammet Çelik

Satış Sorumlusu:Bayram Çiftçi

İletişim:

[email protected]

Posta Çeki Hesap No:

Adres:

Çınar mah. Esenler cad. No:57/9 Bağcılar

İstanbul

Baskı:

Milsan Basın San A. Ş.0212 471 71 50

Cemal Ulusoy Cad. No:38/A

Bahçelievler / İSTANBUL

0 536 287 38 72

5997263

d ö r d ü n c ü s a y ı

Merhaba ey dost.

Yola düşüşümüzün dokuzuncu ayında,

zemheriye rahmet okutan bir mart gününden

sesleniyorum sana, iki sarı sahife arasından.

Küçük şey yoktur düsturuyla yola düşenlerin,

bir çay ile kalemi kardeş eyleyenlerin, ne bileyim,

bir sokak çocuğunun gözlerinin içini anlayabilenlerin,

uğrak yeri olmaya niyetlendiydik.

Çok şey konuştuk, belki az şey söyledik.

Dilimize kilit vurmasına vururduk

lâkin kalemin dili daha keskin çıktı.

Söyleyemediklerimizi, söylediklerimizin kalbine yerleştirdik.

Tüm eksiğimizle, gediğimizle, fazlalığımızla

tekrar arz-ı endâm eylemek nasip oldu hamdolsun.

Yaklaştır yüzünü, gözlerinden öpeyim.

mart-nisan 2010

Page 3: sehrengiz4

ÜRKEK ALINTI

padişahı kırgındır sana kelamlarınyalanmış sevdaların..

bismike dendi, şerler elendi..uzun bir köprü durdu selama önünüzde, şiirden yamanmış kalbin sevdâ denilince akla ilk gelendisonra, ismin söylendi..

şimdi susabilirim içimi döktüm, ne rahatmış seni konuşmakkorkarak..

mart-nisan 2010

Page 4: sehrengiz4

Öncesi / Yalın Hal

Ömre dâhil bir gündüAşk ile seviyorduk Tanrım, adımız adından kalın bir parçaKaranlık ve pas kokusu yoktu o zamanlar içimizdeSade bir yalnızlıkla da olsa güzellik diz boyuOlması gerektiği kadar uyurduk uykuyuHanümanımıza uğrardı yaşamNüfuz ederdin, nüvemiz de dâhil, bu bir kardı bizim içinSosyetik kahkahalardı, çapraz sorgular, şekil bozukluklarıTefrika roman gibi biliyorsun gün be günBir miktar daha artıyordu içimizde bu sürgünSabaha doğru kanlanan gözlerimiz vardıDavudi bir sesle anıyorduk; diyeceklerimiz, sözlerimiz vardıTerimizi darphanelerde ve harp namelerde sana adayabiliyordukEvet, biz bunu iyi yapıyorduk, yapabiliyorduk

Sözün gelişiÇığırtkanlık, bölünen uyku gibi şakağımıza çarparakYayılıyordu, bizden uzakta dağılıyordu sesCanımıza okuyan yangınlar çıkmamıştı henüzAteş kesilen kelimelerinle harlanırdı gönlümüzParagöz oyunları gelirdi şehre, alt üst olurduk,

İzlenme rekorlarıO nedenle hiçbir şeye paralel gitmezdik senden gayrıKonu neydi tam olarak bilmiyorduk lakinİşaret levhalarına bakmadan bulmuştuk yolumuzuBozuk ve çürümüş seslerden sıyrılıp sessiz sakinYüzüstü bıraktığımız cevapsız kalan sorumuzuKarartma gecelerinde kararan yüzümüzde yitirdik

Sonrası / Metamorfoz

Art arda kendimize sıktığımız bir ruletin başlangıcıKontrgerillalar salıyoruz misillememize dairYanımıza çekmek zordu içimizdeki yargıcıKapı tokmağı meçhul bir dilin izlerini taşıyordu,

mors alfabesiDik başlı, diken diken sesler, ötesini karıştırmayalımBelirtileri karın ağrısı, boş vermişlik ve dahi korkuDibe vurmaya azmettiğimiz zamanlar işte, her neyseGöz var izan var, yaşamak değildi marifet(ahir zamanda bu bile marifet oldu)Her yandan pres yedik, düştü son savaşta nefsimizVe sonra ellerimiz, bir parça da tenimizSevaplarımızı ipotek ettik sanki varmış gibiPasif kederliydik şimdi tiryakiBir şeyler olmalı yeni bir şeyler olmalı evet, beklemekteyizİçimizde büyüyecek matruşkaDaha büyük yağmurlar yağacak bundan başka

Sözün gelişi

Her hüzünde nice zafer beslerizBu bir tarz meselesiMATR

UŞKA

mart-nisan 2010

Page 5: sehrengiz4

Muham

met

Çel

ik

yürüyelim be yaşamaküç noktanın ardı sıra üç deniz görelimyürüyelim kirpiklerin arasından ağarakyerkürenin sızalım karanlığınamahcup soru işaretleri doğurupiriliğince virgüller ünleyelimbaşlara ağlar ören bu kargacıklarlazapt edelim günahkâr çarçabuk elleri

yürüyelim be yaşamakdirseğe kadar sıyrık ve ahlaksızfiiller türüyor avuçlarımdanbunaltıyor tapınıp rahatlama cennetiyağmurun dudağından kalkarakve bırakarak hüznü bir kenaraanneciğim yürüyelim

cinayet kelimesi hayat doluyken bu kadarsen elinde bir serum tutuyorsun iyi şeyler düşünmenin ölümcüllüğünüduvarlara püskürtüyorsunkapıların kapanma mevsimindebunlara gülün bunlara gülün diyorsunaçılmasını sunacaksınız, dalını, yaprağını,bunlara gülün dikenlerini sunacaksınız…oysa bilmiyorsun be anne,güldüren kelimeler yazılmış pankartlarabunlara ölün bunlara ölün deniliyor…tedirgin olma yine de senyaşamakla oynuyoruz bahçedeçok uzağa gitmeyiz zaten oyun bitiyor...

ey ruhum yürüyelimartık mutluluğun adı çikolatabir bukle paylaşalım belirgin yaşamalardankan kokusu öylesine tuhafkenüç trafik kazası görmüş üç beyin gibiyerinden fırlayıp duvara yapışmışcıvık kelimesinden de cıvık papatyalarne hisseder böyle kıyamet anlarında?

boğuluyoruz sığlığın sınırsızlığındaendişeyi çağrıştırıyor bize neşebir sevgililer günü partisindeçengel sunuluyor, balta vuruluyor etleresözünü etmek istemiyorum gümüş böceklerinve mendil kenarı kemiricileriningökyüzü istiyorum ben sadece

kavgam ki, sıfırların kıskacında bir benekli kuş

KALEM ARASImart-nisan 2010

Page 6: sehrengiz4

Ali

Can

çelik

FİL

M N

E D

EM

ELİ

?Berna Moran, Edebiyat kabiliyetine sahip olduğunu bu iki

Kuramları kitabında bir romanın çocuğun yedikleri fırçadan ve

kahramanı, temsil ettiği toplumun, küfürden bile anlayabiliriz. Tabii

ırkın refleksleriyle hareket ettiğini köyün delisini de unutmamak lazım.

söyler. Bizler onun sözlerinden, Deli de olsa hakkı var.

davranışlarından, korkularından Filmle ilgili olarak bir

veya sevinçlerinden arkasında duran eleştirmen bir şeyler yazmış. Bir

toplumu ve değerlerini anlarız. lokmacık alalım:

Berna Moran'ın bu tespitini

beyazperde için de söylemek yerinde

olur kanaatimce. Bir film ele aldığı

konuyu olabildiğince doğal ortaya

koymalıdır. Bu filmin kahramanları

da aynı doğallıkta temsil ettikleri

toplumu ve toplumun değerlerini

yansıtmalıdır.

Bir filmde bu nasıl anlaşılır?

Hemen söyleyelim. Karpuz

Kabuğundan Gemiler Yapmak

filminin konusuna, mekânına ve “Yine Anadolu kültürünün oyuncularına bakın. Bunlar kendi birer unsuru olan deyimler, aralarında bir uyum sergilerler. Köy atasözleri, lehçeler, türküler hatta yer ve şehir ortamını, köylülerin ve yer mimik ve hareketler filmin içinde kasabalıların konuşmalarını, gerçek doğallıklarıyla yerlerini alırlar. olandan ayırt edemezsiniz. Filimdeki Filmin belki de diğer yapımlara olaylar, 1960'lı yıllarda, küçük bir k ı y a s e n e n b e l i r g i n f a r k ı Anadolu kasabası ve köyünde s e n a r y o s u n d a k i i n s a n c ı l geçerken siz de o kasabada, o günleri melodramdır. Gerek çocukların ve hissedersiniz. Sizi aynı kıvamda gerekse filmde yan karakterler olarak sarar ve gıdıklar. Çünkü oyuncu, karşımıza çıkan diğer kahramanların mekân ve konu uzaydan değil bizzat iç dünyaları son derece çarpıcı ve toprağından alınmıştır. içtenlikle yansıtılmış. Kırsal

Recep ve Mehmet'e bakın. İki kesimde yaşayan insanların biraz köylü çocuk. Yazları, köylerinin mahçup, biraz ürkek ama en çok da yakınındaki Tavşanlı kasabasında gururlu yönleri her karakterde ayrı çıraklık yapıyorlar. Recep bir karpuz ayrı başarıyla gerçekleştirilmiş. satıcısının, Mehmet ise bir berberin Berber ve karpuzcu ustaların, yanında çıraklık yapıyor. Biz filmin Anadolu insanın çalışma, ekmek ne de rece doğa l ve t ems i l

Ahm

et U

luça

y

mart-nisan 2010

Page 7: sehrengiz4

parası, emek, oyun-oynaş ve kader-kısmet toplayıp da onlardan çok çocuk yaptığı için

tabirleri ile bu anlamda kullanılabilecek özür dilemez. Bu nasıl ağa? Başına taş mı

geniş bir dil kompozisyonu yönetmenin düştü diye sormazlar mı?

Anadolu ve yerlilik hassasiyetlerinin birer Diğer filmin ise yüzü baştan kara.

nişanesi olarak çıkıyor karşımıza.” (1) Yahu arkadaş doğunun çilesini, evlat acısını,

toprak hasretini ne zamandan beri bir

eşcinsel üzerinden ifade ediyoruz. Ne

zamandan beri bu çileli hayat diskolarda,

barlarda aranır oldu. Hani “Falanca köyden

bir deli getir, falancadan da tuttuğunu

getir.”diye bir espri vardır. Bu film de ta o

meselin üzerine oturmuştur. Tuttuğun sahne

elinde kalır. Filmin başından sonuna kadar

eşcinsel çocuk kamera önündedir. Zaten de

filmin bitimi yine onunla olur. Filme adını da

eşcinsel olan Kado verir. Neyse… her şey bir

yana o güzelim doğu ağzıyla söyledikleri

“Kado” ismini bir eşcinselle zorla yan yana

getirmişler ya, ona üzülüyor insan.

Neyse…Biz burada kendi hayat

hikâyesinin de içinde yer aldığı Karpuz Gördüğünüz gibi film dediğimiz gibi.Kabuğundan Gemiler Yapmak filmiyle Bir de filmin temsil ettiği toplum ile hatıralarda kendisine yer açan Ahmet film kahramanları ve olayları arasında Uluçay'ı (2) rahmetle anıyor, onun gibi absürd bir ilişki olan yapımlar var. Bu sinemacılarımızın daha yüksek standartlarda sürünün başını “Beyaz Melek” ve “Güneşi bizlere eser bırakmasını temenni ediyoruz. Gördüm”ler çekiyor gibi geliyor.

....................................................“Beyaz Melek” ve “Güneşi Gördüm”

usta oyuncularla kurtarılmış bir film sınıfına

girebilirler. Beyaz Melek'teki bir sahne bile

filmin temsil kabiliyetinin ne densiz

olduğunu göstermeye yeter. Bir ağa var.

Ömrü Diyarbakır'da geçmiş. Diyarbakır'da

toprağı, torun tombalağı çok olan bu ağa, sen

kalk bütün avratlarını, çocuklarını,

torunlarını topla, onlardan çok çocuk yaptığı

için özür dile. Yahu Allah aşkına, oldu mu

şimdi! Değil 21.yüzyıl, 21000'inci yüzyıl da

olsa Diyarbakırlı bir ağa bütün ahfadını

(K. K. G. Y. filminden)

(K. K

. G. Y

. fil

min

den)

(1) Bunu nereden aldığımı hatırlamıyorum. Şimdi nereden bulayım di mi? Eğer çıkarsa, hakkını helal etsin.

(2) Uluçay'ın yolu, terk edilmiş bir ahırdan başlamış.

İlkokulu bitirdikten sonra, bir daha okumayan

Ahmet Uluçay, derme çatma sinema düzeneği ile

köyünde terk edilmiş bir ahırdan, köylülere film

seyretme imkânı vermiş. Köylerine gelen seyyar

sinemacıdan etkilenerek sinemaya heves salan yağız

delikanlı, bu her geçen gün büyüyen sinema aşkıyla

eline geçen eski-püskü kameralarla filmler çekmeye

devam etmiş. Birçok kısa film denemesinden sonra,

ilk uzun metrajlı filmi olan “Karpuz Kabuğundan

Gemiler Yapmak” ı çekmiş.

mart-nisan 2010

Page 8: sehrengiz4

Cih

at K

aram

an

Dumanlı yollarına küfrederek gittiği gençleri tarafından sevilirdi, evli bu kenti özlüyordu. kadınların korkusuydu nedendir Elinde bir fotoğraf, içinde karmaşık bilmem. Ama şeker gibi bayandı. Bir bir hayat, öteleri seyreden bir adam, göçmen kızı idi ve vardı bir inancı.önünde bir şehir, caddelerinde sisler, karanlık ve gizem dolu. Seyrediyordu Hemen ilerisinde pastane, sıcak bağrında yaşadığı şehri, elinde poğaçasını almak için mutlak bir tuttuğu fotoğrafın resmi… kuyruk olurdu. Zaten o zamanlar da

meşhurdu kuyruk muhabbetti. Tüp Ş i m d i y o l l a r ı n d a y ü r ü y o r , kuyruğu, ekmek kuyruğu, su betimlemesi zor, efkârı yoğun kuyruğu, maaş kuyruğu, yardım sokaklarda. Gurbet işte, hasret bırakır kuyruğu. Ama severdi insanlar, insanı ota böceğe, diye geçirdi hayata tutunurlardı. Kuyrukta içinden. uyuklayan elleri nasırlı insanlar... O kuyruğa bağlanmış umutlar... Ve Sabahın yorgunluğu… Caddeler niceleri… Bu böyle gider, iyisi mi mahmurlu gözlerle sağa sola kısa keselim kuyruğu. bakınmadan put gibi, kurulmuş saati andı ran insanlar la dolu id i . İ lerde postane, mektubu biz Düşünüyordu, yıllar önce bu sokak postaneye götürürdük, postacı ayağa aynı manzaradaydı. İnsanlar koşturdu getirirdi ve “uzağı yakın eder” derdik binalar değişti. İnsanlar aç kaldı, gelen kokulu zarfla ve “bak postacı yollar gelişti. Uykusuzluktan, geliyor selam veriyor herkes ona yeşillikler türedi, ama suni. Yıllar bakıyor merak ediyor” bu zamanlar öncesiydi, şu karşısındaki yolda için yazılmıştı. O zamanlar faturalar beklerdi devlet memuru servisi, o dağıtıp tebligat getirmezmiş, serviste bekleyen Neriman Teyzesi getirseler de biz bilmezdik. Postacılar vardı mahallenin, gençti ama evde gurbet illerin habercisi mazlumların kalmıştı ve teyze denmişti, mahalle dertlisi olurlardı. Ve postacılar

GEÇM

İŞ G

ÜNLE

RİN

HATR

INA

mart-nisan 2010

Page 9: sehrengiz4

kasabadaki her hanenin çocuğu olurdu kimi İri kıyım bir genç yerleri paspaslıyor, diğeri zaman. Değerli bir meslekti. Güzel bir hafif esmer kirli sakallı donuk suratıyla haberde alınlarından öpülür, elleri boş sabah mahmurluğunu atmaya çalışıyordu. gönderilmezdi. Ne garip, bıraktığı kasabada böyle şey

yoktu. Çok şey değişmiş. Döndü geriye ayrı Biraz ilerideki bakkal, içinde ne ararsan bir gözle baktı az önce yürüdüğü yola bulunan Hacı Tevfik'in yeri idi. Hacı denir şimdi, ne üçkâğıtçı bakkal Tevfik var, ne ama hacca gitmiş midir bilinmez. Her çayhane gözüküyordu, ne de Lütfü'nün üçkâğıtçılık bulunurdu adamda. Tuttuğu işlettiği eski berber, aynı usturayla bütün partilerden akşamki sabahkine uymaz. kasabanın hizasını alırdı. Postacı da yoktu, Aldığın bakliyat tartıyı tutmaz. Taze l ik ned i r b i l i yo r san tadamazsın onun elinden. Zücaciye, manifatura, arada m a n a v, b a z e n b a k l i y a t bulundururdu. Ama gazete satmaz “içinde doğru şey yok” derdi isteyenlere. (o da ondan değil hani kar payı çok düşük olduğu için, hatta hiç yokmuş) Tam bir numune üçkâğıtçı çarşı esnafıydı. Ve bu kasabanın çıbanbaşı idi. Eee… Bu da böyle gider bu kasabada Tevfik'in malzemesi çoktur yeri gelince devamı da anlatılır.

Bakkalın çaprazında çayhane... Hemen yanından geçiyordu. Hani insanların sabahın ilk saatleri ile doluştuğu, namaz öncesi ve sonrası toplandığı yerdi.

poğaçacının yerinde ecnebi memleketlerde Hemen karşısında Kasap Hüsnü, Rüştü gördüğü şapkalı kızlar ellerinde broşür Abinin oğlu, elindeki baba mesleği idi. Hiç dağıtıyorlardı yoldan geçenlere. Büyük sevmezdi. İlk zamanlar eve nerdeyse her harflerle food yazıyordu tabelada, gün bir kesikle dönerdi. Beyaz bir çaputla seyrediyordu...bağlanırdı. Yarası derin ise beyazlıkta mutlak kızıllık olurdu ve o durumda Bıraktı eski gözlüğü bir tarafa, ne kalmış mahalle çocuklarının oyununa girerdi. gittiği günden beri, ona bakıyordu. Cafenin yanında kuaför, hee eskiden Berber Lütfü Ve yol devam ediyordu ama onun işletirdi ama ondan eser yoktu, hoppala yan arşınladığı yoldu devam eden. Yoksa tarafında Firuze Bayan Kuaförü yazıyordu. hayalindeki, zihnindeki ve o eski Eee ne yaparsın devir değişti. Devam günlerdeki yol bitmişti ve durmuştu ediyordu adımlarına, daha nelerle yaylaya çıkılan yolun başında idi. Peki karşılaşacaktı bu kasabada, ilerdeki çay ayakları nereye gidiyordu? Baktı sağına, bahçesine attı kendini, belki iki üç hacı büyük bir tabelada “İki Dost Cafe” amca ile konuşur, kendine gelir, sorar halini yazıyordu, daha kepenkleri yeni açılmıştı. ahvalini memleketin.

mart-nisan 2010

Page 10: sehrengiz4

Kapının önüne geldi. İsim değiştirmişler, Dostlar Kıraathanesi olmuş, Seyfi Abi işi Yürüyordu, neden geldi buraya, neden büyütmüş herhalde, içeri adım atmış, eskiyi sildiler, hayalinden çıkardı. Hâlbuki çardak altındaki masaya yönelmiş… onu özlemişti ve bu yaşadığı yer, geldiği

- Selamun aleykum ağalar nasılsınız ecnebi memleketi, tıpkısının kopyası.iyisiniz, diye bir çakar millete selamı.

- Ne diyo lan bu, dedi dili ağzında Oysa neden dönmüştü Alamanya'dan? yuvarlanan biri. Sabah mahmurluğunu bir ezan sesi ile Öteki ondan daha atmak ve huzur bozuk bir lehçe ile: b u l m a k o

- Bırak ya onun i k l i m d e v e kafa iyi ne yapsın… güneşi tavuğun Sinirli bir şekilde: ç ı ğ l ı ğ ı i l e

- B e y l e r b i r seyredip yeni selam verdik, hayırdır güne merhaba ayıp mı ettik? demek isterdi. Birkaçı ayağa kalkıp A m a ö y l e tepki verecekti ki, olmadı ve çok içlerinden en sağlam ş e y l e r olanı: d e ğ i ş m i ş t i ,

- Beyler oturun e s k i d e n onun da kafası yerinde k a s a b a n ı n değil. g ö b e ğ i n d e

- Şuna bak ya b u l u n a n adam içmeden sarhoş c a m i n i n olmuş ya… karşısında idi, Hemen bir komi geldi n e k a d a r sinirli bir şekilde: m a h z u n , - B e y e f e n d i kederli, dertli, buranın huzurunu b i r k ö ş e y e bozmaya hakkınız yok! bırakılmış gibi hiç yüzünü bile dönmüyor

- Ne huzuru bozması, ben buraya yeni insanlar, yeni yerleşimlerin arasında kalmış geldim ve selam verdim. koca mabet. Etrafa bakındı herkesin eli

- Kardeşim burada ne işiniz var? cebinde ve kalmamıştı kimselerde vicdan, - Ya burada iki üç hacı amca ile yüklendikçe yüklendi insanlar kazanma

konuşacaktım. hırsına, para para para diyordu gözleri, - Beyefendi kalkın, dalga mı hepsi bir ayrı Napolyon olmuş. Eski

geçiyorsunuz, hacı ile buluşacaksınız kasabadan bir iz yoktu artık. Ve artık o eski meyhaneye geldiniz, gidin cami bahçesine, gözlüğü de takamıyordu. Artık yok oldu aaa adam sıyırmış aaaa! gözünde bütün büyüsü bu kasabanın

- Beyefendi burası ne? adımları kasabanın merkezinde durdu. - Ne gibi görünüyor efendim, durdu Kafasını kaldırdı koca bir yapı duruyordu

bekledi ve: arkasındaki cami ile boy ölçüşüyordu - Efendim burası meyhane, hadi duvarında outlet yazıyordu kalın koca

kalkın ve defolun sizin gibileri iyi bilirim puntolarla, karşı şeridinde birbiri ile yarışan gelip müşterilerin kafalarını hurafe şeyle yapının içinde eğlence merkezleri gençler doldurup canlarını sıkıyorsunuz. kızlı erkekli sarmaş dolaş tepinip

eğleniyorlardı. Olduğu yerde kafası döndü Adam neye uğradığını şaşırdı masadan ne oldu ne yaptık kim bizi bozdu hangi zani kalktı görevli eşliğinde sokağa çıkartıldı. kirletti bu bakir toprağımı ne umutlarım Uf be, ne çok bozulmuş buralar, şehrin vardı dedi ve yığıldı kaldı olduğu yerde, merkezinde meyhane hııım… dört yol ağzının ortasına…

mart-nisan 2010

Page 11: sehrengiz4

Tevf

ik H

atip

oğlu

BIRAK GÖK GÜRLESİN ANNE

mart-nisan 2010

Page 12: sehrengiz4

Hafi

ze

Betü

l D

urm

BİR DEMET SAÇMALIKYazar uçuşa hazır efendim!Yine takınmış en depresif melankolik hallerini, kelimelerin başka boyutlarına yolculuğa çıkıyor. Uzaylı, diyor kendisine ve kelimeleri birer melek olarak görüyor. Ama nasıl melek?! Kanatları var, evet ama onlara yetişmek ne mümkün? Yakalayacaksın, tutacaksın, kağıda yapıştıracaksın daa, oo hooo!!Yazar kaçışa hazır efendim…

Ergenlik bunalımları, diş ağrıları derken; işte geldi yirminci yaşım... Şöyle bir bakınca meyvesini almışım tabi 19 yılımın: 4 yeni diş ve kendimi beğenmişliğim! “Yumurtadan çıkmış, kabuğunu beğenmiyor” derdi, annem olsa. Olsun artık o kadar, büyüdüm ya anne!

Bazen “çok yaşamam” diyorum. G ö z l e r i m k a y ı p g i d i y o r gökyüzünden. Bir meteor parçası gibi belki, ama yakıcı değil, hayır kesinlikle değil... Gözlerim bir mum alevi, kendi dibini bile aydınlatamayan!... Hâlbuki ne d i y o r d u f e y l e s o f a m c a ; “ Ay d ı n l a n m a k i ç i n y a n , aydınlatmak için değil.”

Nedir o? Minik bir el mi uzanmış yanaklarıma ne? Ah çocuk, parmağını ağzına götürme; yanağımdan sildiğin damla, çok tuzluydu…

Nedir o uzaklardaaan görünen; bir umut topu mu? Valizini toplayıp geri mi dönüyor yoksa kalbimdeki baba ocağına…Belki de hep aynı görünmüyordur

dünya; batıdan ve doğudan, aşağıdan ve yukardan... Belki de bazen bakmasını bilmeli insan... Ölüm, sandığımız kadar da karanlık değildir belki...

Kıta kayması gibi bir şey yaşıyor beynim. Bir kısım alçalırken, bir kısım yükseliyor, sular seller doluyor, beynim sulanıyor. Bir kısım da birbirine giriyor, iyi mi? Volkan patlaması gibi bir şey yaşıyor beynim. Saç saçabildiğin kadar kelime etrafına, bırak başkaları toplasın senin dağıttıklarını.

Peki ya kendi dağınıklığım? Gerek yok, sen

hiçbir zaman düzenli bir insan olamadın

zaten. Biliyor musun; yurt hayatına hiç

alışamayacaksın... Yersiz yurtsuz bir insan

olarak kalacaksın sonunda. Sahi, senin

yurdun neresiydi? Yoksa sen zaten

alışamamış mıydın yurt hayatına?!

Sana yine yol göründü mü? Gördün mü bu

filmin sonunu yani... Yazılar kayıp gitmeye

başladı mı ekrandan? “Yolcunun duası kabul

olur, dua et bize.” Bu cümle farkettirdi

durumun vahametini... Üstelik henüz bir

valizim bile yok yüreğimden başka.

Sevdiklerimi yüreğime emanet ettim,

gidiyorum bakalım... son

mart-nisan 2010

Page 13: sehrengiz4

Buke

t Bost

ancı

Mecnûn misal, çöllerdeyimÂvârayım, dîvâneyimBilmem nice hâllerdeyimEyvâh derim duymaz mısın? Gaz lambasının kısık ışığında mimlemeye çalıştım kelimeleri; fakat nafile, söz kalbimi yakacak raddeye geliyor, bir türlü, haykırış olup da ulaşamıyordu kelama. Her türlü nağmeye aşina bilirken ruhumu, k a l b i m d e k i s ö z l e r i n d i l i n i çözemiyordum. Öyle bir ağrıydı ki bu nefesimde, her soluğum bir alev parçasıydı, aldığım nefes içerimi yakıyordu. Gayrıdan bakan bilmez sırrımı da, ben sarmaşık bağlamış dallar gibi içten içe ölmeye mahkûm…

“ Mim'i öyle bağlayacaksın ki evlat, ona bakan kalbindeki düğümü görecek. Elif'i hançer bileceksin. Diyecekler, işte yâr beni bu hançerle harap etti. Kaleme çaren gibi bakacaksın, hoyrat denizler gibi olma, izin ver kalbine de kendi yolunu kendi bulsun. Susturma kendini. Mürekkep kadar su da güzeldir. Mürekkep yazandır, su ise temizleyen. Tüm yazılar silinecek elbet, suyu da sev mürekkebi sevdiğin gibi.”

Kalbimi mi okuyor? İhtimal yok. Ben kendim bile bilmezken, üstelik kendim bile duymazken kalbimdeki haykırışı. Olamaz! Bu olamaz! Ben ki mürekkebe sevdalı, suyu nasıl seveyim? Kanımla yazdığım yazıyı gözyaşımla silmem mi gerek? Silmek için mi yazdım onca feryadı? Âh, susmak için mi haykırdım? Hem bak sen demiyor musun, bırak da kalbin haykırsın diye, yanlış mı işittim? Bırak beni, gitmeliyim artık, m ü r e k k e p b e n i b o ğ m a d a n gi tmel iyim. El ler im t i t r iyor. Üşüyorum. Âh! Feryâda yok yok bende hâlGörmez gözüm olmuş da lâlEfsûn mudur koşsam o âl

Yâr âh derim duymaz mısın?

mart-nisan 2010

Page 14: sehrengiz4

MU

CİZ

EM

E M

EKTU

PBillur Dilber

Seni bana nasip ve emanet edene hayatında şaşkınlıkla bakakaldığı farklı

yeterince şükretmemiş nankör bir bir tabloya dönüşür. Herkesin mucizesi

ağızdan dökülecek birazdan yazdıklarım. kendinedir. Bu da ne büyük hikmettir

aslında. Aksi taktirde belki de bu denli

Herkes özel ve farklı zanneder eline üzerine düşemez, bu denli derinden

tutuşturulanı, herkesinki kendine, sadece vurulamaz insan, ilk gördüğü anda...

kendine özeldir oysa, herkesinki kendi

mart-nisan 2010

Page 15: sehrengiz4

Henüz tanışmadık seninle ama ilk yaptığın “baaak bunu da yapıyooor”

tanıştığımız anı, Kâbe yi ilk gördüğüm ş a ş k ı n l ı ğ ı y l a i z l e n e c e k .

ana benzetiyorum şimdiden. Hiçbir şey Görmemişliğim olacaksın çünkü.

algılayamamıştım şaşkınlıktan ve çoğu Görmemiş olacağım çünkü. Kaldı ki

insanın bahsettiği gibi de hıçkırıklara bunları dilemedim de ben. Ben seni hiç

boğulmamıştım. “Sorun bende miydi bir şeyim olmayışına bir lütuf olarak

yoksa? Ben mi duygusuzdum, bende istedim seni simdi bana nasip edenden.

miydi problem?” Sen geldiğinde de “Hayrım yok, hasenatım yok” dedim,

aynı şey olacak muhakkak. Sana da “ilim sahibi olamadım ki eserim olsun”

şaşkın şaşkın gelip gidip bakacağım. dedim... “Hiçbir şeyim yok” dedim ve

Ve diyeceğim ki “gerçek mi bu şimdi?” “salih ve hayırlı bir evlat” istedim.

Aslında en gerçek olacaksın o Duaları kabul eden, dualarımı nasıl da

dakikadan itibaren. Ben annelerin hiç hızlı kabul etti bilsen. Şimdi

bir şeye hevesleri kalmayacağını şükretmeliyim çünkü hiç aratmadı seni

zannederdim. Zannederdim ki Allah bana yana yakıla. Ben “seni istedim”

tarafından alınır dünyevi istekleri. Çünkü “gidersem” dedim, “tek

Oysa her şeyi elinin tersiyle itmek mirasım olacaksın benim” Güzel bir

büyük bir cesaretmiş. İsteklerinden miras ol, bana merhamet et de olur mu?

soyutlanmak söz konusu değilmiş de,

meğer bu kendi iradenle her şeyden Sonra hiç olmadı benim “Biraz özgür

vazgeçmekmiş. Birinin annesi olmak takılayım, daha düşünmüyorum”larım.

artık isminden soyutlanmaya cesurca Hep düşündüm seni ben, çok

karar vermekmiş. isminle çağırılmak düşündüm. Dedim ki “sen isteyene

değil de, “şunun annesi olarak verensin, ver de özgürleşeyim.”

çağrılmakmış artık. Kendi iradenle Seninle başlayalım istedim ben.

kendi nefsinden vazgeçmekmiş meğer. Gerçekten bir şeyler yaparsam sensiz

Anlamamışım. “Kendi çocuğun olunca olmasın dedim. “Ver de azad et beni bu

anlarsın”lar gelip dikildi şimdi yalnızlıktan” dedim. Hem gitsin

karşıma. vicdanımda sinsice beslenen. Ne

yaptığımı sorgulayarak hayatı zindan

Henüz tanışmadık seninle. Hakkında etmeyeyim istedim ben. Bir gün

söyleyebileceğim çok şey yok belki huzuruna çıktığımda sonsuz mülk

ama hayallerim var sana dair. Uzun sahibinin diyeyim ki “Sen nasip ettin

zamandır bu denl i heyecanla ben bunu yapabildim, elimdeki en

beklemeyişim var bir şeyleri, uzun güzel şey bu 'senin için uğraştım'

zamandır çok merak etmeyişim var. diyebileceğim...”

Uzun zamandır huzurlu olamayışım Dua edenin dualarını kabul eden,

var, ama şimdi diyorum ki “meğer dualarımı kabul etti..

tanışmadan da bu denli keyifliymiş

seninle olmak.” Muhtemelen bana çok Henüz tanışmadan sevdim seni, dindi

büyük acı çektireceksin, sonra içimdeki fırtına gelişinin hayaliyle.

uykularımı elimden alacaksın, sonra Adına nice anlamlar yükledim, bir o

“neden ağladığını” anlamayacağım ve kadar da varoluşuna.

sinirden beni de ağlatacaksın. Belki çok

zeki, belki çok güzel olmayacaksın. İlk göz ağrım, güzel bir ilkbahar günü

Güzel olmasan da dünyadaki en güzel gelişini bekliyorum şimdi, gönderip de

olacaksın benim gözümde ya da çok emanet edene sonsuz teşekkürler

zeki olmasan da benim gözümde her sunarak.

'

mart-nisan 2010

Page 16: sehrengiz4

Abdulk

adir A

ltın

han

SÜRGÜN'ÜN ANATOMİSİ; DELİLİK

Sahne bir:Asker- hadi girin şu gemiye pislikler hadi! …....Deli, başlı başına var olan bir olgu Delinin biri- neden nereye gidiyoruz biz? deği l aksine mevcud ikt idar ın

Asker – layık olduğunuz yere d ü ş ü n c e s i n e g ö r e k e n d i n i Deli-sen niye gelmiyorsun ne farkın var? tanımladığımız toplumsal rahatsızlık

Asker- ben deli değilim ki…durumudur. Mesela ortaçağ döneminde Deli- Olamazsın ki!Avrupa'nın kilise ortodoksisine ve katolik duruşuna karşı gelen herkes içine .. . . .İşte ilk yolculuk başlamıştı şeytanın girdi kabul ediliyor, önce Fransa'nın ilginç bir limanından aforoz ediliyor, sonra cezası veriliyordu. sonsuzluğa, yüzlerce deli bir gemiye Peki, neden önce aforoz ediliyorlar? tıkılmış sürgüne gönderiliyorlardı fakat Cevap; kilise önce bu muhalif tavrı iki fark vardı bu sürgünde. Birincisi bu hitabına alır, sonra ona “bu deli” der. sürgün uzağa değil sonsuzluğa, ikincisi Evet, delilik gayet normal bir hal ama bu insanlar deli değil deli diye çağırılan bundan sonra şunu der: “bu deli ama kimseler, çünkü deli yoktur. Yani bu bir içine şeytan girmiş ve şeytan da tıbbî bir rahatsızlık değil toplumsal inancımızın düşmanı olduğuna göre bu organizmanın düzeninde bir aksaklık adamı yok etmek gerekir.” Aslında bu, unsuru teşkil eden ictimâî bir travma adamı aforoz etmek için göstermelik bir durumu. Bu bir sorgulama evresi ve bu sebeptir, çünkü bu adam daha muhalif evreyi yaşayanların adı yani filozofikal olmakla aforoz olmaklığını kendisi ilan duruştan tıbbî bir şekilde sıyrılmanın etmiştir. Çünkü düzene itiraz etmiştir, ismi..haliyle mekanizma kendini temize çıkarma adına bu adamı kendi içine ….. Nedir bu delilik tarihi, deli kimdir ya aldığını gösterir ve bu adamı bu da akıllı kimdir, duruşu kendinde mi mekanizmanın çarklarına uyum mevcuttur yoksa başka bir duruma göre sağlamadığını ve bu yüzden şeytanın mi şekillenir. Bu mevzuyu aslında askeri olduğunu söyleyerek yok eder. Micheal Foucoult Deliliğin Tarihi adlı Skolastisizmin bu tavrı aslında ilk çağda eserinde muazzam işlemekte. İşte şimdi Sokrates ve devamında Diogenes olmak biz de üstadın genişçe ele aldığı bu üzere birçok filozofun örnekliğinde mevzunun ana f ikr in i s iz le r le kişilik kazanmıştır. paylaşacağız.

mart-nisan 2010

Page 17: sehrengiz4

mart-nisan 2010

Page 18: sehrengiz4

NURİ PAKDİLOKUMALARI

OK

UR

NO

TLA

RI

mart-nisan 2010

Page 19: sehrengiz4

Yanakları ıslak perdeleri, kıyıları sızısı olan Ayşegül Toprak:denizleri, kelime şöleni geceleri, hızdan çekinip yaşamaya yürümek tercihi, yer sıkıntısından (Genel olarak:)biriken gözyaşları, derisine sinen direnişi ve Üstadı okurken kararsız bir gökyüzü oluveriyor İstanbul muhabbeti ile.... Yolumuza, ufkumuza insan."Çok kırık bir aynaya bakmak gibidir hayat ışık yakan güzel insana saygıyla...zaman zaman."(Kalem Kalesi hakkında:)Hem iç dünyamın hem de dışımda olup bitenlerin Daha kitabın başında içindekiler bölümünü ifade ifade olduğu tanıdık bir rüzgar gibi tenime eden iki kelimeyi görünce alışılmışın dışında bir dokunması adeta. İnsan bu cümleleri okuyunca kitabı elime aldığımı fark ettim: "gözetleme istese de kayıtsız kalamıyor; kaydı tutulan noktaları"hayattan... "İç bakış dehşetli hazinedir." "İçi öyle Hayatın bir içağacı olması fikri bende 'neden derin bir müzik ki insanın, yazarken." "Daima olmasın' duygusu uyandırdı. Bir içağacım terazinin ibresi vicdandır." "Gözyaşlarımı olduğunu bildiğim için daha umutlu olduğumu koyacak yer olmayınca çıkarmadım artık." söyleyebilirim artık."Sükun vadilerindedir anahtarları: girilecek "Dahasını söyleyeyim mi, Beyefendi, aslında kalelerin." "Hayattan umudu çıkarınca umut konuştuğumuz filan da yok; düpedüz, açık açık kalıyor gene: hayatın İÇAĞACI."çığlık çığlığayız" ne kadar da bizi anlatan bir İç fetih için kuşanılmış bu ifadeler bir müntehirin cümle demekten kendimi alamadım, tıpkı "Yoğun, ayaklarına dolanmayı bekler gibi; kim bilir belki ağır bir zaman: saniyesini taşımak bile belini de İÇAĞACInın kökleriyle... Değil dolanmak, bir büküyor insanın ..." gibi.dokunuş bile hayat suyu olur umudu çölleşen Yine "Tersinden okunan bir ve düşüncesiyle müntehirin...yürüdüm otobüs durağına doğru"yla muzip bir Ve öylece kurtarıp orada bırakmak niyetinde gülümseme yayıldı ortalığa, derken "insanın değildir hiçte! Ayakları yere basana kadar; gerçek yüzü ancak kesin anlarda çıkar ortaya" âraftakinin yanı başında; kristal zarafetinde zırh diyerek adeta ciddiyetle devam edin deyivermiş gibi bekleyişle. Ve çiziyor rotasını parmaklarını gibi hissettim.özenle dokundurduğu yazı makinesinin tuşlarıyla."Kokusunu alabiliyor muyuz acının?" sorusuna, Ve insanın kendine yolculuğu azıksız olmaz gözler önünde olanları göremiyoruz ki dedim dercesine: "İnsan kendini pusuda beklemeli." içimden..."Dilim döndüğü kadar sustum." "Göğüs göğüse (Batı Notları hakkında:)savaşmak, kendi kendimledir bu." "Özgürlüğü Batıya dair çok güzel tespitlerin yapıldığı bir kitap yaymalı..."Batı Notları, iyi ki okudum diyorum... Ruhu doyurduktan sonra ardı arkası kesilmeyen Yazarın daha kitabın başında kurduğu şu cümle bir kar tanesi şöleni. Sıkı sıkıya giyindikten sonra: özet mahiyetindeydi: "Ama öykünmekle, "Gerçekliği yeniden üretmek için, zihin, gecenin inançları davranışları farklı uluslara göre ilahi görünürlülüğünü algılamaya başlarken, düzenlenmiş kurumları almakla, onların aynısını çoktan araziye dağılarak güvenlik önlemlerini kurmakla, ulusal birleşime varmak mümkün alandır direniş." "Gökyüzü dört başı bayındır bir müydü?"ülkedir." "Girişim yapmak, insancıl bir Batıyla arasındaki mesafeyi "Batı, geometrisi ve davranıştır. İnsan gelişen çağın içinde yerini eşya ateşiyle karşıladı beni" cümlesiyle almak zorundadır. Çağ sürgünü olmak, çağın belirlemiş. Oysa bizlerin hayatında bu durumdışında olmak en alçaltıcı bir durumdur."oldukça rahat bir şekilde yer bulmuş durumda.Yaşamın bütün katmanlarını paylaşan bir aynadan Batı bu kadar samimi bir şekilde ancak bu kadar görüntüler gibi...güzel yazılabilirdi. Bir dostumdan dinlemiş gibi "Bir ülke utanma duygusunu yitirmişlerle okudum.dolunca, sürgünler ülkesi olur. Utanma duygusunu (Derviş Hüneri hakkında:)yitiren, kendi kendisini yitirmiş bir sürgündür."Bu kitap da tıpkı KALEM KALESİ gibi bir Geceyle (vakitle) dost ve ŞEHİRLE, HAYATLA solukta okunacak kitaplardan biri değildi. İki kez konuşan adam… İstanbul'la muhabbetleri okudum üstadı ne kadar anlamak nasipse o kıskanılacak derinlikte. "1453 koluma girdi, kadarını aldım diyeyim... vapura bindirdi..." "Saat küt küt küt." Adeta "Özgürlüğü yaymalı." Kalbi özgürleştirmekten zamanın kalp çarpıntısı... Ve Filistin. En derin başlamalı, gerçek sahibi ile doğru, samimi sızısı! "Filistin'i biraz daha sıkıştırdım derime." iletişim kurarak. "Önünde hep Akdeniz'in Filistin kıyıları." Kıyıları İşte tam da bunun için derviş uyanıklığı ile "İnsan Filistin kıyısı kılmak her gönle düşmez...kendini de pusuda beklemeli." "Bazen başımı ayrı mı taşısam, diye de Ve çoğu kez derviş suskunluğunu giyebilmeli, düşündüğüm oluyor; çünkü, aşırı gürültüyle dolu "Dilim döndüğü kadar sustum."içi." "Düş de olmasa ne yapardık." diyecek kadar

da İÇİM gibi...

mart-nisan 2010

Page 20: sehrengiz4

farkı öylesine göze çarpıyordu ki, yazar okuyanın Nafiye Yıldız:kendisini anlaması için zorluyordu, beni zorladı en azından. Ruhumun özünden yola çıkmaya Söze nasıl başlamalı bilmiyorum aslında. Uzun başlayacağım galiba bu kitaptan sonra.yıllardır sürekli duyduğum, kulaktan takip ettiğim Pakdil Hocamızın gözle görülen kendine has bir isimdi Nuri Pakdil. Bu duyumlardan mütevellit üslubu okuyanı önce bir önyargıya itiyor gibi. Ağır ürktüm okumaya. Lakin korkunun ecele faydası bir üslup kullandığı kanısına kapıldım önce, kitap yoktu, başlanmalı ve okunmalıydı artık.i l e r l e d i k ç e f a r k l ı l ı ğ ı a ğ ı r l ı k l a Ve Kalem Kalesi bismillah... İri iri taşlardı özdeşleştiremeyeceğimi anladım. Kendi kendime kelimeler sayfalarda. Soluk soluğa okudum. Sonra “ne çok aynı şeyler okuyor muşum” dedim hatta. bir daha okudum. Bir daha... Sahi telefon Birçok cümlesini zihin süzgecimden kalıntısız kulübeleri yanarken görgü şahitlerinin gördüğü geçmesi adına defalarca okudum sanırım. dumanı, görülmeyen ateşi göreniniz var mı? Kalem ve cümle adına güzel sözler edilmiş Kitaba ne oldu acaba?kitapta; “…kalemse parmakların arasında: Dağınık zihnimle Batı Notları'nı okumaya kendisini çeken kâğıttan uzaklaşıyorsa kalem, başladım. Zihnimin dağınıklığına hiç aldırış bilinçaltı yardıma koşar.” Bilinçaltına hiç etmedi, gezdirdi durdu. O heykel senin bu kilise inmeden bilinç üstü mü yazıyoruz ne diye benim (Roma için yapılmış en uygun düşündürdü beni bu cümle. Ve kitap içinde altını tanımlamadır bence ''put kuyusu.'') Bu yerler çizerek içime aldığım en güzel cümlelerden biri; hakkındaki düşüncelerini teyit etmek için çıkmış “Benim siyasetim inancımdır, benim inancım gibi geziye Nuri Pakdil.siyasetim.” İstanbul'a veda etmenin derin melankolisi Derviş Umut demiş bir de Üstad, umudu olmayan bir Hüneri. Pakdil trende giderken şehrinden, el hayattan neyi çıkartmalıydı acaba elde umudun sallıyor gibi Sirkeci, Bostancı, Süleymaniye, kalması için. Olandan olamayanı çıkarınca borçlu Üsküdar... Dile gelmiş perde, kitap kolileri ve çıkmıyor mu sözcükleri namluya süren el bu apartman dairesi. Sessizliğin iççekişleri eşlik hayata?ediyor ustaya. ''Gözyaşımı koyacak yer olmayınca Tarihi konmamış ve alınmamış mektuplar. çıkarmadım artık: kalabalıktı: iskele: beklerken.'' Sözlerin, gürültülerin davranışların tek düzeliğini Kelimeleri bu şekilde yola getirmek derviş hüneri üzerinden silkeleyip atan ve yazanlarının imzasız gerektiriyor sanırım. bıraktığı bu mektuplar, yer yer gülümsetip, zaman Zihni dağıtmak iyidir. Toplaması zordur. Biz de zaman düşündürdü beni. Evet, en çok da toplamaz uç uca ekleriz. düşündürdü. Bu mektuplar bitiriş cümlesiyle, ilerde yeni sözcükler görmek adına yeniden Tuba Keleş:başlayabilir olmasını dipnot düşüyor kendi içine. Direniş, insan, Mekke, Kudüs ve İstanbul. Kalem Kalesi'nde, “hayattan umudu çıkarınca Direnişin mekanikleşmeden önceki devingenlik umut kalıyor gene” diyor üstat ve sevdiklerinin hali satırlar arasına sızmış keşfedilmeyi bekliyor. ona neden şeyh dediklerini daha net anlamamı Sonra insan yitiğinin künyesini arıyor altı harfin sağlıyor bu cümleleriyle. Ve de bu cümlelerini içinde, tarihi konmamış bir mektup güncesinde. kaçış yok sorgudan diyerek bitiriyor cesurca, Bu mektuplar her defasında çığlığını arttırarak çekinmeden.düşmüşler sayfa aralarına. İmzasız olması mektup Hiçlikliğimizi hala hissedememişliğimizden, olarak anılmalarını engellemiyor yazarca. Ruhunu yabancılaştırılışmışlığımızdan* bahseden şeytana satanların alt alta yazılması Nil'i

cümleleri güzelliğiyle mest edip doğruluğuyla kurutacağından bu işe hiç girişmiyor yazar.

can yakıyor. Velhasıl diriltiyor üstat, hatırlatıyor, Bu mektuplar bence kitabı daha bir okunur hale

bakmayın da görün diyor, uyanın diyor...getiriyor. Ben kendi açımdan bir sonraki

(*)doğrudur; dizgi, düzelti yanlışı yok :) mektubun merakı ile çevirdim sayfaları, imzalı bir mektup bulmak düşüyle okudum cümleleri…

Gülnaz Eliaçık: “Tekil bana çoğuldan daha etkin görünür daima.” Gerçekten de öyle değil mi? Kuru bir

(Kalem Kalesi hakkında:) kalabalıktansa, ıslak bir tekillik iyidir galiba. “Yiğitlik oynayınca mı yiğit olurum sanıyorsun Suyun sızdığı her yerde buram buram yaşam ki?” Sahi yaptığımız şeyleri olduk mu sanıyoruz kokar daima. Ve yaşam vicdanımızı kemiren kurt acaba? Sesimizin yankısı kaç kat koyulaşıp sesleri arasında sürüyor bu kitapta. değiyor kulaklarımıza? Nuri Pakdil yazmak eylemini kalemine öyle Nuri Pakdil, Kalem kalesini okuturken kendime ustalıkla öğretmiş ki; “yazmak, Ağrı'dan daha ağır de birçok soru sordurdu. Yukarıda ki içime bir dağı yüklenmektir” dediğinde ben yöneltmiş olduğum, sorulardan sadece bir ikisi. sarsılıyorum lakin onun kaleminin mesnedinde bir Kitabın sayfalarını çevirdiğim ilk andan itibaren kıpırdama yok! Bu cümlenin ardında gelen cümle

mart-nisan 2010

Page 21: sehrengiz4

hiç de sarsılarak yazılmış gibi durmuyor. Kalemi mı yanmadı mı? Yandıysa eğer kim, neden yaktı? ya da cümlesi değil sadece bu cümlelerin kalem Kitapta en karışık bulduğum bölüm bu kulübelerin ucunda ki intiharına şahitlik eden günleri ürküyor, yangın hikâyesi… Bu yangında sesler kirleniyor, bu kadar. Kalemi bu eylemden memnun, cümleleri sabrı sürme niyetine gözlerine çeken defter de kaleme kurban edilmekten. sayfaları bulunuyor. Bir ülkenin güdümlenmiş Ve işte imzalı bir mektup, Kafeşayüş belki de sorunsalıyla bağıntılı bir telefon kulübesinin kül Debernuş; “Olmak durumunda olmamak” hali arz oluş/olmayış hikâyesi epeyce zihin karıştırıyor. ediliyor bu mektupta. Niçin yaratıldığımızı Yazarın kitap içerisinde asıl vermek istediği zihnimizden çıkarmamak, olmak ya da olmamak yazmak üzerine öğütler bence. Bu öğütler kimi durumumuzun farkında olamamak… Pakdil yerde imzasız mektupların içine girmiş, kimi Hocamız bu mektuplarda kendi kendini yerde bir yangının küllerinden derlenmiş, kimi yüreklendirme girişimi yaptığını söylüyor. Her zamanda şapkalı 'Â' nın okunuşunda; Bir mektup ayrı bir söyleyiş onun için, her mektup cümlenin âsi bakışı kanını fokurdatsa da, yazar, ayrı bir oluş. kalemini sağlam tutmalı: sesin rengi en güzel

infilak. İşte tam da bu yüzden hayat bize sunulan çok kapsamlı bir bağış. Yazmak üzerine en çarpıcı sözlerinden biri de; “ne ki, bütün aynaları yürüyeceğim diye i n a t e d i y o r s a n ı z , y e n i d o ğ m u ş bebekmişçesine üzerine titreyeceğiniz bir yazının doğum sancıları çoktan başlamıştır b i l e : t ek öne rge l ik ka lemi e lden düşürmemek.” … “engele uğramış iradeniz, hiçbir şey olmamışçasına kalemin yanına gözcü bıraktınız mı?”Galiba biz kalem tutmaya çalışanlar, kalemimizin yanına cümle bekçiliği yapacak g ö z c ü l e r b ı r a k m a d ı ğ ı m ı z d a n , yazd ık la r ımız ın çoğunu k imse le re göstermeden silip atıyoruz. Ne dersiniz? Kalem kalesi cümleden surlar ördü içime, inadına yazmalı, dedirtti. Okuyarak yazmanın önemini bir kez daha kavradım ben bu kitapla. Bir sayfa yazmak için yüz sayfa okumak gerekiyor hakikaten. Kalıcılığı, özgünlüğü yakalamak adına çok okumak şart. Hele ki Nuri Pakdil gibi değerli kalemleri okumak, anlamaya çalışmak illaki şart. Kalem kalesinin son yapraklarına konan yolcuğun kâğıda düşen sesleri, kitaba ayrı bir renk ve akıcılık katmıştı bence. Pak bir dille

…Özneleri sona takılacak filler… Bu cümleyi yazılmış bunca cümlenin ardından Batı Notları'nı

okuduktan sonra özneleri başa yazmayı pek okumak için sabırsızlananlardanım bende.

sevmediğim geliyor aklıma. Dil bilgisi kurallarına “Edebiyat'ın yeri sanki bir gemidir ve ağır ağır

az buçuk riayet derdine düştüğümden beridir batmaktadır sulara:…” Edebiyatın edebini

kurallı cümle kurma girişimindeyim sadece! kalemlerimize giydirmek dileğiyle…

Bazı cümleler paranın darağacında son nefesini (*) :Doğrudur, dizgi düzelti yanlışı yok.

verdiğinden kitabın elli dördüncü sayfası boşlukta sallanan cümlelerle dolu adeta.

Erman Çekiç:“Avrupalılaştırılınılamadıklarımızdanmısınız mı mı?(*) Aaaa! Bir İNSAN kalmış burada hâlâ.”

(Kalem Kalesi hakkında:)Bu kitap ilk baskısını bin dokuz yüz doksan sekiz Bugüne dek okuduğum en tadı damağımda kalan yılında yapmış ve yukarıda yazılan cümleler on bir fakat bir türlü bu tada acı veya tatlı bir anlam yıl sonrası içinde hala geçerliliğini koruyor ne yükleyemediğim tarzda kitaplardan biriydi. yazık ki. Batı merakımız bitmek tükenmek Dağarcığımı bir sağa bir sola vurur gibi oldu, bilmiyor ve Nuri Pakdil bu üç cümle ile bunu kitabı bitirip kendime gelmem epey bir zaman gözümüze sokuyor adeta.aldı. Nuri Pakdil beni bir serpmeyle avucunun Ve yanıp yanmadığından hâlâ emin olamadığım içine aldı.telefon kulübeleri… Bir bilen varsa söylesin yandı

mart-nisan 2010

Page 22: sehrengiz4

Karıncaya g ıp ta edebi lme yürekl i l iğ i Hafize Betül Durmuş:gösterebilmeliyiz. Yazıya geçirdiğimiz her cümlenin değil her harfin sorumluluğunu (Kalem Kalesi hakkında:)boynumuzda hissedebilmeliyiz. Kalem Kalesi; direnişin kitabıydı bence. Başta İstanbul'un özel bir yeri, Kudüs'ün daha özel bir başlıktan anlıyoruz bunu: Kalem KALESİ… yeri var. Ülkenin durumu üzerinde düşünülmesi Daha sonra içindekiler bölümünün adlandırılış gerekli özel bir konu… Telefon kulübesi şekli yine bizi bu kanıya götürüyor: gözetleme yangınları ve mektuplar… noktaları… Ve yazarın o sözü: “Ben direnişi çok İçinde bulunduğumuz çağı, toprakları, şartları bir seviyorum; inandırıcılık gücü var da ondan.”*bir anlama girişimi. Buna ek olarak içe dönük de Kalemle, sözle direniştir yazarın kastettiği. bir derinlik vurgusu. “Sözden daha etkin yumruk Sesimizi yazarak duyurabileceğimizi vurguluyor olamayacağı” inancıyla söze esaslı bir giriş… Üstad. 21. yy. insanları olarak hepimiz “Devrimci bir suskunluğun” çığlıkları gibiydi. gördüğümüz haksızlıklar karşısında elimizin “İçsesimi yitirmemeye özen göstererek” daha az kolumuzun bağlı olduğuna dair hemfikiriz. Ancak yazabilme sebatını gösterebilmeliyim artık. Bu yazar buna karşı çıkıyor. “Yazmak aynı zamanda erdem gereklidir.bir Hücum Komutudur.”* diyor. Yine insanların (Batı Notları hakkında:)haksızlıklar karşısında çok çabuk öfkelenip sonra Nuri Pakdil, Almanya, Fransa ve İtalya gezisinden öfkesini hemen bastırmasını bir suç olarak edindiği izlenimleri aktarırken bizde birtakım niteliyor yazar. Öfkenin bastırılması da uyanışlara sebep oluyor. Sanki hiçbir şey sorumluluğunu unutmakla aynı anlamı taşıyor. Ve beklemeden gittiği Avrupa'dan, ülkesinin ve ne yazık ki biliyoruz öfkelenmemiz gereken yerde coğrafyasının değerini daha iyi anlamış olarak sessiz sakin durduğumuzu. Sorumluluk üstlenmek geri dönüyor. Zaten bütün gezintisi boyunca zor geliyor çünkü her birimize… “Cürmümüzün Doğunun ilgisini ve işaretlerini yanından tanığıyız”* yani…ayırmıyor. Her daim bir tarafı Doğu'da... O, Batı'yı Umutlu, inançlı, duyarlı, dikkatli, sabırlı, geziyor ama siz ondan Toros dağlarını, Muş sorumluluk sahibi, azimli, kimliğini yitirmemiş, ovasını, Elbistan içmelerini, Maraş'ı, Yenikapı yenileşme ve kökünü tanıma çabasında olmanın eleğimsağmasını, Mekke'yi ve Medine'yi direnişin temeli olduğunun farkına vardım dinliyorsunuz. Ve tabi Filistin'i ve Kudüs'ü… “Kalem Kalesi”yle…Baktığında herkesin görmediğini görebilecek bir “Sersem sepelek bir 'ah!'; fakat, bırakmamış tefekkürle hareket etmenin sonucudur bu. ünlemini.”* Çok şey ifade ediyor bu sözler… Sezai Karakoç'un medeniyet yazıları geliyor Ünlem işareti, bir karşı duruşu simgeliyor. Evet, aklıma, Hakan Albayrak'ın Bismillah Hotel'ini sersem sepelek olabilir, ama ünlemini düşünüyorum, içimizdeki ortak sesi duyuyorum. bırakmamış; hala direniyor… “Ah” sözcüğü Makinenin egemenline, içindeki cömertliği, “ünlem ifadesi” görevinden hiçbir şey samimiyeti yitirmiş, betonlaşmış insana, kaybetmemiş…heykelciliğe ve onun doğurduğu putçuluğa, “inkâr Bir çok şeyi pat diye insanın karşısına çıkaran bir

kitaptı… Bir çok şeyin farkına vardır bu sayede...Ünlemini bırakmayan “ah”lardan olmamız duası ile… * Kitaptan alıntılar...

Muhammet Çelik:

(Kalem Kalesi hakkında:)Kalem Kalesi'ni okudum. Nuri Pakdil'in savaşçı yüreğine sağlık. Elimi ateşe dokundurup çekmiş gibi oldum. Bende uyandırdığı duygular: direniş, sabır, inanç, umut, sorgulama ve dik duruş oldu.Elimde bu kitap ve “Koşumsuz çıplak bir tay gibi” dağıldı saçlarım. labirentlerine”, sömürüye bir başkaldırı, bir Beynimde “bilinçlendirici bir ilerleme” oluştu direniştir ve bir “girişimdir”, gezi boyunca yazarın sanki. Kalemi elde doğru tutuşun, geceyi doğru yanından ayırmadığı. Afrika'ya da özel bir ilgi yönetişin, güneşi bekleyişin ve dikkatini vardır kitap boyunca gözümüzü ayıramadığımız. kaybetmeyişin inceliklerine vasıl oldum. Kitaptaki edebi üslup ve özellikle benzetmeler de Atını gece gündüz koşturmuş, kan ter içinde harika diyeceğim ama yine de eksik kalacak… bırakmış, bir cümlenin bitimine bağlamış. Sonuçta kendimize dönüp baktığımızda umut Dağın doruğuna ayak basmadan önce başarıdan güneşinin hala parlaklığını yitirmeden her sabah söz etmemeye ant içmiş ya da. üstümüze doğduğunu görüyoruz.

mart-nisan 2010

Page 23: sehrengiz4

(Klas Duruş hakkında:) kelimelerin, direniş, dik duruş, diriliş ve hesabını Nuri Pakdil'in bir cümlesi bir kitabından: “Saat verebileceğimiz toplam bir ömür. Allah'ım kaç olmuş… hâlâ bir çocuk yürümemiş bu d i y o r u m , b i z i d e a l ı ş a m a y a n l a r d a n , sokakta!” yozlaşamayanlardan kıl, yürüt bizi alnımız ak Bu cümleden yola çıkarak düşüncelere dalıyorum. olarak! Âmin…Şâir bu dünyanın bu çağının yozlaşmasına alışamıyor, hele bir alışsın, şâir olmaktan çıkıyor, teslim oluyor, direnişi kırılıyor. İşte yalnızlığı kendisine özenle her gün her gece seçen usta yazar, penceresinden gözlemliyor bu yozlaşmayı ve yazıya geçiriyor. Şaşkınlık bu çağın yalnızlarına… Belki de çocukluğunun Maraş'ına ve o sokaklara bir özlem güdüyor. Özlemin olmadığı hayat, hayat mıdır? Hazzın duyulduğu kadar da elemin duyulmadığı hayat? Acı duymayan, dert taşımayan bir mütefekkir olabilir mi? Zehir tabletleri çikolatayla kaplanıp Hindistan ceviziyle süsleniyorsa pazarlarda, bencil bir mutluluk yutulabilir mi? Aynı kitapta ve birçok kitabında yazar, gürültüden şikâyet edip duruyor. Ve insanların bu otomobil gürültüleri arasında nasıl uyuduğuna hayret ediyor. Çıkarım cümlesi: “Bu kadar mı duyarlılığını yitirdi insan?” Bu cümleyi yazan Pakdil Usta, sobası olmayan ve kaloriferi de nasılsa yanmamış soğuk bir odada, masa lambasının ışığında, direnişe geçen ruhuyla kitap okumaktadır. Uyku tutmaz ama, insanın düşmanı “sessizliksizlik”e karşı da durmak gerekir ki o an yakalanabilsin. Geceyi öpe öpe uzatır adam… Zarifoğlu'nun Yaşamak'ta dediği gibi: “Bütün büyük ânlar yalnızlıktan yontuldu.” Aynı şaşkınlığı hem Cahit Zarifoğlu'nda hem de Rasim Özdenören'de görmüştüm. “Sokak lambaları açık unutulmuş sanki” diyerek ironik bir şekilde sabahın bereket saatinde hâlâ yanan sokak lambalarına bir anlam veremiyorlardı. Sezai Karakoç ise arabaların ezdiği kedilere çağımız insanının bakıp geçmesi gibi bakıp geçmiyor, yüklediği anlam direnişi dirilişe dönüştürecek bir cümledir sanki: “kedilere kim öğretecek trafik bilgilerini / ki hayatlarıyla ödüyorlar karşıdan karşıya geçmenin bedelini.” Direnişte ve dirilişte beraber olacak arkadaşlar aramak da vardır bu yalnızlık sevdalılarında. Bu yüzden Klas Duruş'ta “Kopmamasıya bağlanılmış arkadaşlıklar gereksinimi…” cümlesi geçer. Hatta buradan Atasoy Müftüoğlu'na geçebiliriz. Vakti Kuşanmak'ta: “Tanışmak, birlikte başlamaktır, birlikte bitirmektir. Birlikte solumak, birlikte duymak, birlikte yürümek, birlikte dayanmak, birlikte katlanmaktır…” Durmaksızın akan manevî kan ve donuk kan birikintileri her yerde! Görebilmek ve dünyayı değiştirebilme azmini kılcal damarlarında hissedebilmek… “Ekşimiş süte dönmüş bir toplumda” “duyarlı bir dengeyi tutturmaya çalışmak…” Böyle zor bir “dimdikliği” vardır edebiyatçının duruşunda. Hayatı da içine alarak

NURİ PAKDİL DEN ALINTILAR'

“Bütün yönler silme Mekke...”

“Ok, amacına, yanlışsız ulaşmalıdır.”

“Oysa insan sürekli düşünmek zorundadır bir şeyi: yaratılış bilgeliğini.”

“Yeryüzüne biterim.”

“Boynumuz ağrıdı batıya bakmaktan.”

“Bir gün ulaşacağımız yeryüzü yaşasın!”

“İpi kopmuş deve gibi ortalıkta dolaşıyor çağ. Bu çağı tutmalı bir yere, sağlam bir yere

bağlamalıdır.”

“Söylesem öldürürler, söylemesem öldüm.”

“Yola çık, yol açık…”

“Bu cümle mutlaka alınıp demir ocağına götürülmeli, ehlileştirilerek cümlenin yeni hâlinden uzun menzilli silahlara mermiler

üretilmeliydi.”

“Oysa erkenden kalkarız, güneşin doğuşunu gözetleyerek ve kendimizi deneterek! Uygarlığımızın özünde, insanın kendi

kendisini denetlemesi ve gözetlemesi vardır.”

“Göğe bir makas attı martının biri.”

“Filistin'i biraz daha sıkıştırdım derime. Başkan Abdulhamid'in marangozhanesine inip

çivi çakışı geliyor aklıma.”

“Dimdikseniz gerçekten, bu dimdikliğin sonu nereye varırsa varsın.”

“…eylem, eylem… yeter artık kâğıt üzerinde.Fiilen; olacaksa, olsun!

İmza:Beklemekten işi bitmiş fiil.”

“Anlamak fiilinden meşaleler yapılmalı : yeryüzünde birbirimizi görebilmemiz için.”

“Ciddi Yanış dâima destansıdır.”

mart-nisan 2010

Page 24: sehrengiz4

İklim

a M

ert

BİR KAR YAZISISevgili dost, Yenilenmiş sanki, her lem'asından huzur Karın ayak seslerini duydum bu gece. akıyor. Lapa lapa yağan sevinçler Gecenin körüne yakın bir vakitten hemen topluyorum bahçelerden sonra. Kardan sonraydı. Kurtların ayininden biraz önce. bir adam yapıyor üşümeye yüz tutan o İlkin usul usuldu hane-i huzurumuzdaki ufacık eller.yeri. Ürkek ve yorgun. Islanmış ve Sevinçli ve geç geldi bu kış kentime. suskun.. İlkin usul usuldu sesi, sessizce Eskiden sıcak kentlerin soğuk komşusu izliyordu kendine biçilen zamanı ve derdim ben ona. Zira karı kışı pek haşindi. mekânı. Durmaya niyeti yoktu , bilinmeye Sevgiliye zulmeden o nazlı can gibiydi. takati. Şimdi; kimsenin gözünde kimse yok diye Bir yalnızlık ekti çehremize siliniverdi. tabir ediyorum kentin yalnızlığını.İnmedikçe derununa bilinemedi, yok olup Ve kar tanem,gitti avuçlarımızdan. Eridi ve eksildi. Hiçbir vakit beyaz felaket demedim ben Oysa, ne güzeldi usulca inen karın sana. "Hayatımı felç ettin dur gayrı!" hiç ardından yiten bakışlar. Hep daha uzağa demedim. Hayatın ve kışın ta kendisisin bırakılan hasretlikler, ümit çırpınınşları ne sen, yağmalısın... İster usul usul gel güzeldi... Kızasım geliyor usulca sevinç ol gözbebeklerimizde, ister deli kaybolan kara. Giderken ki hali boynuma boran ol şahit ol hırçınlıklarımıza. Sen hep dolanıyor, içim elvermiyor bir şey yağ üstümüze tüm berraklığınla. demiyorum.. Kimsenin içinde kar özlemi yok artık, fark İşte yine o korkunç ağrı yüz buluyor etmiyorlar doğanın ve aslında Mevla'nın bedenimde gezinmeye. Ta şuramda ince ince mizanını. "Beyaz felaket" diyorlar bir sızı. Söz vermişlerdi bana kimliksiz sana şimdilerde. İnsanın gözüne perde a ğ r ı l a r ı m . K a r s ı z g e c e l e r d e inende, tevafuklar zuhur edende, diller lal bulaşmayacaklardı dünyalık elbiseme. gözler kör olanda oluyor acı feryatlar. Sen Tutamadınız ya sözünüzü aşk olsun size! masumsun kar tanem, masumsun ve Haydi gezin bedenimde izin veriyorum. içimizdesin.Sol yanımdan başlayın kıvrandırmaya. Ki Kar tanem,sonra yas tutacağım karın ardından.. Köy yokuşlarında kızaklar kaydırdığımız Sevgili dost, da sensin. Rüyalarımda üzerinden paralar Feryadıma dayanamadı kar tanesi. Bu topladığım da. Şems'in Mevlana'nın defa izine yüz sürmüyor bakışlarım. elindeki şarabı alıp üzerine boca ettiği o Suretine ram olmayı bahşediyor. kar da sensin. O kırmızı bade dökülünce

ilahi güçle açan al güller senin üstünde. Evlere şenliksin, dağlara kar. Sarıp sarmala ruhumu, sızmasın içimize hiçbir koyuluk! Rabb'in eşsiz tecellisisin yüzümüzde bilir misin? Mevla'nın sunduğu o muhteşem muhabbet...Çiçeklerin var sonra senin, adını senin verdiğin. Çiğdem ve nevruzdan önceki mevsim. Ve her bir tanendeki o ince işleme..Nasıl da gözlerim doluyor toprağın bağrına kondurduğun tanelerin farkını düşündükçe. Bir bilsen... İçim ürperiyor böyle zamanlarda. Hamd'ı köle ediyorum Mevla'nın yollarına. Yaşatacağız ruhunu canhıraş sevenlerinle. Merak etme. Sen yağ toprağıma sana felâket diyenlere inat...Sevgili dost,İçimden bir kış geçti, bahar kokuyor gözlerin.. Haydi tut ellerimden..

mart-nisan 2010

Page 25: sehrengiz4

sürgün oldum bu hayatın yar”. Gökyüzünden habe r imin o lmadığ ı bu zamanlarda gözlerim kaldırım taşlarıyla oyun oynar dururdu. Ve elimde belki okurum diye tuttuğum gazete kâğıdı kaplı bir şiir kitabı… Tıpkı hayatım gibi sonunu bir türlü getiremediğim sayfalar, kıtalar, mısralar…Seni uzaktan seyrederdim. Gözlerim hasretinle bir kat daha çoraklaşırdı.

Perdeler arasındaki boşluklardan sızan Bazen kaldırım taşları olur;ışık huzmeleri tüm yatağın üstüne Ayak parmaklarına dokunurdum, birikmiş cirit atıyor. Yeni doğan günle Bazen İsrafil olur ahşap pencerelerin kenarlarından tabiatın Savururdum saçlarını. üflediği soğuk ama bir o kadar güzel ağaç Uzaklara hayrandım. ve çiçek kokuları yayılıyor odaya. Oralarda arardım bakışlarını. Kulağımda önce yükselen sonra gittikçe Yolumu aydınlatırdın. kaybolan motosiklet sesleri. Kanımı Karanlık yokluğundu, harekete geçiren mutfakta kaynayan Mahpus hayatı sürerdim sensiz. çaydanlığın ibiğinden yükselen taze Soğuktan buz keserdim geceleri.buhar… …Yataktan kalkıp hemen mutfağa geçtim. Adımlar ımı s ık laş t ı rd ım. Trene Bir bardak çay alıp kahvaltıya oturayım yetişmeliydim. Yol üstünde başını öne derken birden annemin sesi kulaklarımda eğmiş, baktığı noktayı adeta delip geçen yankılandı: “beynamaz”. Alelacele d i l enen b i r ih t iya ra r a s t l ad ım. bahçedeki çeşmeye koştum. Etrafı çiçek Gömleğimin cebinden tüm paramı tarhlarıyla kaplı önünde küçük bir tekne çıkarıp, önüne serdiği mendile bıraktım. bulunan bu çeşmede yüzümü yıkarken Alın çizgileri yüreğimi kılıç gibi kesen bu geçen yılın on sekiz martında diktiğim adamın toprakla yıkadığı uzamış saçları yoncalar biraz daha boy atmış, yüzünü belli belirsiz kılıyordu. Başını susuzluktan birkaç yaprağı kuruya kaldırıp bakmadı bile bana. Biraz kalmıştı. İçlerinde henüz hiç filiz ilerledikten sonra sadece sesi duyuldu: vermeyen hala ilk günkü gibi birer “Ayrılık bir ateştir; pişirir. Her şeyden fidancık olarak kalanlar da vardı. Onları kaçıp sana dönersin. Bu ateş seni kendine sularken hayatımda bu bir yılın nasıl götürür, kendine getirir.”geçtiğini, acaba benim de gönlümde İstasyona trenin kalkmasına az bir zaman susuzluktan kuruyan, sahibinden su kala vardım. Son trendi… Giden yolcuları dilenen fidanlarım var mıdır diye içimden uzaktan seyrediyordum. Bir sigara geçirdim. yaktım, sen kal diye içime çekiyordum. Bardağımda kalan son yudumu aldım, Hareket eden bir tuvalde ince fırça sinegahıma taht kurmuş yan komşum darbeleriydin… Siyah beyaz… Ve rahmetli Mustafa dededen yadigâr adımını attın. Senle birlikte hayatın tabakadan bir de Maltepe sigarası yaktım. renkleri de trene bindi. Lokomotifin sesi Annemin benim için mutfaktaki raflardan daha da arttı ve millerin hareketi hızlandı. birine bıraktığı bir miktar parayı ve Uzaktan seni seyrediyordum. Yürüdüm, anahtarı alarak istasyona gitmek üzere tren raylarının yanına vardım. Kara yola çıktım. bulutların kapladığı gökyüzünden ………. damlalar boşaldı bir bir. Sana ağlıyordu bu Bir yıl kadar önceydi. Okul çıkışlarında en sema ve ben demir raylara düşen yakın durağa gidip bir minibüse binmek yağmurla senin ezgini mırıldanıyordum yerine yürümeyi tercih ederdim. dudaklarımda.Yüreğimde bir ses inlerdi: “gözlerinden

Asım Aksoy

UZU

N H

İKÂYE

mart-nisan 2010

Page 26: sehrengiz4

ÂŞIKLARDENİZİ

III

Nebiye Arı

Gürültünün Aydınlığında Olası Sesler

Kulakları sağır eden bir uğultuyla sarsılıyordu öğretebilmek için. Yaşasın kendilerini üstün şehir, bombaların alevleri yüksek ateşte sanan zavallı ırkların bedbahtlığı.. kaynayan bir çorbayı andırıyordu. Genç Genç kız örtüsüne bürünüp kapıdan dışarıya attı Filistinlinin gözlerini kamaştıran bir curcuna bedeniyle benliğini, askerler şehre girmeden başlamıştı şehrin sokaklarında, koşuşturan önce kardeşini de bulup güvenli bir yere insanlar karnavalına dönmüştü köşe başları. saklanmaları gerekiyordu. Etrafa göz gezdirip Demokrasi balyoz misali düşerken gökten, deli gibi koşturdu caddelerde, bombalar geride Özgürlüğü nakşetmek isterdim kurşunlarla özenle dağıtılmış savruk insan parçacıkları beyinlerinize, bırakarak çekilmişlerdi yuvalarına.Fakat kaçmalıyım şimdi merhametle patlayan ellerinizden. -Direnmeliyiz! dedi İbrahim heyecanla. Ona

bakıp güldü yaşça büyük olan Yasin:'Bombardıman bitince nefes almalarına imkân -Bizlerin çocuk olduğunu hatırlatırım sana vermeden tanklarla şehre girmeliyiz, yerle göğü İbrahim. Atacak birkaç parça taştan fazlası da bir etmeliyiz. Emir anlaşıldı mı asker?' Telsizin yok elimizde. ahizesinden tankın gövdesinde saklanan cızırtılı -Yüreğimiz de mi yok be kardeşim? Bizi bizden bir evet sesi gelmişti. Aylarca ülkesinden uzak başkalarının savunacağını, mermilerle aramıza o l m a s ı k o m u t a n ı z a f e r k o n u s u n d a siper göğüslerin gerileceğini mi sanıyorsun? endişelendirmeye başlamıştı, şu aptal insanların Annelerimiz ve kız kardeşlerimizin namuslarına küçük direnişleri işlerini zorlaştırıyordu. Halbuki el uzatmadan gideceklerini mi düşünüyorsun? bıraksalar şu direniş denilen aptallığı, üstün Bu güne kadar hep havadan saldırmış şehre ırklarının hakimiyetine girseler, anlasalar ne tanklarla dahi girmeye cesaret edememişlerdi. denli aciz olduklarını sorun kalmayacaktı. Şimdi direnişin zayıfladığını ve tükendiğimizi Patlama sesleri, yerini yaralı insan iniltilerine düşünerek acımasız duygularını azık edinip bırakmıştı. Komutan Abraham bombardımanın geliyorlar doğrudan ölümümüze. Durmalı bu bittiğini fark ettiğinde 'bugün bu şehir de toprağa geliş! Dur-dur-malıyız.. Allah yardımcımızdır. gömülmeli' diye homurdanarak askerlerine Kafasında tasarladığı planını arkadaşlarına hareket emri verdi. Tanklar gürültüleri ve havaya heyecanla anlatmaya başladı, hızlı hızlı nefes kaldırdıkları toz bulutu ile yola çıktılar. alıyor duraksamadan çoşkuyla sıralıyordu Şehre doğru ilerliyordu özgürlük elçileri, şehrin cümlelerini birbiri ardınca.. insanlarına özgürce ölmeyi/ şehadetin tadını

mart-nisan 2010

Page 27: sehrengiz4

Çöz çocuk ellerini/ Taşlar hasretli./ Tutkaldan göz süzgecinden ince ince eleyip avuçlarına bombalar/ Sevimli suratlar/ Dağılan yuvalar/ koydu tablomsu yüzünü. Elini hafifçe kaldırıp, Beklenen intikamlar var. asi kızın açılsa nefret dökülecek dudaklarına

doğru götürdü. Eli kıza yaklaştığı sırada Bataklık kokusu ve şehir insanlarının tıp oyunu, komutanın kafasına bir taş atılmasıyla böğürmesi askerlerin sırtlarındaki tanklarının güvencesiyle bir oldu. İbrahim elinde taşlardan oluşturduğu şehre yaklaştığının habercisiydi. Genç kız cam mühimmatı ile ablasını kurtarmak için tanka kırıklarının üzerine aniden basmış gibi irkildi ve doğru taş atarak koşuyordu. Genç kız ona doğru donakaldı rutin tank seslerinde. Tekrar koşmaya koşmak isterken, komutanın elinin onu başladığında dilinden ağıt dağılıyordu sokaklara; engellediğini fark ederek kendini kurtarmak -İbrahimmm nerelerdesinnn?? istedi. Komutan bir eliyle kanayan başını, bir Genç Filistinli Yasir, nişanlısını evde sağ bulmak eliyle de âşık olduğu isyancıyı sürüyerek tanka ümidiyle hızlı hızlı yürüyordu. Yüreğinde uçuşan doğru ilerledi. İbrahim'in taşları elinden bedeni şüpheleri gidermek için büyük çaba sarf etmesine ile birlikte yere yığıldı. Tankın üzerindeki asker, rağmen, kalbinin koşturmasına engel silahını havaya kaldırmış avının kıvranışını olamıyordu. Eve ulaştığında derin bir nefes alıp, izlemekten zevk alır gibiydi. bombaların es geçtiği bu ev için şükretti Rabbine. Genç kızın çığlığı ve gözleri aynı anda Heyecanlı hareketlerle eve girip nişanlısı boşalmıştı. Komutanın kolunu daha sıkı Zehra'ya seslendi, sesine karşılık huzur verecek kavradığını hissetti, kurtulma çabaları sesi bekledi. Şüphelerinden arınmak yerine bin faydasızdı. bir tanesini de ekleyerek evden dışarıya fırlattı Yasir caddenin öteki ucunda yaşananları görünce zihni, taş misali gövdesini. Puzzle dağıldı, donup kaldı, nişanlısı bir askerin elinde, kardeşi ayaklar ına dolandı , yere kapaklandı . ise kan havuzunda taşlarıyla ölümüne uyuyordu. Şüphelerinin yerine korkular sarmıştı bedenini ve Koşması gerektiğini düşündüğü dizlerinin zihnini. hareket etmekte zorlandığını kavrayarak kendine İbrahim ve küçük ordusu savaş oyunuyla gelmeyi denedi. karıştırdıkları bir gerçeklikte boğuluyorlardı Komutan son bir hareketle inatçı kızı tankın içine kanlarıyla. Taştan cephanelerinin ve küçük soktu, askerlerine yaralı olduğunu ve hemen geri bedenlerin üzerindeydi artık koca tank. Kaçıştı dönmeyi istediğini emretti. Genç kızın çığlıkları çocuklar mahalle aralarına, mermiler uçuştu tankın içinde yankılanıyordu. artları sıra melekler misali yanaklarını öpüp Yasir sevdiğinin çığlıklarıyla kendine gelip, gittiler. Sırtını duvara yaslayan İbrahim derin bir caddenin ortasında son hızla tanka doğru nefes aldı, gözleri kaçan, vurulan, ezilen, ölen koşmaya başlarken belindeki silahını da eline arkadaşları üzerinde zik zak çizmeye başladı. aldı. Planının başarısızlığa uğramasına ve böyle acı Komutanlarının emri ile tanklar karargâhlarına sonuçlar doğurmasına şaşırmıştı. Kendini doğru yöneldiler ve kendilerine doğru koşan bataklıkta yıkanmış, suçluluk duygularıyla Yasir 'i göremediler. İsyancıların olası kurulanmış leş gibi kokan bir böceğe benzetti. saldırılarından bir an önce kurtulmak için hızla Değiştirmeliydi bu durumu. i ler leyen tanklar, Yasirden daha çok -Bu küçük isyancılar da nerden çıktı? diyerek uzaklaşmıştı. Silahını doğrultup bir kaç el ateş küfürler savurdu Komutan. Lanet olsun! etti Yasir, ayağına takılan İbrahim'le beraber yere Tankların paletlerini kanlarıyla kirletmişlerdi yığıldı. Kana bulanan ellerine ve İbrahim'e bücürler. bakarak gözlerinin suyunu caddeye özedi. Başını Koşan çocukların kendisine çarpmasıyla sarsılan elleriyle tutup göğe doğru bağırdı - Allahım sen Zehra, çocuklardan birinin kolunu tutup yardım ettttt!! İbrahim'i sordu. Çocuk tankların olduğu yönü gösterdiğinde, hiç düşünmeden yola koyuldu ve Gözlerimi açtığımda suda süzülmekte olduğumu kendisini içinde komutan Abraham'ın bulunduğu görüp, uyuyamadığım halde nasıl kâbus tankın önünde buldu. Kara gözlerindeki nefret görebildiğimi anlamaya alıştım. Ölüm, ışıltıları, komutanın gözlerini ovuşturmasına karmaşam karşısında kahkahayla gülmeyi sebep oldu. Komutan, savaşan tehlikeli bücürleri sürdürüyordu. Dehşet kelimesini açıklamamı ve tüm gerginliğini bırakarak, kıza karşı isteselerdi, bu hikâyenin sonunda hissettiğin yoğunlaşan duygularını dinledi. Askerlerine asi duygu karmaşasının adıdır, diyerek cevaplardım.kıza dokunmamalarını söyleyerek tanktan yola Filistin hikâyelere konu olmaktan öte, insanlığın inmeye koyuldu. Genç kız duruşunu hiç acizliğini ispattır. değiştirmemiş, kıpırdasa kıyamet kopacak gibi Aşıklar denizi sular altı mezarlığında ölüler olduğu yerde titriyordu. Komutan kıza yaklaştı, utançla gömüldüler derinliklerine..

mart-nisan 2010

Page 28: sehrengiz4

Ayhan

Asl

an

YARIN BAŞKA BİR GÜN

Rozerin

Cihat Barış

mart-nisan 2010

Page 29: sehrengiz4

Seher OrtaönerSeher Ortaöner

şehre

min

iM

ust

afa

Kad

ir

Med

sus

mart-nisan 2010

Page 30: sehrengiz4

Bakırköy'ün ve hatta İstanbul'un en güzel doktorları? O zaman dışarıdaydık işte. bahçesinde oynaşırken bir sincap ile Senle ben dışarıda muhteşem bir ikili köstebek, kaçışırken bülbül ile gül taze olurduk bre kardaşlık. Beyoğlu'nda “iki açan lalelerin korkusuyla ve işte en dirhem bir çekirdek” Ha, ne dersin? Ama sonunda hemşire görününce bahçe öyle elini yumruk edip çeneye koymak kapısının hemen altında, onu “Yumruğu yok. Deli derler adama.”Çenesinde Duran Adam'a” hikâyesinin bir parçasını anlatırken bulurdu bahçenin Son cümlesini Öyle bir söyledi ki, sırnaşık kedisi. göbeğini hoplatarak gülmesinden aziz

kargaların rahatı kaçtı da saraylarından “Yaaa! İşte böyle bre kardaşlık. Neymiş? birer ikişer kaçtılar.Ayaklarım soğukmuş da yatağın içinde ona ilişmeyecekmiş! 'Yok daha neler' Sabahtan beri 'Yumruğu Çenesinde dedim sonunda. Önce salonda yatırdı Duran Adam'a geçmişini anlatan Selim'i beni. Sonra biraz yumuşadı, e tabi üç seyrediyordu. Havuzun hemen başındaki çocuğun hatırı var bre kardaşlık. Bir gün banka oturmuş soğuktan çişinin geldiğini dedi ki “orada sırtın ağrırsa yatağa gel fark etmeyecek kadar çok dalmıştı ama ayaklarını bene iliştirme.” Bak! Lafa Selim'in bu haline. Oturduğu yerden bak. Hiç denir mi bu bana? O sinirle kaşıyla gözüyle, bazen el hareketleriyle kaptım ayaklarımı doğru şöminenin Selim'in anlattıklarını yorumluyordu başına… Soktum harlı ataşın içine k e n d i m u h a y y i l e s i n d e . B a z e n ayacıklarımı. Gerisi… Gerisi buradayız sinirleniyor, bazen üzülüyor bazen de işte bre kardaşlık. En çok da benim deli gülüyordu elinde olmadan.olduğumu zanneden kızıma öfkem. Ülen En çok da Selim'in karısının “deli misin asıl deli o karı yahu. Hiç bakma bana öyle. be adam ayakların ne geziyor orada” Tabi eli çenesinde, havuzun içinde deyişine gülmüştü.dinlemek kolay. Sen hiç ayaklarını ateşe Yüzünün kıvrımlarına ilginç bir soktun mu? Ne? Sıcak suya da mı gülümseme kondurarak 'deli mi?' diye sokmadın? Yuh sana bre kardaşlık!” … dalga geçmişti.“Hah işte doktor da geliyor. Ülen bu adam Ve sonra tekrar hayale daldı. Belki hâlâ da doktorsa… Seni heykel sanıyor yahu. çişinin geldiğinin farkında bile değildi. Nerede ecdadın o pösteki saydıran

Sem

ih H

üday

i Ö

nce

lSO

N E

YLÜ

L

mart-nisan 2010

Page 31: sehrengiz4

Yetmiş beş senelik bir serüven… Dile Şimdi ne yapmalı? Hayır, hayır bunu kolay ama zihne uzun bir ömürdü onunki. yapamazdı. Bütün merakını dizginleyip Karısını düşündü uzun süre. Gözleri ölümü beklemeliydi. Zira 'vasiyetimdir' doldu, sanki gözyaşları yeşil yeşil diyerek doktoru ve aynı zamanda can süzülüyordu gözlerinden. Sorsanız dostu Sami Bey'den rica etmiş, “bizim “soğuktan yaşardı, ne ağlaması yahu” mezarımıza yatırırsın” demişti. Sami Bey derdi, fakat o da biliyordu ki soğuğu hiç ise şeref duyacağını söylemişti. önemsemeden saatlerce bu bankta oturabilirdi. Kırk altı senesini paylaştığı Bahar, yemyeşil ıhlamur ağaçlarında tatlı Leyla'sı gözlerinde canlandı ve uzun süre bir tebessüm gibi parıldayan çiğ taneleri gözlerini bile kırpmadı. Gözyaşları ile, ağaçtan ağaca koşuşan sincap yavrusu y ü z ü n ü n ç i z g i l e r i n d e , g e z i n i p ile ve başını arada sırada çıkarıp ortalığı gezinmemekte kararsız oynaşıyorlardı. kolaçan eden serçenin varlığı ile Uzun bir süre böyle bekledikten sonra Bakırköy mahallindeki bu bahçeye tarif elini röpdşambrının cebine attı, buraya edilemez güzelliğini sunuyor ve 'işte misafir geldiğinden beri –ki o, buraya nihayet geldim' diyordu. Birkaç ihtiyar bu gelenlerin hep birer misafir olduğundan misten daha mis, temizden daha temiz bahsederdi- sakladığı lale soğanını bahar sabahının aşk ile sunduğu selamı çıkardı ve tekrar hayale daldı. Leyla ona kaçırmamak için bahçede her zamanki bu soğanı ölmeden birkaç yıl önce yerlerini almışlardı. Bazısı güneşe vermişti. Ölümün kapılarını ne sırtını vermiş, 'kemiklerini zaman çalacağını düşünmeden ısıtıyor', kimisi gözünü sözleştiler: Bu laleyi 1962 kamaştırarak masmavi yılının –ki bu tarih, onların gökyüzünü seyrederek evl i l ik ler inin e l l inci 'maşallah, maşallah' yılıdır- güzel bir bahar z i k r i n i t e k r a r sabahında ev ler in in ediyordu. Kimisi de bahçesine dikeceklerdi. mutlu çehreleriyle bu Artık bu üzgün ihtiyar 62 genç bahar kokusunu baha r ın ı t ek baş ına teneffüs edip yaşlı g e ç i r i y o r d u . U z u n c i ğ e r l e r i n e ' a s ı l ' g e c e l e r d e v e a y r ı c a b a y r a m s e v i n c i n i sabahlarında uzun süre bunu yaşat ıyor lardı . Diğer düşündü. Dikmeyecekti, bu laleyi tarafta ise birkaç orta yaş L e y l a s ı z a s l a t o p r a ğ a delikanlıları Deli Petro'nun –ki kavuşturmayacaktı. Moskova büyükelçiliği yaptığı sıralar

meczup olup buraya getirilmiş idi- Leyla'nın eşine teslim ettiği o laleyi bir önderliğinde düz koşu yaparak bu güzel bahçıvan özenle yetiştirmişti. Bu, öyle bahar sabahının tadına varıyorlardı.herhangi bir bahçıvan değildi tabi ki. Ünü ta Avrupalarda duyulmuş, bazı İngiliz Bahçenin en derin ama en anlamlı üniversitelerin Türk bahçe kültürüyle köşesinde düşünceli ihtiyar hiç göze ilgili dersler vermişti. Belki yetiştirdiği çarpmadan o sincap yavrusunu seyre ç içekler hele de la le ler 'Haf ız dalmıştı.Çelebi'ninkiler kadar güzel, bir 'katre-i Arada bir cebinden lale soğanını çıkarıp matem' kadar manidar olmasa da Leyla burnuna götürüyor koklar gibi yapıyor ve için yetiştirdiği bu lale soğanı eşsizdi. büyük bir özenle tekrar cebine Onunla yat ıp onunla kalkmışt ı . yerleştiriyordu.İngiltere'deki dostlarıyla fikir alışverişi Sonra da başını kaldırıp sincap yavrusunu bu yüzden İngiliz gazetelerinin dikkatini ağaç dallarında gezinirken bulmaya celp etmişti. Ve o 'İngiliz dostlar', bu çalışıyordu.ihtiyarı her bahar nezaketen ziyaret Birkaç gündür düşüncelerini meşgul eden ederlerdi. İhtiyarın yanından ayrılırken de lale soğanını tekrar cebinden çıkardı, kibarca “O lale toprağa kavuştu mu gözlerini kapadı, soğanı burnuna iyice kuzum” diye de sorarlardı. Evet, belli ki yaklaştırdı ve derince bir nefes aldı, bu lalede farklı bir şeyler vardı. Acaba gözlerini uzun süre kapalı tuttu. Şimdi neydi? Belki Leyla biliyordu da Leyla vardı gözlerinin önünde; Leyla ve söylememişti bu meraklı ihtiyara… elinde lale soğanı öylece karşısındaydı…

mart-nisan 2010

Page 32: sehrengiz4

Neden buradaydı? Zihnini kurcaladı. Geçmişini kulağı ağır işitir olmuş, yemeklerden tat alamaz yokladı, hatıra kayıtlarında uzun süre gezindi, olmuştu. En çok üzüldüğü bahar çiçeklerinin gezindi, fakat nafile… Niye burada olduğunu bir hele hele ıhlamur ağacının –ki ıhlamur kokusuna türlü çözemedi. Yüzündeki hayat çizgilerinde iki bestelediği bir hayli şarkısı vardır- kokusunu küçük damla geziniverdi sessizce. Bulamamıştı duymaz, alamaz olmuştu. Kavuşma gününü yaşlı adam. Leyla'yı kaybettikten sonra ne özlemle bekleyen bu zarif ihtiyar vâdesinin yaptığını buraya nasıl geldiğini bulamamıştı. dolduğunun farkındaydı da. Fakat 'yaş yetmiş iş Belli ki kendi de yaşamıyordu artık. Nefes bitmiş' tabirinin aksine son iki yılda udunu alıyordu fakat yoktu sanki… Biraz daha kafa elinden hiç bırakmadı ve farklı makamlarda yordu. Sanki, sanki bir şeyler hatırlar gibi oldu. onlarca besteye imzasını attı. “Aman Sami Bey, Biri gelip “başın sağ olsun beyim” diyordu. Ama sakın beni gömmeden bu besteleri teşhir o “kim öldü ki” diyordu fısıldayarak. Kimdi o? etmeyiniz” diye de dostu canına tembih etmişti. Yüzü tanıdıktı ama, yok işte. Bunları O da seve seve söz vermiş, bu şaheserleri düşünmekten bitap düşen gövdesini öylece hastanedeki odasında kilit altında tutmayı uygun yatağa bıraktı. görmüştü. Yerde bembeyaz bir örtüye sarılmış yatan biri S a z a r k a d a ş l a r ı n d a n v e e n s e v d i ğ i var. Üzerinde sarı saplı bursa işi bir bıçak musahiplerinden Cinuçen Beyefendi, onun bu duruyordu. Tekli koltukta heybetli bir adam çalışkanlığını çok kıskanır ve “üstadım sen ne oturuyordu. Herkesin başı öne eğilmiş, ama o büyük bir sanat erbabısın, bu ülkede senin adamın gözleri kapalı bir şeyler okuyor İsfahan misallerini çoğaltmak ülkeye yapılabilecek en makamında. Evet, İsfahan makamı… Âsım büyük hizmettir.” Diyerek hayranlığını belirtirdi. Âgah Efendi o cüppeli adamın ne söylediğini tam Ayrıca ileride yapacaklarının da sözünü vermiş anlayamıyordu fakat makamın ne olduğundan sayılırdı. Agâh Efendi onun yeteneğinin en adı gibi emindi. A. Âgah Efendi o heybetli başından beri farkında olduğu için Cinuçen'den adamın ne okuduğunu herkes el açıp Fâtihâ hiçbir bestesini saklamaz –ki Agâh Efendi bunu okumaya başlayınca idrak edebildi. Ve o da el ondan beste isteyen bazı yeni yetmelere yapardı.- açıp bir Fâtihâ okudu. Odadakiler yavaş yavaş ona gönlünün ve zihninin kapılarını ardına kadar yerlerinden kalkmaya başladı. Sırayla Âgah açardı. Bu aziz ve müstesna eğilim Türk Efendi'nin yanına gelip, “hocam, başımız sağ Müziği'ne yapılmış en büyük katkıdır ki Cinuçen olsun” , “beyim Allah size uzun ömür versin” , Bey Türk Tasavvuf ve Klasik Müsiki'nin en “Efendim kendinizi helak etmeyiniz” gibi sözler büyük üstatlarından biri olacak ve literatürdeki söyleyip –ki bunlar Âgah Efendi'ye göre birer yerini saygıyla kazanacaktı.lafı güzaftı.- odadan çıkıyorlardı. Âgah Efendi Bir nefes… Son bir nefes… Semaya yükselecek yanında oturan gence döndü ve “yahu delikanlı son bir Hayy… Çok kolay gibi gözükse de bazen kim öldü ki?” diyebildi… insan soğuk terler döker, ateşi tavan yapar; belki

buz kesilir, titrer ve belki çok uzun müddet sıkıntı Yaşlı adam bu yaşadıklarını bir türlü çeker. Ama bazen o kadar huzur dolu olur ki… hatırlayamıyordu. Zaten artık çok da önemi Önce karşısında kendini tanıtana 'hoş geldin' der, olmadığını fark etti. Zira kafasını kurcalayan “bu kadar çabuk mu?” diye sormayı da ihmal başka bir konu vardı: Leyla'sının hatırasını etmez; ama halinden son derece memnundur. toprağa iade etmeli miydi yoksa ona çok da uzak Beyaz Melek nam zat görevini ifa eder, kişi Hayy görünmeyen ölümü mü beklemeliydi? Biraz İsm-i Şerîf'i zikreder. Ve asıl hayat işte o zaman düşündü… “Yarım metre derine… biraz bastır… başlar. Herkes etrafında toplanır, o, onları ve besmele çek ve…” diye mırıldandı. Ve sonra “ne yatağında hareketsiz yatan kendini seyreder son diyorum ben?” dedi kendi kendine. Artık son bir kez. “yahu ben ölmedim. İşte dimdik kararını vermişti. “Ölüm bana çok uzak ayaktayım.” Der. Fakat sesini kimseye görünmüyor zaten.” Diye geçirdi aklında. Bir an duyuramaz. Yatağın kenarında ağlaşıp duranlara kendini Leyla'nın yanına gömülürken hayal etti. sesini yetiremez. Sonra, belki kendini selatin On birinci tahtayı da yerleştirdi. Ama bu hayale camilerin birinde musallada iken, bir de çukurun ihtiyar nefesi yetişmedi. Gözlerini açtı aceleyle içinde bembeyaz örtüye sarılı iken görür. Oradan derin bir nefes aldı, sanki son nefesiymişcesine. tok sesli, kimsenin görmediği birinin sesi Ve sonra gayri ihtiyarî “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi duyulur; “el-fatiha”… râciun.” diye mırıldandı ve tesbihini cebinden İşte o kadar. Malumunuz odur ki aziz dostlar, çıkarıp çekmeye başladı. insan ömrü iki parantez arası kadardır. “Aç

parantez, doğum yılı, araya bir kısa çizgi, ölüm Artık iyice yaşlanmış, kırkından bu yana yılı, kapa parantez…” Sizce daha mı uzun? Bir yüzünde beliren çizgiler istikâkını doldurmuş, düşünün isterseniz.

mart-nisan 2010

Page 33: sehrengiz4

Sabahın ilk ışıkları baharın tüm cıvıltısını Ne güzel bir ölümdü. Belki odadaki ağlaşanların pencereden içeri buyur ediyordu. İhtiyar adam, hepsi bu ihtiyara imreniyorlardı. Henüz üç ay uzun yılların verdiği bir alışkanlıkla gözlerini önce ayakyolunda cansız bedenini buldukları açmış ve bir süre tavanı seyre dalmıştı. Fakat Meczup Tarık'ı hatırladılar teessürle. Ona ne sonra bütün doğrulma çabalarına rağmen bedeni kadar acıdılarsa Agah Efendi'ye de o kadar direnmiş, o takati kendinde bulamamıştı. seviniyorlardı aslında.Kendini çok yorgun hissediyordu. Bir türlü üzerindeki ağırlığı atıp da yüzünü güneşe Ne güzel bir ölümdü onunki. İhtiyar göz dönememişti. Bir süre la havleleler ile kalkmaya kapaklarını kıpırdattı biraz. Sanki bir şeyler çalıştıysa da nafile… artık yatağa mağlup söylemek istercesine. Gülümsüyordu sevimli olmuştu. “ee ne yapalım bu gün de yatak galip ihtiyar. Bembeyaz yatağın içinde ihtiyarın geldi” diyerek ümitsizlik duvarına galebe çaldı. b e m b e y a z y ü z ü n d e b i r g ü l ü m s e m e . Fakat gün ilerledikçe rahatsızlığı artacak, beyaz Odadakilerin şaşkın bakışları altında “Hoş önlüklüler odasını 'nezaketen' ziyaret geldin” dedi ihtiyar güçlükle. Evet, 'hoş geldin' edeceklerdi. demişti. Ama kime? Yakınları bu sorunun

cevabını çok iyi biliyordu. Hakikaten gelen hoş Güneş yükselip de vakit öğle namazına gelmişti. Bir güzel kokuyu da beraberinde yaklaştıkça odadaki ziyaretçi sayısı artmış odada getirmişti. Sadece birkaç kişi duyabildi bu misk-i boş yer kalmamıştı. Hasta ihtiyarın ziyaretine amberi. Odanın her yanında geziniyordu. Ta ki o gelenler geçmiş olsunlar dileyip, kısa zaman ana kadar…içinde 'acizâne' ama 'halisane' kendi şifa Zorlanmadı. Hiç zorlanmadı. Bir nefes… Son bir çarelerini dillendirdikten sonra abdesthanenin nefes… Titremeden, terlemeden çıkan son bir yolunu tutmuşlardı. Takatsiz ihtiyar ise her nefes… Bütün herkesin hayran bakışları gelenden helallik istemeyi unutmamıştı. Helallik arasında bir Hayy daha yükselmişti semaya. İşte istediği gönül erbabı dostları onun bu haline asıl vuslat buydu. Askerden dönen yiğidin karşılık iki damla gözyaşını canı gönülden yavuklusuna kavuşması ya da yıllarca gurbetin kurban ettiler. Fakat “Aşk olsun Agah Efendi acı tadına bakıp da yurduna döneninki değildi. daha senden el alacak niceler var.” Demeyi de Asıl sevgiliye kavuşmaktı bu. Tüm insanlığın görev addediyorlardı. canı gönülden arzuladığı ama herkesin

ulaşamadığı andı bu…Çağrıldığının farkında olan ihtiyarın yatak ömrü hiç de uzun olmadı; zira birkaç günü daha Tabutu bir musallada görürsün. Bir de orada, işte helallik almakla çabucak tüketiverdi. Geceleri orada… On bir tahtayı örterler üstüne iki avuç ateşlendi, gündüzleri taş gibi soğudu. İhtiyarın toprak… O kadar…gönül ehli dostları bu birkaç zor gecede onun en büyük yardımcısı oldular -ki bu onlar için ömrü Böyle işte genç adam… İki parantezin hayatlarında bulamayacakları bir övünç kaynağı içindekiler işte bu kadar. Şimdi soracaksın haklı idi.- Geceleri ihtiyar sayıkladı onlar dinledi, ateşi olarak: O lale nerede? İşte orada… Tüm yükseldi elinin tersini besmeleyle derece sitemiyle beni, bizi gözlüyor. Sinirli ve mağrur… yaptılar. Ya doktorlar?… Doktorlar ne mi yaptı? Hangisi mi? Şu tek başına söylenen kara lale var Onlar ellerini iki yana açıp dillerini yuttular. ya… Yaaa kara, hem de kapkara. Boynu Rahat bir ölüm olması için dua etmek ise yine bükülmedi, dimdik duruyor. Kış geldi ve o hala ihtiyarın musahiplerine kaldı. dimdik. Leyla Hanım bir tek bana söylemişti ne “Doktor” dedi, kendini toparlayarak. Odadakiler renk açacağını. Beyaz açacaktı; bembeyaz bir ilk önce yine sayıkladığını düşünüp çok lale olacaktı. Mezara yakışmayacak kadar beyaz. önemsemediler. İhtiyar “dostum” zayıf bir Gönülleri, rüyaları süsleyecek kadar beyaz. Bu gayretle. Yumruğunu açtı ve “sözünüzü yüzden eşi benzeri yok onun. Bu yüzden geldi o tutunuz.” Artık nefes alıp verişi iyiden iyiye İngilizler evimizin bahçesine de çiğnediler zayıflamıştı. Elini fazla havada tutamadı, Doktor çileklerini. Gazeteciler onun için günlerce Bey emaneti alır almaz ihtiyarın bembeyaz eli çektiler fotoğrafını da süslediler manşetlerini. Ve bembeyaz yatağa düşüverdi. Dostları bir süre işte bu yüzden ağlarım her gece sessizce odamda. şaşkınlıktan öylece kaldılar. İhtiyarın son Kinini kusmuştu bana lale. Öfkesini saçmıştı nefesini korkuyla bekleyen Nedamet Hanım bahçemin dört bir yanına. Tutmadım diye, hemen elinde tuttuğu mavi işlemeli beyaz verdiğim sözü tutamadım diye. Ama ben ne tülbenti zarif bir hareketle ihtiyarın çenesine yapayım? Haksız mıyım ha? Beyaz açacaktı o, geçiriverdi çabukça. Nedamet Hanım'ın bu hem de bembeyaz. Ama artık dayanacak gücüm görevi de eda etmesinden sonra o büyük sessizlik kalmadı genç adam. Son bahar son gücünü yerini hıçkırıklı ağlama nöbetlerine terk etti. toplasın da gelsin. Vursun da devirsin şunu artık.

mart-nisan 2010

Page 34: sehrengiz4

ErmanÇekiç

EmineCoşar

EY DOST

KONUŞAN SAAT

Söyle dostum…! senin ve benim bir yaprağınki kadar savrulmaya

hakkımız yok aslında bu dünyada. Bu dünya

Parmaklarımın kaskatı kesilmesi belki demişken.. Evet bu dünya….

kollarımdan, belki gövdemden, belki kalbimden,

hani uzağı iyi görüyor diye övündüğüm Güle oynaya yerleşmedi iman gönlümüze, henüz

gözlerimin, aslında ne körlere taş çıkaracağı beşinde bir çocuğun misketleri yuvarlaması gibi

zamanda, hala saçlarımın arasındaki bir tek vurdurmaya hakkımız yok düşlerimizi

beyaza bakıp üzülüyorum, devam et eyy birbirlerine. Gel otur şöyle yanıma söz

aynadaki dostum… geçiremediğim yanım, nefsimin vaad ettiği ne

varsa bir secde fazlasını veriyorum sana, bir de

Var mısın bakalım rüzgarın serinlettiği kadar, gece üstüne sehere kadar ağla…

gölgelerde serinlemeye layık mısın?Aldatma ne

ağaçları ne kuşları, bırak isyan etsinler, Bulandırma damla olarak girdiğin okyanus

serkeşliğin çıkmaz sokağından geçme gayretine, nakışlarını, çek şu görünürlüklerden o uzağı

haksızlık ediyorsun mutluluk adlı evladiyetine. görmesiyle övündüğün bakışlarını, bakışlar öyle

Sana bir sır vereyim dostum, bu hepimiz arasında mi... Söylesene dostum ve söylesin gözleri

kalsın, sen ve ben bir secdelik baş bulamıyorsak görebilen herkes, hangimiz Ümmü Mektum'un

bedenimizde, dizlerimiz özlüyorsa dokunmayı dünyada biri kadar görebildik, hangimiz,

yerlere, bu herkes ile herkesin arasında kalsın, hangimiz…

Bir masal kıyımında sesleniyorum tüm kibrin soluğu. Sonra karıştırıyorum defterleri, aldanmışlıklara, aldanmışlığıma. Büyütüldüğüm kitapları, gazete başlıklarını. Okuyasım yok bu mutlu sonların yalancı repliklerini haykırıyorum. aralar zıplayıp duruyor gözlerim bir ucundan bir Benim değil bu pembe toz, her şeyi güzel ucuna kelimelerin. Bir fotoğraf ilişiyor gösteren bu gözlükler. Kırıldı tüm hayallerim bir gözlerimin içine kırmızı bir leke kaplıyor çocuk gözyaşında. gözbebeklerimi, bir can daha düşüyor

avuçlarımdan.Eyvah aldandım ben de güzel gösterilen boncuktan hayat sıralanışına. Tekerleme yutmuş Yaşama kaygısı, yaşatmak kaygısı her neyse gibi giden günlerimin yasını bile tutmadan kaygıların hepsi işte düşünüyorum da gidiş aynı çizgiler ekliyorum yüzüme. Hep bir diye istikamete. Bir imtihanın çoktan seçmeli başlayan isteklerim hep son buluyor bir göz sorularına takılıyorken ben bu gidişte, elimle kapayışında. Dikiş tutturamayan işsizler düzeltemediğime, dilimle düzeltemediğime, topluyorum kirpik uçlarımda. Hayat beyhude kalbimle düzeltemediğime bir elif miktarı anlatılan masal gibisin, uyuyan güzel kalmaktan utanarak kaçıyorum. Yakıyor sanki değmeden korkuyorum bu çekimin ortasında. Bir kısır ateş bileklerimi kalemimin pişmanlık döngüdür gider elini tuttuğum sevda masalı. Ama velvelesine kapılıyorum. Bir tövbe diliyorum beyhude uyutur beni hep sabahlara. bu umursamaz halime, bu sorgulamaz halime,

bu bakmaz gözlerime. Bir tövbe diliyorum Kısrakların koşmaktan yorulmuş nefesleri hayatı oturduğum yerden bilen zihnime. Bir geliyor yüzüme, gözlerimi kapıyorum titrek bir tövbe diliyorum Rabbim affedilmek için..hayal gibi. Yüzümü yalıyor kirin, tortunun,

mart-nisan 2010

Page 35: sehrengiz4

YARATILIŞ HAKİKATLERİÜZERİNE DETAYLI DÜŞÜNMEİb

rahim

Akı

n

Canlı ve cansız bütün varlıkları Allah yaratmıştır. Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete Ancak yarattıkları içinde sadece insana düşünme şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde yeteneği bahşetmiştir. Herkes, yüksek bir bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih düşünme yeteneğine sahip olarak yaratılmış olsa kulların arasına kat.da, bu yeteneği kullanan çok az insan vardır. Çoğu (Neml Suresi - 19)kişi, sadece düşünürlerin düşünüp sonuçlar üretebileceğini zanneder. Oysa Allah ayetlerinde, Düşünmeye devam ederseniz, aynaya bakarken düşüncede derinleşmek konusunda insanların gördüğünüz bedenin ne kadar karmaşık bir yapıya tümünü teşvik eder. Zira Allah'ın yarattıkları sahip olduğunu da fark ederiz. Yediklerinizi üzerinde derin düşünmek, ayni zamanda insanı öğütmeye yarayan dişlerinizin şu anki hallerinden Allah'a yaklaştıran önemli bir ibadettir. daha uzun olduğunu düşünün. Sanırım öyle bir

durumda normal yollardan beslenmeniz imkansız Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt hale gelirdi. Ya da kirpiklerinizin veya alıp-düşünmez misiniz? (Nahl Suresi – 17) kemiklerinizin uzamaya devam etiğini hayal edin.

Eminim hayat şu anki kadar kolay olmazdı. İnsanlara sorduğunuzda, hayat telaşı içinde değil Dişlerin, kirpiklerin ve kemiklerin tam olması düşünmeye, başlarını kaşımaya dahi fırsat gereken uzunlukta olup, bununla beraber bulamadıklarından yakınırlar. Gün içinde onlarca uzamasında hiçbir zarar olmayan hatta estetik fuzuli, ahiretlerine hiçbir faydası olmayan yönden faydası olan saç ve tırnakların sürekli konularda düşünerek harcadıkları vakitlerinin uzaması elbette tesadüfle açıklanamaz. İnsanı farkında bile değillerdir. Çünkü şeytan, sistemine meydana getiren hücrelerin, hücreleri oluşturan soktuğu insanlara yüzeysel düşünce ve yaşamı şuursuz atomların böyle kararlar alabilmeleri telkin eder. Çoğu insan ertesi gün ne giyineceğini, mümkün değildir. Bunların her birinin insanı en saçını, makyajını, tatilini, yapacağı yemeği, erkek güzel surette yaratan Allah'ın sanatı olduğu apaçık veya kız arkadaşını düşünerek saatler geçirebilir. ortadadır. Oysa insan, bütün bu yüzeysel konularda K e n d i n e f i s l e r i k o n u s u n d a derinleşerek, ufkunu genişletip Allah'a yakinini düşünmüyorlar mı? Allah (cc), gökleri, yeri ve bu artırabilir. ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş

bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, Düşüncede derinleşmek isteyen her insan bunu insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar rahatlıkla yapabilir. Örneğin sabah kalktığınız ediyorlar. (Rum Suresi - 8)Bu konuyla ilgili bir anda, üzerinde düşünüp, derinleştikçe sizi Allah' başka ayet de şu şekildedir: İnsan önceden, hiç bir

yakınlaştıracak onlarca konuyla şey değilken, gerçekten bizim onu yaratmış karşılaşırsınız. Öncelikle uyku bulunduğumuzu (hiç) düşünmüyor mu? (Meryem anında geçirdiğiniz şuursuz Suresi -67)saatlerden sonra şuurlu olarak Düşünme konusunda derinleştikçe, uyanabilmeniz başlı başına bir yediğimiz besinlerin her birinin birer mucize mucizedir. Yeni bir güne sağlıklı olduğuna şahit oluruz. Yediğimiz pek çok bitkisel başlamak, insanın ahireti konusunda gıdanın, toprağa atılan bir tahta parçasından daha fazla kazanç sağlayabilmesi çıkması, Allah'ın yaratma sanatının bir delilidir. için Allah'ın ona bir fırsat daha Zira her bir tohumdan, farklı tat, koku ve renkte vermesi anlamına gelir. O halde besinlerin oluşması Allah'ın insanlara sunduğu bir yapılacak en doğru şey, o günü nimettir. İnsan, sofraları süsleyen bitkisel ve Allah'a adamak ve O'nu razı edecek hayvansal gıdaların hepsinden zevk alacak şekilde şekilde geçirmek olacaktır. İnsanın yaratılmıştır. Bir genelleme yaparak dahi öncelikli olarak düşünmesi gereken sayamayacağımız kadar fazla olan nimetlerin az konu budur. sayıda olduğunu, kokusuz ve lezzetsiz olduklarını Eğer insan kendine böyle bir hedef ve yaşamak için bunları yemek zorunda koyuyorsa , bu konuda Hz . kaldığınızı düşünün. Sanırım insan, Allah'ın Süleyman'ın Kuran'da geçen duasını kullarına bahşettiği nimetlerin, üzerinde düşünüp örnek alarak Allah'tan bu konuda şükredilmesi gereken konular olduğunu o zaman yardım dilemelidir. anlar.

mart-nisan 2010

Page 36: sehrengiz4

Yıllar var ki mazlumların kanı aktı, özgürlüğe susamış topraklarına ve küçük şehitlerin kanatlanıp uçtu masmavi semalarına. Ey çocukları yetim, öksüz; ey camileri ezana hasret, sofrası ekmeksiz, toprağı mazlum kanıyla sulamış ve ey akbabaların, kan emici vampirlerin musallat olduğu mübarek belde! Göklerinden yağmur yerine kurşunlar yağarken, boyun bükmeyen, dimdik direnen Gazzem. Yetmez mi çektiğin bunca zulüm. Kurumaz mı hiç gözyaşların, dinmez mi hiç annelerinin çığlığı. Ne zaman son bulur ey Filistinlim öz yurdunda esaretin. Ey ellerini gözlerine kapatmış ve parmaklarını kulaklarına tıkamış dünya! Bu mu adalet dediğin, bu mu insan hakları, böyle mi yaşıyor dünya çocukları? Sapan taşına kurşun mu senin adalet anlayışın... Yazıklar olsun size ve eyvahlar olsun bize! Bir sabah senin çığlığınla uyandım küçük kız, sesin tarihi parçalıyordu, utanın diyordun utanmak nedir bilmeyen yüreklerimize. Ve şiddetle tokat vuruyordun hiç kızarmayan yüzlerimize. Uzaktan izledik seni kimi gün bombalar altında şehit olan Şeyh Ahmet Yasinleri, kimi gün babasının kucağında can veren Muhammetleri. Hele Muhammet babasının kucağına sığınmış ürkek bir kuş yavrusu gibiydi, başının üzerindeki cehennem korkutuyordu onu ve o da daha niceleri gibi çırpınıp düştü vatanının toprağına... Minicik ellerinizde Ebabillerden kalma mübarek taşlar ve dağ gibi yüreklerinizle durdunuz demir tankların karşısında. Korkutuyordu kâfiri cesaretiniz ve imanınız. Kendi yaktığı ateşte yanacaktı ve kendi akıttığı kanda boğulacaktı er geç, biliyordu ve korkuyordu. Her batan güneş kaybolan gülüşlerimi getirdi sana ve her yağan yağmur gözyaşlarımı taşıdı mübarek toprağına. Selam sana ey bombalar altında secde eden şehir! Selam olsun sana ey yavrusu kucağında can veren ana! Selam sana ilk kıblem Mescidi Aksa! Yeter artık kanama. Bir gün senin üstüne de güneşler doğacak, aydınlatacak sızlayan yüreklerini ve ısıtacak üşüyen ellerini. Yetimler huzurla uyanacak güzel bir sabaha, güller açacak; ebedi güller, mazlum kanıyla sulanmış toprağında. Dumanlarla kaplı göklerinde uçurtmalar uçuracak çocukların, beyaz güvercinler kanat çırpacak masmavi semalarında. Özgürlüğe hasret çocukların oynayacak sokaklarında. Mescidi Aksa'da yine çınlayacak “Allahu ekber” sedaları ve Selahaddin Eyyûbî dinleyecek bunları bir tepenin ardından. Muhammetler, Şeyh Yasinler seyredecek özgürlüğünü, gülümseyecekler semadan ve zafer marşları duyulacak toprağında, işte o gün hak ettiğin bayramın olacak Filistinim...

EY KUDÜS............................Fahriye Şahap

mart-nisan 2010

Page 37: sehrengiz4

''Kırık bir ikindi vaktinin ardından, puslu anlatalım. Ruhtan yoksun taziyeler gözlerle bakan, etekleri ateş işlemeli yayınlayalım, bilmem ne reklamlarının çocuklara…'' olduğu gazete sayfalarında. -Beyaz tomurcukları al'a boyadık, gör Şehitler ardından gıyaben saf tutalım. Selahaddin! İşte kalbimize acıdan düşen pay, bu kadar Onların alın yazıları sessiz serenatlara âşıktı. Selahaddin. Genzi yakan feryattı, yakılmış portakal Mahşeri kalabalıkta bir kuytu ararım bahçelerinden gökyüzüne yayılan. Hece hece kendime. Yüreğinde cihan saklı delikanlıların kaleme dökülen bu acı, her gün onların ardında zerre gibi kalırım.şahdamarındaydı. Başım secdedeyken, toprağın kan kokusu Eskiden Peygamber yurdunda, az da olsa dolarsa ciğerlerime… gülen goncalar vardı. Aklamaz yüzüme inen, miraca kabul müjdesi Ya şimdi;

Selahaddin! Ne çocuklarını sabah öperek uyandıran

Bu ıstırabın secdagâhında bütün hayat düşer anneler, ne de annelerinden çikolata isteyen gözlerimden, ipi kopartılmış tespih taneleri çocuklar var artık. gibi dökülür takır takır. Kentleri karartan bombalar değil, insanlığın

nasırlaşmış yüzlerindeki zifiri karanlığa denk Vücuda gelir kıyam, düğümlenmiş bir yolun sükuttur. sonunda, diz çöktürür dünyaya. -Zeytin üstüne yemin edileli ne kadar oldu, Duruşumuzda zulme teslimiyet var, Bilir misin Selahaddin?

gözlerimizi görme Selahaddin. Ruhundan Peygamberin ayak izleri hala

… silinmedi. Masmaviydi bütün kâinat. Öyle ise O'nun gözlerinin değdiği yere hangi Önce bir nokta kanadı, durduran olmadı. soysuzun gölgesi sindi.

Ey arşın bahçesi! Sonra bütün denizlere kan doldu, gören Öleceksek şahadettir bize yakışan, kan revan olmadı. içinde bir ağıt değil. Sonra bütün harita baştan sona kırmızıya Sızlanma hadi, kocaman bir yürekle haykır, kesildi, şahadet kokan. avucuna düşen dişlerinin arasından.

Öylesine yaban kaldık ki kan denizinde, Evinin eşiğinde sana ne güzel yakışmış ölüm,

elimizi birbirimize uzatamadık. cennet kokusu sinmiş bakışlarına. Bu suç yüzümüze ar Selahaddin. Anladım artık, arşa çıkmıyor dualarım Mahcubuz demekle, kuruyan damarlara can Selahaddin!

Gizemli suretlerin ardından çıkarıp yüzünü, gelmez. kendi gözlerine bakmayı dene, sırrına leke Onlar öldüler! düşmüş aynalarda. Üzgünüz demekle, çocukların gözlerine fer Gün doğumundaki kızıl ahenk, şimdi Filistin

gelmez. üzerine gece kusuyor.

Onlar cennetle sevindiler. Tutamadık elimize verdiğin güneşi Düştük emaneti koruyamadık. Selahaddin. Asıl onlara değil, vah bize Selahaddin!Hadi basmakalıp cümlelerle yangınımızı

bu suç yüzüme arSELAHADDİN Berfe

mart-nisan 2010

Page 38: sehrengiz4

Bu gece deliksiz uyumayı ümit ediyorum. Hepsini okumaya vaktim var. 'Hay aksi Ertesi günün Pazar olması beyin okunacak ne çok kitap var!' demiyorum kıvrımlarımı kasmayacağından, ben bu u m u t s u z c a f u a r l a r d a g e z e r k e n . gece uyumaya gerçekten uyumak Kütüphaneme bakıp; 'Bir fuarda ben mi diyeceğim. Birçoğunuz için basit bir açsam?' diyorum sırıtarak…kavram olan 'dinlenmeyi' uygulamalı Akbil yerine araba anahtarları şıkırdıyor olarak ele alacağım(: cebimde. Yokuşta kaldırabiliyorum arabamı, vites atarken patinaj yapmıyor Genç Dergi'nin hediye ettiği 2009 lastikler ve sarmıyor etrafı yanmış lastik ajandasının 24 Mayıs sayfasında şöyle bir kokusu. Akabinde sollamıyor beni söz yer alır: küfürler. 'Eksik olan tümleşir. Eğri olan düzleşir. Her öğlen balık yiyorum ve bol salata. Hem Boş olan doldurulur. Eski olan yenilenir.' de boğazda. Akşam geç yedim derdim yok. Sözü söyleyen şahsiyeti tanımam. Ne için Gece yarısı tost bile yapıyorum kendime. söylemiş bilmem ama tüm bunlar Bir elimde kola var, bir elimde ayna. rüyalarımda oluveriyor benim. Ceplerimde jelibon. Sonra kabinlerden

R ü y a l a r ı m d a s a b a h n a m a z ı n a çıkmıyorum oflayarak puflayarak. kalkabiliyorum mesela. Çalar saati Yediklerime lanet etmiyorum akabinde. Ne t ekmeleyerek devam e tmiyorum giysem, ne istesem oluyor üstüme. Gidip cehennem yolculuğuma. Üşümeden abdest bir tost daha söylüyorum karşı büfeden. alabiliyorum. Secdede sızıp kalmıyorum Sevgilim hep istediğim saatte arıyor. GSM çoğu vakit. Kılıp tekrar yatıyorum hava operatörleri engel olmuyor aşkımıza. daha aydınlanmamışken. Başım hiç ağrımıyor rüyalarımda, dişlerim Rüyalar devam ediyor. Eksik kalmış ne sararmıyor, burnum hiç kanamıyor. Tek varsa tamamlanıyor. Boşta kalan ne varsa solukta çıkabiliyorum kat 8, daire 17'ye. doluyor. Dolmuş ne varsa boşalıyor. Bankalar yok rüyamda. Kimsenin sonu Rüyasında uçabildiğini görenleri daha iyi değil kredi kartları. 36 ay vade ile anlıyorum şimdi. Neye hasret çekerse onu keklemiyor şık hanımefendiler, iyi aile görürmüş insan. Tuzlu balık yiyenin suya, babalarını.şefaat dileyenin Resulullah'a kavuşması gibi. İşe geç kalmıyorum hiç. Mesai saati 'dong' d e d i m i b e n ' d i n k ' d i y e k a p ı d a Ben bir anahtar buldum bu gece. Bir türlü bitiveriyorum. İşler iyi rüyalar âleminde, kilitleyemediğim için huzursuzluğun aylardır dolmayan sadaka kutusunu peşimi bırakmadığı odamın kapısını boşaltıyorum bir yetimin avuçlarına. kilitledim. Öyle bir anahtar ki sadece Kapıya gelen esnaftan kalem alıyorum ve kilitlemeye yarıyor. Kilit açamıyorsun faturalarıma işliyorum bir bir sevaplarımı. mesela. Pat diye kimse giremiyor odana. Hiç bir erkek asılmıyor bana. Gözü Hangi kapıya soksan kilitliyor. Öyle üzerimde değil haramların. Bilgisayarımın büyülü bir şey. ekranında, klavyemin tuşlarında gezmiyor Her şeye zamanım yetiyor. Tüm süreli güvensizlik. Kasanın anahtarları ortalıkta, yayınlara aboneyim, hepsi geliyor evime. alarm sistemi kurulmamış. 'İşi olmayan

Zel

iha

Akk

aya

NİYET ETTİM UYUMAYA

mart-nisan 2010

Page 39: sehrengiz4

dokunamaz!' diye bir tabela icat gösteriyor. Dalga sesleri problem değil de, edilmemiş. Herkes haddini biliyor. Mesai martı çığlıkları rahatsız ediyor biraz. Kim bitiyor. Ben işlerimi bırakmıyorum, onlar bilir hangi balığın sonunu hazırlıyorlar? beni bırakana dek. Duraktan geçerken 3 Derdim de ne büyük, rahatsızlığımın kişi alıyorum arabaya yolumun üzerinde paralelinde. Bu sabah arabam yok. oturan. Sohbet de biniyor arabaya ve Kumsalda bir kayığım var beni bekleyen. muhabbet sıkışıyor araya. Kimse kimseye Bu sabah Dubai'de uyandım.şüphe ile bakmıyor. Birbirlerinin Bu sabah Safranbolu'da.üzerinden akan naifliği topluyorlar sadece. Bu sabah Hasankeyf'te. Ve penceremden Mum gibi ısındıkça akıyor yanlarından karşı duvardaki aynaya Eiffel Kulesi zarafet. Ve ellerinde kalanı ikram ediyorlar yansıdı.birbirlerine, sıcak gülümseyişler eşliğinde. Ve motoru hazır uçağın, beni bekliyor herkes. Biletim kesildi ve ben gidiyorum. Eve geliyorum, yol üstünde bıraktığım ***insanlar bir kese altın oluvermiş cebimde. Uyandım gerçekten bu sefer. Lunaparkta Evde temizlenmeyi bekleyen lavabolar dönme dolaba binmiş gibi, yere değmeye yok, sabahtan kalma bulaşıklarda. Tv'de başladı iki yana vuran dönme dolabın sadece vizyondaki filmler var, radyoda kabini. Az önce bulunduğum yukarılara bant tiyatroları. Arkası yarın demiyor, bakıyorum şimdi, ağzım açık. Orada asıllı hepsini hepsini yayınlıyor. İstediğim kaldı hayaller. Aniden kaldırınca kafamı, şarkıyı çalıyor tüm kanallar. Fatih Erkoç ve sanki yastığıma dökülecek gibi. Kafam Yıldız Usmanova ikilisine eşlik ediyorum bomboş şimdi. Yastığı silkelemekte fayda bende 'Seni bugün, seni bugün görmesem var ve ani bir kalkış gerekli bana. Camdan olmaz! Seni bugün gözlerime sürmesem görünen, gri bir şehir… Esnerken duvara olmaz' çarpıyor kollarım. Esnemek benim Yemeğim hazır. Yiyorum bağını neyime? Zira büyük lüks! Kapıda bekleyen sormadığım üzümleri ve avizeden sarkan ne bir araba var, ne bir kayık. Otobüs bile meyveleri topluyorum. Dişlerimi beklemiyor beni, kaldı ki uçağın umurunda fırçalamadan yatınca canım sıkılmıyor, bile değilim. 'Arabayı çalmaya kalkan olur mu?', 'Alarmı duyar mıyım acaba?' endişesi yok Gidecek tek yer şehre griliğini veren içimde. Sivilcelere savaş açmıyorum merkez. Dumanlı hava sahası. Gri üretim yatmadan önce ve yüzümü yakan korkunç merkezi. İnsanların üretmek için deli gibi maskelerle girmiyorum yatağa. çalıştığı, sonra şikâyet ettiği şey. Geçilecek tek yer asfalt, görülecek tek renk siyah. İşte uykuya dalıyorum… Başladığım yere Cama yansıyan baz istasyonları sadece, dönüyorum. Lunaparkta balerine binmiş sokak lambaları bile romantikliğini gibi. Yarın Pazar, yarın hep Pazar. yitirmiş. Uyandığım her sabah, hafta sonu. Otobüs geldi. Biletim kesildi ve ben Esneyerek iki yana açtığım kollarım sahili gidiyorum.

mart-nisan 2010

Page 40: sehrengiz4

Öm

er K

emik

siz

DEĞERLE

RİM

İZİ KİM

ÇALD

I?Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar adını Televizyonların hayatımıza yeni yeni verdiği hikâyesinin sonunda “Dünya girmeye başladığı yıllarda, komşular değişiyor dostlarım!” der ve güzelliklerin toplanıp televizyonu olan birine giderler, gün geçtikçe bizden koptuğunu ifade hem garip gözlerle ekrana bakarlar hem etmeye çalışır. Bugün kiminle maziye de en sıcak, en içten sohbetlerini doğru bir yolculuğa çıkıp sohbete gerçekleştirirlerdi. Zaten ellerinde bir başlasanız, “Nerede o eski……” şeklinde tane kanal olduğundan film arasında boş başlayan ve geçmişe özlemi yansıtan vakitleri olurdu. Şimdiki gibi elde cümleler duyarsınız/ kurarsınız. Demek kumanda yanındakilerin ne yaptığından ki günümüzde bir şeyler eksik, demek ki bîhaber şekilde kanal(izasyon)lar bir şeyler tat vermiyor bizlere. Galiba arasında dolaşıyor olmazlardı. O bundandır geçmişe sığınmak ve anılarla zamanlar televizyonlar misafirlik için bir yaşamak. Ve yine bundandır yazarın “Ne araçtı. Şimdi ise tamamen amaca dini, ne bilimi kardeşim, asıl mutlulukta dönüştü. Misafirliğe gittiğimizde veya geri kaldık biz!” diye haykırması. birileri bize misafir olarak geldiğinde Teknolo j iy i ge l i ş t i rd ik , b i rçok “Hoş geldiniz, nasılsınız, daha daha bilinmeyeni keşfettik fakat bir türlü nasılsınız?”lardan sonra saatlerce kendi içimize dönüp gerçek mutluluğu gözlerimiz ekranda değil mi sanki? aramaya çalışmadık. Bizi biz yapan Sohbet esnasında düğmeye basıp değerleri yitirmekten de korkmadık. televizyonu susturan kaç insan var acaba İnsanların birbirlerine karşı olan aramızda yaşayan? Tabi durum sadece yaklaşımları her geçen buz gibi soğurken bununla kalsa iyi… Önceleri ekranda biz küresel ısınma kaygılarıyla yaşamaya “müstehcen” diye tabir ettiğimiz bir devam ettik. görüntü ortaya çıktığında yüzümüz İnsanın yaşı ilerledikçe ve geriye dönüp kızarır da başımızı öne eğerdik. Şimdiyse b a k m a f ı r s a t ı o l d u k ç a n e l e r i gülüp geçiyoruz (Ağlanacak halimize). k a y b e t t i ğ i m i z i / k a y b e t m e k t e Hadi toplayın eşi dostu, çoluk çocuğu, olduğumuzu sanki daha net görür gibi şöyle güzel bir aile dizisi seyredin oluyor. Eski toprak diye tabir ettiğimiz bakalım toplu halde, bulabilirseniz! insanlar, günümüzdeki “nimetleri” Bulamadınız mı, o zaman sıkmayın tatlı gördüklerinde, kendi çocukluk ve canınızı! Size başka seçenekler sunalım. gençlik zamanlarında yaşadıkları Açın bir şiddet içerikli diziyi, kan s ı k ı n t ı l a r ı b a ş l a r l a r gövdeyi götürsün. Millet ucuz anlatmaya. Birçok şeyin kahramanları örnek alsın, onları varlığına hasret olarak yüceltsin. Çocuğunuz onlar gibi b ü y ü d ü k l e r i n d e n giyinsin, kabadayılığın ve bahsederlerken dikkat şiddetin saygı görmenin şartı ederseniz eğer, şikayet olduğunu zannetsin. Hayranı etmedikleri tek noktadır olduğu bu büyük (!) insanların belki de mutluluk, sevgi, posterleriyle yatak odasını s a y g ı , d e ğ e r g i b i donatsın. Onlarla uyusun, kavramlar. Hayatımız onlarla uyansın. Bu şekilde bir konfor laş t ı rd ıkça bu ömür boyu uyumaya ama asla kavramların aramızdan uyanmamaya devam etsin. çıkıp gitmek ister gibi bir Kızmayın sakın ona, kabalığın, halleri var sanki. Belki de sertliğin delikanlılık, maçoluk; kendimize ait daracık k ibar o lmanın k ı l ıb ık l ık dünyamızda onlara yer olduğunu aşılayan ekranlardan kalmadı. Onların varlığı da başka bir şey beklemeyin bizim özgürlüğümüzü(!) sakın haaa! Tavuk keser gibi k ı s ı t l a d ı . O n l a r ı insan kesenleri gördüğünüzde kendimizden uzak tutmak “Ne hallere düştük!” diye feryat isteyişimizi yoksa başka ederken iğneyi kendinize nasıl izah edebiliriz? batırmayı da ihmal etmeyin asla!

mart-nisan 2010

Page 41: sehrengiz4

Sanatçı lar ın (!) aşklarını gösterel im Çalışıp, alın teriyle para kazanmanın çocuğumuza ki aşk acısı çekip heder olmasın üç “enayilik”le eş tutulup kısa yoldan köşeyi günlük dünyada. Varsın o da sevdayı, aşkı dönmenin “açıkgözlülük” telakki edildiği bir günübirlik yaşayanlardan olsun. Çamaşır dünyada “değer” mefhumu sözlüklerde yer değiştirir gibi sevgili değiştirenleri örnek alsın. almanın dışında bulunur mu acaba aramızda? Hep kazanma hırsıyla büyüsün. Kaybetmenin Çalmanın çırpmanın yapanın yanına kâr kaldığı ne olduğunu bilmesin. Kaybetmenin de vahşi bir ve bunu yapanın utanmak bir yana arsızca üste tadı olduğunu bilmeden yaşasın/yaşadığını çıkmaya çalışması nelerden uzaklaştığımızın sansın. Sevdasına karşılık verilmedi mi en kolay güzel bir resmidir herhalde. Garibanın elindeki yolu seçsin. Gitsin öldürsün. Niye yaptın ekmeği alıp, yetimin hakkını yiyip, kendince diyenlere de “ Çok seviyordum.” desin. kurduğu saraylarda gününü gün eden, beş Ölümüne değil, öldüresiye sevsin. Gerçek kuruşluk insanların karşısında el pençe divan aşkın, maşukunun saçının teline zarar duranların kitabında hangi vicdan vardır gelmemesini isteme olduğunu hiçbir zaman sızlayacak? Modern dünyanın değirmeninde bilemeden tüketsin ömrünü. İdrak edemesin kendini öğütülmeye mahkûm ettiren, içinden sevilenin gözden bile sakınılması gerektiğini ve çıktığı kabuğu beğenmeyen gencin, kendi anne anlamasın asla şair Nedim'in “Güllü diba giydin babasından utanmaya başlaması, başladığının amma korkarım azar eder/ Nazeninim saye-i belirtisidir utanmazlıkların. Küçüğünü hâr-ı gül-i diba seni.” çığlığını. sevmeyen, büyüğünü saymayan birinin, futbol Eğitim-öğretimi terbiye aşamasından çıkarıp, takımlarının kadrosunu eksiksiz sayması onun kafaları ezber bilgilerle doldururken ne kadar zeki olduğunu gösterir mi gerçekten? çocuklarımızın kalitesini notlarla ölçüp, onların Her istediğini aldığımızda onları mutlu ruh dünyasını doyurmadığımızda okulda şiddeti ettiğimizi düşündüğümüz çocuklara mutluluğu, önlemek adına yazılsın onlarca makale, dile elindekiyle yetinmeyi, elde edemediklerinin getirilsin yüzlerce çözüm. Birileri çözüm hayaliyle yaşayıp avunmayı da öğretemez ararken/üretirken “değer”siz yetiştirdiğimiz miydik? Namussuzların kendini namus bekçisi nesil bildiğini okusun. “Biz öğretmenlerimizi olarak gördüğü bir yerde namuslular bu işi gördüğümüzde saygıdan kıpkırmızı kesilirdik.” yapmaya yanaşmadıklarından meydanı boş diyen büyüklerine, “Bana bir harf öğretenin kırk bırakmışlardır ki meydan başkalarına kalmıştır. yıl kölesi olurum.”sözüne inat okulda Kendi evindeki yanlışları düzeltemeyenler öğretmenlerine karşı şiddete başvursun. başkalarına çekidüzen vermeye kalktıklarından Öğretmene saygının ne olduğunu bilmesin. isyan etmiştir zira şair, “Onlar ki lâf ile dünyaya Üstündeki elbisenin, altındaki spor arabanın, verirler nizamat, bin türlü teseyyüp bulunur cebindeki paranın ve “duvardaki diplomaların” hânelerinde.” diye. Başkalarının kusurlarını kendisini adam yapmaya yettiğini zannedip araştırıp bunları sağda solda açık edenler, kendi arkadaşlarına tepeden baksın. Siz ona x'i verip kusurlarını belirleyip, kendilerini düzeltmeye y'yi buldurun ama o kendi kişiliğini bulamasın. gayret gösterselerdi eminim kalmazdı zamanları Anlatım bozuklukları sorularını sınavlarda hep başkalarının kusurlarını araştırmaya. Herkesin doğru yapsın ama kendi kişiliğindeki herkese güldüğü ama kimsenin kimseye bozuklukları bir türlü düzeltemesin. Altı çizili güvenmediği bir dünyanın çivisi çıkmış mıdır kelimenin gerçek anlam mı mecaz anlam mı yoksa çıkmaya yakın mıdır? Herkes ve her şey olduğunu bulmaktan vakit bulamasın hayatın bozulmaya yüz tutmuşsa şunları söyleyen şair anlamını bulmaya. İki bilinmeyenli, üç söyleyin Allah aşkına haksız mıdır?bilinmeyenli denklemleri ezberletin sular seller “Hâle bak, şu hâle bak; Eve, yurda, mektebe! gibi, hayatın denklemini çözmeye kalmasın Baba oğlundan mahcup, Hocasından talebe...”vakti. Kendisiyle ve içinde yaşadığı toplumla Güzelliklerimizi kaybettikçe dünya yaşanmaz anlaşamayan gence, tarihteki anlaşmaları sebep olmaya devam edeceğe benziyor. İnsanı yani ve sonuçlarıyla birlikte öğretin. Nerede, ne kendimizi düzeltmeden de dünya düzelecek gibi zaman duracağını öğretemediğiniz bireye görünmüyor. Bizi biz yapan, bize insan noktalama işaretlerini öğretin, öğretin ki bilsin olduğumuzu anımsatan değerleri kaybedersek hangi kelimenin nerde durması gerektiğini. neyi kazanmaya çalışacağız başka? Yazının Kendisi başlı başına “problem” olana başından beri soracağım diyorum. Laf lafı açtı, çözdürmek ne kadar kolaydır acaba yaş, havuz, sormak bir türlü kısmet olmadı. Bari şimdi işçi, hareket problemlerini? sorayım: Sahi, değerlerimizi kim (ç)aldı?

mart-nisan 2010

Page 42: sehrengiz4

Asla çiğnenemez olduğunu nereden biliyorsa bildiği kurala itaat bilinciyle ikinci zarfı açtı… İçinden belli belirsiz yeşil renkli bir toz girdabı yükseldi, yükseldi, çoğaldı ve masum bakışlı küçük kızın etrafını sardı, onu içine aldı. Masum

Yaşından çok daha küçük gösteren yüz ve vücut bakışlı küçük kız bu girdabın sarhoş edici tatlı hatlarına sahip sıska bir bedeni, kumral gür esintisiyle kendinden geçti, gözlerini kapadı ve saçlarının çevrelediği iri bir başı, ona dik başlı bir sarhoş oldu… Aslında o daha önceki tecrübesinin hava veren hafif çıkık çenesi, yüzüne istemsiz öğretisine göre sarhoş olduğunu yakıştırılmayıp 'biraz daha küçük olsa hoş sanıyordu. Esas sarhoşluğu bundan sonra dururmuş' dedirten yuvarlak bir burnu ve yaşayacaktı. Bu girdapta tek hissettiği aşktı. hepsinden önemlisi yüzüne bakıldığında bütün Titreten, ağlatan, vazgeçiren, kör eden, dünyayı diğer unsurları soyutlaştırıp arka plana atan saydamlaştırıp tek varlık olarak girdabı bırakan masum bakışlı gözleri vardı. Bu masum bakışlı bir aşktı… Neşeyi, hüznü, geceyi, gündüzü, küçük kız, her çocuk ruhlu gibi keşfetmeyi, özlemi, kederi ve hatta kahroluşu bile tarifsiz bir yenilikleri ve(kendince)maceralara atılmayı zevke dönüştüren, olağanüstü bir duyguydu bu severdi. aşk. Aklıyla kalbini konuşturamadı zira onlar

dahi sarhoştu, lal olmuşlardı… Tam 'işte seni Bir gün karşısına oldukça albenili ve gizemli bir seçiyorum' diyecekken hışımla elindeki zarfın kutucuk çıktı. İçinde o kutuyu açıp içindekileri çekilip alındığını hissetti, gözlerini açtı, yeşil keşfetmek için önüne geçilemez bir istek renkli toz girdabı dağıldı… Masum bakışlı küçük duymaya başladı. Muzip adımlarla ve çok büyük kız, gözlerinden yuvarlanan iri tanelerle elinden bir merakla kutuya yaklaştı ama onu açıp açmama ,varlığını adamayı dilediği zarfı kapıp giden konusunda tereddütte kalmıştı. Çünkü nereden baykuşu bir süre izledi,izledi… Bütün bunları biliyorsa biliyordu;o kutuyu açmak 'yanlıştı'. ona neden yaptığını anlayamamıştı, bunları hak Bilinçaltına zamanın birinde işlenmiş, 'bu etmediğini düşünüyordu çünkü o masum bakışlı yaptığın yanlış' dürtüsüne rağmen kutucuğu açtı. küçük kızdı ve içinde gerçekten hiçbir kötülük Çünkü o masum bakışlı küçük kızdı ve içinde yoktu… gerçekten hiçbir kötülük yoktu… Asla çiğnenemez olduğunu nereden biliyorsa Kutucuğun içinde üç minik zarf ve üzerinde bir bildiği kurala itaat bilinciyle son zarfı eline şeyler yazan ufak bir kâğıt parçası vardı. Önce aldı…Açmadı…Gözlerini kapadı, iri yaş taneleri notu okudu: 'Sadece biri senin olabilir'… Masum zarfı ıslattı…Onu öptü ve kalbine koydu…Ama bakışlı küçük bir kız da olsa ve de, içinde açmadı…Artık o kadar da masum olmadığını gerçekten hiçbir kötülük olmasa da, bu kuralın düşündüğü bakışlarını toprağa gömdü, avuçlarını asla çiğnenemez olduğunu nereden biliyorsa semaya açt ı…Olduğu yerde diz üs tü biliyordu… Ona uyacaktı... çöküverdi…Kendi kendine bir şeyler

mırıldandı,mırıldandı….Yağmur başladı, Bu kurala itaat bilinciyle ilk zarfı açtı… İçinden sağanak oldu… Yıkadı, arıttı… belli belirsiz altın renkli bir toz girdabı yükseldi, O hala masum bakışlı küçük kızdı ve içinde yükseldi, çoğaldı ve masum bakışlı küçük kızın gerçekten hiçbir kötülük yoktu… etrafını sardı, onu içine aldı. Masum bakışlı Bunu herkes biliyordu…küçük kız bu girdabın sarhoş edici tatlı esintisiyle kendinden geçti,gözlerini kapadı ve sarhoş oldu… Önce hissettiği yalnızca tatlı bir duyguydu, tanımlanamazdı. Sonra alıştı girdabın bu sarhoş edici tatlı esintisine, benimsedi onu, bağlandı. Sonsuz bir güven ve huzur hissetti. Bu girdap onu büyüttü, olgunlaştırdı, yetiştirdi.. Yeni tanıştığınız birinin ismini konuşma Kendini bıraktı ona,sahiplenildiğini ve esnasında unuttuğunuz oluyor mu? Bir konferans istenildiğini gördü ilk kez… Mutlu oldu…Ve ya da dersten çıktığınızda “anlat bakalım ne sevdi… Fakat bu masum bakışlı küçük kızın konuşuldu” dense kaç dakika konuşabilirsiniz? 'ama'ları vardı. Çünkü o artık büyüyüp Gerçek şu ki hafıza kuvvetimiz zayıflıyor. olgunlaşmıştı. Sorgulamayı, aklıyla kalbinin Okuduğumuz şeyleri hatırlamıyoruz, yakın birbirleriyle konuşması gerektiğini öğrenmişti. tarihimizi unutuyoruz.Ve vazgeçti, gözlerini açtı… Altın renkli toz Bu hızlı akış içerisinde bizler kendimizi girdabı dağıldı…. Elindeki zarfı kapayıp öptü, unutaduralım, her yıl ortalama iki bin deha onu kutucuğa geri koydu… Zarfın onu affettiğini yetişiyor ülkemizde: Hafızlar. Hafız ne demek biliyordu çünkü o masum bakışlı küçük kızdı ve bilmeyen var mı? Maalesef var. Araştırmalar içinde gerçekten hiçbir kötülük yoktu… birçok kişinin hafız kelimesinin ne manaya

MİNİK BİR KIZSultan Beyaz

HAFIZLARMerve Öner

mart-nisan 2010

Page 43: sehrengiz4

geldiğini bilmediğini gösterdiği için hemen bir oyunu, bir söz düellosu de… Ama masumiyetin tanım yapmak istiyorum: Arapça'da korumak, simasına ikindi yağmurları düşürme… ezberlemek manasındaki hıfz kökünden türemiş Kendimde değilim ama kendimleyim bu gece. bir sıfat olan hafız; Kuranı Kerim'i ezberleyen ve Ruhumun hicranlı tufanlarına, sekinet secdeleri hafızasında koruyan kişidir. ekiyorum. Merhametin ellerinden tutuyorum. Hafızlık, İslam eğitim ve öğretiminin bir bakıma Dünyanın kirli yağmurlarıyla ıslanan, nefsimin yarısı. Uğrunda anne ve babanın her türlü lodosuyla savrulan, ruhumun dağınık saçlarını fedakârlığı seferber edecekleri ulvi bir faaliyet. kelamların en güzel tarağıyla tarıyorum. Kutsal metinler içinde hafızı olan ve sayıları Kendime aklımın iplerini salıp, derinlerinde milyonlara ulaşan tek kitap, Kuranı Kerim sevgilinin izlerini arıyorum. Günahlarımın o l m u ş t u r . M ü s l ü m a n l a r h a f ı z l ı ğ ı harıyla buharlaşan gözyaşlarımdan buğulanan kurumsallaştırmışlar, kendine özgü metotlarla bir hayallerimi, ümid-i aşkın elleriyle siliyorum. hafızlık eğitimi geliştirip ilmi bir disiplin haline Ama sen istersen anlama beni, karışık duyguların getirmişlerdir. serabındasın de, hayallerin bir oyunundasın, Ezberlemekle Ezbercilik Arasındaki Fark aşkın sonsuz tuzağındasın de… Ama Öncelikle şunu iyi ayırmak gerekiyor: masumiyetin simasına ikindi yağmurları ezberlemek ve ezbercilik arasında fark vardır. düşürme… Arkamda bilinmeyen korkularımın İnsan sevdiği şeyleri ezberler ve bu ezber yavaş ve ritmik ayak sesleri… Gecenin ıssız güzeldir. Bir de sevmediğimiz şeyleri ezberlemek karanlığı sahnenin dekoru… Kaçıyorum zorunda kalma durumu vardır, bu ise kötüdür, bu bilmediğim bir boşluğa. El yordamıyla aradığım, ezberciliktir. Bu ayrımı iyi anlamak gerekiyor. aşkın elleridir. Bir yanda korkup kaçtığım Çünkü bu noktada hafızlık kuru bir ezberciliğin bilinmeyenler, bir yanda aşkın vadisine uzanan çok ötesindedir. yollara ulaşmanın verdiği sevinçle harmanlanmış Ayaklı Kuranı Kerimleri Anlamak bir tedirginlik. Korkarım aşkın kelebek Hafız; yaşayan ve yürüyen Kuran'dır; Kuran kanatlarına bir zarar veririm de, pervaneler ışıksız ahlakını yaşamaya talip kişidir. Bu noktada kalır. Ah şu pervaneler! Har ile nuru ayrıt kendimize şunu sormamız gerekiyor: Acaba edemeyen, zahmet ile rahmeti seçemeyen, zilleti hafızları anlayabiliyor muyuz? Yoksa gerçekten izzet sanan zavallı aşıklar. Hadi itiraz et, yalan de “hafız” denildiğinde şöyle bir durmak mı ve inanmadığını haykır yüzüme…gerekiyor? Ama masumiyetin simasına ikindi yağmurları Sorunun cevabı basit aslında; hafızları yeterince düşürme… Yüzümü, yalın çölün güzeli Leyla tanımıyoruz. Birçok genç hafız toplumun terennümleriyle okşayan ikindi rüzgarları, nasıl olumsuz baskısından söz ediyor. Kendilerine da kendimden geçiriyor beni. Kulağıma aşkın birçok şeyin fazla görüldüğünü, hata yaptıkları kasidesini fısıldarken Leyla, geleceğin zaman he rkes t en çok k ınand ık l a r ın ı geleceğine ümit etmeden kapadım gözlerimi vurguluyorlar. Açıkçası hafızlar bu durumdan kendi sözlerime. Ama dur biraz, rüzgarın peşine hoşnut değil. Neticede her insan gibi hafızlar da takıp, ruhumun semalarına apansız saldığı bu hata yapabilir, onlar da insan ama diğer kara bulutlar da ne? Tabiat sus pus oldu, hiçbir ses insanlardan biraz daha hassas olmalıdırlar. duyabiliyor musun? Havada hafif bir toprak Hafızlar, kalabalık insanlar arasında birbirlerini kokusu… Rüzgarın mızrabı, ağaçların bamteline bulabilen, birbirlerini çeken insanlardır. Hafızlık vurmaya başladı. Duymuyor musun aşkın kardeşlik gibidir. Ve hafızlık, sağlığa zararlı ilahisini? Ne kadar yalın, ne kadar da benzersiz… şeylerden uzak durmak gibi, hafızlığa zararlı Ve ben, aşk için aşka ağlıyorum sessiz sessiz. şeylerden de hafızın kendisini koruması Hadi yetti de, saçmalıyorsun de, delisin sen de…gerektiği, iadesi olmayan bir kazanımdır. Bir Ama masumiyetin simasına ikindi yağmurları hafız adayı olarak şunu söylemek istiyorum: düşürme… İşte semanın ilk gözyaşları Hafızlık anlatılmaz yaşanır. Rabbim hafız olarak avucumda… Aşk için verilen ilk kurbanın sıcak ölebilenlerden eylesin… ve temiz kanı… Sonsuzluk orucunu bozan bir su

damlası. Ve ardından yağmurun ritmik senfonisi… Sanki her bir yağmur damlası birbiriyle yarış edercesine kendini kurban veriyordu ilahi aşka. Uzunca bir terapinin ilk seansını yaşıyor gibiydi yeryüzü. Yağmur

Hiç bilinmeyen anlamlar yüklüyorum aşka. damlaları her toprağa değişte, önce toprağın İçimde kıvranan ince sızı, Kays'ın yüreğini sarıp hamdedişini duyasın. Ardından yıldırımlarda sarmalayan duygudan bambaşka. Bilmem Fuzuli katılır bu tesbihe, yıldızları hasredin ipine anlar mıydı, bu hayalleri alabora eden tarifsiz dizerek… Sağnak sağnak aşk yağıyor insanlığın duyguyu. İstediğin kadar olmaz de, bu dünyada vahasına… Kimine kırkikindi, kimine tufandır yaşanmayan bir duygu mu kaldı de, bir akıl aşk!

ikindiyağmuru M. Salih Aydoğan

mart-nisan 2010

Page 44: sehrengiz4

HAYATA

BİR

DAKİK

A A

RA “Kel imeler in gücünü anlamadan olmadan uygarlaşmadan uzaklaşıyoruz.

İnsanların gücünü anlayamazsınız” Devlet olarak politika olarak yoğuz.Konfüçyüs Gelelim satıcılara; XVIII. asırda sertifika almak için ilk önce belediyeye ruhsat Uzun zamandır okuduğum (Bir arının bal müracaatı yapacaksınız. Ardından ilgililer yapmak için o rengârenk, tadımsı şekil pare satacağınız malın kalite kontrolünü çiçekleri dolaştığı gibi) ben de iki kapak yapacak ve devaml ı bu maldan arasındaki sarı, mor menekşe vb. çiçekleri satacağınıza dair ahitname alınacak. Şimdi dolaştıkça dolaştım. Çiçeklere olan aşkım, kontrol yok sadece ahitname kâğıt üzerinde şevkim arttı. Çiçeklerin içindeki tohumları var, uygulama yok. (üstte sağlamları altta görmek için zihnimi çiçeklerin anlam çürükleri) Sonra hangi tür reklam derinliklerine indirmeye çalıştım. Zihnim cümleleriyle satacağınız kontrol edilecek. çiçekleri dolaşırken her birinin tadının ve Yani patates soğan diye bağırmaya kokusunun nasıl farklı olduğunu hissettim. başlayacak sokağınızda. Osmanlı Her biri ayrı bir dünya ve ayrı bir tat ve zamanında sokağınızdan geçen satıcı zevk. Bu kitap ülkemizin divan şiirinin patatesi hicaz makamında söylüyordu.üstatlarından sayılan İskender Pala'ya ait. Üç paraya domatesÇiçekleri öyle bir serpiştirmiş ki yapboz Beş para patates,gibi hepsi birbirini tamamlıyor. Bu diye nazik bir sesle Söylediğini düşünün. yapbozun bir taşıyla sizle bir hasbıhal Sonra bu ikisini karşılaştırın. Hangisinden yapmaya çalışacağım. alışveriş yapmak isterdiniz? Ispanak için:Halk Pazarları ve Sokak satıcıları Gül yapraklı ıspanak“Farz edelim XVIII. asır İstanbulunda Süt beyaz sakız kabak,sokak satıcısı olmaya karar verdiniz. Önce diye geçtiğini düşünün. Bundan ıspanak Şehremanetine (belediye) ruhsat müracaatı almaz mıydınız? Gelelim diğerlerine:yapacaksınız. Ardından ilgililerce Lahanam dürüm dürümsatacağınız malın talep ve kontrolü Ayrılık küçük ölüm.......yapılacak ve sizden her daim aynı kalitede Deve dişi nar gelirmal satacağınıza dair ahitname alınacak. Bir edalı yar gelir.... (yahu adam benzetme Sonra malınızı hangi tür tanıtım ve reklam bile yapıyordu, düz bir anlatım yok). Buna cümleleriyle satacağınız sansür edilecek ve ne demeli;ahlaka mugayir bir söz olup olmadığı Kömür kara patlıcan kontrolden geçecek. Bu da yetmedi ameli Önce canan sonra can bir tecrübeyle malınızı sokakta satıyormuş Tüm bunlardan sonra siz hangisinden gibi ruhsat verecek imtihan heyeti önünde sebze meyve alırdınız? Hülasa; eski bağıracaksınız. Tabii sizi dinleyenler satıcılar şiire ne kadar aşina ise şairler de sesinizi güzelliğine, makam bilginize sokağa o kadar aşinaydı. (Ama şu da bir bakacak ve güfteniz gerçekten ahenkli bir gerçek, o zamanın insanına öyle satıcı teganniyle ile icra edilen bir musiki yakışıyordu. Şimdiki zamanın insanına parçasına mı yoksa halkı canından böyle satıcı yakışıyor). Bu da yetmez bezdirecek bir “enkarü'l-asvad” a mı imtihan edilir bu arada sesinizin makamına benziyor karar verecek. Bütün bunlardan uyumuna bakacak. (sanki biz sanat yüz akıyla geçtikten sonra sokaklara yapıyoruz) Bundan sonra çıkıp malınızı dökülebilir size sınırları gösterilen semtler satabilirsiniz. Yani bunlar satıcı değil adeta halinde ciğerinizi, şerbetinizi, bostanınızı, müzisyen, şair bir nevi insan olma yolunda sebzenizi satabilirsiniz”. ne gerekiyorsa onları yerine getirmeye Bu Osmanlı medeniyetinin kurmuş olduğu çalışan bir satıcı görüntüsü vardı. Bu bir sistem. Başlangıç olarak şunu sormak şairane özellikleri bırakın satıcıda bulmayı, istiyorum. Devlet olarak böyle bir şey üniversite hocasında zor bulursunuz. yapmayı hiç düşündük mü ya da böyle bir Bunları insanlara anlatsan adamlar sana uygulaması var mı? Bu yöneticilerin nasıl güler. Bir de alay ederler. Yani bugün insan bir kültürden geldiklerinin haberi var mı? nasıl sahte hayat yaşıyorsa satıcı da üstüne Devleti bıraktık hiçbir belediye böyle bir sadece satıcı elbisesi giymiş (ama satıcı şey düşündü mü? (varsa bilmiyorum) Yani olamamış) satıcı taklidi yapan palyaçoya aslında biz geçmişimizden tamamen kopuk benziyor. İşte medeniyet, işte kültür, işte Uygurlaşmaya doğru koştukça farkında Osmanlı farkı…

Mustafa Genç

mart-nisan 2010

Page 45: sehrengiz4

Bıkmadan usanmadan dolup taşar her gün Musa'yı. Son nefese mi tıkanmalı, son şehir ve şehrin içindekilerin içindekileri. nefeste mi kuyruğa sokulmalı af. Her Bazen tebessüm olur bazen gözyaşı, kimi seferinde. Kırışıklıkla mı fark edilmeli, bir zaman öfke. Kişiden kişiye farklılık dağın zirvesi haline gelmiş başlar ağarınca gösteren mucizevî haller, tavır ve isyan. Her mı? Peki ya kırışıklığı ve aklığı an başka bir aksiyonun peşini kovalar göremeyenler? Hiçbir varlık kendi elleriyle insan. Eğik kafayla çerçevesinin ardına kendine bu denli işkencede bulunamaz gizlenmiş gözler, tuvale vurulmuş birkaç sanırım. fırça darbesini bilinçsiz ama numaracı gözlerle izler. Evet, buldum ressamın ruh Sonu olamayan, sonu olan bizi sonsuz halini! Der. Kendi ruhundan bihaber azaba ya da mükâfata çağırdığı vakit bedenler. Öznesi, yüklemi ve diğer edebi söyleyecek son kelimemiz, kuracağımız eylemleri yer değiştirerek aynı halleri son cümle için ezber yaptık mı? Ellerimizi tekerrür eden yaşantıların ve yaşantısının nasıl açacağımızın provalarını kaç kez kimse farkında değildir. Derinliklerine tekrarladık. Tam vakti geldiğinde inememiş dünyanın zoraki nazına gözyaşlarımızı nasıl bırakacağımızın katlanmak zorundadır. Ne de olsa harçlığını planını yaptık mı? Affın peşindeysek veriyor. Yoksa rızık mı demeliydim. affedilecek bir şeyler yapmalı. Harçlık için

yaptığımız çok şey gibi. Zihnim bunlar Bir-bir öğreniyor her nefes alışverişi. Her üzerinde efkâr ederken bir yandan da acaba verişte kaybı ve geri dönmezliği! Asırlar diyor. Gözümün önünden harflerden ve gibi yaşanırken saatlerden ibaret günler ve cümlelerden oluşan şu film kareleri diğerleri, yitiriyor her gün benliğini şehrin g e ç i y o r ; M u s a p e y g a m b e r l i k l e amatör yönetmenleri. Süs ve gösteriş, paha vazifelendirilir ve yıllardır halkına biçilmez hayallere peşkeş çekiyor üç zulmeden Firavunla görev verenin emriyle kuruşluk emeğini. Burun kıvırıyor, dudak başlar didişmeye. Hakikate yanaşmıyor büküyor, mutsuzum. Elinde tükenir, kendi hakikatleriyle tanrılaştırmış bedenini tükenmez cinsten bir kalemi sağa sola siper ederek. Sonra emir geliyor Musa'ya. savurarak yüzünü germek zorunda kalıyor Kavmini topla ve git. Terk et o zulüm sert emirlerini yağdırırken. Bu kadar diyarını. Ve mübarek bir vakitti. Musa aksiyonun içerisinde, varlığın ve topluyor kavmini ve düşüyor yola. Ardında kayboluşun, doluluğun ve taşkınlığın. Firavun ve yaverleri. Kızıldeniz'e Sonunda kaydediyor. Elde ettiği tüm gelindiğinde malum vaka vuku buluyor. yokluğu ya da varlığı son damlasına kadar Firavunun geçişine müsaade etmiyor gözyaşlarını bile bırakıyor. yaratan. Tarihe, yaşayanlara ve yaşayacak

olanlara bir küpe iliştiriyor o an. Ağacın dalındaki yaprak kıpırdıyorsa hayat Kız ı ldeniz ' in su lar ına gömülmek vardır. O kıpramanın ve hayatın da bir üzereyken Firavun, daha önce provasını anlamı. Görebilene veyahut görmek yaptığı hale bürünüyor sanırım. Tek haneli isteyene! Var mıdır aranızda çamura rakama düşmüşken nefes düşüyor af'ın bulaşmamış. Gözler ardında, kimseler p e ş i n e . A f f e t . H a y ı r , F i r a v u n yokken, kimselerin yokluğuna kendini affedilmeyeceksin. Sözlerin ve bedenin, inandırmışken elini, yüreğini, kalbini son halin kalacak ölümlü yeni bedenlere karartan. Sırtını zamana yaslamış, pili biter vasiyet. de durur yaşar gideriz vakit geçmeden. Yeni kavramlarla yaşayan nesil, yeni huyları, Hiç bitmeyen ve bitecek gibi zulüm, her yeni tepkileri beraberinde getirdiler köşe başında bir şekilde kol gezerken, yüzyıla. Çatışmaların, çatışık anların, canlara ve gözyaşlarına mal olurken her çalışmaların içerisinde unutulan, ilişkiler gün, bizi alıp götürecek bir Musa'mız yok. varken bahsi geçmeyen, mezardan mezara Artık Firavun peşimize düşmüyor. O bizim okunmak üzeri kırk kat sarılıp duvarın her an her yerimizde. Ve biz affı öteleyerek kıbleye bakan kısmına sarkıtılan kutsal yaşatıyoruz Firavunun hatırasını. Sonra son gibi, bir sıyrığın üzerine yamalanmış nefese kalıyor tüm birikintiler yığını. hakikat ve sahibi. Kaç kez şahit olmalıydı tarih, insan, melek ve ötekiler. Muhammed İnsan yüzyıllardan beri Firavunun izini mi gelmeli, kaç kitap daha anlatmalı sürüyor.

Fatih Dağlar

İNSAN N

EDEN F

İRAVU

NA B

ENZER

mart-nisan 2010

Page 46: sehrengiz4

Bil

al C

an

Yağmur ikindi korkusunda ellerimi terimin boncuk şekliyle suladım. Ellerim çiziyordu duvarlara. Sözler gebe sayfaya o r a k l a r d a k e s i l d i , n a s ı r l a ş a n boşaldığında gözlerim günah deyip boğumlarına taş basarken incindi taş. Taş kaçırıyordu ellerimi. Ellerim; uzun benim biatımda attığım bir kurşundur. parmaklarını gecede gezdirirken kalemi Onu Anadolu'nun dağlarında besledi özleyen nefesim sayfa kenarlarının hicaz iklimler. sesine tutuşuyordu.

Sevdiğim. Oy. Kahır sokaklarında Zâl. Sevdiğim. Yazdığım her satır benim zılgıtlar bıraktık Nemruda. Ağrı'nın titreşen bedenimde sızım sızım hasret heybetinde yuva yaptık. Her yanımız katıyordu beyaz sayfaya. Sen uzakları Ankara gibi çetin soğuklar beslerken, çekerken gözlerine ben yakınında yüreğimizi Hicaz çöllerindeki kervanlara tutuşuyordum. Gözlerim yanıyordu emanet ettik. Bizi aldılar. Bağladılar bir ikindi sonrası korkusunda ellerimi devenin yüküne. Ardından getirip çizince yağmur. Gözlerim yanan yangın, hattatlara emanet ettiler. Divitin tutuşan ezber, kırılan kalem, yırtılan ucundaydık artık. Hokkanın dibine sayfa… Gözlerim yanıyordu Katre-i vurmuştuk. Yüreğimizin zelzelesi şiirleri ummanım. Sen kırçiçeklerini saçına taç doğurdu bu yüzden. Hüsn-ü hatlarda yaparken… inledik ''hû'' sesinde. Cezbemize tanık

oldu eller. Uzun havalarda çağırdığım sendin. Bir dağ türküsünde ezberime gül diye kattığım. Rahlesine öfkesini yapıştırmış icazetsiz bir zandım ben. Kurtar beni baş ağrılarımın acılı yasaklığından. Kurtar beni, dağlara kaldır gözlerimi. Gök d o l d u r y ü r e ğ i m e n e f e s s a ğ a l t ciğerlerime. Zal gibiydim bu yüzden. Dilinin ucuna yapışmış. Söylenince anlam kazanan…

Zâl. Sevdiğim. Yazılan satırlarda Leyla diye konduruyorum yaslı türkülerime ismini. Aradığım tüm isimlerin aslı çakılı ezberimde. Ararken her ismi mecnun kesilen bakışlarım yangın. Gözlerim yangın. Ellerim ısırılmış kadehler gibi yoğun. Kırık tümceler gibi bozgunum. Hasret mazbatasında afili suskunluklar beslerken adam yanıma, çocuksu h ı ç k ı r ı k l a r ı k a t ı k e d i y o r u m durgunluğuma. Neden susuyorsun diyorlar sonra, susarken konuştuğumu bilmiyorlar mı?

Beni bölen zamana tutul. Ellerimi çek, mahkûm olduğum yönde pusula diye Ters laleyi çizen ebruzen, nakkaş yanıyla batır gözlerini. Ummanım. Anadolu gibi binbir sitemliydik. Aşkımız yoğun sıcak ve dağlar kadar yoğun. Sevdiğim. bulutların sağanak haliydi. Bu yüzden Oy. bad-ı saba rüzgârı sesimizin ney haliydi.

Üfleyip durdu, üfleyip durdu, üfleyip Katarlar geçerken önümden raylarına durdukça biz duramadık yankısında, tutuştu ezberim. Bir yaz sıcağında yayıldık. Girdiğimiz her kulakta bir acı buğday tarlasında yaktığım tenimi inleyiş gibi belirdik. Ardından kalbine

mart-nisan 2010

Page 47: sehrengiz4

mart-nisan 2010

Page 48: sehrengiz4

Guernica