sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ -...

102

Upload: others

Post on 14-Sep-2019

31 views

Category:

Documents


1 download

TRANSCRIPT

Page 1: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr
Page 2: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr
Page 3: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜT.C. ESKİŞEHİR VALİLİĞİ ADINA

Aydın TETİKOĞLUVali Yardımcısı

GENEL YAYIN YÖNETMENİMurat KÜÇÜK

YAYIN KURULURahmi EMEÇYrd. Doç. Dr. Arzu KILIÇLARMehmet KONUKÇUGamze Seçil KURUProf. Dr. Selahattin TURAN

GRAFİK TASARIMBurcu COŞGUN

TASHİHBilal AKAN

İLETİŞİ[email protected]: 0 222 221 90 00/3188

YAYIN TÜRÜYerel Süreli Yayın

ISSN1309-1956

DAĞITIM

Dağıtım destekleri için teşekkürler.

Yayınlanan yazıların sorumluluğu imza sahiplerine aittiir.

Yazara telif ücreti ödenmez.

Eleştiri, öneri ve ürü[email protected] gönderebilirsiniz.

Şimdilere herkes kendini keşfetmenin peşinde. Beden dilini kullanmadan stres yönetimine; nasıl daha mutlu olunacağını salık veren kitaplardan ruhsal detokslara, spritüel ilgilere dek modern maneviyat arayışları, modern insanın

sevme, sevilme, sevinme duygularına öykünüyor. Ekonomik, sosyal, siyasi ve felsefi krizler, bunalımlar ve kargaşalar modern insanın ontolojik güven duygusunu gün geçtikçe daha fazla hırpalıyor. Hedonist uyaranlar tatminsiz ruhları, kavruk kalpleri çoğaltıyor. İnsan-i olmayı ve öz değerleri tarifleyen bilgelerin sözleri ne yazık ki popüler kültürün içinde modern sapmalarla daha az işitiliyor. Niçin dünyadayız, neler yapıyoruz, neler yapmamız gerekiyor sorularını yanıtlayan ve daha yaşanılır ve mutlu bir dünyanın inşasına işaret eden birçok bilge, manevi mimar sevgi paydasında buluşuyor.

Sevgi Elçisi Yunus, yüzyıllardır insanlığı sevgiye davet ediyor. Çağlarüstü çağrısıyla kimseye kalmayan dünyada kalıcı bir kelime ile, sevgi ile insanlık trajedisinin kaynağını teşhis ediyor. Günümüzün gözde laflarından “keyif” ile bakmıyor; hayata. Hayatın keyfini çıkartmak yerine ölümlü bir hayatın değerini bilmeye, birbirimizi anlamayı, iç hesaplaşmayı öneriyor. Keyfin kaçmamasına değil, huzurun kaçırılmamasına dikkat çekiyor. Hakikatin ve hikmetin yolucusu Yunus, sevgi ve sevinci Allah’ın armağanı olarak görüyor. Duru Türkçesi ile her kelimesi, vicdan ve zihinlere Tanrı, evren ve insanın bütüncül zincirinin birer halkası olarak, tefekküre, şükre, sevgiye davet ediyor.

Şimdilerde, herkes kendini keşfetmenin peşinde iken Yunus yaşamıyla, yapıtlarıyla, yeni okumalarla farklı ipuçları sunuyor. Bula/bildikleriyle, biriktirdikleriyle, herkesin kendince algıladığı Yunus’un daveti dinmeyecek, çağlarca çağlayana dönüşecek. Yunus Emre özel sayımızın hazırlanmasındaki önemli, özverili katkılarından ötürü Prof. Dr. Erdoğan Boz’a teşekkür ederek Yunus Emre’ye bırakalım sözü:

Bildik gelenler geçdiler gördük konanlar göçdülerAşk şârâbın içen cânlar uymaz göçmeğe konmağa.

Murat Küçük

BÜTÜN ÇAĞLARA ÖZGÜ BİR ÇAĞRI: “SEVELİM, SEVİLELİM. BU DÜNYA

Page 4: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

İçindekiler MAYIS 2010

38 - 41

34 - 37

32 - 33

28 - 31

24 - 27

22 - 23

16 - 20

12 - 15

10 - 11

6 - 9

4 - 5Ali URAL Nefsini Tepelemiş Elleri Kan İçinde

Alper SÖKMENGönül Adamı Yunus Emre

Atasoy MÜFTÜOĞLUYunus Emre’yi Okurken Eleştirel Bir Dikkat Gerekiyor

Röp. Aynur Kalabıyık Kemal SAYAR:“Sahicilik Kayıplara Karışıyor”

Beşir AYVAZOĞLU Herkesin Yunus’u Kendine Göre

Bayram ÇETİNKAYAÖlçünlü Dil ve Yunus Emre

Bayram DALKILIÇYunus Emre’de İnsan ve Unsurları

Burak KILIÇ Yunus’tan Modern İnsana, Sevgilerle

Ceren OĞUZ Yunus Emre Külliyatı – Mustafa Tatçı

Ebru ALAGÖZ 2009-2010 Eğitim-Öğretim Yılı Ortaöğretim Dil ve Anlatım Ders Kitaplarında Yunus Emre’nin Yer Alması

Edit TasnádiMacaristan’daki Yunus Emre

Page 5: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

44 - 48

42 - 43

50 - 51

52 - 54

5 5

56 - 57

58 - 61

62 - 64

66 - 6790 - 92

84 - 89

82 - 83

80 - 81

78 - 79

76 - 77

70 - 74

68 - 69

93 - 94

95 - 96

97 - 99

100

Emel ENKİNYunus Emre ve Türk Dili

Dilek TÜRKYILMAZXIII. Yüzyıldan Günümüze Ulaşan Bir Ses: Yunus Emre

Fatih DOĞRUYunus Emrenin Nefsiyle Savaşı

Fevzi KARADEMİRTaş Gönülde Ne Biter?

Gizem KUNDURACIBüyük Türk Mutasavvıfı Yunus Emre ve Dilimiz Üzerine Birkaç Söz

Röp. Gamze Seçil KuruYunus’u sesine senfonik bir yankı: Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası

Himmet UçYunus Emre Divan’ında Temalar

H. Kahraman MUTLU Yunus Emre Divan’ında Sosyal Eleştiri

İlyas PÜRYunus Emre’de Allah ve İnsan Sevgisi

İlke KÜÇÜK Yunus Emre’nin Beyitlerinde Dünya Hayatının Geçiciliği

Röp. Mehmet TOPALBelgeler Işığında Yunus Emre Zaviyesi

Röp. Meryem YÜCESOYYunus Emre’yi Tanıyor musunuz?

Muharrem KAYAYunus Emre Batılı Anlamda Hümanist Midir?

Mustafa ÖZÇELİKYunus Emre’nin Dağ Yolculuğu

Murat SOBACIYunus, Biz(im)

Osman ÖZBAHÇETürk Şiirinin Menşei ve Yunus Emre

Sema ALTUNANHümanizmin Tarihsel Gerçeği ve Yunus Emre Felsefesi

Sennur SEZERMeleklerin Bilmediği Söz

Talip ÇUKURLU“İlm-i Ledündür Üstâdum Ol Esrârı Tuyan Benem”

Yağmur SAYAnadolu’nun, Eli Tahta Kiliçli Bilgesi Yunus Emre

Yunus Emre’nin Naaşı

Page 6: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

4|MAYIS 2010

“Nefis atı” yere vurmak istiyor Yunus’u. Aşk meydanında seğirtip dursa da fırsat kolluyor sırtından atmak için. Nefis bu, kuşu gökten koparır, balığı denizden. “Beni gören bir pula saymaz idi /Şimdi gören gösterir parmağıyla” dedirtip dervişi dergâhtan koparır.

Göğün fark etmediği “öksüz bir yıldız”, denizin fark etmediği “yetim bir inci”dir madem, şeyhi neden sorar “Geç kaldın!” diye. Bilmez mi hangi istikamet üzeredir. Hem bunca yıl kaynar da kazan aş neden pişmez? Nefis, geceyi kara bir ata çevirip ocaktan uzaklaştırır Yunus’u. Sahrada yol aldırır bir başına, sonra iki dervişle buluşturur. Üç kara gece üç aydınlık sofra kurar bu üç dervişe. İlk derviş ellerini açtığında iner ilk sofra, ikinci gece ikinci derviş indirir sofrayı gökten. Sonunda sıra Yunus’a gelir. Nasıl dua edeceğini bilemez de, nasıl dua ediyorlarsa aynı duanın sırrıyla ister. İki sofra birden inince şaşıran dervişler, “Ne söyledin ki bereket katlandı?” diye sorarlar yoksul Yunus’a. Yunus “Asıl siz nasıl dua ettiniz? Ben sizin duanızla yakardım Allah’a” der. “Tapduk’un yanında bir Saka Yunus vardır dergâha su taşıyan. Biz hep onun hürmetine isteriz,” dediklerinde sararır Yunus. İşte o an anlar aşk makamını. İşte o an pişmanlığın narını tadar, “Dervişlik bühtan bana!” diyerek.

Ah dervişlik! Taç ile hırka değildir o. “Bu dervişlik durağı/ Bir acâyip duraktır.” “Sövene dilsiz”, “dövene elsiz” durabilenler için benlik de ne! “Gönlünde benlik olan/ Dervişlikten uzaktır.” Hem dervişlik şerbeti bırakıp zehri bal edenlerin işi; bildiğini bilmediğiyle değişip ununa kül katanların. Gönül yıkıp namaza duranların, yüksekte

durup tepeden bakanların menzili değil. Hem “Dervişlik dedikleri dilde haber değildir.” Aşktır, bedeli can olan. “Canını aşk yolunaVermeyen âşık mıdır?”

Hem avcıları âciz bırakan o konmayan kuşun peşine düşmek gerektir, hem kuş olup geçmek öte tarafa. Fakat her kuş bir değildir, şahinler uçmayı sever, baykuşlar viraneyi. Yunus bir âh çekip söyler: “Kim görmüştür

baykuşun gülistana girdiğin?” Heyhat! Kime dervişlik bağışlanmışsa kalbi gümüşlenmiştir onun. Cefayla satın alınmıştır bu safkan gümüş. Yol üzerine düşmüş kuru bir dal iken, bir “nazar”la taze civan olmuştur.

Dergâh yeniden çağırmaz mı şimdi Yunus’u? Yatırmaz mı Tapduk Emre’nin şol kapısına? “Hangi Yunus?”la “Bizim Yunus” kefelerine konmaz mı aynı terazinin? “Bizim Yunus” ağır basıp da pahasını bulmaz mı aşk? Denizler kaynamaz mı kordan bir balık düşünce suya? “Bir zerre od”dan çıkmaz mı yangın? Yunus dalıp çıktıkça kıvılcımlar vurmaz mı kıyıya? “Karlı dağların başında salkım salkım olan bulut” saçını çözüp ağlamaz mı dumandan gözleri yaşarıp. Yetmiş yedi perde açılmaz mı bir bir umman ruhlu damlalarla?

“Bu aşk bize Rahmânîdir hem canımızın canıdır Onun için şeytan ile her dem bu savaşım benim”

diyerek çekmez mi kılıcını Yunus? Balçığı yakuta, zindanı bahçeye, Firavun’u Musa’ya, köleyi sultana çevirmez mi? “Aşıklar ölmez” diyerek yürümez mi üstüne nefsin?

Nefsini Tepelemiş Elleri Kan İçindeAli URAL| Yazar

Çiz

er: E

lvan

Kan

maz

Page 7: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|5

“Kudret kılıcın almış nefsin boynunu çalmışNefsini tepelemiş elleri kan içinde!”

“Yükseğe bakan göz” anlamıştır Yunus’u “Yüksekten bakan göz değil.” “İlâhî menzillerin hangisine çıktımsa bir Türkmen Kocası’nın izini önümde buldum,” demekten geri durmamıştır görklü Mevlâna. İki dev bir araya gelmiş, bu büyük buluşmanın dalgaları Yunus’un şiirinden taşmıştır güne: “Mevlâna Hüdavendigar bize nazar kılalıOnun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır.”

Yüksekten bakan göze gelince, Molla Kasım kimliğiyle elemeye kalkmıştır Yunus’un şiirini. Binini yakmış, binini bırakmıştır nehre. Menkıbe bu ya, üçüncü binin ilk şiiri bir yıldırım gibi düşmüştür o katı göze:

“Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söylemeSeni sıgaya çeken bir Molla Kasım gelir.”

Molla Kasım’ın gözleri yumuşayıvermiş, Müslümanlığını sorguladığı dervişin son bin şiirini azat etmiştir pişmanlık içinde. Böylece dilimize can katan Türkmen dervişi, on dördüncü yüzyıldan bu yana, yakılan şiirleriyle gökte, suya atılan şiirleriyle denizde, kalan şiirleriyle toprakta sürdürmüştür veznini. Haçlı ve Moğol saldırılarıyla sarsılan Anadolu’ya öyle bir maya katmıştır ki, ne zaman can vermenin eşiğine gelse yeniden diriltmiş, ne zaman sarsılsa tahkim etmiş, ne zaman yeise düşse ümit vermiştir. Yedi denizin susuzluğunu gideremediği insan ruhu Yunus’un maşrapasıyla kanmış, varlığın ve aşkın anlamına bu iksirle yükselmiştir. İşte o zaman erik dalında üzüm yenebilmiş, kazana konulan kerpiç poyraz ile kaynatılmış, bir serçenin kanadı kırk katıra yüklenmiştir.

Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayanHalka müderris olsa hakîkatte âsîdir

Fotoğraf: Levend İSKİT| Kolombiya/Bogota Seçki: Bahanur GARAN

Page 8: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

6|MAYIS 2010

Yunus Emre’yi yedi yüz yıl öncesinden günümüze uzanan bir dil köprüsü; sevgi, kardeşlik ve hoşgörü âbidesi olarak tanıyor ve seviyoruz. Bu yüzden onun

düşüncelerinin, evrensel ve derin insan sevgisinin doğru biçimde bilinmesi son derece önemlidir. Bilimsel anlamda küreselleşen bir dünyada, kültür ve medeniyet değerlerimizle de “küreselleşen bir sevgi” yaratmak durumundayız. Yunus, küreselleştirmek istediği düşüncesini,

“Biz kimseye kin tutmayız. Kamu âlem birdir bize.” biçiminde ifade eder. O, her çağın insanına hâlâ söyleyecek sözü olan bir “gönül adamı”dır ve “gönlü de bir” adamıdır. Yûnus,

“Yûnus Emre der hoca gerekse var bin HaccaHepsinden iyice bir gönüle girmektir.”

diyerek, insanın sevgisini kazanıp gönlünde olmayı Hacca gitmekle eş değer kılıyor.

“Sakıngıl yârin gönlin sırçadur sımayasınSırça sınduktan girü bütün olası değil”

beytinde gönül, bir sırça misali, kırılınca tekrar eski hâline gelmeyecektir.

Eskişehirli Yunus EmreYunus Emre’nin doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir tarih vermek doğru olmasa da Risâlet’ün-Nushiyye’de geçen bir şiirindeki dizeden (Söze tarih yedi yüz yediyidi) hareketle1308’den sonra öldüğü kabul edilebilir. XV.

yüzyıla ait tarihi bir kayıttan da 1240’ta doğup 1320’de öldüğü anlaşılır.1

Tarihi kaynaklara göre Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı olan Sarıköylü’dür. Sarıköy’ün bugünkü adı Yunusemre köyüdür. Ünlü şairimiz Necip Fazıl da o ünlü Sakarya şiirinde “Yunus Emre ki kıyında geziyordu…”mısrasıyla Yunus’un Sakarya kıyılarında yaşadığına dair edebiyat tarihine bir not düşer.

“Ölen hayvan durur, âşıklar ölmez.”

diyen Yunus, aslında mezarının toprakta olmadığını, gönüllerde olduğunu, şiirlerinde bize bildirmiştir. Yunus’un hayatından çok, onun hayat ve insanlık bilgisidir ihtiyacımız olan. Yunus,

“Bu dünyadan gider oldukKalanlara selam olsun. (…) “Bizi bilmeyen ne bilsinBilenlere selam olsun.”

mısralarında sanki insanlık bilgisinin sırrını ifade ediyor. Bu sır da sanıyoruz ki Yunus’un, fani varlığıyla değil, tüm insanlığın ihtiyaç duyduğu ruh derinliğiyle bilinmek isteyişidir. Onun ruh derinliğini bilenler şiirlerini okurken mütevazı, masum, ruhu şefkat dolu bir dervişin yumuşak sesini duyarlar. Son derece basit, açık, gündelik konuşma 1. Cevdet Kudret, Edebiyat Kapısı, YKY, İstanbul, 1997, s.193

Gönül Adamı

Yunus EmreAlper SÖKMEN | Eskişehir Osmagazi Üniversitesi Türk Dili ve Ed. Böl. Öğretim Görevlisi

Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda Yunus’un bir başka önemli tarafı daha ortaya çıkar. Yunus Emre, kaos dönemi yaşayan ve Moğol istilaları ile mahvolan Anadolu topraklarında ortaya çıkan Batınî

cereyanların hiçbirine kapılmamış, bu akımların Türklerin bütünlüğüne zarar vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir rol üstlenmiştir.

Page 9: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|7

dili edasında serbest söyleyişi, ama taklit edilemeyecek bir tarzda kelimeleri yan yana getirişi, mana derinliği, şiirlerini “sehl-i mümteni” seviyesine ulaştırır. Şimdi, yedi yüz sene öncesine ait şiirlerinden, sadeleştirme yapmadan ve hiçbir kelimeyi de değiştirmeden birkaç örnek verelim.

“Erenler buna kalmadı vardı yolına turmadıHakk’ı girçek sevenlere cümle âlem kardaş gelür.”

“Şunlar ki çokdur mâlları gör niçe oldı hâlleriSonucı bir gönlek geymiş anun da yokdur yenleri”

“Yar yüregüm yar gör ki neler varBu halk içinde bize güler var.”

Dikkat edilirse, son derece basit, gündelik dille yan yana getirilen bu mısraların tek kelimesini dahi şiirden çıkartamayız, kelimenin yerini değiştiremeyiz veya mısranın benzerini tekrar yazamayız. Özellikle Yunus’un ilahileri bu tarzdadır.

Yunus’un ilahilerinin unutulması elbette imkânsızdır. Bu ilahileri halk zevkine uygun şekillerle ortaya koyması, en derin metafizik konuları çok basit ve millî bir şekilde dile getirmesi, onun ilahilerinin ağızdan ağza yayılıp günümüze ulaştırıyor. Aslında Yunus’un büyüklüğü, eskimeyen dili ve düşünceleri kadar kendi dehasında da saklıdır. Türk edebiyatı bugüne dek onun kadar büyük bir sûfî halk şairi yetiştirememiştir.2

Duygudaş Yunus EmreYunus’un okuma yazma bilmediği inancı şiirlerindeki birkaç mısraya ve rivayetlere dayansa da yine şiirlerindeki başka mısralar onun ümmi olmadığını ve dahası şiirlerinin tümüne bakıldığında aslında derin tefsir, kelam, hadis, fıkıh, mitoloji vs. bilgisi olduğunu ortaya koyuyor. Mevlana’nın mazmunlarını kullanması ve Sadî’nin bir şiirini çevirmesinden, Farsça’ya da vâkıf olduğunu anlayabiliyoruz. Tarih, coğrafya ve astronomiyle ilgili kavramlardan söz etmesi de bu konularda uzman olmasa bile bu bilimlerden haberdar olduğunu gösteriyor. Günümüze kadar birçok sosyal bilimci bunu ortaya koymuştur. Yunus’un ümmiyim demesi, alçakgönüllülüğünden kaynaklanıyor olmalı. Yunus’taki “ilim” kavramı, gözlem ve deney sonucu elde edilen bilgiye karşılık gelmez; tam tersine, “irfan” yoluyla, yani gönül gözüyle ulaşılan bilgiye karşılık gelir. Yunus’un “İlim, ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir…” sözlerinden, insanın iç dünyasına ait bilgiye işaret ettiğini anlamalıyız. Bu bilgi, “insan olma” bilgisidir. Yani kâmil insan. Bu bilgi evrenseldir ve eskimeyen bilgidir. Dünyevi, reel bilimlerdeki kanunlar, kuramlar kendi içinde birbirini eskiterek veya yalanlayarak gelişir. Dolayısıyla reel bilgi,

2. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003, s.289,290

evrensel de olsa eskiyebilir, hatta yok olabilir. İnsan olma bilgisi ise eskimeyen, yok olmayan bilgidir. Ve Yunus, bu bilginin ömür boyu devam eden bir süreç olduğunun da farkındadır. Yunus için bu süreç, onun yaşam biçimidir. İnsan, kendini bildiği oranda karşısındakini de bilecektir. Bugün psikiyatri biliminin dediği gibi, insan, empati (eşduyum/duygudaşlık) yeteneğini, duygusal zekâsını ne kadar geliştirebilirse, o kadar olgunlaşabiliyor. Yunus yedi yüz sene önce bu empatiye ulaşmış bir gönül adamı olarak hâlâ gönlümüzde yaşıyor.

Rivayetlerde Yunus EmreYunus Emre Karamanlı mıdır, Sivaslı mıdır, Manisalı mıdır, Ankaralı mıdır, Bolulu mudur, yoksa Eskişehirli midir? Kendi hâlinde garip bir çiftçi midir, yoksa bir köy satın alacak kadar hâli vakti yerinde biri midir? Veyahut kendini yollara vurup diyar diyar gezmiş bir derviş midir? Mevlânâ’yla karşılaşmış mıdır, yoksa karşılaşmamış mıdır? Hacı Bektaş-ı Veli’yle tanışmış mıdır, tanışmamış mıdır? Yunus Bektaşî midir, değil midir? Yüzyıllardır unutulmayan bir Türk dehasının toplumun her kesimince sahiplenilmemesi, hakkında türlü rivayetlerin çıkmaması elbette düşünülemez. Bir rivayete göre Yunus, kıtlık çekilen bir zamanda, bir gün Hacı Bektaş-ı Velî’nin yanına gidip de boş dönülmediğini duyar. Eli boş gitmemek için dağdan topladığı alıçı götürür. Hacı Bektaş-ı Velî’nin huzuruna çıkıp “Ben fakir bir kimseyim, bu yıl ekinim olmadı; ümit ederim ki bu hediyemi kabul buyurup bana buğday veresiniz.” der. Hediyesi kabul olunur. Dönüşte Yunus’a buğday mı yoksa nefes mi istediği sorulduğunda o, “Ben nefesi neyleyeyim, bana buğday gerek.” der. Hacı Bektaş-ı Velî bunun üzerine her alıç için on nefes verelim deyince, Yunus “Nefesi neyleyeyim, çoluğum çocuğum var, bana buğday gerek.” der. İstediği gibi buğday verilir. Yunus, dönüşte düşünürken buğdayın tükeneceğini, ama nefesin ölünceye kadar var olacağını anlar. “Ben ne yaptım.” der, kendi kendine. Hemen Hacı Bektaş-ı Velî’nin makamına döner, reddettiği nasibini ister. Hacı Bektaş-ı Velî de şimdiden sonra bu isteğinin olamayacağını söyler. “Biz o kilidin anahtarını Tapduk Emre’ye verdik.” der. Bunun üzerine Yunus da Tapduk Emre’nin yanına gider. Durumu anlatır. Taptuk Emre de “Durumun bize malum olmuştu. Nasibini istiyorsan hizmet et, nasibini al.” der. Yunus’a odun taşıma görevi verilir. Kırk yıl odun taşır. Tabii buradaki ‘kırk yıl odun taşıma’ ifadesi aslında olgunlaşma anlamındadır. Yunus, tasavvuf yolundaki tüm aşamaları başarıyla aşar, kemâle erer ve ilahî aşka ulaşır. Aslında bu rivayette Yunus Emre’nin madde ve mana arasındaki tercihi anlatılmak isteniyor. Buğday reel bilgiyi, dünyevi bilgiyi; nefesse sezgi yoluyla elde edilen bilgiyi, batıni bilgiyi temsil ediyor.

Sevgi Tarikatine Müntesip Yunus EmreÂli’nin Künhü’l Ahbar’ında anlatıldığı üzere Hacı Bektaş-ı Veli’nin meclisine birçok tasavvuf ehli icabet

Page 10: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

8|MAYIS 2010

ederken Yunus, bu meclise gitmez, mazeret olarak da dost divanında erenlerin nasibi dağıtılırken onun adını duymadığını söyler. Bütün bunları duyan Hacı Bektaş-ı Veli, Sarı İsmail adındaki dervişini Yunus Emre’yi davet etmesi için yollar. Nasibiyle beraber gelsin, der. Yunus Emre ikna olur, gider meclise. Hacı Bektaş-ı Veli sorar: “Sen nasibini aldığını söylemişsin, peki nerden aldın bu nasibi? Yunus Emre cevap verir: “Erenler meclisinde perde arkasından, yüzünü göremediğim gizli bir el verdi nasibimi”. “Peki bu eli görsen tanır mısın?” der, Hacı Bektaş-ı Velî. Yunus Emre, “O elin ayasında yeşil bir ben gördüm, elbet tanırım.” cevabını verir. O an Hacı Bektaş-ı Veli avucunu uzatarak elindeki yeşil beni gösterir. Yunus Emre, kendisine el verenin tam karşısında durduğunu anlar ve büyük bir heyecanla “Tapduk padişahım! Tapduk padişahım! Tapduk padişahım!” diye haykırır. Onda sonra da Hacı Bektaş-ı Veli’nin adı Taptuk Emre kalır. Tapduk Emre ister Hacı Bektaş-ı Veli olsun, ister olmasın Yunus’un el aldığı tasavvuf ehlinin Tapduk Emre olduğu bilinmektedir.3 Divan’ında da “Tapduk” kelimesi altı defa geçmektedir:

“Tapdug’un tapusında kul olduk kapusında “Yûnus’a Tapdug u Saltug u Barak’dandur nasîbÇün gönülden cûş kıldı ben niçe pinhân alam”

Buna karşın Hacı Bektaş-ı Veli ismini Yunus’un şiirlerinde göremiyoruz. Bu ve başka menkıbelerin Yunus Emre’yi Bektaşi tarikatine yaklaştırma çabaları olduğunu anlıyoruz. Kaldı ki Bektaşiliğin 14. yüzyılda şekillenmesi Yunus Emre’nin bu tarikatle ilgisinin olmadığını da gösterir. Ancak Hacı Bektaş-ı Veli’den Sarı Saltuk’a, ondan Barak Baba’ya, ondan da Tapduk Emre’ye ve Yunus Emre’ye uzanan silsile, aslında bu şahsiyetlerin aynı Sünni çizgide buluştuğunu, bu anlayışa Hurufilik ve Şiiliğin sonradan karıştığı düşünülebilir.4 Zaten Ahmet Yesevi’nin tarikatinin sonrakilere temel teşkil ettiği bilinir. Yunus Emre, Yusuf Ziya İnan’ın dediği gibi “Tarikatsiz bir tarikat ehlidir. Çünkü o hepsindendir ve bütün tarikatleri aşmış bir velidir.” Çünkü yaşadığı dönemde insanlığın ihtiyaç duyduğu sevgi, kardeşlik ve barışı yaymıştır. Bir tarikate ait gösterilecekse de sevgi tarikatine mensup olduğunu söylemeliyiz. Yunus’a bir sıfat yakıştırmak gerekirse “Türk-İslâm mutasavvıfı” demek yeterli olur.

Yunus’un“Mevlânâ sohbetinde saz ile işret oldı,Ârif manâya daldı çün biledir ferişte.”

beyti, onun Mevlânâ’yla görüşmüş olabileceğini düşündürür. Bir rivayete göre de Mevlânâ’ya Mesnevi’si için “Uzun söylemişsin, ben olsam ‘ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.’ diye söylerdim.” demiş.

Aslında bütün bunlar önemli değildir. Yunus, bütün 3. Kemal Yüce, Fikret Türkmen Armağanı, “Türk Mitolojisi ile İlgili Bir Tabir: Tapduk”, Kanyılmaz Matbaası, İzmir, 2005, s.7634. Mustafa Özçelik, Bizim Yunus, Eskişehir Odunpazarı Belediyesi Yayınları, Eskişehir,2007, s.77

insanlığa hitap etmesi yönüyle aslında Mevlânâ’ya yaklaşır. Onun Mevlânâ kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan Türkçenin Batı’da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının onu ihmal etmesindendir. Yunus’taki insanlık sevgisi, kendisiyle özdeşleşmiş “sevgi felsefesi”nin bir parçası ve sonucudur. Nitekim Yunus’un insan sevgisini ilahi sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi

“Yaradılanı hoş görYaradan’dan ötürü” dür.

Yunus’a göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevmeyi ve sevilmeyi hak etmektedirler. Mademki insanoğlu ruh yönüyle Allah’tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar.

Yunus’la ilgili bir başka rivayet de şöyledir: Yunus Emre’nin yazdığı üç bin manzume kitap hâlinde Molla Kasım adında bağnaz bir hocanın eline geçer. Molla Kasım bir su kenarında oturup manzumeleri incelemeye başlar. Dine aykırı bulduklarının bin tanesini yakar, bin tanesini de suya atar. İki bin birinci manzumeye geldiğinde,

“Ben günahumca yanam rahmet suyuyla yunam,İki kanad takınam biraz uçasım gelür.Andan Cennet’e varam, Cennet’de Hakk’ı göremHuri ile Gılman’ı bir bir kaçasım gelür.

Derviş Yunus bu sözi eğri büğrü söylemeSeni sigaya çeker bir Molla Kasım gelür.”

sözlerini okur ve Yunus’un ermiş olduğuna inanır. Kalan manzumeleri insanlar, yakılanları gökte melekler, suya atılanları da balıklar okumaya başlar.5

Eleştiren Yunus Emre“Ben gelmedim dava için” diyen Yunus’un davası sevgi, aşk ve hoşgörüdür elbette. Ancak Yunus’ta eleştiri, döneminden şikâyet yok mudur peki? Yunus’ta tenkit kavramı pek fazla öne çıkmaz, ama dönemindeki sahte Müslümanlardan şikâyetçidir. Gönlü açık Sünnî Müslüman kalmadığından dem vurur:6

“Kimde kim şefkat vardur rahmet dahi andadurŞimdi bir gönli açuk Sünnî Müselman kanı”

Medrese mezunu olan, ama aşk dervişlerini tanımayan Müslümanları da şöyle tenkit eder:

“Müselmanlar zamane yatlu oldıŞeytanlar semürdi kuvvetlü oldı5. Halim Baki Kunter,Yunus Emre Bilgiler-Belgeler, T.C. Eskişehir Valiliği Yayınları, 2005, Eskişehir, s.14436. Cemal Kurnaz; Haz.:Hüseyin Özbay, Mustafa Tatçı, Yunus Emre, Makalelerden Seçmeler, MEB Yayınları, Ankara 2001, s.351,352

Page 11: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|9

(…)

Fakirler miskînlikten çekdi elinGönüller yıkuban heybetlü oldı.Peygamber yirine geçen hocalarBu halkın başına zahmetlü oldı.”

Yaşadığı çağın gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda Yunus’un bir başka önemli tarafı daha ortaya çıkar.Yunus Emre, kaos dönemi yaşayan ve Moğol istilaları ile mahvolan Anadolu topraklarında ortaya çıkan Batınî cereyanların hiçbirine kapılmamış, bu akımların Türklerin bütünlüğüne zarar vermesi tehlikesi karşısında da engelleyici bir rol üstlenmiştir. Bu açıdan bakıldığında Yunus Emre, hem Türk şiirinin kurucusudur hem de millî birliğin yerleşmesinde önemli görevler almış bir şahsiyettir.

Yunus Emre’nin Türkçeciliğinden de söz etmek gerekir. O, Anadolu Türkçesinin yerleşmesi ve oluşmasında “köşe başı” vazifesi görmüştür. Yunus Emre, yaşadığı ve yazdığı XIII.

yüzyılda herkesin anlayacağı bir dille, herkese seslenmiştir. Bağlı olduğu “sevgi felsefe” sini, derin tasavvufi bilgisiyle, görünüşte basit, ama çok derin sözlerle sanatkârane bir edayla anlatmış ve Türkçeyi bir gönül adamına yakışırcasına halkın gönlüne yerleştirmiştir. Yedi yüz yıl geçmesine rağmen onu, günümüz şairi gibi rahatlıkla anlayabilmemizin sebebi elbette budur. Shakespeare’in 14. yüzyıldan günümüze kadar kalması ve sevilmesinin sebebi, Shakespeare’in de Yunus gibi halkın dilini kullanmasıdır. O halde Yunus Emre, kelimenin tam anlamıyla “milli bir sanatçı” dır. Tıpkı, Nasrettin Hoca, Köroğlu, Dadaloğlu veya Karacaoğlan gibi.

“Yunus, insan tabiatini şiirin özüne yerleştirmiştir. Yunus’un eserindeki insan, her devirde yeniden yorumlanmaya, dolayısıyla yeniden yaşanmaya açıktır.”7 Şimdi yapılması gereken, “okuma” yönünden küreselleşemeyen dünyada Yunus’u, gençlere daha çok okutmak, tanıtmak olmalıdır. Olgun insan olma yolunda…

7. Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı, İnceleme, H Yayınları, İstanbul, 2008, s.103

Beri gel barışalım yad isen bilişelimAtımız eğerlendi eşdik elhamdüli’llâh

Fotoğraf: Levend İSKİT| Ruanda Cumhuriyeti/Kigalı Seçki: Bahanur GARAN

Page 12: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

10|MAYIS 2010

Geçmişte yaşayan şairleri, düşünürleri, bilginleri, bilgeleri ve arifleri; yaşadıkları tarihsel, kültürel, ortamın <bağlamın> iklimin ve koşulların

belirleyici, hakim özellikleri içerisinde değerlendirmek, yorumlamak gerekir. Geçmişin yaklaşımları, çözümleri, yöntemleri, günümüzde anlamını, etkisini yitirmiş olabilir. Bu nedenle; geçmişte yaşayan tarihsel kişilikleri bugünün bilincinden hareketle ve eleştirel bir dikkatle okumak <yorumlamak gerekir. Bugünün bilincini,geçmişte yaşayan şair /düşünür/bilgin/bilge ve ariflerin; menkıbevi/efsanevi kişilikleri ile, bu kimselerin gerçek kişiliklerini ayırt etmemize yardım eder. Pek çok şair/düşünür/bilgin/bilge ve arif gibi Yunus Emre’de günümüzde daha çok menkıbevi yanıyla, menkıbevi nitelikleriyle biliniyor, anılıyor, yaşatılıyor.

Her kuşak, her toplum, her düşünce ve edebi hareket; düşünsel, kültürel, entelektüel ve edebi tarzını yaşadığı dönemin ilgileri, imkanları, ihtiyaç ve beklentileri doğrultusunda gerçekleştirir. 13. Ve 16. yüzyıllarda, Anadolu büyük ölçüde Babailik, Abdallık, Bektaşilik, Hurufilik, Kızılbaşlık, Kalenderlik, tarikatların ve şehlerin etkisi altındadır. Bu hareketlerin aynı dönemde Hint, İran, Yunan kültürüyle, mistisizmleriyle alışveriş halinde bulundukları da hatırlanmalıdır. Bütün bu nedenlerle Yunus Emre’yi yaşadığı dönemin sosyal/kültürel koşullarında bağımsız olarak değerlendirmeyiz.

Bektaşi rivayetlerinde, geleneksel metinlerinde, Hacı Bektaşi Veli’nin, Rum ülkesine geldiğinde, Seyyid Mahmut Hayrani, Celaleddini Rumi, Hacı İbrahim Sultan gibi tasavvuf adamları arasında Yunus Emre adında bir şeyh’in de bulunduğundan söz edilir. Hacı Bektaşı Veli ile Yunus

Emre’nin tanışması üzerine çok çarpıcı menkıbeler anlatılır. Yunus Emre’nin hayatı etrafında, menkıbeler, efsaneler dışında bildiklerimiz sınırlıdır. Yunus Emre’nin 13. yüzyılın sonların ile 14. Yüzyılın başları arasında yaşadığını, Babai-Kadiri çevrelerinin ve Tapduk Emre’nin etkisi altında gelişen/oluşan ir kişiliğe sahip olduğunu, Şeriat ilkeleriyle bağdaştırılması mümkün olmayan bir tasavvuf anlayışına ve itikadına bağlı bulunduğunu biliyoruz. Yunus Emre’nin yaşadığı dönemde, zahiri ilim çevreleriyle, batını ilim çerçeveleri arasında derin karşıtlıklar, rekabetler çatışmalar yaşanıyordu. Mutasavvıflar; batın ilmini, hakikat ilmini; irfan ilmi olarak tanımlıyor, irfan ilminin kaynağı olarak da ilham’ı esas alıyordu. Gerçek ilmin kaynakları ise akıl/vahiy ve nakillerdi. Yunus Emre’nin yaşadığı dönemde, zahiri ilim çevreleriyle, Batıni ilim çevreleri arasında derin karşıtlıklar, rekabetler çatışmalar yaşanıyordu. Mutasavvıflar; batın ilmini, hakikat ilmini; irfan ilmi olarak tanımlıyor, irfan ilminin kaynağı olarak da ilham’ı esas alıyordu.gerçek ilmin kaynakları ise akıl/vahiy ve nakillerdi. Yunus Emre’nin yaşadığı dönemde tekkelerde yalnızca irfan dersleri okutuluyordu. Tasavvufa yönelen herkes, irfan’a mürşidlerden alınacak ilham yoluyla ulaşılabileceğine inanıyordu. Sözünü ettiğimiz dönemde, Şeriat ilimlerini tahsil etme ihtiyacı duymayan, tasavvuf adamlarından, cahillikleriyle iftihar edenler olduğu tarihi gerçekler arasındadır. Cahillikleriyle iftihar eden bu çevreler akıl ile Hak’ka ulaşmanın mümkün olmadığına inanıyor, her şeyi yalnızca gönül kitabından okumak gerektiğini iddia ediyorlardı. Yunus Emre bağımsız bir tasavvuf ekolü oluşturdu. Bu ekolün Bektaşiler ve Kızılbaş Türkmenler üzerinde büyük bir manevi nüfuzsu vardır. Bu arada Hızır-Name’de Yunus Emre’nin Bektaşi olduğu da kaydedilir.

Yunus Emre’yi Okurken

Eleştirel Bir Dikkat Gerekiyor

Atasoy MÜFTÜOĞLU| Yazar

Page 13: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|11

İlk edebiyat tarihçileri tasavvufi ilahileri şiir saymadılar, ancak Yunus Emre yüzyıllardır gelip geçen sayısız şair arasında en ünlüsü, en etkilisi, en çok okunanı, en çok anılanı oldu. Yunus Emre kitleler üzerinde halen ektisini sürdürüyor. Yunus Emre halk diliyle yazdığı için, halkın zevk ve beğenisine hitap ettiği için, bugün de halk arasında yaşıyor. En eski Anadolu eserlerinde olan Yunus Emre Divan’ı Azeri lehçesine yakın bir dille ve hece vezniyle yazılmış, on iki bin mısradan oluşan, dış aleme karşı kayıtsız, iç alemin derinliklerini dile getiren, vecd ve huşu içerisinde yazılan ilahiler nefesler, ahlaki öğütler ve tasavvufi bilgeliklerden oluşuyor. Yunus Emre’n,n şiirleri sanat kaygısı taşımaksızın, ilahi yakınlığı gerçekleştirmek üzere, halkın ruhuna işleyen bir dil’le yazılmıştır. İlahi cezbeye ve aşk mezhebine inandığını söyleyen Yunus Emre, şeriat ehlinin kendisinin sahip olduğu mazhariyetlere sahip olamayacaklarını iddia eder. Tasavvuf ahlakına dayalı ve tasavvuf/tarikat’a davet eden ilahiler yazan Yunus Emre her durumda tevekkül ve teslimiyeti, dünyevi ilgilerden feragati önerir. Yunus Emre Divanında Mevlana Celaleddin’in etkisini müşahede etmek de mümkündür.

Yunus Emre’nin zehir ehline, yani fakihlere hiç saygısı yoktur. Akıl aracılığıyla hakikate ulaşılamayacağına inanan Yunus Emre, asıl ilmin kitaplar yoluyla değil, Ulemayı Rüsum’un (şeriat ilimleri/dünyevi ilimler) ilimleri değil; aşkla ve mürşid aracılığıyla tahsil edilen ilim olduğuna inanır. Şeriat edeplerine meydan okuyan mutasavvıflar Yunus Emre’de olduğu gibi, kitabi ilimleri tahkir ve tahfif etmiştir.

Türk Edebiyat tarihinde Yunus Emre kadar kitlelerin gönlünde mutena bir yere sahip bir başka şair muhtemelen yoktur. Sadelik, samimiyet, basitlek sadelilik, sahibi, ateşli, heyecanlı, coşkulu bir mutasavvıf olan yunus Emre tasavvufi halk edebiyatının öncü ismi sayılır. Yunus Emre’nin yüzyıllardır büyük bir ilgiye mazhar olması, kendi alanında aşılamaması, Yunus Emre’yi yetiştiren kültürel iklimde, fikri ve manevi anlamda büyük bir değişim ve dönüşüm yaşanmadığını gösterir.

Her kuşak, her toplum, her düşünce ve edebi hareket; düşünsel, kültürel, entelektüel ve edebi tarzını yaşadığı dönemin ilgileri, imkanları, ihtiyaç

ve beklentileri doğrultusunda gerçekleştirir.

Yunus Emre Heykeli, Büyük Park,Fotoğraf: Battal Gazi Barlas

Büyük Park, Temsili Yunus Kabri Fotoğraf: Battal Gazi Barlas

Page 14: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

12|MAYIS 2010

Kemal SAYAR:

Röportaj: Aynur PALABIYIK

“Sahicilik Kayıplara Karışıyor”

Prof. Dr.

Page 15: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|13

> Liseyi Eskişehir Anadolu Lisesi’nde okudunuz. Birincilikle bitirdiğiniz bu lise size Tübitak bursu kazandırdı. Eskişehir’de yaşamış olmak size bundan başka neler kazandırdı? Anılarınızdan Eskişehir’e ait bir kesit anlatabilir misiniz?

Eskişehir gençliğimizin şekillendiği bir yerdi. Okulumuzun kuvvetli bir kütüphanesi vardı. Klasik eserlerle ilk orada tanıştım. Ayrıca okulumuzda edebiyat ve düşünceyle yakından ilgilenen öğretmenlerimiz oldu.Onların sayesinde kitap okumayı sevdik. Ve yine onların sayesinde daha derin konularla tanışma imkanı bulduk.Okulun getirmiş olduğu rafine ortam bölümle de birleşince meraklarımız çoğaldı. Kendimizi çok daha iyi yetiştirme imkanımız oldu. Yetişmemizde büyük katkıları olan hocalarımıza buradan şükranlarımı sunuyorum. Eskişehir gençlik hülyalarımın şekillendiği bir yer ve her köşesinde hatıralarım vardır.Dolaşırken özlem, mutluluk, yolculuk gibi pek çok hatıra ve hayallerin her biri halen içimde canlanmakta ve zihnime üşüşmektedir.

> ‘Her Şeyin Bir Anlamı Var’, ‘Yavaşla’ ve ‘Merhamet’ bunlar kitaplarınızın başlıkları. Bu başlıklar nihilizmin hızlı yaşamayı ve tüketmeyi teşvik eden kültürüne, acımasızlığın hüküm sürdüğü hayatlara ne denli etkili oluyor sizce?

Günümüzde çok fazla hız ve maddiyat eksenli bir kültür var. Bu da insanların mutluluğunu çalıp götürüyor. Batı medeniyetinin insanları bugün yalnızlık adasında yaşayan birer

‘Robinson Crusoe’ gibiler. Bizler kendi medeniyetimizin imkanlarını doğru kullanarak bu yalnızlık adalarında yaşamayan tam aksine insandan insana kolayca köprüler kuran insanlar olmak durumundayız. Geleneksel mayamızda insana dönüklük vardır.İnsandan nefret yerine insan sevgisi ön plandadır. Kainatın merkezine insanı yerleştirme düşüncesi vardır.Tüm bu geçmişi yeni bir solukla canlandırmamız ve diriltmemiz gerekmektedir.

> Merhamet adlı kitabınızın alt başlığı ‘Kalbe Dönüş İçin Son Çağrı’. Dünya var olalı kutsal kitaplar, dini inançlar, peygamberler, bilgeler insanı kalbe dönüşe çağırıyor. ‘İnsanların kalbi tekliyor, kalbi kavruk ve kasvetli merhamet aşısı ümidin kandilleri yeniden yansın’ diyorsunuz. Bu karanlığa yıllardır ümit kandilleri yakan bir bilge olarak ümit var oluşunuzla yakın geleceği nasıl yorumlarsınız?

Ümitsiz insanlar hayatta hiçbir değişimin fitilini ateşlemezler çünkü ümitsiz insanlar ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ felsefesinde yaşarlar. Aksiyon insanları her zaman ümit sahibi olmuşlardır. Aliyev İzzet Begoviç’i hatırlayalım. Eğer o ümit sahibi olmasaydı yaşadığı zindanlarda ümidini besleyip büyütmeseydi ülkesinin bağımsızlığını belki de hiç hayal edemeyecekti. O nedenle bir kimse hem sorumluluk hissine hem de ümitsizliğe aynı anda sahip olamaz. Yani sorumlu sahibi insan ümit sahibi insandır. Ümit sahibi olmak; “dünya daha güzel bir yer olabilir ben de bunun için gayret gösterebilirim ve eğer ben gayret gösterirsem dünyadaki her

şey yerini bulur” demektir. İşte bu tür insanlara Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard ‘iman şovalyesi’ diyor.İman şovalyesi insanlar sayesinde yeryüzünde bir şeyler yeniden yapılanarak inşa olur ve oluş bozuluşa galip gelir.Bu yüzden insanlar her zaman ümit üzere olması gereken bir varlıktır.

> Modern kültür, postmodern kültür,kültürel doku insan ruhunu güçlü bir biçimde etkiliyor ve aynı zamanda ruhsal sıkıntıları da ortaya çıkarıyorken Türk kültürünün bize has etkileri nelerdir?

Toplumumuzda bizler ayrımlaşma ve birleşmeyi tam başaramıyoruz. Bunun iyi ve kötü tarafları var. İyi tarafı dayanışma dayanışma duygusunu kaybetmiyoruz. Zor zamanlarda birbirimizle çok kolay yardımlaşma içerisine girebiliyoruz. Deprem zamanında bu ülke eşine az rastlanır bir dayanışma örneği sergiledi. Bizim yoksulumuz akrabasıyla iletişimi varsa çok büyük bir yoksulluk içine düşmez. Amerika’da yüz binlerce evsiz gibi sokaklarda yaşamaz. Çünkü toplumumuzda herkesin elinden tutan birileri mutlaka bulunur. Bu dayanışma duygusunu kuvvetlendirmesi bakımından böylesine birbirine yakın yaşamak güzel fakat çok fazla iç içe olunursa bu durum ferdiyeti engeller ve insanların zihnindekileri rahat biçimde ifade etmesinin önüne geçer. Bu da ürkek, özgüveni düşük ve toplumla uyumlu olabilmek için kendi hakikatlerini feda etmeye yakın bireylerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.İkisi arasında bir denge kurmak zorundayız. Hem özgüveni yüksek hem de sosyal

Page 16: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

dayanışmanın içinde bireylerin oluşması için de kendi kimliğine, kültürüne güvenme ve iyi bir eğitim almış bireylerin yetişmesi gerekir.

> Yunus Emre insanı tariften çok onun nasıl olması gerektiğine dikkat çekmektedir. “İlim ilim ilmektir ilim kendini bilmektir” derken kişinin kendisine yönelip niteliklerini, psikolojisini ve en önemlisi yüreğine dönmesini her yönüyle vurguluyor. İnsan psikolojisini tanımak sizce insanın ilk önce kendine dönüp kendini tanıması mıdır?

Kendini tanımak Antik Yunan’dan bu yana kullanılan bir düşüncedir. Bütün psikolojilerin olduğu gibi modern psikolojinin özü de kendini tanıma çabasıdır. Bizler kendimizi ne kadar tanırsak kendimizi tanımamaktan doğan kusurlarımızı o kadar yok etmiş ve insan ilişkilerinde de o kadar yakınlaşmış oluruz. İnsanın kendini tanıması da yüzleşme cesaretini taşımasıyla olabilir. Kendi kusur ve eksikliklerimizle yüzleşmeye hazır olacağız ki onları değiştirebilelim.Aynı şey toplumlar için de söz konusu edilebilir. Toplumlarımız içi boş hamaset nutuklarıyla,şişinmeleriyle değil somut dertlere somut çözümler üreterek sonuca gidilmelidir. İnsan çok kırılgan olduğunda bazen savunma biçiminde aşırı narsizme kayabilir.Bazen de çok aşırı kibir insanın içindeki kırılganlığı ele verir. Toplumlar için de benzer mekanizmaların kolektif düzeyde işleyebileceğini düşünüyorum.Milletimizin ve toplumumuzun içi boş duygulardan uzaklaşarak ürettiği değerler olan edebiyat, sanat, bilim üzerinden bir olgu ortaya koyup övünmesi gerektiğini düşünüyorum.

> “Bencil, piyasa merkezli toplum insanlığımızı öldürüyor” Martin Jacgues. Bu sözü seçmenizdeki

nedeni nedir? Burada gördüğünüz acı gerçeğin boyutları ve çözümlerini kısaca anlatabilir misiniz?

Kapitalizm yeni bir kişilik tipi ortaya çıkarıyor. Ünlü düşünür, psikiyatrist Erich Fromm ‘dan bu yana tartışılan bu tip pazarlamacı kişilik tipidir. Her insan artık kendi kişiliğini pazarlamak zorunda ve modern ilişkiler alımında hiçbir birey olduğu gibi görünmek istememektedir. Herkes kendini cilalamak ve satmak telaşında bu da insan ilişkilerindeki samimiyetsizliğin altını oyuyor,onu törpülüyor.Birbirleriyle masekelerinin arkasından iletişim kuran insanlar ortaya çıkıyor.Sahicilik kayıplara karışıyor. Bunun ortadan kalkması için yetinmeyi ve kanaat duygusunu öğrenmemiz lazım.Daha azıyla yetinmeyi bilmeli ve asıl olanın kendi kişiliğimiz, ilkelerimiz olduğunu kabullenmeliyiz.Ünlü sosyolog Richard Sennet’in “Karakter Erozyonu” adlı kitabında modern kapitalizmin karakterlerde çok ciddi bir aşınma oluşturduğunu dile getiriyor. Günümüzdeki risk toplumunda paranın bu kadar akışkan bir şekilde el değiştirmesi insanı karaktersizleştiriyor.Darbenin,sillenin ne taraftan gelebileceği konusunda şaşkın bırakıyor. Hepimizin bir adım bu sistemin dışına çıkmamız yararlı olacaktır. Her zaman tükettiğimizden daha az tüketebiliriz, sistemi zorlayabiliriz.Tüketime yönelik bizi kandırmak için yapılan reklamlara itibar etmeyebiliriz.Dayanışma halinde zorlukları,sıkıntıları aşabiliriz. Naomi Klein adlı bir yazar ABD’de “No Logo” adında bir kitap yazdı. Bu çok satan bir kitap oldu. Klein kitabında marka giyinmemeyi savunuyor.Marka giymeyerek yerel ürünleri ön plana çıkarabileceğimizi dile getiriyor.Biz de bu tür ufak tefek önlemlerle kendi hayatlarımızda değişiklikler yapabiliriz.

Ben Yunus Emre’nin Türk

insanının bilinç altına yerleşmiş

olduğunu düşünüyorum.

Hakikaten doğru bir tedrisatın

da Yunus’u iyi tanımakla olabileceğini

düşünüyorum.

Page 17: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

> Yunus Emre insanların davranışlarını hoş görmemizi söylüyor. “Yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü.” Günümüz insanları çabuk sinirlene ve tahammülsüz bir yapıya sahip.Hoşgörüsüzlük giderek artıyor.Yunus Emre’nin dönemi de kargaşa ve karışıklık doluydu ama o insan sevgisini ön kılan bir rehberdi.Sizce bu büyük rehberin günümüze etkileri ne yönde devam etmektedir?

Ben Yunus Emre’nin Türk insanının bilinç altına yerleşmiş olduğunu düşünüyorum. Hakikaten doğru bir tedrisatın da Yunus’u iyi tanımakla olabileceğini düşünüyorum. Bana göre lise mezunu gençlerimiz Yunus’tan üç beş şiiri ezbere okuyabilirlerse okullarını bitirebilmelidirler. Bu onların ÖYS ya da SBS sınavlarında başarılı olmalarında çok daha mühimdir. Çünkü Yunus şiirlerinde bir hayat felsefesi ve düsturu sunuyor bizlere.Bu bir bakış açısıdır ve bu bakış açısını içselleştiren insanın yeryüzüne, mahlukata, varlığa, tabiata kötülük yaparak ve zalim bir nazarla yaklaşması mümkün değildir. (Maalesef eğitim sistemimiz iyi bir insan yetiştirme üzerine kurulu olmayıp,torna tezgahından geçirilmiş bir örnek kişiler çıkarıyor. Üzüntü verici olan şu ki geçenlerde bir lise öğretmeni “Biz modern çobanlık yapıyoruz.Ben devletin neden böyle bir eğitim politikası sürdüğünü anlamıyorum.

Çünkü çocuklar hiçbir şeye yaramayan bireyler olarak mezun oluyorlar.” dedi.Batı’da bu durum çok fazla tartışılıyor.Eğitim sürecinin çocukları ve gençleri daha fazla ahmaklaştırdığına yönelik bir eleştiri var. Buna stupidification yani ahmaklaştırma deniyor. İşte buna karşı çıkabileceğimizin damarlarından biri bu toprağın Yunus gibi Mevlana gibi değerleriyle çocuklarımızı daha fazla karşılaştırmaktır.Yıllardır söylediğim bir şey var. Liselere, ilköğretimlere drama dersleri koyulmalıdır. Mevlana’nın hikayelerinden dramalar oluşturulabilir, iyi kötü temsillerinin çocukların kafasında yer etmesi sağlanabilir. Seciye yani karakter eğitimi eğitimimizde son sırada hatta çoğu kez yok denecek kadar az. İhtiyaç hissetmiyoruz ve bunun sonunda da maalesef ailesine, arkadaşlarına, çevresine şiddet uygulayan gençler sökün etmeye başlıyor.Çünkü geçmişin değerler sistemi kısmen çöküş yaşamaktadır. Değerler sistemimizi devam ettiremiyoruz bir yandan da eğitim sistemimizde çocukları yarış atına çeviriyoruz. Bir Yunus Emre dersi okullarımızda yer alsa çok güzel olur.

>“Sen seni ne sanırsan ayrığı da o san.” Günümüz psikolojisinde bu sözü empati kurmak olarak değerlendirebilir miyiz ve bu sözün önemi üzerine söyleyecekleriniz nelerdir?

Bu söz empatinin en üst noktasıdır.Günümüz modern siyasi kelime haznesinde ötekileştirme diye bir sözcük var. İşte bu söz ötekileştirmenin panzehiridir. Kendi ile öteki arasında duvarlar örmeyen,her şeyi aynı kap içerisinde düşünen ve her varlığı aynı maceranın sürgünü olarak niteleyen bir sözdür.Empati bugün modern psikolojide çok yükselen bir değer. Bir başkasının ızdırabını anlamak pek çok hastalığın da tedavisini beraberinde getirebilir.Hatta milletler arası çatışmaların özünde de yine empati yoksunluğunun yattığına dair yayınlar var. Herkes kendi milletini,grubunu,kabilesini,fırkasını seçilmiş olarak algılar ve diğer grupları, milletleri, fırkaları kendine hizmet etmeye,boyun eğmeye yazgılı olduğunu düşünürse o zaman ayrığı kendisinden düşük tutmuş olur.Kendisinden saymamış ve Yunus’un söylediklerinin tam dışında hareket etmiş olur.Bu da daha fazla çatışma ve daha fazla kan, gözyaşı demektir. O yüzden kendimizi bildiğimiz gibi yabancıyı,ayrığı, farklı olanı da kendimizden bilirsek buradan yepyeni bir merhamet ahlakı filizlenebilir. İş Yunus’un şiirlerini okuyarak, hissederek anlamakta ve hayatımıza katmaktadır.Tüm ülkede kamusal iyinin peşinde koşan yurttaşlar grubu oluşturarak” Memleketim,vatanım,milletim ve yaşadığım dünya için ne yapabilirim?” sorusu hayatlarımızı anlamlı kılan sorudur. Hayatta anlam ve gaye duygusunu veren de budur.

MAYIS 2010|15

Page 18: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

16|MAYIS 2010

Yunus Emre, halkın asırlar boyunca hiç unutmadığı, menkıbeleri dilden dile, nesilden nesile aktarılan, belki de daha yaşarken efsaneleşmiş bir şairdi.

Bestekârlar, ilâhi, naat, mersiye, kaside, durak, tevşih gibi dinî formlarda eser bestelemek istedikleri zaman önce tekkelerin vazgeçilmez söz hazinesi olan Yunus Divanı’na bakar ve mutlaka istedikleri güzellikte bir şiir bulurlardı. Dede Efendi, Zekâî Dede, Kazasker Mustafa İzzet gibi büyükler de dâhil olmak üzere, çok sayıda bestekâr onun deyişlerini çeşitli formlarda bestelediler. Fakat Yunus, divan şairleri ve tezkire yazarları tarafından pek önemsenmezdi, çünkü çok farklı bir şiir dili ve duyuş tarzı vardı.

Yunus’un şiirlerinin tekkelerde öncelikle tercih edilmesinin sebebi, Türkçesindeki saflık, söyleyişindeki içtenlik ve düşünüşündeki derinlikti; halk onun divanında kendi ruhunun yansımalarını bulurdu. Cemaleddin S. Revnakoğlu’nun anlattığına göre, Anadolu’da âdeta mukaddes sözler olarak görülen Yunus ilâhileri muska gibi mumlu bezlere sarılıp saklanır, daima yukarıda tutulur, kutsal gecelerde ve çeşitli dinî toplantılarda Kur’an-ı Kerim ve Mevlid’den sonra mutlaka Yunus ilâhileri okunurdu.1

Yunus’un Türk dili, düşüncesi ve edebiyat tarihi bakımından taşıdığı önemi ilk fark eden Darülfünun Türk Edebiyatı Tarihi Müderrisi Köprülüzâde Fuad Bey [Fuat Köprülü] oldu. 1913 yılında Türk Yurdu mecmuasında yayımlanan

1. Cemaleddin Server Revnakoğlu, “Yunus’un Bestelenmiş İlâhileri Nerede ve Nasıl Okunurdu?”, Türk Yurdu Yunus Emre Özel Sayısı, C. V, nr. 319, Ocak 1966

iki makalesiyle2 aydınları bu büyük şairden haberdar eden Köprülüzâde, aynı yıl, Bilgi mecmuasında çıkan “Hoca Ahmed Yesevî, Çağatay ve Osmanlı Edebiyatları”3 başlıklı makalesinde de, Batı Türkleri arasında yaygın olan tasavvufî edebiyatın Şark Türklerinden, özellikle Ahmed Yesevî’den geldiğini ileri sürmüş, sonraki araştırmaları bu tezi doğrulayınca Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserini yazmıştı. 1918 yılında yayımlanan ve iki ana bölümden meydana gelen bu âbidevî eserin birinci bölümünde Ahmed Yesevî, ikinci bölümünde Yunus Emre ele alınıyordu. Türkiye dışındaki Türkoloji ve şarkiyat çevrelerinde geniş yankılar uyandıran İlk Mutasavvıflar, Türk edebiyatı tarihi araştırmalarına yepyeni ufuklar açan öncü bir eser oluşunun yanı sıra, XIII. yüzyıl Anadolu’sunun din ve kültür tarihi açısından da son derece önemli bir çalışmaydı. Köprülüzâde, bu eserinde, millî zevki en yetkin bir biçimde temsil eden Yunus’un, eldeki belgelere göre ümmî kabul edilmesi gerektiğini, ancak bu ümmîliğin kara cahillik anlamına gelmediğini, Risaletü’n-Nushiyye gibi uzun bir mesneviyi asıl mânâsında ümmî bir şairin yazamayacağını belirttikten sonra, onu medrese tahsili görmüş bir şair olarak değerlendirmenin de yanlış olduğunu söylüyordu. Yunus, Köprülüzâde’ye göre asla sanat ve sanatkârlık endişesi taşımayan, sırf kendi ruhunu, ruhî heyecanlarını ve ilhamlarını terennüm etmiş “âteşîn”

2. “Yunus Emre”, Türk Yurdu, C. IV, nr. 3, 1329; “Yunus Emre ve Âsârı”, Türk Yurdu, C.5, nr. 2 1329 (1913)3. Bilgi Mecmuası, nr. 6, 1329

Herkesin Yunus’u Kendine GöreBeşir AYVAZOĞLU | Yazar

Her dem yeni doğarız Bizden kim usanasıYunus Emre

Page 19: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|17

bir mutasavvıftı. Bütün sûfilerde olduğu gibi, onu da bu yolda teşvik eden tek dış etken, halkı irşad etmek, insanlara faydalı olmak düşüncesiydi. Ancak sanat ve sanatkârlık endişesi taşımaması, onun büyük bir sanatkâr olmasına engel değildi; aksine çağının anlayışı doğrultusunda bir sanat endişesine kapılmış olsaydı, klasik edebiyatın sıkı kaideleri içinde tasannudan kurtulamayacak, dolayısıyla ruhunu kelimelere bu kadar samimiyetle dökemeyecekti. Yunus’un güçlü şahsiyetinin ve büyük sanatkârlığının kaynağı samimiyetiydi.4 Dilini, edâsını, veznini ve şeklini veren millî unsur onda tasavvufla kusursuz bir biçimde kaynaşmış ve ortaya bütünüyle millî bir sentez çıkmıştı; başka bir deyişle, Yunus zevk bakımından katıksız bir Türk’tü.5 Köprülüzâde’nin, Yunus’un Türklük tarafını özellikle vurgulaması sebepsiz değildi. Büyük bir hızla dağılan imparatorluğun enkazı altında tutunacak bir dal arayan Türkçü aydınlar, Yunus’u temiz Türkçesi, samimiyeti ve o gösterişsiz söyleyişin ardına ustaca gizlediği derin düşüncesiyle Türklüğün saf bir temsilcisi olarak görmüşlerdi. Nitekim İlk Mutasavvıflar yayımlandıktan sonra, aydınlarda Yunus’a karşı büyük bir ilgi uyandığı gibi, ülkenin çeşitli bölgelerinde bu büyük şairi sahiplenme yolunda zorlu bir yarış başlamıştı.

.....

Bu arada, Yunus’tan derin bir biçimde etkilenen bir şair vardı: Necip Fazıl.

“Beni de piştiğin eza kabındaKaynata kaynata buhara kalbet!”

diye seslendiği Yunus, genç şairin gözüne çorak şiir ikliminde bir vaha gibi görünmüş ve ruhunun derinliklerine ayna tutmuştu. Aynı nesilden Burhan Toprak’ın Yunus’la yaşadığı macera da Necip Fazıl’ınkine benzer.6 Alp Dağları’ndaki bir sanatoryumda tedavi gördüğü sırada Pascal’ı okurken, bir gün bu büyük filozofun bazı önemli fikirlerine, lise son sınıfta edebiyat hocasının aylarca okuttuğu Yunus’un şiirlerinde rastladığını hatırlayan Burhan Toprak, hemen İstanbul’a yazarak bir Yunus Emre Divanı istediğini, on beş gün sonra postadan çıkan divanın sayfaları arasından kendisine o güne kadar hiç kimsenin seslenmediği kadar içten seslenen Yunus’u bir daha yanından ayırmadığını anlatır. 4. Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 2. bs., Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1966, s. 2845. Köprülü, age, s. 2856. Necip Fazıl, daha sonra Toprak soyadını alacak olan yakın arkadaşı Burhan Ümit’in Yunus’u bu şiirden tanıyıp sevdiğini ve idealleştirdiğini söyler. Bk. Babıâlî, 2. bs., İstanbul 1976, s. 28

Köprülüzâde’nin eseriyle birlikte Türk aydınlarının ilgi odağı haline gelen Yunus Divanı’nın o tarihlerde -aradan yıllar geçtiği halde- henüz doğru dürüst bir neşrinin bulunmadığını hatırlamakta fayda vardır. Onun hakkında övücü yazılar okuyup da şiirlerini merak edenler, 1933 yılına kadar, taşbaskısı derme çatma Yunus divanlarıyla yetinmek zorundaydılar. Bu divanlar, Yunus adıyla ve Yunus vadisinde yazan birçok şairin şiirleri de karıştığı için güvenilemeyecek neşirlerdi. Yunus hayranlarının imdadına Burhan Toprak yetişti.

Alp Dağları’ndaki sanatoryumda yatarken Yunus Divanı’nı didik didik eden Toprak, kendine göre bazı kıstaslar belirleyerek Yunus’a ait olmadığına karar verdiği şiirleri ayıklamış, mümkün olduğunca güvenilir bir Yunus Divanı ortaya çıkarmaya çalışmıştı. Yaptığı çalışma 1933 yılında Ahmet Halit Kitabevi tarafından üç cilt halinde yayımlandı. Bu üç ciltte üç yüz elli şiir vardı, fakat daha sonra bunların da bir kısmı ayıklandı. Peyami Safa, Hafta mecmuasında çıkan bir yazısında, Yunus’u Sahhaflar Çarşısı’nın harabesinden kurtardığı için Burhan Toprak’ı kutluyor, “Devirler ve çarşılar yıkılır, fakat Yunus gibi büyük şairler devirlerin ve çarşıların, geçmiş zamanların ve harab olmuş mekânların daima üstünde kalırlar” diyordu.7

Burhan Toprak, Yunus Emre Divanı’na yazdığı ve Köprülüzâde’yle kıyasıya hesaplaştığı “Başlangıç” yazısında, saz şairlerini bayağı bulduğunu, “Made in Persia” sezgisi veren “hain, yalancı, riyakâr” divan şairlerinden de iğrendiğini söylüyordu. Yunus Divanı’nda ise “ruhun büyüklüğü, varlığın geçiciliği, kendi talihimizi yaratamamak felâketi, varlığımızın kadın ve erkek taraflarının -aklımızla hassasiyetimizin- mücadelesi, insanlığın bütün sefalet ve yüksekliği, ızdırap tesellisi [...] zevk fırtınaları, korkuları, ümitleri, pişmanlıkları, isyanları, şüpheleri, teselli ve imanları ile bütün bir insan hayatı vardı.”8

Yunus Divanı’nın aynasında âdeta kendini seyreden Burhan Toprak, bu cümlelerinde Müslüman bir sûfiden çok, bunalımlı bir entelektüel portresi çiziyordu. “Ben o divanda yalnız kendi coşkunluğumun yankısını görüyordum. O, benden bana gelen bir ses gibiydi, bu yüzden onu çok sevdim” derken anlatmaya çalıştığı bu idi. Yakın dostu Necip Fazıl da Yunus’ta kendi “kriz entelektüel”ini bulmuştu. Açıkçası, Köprülüzâde ve onun gibi düşünenlerin Yunus’u ile, eserlerini Cumhuriyet’in ilk yıllarında veren bunalımlı entelektüellerin Yunus’u

7. Peyami Safa, “Yunus Emre ve Genç Dostu”, Hafta, 16 Ocak 1934 8. Burhan Toprak, Yunus Emre, 6. bs., İnkılap ve Aka, İstanbul 1982, s. 17

Page 20: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

18|MAYIS 2010

birbirinden çok farklıydı; onlar ayaklarının altındaki zemin kayarken Yunus’a tutunmaya çalışıyorlardı.

Burhan Toprak’ın Köprülüzâde’ye birçok itirazı vardı. Özellikle ihtiyatla da olsa, Yunus’u ümmî bir şair olarak görmesine ve göstermesine içerlemişti; şairinin çok okumuş bir adam olduğunu ve Arapça bildiğini ispat etmeye çalışıyordu. Onun halkı irşad etmeye çalıştığı iddiası da Burhan Toprak’a göre doğru değildi; koca şair kendi evinde yangın varken başka yangını söndürmeye niçin gitsindi? O başkalarını irşad etmekle değil, kendi kafasındaki kaostan kurtulmak için çabalıyordu. Yunus’ta sanat kaygısı bulunmadığı iddiasına gelince; aksini ispat edecek yüzlerce mısra gösterebilirdi.9

.....

Yunus Divanı’nın “bizim Divina Commedia’mız” olduğunu söyleyen Burhan Toprak’ın “kriz entelektüel” yaşayan Yunus portresinde hümanist çizgiler de vardı. Türk Beşleri’nden Ahmet Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu’nu bestelemeye o yıllarda karar vermesinde bu portrenin etkili olduğu düşünülebilir. Yunus’la aynı yıllarda ilgilenmeye başlayan Abdülbaki Gölpınarlı’nın 1936 yılında yayımlanan Yunus Emre’nin Hayatı adlı kitabındaki Bektaşî-Batınî Yunus da bir hayli hümanist görünür. O da, Burhan Toprak gibi, divan şiirine acımasızca saldıracak ve Yunus’u Karacaoğlan gibi saz şairleriyle birlikte alternatif olarak gösterecekti.10 Ömrünün sonuna kadar peşini bırakmadığı büyük şaire, dünya görüşündeki değişmelere göre farklı gömlekler biçen Gölpınarlı’nın 1960’lardaki Yunus’u laik, hümanist, hatta biraz sosyalist, 1970’lerdeki Yunus’u ise Mevlevî idi. Yunus’ta tasavvufun soyutlayıcı bir felsefe olmaktan çıkıp insanı ve tabiatı soyutluktan kurtaran bir sistem olarak kullanıldığını düşünen Gölpınarlı, soyut Tanrı sevgisinden yola çıkan Yunus’un somut insan sevgisine ulaştığını söylüyordu. İnsan sevgisi onda bazan bir sevgiliye aşk, bazan halkın tarafını tutmaktı. Yani Yunus’ta sevgi, ilâhî aşktan halktan yana oluşa kadar, çok çeşitli şekillerde tezahür ediyordu.11 Sonraki yıllarda bazı aydınlarca “halkçı ve devrimci Yunus’a” övgüler dizilecek, hatta onun “kitapsız, tapınmasız, törensiz, kıblesiz bir inancın adamı” olduğu iddia edilecekti.12

1940’larda Yunus’a gösterilen ilgi ile devletin uygulamaya çalıştığı hümanist kültür politikası arasındaki ilişki, üzerinde ayrıca durulmaya değer özellikler taşımaktadır.

9. Toprak, age, s. 22 vd.10. Abdülbaki Gölpınarlı, Divan Edebiyatı Beyanındadır, İstanbul 1945, s. 13711. Gölpınarlı’nın Yunus’la ilgili yorumları için bk. Yunus Emre ve Tasavvuf, Remzi Kitabevi, İstanbul 1961 12. Sabahattin Eyüboğlu, Yunus Emre, Cem Yayınevi, İstanbul 1976, s. 26

Yeni Türk kimliğinin inşasında kullanılacak önemli bir figür olarak öne çıkarılan Yunus, Osmanlı kültürünün yok sayılmasının yarattığı büyük boşluğu dolduracaktı. Bu konuda elbette Halkevleri’ne büyük görevler düşüyordu. Yunus’un asıl mezarının hangisi olduğunu tespit etmek amacıyla yapılan çalışmalar da o yıllarda hız kazandı. Öteden beri Yunus’la ilgilenen Vakıflar Umum Müdürlüğü Teftiş Heyeti Reisi Halim Baki Kunter, 1943 yılında Halkevleri’ni idare etmek üzere görevinden ayrılmış ve bu teşkilâtın müzik çalışmalarını yöneten Adnan Saygun’la tanışmıştı. Saygun, tesadüf bu ya, 1932 yılında başladığı, fakat çeşitli sebeplerle tamamlayamadığı Yunus Emre Oratoryosu’na o günlerde dönmüş, harıl harıl çalışıyordu.

Yunus artık gündemin ilk sıralarını işgal eden önemli meselelerden biriydi ve Burhan Toprak’ın 1933, Abdülbaki Gölpınarlı’nın da 1943 yılında yayımladıkları divanlar yetersiz görülüyordu. Mükemmel bir Yunus Divanı hazırlayabilmek için Türkiye çapında çok ciddi bir tarama çalışması yapılmalıydı. Bunun için Maarif Vekâleti’ne başvuran Halim Baki Kunter, bütün valiliklere Hasan-Âli Yücel’in imzasıyla bir tamim gönderilmesini sağladı. Radyoda da okunan bu tamimde, resmî ve özel kütüphanelerdeki divanlarda ve cönklerde Yunus’a ait olduğu belirtilen bütün şiirlerin derlenerek yetkili mercilere teslim edilmesi isteniyordu.13

Hasan Âli Yücel’in tamiminden nasıl bir sonuç alındığı bilinmiyor. Ancak Adnan Saygun’un hummalı çalışması sonuç vermiş ve “sanatların eşsiz koruyucusu Türkiye Cumhurbaşkanı İnönü’nün yüce varlığına armağan” edilen Yunus Emre Oratoryosu, Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin büyük salonunda, 21 Mayıs 1946 tarihinde, Reisicumhur başta olmak üzere bütün devlet erkânı ve kordiplomatiğin yer aldığı seçkin bir dinleyici kitlesi huzurunda seslendirilmişti. Hasan Âli Yücel, dört gün sonra da halka açık bir programla ikinci defa seslendirilen oratoryo için hazırlanan tanıtma kitapçığına yazdığı takdim yazısında, Yunus’un Türk ruhunu dile getirmede, yedi asır boyunca, nefesi her sesin üstünde kalmış bir gönül eri olduğunu söylüyordu; ona göre Yunus Emre, “dimağlarda medrese istibdadının fermanferma olduğu devirlerde hürriyetin, hürriyetin tanrılaştırılıp kargaşalık doğurduğu zamanlarda iç inzibatının sığındığı sakin, huzurlu bir ruh köşesi”ydi.14 Bu temsil münasebetiyle, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden getirtilen yazma Yunus divanlarıyla Yunus’tan bahseden kitap ve vesikaların orijinallerinden oluşan bir de sergi açıldı.

13. Halim Baki Kunter, Yunus Emre. Bilgiler-Belgeler, Eskişehir Turizm ve Tanıtma Derneği Yayınları, Ankara 1966, s. 8 vd. 14. Ahmet Adnan Saygun, Yunus Emre (Solo, Koro ve Orkestra İçin) Orato-ryo 3 Bölüm Op.26, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1946, s. 9

Page 21: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|19

Yunus hayranlığının bazı aydınlarda Avrupa ve Amerika’da faaliyet gösteren Ömer Hayyam kulüplerini örnek alarak Yunus Emre cemiyetleri açma hevesi uyandırdığını da, bu meseleye Kadınlar Tekkesi adlı romanında ironik bir üslûpla değinen Refik Halit Karay’dan öğreniyoruz:

“Kadehini doldurup hemen yuvarlayan Süha baktı ki bir edebiyatçı ve sanatçı grubunun içine düşmüş, etrafını çevirenler siyah ipek elbiselerinin büsbütün ince gösterdiği ve esmerliklerini cilâladığı taze hanımlar ve birkaç genç erkek... bunlar bir Yunus Emre Kulübü veya derneği kurmak niyetinde imişler. Hepsi de şairin hayranı! Küçük hanımlardan biri -İngiliz şivesine kaçan hoş bir telâffuzla- diyor ki:

- Bütün dünyada Ömer Hayyam kulüpleri var; neden memleketimizde bir tek Yunus Emre cemiyeti bulunma-sın?- Bulunmalıdır. Madem ki tekkeler resmen kapalıdır ve kulüplerin açılmasına müsaade vardır, yeni icaplara uyup an’anemize devam etmeliyiz, modern tekkeler kurmalıyız. Yunus’u bilerek, zevkine vararak seven bir gençler topluluğunun içinde bulunmaktan iftihar ederim. Lokali nerede olacak bu kulübün? Beyoğlu’nda, yan sokaklarn birinde mi? - Evet...- İşte korktuğum bu idi!15

.....

Yunus’a karşı kamuoyunda uyanan ilgi, sahiplenme yarışını da hızlandırmış, bu yarışta, vali Daniş Yurdakul’un gayretiyle öne geçen Eskişehir’in Sarıköy’ünde bir Yunus Emre Anıtı yapılmasına karar verilmişti. Yunus’a ait olduğu iddia edilen türbe demir yoluna çok yakın olduğu için yeniden yapılması planlanan mezarın biraz geriye alınması gerekiyordu. Güzel Sanatlar Akademisi Süsleme Sanatları Şubesi Şefi Kenan Temizkan tarafından hazırlanan ve Yüksek Mimar Asım Mutlu tarafından çizilen projede, anıt, Türk tarzında bir çeşme olarak tasarlanmıştı. Yunus’un kabri bu çeşmenin arkasında daha yüksek bir yerde bulunacak, etrafına dikilen servilerle uhrevî bir atmosfer yaratılacaktı. Mezarın yüksek tutulmasının bir sebebi vardı: Çeşmeye su almak için gelen halkı “daimi surette hürmet vaziyetinde bulundurmak.”16

Sarıköy’de anıtın inşası devam ederken Yunus’un mezarı Halim Baki Kunter, Ahmet Adnan Saygun, Kemal Güngör,

15. Refik Halit Karay, Kadınlar Tekkesi, 2.bs., İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1964, s. 223 vd. 16. Kunter, age, s. 17 vd.

Raci Temizer ve Hasan Bıçakçı’dan oluşan bir ekip tarafından 28 Haziran 1947 Cumartesi günü öğleden önce açılmış, bir eli başının altında, bir eli kalbinin üzerinde, bozulmamış halde yatan bir iskelete ulaşılmıştı. Ekipteki uzmanlar tarafından yapılan antropolojik inceleme, bu iskeletin altı yüz yıl kadar önce, seksen yaşlarında ölmüş Türkmen soyundan birine ait olduğunu gösteriyordu.17 Ne var ki bu incelemenin ne kadar uzmanca yapıldığı hep tartışılacak, Yunus’un Karamanlı olduğunu ve Karaman’da yattığını savunanlar tarafından, yıllar sonra, Adnan Saygun ve Kemal Güngör’ün şahitliklerine başvurularak açılan mezardan aslında on beş iskelet çıktığı, bu yüzden büyük bir hayal kırıklığı yaşayan ekip üyeleri arasında ciddi tartışmalar cereyan ettiği ve “halkın duygularını incitmemek” için hazırlanan olumlu raporu Halim Baki Kunter’den başka kimsenin imzalamadığı iddia edilecekti.18 Başka bir iddia da, Konya Evkaf Arşivi’ndeki eski vakıflar defterinde Yunus’un Karamanlılığını açık bir şekilde gösteren kayıtların yer aldığı sayfaların çalındığı yolundaydı.19

Yunus’a tuhaf bir tutkuyla bağlı olan Halim Baki Kunter, Sarıköy’deki mezar açılırken kısa notlar da tutmuştu. Bu notlar, onun Yunus adı etrafında yeni bir mitoloji yaratma gayretini gösteren çarpıcı bir belge niteliği taşımaktadır:

“Saat 13.00’te gayet açık olan havada birdenbire değişiklik görüldü. Mihalıççık istikametindeki dağlarda bulutlar peyda oldu. Yakındaki dağlara düşen doludan birbirlerine çarpan kemiklerin çıkardığı seslere benzer sesler duyulmağa başladı. Bu senfoni bir müddet devam etti. Hepimiz bir ürperti içinde bunu dinledik. İskelet tamamen toprak üzerine çıkmış, yanları da açılmış olduğu bir sırada üzerimize doğru bir bulut geldi ve gülsuyu serper gibi hafif bir yağışla kemikleri yıkadı. Bizi fazla ıslatmadan, tertemiz yıkanmış olan kemikleri de çamur etmeden kesildi.”20

.....

Yunus’a ait olduğu iddia edilen kemikler, toprağıyla birlikte, yeni yerine 6 Mayıs 1949 Cuma günü nakledildi. Tören, Halim Baki Kunter’e göre izdihama yol açılmaması için, başka bir görüşe göre de yönetimin bilinen korkuları yüzünden radyo ve basın yoluyla duyurulmamıştı. Sadece Eskişehir’de çıkan gazetelerin söz ettiği nakil töreninin sessiz sedasız geçiştirilmesi arzu ediliyordu. Bu tedbire rağmen tören günü Sarıköy’de toplanan mahşerî kalabalık herkesi hayrete düşürdü. Sandıklı’dan, Bolvadin’den, Bolu’dan, Konya’dan, hatta daha da uzak yerlerden binlerce insan, yedi yüz yıldır gönüllerinde yaşattıkları şairi yeni

17. Bu kazı, çıkan iskelet üzerinde yapılan antropolojik inceleme ve hazırlanan rapor hakkında bk. Kunter, age, s. 20 vd. 18. Cahit Öztelli, Belgelerle Yunus Emre, Karaman Turizm ve Tanıtma Derneği Yayınları, Ankara 1977, s. 67 19. Öztelli, age, s. 45 20. Kunter, age, s. 21

Page 22: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

20|MAYIS 2010

mezarına nakledilirken yalnız bırakmamıştı. Endişe ne kadar yersizdi! Vakur halk, kendisinden korkanları utandırmış, şairine karşı görevini hiçbir taşkınlığa ve düzensizliğe meydan vermeden yapmıştı. Halim Baki Kunter, bu beklenmedik ilgiden duyduğu heyecanı, “O gün herkes bir ölünün mezarı başında değil, bir ölümsüzün huzurunda olduğunu hissetti” diye ifade ediyor.21

Bu olay açıkça gösteriyordu ki, kaç tane mezarı bulunursa bulunsun, Yunus ölmemişti ve sadece Anadolu insanının değil, Türkçe konuşan bütün halkların gönlünde yaşıyordu; mezarlar ve makamlar birer sembolden ibaretti. Ölümsüzlüğü gönüllerde yakalayan Yunus ne diyordu:

Ko ölüm endişesin âşık ölmez bâkîdir.

Yunus Emre anıtı, Bektaşî rivayetleri esas alınarak Sarıköy’e yapılmıştı yapılmasına; fakat ne mezarın yeri, ne de Yunus’un kimliği konusundaki tartışma bitti! Büyük 21. Kunter, age, s. 29

şairin kalın sis perdesi ardındaki hayatı ve şiirlerinin her türlü yoruma elverişli derinliği, adı ve eseri üzerinde ideolojik kavga vermeyi kolaylaştırıyor. Bu kavga sahici ilim adamlarının ciddi uyarılarına rağmen devam edip gitmektedir.22 Hâlâ herkesin Yunus’un kendine göre!

Bana sorarsanız, bunda şaşılacak bir taraf yok. Her nesil ve her aydın Yunus’u yeniden keşfedip yorumlayacaktır. Herkesin Yunus’ta seveceği şiirler ve düşünceler bulması, onun büyüklüğünün bir delili olarak kabul edilmelidir.

22. Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ın Yunus’la ilgili ideolojik yorumlar hakkındaki eleştirileri mutlaka okunmalıdır: “Türkiye’de Yunus Emre Araştırmaları Üzeri-nde Genel bir Değerlendirme ve Yunus Emre Problemi”, Türk Vakıf Medeni-yeti Çerçevesinde Yunus Emre Semineri, Vakıflar Genel Müdürlüğü, 4-5 Aralık 1991, s. 29-33; “Türkiye’de Kültürel-İdeolojik Eğilimler ve Bir XIII-XIV. Yüzyıl Türk Halk Sufisi Olarak Yunus Emre’nin Kimliği”, Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri (Ankara 7-10 Ekim 1991), Atatürk Kültür Merkezi, Ankara 1995, s. 79-88. Yunus hakkındaki son araştırmaların sonuçlarını da kap-sayan önemli bir çalışma da Dr. Mustafa Tatçı tarafından yapılmıştır: Yunus Emre Divanı I, İnceleme, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990; Yunus Emre Divanı II, Tenkitli Metin, Ankara 1990

Beni bende demen bende değilemBir ben vardır bende benden içerü

Fotoğraf: Levend İSKİT| Ruanda Cumhuriyeti/Gisenyi Seçki: Bahanur GARAN

Page 23: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|21

Page 24: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

22|MAYIS 2010

Türkçe Sözlük’te “Kuralları sözlüklerde ve yazım kılavuzlarında tespit edilmiş, eğitim, hukuk, basın yayın alanları ile resmî yazışmalarda kullanılan,

işlev ve geçerlilik alanı geniş, sosyal sınıf ve yerel iz taşımayan dil türü, standart dil.”1 olarak tanımlanan ölçünlü dil, belirli bir coğrafyada yaşayan toplumun bir diyalektiğine dayanır.

Toplum içerisinde orta veya üst sınıfın konuşurken ve yazarken kullandığı dilin esas alınarak belirlendiği ölçünlü dil (BUSSMANN 1998, 451), yöneticilerin, ülke içindeki birliği sağlamada gerek duyduğu unsurlar arasında yer alır. Genel olarak, çocukluk döneminde yakın çevresinden ana dilini belirli bir diyalektiğe bağlı kalarak öğrenen kişi, ileriki yaşlarda eğitim kurumlarında ölçünlü dille tanışmaktadır. Günümüzde medya, bireyin ölçünlü dille tanışma zamanını daha öne çekebilmektedir.

Toplumun belirli bir kısmı tarafından konuşulan bir diyalektiğin ölçünlü dil olmasında bazı etkenler rol oynar. Bunları yaşanılan coğrafya, inanç ve ideolojide değişim, başka topluluklarla kültür etkileşimi, yönetimde etkin olan boy şeklinde sıralayabiliriz. Nitekim değişik coğrafyalarda ve dönemlerde bu etkenler, Türklerin ölçünlü dillerinin ortaya çıkışında ve şekillenişinde belirleyici olmuştur.

Bir diyalektiğin diğer diyalektlere üstün gelerek ölçünlü dil olması için kendini yazılı dilde göstermesi gerekmektedir. Yazı ile bir diyalektik işlenip yaygınlaşabilir ve ölçünlü dil hâline gelebilir. İlk zamanlarda yani diyalektiğin yazıyla tanışmasında bazı imla sorunları, bir önceki ölçünlü dilin

1. http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=%F6l%E7%FCnl%FC+dil E.T. 29.03.2010.

özellikleri veya farklı diyalektlere ait söyleyiş özellikleri görülebilir. Fakat zamanla bu karışıklık ortadan kalkarak belirli bir imlaya, standarda kavuşmuş bir yazı dili durumuna gelecektir.

Türkçenin, Anadolu’da ilk yazılı ürünlerini 13. yüzyılın ikinci yarısından itibaren vermeye başladığı bilinmektedir. Gerek Horasan’da gerekse Anadolu Selçuklu Devletinde yazı dili olarak pek varlık gösteremeyen Oğuz Türkçesinin (KORKMAZ 1973:15) bu ilk yazılı eserlerde kendini hissettirmeye başladığı ve ölçünlü dil olma yolunda ilerlediği görülür.

Mevcut bir ölçünlü dil karşısında bir diyalektiğin mücadele verip yazı dilinde kullanılan bir ölçünlü dil olması çok zordur. Oğuz Türkçesinin yazı dilinde kendini göstermesinde 13. yüzyılın ikinci yarısı ile birlikte Anadolu’da ölçünlü dili kontrol eden merkezî otoritenin zayıflamasının önemli rol oynadığı iddia edilebilir. Selçuklularda olduğu gibi, Anadolu’da ilk zamanlarda Arapça ve Farsça, yazı dilinde ağırlığını hissettirmekteydi. Hedefi “kâfir” toprağının İslamiyet’e kazandırılması olan Türk, Arap, Acem, Gürcü gibi farklı ulusları barındıran bir askerî gücün hepsini kapsayacak şekilde bu iki dilin devam ettirilmesinde ilk zamanlarda herhangi bir sakınca görülmemiştir (BAYKARA 2000:217-219). Fakat zamanla hedefe ulaşıldıktan sonra ve idarenin beylikler tarafından gerçekleştirilmesiyle Arapça ve Farsça etkinliğini kaybetmeye başlamıştır.

Türkmen unsuruna dayanan uçlardaki boylar ve onların beylerinin medrese tahsili görmemeleri Anadolu’daki Türkçenin, Beylikler dönemindeki öneminin artmasına

Ölçünlü Dil ve Yunus Emre

Dr. Bayram ÇETİNKAYA | Kocatepe Üniversitesi Eğitim Fak. Türkçe Eğitimi Bölümü

Page 25: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|23

sebep olmuştur (BAYKARA 2000:219). Çünkü mevcut bir ölçünlü dilin değiştirilmesinde rol oynayan etkenlerden biri de halkın ölçünlü dili soğuk bulmasıdır (MISES 2006:18). Eğer bir ölçünlü dil, halkın konuştuğu diyalektten çok yabancı ise ve belirli bir çabayla öğrenmiş sınırlı sayıda kişi tarafından bilinmekte ve kullanılmakta ise yerini toplum tarafından belirlenmiş bir diyalektiğe yerini bırakır.

İşte böyle bir dönemde Oğuz Türkçesi, özellikle Anadolu’da yetişmiş, eğitim ve kültür yönünden orta ve üst seviyedeki kişilerce işlenerek bazı eserlerde kendini göstermeye başlamıştır. Oğuz Türkçesinin Anadolu’da müstakil bir yazı dili olarak boy göstermesinde ve yaygınlık kazanmasında Yunus Emre’nin önemi büyüktür.

Gerek şiirlerinde ele aldığı konu, gerekse sâde, akıcı ve hoşa giden üslubu ile pek çok okuyucuyu, dinleyiciyi etkilemiş ve şiirlerinde kullandığı diyalektiğin yaygınlaşmasını sağlamıştır.

Yunus’un ele aldığı konular, genel olarak dinî-tasavvufî niteliktedir. Bilinmektedir ki pek çok coğrafyada, dinî öğütleri, ilahileri, öğretileri içeren eserler halkın değer verdiği, koruduğu eserler olmuş ve bunlarda kullanılmış olan diyalektler, diğer diyalektler üzerinde bir üstünlük elde etmiştir. Yunus’un, dönemin karışık ve sıkıntılı Anadolu’suna uygun olarak, ele aldığı dinî, tasavvufî konular halkın anlayabileceği sadelikte ifade edilmiş, tasavvufi görüşler dile getirilirken o zamanki Türk dili ve terminolojisi esas alınmıştır. Yunus, şiirlerinde, dili en sade biçimde kullanmasına karşın yüksek bir tefekküre ulaşmıştır. (TATÇI 1997:113)

Ezelîden dilümde uş Tanrı birdür Hak’dur ResûlBunı böyle bilmeziken bir ‘aceb makâmdayıdum

Kalû belâ söylenmedin tertîb düzen eylenmedinHak’dan ayru degülidüm ol ulu dîvândayıdum (168/2-3)

Bu vücûdum şehrine bir dem giresüm gelürİçindeki sultânun yüzin göresüm gelür

İşidürem sözini göremezem yüziniYüzini görmeklige cânum viresüm gelür (46/1-2)

Yunus’un özellikle ilahi türündeki şiirlerinin halk üzerindeki etkisi büyüktür. Okuma yazma bilen bilmeyen pek çok kişinin ezberinde olan bu ilahiler sayesinde Yunus’un dili de söyleyenlerin ağzına yerleşmiştir. Günümüzde bile dinî merasimlerde söylenen Yunus’un ilahilerindeki Eski Anadolu

Türkçesinin ses özelliklerinin devam ettirilişi sevilen, beğenilen edebî eserlerin halkın dili üzerindeki etkisini ortaya koymaktadır.

‘Işkun aldı benden beniBana seni gerek seniBen yanaram düni güniBana seni gerek seni

Ne varlıga sevinüremNe yokluga yirinürem‘Işkunıla avınuramBana seni gerek seni (381/1-2)

Gönlüm düşdi bir sevdâyaGel gör beni ‘ışk n’eylediBaşumı virdüm gavgâyaGel gör beni ‘ışk n’eyledi

Ben yürürem yana yana‘Işk boyadı beni kanaNe ‘âkilem ne dîvâneGel gör beni ‘ışk n’eyledi (404/2)

Yunus’un, okur yazarlığı olan, belirli bir eğitim görmüş kesim üzerinde de etkisi olmuştur. Özellikle Tekke-Tasavvuf Edebiyatı şairleri üzerinde üslup ve terminolojideki tesiri dikkat çeker. Yunus mahlasını kullanarak Yunus Emre tarzında şiirler yazan şairlerin görülmesi, bazı şiirlerinin şerhlerinin yapılması (TATÇI 1997:620-641) okur-yazar kesim üzerinde Yunus’un yaptığı etkiyi göstermesi yönünden önemlidir.

Kaynakça:1. BAYKARA, Tuncer, (2000). Türkiye’nin Sosyal ve İktisadî Tarihi (XI-XIV. Yüzyıllar), Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara.2. BUSSMANN, Hadumod, (1998). Routledge Dictionary of Language And Linguistics, Routledge, London.3. KORKMAZ, Zeynep, (1973). “Yunus Emre ve Anadolu Türkçesinin Kuruluşundaki Yeri”, Türkoloji Dergisi V/I, Ankara, s. 13-19.4. MISES, Ludwig von,(2006). Nation, State, and Economy, Liberty Fund, Indianapolis.5. TATÇI, Mustafa, (1997). Yunus Emre Dîvânı I-IV, MEB Yayınları, İstanbul.

Yunus’un, okur yazarlığı olan, belirli bir eğitim

görmüş kesim üzerinde de etkisi olmuştur. Özellikle

Tekke-Tasavvuf Edebiyatı şairleri üzerinde üslup ve terminolojideki tesiri

dikkat çeker.

Page 26: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

24|MAYIS 2010

Yunus Emre, şiirlerinde, insanın yaratılmasından önce ve yaratıldıktan sonraki durumunu izah eden sözler söylemiştir. O, insanın ruh ve bedenden

müteşekkil olduğunu kabul etmektedir. O’na göre ruh ve beden nedir? Bunların safhaları var mıdır? Varsa bunlar nelerdir? Yunus Emre’nin bu konulardaki görüşlerini ortaya koymak için, önce ruh sonra da beden konusunu izah etmeye çalışacağız.

1- Ruh:Ruh, can, nefis, cebrail, mücerred insan latifesi, künhünü idrak mümkün olmayan bir şey olup, hayvanlarda, bitkilerde bulunduğu şekliyle bunların diri olmalarını sağlayan güçtür. İnsanda da maddî ruh, nebatî ruh, hayvanî ruh bulunup, buna ilaveten insanî ruhun, yani insanı insan yapan, Allah tarafından üfürülen ruhun bulunduğu1 zikredilmektedir.2

Yunus Emre, şiirlerinde ruh kelimesini kullandığı gibi, çoğunlukla da ruh için “can” kelimesini de kullanmaktadır. Öyleyse ruh veya can, O’na göre nedir? Ve insan ruh halindeyken ne durumdaydı.

Ruh, Yunus’a göre öncesiz midir? Sonradan mıdır? Yunus, bu konuda ruh’un Allah katından bir şey olduğunu belirtmektedir. Ancak, O’nun şiirlerinde Allah’la beraber bulunan kadim bir ruh anlayışı yoktur. Gerçi o, şiirlerinde, başlangıçtan beri Allah’la birlikte olunduğunu, sık sık dile getirmektedir. Ancak, O’nun bundan kastı; insanın daha dünyaya gelmeden yani bedeniyle birlikte yaratılmadan önce, “Elest Bezmi”nde ruh yönüyle Allah’ı bilme ve Allah’ı tanıma hadisesidir. O, bedensel yaratma olmadan önce, insanın “Nur” özelliğine dikkat çekmiştir: “Nazar kıl bu gevhere, ya bu bir gizli nura, Nur kaçan yavu vara, Çün

1. Bkz. Bayram Dalkılıç, Yunus Emre’de Allah – Alem – İnsan Münasebeti, Konya, 2004, s. 123-1312. S. Uludağ, Tasavvufî Terimler Sözlüğü, s. 400, İstanbul, 1991.

hak nazargâhıdır”3 diyerek insandaki nur kısmının Allah’ın nazargâhı olduğunu belirtmekte; yine bu hususu “aşıklar için ölüm olmayacağını çünkü cânın ilâhî olduğunu”4 söylemekle açıkça belirtmektedir.

Yunus Emre, “Kâlû belâ denmeden kadimden bile idik, Key (iyi) anlagıl neydiğin, bilişlik kandadır”5 demekle de “Elest bezminden de önce Allah’la tanışıklık-bilişlik halinde olduğunu savunmaktadır. Bu durum, O’nda, yukarıda söylediğimiz gibi, insanın daha “Allah katında bir nur” olduğu zamanki durumudur. Tabiatiyle bu durum, O’nun için Allah-insan münasebetinin en önemli ve en dikkat çekici bir safhasıdır. Bu durumda insan, daha henüz nur halindedir. Allah’ın varlığından ve birliğinden haberdardır. O’nun şiirlerinde bu vaziyet, Allah-İnsan birliğinin ifadesi gibi görünmektedir. Ancak, dikkatli bir bakışla, her ne kadar Allah-İnsan birliği kasdedildiği düşünülebilir ise de, insanın bu safhada, bu haliyle bile Allah’ı bilmesi, birlemesi ve aşkınlığını kabul etme durumunun da ifade edilmeye çalışıldığı sezilebilmektedir. Bu safhada henüz yaratılmış şekliyle bir âlem yoktur. O’nun için Yunus’ta Allah-İnsan münasebeti, Allah-Âlem münasebetinden daha önemli ve önceliklidir.

Yunus’a göre, ruh, insan bedenine verilmeden önce veya kendisine beden giydirilmeden önce, hep Allah’ı bilmekte, Allah’la beraber bulunmaktadır. Ancak, Allah’la beraber bulunma hali, ruh’un, yani canın arzusu, Allah’ı bilme, tanıma aşkınlığını kabul etme olduğu ve bu arzu daimi olarak gerçekleştiği içindir. Bundan dolayı, bu hali ifade ederken, “ezeli biliş”, “birlik”,6 “ezelî birlik”7 tabirlerini kullanmaktadır.3. Yunus Emre, Dîvân, 33/3, (Haz. Mustafa Tatçı) Ankara – 1991. (Bölü çizgisinin üstündeki rakam şiir numarasını, alttaki rakam ise beyit sayısını gösterir.)4. Yunus Emre, Dîvân, 33/15. Yunus Emre, Dîvân, 33/46. Yunus Emre, Dîvân, 33/6-77. Yunus Emre, R. Nushıyye, 2/6-7, Hulusi Efendi Matbaası, İstanbul-1340

İnsan ve UnsurlarıDoç. Dr. Bayram DALKILIÇ |Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

Yunus Emre’de 1

Page 27: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|25

Ruh, bedeniyle birlikte yaratılmadan önce, insanın tek önemli unsuru olduğu gibi, bedeniyle birlikte yaratılınca da onun en önemli bir unsurudur. Yunus, bunu şiirlerinde sık sık dile getirmektedir. İlk insanın yaratılmasında bedeni (sûret) oluşturan unsurlar hazır olduktan sonra, ruhun (can) bedene giydirilmesiyle, sûret pür-nur olmuş ve bundan dolayı sevinmiş ve Allah’a şükretmiştir.8

Can, bedene dâhil olduktan sonra, hep bedende mi kalacaktır? Yunus Emre, ruhun bedende misafir olduğunu, zaman gelince bedenden ayrılacağına, devamlı bedenle birlikte olmayacağına inanmaktadır. “Canlar baki değil tende, bir kaç gün geze durur”9 sözleri bu inancın ifadesidir.

Madem ki can, dâima bedende kalmayacaktır. O halde, bedenden ayrıldıktan sonra yok mu olacaktır? Eğer yok olmıyacaksa ne olacak ve nereye gidecektir?

Yunus’a göre, can, zamanı gelince bedenden ayrılacaktır. Çünkü “buyruk öyle gelmiştir”.10 Bedenden ayrıldıktan sonra da yok olmayacaktır. Çünkü O’na göre, “can ölmez” Can neden ölmez? Yunus’a göre, “Can nurdandır.”11 Dolayısıyla nurdan olan bu can ölmeyecektir. Bedenden ayrılınca nereye gideceği sorusuna gelince; artık Can, Hakk’a kavuşmuştur. Can, bedenden ayrılınca; “Sorucu gelir yer yırtıp, sorar Tanrı’n kimdir diye. İş bu canım onu duyup, sünüklerim (kemikler) sıza durur”12 Bu sözleriyle Yunus, kabir sualine işaret etmekte, ruhun suale muhatap kılınacağını, yine bununla birlikte bedenin de durumu hissedeceğini vurgulamak istemektedir.

Bedenle birlikte varolmadan önceki, Allah’ı bilen, birleyen can, aynı şekilde bedenle birlikte önceki durumunu devam ettirirse, bedenden ayrıldıktan sonra da Allah’la birlikte ve ebedî olacaktır. Yunus Emre, bunu şöyle ifade etmektedir: “Ey Tanrı’yı bir bilenler, can(ı) Hakk’a kurban kılanlar, ölü değildir bu canlar, aşk gölünde yüze durur”.13

8. Yunus Emre, Dîvân, 72/3 9. Yunus Emre, Dîvân, 87/5 10. Yunus Emre, Dîvân 158/211. Yunus Emre, Dîvân, 379/5 12. Yunus Emre, Dîvân, 72/4 13. Yunus Emre, Dîvân, 72/5

Ruh (can) açısından, bedenden ayrıldıktan sonraki yönüyle Canın gerçek arzusu olan Allah, bedenle birlikteyken de insan tarafından farkedilip, aynı şekilde canın arzusu yerine getirilmeye çalışılmışsa, ebedî olarak İnsan-Allah birlikteliği devam edecektir. Yani, canın önceki durumu, bedenden ayrıldıktan sonra da sürecektir. Yoksa, insan, Allah’a kalbolmuş (dönüşmüş) veya ilahlaşmış demek değildir.

Ruh’un durumunu bu şekilde ortaya koyduktan sonra, insanın ikinci önemli unsuru olan Beden’i yahut Yunus Emre’de sıkça zikredilen şekliyle Sûret’i ele almaya çalışalım.

2- Beden:Yunus Emre, beden kelimesini kullandığı gibi, zaman zaman vücûd, cisim, ten kelimelerini de kullanmaktadır; genellikle de beden için “sûret” kelimesini zikretmektedir.14

O halde, beden nedir? Ne gibi özellikleri vardır? Bedeni oluşturan unsurlar nelerdir? Bu unsurların özellikleri nelerdir?Yunus’a göre beden, canın âleti, sûret can menzilidir.15 Cismi kâim tutan ancak candır, ruhtur.16 Yani, ruh olmadan beden hareketsizdir. Dolayısıyla beden, ruhla hayat bulmakta, hareketlilik kazanmaktadır.

Ruhu bedene havale edip yerleştiren kimdir? Böyle birisi yok da, ruh kendiliğinden mi sûrete gelip yerleşmiştir? Yunus Emre, ruhun kendiliğinden bedene girdiğini ortaya koyan bir görüş içinde bulunmamaktadır; O, bu işin üstün bir güç tarafından yapıldığına inanmaktadır. O güç de Allah’tır. “Padişahlar Padişahı ol Banî, Emr ile veribidi bize canı17 sözü bu inancın ifadesidir.

Yunus’a göre, bedeni meydana getiren bir takım unsurlar mevcuttur. Bu unsurlar “Anâsır-ı erbaa” diye bilinen toprak, su, ateş ve havadır. “Niteliğim soran işit hikayet” diye başlayan şiirinde, bu dört unsurun sûreti, meydana getirdiğini belirtmekte, bu dört nesnenin de birbirine muhalif dört şey olduğunu açıklamaktadır.18

14. Yunus Emre, Dîvân, 18/1, 34/1, 94/4, 252/6 15. Yunus Emre, Dîvân, 25/2, 34/1 16. Yunus Emre, Dîvân, 90/2 17. Yunus Emre, Dîvân, 379/1 18. Yunus Emre, Dîvân, 18/1-2

Yunus’a göre, can, zamanı gelince bedenden

ayrılacaktır. Çünkü “buyruk öyle gelmiştir”. Bedenden ayrıldıktan sonra da yok

olmayacaktır. Çünkü O’na göre, “can ölmez.” Can neden ölmez? Yunus’a

göre, “Can nurdandır.” Dolayısıyla nurdan olan bu can ölmeyecektir. Bedenden

ayrılınca nereye gideceği sorusuna gelince; artık Can,

Hakk’a kavuşmuştur.

Page 28: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

26|MAYIS 2010

Risâletü’n-Nushıyye’nin başında, Allah’ın ilk insanı yaratmasından bahsederken, önce toprağın getirildiğini, sonra suyun hazır olduğunu, havanın da yerleştirilmesinden sonra ateşin cismi kızdırdığını ve artık kızarınca can verildiğini açıklamaktadır.19 Dîvân’da da dört unsura dair sözleri yer almaktadır. Mesela: “Odu su ve toprağı yeli, Onun ile bünyad eyledi teni”20 ve “Toprağı kadarladı, sûreti hat bağladı, Durgurdı dört aleti, adını insan eyledi”21 demektedir.

Bedeni meydana getiren bu dört unsur, ezelî midir, yoksa hâdis midir? Yunus Emre, bu hususta açıklayıcı bilgi vermemektedir. Ancak, O’nun düşüncesinde tek ezelî varlık vardır; o da Allah’tır. Bundan dolayı, O, dört unsurun ezelî olmayıp, sonradan var kılındığına inanmaktadır. Ancak, o sûretin toprak ya da diğer unsurlar olduğunu, salt bunlara dayandığını da kabul etmeyen tutum sergilemiştir, “Sûret topraktır diyeni, gönlüm kabul etmez onu, bu toprağın cevherini Hazret’e irgürdüm ahî”22 diyerek toprağın da ötesinde sûreti oluşturan bir cevherin bulunduğunu ve bu cevheri Hazret’e (Allah) dayandırmakla, gerek toprağın aslı gerekse yaratma vechesiyle ilâhî bir durumun, kendince en önemli şey olduğunu vurgulamaktadır.

Beden, daimi ve ebedî olarak devam edecek midir? Yoksa O, fânî olup bir gün yok olacak mıdır? Yunus, bedenin fâni olduğuna inanmakta, ebedî olduğunu kabul etmemektedir. Ruhun kendisine verilmesiyle hareketlenen beden, yine ruhun kendisini terketmesiyle fenâ bulacaktır. “Ten fânidir”, “ölür ise ten ölür”23 ifadeleri Yunus’un bedenin faniliğine dair olan inancını ortaya koymaktadır.

19. Yunus Emre, R. Nushıyye, 2/2-4 20. Yunus Emre, Dîvân, 379/2 21. Yunus Emre, Dîvân, 358/3 22. Yunus Emre, Dîvân, 370/4 23. Yunus Emre, Dîvân, 158/2

Beden, mutlaka ruh tarafından terkedilecek midir? Yunus, bu hususta, ruhun kesinlikle bedeni bırakacağına inanmaktadır. Aslında, ruhun bedeni terk etmesi, acayip bir şey değildir. Çünkü “dosttan, Allah’tan haber geldiğinde, buyruk gereği” bu iş olmaktadır.24

Yunus Emre, ruhun bedene verilmesiyle meydana gelen insanın Allah tarafından yaratıldığını, belli bir müddet 24. Yunus Emre, Dîvân, 87/1-5

Risâletü’n-Nushıyye’nin başında, Allah’ın ilk insanı

yaratmasından bahsederken, önce toprağın getirildiğini,

sonra suyun hazır olduğunu, havanın da yerleştirilmesinden sonra ateşin cismi kızdırdığını

ve artık kızarınca can verildiğini açıklamaktadır.

Fotoğraf: Levend İSKİT| El Salvador

Page 29: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|27

âlemde kaldıktan sonra yine ruhunun bedenden koparılarak dünya âleminden ahiret âlemine intikal ettirildiğini kabul etmektedir. O, ruhun arzusunun maddî âlem olmadığına inandığından, bedende olduğu haliyle bile ruhun daima ilahî aşkla dolup taştığı için, nefsin isteklerine uyarak bu dünyada kalma arzusuna şiddetle karşı çıktığını belirtmektedir. Ama insanların bu konuda hep aynı başarıda olmadığını da kabul etmektedir. Ona göre, insanlar, sıfatları ve fiillerinin gerektirdiği ölçüde değişik

değişik derecelerde yer almaktadırlar. Buna göre, insanı insan yapan insanın sıfatları nereden kaynaklanmaktadır ya da nereden beslenmektedirler? Bu husus, başka bir başlık altında ele alınması gereken ayrı bir yazının konusudur.25

25. Bkz. Bayram Dalkılıç, Yunus Emre’de Allah – Alem – İnsan Münasebeti, Konya, 2004, s. 131- 136

Seçki: Bahanur GARAN

Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayanHalka müderris olsa hakîkatte âsîdir

Page 30: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

28|MAYIS 2010

Çağlar boyunca Anadolu’dan gelip geçen ya da bu topraklarda kalıp yerleşen halklar, bin bir çeşit kültürü bir araya getirerek, öz kültür dinamiklerini

katarak yoğurdukları bu hamuru yeryüzündeki en canlı sanat eserine dönüştürdüler. Yunus Emre işte bu muhteşem terkibin özüdür.

Otoritelerin zamana ve insanlığa mal olan şahsiyetler arasında saydığı Yunus’u; Mevlana, Hacı Bektaş ve diğer gönüldaşlarından ayıran belirgin bir özellik öne çıkar. O, farklı inanış ve kültürlere sahip toplumda çok az kişiye nasip olan bir kabul görmüşlüğe sahiptir. Edebiyat ve tarihin tozlu sayfalarını karıştırdığımızda, hem Alevi-Bektaşi, hem de Sünni Batıni geleneğin sahip çıktığı tek şahsiyet olduğunu görürüz. Kendine has üslubuyla sade bir Türkçeyle şiirler söyleyen Yunus, eserlerine tabiat ile insan arasındaki derin bağı en güzel şekilde yansıtır. Belki de bu yüzdendir ki, 13. yüzyılda yaşayan ve sayılı eser ortaya koyan Yunus’un hayatı efsaneleşmiş, eserleri çeşitlenip sayısız hale gelmiş ve asırlarca dilden dile, gönülden gönüle söylenegelmiştir. Çocukluğumda annemden dinlediğim bu efsanelerden belki de en ilginci hayal dünyamda yankı bulan bir kıssa idi. Menkıbeye göre Yunus vefat ettikten sonra ortaya çıkan ve zamanın kadısı unvanını taşıyan Molla Kasım adında bir zat, Sakarya ırmağının kenarında Yunus’a ait şiirleri şeriat gözlüğüyle okuyup yargılamaya kalkmış. Okuduğu dizelerdeki batıni ve tasavvufi unsurları anlamayan Kasım, beğenmediğini yırtıp atmış. Ta ki Yunus’un ‘Aşık Yunus bu sözü, eğri büğrü söyleme/ Seni sigaya çeker bir Molla Kasım gelir’ dizesine kadar. Bu esnada Yunus’a ait şiirlerin üçte biri Sakarya ırmağına, üçte biri de rüzgara karışmış. Biz insanlara da üçte birlik kısmı kalabilmiş. O zamandan beri ırmağa karışanların balıklar, rüzgâra savrulanların

tabiat tarafından söylenildiğine inanılırmış. Hikayeyi çocuk aklımla dinlediğimde Molla Kasım’a çok kızdığımı hatırlıyorum. Elden giden şiirler için bir süre üzülmüştüm. Ancak Yunus’un şiirlerinin biz insanlar kadar kâinattaki diğer canlıları da muhatap aldığı fikri çok sonraları beni teselli etmişti.

İnsan ve doğa arasındaki hassas uyumu çok iyi bilen Yunus, hikâyede bu muhteşem dengenin koruyucusu olarak karşımıza çıkıyor. Kıssanın asıl muhataplarının ise biz insanlar olduğu muhakkak. Efsane bu şiirlerin her birinin bizlerin ruhi hastalıkları için yazılmış reçeteler olduğunu anlatıyor. Rüzgar ve su kendilerine sunulan şiirleri ne ölçüde değerlendirdiler bilinmez. Ancak biz insanlar, günümüzde muhtaç olduğumuz değerleri bir bir tüketirken, bu reçetelere çok daha ihtiyacımız var. Zira etten ve kemikten oluşan insanın beden sağlığının yanında bir de ruh yapısı ve ruhi sağlığı söz konusu. Özellikle yaşadığımız zamanda beden sağlığına önem veren insanın ruhi sağlığını hiç dikkate almadığını görürüz.

İşte Yunus’un eserleri bize, bu çok üzerinde durulmayan konuda bir deniz feneri görevindedir.

Çağlar önce yazılmış şiirlerin bugünün insanına ne faydası olur?’ denebilir. Ancak bu şiirleri biraz dikkatli ve onun tarif ettiği ‘gönül gözü’yle okursak, zamanüstü anlam ve derinlikten muhatapların biz modern insanlar olduğunu anlarız. Bunun yanında Yunus’un yaşadığı sanılan 13. yüzyılın toplum ve birey psikolojisi incelendiğinde o dönemle günümüz toplum ve birey psikolojisi arasında müthiş benzerlikler göze çarpar. Yunus’u belki de en çok anlayanlardan biri ondan asırlar sonra yaşamış bir

Yunus’tan Modern İnsana,

SevgilerleBurak KILIÇ |Muhabir

Ben burda seyreder ikenAcep sırra erdim ahiBir siz dahi sizde görün

Page 31: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|29

hemşehrisi Eskişehirli Prof. Dr. Mehmet Kaplan’dır. Türk edebiyatına büyük emekler veren ve önemli eserler kazandıran Kaplan, şüphesiz Yunus’un hemşehriliğini layıkıyla yerine getirdi. O, Yunus’un Türk edebiyatında hak ettiği yeri alması ve insanların o hazineyi görmesi için elinden geleni yapmıştı. Çünkü Kaplan, ondaki bu reçetelerin çağlar üstü olduğunun bilincindeydi. Bu nedenle, yazdığı çok sayıda makale, deneme ve incelemede Yunus’tan çok sayıda örnek kullanmakla kalmamış onu kendine bir rehber olarak seçtiğini söylemişti. İnsanın maddi ve manevi, yani materyalist ve uhrevi yönlü iki kanatlı bir varlık olduğunu bilen Kaplan, bu iki kanadın dengede tutulması gerektiğini düşünüyordu. Bunun için o, üstat olarak; dünyevi ve materyalist yönü için batılı fikir adamı Alain’i, uhrevi ve manevi dinamikleri için de Yunus’u seçti.

Kendini ‘modern’ olarak tanımlayan günümüz insanı, sıkıntılar içinde yaşar. Dünya namına bir eksiği olmasa bile can sıkıntısından dem vurur. Mutluluğun sırlarını kendisi için sonu felaketle biten yanlış yollara girerek arar. Mal mülk, çoluk çocuk ve dünya endişesi yüzünden gözüne uyku girmez. Bu endişeler onu beraberinde adı hırs, nefret, ikiyüzlülük, kıskançlık ve açgözlülük gibi birçok hastalığa sevk eder.

Nefsinin rehberliğinde sadece onun isteklerini yerine getiren insana Yunus, “Önce nefsini tanı.” der. İnsanoğlu için en büyük tehlikenin nefisten geldiğini söyler. Globalleşen ve kapitalist düzen çarklarının yaşamın ortasına iyice kurulduğu günümüzde, iki yakasını bir araya getiremeyen insanlara açık ve anlaşılır reçeteler sunan Yunus, nefisten gelecek tehlikelere karşı sürekli uyanık olmanın gerekliliğine vurgu yapar. Çözüm yolunu da bizzat kendi üzerinde gösterir. Onun eserlerinde salt kuru öğütlere yer yoktur. Doğru ve yanlışları kendi yaşayarak gösterir. İnsanın kendi kendini sorgulamasının önemine dikkat çeker.

Siyaset meydanındaGalebeden bakan olSiyaset kendi olmuşGirmiş meydan içinde

Modern insanın hastalıklarından açgözlülük, Yunus’un en çok üzerinde durduğu kavramlardan biridir. Açgözlülüğün büyük bir zaaf olduğunu belirtirken, bu hastalığı savaş sebebi sayacak kadar önemser. Güçlü tamahkârlık ordusunu ancak Burak atlara binen kanaat erlerinin yenebileceğini anlatır.

Ulu oğlu Tama eyi iş etmezCihan mülkü onun olursa yetmez…Tama hapsına düştüm çıkamazımKatı berktir duvarı yıkamazım…Bin er donludur Tama çerisiMübarizdir bahadır her birisi…Çağırdı muştucu geldi kanaatHarir donlar giyer biner Burak at…Tama’dan kurtarırlar ili şehriSıdılar leşkerin cebrü vü kahri

Yunus’un sıkça üzerinde durduğu açgözlülük modern çağda yine güçlü şekilde karşımıza çıkıyor. Öyle ki açgözlülük çağın hastalığı olarak bilinen ‘can sıkıntısı’nın birinci sorumlusudur. Yunus’a göre bu hayat geçici olsa da anlamsız değildir. Dünyaya dalarak ruhun gıdasını ihmal etmemeyi öğütleyen Yunus, dünyadan tamamen el etek çekerek de iç huzura erişilemeyeceğinin altını çizer.

Dünya benim rızkımdırırKavmi benim kavmimdirirHer dem benim yargım yürürYargıyı candan tutaram…Onsuz olursam ölürümOnunla diri olurum.

Evrendeki her taşın bir yaratılış sebebi vardır. Yunus tabiat-insan-tanrı arasındaki büyük resmi görenlerdendir. Eserlerine bu resim kusursuz şekilde yansır. İnsan doğadan ayrı bir varlık değil aksine onun bir parçasıdır. Gönül gözüyle kâinata bakan Yunus, onun sırları ve müthiş

Nefsinin rehberliğinde sadece onun isteklerini yerine getiren insana Yunus, “Önce nefsini tanı.” der. İnsanoğlu için en büyük tehlikenin nefisten

geldiğini söyler. Globalleşen ve kapitalist düzen çarklarının yaşamın ortasına iyice kurulduğu günümüzde, iki yakasını bir araya getiremeyen

insanlara açık ve anlaşılır reçeteler sunan Yunus, nefisten gelecek tehlikelere karşı sürekli uyanık olmanın gerekliliğine vurgu yapar.

Page 32: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

30|MAYIS 2010

güzelliği karşısında hayranlığını gizleyemez. Bizden bu manzarayı görecek bir göz ister. Ancak bu bakış hayatın sırrına vukufiyetle ortaya çıkabilir. Batıni inanç sistemindeki ene-l hak düsturundan izler görülen eserlerinde hayatta mutlu olmanın yolunu göz önüne serer.

Böyle latif bezenibenBöyle şirin düzenibenGöğe doğru uzanıbanDilek nedir neye muhtaç

Hayatı bu sır gözüyle gören insan, yaşadığı her anın kıymetini bilecektir. Ancak günümüz insanı tabiat-insan-tanrı üçlemesinden tabiatı yok etmenin eşiğinde. Herhalde insan Yunus’un bahsettiği gözle dünyaya baksaydı bugün küresel ısınma olmaz, tabiattaki canlı türleri tükenmezdi. Ancak insanoğlu, belki de baktığında hayatın sırrını görebileceği tek resmi, yırtıp atmış durumda. Doğa-insan bağlantısını önemle vurgulayan Yunus, şiirlerinde tabiata olan aşkını da masalsı bir dille anlatır. Doğayla iç içeyken insanların eliyle dolap yapılan bir ağaca söz verir. Derdini dinler.

Beni bir dağda buldularKolum kanadım yoldularDolaba layık gördülerDerdim vardır inilerim

Yeri gelir bulutlarla, dağlarla dertleşir. Sevgi ve hüznünü onlarla paylaşır.

Karlı dağların başındaSalkım salkım olan bulutSaçın çözüp benim içinYaşın yaşın ağlar mısın

Yunus, zaaflarının pençesinde olan günümüz insanına ‘endişe şehrinden daşra’ bir yol tarif eder. O, insanları endişe şehrinden dışa davetinde haklıdır. Çünkü kısa ve sonlu olan dünya hayatının sonunda yepyeni bir ebedi hayat başlar. İnsan kısa ve fani olan dünya hayatı için öz değerlerinden taviz vermemelidir. Yunus dizelerinde alem gibi insanın da sonsuz olduğunu anlatır. Ölecek ve yok olacak sadece hayvandır.

Ölür ise ten ölürCanlar ölesi değil

Esasen onun gösterdiği bu yol, insanı selamete ulaştıracak tek yoldur. Zira çok mala tamah etmeyen ve kendini sürekli hesaba çeken bir insan, nefsi endişelerden de uzaklaşacak dolayısıyla sakinleşerek bir yerlere yetişme telaşına düşmeyecek, gönül yıkmayacaktır.

Bir elif tahsil edenMünezzehtir alemdenEndişe iklimindeNiçin düşüp gezerim

Şüphesiz hatasız kul olmaz. Yunus da insanın hatalarından dönebileceğini bunun da doğru insan olma hedefiyle mümkün olabileceğini söyler. Ama önce pişmanlık şarttır. Böylece nefsine karşı kendini korumaya muktedir olabilir.

Doğruluk mancınığıİstiğfar taşı ileDoğru vardı atıldıYıkıldı nefs kalesi

İnsanın iç hesaplaşması ise kolay değildir. Nefsi onu rahat bırakmaz. Onu bu yoldan çıkarmak türlü oyunlar kurar.

Yüz bin riya çerisiBilin vardır bu yolda Yunus, sıkıntı çeken ve bunu kadere ya da başka sebeplere yükleyenlere de sitem eder. Herkesin mücadele ederek bu yolu yürüyeceğini dile getirir.

Hırkanın ne suçu varSen yoluna varmaz isen

Yunus Emre Heykeli, Odunpazarı Mevkii Fotoğraf: Can Düz

Page 33: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|31

İnsanın müthiş bir güce ve güzelliğe sahip olduğunu vurgular.

Bilemedin sen seniSedefte ne cevhersin

Etrafında sayısız düşmanı olan ve bunlarla mücadele etmek zorunda kalan insan zamanla yorgun düşüp atalete ve umutsuzluğa kapılabilir. Yunus bu sorun için de insana büyük bir enerji verecek kaynağı, tükenmez destek gücünü açıklar: Aşk.

Denizleri kaynatırMevce gelir oynatırKayaları söyletirKuvvetli nesnedir aşk

Aşk öyle bir güçtür ki tabiata bile söz geçirebilir. Ancak

onun en büyük başarısı insan üstündedir. Aşk yenilenmedir. Âşık olan insan asla yorulmaz ve yaşlanmaz. Adeta her an yeniden doğar.

Biz sevdik âşık olduk Sevildik maşuk oldukHer dem yeni doğarız Bizden kim usanası

Yunus da bir âşıktır. Onu çağlar boyunca vazgeçilmez ve usanılmaz kılan bu aşktır. O bir adım daha atar ve bize çağlar öncesinden aşksız insanın hayvan olduğunu söyler. Ruhi hastalıklar için birer ilaç hükmündeki şiirlerini sunar. Ancak bu zaman üstü sırrı sadece âşık olanlar anlayabilecektir.

Aşksızlara verme öğütÖğüdünden alır değil

Bencileyin gören kişi ben sevdiğimin yüzünüDeli ola dağa düşe yavu kıla kendözünü

Fotoğraf: Levend İSKİT| Laos Seçki: Bahanur GARAN

Page 34: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

32|MAYIS 2010

Edebiyatımızda bugüne kadar Yunus Emre ile ilgili olarak hayatı hakkında da eserleri hakkında da azımsanmayacak derecede çalışma yapılmıştır. Biz

bu yazıda Yunus Emre’yi konu alan bu çalışmalardan en geniş kapsamlı olanlarından birisine, Mustafa TATÇI’nın Yunus Emre Külliyatı adını verdiği 6 ciltlik çalışmasına değineceğiz.

Cilt 1Yunus Emre Divanı İnceleme – MetinEserin başında yer alan Sözbaşı’nda Mustafa Tatçı, Yunus Emre Divanı, İnceleme – Metin adını taşıyan araştırmanın Yunus Emre Divanı ve Divan’ın dini – tasavvufi tahlilleri üzerine olduğu söylenmiştir. Yine aynı bölümde çalışmanın hazırlık aşamalarından ve hazırlanışından bahsedilmiş sonuna da teşekkürler eklenmiştir. İçindekiler ve kısaltmalar bölümlerinden sonra yer alan “Yunus Emre’nin Yaşadığı Çağın Siyasi ve Kültürel Durumu” başlığı eserin giriş bölümünü teşkil etmektedir.

Eserin asıl kısmını oluşturan üç bölümün ardından Sonuç, Umumi Bibliyografya ve Yunus Emre Divanı’nın Sistematik İndeksi’ne gelmektedir. Bu üç bölümden birincisinde Yunus’un hayatı anlatılmış ve bu bölüm “Yunus Emre’nin Menkıbevi Hayatı” ve “Yunus Emre’nin Tarihi Hayatı” olmak üzere iki alt başlık halinde işlenmiştir. İlk olarak menkıbevi hayatına değinen Tatçı bu kısmı tarihi hayatına göre biraz daha kısa tutmuş, tarihi hayatını tekrar alt başlıklara ayırarak daha detaylı olarak ele almıştır. Bu başlıklar da “Doğum Tarihi, Yaşadığı Şehir ve Çevresi”, “Adı ve Mahlası”, “Ailesi ve Çevresi”, “Tahsili ve Seyahatleri”, “Mürşidi ve Mürşidine İntisabı” ve “Vefat Tarihi ve Mezarı” şeklinde belirlenmiştir.

Eserde ikinci bölüm Yunus Emre’nin eserleri, eserlerinin şekil yapısı, dili ve sanatına ayrılmış ve yine bu şekilde

adlandırılmıştır. İlk bölümde olduğu gibi bu bölüm de alt başlıklar şeklinde hazırlanmış, eserler, eserlerin şekil yapısı, dili ve sanatı ayrı ayrı ele alınmıştır. Bu alt başlıklara bakacak olursak; ilk sırada eserlerine değinen Tatçı, Risaletü’n-Nüshiyye ve Divan isimleriyle olmak üzere Yunus’un bilinen iki eserini ayrı başlıklarla sunmuştur. İlk eser olarak Risaletü’n-Nüshiyye’den bahsedilen bölümde, eserin yazılış tarihi, türü, nazım şekli gibi özellikleriyle birlikte beyit sayısı, vezni ve eserin mahiyeti de yer almıştır. Yunus’un ikinci eseri Divan ise çalışmada daha geniş yer tutmuştur. Yunus’un yaşadığı döneme ait bir yazması bulunmadığı için bilinen yazmalarının en eskilerinden sekizine kısaca değinilmiştir. Bunların yanında Divan ile ilgili olumsuz hususiyetlerle günümüz harfleriyle neşredilmiş Divan çalışmalarından bahsedilmiştir.

İkinci bölümde yer alan bir diğer alt başlık ise “Divan’ın Şekil Yapısı”dır. Bu bölüm sırasıyla “Vezin ve Kafiye”, “Nazım Şekilleri” ve “Nazım Türleri” alt başlıklarına ayrılmıştır.

Üçüncü bölümde dili ve sanatı işlenmiştir. Dilinin işlendiği bölümde Eski Anadolu Türkçesi üzerinde Yunus Emre’nin öneminden, Yunus’un üslubunun kendine haslığından, dil özelliklerinden bahsedilmiş aynı zamanda yabancı kelimeleri kullanımı üzerinde durulmuş ve bu husus örneklerle genişletilmiştir.

Eserin üçüncü ve en geniş bölümü olan “Yunus Emre Divanı’nda Din ve Tasavvuf ” başlığının altında din ve tasavvuf konuları ayrı ayrı başlıklarla yer bulmuştur. “Din” başlığına bakacak olursak, Tatçı burada ilk olarak “İtikat” başlığını açmış ve bu başlık altında “Allah”, “Melekler”, “Kitaplar”, “Peygamberler”, “Ahiret ve İlgili Mefhumlar” ve “Hayır ve Şer, Kaza ve Keder” konularına dair incelemelere yer vermiştir.

Yunus Emre Külliyatı Mustafa Tatçı

Ceren OĞUZ |Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili Yüksek Lisans Öğrencisi

Page 35: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|33

Eserin muhteva ve sayfa sayısı bakımından en geniş bölümü olan son bölümün ardından sonuç bölümüne yer verilmiştir ve bu bölümde eserle ilgili genel bir değerlendirme yapılmıştır. Bizim de söylediğimiz gibi üçüncü bölümün eserin esas bölümünü teşkil ettiğinden, diğer bölümlerin tamamlayıcı özelliğinden bahsedilmiştir. Ana hatlarıyla bakıldığında sonuç bölümünün, çalışmayla ilgili bir özet mahiyeti taşıdığını söyleyebiliriz.

Sonuç bölümün ardından geniş bir bibliyografyaya yer verilmiştir. Alfabetik olarak sıralanan kaynak kitaplar yaklaşık 8 sayfalık yer tutmuştur. Eserin son 24 sayfası ise indeks için ayrılmıştır.

Eser bölüm bölüm incelendiğinde de, tamamı göz önüne alındığında da detaylı bir çalışma olduğu görülmektedir. Eseri önemli kılan bir husus çalışmanın bir bütünlük arz etmesidir. İnceleme – metin amacıyla hazırlanmış olmasına rağmen Yunus Emre’nin hayatını, eserlerini, sanatını ve dilini de ele alan ve bu konular üzerinde de mümkün olduğunca detaylı bilgi verilmiş olması eserin alana ışık tutan bir özellik kazanmasına katkıda bulunmuştur.

Cilt 2Yunus Emre Divanı – Tenkitli Metinİlk sayfaları birinci cilttekiyle aynı olmak kaidesiyle “Sözbaşı” bölümüne ait olan bu eser nüsha tasvirleriyle başlamıştır. 11 nüsha ayrı başlıklar halinde ve 12. başlık “Mecmualardan Bazıları” olarak ele alınmıştır. Nüshalarla ilgili bu başlıkların ardından metin tespitinde uygulanan bazı özellikler ve transkripsiyon sistemine yer verilmiştir. İlk bölüm transkripsiyon harfleriyle sonlandırılmıştır.

Cilt 3Risaletü’n-Nushiyye – Tenkitli MetinRisaletü’n-Nushiyye hakkında kısaca bilgi veren, çalışmanın amacı ve hazırlanışından bahseden Sözbaşı’nın ardından ilk olarak Risaletü’n-Nushiyye’nin edebi değerine değinilmiş ve bu konuda açılan başlık eserin ilk bölümünü teşkil etmiştir.

İkinci bölümde ise eserin beş nüshasından bahsedilmiş ve bölüme Risaletü’n-Nushiyye’nin Nüshaları başlığı verilmiştir.

Metin tespitinde uygulanan bazı özelliklere de değinildikten sonra bibliyografya verilmiş ve ardından tenkitli metne geçilmiştir. Yaklaşık 90 sayfalık metin bölümünün ardından yer alan sözlük kısmı eserin son kısmını teşkil etmiştir.

Cilt 4Aşık YunusBu kitap Aşık Yunus’un hayatı ve edebi kişiliğini anlatan bölümle başlamıştır. Bu bölümün ardından Yunus’a ait şiirlerin kaynakları ve ardından da bibliyografyaya yer verilmiştir. Sözbaşı’nın da içinde yer aldığı 16 sayfalık bir girişin ardından 175 sayfalık bir kısım “Aşık Yunus ve Yunusların Şiirleri” başlıklı bölüme ayrılmıştır. Bu bölüm tamamen şiirlere ayrılmış ancak gerekli açıklamalar dipnotlarla okuyucuya sunulmuştur. Bu cilt, şiirlere ayrılan bölümün ardından yer alan şiir dizini ve ayrıca dizin bölümüyle tamamlanmıştır.

Cilt 5Aşık Yunus ŞerhleriÇalışmanın birinci bölümü şerh ve şathiyye kavramları hakkında bilgi için ayrılmıştır ve detaylı bilgi sunulmuştur. Yine bu bölümde Yunus’un şathiyesine nazirelere yer verilmiştir ve ilk bölüm böyle sona ermiştir.

İkinci ve üçüncü bölümler şerhlere ayrılmıştır ki bunlar, çalışmanın esas kısmını teşkil eden bölümlerdir. İkinci bölüm “Çıktım Erik Dalına Şerhler” başlığıyla sunulmuştur. Yunus’un şathiyelerinin ardından Çıktım Erik Dalına şerhlerinde sembollere yüklenen manalara yer verilmiştir. Açıklamalarla beraber yer yer de beyitler de verilmiştir. Bu sembollerin ardından konu olarak Yunus’un şiirlerine yazılan şerhler gelmiştir. Üçüncü bölümde ise bölümün başlığını da teşkil eden Aşık Yunus şerhleri yer almıştır.

Bu çalışma şerhlerin ardından gelen bibliyografya ve en sonda da dizin bölümleri ile sonlandırılmıştır.

Cilt 6Yunus Emre Divanı - TıpkıbasımKülliyatın altıncı ve son cildi ise Yunus Emre Divanı’nın tıpkıbasımıdır. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Ktp. Nüshası tıpkıbasım olarak yayımlanmıştır. Çalışma 428 sayfadır.

1990’da ilk baskısı yapılan külliyatın ikinci baskısı toplam 2692 sayfa ve 6 cilt halinde 2008 yılında H Yayınları’ndan çıkmıştır.

Tüm bu değerlendirmelere baktığımızda Yunus Emre’nin ve eserlerinin olabildiğince geniş bir çerçevede ele alındığını, bir başka ifadeyle Yunus Emre’yi birçok boyutta incelendiğini ve bunlara ait birçok nitelikli bilginin ortaya koyulduğunu görüyoruz. Külliyatı oluşturan 6 cilt gerek ayrı ayrı incelendiğinde gerekse bu külliyata bir bütün olarak bakıldığında, bu çalışmanın alana büyük katkısı olan ve ışık tutan bir niteliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Page 36: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

34|MAYIS 2010

Yunus Emre’nin 13. yüzyılda, Sakarya ırmağı çevresinde bir köyde doğduğu ve 14. yüzyılın ilk yarılarında yine o civarda öldüğü düşünülüp, bazı

kaynaklardan edinilen bilgilere göre de eğitimden yoksun okuma yazma bilmeyen biri olduğu sanılıyor.

Yunus Emre, Anadolu’da, Türk dilini çok iyi bir şekilde kullanan ilk şair olmuştur. Bu yazımızda Türk dilinin korunmasında üstlerine bir hayli görev düşen öğrencilerin ders kitaplarında Yunus’a yer verilme konusudur.

9. sınıf Dil ve Anlatım ders kitabının ilk ünitesi olan İletişim’in Dil-Kültür İlişkisinde Yunus Emre ve Hoca Ahmet Yesevi’ den birer dörtlük verilmiş, bu dörtlüklerin neden birbirine benzediği öğrencilere sorgulatılmak istenmiştir.

Aşkın aldı benden beniBana seni gerek seniBen yanarım dünü günüBana seni gerek seniYunus Emre

Işkıng kıldı şeyda meniCümle âlem bildi bildi meniKaygum sensin tüni küniMenge sen-ok kereksinHoca Ahmet Yesevi

Dil ve Anlatım 10. sınıf ders kitabının sözü, konuşmayı ön plana çıkaran Sunum, Tartışma, Panel adlı ilk ünitenin girişinde dikkat çekmek ve sözün önemini belirtmek için Yunus’un

‘‘Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başıSöz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz’’ beyitine yer verilmiştir.

Yunus Emre bütün insanlığa hitap eden büyük şairlerdendir. Bu anlamda Mevlana’nın bir benzeridir. O’nun Mevlana kadar çok tanınmayışı ise, bir yandan kullandığı dil olan Türkçenin Batı’da Farsça kadar bilinmemesi, öte yandan da Türk aydınlarının O’nu ihmal etmesindendir. Yunus’taki insanlık sevgisi, neredeyse kendisiyle özdeşleşmiş “sevgi felsefesi”nin bir parçası ve hatta sonucudur. Nitekim Yunus’un insan sevgisini ilah sevgi ile nasıl bağdaştırdığını gösteren en çarpıcı mısralarından birisi

“Yaradılanı hoş gör Yaradan’dan ötürü”dür. Yunus Emre’ye göre insanlar, din, mezhep, ırk, millet, renk, mevki, sınıf farkı gözetilmeksizin sevilmeyi hak etmektedirler. Mademki insanoğlu ruh yönüyle Allah’tan gelmektedir; öyleyse insanlar hiçbir şekilde birbirlerinden bu anlamda ayrılamazlar. Aynı kitabın 2.ünitesi olan Anlatım ve Özelliklerinin Anlatımda Tema ve Konu başlığı altında öğrencileri derse dahil etmek için kitabın etkinlik kısmında bu konuyu ele alan Yunus ve Mevlana ismine rastlıyoruz:

2009-2010 Eğitim-Öğretim Yılı Ortaöğretim Dil ve Anlatım Ders Kitaplarında

Yunus Emre’nin Yer Alması

Ebru ALAGÖZ | Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili Tezli Yüksek Lisans Öğrencisi

Page 37: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|35

Rubai Gel, gel ne olursan ol yine gel İster kâfir, ister Mecusi, ister putperest ol yine gel,Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel. Mevlana Celâleddin Rumi

Elif okuduk ötürü. Pazar eyledik götürü.Yaratılmışı hoş gördükYaradandan ötürüYunus Emre

Öğrencilerden bu dörtlükleri; temaları ve temalarının ifade edilişleri bakımından incelemeleri istenmiştir.

Bir başka etkinlikte ise;“Cahit Sıtkı’nın şiirlerinde Ölüm Korkusu ve Yaşama Sevinci’’‘‘Yunus Emre’nin şiirlerinde İnsan Sevgisi’’‘‘Milli Mücadele Dönemi Edebiyatında Yakup Kadri Karaosmanoğlu’’

Öğrencilerden, bu başlıklardan hareketle temaların nasıl sınırlandırıldığını tartışmaları isteniyor. Amaç öğrencilere temanın sınırlandırılmasını göstermek iken örneklerde Yunus Emre’ye de yer verilmesi, öğrencilere onun şiirlerinin temalarından birinin de insan sevgisi olduğunu gösteriyor.

Dil ve anlatım 11. sınıf ders kitabında Yunus Emre hakkında yazılmış yazılara, sorulara, etkinliklere yer verilmemiş. Ancak öğretici metinlerde dikkat çekme amaçlı Yunus’un ‘Cümleler doğrudur sen doğru isen / Doğruluk bulunmaz sen eğri isen’ beyitine yer verilmiştir.

Dil ve anlatım 12. sınıf ders kitabının 3. ünitesi olan Sözlü Anlatımın Konferans konusunda diğer sınıflara nazaran Yunus Emre’ye oldukça geniş bir yer verilmiştir. Tanpınar’ın Yunus Emre başlıklı bir bildirisine yer verilmiş ve metne geçmeden önce derse hazırlık çalışmalarında öğrencilerden Yunus’la ilgili araştırma yapmaları istenmiştir.

Aziz dinleyicilerim,Pek az şair Yunus kadar isimsizin biraz ötesinde yaşamıştır. O, hüviyeti kolayca nüfus kâğıdına sığmayanlardandır. Dün, hakkında adından, şeyhinin adından, doğduğu söylenilen yerlerden, birkaç muasırından başka bir şey bilmiyorduk. Bugün ise elimizde Fuad Köprülü’ nün çalışmalarından

başlayarak bize bir yığın çok sarih bilgi veren çeşitli metotlarla yazılmış bir kütüphane dolusu araştırma ve tahlil var. Fakat Yunus bu bilgilerin hemen hepsini adeta inkâr etmekten hoşlanır. Aşk meydanına soyunurken fâni varlığını sanki bırakmış gibidir. O Türkçenin içinde uçan bir yıldız olmayı, öyle görünmeyi tercih etmiştir. Aşağıda söyleyeceğim gibi, kendisine seçtiği adıyla çok manalı bir yerde bulunmama sembolüdür. Gelenek onu yedi, sekiz mezarda yatar gösterir. Hangisinin hakiki mezar olduğu tarihçiler için hakiki mesele olmuştur. Fakat bunu gereği gibi bildiğimiz zaman dahi onu oraya bağlayamayız. Şüphesiz Sakarya kıyılarında doğdu. Fakat her yerde doğmuşa benzer. Eseri de böyledir. Adına iki bine yaklaşan şiir izafe edilir. En sıkı dil ve muhteva tenkidi bile bunları ancak altıda, yedide birine indirir. Hâlbuki o, kırk, elli mısra ile bize gelmeyi tercih etmiştir ve bu kırk, elli mısra, tarih ve zaman fikrine meydan okuyan mısralardır. Bu mısralarla şair, devrin ötesinde her zamanın dili ve zevkiyle, şüphesiz her nesil ve her hayat görüşü için konuşur:

Ben giderin yana yanaAşk boyadı beni kana…Elinde asası hurma dalındanYemen ellerinde Veysel Karani…Ölümden ne korkarsınKorkma ebedi varsın

gibi beyit ve mısraları hangi devre sokabiliriz? Onlar kendi üstünde toparlanmış Türkçenin her zaman için taze çiçeğidirler. Hayatının öbür hususiyetleri de böyledir.

Ondan bahsedilirken Barak Baba, Tapduk Emre, Hacı Bektaş, Sarı Saltuk gibi bir yığın insan adına sık sık rastlarız. Bugün bunlara Şeyh Ebülvefa’ nın adı da katıldı. Yarın şüphesiz daha birçok adlar gelecek ve biz bu yumuşak ruhlu dervişin halkası olduğu bütün geleneği öğreneceğiz. Fakat ne çıkar? Hiç biriyle onun şiirini izah edemeyiz. Hiçbir sözü dilimizde bir sevgi ve ruh rüzgârı gibi esen, birbirine Türkçenin ortasında saf altın gibi külçelenen ve gülen bu mucizeye bir sebep veya başlangıç gibi gösterilemez. O daima tek başınadır. Eğer muhakkak bir kalabalığa katılacaksa bu kalabalık şüphesiz kendisinden sonra gelenler, yaptığı işi devam ettirenlerdir. Bâki, Nef ’i, Nedim, Fuzuli, Şeyh Galib, Haşim, Yahya Kemal’dir.

Hatta muasırı olan adlı sanlı Mevlâna ile his ve düşünce yakınlığı dahi bu belirlikler ötesi yaşamayı, bu yalnız başınalığı bozamaz.

Page 38: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

36|MAYIS 2010

Burada ufak bir mukayese yapmama müsaade edin. Mevlâna şüphesiz bütün bir saltanattır fakat arkasında son dalı olduğu bütün bir haneden şeceresi vardır. Yunus’un hânedeni kendisi ile başlar. Meğer ki lehçe itibariyle uzak ve arkaik akrabası Ahmed Yesevi’ yi hatırlayalım. Fakat Yesevi’nin eseriyle Yunus’un şiiri arasında bu sanatta esas olan dil zevkinin aydınlığı vardır. Yunus yaptığını bilen ve bunu bildiği, böyle istediği için yapan şairdir. Tek kelimelisiyle şairdir.

Bütün bu saydıklarım, gün geçtikçe hayatı hakkında çok sarih bilgiler edindiğimiz bu şairi kendiliğinden her türlü sarahatin ötesine çıkarırlar ve gün ışığında bir masal yaparlar. Onun içindir ki evliya tezkirelerinde rastladığımız ve biraz da tasavvur edenlerin safdilliğine şaşırdığımız menkıbeler, onda büsbütün başka ve hatta çok belirli mana kazanırlar.

Bu masal, adıyla başlar. Yunus adında kendisinden evvel gelmiş bir sofu var mıdır, bilmiyorum. Ben herhâlde şimdiye kadar rastlamadım.

Yunus Peygamber’in hikâyesini hepimiz biliriz. O, bir balığın karnında günlerce kalan ve orada pişmanlık gözyaşları döktükten sonra ışığa dönen insandır. Bu macerayı karanlığın yuttuğu ve karanlıktan dönen insan diye hülasa ederiz. Yunus bu adı benimsemekle şüphesiz bu peygamberin çilesini ve talihini benimsemiş oluyordu. Filhakika (aslında) Tapduk Emre’ye intisabı, dergâhında kalışı, oradan ayrılışı tekrar gelişi ve nihayet izin alıp insanlar arasına bu sefer onları irşat için yeniden girmesi, bütün bu kaybolma, kapanma, yeniden ve başka bir hüviyetle doğma hikâyesi, hep bu adın etrafında toplanabilecek vakıalardır. Şurasını da hatırlatayım ki o devirde Anadolu’da yaşayan sofu ve dervişlerin hemen hepsi Türkçe ad veya lakap taşırlardı. Çok muhtemeldir ki Yunus bu adı kendisi için seçmiş olsun yahut da bu tesadüf bütün hayatına istikamet versin. Ben yine Peygamber Yunus’un balığın karnına coşkun bir fırtına yüzünden düştüğünü göz önünde tutarak birinci şıkka ihtimal veriyorum. Fırtınanın yerini burada Moğol istilasının hakiki bir cehennem yaptığı, doğduğu bu XIII’üncü asır ortası tutar. Erenlik yolunda kaydettiği merhaleyi:

Taptuğun tapusunda kul olduk kapusundaYunus miskin çiğ idik piştik Ellamdülillah

diye anlatan ve kendi eserini:

Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söylemeSeni sigaya çeker bir Molla Kasım gelir

diyerek açıkça tenkit eden bu cinsten bir sembolizm, bu dikkat daima beklenebilir. Orta Çağ daima semboller peşindedir. En ince ve gizli ile en coşkun onda birleşir. Zaten tarikat ve tasavvufta sembol esastır.

Kaldı ki tasavvuf sistemini bütün incelikleriyle anlatan o şiirler, devrinin mühim eserlerinden olan Risalet’ün Nushiyye’nin kendisi bize zamanının bütün ilmiyle beslenmiş gerçekten müstesna bir zekâyı, üstün bir entellektüaliteyi açıkça gösterir. Fakat zekâ ve zihni meleke, Yunus’un hâkim hasleti değildir. O, her şeyden evvel bir kalp adamıdır. O, insan talihini kendi içinde bütün acıklı ve yüksek tarafıyla bulanlardandı. Devriyle olan diyaloğu bu kalp kuvvetiyle, onun verdiği yalnızlık duygusuyladır.

Dilimize ve ruhumuza gurbet kelimesini – tasavvuf yoluyla olsa da – aşılayan odur. Hangimiz, gurbet deyince o güzel kıtayı hatırlamayız:

Bir garip öldü diyelerÜç günden sonra duyalarSoğuk su ile yuyalarŞöyle garip bencileyin Yunus’ta gurbet, sevginin yalnızlık aynasıdır. Biz sevdiğimiz nispette yalnızdır.

Yalnızlığımız nispetinde kâinatla birleşir, kucaklaşırız. Yunus’un şiirinde ölümün aldığı o geniş ve az rastlanır yer de buradan gelir.

Bu şair, insan hayatını metafizik bir endişede hülasa etmesini biliyor ve onu ancak içimizden yenebileceğimizi bize öğretiyordu.

Moğol istilasının kan ve ateş çağında, o bitmez tükenmez ıztırap, ölüm, hastalık, açlık ve ümitsizlik cehenneminde yaşayan insanlar bu sevgiye, tahammülü imkânsız realitenin ötesinde açılan bu geniş ve rahmani ümit kapısına ekmek ve su kadar, rahat yastık ve uyku kadar muhtaçtırlar.

Devrini gördük şimdi aksiyonunu biraz daha tayin edelim. Bu seyyal ruh, bu iç âlem fatihi;

Bir ben vardır bende benden içre

diyerek bize maddemizin ötesinde ve onun dayanağı bütün âlemi açan bu şairi, iki insanın arasında mütalaa etmek daima faydalıdır, ikincisi ile olan münasebeti ise asıl fonksiyonudur. Ben Orhan Gazi’yi ve onunla beraber ikinci imparatorluğu

Page 39: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|37

kurmaya çalışanların hiçbirini Yunus’tan ayıramadım. Ne zaman Orhan Gazi’nin çehresine biraz eğilsem orada Yunus Divanı’ndan aksetmiş çizgiler görürüm ve bütün o fütuhatların arkasında bu ruh kasırgası ile Türkçede doğan yapıcı değerler dünyasını selamlarım.

Ahmet Hamdi TANPINAREdebiyat Üzerine Makaleler

Metinle birlikte bu bölümde Yunus’u temsil eden bir minyatür’e, iki resme yer verilmiştir.

Etkinliklerde, öğrencilerden kendilerinin yaptıkları çalışmalara dayanarak öğrencilere, bu konferansta hangi özgün düşüncelerine yer verildiği, bu konferansın teması, ‘‘Yunus Emre’’ konferansında hangi anlatım türlerinin kullanıldığı, bu konferansta dilin hangi işlevde kullanıldığı

ve bu metinde anlatım bozukluğu olup olmadığı sorulmuştur.

Bu konferansın ders kitabına alınmasında, Yunus’u öğrencilere tanıtmakta büyük faydası olduğu kanısındayım.

Örneklerimizden de görüldüğü gibi Yunus Emre ders kitaplarında yer almıştır. Kullandığı dilin Eski Anadolu Türkçesi özelliği göstermesi dilinin de yalın olduğunu gösterir. Dilimizin yabancı sözcüklerle savaştığı bu günlerde Yunus’un hatırlanması ve Türkçemizin korunması dileğiyle…

Fotoğraf: Levend İSKİT| Hindistan/Haridwar Seçki: Bahanur GARAN

Gerçek âşık oldun ise gel aşk kitâbından okuCan gözünü atın ise hakîkat bulasın Hakkı’ı

Page 40: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

38|MAYIS 2010

Orta çağ büyük Türk şairi Yunus Emre hakkında Avrupa’nın ilk defa bir Macar eserinden bilgi edindiğini gururla hatırlatayım, aynı zamanda

bunun, Macar tarihi açısından oldukça acı olaylar sayesinde mümkün olduğunu da gizlemeyeyim.

1396 Nikápoly/Niğbolu Muharebesinde Macar kralı Zsigmond/Sigismund ile batılı müttefiklerinin parlak süvari ordusu feci bir yenilgiye uğradıktan sonra Osmanlı hakkında bildiklerimiz nicelik ve nitelik açısından da iyice değişti, dolaysız edindiğimiz bilgiler batı kaynaklarını geride bırakarak Macaristan’da daha sağlam bir Türk imajının oluşmasına zemin hazırladı.

Niğbolu’da ve sonraları esir düşen Macarlardan kurtulmayı başaranlar da oldu, ve bunlar kendi toplumsal durumları, bilgi düzeyleri ve yetenekleri oranında yaşadıklarını anlatmaya koyulur; Türklerin hızlı atları, beklenmedik akınları, ölümü hiçe sayan fanatizmi gibi askerlik vasıflarını yazmakla kalmayarak Osmanlı topraklarındaki yaşamın türlü türlü kesitlerinden yepyeni bilgiler vermeye başlarlar. İlk önemli görgü tanığı olan Latince adıyla Georgius de Hungaria, yani Macaristanlı György 1422 civarında doğdu. Erdel’deki Szászsebes’te öğrenim görür. Tam ismini bilmediğimiz için bazı kaynaklarda Szászsebesi Névtelen, yani Sasşebeşli İsimsiz olarak geçer. 1438’de şehrin kuşatılması sırasında esir düşer. 20 yıllık esaretten kurtulduktan sonra İtalya’ya gider, Domeniken rahibi olur ve 3 Temmuz 1502’de hayata gözlerini yumar. Yaşadıkları ile düşündüklerini yazdığı ve 1481 ile 1596 arasında en azından 25 defa yayımlanan Türklerin Adetleri, İlişkileri ve Kötülüğü başlıklı Latince eseri, ilk Osmanoloji monografisi1 sayılabilir ve Avrupa’daki Osmanlı imajının adeta baş kaynağı olmuştur. Eserinin başlğındaki ‘kötülük, kemlik’ anlamındaki nequicia kelimesi esaretinin acı anılarından daha çok, o dönem Hıristiyan insanının başka bir dini kabul edememesinden kaynaklanır. Çünkü tespitleri her şeye rağmen genellikle olumlu olup, yayılmakta olan imparatorluğun disiplinini, insanlarının ölçülülüğünü takdirle karşılar.

1. Incipit prohemium in tractatum de moribus, conditionibus et nequicia Turcorum, Urach, 1481.

Rahibimiz, eserinin son bölümünde Türkçe’yi öğrendiğini de anlattıktan sonra şöyle der: “Aşağıda ise Türklerin günlük dilinden iki konuşma yer almakta:

Caffil olma arths goesingi, halmaga bak oelini gore. Ruenelit doenuede, yasuclerung delem goer, nitscheler yatir deussue bemgir nulan tstheyan vessuebeni. Czuem uekleri ifassabeni. Tschuerybeni olam guer. Kym achiduep kilir zari kuenethgur ellin de vuari. Hutsthmistth yatir kari giri miczky nueri guueleni goer czorma hallynkynczene vuarma yeramanczine. Kymczini goefdeczini vulsub gyeni iulani goer. Hane mehe nimet mustafa. huekyui itti kaftan kaffa. Doenme kyme kildi baffa aldamiben galani goer. Aldamma maladauuara kulukeyla haka yar. Seuigile bile vuara. baki iotasch olani goer. Jonus bü czusteri tsattar, balka moriffer satar, Hendiczi ne hadar duttar choledigi ialani goer.

Janar itschim goner osum bon oeli angitstac. Olim endestherczin hosth. vululara dantsthag. Oliczerisi belli bean. Gissi itsthimis oloream. tenesthir vstine konp. halk vnginde iuuntsthad. hitsch hilmeczen ben nitge idem. hanke ianna czaffaidem. yacaffis don goemgidem-baschis atta binnistegh. Helle banga kauum gardasthola czimdegi ioltasth. Kim alaczar banga haltasth ben czinindo egalitsthag. galam ben amalimla hernitgeczii halimla. Hide kauum guule guele. efden ianga donitstheg. Sanga aidirem ai passa. neler gelliczor bassa. Kiming iczidem bagir pissche. kim schraba kanitsthag. yarrin cziaczar guna tschumla galeik derle. kime inir czeuuan herle. Kiming iczidem iantschag amal vuer vnda tsthoap amalsisa olor hedep. Schol bisschia olmacz hezzep, bunda azar olitschag. yonus emdi kil iarak vtanmeaczin dogri bak. Tschumla galeik derle, atli atilia chaiitlitschag.”

Görüldüğü gibi György’ün “iki konuşma” dediği, iki Yunus alıntısıdır. Türkçenin büyük zorluklarla Latin alfabesiyle aktarılmış hali elbette Yunus araştırıcıları kadar, Türk dili tarihini araştıranlar açısından da dikkate değer, fakat biz bu sefer rahibimizin verdiği Latince çeviriye bakalım, daha doğrusu Gyözö Kenéz’in Latince’den Macarca’ya çevirisini şimdi Türkçeye çevirerek, rahibimizin Yunus’tan

Macaristan’daki Yunus EmreProf. Dr. Edit Tasnádi|Macaristan

Page 41: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|39

neleri kaleme almak gereksinimi duyduğunu ve Türkçeyi nasıl anladığını görelim:

’Dikkatsiz olma, gözlerini aç, halini düşün, çünkü ölümlüsün. Ve bu dünyada kötülük yapma, fakat işlediğin suçlardan pişman olmaya bak. Ölüm döşeğinde bulunanların çokluğunu, ve mezarda yatanların çürüdüğünü düşün, ki onları kurtlar ve yılanlar çevreler, kocamış yüzleri sümükleşir, kokup çürürler. Hakiki insanlar bu dünyada korku ile yaşayıp acılarla ölenlerdir, onlar göze batmazlar. Talihsiz suçlular güler, teselli arar ve ölümden kurtulacaklarını sanırlar. Sen deliller arama ve yukarıdakilere ters düşen deliller getirenlere inanma. Ölmek üzere olanların her günkü tecrübesi ve hali sana delil olsun. Gök ve yere emirler verebilecek gücü olduğu sanılan saygıdeğer Muhammed Mustafa acaba nerde? Ölüm ona bile acımadığına göre dünyanın geçiciliği kimseyi cezbetmesin. Bu dünyanın fani şeyleri senin gözlerini kamaştırmasın; fakat sen Tanrıya saygı göstermeye, ruhsal işlerle meşgul olmaya bak ve bunlar sonun geleceği zaman sığınakların olur.’ − Yunus, bu bilge sözleri birbirine bağlayarak insanlara ruhsal değerler sunmakta. Bu konuşmalarının doğruluğunu ise iyi ameller kanıtlayabilir.”2

Rahip György’den sonra Macar okuru ancak 20. yüzyılda Yunus ile buluşma şansına kavuştu. Türk şiirinin zengin antolojisi olan Derya-i Ah’ta3 Ankara Üniversitesi Hungaroloji kürsüsünün kurucu profesörü türkolog László Rásonyi, Türk şiirinin tarihini özetlerken halk dilinde yazan şairler için söyle der: “Bunlar arasında ilk ve en mükemmeli olan Yunus Emre, şiirlerini büyük bir ihtimalle 13. yüzyılın sonunda, 14. yüzyılın başlarında yazdı. Bu köylü kökenli, muhtemelen medrese öğrenimi görmemiş derviş − divan şairleri ile edebiyatçılar tarafından hor görüldüğü halde − halk arasında türkü haline gelen şiirleri ile asırları aşarak günümüze kadar gelmiştir. Doğa, hayat ve insan sevgisi, ferahlık ve lirizm şiirine hakimdir. Şiirlerinin çoğu 11 veya 14 heceli, en güzel türküleri koşma biçimindedir; aynı zamanda biraz aksayan aruz şiirleri de vardır. Bu nedenle divan şairi de sayılabilirken, halk dilinde halk şiir türleriyle ilkin tasavvuf anlamında, sonraları gitgide daha büyük ölçüde günlük anlamda aşkı dile getiren aşıklar dizisi de Yunus ile başlar...”

Antolojide Ottó Demény’in çevirisiyle şu dört şiirin Macarcası yer almaktadır:1. Araya araya bulsam izini...2. Canum kurban olsun senin yoluna...3. Yoldaş olalum ikimüz...4. Ben dost ile dost olmuşam...

Yunus derken mutlaka Ahmet Adnan Saygun da akla 2. In: Rabok, követek, kalmárok az Oszmán Birodalomról. Red.: Lajos Tardy, Gondolat Kiadó, Budapest, 1977.3. Szenvedélyek tengere, Európa Kiadó, Budapest, 1961.

gelir. Ünlü tenor Aydın Gün şöyle der: “Yunus Emre oratoryosunu bestelediğini duyuyorduk. Uzun yıllar Paris’te okumuş, Batı kültürünü bütün boyutları ile özümlemiş; daha önemlisi, Avrupa’da öğrendikleri, Onun kendini ve halkını daha derinden duyup anlamasına neden olmuştu. Ne kadar isabetli bir seçimdi bir oratoryo bestelemek için Yunus Emre’ye uzanmak! Taşı, toprağı, duyuş ve sezişleriyle Anadolu’nun ta kendisi idi Yunus; doğurgan çekirdeğin çekirdeği, gerçek ana olan Anadolu...”4

Saygun daha 29 yaşında genç bir besteci iken 1936’da Osmaniye yöresinde halk türküleri derlemeleri yapan dünyaca ünlü Macar bestecisi ve etnomüzikolog Béla Bartók’a refakat eder, ve ondan büyük ölçüde etkilenir. On yıl sonra bestelediği Yunus Emre Oratoryosu çok doğal olarak Budapeşte’de de seslendirildi. İlk defa ülkemizin en önemli konser salonuna sahip Müzik Akademisinde Miklós Erdélyi’nin yönetiminde Macar Devlet Konser Orkestrası ile Debrecen Kodály korosu, solist olarak Zsuzsa Barlay, Alice Németh, György Korondy ve Endre Ütö tarafından seslendirildi. 26 Mayıs 1972’de düzenlenen bu temsile bestecisi Saygun bizzat katılmıştır.

Türkiye’ye birçok defa gitmiş olan Budapeşte Operası orkestra yönetmeni Miklós Erdélyi, bu konserden beş yıl önceki ziyareti sırasında Saygun’un Yunus Emre’sini ilk defa dinlediği zaman, dünyanın birçok yerinde çalınan bu eseri Macaristan’da tanıtmaya karar vermiştir. “Türk Dantesi” Yunus Emre’nin şiirlerine dayanan bu Oratoryo’nun Budapeşte’deki temsili büyük bir başarı kazanmıştır. En büyük tirajlı gazetelerimizden Népszava’nın yazarı, Yunus Emre’nin son sevinci ancak kutsal ölümde gören karamsar felsefesinde dahi yaşama dileğinin etkili bir güçle kendini gösterdiğine dikkati çekmektedir. Buna örnek olarak Oratoryo’nun 5. bölümündeki korala işaret etmekte ve 12. bölümde zirveye ulaşan kendini kaybedercesine coşkulu sevinçte şair ile bestecinin ölümdeki mutlak demokrasiye hayranlığını eşşiz bir olgunlukla duyurduklarını hatırlatmaktadır.5

Kaderin acı cilvesi, büyük Türk kompozitör ve müzikolog Adnan Saygun, UNESCO tarafından Yunus Emre yılı olarak ilan edilen 1991’in hemen başında hayata gözlerini yumdu. Oysa bu tarihte Macaristan’da Hungaroton firması Yunus Emre Oratoyosunun hem uzun çalarını hem de o sıralar teknik yenilik sayılan CD’sini çıkardı. Kapakta Anadolu’nun toprağından fışkıran bol yapraklı pembe çiçekli, dalları gökyüzüne iki insanın eli biçiminde açılan, sevgiyle büyümüş bir ağaç bulunuyordu. Hikmet Şimşek’in yönetiminde Budapeşte Senfoni Orkestrası, Macar Radyo ve Televizyon Korosu, soprano Ibolya Verebics, alto Éva Pánczél, tenor György Korondy ve bas Sándor Blazsó seslendirmiş, derviş Yunus’un sözlerinin yedi yüz yıl ötesinden hoşgörü ve sevgiyle bize ulaşmasını 4. Cumhuriyet Hafta, 11-17 Ocak 1991. 5. Budapress, 27. 6. 1972.

Page 42: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

40|MAYIS 2010

sağlamışlardı. İsviçre’de yaşayan Macar çevirmeni Tamás Blum’un ekteki çevirisi metni izlemeyi kolaylaştırıyor. Kendisi sayesinde şu Yunus Emre şiirlerinin Macarcasına sahip olduk:1. Teferrüç eyleyü vardım sabahın sinleri...2. Yalancı düyaya konup göçenler...3. Ağlamaktır benüm işüm... 4. Sen bunda garip mi geldin...5. Benim adım dertli dolap...6. Ya İlahi ger sual itsen bana...7. Yaktın beni yandırın...8. Gel gönül seninle Dosta gidelim...9. Bâd-i sabâya sorsunlar cânân elleri...10. Yâ Rabbi dilerim âşkın ver şevkin ver...11. Gönlüm düştü bu sevdaya...12. Aşk gelicek cümle eksikler biter...13. Sensin Kerim Sensin Rahim...6 (Macar plak üreticisi Hungaroton’un 1994’te gene Hikmet Şimşek yönetiminde Songs on Yunus Emre and Mevlana adıyla bir uzun çalar çıkardığını burada hatırlatalım. Seslendiren seçkin ses sanatçısı, Macaristan’da da sevilen Esin Avşar idi.)

Şairin 750. doğum yılı Yunus Emre Anma Kitabı’nı hazırlamama vesile oldu. Bu kitap büyük Türk şairi ve tasavvuf düşünürünü tanıtan ve Uluslararası Yunus Emre Sevgi Yılının yurt içi ve yurt dışı etkinliklerini gözden geçiren bölümlerin yanısıra Yunus’a ait efsanelerden bir demet, ayrıca Ataol Behramoğlu’nun Yunus ile Dante’yi karşılaştıran yazısını içermektedir, ama daha da önemlisi gerek yukarda bahsettğimiz çeviriler, yani Ottó Demény’in dört ve Tamás Blum’un on üç çevirisi, gerek 14 yenisi Macar okuruna sunulmuştur.Bu şiirler:1. Geldi geçti ömrüm benim...2. Dolap niçin inilersin...3. Miskinlik ile gelsin...4. Biz kimseye kin tutmayız... ile5. Seni ben severim candan içeru... Mária Kenessey’in,6. Yalancı dünyaya göçenler...7. Ömür bahçesinin gülü solmadan...8.Sen bunda garip mi geldin...9.Seninle dirliğim senden ayrılmaz10.Haktan gelen şerbeti...11.Bu dünya benimdir diyen...12.Aşkın aldı benden beni...13.Bilmem nideyim... ile14.Ben yürürüm yane yane... ise Edit Tasnádi’nin Macarcasıyla; toplam olarak bu 31 çeviri asıl Türkçeleriyle birlikte küçük antolojimizde yer almaktadır.7 İki dost Tamás Kobzos Kiss ile Erdal Şalikoglu Yunus

6. Aynı zamanda Oratoryonun video çekimleri de yapılmış ve film Macaristan ve Türkiye’de televizyon gösterimine girmiştir.7. Júnusz Emre emlékkönyv. A költő születésének 750. évfordulója alkalmából összeállította Tasnádi Edit, A Magyar−Török Baráti Társaság kiadványa, Budapest, 1993.

Emre: Gel gör beni aşk neyledi − Lásd mit mivel a szerelem başlıklı CD’sinde ise şu şiirlerin bestelerini dinleyebiliriz:1. Aşkın aldı benden beni...2. Benem ol aşk bahrisi...3. Dervişlik baştadır...4. Dolap niçin inilersin... 5. Evvel benem ahir Benem... 6. Gel bir şaha kul ola gör... 7. Gel gör beni aşk neyledi... 8. Gelin tanış olalım...9. Haktan inen şerbeti içtik...10. Yalancı dünyaya konup göçenler...11. Yoldaş olalım ikimiz...12. Geldi geçti ömrüm benim...CD’nin özelliği ise ekteki deftercikte her iki dilde okunabilen şiirleri Macar Tamás Kobzos Kiss’in Türkçe, Türk Erdal Şalikoglu’nunn Macarca sunmasıdır. Bağlama da çalan iki müzisiyen, defterciği Edit Tasnádi, Balázs Sudár ve Mária Kenessy’ye “özel teşekkür”le bitirir. Bunun nedeni ise Türkologların çevirilerini ses sanatçılarının müzik/beste gereği bazı yerlerde değiştirerek kullanmış olmasıdır.8

Bu noktada genç Türkolog, ülkemizde Türk müziği çalan “Canlar” müzik topluluğu üyesi Balázs Sudár’dan ayrıca bahsetmemiz gerek. Osmanlı hakimiyetindeki Macaristan’da Türk şiiri ile müziğinin varlığını konu alan monografisinde gazel şaiiri Yunus’u zikretmesinin yanında, koşma türünün divan şiirine nasıl girdiğini de Yunus’un Ağaç deri derildi... şiirini örnek alarak gösteriyor.9

İnternette bulduğum Kuş ruhum kafeste ağlar. Türk âşıklarının şiirinde ten ve ruh başlıklı makalesinde Balázs Sudár tasavvuf şiirinden, özellikle de vahdet-i vücuttan bahsederken söyleyeceklerini başta Yunus Emre olmak üzere, Türk şairlerinin dizeleriyle örnekliyor/destekliyor. Yazısının sonunda alıntıladığı şairler hakkında kısa bilgiler de veriyor. Profesör Rásonyi’nin Yunus’un medrese öğrenimi görmediği yolundaki görüşünden farklı olarak yeni araştımalara dayanarak Yunus’un yüksek öğrenim gördüğünü vurgulaması özellikle dikkate değer.10

Evet, internet! Çağımızın bu sanal bilgi ağında neler yok ki! Macar web sayfalarında Yunus Emre’yle ilgili hemencecik 500’e yakın başlık önümüze çıkar. Birkaç örnek vermekle yetinmeliyiz:

hu.wikipedia.org sayfasında Yunus Emre’nin de yer almasını doğal sayıyoruz elbette, fakat Bethlen Gábor Hagyományörség Egyesület’in, yani küçük bir şehrimiz olan Aszód’un Gelenekleri Koruma Derneğinin “Türk−Macar Sahsiyetleri” başlıklı listesinde karşımıza çıkmasını beklemezdik doğrusu...8. YBM Produksiyon; Macaristan’da da satışa sunulmuştur. 9. A Palatics-kódex török versgyűjteményei. Balassi Kiadó, Budapest, 2005. 10. Macar web sayfaları arasında Madár lelkem kalitkában zokog. Test és lélek a török énekmondók költészetében başlığı altında bulunabilir.

Page 43: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|41

Teknik konularla ilgili olarak Yunus’a rastlamam da bir sürpizdi: Macar Kağıt ve Matbaa Sanayii Teknik Derneğinin Papíripar (Kağıt sanayii) başlıklı dergisinin XLIX. /1. 2005. sayısında kısa bir haber çıktı: Doğu Türkmenistan’ın Yaslik kentinde kurulan yeni kâğıt fabrikası 13. yüzyıl Türk şairi Yunus Emre’nın adını aldı, diye....

Ya da başka türlü bir sürpriz: “Látó” Szépirodalmi Folyóirat (“Gören” Edebiyat Dergisinin 2008 Augustos−Eylül sayısında Rachel Gosharian Rózsa és csalogány − középkori örmény költö kertjében (Gül ve Bülbül − orta çağ Ermeni şairinin bahçesinde) başıklı yazısında Hovhanos Tulkurancı’dan bahsettikten sonra şöyle devam ediyor: “Tanrıyı öven şiirleri, mezmurları ve ilahileri söyleyen, Tanrının ruhunu içlerinde taşıyan kuşlar, başka bir Anadolu şairini, mutasavvıf Yunus Emre’yi hatırlatır bize.”

Yazar, A hegyekkel, a kövekkel együtt hívni foglak Téged... (Dağlarla ve taşlarla birlikte çağıracağım seni...) diye başlayan iki kıta ekleyerek tespitini pekiştiriyor.

Aynı şiirin başka bir çevirisini Zoltán Bolek’in kaleminden “Macar İslam” sayfasında Hegyekkel és sziklákkal hívni akarlak... (Dağlarla, kayalarla çağırmak istiyorum seni...) şeklinde buldum. İkinci dilden (Almancadan) çeviri yapan Bolek’ten ayrıca Megannyi paradicsombeli folyó... (Cennetteki o ırmaklar...) başlıklı şiiri de aynı sitede okuyabiliriz...11

11. www.magyariszlam.hu/arc-mese.htm(Yunus Emre’nin Macaristan’da varlığının bir başka yüzü diye çevirilerimden Az élet kertjének rózsája elhervad... (Ömür bahçesinin gülü solmadan...) Çağrı dergisinin 414. sayısında (Mayıs 1994) ve 475. sayısında (Haziran 1999) da yayınladığı; gene Çağrı’nın 478. sayısında (Eylül 1999) bir dürtlüğün: Tap-tuk kolostorában...(Taptuk’un tapusunda...); 482. sayıda da (Ocak 2000) iki dörtlüğün Szívemet kínok tépték szét... (Gönlüm düştü bu sevdaya...); Türk Dünyası KIBATEK Bülteni’nin 37. sayısında (Temmuz 2008) ise Mi tévő legyek a szerelemtől... (Bilmem nideyim...) şiirinin çıktığını parantez içinde ekleyeyim.)

Hak nazar kıldığı câna bir göz ile bakmak gerekAna ki Hak nazar kıldı ben anı niçe yereyim

Fotoğraf: Levend İSKİT| Myanmar/Inle Lake Seçki: Bahanur GARAN

Page 44: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

42|MAYIS 2010

Dünya dilleri arasında önemli bir yer tutan ve bugün için en eski kaynak olarak Orhun Abidelerini gösterebildiğimiz Türk Dili,

Türklerin tarih içerisinde göçebe bir yaşam tarzını benimsemiş olmalarından dolayı geniş bir coğrafyaya yayılma imkanı bulmuş, bunun yanında bir çok dil ve kültür ile etkileşim içerisine girmiştir. Bu etkileşimin doğal bir sonucu olarak da çesitli milletlerle sözcük alış verişinde bulunmuştur. Bugün konuştuğumuz Türkiye Türkçesinin konuşma dilinin yanında yazı dili haline geldiği en önemli dönemlerden biri Yunus Emre’nin de 13.yy’ın ikinci yarısında ve 14.yy’ın ilk yarısında yer aldığı Eski Anadolu Türkçesidir. Özellikle Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasının ardından Beylikler Dönemi dediğimiz dönem içerisinde gelişme gösteren Eski Anadolu Türkçesi’nin oluşmasında Yunus Emre’nin kullandığı Türkçe önemli bir yer tutmaktadır.

Türk dilinin, özellikle Anadolu Selçuklu Devleti döneminde, Arapça ve Farsçanın etkisi altında bulunduğu ve dönemin bazı şair ve yazarları tarafından yetersiz bir dil olarak tanımlandığı göz önünde bulundurulursa Yunus’un kullandığı Türkçenin önemi daha da anlaşilacaktır. Çünkü o çagdaslarinin aksine şiirlerinde Türkçeyi büyük bir ustalıkla kullanmayı başarmıştır.

Yunus’un asıl önemi ise döneminde saf bir Türkçe kullanarak Türkçenin gelişimine sağladığı katkıdır. Bu dönemde beyliklerin gerek Türk diline gösterdikleri özen

gerekse dönemin ediplerine sağladığı imkanlar doğal olarak Türkçenin gelişimini de beraberinde getirmiştir. Bu anlamda Yunus’un dilinin de bu kadar sade olması yani bu bilincin içerisinde sade bir dil kullanması yadsınacak bir durum değil, aksine onun dilin gelişmesinde üstlendigi tabi bir roldür. Yunus, yazdığı şiirlerde sade, akıcı ve coşkun bir dil kullanmış ve kendinden sonra gelen şairlere de ışık tutmuştur. Eski Anadolu Türkçesinin yazı dili haline gelmesinde en önemli adımı atmış ve bir anlamda bunun öncüsü olmuş, Türkçenin güzelliğini ispat etmiştir. Ayrıca Yunus, Anadolu insanının hoşgörüsünü, sevgisini ve kültürlerine olan bağlılığını en iyi şekilde dile getirmiş ve bunu yaparken de halk dilini kullanmıştır.

Yunus’un sanat kaygısı gütmeden ve içindeki ilahi aşkı samimi bir şekilde dile getirmesi onu Türkçeyi en saf haliyle kullanmaya sevk etmiştir. Şiirlerinin konusunu oluşturan tasavvufi olguları ve mistik havayı Arapça ve Farsça terkiplerden arındırarak yazması onun geniş kitlelerce tanınmasının en büyük nedenlerinden biridir. Yunus kullandığı dille de şiirlerinde yansıttığı düşünceleriyle de milli bir şairdir.

Döneminde, kullandığı dil sebebiyle Acem şairlerine özenen şairler tarafından küçümsenmiş ve bu sebeple dönemin tarih kitaplarını oluşturan şu’ara tezkirelerinde adı pek fazla anılmamıştır. Etrafında var olan bu baskılar ve sıkıntılar neticesinde bile onun sadece düşüncelerini yansıtmak amacıyla, tanınma kaygısında olmadan

Yunus’un sanat kaygısı gütmeden ve içindeki ilahi aşkı samimi bir şekilde dile getirmesi onu Türkçeyi en saf

haliyle kullanmaya sevk etmiştir.

Yunus Emre ve Türk DiliEmel ENKİN| Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yüksek Lisans Öğrecisi

Page 45: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|43

Sen sana ne sanırsan ayruğa da onu sanDört kitabın mânâsı budur eğer var ise

Fotoğraf: Levend İSKİT | Hindistan/Haridwar Seçki: Bahanur GARAN

yazdığının en büyük kanıtıdır. Şiirlerini sehl-i mümteni dediğimiz tarzda meydana getiren Yunus, Türkçenin gramer şekillerini ve sözcük hazinesini çok iyi kullanmıştır:

Işkun aldı beni benden, bana seni gerek seni,Ben yanaram düni güni bana seni gerek seni.Ne varlığa sevinürem ne yokluğa yerinüremIşkunıla avunuram bana seni gerek seni.

dizelerinden de anlaşilacağı üzere Yunus, Türkçeye Arapçadan geçmiş olan aşk kelimesini Türk dilinin söyleyişine uydurmuş ve seni kelimesinde de belirtme ekini kullanarak sözcüğü vurgulamıştır. Ayrıca yanaram, sevinürem, yerinürem, avunuram kelimelerinde de onun konuşma diliyle yazdığı görülmektedir.

Yunus’un şiirlerinde dikkati çeken diğer bir özellik de çagdasi olan şairlerin aksine tasavvufu saf bir Türkçeyle anlatmayı başarmış olmasıdır:

Döğene elsiz gerek, söğene dilsiz gerek Derviş gönülsüz gerek, sen derviş olamazsınDerviş bağrı baş olur, gözü dolu yaş olurKoyundan yavaş olur, sen derviş olamazsın Muhammed darılmazdı, sen yine darılırsınBu darılmak sende var, sen derviş olamazsın Derviş Yunus sen dahi her gördüğün kakırsınBu kakımak sen de var, sen derviş olamazsın.

diyen Yunus tasavvufu adeta Türkçe ile özdeslestirmistir. Şiirde geçen döğene, söğene, kakımak sözcükleri konuşma diliyle yazdığını gösterir.

Yunus’un kullanmış olduğu bu dil, onun döneminde sevilmesinin ve eserlerinin günümüze kadar gelmesinin en büyük nedenidir. Çünkü Yunus bu sayede anlaşılırlığını hiçbir zaman kaybetmemiştir. Bundan asırlarca yıl önce sevgi, hoşgörü ve alçak gönüllülük üzerine yazdığı şiirleri daha nice yıllar takdir edilecek ve insanları düşünmeye sevk edecektir.

Page 46: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

44|MAYIS 2010

XIII. Yüzyıldan Günümüze Ulaşan Bir Ses:

Yunus Emre

Yrd. Doç. Dr. Dilek TÜRKYILMAZ|Gazi Üniversitesi Fen Ed. Fak. Türk Halkbilimi Bölümü

Yunus söyledikleriyle, insanları yok olmayacak, tükenmeyecek değerlere sevk etmeye çalışmıştır. Yunus dünyanın, insanların birbirini kırdığına üzdüğüne değmediğini, yaşadığı dönemdeki taht kavgalarının, ikbal makamlarından

çıkar umanların sebep oldukları acıların değersiz olduğunu her fırsatta açıklamaya, devrinin ve sonraki dönemlerin toplumlarını uyarmaya çalışmıştır.

Page 47: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|45

Yunus Emre gibi büyük şahsiyetler hakkında konuşmak son derece zordur, çünkü ne söylersek söyleyelim onu ifade etmeye yetmeyecektir. Yunus

kendisini, tazeliğini yüzyıllardır koruyan, fikrî çatısı ve mesajlarıyla günümüz meselelerine de ışık tutabilen şiirleriyle zaten en güzel şekilde ifade etmektedir. Biz burada yüreği insan sevgisiyle dolup taşan, tevazuu ilke edinmiş, bağnazlığa ve baskıya karşı olan, inançları ve dilleri ne olursa olsun tüm insanları eşit sayan ve tüm insanlığı sevgiyle kucaklayan, özetle hoşgörü havarisi Yunus gibi olabilmenin önemini olduğunu vurgulamaya çalışacağız.

XIII. yüzyıl Anadolu’sunun yetiştirdiği şahsiyetlerden olan Mevlâna, Hacı Bektaşi Velî gibi manevî mimarlar zincirinin bir halkasını teşkil eden Yunus Emre, Ahmet Yesevi’nin temsil ettiği, Orta Asya Türk İslam tasavvuf felsefesinin, Horasan erenleri vasıtasıyla Anadolu’ya serpiştirilen tohumlarıyla mayalanan bir ortamda yetişmiştir.

Tarihî şahsiyeti hakkındaki bilgiler, genellikle menkıbevi hayatıyla ilgili anlatılardan hareketle oluşturulan Yunus Emre, Anadolu insanının hepsiyle derinden bütünleşebildiğinden olsa gerek, Anadolu’nun pek çok yerinde mezar ve makamları bulunan manevî bir şahsiyet olması bakımından da son derece önemlidir. Yunus’u böylesine sevilen ve müessir bir şahsiyet haline getiren hiç şüphesiz her tabakadan Türk insanın gönlüne taht kurabilmiş olmasıdır. Bu açıdan değerlendirdiğinde Yunus sadece bir halk şairi değil aynı zamanda bir Türk şairidir.Yunus’un yaşadığı yüzyıl yani XIII. yüzyıl sonları ile XIV. yüzyıl başları Anadolu tarihinin karışık ve huzursuz bir dönemine rastlar. Bu dönem bilindiği gibi Moğol akınlarıyla kurulu düzenin yıkıldığı, Selçuklu İmparatorluğu’nun içten çöktüğü, çeşitli boyların ve beyliklerin ayaklandığı, halktan ağır vergilerin alındığı, yağmacı saldırılarının sık yaşandığı, kuraklık ve kıtlığın baş gösterdiği bir bunalım çağıdır. Böylesi bunalımlı dönemlerde insanların zihninde, kendisinin nereden geldiği, nereye gittiği, nasıl ve niçin gibi sorular belirmeye başlar. Bu bağlamda ortaya çıkan ölüm, diriliş, yargılanma gibi sorular ilahî kaynaklı yorumlara dayalı bir inançla cevaplandırılmaktadır. İslam tasavvufu anlayışı bütün bu soruları cevaplandırırken, bu dünyanın geçici ve bir imtihan yeri olduğunu vurgulamış, ilahî yorumlarla birlikte sürekli ve sonsuz mutluluğun varlığını telkin ederek, bunalımdaki insanlara çıkış yolu olmuştur. Yunus Emre de şiirlerinde en özet ifadeyle bu gerçeği dile getirmiştir:

Bu dünyanın meseli bir ulu şârâ benzerVeli bizim ömrümüz bir tiz bâzâra benzer

Her kim bu şârâ geldi bir lahza karar kıldı Geri dönüp gitmeği gelmez sefere benzer

Bu şârın evvel dâdı şehd ü şekerden şirîn Âhir acısını gör şol zehr-i mâra benzer

Evvel gönül almağı hûblara nisbet ederÂhir yüz döndürmeği acûz-ı mekkâra benzer

Bu şârın hayalleri dürlü dürlü hâlleri Aldanmış gâfilleri câzu-yı ayyâra benzer

Bu şârda hayallerin haddi vü şümârı yokBu hayale aldanan otlar davara benzer

Bu şârın sultânı var cümleye ihsânı varSultanıla bilişen yoğiken vara benzer

Kendi mikdârın bilen bildi kendi hâliniVelî dahı ışkla evvel bahâra benzer

Bîçâre Yûnus’ı gör derdile hayrân olmuşAnun her bir nefesi şehd ü şekere benzer

Yunus Emre’nin şiirlerinde en çok üzerinde durduğu konunun, dünyanın faniliği ve hayatın ölümlü oluşu meselesi olduğu söylenebilir. Bu fikir onun şiirlerinde şu şekilde ifade bulmaktadır:

Bu dünyaya gelen göçerGelen göçer konan göçer

Meyil etme bu dünyayaHiç kimseye kılmaz vefâ

Başka şiirlerinde şöyle der Yunus:

Hey yarenler, bu dünyanın Sonu viran olur bir günBuna mağrur olanlarınİşi pişman olur bir gün… ***Bu dünyanın sonucuBöyle olduktan geriEbleh imiş ol kişiDünya için yerine

Yunus söyledikleriyle, insanları yok olmayacak, tükenmeyecek değerlere sevk etmeye çalışmıştır. Yunus dünyanın, insanların birbirini kırdığına üzdüğüne değmediğini, yaşadığı dönemdeki taht kavgalarının, ikbal makamlarından çıkar umanların sebep oldukları acıların değersiz olduğunu her fırsatta açıklamaya, devrinin ve sonraki dönemlerin toplumlarını uyarmaya çalışmıştır. Bu bağlamda Yunus’un söylediklerinden payımıza düşen çok şey olduğu söylenebilir. Yunus’un bu konuda düşündüklerini şu şekilde ifade ettiğini görüyoruz:

Page 48: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

46|MAYIS 2010

Sen bu cihan mülkini kafdan kafa duttun tutYe bu âlem mâlini oynayuban utdun tut

Süleyman’ın tahtına şâd olup oturdun bilDîve periye düpdüz hükümleri itdün tut

Ferîdun hazinesin Nûşin-revân genciyleKarun malına katup sen maluna katdun tut

Bu dünya bir lokmadur ağzunda çeynenmiş bilÇeyenenmişi ne dutmak ha sen anı yutdun tut

Yüz yıllar hoşlıgıla ömrün geçerse YunusSon-ucı bir nefesdür sen anı da ütdün tut

Hz Süleymanın tahtında oturmuş olsan, onun gibi cinlere perilere hükmetmiş olsan, Feridun , Nuş-i revan ve Karunun zenginliklerini elinde de tutsan, dünya çiğnenmeye hazır bir lokma gibidir; çiğnenmiş lokma ağızda nasıl tutulmazsa, dünya da değer verilmeye değmez, der. Sonra kendine dönerek, yüzyıllarca hoşça yaşasan da sonunda bir nefesle sona ereceksin diyerek, insanın sonunun bir nefes olduğunu belirtmeye çalışır.

Yunus Emre dünyanın değerinin olmadığını ve dünya nimetleri yüzünden insanların birbirlerinin hakkına saldırmasının yanlışlığını bir başka şiirinde şu şekilde dile getirmektedir:

Kanı, noldu ana, atan?

Dünya için yeme gussaKanı Dâvud, kanı Musâ?Kanı Meryemoğlu İsa?

Ömer, Osman, Ebûbekir,Anlara kalmadı dünya

İki cihan sultanı Resûle kalmadı dünya

Peygamberi komadı,Aziz kişi demedi,Fani dünyadır adı…

Yunus bu konuda konuşmaya devam eder ve şu mısralar dökülür bu kez de dilinden:

Bu dünyaya kalmayalum, fanidir aldanmayalumBir iken ayrılmayalum, gel dosta gidelüm gönül!

Bu dünyanın misâli, benzer bir değirmene Gaflet onun sepeti, bu halk onda öğüne

Bu dünyanın meseli, benzer murdar gövdeyeİtler murdara düştü, hak dostu kodu kaçtı

Dikkatle bakıldığında Yunus’un dünya ile ilgili şiirlerinin, insanı uyarmaya ve gafletten kurtarmaya yönelik olduğu son derece açıktır. Çünkü kötülüklerin, huzursuzlukların temelinde gaflet ve boş şeylerle yaşamak yatmaktadır. Bugün de dünya saltanatı, makam, ikbal ve servet için toplumların gösterdiği çabayı düşündüğümüzde, Yunus’un çağındaki gerçeklerin önemini artırarak hayatiyetini devam ettirdiğini görürüz. Yunus’un bu konudaki fikirlerinin en çarpıcı olarak ifade edildiği, görünüşte sade, anlamca derin şu sözlerini de hatırlamakta fayda vardır:

Mal sahibi, mülk sahibiHani bunun ilk sahibiMal da yalan mülk de yalanVar biraz sen de oyalan

Yunus bu dört mısrayla insanlık tarihinde ortaya çıkan bütün dram ve trajedilerin temelinde yatan nedeni son derece özlü bir şekilde ifade etmiştir.

Yunus Emre hem derin bir mutasavvıf hem de derin bir düşünürdür. Şiirlerinden çıkarılacak sayısız netice vardır. Bunlardan biri de hiç şüphesiz, İslâmın geniş tolerans planından hareketle oluşturduğu, maneviyat temeline oturmuş insan sevgisi ve hoşgörü meselesidir. O, insanlık değerlerine inanan, yobazlığı kınayan ve batının materyalist temayül gösteren, Tanrı tanımaz hümanizmasından farklı bir hümanizma anlayışına sahiptir.

1071’de Anadolu’nun fethiyle başlayan doğudan batıya göç, Moğol akınlarıyla hızlanmış ve çok sayıda mutasavvıf ve âlim Anadolu’ya gelmiştir. Bütün bu mutasavvıflar Anadolu’dan Suriye’ye Mısır’a kadar uzanan alanda merkezler kurarak ve kendi kabulleri çerçevesinde temsilciler yetiştirerek, halkı kendi taraflarına çekmeye çalışıyorlardı. Yunus Emre ise bütün şiirlerinde farklılıkları anlayışla karşılamaya, bütünleşmeyi, hoş görmeyi, sevmeyi öğretmeye çalışmıştır. Onu bu derece geniş bir coğrafyada sevilir yapan şey de budur. Yunus’un bu düşüncesi, Gelin tanış olalım işi kolay kılalımSevelim sevilelim dünya kimseye kalmaz

beyitinde en güzel ifadesini bulmaktadır.Bilindiği gibi tasavvuf İslamî manada ve en kısa anlatımla, Tanrının niteliğini ve kâinatın oluşumunu varlık birliği (vahdet-i vücud) anlayışıyla açıklayan İslamiyet’e dayalı hayat tarzıdır. Tasavvufta temel fikir ancak bir tek varlığın bulunduğuna inanmak ve başka varlıkları o varlığın tecellisi saymaktır. İslam tasavvufu, “Tanrı’dan başka mevcut yoktur” anlayışından hareket eder. Bu anlayış etrafında şekillenen bazı tarikatlar insanı dünyadan el etek çekmeye yöneltir, zikir ve tefekkürle olgunlaştırır, bazıları İslamî bilgileri özümseyerek günlük hayatı bu bilgilerin yardımıyla yaşamayı ve diğer insanlara hizmet ederek, tahammül ederek olgunlaşmayı sağlar. Bazı tarikatlarda

Page 49: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|47

ise her iki uygulama zaman zaman belli bir düzen içinde yer alır. Yunus Emre ise hiçbir tarikatın üyesi ve kurucusu değildir. Bütün tarikatların saygıdeğer, öncü, pîr, veli kabul ettikleri bir mutasavvıf şairdir. Şiirlerinde sürekli olarak farklılıkları hoş görmeyi, Allahın kullarında Allah’ı görmeyi vurgulamış, bu inançla belirli bir grubun temsilcisi veya üyesi olmamış, birleştiriciliği ve uzlaşmayı temsil etmiştir. İnsanın misafir olduğu bu dünyada, Allah’ın kullarına hizmet etmenin gerçekte Allah’a hizmet etmek olduğunu vurgulamıştır.

İnsanların birbirlerini severek kardeş olması, bugün olduğu gibi Yunus döneminin de en aktüel konularından biriydi. Toplumsal birlikteliği her zaman temin eden İslam dini de Yunus’un ağzından yeni bir mana ile devrin dağınık, birbirlerine sırt çevirmiş insanlarına gelecek ümidi vermektedir. Yunustaki insan sevgisi bütün insanlığın bütün ulusların birliğine olan inançla bütünleşmiştir. Bu konudaki fikirlerini Yunus şu sözlerle dile getirir:

Cümle yaradılmışa bir gözle bakmayanŞer’ün evliyasıysa hakiykatde âsidür

Yunus bütün yaratılmışları Allah’ın kulu olarak görmek gerektiğini, “Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü” sözüyle en çarpıcı bir biçimde dile getirir ve insanlar arasındaki barış ve ahenge olan inancıyla ilgili şu sözlerle devam eder:

Biz kimseye kin tutmayız, ağyar dahi dostumuzdurHiç kimseye kin tutmayız, kamu âlem dosttur bize

Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için,Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim.

Gelün tanışık idelüm iş kolayın tutalımSevelüm sevilelüm, dünya kimseye kalmaz.

Yunus’un hayat felsefesi kimseyi kırmamak, incitmemek üzerine kuruludur. İslam tasavvufuna göre kalp, gönül Allah’ın nazargâhıdır. Bunun için özellikle kalp kırmamaya özen göstermeyi telkin eder Yunus:

Gönül çalabın tahtı, çalab gönüle baktı,İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise

diyerek gönül yıkan, insanları inciten kişinin hem dünyada hem ahrette bedbaht olacağını söylemektedir. Dinle düşmanlığın bir arada olamayacağını, insanları kıranların yaptığı ibadetin de bir kıymeti olmadığını ise şu sözleriyle ifade etmektedir Yunus:

Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değilYitmişiki millet dahı, elin yüzün yumaz değil

Yunus Emre hoşgörüyü ‘Sen kendin için ne düşünüyorsan, başkası için de onu düşün; dört kutsal kitabın asıl anlamı

da özetle budur zaten’ anlamındaki şu güzel beyitle ifade etmiştir:

Sen sana ne sanursan, ayruğa da anı sanDört kitabun ma’nisi budur eğer varısaYunus bu manadaki düşüncesini bir başka şiirinde ise şu mısralara dökmektedir S.27

Kendüye yaramazcı biregüya sanan ol Adı Müslüman onun, kendü benzer keşişe

Yunus’a göre gerçek bir Müslüman başkalarının dinine hilaf yani aykırı da demez, çünkü ona göre din bir amaç değil araçtır, “muhabbet” yani sevgi, tanrı ve insan sevgisi, ancak dinsel buyruklar “tamam olıcak” yani bunlar yerine getirildikten sonra ortaya çıkar:

Biz kimse dinine hilaf dimezüzDin tamam olıcak toğar mahabbet

Yunus gerçek aşığı, yani tanrı ve insanlık aşkını taşıyan kişiyi yalnız kendi toplumunu ya da halkını seven değil, tüm halkları sevebilen, tüm insanlık için kendini feda edebilen kişi olarak tanımlar ve şöyle söyler:

Yetmiş iki millete kurban ol, aşık-ısanTa aşıklar safında tamam olasın sadık

Yunus gerçek aşıkların, türlü dillerde konuşur duruma gelmiş ve bu nedenle aralarında sınırlar, engeller oluşmuş insanlığın arasındaki bu sınırları tanımayacağını, hiç kimseyi yerip, aşağılamayacağını ve tüm insanlara aynı, insancıl ve demokratik davranacağını ise şu sözlerle dile getirir:

Yetmiş iki dilcedi, araya sınır düşdiOl bakışı biz bakduk, yermedük am u hası

“Hakkı gerçek sevenler cümle alem kardaş gelür” sözleriyle de Tanrıyı gerçekten sevenler için tüm insanların kardeş gibi olduğunu ifade eder. Yunus’a göre toplumsal barış ve dolayısıyla toplumsal mutluluğun da temelinde yatan budur. Barış ve mutluluk tarihin her döneminde olduğu gibi bugün de insanlığın peşinde koştuğu en önemli hedeftir. Ancak insanlığın bu hedefe ulaşamadığı bilakis bundan çok uzak bir yerlerde durduğu da bilinen bir gerçektir. 1991 yılının Yunus Emre sevgi yılı olarak ilan edilişi de bir bakıma günümüz insanının gerçek barışa ve mutluluğa olan özleminin bir tezahürü durumundadır. Yunus’un şiirleri baştan sona dikkatle incelendiğinde ulaşılmak istenen asıl hedefin hem fert hem de toplum planında sahip olunacak gerçek bir barış, huzur ve mutluluk olduğu hemen görülür.

Yunus’un önem verdiği bir başka prensip de birlik ve beraberliktir. Herkesin bir tarafa çekildiği, birlik

Page 50: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

48|MAYIS 2010

Yetmiş iki milletin ayağın öpmek gerekYaramağçün mâşûka cümle millete bile

Fotoğraf: Levend İSKİT| Kenya/Samburu Seçki: Bahanur GARAN

duygusunun kaybolduğu bir toplumda barış ve mutluluk da kaybolmuş demektir. Onun şu dizeleri birliğin önemini vurgulamaktadır: İkiliği terk itgil, birlik makamın dutgılCanlar canın bulasın, işbu dirlik içinde

Birisen birliğe gel, ikiyi bırak elden Bütün mana bulasın sıdk u iman içinde

Sonuç olarak, Yunus bu düşünceleriyle ahlaken üstün bir toplum hedeflemektedir. Gerçekten de Onun önemle üzerinde durduğu bu prensiplerin yeterince uygulandığı bir toplumda ne kavga, düşmanlık, ne de huzursuzluk söz konusu olur. Bunun gerçekleşebilmesi için toplumu oluşturan bütün fertlerin bu kuralları gönülden benimseyip uygulaması ve Yunus gibi. “Beri gel barışalım, yâd isen bilişelim” diyebilmesi gerekir. Yunus hayatı boyunca

herkesin gerçek bir sevgi ile birbirine bağlandığı, şahsi çıkar duygularının kaybolduğu, fedakarlık, karşılıksız yardım etme duygusunun hakim olduğu, adaletin, kardeşliğin, birlik ve beraberliğin hüküm sürdüğü, barış, huzur ve mutluluk dolu bir tolumun özlemini çekmiştir. Asırlar geçtikçe kıymeti daha iyi anlaşılan, mili tarihimizin abide şahsiyeti Yunus Emre’nin çok büyük değer taşıyan evrensel düşüncelerinden, barış, mutluluk, sevgi, hoşgörüye susamış olan günümüz insanlığının alacağı çok şey vardır. Bizlere XIII. yüzyıldan seslenen Yunusa tıpkı bir aynaya bakar gibi bakıp, Onda kendimizi arayıp bulmalıyız.

* Bu yazı, 2009 yılında Eskişehir Valiliği ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi tarafından düzenlenen “Yunus Emre Panel”inde sunulmuştur.

Kaynaklar: 1. Gölpınarlı, Abdülbaki. Yunus Emre’den Seçmeler. İstanbul 1971.2. Öztelli, Cahit. Yûnus Emre . Özgür Yayınları, 1984. 3. Tatcı, Mustafa. Yûnus Emre Dîvânı. Kültür Bakanlığı, Ankara 1990.

Page 51: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|49

Page 52: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

50|MAYIS 2010

XIII. yüzyılın ikinci yarısı ve XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Yunus Emre, Türk dili ve Türk edebiyatının en önemli şairlerinden biridir.

Türkçe, Yunus’un elinde yüksek bir fikir ve edebi deyiş gücü kazanmıştır. Yunus bu mükemmel Türkçesiyle Hakk’a olan aşkını anlatmış, sevgi yoluyla birlik ve beraberlik mesajları vermiştir. O, Halkın içinde yaşamış ve gönüllere hitap etmiştir. Yunus’u ve felsefesini anlamak için, her şeyden önce yaşadığı devrin, içinde bulunduğu durumun, devrindeki tasavvufî akımların ve çevresel özelliklerin iyi tanınması gerekir. O, birçok savaşın yaşandığı, isyan ve sıkıntıların bulunduğu, Moğol istilasının büyük etkilerinin sürdüğü, sefaletin kol gezdiği, siyasi bunalımların yaşandığı, ilmi hayatın neredeyse durduğu ve tasavvuf hareketinin yaygınlaştığı (Özbek 2004, 153) bir dönemde ve çevrede yaşamıştır.

Aynı zamanda Yunus Emre en önemli mutasavvıflarımızdan biridir. Tasavvufta temel amaç nefsi yenmek ve Hakk’a ulaşmaktır. Nefis terbiyesi, tasavvufun en önde gelen prensiplerindendir. Âyet-i Kerîmelerde nefsin, kötülükleri emrettiğinden bahsedilmiştir (Akkuş 2005. 14). Yunus Emre’nin de bu dünyadaki en büyük amacı nefsini terbiye etmektir. Bu yüzden de hak aşığı herkesin olduğu gibi onun da en büyük düşmanı nefsidir ve sürekli olarak nefsiyle savaş halindedir. Vahdet halinde olan kişi, hiçbir insana veya varlığa düşman gözüyle bakamaz. “Mutasavvıf düşmanı olmayan kişidir.” (Tatcı 2009, 174). Yunus da bu dünyada kimseye kin tutmadığını, düşmanlık beslemediğini söyler.

Adumuz miskîndür bizüm düşmânumuz kimdür bizümBiz kimseye kîn tutmazuz kamu ‘âlem yârdur bize

Ancak Yunus’un asıl düşmanı kendi içindedir ve içindeki azılı düşmanı olan nefsini yenebilmek için uğraşmaktadır. Nefsiyle olan savaşını anlatırken Yunus, birçok savaş sahnesi tasavvur eder, devrinin ve çevresinin etkisiyle farklı askeri terimler kullanır ve bu unsurlardan faydalanarak nefse olan büyük düşmanlığını dile getirir. Yunus’u amacına bu düşmanı karşısında kazanacağı zafer götürecektir.

Yunus dosta yakın olmak için dosta ulaşmak isteyen âşığın gece gündüz nefsiyle savaşması gerektiğini söyler. O’na daha yakın olabilmek için âşık, nefsin evini yıkmalı, bu evi yerle bir etmelidir.

Her bir kişi bir iş dutar ol dosta yakın olmagaGice gündüz nefsiyile her dem savaşdur ‘âşıkun

Uram yıkam nefs evini oda yana hırs u hevâEl götürem şimden girü nefsile savaş eyleyem

Eğer bu savaş aşk ile yapılıyorsa nefsin bu mücadeleye dayanabilmesi çok zordur. Aşk, nefis şehrine girdiyse eğer, kibir kalesini yıkacak, orada ne bulursa yakacaktır. Burada nefis ile aşk arasında çok defalar büyük savaşlar gerçekleşmiştir.

‘Işk nefs iline akdı ne buldıyısa yakdıKibir kal‘asın yıkdı anda çok savaş oldı

Yunus kendisini nefsin askeriyle savaşan bir savaşçıya benzetir ve nefsin askerini yendiğini söyledikten sonra onun kalesini nasıl fethettiğini anlatır. Bu fetihle Yunus, maddi dünyadan geçmiş, “Bir”liğe ulaşmıştır.

Kırdum bu nefsün çerisin bir itdüm burc u bârûsınPâk eyledüm içerüsin mülketini yuyan benem

Nefsiyle SavaşıFatih DOĞRU | Eskişehir Osmagazi Üniversitesi Türk Dili ve Ed. Böl. Öğretim Görevlisi

Yunus kendisini nefsin askeriyle savaşan bir savaşçıya benzetir ve nefsin askerini yendiğini söyledikten sonra onun kalesini nasıl fethettiğini anlatır.

Yunus Emre’nin

Page 53: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|51

Yunus Emre’nin yaşadığı devirde Anadolu’yu kasıp kavuran Moğol istilaları da onun şiirlerine yansır. Nefis, yagı Tatar olarak nitelenen Moğol askerine benzetilmiştir. Aşkın askeri kişinin gönlüne girmiş, o gönlü esir almışsa eğer, yağmacı Moğol askerine benzetilen nefis, o kişiye zarar veremez. Aşkın olduğu yere nefis yaklaşamayacaktır.

‘Işkun çeri saldı benüm gönlüm evi iklîmineCânumı esîr eyledün n’ider bana yagı Tatar

Eğer kişi gerçeği arıyorsa, nefsinin düşman olduğunu bilmeli, onunla vuruşmalı ve savaşarak gerçeği aramalıdır. Tek gerçek olan Hakk’a ulaşmak isteyen, önce bu yolda bulunan büyük düşmanı nefsi yenmeli ve bu engeli aşmalıdır.

Hakîkate bakarısan nefsün sana düşmânyiterVar imdi ol nefsünile vuruş-tokuş savaş yüri

Nefisle birlikte diğer bir büyük düşman da şeytandır. Yunus Emre Rahmani bir aşka sahip olduğu için şeytanla daima bir savaş halindedir ve bu en büyük düşmanları karşısında canını ortaya koyar.

Bu ‘ışk bize Rahmânîdür hem cânumuzun cânıdurAnun içün şeytânıla her dem bu savaşum benüm

Yunus’un nefis ile olan savaşında şeytan da nefse yardım etmektedir. Hak âşıklarını ibadetten ve Hak’tan uzaklaştırmak için yaptığı savaşta şeytan, nefsin en büyük yardımcısıdır. Bu ikisi Hak âşıklarına sıkıntı çektiren en büyük düşmanlardır.

Nefsin istekleri, bitmek tükenmek bilmeyen arzuları insanın gözünü kör eder, gerçekleri görmesini engeller. Gerçekleri görecek olan gözün düşmanı, yine nefsin dünyevi arzularıdır.

Nazar dahı gözde olur kimde ne var bakar görürTama‘ ana düşmân olur gözden savar ol nişânı

Nefsinin hırsına ve tama etmesine uyan kişilerin gönüllerde yeri yoktur. Yunus’un amacı gönüllere girebilmek, dosta ulaşabilmektir. Bu sebeple amacına ulaşmasını engelleyecek olan nefsine düşmandır, onun boynunu vurur, kendine karşı zafere ulaşmasını engeller.

‘Aynı hırs ol olmışdur nefsine ol kalmışdurKendüye düşmân olmış yavuz yoldaşa benzer

Düşman benüm nefsüm durur tama‘ıla hırsum dururTama‘ıla hırsa uyan gönüllerde yir eylemez

Küfrini atar iken îmânun urma sakınHırs bizümle düşmândur bilişlüdür il degül

Bu yolda muhkem durduk nefsin boyunın urdukSen şâha gönül virdük düşmân ne zafer itsün

Nefsini düşman olarak bilen kişiler, bu dünyada ölmeden önce ölen kişilerdir. Ölmeden önce ölen kişiler ise daha sonra Cennetle mükâfatlandırılacak, Kevser havuzuna dalacak, Tuba ağacının dallarına konacaktır. Nefis ile olan bu savaşın elbette ödülü de büyük olacaktır.

Kevser havzına talanlar ölmezdin öndin ölenlerNefsini düşmân bilenler konar Tûbâ dallarına.

Kaynakça:1. AKKUŞ, Prof. Dr. Mehmet, Nefs Terbiyesi, Somuncu Baba, Aralık, 20052. ÖZBEK, Prof. Dr. Abdullah, Anadolu’nun Türkleşip İslâmlaşmasında Yunus 3. Emre’nin Rolü (The Role of Yunus Emre in Turkification and Islamication of Anatolia), III. Uluslar Arası Mevlâna Kongresi, 2004, s. 253-2784. TATCI, Dr. Mustafa, Yunus Emre Divanı Tenkildi Metin, H Yay. İstanbul, 20085. TATCI, Dr. Mustafa, Aşk Bir Güneşe Benzer Yunus Emre Yorumları, H Yay. İstanbul, 2009

Yunus Emre Külliyesi, Sarıköy Fotoğraf: Can Düz

Page 54: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

52|MAYIS 2010

Modern insan, mutlu bir hayat sürmek için her tür araç ve etkinlikten yararlanarak ruhsal ve bedensel özelliklerini tanımak, yeteneklerini

geliştirmek istiyor. Bu arayışa cevap vermek üzere oluşan kişisel gelişim sektörü, hızla gelişip dallanıyor. Güzel ve etkili konuşma, bu sektörün önemli bir dalını oluşturuyor. Bulunduğu ortamda etkin olma, kendini muhatab(lar)ına beğendirme kaygısı taşıyan kişiler, bu dala önemli ölçüde ilgi gösteriyor. Güzel ve etkili konuşmaya olan ilgi, popüler bir meslek arayışında olanları da heyecanlandırıyor. Farklı alanlardan mezun insanlar, konunun uzmanlığı noktasında birbiriyle yarışıyor. Kitaplardan televizyon programlarına, genel ağ sayfalarından kurslara kadar, çeşitli nitelikte araç ve etkinliklerle kişilerin güzel ve etkili konuşmaları sağlanmaya çalışılıyor.

Bireylerin, mutlu olmak için mahiyetlerindeki istidat çekirdeklerini keşfedip birer meyveli ağaca dönüştürme çabası ve bu çabayı destekleyen uzmanların çalışmaları, elbette ki önemlidir. Ancak önüne gelenin 1 birbirinin tekrarı beylik öğütler sıralaması, özden çok kabukla uğraşılması ve konuyla ilgili yapılan abartılı reklamlar, işin önemli ölçüde göz boyama, para kazanma noktasına kaydığını, hatta ayağa düştüğünü gösteriyor.

Aslında konuyla ilgili değer yargılarımıza göz atıldığında Hayalî’nin “Cihan-ârâ (dünyayı süsleyenler) cihan içredürler arayı bilmezler; Ol mâhiler(balıklar) ki deryâ içredürler deryâyı bilmezler” beyiti akla geliyor. Zira toplumumuz, inancı gereği, insanı varlıkların gözbebeği saymış, onun, diğer varlıklardan ayırıcı baş özelliklerinden biri olan konuşmasını önemsemiştir. Dolayısıyla konuşmanın/sözün niteliğinden sarfına kadar, hemen her konuda, önemli ölçütler ortaya koymuştur. Daha ilköğretimde adını ezberlediğimiz Kutadgu Bilig, Atabetü’l-Hakayık2 gibi eserlerimizden deyim ve 1. “Etkili Konuşma Teknikleri” başlıklı şu cümleler, olur olmaz kişilerin bu işe heveslendiğini gösteren çok sayıdaki örnekten sadece biridir: “Etkili konuşmayı hepimiz isteriz. Konuşmalarımızın insanların ilgisini çekmesini ister, anlatmak istediklerimizin anlaşılmasını isteriz. İşte benim bu hafta sizlerle paylaşmak istediğim konu da bu.” (http://iktibas.net/yazi; 03.01.2010).2. Gerek Kutadgu Bilig gerekse Atabetü’l Hakayık’ın baş taraflarında bilgi-nin değeri anlatıldıktan hemen sonra onun aktarım aracı olan dilin kullanımı işlenmektedir. Her iki eserden birkaç örnek: kişi söz birle koptı boldı melik/öküş söz başıg yerde yirke kıldı kölik; tilig ked küdezgil küdezildi baş/sözüngni kısurgıl uzatıldı yaş; …toğuglı ölür kör kalır belgü söz/sözüng edgü sözle özüng ölgüsüz (Fazla örnek için bk. Yusuf Has Hacib, 1999: 33-34). eşitgil biliglig negü tip ayur/edebler başı til küdezmek tiyür/tilig bekte tutgıl tişing sınmasun/

atasözlerimize3 kadar birçok ferdi-anonim eserimiz, konuyla ilgili altın öğütler içermektedir. Ancak çok azı dışında, insanlar, bu kaynaklardan beslenememekte, bir sihirli nefesin dil yaralarını iyileştirmesini, yetkin bir dil kullanıcısı olmalarını sağlamasını beklemektedirler.

İşte, adı dillerde, sevgisi gönüllerde olduğu halde birkaç ilahisi dışında yeterince istifade edilemeyen kaynaklardan biri de hiç şüphesiz Yunus’tur. Yunus, gerçek bir dil (Dil’i gönül anlamında da alabilirsiniz.) hekimidir. İnsanın dilini (sözünü/konuşmasını) önemsemiş, hem hatip hem muhatap için gönle gıda, ruha şifa sözün niteliklerini, insanca söz söylemenin esaslarını ortaya koymuştur. Nail Tan, “Yunus Emre ve Konuşma Geleneği” adlı yazısında geleneğimizdeki temel konuşma kurallarını sıraladıktan sonra, Yunus’un konuyla ilgili görüşlerini şu dokuz maddede toplamıştır:4

“1.Doğru konuşunuz, yalan söylemeyiniz, dedikodu yapmayınız,2. Size kötü sözler söyleyene kötü sözler söyleyerek karşılık vermeyiniz,3. Yerinde, zamanında az ve öz konuşunuz,4.Sert, kırıcı, kavgayı teşvik edici sözler söylemeyiniz. Nazik, gönül yapıcı, barışı teşvik edici sözler söyleyiniz,5.Hissi konuşmayınız, düşünerek aklınızı kullanarak konuşunuz,6.Kişilerin ayıplarını, kusurlarını ortaya koyan sözler söylemeyiniz,7. Erenlerin, mürşitlerin, büyüklerin sözlerini dinleyiniz,8.Duygularınızı, düşüncelerinizi söyleyiniz, saklamayınız,

kalı çıksa bektin tişingni sıyur;… iki neng birikse bir erde kalı/bükendi ol erke mürüvvet yolı/bir ol yangşar erse kereksiz sözüg/ikinç yalgan erse ol erning tili (Fazla örnek için bk. Edib Ahmed B.M.Y., 2006: 50-52). 3. Deyim ve atasözlerimiz; sözün değeri, iyi ve kötü sözün etkisi, dilin ne şekilde kullanılması gerektiği gibi konularda dil-söz-konuşma eksenli çok sayıda değer yargısı içermektedir. Onlarca örnekten birkaçı: dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim; dilin cirmi küçük, cürmü büyük; el yarası geçer, dil yarası geçmez; baş dille tartılır; su küçüğün, söz büyüğün; büyük lokma ye büyük söz söyleme; sofrada elini, mecliste dilini sakla; çok söz (laf) yalansız, çok para (mal) haramsız olmaz; karı koca bir sözle yakın, bir sözle uzaktır; söz var gelir geçer, söz var deler geçer; tatsız aşa su neylesin, akılsız başa söz neyle-sin; ileri geri konuşmak; abuk sabuk konuşmak; kalbiyle konuşmak; karnından konuşmak; üst perdeden konuşmak; alt perdeden konuşmak; eğri oturup doğru konuşmak (Fazla örnek için bk. http://tdkterim.gov.tr/atasoz). 4. Araştırmacı, bu tespitlerini mısralarla örneklendirmiştir (Örnekler için bk. Tan, 1991: 506-510).

Taş Gönülde Ne Biter?Yrd. Doç. Dr. Fevzi KARADEMİR|Gaziantep Üniversitesi Eğitim Fak. Türkçe Eğitimi Bölümü

Page 55: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|53

9.Anlaşmazlıkları konuşarak, görüşerek çözünüz” (Tan, 1991: 506-510).

Bu öğütler, ideal bir konuşmacının özelliklerini, faydalı, güzel konuşmanın esaslarını ortaya koymaktadır. Ancak bu özelliklere sahip olmanın, bütün bu esaslara uyarak dili yönetmenin sıradan kişilerin harcı olmadığı açıktır.5

Zira Yunus’a göre bu özelliklerde bir konuşmacı olmak için kişinin yüreğinde aşk güneşi olmalı. Güneşsiz bir dünya kararıp donduğu gibi aşk güneşi olmayan gönül de hayatiyetini kaybeder, taşlaşır:6

İşidün iy yarenler ışk bir güneşe benzerIşkı olmayan gönül misali taşa benzer

Taşlaşmış bir gönülde sevgi çiçekleri açmaz. Böyle bir gönül sahibinin dili, zehir akıtır. Süslü ve yumuşak konuşması, sözünün niteliğini değiştirmez. Zira nitelikli sözün ruhu, sevgi ve samimiyettir:

Taş gönülde ne biter dilinde agu düterNice yumşak söylese sözi savaşa benzer

Yürek okşayıcı, yumuşak sözler, ancak aşk ateşiyle yanmış yüreklerden, mum gibi yumuşak tabiatlardan gelir. Taş gönüller ise merhametsizdir. Taş gönüllülerin incitici ve soğuk tabiatları, onları itici kılar:

Işkı var gönül yanar yumşanur muma dönerTaş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer

Hatip gibi muhatabın da mana ve aşk eri olması gerekir. Zira aşk ışığıyla aydınlanmamış, kara taşa dönmüş gönüllerin, öğüt alma kabiliyetleri olmadığı için, ıslahı da kolay değildir:

Bir kişiye söyle sözi kim ma’niden haberi varBir kişiye vir gönlini canında ışk eseri var Işksuzlara virme ögüt ögüdünden alur degülIşksuz âdem hayvan olur hayvan ögüt bilur degül

Kara taşa su koyarsan elli yıl ısladurısan Heman taş gine bayagı hünerlü taş olur degül

Işksuzlara benüm sözüm benzer kaya yankusına Bir zerre ışkı olmayan bellü bilün yabandadur

Görüldüğü üzere Yunus, hatip muhatap ilişkisinde, güzel ve diriltici sözün kaynağı olarak içinde aşk bulunan gönlü görmektedir. Bu gönüllerden çıkan sözler, artık ben’le ilgili değildir. Zira aşk eri, sevmeyi dava edinmiştir. Dilinde sevgi ve sevgili vardır:

5. Şu sözler dili yönetmenin zorluğuna dikkat çekmektedir: “til arslan turur kör işikte yatur/aya evlig er sak başıngı yiyür: Gör, dil eşikte yatan arslandır/Ey ev sahibi, uyanık ol, (senin) başını yer”. (Yusuf Has Hacib, 1999: 33); “eşit büt bu sözke kamug tangda ten/turup tilke yüknüp tazarru’ kılur: Dinle ve bu söze inan ki, vücut her sabah/Kalkıp eğilerek dile yalvarır” (Edip Ahmet B.M.Y., 2006: 52).6. (Bu çalışmada örnek olarak verilen mısralar için bk. Gölpınarlı, 1965: 47,68,83,119,136,139,157,159,160).

Ben gelmedüm dav’îyüçün benüm işüm seviyüçünDostun evi gönüllerdür gönüller yapmaga geldüm7

Kişi neyi severise dilinde sözi ol olurKeksüz söyleyesüm gelür dâimâ anun sözini

Sözüm ay gün içün degül sevenlere bir söz yeterSevdigüm söylemezisem sevmek derdi beni boğar

Sözün, ateşinde pişirildiği aşkın mekânı, gönül, Kâbe’den yeğdir. Zira sevgilinin durağıdır. Katı sözleriyle gönül incitenler, sevgilinin tahtını, nazargâhını yıkan bedbahtlardır:

Gönül mi yig Kâ’be mi yig ayıt bana aklı irenGönül yigdürür zîre kim gönüldedür dost turagı

Gönül Çalabun tahtı gönüle Çalab baktıİki cihan bed-bahtı kim gönül yıkarısa

Yunusa göre sözün kaynak safiyeti kadar ne şekilde sarf edileceği de önemlidir. Hatip, sözünü bilerek konuşmalı, ham söz söylememelidir. Pişirilip zararlı ve yaramaz niteliklerden arındırılmış söz, bilinçli bir şekilde sarf edilirse, hatibinin yüzünü ak eder, işini sağlam kılar:

Keleci bilen kişinün yüzüni ag ide bir sözSözi bişirüp diyenün işini sag ide bir söz Yaramaz unsurlardan arındırılmadan söylenen ham söz hafife alınmamalı. Zira bu tür sözler, değerli her şeyi değersiz kılabilir:

Kelecilerün bişirgil yaramazını şeşirgilSözün usıla düşürgil dimegil çağ ide bir söz Gel ahı ey şehriyarı sözümüzi dinle bâriHezâran gevher dinârı kara toprag ide bir söz

O halde kişi, sözünü hangi zaman ve kıvamda söyleyeceğini bilmeli, sözlerin en güzelini söylemelidir. Yol yordam gözetmeli, gelişi güzel konuşmamalıdır. Zira kem söz gönül dağı olabilir, kişiyi sevgiliden, sevgililer sevgilisinden uzaklaştırabilir. Güzel söz ise dünyadaki olumsuzlukları cennet güzelliklerine çevirebilir:

Kişi bile söz demini dimeye sözün kemini Bu cihan cehennemini sekiz uçmag ide bir söz

Yüri yüri yolunıla gafil olma bilinileKey sakın ki dilinile canına dag ide bir söz

Yunus imdi söz yatından söyle sözi gayetinden Key sakın o şeh katından seni ırak ide bir söz SonuçYunus için iki tür söz vardır. Biri kişiyi mutlu ve aziz kılan, diğeri kişiyi sevdiğinden ayırıp alçaltandır. Kişiyi mutlu ve 7. Bu beyit Tatçı’dan alınmıştır. (bk. Tatçı, 2005: II: 176).

Page 56: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

54|MAYIS 2010

aziz kılan sözler, akıl süzgecinden geçirilip gönül ateşinde sevgi katığıyla pişirilen sözlerdir. Arı özlerden damlayan bu sözler, diriltici iksirdir, gönüllerin pasını siler, savaşları bitirir, zehirli aşı bal ile yağa çevirir.8

Söz (var) kılur kayguyı şâd söz (var) kılur bilişi yadEger horlık eger izzet her kişiye sözden gelür

Gönüllerin pasını ger sileyim dir isen Şol sözi söylegil kim ol sözün hülasasıdur

Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başıSöz ola ağulu aşı bal ile yağ ide bir söz

Acı soğanı kırmızıya boyamak onu elma yapmadığı gibi varlık içinde daralan gönüllerin, benlik davası güderek baştan ayağa ben (ego) kesilenlerin, arınıp esen olmadan çeşitli hitabet taktikleriyle Yunus’un betimlediği bu hitabet sırrına ermeleri, gönül dirilten erdemli hatipler olmaları mümkün görünmemektedir.

Bir yandan başkalarına hitabetin hasını öğretmeye kalkışırken diğer yandan kişisel ilişkilerinde ben ben

8. Yunus, kendisinin de bu nitelikte söz söylediğini şöyle bildirir: “Yunus bu sözleri çatar sanki balı yağa katar/Halka mata’larun satar yükü gevherdür tuz degül” (Gölpınarlı, 1965: 176).

diyerek gönül yıkan ham hatiplerin hali ise, seyircilerini kahkahalara boğarken içinden kan ağlayan ve kederinden intihar eden Pandomima9’daki güldürü oyuncusu mutsuz Paskal’ın çelişkili ruh halinden farksız değildir.

O halde güzel kokulu hitabet çiçekleri açması için, öncelikle gönül zemini yumuşatılmalı, ayrıkotlarından temizlenmelidir.

Kaynakça:1. Edib Ahmed B.M.Y., (2006), Atabetü’ül-Hakayık, Hazırlayan: Reşit Rahmeti Arat, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.2. Gölpınarlı, Abdülbâki (1965), Risâlat al Nushiyya ve Dîvân, Eskişehir Turizm ve Tanıtma Derneği Yayını, Sulhi Garan Matbaası, İstanbul.3. Gülensoy, Tuncer (1991), “Yunus Emre’nin Şiirlerinde Dil ve Üslûp”, Türk Dili, 480: 493-499.4. Güzel, Abdurrahman (1991), “Yunus Emre’de İnsan Kavramı”, Türk Dili, 480: 483-492.5. Sakaoğlu, Saim (1991), “Yunus Emre’nin İki Dünyası: Sevgi ve Bilim”, Türk Dili, 480: 444-458.6. Tan, Nail (1991), “Yunus Emre ve Konuşma Geleneği”, Türk Dili, 480: 506-510. 7. Tan, Nail (1999), “Yunus Emre’nin Söz Şiirine, Hatâyî Nazire Yazmış Olabilir Mi?”, Türk Dili, 571: 634-636.8. Tatçı, Mustafa (2005), Yunus Emre Külliyatı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul.9. Yusuf Has Hacib (1999), Kutadgu Bilig I Metin, Hazırlayan: Reşit Rahmeti Arat, 1. 10. Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.11. http://tdkterim.gov.tr/atasoz12. http://iktibas.net/yazi

9. Samipaşazade Sezai’nin bir hikâyesi.

Sanırdam kendim ayrıyam dost gayrıdır ben gayrıyamBeni bu hâle salan bu sıfât’ı insân imiş

Fotoğraf: Levend İSKİT| Dominik Cumhuriyeti/Santo Domingo Seçki: Bahanur GARAN

Page 57: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|55

Yunus Emre, Anadolu’da yetişmiş büyük Türk mutasavvıfı, Türkçenin anlam güzelliklerini devrinden günümüze getiren dil âlimi, halk şairi,

söz ustası...

Geçmişten günümüze dek Yunus’un tarihi şahsiyeti hakkında pek çok bilgiye ulaşılmış, ancak bu bilgiler çoğu zaman kendi içinde tutarsız kalmıştır. Bu tutarsızlığın ve beraberindeki karışıklığın nedenlerinden biri, birden fazla Yunus Emre adlı şaire rastlanılmış olmasının yanında, onun tarihi ve menkıbevi şahsiyetlerinin de iç içe girmiş vaziyetidir. Yunus Emre öldükten sonra, kendisiyle çağdaş yahut zaman bakımından kendisinden sonra gelen bazı halk mutasavvıfları gibi kısa zamanda unutulup gitmemiş; aksine, ünü bütün Anadolu ve Rumeli sahalarına yayılarak bütün halk sınıfları arasında yüzyıllarca yaşamıştır. O, 13. yüzyıldan günümüze büyük bir kültürel miras bırakmıştır.

Yunus Emre’yi asırlar sonrasında bile canlı tutan sır iki temele bağlıdır. Bunlardan birincisi, onun halk kültürünün içinden gelmiş büyük bir halk adamı oluşu, ikincisi de yine büyük bir mutasavvıf olup, halka yansıttığı fikirlerini tasavvufun kaynaklarından beslemiş olmasıdır. Onda, hem Türk kültürel yapısının hem İslamiyet’in izleri vardır. Böylece, Türk dilinin söz ustalarından Bizim Yunus ortaya çıkmıştır.

Türk edebiyatının ölümsüz isimlerinden biri olan büyük Türk mutasavvıfı Yunus Emre hakkında birçok bağlamda

çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Onunla ilgili ne tür bir çalışma yapılırsa yapılsın, şimdikinden farklı olarak salt edebi araştırmalarda bulunmak yerine, onun edebi kişiliğindeki en önemli unsurlardan biri olan duru, sade ve coşkun bir Türkçe kullanmış olduğu konusundan mutlaka bahsedilmelidir. Bu şekilde Yunus’un şiirlerindeki söz varlığı ortaya çıkacak ve kullandığı sözcüklerin derin anlamları keşfedilecektir.

Yunus, Oğuzların diline coşkun bir üslupla, özgün bir yazı dili olma özelliği kazandırmıştır. O, halk dili ile meydana getirdiği eserlerinde, insanlarla tasavvufi ahlak öğretisini paylaşmıştır. Onun eserlerinin değerlendirildiği Eski Anadolu Türkçesi sahası, eski Oğuzcanın daha sonraki ve gelişmiş bir şeklinden başka bir şey değildir. Bu dönemde, Arap ve Fars dillerinin karşısında küçümsenen Oğuzca, git gide bunlarla kıyaslanmayacak kadar büyük lisanî güç ve olgunluğa erişmiştir. İşte bu gelişmede, Oğuz-Türkmen Beyleri’nin milli dile olan düşkünlüğünün yanında, şüphesiz Yunus Emre’nin milli dile duyduğu sevgi ve bağlılığın da büyük payı vardır. Yunus Emre, Türkçenin konuşma dilinden ve halk şiirinden yazı diline doğru uzanan çizgisinde en eski öncü durumundadır. Onun kullandığı biçimlerde Türkçe, yüksek bir fikir ve edebi ifade gücü kazanmıştır. Başka bir ifadeyle, zengin bir anlatım gücü ile geniş bir söz varlığına sahip olan bugünkü Türkiye Türkçesinin temellerinin atılmasında Yunus Emre’nin önemli katkıları vardır.

Büyük Türk Mutasavvıfı

Yunus Emre ve Dilimiz Üzerine Birkaç Söz

Gizem KUNDURACI|Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili Yüksek Lisans Öğrencisi

Geldi geçti ömrüm benimŞol yel esip geçmiş gibiHele bana şöyle gelir:Şol göz yumup açmış gibi.

Page 58: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

56|MAYIS 2010

>Çok sesli müziği çok geniş kitlelere tanıtmak adına neler yapılabilir? Çukurova Devlet Senfoni Orkestrasının bu yöndeki çalışmaları nelerdir?

Çok sesli müziği geniş kitlelere tanıtmak için, öncelikle klasik müziği anlatmak gerekir. Bunun yollarından biri orkestralarda zaman zaman açıklayıcı konserler yapılması bir diğeri de orkestraların eğitim konserlerine mutlaka yer vermesidir.

Özellikle çocuk dinleyicilerimizin, bu müziği algılayıp sevmeleri için tiyatral öğelerle anlatımı, hem onların beğeniyle izleyecekleri bir program hem de bu müziği daha çabuk algılamalarını

sağlayacaktır. Bu nedenle orkestramız hemen hemen Adana’daki, tüm okullara ulaşmayı hedeflemiştir. Bu konudaki çalışmalarımız tüm hızı ile sürüyor. Özellikle engelli çocuklar, lösemili çocuklar ve hatta tarlada pamuk toplayan çocuklar da olmak üzere konser salonumuza gelemeyen çocuklarımıza giderek, bu misyonumuzu gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Bir diğer önemli konu da mutlaka turne konserler düzenleyerek, insanların bulundukları şehirlerde, bu imkanları bulamayan kitlelere, açıklamalı konserler düzenlenmesinin gerekliliğidir.

> Şimdiye kadar hiç seslendirilmeyen eserleri seslendirmeye özen gösteren

bir Senfoni Orkestrası ile karşı karşıyayız. Bunun en güzel örnekleri de “Sordum Sarı Çiçeğe” ve “Uyan Ey Gözlerim” eserleri. Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası bu konuda başka neler yapmayı hedefliyor? Yapmayı planladığı yeni projeleri var mı?

Orkestramızın, geçtiğimiz Ramazan ayında Adana Valiliği’nin katkılarıyla düzenlemiş olduğu ‘’Senfoni ile İlahiler’’ adlı konser projesi, Ç. D. S. O.’nun Klasik Müzik formatında gerçekleştirmiş olduğu bir konser. Orkestramızın ilkelerinden biri olan Adana ve Türkiye çapında duyulmamış ya da hiç çalınmamış eserleri repertuarına almış olması, dinleyici kitlemizi ve orkestra performansımızı arttırdı. Bundan dolayı aldığımız

Röportaj: Gamze Seçil Kuru

Yunus’un sesine senfonik bir yankı:

ÇUKUROVA Devlet Senfoni Orkestrası

Page 59: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|57

tepkiler de bizler için gerçekten gurur verici oldu.

>Bu gibi projelerin çıkışı nasıl gerçekleşti? Sonrasında ne gibi tepkiler aldınız?

Dinleyici kitlemizi daha geniş tabana yaymak için zaman zaman bu tip projelerle de çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Elbette ki seslendirmiş olduğumuz bu projeler, halkımızın yüzlerce yıllık kültür ve inanışına hitap ettiği için ilgi ve beğeniyle karşılanması bizim ileriye yönelik yapacağımız projelerimizi de kamçılıyor. Bu yolda emin adımlarla ilerliyoruz.

>Bir anlamda bu projelerde iki müzik türü bir araya geliyor. Bir tarafta klasik müziğin ahenkliği, diğer tarafta ise tasavvuf müziğinin büyüsü. Bunu yaparken kaygı taşıdınız mı? Endişe duydunuz mu?

Klasik müzik ve Tasavvuf müziğinin insan ruhunda bıraktığı izler temelde aynıdır. Bu ayrım yapaydır; çünkü en basit açıklama ile Beethoven’ın 9. senfonisi ile Yunus Emre‘nin şiirleri arasında özde bir fark yoktur.

>Bu projeden çıkış noktanızda sentez örnekleriniz neler oldu? Örneğin; günümüzdeki Hatay Medeniyetler Korosu da buna güzel bir örnek. Bu farklılıklar üzerinde bir ahenk sunma hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu noktada risk alınabilir mi?

Bizim için sentez örnekten çok, her şeyi doğru zaman ve doğru bir şekilde yapmak çok önemlidir. Müzik insan ruhuna hitap eden evrensel bir dildir ve bu, bir risk değildir.

>Bu düzenlemeleri yaparken ve kitlelere sunarken, yapılan çalışmalarda, her tür kendinden bir şeyler kaybediyor mu? Yoksa aynen yerini koruyarak daha da gelişiyor mu?

Düzenlemeleri yapan Oğuzhan Balcı, bu düzenlemeleri yaparken elbette klasik müziğin kendi formasyonunu baz alarak yapmıştır. Zaten kitlelerin bu müzikleri beğenmelerinin başlıca nedeni de bu formasyon içerisinde çalınmasıdır. Bu tip çalışmalar klasik müziğin temel disiplinini bozmadan düzenlenip çalındığında, gelişiyor.

>Tasavvuf müziğinin Allah’a ulaşma yolu olması rolüne, müziğin katkısını nasıl yorumluyorsunuz?

Tasavvuf ve müzik denilince aslında her ikisi de, insanın ruhundaki ulvi duygulara hitap etmesidir. Böyle olunca da müziğin katkısı da kaçınılmaz oluyor. >Tasavvuf Müziğini Klasik müzikle bir araya getiren nedir?

Yukarıda söz edildiği üzere her ikisinin de temeli aynı. Bu iki müziği bir araya getiren, insan ruhundaki mutluluk ve huzur anlayışıdır.

>Yunus’un sevgi ve dostluk mesajları ile müziğin evrensel doğası, insan ruhuna başka hangi yollarla yansıtılabilir?

Bizce bu konuda en güzel mesaj yine müzikle verilebilir. Çünkü; müziğin sözle uyumu iyi sağlandığı takdir de, insan ruhunun derinliklerine ancak böyle ulaşılabilinir.

>Yunus’un yaşadığı yüzyıl gibi yüzyılımızda da kargaşa, maddi ve manevi sorunlarla örülü yaşam sürülüyor. Müzik insanlığın ruhsal dünyasına nasıl yansıyor ve ne gibi katkılar sunuyor?

Bu kargaşa ortamında müzik, insanlığın huzur ve mutluluk bulduğu bir sığınaktır. Suni günlük kaygılardan uzaklaşmak, kendini bulmak, kendini anlamak ve yaşama daha güçlü katılmak konusunda inkar edilemez katkılar sunmaktadır.

>Doğu-Batı müzikleri, yerli-yabancı müzikler, ulusal-evrensel müzik gibi ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Hepsi bir araya getirilip sentezlenebilir mi? Geçmişte veya günümüzde bunun örnekleri var mı?

Müziğin doğası gereği evrensel olması zaten bu ilişkileri zorunlu kılmaktadır. Geçmişte ve günümüzde pek çok müzik disiplinlerinde, Doğu- Batı müzikleri, yerli- yabancı müzikler, ulusal ve evrensel müzik pek çok kez bir araya getirilmiştir. Örnekleyecek olursak, Mozart’ın Türk Marşı, M. Ravel’in Bolerosu, Yunus Emre Oratoryosu vb. sayabiliriz.

>Yunus’un şiirleri müzikal düzenlemelere ne kadar uygun? Bunun yanında Yunus’un duru Türkçesinin bu düzenlemelere katkısı nedir?

Müzik, insan yaşamı gibi dizgeler halinde tasarlanmıştır. Yunus Emre’nin şiirlerindeki ahenkte bu düzenlemelere uygundur. Yunus Emre’nin Türkçesi, bu tip düzenlemeler için daha geniş halk kitlelerince anlaşılabilir ve yorumlanabilir olmasına imkan sağlamaktadır.

>Yunus’un ve sevgi-barış-kardeşlik mesajlarının dünyada daha fazla tanıtılması için müzik alanında neler yapılabilir?

Bizce yapılabilinecek en güzel tanıtım, Türk orkestralarının sadece ülke çapında değil, tüm dünya da bu tip eserlerin seslendirilmesi ile diğer ülkelere de tanıtılması gerektiğine inanmaktayız. Dünyanın en ünlü konser salonlarından örneğin Berlin Filarmoni, New York Filarmoni, Sydney Opera Salonu gibi mekanlarda seslendirildiğinde getireceği ses ve ulaşılmak istenen nokta sanırız burada en güzel biçimde ortaya kendini gösterir.

Page 60: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

58|MAYIS 2010

Yunus Emre şiir ile İslam dininin yorumunu yapar. İnsanların Kur’an’ı okumak ve anlamakta güçlük çektiğini gören Yunus Emre kendisine verilen ilahi

ilhamla , sanat ve şiir gücü ile topluma islamın hakikatlarını şiirler yansıtma gereği duymuştur. Divan’ına bakılınca İslam dininin temel sorunlarını ve asli temalarını sade bir şiir dili ile bugün dahi ulaşılmaz bir kolaylık ve güç ile anlatmıştır.

Temel temalarından biri aşktır. O aşkı yapılan ibadetleri sürükleyen bir yürekten güç olarak görür. Aşkın edebiyatını yapmaz. İnsanın akibetinin kötü olmaması onun aşkın eteğini tutmakla mümkün olduğunu, aşk duyulan ve uyaran bir olgudur. Aşk yoluna can feda adilir, mal değil. Aşkın arif yaptığı sözde değil davranışta ariftir. Aşığı arıya benzetir, o her şeyden mana balı çıkarır, sineğin, ve kelebeğin yuvasında bal yoktur. İnsanlar da tıpkı arı ve sinek gibidir, kimileri sadece vızılar, ömrünü gevezeliklerle geçirir, diğerleri ise insanlara en faydalı balı yapar. Öldürücü bir zehir bile aşık elinde ilaç tiryak olur, ilim, amel, ibaret, taat aşk olmayınca anlamsızdır, helal değildir. Yunus biçimsel dindarlıktan kaçar. (Divan s 4)Bütün yer gök insanı seven birinin inşa ettiği bir büyük eserdir, saraydır, büyük sanat eserleri galerisidir. Yunus bunu anlatır.

Bu yer ve gök arş ve ferş ışk dadı(isteği) ile kaimdirBünyadı ışktır aşıka her bir arada eri var (Divan s 19)

Aşk bütün insanlar verilmiştir, insanlar onu verene değil nesnelere dağıtmıştır.

Işksuz adem dünyada belli bilin ki yokturHerbiri bir nesneye sevgisi var akışdurÇalabun dünyesinde yüzbin türlü sevgi varKabul et kendüzüne gör kangısı layıkturHangi sevgi Allah’a layıktır, insanın onu düşünmesi gerekir. (Divan s 26)

Yunus gerçek aşıkların da deli olduğunu söyler.

Seni sevenlerin ola mı aklıBir dem uslu ise her dem delidür (Divan s 33)

Yunus aşkın manasının büyük olduğunu söyler. Dört kitabın manasını aşan bir boyuttadır onun büyüklüğü .

Dört kitabın manisin okudum hasıl ittümAşka gelince gördüm bir uzun hece imiş (Divan s 67)

Yunus aşkı bazen ihlas, bazen samimiyet , bazen istekli olmak manasında kullanır. İsteksiz insanlara öğütü yasaklar.

Aşksızlara verme öğüt ögüdünden alır değilIşksuz adem hayvan olur hayvan öğüt bilür değil (Divan s 85)

Yunus bir güne sürekli göndermede bulunur, bu haşir öldükten sonraki ilk gündür. O gün cümlenin hayran olduğu şaşırdığı bir gündür, insanlar o günde ne yapacağını bilmez, sergerdan başıboş olurlar

O gün İsrafil düdüğünü çalar ve bütün canlılar yerden çıkar, toplanır ve mahkeme meydanına giderler, orada kadı yargılayan Allah ‘dır. Zebaniler suçluları cehenneme atarlar, insanların derisi yanar, tüter ve ciddi feryad ederler. Malik herkesin sahibi herkesi çağırır , meydana getirir, herkes Tanrı korkusundan toptan ağlaya ve üzüleler. Dağlar yerinden dağılır, gökler yere ine , yıldızları birbirine bağlayan bağlar kopa ve hepsi yere döküle. O gün suçlar tartıla, bütün perdeler aç ıla hakikat ortaya çıka, bilinmeyen günahlar ortaya kona.Bütün bunları yunus erenlere yardım için söylemiştir. (Divan s 6)

İnsanlara ahirette iyi amel gereklidir, iyi ahlak gereklidir. İsrafil alemin bitiş düdüğünü çalınca bütün ölüler

Yunus Emre Divan’ında TemalarProf. Dr. Himmet Uç| Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Yunus insanı belli bir mekana ve zamana sıkışmış bir canlı olarak değil, varlığın prototipi olarak görür, alemin her safhasında insan vardır. Yunus o

insanı kendi olarak yorumlar ve her yerdeki rolünü anlatır.

Page 61: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|59

uyanacaktır. İnsanlardan hesap sorulacaktır, iyi anlatım kazanmak gerekir. Bütün alem değişecek bir başka mahiyet kazanacaktır o günde. Herkes dünyada kazandığını oraya getircek, o siyaset meydanında bunlar üzere hesap dönecektir. Orada ata ve ana çağrışacak, kardeş kardeşten usancaktır. Allah’a herkes yalvaracaktır. O gün ancak aşk ile sıkıntıdan kurtulunur. (Divan s 78)

Yunus şiirlerinde insanı çok büyük bir maceranın baş aktörü olarak anlatır. Divanı bir roman gibi yorumlanabilir, olaylar, insanlar, manalar ifade edilmez bir yekündür. Schopenhavr evrenin insan tasarımı olduğunu söyler, yani dolaylı olarak yeryüzü ve kainat insana göre biçimlenmiş demektir. Yunus bu sözden çok daha harika yorumlar yapar . İnsanın sevgisi üzerine alem inşa edilmiştir, çünkü biri insanı sevmeseydi bu harika evi onun için inşa etmezdi. Bu yüzden bu alemi inşa eden sevginin kendisi olduğunu söyler” Benem ol aşk bahrısı” (Divan s 7) Ay güneş insanı kuludur, yani ona hizmet ederler, Kur’an onun yol göstericisidir. Onun yolu dosta gider, ebedidir, sadece dünya ile sınırlı bir ömre sahip değildir. Alem insana göre tasarlanmıştır, tasarlama her şeyden öncedir, bir evi tasarlayan mimar hiçbir şey yokken bir tasarım gerçekleştirir. Bu manayı içine alan peygamberin Mustafa’nın yaratılmasıdır. (Divan s 7) Yunus perde ve nikab kelimeleri üzerinde durur. İnsanlar hakikatlar ve olaylarla aralarında konulan perdeleri n arkasını görerek hakikata varırlar. Dost Allah’dır olaylar ve nesneler onun perdesi,nikabıdır. Düşünen insanlar olayların perdesi arkasındaki hakikatı görür. Bulutun arkasında şefkat, koyunun arkasında merhamet, yeryüzünün arkasında sevgiyi gören perdelere takılıp kalmaz. Bu yüzden Yunus;

Dost yüzünden her kim nikabı giderdiyse Hicab kalmadı ana ayruk ne hayr ü ne şer

Diyerek yanlış anlaşılmaların perdeleri aşamamadan olduğunu söyler.

Bazen de perde kullandığı için Yunus Allah’a yakınır. Ayıpların zaten yok senin neden perde kullanırsın der. Yunus gibi nazlı kullar böyle sualleri ondan sorabilir. Ama dinde perde gereklidir, çünkü insanlar kötülükleri perdelere verir, Allah arka planda suçlanmaz olur. Hastalıktan ölür, suçu hastalığa verir, yoksa Allah’ı suçlamış olacaktır.

Sen hod bize bizden yakın görünmezsin hicab nedirÇün aybı yok görklü yüzün üzerinde nikab nedür (Divan s 28)

Yunus her insanın içinden çıkamayacağı sırlı sualler de sorar Allah’a. O onun sorularıdır, o sorar mesul olmaz, ama sıradan insanlar bu soruyu soramaz. Soru anlamak içindir, suçlamak için değil, Yunus sevdiğininin yanında ona soru sorar, başkası karşısına geçer.

Kişi hakikat ile uğraşınca, gözünden perde kalkıp hakikatları görecektir.

Ol işler tamam olıcak ol dirliği dirilecekGözün hicabın silicek yir gök tolu didardurur (Divan s 40)

Yunus iyilik eden insanlar ile Allah arasındaki perdelerin kalkacağını, perdeler kalkınca da dostlar birbirine yakın olacağını belirtir.

Şol kahırla kazananlar güle güle yedürenlerGötürdüm perdelerini didaruma baksun demiş (Divan s 65)

Dünyalık peşinde koşanları Yunus perdeye takılmış olarak görür, onlar hakikata varamazlar.

Hicabdasın bu gün seni göstermezler belki sana- Hicab dedigümü anla dünyelüktür gözden bırak (Divan 68)

Yunus bazen da Allah’dan aradaki perdeleri kaldırmasını ister.

Kerem et beri bak nikab yüzünden bırakAyın öndördü müsün balkurur yüzü yanak (Divan s 70)

Varlık sevdası, kişinin benliği , kendisi, hırsı birer perdedir onun hakikatı görmesine engeldirler.

Böylece Yunus insanın perdeleri üzerinde oldukca düşünmüş olarak görünür.

Varlık hicap kapı kim yıka bu hicabıDost yüzinden nikabı götürmeğe er gerekHicab oldun sen sana ne bakarsın dört yana Kaykımaz öne sona şuna kim didar gerek Gel imdi hicabın yık hırsevinden dışra çıkHak bağışlaya tevfik kast ile hüner gerek (Divan s 73)

İnsan kendinden kaçarak, kendi sevklerinden fenalıklarından kaçarak perdeden kurtulur. Yunus kendinden kaçmayı örgütler.

Gel imdi hicabun aç senden ayrıl sana kaç Sende bulasın mirac sana gelür cümle yol (Divan s 81)

Yunus küfr ile imanı da bir perde olarak görür ki ona has aşıkane bir yorumdur. Tehlikelidir sıradan insanlar için.

Küfr ile iman dahı hicabımış bu yolda Safalaştuk küfr ile imanı yağmaya virdik (Divan s 75)

Yunus bazen da Allah’ın perdeler içinde olmasını mantıklı bulur, çünkü perdeler olmasa alem helak olacaktır.

Söyledün cümle aleme henüz nikab içündesinBir dem perdesiz yürisen iki cihan olur helak (Divan s 76)

Page 62: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

60|MAYIS 2010

Yunus sanat , din ve felsefenin temel bakışlarından olan seyretme üzerinde durur. Seyir Kant’a göre en estetik insan faaliyetidir, güzellikleri ve güzel olan şeyleri, tabiat levhalarını, sinemaları, tiyatroları insan seyreder, onlardan ruhsal olarak gıda alır. Goethe, Roma’yı görünce “Yeni dünya ya geldiğimi anladım” der. Descartes askere giderken “kainat kitabını seyretmeğe gittiğini” söyler. Yunus bu yüzden bakma ve nazar sözlerini çok kullanır, sanatın da çok kullandığı bakmak fiilini anlatır. Yunus’a göre ise kainat aşk kitabıdır. “Biz talib-i ilmleriz ışk kitabın okuruz, Çalab müderris bize oşk hod medresesidir.” (Divan s 17) Bütün eşya üzerinde bir sevginin izleri vardır, aşıklar o sevgi kısmını görür. Her şeyin güzel tasaramı, süslenmesi, tad ve kokusu, biçimi, estetiği, armonisi insana hitap eder. Herşer bir sanat eseri gibidir, sanatcıya sevgiyi doğurur, Yunus bu evrensel hakikatı ifade eder. Biz onu evrenselleştirememişiz, Goethe, Dante, Shakespeare den geri kalmaz Yunus artar bile.

Ey aşk eri aç gözünü yer yüzüne eyle nazarGör bu latif çiçekleri bezenüben geldi geçer

Dünya insan gözüne açılan güzellikler galerisidir. Şair yeryüzündeki güzelliklerden ibret alınmasını söyler, yoksa onlar geçip giderler. Güzelliklerden etkilenen sadece insandır, diğer canlılar güzelliklerden etkilenmez.

Görmek konusu Yunus’da ahlaki ve dini bir niteliğe sahiptir. Göz doğruyu görmeli, göz yükseklerden bakmamalı.

Yol oldur ki doğru vara göz oldur ki Hakk’ı göre Er oldur alçakta tura yüceden bakan göz değil (Divan s 91) Çiçekler dost, Allah tarafından süslenip ınsana uzatılırlar.

Bunlar böyle bezenüben dosttan yana uzanubenBir sor ahi sen bunlara kancaradur azm ü sefer

Çiçekler Allah’ın dostun sevdiklerine uzattığı şeylerdir. Bu yüzden insanlar birbirine çiçek sunarlar, ölüye de çiçek götürülür, üzülme, sana dosttan haber var demektir, tebessüm et hayat devam ediyor, demektir.

Her bir çiçek bin nazıla öğer hakkı niyazılaBu kuşlar hoş avazıla ol padişahı zikreder (Divan s 16)

Çiçekler de kuşlar da Allah öğer, zikrederler.

Yunus evreni meydana getiren ezeli armoniye dikkat çeker. Sonsuz varlıklar bir mantık etrafında insan hayatı için bir araya belli mesafelerde getirilmiştir. Bütün birbirinden ayrı nesneleri bir araya getiren mantık onları birbiri ile tanış eden bir araya hayat için getirendir. Bu kozmik dini ve estetik hakikatı Yunus anlatır.

Ezeli biliş idük birliğe bitmiş idükMevcudat düşti ırak vücud canyatağırur (Divan s 24)

Varlık hayat için bir yerde anlaşmış sonra bir birlik temin eden tarafından tevhid , yani armonize edilmişlerdir. Varlığın insan için faydalı dizilişini Yunus Allah’a verir. Armoni onundur.

Oldur bu işleri düzen cümle nakışları yazanCan gevdeden gidiceğiz ya niçin diller söylemez (Divan s 60) Dünya bir ilahi sanat eserleri müzesidir. Sanat eserinde nakışlar görülür, Yunus nakışa bakış nakkaştan gözünü uzak tutmamayı salık verir. Nakış ile uğraşan nakkaştan uzak kalır demek ister. Sanat eseri sanatcıyı hatırlatırsa eserdir, yoksa uzaklaştırırsa mana bozulur.

Koyup nakş ü nigarı nakşa yol verme zinharNakşıla yola giren akibet dünya sever (Divan s 25)

Çünkü bir nakıştır, ilahı hatırlatır, ona sarılan ilahı unutur.

Yunus dinin önemli olaylardan biri olan ahir zamanı da anlatır. O dönem için bulgular sıralar.

O zaman Müslüman seyrektir. Onlar da şüphe içindedir. Bilgili insanlar okurlar ama tutmazlar, uymazlar, derviş yolunu gözetmez, insanlara öğüt kar etmez, kulakları sağırdır.Beylerin mertliği , beyliği gitmiştir. Her biri bir müstakil ata binmiştir. Yoksul eti yer, içtiği ise kandır. Er erden kopmuştur, elini murdardan çekmez. Ne yaparsam yanıma kardır derler, halbuki kişinin ettikleri hesap gününde ondan sorulur. (Divan s 38)Yunus insan gönlünün değişkenliğini anlatır. İnsan yüreği sürekli değişir, insanı görevi onu daima zararsız bir konumda tutmaktır.

Hak ona bir gönül vermiştir ki her şey karşısında şaşırır, hayran olur, bazen neşeli olur, bazen ağlar. Bazan kuş olur, bazen ise kışta zemheride olur. Bazan müjde içindedir, bazen bağ ile bostandır. Bazan bir sözü izah edemez, bir söz söyleyemez, bazen dilinden inciler döker dertlilere derman olur. Bazan yükselir arşa çıkar, bazen yer altına iner, bazen bir damladır, bazen bir okyanus olur. Bazen cahil olur bir nesneyi bilmez, bazen felsefede Calinos olur, felsefi yorumlar yapar. Calinos büyük Yunan hekimidir. Bazan Lokman hekim gibi bir doktor olur. Bazan dev olur, bazen peri viranede dolaşır. Bazan Belkıs olur, sultan olur. Bazan mescide girer yüzün yere sürer, bazen İncil okur ruhban olur, bazen Hz isa olur olur ölüleri diriltir. Bazen büyüklük evine girer, firavun ve yardımcısı Haman olur. Bir dem gelir Cebrail olur, her yere altın saçar, bir gün gelir yol olur , Yunus da on hayran olur. (Divan s 43) Yunus insanın büyük olabileceğini ama bir yerde insanlar ile buluşacak yolunun olmasını ister.

Page 63: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|61

Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşarYunus Emrem yolsuzlara yol gösterür vü hoş eder (Divan s 45) Yunus dünyayı bazen şehre bazen saraya, baz an bir yola , bazen bir zindana, bazen bir seyrangaha benzetir. İmajları bu yolda devam edip gider.

O dünyayı büyük bir şehre benzetir. İnsanı ise bir pazarda dolaşana benzetir. İnsan bu dünyaya ticarete gelmiştir, kendisine verilen kabiliyetleri iyi işlere satmak , kullanmak zorundadır. Dünya o pazar yeridir.

Bu dünyanın meseli bir ulu şara benzerVeli bizim ömrümüz bir tiz bazara benzer ( Divan s 46)

İnsan bu şehre geldikten sonra buradan ayrılıp gitmek istemez. Bu şehrin verdikleri şeker ve baldır. Dünyanın tadı şaşırtıcıdır, ama o tadın acısı ise yılın zehiri gibidir “zehr-i mar”. Evvel sevgililerin gönlünü almak için onlara dil döker , daha sonra onlardan yüz çevirir, aldatıcıdır. Güzel görünen dünya birgün çirkin görünür insana. Bu şehrin hayalleri ayartıcı cazıları benzer. Bu şehirdeki hayaller hadsizdir, ama onlar da ot ile davara benzer. Bu şehrin sultanı herkesi ihsan eder, onun ile dostluk korun varlık kazanır. Burada herkes haddini bilirse, aşk ile giden burada daima bahardadır. Yunus ‘un bu şehirde her sözü bal ve şekerdir (Divan s 47) O dünyayı bir köprü, bir içimlik şerbet görür.

Dünyaya gelen göçer bir bir şerbetin içerBu bir köprüdür geçer cahiller anı bilmez (Divan s 56)

Bazan de dünyayı bir geline benzetir. Ama gelin aldatıcı bir gelindir. Dünya bazen da bir aşk pazarıdır.

Işk bazarudur bu canlar satulurSataram canımı alan bulunmaz (Divan s 59)

Bu dünya bir gelindür yeşil kızıl donanmış (Divan s 58)

Yunus her zaman hakikatı söylemek zorundadır, bu ikilemi ruhunda yaşar , ama söylemek zorunda olduğunu kabul eder.

Söylerisem sözüm savaş söylemesem ciğerim başCihan doludur kallaş her birinden bir taş gelür (Divan s 49)

Yunus insanı belli bir mekana ve zamana sıkışmış bir canlı olarak değil, varlığın prototipi olarak görür, alemin her safhasında insan vardır. Yunus o insanı kendi olarak yorumlar ve her yerdeki rolünü anlatır. O buraya gelmeden önce ezeli vatanında olduğunu söyler, ezeli söz vermeden önce de vardır,Hak’tan da ayrı değildir, ezeli divanındadır. Hazreti Eyyüb ile dert çekmiş inlemiş, Belkız’ın tahtında oturmuş, Süleymanın yanındadır. Yunus ile balık macerasını birlikte yaşar, Zekeriyya ile kaçmış, nuh ile tufanı birlikte yaşamıştır. İsmail’e bıçak çalmış, koç ile kesilmekten kurtulmuştur. Yusuf ile kuyuda yatmış, gam çekmiştir. Yakup ile çok ağlamıştır. Mirac gecesinde Hazreti Peygamberin yüzünü arşa döndürmüştür, Üveys ile tacı vurmuş, Mansur ile asılmıştır. Ali ile kılıç salmamış, Ömer ile adalet eylemiştir, on sekiz yıl Kaf dağında Hamza ile birliktedir. Ezelden beri Allah dilinde peygamber kalbindedir, bu konuda şüphesi yoktur. Dünya yapılmadan Adem dünyaya gelmeden , öküz balık gelmemişken, o bu dünyada vardır. O ezeli aşıklar ile birlikte yaşamıştır, bu dünya mülkü yapılmadan o dolaşmaktadır ve seyrandadır. Yunus korkuyu da işler. İnsanın burada korkmasını, korkarsa sırattan kolay geçer.

Bunda korkmazısan Yunus anda korkudurlar seni Eğer dirlüğün hakısa sıradı geçersin sehel (Divan s 82) Yunus Emre islamın ve dinin bütün argümanlarını , temalarını, esas umdelerini eserlerinde kolay bir deyişle anlatmıştır. Yunus bir insanı hakikate her zaman vardıracak ilme ve deyişe sahip bir büyük dervişimizdir. Böyle bir insanı bu topraklardan çıkaran mantık bizi nasıl birbirimize dost etmez o da hayret vericidir.

Page 64: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

62|MAYIS 2010

I. Giriş

Yunus Emre edebiyatımızda, Türk tasavvuf şiiri ve dervişlik düşüncesinin ilk temsilcileri arasındadır. Fuat Köprülü’nün de belirttiği gibi Yunus, edebiyatımızdaki “İlk Mutasavvuflar”dandır. Yunus, sevgi ve hoşgörü konularında edebiyatımızdaki zirve şahsiyetlerdendir. Bu özellikleri yanı sıra, Dîvanı’nda içinde yaşamış olduğu topluma yönelik eleştiri mahiyetindeki şiirlerinin sayısı, kayda değer niceliktedir.

Biz bu çalışmamızda Yunus Dîvanı’ndaki sosyal tenkit veya toplumsal eleştiri içeren şiirlere temas etmek istedik. Yunus Emre’de tenkit meselesi daha önce Prof. Dr. Cemal Kurnaz1 ve Maksut Yiğitbaş2 tarafından ele alınmıştır. Çalışmamızda örnek olarak verdiğimiz şiirler, Mustafa Tatçı’nın3 “Yunus Emre Dîvanı” adlı eserinden alınmıştır.

1. Kurnaz, Cemal; Yunus Emre’de Tenkit”, Uluslar arası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri, ( Ankara, 07-10 Ekim 1991), Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 1995 Ankara, s. 465-471. 2. Yiğitbaş, Maksut; “ Didaktik Hiciv ve İroni Bağlamında Yunus Emre Dîvânı”, I. Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu, 8-10 Ekim 2008, Aksaray üniversitesi, Yayınları, 2009 Aralık, Aksaray, s. 102-106.3. Tatçı, Mustafa; “ Yunus Emre Divanı”, Akçağ Yayınları, 1991 Ankara.

II. Yunus Dîvanında Sosyal Eleştiri Konuları

Dîvanındaki ilk eleştiri konusu, toplumda öğüt veya nasihatın işlemez hale gelmesiyle ilgilidir.

Yunus miskîn bu öğüdü sen sana versen yeğ idiBu şimdiki mahlukata öğüt assı kılmaz ola (6 /8)

Yunus Dîvanında toplumun en fazla tenkit edilen kesmi, eğitimsiz kişilerden ziyade medresede biraz okumuş ve dinî bir eğitim almış, az buçuk tahsil görmüş olan kişilerdir. Bu grupta, bazı medrese müderrisleri, alimler, bazen müftüler veya hacılar ve derviş olarak geçinenler bulunmaktadır. Bazen kadı ve sultanlar dahi Yunus’un bu eleştiri oklarından nasiplerini almışlardır.

Etrafındaki insanları küçümseyen veya almış olduğu eğitimin aksine hareket eden bu alimler zümresi, Yunus tarafından pek çok kez eleştirilmiştir.

Medreseler müderrisi okumadılar bu dersiŞöyle kaldılar âciz bilmediler ne bâb durur4 (47 / 4)

Aşıklar ortasında sof îlik satmayalarİhlâs ile bu aşka riyâyı katmayalar (57 / 1)

4. Kurnaz, age.; s. 469.

Yunus Emre Divan’ında Sosyal EleştiriYrd. Doç. Dr. H. Kahraman MUTLU|Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi, Çağ. Türk Leh. ve Ed. Böl.

Ey Nesimî can Nesimî bil ki Hak aynındadırBunca mahlukun vebali ulema boynundadırNesimi

Page 65: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|63

Dosttur bizi okuyan üstümüzde şakıyanŞimd’üç buçuk okuyan derin danışman olur (58 / 2)

Danişmend okur dutmaz derviş yolun gözetmezBu halk öğüt işitmez ne sarp zaman olusar (60 / 2)

Eğriliği yaydan eğri doğruluğu okdan doğruBu şehir içinde ugrı hem kadı hem de sultan nedür5 ( 94 / 2)

Namaz kılarım diyüben münkir gelmen dervişlere Eğer bin yıl kılar isem kendi duân yargılamaz (109 / 3)

Bu bir acâyib haldir bu hâle kimse irmez Alimler dava kılar velî değme göz görmez (110 / 1) Yakındur işinün ucı azuptur müftî vü hacı6 Göreyin diyen mirâcı miskinliğin dutsun demiş (122 / 2)

Alimler okuyup tutmaz halkı görüben gözetmez Gönüllerde safa bitmez saladur kudse gidelim ( 218 / 4)

Kendüye yaramazı biregüye sanan olAdı müselman anun kendü benzer keşişe7 (293 / 32)

Ben dervişem diyenler yalan da’vi kılanlarYarın Hak dîdârını görmeyiser göz ile8 (335 / 11)

Işık ile dânişmend sû’i işler her zamanDânişmend Işık’a eydür bî-şerîat degül mi9 (352 / 6)

Sen cânından geçmeden cânan arzu kılarsın Belden zünnâr kesmeden imân arzu kılarsın

Men ‘arefe nefsehu dersin illa değilsin Melâikden yukarı seyran arzu kılarsın

Tıfl-ı nev-reste gibi eteğin at edinipEle çevgan almadan meydan arzu kılarsın

Bilemedin sen seni sadefde ne gevhersin Mısır’a sultân iken Kenân arzu kılarsın10

Ol ezel âleminde ebedi gözlemedinPer ü bâlin bitmeden cevlân arzu kılarsın

Yetmiş yedi perde var dostunu arzulamaYedisinden geçmeden yakîn arzu kılarsın5. Kurnaz, age.; s. 470.6. Kurnaz, age; s. 469. 7. Kurnaz, age.; s. 469. 8. Kurnaz, age.; s. 469. 9. Kurnaz, age.; s. 469. 10. Yiğitbaş, age.; s. 103

Otuzu gözde durur otuzu gönüldedirOnun dahi bilmeden görmek arzu kılarsın

Sen bunda işe geldin uş yine varısarsınHenüz sen kul olmadan sultân arzularsın (255 / 1-8) Kim ki bir dem sohbet ola müftü müderris mat olaBir İlâhi devlet ola ondan içen oldu bâkî

Hırka vü takye yol vermez ferecile âlim olmazDin diyânet olmayıcak neylersin bunca varâkı

Okudun yedi Mushaf ’ı tâat gösterirsin sâf îÇünkü amel eylemedin gerekse var yüz bin oku

Bin kez hacca vardın ise bin kez gaza kıldın iseBin kez gönül sıdın ise gerekse yüz yıl yol okı11 (366 / 3-7)

Alimler kitâb düzer karayı aka yazarGönüllerde yazılır, bu kitabın sûresi

Yürü hey sûfi zerrak ne sâlûsluk satarsınHak’dan artık kim ola kula dilek veresi (378 / 7,8) Nice bir besleyin bu kaddile kameti Düştün dünya zevkine unuttun kıyameti

Kerametim var diyen halka salusluk satanNefsin Müslüman etsin var ise kerameti (380 / 1,5) Sarraflığı öğrenmeyen bu gevheri boncuk sanırVarır verir yok nesneye bilmez neye sattığını ( 401 / 5)

Toplumun geneline yönelik eleştirileriyse, halk arasında doğruluk ve dürüstlük gibi kavramlara itibar edilmemesi, ahir zaman alametlerinin ortaya çıkması, haram ile helalin birbirine karışması, toplumdaki fertlerin nefislerine teslim olmalarıyla ilgilidir. Müslümanlar gönül şehri açılmaz melâmet varNazar eylen bu dünyaya aceb türlü alâmet var

Şeriat göğe çekildi zulmile iller yakıldı Yüz suyı yere döküldü kıyametten işaret var

Ne kadı adl ü dâd eyler ne kayguluyı şad eylerNe ümmî itikat eyler ne imamda imamet var

Sûf î zühde riyâ katar filan mahluk dahi beter Ne danişmend okur dutar ne mescidde cemaat var

Ganîlerin kendi hayrı fakirin kalmadı sabrı Ne oğlun ana kadri ve ne anada şefkat var

11. Yiğitbaş, age, s. 103

Page 66: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

64|MAYIS 2010

Ne pirler ölümün yoklar hatunlar usul bekler Ne kız ayal edeb saklar yiğitlerde cehalet var

Görenler dervişi kaçar gezer derviş kapı açarNe bu halk gözünü açar ne dervişde kanaat var (14a / 1-7)

İşidin ey ulular âhir zaman olusarSağ Müslüman seyrekdir ol da gümân olusar

Görün beyler mürveti binmişler birer atıÇekdiği yohsul eti içtiği kan olusar

Yani er gelmiş erden elini çekmiş şerdenDeccâl kopusar yerden âhir zaman olusar

Aceb mahluk erişdi göz yumuban dürüşdüHelal haram karışdı assı-ziyân olusar

Birbirne yavuz sanır ettiğin kala sanırYarın mahşer gününde işi beyân olusar (60 / 1, 3-6)

Miskin âdem oğlanı nefse zebûn olmuşdurHayvân canavar gibi otlamağa kalmışdır

Hergiz ölümün sanmaz ölesi günün anmazBu dünyadan usanmaz gaflet ögün almışdır

Oğlanlar öğüt almaz yiğitler tevbe kılmazKocalar tâat kılmaz sarp rûzigar olmuşdur

Beğler azdı yolundan bilmez yoksul hâlinden Çıkdı rahmet gölünden nefs gölüne dalmışdır. (76 / 1-4)

Nîceler bu dünyada günahını yuyamazÖmrü geçer yok yere ey dirigâ duyamaz

Bir nîce kişilerin gaflet gözünü bağlamışHak yolunda derişen bir yufkaya kıyamaz (105 / 1-2)

Binde biri bu halkın Rahman yoluna giremezGel bir kişi göster kim şeytan yoluna girmez

Uzattı bu halk işi ger erkek ü ger dişiMüsülman olan kişi isyan yoluna giremez (115 / 1-2)

Sâlihler kalmadı gitti bu cihânı fesâd tuttuBu cihânın işi (bitti) saladur kudse gidelim

Şeyâtin fırsatın buldu gönül kararuban öldüİyi dirlik kesâd oldu saladur kudse gidelim

Emr-i maruf bu dem kaldı bid’at gelip sünnet öldüNasibli nasibin aldı saladur kudse gidelim ( 218 / 2,3,5)

Kimde ki şefkat vardır rahmet dahi ondadırŞimdi bir gönlü açık sünnî müsülman kanı ( 396 / 1-2)

III. Sonuç

Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Türk edebiyatında ismi tevazu ve hoşgörü kavramlarıyla bütünleşmiş olan Yunus Emre’nin, yaşadığı devirde toplumsal yaşamda görmüş olduğu aksaklıkları en ağır şekilde tenkit etmekten geri kalmadığı görülmektedir. Bu eleştirilerin hedef aldığı zümrelerin başında, yaptıkları, almış olduğu dinî ve ahlakî eğitimle bağdaşmayan alimler zümresi gelmektedir. Yunus şiirlerinde elbette sadece alimleri eleştirmemiş, yer yer halkın, içinde yaşadığı toplumun sıradan fertlerini de tenkit etmiştir.

Biz de bu yazımızı Cemal Kurnaz Hocamız gibi Yunus’un tenkitlerini bir arada topladığı şiiriyle bitirmek istiyoruz: Müselmanlar zamâne yatlu oldıHelâl yinmez haram kıymetlü oldı

Okınan Kur’ân’a kulak tutılmazŞeytanlar semürdi kuvvetlü oldı

Haram ile hamîr tutdı cihânı Fesâd işler iden hürmetlü oldı

Kime kim Tanrı’dan haber virürsenKakır başınsalar hüccetlü oldı

Şâkird üstad ile arbede kılurOğul ata ile izzetlü oldıFakîler miskînlikten çekti elinGönüller yıkuban heybetlü oldı

Peygamber yirine geçen hocalarBu halkın başına zahmetlü oldı

Tutulmaz oldı peygamber hadîsiHalâyık cümle Hak’dan utlı oldı ( 387 / 1-8)

Kaynakça:1. KURNAZ, Cemal; Yunus Emre’de Tenkit”, Uluslar arası Yunus Emre Sempozyumu Bildirileri, ( Ankara, 07-10 Ekim 1991), Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 1995 Ankara, s. 465-471.2. YİĞİTBAŞ, Maksut; “ Didaktik Hiciv ve İroni Bağlamında Yunus Emre Dîvânı”, I. Uluslararası Yunus Emre Sempozyumu, 8-10 Ekim 2008, Aksaray Üniversitesi, Yayınları, 2009 Aralık, Aksaray, s. 102-106.3. TATÇI, Mustafa; “ Yunus Emre Divanı”, Akçağ Yayınları, 1991 Ankara.4. TATÇI, Mustafa; “ Yunus Emre Divanı I- II ”, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1997 İstanbul

Page 67: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|65

Page 68: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

66|MAYIS 2010

Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti’nin dağılmaya başladığı ve Anadolu Beylikleri’nin kurulduğu XIII. yy. ortaları ile, Osmanlı Beyliği’nin

filizlenmeye başladığı XIV. yy’ın ilk çeyreğinde (M.1240 – 1320) doğup yaşamıştır.”Yunus’un Moğol istilası sebebiyle Horasan’dan Anadolu’ya gelip yerleşen “Horasan Erenleri “ nden bir aileye mensup olduğu ; bu ailenin Orta Anadolu’da Sivrihisar yakınlarındaki Sarıköy’e yerleştiği ve Yunus’un da XIII. yy’ın ikinci yarısında burada dünyaya geldiği tahmin edilmektedir.”1

“Yunus’un düşünce sisteminde Allah ve aşk en büyük yeri tutar. Şiirimizde ilâhi aşkın en orijinal terennümlerini Yunus Emre dile getirmiştir. Yunus, tasavvufun aşk tarafını olabildiğine genişletmekte ve derinleştirmektedir.”2 Yunus bir şiirinde ilâhi aşk için “sevü” kelimesini kullanır. O bu konuda;

“ Ben gelmedüm da’vi için benüm işüm sevüyiçünDostun evi gönüllerdür gönüller yapmaga geldüm”3

diyerek bu dünyaya mücadele ve kavga etmek için gelmediğini tam tersine ilâhi aşkı ve sevgiyi bulmak için geldiğini söyler. Ona göre ilâhi aşkı gönüllerde oluşturan insan, Allah’a ulaşan insandır. Çünkü Yunus’a göre ilâhi aşk gönüllerde oluşur. Yunus, özünün mutlak varlık olan Tanrı’da gizli olduğunu ve ondaki sevgilerin sayısız olduğunu söyler. Nitekim o bu konuda;

“ Çalab’un4 dünyasında yüz bin dürlü sevgü varKabul it kendözüne gör kangısı layıkdur”5

diyerek bu sevgileri derece derece farklılıklar gösterdiğini 1. Yaşar, S., (1991), hayatı sanatı ve tefekkürü Yunus Emre, İstanbul. Yeni asya yay.2. Kabaklı, A. , (1983) Yunus Emre , İst. Türk Edebiyatı Vakfı yay. 3. Emre, Y. , (1997) Yunus Emre Divanı, (hzl. M.Tatçı) , cilt 1- IV İst. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI yay.4. Mısrada tanrı anlamında kullanılmıştır.5. A. g. e

ifade eder. Yunus bu beyitte insanlara hitaben, onların ruh dünyalarına uygun sevgiyle yaratıldığını belirtir. “ Yunus’ta ilâhi sevgi ateşinin alevleri altında bütün olumsuzluklar adeta yanmakta, kinler, nefretler, küçük hesaplar bir tarafa bırakılmaktadır. Ölüp yeniden dirilmişcesine bu defa, aynı sevginin bereketli yağmurlarıyla filizlenen yeni bir kişilik ortaya çıkmaktadır. Bu olgun kişilik, sadece insanlara değil, hayvanlara ve eşyaya bile sevgi ve şefkatle yaklaşan, yumşak ve geniş ufuklu bir mahiyet arz eder.”6

Yunus’a göre Allah’ı gerçek sevenler için bütün yaratılmışlar sanki bir kardeş gibidir. O bu hususta;

“Erenler buna kalmadı vardı yoluna turmadıHakk’ı gerçek sevenlere cümle alem kardeş gelür”7

diyerek Allah sevgisinin yüce bir sevgi olduğunu ifade eder. Yunus burada Allah sevgisinin bütün kötü duyguları (kin, nefret, haset) ortadan kaldırarak insan ruhunu adeta berrak bir hale getirdiğini ifade eder.

Yunus, hayatında gönlünü sadece Allah sevgisine bağlamak istemiştir. O, bu sevgiye bütün ruhu ile yönelmiştir. O, bu sevgiyi elde etmek için dünyasını terk etmiş, nefsine düşman olmuştur. Yunus’a göre Allah’ı sevmeyenler cansız birer şekilden ibarettirler. O bu konuda;

“ Hakdur seni sevmezlere cansuz suretdür dirisemAnun için canlulara senin gibi maşuk gerek”8

diyerek Allah sevgisinin kişiye canlılık kattığını savunur. Yunus’un buradaki canlılıktan maksadı, kalbi canlılıktır. Ona göre Allah sevgisi kalplerde yeşerir. Yunus hayatın

6. Demirci, M. , (1997) , Yunus Emre’de ilahi aşk ve insan sevgisi, İst. Kubbe altı neşriyatı 7. A.g.e 8. A.g.e

Yunus Emre’de

Allah ve İnsan Sevgisiİlyas PÜR|Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni

Page 69: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|67

gerçek özünü Allah sevgisinde bulur. O aynı zamanda yaratılmış bütün canlıları da yaratandan ötürü sever. Çünkü O, Allah sevgisinin her şeyi kuşattığını düşünür. Yunus, bu sevgiyle insanın huzura kavuşacağını yine ruhun bu sevgiyle canlılık kazanacağını ifade eder.

İnsana saygı Allah’a saygı; insana hizmet Allah’a hizmet ve ibadettir. İnsan hangi niteliğe sahip olursa olsun insan olması hasebiyle sevgiye layıktır.9 “ Yunus’taki insan sevgisinin kaynağı Allah sevgisinden gelmektedir. Ona göre yaratılmışların hepsi Hak’tan gelmiştir. Bu sebeple insanlar ister itaatkar, ister asi isterse günahkar olsun hiçbir ayırım yapmadan hepsini sevmek gerekir. Çünkü neticede onların hepsi Allah’ın yaratmış olduğu en yüce varlıklardır.”10 Yunus, bir beyitinde insanın değerli bir varlık olduğuna atıfta bulunarak gönül yıkmanın zararlarından bahseder. O bu konuda;

“Bir kez gönül yıkdunısa bu kıldıgun namaz degülYitmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz degül”11

diyerek insanları gönül kırmaya değil gönül yapmaya davet eder. Her ne kadar namaz İslam dininin en önemli ibadeti de olsa gönül kırmamakta İslam dininin ahlaki bir davranışıdır. Yunus, yine insan sevgisi üzerine söylediği bir şiirinde bütün insanları sevgiye ve kardeşliğe davet eder. O bu hususta;

“Gelün tanşuk idelüm işi kolay tutalımSevelüm sevilelüm dünya kimseye kalmaz”12

diyerek sevginin değerini vurgular. Yunus, fani olan bu dünyanın birgün yok olup gideceğini bundan dolayı da insanların, birbirlerine olan küskünlüklerinden ve dargınlıklarından vazgeçmeleri gerektiğini savunur. Ona göre barışın yolu insanları sevip onlarla tanışmaktan geçer.

Sonuç olarak, Yunus’un insan sevgisinin temelinde Allah sevgisi yatmaktadır. O, Allah için insanları sever. Çünkü bütün insanlar Allah’ın kuludur ve bütün insanları O yaratmıştır. Yunus, şiirlerinde bu dünyanın geçici olduğunu ifade ederek insanları kine, hasede, kendini beğenmişliğe değil ; sevgiye, hoşgörüye, kardeşliğe ve barışa çağırır. O, insanları ırk, renk, dil, din gibi hiçbir ayırıma tabi tutmadan sever. Ondaki sevginin bu derece büyük olması psikolojik anlamda tüm benliği ile ilahi aşka yönelmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

9. Karagöz, İ. , (2006), Ayet ve Hadislerin Işığında Sevgi ve Dostluk, Ank. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay.10. A.g.e 11. A.g.e 12. A.g.e

Bu dünyâya gelen kişi âhir yine gitse gerekMisâfirdür vatanına bir gün sefer etse gerek

Fotoğraf: Levend İSKİT|Yemen/Sana

Fotoğraf: Levend İSKİT|Yemen/Sana

Seçki: Bahanur GARAN

Seçki: Bahanur GARAN

Page 70: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

68|MAYIS 2010

Özellikle tasavvuf edebiyatının alanı içerisine giren dünya hayatının geçiciliği üzerinde birçok şair, yazar söz söylemiş, kendince gönlünden geçeni

dile getirmiştir. Ama bu yazar ve şair topluluğu içinde öyle bir isim vardır ki samimi ve akıcı dili, hiç dinmeyen heyecanı ve içinde coşkuyla taşıdığı Allah sevgisi ile asırlara meydan okuyup günümüze kadar ulaşmayı başarmıştır.

Yunus Emre, mutasavvıf bir halk şairidir. O, şiirlerinde kendinden yola çıkarak insanı insana anlatmaya çabalamıştır. Ele aldığı konular evrensel değerler çerçevesinde bulunduğu için genç yaşlı demeden pek çok kişi kendini bulmuştur şiirlerinde.1 O, lirik şaheserlerinin yanı sıra onu dinleyenlere öğüt vermekten de geri kalmamıştır. Yazımızda üzerinde duracağımız “dünya hayatının geçiciliği” konusunda da asırlar öncesinden gelen ama geçerliliğini hiç yitirmeyen bu öğütlerden bazılarına yer vereceğiz.

Birçok mutasavvıf şair gibi Yunus Emre’ye göre de bu dünya ve diğer dünya Allah’ın görkemiyle doludur ama bunu bilemeyenler ve bu gerçeği göremeyenler için dünyada tehlikeli tuzaklar bulunmaktadır. İnsan aldanırsa dünyanın nimetlerine kanar.

Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmışKişi yeni geline bakubanı doyamaz (105/3)2

Sûfilikte esas olan; maddeden sıyrılıp manaya yani ilahi aşka ulaşmaktır. Madde dünyanın tüm geçiciliğini temsil eder. “İnsanın hürriyetini engelleyen de, büyük ölçüde maddedir. Kendi ihtiyacından fazla maddeye sahip olan insan, soğukkanlı bir değerlendirmede, maddenin de kendi nefsine sahip olduğunu görür ve bundan kurtulmaya çalışır. Aslında insan, kendi arzularının esiridir. Mal-mülk, şan-şöhret sahibi olma, bazı arzuları gerçekleştirmek içindir. 1. Yunus Emre’nin İnsanlığa Bakışı ve Günümüze Mesajları, İsmet ŞANLI, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or TurkicVolume 4/2 Winter 2009. 2. Yunus Emre Divanı, Dr. Mustafa Tatçı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1991, sf:99

Arzuları hep diri tutmak, ama aynı zamanda baştan sona hep kontrol altında tutmak gerekir.”3

Eğer gerçek konuk isen aç gözün uyanık isenSen bu söze tanık isen geri kalır mülk ile mal(153/2)4

Bu dünya kahır evidir hem bâki değil fânidirAldanuban kalma buna tez tevbeye gelmek gerek(137/2)5

Arif kişi dünya malının geçiciliğini anladığından gerçek aşka kavuşma yolunda ondan kurtulması gerektiğini bilir. Onun için dünya üzerinde ne varsa uzak durmaya çalışır. Nefs insanın düşmanıdır onu oyalamak baştan çıkarmak için uğraşır. Dünya malı kimsede sonsuza kadar kalmamıştır. Yunus Emre beyitlerinde bu duruma işaret ederek dünyaya her gelenin elbet bir gün geçeceğini hatırlatmaktadır.

Sen bu cihan mülkünü Kaf ’tan Kaf ’a tuttun tutYâ bu âlem malını oynayuban uttun tut(17/1)6

Aldanma mala davara kulluk eyle Hakk’a yaraSevi ile bile vara bâki yoldaş olanı gör(22/4)7

Biz bunun neliğin bildik dünyenin nesine kaldıkArzumuz nefs için değil dünya tefeccüründeyiz. (144/3)8

İnanma fâni ömre kim bâki değildir sevgisiGörür iken sultanları koyup giderler mülk ü mal(155/2)

Yunus Emre şiirlerinde bazen ürpertici cehennem, mezar, ölüm tasvirleri yapmasına rağmen ölümü sonsuzluğa açılan bir kapı olarak gösterir. “Ölüm; canın geriye bir

3. Yunus Emre’de Tasavvuf ve Eğitim-III, Prof. Dr. Mustafa ERGÜN,http://www.egitim.aku.edu.tr/yunusemre3.htm, 23.03.01-20.514. Yunus Emre Divanı, Dr. Mustafa Tatçı, Akçağ Yayınları, Ankara, 1991, sf:1265. Yunus Emre Divanı, a.g.e., s.f:117.. 6. Yunus Emre Divanı, a.g.e, sf-53 7. Yunus Emre Divanı,a.g.e, sf-55 8. Yunus Emre Divanı,a.g.e, sf-103

Yunus Emre’nin Beyitlerinde Dünya Hayatının Geçiciliği

İlke KÜÇÜK |Eskişehir Osmangazi Üniversitesi , Fen Ed. Fak. Türk Dili Yük. Lisans Öğrencisi

Page 71: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|69

daha dönüşü olmayan gidişi, ebedî bir âleme geçişidir. Bu âlemde canın ölümsüz olduğunu vurgulayan Yunus, ölüm tasavvurunu sonsuzluk anlayışı ile bütünleştirir.”9 Zebânîler çeke tuta götüre Tamu’ya ataDeri yana sünük tüte dün-gün işi efgân ola(9/3)10

Korkar isen sen Tamu’dan (gel) alçak olgıl kamudanOl günü ince sıratdan bil kamular geçmek gerek(137/4)11

Ten fanidir can ölmez, çün gitti geri gelmez.Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.

Başlangıçtan sonuna kadar ölümün bir son olmadığını savunan Yunus Emre, dünyanın zahiri bir âlem olduğunun altını çizmektir. Ama onu en iyi Allah sevgisi ile dolu gönlünde başka hiçbir şeye yer olmadığını, dünya üzerinde tek arzusunun gerçek sevgiliye ulaşmak olduğunu bildiren şu beyitlerde anlarız:

9. Dinî -Tasavvufî Türk Şiirinde Ölüm Terennümleri, Dr. Rıfat Araz, Bizim Külliye Üç Aylık Kültür Sanat Dergisi,Mart–Nisan–Mayıs - 2009, Sayı 39, sh. 58-64.10. Yunus Emre Divanı, a.g.e., sf:4911. Yunus Emre Divanı, a.g.e., sf:117

Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seniBen yanaram dünü günü bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirimAşkın ile avunurum bana seni gerek seni

Cennet cennet dedikleri bir ev ile birkaç huriİsteyene vergil onu bana seni gerek seni

Yûnus çağırırlar adım gün geçtikçe artar odumİki cihanda maksudum bana seni gerek seni.

Kaynakça:1. Araz Rıfat, Dini-tasavvufi Türk Şiirinde Ölüm Terennümleri, Bizim Külliye Üç Aylık Kültür Sanat Dergisi, Mart-Nisan-Mayıs-20092. Ergün Mustafa, Yunus Emre’de Tasavvuf ve Eğitim, http://www.egitim.aku.edu.tr/yunusemre3.htm3. Günşen Ahmet, Çağlar Üstü Kimliği ve Türkçesiyle Yunus Emre 4. Özbek Abdullah, Anadolu’nun Türkleşip İslamlaşmasında Yunus Emre’nin Rolü. 5. Şanlı İsmet, Yunus Emre’nin İnsanlığa Bakışı ve Günümüze Mesajları, International Periodical For The Languages , Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 2/4 Winter, 2009 6. Tatçı Mustafa, Yunus Emre Divanı, Akçağ Yayınları, 19917. Tatçı Mustafa, Bu Yolda Acayip Çok: Yunus Emre’nin Bir Şiirinin Yorumu, Turkish Studies International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 2/4 Fall 20078. Yeniterzi Emine, Divan Şiirinde Ölüme DairBazı Hususlar, SÜ Sosyalbilimler Enstitü Dergisi, 1999

Yetmiş iki millete kurban ol âşık isenTâ âşıklar safında imam olasın sâdık

Fotoğraf: Levend İSKİT| Hindistan/Haridwar Seçki: Bahanur GARAN

Page 72: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

70|MAYIS 2010

I. OSMANLI DEVLETİ’NDE ZAVİYELER

Kısa zamanda çok geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı Devleti’nin elde ettiği yerleri kendi yerleşik hayat kültürüne dahil edebilmesi vakıflar sayesinde olmuştur. Vakıfların neredeyse hayatın bütün alanlarına nüfuz etmesi yönetim anlayışının sınırları ile izah edilebilir. Merkezi idare pek çok hizmetin yerinden halledilmesi prensibiyle bu hizmetleri ifa edecek kurumların ve bunların giderlerini karşılayacak vakıfların oluşturulmasını teşvik etmiştir. Kuruluş yıllarından itibaren hızla yayılan zaviyeleri ve onların vakıflarını bu çerçeve içerisinde değerlendirmek lazımdır.

Günümüze kadar ayakta kalabilen ve inşa tarihleri belli olan Osmanlı dönemine ait zaviyelerin, kuruluş döneminden Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatının ilk yıllarına kadar uzanan üç asırlık bir dönem içinde yapıldığı1 ve zaviye mensuplarına geniş haklar verildiği görülmektedir. Fakat XV. asrın ikinci yarısından itibaren devlet idaresinin merkezileşmesiyle, ilk devirlerde zaviyelere tanınan imtiyazlar yavaş yavaş sınırlandırılmaya başlanmıştır. Nitekim, Fatih devrinde yapılan toprak düzenlemesi sırasında bazı zaviyelerin evkâfına el konulup iptal edildiği görülmektedir. Bu vakıfların bir kısmı sonradan geri verilmişse de artık zaviyelerin idaresi, şeyhlerin tayin ve azilleri devlet kontrolü altına girmiştir. Hatta devletin bu zaviyelerde sünnî akaide muhalif faaliyetlere izin vermediği 1. A.Yaşar Ocak, Suraiya Faruki, “Zaviye”, İslam Ansiklopedisi, C.XIII, İstanbul 1993, s.471.

yazılan hükümlerden anlaşılmaktadır.2 Bu durum XVI. yüzyıldan itibaren daha da artmıştır. XVII. yüzyılda vakıflar tarafından desteklenen zaviyelerin, Mevlevî, Nakşibendî, Halvetî, Celvetî ve Kâdirî gibi sünnî tarikat zaviyeleri olduğu görülmektedir. 3

Osmanlı idaresi açısından, şehir dışında kurulan zaviyelerin başlıca fonksiyonu yolcu konaklamasına imkan sağlamaktır. Zaviyelere tanınan vergi muafiyetleri, dini sebeplere değil kurum tarafından verilen hizmetlere bağlanmıştır. Zaviye bir çeşit misafirhane olduğu için, zaviye mutfağının ayrı bir yeri vardır. Zaviyelerde barınan derviş ve diğer misafirlerin yiyecekleri, zaviyeye vakfedilmiş vakıf kaynaklarından sağlanırdı. Tekkede ölen bir dervişin terekesi umumiyetle zaviyelere bırakılırdı.4

Zaviyelerin bir kısmı ise, özellikle köylerde ve yol üzerlerinde bulunanlar, bir çiftlik gibiydiler. Çevre arazide bizzat dervişler tarafından tahıl, sebze ve meyve yetiştirilir, davar ve sığır da beslenirdi. Ayrıca, birçoklarının kendilerine ait değirmenleri bile vardı.5 Selçuklu ve Osmanlı devri zaviyelerinin en önemli faaliyetlerinden biri de, Anadolu ve Rumeli’nin İslamlaşması konusundadır. Ömer Lütfi

2. Hicri 981 tarihli Mühimme Defterinde Seyyidgazi Zaviyesi’nde görülen rafizîlik ve mülhidlik gibi şer‘a muhalif hareketlere rızâ-yı hümâyun olmadığı ve oradakilerin ehl-i sünnet mezhebi üzre olmaları gerektiği bildirilmektedir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA).Mühimme Defteri (MHM), Nr.22, s.90/187. 3. Hasan Yüksel, Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü (1585-1683), Sivas 1998, s.173.4. Ocak, Faruki, s.472,.473. 5. BOA.Maliyeden Müdevver (MAD), Nr.27, s.57.

Belgeler Işığında

Yunus Emre ZaviyesiMehmet TOPAL |Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Fen Ed. Fak. Tarih Böl. Öğretim Üyesi

Page 73: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|71

Barkan zaviyelerin İslamlaşma faaliyetlerindeki rolünden bahsederken kayıtlarda bir çok dervişin Abdullah oğlu ve kul oğlu olarak geçmelerinin zaviyelerin tesiri altındaki ihtida hareketleri ile izah edilebileceğini belirtmiştir. Ayrıca zaviyelerde uzun seneler oturan hıristiyan hizmetkarların, coşkun ve esrarlı dini ortamın etkisi altında kalarak müslüman olmalarının çok tabii olduğunu ifade etmiştir.6

Zaviyelerin halk kültürü üzerindeki rolünden de bir parça bahsetmek gerekirse; Anadolu’da Selçuklu döneminden itibaren medreselerin pek nüfuz edemediği köy ve göçebe muhitlerinin kültür hayatlarında zaviyelerin çok etkili oldukları söylenebilir. Medreselerin belli bir aydın tabakaya hitab eden eğitim-öğretim anlayışının halk tabakalarına istenilen ölçüde giremeyişi içtimai hayatta önemli bir boşluk yaratmıştır. Bu boşluk ise zaviyeler tarafından doldurulmuştur. Belirli günlerde zaviyelerde halka açık yapılan vaazlar ve şeyhlerin sohbetlerinin ilgi gördüğü söylenebilir. Ayrıca, medrese âlimlerinin anlaşılması güç eserlerine karşılık, şeyhlerin sade bir dil ve üslupla yazdıkları manzum ve mensur eserler de halk arasında büyük bir ilgi görmüştür. 7

Zaviyeler, çeşitli âmiller sebebiyle zamanla eski fonksiyonlarını yitirmişlerdir. Özellikle yol kavşaklarında bulunan zaviyeler suhte ve celali olaylarının verdiği korku ile misafir kabul edemez hale gelmişlerdir. Terk edilen köyler ve vakıf çiftliklerinden ürün alınamadığı için binaların bakımı yapılamamış, çoğu harap olmuştur. XVIII.yüzyılda pek çok vakıf zor duruma düşmüş ve bazı zaviyelerin vakıfları birleştirilmiştir. 8 XIX. yüzyıldan başlayarak Batılılaşma hareketlerine paralel olarak işlev ve tesirini yitirmeye başlayan zaviyeler, 30 Kasım 1925 tarihinde Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması ile ilgili çıkarılan bir kanun ile tarihe karışmışdır.

II.YUNUS EMRE ZAVİYESİ

1.Yeri ve İsmiZaviyenin yerini ve ismini belirten en eski kayıtlar Başbakanlık Osmanlı Arşivi ve Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan ve vakıf kayıtlarını içeren tahrir defterleridir. 15. ve 16. Yüzyıla ait bu defterlerde Hüdavendigar Livası Sivrihisar Nahiye’si Saru adlı köyde

6. Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, S.2, Ankara 1942, s.303-304. 7. Bu gruba örnek olarak Ahmediye, Muhammediye ve Envârü’l-Âşıkîn verilebilir. 8. Halime Doğru, “XVII. ve XVIII. Yüzyıllarda Eskişehir ve Çevresindeki Vakıfların Genel Görüntüsü”, Osmanlı’dan Cumhuriyete Problemler, Araştırmalar, Tartışmalar, I.Uluslararası Tarih Kongresi Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, 24-26 Mayıs 1993, s.33.

olduğu belirtilmektedir.9 Tahrir defterlerinden sonra belge silsilesinde bir kopukluk oluşmaktadır. Bu kopukluğun bittiği XVIII. Yüzyıldan itibaren rastladığımız kayıtlarda zaviyenin yeri “Sivrihisar Kazası Günyüzü Nahiyesi Saru nâm karye” şeklinde geçmektedir. Şemseddin Sami ise zaviyenin yerini, Porsuk Nehri’nin Sakarya’ya karıştığı bir mahal olarak tarif etmektedir. 10

1466 tarihli Kirmasti defterinde Anadolu Beylerbeyi İsa Bey’in, zaviyenin vakıf gelirine katkıda bulunmak üzere iki yerde çeltik ekilmesine izin verdiğine dair mektubu bulunduğu belirtilmiştir. Bunun tasarrufunun da zaviyenin şeyh evladından Osman oğlu ve Şeyh Mehmed’e bırakıldığı açıklanmıştır. Zaviyenin Şeyh Mehmed’e yapılan bağıştan çok önce kurulmuş olduğu, vakıf kaydında buranın kadimden vakfiyyet üzere olduğu belirtildiği için kuşkusuzdur. Tahrir defterlerinde geçen bu tarz ifadelerle daha ziyade Orhan Bey veya en geç I. Murad devirlerinin kastedildiği dikkate alınırsa, zaviyenin bu dönemlerde kurulduğunu düşünebiliriz.11

Tahrir defterlerinde zaviyenin ismi Yunus Emir Bey şeklinde geçmekte ve bu isim 1731 tarihli kayd-ı hakânîde de kullanılmaktadır.12 Bu kayıttan dört ay sonra zaviyedar atanması münasebetiyle kaleme alınan beratta ise Yunus Emre Zaviyesi denilmektedir.13 Buradan hareketle Yunus Emre’nin sehven yazıldığı, dolayısıyla Yunus Emir Bey’in başka biri olduğu iddia edilmektedir. Halbuki bu tarihten sonra kaleme alınan pek çok belgede Yunus Emre ismi geçmektedir. Hatta aynı belge üzerinde farklı isimlerin kayıtlı olduğu14 dikkate alınırsa bu isimlerin hepsinin birbirinin yerine kullanıldığını söylememiz yanlış olmaz. Zaviyeye dair yazışmalara bakıldığında “Kibar-ı ehlu’l-lâhdan Yunus Kaddese Sırrahu’l-azîz”15, “Yunus

9. Halime Doğru, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Sivrihisar Nahiyesi, TTK, Ankara 1997, s. 109; İ. Hulusi Güngör, “Devlet Arşivlerinde Yunus Emre İle İlgili Belgelerin Ortaya Koyduğu Gerçekler”, VIII. Vakıf Haftası Kitabı Türk Vakıf Medeniyeti Çerçevesi’nde Yunus Emre ve Dönemi, Restorasyon ve Kıbrıs Vakıfları Seminerleri 4-5-9 Aralık 1990 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1991, s.71. 10. “Yunus Emre mazanne-i kirâmdan olup Bolu’lu olduğu halde, Porsuk Nehri’nin Sakarya’ya karıştığı mahalde bir zâviye ve çilehâne edinip, ibâdet ve riyâzetle meşgul olmuş ve makâmâtı şöhret bulup 843 de vefat etmiştir. Zâviyesi kurbünde vâki‘ türbesi ziyâretgâhdır. Ümmî olduğu halde sûfiyâne ve ehl-i dilâne ilâhîleri vardır.” Kâmûsu’l-a‘lâm, C.6, İstanbul 1316, s. 4828. 11. Doğru, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Sivrihisar Nahiyesi, s. 109. 12. Halim Baki Kunter, Yunus Emre Bilgiler-Belgeler, Eskişehir Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Eskişehir 2005, s.103. 13. Kunter, s. 104. 14. Zaviyeye mültezimler tarafından yapılan müdahalelerin engellenmesi için zaviye mutasarrıfının müracaatı üzerine yazılan buyrulduda “Yunus Emir Bey” ve “Emir Yunus Bey” ifadeleri aynı anda kullanılmıştır. BOA. Cevdet Evkaf, 14983.15. BOA. Evkaf.Defterleri (Ev.d) 14049, s.20

Page 74: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

72|MAYIS 2010

Emre”16, “Yunus” 17 “Yunus Emrullah” 18 “Emrullah Yunus” 19ifadelerinin de kullanıldığı görülmektedir.

2. Zaviye İçin Yapılan YazışmalarYunus Emre Zaviyesi’ne dair arşiv kayıtları incelendiğinde, daha ziyade görevlilerin atanmasına, gelir ve giderlerin beyanına ve zaviye vakıflarına dışarıdan yapılan müdahalelerin engellenmesine dair oldukları göze çarpmaktadır. Gelir ve giderler için ayrı bir bahis açıldığından dolayı bu kısımda diğer yazışmalara değinmekle yetineceğiz.

Zaviyenin yeri ve ismi başlıklı kısımda tahrir defterlerinin en erken kayıtlar olduğuna değinmiştik. 1466 tarihli Kirmasti Defteri’ndeki bilgiler, Kanuni Sultan Süleyman Devri’ne ait olup Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi’nde 580 numaralı tahrir defterinde aynen tekrarlanmış20 ve daha sonra zaviye için düzenlenen belgelerde bu kayıtlara müracaat edilmiştir.21

Evâhir-i Cemâziye’l-evvel 1144 (20-30 Kasım 1731) tarihli belgede tahrir kayıtlarından hareketle bilgilerin liva evkafına nakl olunduğu görülmektedir. Bundan yaklaşık dört ay sonra Evâhir-i Ramazan 1144 ( 17-27 Mart 1732) tarihinde düzenlenen beratta, Sivrihisar Kazâsına bağlı Sarıköy’de bulunan Yunus Emre Zâviyesi’nin zâviyedârı Abdülcelil’in vefatıyla yerine oğlu Abdülkerim’in zâviyedâr olarak tayin olunduğu, gerekli hizmetlerin Abdülkerim tarafından ifası, vakfın ruhuna ve amacına kimsenin gölge düşürmemesi için bu berâtın kendisine verildiği yazılıdır.22 16. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi (VGMA), Atik Esas Sarı Evvel, Nr. 417/194. 17. 28 Safer 1257 (21 Nisan 1841) tarihli beratta özetle şu ifadeler yer almıştır: Evkâf Nezâretine bağlı vakıflardan Sivrihisar Günyüzü Kazâsı’na bağlı Sarıköy’de bulunan Yunus Emre Zâviyesi vakfının başında, öşür vergisi karşılığı mutasarrıf olan Seyyid Derviş Mustafa bulunuyordu. Vefat edince yeri boşaldı, sürdürdüğü hizmet yarım kaldı. Bahsedilen yer mamur bir köy iken, halkı dağıldığından Yunus Emre Türbesi’nin dışında tüm binalar bakımsızlıktan yıkılarak harâp oldu. Vakfa ait tarlalarda çeltik ekilir, çıkan mahsul satılarak zâviyenin hizmetlerinde kullanılırdı. Şimdi hayvan otlatılan arazi ve zaviye bakımsız olduğu için yolcu ve ziyaretçilerin korunmaları ihtiyaçlarının görülmesi işi yapılamamaktadır. Türbenin bakımı, misafirlerin ikameti ve ihtiyaçlarının görülmesi için birkaç oda inşa edilmesi şartıyla, Merhûm Seyyid Derviş Mustafa’dan boşalan zâviyenin zâviyedârlığına Kâdirî Tarîkatı’na mensup Sivrihisarlı Şeyh Mustafa el-Hâc Yakub’un getirildiği yazılmıştır. Kunter, s. 105. 18. Kunter, s. 107. 19. Kunter s. 110 20. “Mezra‘-i nâhiye-i Seferihisar der-livâ-i Hüdâvendigâr, Saru Köyü’nde Yunus Emir Bey’in bir çiftlik vakıf yeri var imiş. Zâviyesine kadîmden vakıf imiş, şimdi evlâdından Osman oğlu Şeyh Mehmed tasarruf eder ve Beylerbeyi İsa Bey mektubu ile iki kırda çeltük eker imiş deyu nakl olunmuş an defter-i Kirmasti. Mezbûr vakıf kadîmü’z-zamândan vakfiyyet üzre tasarruf olunur imiş, şimdi Nasuh Şeyh tasarruf eder deyu kaydolunmuş der -defter-i köhne. El-hâletü hâzihî Nasuh Şeyh evlâdından Derviş İbrahim mutasarrıfdır, karındaşın Derviş Halil ile ellerinde padişahımız mukarrer-nâmesi vardır deyu kayd olunmuş der-defter-i köhne. Hâliyâ vakfiyyet üzre Ebu’l-Müslim Çelebi mutasarrıfdır, elinde nişân-ı şerîf var deyu mukayyettir defter-i atîk.” Güngör, s. 71. 21. BOA. Cevdet Evkaf, 14983. 22. Kunter, s.104.

Zâviyenin mütevellisi Seyyid Mustafa’nın, hanımı Hatice ile müştereken mutasarrıf oldukları arazilerin iltizam bedellerini tahsil edemediklerine dair verdikleri arzuhale cevaben 20 Cemâziye’l-evvel 1208 (24 Aralık 1793) tarihinde düzenlenen buyrulduda defterhane kayıtları incelenerek arzuhal sahiplerinin istedikleri doğrultuda bir karar alınmıştır. Bu yazışma sürecinde zaviye evkafından olan çiftlik, kışlak, yaylak, bahçe ve çayırın tasarruf hakkının ve gelirlerini toplama yetkisinin Yunus Emre Zâviyesi zâviyedarı Seyyid Derviş Mustafa’ya ait olduğu arzuhalin kenarlarına eski kayıtların örnekleri çıkarılmak suretiyle belirtilmiştir. 23

28 Safer 1257 (21 Nisan 1841) tarihli beratta Seyyid Derviş Mustafa’nın vefatıyla boşalan zâviyedarlık hizmetine Kâdirî şeyhlerinden Sivrihisarlı Şeyh Mustafa bin Yakub’un atanması yer almıştır. Bu vesikada Sarıköy’deki Yunus Zâviyesi zâviyedârlığının, buraya tahsis olunan araziler mahsulünün öşrüne mukabil tevcih olunageldiği, Seyyid Derviş Mustafa’nın vefatıyla bu hizmetin boş kaldığı dolayısıyla yapılması gereken hizmetlerin aksadığı vurgulanmıştır. Aynı vesikada eskiden mamur bir yer olan Sarıköy’ün ahalisinin burayı terk etmesiyle harap olduğu, Yunus Emre Türbesi’nden başka binadan eser kalmadığı, vakfın eskiden çeltik ekilen tarlasının da boş kalmasıyla civar köyler ahalisinin hayvan otlatmak suretiyle zaviye vakfına zarar verdikleri, bu yüzden gelip geçenlerin meşakkat çektikleri anlatılmaktadır. Vesikada bu olumsuz tablonun ortadan kaldırılması, türbenin bakımının yapılması, zâviye için gerekli odaların yeniden inşası ve gelirlerin kalan kısmıyla da kurumun amacına uygun hizmetler verilmesi şartıyla zâviyedarlık görevine Şeyh Mustafa bin Yakub’un atandığı belirtilmiştir.24 Bu belgeye göre Yunus Emre Zâviyesi tamamen yıkılmış ve yeniden yapılması yönünde talimat verilmiş olmasına rağmen 29 Cemâziye’l-evvel 1273 (25 Ocak 1857) tarihli muhasebe kaydından25 imar faaliyetinin hemen yapılamadığı anlaşılmaktadır. Zira vakfın 1272 senesi muhasebesinin Evkaf Nezareti’ne bildirilmesi amacıyla düzenlenen bu defterde, 1115 kuruş olan giderlerin 1065 kuruşunun “zâviyenin münhedim olan mahallerinin tamirat-ı zaruriyyesine sarf olunmuştur” ifadesi yer almakta ve yıkık mahallerin en azından bir kısmının bu yıl içinde yaptırıldığı anlaşılmaktadır.

Evkaf Defteri’nde yer alan ve 16 Cemâziye’l-evvel 1266 (30 Mart 1850) tarihinde Ankara Evkaf Müdüriyeti’ne hitaben yazıldığı anlaşılan kayıtta da zâviyedar Şeyh Mustafa bin Yakub’un vefat etmesi münasebetiyle görevin küçük oğlu 23. BOA. Cevdet Evkaf, 14983.24. Kunter, s. 105.25. Kunter, s. 106.

Page 75: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|73

Yakub’a tevcih edilmesi talebi değerlendirilmektedir.26 Bu belge zâviye yönetiminin tasavvuf hareketlerinin önemli ve yaygın bir kolu olan Kâdirî Tarîkatı’na mensup olduklarını göstermektedir. Aynı zamanda Yunus Emre’den ve zâviyesinden bahsederken “kibâr-ı ehlu’llâhdan Yunus kaddese sırrahu’l-azîz hazretleri zâviyesi” ifadelerinin kullanılmış olması önemlidir. Çünkü Sarıköy’deki Yunus için sadece bir beratta din büyükleri için kullanılan hürmet ifadesi geçtiği söylenilmektedir.27

Henüz yaşı küçük olan Yakup Halife’nin zâviyedâr olarak görevlendirilme süreci İbrahim Oğlu Süleyman’ın vekâleten hizmetleri yürütmesi şartıyla 26 Receb 1269 (5 Mayıs 1853) tarihinde tamamlanmıştır.28 Bu atamanın Ankara Nâibi’nin teklifi, Ankara Vakıflar Müdürü’nün inhası, meclis üyelerinin mazbatası, Vakıflar Müfettişi’nin i‘lâmı, Şeyhülislam ve Evkaf Nazırı’nın olurlarıyla gerçekleştirilmiş olması Yunus Emre Zâviyesi ve bu zâviyeye zâviyedâr tayin edilen kişiye verilen önemi ortaya koymaktadır.29

Sultan Abdülaziz’in cülusunun ardından yenilenen beratlar cümlesinden olmak üzere 29 Zilkade 1279 (18 Mayıs 1863) tarihinde Yunus Emre Zâviyesi için yazılan beratta, zâviyedarlık hizmetini yürüten Yakub’un kayıtlarda bahsedilen kurallar çerçevesinde bu göreve devam edebileceği zikredilmiştir.30 13 Safer 1280 (30 Temmuz 1863) tarihli ve Yakub tarafından kaleme alınan 26. “Ankara Evkaf Müdüriyeti’ne: Nezâret-i evkâf-ı hümâyûna mülhak evkâfdan SeferihisarGünyüzü Kazası’na tâbi‘ Sarı Karye’de kibâr-ı ehlu’llâhdan Yunus kaddese sırrahu’l-azîz hazretleri zâviyesi vakfının bâ-öşr-i mahsûl zâviyedârlık cihetinin mutasarrıfı meşâyih-i Kâdiriyye’den Şeyh Mustafa Efendi ibn-i Yakub Bey vefât eylediği beyânıyla mahlûlünden sulb-i sagîr oğlu Yakub halîfeye tevcîhi hususu mukaddemce mahallinden bâ-i‘lâm iş‘âr olunmuş ve vakf-ı müşârun-ileyhin bâ-öşr-i mahsûl zâviyedârlğı Seferihisarlı mûmâ-ileyh Şeyh Mustafa Efendi’nin uhdesinde olduğu ve Seferihisar Nâhiyesi’nde mezra‘a-i Sarıköy’de bir çiftlik yerin hâsılâtı Yunus Emir Bey Zâviyesi vakfı tarafından zabt olunması muktezâ-yı Defter-i Hâkânî’den idüğü kuyûdan anlaşılmış olup fakat vakf-ı müşârun-ileyh vakfiyesinin ve henüz muhâsebesi ru’yet olunduğunun kaydı bulunmamış olduğuna ve nizâmına nazaran ba‘dehû îcâbına bakılmak üzere evvel-emirde vakf-ı müşârun-ileyhin mahallinde veyâhûd sicillâtta mukayyed vakfiyesi var mıdır? Ve şurût ne vechiledir? Ve zâviye-i mezkûre el-yevm mevcûd ve ma‘mûr mudur? Ve îrâd ve masârıfı nedir? Mahallinde ma‘rifet-i şer‘-i şerîf ve ma‘rifet-i şerîfleriyle tahkîk ve îcâb eden târîhden altmışbeş senesi gâyetine değin muhâsebesi ru’yet ve tedkîk olunarak ma‘a fermân-ı hazîne memhûr ve mümzî defterinin ve vakfiyesi var ise kalemine li-ecli’l-kayd bir kıt‘a mümzî sûretinin cânib-i hazîne-i evkâf-ı humâyûna irsâli ve keyfiyetin iş‘ârı husûsuna himmet buyurmaları. 16 Cemâziye’l-evvel 1266”. BOA. Evkaf d., 14049, s. 20. 27. İ. Hulusi Güngör, “Devlet Arşivlerinde Yunus Emre İle İlgili Belgelerin Ortaya Koyduğu Gerçekler”, VIII. Vakıf Haftası Kitabı Türk Vakıf Medeniyeti Çerçevesi’nde Yunus Emre ve Dönemi, Restorasyon ve Kıbrıs Vakıfları Seminerleri 4-5-9 Aralık 1990 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1991, Güngör, s. 40. 28. VGMA, Atik Esas Sarı Evvel, Nr. 417/194. 29. İbrahim Ateş, “Yunus Emre’nin Vakıf İlkeleri İstikâmetindeki Düşünceleri ve Belgeleri Muhtevasındaki Zâviyeleri”,VIII. Vakıf Haftası Kitabı Türk Vakıf Medeniyeti Çerçevesi’nde Yunus Emre ve Dönemi, Restorasyon ve Kıbrıs Vakıfları Seminerleri 4-5-9 Aralık 1990 Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1991, s. 123-124. 30. Kunter, s.107.

muameleli arzuhalde Sarıköy’deki arazinin zamanla vakıfla ilgisi olmayan insanların eline geçtiğince ve kaybolmaya yüz tutan vakfın arazilerinin kayıtlarının çıkarılarak sınırlarının tayin edilmesine müsaade edilmesi sadaret makamından istenilmiştir. Bu müracaat üzerine durum, gereğinin yapılması için Evkaf-ı Humâyun Nezâreti’ne havale edilmiş ve zâviye vakfına ait arazilerin kayıtları çıkarılarak arzuhalin üst kısmına yazılmıştır. Bu kayıtlardan birincisinde Yakub’un hangi tarihte ve hangi şartlarla atamasının yapıldığı anlatılmıştır. İkincisinde tahrir defterlerinde yer alan en eski kaydın bir örneğinin çıkarıldığı görülmektedir. Burada da Yunus Emir Bey’in Yunus Emre ile aynı şahıs olduğu görülmektedir. Zira iki isim de aynı belge üzerinde birbirinin yerine kullanılmaktadır.31

25 Cemâziye’l-evvel 1317 (1 Ekim 1899) tarihli beratta ise Yakub’un vefatından dolayı görevin oğlu Mustafa’ya verildiği görülmektedir.32 Bu berat hazırlanmadan önce 28 Rebî‘u’l-âhir 1317 (5 Eylül 1899) tarihinde sadaret makamı zâviyenin durumunu ve atamanın uygunluğunu belirten bir yazıyı padişahın onayına sunmuş ve 30 Rebî‘u’l-âhir 1317 (7 Eylül 1899) tarihinde çıkan irade-i seniyye ile bahsi geçen berat kaleme alınmıştır. Evkaf Defterine de atamanın yapıldığı tarih kaydedilmiştir. 33Bundan sonra zâviyeye atama yapılmadığı görülmekte 7 Kânun-ı Evvel 1326 (20 Aralık 1910) tarihli muhasebe koçanında mütevelli ve zâviyedar olarak Mustafa Kâmil ismi geçmektedir.34 Zâviye’nin beratlı son temsilcisinin ve vakıf mütevellisinin Mustafa Kâmil (Yakan) Efendi olduğunu Sayın Prof. Dr. Ömer Adil Atasoy da teyit etmekte, Mustafa Kamil Efendi’nin babası Yakub Bey’in Sivrihisar’ın tabak esnafının başı olduğunu ve “Ahi Türk” sıfatını taşıdığını belirtmektedir.

31. Kunter, s.107. 32. Kunter, s. 109. 33. VGMA, Atik Esas Sarı Evvel, Nr. 417/194; İrade-i seniyye ile zâviyedarlık atamasının oluru istenilen ve Sadaret tarafından kaleme alınan yazının tam metni şu şekildedir: “ Seferihisar Kazası’nda Sarı Karyesi’nde Yunus Emre Zâviyesi Vakfı’nın müteveffâ Yakub Bey uhdesinden mahlûl olan bâ-öşr-i mahsûl zâviyedârlık cihetinin oğlu Mustafa’ya tevcîhi mahallinden bâ-mazbata iş‘âr olunması üzerine icrâ kılınan tedkîkâtda zâviye-i mezkûrenin bâ-öşr-i mahsûl zâviyedârlık ciheti mûmâ-ileyh Yakub Bey uhdesinde olduğu anlaşılmasına ve her ne kadar vakfiyesine dâir kayd bulunamamış ise de zâviye-i mezkûre el-yevm ma‘mûr ve mevcûd olarak derûnunda âyende ve revendeye it‘ âm-ı ta‘âm olunmakda bulunduğu cümle-i iş‘âratdan olup şu halde zâviye-i mezkûre içün bir zâviyedârın lüzûmu bedîhi ve binâ’en aleyh zâviyedârlığın tevcîhi hakkında muktezâ olarak sûret-i iş‘âr muvâvık-ı kayd ve nizâm bulunmasına mebnî ber-mûceb-i iş‘âr mezkûr zâviyedârlık cihetinin müteveffâ Yakub Bey mahlûlünden oğlu Mustafa’ya tevcîhi hususunun huzûr-ı sâmî-i cenâb-ı sadâret-penâhilerine arzı Mahkeme-i Teftîş ile Cihât Kalemi’nden bâ-i‘lâm der-kenâr ifâde olunmuş ve ol vechile emr-i tevcîhin icrâsı menût-i emr u irâde-i aliye-i cenâb-ı Sadâret-penâhîleri bulunmuş olmağın ol-bâbda emr u fermân hazret-i v eliyyü’l-emrindir. Fî 28 Rebî‘u’l-âhir sene 317- fî 23 Ağustos 315. Evkâf-ı humâyûn Nâzırı devletlü Paşa hazretleri ber-mûceb-i takrîr îfâ-yı muktezâsına himmet buyurulmak bâbında 30 Rebî‘u’l-âhir sene 317 tarihinde sudûr iden irâde-i aliye mûcibince berât-ı âlîsi ısdâr kılınmışdır.” İbrahim Ateş, s. 124. 34. Kunter, s. 132.

Page 76: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

74|MAYIS 2010

3. Zaviyenin Faaliyetleri ve Gelir-Giderleri Yunus Emre Zaviyesi’nin kurulduğu tarih net olmamakla beraber, tasavvuf hareketlerinin yayılışıyla kurulması arasında paralellik olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zaviyeye son dönemde yapılan zaviyedar atamalarına bakıldığında, bu şahısların Kâdirî Tarikati’ne mensup oldukları görülmektedir.35 Halim Baki Kunter tarafından zaviyenin son mütevellisi Mustafa Kamil Efendi’den alınan, Meclis-i Meşâyih ve İstanbul’daki Kâdirî Âsitânesi’nden tanzim edildiği anlaşılan tarîkat şeceresinde özetle şu bilgiler mevcuttur:

Belgede öncelikle Yunus Emre’nin tarikat şeceresi verilmekte, zâviyedarlık ve şeyhlik görevinin Mustafa Kamil Efendi’ye ait olduğu belirtilmektedir. Yapılması istenilen faaliyetler bahsinde ise, beş vakit namazda padişahın ve devletin devamı için duaya devam edilmesi, dergaha gelenlere şeriat ve tarikat adabının öğretilmesi, fakir dervişlerin ve gelip gidenlerin yedirilip içirilmesinin yanı sıra mübarek gecelerde Kâdirî Evrâdı okunması vurgulanmaktadır.36 35. BOA. Evkaf d., 14049, s. 20. 36. Kunter, s. 111; 1-10 Şaban 1252 (…..) tarihli fermanda Tophâne-i Âmire civarındaki Kâdirîhane Şeyhi Mehmed Emin Efendi, taşradaki tekke ve zaviyelere atanan bazı şahısların tarikat adabını bilmemeleri münasebetiyle şikayetler geldiğinden buralara ehil insanların önerilmesi noktasında uyarılmaktadır. Bu belge tarikatlara bağlı tekke ve zaviyelere yapılan görevlendirmelerde tarikat merkezleri ile devlet arasında müşterek çalışma yapıldığını göstermektedir. Ferman, Araştırmacı Ömer Osman Yeler’in özel arşivinden alınmıştır;

Osmanlı idaresi açısından, şehir dışında kurulan zaviyelerin başlıca fonksiyonu yolcu konaklamasına imkan sağlamak olduğundan yazışmaların hemen hepsinde gelip geçen misafirlerin ihtiyaçlarının karşılanması ve yol güvenliklerinin temin edilmesi konuları vurgulanmıştır. Mesela 28 Safer 1257 (21 Nisan 1841) tarihli berata bakıldığında I. Mahmud devrinde zaviyenin geliri 600 akçe olarak gösterilmiştir. Bu gelir zaviyeye yine Sarıköy civarında tahsis olunan çiftlik ve arazilerden temin edilmektedir. Bu yıllara ait masraf kayıtları olmadığı için gelirin hangi kalemlere ve ne kadar aktarıldığı bilinmemektedir. Daha sonra kaleme alınan vesikalara göre vakfın gelirinin onda birinin zaviyedara verildiği kalan onda dokuzunun ise zaviyenin bakım ve onarımı ile buraya gelip giden ziyaretçilerin ağırlanmasına tahsis olunduğu anlaşılmaktadır. Özellikle son dönemlere isabet eden belgelerde gelir ve masrafların ayrıntılı biçimde yer aldığı görülmektedir.

Dönem dönem ihmal ve bakımsızlıktan dolayı harab olan zaviye atıl duruma gelmesine rağmen tamir edilip, ilaveler yapılmış Osmanlı Devleti’nin tasfiyesine kadar fonksiyonunu devam ettirmiştir. 1921 yılında Yunan işgalinde yanan zaviye binası aynı yerde yeniden inşa edilmiştir.

Page 77: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|75

Page 78: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

76|MAYIS 2010

Röportaj: Meryem Yücesoy

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Türk Dili ve Ed.Böl.

Yunu

s Em

re H

eyke

li, B

üyük

Par

k,

F

otoğ

raf:

Batta

l Gaz

i Bar

las

• Yunus Emre bildiğim kadarıyla Türklerin meşhur bir halk şairi. Aslında Yunus Emre hepimizin içinde saklı olan barış ve sevgi içinde yaşama isteğini dile getirmiş. Bence hayat savaşlara, kavgaya vakit ayırmayacağımız kadar kısa. Ne yazık ki kimi insan bunu çok geç öğreniyor kimi de bunun farkına varmadan hayat boyunca hırslarının esiri oluyor. Sadece sevmek hayatımızı tahmin edebileceğimizden çok daha fazla güzelleştirebilir ve hayatın tadını belki de o zaman gerçekten almış olacağız. Biz buna İslami noktadan bakarsak da dünyanın olumsuz duygular için değil sevmek için yaratılmış olduğunu anlayabiliriz. Sumera Jabeen ( Pakistan)

•Yunus Emre’yi tanıyorum. Hiçbirimiz dünyada kalıcı değiliz. Maddi kazancımız hayatımız sona erdikten sonra bir işe yaramayacaktır. Bu sebepten dolayı en güzeli sevmek, sevilmek ve bu duygularla dünyayı daha güzel bir yer haline getirmektir.Sina (İran )

• Yunus Emre’yi tanımıyorum. Sadece 200 TL üzerinde onu gördüm. Daha sonra öğrendiğime göre 13.yy da yaşamış ünlü bir şairmiş.Salim Hai Chuhı (Kenya)

Yunus Emre’yi Tanıyor musunuz?

Page 79: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|77

• Orta Doğu’da ve dünyada tanınmış bir ozan. Tanrı’ya karşı duyduğu saf aşk çok yüksek bu aşkla yaşıyor, bu aşkla insanları ayrım yapmadan seviyor ve insanları tek bir çatı altında birleşmeye çağırıyor. Şiirleri insan erdemleri üzerine kurulmuştur. Onun bu bakış açısını ‘Yaradanı sev yaradandan ötürü’ sözünde de görmüş oluruz. İnsanlar ayrım yapılmadan sevilmeli, savaşlar ve dargınlıklar olmadan, sevgi ve barış içinde yaşamalıdır.Abdulmatin Afghan Ahmadzai (Afganistan)

• Sevgi olmazsa barış da olmaz. Artık dünyanın dört bir köşesinde savaş çıkıyor. Çünkü insanların birbirine karşı sevgisi kalmadı, çıkarlar daha önde. Ne yazık ki savaş insanlık duygularını zedeleyecek olaylara sebep olur. Afganistan ve Irak’ da ve Filistin’de yaşananlar buna en iyi örnektir. İnsanlara eşit değer verilmemesi ve yapılan ayrımcılık insanları savaşa sürüklüyor. Verilen eğitim de çok önemli, doğru bir eğitim alınırsa insanlar kendilerini birbirinin yerine koymayı da, birbirini sevmeyi de öğrenir.Qhalib Ali Abdi (Kenya)

• Yunus Emre çok tanıdığım bir şair değil ama bu sözü aslında ne kadar geçici şeylerle vakit harcadığımızı, aslında bizi insan yapan ya da mutlu edebilecek pek çok şeyi kaçırdığımızı anlatıyor. Sonuçta hepimiz bir gün öleceğiz. Şu kısa ömrümüzü niye kin besleyerek kavga ederek geçirelim ki. Aslında olması gereken Yunus Emre’nin söylediğidir. Ancak bir yandan da böyle bir şeyin mümkün olamayacağını düşünüyorum. Çünkü insanların hamurunda ne yaparsak yapalım, kötülük de vardır. Ne kadar sevgi ve barış içinde yaşamak istesek de içindeki kötülüğü durduramayan insanlar olacaktır. Bu yüzden de dünya durdukça barış için yapılanlar çoğu zaman boşuna bir çaba olarak kalacaktır. Ben Türküm, ancak doğduğumdan beri yurtdışında farklı ülkelerde yaşadım ve gördüm ki aslında ayrımcılığa karşı olduğunu söyleyen ülkelerin çoğu ayrımcılığın en alasını yapıyorlar. Savaşlar ne yazık ki hep olacaktır. Çünkü insanlar artık başkalarının ne yaşadığıyla ilgilenmiyor. Nefislerine hâkim olamadıkları için kin, çıkar her zaman olacak. Umarım yanılıyorumdur. Dünyanın, bize verilen nimetlerin değerini bilir ve bu dünyayı yeni nesillere bırakacağımızı unutmayız.Hatice Cengizhan (Avusturya)

• Yunus Emre çok güzel demiş; insanlar ırk, ülke ayrımı yapmadan barış ve demokrasi içinde yaşayabilirler. Ben Azerbaycan’da yaşayan bir Ahıska Türkü olarak dünyanın her yerinde insanların birbirlerini dışlamadan, hepsinin aynı muameleyi görmesini isterim. Ama her insanın yaptıkları Yunus Emre’nin sözüyle bağdaşmaz. Çünkü, insanın doğasında her zaman şiddet vardır ve bu duyguyu bastıramayan insanlar hep olacaktır. Bu yüzden günümüz dünyası bizi barış için savaşa mecbur bırakıyor. Orhan Uflan (Azerbaycan)

• Yunus Emre’nin kalemiyle tarihe damgalanan bu düşünce çok güzel bir gerçeği yansıtmaktadır. Belki de bu düşüncenin kâğıda döküldüğü zamanlarda insanlar buna yürekten inanmaktaydı. Belki de bunu hayata geçirmek daha kolaydı. Ama günümüzde buna inanan, bunu uygulamaya çalışan insanların sayısı gittikçe azalıyor. Günümüzde soyut değerler artık önemini yitirmekte, maddi değerlerin önemi gün geçtikçe artmakta. İnsanlar maddiyatın ön planda olduğu bir hayat sürüyor. İnsanlar toplumda belli bir statüye, bir banka hesabına, kabarık bir cüzdana sahip olunca kedini ölümsüz hissetmeye başlayıp çevresindeki insanlara daha az önem vermeye başlıyor. Sonra ise “neden yalnız kaldım” diye kendine soruyor. Yunus Emre’nin bu sözünü düşüncede bırakmayıp eylem haline getirmeye başlarsak gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakabiliriz. Belki de o zaman bu dünya hepimize kalır.Halil Aliev Ashimov (Bulgaristan)

• Yunus Emre daima barışı savunmuş, sevgiyi kendisine rehber edinmiş bir Türk ozanıdır. “Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” sözü aslında onun bütün kişiliğini ve hayatını yansıtmış bir sözdür. Sevgi üzerine kurulmuş toplumsal ve bireysel yaşamın, dünyada barışın hüküm sürdüğü, herkesin kardeşçe yaşadığı bir yaşam her insanın isteğidir. Dünya kimseye kalmaz evet çünkü herkes ölecektir. Dünya hırsıyla neden olduğumuz düşmanlıklar sonucu ele geçirdiğimiz şeylerin hiç biri kalıcı olmayacak. Sevgi ve barışın önemi de o zaman anlaşılacaktır.Shamsu Lalego Bashir (Kenya)

“Sevelim Sevilelim Dünya Kimseye Kalmaz” sözüyle sizce ne demek istemiştir?

Yunus Emre

Page 80: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

78|MAYIS 2010

Yazının sonunda vereceğim cevabı başta vereyim. Yunus Emre’nin şiirlerinde görülen insan sevgisi, insanın yüceltilmesi, hümanizmin batıda kazandığı

anlamın dışındadır. Çünkü hümanizm hareketinin temelinde dinî konulardan uzaklaşma, insanın dünyasını yansıtma, birey olma bilincinin gelişimine önem verme vardır. Halbuki hümanizmdeki din dışılığın tersine Yunus Emre’nin şiirlerinde insan, Allah’ın var olmasıyla ilgili olarak bir anlam kazanır; “yaratandan ötürü yaratılanın” yüceltilmesi çerçevesinde insan değerlidir. Bu noktada şunu sormak gerekir: Hem düşünce temelleri hem de insan sevgisinin, insanı ulaştıracağı amaç farklı olduğuna göre neden böyle bir benzeştirme, aynileştirme yapılmıştır? Öncelikle yüzeysel bir okuma bu benzerliği doğurmuştur diye düşünebiliriz. Fakat Osmanlı’dan günümüze kadar devam eden, önceleri Batı Avrupa, daha sonra Amerika’nın model alındığı çağdaşlaşma çabalarına bakıldığında bunun bir zihniyet meselesi olduğu ortaya çıkar.

Hilmi Yavuz, Osmanlı’dan itibaren bu çağdaşlaşma hareketlerinde üç aşamanın görüldüğünden bahseder.1 Birinci aşama Namık Kemal gibi yazarların, dönemin ihtiyaçlarına göre şekil alan seçmeci bakış açısıdır. Devletin siyasi sistemi üzerine tartışıldığında batıyı temsil eden parlamenter sistem Osmanlı’ya uyarlanır. Namık Kemal, bizde meşveret sisteminin Hz. Muhammet devrinde bile bulunduğunu, şurâ-yı ümmet ve şurâ-yı devlet gibi kurumlar oluşturularak bunun yapılabileceğini öne sürer.

1. Hilmi Yavuz, “II. Meşrutiyet Entelijansiyası ve Ziya Gökalp ile Rıza Tevfik’in ‘Felsefe Dersleri’”, Zaman, 6.1.2010.

Ama Tanzimat döneminde, batıyı temsil eden diğer siyasi, ekonomik, sosyal değerler bütününe değinilmez. Meşrutiyet döneminde ise batı düşüncesinde ne varsa alınmaya çalışılır. Bunun en güzel örnekleri olarak Rıza Tevfik ve Abdullah Cevdet gösterilebilir. Üçüncü aşama ise onlarda olanın bizde de çok önceden beri var olduğunun ispatlanmaya çalışılmasıdır.

İşte bu noktada Türk entelijansiyasının batı karşısındaki en temel kompleksi ortaya çıkmaktadır. Çünkü Osmanlı’nın ve yeni Türkiye’nin farklı kavramlara, temellere dayanan düşüncesi, sosyal yapısı, değerleri, batıyla yarıştırılırcasına, bir tür aşağılık kompleksinden üstünlük kompleksine geçilir şekilde yorumlanmaya çalışılır.

Maalesef Yunus Emre’deki insan sevgisi de bu noktada batılı kavramlarla adeta özdeşleştirilmeye çalışılarak yorumlanmıştır. Halbuki onu hümanist gösterenlerin de çok iyi bildiği gibi batıdaki hümanizm ile bizdeki tasavvuf anlayışı çok farklı temellere dayanmaktadır.

HÜMANİZMAHümanizmle ilgili tanımlara bakıldığında, anlam genişlemesine uğrayarak, insanlık sevgisinin, insanlar arasında fark gözetmeden sevmenin, insanlığın hayrını düşünmenin vurgulandığı görülür. Fakat felsefi anlamı dikkate alındığında, “akıllı insan varlığını tek ve en yüksek değer kaynağı olarak gören, bireyin yaratıcı ve ahlâkî gelişiminin, rasyonel ve anlamlı bir biçimde, doğaüstü alana hiç başvurmadan, doğal yoldan gerçekleştirebileceğini

Yunus Emre Batılı Anlamda

Hümanist midir?Doç. Dr. Muharrem KAYA|Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Fen-Ed. Fak., Türk Dili ve Ed. Böl.

Yunus Emre’nin şiirlerinde tasavvuf ve din anlayışı hakimdir. Hümanizmde dinden kopmuş, bireyleşerek özgürleşen bir insan anlayışı yüceltilirken, Yunus Emre’de, Allah’ın ruhunu üflediği

varlık olarak şereflendirilmiştir.

Page 81: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|79

belirten ve bu çerçeve içinde insanın doğallığını, özgürlüğünü ve etkinliğini ön plâna çıkartan felsefî akım” diye tanımının yapıldığını görürüz.2 XIV. yüzyıldan XVI. yüzyıla kadar varlığını hissettiren Hümanizma ve Rönesans hareketinde Ortaçağ’ın dogmalarına karşı, akılcı bir başkaldırı görülür. Hristiyanlık ve Platonizm de etkilidir. Eski Yunan ve Latin sanatına hayranlık görülür. Özellikle rasyonalizm, natüralizm, laisizm ve bireycilik dört temel ilkesini oluşturur. Sanat da bu çerçevede dünyevî, beşerî ve aklîdir.3

Yunus Emre, Yunus ve Âşık Yunus mahlasıyla farklı yüzyıllarda yaşamış, aynı mahlası kullanmış şahısların, tasavvufu merkeze alan bir dünya görüşüyle yazdığı, şiirlere baktığımızda aynı şeyi görebilir miyiz?

TASAVVUFTasavvufta insanın yaratılma sebebine baktığımızda, hem Kur’an-ı Kerim’deki bazı ayetlerle hem de tasavvuftaki tecelli kavramıyla bağlantılı açıklamaları görürüz. Secde suresi 32. ayette “Onu düzelttik ve kendi ruhumdan üfledim.”, Hicr suresi 29. ayette ise “Onu düzelttiğim zaman ona (insana) kendi ruhumdan üfledim.” diyen Allah, insana yücelik vermiştir. Bezm-i elestte, insanın ruhu da Allah’ın, Bir olanın içindedir.4

Bu durumu Yunus Emre, bir şiirinde şöyle dile getirir:

Âşık cânına ‘ışk koyan ol bir yüce Sübhân’ımışCânum içinde bulmışam cânlara dahı cânımış5

Allah görünür olmak istediği zaman bütün evrende tecelli etti. Hurufiler, Allah’ın tecelli ettiği yerlerden biri olan insanın yüzünde de bu gizi çözmeye çalıştılar. Yunus Emre de tecelli yerinin insan-ı kâmil’in gönlü olduğunu vurgular:

Yunus Hak tecellîsin senün yüzünde gördiÇare yok ayrılmağa çün sende görinde Hak6

İnsanda yaratıcının ruhunun bulunduğunu, bu sebeple eşref-i mahlukat olduğunu bilen Yunus Emre, insanlar arasında ayrım yapanları şöyle uyarır:

Yitmiş iki millete birligile bakmayan Şer’ile evliyâsa hakîkatde ‘âsîdür7 2. Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İstanbul, 1999, s. 431. 3. İsmail Çetişli, Batı Edebiyatında Edebî Akımlar, Akçağ Yay., 6. Bbaskı, Ankara, 2004, s. 49-52.4. brahim Agâh Çubukçu, “Yunus Emre’nin Felsefesi ve Hoşgörü”, Yunus Emre Nasrettin Hoca Hacı Bektaş Veli Düşüncesinde Hoşgörü, haz. Şevket Özdemir, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1995, s. 26-27. 5. İ Mustafa Tatçı, Yunus Emre Dîvanı I, İnceleme, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1990, s. 278.6. Tatçı, a.g.e., s. 230.7. Tatçı, Yunus Emre Dîvanı II, Tenkitli Metin, s. 46.

Allah’ın tecelli yerlerinden birisi de insanın gönlüdür. Yunus Emre’nin şiirlerinde gönül, Allah’ın, aşkın, hikmetin, bilginin merkezi olarak işlenir. Gönül, Allah ile buluşur. Bu yüzden gönül, Ka’be’dir.

Gönül mi yig Ka’be mi yig eyit bana ‘aklı irenGönül yigdür zirâ Hak gönülde tutar turagı8

Gönül bu derecede önemli olduğu için, gönül inciten, kalp kıran gerçekte Allah’ı incitmiş gibidir. O sırçadır ki kırıldığı zaman bir daha yerine konamaz.

Sakıngıl yârun gönlin sırçadur sımayasın Sırça sınduktan girü bütün olası degil9

Konunun değişik yönlerini ve bunlara bağlı örnekleri çoğaltmak mümkündür. Fakat bizim vurgulamak istediğimiz nokta açıklığa kavuşmuştur sanıyoruz. XIV. yüzyılda İtalya’da başlayıp Avrupa’ya yayılan Hümanizma hareketi, sanatta, edebiyatta, düşüncede dini konuların dışında, dünyanın, insanın, aklın merkez alındığı bir anlayışı ön plana çıkarır. Hümanizm, bireyin duygusal ve düşünsel özgürleşmesine vurgu yapar. Bunun yolu da şüpheci, eleştirel düşüncedir. Bu olgunlaşmada ilahi bir yardım söz konusu değildir. Batıdaki Hümanizm anlayışının tersine, Yunus Emre’nin şiirlerinde tasavvuf ve din anlayışı hakimdir. Hümanizmde dinden kopmuş, bireyleşerek özgürleşen bir insan anlayışı yüceltilirken, Yunus Emre’de, Allah’ın ruhunu üflediği varlık olarak şereflendirilmiştir. İçindeki o ilahi cevherle bedenini taşıyan insan da bir mürşide bağlanarak, insan-ı kâmil olma yolunda nefsini olgunlaştırmalıdır.

Sonuç olarak şunları da belirtmeliyiz ki Yunus Emre’yi hümanist olarak göstermenin yanında, Freud’dan itibaren kullanılan ego kavramıyla, tasavvuftaki nefs kavramını; batı edebiyatında sembolizm akımının sembol kavramıyla, şathiyelerdeki remizleri; yine batı düşüncesinde yer eden diyalektik ile tasavvuftaki devriye nazariyesini bağdaştırmaya çalışanlara da rastlanmıştır. Aynı tarzda bir bakış açısıyla, Karacaoğlan bir Don Juan, Şeyh Bedreddin ilk Türk komünisti, Namık Kemal ve Tevfik Fikret birer devrimci diye nitelendirilmiştir. Maalesef bu konularda, elmalarla armutları aynı sepete toplamak diye tabir edilen bir durumla karşılaşıyoruz. Bu kavramların temelleri farklıdır, nihai amaçları farklıdır. Bunları yerinde ve doğru kullanmamız gerekir. Biz neysek oyuz.

8. Tatçı, Yunus Emre Dîvanı I, İnceleme, s. 237, 240. 9. Tatçı, a.g.e., s. 240.

Page 82: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

80|MAYIS 2010

Ne zaman bir trene binsem, onca insan kalabalığa rağmen beni derin bir yalnızlık hissi esir alır. Kendimi kocaman bir ormanda yapayalnız

hissederim. Fakat bu, insanı tüketen bir duygu değildir. Bir iç yolculuğa davettir. Bu yüzden hemen Yunus mısraları, hafızamın derinliklerinden birer yol bulup önce gönlüme, ardından dilime dökülmeye başlarlar:

Acep şu yerde var molaŞöyle garip bencileyinBağrı başlı gözü yaşlıŞöyle garip bencileyin

Gezdim Urum ile Şam’ıYukarı illeri kamuÇok istedim bulamadımŞöyle garip bencileyin

Böyle bir anda gariplik hissi yoğundur ama yalnızlığın içinde birden bire kalabalıklaştığınızı hissedersiniz. Sanki o ana kadar farkına varmadığınız varlıklar, size bu iç yolculuğunuzda eşlik ederler. Beni böyle hissetmeye sevk eden bir sebep de yolculuk esnasında gördüğüm dağlardır. Otobüs yolculuğunda neredeyse farkına bile varmakta zorlandığım dağlar tren yolculuğunda gördüğüm tek gerçekliktir neredeyse...

Yine öyle oldu. Trenle. Dursunbey’e gidiyorum. Tavşanlı’ya geçtikten sonra gördüğüm manzara karşısında bütün dünya geride kaldı. Başı dumanlı dağlar, yemyeşil ağaçlar, bu seneki bereketli yağışlarla yeniden eski neşesine kavuşan ve bu yüzden coşkuyla akan dereler... Yatağına sığmıyor su… Sanki lâl olmuşken şimdi aynı bereketle akan orman çeşmeleri... Bütün bu manzara beni bambaşka bir âlemin

içine çekiverdi. Nerede olduğumu çoktan unuttum.Ama biliyorum ki her unutmanın peşinden bir hatırlama gelir. Benim hatırladığım ise şimdi Yunus’tu ve onun dağ ve odunla ilgili menkıbesi... Şöyle düşündüm: Yunus Emre de irfan yoluna adım attıktan sonra şeyhinin “hizmet yap, nasip al” emrine uyarak dağlara çıkmıştı. Ormanların içine girmişti. Yapayalnızdı… Ağaçlar, kuşlar ve orman hayvanlarının dışında kimsecikler yoktu. Yunus yeşil ve kuru ağaçlara baktı. Etrafında yaydığı pozitif enerjiyle ondan bir zarar gelmeyeceğini anlayarak onu çepeçevre saran dağ ve orman hayvanlarına...

Ve tefekkür saatleri başladı Yunus’un… Dikkatini içine çevirdi. Yalnız değildi..Bunu hisseder hissetmez dünya bambaşka göründü gözüne... Can gözü açıldı, kuşlar kuş olmaktan çıktı, can kulağı açıldı. Rüzgarın sesindeki sesin manasını duydu. O zaman anladı yılanların, kurtların, kuşların ondan neden kaçmadığını… Çünkü her biri kendi dillerince tesbihteydiler.

Ey aşk eri aç gözünü yer yüzüne kılgıl nazarGör bu latîf çiçekleri bezenüben Hakk’a gider

Bunlar yazın bezenüben dostdan yana uzanubanBir sor ahî bunlara sen kancarudur ‘azm-i sefer

Her bir çiçek bin nâz ila öğer Hakk’ı niyâz ileHer murgı hoş âvâz ile ol pâdişâhı zikreder

Ağaçlar da öyle… Ya kendisi? Evet, ağaç kesecek ve dergaha götürecekti. Onlar ateşe atılacak, onlarla çorba pişecek “kifaf-ı nefs” edilecekti. Görevi buydu ve gereğini yapması lazımdı. Baltasını eline aldı. Ama ağacı ağaç olarak görmüyordu ki kesebilsin…

Yunus Emre’nin

Dağ YolculuğuMustafa ÖZÇELİK| Şair-Yazar

Dağlar ile taşlar ileÇağırayım mevlam seniYunus Emre

Page 83: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|81

Çiz

er: O

sman

Sur

oğlu

Sonra gözleri toprağından koparılmış, böylece canlılığını yitirmiş kuru ağaçlara çevrildi. Onlarda ne bir ses, ne bir nefes… Hiçbir hareket yoktu.. Kesilmesi gerekenlerin bunlar olduğunu anladı. Ve öyle yaptı.

Güneş batmak üzereydi. Dergâha doğru yola koyuldu. Ama aklı fikri kuru ve yaş ağaçlardaydı. Kendiyle onlar arasında mukayese yapmaktan alıkoyamadı kendini... Ya kendisi ne tür bir insandı? Kuru muydu yaş mıydı? Şöyle bir yokladı içini...Bugün görevini yapmıştı yapmasına ya, yine de eksik olan bir şey vardı… İçinde bir açlık, gönlünde bir susuzluk, zihninde bir karanlık vardı sanki… Öyleyse kuru ağaç gibiydi. Yaş ağaç gibi olmak, yeşillenmek, çiçek açmak, yaprak çıkarmak, eğer bir meyve ağacıysa meyve vermek gerekmez miydi?

Peki, bütün bunlar nasıl olacaktı?

Zihni bu sorunun cevabıyla meşgulken bir gün içinde kendinde böylesi önemli değişikliklere yol açan dağı düşündü sonra. Sır oradaydı… Kendi içinde yolculuğa çıkmayı orada öğrenmişti. İnziva, murakabe, müşahede… Bunlar, daha ilk günden dağın ona armağanlarıydı… Hele içinde kaybolup giden yalnızlık hissi… Kuşların, kurtların hali... Tespihleri… Sanki dağ ve orman ona bir okul olmuş, o güne kadar bilmediği şeylerin alfabesini öğretmişti ona… Şeyhinin “Yunus, şu karşıki dağdaki ormana git ve dergâha otun getir. Himmet istiyorsan böyle yapmalısın.” Sözleri geldi aklına… Aslında ilk anda odun getirmekle derviş olmak arasındaki münasebeti anlamamıştı. Şimdi ise yüzü bir taraftan bu işin sırrını öğrenmiş olmaktan dolayı gülümsüyor, bir yandan da şeyhinin emrindeki hikmeti anlamayıp onu kendince sorguladığı için mahcubiyet hissediyordu.

Yunus, bu duygularla vardı dergaha... Herkes onu bekliyordu. Odunları yavaşça sırtından indirip ocağın yanına koydu. Artık bundan sonrası diğer dervişlerin işiydi… Fakat, birden ayrılmadı oradan. Bu ilk imtihan gününün nasıl geçtiğini merak eden dervişler, onu soru yağmuruna tutmuşlardı. Yunus ise bu soruları duymuyor, getirdiği odunların ateşe atıldıktan sonraki hallerini sanki ilk kez görüyormuşçasına hayretle izliyordu. Hepsi, bir süre sonra yanıp kül oluyorlardı. Yunus, o anda şöyle düşündü. Derviş olmakla yanmak arasında bir münasebet vardı ama nasıl? Bunu sonradan anlayacak ve şöyle diyecekti:

Âşıkların yüzünden bellidir benizindenHer kim ‘âşık olmadı benzer kuru ağaca

Kuru ağacı n’iderler kesip oda yakarlarBülbüller öteceğiz nevbet değmez dürrâca

Yunus’un dağ yolculukları sonraki zamanlarda da devam etti. Aklı hep kuru ağaçlardaydı. Derken bir gün, yorgunluktan uyuya kaldı. Rüya görmüş olmalıydı. Çünkü kendini odun suretinde görmüştü. Bunu hatırlar hatırlamaz sırrı çözdü kendince…Kuru odun, aşksızlıktı. Kuru odunu yaş eden aşktı. Öyleyse şeyhi ondan odun getirme ödeviyle aslında başka bir şeyi istemekteydi. Diyordu ki hal diliyle…Aşkın yoksa sen de bir kuru odunsun. Öyleyse yaş hale gel. Bedenine can kat. Ruhuna dirim gelsin. Bunu anladığında nefsinin eğriliklerini düşündü. İşte dağ, ona aslında bu imkanı sağlamaktaydı.

O gün oldu. Yunus, dergaha hiçbir zaman eğri odun getirmedi. Kestiği kuru ağaçları, düzeltiyor, o şekilde getiriyordu dergaha..Bu durumun sebebini soran Tabduk Emre’ye verdiği cevap Yunus’un meselenin özünü kavradığını gösteriyordu. “Şeyhim, burası Hak kapısı..Buradan içeri eğri odun bile girmez, girmemeli…”

Yunus Emre için her şey böyle başladı işte…Doğrulukla hizmet etti Emek yetirdi ve nimet gördü. Kuru iken yaş oldu. Kanatlanıp kuş oldu. Âşık, derviş, miskin Yunus oldu. Bizim Yunus oldu. Hikayesi ki bütün çağlarda “olmak” diye bir derdi olanlara bir yol haritası şimdi.

Page 84: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

82|MAYIS 2010

Yunus! Bu ismi ilk kim kullanmıştı? İlk bilinen Yunus bir peygamber olan Yunus İbni Metta (as) idi. Ben de bazı insanlar gibi insanların genellikle

ismiyle müsemma olduğuna inanırım. Onun meşhur kıssası ile beraber bakılırsa belki de Yunus Emre daha iyi anlaşılır. Gerçi ‘bizim Yunus’ ile Hz. Yunus’un arasında çok farklar var ya, ama olsun bence bu kıssa birçok durum için bir mihenk taşı olabileceği gibi neden ‘bizim Yunus’u anlamımıza da yardımcı olmasın.

Devir karanlık, insanların karanlığı-cahilliği karartmış iyice gönülleri, siyasi belirsizlikler, kıtlıklar... Tıpkı birçok kere tekerrür ettiği gibi. Zulüm ki ne zulüm, tefrika ki ne tefrika, kıtlık ki ne kıtlık... Almış başını gidiyor. Ama bir maya var ki milletin özünde hala bozulmamış. O ortamını bulup dünyayı mayalamaya kalkan bir Nasrettin Hoca olmuş, bazen de bir tohum atıp bitmezse toprak utansın diyen Necip Fazıl olmuş. Evet, bu ne topraktır, bu ne münbit bir Anadoludur ki ne Mevlana ruhlar barındırmış, ne Yunusları Sakarya kenarlarında coşturmuş, ne Nasrettin Hocaları ile güldürürken düşündürmüş. Hacı Bektaş-ı Veliler ile arındırmış. ‘Bizim Yunus’ da, o zamanın çocuğu olarak,

“Rızık için gussa yimeKimse rızkın kimse yimez”

i yazmazdan evvel anasının tavsiyesiyle düşmüş Hacı Bektaşî’nin yoluna...

Yol bu, gurbet bu, hicret bu. Hepimiz bir yolcu, Hz. Âdem’den beri hepimiz gurbette, ney bile bu duruma inlemekte... Bu yol nasıl ve neyle tepilmeliydi? Belki yine izinle olmalıydı, Yunus İbni Metta da bir yolculuğa çıkmıştı. Sonra onu yutan bir balıkla doğruya doğru yönelebildi. Peki ya bizi yutan şey nereye götürüyor? Sahil-i

selamete mi bilinmez bir akıbete mi? Evet, Hz. Âdem’inki de bir yolculuktu. Bir geri dönüş yolu bulma gayretiydi asıl vatana. Bazen yasak bir meyve idi şaşırtan insanı, bazen bir kaç çuval un, bazen bir Leyla, bazen de Mecnun... Peki ya asıl yolculuk ne içindi, bunca ‘çile’ bunca emek Hakk’ı bulmak gerçeğe ulaşmak için değil de neydi? Peki ya yolda kalanlar... Sarhoş olup gayyaya yuvarlananlar...

Evet ve insan aldandı. Zulmetti, başta kendisine... Sonra fark etti... Yalvardı yine efendisine... ”Ya Rabbî! Sensin ilah. Senden başka yoktur ilah. Sübhansın, bütün noksanlıklardan münezzehsin, yücesin! Doğrusu kendime zulmettim, yazık ettim. Affını bekliyorum Rabbim!... (Enbiya 21-87)” dedi ve inledi. Derken balığın yoldaşı Zünnûn, yani karanlıklar içinde boğulmak üzre olan Yunus, kurtuldu. Sahil-i selamet buldu. Evet, ‘bizim Yunus’ da unları almakla hata etti. Ama ilim yoluna hata ederek de girilebilirdi. Bu ilim yolculuğuna sadece rızık için düşülmezdi. Bizim Yunus unları geri getirse de artık onun için başka bir yol gösterildi... Yolsuzluk değildi yolu... Bilmediğini bildi önce ve dedi;

Yunus, Biz(im)Murat SOBACI| Türkçe Öğretmeni-Yemen

Yunus Emre Heykeli, Büyük Park, Fotoğraf: Battal Gazi Barlas

Page 85: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|83

İlim ilim ilmektirİlim kendin bilmektir...

Başladı ilmeği çözmeye, kendini nefsine bağlayan ipi bildi önce... Farketti büyük yolculuğu. Bu sefer ilim için hicret etti dünyalıklardan... Gerçek hazineye ulaştıran bir yolculuktu bu; ‘bilinmez bir hazine idim’ diyene doğru... Bir kapıyı tıkladı. Taptuk’un kapısını tıklar gibi tıklamadan;

Taptuk’un tapusundaKul olduk kapusunda

der gibi demeden, kırk yıl bir dergaha giren eğri odunları ayıklamadan maksûda ulaşılmazdı. Hakk’a aşık olmadan, Emre adını almadan bu yollar aşılmazdı.

Peki ya biz bunca yıl gönül kapımızdan hangi eğri odunları soktuk acaba? Hangi sarmaşıklar sardı, ne duygular köksaldı? Onca emanet edilen şey... Yoksa biz de mi eğri odun olduk? Yontulmaktan neden bu kadar korkar olduk? Oysa bir başak olmalıydık belki de... Olgun ve ağırbaşlı...

Hakk aşıkları ne biter tükenir, ne coğrafya bilir ne ömür... Herkesin devrine bir Yunus, bir Taptuk, ya da bir Zembilli, ya da bir Akşemsettin düşer mi bilinmez? Peki ya ilahi adaletin tecellisi olarak, bizim de henüz farketmediğimiz bir Yunus Emre’miz olabilir mi acaba? Mesela asırlar öncesinden bir kişi Veysel Karani ( Karenli Üveys) Yemen’de çıkmış, başkaları başka yerde başka zamanda... Peki ya biz onların çoban oluşuna mı takıldık? Odun toplamasına mı? Anlamadan, kendimizi bile bilmemişken...

Evet, bu hak aşıkları ne zaman bilir ne de mekan... Sanmayın ki yaşayıp geçmiştir bitmiştir önceden de vardır, kimi belki yemen ellerinde bir Veysel(üveys)’di, kimi çöllerde bir Mecnun, belki kimi de Hallac’tı, hallac pamuğu gibi kellesini savurtturan... Belki birisi de vardı ki Buda idi. Belki de onu sonrakiler anlayamayıp ilahlaştırdılar...Belki... belki... belki...

Mesele Yunus bulmak değil, belki Yunus olmak da değil... Asıl mesele Molla Kasım olmamaktır.

Derviş Yunus bu sözüEğri büğrü söylemeSeni sigaya çekerBir Molla Kasım gelir.

Mevlanın rahmet çeşmesi bu kadar mıdır acaba sadece? Bu topraklar bir mevsim mi çiçek açar? Yoksa günümüzde çağlayan Yunuslar var da biz kara toprağın onları almasını

mı bekliyoruz? Onun üstadı Mevlanaydı. Üstadının fikri ete kemiğe bürünmüştü de Yunus diye görünmüştü.

Hani Mevlana, hani Yunus? Var mıydı Yunus gibi diyar diyar gezen, herkesin derdiyle dertlenen, ‘Sövenene dilsiz, dövene elsiz’ olabilen... Herkesin onda kendini bulduğu, her yerde ona sahip çıkılmak istenen...

Evet, vatan ayrı bir şeydi. O gurbeti seçti vatanın selahiyeti adına. O, gurbetleri vatan yapma sevdasıyla dolaştı yana yana.

Ben yürürüm yane yane Aşk boyadı beni kane...

dedi, aşk ile yaşadı, önce gönüllerde kardeşlik yeşerdi, sonra ise ulu bir çınarın tohumu gibi

Bu dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun

dedi... Gitti... Kendini Anadolu’nun bağrına bıraktı.

Bir Devlet-i Âli Osmaniye bitti. Evet bu toprak ne münbitti… Bir Yunus, evvelinde bir mevlana, ahirinde Hacı Bayramlar, daha nice Hakk’a hayranlar... Bu kumaşı, bu kültürü ilmik ilmik dokuyanlar... Belki Yunus bunda bir gözdür. Belki özlü bir sözdür. Aslında Yunus biz’dir. Bizim’dir.

Bakın ondan ne kadar uzağız. Ağzımızdan çıkanların karmaşıklığına, gönlümüzden geçenlerin nahoşluğuna bakın, bakın!

Peki biz Molla Kasım mıyız hala? Gönülden yazılmış iki satırımız yokken, yırtıp silip attığımız şeyler neler?

Hakk’a; onun yoluna; kendince bile olsa, baş koymadan; taşın altına elini sokmadan; Yunus olunmaz. Sahi Yunus kimdi? Makam, şöhret veya para için çalışan biri miydi?Onu bu kadar ön plana çıkaran sadece sehl-i mümteni olması mıydı, dervişliği miydi?Ya da hümanistliği mi?

Hayır hayır, onu ancak bütüncül olarak düşündüğümüzde doğru anlayabiliriz. Kendini bile bilemeyen bizler, ne zaman Yunus Emre’yi bildiğini, anladığını söylemekten haya edebiliriz? Umulur ki bu yazılarla, fikirlerle belki birbirimizi düşündürmeye sevk edebiliriz. Belki bir yerlerde biz de Yunus’u bulabiliriz...

Page 86: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

84|MAYIS 2010

Türk şiirinin menşei Yunus Emre’dir. Aynı şekilde, Türkçenin kökündeki tayin edici güç de Yunus Emre’dir. Fuat Köprülü’nün eşsiz eseri, Türk

Edebiyatında İlk Mutasavvıflar okunduğunda şiirimizin başlangıcı bütün açıklığıyla ortaya çıkar. Sadece şiirimizin değil, aynı zamanda Türkçenin. İlk baskısı 1918’de çıkan bu kitap şiirimizin ve Türkçenin başlangıç ve oluşumunu ortaya koyan, şiirimizin ve dilimizin kültür kökünü açığa çıkaran en önemli kaynaktır.

Maveraünnehir Nereye Dökülür?Ece Ayhan’ın şiirlerinin arka plânında sağlam bir tarih ilgisi ve bilgisi vardır. Ece Ayhan, bu ilgiyi özenle seçtiği, kelimelerle kurar. Bu şiirin en dikkate değer yönlerinden birisi de kelime kadrosudur. Ece Ayhan’ın kelime kadrosunun incelenmesi bile bu şiirin atmosferi hakkında bize bir bilgi verir. Ece Ayhan’ın büyük şairliğinin ispatlarından birisi de burada gizlidir: Seçtiği kelimeyi tarihsel bağlamıyla sınırlı tutmaz, bugünün ihtiyacına binaen yeniden anlamlandırır, yeni bir çerçeve içinde sunar. Örneğin, yort savul ifadesi defolun, çekilin, uzaklaşın, veya heeyt gibi bir nara anlamına gelir. Yunus’un şiirinde geçer: “Padişahı kim bileydi kul etmese yort-savul.” Ama bu ifadeyi Yunus Emre’nin, “yort imdi gerü” ifadesiyle birlikte düşünüp aradaki bağlantıyı kurmaya çabalarsak, elimizde sadece Ece Ayhan’ın çıkış noktasını bulmuş olmak kalır. Ece Ayhan, şiirinin mantığına da son derece uygun bir ifadeyi, Yunus’un ifadesinden, birebir alıp kullanmasına rağmen, “türetmiş”tir; ama türetirken aradaki bağlantıyı neredeyse

bütünüyle kesmiş, ifadeyi kendine mal etmiştir. Bu onun şiir gücüyle alâkalı bir durum olduğu kadar, şiirine girecek malzemeyi dönüştürecek bir üslûbu olduğunu da gösterir. Bazen de “Fayton” şiirinde olduğu gibi, şiir bütünüyle yakın tarihimizin gizli kalmış bir olayına atıfken, bu atfı ancak entelektüel bir çalışmayla ortaya çıkarabiliriz. Bu itibarla, Ece Ayhan şiirinin çözümlenmesi belirli bir bilgi birikimini, bir entelektüel çalışmayı da gerektirir.

Ece Ayhan’ın kelime kadrosunda öne çıkan ve titiz bir işçilikle işlenen birçok kelime, genellikle üzerine bir ansiklopedi maddesi yazılabilecek, tarihsel bir yükü, somut bir çerçevesi ve arka plânı olan kelimelerdir. Ece Ayhan bu kazanımı bence, devlet görevinden atıldıktan sonra bulduğu işe; bazı ansiklopedilere madde yazmasına, buralarda redaksiyon ve edisyon yapmasına borçludur.

Ece Ayhan’ın hem kelime seçimindeki titizliğinin, hem şiirine özgü üslûbunun, hem de ayrıca şiir bahsindeki titiz işçiliğinin derecesini anlamak bakımından “Apaş Paşa Şapa Oturdu” (başlıklı şiiri) mısrasına bakmak bile tek başına yeterlidir. İlk plânda müziği önceleyen sese dayalı bir oyun görüntüsündeki mısra bizde sözlük ihtiyacı doğurmaz. Apaş kelimesi paşa kelimesinden müzik uyarınca bozulmuş gibi durur. Fakat apaş kelimesi paşa kelimesinden bozulmuş bir kelime değildir; külhanbeyi, serseri, hayta, haylaz anlamına gelir ve mısra düpedüz, bir külhanbeyinin veya serserinin şapa oturması anlamına gelir. Buradaki numara, apaş kelimesinin paşa kelimesinden

Türk Şiirinin Menşei ve Yunus EmreOsman ÖZBAHÇE |Şair-Yazar

Türk diline kimesne bakmaz idiTürklere herkiz gönül akmaz idiTürk dahi bilmez idi bu dilleriİnce yolu ol ulu menzilleriÂşık Paşa

Page 87: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|85

bozulmuş zannedilmesini sağlamaktır. Öte yandan apaş kelimesinin Yunus’un şiirlerinde geçtiğini bilmek işi iyice ilginçleştirir. (Köprülü 1991, 289, 2 numaralı dipnot)

Ece Ayhan’ın ünlü şiiri, “Meçhul Öğrenci Anıtı”nda geçen, “Maveraünnehir nereye dökülür?” mısrasını bağlamından koparıp mevzumuza taşıdığımızda vereceğimiz cevap Anadolu’dur. Maveraünnehir’in Türklerin İslâm olduktan sonra Anadolu’ya geçiş bölgesi olduğunu bilmekle ancak kurulabilecek bu mısra aynı şekilde ancak bu bilgiyle izah edilebilir. Maveraünnehir hem Müslümanlıkla dolu tarihimizin, hem de Anadolu’ya geçişimizin başlangıç noktasıdır.

Maveraünnehir, göçebe Türklerin vatanıdır. İran’ın kuzeydoğusundadır. Nehrin ötesi, öteki yakası anlamına gelir. Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasında kalan bölge, Hazar Denizi, Aral gölü, Şaş ve Fergana vadileri, Buhara, Semerkant, Horasan, Belh ve Herat şehirleri bu havalide yer alır. Bugün bu bölge Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan arasında bölünmüş durumdadır. İran’ın fethinden sonra Hz. Ömer döneminde İslâm devletinin sınırları Ceyhun’a dayanmış, Maveraünnehir’in bütünüyle İslâm toprağı hâline gelişiyse 750’li yılları bulmuştur.

Türkler İslâmiyet’le yoğun olarak Maveraünnehir’de tanışmıştır. Maveraünnehir’den kalkıp Balkanlar’a kadar Türkler eliyle gelen İslâm bizim için bu noktadan başlamıştır. Hem Türkler arasında İslâm’ın yayılmasında, hem Anadolu’ya taşınmasında birinci rol Hoca Ahmet Yesevi’nindir. Türklerdeki ilk tarikatın da kurucusu olan Hoca Ahmet Yesevi’ye bağlı dervişler Anadolu’nun İslâm eliyle Türkleştirilmesinde birinci derecede rol oynamışlardır. Türklerin Maveraünnehir’den Balkanlar’a kadar uzanan coğrafyada kurdukları devletler hem zamanının en güçlü devletleri olmuş, hem İslâm dünyasının temsilciliğini üstlenmiş, hem de İslâm’ın Sünni yorumunu benimsemişlerdir.

Büyük çoğunluğunu Müslüman Oğuzların oluşturduğu Türklerin başta Maveraünnehir olmak üzere Asya’dan, Harizm, Horasan, Azerbaycan ve İran bölgelerinden Anadolu’ya göç etmelerinin görünürde iki temel sebebi vardır: Moğol baskısı ve yeni yerleşim yeri ihtiyacı. 11. ve 12. yüzyıldan itibaren 14. yüzyıla kadar süren bu göçler vasıtasıyla Türkler, Ece Ayhan’ın deyimiyle Anadolu’ya bir ırmak gibi akmışlardır.

Selçukluların Attığı Osmanlı TemelMalazgirt Zaferinden sonra (1071) Anadolu’nun kapıları Türklere bütünüyle açılmıştır. Bu tarihten sonra Türkler burayı ikinci anayurtları yapmıştır. Malazgirt’i takip eden 5-6 yıl içinde Anadolu’nun önemli bir kısmı Türklerin eline geçmiştir.

İran’da kurulan, 1040-1157 tarihleri arasında hüküm süren Büyük Selçuklu Devleti Harezm, Horasan, İran, Irak,

Suriye, Arap Yarımadası ve Doğu Anadolu’ya egemen olmuş büyük bir devlettir. Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra merkezî yapı zayıflamış ve devlet Irak ve Horasan Selçukluları, Anadolu Selçukluları, Suriye Selçukluları ve Kirman Selçukluları olmak üzere 4 parçaya bölünmüştür. Bunların en güçlüsü ve uzun ömürlüsü Anadolu Selçuklularıdır.

Hüküm sürdükleri dönem boyunca Anadolu’yu İslâmlaştıran, vatanımız hâline getiren Selçuklular, Anadolu’yu bir baştan bir başa camilerle, medreseler, tekkeler, çeşmeler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, türbelerle donattılar. Temelleri 1077’de atılan Anadolu Selçuklu Devleti, 10 yıl gibi kısa bir sürede Anadolu’nun büyük bir kısmını fethetti. 1078’de İznik’i başkent yaptılar. İlk başlarda Büyük Selçuklu Devleti’ne bağlıydılar. Kılıç Arslan’dan itibaren bağımsız bir devlet hâline geldiler. Anadolu’daki bu hareketler üzerine Batı’dan gelen yeni bir tehlike baş gösterdi: Haçlılar. Haçlılar 1097’de başkent İznik’i aldılar. Bunun üzerine Kılıç Arslan başkenti Konya’ya taşıdı. 1116’da sultan olan Mesut, ikinci Haçlı ordusunu Eskişehir yakınlarında yendi. 1155’te öldüğünde arkasında Anadolu’da kuvvetli bir birlik sağlamış bir devlet bıraktı. II. Kılıç Arslan’ın Miryakefelon’da (1176) Haçlıları ağır bir yenilgiye uğratması Haçlıların Anadolu’yu geri alma düşüncelerini yok etti. Bu zafer, Malazgirt’ten sonra Türklerin Anadolu’ya yerleşmesinde hayati bir aşama olarak görülmüştür.

II. Kılıç Arslan 1186’da devleti 11 oğlu arasında pay edince Anadolu Selçuklularının sonu göründü. Daha kendisi hayattayken başlayan taht kavgalarında devletin birliği bozuldu. Bozulan birliği tekrar kurma çalışmaları başarısız kaldı. Bunun üstüne üçüncü Haçlı seferi geldi. Konya önlerinde Selçukluları yendiler; fakat Haçlılara büyük kayıp verdirdikleri için bu yenilgi Haçlıların da işine yaramadı. Haçlıların komutanı Barbarossa, yanında kalan az bir kuvvetle Çukurova’ya geçmek isterken bir ırmakta boğuldu.

1220’de başa I. Alaaddin Keykubat geçti. Bu sırada Moğollar Asya’yı ve Doğu Avrupa’yı perişan ediyorlardı. Moğollardan kaçarak Doğu Anadolu’ya geçen Celâleddin Harezmşah, Moğollara karşı Keykubat’la birleşeceğine savaşmayı tercih etti. 1230’da Erzincan yakınlarındaki savaşta Celâleddin Harezmşah yenildi; fakat iki ordu da büyük kayıp verdi. Bu savaştan sonra Anadolu Selçukluları Moğollarla karşılaştı. Moğollar Sivas ve Malatya’ya kadar ilerledi.

1237’de devletin başına II. Gıyaseddin Keyhüsrev geçti. Niteliksiz bir zevk düşkünüydü. Devlet işleri vezir Sadeddin Köpek’e kaldı. Sadedin Köpek, devlet işlerinde kendisine rakip olabilecek bütün adamları çeşitli vesilelerle öldürttükten sonra bir de kral olmak hevesine kapıldı. Niyeti padişahı öldürüp kendi krallığını ilân etmekti. Niyeti açığa çıkınca 1239’da idam edildi. 1240 yılında

Page 88: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

86|MAYIS 2010

güçlükle bastırılan Baba İshak isyanı baş gösterdi. Bu isyandan sonra Anadolu’da elîm Moğol istilâsı başladı.

Devlet Cenneti1242’de Erzurum’u alan Moğollar ertesi yıl Sivas’ın doğusunda bulunan Kösedağ’da Selçuklu ordusunu kesin bir yenilgiye uğrattılar. Bu savaşla birlikte Anadolu’da Moğol egemenliği başladı. Bir taraftan Haçlılarla, bir taraftan Moğollarla mücadele eden Anadolu Selçuklu Devleti, 1302’ye kadar sürmesine rağmen gerçekte 1243’te fiilen bitti. Bu tarihten sonra, son padişah II. Mesut’a kadar başa geçen bütün Selçuklu sultanları gerçekte birer Moğol valisi hükmündeydi. Moğollarla birlikte, daha önceden Selçukluların egemenliği altına girmiş bütün beylikler Moğolların onay ve isteğiyle bağımsızlıklarını ilân ettiler. Özellikle 1302’den sonra Anadolu tam bir devlet cennetine döndü. Bu dönemde Anadolu’da yaklaşık 20 tane devlet ortaya çıktı.

Moğollar 1243 Kösedağ Savaşı’ndan sonra Selçukluları bitirmek yerine varlıklarını koruyup vergi almayı tercih ettiler. Aldıkları vergiyi her fırsatta artırdılar. Halk zaten fakirdi. Bir de vergi zulmü eklenince devletin, birliğin, kanunun ortadan kalktığı bir ortamda fakirlik en büyük zulme dönüştü. Devletin ve halkın hakkını koruyacak güç ortadan kalktığı için yaşanan zulüm tarif edilemez boyutlara ulaştı. Moğolların valileri halkın bütün mallarına el koydu. Sosyal ve siyasi çözülme sınır tanımadı. Yokluk ve sefalet artıkça arttı. Bu devirde halk uğradığı kıtlıklarda bazen ölülerinin etini yedi.

Okumuşların Katına Çıkamayan Türkçeİşte Yunus Emre, Selçukluların hükmünün kalktığı, Anadolu’ya tam anlamıyla başıbozukluğun egemen olduğu bir devirde doğdu, büyüdü, öldü. Yunus’un zamanında Türkçenin devlet katlarında ve edebiyatta bir hükmü yoktu. Selçuklularda devletin resmî dili de, edebiyat dili de Farsçaydı. Çünkü Türkler İslâmiyet’i Araplardan ziyade, Maveraünnehir’de yıllardır komşu oldukları Farslardan öğrenmişti. O zamanlar öyle Şiilik işleri filân yoktu.

Halk arasında elbette Türkçe konuşuluyordu; ama iş edebiyata, şiire geldiği vakit söz Farsçanındı. Yunus yaşarken o dönemin entelektüel dili Farsçaydı. Temsilcisi de Mevlânâ. Yani iş yüksek meselelere geldiğinde Türkçe henüz varlık kazanamamıştı. İşte Türkçeyi başta şiir olmak üzere yüksek makamlara taşıyan şair Yunus’tur. Türkçe, Hoca Ahmet Yesevi’nin açtığı bir çığırı Yunus’un üstün dehasıyla yeni baştan “yaratması” üzerine şiir dili olmuştur. Şiir dili olurken de, hareket ettirici temel değer İslâm’dır. Bundan dolayı İsmet Özel, Yunus Emre, Türkçeyi doğurarak Türk şiirini mümkün kılmıştır diyor. Bundan dolayı Türkçe, bilhassa İslâm dili olarak doğmuş ve İslâm dili olarak yaşamıştır diyor.

Hoca Ahmet, 1166-67’de ölmüştür. Büyük bir mutasavvıftır. Ömrü İslâmiyet’i tebliğle geçmiştir. Maveraünnehir’de

yaşamıştır. Etrafına toplanan binlerce müridiyle Maveraünnehir’de, uçsuz bucaksız Asya bozkırlarında İslâm yolunda büyük bir ün kazanmıştır. İlmî formasyonu yanı sıra, İran dili ve edebiyatını da hakkıyla bilen bu âlim, İslâmiyet’e bütün samimiyetiyle bağlanmış sade Türklere anlayabilecekleri bir dille hitap etmek ihtiyacı duymuş, hem mesajına açık kitlelere, hem müritlerine İslâmiyet’i, temel değerlerini, ahlâk ve adabını doğrudan anlatabilmek için doğal veznimiz olan hece vezniyle manzumeler yazmıştır. Hikmet’leriyle yol göstermiştir. Okumuşlar katına çıkamayan halka ulaşmak için benimsenen Türkçe zamanla Hoca Ahmet’in izinden giden Yesevi dervişleri için kurala dönüşmüş, onlar da şeyhlerinin izinden giderek Türkçe hikmet’ler yazmışlardır.

Ahmet Yesevi’nin Hikmet’leri sonradan Divan-ı Hikmet başlığı altında toplanmıştır. Bugün itibariyle Divan-ı Hikmet’in tarihî bir kıymeti vardır. Köprülü, dilinin kuru ve didaktizmi önceleyen bir yapı arz ettiğini, İslâm’ı tebliğ amacına matuf bir eser sayar Divan-ı Hikmet’i. Önemi Türkçe olmasındadır. Hece vezniyle yazılmasındadır. Köprülü, Hoca için, “şairlik kabiliyetinden mahrum”du der. Eseri şiir katına çıkamamıştır; ama doğrudan şiir hedeflenseydi o dönem için önünde incelmiş bir şiir dili olarak hazır duran Farsçayı tercih ederdi zaten. Yunus’la karşılaştırarak Divan-ı Hikmet için, “Yunus Emre’nin bir sanat dâhisi olduğunu ve eserinin bugün bile zevkle okunabildiğini söyleyebiliriz, hâlbuki Yesevi’nin Divan-ı Hikmet’i, ancak onun kutsiyetine inanan dervişler tarafından okunabilir,” (356) demektedir. Bununla birlikte, Yunus’u, “sanat dehası”, Türk edebiyatının “en millî ve en orijinal” kafası, “millî zevki en iyi temsil eden şair” sayan Köprülü, Türk edebiyatının menşeine, Yunus’la birlikte Ahmet Yesevi’yi de yerleştirir: “Bu iki büyük şahsiyetin Türk Edebiyatının umumi gelişmesi üzerindeki emsalsiz nüfuzlarını inkâr hiçbir zaman mümkün olamaz. Bu iki isim, Ahmet Yesevi ve Yunus Emre, Türk Edebiyatı Tarihinde ölmez birer fasıl olarak ebediyete kadar yaşayacaktır,” der. (357)

İşte Güneş Böyle DoğduSelçuklular zamanında Farsça temel değerdi. Sarayda, şiirde, edebiyatta geçer akça Farsçaydı. Önceden de, Moğol istilası zamanında da böyleydi. Selçuklular devrinde Anadolu’nun her köşe bucağına açılan tekke ve medreselerde ilim dili Arapça, edebiyat dili Farsçaydı. Başta saray ve çevresi olmak üzere yüksek tabakanın, görgünün, entelektüel üstünlüğün biricik göstergesi Farsçaydı. Padişahlar, âlimler ve aydınlar arasında (şairler de) kendilerini “sıradan” ve “değersiz” “halktan” ayıran, onlara üstünlük duygusu veren Farsçaydı. Bu dönemde Türkçe basit halkın diliydi. Devlet bürokrasisini yetiştiren medreselerin dili Farsça olduğu için memurlar işlerini Farsçayla görüyor, Türkçe iyice arka plâna atılıyordu. Bu, Karamanoğlu Mehmet’in Konya’yı almasına kadar böyledir. İşte bu ortamdaki Anadolu’da bu yapının karşısındaki güç Ahmet Yesevi’nin takipçileridir. Anadolu’ya göçlerle taşınan Yesevilik, sadece din olarak

Page 89: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|87

değil, dil olarak da, bu dile bağlı olarak gelişen edebiyatı da etkilemiştir. Hoca Ahmet’le başlayan, takipçileriyle devam eden hece vezniyle ve Türkçe yazılmış şiirler, Yunus Emre’de üstün temsil kabiliyetine kavuşmuştur.

Yunus resmen milâttır. Türk şiiri ve Türkçe, Yunus’tan önce ve sonra diye ikiye ayrılsa yeridir. Yunus’tan önce şiir dili Farsçadır. Şekil ve nazım itibariyle de İran etkisindedir. Okumuş kesim şiir zevkini Farsçayla giderirken, halk tabakası olayın dışındadır.

Farsçaya meftun medreseye karşılık inançlarını hece vezniyle taşımaya çalışan tekkeler şeklindeki ayrışmanın sebebi hitap edilen kitleydi. Medreseler saraya ve yüksek tabakaya adam yetiştiren kurumlarken, tekkelerin derdi halklaydı. Bütün mesele iletişim meselesiydi. Bu manzarada aruzun temel zaafı halka inemeyişidir. Buna karşılık İslâm’ı tebliğ eşliğinde halkın içinde işleyen hece vezni sadece büyük şairini beklemektedir. Öyle bir şair gelmelidir ki yazdıkları şiir olsun. Halkın Farsça engeli yüzünden mahrum kaldığı yüksek bilgiyi halka taşısın. Sadece Farsça bilen aydın insanların malı olan entelektüel bilgiyi halka açsın. Şiirindeki düşünce şiirin taşıyabileceği kadar olsun. Değme insanın anlayıp anlatamayacağı düşünceleri büyük bir incelikle şiirin prizmasından yansıtsın. İşte bu şair Yunus’tur. İlk Türk şairidir. İlk büyük Türk şairidir. Öyle bir şairdir ki Türk şiiri onunla başlamıştır ve bir daha bu unvanı ikinci bir şair kazanamayacaktır.

Yunus’un ŞiiriKöprülü, Yunus’un şiirindeki derinlikten hareket ederek Mevlânâ’yı özümsediği ve yorumladığı kanaatindedir. Yunus’un şiirlerindeki vahdet-i vücud felsefesinin, İslâm düşüncesi ve tasavvufu bağlamında ancak incelmiş bir zihnin eseri sayılabilecek şiirlerin izahı, Yunus’un, bilinenin aksine, tahsil görmüş entelektüel kişiliğinin yanı sıra, Mevlânâ’yı özümsemesinde yattığını ileri sürer. Yunus’un tasavvufa nüfuzu, Köprülü’ye göre, “hiçbir surette Celâleddîn Rûmî’den aşağı değildir.” Düşünce plânında Yunus’a bakışı böyle olan Köprülü, şiir bakımından da Yunus için, “Yunus Emre’nin sanatı tamamıyla millî, yani tamamıyla Türk bir sanattır. Ondan vücuda gelen sanat tamamıyla millî, yani zevk bakımından tamamen Türk’tür. Yunus, ortaya tamamıyla başka ve hususi hassalara malik yepyeni bir madde çıkarmıştır. İşte Yunus’un kudreti, daha kuvvetli ve daha doğru bir tabirle dehası bu kabiliyetindedir ve esasen bu deha şekli de onda tamamıyla Türk’tür,” der. (332)

“Yunus’un yaratarak üzerine şahsiyetinin damgasını -yüzyıllarca silinmeyecek bir kuvvetle- kazıp tespit ettiği bu millî sanat şeklinin kendine has olan seciyeleri şunlardır,” diyerek Yunus’un şiirinin özelliklerini sıralar ve sözlerini şöyle bitirir: “Bilhassa, en yüksek hakikatleri izahtaki sade-dilâne cüreti, Acem mutasavvıflarının en büyüklerinde bile zor rastlanabilecek kadar şahsi ve yüksektir:

Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir Varıp anın üstüne evler yapasım gelir

Altında gayya vardır içi nâr ile pürdür Varıp ol gölgelikte biraz yatasım gelir

Tan eylemen hocalar hatırınız hoş olsun Varuben ol tamuda biraz yanasım gelir.” (333)

“Yunus Emre ümmi değildi; zamanının bütün sistemlerini pek iyi biliyordu. Böyleyken bu kadar safvet ve sadelikle, bu kadar millî bir zevkle en karışık metafizik meseleleri çözüp açabilmesi ve onlara ümmicesine bir samimilik verebilmesi inanılmaz bir harikadır. Yunus’un sanatında gördüğümüz bu başlıca seciyeleri, basitliği, vuzuhu, kuvveti, Türk sanatının başka kollarında, meselâ onun en enmûzeci bir kolu olan mimaride de açıkça görüyoruz,” (334-335) diyen Köprülü’nün Yunus’un şiiriyle mimari arasında kurduğu bu irtibat, Tanpınar’ın şiirle mimari arasında kurduğu irtibatın kaynağını da veriyor. Yunus’u harikulâde, mucizevi bulan Köprülü’ye göre aynı şekilde Yunus’un taklidi de imkânsızdır. Çünkü “Yunus’un tarzı, sehl-i mümteni kabilinden olduğu için taklit ve tanzirinde başarı göstermek çok müşküldür.” (335, 60 nolu dipnot)

Köprülü’nün izahına temelde bağlı kalan Sezai Karakoç da Yunus Emre’yi İslâm kültürünü Türk’ün ruhuna geçiren, Türk kültürü kılan adam sayar. Yunus, Anadolu’nun İslâmlaşması sürecini düşündüğümüzde “çağının gereğini” yerine getirmiştir. İslâmiyet’in Yunus’un şahsında Türk için “varoluş şartı” hâline geldiğini söyleyen Karakoç, düşüncelerini şöyle tamamlar: “Bu noktadan giderek, Yunus’un niçin halka eğildiği, sade Türkçesi, hece ölçüsünü esas ölçü olarak alışı anlaşılabilir. Çünkü o Türk’ün ilerdeki çağlardaki ödevini biliyor, onun için var gücüyle onun dil ve edebiyatını kurmaya, geliştirmeye, ilerletmeye çalışıyordu. Türk duyarlığını sonuna kadar işledi. Böylece İslâm’ın Türk’le kaynamasının ve Türk’ü, İslâm’ı misyon olarak benimseyen bir toplum hâline getirmenin” bütün çalışmalarını yaptı. “İslâm ruhu ve Türk yapısı onda öyle kaynaşmıştır ki şiirin biçimi, ölçüsü, sesi, bir yandan Türk sanatının özel, öbür yandan İslâm sanatının genel çizgilerine uyar. Koşmayı da, gazeli de kullanır şiir biçimi olarak. Yani o halk sanatıyla vatan aşan genel sanatı birleştirmiş bir altın sentez peşindedir.” (Karakoç 1999, 44-45)

Yunus’un iki eseri vardır: Divan’ı ve Risaletü’n-Nushiyye’si. Divan’a Yunus’un şiirleri, Risaletü’n-Nushiyye’ye destanı diyebiliriz.

Yunus’un şiirleri hece vezniyle yazılmıştır. Kendisinden önce bu vezni işleyip inceltecek usta bir şairi yoktur bu veznin. Yunus’un yaptığı yüksek noktadan başlangıç, aynı zamanda vezin için de bir başlangıçtır. Bir taraftan dili, bir taraftan vezni öncesinde alışkın olmadıkları bir noktaya çıkarmıştır.

Page 90: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

88|MAYIS 2010

Talihin ve tarihin cilvesine bakın ki Yunus’tan sonra hece vezni şiirde bir daha Yunus misali bir atılım yapamamıştır. Bu bakımdan Yunus daha çok dilin; Türkçenin oluşumuna mührünü basmıştır. Yunus’tan yüzlerce yıl sonra, Anadolu’nun tekrar yangın yerine döndüğü bir ortamda kurulan Türkiye, kuruluş aşamasında hece şiirini kanun mesabesine çıkarmış, kendisine gelinceye kadar neredeyse bütünüyle Türkçeleşmiş olan aruz veznini kaldırmış, büyük bir devlet geleneğinin ürünü olarak davranacağına Karamanoğlu beyi Mehmet Bey gibi davranarak divan şiirini yasaklamıştır. Aydın çevrelerinde olduğu kadar, millî eğitim şûralarında da divan şiirinin müfredattan çıkarılması savunulmuştur. Tanpınar’ın savunucuların başında gelmesi bu konuda herkesin hemfikir olduğunu göstermeye yeter herhalde. Divan şiiriyle şiirimizin kazandığı aşama göz önüne alınacağına bu şiirin bizi İslâm dairesine çekeceği varsayılarak devre dışına çıkarılmıştır. Bugün dahi bazı çevrelerin algısı budur. İşte 1920’li yıllarda dönemin algısı ve kararı uyarınca bir gece ansızın hececi kesilen şairler köyümüz, çobanımız yaparken tıpkı Yunus gibi, bu vezne ikinci büyük katkıyı Necip Fazıl yapmıştır. Hece veznini Yunus’tan alarak modern şehrin ve modern insanın dili hâline getirmiştir.

Yunus Emre’nin Risaletü’n-Nushiyye’si mesnevi tarzında ve aruz vezniyle yazılmıştır. 573 beyitten oluşan mesnevinin ilk 13 beyti “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla, kalan kısım, “mefâilün mefâilün feûlün” kalıbıyla yazılmıştır. Eserin giriş kısmında insanın yaratılışı anlatılır. Ateş, su, toprak ve rüzgârdan yaratılan insana bu unsurların simgeselliğinde yeni kapılar açılır. Aklın ve bilginin mahiyeti üzerinde duran ikinci bölümü destan-ı ruh ve nefs, destan-ı kanaat, Yusuf aleyhisselâm hakkında, cimrilik hakkında, Kârûn hakkında, destan-ı huşu: destan-ı gazap, destan-ı akıl gibi bölümler izler.

1307-8’de yazılmış olan Risaletü’n-Nushiyye, dilimizdeki ilk Türkçe divandır. Aruzla yazılmıştır, içinde hece şiiri de vardır. Bu eserde tasavvuf üzerinden toplumsal yapı, toplumsal yapı üzerinden tasavvuf anlatılır. Bu şiirde o zamanki toplumsal düzen, çarşı pazarına varıncaya dek, bütünüyle yer alır.

Yunus bu uzun şiirinde doğrudan içinde yaşadığı toplumda bozulan birliği, dağılan toplumsal yapıyı tekrar kurar. Bu şiirde Padişah, mutlak birliğin simgesi olarak mutlak-ı vücud’u temsil eder. Bu şiirdeki bütün anlatımlarda padişah merkezî kavramdır. Ateş ve rüzgârı, toprak ve suyu birer insan olarak kurgular. Her birinin emrinde nice askerleri vardır. Bunlarla hükmederler. Bu şiirde iki sultan vardır, biri iyiliğin, diğeri kötülüğün sultanıdır. Biri rahmani, diğeri şeytanidir. Sürekli mücadele ederler. Biri bozar, biri yapar. Biri birliği, dirliği dağıtır, diğeri toplar, kurar, yaşatır. İkisinin savaşından iyilik sultanı galip çıkar. Tıpkı o dönemin Anadolu’su gibi, kötülük sultanının elinde halk çaresiz kalmıştır. Çaresiz halk, iyi sultandan yardım ister. İyi sultan, dirlik düzen bozulmuş diyerek askerlerinin başında savaşa koşar. Ülkeyi, şehri, insanları

harap etmiş kötü sultanın ordusunu bozar, ülkeyi kurtarır. Sultan gazadan döner ve bütün ülke kurtulur. Her taraf nimetle dolar. Kıtlık biter. Yunus içinde yaşadığı toplumu, dönemi bu şiirinde tasavvuf prizmasından yansıtır. Askerî bir yapı üzerinden anlatır anlatacaklarını. Bozulan düzeni, şehri ve ülkeyi padişahın birliğinde yeniden kurar.

Şiirin Devletteki KarşılığıYunus’un şiirde açtığı çığırın devletteki karşılığı Osmanlı’dır. Farsça ve Arapça Yunus’tan sonra mutlak hâkimiyetlerini kaybetmiş, Türkçenin bir cüzü hâline gelmişlerdir. Moğollar geldiğinde aydın tabaka Mevlânâ’nın ikliminde nefes almış, Moğollar gittiğinde halk Yunus’la yeniden kuvvet bulmaya başlamıştır. Öyle ki Anadolu’da biriken enerji Osmanlı şeklinde dışa vurmuştur. Nasıl ki hecede biriken enerji Yunus’la patlamışsa, halkta biriken enerji de Osmanlı’yla patlamıştır. Yunus’un şiirde yaptığı düzenlemeyi Osmanlı devlet plânında yapmıştır. Hem şiir için, hem devlet için; hem Yunus için, hem Osmanlı için tarihin o noktasında söylenecek tek lâf, dolmuş oktur. Dolmuş oka benzeyen Anadolu bir taraftan Yunus’la, bir taraftan Osmanlı’yla ileri atılmıştır.

Kan ve dehşetin, kıyasıya ölümün kol gezdiği topraklarda halk Yunus’un şiirleriyle hayata tutunmuştur. Onun şiirleri kimsesiz kalan halkın biricik sığınağı olmuştur. Büyük bir kin ortamında, korku, güvensizlik, siyaset dahil, insanı insandan uzaklaştıran her türden duvarı delerek geçen bu şiirler insanlara tek tek ulaşmış, zamanla onlarla birlikte aktıkları büyük ırmaklara dönüşmüştür. Yunus’la, “Dirildik pınar olduk irkildik ırmak olduk,” diyen Türkler Anadolu denizinden, “Deniz oldum dört yana ırmak ile” diyerek dört bir yana taşmışlardır.

Halkın Ruhuna Hâkim ŞiirYunus, halkın ruhuna hükmetmiş bir şairdir. Öncelikle bu yönüyle yenidir ve yüzlerce yıldır artan bir ilgiyle okunmaktadır. Şiir kumaşı pek yüksek olduğu için okundukça şiirinde yeni anlam katmanları açılmaktadır.

Yunus her zaman yenidir; ama aynı zamanda her dem yeni kalacağını da bilerek yenidir. “Her gün yeni doğarız bizden kim usanası” diyen bir şair, özgüveni, yani şiirine güveni bu derece yüksek bir şair eskir mi hiç? Böylesi bir meydan okuma geçen zamanla kanıtlanmış bir gerçeğe dönüşmüştür. Buraya, “Yunus Emre senin sözün âlemlere destan ola,” mısrasını da ekleyelim isterseniz. Sezai Karakoç, Yunus’un yeni kalmasının sebebini, “şiirinde bitmeyen bir arayıcılık içinde” olmasına bağlar ve şu örneği verir: “Yunus, şiirinde bitmeyen bir arayıcılık içindedir. Bu yüzden, daima yeni kalmanın sırrını yakalamıştır. Bu sırrın nüanslarda olduğunu bilir. Meselâ, başka yazarların da belirttiği gibi, Hey bîçare Yunus Emre demez de, Hey Emrem Yunus bîçare diyerek, şiirdeki ufak bir değişmeyle bir büyü mısraı kurmuş olur.” (45-46) Bence burada hatırlanması gereken isim Ece Ayhan’dır; ister kedi karasını hatırlayın, ister Apaş Paşa şapa oturdusunu. İsterseniz bütün şiirini.

Page 91: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|89

Burada Yunus’un şiirlerinden, mısralarından örnek getirerek bu şiirin çeşit çeşit ispatını yapmaya gerek yok. “Bir gevher çıkarmak gerek hiç sarraflar bilmez ola,” diyen Yunus, yeniliğin farkında, bilincinde bir şairdir. Fakat, en ünlü şiirlerinden birinde geçen, “Çıktım erik dalına anda yedim üzümü,” mısrasının rahatlıkla, modern şiirin çok erken bir tanımı olarak görülebileceğini söylememiz lâzım. Gelin görün ki bu ünlü mısrayı şu şekil düşündüğümüzde manzara biraz değişiyor: “Çıktım erik daima anda yedim üzümü.” Burda erik dalına çıkıp ordan “daima” üzüm yediğinden bahsediyor Yunus. Gölpınarlı’nın kitabındaki tashih hatası, meseleyi şiir sanatı ve teknikler bazında düşündüğümüzde Yunus’un meramına da, şiir bilgisine de, zekâsına da, dehasına da, çoğu zaman benimsediği yöntemine de daha uygun gibi geliyor bana.“Ölmek fasitler işidir,” diyen Yunus’un, “Hiç bilmezem kezek kimin aramızda gezer ölüm Halkı bostan edinmiştir dilediğin üzer ölüm,” mısralarını ister nesnel karşılık bahsinde düşünün, ister imge bahsinde. Karşınıza modern şiiri özümsemiş bir şair çıkar. Böyle numaralar çoktur Yunus’ta:

“Ol geçidin korkusu beni yoldan kodu Geçemez değme kişi köprüsün kıldan kodu

İnd’öküzü ol lâin al ile azdırmağa Sinek ile hak Çalap öküzü elden kodu

Öküz taşın üstünde taşı balık götürür Balık suyun içinde binasın yelden kodu.”

İçimizdeki Yunus Emreİçimizde bir Yunus Emre yaşamasaydı Yunus’un şiirleri halkımız üzerinde bu derece etkili olabilir miydi? Bence bütün maharet Yunus’ta değildir. Aynı zamanda onu seçip yaşatandadır. Bu etki ve etkileşimin aynı derecede Süleyman Çelebi için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Eşsiz ve yüksek bir sanat eseri olan Mevlid’in, Yunus’un şiirleri gibi halkımızda kök salmasının sebebi, bizim, bu şiirlerin anlam dünyasına katılma isteğimizdir. Çünkü onlar şiirlerini bizden, senden benden kalkarak yazmıştır. Yani Yunus’un güzelliği aynı zamanda bizim güzelliğimizdir. O şiirlerin hasreti bizim ifademizdir, anlam dünyamızın şiir katına taşınmasıdır.

Kaynakça:1. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1991, 7. baskı.2. Abdülbâki Gölpınarlı, Yunus Emre / Hayatı ve Bütün Şiirleri, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2006.3. Ece Ayhan, Bütün Yort Savul’lar!, YKY, İstanbul 1999, 2. baskı.4. Sezai Karakoç, Yunus Emre, Diriliş Yayınları, İstanbul 1999, 7. baskı.

Bu dünyâda bir nesneye yanar içim göynür gözümYiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi

Fotoğraf: Levend İSKİT| Tunus Seçki: Bahanur GARAN

Page 92: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

90|MAYIS 2010

Hümanizm sıklıkla kullandığımız kavramlardan biridir. Özellikle de Yunus’un, Mevlana’nın felsefesini anlatırken bu kavramı çokça

kullanırız. Hümanizm ile , Mevlana’nın isimlerini yan yana getirip Yunus’un hümanizmanizmasından, Mevlana’nın hümanizmasından söz ederiz. Peki, ama nedir hümanizm? Günümüzde yeni anlamlar yükleyerek kullandığımız bu kavram gerçekte neyi ifade ediyor? Tarihsel gerçeği nedir?

Öncelikle ne zaman, nerede ve hangi koşullarda hümanizmin ortaya çıktığını bilmek ve neyi ifade ettiğini anlamak gerekmektedir.

Aslında “hümanizm” kavramı Yunus’un yaşadığı çağdan yaklaşık 300 yıl sonra Batı Avrupa’da ortaya çıkmış olmasına rağmen, yanlış olarak insan sevgisi olarak yorumlanıp Yunus Emre’nin felsefesinin merkezine oturtulmaktadır. Şöyle ki ortaya çıkışı itibariyle hümanizm bireyi temel alan bir düşünce akımıdır ve Rönesans döneminin ideolojisini oluşturur. 15-16. yy.’larda İtalya’da ortaya çıkan bu yeni düşünce akımı, buradan diğer batı Avrupa ülkelerine de yayılmıştır. Çünkü değişen yapıya cevap veren bir öğretiydi ve hemen kabul gördü, geniş bir alana, hızla yayıldı. Burada biraz durup Batı Avrupa’daki değişen yapıyı ve hümanizm akımının nasıl bir ortamda doğduğunu açıklamaya çalışalım.

Bu yüzyıllarda Avrupa’nın batısı hızlı bir dönüşüm yaşamaktadır. Ortaçağdan, Yeniçağa geçilmiş; feodal toplum yapısı çözülerek, ekonomik ve sosyal yapıda kapitalist

unsurlar kendini göstermeye başlamıştır. Dolayısıyla feodal dönemin ideolojisi de yeni bir düşünce sisteminin ortaya çıkmasına duyulan ihtiyaç ile değiştirilecek ve hümanizm akımı döneme damgasını vuracaktır. Peki Nedir humanizm? Latince bir kelime olan hümanusmus’dan gelen bu öğretinin kelime anlamı “insancı” başka bir deyişle “bireyci” demektir, yani günümüzde insan sevgisi anlamını yükleyerek kullandığımız “insancıllık” ile hümanizmin gerçek anlamı olan “ insancılık” birbirinden farklı kavramlardır. İlki insan sevgisini yani insanların bir diğerine olan sevgisini ve birliği, bütünlüğü ifade ederken, diğeri insanı tek başına öne çıkarır, bireyciliği savunur. Aklı esas alır. Oysa sevgi akıl ile olmaz. Dolayısıyla ortaya çıkışı itibariyle hümanizm, insanın insana olan sevgisini ifade etmekten çok insanı birey olarak öne çıkaran ve bağımsızlığını savunan bir düşünce akımıdır. Hatta bağımsız olma ideali, bu yeni felsefede öyle boyutlara vardırılmıştır ki insanın her türlü, iç ve dış etkiden kurtulması hedeflenmiştir. Irk, kavim, lonca hatta aile bağlarından bile kurtulan bağımsız ve özgür bir insan modelidir arzulanan. Bu yeni insan, evrene de ortak bir görüşle değil, bireysel olarak ve şüphe ile yaklaşacak bunu yaparken de aklı rehber edinecektir. Bu bağımsızlık ve özgürleşme (!) düşüncede olduğu kadar kimi yerlerde dış görünüşte bile diğerine benzememeye kadar varacaktır. Bu öğretinin neden 15-16. yy.ların ideolojisi olarak benimsendiği konusuna gelirsek o dönemin koşullarına biraz değinmek gerekir. Feodal toplum yapısı çözüldüğüne göre, dini (katolik öğretiyi) esas alan feodal ideolojinin yerini bu yeni yapıda insanı öne çıkaran hümanizm akımı almaya başlayacak ve evrenin merkezine bireyi koyacaktır. İnsan yani birey bu dönemde

Hümanizmin Tarihsel Gerçeği ve

Yunus Emre Felsefesi Yrd. Doç. Dr. Sema ALTUNAN | Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fak.Tarih Bölümü

Page 93: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|91

her şeyin ölçütü olacaktır. Aklın temel alındığı bu felsefede adeta tanrının yerini insan alacaktır. İnanan insanın yerine düşünen, sorgulayan, şüphe duyan bir insan geçecektir. İnancın yerini de akıl almaya başlayacak ve akla uymayan her şeye şüpheyle yaklaşılması eğilimi doğacaktır. Bu durumu iki açıdan açıklayabiliriz, İlki, yapının değişmesiyle ideolojinin de değişme zorunluluğu; ikincisi ise değişen yeni yapının ihtiyaçlarına cevap verebilmesidir.

İlki, tarihsel süreç içersindeki şu gerçekliği ifade eder. Her ideoloji kendi toplumsal koşulları içinde şekillenir. Bu durumda feodal ideoloji, feodal toplum yapısının ideolojisiydi. I5. yy ise yeni egemen sınıf olan burjuvazinin yükselişe geçtiği ve kendini daha da geliştirecek ekonomik ilişkiler bütünlüğü içine girdiği bir yüzyıldır. Ticaretle zenginleşen burjuvazi ekonomik yapıdaki ağırlığını daha fazla hissettirebilmek için kendisini sınırlayan engelleri de ortadan kaldırmak isteyecektir. Bu ortamda burjuvazi feodal toplumun egemen sınıfları olan aristokratlar ile ruhbanlara karşı var olma mücadelesi içinde olacaktır. Bu sınıfların ekonomik gücü toprağa dayalıyken burjuvazi tarım dışı bir ekonominin taşıyıcısı olacak ve ticaretle elde ettiği kapital ile imalathaneler açarak sermayesini daha da arttırma yoluna gidecektir. Toprakların sınırı vardı, dolayısıyla topraktan elde edilen zenginlik de sınırlıydı. Oysa ticaretin sınırı yoktu ve bu durum burjuvazinin hızla yükselişini sağladı.

Yükselişe geçen burjuvazi kendi gelişimini sağlayacak koşulları da oluşturma çabası içine girdi. Ekonomik ve toplumsal yapıda meydana gelen bu değişim düşünce yapısında da yeni bir fesefe ile desteklendi: Hümanizm Akımı. Bu yeni akım değişen yapının ihtiyaçlarına cevap verdiği için antik dönem felsefesini, insan anlayışını örnek aldı.

Yükselen sınıf egemenliğini kurabilmek ve kendini sınırlayan engelleri yıkabilmek için dindışı her yeni düşünceyi, öğretiyi, felsefeyi destekledi. Ortaçağ felsefesi ve ideolojisi ise reddedildi. Çünkü bu ideoloji yeni egemen sınıfın/burjuvazinin çıkarlarına ters düşüyor, ihtiyaçlarına cevap vermiyordu. Avrupa’nın batısında ekonomik ilişkiler ve toplum yapısı değişmişti. Bu yeni yapıda yükselen burjuvazi, kendi ideolojisini yaratmak istiyordu. Çünkü yeni ideoloji değişen yapının sürekliliğini sağlayacak ve korumacılığını üstlenecekti. Bu ideolojinin merkezine insan yerleştirildi. İnsanın önündeki her türlü engelin kaldırılması hedeflendi; bunu sağlayacak çözümler üretildi, kuramlar geliştirildi. Sonuçta hümanizm bu koşullar altında şekillenen bir düşünce akımı oldu. Rönesans’ın ideolojisini

oluşturdu. Rönesans sanatının gerçekçi, canlı ve insan merkezli olması da temelde bu ihtiyaca cevap veriyordu. İlk portreler bu dönemde yapıldı, klasik Rönesans sanatına güçlü , kahraman insan modeli damgasını vurdu. Bu durum aslında değişen ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerin üst yapıyı etkileyerek ideolojiyi şekillendirmesinden ve bütün bunların sanata yansımasından başka bir şey değildi. O halde ortaya çıkan yeni öğretinin temelinde bu tarihsel koşullar yatmaktadır. Bunların bilinmesi ve her öğretinin kendi tarihsel koşulları içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Düşünce akımlarını doğuran ekonomik, sosyal ve siyasal yapıda yaşanan değişimlerdir. Her düşünsel devrimin temelinde bir ekonomik ve toplumsal devrimin, dönüşümün yattığı unutulmamalıdır. Ve değişen yapı içinde ortaya çıkan yeni egemen sınıfın kendi ideolojisini yaratma gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Yunus Emre’nin bütün insanlığı kuşatan öğretisine gelecek olursak, bu öğretinin merkezine “sevgi”nin yerleştiğini görürüz. Gerçek anlamda “insan sevgisi” Yunus’un felsefesinin esasını oluşturur.

“Gelin tanış olalımİşi kolay kılalım.Sevelim sevilelimDünya kimseye kalmaz” !

diye yüzyıllar öncesinden seslenen Yunus’un “insan sevgisi”ni, 15. yy’ın ikinci yarısından itibaren Batı Avrupa’da ortaya çıkan kapitalist ekonominin egemen sınıfı olan ve temel hedefi daha fazla kazanarak dünyaya hakim olmak olan burjuvazinin (nitekim coğrafi keşifler sonucu başlayan sömürgecilik yarışı da bunu göstermektedir) dünya görüşü olan hümanizmin insan merkezli düşünce akımıyla ilişkilendirmek ne kadar doğru olur?

Yunus’un öğretisinde insanın bir diğerine olan sevgisi birleştirici ve bütünleştirici bir işlev yüklenirken; hümanizm öğretisinde insanın kendini öne çıkarma, kimseye benzememe, her türlü bağdan kurtulma ve tam anlamıyla bireysel olma hedefi birbiriyle çelişir. Burada “ben merkezli” bir yapı karşımıza çıkarken; Yunus’ta Allah aşkıyla kendi benliğinden geçme ve tüm yaratılanları “Allah için sevme” anlayışı hakimdir. Bu sevgi sınırsız ve sonsuzdur. Sadece insanın, insana olan sevgisini de ifade etmez; aynı zamanda insanın tüm yaratılmışlara olan sevgisini kapsar. Bu da birliğe varır. Paylaşımın, dayanışmanın esas olduğu bu öğretide yaratılmışı Yaradan’dan ötürü sevme anlayışı öne çıkar. Dolayısıyla da merkezde Yaradan’a olan inanç ve sevgi yer alır.

Page 94: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

92|MAYIS 2010

“Hak nazar kıldığı canaBir göz ile bakmak gerek”

” Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan Şer’in evliyasıyla hakikatte asidir” “Hakkı gerçek sevenlere cümle alem kardeş gelir”

“Yetmiş iki milletinHem maşuku ol dururAşıkı maşukundan Ayırmaklık laf değil”

Görüldüğü gibi Yunus’un sevgi dolu kanatlarının altına girmeyen yoktur.

İnsan sevgisi Yunus’da öyle güzel ifadesini bulur ki Yaradan’ın halifesi olan insana verilen değer;

“Gönül Çalab’ın tahtıGönüle Çalab bahtıİki cihan bedbahtıKim gönül yıkar ise”

sözüyle çok net bir şekilde kendini gösterir.

Görüldüğü gibi insan yüreğinin hassasiyetine vurgu yapılarak gönlün yüceliğine dikkat çekilmektedir. Bir kerecik gönül yıkanın aldığı abdestin gerçek manasından uzaklaşıp el- yüz yıkamaktan öteye geçemeyeceği gibi kıldığı namazı da namaz olmaktan çıkacaktır Yunus’a göre. Onun bütün amacı “dost durağı” dediği gönlü kırmaktan kaçınmak ve gönüller yapmaktır. Bu gerçeği şu dörtlüğüyle ne güzel anlatır koca Yunus:

“Ben gelmedim davi içinBenim işim sevi içinDostun evi gönüllerdir.Gönüller yapmaya geldim”

Kaynakça:1. Server Tanilli, Yüzyıların Gerçeği ve Mirası, XVI ve XVII. Yüzyıllar, III, İstanbul 1990.2. _________, Uygarlık Tarihi, İstanbul 2004. 3. Alaaddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, Tarih öncesinde ilkçağda Ortaçağda ve Yeniçağda Toplum ve Siyasal Düşünüş, Ankara, 1996.4. Ayferi Göze, Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul, 1993.5. Engin Akyürek, Ortaçağdan Yeniçağa Felsefe ve Sanat, İstanbul, 1994.6. Bobb. M-P Sweezy- Chill-K.H. Takahashi-R. Hilton, Feodaliteden Kapitalizme Geçiş, (çev. Çetin Yetkin); İstanbul 2000.7. Hüseyin Özbay; Mustafa Tatcı, Yunus Emre (Makalelerden Seçmeler), İstanbul, 1994.8. Yunus Emre Sempozyumu (Bildiriler), Ankara, 1990.9. Abdülbaki Gölpınarl, Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul,1992.10. Cemal Anadol, Gönüller Sultanı Yunus Emre, İstanbul, 1993.11. Mehmet Bayraktar, Yunus Emre ve Aşk Felsefesi, Ankara, 1993.12. Önder Göçsün, Dünden Bugüne Yunus Emre, Ankara, 1995.13. Mustafa Özçelik, Bizim Yunus, Eskişehir, 2007

Yunus Emre Heykeli, Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Yerleşkesi Fotoğraf: Can Düz

Page 95: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|93

“Sen söyle Yunus” dediğinde Taptuk, Yunus Emre ne düşünmüştü, kimse bilmiyor. (Günler boyu bugünü düşlemişti oysa. Ne olur bir kez sıra bana düşse, demişti. Ne duyulmamış sözler söyleyecekti. Toprak altında gül deren elleri, yeşil ekinler gibi erken ölümlerle derlenenleri anlatacaktı. Dervişliğin, hırkayla taçla anlaşılmayacağını vurgulayacaktı. Ormanın uğultusundan sözler birikmişti yüreğine. Adaşı Yunus ‘un söylediği sözlerden daha yeniydi onun sözleri. Adaşının, her akşam söyledikleri yüzünden, “Söyleyen” (Guyende) diye anılması hep gücüne gidiyordu zaten. Kendini onun yanında hep biraz hantal, dilsiz, yararsız duymuştu. Bir söz sırası düşseydi kendine...) Yunus Emre, bir başka şairin söyleyecek “yeni bir söz” bulmamasıyla, sıranın kendisine gelmesiyle sevindi mi dersiniz? Eğer böyle bir sevinci duyduysa, kuşkusuz bu sevinç çok kısa sürdü. Bir ozanın sözünün tükenmesinden duyduğu korku, kuşku, acı bütün ömrünce izledi onu.

Nereden mi biliyorum Yunus Emre’nin o akşam düşündüklerini? Kendimden. Bir şair için en güzeli, yarışmaktır. Sesine ses bularak söyleşmektir. Meydanda tek başına kalmak değil. Üstelik, bir şairin sesini yitirmesinin, ölüm kadar acı olduğunu ancak bir şair bilir. Bir şair böyle bir sonu “düşmanı için bile” dileyemez. O zaman Yunus Emre’nin duyduğu hüznün şiirine nasıl yansıdığını görelim.

Yunus Emre, şairliğiyle övünürken kendi şiirinin yergisini de yapar. Onun sözleri, halkın ekmeğine, aşına katkısı olacak tuz değildir. Tuz olmadığı için de ödünç alınamaz. Cevherdir sattığı. Ancak uzmanı anlar. Saklanır. Değerlidir.

Güzelliği görülür. Hem yoksul hem de zengin özenir onlara. Onlara sahip olmak bir ayrıcalıktır.

Yunus Emre, esin perisinden, meleklerin esinlediği sözlerden korkar. Öyle bir söz bulmalıdır ki, melekler bile bilmesin. Evrene ilk kez doğsun. Melekler şairlere söz fısıldadıklarında cömert değildir. Yarı yolda bırakır. Topraktır cömert olan. Dünyanın düzenini, toprağa düşen buğday açıklar, gökyüzü değil. O zaman şairin gözü toprakta olmalı. Toprağın üstünde olup biteni izlemeli. Yüzü de yerde gerek, (alçakgönüllü olmalı). Yoksa bir merdivenden düşmekten daha da kötü bir durum gelir başına.

Ne çok şair gelip geçmiş. Hepsi de birbirinden güzel sözler söylemiş. Bir tanesinin bir akşam yeni bir söz bulamaması onların utancı değil. Onlar bülbül gibi şakırlar, Yunus Emre bir av kuşu gibi yarı hantal adımlarla dolaşır aralarında. O onların ötüşlerine hayrandır. Yeter ki onun o bahçede, dost yanında dolaşmasına izin verilsin... Sesi onlar kadar güzel olmasa da kulak verilsin.

(Yunus, daha Emre diye anılmaya başlamamıştı. Yunus-u Guyende “Bize yeni bir deyiş söyle” isteğini yerine getiremeyip susup kalmıştı. Yunus, yüreğindeki “ben söylesem” dileğini Taptuk’un dillendirişiyle duraladı. Yüreğinde bir an söz sırasının ona gelişinin sevinci, bir şairin susakalışının acısıyla çarpıştı. Tüm sözcükleri düşündü. Günler boyu ölçüp biçtiği dizeleri bir bir aklından geçirdi. Sabahları uğradığı mezarlıktaki mezar taşlarını, ak göğüsler üstünde biten otları, topraktan yükselen aydınlığı, dünyanın bir gelin gibi güzel oluşunu,

Meleklerin Bilmediği Söz

Sennur SEZER | Şair-Yazar

Yunus Emre, esin perisinden, meleklerin esinlediği sözlerden korkar. Öyle bir söz bulmalıdır ki, melekler bile bilmesin. Evrene ilk kez doğsun.

Page 96: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

94|MAYIS 2010

dünyaya doymamanın kınanmaması gerektiğini, güzel bir kızın yüzünün ışıltısının peçesinin üstüne vuruşunu, Tanrı’nın güzelliğinin bu güzel yüze yansıyışını... Sonra kederli anlarında düzenlediği dizeleri düşündü: “Sen sanmadığın yerde/Birden açılır perde/Derman olur derde/Görelim Mevlam neyler...”

Dervişlikle övünenleri de kınamalıydı. Dervişlik zor işti. Sonra bilmeceler sormalıydı dinleyenlere. Neden birinin erik sandığı bir başkasına ceviz gibi geliyor demeliydi. Neden ona üzüm gibi tatlı gelen kimine ekşi kimine çetindi... Ne mi? İşte yaşam, işte dervişlik, işte şiir. Yunus’un tüm söyleyeceklerini aklından geçirmesi belki bir iki saniye sürdü. Kendisi yeni bir söz söylemezse sıranın bir başkasına gideceğini de düşündü. Her şairin ne güzel sözleri vardı: “Cümle şair dost bahçesi bülbülü/Yunus Emre arada turraçlana...” Ama bu sohbetlerde onu hep hatırlasınlar isterdi. Sözleri tadı olursa hatırlarlardı elbet.

Ya cennet...? O ırmakları Tanrı’nın adıyla akan cennet. Yok onu da istemezdi. Ona Tanrı’nın yüzü gerekti. Onu da bir güzel yüzde bulmuştu. Bulduğunun sevinciyle esriyip sokaklara düşse, yetiş diye şeyhi Taptuk’u çağırsa bundan utanır mıydı? Yollar dağlan düşündürdü ona. Saçını çözüp ağlayan bulutu. Ya yüreği? Yüreği bunca yükü nasıl taşırdı? Bu bildiklerini söylemezse ölmekten beter olmaz mıydı?)

Yunus, daha Emre diye anılmıyordu. Her akşam Yunus’u Guyende nefesler okurken, yüreğinden binlerce söz kopmuş, “sen de söyle” denmesini beklemişti. Bir akşam Yunus’u Guyende yeni bir nefes söyleyemeyince, Taptuk Emre, Yunus’a, dönüp “Sen söyle, kilidini açtık” dedi. Yunus başını eğdi. Bir an yüreğine baktı. Tanrı orada oturuyordu. Binlerce dize kurdu-bozdu. Sonra fısıldadı: “Yar yüreğim yar/Gör ki neler var.”

* Varlık Dergisi ‘nde Temmuz 1991’de yayımlanmıştır.

Gözleri giryân ciğeri püryânOlmuşlar hayrân dîvâneler var

Fotoğraf: Levend İSKİT| Myanmar/Bagan Seçki: Bahanur GARAN

Page 97: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|95

Büyük bir mimar olan, etrafa cevher ve inci saçan, şuracıkta komşumuz olan Yunus Emre’mizin ismi anılınca aklımıza gelen şiirleri/beyitleri

hangileridir? Müsadenizle ben söyleyeyeyim:

İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir…Peki ya sonra?Sevelim, sevilelim bu dünya kimseye kalmaz…Ya sonra?Ben gelmedim davi için, benim işim sevi için…

Yunus’un ilahi şeklinde bestelenmiş şiirlerini bir kenara koyar isek, birkaç beyit daha söyleyebiliriz herhalde. Öyle sanıyorum ki Yunus’un baştan sona bir şiirini bilen kişi sayısının da nesli tükenmek üzere! Maamafih binlerce beyti içine alan, ‘koca’ bir divana sahip olan “Koca Yunus”tan, iki elin parmakları adedince beyit okumuş ya da duymuşsak, bu bizim için ‘koca’ bir ayıp olsa gerek!

Ey okuyucu! Yunus’un sadece bir şiirini örnekleyerek hem onun ilminin derinliğini, sözlerinin vecizliğini keşfedelim

hem de Yunus bize kimlerden, hangi olaylardan bahsetmiş gel bareber bakalım.

Önce adaşı Yunus Aleyhisselam’dan başlayalım. Bizim Yunus, Hz. Yunus’un denize atılıp, bir balık tarafından yutulmasına ve beytin devamında rivayetlere göre Hristiyan iken Müslüman olup sahabe ünvanına layık olan Selman-ı Farsî’ye telmihte bulunmuştur: Gah batn-ı Hût içinde Yûnus’ıla söyleşemGeh çıkam ‘arş üzere bir cân olam Selmân olam (200*6)

Yunus, Musa Aleyhisselam’dan ve belki de birkısmımızın ismini ilk defa duyduğu Hz. Musa’nın babası İmran’dan bahsetmiştir. Bir rivayete göre İmran, Firavun’un hazinedarlığını yapmıştır. Başka bir beyitte ise Firavun’dan ve Firavun’un veziri olan Hâmân’dan söz edip, bunların cehennemde yanacaklarını söylemiş, cennette de Gılman ve Rıdvan isimlerinde bekçiler ve hizmetçiler olacağını hatırlatmıştır:

“İlm-i Ledündür Üstâdum Ol Esrârı Tuyan Benem”

Talip ÇUKURLU |Eskişehir Osmagazi Üniversitesi Türk Dili ve Ed. Böl. Öğretim Görevlisi

“Yunus Emre kelimelerden bir Süleymaniye kurmuş büyük bir dil mimarıdır.”Samiha AYVERDİ

“Yunus’un dili açıldı, gözlerinden ve gönlünden perde kalktı. Şevk denizine düştü. Ağzını açıp inci ve cevahir saçtı…”Velayet-name’den

“Yunus, şüphesiz Sakarya kıyılarında doğdu.”A.Hamdi TANPINAR

Page 98: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

96|MAYIS 2010

Geh mutî’ olam Hudâ’nun emrine bin cân ileGeh dönem ‘âsî olam Mûsî olam ‘İmrân olam (200*32)

Gâh duzahda yanam Firavn’ıla Hâmân’ılaGâh Cennet’de varam Gılmân’ıla Rıdvân olam (200*14)

Yunus bize Davud ve Süleyman Aleyhimüsselam’dan bahsederek onların kıssalarını hatıra getirir. Bilindiği gibi Hz. Süleyman Hz. Davud’un oğludur ve babası vefat edince yerine tahta geçmiştir. Hem padişah hem peygamber olup, kimseye verilmemiş bir saltanata sahip olmuştur. Bu duruma şöylece telmihte bulunulur:

Geh varam Dâvud olam çıkam Süleymân tahtınaGeh gine güm-râh olup vaslı koyup hicrân olam (200*33)

Yunus, İbrahim Aleyhisselam’ı ateşe attıran Nemrut’u bize hatırlatmakta ve onun merdud, yani reddedilmiş olduğunu söylemektedir. Aynı beytin ikinci mısrasında ise Hz. Muhammed (a.s.m)’ın amcasının oğlu ve Hz. Ali’nin kardeşi olan Hz. Cafer’den bahsetmiştir. Hz. Cafer Mute savaşında şehit olmuştur ve “tayyar” lakabı Hz. Peygamber tarafından verilmiştir. Yunus bu duruma da telmihte bulunmaktadır:

Gâh bir mechûl olam merdûd olam Nemrûd olamGeh varam Ca’fer olam tayyâr olam perrân olam (200*16)

Başka bir beyitte ise birçok ismi arka arkaya sıralar Yunus. Mesela Cercis, Kur’an-ı Kerim’de ismi geçmemekle birlikte Hz. İsa’dan sonra gelip, onun getirdiği hükümlere uyduğu rivayet edilen bir Peygamberdir. Yetmiş kez öldürülüp, her öldürüldüğünde tekrar dirildiği de rivayet edilmiştir.

Cercis’in arkasından Calinus’u söyler. Calinus, eski Grekler döneminde yaşamış, hekimlik üzerine eserler yazmış ve yazdığı eserler Arapça’ya çevrilerek İslam dünyasını etkilemiş bir şahsiyettir.

Bukrat ise ismi Calinus’la birlikte anılan asıl adı Hipokratis olan bir hekimdir. Eski Grekler döneminde İskender’den yüz yıl önce yaşadığı söylenir.

Lokman, ismi Kur’an’da geçen bir şahsiyettir. Peygamber olup olmadığı konusunda tartışmalar olmakla birlikte büyük çoğunluk onun salih bir kul olduğunu kabul eder. Hikmet ve hekimliğin piri ve sembolü olarak bilinir.

Niçe bir Cercîs ü Bercîs olam u Mirrîh olamNiçe bir Câlinûs u Bukrât olam Lokmân olam (200*23)

Yunus eski inanışa göre dokuz kat olan feleği dokuz arslana, yedi gezegeni yedi evrene ve dört unsuru (hava-su-ateş-toprak) dört ejderhaya benzeterek gûya bunlara savaş açmıştır. Bu savaşta ünlü destan kahramanı Rüstem de yer almaktadır. Rüstem-i Zal, İran’ın meşhur kahramanıdır. Kahramanlık, kuvvet ve yenilmezliğin semblolü olmuştur.

Bu tokuz arslan u yidi evren ü dört ejdehâBunlarunla ceng idem Rüstem olam destân olam (200*24)

Hak aşkıyla kendinden geçen, diyar diyar dolaşan tabiri caizse mecnun olan Yunus, dillere destan olan, aşufte haliyle bilinen Mecnun’a da işaret etmektedir.

Bir demî âsûde bir dem gafletile hurd u hâmBir demî âşüfte olam Mecnûn olam hayrân olam (200*25)

Birçok şahsiyetten bahseden Yunus, vahdet-i vücud görüşünde piri sayılabilecek olan Hallac-ı Mansur’u da unutmamıştır. Malum olduğu üzere Hallac, cezbe halinde iken “ene’l-hak” dediği için asılmıştır. Gelecek beyitte de bu olaya telmih yapılmıştır.

Dâr olam girdâr olam ber-dâr olam Mansûr olamCân olam hem ten olam hem în olam hem ân olam (200*35)

Peki, Yunus Hallacı unutmaz da, şeyhi Tapduk Emre’yi, Barak Baba’yı, Tapduk Emre’nin hocası olduğu tahmin edilen Sarı Saltuk’u unutur mu hiç?

Yûnus’a Tapdug u Saltug u Barak’dandur nasîbÇün gönülden cûş kıldı ben niçe pinhân alam (200*41) Sonuç olarak; yüzeysel olarak ele aldığımız, sadece şahsiyetleri ve telmihleri ön plana çıkararak Yunus’un geniş kültürünü ortaya koymaya çalıştığımız bu şiirden, hatta bu şiirdeki sadece 10 beyitten anlaşılıyor ki, Bizim Yunus oldukça iyi bir eğitim almış, birçok kültüre hâkim bir şahsiyettir. Onun her bir şiirinin, her bir beytinin arkasında çok derin mana incileri gizlenmiştir. Etrafa saçtığı her bir inciyi özenle toplamamız her halde Yunus’un ruhunu şad edecektir…

Yûnus’a sorarısan bu sözleri kandan alurMeger ol dîvân-ı ‘ışkun defterinden yâd ider…

Kaynakça:1. TATÇI, Mustafa (2008). Yunus Emre Divanı –Tenkitli Metin-, İst: H Yayınları. 2. TATÇI, Mustafa (2008). Yunus Emre Divanı –İnceleme-, İst: H Yayınları. 3. ÖZÇELİK, Mustafa (2007). Bizim Yunus, Esk: Odunpazarı Belediyesi Yay.

Page 99: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|97

Anadolu insanı geçmişte özümsediği birçok inanç, kültür ve yaşamsal algılardaki tarihsel ve sosyolojik olguları, senkretik çözümlemelerle,

felsefi, mitolojik ve dinsel bağdaştırmalarla yeni sentezlere ulaşmış ve toplumsal önder kimliklerini yücelterek, inanç ve kültür alanında onları adeta simgeleştirerek yaşatmayı, olgu ve simgeleri, yaşam ve inanç biçimi haline getirmeyi, yaşam kozmogonisi için çok daha uygun bulmuştur.

Anadolu’da gelişen, biçimlenen bütün düşünsel olgu ve kurumların açıklanmasında günümüzden geçmişe uzanan uygarlık çizgisini yakalamak, sorunları o çizgi üzerindeki kırılma noktalarına göre değerlendirmek gerekir. Uygarlıklar alanında insanı anlamaya yönelik bir sorun, bulunduğu yerden başlamaz. Göründüğü alanda görünmeyen derinliklere inen kökleri içerir.

Anadolu inanç ve yaşam ikliminin en önemli temel taşlarından ve simgelerinden biri kuşkusuz Yunus’dur. Yunus Emre, içinde bulunduğu ortamı, insanı ve Tanrıyı realist bir bakış çerçevesinde değerlendirir;

“İstediğimi buldum eşkere cân içindeTaşra isteyen kendü kendüsi ten içinde”

dizeleriyle, kendini bilmenin yine kendine dönmekle, öze yönelmekle sağlanılabileceği vurgulanır. O’nu bu düşünceye ulaştıran ögelerin Anadolu kültür ikliminde biçimlendiğini unutmamak gerekir. Yine başka bir nefesinde ;

“Orucuna güvenme namazuna dayanmaCümle ta’at tâk olur nâz-ü niyâz içinde Oruç namaz gusül hac hicabdur âşıklara Âşık andan münezzeh hassu’l-ı havâs içinde”

Yukarıdaki görüşlerine bakarak Yunus’un İslamı bilmediği veya İslamî ritüele karşı olduğu söylenemez. O, yüreği temizlemeden, görüntüdeki bir ibadeti eleştirir; Ona göre inanç olgusunda önemli olan içeriktir, özdür. O’na göre aslolanı; biçimsellikten, özsele dönme, insanın anlamını biçimsel uygulamaların dışında aramadır. Anadoludaki halk inançalarının ve felsefi tasavvufun odağını oluşturan bu “arayış” ın sevgi (aşk) kavramlarında yoğunlaşması tesadüfi bir eğilim olmayıp düşünsel bir boşluğun giderilmesi, bir açlığı doyuma ulaştırma çabasıdır. Anadolu halk inançları bir bağdaştırmayı ifade eder. Bu bağdaştırma (senkretizm) dinsel ve kültürel olduğu kadar etnik unsurların da kaynaşmasını, bir olmasını sağlamıştır. İnancın, temelinde olduğu kadar, ritüelindeki vazgeçilmez araç ve enstrüman da insandır.

Yunus Emre’de dört temel ögeyi izleyebiliyoruz. Bunlar dil, düşünce, duygu ve yaratıcılıktır. Israrla vurguladığı konular ise sevgi, insan, varlık birliği, Tanrı, yaşama sevinci, barış, evren, ölüm, yetkinlik, olgunluk, erdem, eli açıklık, alçakgönüllülük gibi insan özünde odaklaşan olgulardır.

İnsan sevgi varlığıdır. Barış ve kardeşlik duyguları içinde

Anadolu’nun, Eli Tahta Kılıçlı Bilgesi Yunus Emre

Yrd. Doç. Dr. Yağmur Say| Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fak.Tarih Bölümü

Page 100: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

98|MAYIS 2010

bulunması yaşamının temel ögesidir. Ruh, Tanrısaldır. Bu nedenle de ölümsüzdür. İçinde yaşanan dünya gelip geçicidir. Kalıcılık yalnızca ruhsal varlığa özgüdür. Ruh gövdeye sonradan gelmiştir. Orada bir süre kalacak sonra geldiği Tanrısal kaynağa dönecek, özgürlüğüne, ölümsüzlüğe kavuşacaktır. Gövde, ruh için bir üzüntü, sıkıntı, tutsaklık kaynağıdır. Ruh gövdede bulunduğu sürece Tanrısal varlığa ölümsüz öze özlem duyar. Ölüm denen olay gerçekleşince ruhun özlemi sona erer. Varlık “bir” dir. Ayrılık, başkalık “görünüş” tür. İnsan, evren, Tanrı üçlüsü bir bütünlük içerisindedir. Bu bütünlük ancak bilinç olgunluğu, gönül arınmışlığı, duygu derinliği ile kavranabilir. İnsanı varlığa, ölümsüzlüğe, olgunluğa, erdeme ulaştıran bir takım din görevleri, tapınmalar değil, gönül arınmışlığı, içsel olgunluk, anlayış derinliği gereklidir. Sevgi, saygı birleştirici, bütünleyici birer öz davranıştır. İnsan olmanın birinci koşulu sevmek, saymaktır. Yeryüzünde inanç ayrılıkları barışı bozan, insanları birbirinden uzaklaştıran durumlardır.

Yunus toplumsal sorumluluk alanında hep güçsüzün ve hakları elinden alınmış insanın yanındadır.

Anadolu’daki Türkleşme ve İslamlaşma olguları içinde hümanist bir dünya görüşü ile felsefi tasavvufu birleştirebilen, insanı Tanrı ile özümseyip, insanı Tanrılaştırmak yerine, Tanrısal özü, insani özde tecelli ettirebilen bir inanç ve dünya görüşünü Yunus’ta görüyoruz.

Yunus Emre’nin gerçek yaşamı ile menakıbi (söylenceye dair) yaşamı birbiri içine o denli girmiştir ki birini diğerinden ayırt etmek artık imkansızlaşmıştır. Halk sufiliği içinde adeta bu menakıbi, rivayetlere dayanan Yunus’un kimliği, halkın belleğinde çok daha kalıcı olmuş ve daha büyük izler bırakmıştır. Hatta Anadolu halk edebiyatında bugün Yunus’tan değil, Yunuslardan söz etmek gerekir.

Bunun yanında Yunus, birçok farklı dünya görüşüne sahip insan tarafından da kendi siyasal, sosyal ve ideolojik söylemleri için kullanılır olmuştur. Tanrıyı insanda şekillendirebilen, açıkça tenâsüh ve hulûl inancının önemli izlerini bulduğumuz Yunus, Anadolu’da Heterodoks inançların çok daha Sünni, Ortodoks bir Müslümanlık gösteren, kendini Allaha adamış, dünya nimetlerinden yüz çevirmiş bir sufi olarak da görülmektedir.Kimi kaynaklarda Anadolu’ya Doğu’dan gelen Türk oymaklarının birine bağlı olduğu, 1320 yıllarında Eskişehir’de öldüğü bildirilirse de bu bilgilerin kesinlik içermediği âşikardır. Hemen hemen Anadolu’nun birçok yerindeki mezarları, O’nun temsil ettiği hümanizmin ve

İnsan- Tanrı sevgisinin büyüklüğünden ve birlikteliğinden olsa gerek.

Divanının, ölümünden 70-80 yıl sonra düzenlenmiş olması ve koşuklarının sayısının 700’e yakın olması da Anadolu halkı içinde nice Yunusların varlığına önemli bir ölçüde delâlet eder.

O’nun düşüncelerini izleyebildiğimiz şiirlerinde; dil, duygu, yaratıcılık vb. olgular insanın varoluşundan bedenen yok oluşuna ve daha sonraki yaşamına dair olan bir daireyi oluşturur. İşlediği konular; insan, sevgi, varlık birliği, Tanrı, yaşama sevinci, barış, evren, ölüm, yetkinlik, olgunluk, erdem, eli açıklık, alçakgönüllülük vb. olgulardır. O’na göre insan; bir sevgi varlığıdır. Barış, hakça bölüşüm ve kardeşlik; insanı insan yapan önemli değerler olup, toplumsal bir varlık olan insan; ancak bu toplumsal birliktelikle Tanrısal birlikteliğe bu erdemlere sahip olarak ulaşabilir.

Tin (Ruh) Tanrısaldır. Bu nedenle de ölümsüzdür. İçinde yaşanan dünya geçicidir. Kalıcılık yalnızca insanda gizli olan tinsel varlığa özgüdür. Tin, gövdeye sonradan gelmiştir. Orada bir süre kalacak, sonra geldiği Tanrısal kaynağa dönecek; özgürlüğe ve ölümsüzlüğe kavuşacaktır. Gövde; tin için bir üzüntü, sıkıntı, tutsaklık kaynağıdır. Tin; gövdede bulunduğu sürece Tanrısal varlığa; ölümsüz öze özlem duyar. Ölüm gerçekleşince tinin özlemi sona erer.

Varlık “bir”dir. Ayrılık, başkalık görüntüdür sadece. İnsan- Evren- Tanrı üçlemesi aslında “Bir”dir ve “Bütün”dür. Bu bütünlük ancak bilinç olgunluğu, gönül arınmışlığı, duygu derinliği ile kavranabilir. İnsanı, varlığa, ölümsüzlüğe, olgunluğa, erdeme ulaştıran bir takım dinsel ritüelleri yapmak değil, gönül arınmışlığı, içsel olgunluk, anlayış ve kavrayıştaki derinliktir.

İnsan olmanın ve Tanrısal irade ve güçle birleşebilmenin ilk ve en önemli koşulu: “korku” değil; “sevgi”dir.

O’na göre Tanrısal yaradılış, yoktan var etme değil; evrendeki tüm değerleri birleştirip bütünlüğe ulaştırmadır. Örneğin; Risaletü’n- Nushiyye’de:

“Padişahun hikmeti gör neyledi Od’u su, toprağı yele söyledi”

diyerek; toprak, su, ateş ve hava öğelerindeki benzeşmeyi ve birlikteliği vurgular.

Page 101: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

MAYIS 2010|99

“Toprağıla suyı bünyâd eylediÂna Âdem dimeği ad eyledi”

diyerek maddesel birleşimi Tanrısal bir güç ve özle açıklar ki; bu görüş, Anadolu’da hiç de yeni değildir. Platoncularda yüzlerce yıl önce bunları söylememişler miydi? Toprak, od, su, yel gibi dört kurucu öğe; ilkçağ Anadolu düşüncesinin ürettiği kavramlardır. Su; Thales’in, Yel; Anaksimenes’in, Od; Herakleitos’un, Toprak; Empedokles’in birer varlık öğesi değil midir? Yunus, bu öğretileri Orta Asya düşünce, yaşam ve inanç sentezleriyle birlikte özümseyip, Anadolu’da yaratılan felsefi tasavvuf kanalı ile birleştirip İslami öğelerle süsleyerek “varlık”a ve “bir”e ulaşmak istemektedir.

Koşuklarında işlenen temel öğe; insan varlığının derinliklerinde yatan öğeye (öz ve ölümsüzlük) yönelmektir.

“Yar yüreğimi de bak içinde neler varİnsan denen varlığı anlamak, kavramak için özüne inmek, iç evreninde dolaşmak gerek”

“Dost senin aşkın okı key katı taşdan geçer Aşkına düşen kişi cân ile başdan geçer”

dizeleriyle insanı, gönüldaşı (dost) anlamanın güçlüğü vurgulanır.

“İşidin ey yârenler aşk bir güneşe benzer Aşkı olmayan gönül, misâl-i taşa benzerTaş gönülden ne biter dilinde ağı düter Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer Aşk var gönül yanar yumşanur mumu döner Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer”

dizelerinde başlıca tema insandır. İnsanın anlaşılması, iç evreninin kavranması temel sorundur. O’nda aşk, yüzeysel bir sevgi sözcüğü değil; Tanrısal özü taşıyan ve bu özü dışarı çıkarması gereken insanın özüne yönelik bir eğilimdir. Ona göre aşk; yaşamın ve evrenin, yaratılmışların ve yaratıcının anlamı, yaşamın devindirici gücüdür.

“Ol cân kaçar öliser sen âna cân olasın Ölmüş gönül dirile andaki sen olasın Ölmeklik dirlik ola ölümsüz dirlik bula Başlu gönül unula merhemi sen olasun Sen olduğın gönüller her dem cânun yeniler Bunlardur ölmeyenler hâkimi sen olasun”

dizelerinde temel konu ölüm, ölümsüzlük ve varlığın birliğinin gücü temalarıdır. O’nun algıladığı sevginin ölümsüzlüğe götüren bir temel ilke olduğu vurgulanır. Başka bir ifadeyle; dirliksenlik, “dirlik- kişilik” olgularında dile getirilmektedir.O’nda katı bir din anlayışı, dinsel öğretilere kuru ve şekilci bir yaklaşım görülmediği gibi koşuklarında bu anlayışları da yumuşak ve güleç bir dille eleştirir:

“Yâ ilâhi gel sual itsen bana Cevabım işbudurur anda sana Ben sana zulmeyledüm itdüm günah Neyledüm nitdüm sana ey padişah Gelmedin didün hakuma kem deyü Toğmadın didün âsâ Âdem deyu Sen ezelde beni âsi yazasın Toldurasın âleme âvâzesin Ben mi düzdüm beni sen düzdin beni Pür ayıp niçe getürdin iy gani Gözüm açub gördüğüm zindan içi Nefs-ü hevâ pür tolu şeytan işi Rızkunı yiyüp seni aç mı kodum Ye yiyüp oynunı muhtaç mı kodum Kıl gibi köprü gerersin geç deyu Gel seni sen tuzağundan seç deyu Ya düşer ya dayanur yahut uçar Kıl gibi köprüden Âdem mi geçer Kulların köprü yaparlar hay içün Hayrı budur kim geçerler seyr içün”

dizelerinde Yunus, Tanrı karşısındaki tutumunu sergiler. Şekilci ve masalcı bir Tanrı algılayışında Tanrıya yüklenilen olumsuz, korkulan Tanrı yerine; sevilen, sevilmesi ve içselleştirilmesi gereken bir Tanrı özlemi dile getirilmektedir. O’na göre biçimcilik ve şekilcilik anlamsız olmakla birlikte, kişiyi Tanrıdan uzaklaştırır. Tanrıdan uzaklaşan kişi kendinden (öz) de uzaklaşacaktır;

“Orucuna güvenme namazuna dayanma Cümle ta’at tâk olur nâz-u niyâz içünde Oruç, namaz, gusül, hac hicabdur aşıklara”

dizeleri, aynı zamanda çok açık ve keskin bir şekilciliğin reddinin ifadesidir. Bu anlayışa göre; ritüeller yapılabilir ancak asli unsurlar olmadan dinsel yaşayış anlamsızdır. İnsan, Tanrısal özüne dayanan, insani değerlerin ortaya çıkarılmasını hedefleyen bir Tanrı algılayışı ve yaşam sürmelidir. İslam’ın da temel felsefesi ve ana yönelimi olan “insan-ı kamil” düşüncesi de bu “öz”ün bir ifadesi değil midir?

Page 102: SAHİBİ VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ - vizyon21y.comvizyon21y.com/documan/Egitim_Ogretim/Onemli_Gunler_Kuruluslar/Yunus... · sahİbİ ve yazi İŞlerİ mÜdÜrÜ t.c. eskİŞehİr

100|MAYIS 2010

“Yunus Emre’nin kabri demiryolları kenarındadır. zaman zaman rayların arızalanmasına neden olur. Kabrn nakli konusunda karar alanır. Mahalli hazırlıklar için Mihallıççık

Kaymakamı Ertuğrul Süer görevlendrilir. Emin Sazak 30 adet kurbanlık koç hibe eder. 150 kişilik mevlid şekeri hazırlanır Kaymakam at ile tören sabahı Sarıköy’e gelir. Ulaşıın çok

kısıtlı olduğu o tarihte uzak iller dahil olmak üzere 10 bin civarınd halk Sarıköy’de toplanır. Gelenler .. de yanlarında getirir. Kabir açıldığında cesedin bozulmadığı görülür. Alınan kemik

örneği Yunus’un 13. yüzyılda yaşadığını gösterir. ”Kaynak: Ertuğrul Süer’den aktaran Kamil Yakan

1947 yılı Yunus Emre mezarının naklinden görüntü.

1947 yılı Yunus Emre mezarının nakli töreninin tertip komitesi

Ertuğrul SÜERMihallıççık Kaymakamı