rüzgar & zaman

42
FOTO-ÖYKÜ DERGISI Yıl 1-Sayı 1 ÜCRETSIZ Kasım

Upload: sidar-eren

Post on 06-Apr-2016

249 views

Category:

Documents


8 download

DESCRIPTION

Tasarıma yeni başlamış bir birey olarak, kendime: ''Oğlum Sidar, acele etme. Her başlangıcın bir acemiliği ve her aceminin de bir ustalaşma zamanı var. Dert etme daha iyi çalışmalarla dergi ve gazete tasarımlarını ileri seviyeye taşıyacaksın.''

TRANSCRIPT

Page 1: Rüzgar & Zaman

FOTO-ÖYKÜ DERGISI Yıl 1-Sayı 1 ÜCRETSIZKasım

Page 2: Rüzgar & Zaman

İmtiyaz SahibiSidar Eren

Genel Yayın YönetmeniSidar Eren

Sermaye SahibiSidar Eren

MizanpajSidar Eren

FotoğraflarSidar Eren

RedakteSidar Eren

İLETİŞİM

[email protected]

DERSİM HABER AJANSI94 Mahallesi

Ovamkent Siteleri 6.Sokak

No:60534 432 06 42

Ovacık/TUNCELİ Yenişehir/MERSİN

Page 3: Rüzgar & Zaman

İÇİNDEKİLER

• • • Sidar Eren yazdı ‘‘Rüzgar

ve Zaman’’ • • Arda’ya dair bir şeyler • •

Makro Fotoğrafçılıkçılığa Giriş

• • Makro Fotoğrafçılıkta • Kullanılan Ekipmanlar• • 500. Hafta• • Dicle’den tut, Fırat’a bağla• Munzur’u• • • Mustafa Akbayır yazdı:• ‘‘Kaplumbağalarda Uçar’’

Page 4: Rüzgar & Zaman

02

Rüzgar ve Zaman

Sidar Eren

Öncelikle herkese bu köşeden merha-balar. Bu defa yeni bir yapılanmaya

girmeye hazırlanıyorum. Çabalarım ve dünden bugüne hazıra sunduğum izle-nimlerim doğrultusunda, farklı çalışma-lara adım atmak durumundayım. Halka değil de kendime gösterdiğim gayret ne-ticesinde, kendimi tüm olumsuz duygu-lar karşısında daha mutlu ve heyecanlı hissediyorum. Her geçen günün sonunda hayata dair farklı bir adım atarak, yeni oluşumların çizgilerini çizmek ve bu çiz-gilere göre yeni aşamalar ve yapılanmaya hazır yeni yollar inşa ederek, iyi bir yere gelmeyi hedefliyorum. Malum, İletişim Fakültesi okuyan çoğu öğrencinin duru-mu ortada. Ya iş yok, iş yoksa da ‘ekmek’ yok. Yani anlayacağınız açlık, parasızlık ve dört yıllık bir üniversiteyi okumanın da pekte faydalı bir yanı yok. İyi kameraman, iyi fotoğrafçı veya iyi bir muhabir olupta iş bulma konusunda hayli zorlanan mes-lektaşlarım da var. Mezun olanlar, tanıdık akrabalar, kişiler arasında geçen medya dedikoduları Türkiye medyasının halini açıkça ortaya koyuyor. Düşük bir ücret karşılığında düşünce ve ideolojisine tama-men karşı olan bir kurumun bünyesinde çalışmak zorunda kalan kişi ve kişiler de var. Çünkü mec-burlar... İşte,dünyanın akıttığı spermin ucu bana değmesin diye bende kendime has alternatifler üretiyorum. Hayatımı farklı bir yarım kürenin dairesine dahil etmek istiyorum. Uzun uzadıya gazeteciliğe değinmeğe gerek yok. Evet, İletişim Fakültesi sıralarında oturan bir öğ-renciyim ama şunu da aklıma yazdım ki; bu mes-lekte açlık ve susuzlukta tam bana göre. Size biraz da Rüzgar ve Zaman adlı dergimden bahsetmek istiyorum. Yeni bir oluşum ve anlık ortaya atılan bir düşüncenin ürünü. Birde ken-dimce oluşturduğum bir çalışma. Hoşuma da git-ti. Bir süre kendi çalışmalara vakit ayırırsam daha iyi olur diye düşündüm. Zaten, hayatımın çoğu vaktini fotoğraf çekerek geçiriyorum. İnsanların yaşam tarzlarını, kültürlerini, hayat hikayelerini, alın çizgilerini ve geriye kalan yaşam mücadelele-

rini kadraja alarak mumyalamayı ve bu gerçekleri papirüs kağıtlarına basmaktan oldukça zevk alı-yorum. Fotoğraf çekerken tüm güzellikler benim oluyor. İşin ucunda fotoğrafçılık varken, foto-öy-kü kategorisinde kendimce çalışayım diye düşün-düm. Sloganımızda ‘’Zamana mı bırakmalı acıları yoksa rüzgar silmeli mi hatıraları?’’ şeklinde oldu. Sloganı ortaya atan Buket arkadaşa da buradan teşekkür etmek istiyorum. Kendisi değer verdiğim ve hasret duyduğum bir kadın. Yaşamın kıyısında kurduğumuz evde birlikte yaşıyoruz. O güldüğü vakit bende gülümsüyorum, o acılara boğulduğu vakit benim de gözlerim doluyor. Evet, uzun uzun yazdım bazı şeyleri. Hayatımdaki fotoğrafların birçok öyküsü var. Sayfa ve satırlar bu fotoğrafla-rın öyküsüne izin verdiği sürece bende yaşanmış ve yaşanacak tüm anıları, tüm rüzgar silsilelerini ve zamanın akışını buradan size yansıtmaya çalı-şacağım. Gülücükler ile sizleri kucaklıyorum. Ge-lecek sayıda buluşmak dileğiyle...

‘‘... İşte, dünyanın akıttığı spermin ucu bana değmesin diye bende kendime has alternatifler

üretiyorum...’’

Editör Yazısı

Page 5: Rüzgar & Zaman

03

Arda’ya dair bir şeyler...

. . . ‘ ‘ F o t o ğ r a f ı n n e y i g ü z e l b i l i y o r m u s u n u z ? İ l k h e y e c a n ı v e s o n r a s ı n d a

y a ş a n a n h o ş ç a k a l ı . . . ’ ’

Söze nasıl başlanır hiç bilmiyo-rum. Fakat yazmak için ina-

dım inattır. Bir çocuğun yalnız-lığı nasıl anlatılır? Can sıkıntıları dile nasıl getirilir? Ben, ‘Arda’nın olmayan oyuncaklarından bah-sedebilir miyim? Zor, inanın öyle zor ki başını omuzlarıma büken, elimde ki fotoğraf makinesinin objektifinden şaşkınlıkla bakan bir çocuğunun üzerimdeki izle-rini anlatmak... Sessizce hatırla-mak geliyor doğduğum günü ve ertesi sabahları. Arda, aylarca dağda kalmış, çadırda büyümüş ve genellikle süt ve süt ürünleriy-le beslenmiş. İyi beslendiği her halinden belli oluyor. Aslında yaramaz gibi görünse de dürüst, delikanlı ve sevecen bir yapısı var. Arda, Şavaklı. 7 veya 8 yaş-larında olduğunu düşündüğüm, saçlarını üç numaraya vurmuş, konuşmasında Çemişgezek şive-

sini kullanan bir çocuk. Aslında Arda’nın ve ailesinin yaşam stan-dartları zor. Yaşamı genellikle göçebe olarak dağlarda geçiriyor, geçimlerini besledikleri koyun sürüsünden sağlıyorlar. Yaşam onlar için hep zorlayıcı hem de ağır. Arda karşıma üç beş çadır arasında çıktı. Hava soğuktu o gün. Bir gün fotoğraf makinemi tekrar sırtlayıp düştüm yolla-ra. Geceden yere düşen yağmur damlaları, bana tarif edilen yolu, su göletleri ile doldurmuştu. Ça-murlu yolda su geçiren ayakkabı-larımın fıcıklayan sesi ile Ovacık ilçesine yaklaşık 3 km kadar uzak-lıkta bulunan Hozat Köprüsü’ne kadar yürüdüm. Ne uzaklık kor-kutabildi beni ne de yorgunluk. Uzun süren yolculuk masalından sonra Arda’nın yaşamını belirle-yen çadırlara vardım. Bu çocuk; annesi, babası ve komşularıyla

birlikte yayladan Ovacık’a yeni inmiş ve yaklaşık bir haftadır Hozat Köprüsü civarında konak-lıyormuş. Sohbetimiz ateş çayı ile devam ederken, Fotoğrafın nerede ve nasıl güzel olduğuna bakakaldım. Fotoğrafın ilk heye-canı ve sonrasında yaşanan hoş-çakalı... kadrajın anlamını ortaya koyuyor. Yani demem o ki, sizi ilk defa gören ve kendi fotoğrafı-nın çekildiğini sanan bir kişinin gözlerine bakın. Ne kadar mutlu ve heyecanlı olduğunu rahatlıkla anlayabileceksiniz. Sonrasında fotoğraf çekmeye gittiğiniz yer-den ayrılırken, fotoğrafını çek-tiğiniz ve son pozunu alacağınız kişinin gözlerine bakın. Hoşçakal demeden ayrılığın acısı gözlerine yansıyacaktır. Arda’da böyle bir çocuktu. Hem heyecanlı, hem hüzünlü, hem de küçük parmak-larıyla zafer işareti yapıyordu...

Yaşam

Fotoğraf:Sidar Eren

Page 6: Rüzgar & Zaman

04

Makro Fotograf

Makro Yunancadan gelen bir kelime-

dir ve büyük veya uzun anlamında kullanılır. Fotoğrafta makro ise aşırı küçük objeleri, fo-toğraf makinesinin al-gılayıcısının boyutunu doldurarak fotoğraf çekmeyi başarabilmek-tir.

Yazı:Sidar ErenFotoğraf:Murat Bakmaz

Makro yakın çekimler, bir başka deyişle close-up ya

da makro çekimler konulara çok yakın olarak yapılan çekimlerdir. ‘‘SLR makinelerin objektifleri konuya ancak 40 – 50 cm ya-kınlaşabilirler. Bu bazı çekimler için yeterli olmayabilir.’’ Bu tür çekimlerde en başarılı sonuç-lar makro objektifler ile alınır. Makro çekim kısaca, çekilmek istenilen objeleri 1:1 ya da daha üstünde bir büyütme oranıyla fotoğraflama işlemidir. Diğer bir deyişle çekmek istediğiniz nesne-nin boyutu ne kadar ise film veya sensöre en az aynı şekilde yansı-masıdır. Makro, detayların dün-yasına giriştir. Makro çekimlerde kullanılacak malzeme konuya ne kadar yaklaşmak istediğimizle orantılıdır. Elimizde 70 – 200 mm’lik bir zoom ve fazladan bir de makro ayarı bulunuyorsa bu bazı yakın çekimler için yeterli olabilir. Konuya birkaç santi-metreye kadar yaklaşma olanağı veren tele-makro objektifler de vardır. Ancak bu objektiflerin dezavantajı yüksek fiyatlı olma-larıdır. Makro çekim yapmanın ucuz yolu ise “close-up” filtre kullanmaktır. +1, +2, +4 ya da

+10 gibi değişik güçlerde olan bu mercekler oldukça ucuzdur. (en iyi sonuç +4 ile alınır) Objektifin önüne takılarak kullanılan mer-ceklerden başarılı sonuçlar alı-nabilir. Makro çekim için kulla-nılan yardımcı araçlar ise tüp ve körüklerdir. Normal bir 28mm objektif ters halde 1.78:1 yakın-laştırma sağlar. Fakat buna bir de körük takarsak bu yakınlaştır-ma daha da artar. (Net alan de-rinliği azalır, odak mesafesi daha da kısalır.) Konuyu 1 / 1 ‘den daha çok büyütmek için objektif ile makine arasına yerleştirilen tüpler kullanılabilir. Eğer konu-yu daha fazla büyütmek istiyor-sak körükle çalışmamız gerekir. Kullanılan bu araçlar objektifin odak uzaklığını yani ışığın yolu-nu uzatarak daha yakın çekimler yapılmasına olanak verir. Makro çekim için kullanılan yardımcı araçlar ise tüp ve körüklerdir. Normal bir 28mm objektif ters halde 1.78:1 yakınlaştırma sağ-lar. Fakat buna bir de körük ta-karsak bu yakınlaştırma daha da artar. (Net alan derinliği azalır, odak mesafesi daha da kısalır.) Konuyu 1 / 1 ‘den daha çok bü-yütmek için objektif ile makine

arasına yerleştirilen tüpler kulla-nılabilir. Eğer konuyu daha fazla büyütmek istiyorsak körükle ça-lışmamız gerekir. Kullanılan bu araçlar objektifin odak uzaklığını yani ışığın yolunu uzatarak daha yakın çekimler yapılmasına ola-nak verir. Makro çekimlerde en iyi aydınlatma gün ışığıdır. An-cak direkt aydınlatma sert göl-geler ve parlamalar gibi sorunlar ortaya çıkarabilir. Böyle durum-larda beyaz kartondan reflektör kullanmanın belirli avantajları vardır. Diğer yöntem flaş kul-lanımıdır. Konuyla lens arasın-daki mesafe çok kısa olacağı ve flaş çok parlayacağı için karanlık gölgeler oluşur. Bunu önleme-nin yolu konunun her tarafını eşit şekilde aydınlatıp, gölgele-re yol açmayacak ring (dairesel) flaş kullanmaktır. Flaşla yapılan yakın çekimlerde diyafram kısık tutulmalıdır. Makro çekimler-de konuya olan yakınlık ve uzun süre kontrol netlemeyi zorlaştı-racaktır. Bir – iki milimetrelik bir hata fotoğrafın flu çıkmasına neden olur. Bu nedenle mümkün olan en kısık diyafram değeri kullanılmalıdır. Kısacası, makro detayların dünyasına giriştir.

Page 7: Rüzgar & Zaman

05

Makro Fotograf

Diyoptri Lensleri ( Close-Up Filtreler ) : Bu ürünler objektifin önüne takılan büyüteçlerdir. Bu

aparatlar sayesinde daha yakından netleme yapabil-mek mümkündür. Ancak bu filtreler genelde çok iyi gö-rüntü veremezler. Merkezdeki netlik köşelere doğru ol-dukça bozulur. Bu nedenle çokta tavsiye edilmezler.

Uzatma Tüpleri : Uzatma tüpleri objektif ile maki-ne arasına bağlanan aparatlardır. Bu aparatlar ob-

jektifinizi makinenin sensöründen uzaklaştırarak daha yakından netleme yapılmasına ya da daha yüksek büyüt-me oranı elde etmenize yardımcı olurlar. Uzatma tüpleri elektronik bağlantılı ve elektronik bağlantısız olarak ikiye ayrılı lar. Elektronik bağlatılı uzatma tüplerinde lensini-zin diyaframını değiştirebilir, otomatik netleme motoru-nu kullanabilirsiniz. Ancak elektronik bağlantısı olmayan uzatma tüplerinde her türlü ayar manuel bir duruma dönü-şür. Diyafram ve otomatik netleme kontrolünü kaybeder-siniz. Bu nedenle uzatma tüpü alırken elektronik bağlantı-lı modelleri tercih etmeye dikkat edilmesi gerekmektedir.

Körükler : Körükler uzatma tüpleri ile aynı mantık ile ça-lışmaktadırlar. Yani lensimizi makineden uzaklaştırarak

daha fazla büyütme almamıza yardımcı olurlar. Körüklerin uzatma tüplerine göre en büyük avantajı boylarının değişken olmasıdır. Yani uzatma tüpleri sabit mm değerlerine sahip-ken körükler istediğimiz boyutlara ayarlanabilmektedir.

Ters Objektif Bağlama Aparatları : Bir diğer makro çekim alternatifini ters objektif bağlama aparatlarıy-

la sağlayabiliriz. Bu aparatlar sayesinde her türlü objektifi makinenize ters şekilde bağlayıp harika makrolar çekebi-lirsiniz. Tek yapmanız gereken ters bağlamayı düşündü-ğünüz objektifinizin ön filtre çapına uygun ters bağlama aparatı satın almak. Bu aparatlar çok uygun fiyatlar ile ül-kemizde satılmaktadır. Bu ters bağlama işlemlerinde 1:1 büyütme alınmakta hatta geçilmektedir. Ancak ters bağ-lama işlemlerinde de objektif ile makine arasındaki elekt-ronik bağlantıyı kaybedersiniz. Yani diyafram ve otoma-tik netleme kontrolü manuel duruma geçmektedir. Genel olarak bu şekilde fotoğraf çekmek oldukça zor ve zahmet-lidir. Ters objektif bağlama işlemlerinde alan derinliği çok azalmaktadır.Bu nedenle ters bağlama işine girmeyi düşü-nen arkadaşların çok iyi ışıklandırmaya ihtiyaçları vardır.

Elimdeki Herhangi Bir Lensle Makro Çekim Yapabilir miyim?

Page 8: Rüzgar & Zaman

06

Makro Çekim Sırasında Kullanılan Ekipmanlar

Tiripod veMonopodlar:

Makro çekimlerinde tri-pod veya monopod kul-lanabilirsiniz. Yukarı-da da bahsettiğimiz gibi 1:1 modunda elde çekim yapmak gerçekten zordur. Tripod veya mono-pod’tan alacağınız destek sayesinde çok daha rahat çekimler ya-pabilirsiniz. Ancak doğada kullanımları pek müm-kün değil-dir.

Makro Kızağı: Makro kızakları

ileri düzey makrocuların olmaz-sa olmazlarındandır. Makro çekimde 1:1 modunda dahi elde çekim yapmak oldukça zordur. 1:1 oranındaki netliği milimetrik hareketler ya da oynamalar ile kaybetmeniz çok kolaydır. Birde ob-jektif ters bağlayarak kullanmayı dü-şünüyorsanız işiniz daha da zordur. İşte bu noktalarda makro kızakları imdadımıza yetişiyor. Makro kı-zakları sayesinde milimetrik net-lemeler yapmak kolaylaşıyor. Ray üstünde ileri geri hassas oynamalar ile istediğiniz net-liği yakalayabilirsiniz. Ancak bu kızakların doğada kul-lanımı oldukça zordur.

Flaşlar: Makro

çekimlerde en önemli unsur-lardan birisi de flaşlardır. Makro çekimlerde net alan çok önemlidir. Çektiğiniz objenin her yerinin net olma-sını isteriz. Bunu sağlamakta yüksek diyafram değerleri kullanmak ile olmaktadır. Yüksek diyafram = yüksek ışık anlamına gelmek-tedir. Özellikle doğada çekim yaparken genelde objelerimiz karanlık bölgelerde bulunurlar ya da buralara kaçar-lar. Bu objeleri net alan derinliği fazla ve aydınlık çek-mek istiyorsak flaş kullanmak zorun-dayız.

Page 9: Rüzgar & Zaman

07

Gülüşlerinde büyüttükleri hasretler ile maviye sev-dalı Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995’te evlat-

ları için sokakta oturmaya başladı. Ellerinde, avuçla-rında yıllardır bulamadıkları yaşamları vardı. Öyle bir yere gelmişlerdi ki artık, göz bebekleri gülümsemeyi unutmuş ve o göz bebekleri, memesini kaybetmiş bir bebeğin ağlayışına sarılmıştı. Ay ve güneş artık onla-rın dünyasını aydınlatmıyor, sadece geçmişin hüzün-lerini bugünde anaların bel kemiklerine sarkıtıyordu.

Gölgeler, geceye doğru soğuk oluyordu ve yalnızla-şıyordu anaların başlarını uzattığı yastıklar. Yor-

ganın altından bir kez daha dua ediyorlardı. Nem, zifiri bir kış akşamının soğukluğu ile öylece yanak ortasında donuyordu. Sobanın yanı başında oturan analar, alevle-rin evlatlarını nasıl yaktığına bir kez daha tanıklık edi-yorlardı. Zaman, kayıpların ve kaybedilenlerin ardından Cumartesi Annelerinin hayatlarını ablukaya almıştı. Gün aralandığından bu yana, Cumartesi Anneleri haf-talardır evlatlarını bulma mücadelesini vermekteydi.

Analar, evlatlarının hayatta var olduklarını bile çoktan unutmuşlardı. Ama, istedikleri tek bir şey vardı: Oda,

‘birkaç kemikti’ o kadar. Ama ne yazık ki, analar bugüne değin o birkaç kemiğe bile ulaşamadı ve dünden bugüne yüreklerinde nasırlaşan evlat acısıyla cumartesi yalnızlı-ğını geride bırakıp, bir kez daha ağlayacaklar, haykıracak-lar, özleyecekler... di. Adalet yıllardan beridir ülkemizde insanlığı teğet geçiyor. Ölümle burun buruna -kalan-, -ge-len-, -ölümü yaşayan- o kadar çok insan oldu ki; çocuk-lar, gençler, kadınlar... hunharca bir şekilde sevdiklerinin yanı başında ve sevenlerinin gözleri önünde katledildi.

Yakın tarihte yaşanan Gezi Olaylarında polis kur-şunu ve darbeleriyle hayatlarını kaybedenler, in-

sansız hava araçları ile yerleri tespit edilen ve daha sonra savaş uçakları ile bombalanan Uludere’deki 34 vatandaş, Reyhanlı Olayı, Uğur Kaymaz, Ceylan Ön-kol, Enes, Fatma, Mazlum (...) gibi onlarca çocuk ve geçmişe damgasını vuran ve insanların üzerinde iz bı-rakan Dersim 38 olayları ve akla gelmeyen diğer top-lumsal olaylar ve olgular,Türkiye’de en büyük adaletsiz acılara örnek oldu.Yani demem o ki bu ülkede yaşayan insanlar, ölmeden ölümü tattı. Yaşadığımız ülke sı-nırları içerisinde hiçbir zaman ‘adalet mülkün teme-lidir’ olmadı ve bizleri sadece kemiklere razı ettiler...

H F A

((

) 1995199619971998

1999200020012002

2003200420052006

2007200820092010

2011201220132014

Cumartesi Yalnızlığı

Page 10: Rüzgar & Zaman

08

Dicle’den tut, Fırat’a bağla Munzur’u...

Yine karanlığın çığırtkanlığına ait bir mektup var. Her gece olduğu gibi bu sabahta, bugün-

de, akşama doğruda yaşayacak tek gecelik bir iliş-ki... Kapılar, sırılsıklam mavi tencere boyalarıyla boyalıyken, kürdanların ucu ise kana bulanmış diş eti parçacıklarını üzerinde taşıyor. Sular, derin ama sessiz akıyor. Sular, derin ama ölümleri ağ-lamaklı. Hem de ihanete, zalimliğe... Sıradan bir yaz sabahıydı penceremin önü diye bir gezi yazı-sına başlamak aptallık olsa gerek. Ama,anılar bu yazının göbek deliğinde saklı. Baharın borazanları nehir kıyılarında yankılanıyor. Tırların, kepçele-rin ve dozerlerin hırlaması günü aralıyordu.Yankı vardı havada. Teker izleri, ardından bıraktığı toz hacmi ile caddeye iz bırakıyordu.Tarla fareleri, yoldan karşıdan karşıya geçerken tedirginlik duy-maya başlamıştı. Kimisi rahmetli babasını özle-yip, analarına kavuştu siyah çizgili lastiklerin al-tında. Mezarlarına taş dikilmedi. Üç gün, üç gece ezildi minik yürekleri. Aç kalan karınca yuvaları, saldırdı dört bir yandan cesetlere. Geriye ince par-çacıklı kemikleri kaldı. Vardı bir ötekileştirme o taraflarda. Kaldır, indir. Kireç akıyordu bezelye tarlalarının üzerinden. Sümüklü çocuklar, elle-rindeki sopalar ile itiyordu eşekleri sürüye doğru.

Ateş vardı yanlarında. Kibritle tutuşmuştu otlar. Ortalık yeşeriyordu güneşin açmasıyla birlikte. Başak taneleri, henüz gariban gariban filize ka-vuşuyordu başına sardığı yeşil başörtü ile. Odun kırıcılar vardı nehrin akıntısında. Su kireçliydi. Çünkü, içilmiyordu. Dozerler, ana vatanlarında çalışıyordu. Kazıyorlardı toprağı ve sonrasında nehrin akıntısı sessizleşiyordu. Ürküyordu kadın, erkek, kız... Su, ölüm ölüm derken susuyordu. Dicle’den tut, Fırat’a bağla Munzur’u... Eriyordu karların biriktirdiği kayalar. Kokuyordu ortalık tuvalet deliklerinin terbiyesizliği ile. Duştan kan akıyordu nehre doğru. Bahar gelmişti çiçeklerin arasına, bahar gelmişti. Sıkılıyordu bu ülkenin korkulukları. Ekmek-şarap, sen ve ben diye diye davet ettiler tabiatı idama. Ölüm orucuna düştü onlarca can. -Hayır hayır- olamaz dediler. -Baraj ne ki, maden ocakları nedir? HES’e karşı hayır! Nükleer istemiyoruz! Sesimiz veya bağıranların sesleri duyurulmadı yolları kapatan panzerlere kadar. Ateşkes ilan edilemedi bu ülkede. Ferma-nı biz yazdık. Barajları biz yaptırdık, nehirleri biz kuruttuk. Yıkamadık erkin klozet kapaklı lava-bosunu. Şimdi de intiharın peşinde yedi kiremit oynar dururuz. Yakan toplarla yandı canlarımız.

Yazı

Fotoğraf:

Sidar Eren

Gezi Yazısı

Page 11: Rüzgar & Zaman

09

Çekilen sular ile kıyıya vurdu be-yaz balinalarımız. Barajımız

ortalığı bok kıyısına çevirdi. Man-gallara takıldı erozyon pislikleri. Kar melekleri, araladı gözlerini er-kenden toprağa. Sizin bildiğiniz dişi cemreler, erkeklerinden önce uzandı beyaza. Ölüm geldi habersiz. El Fa-tiha!! Öldürdük. Biz öldürdük, top-raklarımızı. Biz zorladık ölmeye, öl-dürmeye. Kıyısında rakı içtik, yanına peynirli mezemizi indirdik. Kutu kutu cola’yı, bira tenekeleri ile ne-hirlerde yarıştırdık. Sıçtık anlayaca-ğınız bu memleketlerin nehirlerine. Isırgan otları kurudu gümüş suyun-da. Tencere tava, hani bize kayna-na. Gördüm, gezdim, yazdım. Ölen bir deniz olmadı, bizler nehri-ne-hirlerimizi kaybettik. Kıskanç bir duygu var memleketlerin kirpikle-rinde. Sezonluk aşklar yaşıyor çoğu.

Kimisi bir nisanda, kimisi bir mayısta, kimisi... Kuraklık var

dün geceden bu yana kalan. Sıcak-lık desem eksi otuzlara düşüyor kıyı kesimlerde. Yükseklerden bahset-miyorum zaten. Çığların ardı arkası kesilmiyor, don olayları yine aynı şekilde devam. Yollar ulaşıma aksa-mış-aksıyor. Köy yolları kapalı. Mer-kez civarlara ulaşım oldukça zor. Un yok, hamur yoğuramıyor kadınlar. Sular donmuş ve çekiliyor dudak-ların kırmızısı. Mezralarda yaşayan hayvanlar aç. Ota, samana gram gram zam geliyor. Bunların hepsi-ni yaşadık bu sene. Yollar kapandı, aç kaldı vatan’ı milliyet. Kirlendi hava durumu. Ne bahar kaldı güneş pembeliğinde, ne de kışın sarılığı deydi gökyüzünün mavi çizgilerine.

Hasret düştü bahara, yaza, kışa, solun sonbaharına. Kaçtık git-

tik. Traktörün arka tozluklarına bi-nerek. Küçük bir adam vardı yanım-da. Ama gölgesi dağlar kadar büyük, yüreği gülüşlerim kadar güzeldi. Tır-mık dişleri vardı ama kibar bir beye-fendiydi. Uzun zaman oldu dolanıp

Page 12: Rüzgar & Zaman

10

Anlatılanlara göre zamanın birinde, büyük bir göl ke-

narında yaşayan küçükçe yav-ru bir kaplumbağa, gölden su içmeye gelen kuşlara bakar ve onların kanatları ile özgürlü-ğe doğru uçmalarını uzaktan uzağa izleyerek imrenirmiş. Böyle geçen uzun bir sürenin ardından, yavru kaplumbağa cesaretini toparlamış ve kuş-larla arkadaş olmanın yollarını aramaya başlamış. En sonun-da amacına ulaşan kaplumba-ğa, arkadaşım diye seslendiği kuşlara, bu gizli kalan hislerini açmaya karar vermiş: Amacı gölün karşı tarafına geçmekmiş fakat bunu kendi ayakları ile yapmaya kalksa, nereden bak-sanız koca bir ömür boyu sürüp gidermiş. “Keşke sizin gibi uça-bilseydim...” demiş kaplumba-ğa. Kuşlarsa arkadaşlarının bu dileğini yerine getirmek istemiş-ler: “Uçabilirsin” demişler kap-lumbağaya; “Kaplumbağalar da uçar...” Bir dal almış iki kuş, iki yanından tutacaklar ve kap-lumbağayı karşıya geçirecek-lermiş. “Tek yapman gereken, sıkıca bu dalı ısırmak” demişler. Isırmış kaplumbağa; yükselmiş yükselmişler. Uçmuş uçmuş-

lar... Yükseklerden korkan kap-lumbağa, heyecanla bağıraca-ğı sırada ağzını açmış ve göle düşüvermiş. Tekrar ait olduğu yere, yavaş hayatının kolları-nın arasına, imkansız hayalle-rinin soğukluğuna gerisin geri-ye dönmüş böylece... ‘‘ O bunun için yaratılmamış, dedi anlatan arkadaşım. Kaplumbağalar kuş olamaz... Eski bir Kürt öyküsü böyle buyurur. Peki neden anlat-tım bu öyküyü? Neyi ifade etmek için çabalıyorum bu satırlar-da: Bahman Ghobadi... İran’ın Bane kentinde doğan, Kürt asıl-lı bir yönetmen ve senarist olur kendisi. En tanınan filmleri ise 2000 yılında Cannes Film Festi-vali’nde kendisine Altın Kamera, Genç Sinema ve Fipresci Ödül-leri’ni getiren Sarhoş Atlar Za-manı ve Kaplumbağalarda Uçar adlı eserleridir. Kimilerine göre çok, kimilerine göre ise oldukça az sinema yapıtı izlemişimdir. Ama kendimi biliyor ve olduk-ça iyi tanıyor olduğumdan emin olarak şunu söyleyebiliyorum ki, farklı bir adam Ghobadi. Görün-tü aracılığı ile, bizlere nelerin başarılabileceğini, tüm soğuklu-ğu ile acının gerçek yüzünün na-sıl gösterilebileceğini ispatlayan oldukça başarılı bir sanatçı... Henüz, Sarhoş Atlar Zamanı adlı eserini izleme şansını yakalaya-madım. Henüz diyorum, çünkü dün gece Kaplumbağalarda Uçar adlı yapıtı izlemiş olmam ve bu yazıyı kaleme alma yükümlülü-ğümü üzerimde bulmam sebebi ile şu anda burada, bu cümleleri karalıyorum acele ile... Savaşın kirli yüzünü tüm çarpıcılığı ile ekrana taşıyan, sinematografik bakış açısı ile izleyenlerini bü-yülemeyi başaran ve her şeyden önemlisiyse, alternatif bir bakış açısı ile tüm sistem gerçekliğini ekranlara taşımayı başaran usta bir yapıt Kaplumbağalarda Uçar.

Toplamda 95 dakika süren, orji-nal dili Kürtçe olan bu yapıtı iz-lemenizi şiddetle tavsiye ederim. Irak - ABD Savaşı sırasında, sı-nır boyunda hayatlarını devam ettirmeye çalışan çocukların ele alındığı, filmi başından sonuna kadar çocuk oyuncuların sürük-lediği olağanüstü bir baş yapıt. Çokça şey yazılabilir; karakter-ler analiz edilebilir, metafor ola-rak resmedilen balık, göl, mayın, silahlar ve dahası adına duygu yükü ağır methiyeler dizilebilir... Ama hepsini boş geçiyorum ve sadece şunları söyleyerek yazımı noktalıyorum: Tanıyanlar tanır, bilenler bilir... Öyle duygusal bir adam değilim. En son, kaç yıl öncesinde bir damla göz yaşının yanaklarımdan aşağıya sürük-lendiğini hatırlamam bile. Ama yıllar sonra, gözyaşı kanallarım-da kalan küçücük damlacıkların dahi harekete geçmesini sağla-yabilen yegane yapım işte bu. İzleyin, ön yargıları ile yapıma yaklaşacak olan, milliyetçi duy-guları ile tersine bir okumaya imza atabilecek olan sözüm ona demokrat arkadaşlarıma da öne-riyor ve tekrar ediyorum ki, izle-yin. Korkmayın, biraz da gözyaşı siz dökerseniz, sokaklarda bas bas bağırmaya, bayraklar taşıya-rak ırkçı söylemlerinize devam etmenize ve erkekliğinizden ya da kadınların sahip olduğu onurdan, bir şeyler kaybetmez aksine, çokça şey kazabilirsiniz. Evlerinizin koruması altında, gerçeklerin ardından biraz da sizler gözyaşı dökün derim. Dö-kün ki, hemen yanı başımızda, hemen şu anda olup biten ger-çeklerin, bir nebze de olsa sizler de farkına varın. Savaşın, her iki tarafta çatışan, kan akıtanların, iktidar oyunlarına alet edilenle-rin arasında her daim çocukla-rın ve korumasızların da oldu-ğunu sizler de anımsayabilin...

Mustafa Akbayır yazdı:

Page 13: Rüzgar & Zaman

11

Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sev-gili, biz kendimizden başka herkesin

üzüntüsünü üzüntümüz acısını acımız yaptık çünkü. Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadı-ğımız bir insanın göz yaşı bile içimizi parça-ladı. Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk. Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşı-sında bizi zayıf yaptı. Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili... Ne güzel-dir bilmediğin birinin derdine üzülebilecek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım.Yaşamak ne güzeldir be sevgili... Sevinerek, severek, sevilerek, dü-şünerek...Ve o vaz geçilmez sancılarını du-yarak hayatın... Kısa bir zamana, uzun vakitler ayırmak ister gönlüm. Nerede doğduğum, nerede yaşadığım veya hangi ilko-kulu, hangi liseyi ne-rede okuduğumun pekte önemi yok. Az önce de belirttiğim gibi y a ş a m d a uzun vakitler har- camayı sevi-yorum. Batan bir güneşin, battığı vakit tek-rar doğduğuna inanarak (sahtece) gözleri-min aydınlanmasına şahitlik edercesine nefeslerimi çoğaltmak istiyorum. Kısa zamanda, uzun yollar kat ettiğimi sa-naraktan (ki sandım) adımlarımı bü-yütüyorum. Belki bir kaplumbağa yürüyüşü, belki de dinazorların koşarcası misali. Yaza-rak b tiremem ben biyografiyi. Neden mi? Çünkü her nokta koyduktan sonra aklı baş-ka bir cümle geliyor. Uzun lafın kısa alemi: ‘’Ben Ağaç Gölgesi’yim’’ Memnun oldum...

‘‘Ben Ağaç Gölgesi’yim’’

Page 14: Rüzgar & Zaman

12

Yıllar önce boşaltıkmış olan bir köy evi.. Tunceli-Ovacık ilçesine bağlı Paşadüzü (Kodi) Köyü’nde horozu sürüklüyerek, evin önüne getirip fotoğraf çektim. Yaşlı teyze ve am-calarla uzun uzun sohbet ederken, yıkık, dökük ve harebe olan bu ev dikkatimden kaçmadı. Sadece bu ev yıkık ve dökük değildi. Kocaman köyde boşaltılan onca ev vardı ki hepsinin taş duvarları halen bir şe-kilde ayakta durmayı, son yağmur ve son kar tanelerinin gevezeliğini üzerlerinde taşıyordu.

Page 15: Rüzgar & Zaman

13

Page 16: Rüzgar & Zaman

14

Page 17: Rüzgar & Zaman

15

Tunceli Ovacık ilçesine gelen komünizm ile birlikte bazı hayat ya-şantılarıda değişti. Önce birlik sonra dayanaşma ile işi ve yardıma muhtaç olan köylünün çalışmalarını yerine getirildi. Ovacık Yeşil-yazı Köyü’nde fasulye hasadı sırasında kadrajladığım; Eren Şaylı,

Sercan Karataş, Umut Süzgün, Tugay Paçavra gibi isimlerin çalışma görüntülerini arşivledim. Evet, Ovacık’ta çok şey değişti seçimler ile

birlikte. Haa bu arada şunu da belirteyim hasada Ovacık Belediye Başkanı Fatih Mehmet maçoğlu’da katıldı.

Page 18: Rüzgar & Zaman

16

Page 19: Rüzgar & Zaman

17

Ahlanarak bu fotoğrafa bakıp bir hikayenin temellerini atmak oldukça zor. Munzur dağları’nı ve bu kutsal gölü unutmak

mümkün değil. Gelcek yaz mevsiminde tekrardan gidip görmede fayda

var...

Page 20: Rüzgar & Zaman

18

Ovacık Beş Evler Köyü...Mesut Eroğlu ve annesi...

Page 21: Rüzgar & Zaman

19

Page 22: Rüzgar & Zaman

20

Page 23: Rüzgar & Zaman

21

İnsan dünyaya geldikten sonra kaç defa mutlu olabilir ki? İnsanoğlu, doğarken çektiği acıyı bir de ölünce çekebilir

mi?İnsan oğlu birbirine halkalanmış iki yüzüğün ardında bir-

birlerine sarılıp, nasıl da mutlu olur?

Page 24: Rüzgar & Zaman

22

Page 25: Rüzgar & Zaman

23

Page 26: Rüzgar & Zaman

24

Page 27: Rüzgar & Zaman

25

Page 28: Rüzgar & Zaman

26

Page 29: Rüzgar & Zaman

27

Page 30: Rüzgar & Zaman

28

Page 31: Rüzgar & Zaman

29

Page 32: Rüzgar & Zaman

30

Page 33: Rüzgar & Zaman

31

Page 34: Rüzgar & Zaman

32

Page 35: Rüzgar & Zaman

33

Page 36: Rüzgar & Zaman

34

Page 37: Rüzgar & Zaman

35

Page 38: Rüzgar & Zaman

36

Page 39: Rüzgar & Zaman

37

Page 40: Rüzgar & Zaman

38

Page 41: Rüzgar & Zaman

39

Page 42: Rüzgar & Zaman