rönesans ve güneş merkezli evren kuramı (1450 …...rönesans (yeniden doğu), orta Çağ ve...
TRANSCRIPT
1
Rönesans ve Güneş Merkezli Evren Kuramı (1450-1600)
Rönesans, bir düşünce hareketidir. Ortaçağ’ın kavramlarına ve düşüncesine bir
başkaldırıdır. Rönesans döneminde, her alanda yeniliklerle karşılaşmak mümkündür. Bu
yenilikçi düşünce, kendini en fazla biçimde coğrafya ve astronomide göstermektedir. Yeni
keşifler ile Amerika da keşfedilmiştir. Bilinen Yeryüzü, Rönesans ile birlikte neredeyse iki
katına çıkmıştır.
Rönesans (Yeniden Doğuş), Orta Çağ ve Reformasyon arasındaki tarihi dönem olarak
anlaşılır. 15 - 16. yüzyıl İtalya’sın da batı ile klasik antikite (Eski Roma ve Yunan Eserlerinin
incelenmesi) arasında sanat, bilim, felsefe ve mimarlıkta bağın tekrar kurulmasını sağlayan,
Antik Yunan filozof ve bilim adamlarının çalışmalarının çeviri yoluyla alındığı, deneysel
düşüncenin canlandığı, insan yaşamı (hümanizm) üzerine yoğunlaşıldığı, matbaanın
bulunmasıyla bilginin geniş kitlelerle paylaşımının arttığı ve radikal değişimlerin yaşandığı
dönemdir.
Bu çağ uzun zamandır geriye düşmüş olan Avrupa'nın ticaret ve Coğrafi Keşifler'le
yükselişinin öncüsü olmuştur. İtalyan rönesansı bu dönemin başlangıcı sanatsal ve bilimsel
gelişmeyi ifade eder. İlk kez İtalyan sanatçı Giorgio Vasari tarafından Vite'de kullanılmış,
1550 yılında basılmıştır. Rönesans teriminin kökeni Fransızca'dır. Fransız tarihçi Jules
Michelet tarafından kullanılmış ve İsviçreli tarihçi Jacob Burckhardt tarafından
geliştirilmiştir. (1860'larda). Yeniden doğuş iki anlamı içerir. İlki antik klasik metinlerin
tekrar keşfi, öğrenimi, sanat ve bilimdeki uygulamalarının tespitidir. İkinci olarak bu
entelektüel aktivitelerin sonuçlarının Avrupalılık kültürünü genelde güçlendirmesidir. Bu
yüzden Rönesans'tan bahsederken iki farklı fakat anlamlı yoldan söz edilebilir: Klasik
öğrenmenin ve bilimin antik metinlerin tekrar keşfiyle yeniden doğması ve genel anlamda bir
Avrupalılık kültürünün yeniden doğuşu. Raphael Sanzio ve Michelangelo gibi birçok ressam
mevcuttur.
Astronomide Rönesans düşüncesine özgü yeni bir kuram ortaya çıkmıştır. Bu yenilikler,
devrim olarak adlandırılmaktadır. Ortaya konulan yenilikler devrimsel niteliktedir. Ortaçağ’ın
skolastik yöntemi yerine araştırıcı bir yöntem benimsenmiştir. Doğaya yönelim söz konusu
olmuştur. Rönesans ile birlikte insanın dünyaya ve evrene bakışı değişmiştir. Tüm bunlarla
birlikte insana bakış da değişmiştir. Bu dönemde inanma esas değildir. İnsan aklının özgürce
düşünmesi amaçlanmış ve örnek olarak da Antik Yunan alınmıştır.
Güneş merkezli sistem, insanın evren anlayışını kökten değiştirmiştir. Kopernik
kuramının sadece astronomi boyutu değil, Rönesans düşüncesinin ruhunu gösteren noktaları
da etkilidir. Tüm Ortaçağ boyunca insanı merkeze alan bir düşünce sistemi hâkimdir. Her şey
insana göre şekillenmiştir. Kopernik, insanı merkezi yerinden oynatmayı başarmıştır. İnsan
artık alelade varlık niteliğine düşmüş, Yeryüzü bir gezegen halini almıştır. Bu evren kuramını
kuran kişi Kopernik’tir.
Kopernik
Maria da Novaro’dan astronomi dersleri almıştır. Novaro ile astronomi tartışmaları
yapmıştır. O dönemin önemli astronomlarından biri olan Calcagnini ile tanışmıştır. Calcagnini
1525’te yazdığı bir kitapta, Yer’in hareketini tartışmıştır. Kopernik, Torun’da Frauenburg
Katedralinde gözlemler yapmıştır. Asıl önemli olan kuramsal çalışmalarıdır. Yaklaşık 30 yıl
2
boyunca kuramı üzerine çalışmış ve ulaştığı sonuçları bir kitapçıkta yayınlamıştır. Bu,
kuramının ana hatlarını yazdığı bir kitaptır.
Kopernik, daha basit bir biçimde evrendeki gezegen hareketlerini açıklayabileceğini
iddia etmiştir. Bunun için 34 küre kullanmış ve Güneş’i merkeze almıştır. 1539 yılında,
Rheticus, Kopernik’in yanına gelmiş ve kuramı hakkında bilgi edinmiştir. 1540 yılında bu
kurama ilişkin bir makale yazmıştır. Böylece yeni kuram duyulmaya başlanmıştır. Osiander,
Kopernik’in kitabının basım işini üstlenmiştir. Kitap, 1543 yılında basılmıştır. Kitabın orijinal
adı “De Revolutionibus”dur (Gök Kürelerinin Hareketi Üzerine). Kitabın önsözü Osiander
tarafından kitaba eklenmiştir; amaç, gelecek tepkileri karşılamaktır. Önsözde, yeni kuramın
gerçeklerle uyuşmasının beklenmediğini, bunun sadece matematiksel bir model olduğunu
belirtmiştir. Yapılan, geometri prensiplerinden yararlanarak gökyüzünün incelenmesidir.
Amaç, varsayımların gözlemlere uymasıdır. Ancak bu uygunluk, gerçekliği göstermek
zorunda değildir. Kopernik’e göre ise kuramı gerçeğin kendisidir.
Kitap, iki ana bölümden oluşur. Birincisi, sistemin genel hatlarını veren kısımdır.
İkinci kısım uzmanlar için yazılmış ve sistemin matematiksel ayrıntılarını veren kısımdır.
Bölüm 1 → Temel varsayımlar
Kirişler Tablosu
Bölüm 2 → Temel Astronomi kavramları(Ekvator, epliktik, ufuk vb.)
Yıldız katalogu
Bölüm 3 → Yer’in hareketi
Bölüm 4 → Ay’ın hareketi
Gezegen uzaklıkları
Bölüm 5-6 → Gezegen hareketleri
Sistemin Temel Varsayımları
1. Evren küreseldir.
2. Yer küreseldir.
3. Gökcisimlerinin hareketleri dairesel ve sabittir.
4. Yer de dâhil olmak üzere bütün gezegenler Güneş’i merkeze alırlar.
Güneş – Merkür – Venüs – Yer – Mars – Jüpiter – Satürn – Sabit Yıldızlar Küresi
Ay
Sistemin ana noktası, Yer’in hareketli olmasıdır. Kopernik kuramında Yer’in iki
hareketi söz konusudur:
3
Yer’in Güneş etrafındaki hareketi (Yıllık hareket). Bu hareket, mevsimleri
meydana getiren harekettir.
Yer’in kendi ekseni etrafındaki hareketi (Günlük hareket). Bu hareketle gece
ve gündüz meydana gelir. Yer merkezli kuramda gece ve gündüz, sabit
yıldızlar küresinin 24 saatlik hareketine bağlı olarak açıklanmıştır. Kopernik
kuramında Sabit yıldızlar küresi hareketli değildir.
Kopernik’in Yer’in hareketi için temel alabileceği, nedensel açıklama yapabileceği bir
fizik sistemi yoktur. Bu nedenle, hareketi mantıksal olarak temellendirir. Sabit yıldızlar
küresinin hareket etmesi sonsuza gidecektir; o halde Yer’in hareket etmesi daha mantıklıdır.
Kopernik de episikl ve eksantrik modelleri kullanmıştır.
Yer
Hiparkos ve Batlamyus’la aynı yöntemi
kullanarak, Güneş’in merkezden ne kadar kaydığını
hesaplamıştır.
Merkez
Güneş
Ay’ı ikinci bir episikl
üzerine yerleştirmiştir.
4
Gezegen
Kopernik Kuramının Dayanak Noktaları
1. Yer merkezli kuram, Yer’i referans noktası olarak temel kabul etmektedir.
Kopernik ise Güneş’i referans noktası olarak alır. Böylelikle de Yer’den
başka bir cismin de referans noktası olarak şeçilebileceğini göstermektedir.
(Referans Problemi)
2. Platoncu ve Pythagorasçı görüşlerin etkileri söz konusudur. Buna göre
evrenin temeli sayıdır. Evren, matematiksel, harmonik bir evrendir. Evren,
bu sebeple basit olmalıdır. Kopernik, Yer merkezli ve Güneş merkezli
sistemlerden hangisi daha basit ve daha harmonik ise onun seçilmesi
gerektiğini belirtmiştir. Hangi kuram daha basit ise, o, gerçeğe uygundur.
Güneş merkezli sistem, daha basit ve daha harmoniktir ve bu nedenle de
evrenin gerçek bünyesine daha uygundur.
3. Kopernik kuramı astronomik olgulara dayalıdır. Regiomontanus,
Peurbach’ın kitabını tamamlamış ve bastırmıştır. Kitap, Batlamyus
astronomisi üzerinedir. Regiomontanus, ilk kez olarak, Batlamyus
sisteminin Güneş ile olan ilişkisine dikkat çekmiştir. Batlamyus, Yer’i
merkeze almış olsa da gezegen hareketlerinde Güneş de işin içine
girmektedir. Regiomontanus, Yer merkezli sistemde Güneş’in özel bir
yerinin olduğunu vurgulamaktadır. Bu, Batlamyus astronomisinde cevabı
bulunamayan bir problemdir.
Merkür Mars
İç Gezegenler
Venüs Jüpiter Dış Gezegenler
Satürn
Equant
Merkez
Güneş
5
İç Gezegenler
Batlamyus, iç gezegenlerde Güneş ile episikl merkezini ilişkilendirmiş, bunu da Yer
ile bağlamıştır. Güneş, episikl merkezi ve Yer aynı çizgi üzerindedir. Dolayısıyla iç
gezegenlerde episikl merkezinin hareketi, Güneş’in hareketine eşittir. Bu da bir yıldır.
Dış Gezegenler
JC ∕∕ GY
Gezegen nerede olursa olsun, JC ile GY paraleldir. Dış gezegenlerin de episiklın
üzerindeki hareketi, Güneş’in hareketine eşittir ve bu da bir yıldır.
Regiomontanus’un tespit ettiği bu durumun, Batlamyus astronomisinde açıklaması
yoktur. Bunun nedenini Yer merkezli kuram verememektedir. Kopernik ise Güneş’in neden
gezegen hareketleri ile bağlantılı olduğunu Güneş’in merkezde olması ile açıklamaktadır.
Kopernik’in en güçlü kanıtı budur.
6
Kopernik’in Karşılaştığı Engeller
1. DİN: Tüm Ortaçağ boyunca Yer merkezli sistem, Hıristiyanlık’ın resmi ideolojisi
olmuştur. Yer merkezli sisteme karşı çıkmak dinsizlik olarak görülmüştür. Bu
nedenle Güneş merkezli kurama karşı en büyük engel Hıristiyanlık olmuştur.
2. Sistemin Algılara Karşı Olması: Sistem, Yer’in hareketli olduğunu Güneş’in ise
sabit olduğunu öne sürmektedir. Sistem algılarımıza karşıdır. Biz, Güneş’in
hareket ettiğini, Yer’in sabit olduğunu gözlemleriz.
3. Kuramın Fiziksel Boyutunun Eksikliği: Kuram, Güneş’in neden merkezde
olduğunu ve Yer’in neden hareketli olduğunu açıklayamamaktadır. Bunun yanırısa
Aristoteles fiziğine de aykırıdır.
4. Basit ve Dakik Olmaması: Pythagorasçı ve Platoncu düşüncelerle evrenin basit
ve harmonik olması gerektiğini savunmuştur. Ancak, sistemin kendisi basit ve
dakik değildir. Bazı yönleriyle, Batlamyus kuramından daha karmaşıktır.
5. Paralaks Açısı: Kopernik, Güneş’in sabit ve merkezde olduğunu, Yer’in ise
Güneş’in etrafında dolandığını öne sürmüştür. Bu durumda, paralaks açısı Yer’in
hareketinden dolayı sürekli değişmelidir. Yıldız, Yer’in hareketine bağlı olarak
konumunu değiştirir. Ancak, paralaks açısı gözlemlenememektedir. Yer merkezli
kuramın en önemli kanıtı budur. Buna dayanarak, Yer’in hareket etmediği
savunulmuştur.
Yıldız
Paralaks Açısı
a b
Yer
Yer
Bu açı, 1838 yılında keşfedilebilmiştir. Bunun nedeni paralaks açısının çok küçük bir
açı olmasıdır. Kopernik döneminin şartlarında bunu ölçebilecek dakiklikte araç yoktur. Bessel
bu açıyı bulduktan sonra, bu, Yer’in hareketine ilişkin en güçlü kanıt olmuştur.
Güneş merkezli kurama inanan kişilerin sayısı çok azdır. Astronomların büyük bir
bölümü bu sistemi farklı bir yöntem olarak görmüşlerdir. Onlara göre, bu sistem, Yer
merkezli kuramın alternatifi olan matematiksel bir yöntemdir.
Reinhold ve Rheticus, Kopernik’e inanmışlardır. Kopernik kuramına dayanan ve
gezegen hareketlerini veren kataloglar hazırlamışlardır. Bu katalogların daha başarılı ve daha
dakik olması beklenmiştir. Ancak bu beklenti gerçekleşmemiştir. Kopernik sistemi, gezegen
hareketlerini vermekte başarısız kalmıştır.
Bu kuram, ‘Kopernik Devrimi’ olarak bilinmektedir. Varolan sistemi yok eden yeni
bir görüş attığı söylenmektedir. Bu, tartışmalı bir konudur. Ancak, düşüncede bir devrim
yarattığından söz edilmektedir. Astronomide bir devrim yaratmış olsada olmasada düşüncede
Güneş
7
bir devrim yarattığı söylenebilmektedir. İnsanı merkezden çıkartmıştır. İnsan, herhangi bir
gezegende yaşayan herhangi bir varlık konumuna düşmüştür.
Kopernik Kuramının Açıkladığı Olgular
1. Dış gezegenlerin ve iç gezegenlerin hareketleri ile Güneş arasındaki ilişkiyi
açıklayabilmektedir. Çünkü, kuramda Güneş merkezdedir.
2. Episikl ve eksantrik modellerin ileri-geri hareketlerde kullanılmasına gerek
duyulmamaktadır. Geri hareket Yer’in hareketine bağlı olarak açıklanmaktadır.
İleri harekette ise episikla gerek duyulmuştur. Eksantrik modele ise gerek
duyulmamaktadır.
Kopernik Kuramının Açıklayamadığı Olgular
1. Algılarımıza terstir.
2. Dakik değildir.
3. Aristoteles fiziğine karşıdır.
4. Kendi fizik sistemi yoktur.
5. Dine aykırıdır.
6. Paralaksı açıklayamamaktadır.
7. Yer’e atılan taş problemi: Yeryüzü’nde bırakılan taş, bırakıldığı noktaya
düşmektedir. Yer hareketli ise Yer’in hareketine bağlı olarak taş daha geride bir
noktaya düşmelidir. O halde ulaşılacak sonuç Yer’in hareket etmediğidir. Oysa,
Yeryüzü’ndeki taş da Yer’in hareketine sahiptir. Hareket eden bir gemide de
bırakılan taş, bırakıldığı noktanın dibine düşmektedir. Ancak o dönemde
Kopernik’e karşı yapılan en önemli itiraz bu olmuştur.
Batlamyus Kuramının Açıkladığı Olgular
1. Algılarımıza uygundur.
2. Daha dakiktir.
3. Aristoteles fiziğine uygundur.
4. Fizik sistemi vardır.
5. Din ile uyuşmaktadır.
6. Paralaks yoktur.
7. Yer’e atılan taş problemini açıklayabilmektedir.
Batlamyus Kuramının Açıklayamadığı Olgular
1. İç gezegenler ve dış gezegenlerin hareketleri ile Güneş’in ilişkisi
açıklanamamaktadır.
2. Ay Kuramı eksiktir.
3. Merkür kuramı eksiktir.
4. İleri ve geri hareketlerde episikla ihtiyaç duymaktadır.
5. Eksantrik ve episikl modellerinin fiziksel açıklaması verilememektedir.
8
Astronomlar iki sistemsden birini seçmek durumunda kalmışlardır. Bu seçimde, hangi
sistemin evrenin fiziksel yapısına ve gerçek bünyesine uygun olduğu sorusu gündeme
gelmiştir. Bunun için gözlemlere başvurulmuştur. Bu süreçte Tycho Brahe’nin önemli
çalışmaları vardır.
Tycho Brahe
Uranienborg Gözlemevi’ni kurmuş ve dönemin en dakik araçlarını kullanmıştır. Hem
kuramsal hem de gözlemsel alanda çalışmaları vardır. Kuramsal alandaki çalışması, yeni bir
sistem kurma çalışmalarıdır (Tychonic Sistem). Ona göre, Kopernik astronomisi her şeyden
önce dine aykırıdır. İkincisi, Kopernik astronomisi, Aristoteles fiziğine aykırıdır ve fiziksel
temeli yoktur. Brahe, çok iyi bir gözlemci olduğu için Kopernik’in söylediklerinin bir kısmına
karşı çıkamamıştır. Hem Yer’i hem de Güneş’i merkeze alan bir sistem tasarlamıştır.
Batlamyus astronomisinin eksik noktalarının farkındadır. Heriki sistemi içinde barındıran yeni
bir sistem kurmaya çalışmıştır. Bu, ‘Yer-Güneş Merkezli Sistem’dir.
Sistemi başarılı değildir. Sistemin matematiksel ayrıntılarını tamamlayamamış ve
sistemini ölçüm yapılabilir hale getirememiştir.
Brahe, daha çok gözlemsel astronomideki çalışmaları ile ünlüdür. Yaptığı gözlemler,
Kopernik astronomisine kanıt oluşturan ve Aristoteles kuramını yanlışlayan gözlemler olarak
9
tarihe geçmiştir. Aristoteles kuramını çürüten kişi ise bu gözlemlerin de yardımıyla Kepler
olmuştur.
Brahe’nin yapmış olduğu gözlemler:
1572 yılında bir yıldız gözlemlemiştir (1572 Yıldızı). Bu, o güne dek
gözlemlenmemiş bir yıldızdır. Gözlemlediği aslında bir yıldız patlamasıdır
(Nova). Bu, önemli bir gözlemdir; çünkü Aristoteles kuramına aykırı bir
gözlem durumundadır. Aristoteles’e göre, eterden yapılmuş Ay-üstü evrende
hiçbir şey varlığa gelmez ve yok olmaz. Brahe’nin gözlemi ise bu alanda yeni
bir yıldız oluştuğunu göstermektedir.
1577 Kuyruklu Yıldızı’nı gözlemlemiştir. Brahe, bu yıldızın Ay-küresinin
dışından gelerek Dünya’ya yaklaştığını ve Ay küresini aşarak tekrar
uzaklaştığını tespit etmiştir. Bu da Aristoteles kozmolojisine aykırı bir
gözlemdir. Ona göre, kuyruklu yıldızlar Ay-altı evrende oluşan atmosferik
olgulardır. Yapılan gözlem, kuyruklu yıldızın Ay-üstü evrende bulunan bir gök
cismi olduğunu göstermiştir. Bu gözlem, Aristoteles’in küre anlayışına da
aykırıdır. Küreler şeffaf ve katı kürelerdir. Bu gözlem, kuyruklu yıldızların
küreleri aştığını göstermektedir. Bu, kürelerin var olmadıklarının kanıtıdır.
Aksi halde, kuyruklu yıldız, küreleri delip geçmelidir.
Mars’ı gözlemlemiş ve Mars’ın yörüngesinin Güneş’in yörüngesini iki noktada
kestiğini tespit etmiştir. Bazı zamanlarda Mars’ın Yer’e olan uzaklığı Güneş’e
göre daha yakın çıkmaktadır. Bu gözlem, Aristoteles’in küre anlayışına
aykırıdır. Küreler varolsaydılar, Mars ve Güneş’in küreleri iç içe geçecek ve
kırılacaklardır.
Brahe, bu gözlemleri yapmıştır; ancak gözlem sonuçlarını değerlendiren Kepler
olmuştur. Kepler, Brahe’nin Mars gözlemlerini kullanarak “elips yörüngeler yasası”na
ulaşmayı başarmıştır.
Kepler
Modern astronominin kurucusu olarak adlandırılmaktadır. 1599 yılında Brahe’nin
yanına gelmiştir. Onun yanında asistan olarak çalışmıştır. 1601 yılında ölümünden önce Brahe
çalışmalarına ilişkin notlarını Kepler’e bırakmıştır. Brahe, Kepler’den kendi kuramını
(Tychonic Sistem) geliştirmesini istemiştir. Kepler, Brahe’nin gözlemlerinden yararlanarak
modern astronomiyi kurmayı başarmıştır. Çalışmasında, Kopernik sistemini temele almıştır.
Kepler, evrende mutlak bir uyum ve harmoni olduğunu düşünmüştür. Bunun
sonucunda da “Kepler Yasaları”na ulaşmayı başarmıştır. Ona göre, evrende “Göksel Bir
Mimarlık” vardır. Bu uyumu araştırmış ve 1596 yılında “Göksel Gizem” adında bir çalışma
kaleme almıştır. Uyumu ortaya çıkarmak için geometrik eğrileri kullanmıştır. Amacı,
gezegenleri bir bütün olarak düşünerek uyumu açığa çıkarmaktır. Kepler’e dek, gezegen
hareketleri birbirlerinden bağımsız ele alınmıştır. Gezegenlerin birbirleri ile olan bağıntısı
araştırılmamıştır. Buna ilişkin ilk tartışma Kepler tarafından ortaya atılmıştır. Gezegen
hareketlerini birbirlerinden bağımsız ele almamış, gezegenler arası bağıntıyı bulmaya
çalışmıştır. Bunun için de ilk olarak geometrik eğrileri kullanmıştır. Bunlar, beş düzgün
geometrik cisimdir.
Satürn yörüngesinin içerisine “küp” çokyüzlüsünü yerleştirmiştir (6 yüzlü). Küpün
köşeleri yörüngeye teğettir. Bunun içerisine Jüpiter’i yerleştirmiştir. Jüpiter’in yörüngesi
10
küpün yüzeylerine teğettir. Jüpiter’in yörüngesinin içerisine de düzgün dört yüzlüyü
koymuştur (Tetrahedron). Bunun içine de Mars’ı yerleştirmiştir. Mars yörüngesinin içine on
iki yüzlüyü koymuştur (Dodekahedron). Dodekahedron’un içine de Yer’i yerleştirmiştir.
Yer’in altına da yedi yüzlüyü yerleştirmiştir (ikasohedron). Bunun altına Venüs’ü, onun da
altına sekiz yüzlüyü (oktahedron) yerleştirmiştir. Onun da altında Merkür vardır. Merkezde
ise Güneş bulunur.
Bu, aslında gezegenler arası bir bağıntı olup olmadığının araştırılmasıdır. Oluşturduğu
sistem olgusal temelden yoksundur. Ancak, gezegenler arası bağıntı düşüncesi Kepler’in
üçüncü yasasını bulmasına yol açmıştır.
Kepler’in asıl önemi, elips yörüngeleri keşfetmesidir. Özellikle Mars gözlemlerinden
yola çıkarak gezegen yörüngelerinin dairesel değil, elips olduğunu ortaya koymuştur. Mars’ın
eksantritesi problemlidir. Bu, Mars yörüngesinde Güneş’in merkezden ne kadar kaydırıldığını
bulma çalışmasıdır. Elinde Brahe’nin gözlemleri vardır.
A
Mars gezegeni, A ve B hariç hiçbir noktada
daire üzerine denk gelmemektedir. Gezegenin
bulunduğu noktalar dairenin içine denk
düşmektedir. Yaptığı ölçümlerle ‘a’ miktarı
kadar bir kayma olduğunu ve bu miktarın
çeyrek konumlarda en yüksek dereceye
ulaştığını tespit etmiştir. Bu durumda, kuramda
ya da gözlemlerde hata olmalıdır. Gözlemlerde
hata olmadığı sonucuna varmış ve kuramdaki
dairesellik ilkesini sorgulamaya başlamıştır.
B
Bundan yola çıkarak, yörüngelerin dairesel değil, elips olduğu sonucuna ulaşmıştır.
“Gezegenler elips yörüngelerde dolanırlar.” Bu, Kepler’in birinci yasası’dır (Elipsler Yasası).
“Bütün gezegenler, odaklarından birinde Güneş’in bulunduğu elips yörüngelerde
dolanırlar.”
Gezegen
M
Güneş
a
Güneş .
11
Bundan sonra yaptığı hesaplarla diğer yasalarına ulaşmıştır. Gezegenlerin yörünge
üzerindeki dolanımlarını hesaplamış ve hız ile uzaklığın ters orantılı olduğunu keşfetmiştir.
Gezegen, Güneş’e yakın olduğunda daha hızlı, uzak olduğunda daha yavaş hareket
etmektedir. Gezegeni Güneş’e bağlayan doğrunun taradığı alanları saptamıştır. Yörüngenin
diğer tarafında aynı t zamanda taranan alan eşittir. “Gezegeni Güneş ile birleştiren doğru
parçası eşit zamanlarda eşit alanları tarar.” Bu da Kepler’in ikinci yasasıdır. (Alanlar
Yasası)
t t
Bu iki yasaya 1609 yılında ulaşmış ve “Yeni Astronomi” adlı kitabında yayımlamıştır.
Böylece, dairesel hesaplardaki sapmaları da ortadan kaldırmayı başarmıştır.
Kepler, üçüncü yasasında, gezegenlerin dolanım periyotları ile Güneş’e uzaklıkları
arasında bir bağıntı olup olmadığını araştırmıştır.
Dolanım periyotu T
Güneş’e uzaklık a
Ulaştığı bu sonucu 1619 yılında “Evrenin Uyumu” adlı kitabında vermiştir. Üçüncü
Kepler Yasası, “Harmonik Yasa” adını taşır. Gezegenler arası bir bağıntının olduğunu
gösteren bir yasadır.
T²yer / a³yer = T²merkür / a³merkür = T²venüs / a³venüs = T²jüpiter / a³jüpiter = T²mars / a³mars
= T²satürn / a³satürn = sabit
Bu, Yer’in Güneş’e olan uzaklığından diğer gezegenlerin Güneş’e olan uzaklıkları ve
periyotları çıkartılabilir demektir. Gezegen hareketleri arasında bir bağıntı olduğu
keşfedilmiştir. Evrende harmonik bir orantının olduğu böylece gösterilebilmiştir.
Kepler, Aristoteles’ten beri, varolduğu düşünülen gezegen kürelerinin
varolmadıklarını ortaya koymuştur. Kepler’e kadar, gezegen hareketlerini sağlayanın küresel
taşıyıcılar olduğu düşünülmüştür. Gezegen hareketlerinin nasıl sağlanacağı problem olmuştur.
Bu, gezegen hareketlerine ilişkin dinamik problemidir. Bu problemi çözecek kişi,
Newton’dur. Newton’a gelinceye dek, problemi çözme yolunda çeşitli adımlar atılmıştır.
Kepler de bu yönde açıklamalar geliştirmiştir. 1605 yılında, gezegen hareketlerinin dinamik
yönüne ilişkin çalışmaya başlamıştır. O dönemde elektrik üzerine çalışmalar yoğunlaşmıştır.
Güneş
T² / a³ = sabit
12
William Gilbert, 1600 yılında “Mıknatıs Üzerine” adlı bir kitap kaleme almıştır. Bu kitap,
manyetizma üzerinedir. Bu konuyu ele alırken Yeryüzünün büyük bir mıknatıs olduğu
görüşünü ortaya atmıştır. Kepler, bu düşünceden yola çıkarak, gezegen olan Yeryüzü bir
mıknatıs ise diğer gezegenlerin de birer mıknatıs olmaları gerekteği sonucuna ulaşmıştır.
Kepler, kendi bulduğu yasaları, gezegenlerin manyetik gücünde aramaya başlamıştır.
Gezegenlerin Güneş’e yaklaşıp uzaklaşmaları bu güçle açıklanmaktadır. Gezegenlerin
hareketlerinde güç uzaklıkla ters orantılıdır. Gezegen Güneş’ten uzak olduğunda, Güneş’in
hareket ettirici gücü –çekim gücü- azalmaktadır; yakın olduğunda ise Güneş’in hareket ettirici
gücü artmaktadır. Kepler, gezegenlerin birer mıknatıs olmaları ve Güneş’in hareket ettirici
güce sahip olması temelinde gezegen hareketlerini açıklamaktadır. Ortaya çıkan elips
yörüngeler de bu biçimde açıklanmaktadır. Güneş’in hareket ettirici gücünden maddesel
olmayan formlar çıkmaktadır. Bu gücü, Kepler, magnetizmaya bağlamaktadır. Güneş, tek
kutuplu bir mıknatıs, gezegenler ise iki kutuplu mıknatıslardır. Güneş’ten gezegenlere hareket
ettirici bir güç yayılır.
‘Güneş’e dost kutup’ ve ‘Güneş’e düşman kutup’ olmak üzere iki kutup
tanımlanmıştır. Gezegenin “kutup ekseni” vardır. Kepler’e göre, Güneş’teki gücün yayılımı
mekanik bir yayılımdır. Hareketleri mekanik olarak veren ilk ciddi girişim Kepler’e aittir.
Ancak, düşüncesi metafizik bir düşünüş tarzıdır. Güneş’in hareket ettirici gücünün olgusal bir
temeli yoktur; ve bu modelde yörüngenin elips biçiminde olması gerekmemektedir. Evrende
tek kutuplu mıknatıs yoktur. Güneş’in tek kutuplu mıknatıs olduğunu söylemek, temelsizdir.
Güneş’e dost ve düşman kutupların olgusal tanımları verilmemektedir. Bu nedenlerle, olgusal
temeli olmayan metafiziksel bir düşüncedir. Ancak, gezegen hareketlerini mekanik yolla
açıklama uğraşında atılan ilk adım olması önemlidir.
İkinci önemli girişim Descartes’tan gelmiştir. Kozmoloji ve astronomi çalışmaları
vardır. Gezegen hareketlerini açıklamak için “Çevrimler(vorteks) Kuramı”nı geliştirmiştir.
Kuram, evrenin yapısını ve işleyişini açıklayan mekanik bir açıklama biçimidir. 1630 yılında
yazdığı “Dünya” adlı kitabında, bu kuramdan bahseder; ancak, kitabı yayımlayamamıştır.
1644 yılında yayımladığı “Felsefenin İlkeleri” adlı kitabında, kurama ilişkin genel bilgileri
vermiştir. Temel düşüncesi, evreni mekanik bir evren olarak tasarlamasıdır. Bu nedenle
hareket, maddenin madde üzerinde etkisiyle oluşur. Hareket, bir durumdan başka bir duruma
geçiştir; yayılımdan başka bir şey değildir. Hareket, bir durumdur. Evren, boşluk
barındırmayan, madde ile dolu bir evrendir. Descartes, hareketin ilk nedeni olarak Tanrı’yı
göstermektedir. Tanrı, ilk hareketi vermiştir ve evren madde ile dolu olduğundan hareket
ffff
G
13
yayılım ile sonsuza dek devam etmektedir. 1632 yılında, Galile, eylemsizlik ilkesini
bulmuştur. Hareket bir kez oluştu mu böyle bir evrende sonsuza dek devam edecektir.
Descartes’a göre, ilk hareketle birtakım vorteksler oluşmuştur. Bu çevrimler,
çekim(gravitasyon) merkezlidirler. Maddenin bir çekim merkezi olması düşüncesi Kopernik’e
kadar götürülebilirdir. Bu merkezler sonucunda vorteksler oluşur ve büyük cisimlerin kendi
vortekslerini oluşturma yeteneği vardır. Oluşan çevrimlerden birinin merkezinde Güneş
bulunur. Evrenin diğer köşelerinde başka çevrim merkezleri de vardır ve bunlar birbirlerine
bağlıdırlar. Jüpiter de kendi çevriminin merkezidir. Çevrimlerden biri hareket kazandığında
bütün çevrimler de hareket ederler ve bu sonsuza kadar yayılarak devam eder. Ona göre,
cisimleri oluşturan üç element vardır:
1. Ateş elementi: Parlaklık niteliğine sahiptir ve ışıklı cisimler bu elementten oluşurlar.
(Güneş ve yıldızlar)
2. Hava elementi: Işığa geçit veren elementtir. Geçirgenlik özelliğine sahiptir ve
gökyüzünü oluşturur.
3. Yer elementi: Yeryüzü ve gezegenler bu elementten oluşmuştur. Bunlar ışığı
yansıtırlar. Yansıtıcılık niteliğine sahiptir.
Mekanik bir açıklama biçimidir ve döneminde popüler olmuştur. Bu kuram, bazı
olguları açıklayabilecek düzeydedir. Bütün gezegenlerin aynı yönde döndüğü bilinmektedir.
Kuram, bunun nedenini açıklayabilen bir kuramdır. Çevrimin yönü tektir. Gezegenlerin
hemen hemen aynı düzlemde dolandıkları belirlenmiştir ve kuram bunu da
açıklayabilmektedir. Gezegenler çevrim hareketinin oluşturduğu bir düzlem üzerinde hareket
ederler. Güneş’e yakın gezegenlerin daha hızlı, uzak gezegenlerin daha yavaş dolanmalarının
nedeni de kuramla açıklanabilmektedir. Çevrimin merkezine yaklaştıkça hız artmaktadır.
Açıklanması gereken başka olgular vardır. Kepler Yasaları’nın dinamik yönü bu
kuramla varilememektedir. Vorteks kuramından yörünge biçimleri, alanlar yasası ve
harmonik yasa’ya ulaşılamamaktadır. Vortekslerin biçimleri verilememiştir ve elips
yörüngeler yasasına ulaşılamamaktadır. Vorteks kuramının matematikselleşmesi olanaksızdır;
matematiksel işlerliği yoktur. Kuram, bu nedenle denetlenememektedir. Kuram,
denetlemeden yoksun bir kuramdır. Metafiziksel bir kuram olmaktan öteye geçememiştir.
Galileo
Kopernik kuramının kanıtlanması ve fiziksel eksikliğinin giderilmesi gerekmektedir.
Buna yönelik dinamik çalışma Kepler ile başlamıştır. Bu çalışma Newton ile
tamamlanacaktır. Kuramın, evrenin gerçek bünyesine uygun olduğunun kanıtlarının verilmesi
gerekmektedir. Buna yönelik gözlemsel kanıtlar, Galile tarafından verilmiştir. Bu kanıtlarla
Aristoteles kuramının yanlış olduğu gösterilebilmiştir. Bunun yanısıra dinamik çalışmanın ilk
sonuçlarını da Galile ortaya koymuştur.
Astronomide Kopernik kuramının gözlemsel kanıtlarını ve dinamik temellerini, Galile
vermiştir. Teleskobu ilk kez astronomik amaçla kullanmıştır. Optik prensiplerini kullanarak
bu aracı yapmayı başarmıştır. Bu teleskop ile önemli keşifler yapmıştır. Yaptığı gözlemlerin
iki önemli sonucu vardır:
1. Kopernik kuramının gözlemsel kanıtlarıdır.
2. Aristoteles kuramını yıkmışlardır.
14
Gözlemlediği ilk gök cismi Ay’dır. Ay’ın üzerinde dağlar, vadiler görmüştür. Bu,
Ay’ın Yer ile aynı maddeden yapıldığının göstergesidir. Aristoteles’i yanlışlayan bir
gözlemdir.
Orion Kümesini ve Samanyolu’nu gözlemlemiştir. O dönemde, bunlar “bulutsu”
olarak bilinmektedirler. Bunların Ay-altı evrende oluşan atmosferik olgular oldukları
savunulmuştur. Galile, bunların gerçekte bulut olmadıklarını, yıldızlarla dolu bölgeler
olduklarını keşfetmiştir.
Galile, Jüpiter’i gözlemlemiş ve Jüpiter’in etrafında dört uydu tespit etmiştir. O
döneme kadar gözlemlenememiş olan dört yeni gök cismini gözlemlemiş olması Aristoteles
kuramına aykırı bir gözlem niteliğindedir. Aristoteles kuramına göre, Ay-üstü evrende yeni
bir varlık oluşmaz ve hiçbir varlık yok olmaz. Oysa Galile’nin gözlemi buna aykırı
düşmektedir.
Satürn’ü gözlemlemiş ve gezegenin etrafında bir yapı tespit etmiştir. Başta bunları
Satürn’ün uyduları zannetmiştir. Onun gözlemlediği, Satürn’ün halkasıdır. Bu halka, on bir
yıllık periyotla konumunu değiştirmektedir. Satürn’ün sallantısından dolayı halkanın
görünümü değişmektedir. Galile’nin kullandığı teleskobun güçsüzlüğünden dolayı, bu olgu o
dönemde tespit edilememiştir. Ancak, beklenmeyen, garip bir oluşumun gözlemlenmesi
Aristoteles fiziğine aykırı bir gözlem niteliğindedir.
Venüs gözlemi, Kopernik kuramının gözlemsel kanıtı sayılmaktadır. Venüs’ün
evrelerini gözlemlemiştir (Hilal, Dördün, Dolun). Yer merkezli sistemde Venüs ile Güneş’in
dolanımı eşittir. Bu durumda Venüs, yörüngenin neresinde olursa olsun Güneş-Venüs-Yer
doğrusu değişmez. O halde, Venüs gezegeninin sadece tek evresi (hilal) olmalıdır. İkinci
olarak, Venüs’ün Yer’e olan uzaklığı da sabit olmalıdır.
Güneş
Güneş
YER
İlk dördün Son dördün
V
V
Dünya
Hilal
Dolun
Güneş
V
V
V
V
15
Kopernik kuramında Güneş merkezdedir ve Yer ile Venüs’ün hareketleri eşit değildir.
Bu durumda Venüs’ün değişik konumlarına bağlı evreleri olmalıdır. Venüs, hilal evresinde
çok büyük, dolun evresinde ise küçük görünmektedir. Venüs, hilal evresinde Yer’e yakın,
dolun evresinde ise uzaktır. Aradaki fark 40 kattır. Hilal evresindeki “a” uzaklığı ile dolun
evresindeki “b” uzaklığı arası 40 kattır (b=40a). Kopernik kuramında, kuram ile gözlem
uyuşmaktadır. Bu gözlem, Kopernik kuramının ilk gözlemsel kanıtıdır.
Galile, 1610 yılında “Yıldız Habercisi” adlı kitabında bu gözlemlerinden bahsetmiştir.
Bir sonraki gözlemi Güneş’e ilişkindir. Güneş lekelerini gözlemlemiştir. 1613 yılında
“Güneş Lekeleri Üzerine Söylevler” adlı kitabında, lekelerin gerçekten Güneş üzerinde
olduklarını ispat etmiştir. Aristoteles kuramına göre, eterden yapılmış gök cisimlerinde kusur
yoktur. Kimileri Galile’nin gözleminin Merkür’ün Güneş’in önünden geçişi olduğunu öne
sürmüşlerdir. Galile, Merkür’ün Güneş’in önünden 7.5 saatte geçtiğini belirlemiştir. Oysa
lekeler daha uzun süre Güneş’in önünde kalmaktadırlar. Kimileri de bu lekeleri Yer ile Güneş
arasındaki başka gök cisimlerine bağlamışlardır. Galile, bunların başka gök cisimlerinin
gölgeleri olmadıklarını da kanıtlamıştır. Eğer bunlar gök cisimlerinin gölgeleri iseler Yer’deki
konumumuza göre yer değiştirmeleri gerekmektedir. Oysa gölgenin/lekenin konumu
değişmemektedir.
B
A
B
A
Güneş üzerindeki lekelerin eğri bir hareket yaptığını belirlemiş ve bunu Yer’in
hareketine bağlamıştır.
Galile, 1616 yılında görüşlerinden dolayı engizisyona çıkarılmıştır. Kopernik
kuramının dine aykırı, saçma bir sav olduğuna ilişkin bir bildiri yayınlanmıştır. 1632 yılında
Galile, “İki Büyük Dünya Sistemi Üzerine Diyaloglar” adlı kitabını yayımlamıştır. Bu kitapta,
üç tartışmacı Batlamyus ve Kopernik kuramlarını tartışmaktadırlar.
Tartıştıkları üç önemli problem vardır:
1. Yer ile evrendeki her şey aynı maddeden yapılmıştır.
2. Eski kuramda günlük hareket için sabit yıldızlar küresinin hareketi öngörülmüştür.
Galile bunu tartışır ve bu derece büyük bir kürenin hareket etmesinin
olanaksızlığını ifade eder. Yer’in hareketi daha mantıklıdır.
3. Yer’e düşen taş problemi tartışılmaktadır. Yer’e bırakılan taş, bırakıldığı noktanın
tam dibine düşer. Bunun nedeni, bırakılan taşın aynı zamanda dünyanın hızına da
sahip olmasıdır. Hareket eden bir gemide bırakılan top güllesi, geminin v hızına da
YER
GÜNEŞ
16
sahiptir. Bu nedenle bırakılan top güllesi, direğin tam dibine düşecektir. Gassendi,
bu problemin deneyini yapmıştır.
Galile, eğik düzlem deneyleri denilen deneyler de yapmıştır. Sürtünmeyi azalttıkça,
topun hızı ve aldığı yol artmaktadır. Zamanın karesi ile alınan yol arasında bir bağıntı tespit
etmiştir. Bir sonraki kitabında bunu serbest düşme olgusuna uygulamıştır. Alınan yolun
zamanın karesi ile orantısını tespit etmesi, serbest düşmenin de bir ivmeli hareket olduğunu
ortaya koymuştur.
Eğer sürtünmesiz ortam sağlanabilirse, hareket sonsuz olacaktır. Bu, eylemsizlik
prensibidir. Herhangi bir kuvvetin etkisi altında kalmadığı sürece cisim durumunu korur.
Ulaşılan bu sonuç, Aristoteles’in hareket kuramının ortadan kalkmasıdır. Ona göre, kuvvet,
hareket ettiren ögedir. Oysa Galile’de kuvvet olmasa da hareket vardır. Hareket, geometrik bir
geçiştir (Bir noktadan başka bir noktaya geçiştir). Bu durumda gezegen hareketleri de
eylemsizlik prensibine bağlıdırlar.
Galile, 1638 yılında “İki Yeni Bilim Üzerine Diyaloglar” kitabını yazmış ve bu kitapta
dinamik ve mekanik’e ilişkin bilgiler vermiştir. İvmeli hareketin serbest düşmeyi de
kapsadığını ortaya koymuştur. İvmeli harekete ilişkin matematiksel formüller vermeyi
başarmıştır.
Isaac NEWTON (1642-1727)
Klasik fiziğin doruğa eriştiği isimdir. Bunun yanı sıra diferansiyel ve integral hesap, ışığın
yapısı gibi konularda da çalışmaları vardır. Temel yapıtları olan Doğa Felsefesinin Matematik
İlkeleri (Philosophiae Naturalis Principia Mathematica) ve Optik adlı çalışmalarıdır.
Newton, Galileo'nun deneyciliğini örnek almış ve deneyi doğayı araştırmanın ve bilimin tek
yöntemi olarak görmüştür. Principia kitabının giriş kısmında bilimin olması gereken amacını
şu şekilde belirtmiştir: “Olgulardan doğanın kuvvetlerini keşfetmek, sonra da bu kuvvetler
yardımıyla diğer olayları açıklamak." Önce olgular gözlemlenmeli, bu gözlemler sonucu
doğanın yasaları keşfedilmeli ve oluşturulan kuram olayları açıklayabilmelidir.
Felsefe yapmanın en iyi ve en güvenilir yöntemi bana göre birincisi şeylerin
özelliklerini özen ve dikkatle araştırmak ve bu özellikleri deneyimlerle
saptamak, bundan sonra da daha yavaş biçimde onların açıklanması için
hipotezlere doğru geçmektir. Çünkü hipotezler sadece şeylerin özelliklerinin
açıklanmasında kullanılmalıdır, onların belirlenmesini sağlayacakları
düşünülmemelidir; sadece bir dereceye kadar deneyimlerin zeminini
oluşturabilirler.
17
Newton'a göre doğa matematiksel niteliklere sahip bölünemez küçük parçacıklardan
yapılmıştır ve doğada her olay bu parçacıkların birleşmesi ve dağılması ile oluşmuştur. Ona
göre bilimin amacı deneyler ile birlikte bu olayları matematiksel kuramlar ile
genelleştirmektir
Üzerinde çalıştığı problemler:
1) Bir cismin yol formülünden, herhangi bir andaki hız ve ivmesini, hız ve ivmesinden
ise aldığı yolu bulmak. Bu problem ivmeli hareketin incelenmesi sırasında ortaya
çıkmıştır. Temel problem, ansal hız ve ansal ivmenin hesaplanmasıdır (hızın ve
ivmenin bir andan diğer ana değişimini belirlemek).
2) Bir eğrinin teğetini bulmak.
3) Bir fonksiyonun maksimum ve minimum değerlerinin bulunması sorunu.
4) Bir gezegenin verilen bir süre içerisinde aldığı yolun hesaplanması; eğrilerin
sınırladığı alanların ve yüzeylerin sınırladığı hacimlerin hesaplanması problemleri.
Bu problemlerin indirgendiği iki mekanik problemi:
1) Gezegenin hareketi sırasında yörüngesi üzerinde katettiği yoldan, herhangi bir andaki
hızını bulmak,
2) Gezegenin hızından, herhangi bir anda yörüngesinin neresinde bulunacağını hesap
etmek.
Bu problemlerin çözümü için geliştirdiği diferansiyel-integral hesabı bulduğunu 1669 yılına
kadar duyurmamış ve bunu yayınladığı zaman Leibniz ile aralarında öncelik problemi söz
konusu olmuştur.
Kütle Çekimi
Newton’a göre, Yer’in çevresini dolanan Ay’ı yörüngede tutan kuvvet yeryüzünde bir taşın
(elmanın) düşmesine neden olan kuvvettir. Newton şöyle bir varsayım oluşturur:
Bir dağın tepesinden atılan mermi yer çekimi nedeniyle A noktasına
düşecektir. Daha hızlı fırlatılırsa, daha uzağa, örneğin A’ noktasına düşer. Eğer
ilk atıldığı yere ulaşacak bir hızla fırlatılırsa, yere düşmeyecek, kazandığı
merkez kaç kuvvetle, yer çekim kuvveti dengeleneceği için, tıpkı doğal bir
uydu gibi Yer’in çevresinde dolanıp duracaktır.
Her bir noktasal kütle diğer noktasal kütleyi, ikisini birleştiren bir çizgi doğrultusundaki bir
kuvvet ile çeker.Bu kuvvet bu iki kütlenin çarpımıyla doğru orantılı, aralarındaki mesafenin
karesi ile ters orantılıdır:
Burada:
F iki kütle arasındaki çekim kuvvetinin büyüklüğü,
G Evrensel çekim sabiti 6.67 × 10-11
N m2 kg
-2 ,
18
m1 birinci kütlenin büyüklüğü,
m2 ikinci kütlenin büyüklüğü,
r ise iki kütle arasındaki mesafedir.
Dayandığı temel prensipler:
a) Eylemsizlik Prensibi: Bir cisme hiçbir kuvvet etki etmiyorsa, o cisim hareket halinde
ise hareketine düzgün hızla doğru boyunca devam eder, sükûnet halindeyse durumunu
korur.
b) Bir cisme bir kuvvet uygulanırsa o cisimde bir ivme meydana gelir ve ivme kuvvetle
orantılıdır (F= m.a)
c) Etki tepki prensibi: Bir A cismi bir B cismine bir F kuvveti uyguluyorsa, B cismi de A
cismine zıt yönde ama ona eşit bir F kuvveti uygular.
Bağlı Çalışmalar:
Yer’in biçiminin ideal bir küre olmayıp, sferoid biçiminde olduğunu
belirlemiştir.
o Sarkaçlı saatler Yeryüzünün farklı bölgelerinde farklı işliyorlar ve bazı
bölgelerde ileri gittikleri halde, bazı bölgelerde geri kalıyorlardı. Bunun
nedeni neydi? Yer ideal bir küre olmayıp sferoid biçimli olduğu için,
basık bölgelerde (kutuplar çevresi) yerçekimi etkisinin az olması
nedeniyle sarkaç periyotları büyüyecek, şişkin olan bölgelerde (ekvator
çevresi) ise yer çekimi etkisi çok olduğundan sarkaç periyotları
küçülecektir.
Gel-git olgusunu kütle çekimine bağlı olarak açıklayabilmiştir.
Güneş ışığının niteliğini ve renklerin oluşumunu ayrıntılı olarak incelemiş ve
Güneş ışığının gerçekte pek çok rengin karışımından ve birleşiminden
oluştuğunu deneysel olarak kanıtlamıştır.