popüler tarih dergisi - sayı 07 - aralık - 2000
TRANSCRIPT
EDİTÖRDEN
LÜTFÜ TıNÇ[email protected]
Sökmenoğlu'nunkaleminden Hatay
Okur yelpazemizin çeşitliliği, dergininyazı kadrosuna da yansıyor.Otuzlarında, kırklarında ya daaltmışlarında; hem üst kademe şirketyöneticisi hem de öğretmen emeklisi
okuyucularımız bulunduğunu biliyoruz. Amabunların yanı sıra, yirmili yaşlarını süren öğrenciokurlarımız da var. Bu çeşitliliğin yazı kadrolarınada yansıması, çok doğal... Nitekim bu ay, MeclisBaşkan Vekili Sayın Murat Sökmenoğlu, babasıTayfur Sökmen'in anılarının izinde, bizim için,'Hatay davası'nın kilometre taşlarını kalemealırken genç bir gazeteci arkadaşımız, NurtenYalçın da, 'Aşkale mektupları' yazısıyla Türkbasınında bir 'ilk'e imzasını attı.
Sayın Sökmenoğlu, 20 yıllıkbir mücadelenin, HatayTürkleri'nin anavatana katılmasürecinin çarpıcı detaylarınıgünışığına çıkarırken, gençmeslektaşımız Yalçın da, VarlıkVergisi uygulamasından tam 57yıl sonra, Aşkale'deki bir vergimükellefinin, Leon Bahar'ınkaleme aldığı 'bir sandık dolusu'mektubu ortaya çıkardı.
Tek tek ele alındıklarında,işlediğimiz bütün konuların,kendilerine has özgünlükleri var:Kimisinde hiç yayımlanmamışfotoğraflar yer alırken kimisinde de pek az bilinenanekdotlar sıralanabiliyor... Her sayı gibi, bu sayıiçin de titizlendik. Ama bu ayın, bizim için birözelliği var: Hem yılın son sayısı hem de yedisayılık bir beraberliğin ürünü. Bu yedi sayıboyunca, siz okurlarımızla aramızda sağlam birilişki kurulduğuna inanıyoruz. Yani birbirimizitanıdık ve birbirimize alıştık. Ama yeni yılın yeni
sayılarında, kimi yeniliklerle de zenginleşmekgerekir...
İşte bu yüzden, bir OKUR ANKETİ'nin detam zamanı diye düşündük. Anketimiz, hemsizleri daha yakından tanımamıza hem de dergiyeilişkin yargılarınızı öğrenmemize hizmet edecek.Bu açıdan bakıldığında, anket bizim için, çokbüyük bir öneme sahip. Katılımın mümkünolduğunca geniş olması, bizleri çoksevindirecektir. Ankete katılacak okurlarımıza,şimdiden teşekkür ederiz.
İzlemiş olanlar bilirler; daha önce NTVekranlarında bir kez yer almış olan 'Leonardo DaVinci' belgeseli, yedi bölümdür. Biz de bu yedi
bölümü, üç VCD içinde, eksiksizolarak, okurlarımıza 3'üncü(Ağustos), 4'üncü (Eylül) ve 5'inci(Ekim) sayılarımızla iletmiştik.Verdiğimiz VCD'leri izlemeyenancak NTV deki yayından,'dizinin yedi bölüm olduğunu'anımsayan kimi okurlarımız,bizim 'Leonardo'yu yarıdakestiğimizi' zannettiler. OysaLeonardo Da Vinci belgeseliyarıda kesilmedi. Yedi bölümlükbelgesel, üç VCD'de verildi.Başından sonuna izleyenokurlarımız, bunuanlayacaklardır... Bu ay, bir
VCD'miz yok; geçen ay da yoktu. Ama Yılbaşıiçin, sizlere küçük bir sürpriz hazırladık: 'PopülerTarih kartpostalları'... Hem hoşunuza gideceğinihem de işinize yarayacağını düşündüğümüz birhediye...
Nice sayılarda her ay buluşmak dileğiyle.Bu arada, hem Ramazan Bayramı'nızı kutlar
hem de nice mutlu yıllar dileriz.
Popüler TARİH/Aralık 2000 • 5
1 ARALIKTimur, İzmir'i kuşattı (1402).I I . İktisat Şurası toplandı (1/14 Aralık 1928).Aktör ve yönetmen Woody Ailen doğdu (1935).Türkiye Ortak Pazar üyesi oldu (1964).Ereğli'de grizu patlaması; 9 işçi hayatınıkaybetti (1965).Başbakan Müsteşarlığı'na Turgut Özal atandı (1980).
2 ARALIKNapolyon, Fransa İmparatoru oldu (1804).Fransuva Jozef, Avusturya İmparatoru oldu (1848).Namık Kemal öldü (1888).Karadeniz Teknik Üniversitesi Trabzon'daaçıldı (1963).Eğitimci Fikret Madaralı öldü (1993).
3 ARALIKTBMM hükümeti ve Ermenistan arasında'Gümrü Barış Anlaşması' imzalandı (1920).Teşkilat-ı Esasiye Encümeni (Anayasa Komisyonu)tarafından yeni anayasanın görüşülmesinebaşlandı (1923).Birleşmiş Milletler Kuvvetleri, Kore'den çekilmeyebaşladı (1950).
4 ARALIKCemel Vak'ası gerçekleşti (656).Osmanlı devleti ile Yunanistan arasında barışantlaşması imzalandı (1897).
5 ARALIKBestekar Mozart öldü (1791).Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu kuruldu (1923).Eskişehir Şeker Fabrikası açıldı (1933).Türk kadınının milletvekili olması konusundaki kanunteklifi, TBMM'de kabul edildi (1934).Cibali Tütün Fabrikası yandı (1987).
6 ARALIKYunanistan, Arnavutluk'ta, Premete kentini işgaletti (1940).İngiltere, Romanya, Macaristan ve Finlandiya'yasavaş ilan etti (1941).ABD Başkanı Eisenhower, resmi bir ziyaret içinTürkiye'ye geldi (1959).Rock'n Roll şarkıcısı Roy Orbison öldü (1988).
7 ARALIKSadrazam Sait Halim Paşa, bir Ermeni komitecitarafından öldürüldü (1921).İstiklal Mahkemesi Erzurum'da çalışmalarınabaşladı (1925).II. Dünya Savaşı'nda Japonlar'ın Pearl HarbourBaskını (1941)/Ressam, yazar Abidin Dino, Paris'te öldü (1993).
Milli Şef artık yok (1973)Türkiye'nin ikinci cumhurbaşkanı, cumhuriyetin ilk onbeş yılı-
nın neredeyse 'değişmez' başbakanı ve eski CHP Genel Başkanı İs-met İnönü; 25 Aralık'ta geçirdiği ikinci kalp krizini atlatamadı ve89 yaşında yaşama veda etti. 24 Eylül 1884'te İzmir'de doğanMustafa İsmet İnönü, siyasi yaşamına 1907'de girdiği İttihat ve Te-rakki Cemiyeti'nde (İTC) başlamış, bu uzun koşu 19 Kasım1923'te, yeni cumhuriyetin partisi olan CHP Genel Başkanvekilli-ği'ne atanmasıyla sürmüştü. 26 Aralık 1938'de toplanan Cumhuri-yet Halk Partisi I. Olağanüstü Kurultayı'nda 'Milli Şef adıyla, par-tinin değişmez genel başkam olan İnönü; 12 Mart muhtırasındansonra toplanan CHP V.Olağanüstü Kurultayı'nda genel başkanlık-tan ayrılarak politik koşusuna son vermişti. İsmet İnönü, devletadamı olarak, cumhuriyetin ilk elli yılına damgasını vurmuş bir po-litikacıydı.
Marconi'ninbüyük buluşu(1901)
İtalyan fizikçi ve mucitGuglielmo Marconi, 1896'dailk başarılı telsiz telgraf siste-mini geliştirdi. H. Hertz adlıbilim adamının elektromanye-tik dalgalar üzerine yaptığıdeneyleri yineleyen Marconi;dalgaları ilkin 9 metre, sonra-
1 dan 275 metre ve 3 km'likuzaklıklara iletmeyi başardı.12 Aralık 1901 'de geliştirdiği
radyo transistörüyle Atlas Okyanusu'nun ötesine ilk telsiz mesajı-nı ileten ve 5 yıl sonra da Nobel Fizik Ödülü almaya hak kazananGuglielmo Marconi; daha sonraki yıllarda kısa dalga radyo ileti-şimi üzerinde çalışmış, bu alandaki faaliyetleri, modern uzun erim-li radyo yayımcılığının gelişmesini olanaklı kılmıştı.
10 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Norveçli KaşifAmundsenGüneyKutbu'na gitti(1911)
1872'de Norveç'te doğan Ro-ald Amundsen, tıp öğrenimi gör-müştü. 1897 yılında, Güney Kutbu'na kışın yapılan ilk keşif seferine,ikinci kaptan olarak katıldı. 1909'da Kuzey Kutbu'na bir sefer planla-dığı sırada, Robert E. Peary'nin aynı yılın nisan ayında oraya ulaştığı-
nı öğrenen Amundsen, hazır-lıklarını sürdürdü. Haziran1910'da, bu kez Güney Kut-bu'na ulaşmak üzere Nor-veç'ten denize açıldı. Kutbun95 kilometre yakınında bir üskuran kaşif, kendisine eşlikeden dört kişi ve 52 köpeklebirlikte, 19 Ekim 1911'de yo-la koyuldu. Nihayet 14 Aralıkgünü hedefine varan RoaldAmundsen, Güney Kutbu'naulasan ilk insan oldu.
İnsanoğlu uçuyor (1903)17 Aralık 1903 günü, Orville ve Wilbur Wright kardeşler, Kıttiy
Hawk sahillerinde havadan ağır uçuş araçlarıyla ilk uçuş denemesi-ni gerçekleştirdi. Bu olaya 5 kişi tanıklık etti. Uçuşlarında 25 beygir-lik hafif ağırlıklı bir motor kullandılar. Wright kardeşler, 7 yıl sürenaraştırmaların sonunda kendi patentlerini aldıkları uçaklarıyla dün-ya tarihinde yeni bir sayfa açtılar. Bu ilk uçuşun ardından hızla ge-lişen havacılık teknolojisi, sadece sivil amaçlarla kullanılmadı.Uçaklar o güne kadar bilinen tüm savaş stratejilerini değiştirerek as-keri alanda da ülkelerin kaderlerini etkiledi. 20'li yılların sonundaise, maceracı kişiler birer birer uçaklarıyla dünyanın çeşitli böl-gelerini havadan keşfettiler.
8 ARALIKNapolyon, Madrid'e girdi (1808).İngiltere ve ABD, Japonya'ya savaş ilanettiler (1941).Şarkıcı John Lennon öldürüldü (1980).
9 ARALIKİngiliz orduları, Kudüs'ü işgal etti (1917).İstanbul'da gazeteciler tutuklandı (1923).Çin, Japonya, Almanya ve İtalya'ya savaşilan etti (1941).Japonya, Filipin adalarına asker çıkardı (1941).
10 ARALIKAlfred Nobel öldü (1896).İnsan Hakları Evrensel Beyannamesiyayımlandı (1946).Türkiye, UNESCO üyesi oldu. İnsan HaklarıEvrensel Beyannamesi, Türkiye tarafından daimzalandı (1948).
11 ARALIKVerem ve kolera hastalıklarını keşfeden Almandoktor Robert Koch doğdu (1843).Sedat Simavi İstanbul'da öldü (1954).Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğikuruldu (1962).Türk asıllı Bulgar halterci Naim Süleymanov,Türkiye'den siyasi sığınma hakkı istedi (1986).
12 ARALIKMarconi ilk radyo transistörünügeliştirdi (1901).Yugoslavya ile Macaristan arasında, 'ebedidostluk paktı' imzaladı (1940).Cem Karaca'nın Türkiye'ye girmesine izinverildi (1985).Adile Naşit öldü (1987).
13 ARALIKKanuni, Rodos'un teslimini istedi (1522).Mesudiye zırhlısı, Çanakkale'de, bir İngilizdenizaltısı tarafından batırıİdi (1914).İsrail, Kudüs'ü başkent ilan etti (1949).Şair ve yazar Behçet Necatigil öldü (1980).
14 ARALIKOsmanlı devleti ve İtalya arasında barışantlaşması imzalandı (1502).ABD Başkanı G. Washington öldü. (1799).Norveçli kaşif Amundsen, Güney Kutbu'nagitti (1911).Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu
öldü (1975).
Hikayeci ve romancı Oğuz Atay, 43 yaşında
öldü (1977).
Popüler TARİH I Aralık 2000 .11
15 ARALIK
Kızılderili Sioux şefi Oturan Boğa
öldürüldü (1890).
Ankara stadyumu hizmete girdi (1936).
'Rüzgar Gibi Geçti' ilk kez gösterildi (1939).
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı
kuruldu (1954).
16 ARALIK
Beethoven doğdu (1770).
Vatan Gazetesi bir ay süre ile kapatıldı (1959).
Boğaz Köprüsü, 303 milyon liraya ihale
edildi (1969).
17 ARALIK
Mevlana Celaleddin-i Rumi öldü (1273).
Güney Amerikalı direnişçi Simon Bolivar
öldü (1830).
Wright kardeşler ilk uçuşu gerçekleştirdiler (1903).
Serbest Cumhuriyet Fırkası, kendi kendini
feshetti (1930).
18 ARALIK
Gedik Ahmet Paşa idam edildi (1482).
Türkiye-Macaristan dostluk antlaşması
imzalandı (1923).
Yönetmen Steven Spielberg doğdu (1946).
Erdal İnönü, SODEP Genel Başkanı oldu (1983).
Türkiye'nin seçilmiş ilk kadın muhtarı Gülkız
Üppül öldü (1990).
19 ARALIK
Napolyon Varşova'ya girdi (1805).
Mustafa Kemal ve Heyeti Temsiliye'nin Sivas'tan
Ankara'ya hareketi (1919).
Japonlar, Hong Kong'a girdi (1941).
İstanbul'da ekmek vesikaya bağlandı (1941).
Fransa Cumhurbaşkanlığı'na, De Gaulle
yeniden seçildi (1965).
Gazeteci, yazar Ahmet Emin Yalman
öldü (1972).
Sosyal bilimci Niyazi Berkes öldü (1988).
20 ARALIK
'Kırkkilise' adının, 'Kırklareli' olarak
değiştirilmesi kabul edildi (1924).
Yazar John Steinbeck öldü (1968).
İstanbul'da kapıcılar yürüyüş yaptı (1970).
21 ARALIK
Pierre ve Marie Curie çifti, radyum elementini
keşfettiler (1898).
Meclis'i Mebusan feshedildi (1918).
Aktris Jane Fonda doğdu (1937).
Sovyetler, Afganistan'ı işgal etti (1979).
Lockerbie faciasında 270 kişi öldü (1988).
12 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Hürriyet kahramanı Namık Kemal (1888)Asıl adı Mehmed Kemal olan ve 1840'da Tekirdağ'da doğan Na-
mık Kemal, Sofya'da bulunduğu sırada yabancı dil öğrenmiş ve ilk şi-ir denemelerine başlamıştı. 1862'de Şinasi ile tanışan ve Tasvir-i Ef-kâr gazetesinde toplumsal içerikli yazılar yazmaya başlayan NamıkKemal, daha sonra Yeni Osmanlılar Cemiyetı'ne girdi. İstanbul'da gi-
derek daralan siyasal çember nedeniyle, 1867'de Pa-ris'e, bir grup özgürlükçü Osmanlı aydınının
yanına kaçtı. 4 yıl sonra İstanbul'a dönen veberaberindekilerle 'İbret' gazetesini çıka-ran Namık Kemal, burada yayınlanan
'Garaz Marazdır' adlı makalesi yüzün-den Gelibolu'ya sürüldü. Burada yazdı-ğı 'Vatan Yahut Silistre' adlı oyun,1873'te, Gedikpaşa tiyatrosunda ser-gilendiğinde, halk tarafından büyükilgiyle karşılandı. Bu durum, NamıkKemal'e ve başka Yeni Osmanlıcılarayeni bir sürgünün yolunu gösterdi. 4
Nisan'da Magosa'ya sürülen NamıkKemal, bu tarihten sonra birkaç kez affe-
dilip İstanbul'a geldiyse de, yaşamı birsürgün yerinde, Sakız Adası'nda, 2 Aralık
günü noktalandı.
Menemen'de ayaklanma var (1930)Genç Cumhuriyet, 23 Aralık'ta, Menemen'de patlak veren rejim
karşıtı olayla sarsılmıştı. 'Mehdi' olduğunu iddia eden ve Nikşiben-dı tarikatına bağlı biri olan Giritli Mehmet (Derviş Mehmet) ile altımüridi; 23 Aralık sabahı gün doğarken Menemen'e girmişti. Beledi-ye meydanında, çevresine topladığı yaklaşık yüz kişiyle zikrederekşeriat ilan etmeye çalışan ve silahlı olan asiler, bir müfrezenin başın-da olaya müdahale eden yedek subay öğretmen Kubilay'ı, hemen ar-dından da Hasan ve Şevki adında iki mahalle bekçisini öldürdüler.Sıkıyönetim Mahkemesi'nın haklarında idam cezası verdiği sanıklar-dan 29'u için bu hüküm uygulanırken, 2'si ikişer yıl hapis cezasınaçarptırıldı. Asıl adı Mustafa Fehmi olan Kubilay ise, 'devrim şehidi'olarak simgeleşti; anısına Menemen'de bir anıt dikildi.
Jane Fonda doğdu(1937)
ABD'li sinema oyuncusu HenriFonda'nın yine sinema oyuncusuolan kızı Jane Fonda, 21 Aralık'ta,
New York'ta doğdu. İlk kez 1954'te,Omaha'da 'Country Gırl' (Taşralı Kız)
adlı oyunda, babasıyla birlikte sahneyeçıkan ve daha sonra Paris'te sanat eğiti-mi gören Fonda; 1958'de 'Actors Stu-
dio'da oyunculuk eğitimine başladı ve'Tall Story' (Uzun Öykü) adlı filmle si-nemaya geçti. Önceleri 'Barbarella'
(1968) gibi cinselliğini ön plana çı-karan filmlerde oynadıysa da,
1969'da çevirdiği 'Atları da Vu-rurlar' filmiyle oyunculuğunukanıtlamış oldu. Bir dönem,
Vietnam Savaşı'na karşı çıkışıve İsrail yanlısı tutumuyla değişik çevrelerin tepkisini üzerine çekenFonda, 80'ler boyunca çok az filmde rol aldı. 1991'de, CNN'in veTurner şirketinin sahibi Ted Tturner ile evlenen Jane Fonda, henüz el-lili yaşlarındayken, oyunculuğu bıraktığını açıklamıştı.
'Curie'lerden Radyum elementi (1898)Marie ve Pierre Curie evlendiklerinde, her ikisi de fizik ve kimya
dallarında kariyerlerinin önemli isimleri arasındaydılar. Ard arda ge-len iki çocukları da yoğun bilimsel çalışmalarını engellemedi. 1898 ya-
zında, polonyum elementini bulmalarınınhemen ardından, 21 Aralık 1898'de Rad-yum elementini bularak bilim tarihindeyeni bir çığır açtılar. Marie Curie 'Radyo-aktif maddeler üzerine araştırmalar' te-ziyle, 1903'te doktora derecesini aldı.Aynı yıl, Curieler, Nobel Fizik ödülünüHenri Becquerel ile paylaştılar. 1906'daeşi Pierre Curıe'nin bir trafik kazasındaölümünden sonra Marie Curie kendisinibilime daha fazla verdi ve 1911'de NobelKimya ödülünü kazandı.
Yazar Oğuz Atay öldü (1977)Romancı, öykü ve oyun yazarı Oğuz Atay, 43 yaşında İstanbul'da
öldü. Son olarak, 'Eylembilim' adlı yeni bir roman üzerinde çalıştığıbilinen Atay, ilk romanı olan 'Tutunamayanlar'ın 1970 TRT SanatÖdülleri Yarışması'nda başarı ödülü kazanmasıylaadını duyurdu. İkinci romanı 'Tehlikeli Oyunlar'ın(1973) ardından, 'Korkuyu Beklerken' (1975) adlıöykü kitabını, onun ardından da son romanı olan'Bir Bilim Adamının Romanı'nı yayınladı. Atay'ın,bunlardan başka 'Oyunlarla Yaşayanlar' adlı biroyunu ve 'Günlük' adlı bir eseri vardı.
22 ARALIKI. Ahmet tahta çıktı (1603).Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulukuruldu (1962).
23 ARALIKI. Meşrutiyet ilan edildi (1876).Menemen olayı patlak verdi (1930).Romancı Mehmet Rauf öldü (1931).Kahramanmaraş olayları başladı (1978).DİSK'in kapatılmasına kadarverildi (1986).
24 ARALIKPortekizli kaşif Vasco da Gamaöldü (1524).Tevfik Fikret doğdu (1867).TRT Kanunu kabul edildi (1963).
25 ARALIKİlk Noel kutlaması Roma'da yapıldı (MS 336).Gaziantep düşman işgalindenkurtuldu (1921).Hirohito, Japon İmparatoru oldu (1926).İsmet İnönü öldü (1973).Komedyen Charles Chaplin öldü (1977).
26 ARALIKÇinli lider Mao doğdu (1893).Yeni takvim ve saat sistemi kabul edildi (1925).Ankara-Haydarpaşa arasında çalışalacak olanelektrikli tren hizmete sokuldu (1992).
27 ARALIKBilim adamı Louis Pasteur doğdu (1822).Mehmet Akif Ersoy öldü (1936).Erzincan'da şiddetli bir deprem meydana geldi,40.000 insan öldü (1939).
28 ARALIKAhmet Mithat Efendi öldü (1913).Besteci Ravel öldü (1937).İzmir'de büyük bir sel felaketi oldu (1963).
30 ARALIKYazar Rudyard Kipling doğdu (1865).Gülhane Askeri Tıp Okulu açıldı (1898).Kilis, düşman işgalinden kurtuldu (1921).Tarım Bakanlığı kuruldu (1931).
31 ARALIKEdison, ilk elektrik lambasının kullanımınıgündelik hayata soktu (1879).Demirköprü Barajı ve hidroelektrik santralıhizmete açıldı (1958).İkinci MC iktidarı 'gensoru' ile devrildi (1977).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 13
BASINDA BU AY
GALATA'DA ŞÜPHELI ÖLÜMGalata'da ikamet eden sepetçiMehmet Usta, Habip isminde bi-rinden aldığı ilaç üzerine vefat et-miştir. Bu kişinin ölüm sebebininilaçla ilgili olup olmadığının tespi-ti için, cesedine otopsi yapılmıştır.Cesetten alınan iç organları, tahliliçin Tıbbiye Mektebi'ne gönderil-miştir.(Sabah, 2 Aralık 1900)
VIYANA'DAKI GARSON MEKTEBI
İstanbul'da bulunan gazino ve bi-rahaneler ile lokantalara gidenle-rin, garsonların terbiye ve nezake-te aykırı hal ve hareketlerinden nekadar şikayetçi oldukları bilin-
mektedir. Halbuki Avrupa'dan ge-len gazetelerden okuduğumuza gö-re, Viyana'da kahve ve gazinolar-da istihdam edilen garsonlaramahsus bir mektep varmış. Bumektep pek şöhretli imiş ve halen1.900 öğrencisi varmış.(Sabah, 6 Aralık 1900)
B Ü Y Ü K A D A ' D A I N T I H A R
Büyükada Rum Kilisesi hizmetkâr-larından bir genç, uzun süredir birkızı sevmekte ve ne yazık ki gencinannesi evlenmelerine izin verme-mekteydi. Bunun üzerine gençadam, kız ile gizlice nişanlanmış,durumu haber alan annesi ise kili-seye müracaat ederek, şayet oğlukararından vazgeçmezse, görevine
son verilmesini istemiştir. Zavallıâşık, annesinin bu davranışını ha-ber alınca denize atlayarak hayatı-na son vermiştir.(Sabah, 29 Aralık 1900)
BEYOĞLU'NDA YANGıNDün gece saat dokuz bu-çuk sıralarında BeyoğluCerrahpaşa sokağında,tüccar Baranana'nın sa-hibi olduğu sigortalı kar-gir apartmanın üst ka-tında yangın çıkmıştır.İtfaiyenin yetişmesiyleyangın söndürülmüş, bi-nada sadece çamaşırha-ne zarar görmüştür.(Sabah, 25 Aralık 1900)
KÖPRÜ ÜCRETI KALKıYORGalata Köprüsü geçiş ücretindennihayet kurtuluyoruz. Bu ücretinkalktığı günü İstanbul halkı, mut-laka bir bayram günü gibi kabuledecektir.(Cumhuriyet, 15 Aralık 1925)
ÖĞRETMEN MAAŞLARI
Urfa milletvekili Rafet Bey, MilletMeclisi'ne verdiği önergede, öğret-menlerin aylığının asgari 16 liraolmasını, iki senede bir, 2 lira zamyapılmasını, ayrıca müdür ve mü-dür muavinlerinin maaşlarının da
arttırılmasını teklif etmiştir.(Cumhuriyet, 5 Aralık 1925)
TEPEBAŞı'NDA CINAYETEvvelki akşam Tepebaşı Tiyatrosuönünde meydana gelen facianıngeçici bir cinnet eseri olduğu anla-şılıyor. Alman bilgiye göre, aşk yü-zünden kıskançlık geçiren Kemalisminde biri, tiyatro önünde öncesevgilisini, sonra da kendisini vur-muştur.(Cumhuriyet, 19 Aralık 1925)
MUSUL MESELESICemiyet-i Akvam kararını vermiş veİngiltere'nin Irakmandasının 25 seneuzamasını benimse-miştir. TürkiyeCumhuriyeti, Cemi-yet-i Akvam'ın bukararını tanımaya-caktır. Türk milleti,İngiliz oyuncağı ce-miyetin kararınarağmen Musul'u kurtarmanın yolu-nu bulacaktır.(Cumhuriyet, 16 Aralık 1925)
YERLI KUMAŞAsker, jandarma ve polis memur-ları için, yerli kumaş mecburiyetikabul edildi. Büyük Millet Meclisiyaptığı toplantıda, yerli kumaş gi-yilmesi yönünde karar verdi.(Cumhuriyet,10 Aralık 1925)
14 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
BARıŞSEVERLER DURUŞMASı
Barışseverler Cemiyeti kurucuları-nın askeri mahkemedeki duruş-maları sona erdi: Behice Boran vearkadaşları, 3 yıl 9'ar ay hapsemahkum edildiler. HükümetinKore'ye asker gönderme kararınakarşı bir bildiri yayımlayarak,halkın güvenini sarsmakla suçla-nan cemiyet kurucuları, kararıtemyiz edecekler.(30 Aralık 1950)
M A Y A G A L E R I S I A Ç ı L D ı
Türkiye'deki ilk özel sanat galeri-lerinden Maya Sanat Galerisi, İs-tanbul'un Beyoğlu semtindekiKallavi Sokak'ta açıldı. AdaletCimcoz'un açtığı galeri resim sa-
natına katkıları yanında, oluştur-duğu kültür ortamıyla da şimdi-den önem kazandı. (Soldan sağa;Tarık Temel, Ahmet Hamdi Tan-pınar, Nuri İyem ve İlhan Şevket,Maya Sanat Galerisi'nde.)(25 Aralık 1950)
İSTANBUL'UN IMARı
İstanbul'un imar planını hazırla-makla görevli Paris Mimari Oku-lu Müdürü Prof. Prost'un görevsüresi, Belediye Şehir Meclisi'nceuzatıldı. Bazı çevrelerce eleştirilenProf. Prost, "Atatürk Bulvarı'ylatramvay hattının birleştiği nokta-ya meydan açtık. Şimdi bunun birköşesine ev yapılıyor" dedi.(18 Aralık 1950)
İDAMLAR GIZLI YAPıLACAK
Adalet Bakanlığı, ölüm cezasınaçarptırılan mahkumların infazla-rının bundan sonra halka açıkolarak yapılmayacağını açıkladı.Buna göre, idamlar gizli yapılacakve cesetler halka teşhir edilmeye-cek.(28 Aralık 1950)
H Ü S E Y I N C A H I T ISTIFA ETTI
CHP'nin yayın organı Ulus gaze-
tesinin başyazarı Hüseyin Cahit
Yalçın, "Kore dağlarında yan ya-
na çarpışıp şe-
hit olan Meh-
metçikler, ölüm
çırpıntıları için-
de birbirlerine
sarılırken, DP'li
ya da CHP'lı
olduklarını dü-
şünmüyorlar.
Onlar vatanları
için ölüyor" diyerek, bir süre için
parti mücadelesini bıraktığını
açıkladı.
(6 Aralık 1950)
HANLAR YANDı
Sultanhamam'daki Gürün, Katırcı-
oğlu, Sokullu ve Bahtiyar hanları,
24 saat içinde
tamamen yandı.
Bu hanlardaki
4.000'den fazla
dükkan ve atel-
ye kül olurken,
milyarlarca lira-
lık maddi hasar
meydana geldi;
ancak can kaybı
olmadı.
(26 Aralık 1975)
O P E C TOPLANTISI BASILDI
6 gerilla, Viyana'daki OPEC top-
lantısını basarak, 70 kişiyi rehin
aldı. 'Arap Devriminin Kolu' adlı
örgütün üyesi olduklarını söyle-
yen gerillalar, 2 güvenlik görevli-
siyle bir delegeyi öldürdüler. Bas-
kının, siyonizmi ve Arap dünyası-
nı bölmeyi amaçlayan komploları
kınamak amacıyla düzenlendiği
açıklandı.
(23 Aralık 1975)
İSKENDERUN'A DEMIR-ÇELIKİskenderun Demir-Çelik Fabrika-
sı, Türkiye'ye gelen Sovyetler Bir-
liği Başbakanı Kosıgin'in de katı-
lımıyla açıldı. Başbakan Demirel
törende, "Sovyet hududunu bir
dostluk hududu yapacağız" dedi.
Türk-Sovyet işbirliğiyle yapılan
fabrikanın açılışı için gelen Kosi-
gin, CHP Genel Başkam Bülent
Ecevit ile de görüştü.(28 Aralık 1975)
FAHRI KORUTÜRK'TEN VETO
Cumhurbaşkanı FahriKorutürk, imam-hatipokulları mezunlarınınüniversitelere girmeleri-ni öngören yasaları, ye-niden görüşülmek üzereTBMM'ye iade etti.(27 Aralık 1975)
ECEVIT'E RESEPSIYON ENGELIİskandinav ülkelerini kapsayan ge-
zisinde, Ecevit'e Oslo'daki Türkiye
Büyükelçiliği, yeterli tabak ve çata-
lı bulunmadığı gerekçesiyle, resep-
siyon düzenlemedi. Danimarka ve
İsveç'teki elçiliklerin, Ecevit onuru-
na resepsiyon vermelerinin Anka-
ra'da hoş karşılanmadığı anlaşıldı.
(16 Aralık 1975)
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 15
Ölüm tüccarı, neden Türk ordusuna silah satamadı?
Zaharoff'ungizli pazarlıklarıBüyük Taaruz'a birkaç ay kala, ordunun ihtiyacındanyararlanmaya çalışan ünlü silah tüccarı Basil Zaharoff,Mustafa Kemal'in sert çıkışına takıldı. Türkiye, tümimkansızlıklara rağmen, Zaharoff'un karanlık ellerineteslim olmadı.
KAN su ŞARMAN
Ankara'dakurulan topfabrikası veönünde cepheyegönderilmeküzere bekleyentoplar (üstte).MustafaKemal Paşa,BüyükTaarruz'danönce Türkyapısı birtüfeği deniyor(sağda).
Sakarya Savaşı'nın zaferlenoktalanmasından sonraordu, hızla bir taarruzharekatı için hazırlığa gi-rişti. Ordunun daha et-
kili bir şekilde desteklenmesinisağlamak için bir 'Harp Encü-meni' (Savaş Komisyonu) kurul-du. Encümen, ordu ihtiyaçları-nın süratle sağlanması için kay-nak aramaya başladı. Bu konu-da öncelik, silah eksiğinin gide-rilmesindeydi.
Yunanlıların silah gücüneyaklaşabilmek için, tüfek sayısı-nın üç kat, makineli tüfek ve topsayısının da iki kat artırılmasıgerekiyordu. Ayrıca eldeki silah-
ların ateş gücünün de yükseltil-mesi, tüfek ve top mermisi ihti-yacının karşılanması lazımdı.Bu hazırlık için 4 ayrı koldanharekete geçildi. Ankara'dakisilah fabrikaları üretimi hızlan-dıracak ve Anadolu olanaklarızorlanacak, İstanbul'daki depo-
lardan silah ve cephane kaçırıla-cak, Fransa, İtalya ve öteki Av-rupa ülkelerinden silah satın alı-nacak ve Ruslarla Fransızlarınyardımları değerlendirilecekti.
İşte tam o günlerde, dünya-nın önde gelen silah tüccarların-dan Basil Zaharoff ortaya çıktı.Zaharoff, Türk ordusunun şid-detle silaha ihtiyacı olduğunu bi-liyordu. Türklerin Fransa veİtalya'dan silah ve cephane al-ması ve Almanya'dan silah satınalma çabalarına girmesi, Zaha-roff'un iştahını kabartmıştı. İn-giltere Başbakanı Lloyd Geor-ge'un 10 Ağustos 1921 günüsöylediği, "Sevr Antlaşması yır-tılmış olduğundan silah ticaretiserbesttir. Özel şirketler savaşhalinde bulunan ülkelerle silahticareti yapabilirler" sözü de,Zaharoff'un Türk ordusuna si-lah satmanın artık mümkün ol-duğu görüşünü güçlendirmişti.
Üstelik Türk ordusunun si-lah alma girişimleri, istediği gibigitmiyordu. Silah satın almakiçin Avrupa'ya gönderilmiş bu-lunan satın alma komisyonları-nın peşin parayla aldıkları silahve cephane, kiralanan İtalyanvapurlarına Almanya kıyıların-da yüklenmeye başlanmıştı.Yüklemenin Ocak 1922 sonun-
12 • Popüler TARİH/ Ocak 2001
olay da, Almanya'ya silahve cephane satın almalarıiçin gönderilen Saffet veNuri Beylerin parayı ço-ğaltmak ve daha fazla si-lah almak için borsadaoynamaları ve paranınhepsini kaybetmeleriydi.Bir Alman tarafından do-landırılmışlar ve olay yar-gıya götürüldüğü haldesonuç alınamamıştı.
Ancak tüm bu olum-suz duruma rağmen, BasilZaharoff'tan silah satınalınmadı. Zaharoff, şirke-ti adına Mustafa KemalPaşa'ya, görüşmek üzerearacılar gönderdi. Musta-fa Kemal Paşa, birçokdevletin madalyalarla tal-tif ettiği, İngiltere'nin 'Sir', Fran-sa'nın 'Legion d'Honneur' ünva-nı verdiği bu kişiden silah almayıkesin olarak reddetti. Çünkü Ba-sil Zaharoff, Yunanistan'ın Egebölgesini işgal etmesi için İngilte-re Başbakanı Lloyd George'u ik-na eden kişiydi. Ve yine Yunanlı-lar kendisinden silah alsın diye,Yunanistan'a 4 milyon sterlinkrediyi o sağlamıştı.
Ankara, savaşın kazanılmasıiçin gereken silahların büyük bö-lümünü Ruslardan ve Fransız-lardan, bir bölümünü de İtalyan-
Basil Zaharoff kimdir?1850 yılında Türkiye'de doğan (İstanbul ya da Bursa) Basil Zaharoff,(soldaki fotoğraf) aslen Rum asıllı bir aileden geliyordu. Gençliğiİstanbul'da, Tatavla (Kurtuluş) semtinde geçti. Bir geminin ambarındagittiği Atina'da tanıştığı Nordenfeldt silah fabrikasınınYunanistan temsilcisi sayesinde silah ticaretine adımattı. 1870'lerin sonunda Nordenfeldt firmasınıntemsilcisi olarak ilk denizaltı satışını Yunanlılara yaptı.
Ardından İstanbul'a gitti ve Abdülhamit'e "Yunanlıların denizaltısı var, denge için sizin dealmanız gerek" dedi. Osmanlı devletine sattığı iki denizaltının teslim muameleleri sürerkenZaharoff, Saint Petersburg'da aynı sözlerle Ruslara da birkaç denizaltı satmıştı. 1888'debir başka ünlü silah tüccarı Hiram Maxim (sağdaki fotoğraf) ile ortak oldu. Birkaç yıliçinde, Çin-Japonya, İspanya-Amerika, Girit Savaşı derken, Zaharoff'un büyük hissedarıolduğu Maxim firmasının adı, 1897'de Krupp ve Schneider kadar büyüdü. BalkanSavaşları ve Birinci Dünya Savaşı'na katılan hemen bütün ülkelere silah sattı. 1920'lerinsonundaysa, 'Ölüm Tüccarı' olarak anılıyordu ve hem çok zengin, hem de dünyapolitikasını etkileyecek kadar nüfuzlu bir kişi olmuştu. 1936'da öldüğünde, 36 ulustarafından verilmiş 298 madalyaya sahipti.
da tamamlanacağı, bunların Şu-bat 1922 ortalarında da Anado-lu kıyılarına getirileceği umul-maktaydı. Ama İngilizler ve Yu-nanlılar bu satın almaları haberalmışlardı. Vapurların denizüzerinde yakalanmaması için,Fransa ve İtalya desteği arandı.Ancak başarı sağlanamadı. An-kara, silah yüklü vapurların Ak-deniz'de kaderlerine terkedilme-si fikrine sıcak bakmadı. Taşımasırasında daha güvenli olabile-cek Fransız gemileriyle silahlarınMersin veya İskenderun'a ulaştı-rılması içinse 500.000 Lira'yaihtiyaç duyuluyordu. Bu parabulunamadığı için, satın almakomisyonuna, alınan bütün si-lahların Almanya'da satılmasıtalimatı verildi.
Bulgarlardan silah satın al-mak için yapılan girişimler deolumlu sonuç vermemişti. Var-na'dan satın alınan ve Anado-lu'ya taşınması için 1.050 adettüfek yüklenen Bakırcıef moto-ru, 7 Mart 1922 günü Karade-niz'de batmıştı.
O günlerdeki bir başka ilginç
lardan sağlamıştı. ÖzellikleFransızlar, Anadolu'dan çekilir-ken silahlarının büyük bölümü-nü Türk ordusuna bıraktılar.Ancak Türk ordusunu Basil Za-haroff'un savaş ziyafetindenkurtaranlar ise yine canını orta-ya koyan kendi insanı oldu. İs-tanbul'da önceleri dağınık, son-ra Ankara'ya bağlı olarak çalı-şan gizli gruplar, işgal kuvvetle-rinin depolarından büyük mik-tarda silah ve cephaneyi Ararat,Ladil ve Lankır gemileriyle Ana-dolu'ya kaçırdılar. •
Fransa, Türkordusunagönderdiğisilahlarınkullanılışeğitimi için,subaylarını daAnkara'yayollamıştı.Üsttekifotoğrafta,Esliha SilahFabrikasıMüdürü NuriBey, Fransızsubayı ile birtopun başında(üstte).
Popüler TARİH/ Ocak 2001 • 13
Alemdar römorkörünün kaçırılışı
YüzbaşıAdil Beyin planı
Mücadele'nin isimsiz bir kahramanı da Alemdargemisidir. Kuvayı Milliyecilerin bir tek askeri gemisi dahiyokken, Karadeniz'de asker ve silah sevkiyatı yapanAlemdar, onlarca düşman gemisinin arasında, Ruslimanlarından Türk ordusuna silah taşımıştır.
KANSU ŞARMAN
1921yılının ilk günleri. Ana-
dolu'da büyük fedakar-lıklarla yapılan mücade-lede, cephane eksiği ken-dini iyiden iyiye hissetti-
riyordu. Rusya'dan alınabileceksilahları taşımak için kullanılanküçük takalar hem yetersiz kalı-yor hem de gidiş gelişleri uzunzaman alıyordu.
Ankara, Karadeniz'den yapı-lacak nakliyatı sağlayacak bir ge-
minin İstanbul'dan kaçırılmasınıkararlaştırdı. Seçilen gemi Alem-dar römorkörüydü. Alemdar si-lahlanmaya uygun büyük birtekneydi. İstanbul'daki teşkilatsayesinde, Deniz Yüzbaşısı AdilBey geminin çarkçıbaşılığını (bi-rinci makine mühendisi) üstlen-di, personel de güvenilir kimse-lerden seçildi ve Alemdar'ı İstan-bul'dan kaçırılma planlan hazır-landı.
Tüm planlar, Boğaz çıkışın-daki düşman kontrolünden sıyrı-lıp Karadeniz'e geçmek üzerineyapıldı. Boğaz'daki kontrol göre-vini yapan hücumbotlar, işgalkuvvetlerinin kotrolündeydi; amabu botların personeli Türk'tü.Birçoğu Kuvayı Milliye'nin İstan-bul'daki gizli teşkilatına üyeydi.İstanbul'dan daha önce de silahkaçırılması sırasında, bulunduk-ları hücumbotta geçici bir arızayaratan Türk denizciler, işgalgüçleri subaylarının dikkatinidağıtıp kaçacak gemiye, kontrolsahasında gedik açıyorlardı. Bukez de öyle oldu. Yüzbaşı AdilBey ve geminin kaptanı İsmailBey, 25 Ocak 1921 gecesi, Bo-ğaz'daki kontrolden sıyrılarakKaradeniz'e açıldı.
FRANSIZLAR FARKEDİYORSahilden birkaç mil açıkta
seyreden Alemdar, sabah Ereğ-li'ye vardı. Buradan kömür ve er-zak aldıktan sonra Sinop'a hare-ket etti. Ancak İstanbul'dakimüttefik karargahında, Alem-dar'ın kaçırılışı büyük yankı bul-muştu. Geminin yakalanması sa-dece bir römorkörün bulunma-sından daha fazlasını ifade edi-vordu. Türkler moral bulacaktı.
16 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Karadeniz'deki deniz filosu-na haber verilerek Alemdar'ınyakalanması istendi. Aynı gün-lerde Alemdar, Zonguldak açık-larına varıyordu. Ocak ayınınson gününde, C-27 Fransız hü-cumbotu Alemdar'ı gördü. Ge-miye yaklaşarak silahlarını çevir-di ve durmasını ihtar etti.
'ŞİMDİLİK TESLİM OLALIM'Yüzbaşı Adil Bey ve İsmail
Kaptan, Alemdar'ın hücumbot-tan kaçmasının mümkün olma-dığını görerek, şimdilik teslim ol-maya karar verdiler. Fransız bo-tundan Alemdar'a Yüzbaşı Tilleadında bir Fransız subayı ile dörtSenegalli asker bindi. Gemiyidikkatle arayıp silahsız olduğunuanladıktan sonra İsmail kaptanıbir kamaraya hapsettiler. AdilBey'i ise çarkçı olduğunu sandık-lan için görevinde bıraktılar.
Alemdar, Fransız botununarkasında geriye, İstanbul'a doğ-ru yol almaya başladı. YüzbaşıAdil Bey, makine dairesinde yap-tığı planı gizlice mürettabata du-yurdu. Serdümen Recep aldığıtalimatla, öndeki Fransız botuylaaradaki mesafeyi yavaş yavaş aç-maya başladı. Mesafe olabildi-ğince arttığında, Yüzbaşı ve mü-rettebat aniden Fransız subay veSenegalli askerlerin üzerine atıl-dı. Birkaç dakika içinde gemininkonrolü yeniden Türklerdeydi.Fransız Yüzbaşı Tille, düştüğüoyun karşısında sürekli söyleni-yordu. Şimdi gemide düşmandanalınan silahlar da vardı. Alem-dar, öndeki Fransız gemisine du-rumu hissettirmeden sahile doğ-ru kaymaya başladı.
Tüm kazanları çalışan Alem-dar'da Adil Bey ve İsmail kaptan,mesafeyi yeterli görerek birdengemiyi çevirdiler ve Ereğli'yedoğru yol almaya başladılar. Bir-kaç dakika içinde durumu farke-den Fransız hücumbotu da he-men Alemdar'ın peşine düştü.
Şimdi heyecanlı bir takip baş-lamıştı. Fransız botunun hızıAlemdar'dan fazla olduğu için,
FOTOĞRAFLAR: ASKERI MÜZEKÜTÜPHANESI ARŞIVI
mesafe gittikçe azalıyordu. Birsüre sonra Fransızlar Alemdar'aiyice sokuldular. Ve Fransız ge-misinin boş bölgesindeki top ateşaçmaya başladı. Buna karşılıkAlemdar mürettebatı da ele ge-çirdikleri tüfeklerle şiddetli ateşebaşladılar. Fransız topunun ba-şındaki asker vuruldu. Mermiler-den biri topun nişangahına geldi;hücumbotun en önemli silahıdevre dışı kaldı.
YEREL ÇETELER YETİŞTİ
Alemdar Ereğli'ye yaklaşma-ya başlamış; sahilde insanlar bubüyük kavgayı görmek için top-lanmıştı. Fransız botu Alemdar'ıaçığa sürmek için sahille römor-kör arasına girdi. Ancak tam busırada, Türk sahillerinden yoğunbir makineli tüfek ateşi başladı:Ereğli'deki yerel çeteler zamanın-da yetişmişti!
Fransız botu kaçmak zorun-da kaldı. Alemdar bu çatışma sı-rasında Sedümen Recep'i şehitverdi. Yüzbaşı Adil Bey'in pla-nıyla Alemdar, Milli Mücade-le'ye katılarak Karadeniz'de bü-yük hizmetler verdi. Anadolu'yacephane sevkiyatının Karade-niz'deki öncüsü oldu. •
Alemdar, Şahinve Rüsumat
Milli Mücadele'de
Karadeniz'de görev yapan üç
gemi, silah taşıma işinde büyük
isim yapmıştı. Bunlar Alemdar
römorkörü, Rüsumat motoru
ve Şahin vapurlarıydı. Bu üç
gemi Ruslardan alınan silahları
Karadeniz'deki Tuapsi ve
Novorosisk limanından alır ve
müttefik devriye botlarına
görünmeden Anadolu
kıyılarına getirirlerdi. Bu
seferler sırasında Yüzbaşı
Mustafa Nail Bey
komutasındaki Alemdar,
Pontusçu Sarıyanni çetesini
yakalamış, Yüzbaşı Cevat Bey
kumandasındaki Şahin vapuru,
Büyük Taarruz'dan önce 29
adet Alman tayyaresini
Rusya'nın Novorosisk
limanından almak için Yunan
botlarıyla çarpışmış ve
Rüsumat motoru ise taşıdığı
silahları devriye botlarına
kaptırmamak için Ordu'da
kendini batırmış, daha sonra
tekrar yüzdürülmüştü.
Alemdarrömorkörünüizleyen Fransıztorpido avcıgemilerindenbiri İstanbulrıhtımında(Haziran 1920,üstte).AlemdarrömorkörüKurtuluşSavaşı'ndansonra İstanbulBoğazı'nda(sol sayfada).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 « 1 7
On soruda 93 HarbiOsmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde gerçekleşen enbüyük felaketlerden birisi, '93 Harbi'dir. Bu savaş, Osmanlıİmparatorluğu'na toprak ve itibar kaybettirdiği gibi, yenifilizlenmeye başlayan Meşrutiyet'in de sonunu getirmiş veİmparatorluğu, büyük bir göç dalgası ile karşı karşıyabırakmıştır. Bu yazımızda, 93 Harbi'ni tartışmaya çalıştık.
ERHAN AFYONCU
1. Bu savaşa neden '93 Harbi' denildi?Z. 93 Harbi'nin nedenleri nelerdi?3. 93 Harbi'nde hangi cephelerde savaşıldı?4. Plevne Müdaafası'nın 93 Harbi'ndeki yeri nedir?5. 93 Harbi'nde büyük devletlerin tutumu nedir?6. Osmanlı, savaşı niçin kaybetti?7. 93 Harbi'nin sonundaki göç, nasıl oldu?8. Meclis-i Mebusan niçin kapatıldı?9. 93 Harbi sonunda hangi antlaşmalar imzalandı?
10. 93 Harbi'nin etkileri neydi?
Bu savaşaneden '93Harbi' denildi?
Osmanlı-Rus Savaşı,
(1877-1878), miladîtakvimle 24 Nisan
1877'de başlamıştır. Hicri tak-vimle ise savaşın başlangıcı,1294 yılıdır. Ancak bu dönemdemali işler için kullanılan Rumîtakvime göre, savaşın başlangıcı1293 yılına rastladığı için, 'Dok-san üç Harbi' diye adlandırılmış-tır.
93 Harbi'ninnedenlerinelerdi?
Rusya, 1856'da imzalananParis Antlaşması'nın aley-hinde olan hükümlerin-
den, Almanya'nın Fransa'yımağlup etmesi üzerine değişenAvrupa dengelerinden faydala-narak kurtulmuştu. Osmanlılarakarşı Balkanlar'daki milletleri si-lahlandırıyor ve isyana teşvikediyordu. Kırım Savaşı'ndansonra, karşı barış politikası ta-kip eden Osmanlı İmparatorlu-ğu'nu savaşa sokup Kırım yenil-gisinin intikamını almak isteyenRusya, bu amacını gerçekleştir-mek için, Slavları kışkırtma yo-lunu seçmişti. Hersek ve Bulgarisyanlarında Osmanlı Impara-torluğu'nu yalnız bırakmak içinuğraştı. 1876 Bulgar isyanında,binlerce Bulgar'ı Türklerin kat-lettiği propogandasını yayarak,dış borçlarını ödemediği için,Avrupa kamuoyunda aleyhindeolumsuz bir hava esen Osmanlıİmparatorluğu'nun, Avrupa si-yasetinde iyice yalnız kalmasınısağladı.
Rusya, Sırbistan ve Kara-dağ'ı Osmanlılara karşı savaşateşvik etti. Osmanlıların savaşıkazanması üzerine, hadiselerebir çözüm bulmak üzere, İstan-
bul'da İngiltere, Fransa, Rusya,Almanya, Avusturya, İtalya veOsmanlı İmparatorluğu'nun ka-tılımıyla bir konferans düzenlen-di. Ancak İmparatorluğun ba-ğımsızlığına ve toprak bütünlü-ğüne aykırı istekler nedeniyle,bir anlaşma sağlanamadı.
İstanbul Konferansı'nın (Ter-sane Konferansı) toplandığı sıra-da, I. Meşrutiyet ilan edilerek,bu toplantıdan Osmanlı lehinebir sonuç çıkarılmak istendi isede Avrupa devletleri bu durumaitibar etmemişlerdir. Konferansakatılan devletler İstanbul'da birçözüm yolu bulunamaması üze-rine, Londra'da toplanarak, 31
Mart 1877'de Londra Protoko-lü'nü imzalamışlardır.
İstanbul Konferansı'ndakitekliflerin hemen hemen aynısıolan bu kararları, Osmanlı İm-paratorluğu reddetti. Belki Ka-radağ'a bir kısım toprak vere-rek ve ıslahat çalışmaları yapı-larak barış sağlanabilirdi. An-cak Osmanlı hükümeti ve Mec-lis-i Mebusan, arazi vermeyikabul etmemiştir. Bunun üzeri-ne harekete geçen Rusya, Avru-pa hukukunu ve İmparator-luk'daki Hıristiyanları savunmaiddiasıyla, 24 Nisan 1877'deOsmanlı İmparatorluğu'na sa-vaş ilan etti.
Türk topçusu,24 EkimTelis MeydanMuharebesi'ndeRus tümenlerinipüskürtüyor(sol sayfada).Osmanlı-RussavaşındaRus AlbayArkhangel'inalayı, Plevne'deTürklerin tüfekateşi altındayok oldu(solda).
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 19
Batum'asevkedilernAydınlı bir Türktaburu, taburimamınınduasını dinliyor(sağda).Plevne'de GaziOsman Paşaesir düştüktensonra, RusBaşkumandanGrandük Nikolatarafındankutlanıyor(altta).
93 Harbi'ndehangicephelerdesavaşıldı?
877-78 Osmanlı-Rus Sava-şı, Tuna ve Doğu Anado-lu'da olmak üzere, iki cep-
hede cereyan etmiştir. Savaşınbaşlamasıyla birlikte, hızla Ro-manya'ya giren Ruslar, buprensliği de kendi yanlarına çe-kerek, Dobruca ve Bükreş yönle-rinden Osmanlı topraklarınasaldırmaya başlamışlardır. Kısasürede Ziştovi, Tırnova ve Niğ-bolu'yu ele geçiren Ruslar, 19Temmuz'da Şıpka geçidini aş-mışlardı.
Rusların başarıları, İstan-bul'da paniğe yol açtı. BaşkentinBursa'ya taşınacağı söylentileriçıktı. Savaşın İstanbul'da kuru-lacak bir 'Askeri Meclis' tarafın-dan yönetilmesine karar verilip,görevlerinden alınan Serasker veSerdar-ı Ekrem, Divan-ı Harp'everildiler. Bu arada SüleymanPaşa, Ruslardan bir kısım top-rakları geriye almaya muvaffakolmuş ve Plevne'de de Gazi Os-man Paşa, Rusları durdurmuştu.Ancak Plevne düştüktensonra, Rus ilerleyişi tekrarbaşlamış ve Sırbistan da Os-manlılara karşı savaşa gir-mişti.
Plevne'den sonra Edir-ne'ye yürüyen Rus kuvvetle-ri, iyi bir savunma olanağı-na sahip bu kenti, Vali EyüpPaşa'nın mühimmatları ha-vaya uçurup çekilmesi üze-rine, 20 Ocak 1878'de tes-lim almışlardı. Bunun üzeri-ne, II. Abdülhamid bizzatRus Çarı'ndan ateşkes tale-binde bulunmuştu.
Doğu Anadolu cephe-sinde ise, Ruslar üç koldanharekete geçmiş ve Erzu-rum'a ulaşmışlardı. Aziziyetabyalarında Nene Ha-tun'un halkı teşvikiyle Rus-
lar durdurulmuşlardır.Bu cephede Ruslara karşı ko-
yan, Ahmet Muhtar Paşa'dır.Paşa'nın daha önemli bir cephesayılan Rumeli'ye gönderilmeküzere İstanbul'a çağrılmasındansonra, hiçbir ümidi kalmaması-na rağmen, Erzurum sonuna ka-dar dayanmış, ancak ateşkestensonra boşaltılarak Ruslara tes-lim edilmiştir.
Rusların Batum'a taarruzlarıda ateşkes yapılıncaya kadar,başarıyla durdurulmuştur.
PlevneMüdaafası'nın93 Harbi'ndekiyeri nedir?
Kısa bir sürede Osmanlıtopraklarının önemli birbölümünü ele geçiren
Rus kuvvetleri karşısında önem-li bir direniş olmamıştı. AncakVidin'de bulunan Osman Pa-şa'nın Plevne'yi geri alması üze-
rine, Osmanlı kuvvetleri bu-rada önemli bir direniş nokta-sı oluşturmuştu.
Müstahkem bir mevkiolan Plevne, Gazi Osman Pa-şa'nın da askeri zekasıyla bir-leşince, Tuna cephesindekiRus askeri hareketini kilitle-miştir. Plevne'yi geri almakiçin iki defa saldıran Ruslar,mağlup olmaları üzerine, Ro-menlerden yardım istemekzorunda kalmışlardır. Onlar-la birlikte yaptıkları saldırı-larda da bir başarı sağlaya-mamışlardır. Plevne Müdafa-ası'nın başarılı olması, İstan-bul'da sevinçle karşılanmış vesavaşın başlangıcındaki Rusbaşarıları üzerine oluşan pa-nik havasını dağıtmıştır. II.Abdülhamid, Osman Paşa'ya
20 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
bu başarısı nedeniyle 'Gazi' ün-vanı vermiştir.
Romenlerin yardı-mıyla girişilen bir-çok saldırı da so-nuçsuz kalmış,ancak Plevne'debaş gösteren yi-yecek sıkıntısıyüzünden GaziOsman Paşa, 10Aralık 1877'dedüşman kuşatma-sını yarma hareke-tine girişmiş ise deyaralanması üzerine ba-şarılı olamayıp esir düşmüş-tür.
93 Harbi yaklaşık 9 ay sür-müş, Rus kuvvetleri bu süredeİstanbul önlerine gelmişlerdir.Gazi Osman Paşa ise Plevne ön-lerinde Rus kuvvetlerini 5 aytutmaya muvaffak olmuştur.
93 Harbi'ndebüyükdevletlerintutumu nedir?
1853'teki Kırım Savaşı'nda,Osmanlı İmparatorluğu'ylaberaber hareket eden Avru-
pa devletleri, 93 Harbi'nin baş-langıcında olsun, ilerleyen safha-larında olsun, harekete geç-memişlerdir. Almanya sa-vaşın başından itibarenRusya'yı desteklemiş,Avusturya, Macartebasının Osmanlılehine yaptıklarıgösterilere rağmen,savaşın sonundaBosna-Hersek'i al-mak üzere tarafsızkalmayı kabul etmiş-tir. İngiltere savaşa .karşı olmasına rağmen,Rusya'ya karşı aktif birtavıra girmemiştir.
II. Abdülhamid, Rusya'nınsavaş ilan ettiği gün, Avrupadevletlerine telgraflar çektirerek,Paris Antlaşması'nın sekizinci
maddesine göre, arabuluculukyapmalarını istemişse de bir
karşılık bulamamıştır.Başta Fransa olmak
üzere İngiltere, Al-manya ve Avusturyahemen tarafsızlıkla-rını ilan etmişler-dir. Yalnız İngilte-re, Osmanlı menfa-atlerine karışmaya-cağını, ancak Rus-
ya, İngiltere'ninmenfaatlerini tehdit
edecek olursa, tarafsızkalamayacağını Peters-
burg'a bildirmiştir. Bunun üze-rine Rusya, İngiltere'ye gerekliteminatı vermiştir.
Savaş sırasında II. Abdülha-mid, Hobart Paşa vasıtasıyla Av-rupa kamuoyunu Osmanlı tara-fına çekebilmek için mektuplaryayımlatmış, yabancı gazetecile-ri bizzat kabul ederek Rus zul-mü hakkında bilgi vermiş ve on-lara çeşitli nişanlar vererek etki-lemeye çalışmıştır. Ancak Avru-pa devletleri ve kamuoyu, Os-manlı İmparatorluğu lehineönemli bir faaliyete girişmemiş-tir.
Savaşın sonlarında da Edir-ne'nin düşmesi üzerine, Osmanlıhükümeti savaşın başından iti-baren tarafsızlıklarını sürdüren
Avrupa devletlerindenateşkes için 'arabulu-
culuk' yapmalarınıistedi ise de yine
olumlu bir cevapalamadı. İngilte-re ile Fransa,Ayastefanos'taRusların Bal-kanlar'da büyüknüfuz kazanması
üzerine hareketegeçmişler ve Berlin
Antlaşması ile önce-ki antlaşmanın şartla-
rını biraz hafifletmişlerdir.Böylece Osmanlılar, Balkanlarüzerindeki varlıklarını 1913'ekadar yani 35 yıl uzatmışoldular.
Osmanlı,savaşı niçinkaybetti?
Osmanlı İmparatorluğugerek askeri teçhizat açı-sından, gerekse eğitimli
askerleri açısından, savaşa hazırdeğildi. Askeri malzeme bakı-mından önemli ölçüde dışa ba-ğımlıydı.
Savaş için gerekli malzemeve mühimmatın eksikliğiyle Os-manlı Donanması'nın hiçbir var-lık gösteremeyişi bu büyük ye-nilginin nedenlerindendir.
Plevnesavunmasıylaünlenen GaziOsman Paşa(solda).Rusçuk'u İşgaleden RusKomutanıÇareviçAleksandrAleksdrovlç(daha sonra ÇarI I I . Aleksandr,altta solda).Türk askerlericephedekazdıkları tekkişilik siperlerde(altta).
Osmanlı Donanması iyi du-rumda ise de, asker naklinin dı-şında, Ruslar'a karşı fazlaca kul-lanılamamıştır. Her ne kadarOsmanlı Donanması'nm gemile-rinin iyi durumda olmasına kar-şılık, yeterli eğitime sahip üstdüzey subayların bulunmamasınedeniyle Donanma, özellikleTuna'da, Ruslara karşı kullanı-lamamıştır.
Bu savaşta, imparatorluğunçok geniş bir alanda mücadeleetmek zorunda kalmasıyla kuv-vetler arasındaki irtibatsızlık vesavaşın istanbul'daki merkezdenidare edilmesi de yenilgiyi kolay-laştırmıştır.
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 21
BalkanlardaRus istilasındankaçan Türkgöçmenleri,trenleri tıkabasa doldurarakİstanbu'a göçettiler (üstte).OsmanlıMebusanMeclisi, 93Harbi'ne nedenolan olaylarsırasında açıldıve savaşlabirlikte süresiztatil edildi(sağda).Cepheye toptaşıyan Türkaskerleri (sağsayfada üstte).Berlin
Antlaşmasındanbir celse:Ortada, ayaktakikişi, AlmanyaBaşbakanı PrensVon Bismarck(sağ sayfadaaltta).
93 Harbi'ninsonundaki göçnasıl oldu?
Harbi'nin en önemlisonuçlarından birisi,Bulgaristan'daki Türk
ahalinin, gerek katledilmek vegerekse göçe zorlanmak suretiy-le, yaklaşık 500 yıldır yaşadıkla-rı topraklardan Anadolu'ya sı-ğınmak zorunda kalmalarıdır.
Savaşın sonunda, Edirne veTuna vilayetlerinin iki bölgesi(Şumnu, Varna ve Silistre havali-si ile Rodoplar ve civarı) dışındakalan yerlerdeki Türk unsur, he-men hemen tamamen yok ol-muştur. Beş yüz bin kişi savaştakatledilmiş veya açlık ve hastalıksonucu ölmüştür. Bir milyonuaşkın insan ise göç ederek, dahagüvenli buldukları Şumnu, BatıTrakya, Makendonya, İstanbulve Rodoplar bölgesine sığınmış-tır.
Osmanlı hükümeti, Bulgaris-tan Emareti ve Şarkî Rumeli Vi-layeti'nde Türk nüfusunun azal-maması için çalıştı ise de, mahal-li idarelerin baskısı sonucu, ka-lan ahali de yurtlarını terk et-mişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu, mu-hacirlerin bir kısmını Balkan-lar'daki jeostratejik bölgelerleimparatorluğun diğer tarafların-
daki boş arazilere yerleştirmeyeçalışmıştır. Ancak Diyarbekir,Van, Musul, Halep, Bağdat veBasra'daki boş arazilerin İstan-bul ve Rumeli'ye uzak olması,iklimin göçmenler için elverişliolmaması, yeterli ulaşım ağınınbulunmaması ve Müslüman ol-mayan ahalinin tepkileri gibi ne-denlerden, muhacirler büyükkitleler halinde yerleştirileme-miştir.
Göçmenler, Edirne, Aydın,Ankara, Kastamonu ve Hüda-vendigar (Bursa ve civarı) vila-yetlerine gönderilmişler, bu du-rum da başta Bursa, İzmit ve Ay-dın olmak üzere Batı Anadolubölgesinde izdihama neden ol-muştur.
Meclis-iMebusan niçinkapatıldı?
avaşın sonunda Rus ordu-sunun ilerleyişi karşısındane yapılacağını tartışmak
üzere Yıldız'da, padişahın da ka-tıldığı bir fevkalede meclis top-lanmıştır. Bu toplantıda, devle-tin içinde bulunduğu buhranaçare olabilecek herhangi bir ka-rar alınamadığı gibi, bazı üyele-rin yenilginin sorumluluğunu II.Abdülhamid'e yıkmaları üzeri-ne, padişah önce toplantıyı terk
etmiş, ardından da Meclis-i Me-busan'ı süresiz tatil etmiştir.
Meclis tatil edilmiş, ancakKanun-i Esasi resmen yürürlük-ten kaldırılmamıştır. Ama tatbikde edilmemiş, sadece her yıl çıkandevlet salnamesinin başında, adı-nın geçirilesiyle yetinilmiştir. Çı-karılan kanunlar da Meclis-i Me-busan tekrar toplandığı zamanonaylanmak üzere, geçici olarakçıkarılmıştır.
Meclis-i Mebusan resmenkapatılmasa da aynı manaya ge-lecek şekilde süresiz tatil edilme-si, yeni filizlenmeye başlayanparlamento ve meşruti rejim açı-sından, önemli bir yaradır.
Bu kapatma hadisesini birkısım yazarlar, II. Abdülha-mid'in despot yönetimini oluş-turmak için gerçekleştirdiğini
belirtmektedirler. Bir kısım ta-rihçiler ise Meclis'in buhrana ne-den olduğunu ve Müslüman ol-mayan mebusların, kendi millet-lerinin menfaatleri için impara-torluk aleyhine çalıştıklarını, tekbir milletden oluşmayan devlet-lerde, meclisin faydadan çok za-rar getireceğini, bu yüzden kapa-tıldığını öne sürmektedirler.
Meşrutiyet'in ilanını İI. Ab-
22 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
dülhamid taraftar olduğun-dan değil, emr-i vaki karşı-sında kaldığından kabul et-mişti. Osmanlı devlet adam-ları ve padişah zihniyet itiba-riyle, bu durumu hazmedebi-lecek durumda değildi. EnginAkarlı, Meclis'in kapatılması-nın gerçek nedeninin, "Os-manlı devlet adamlarının,halkın siyasete karışmaların-dan duydukları rahatsızlık"olduğunu söylemektedir.
93 Harbisonundahangiantlaşmalarimzalandı?
Savaşı sona erdirmek için Kı-zanlık'ta başlayan ateşkesgörüşmelerine, Edirne'nin
Ruslar tarafından alınması üze-rine, burada devam edilmişti. 31Ocak 1878 tarihinde imzalananEdirne Mütarekesi'yle savaş so-na ermişti. Barış görüşmeleriRusların karargahlarını naklet-tikleri Yeşilköy'de (Ayastefanos)devam etti ve 3 Mart 1878'deAyastefanos Antlaşması imza-landı.
Yirmi dokuz maddelik buantlaşmaya göre, Osmanlı İmpa-ratorluğu Sırbistan, Romanya veKaradağ'ın bağımsızlıklarını ka-bul edecek ve Karadağ'ın sınırla-rı Adriyatik'e kadar uzanacak,Sırbistan Niş'i alacaktı. Bulga-ristan özerk bir prenslik halinegetirilecek, sınırları Tuna'danEge'ye, Arnavutluk'tan Karade-niz'e kadar uzanacaktı. Bulgaris-tan prensini halk seçecek, Avru-pa devletlerinin ve Osmanlı İm-paratorluğu'nun onayıyla atana-caktı. Osmanlılar, savaş tazmi-natı olarak 1.410 milyon rublevereceklerdi. Ancak bu tazmina-tın büyük bir kısmına karşılık,Rumeli'deki bir kısım topraklar-la Batum, Kars, Ardahan ve Do-ğu Bayezid, Ruslara bırakılacak-tı. 300 milyon ruble ise para ola-
rak ödenecekti.Ayastefanos Antlaşması,
panslavizmin bir zaferiydi. Rus-ya'nın bu kadar avantajlı bir ko-numa gelmesi, mevcut siyasidengeyi bozmaktaydı. Bu yüz-den başta İngiltere olmak üzere,bu durum, Avrupa devletlerininyoğun muhalefetiyle karşılaştı.13 Haziran 1878 tarihinde top-lanan Berlin Kongresi'nde Ayas-tefanos Antlaşması'nın madde-leri yeniden ele alındı ve değişti-rildi. Altmış dört maddelik buyeni antlaşmayla AyastefanosAntlaşması'yla kurulmak iste-nen büyük Bulgaristan üçe bö-lünmüş, önemli bir kısmı Os-manlı İmparatorluğu'nun dene-timi altında bırakılmıştı. Bosna-Hersek ise Avusturya'ya terkedilmişti. Savaş tazminatı
802.500.000 Frank olaraktespit edilmiş ve yedi yıl içe-risinde, 21 eşit taksitte öden-mesi kararlaştırılmıştı. Bal-kan ülkeleriyle Osmanlı İm-paratorluğu arasındaki iliş-kiler, öyle belirsiz esaslarabağlanmıştı ki, çözümsüzkalan sorunlar yüzünden,Osmanlı ordusu kısmi sefer-berlikten bir süre daha çıka-mamıştı.
93 Harbi'ninetkilerineydi?
mparatorluk önemli ölçüdetoprak kaybının yanı sıra,Rusya'ya ödemek zorunda
kaldığı savaş tazminatı nedeniyle,büyük bir maddi yük altına girdi.Ayastefanos Antlaşması'nın ağırhükümlerinden kurtulmak için,Kıbrıs'ı İngiltere'ye bıraktı. Birsüre sonra da, durumdan yararla-nan Fransa, Tunus'u işgal etmiştir(1881). Meclis-i Mebusan kapa-tıldı. Böylece her ne kadar resmiolarak kaldırılmamış olsa dahi,Meşrutiyet, filizlenmeden sona er-di. Ali Suavi, V. Murad'ı yenidentahta geçirmek için, Çırağan Sara-yı'na bir baskın düzenledi amabaşarıya ulaşamadı. Bu baskın,II. Abdülhamid'in ömür boyutahttan indirilme korkusunakapılmasına ve her şeyi kontroletmek istemesine yol açtı.
Yuluğ TekinKurat, "1877-1878Osmanlı-RusHarbininSebepleri",Belleten, Sayı:103 (Ankara1962), s. 567-592.• Bekir SıtkıBaykal, "93 HarbiEsnasındaMuhtelif Tavassutve Sulh ŞayiaTeşebbüsleri",Belleten, Sayı: 19(Ankara 1962),s. 351-392.
Nedim İpek,Rumeli'denAnadolu'ya TürkGöçleri (1877-1890), Ankara1994.• Mahir Aydın,"Doksanüç Harbi",TDV İslâmAnsiklopedisi, IX,s. 498-499.• Ali İhsanGencer,"AyastefanosAntlaşması","BerlinAntlaşması",TDV İslâmAnsiklopedisi, V,s. 516-517; IV, s.225.
Engin Akarlı,"II. Abdülhamid:Hayatı veİktidarı", Osmanlı,II (Ankara 2000),s. 253-265.
Ali Akyıldız,"II. Abdülhamid'inÇalışma Sistemi",Osmanlı, II(Ankara 2000),s. 286-297.
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 23
Onlar da insan değil mi?
Sadrazamın yan cebiPadişah rüşvet yiyemez, zimmetine para geçiremez.Çünkü ülkesinin ve tebasının malvarlığının tümü,zaten ona aittir. Dilediği zaman, dilediğininmalvarlığına el koyar ya da istediği kadarını,canının istediğine ihsan edebilir. Ya sadrazamlarne yapmışlar acaba?..
RİFAT DEDEOĞLU
nlar ki zatı şahane-lerinin yeryüzünde-ki mutlak vekilleri-dir, onlara nasipolur mu develeri ha-
nutlarıyla götürmek ya da günü-müzün revaç bulan tabiriyle,hortumlamak? Onlar da elbet'mutlak vekil' olma hasebiyleher tür mal ve mülke el koymahakkına, hem de zatı şahaneleriadına el koyma hakkına sahip-tirler. Amma ve lakin, zatı şa-
hanelerinin bilgisi dışındagerçekleştirdikleri bu tür ey-lemlerin açığa çıkması sonu-cunda, 'kafalarının koparıl-ması' olasılığı da bir hayli
yüksektir!
Kafaların koparılması der-ken, sanılmasın ki kastımız, sad-razam kafalarının bedenlerindenkılıç darbesiyle ayrılmasıdır. Ha-yır, rüşvet ve irtikap suçlarındanhiçbir sadrazamın kafası, bu an-lamda koparılmamıştır. Koparı-lan, günümüzdeki anlamındanmülhem, sadrazamın can yonga-sı olan mal varlığıdır.
Padişah, kendisinden izin al-madan tebasından çalan sadra-zamına, sadakatinden dolayı birnoktaya kadar tahammül eder,zurnanın zırt dediği yere varıldı-ğında İse gazaba gelip elinde nevar ne yok alır, sudan çıkmış ba-
lık misali, onu bir kenara koyu-verir. Ama padişahına ihanet et-mediği müddetçe, ölüm bekle-mez sadrazamın sonunu. Helerüşvet ve irtikaptan asla...
FATİH'İN GAZABIAma sadakatsizliğini ortaya
atamayacağını bildiği, ancakkendisine diş bilediği bir sadra-zam söz konusu ise o zaman rüş-vetin en ağır dozdaki şayiasınaistinaden 'zatı şahaneleri', ger-çek anlamda kafayı koparıverir.
İşte Osmanlı tarihindeki ilk'sözde' rüşvet olayı da böyle birgelişmenin sonucudur. Padişah,Fatih Sultan Mehmet, sadrazamise Çandarlı vezir sülalesininsondan bir evvelki temsilcisi Ha-lil Paşa'dır. Halil Paşa'nın elimsonunu anlatmadan önce kısabir not düşelim: Osmanlı devletikuruluşundan İstanbul'un Fet-hi'ne kadar geçen sürede, hiçbirsadrazamını rüşvet ya da irti-kapla suçlamamış, belgelere gö-re de şayiası dahi duyulmamış-tır. Bu dönemin büyük bir kısmıÇandarlı ailesine mensup sadra-zamların yönetimi altında geç-miş, tarih de bu sadrazamlarıntümünü hayırlı ve necib İnsanlarolarak kaydetmiştir.
Şimdi dönelim Çandarlı Ha-lil Paşa'nın (1424-1453) talihsiz
24 • Popüler TARİH I Aralık 2000
rüşvet olayına. Halil Pa-şa, 30 yıla yakın dev-lete hizmet vermişdirayetli bir sadra-zamdır. II. Murat'ıdöneminde üçkez, Fatih SultanMehmet'i ise ikikez padişah ola-rak görmesiyle deünlüdür. 30 yıla ya-kın sadrazamlık ya-pan Halil Paşa, münze-vi bir padişah olan II.Murat'ı, iki kez 'istifa'sınarağmen ısrarla yine tahta oturt-muş, ancak bu ısrarı neticesindede ileride İstanbul fatihi olacakII. Mehmet'i iki kez hal'etmektalihsizliğine uğramıştır. KocaFatih ise sadrazamın herkesçetakdir gördüğünü bildiği içinkendisinin hal'edilmesindenduyduğu nefreti dile getirmemiş,İstanbul'un fethine kadar takiy-yesini sürdürmüştür.
Halil Paşa İstanbul'un kuşa-tılmasının geciktirilmesini, ha-zırlıkların tamamlanmamış ol-masını öne sürerek padişahtanistemiş, bu da onun ölüm ferma-nının vesilesi olmuştur. Fetihsonrası ise menşei belli olmayanbir şayia tüm devlet ricalini sar-mış, Halil Paşa kuşatmayı gecik-tirmek için Bizans İmparato-ru'ndan külliyetli miktarda rüş-vet almaktan zan altında kalmış-tır. Fatih Sultan Mehmet ise yeniedindiği Fatih unvanının verdiğigüvenle bu zannı vicahiye çevir-miş ve el altından sadrazamınkatli emredilmiştir.
DEVŞİRMELER DÖNEMİ
İstanbul'un fethi yeni bir çağbaşlatmıştır Osmanlı devletinde:Devşirme sadrazamlar. 1453'-ten itibaren ta XVI. yüzyılın so-nuna kadar tayın edilen 34 sad-razamın 30'u devşirmedir. Bun-lardan irtikabı görülen ilk kişi,Yavuz Sultan Selim'in sadra-zamlarından Yunus Paşa'dır.Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzun-çarşılı, onun için, "Milliyeti
meçhuldür" der. Yu-nus Paşa'nın ilk se-
dareti (1517) sade-ce 38 gün sür-müştür. Sedaretisonunda en sü-yük arpalıklar-dan biri sayılanMısır Valiliği'netayin edilmiş, ir-
tikap ve irtişasıburada ayyuka çık-
mıştır. Yunus Paşa işiiyice azıtıp Mısır'a ege-
men Çerkeş Beyleri'nin ka-rılarını, kızlarını da tehdit etmeksuretiyle servetini arttırmak yo-lunu tutunca, palas pandıras ge-riye çekilip, yaptıkları marifet-miş gibi, sadrazamlığı iade edil-miştir.
Bunca vartayı atlatan YunusPaşa'nın ölümü, aynı sene, dilibelasına olmuştur. Mısır dönü-
şü, çölde ilerlerken Yavuz SultanSelim, Yunus Paşa'ya dönüp,"Mısır arkamızda kaldı" deyin-ce, Mısır Valiliği'nden alınması-na çok içerleyen Yunus Paşa pa-dişaha, ordunun yarısının kum-lar içinde mahvolduğunu anlat-mış ve "padişahın Mısır'ı yineÇerkeslerin eline bırakacağı bi-linseydı, zahmet çekilip buralarakadar gelinmezdi" demiştir. Busözler üzerine padişah atını dur-durmuş ve oracıkta Yunus Pa-şa'nın başını kestirmişti.
YOLSUZLUK HADSAFHADA!
Hiç şüphesiz, Osmanlı tari-hinde en büyük 'deveyi hanutuy-la götürme' operasyonunun sa-hibi, Kanuni Sultan Süleyman'ındamadı ve sadrazamı RüstemPaşa'nın bizzat kendisidir.
Tarihler onun, Slav ırkından
Yavuz SultanSelim'insadrazamlarındanYunus Paşa(solda).Ressam MünlfFehim'in PadişahDeli İbrahim ileCinci Hoca'yibirlikte gösterenbir illüstrasyonu(altta).
Cinci Hoca'nın güğüm dolusu akçeleriPadişah Deli İbrahim'i üfürüğüyle güya iyileştiren Safranbolulu 'Cinci Hoca' Hüseyin
Efendi, asla sadrazam olamamakla beraber, devleti hortumlamakta, kendisinden daha
ziyade 'obur' bir zata, rastlanamaz! Cinci Hoca, Deli İbrahim şehzade iken, okuyup
üfleyerek güya onu iyileştirdiğinde, henüz bir medrese öğrencisi idi. Aşıladığı telkinlerle,
Deli İbrahim tahta geçer geçmez Anadolu Kazaskerliğine atandığında (1644)
müderrisliğin ilk kademesine bile ayak basmamıştı. Ancak gücü, kazaskerliğin de ötesine
varmış, devlette istediğine istediğini yaptırır hale gelmişti. Her yaptığı ya da yaptırdığı
'iş'te, rüşvet yemediği görülmemiştir! Kendisi gibi cahil birçok insanı önemli yerlere tayin
ettirmiş, bunların bir çoğunu ise ödedikleri rüşveti çıkaramadan azlettirmişti. Kadılıkların
tayini gizli bir 'ihale' mekanizmasına dönüşmüş, en fazla parayı verende kalır olmuştu.
Sonunda Cinci Hoca'nın pervasız tutumu ayyuka çıkmış, Deli İbrahim ise şikayetlerin
kesilmemesine dayanamayıp Hoca'yı görevden almış, bunca rüşvet şikayetine rağmen yine
de tahsis ettiği konaktan gayri, onun varlığına el sürmemişti. Deli İbrahim'in katliyle
beraber, Hoca'nın nüfuzu da sona erdiyse de serveti elinde duruyordu. Deli İbrahim'in
yerine tahta geçen IV. Mehmed'in cülus bahşişi çok para tutuyor, buna karşın hazine
tamtakır bulunuyordu. Cinci Hoca'dan 200 bin akçe istendiyse de vermedi. Bunun üzerine
harekete geçen yetkililer, evini basarak 200 bin akçeyi, iki sandık dolusu
altını ve 500 samur kürkü müsadere ettiler. Defterlerini inceleyen
memurlar, masrafı çıktıktan sonra üç bin kese malı
olduğunu anladılar. Bunun üzerine kellesinin
gideceğini anlayan Hoca, merdiven altına gömdüğü
12 güğüm dolusu çil akçeyi ve 70 bin kuruşu da
çıkararak kellesini kurtardı. Geri kalan
yaşamını sürgünde geçiren Hoca,
ölümünden önce İstanbul'a dönebildiyse
de Sultanahmet Camii Vakası'nda,
sipahiler tarafından
katledildi.
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 25
Rüşvet sistemini geliştiren sadrazam: Sultanzade Mehmet PaşaAma hiçbir sadrazam, Sultanzade Mehmet Paşa (1644-1645) kadar rüşvet ve irtikapın suyunu çıkarmamıştı. Hele bir dedönemine damgasını vuran ünlü Safranbolulu Cinci Hüseyin Efendi'yle işbirliği yapınca, dilediği şekilde davranmakta asla abesgörmemiştir. Dönem, Deli İbrahim (1640-1648) dönemidir. Devletin yönetiminin ipe sapa gelir tarafı yoktur. Kendisinden öncesadrazamlık yapan Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın tüm başarılarına rağmen katledildiğini görmüş, aynı akıbete uğramamakiçin, Deli İbrahim'e dalkavukluktan başka bir şey yapmamıştır. Ama yine de bir hattı hümayunda kendine atfen yapılan "Bremütevelli yapılı godoş. Bre karpuz kıyafetli püzevenk" yakıştırmalarından kurtulamamıştı. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılıkendisinden, "zevk ve sefaya meclub, riyakar, karaktersiz bir vezirdi" diye bahseder. Sultanzade Mehmet Paşa'nın esas maharetiise seleflerinden Hadım Hasan Paşa'nın başlattığı, memuriyete tayin suretiyle rüşvet alma metodunu geliştirmesiydi. Tarihleregöre Sultanzade, önce rüşvet karşılığı istenilen yere tayini yapar, kısa bir müddet sonra da bir bahane uydurarak görevden alır,yine rüşvet karşılığı bir başkasını tayin ederdi. Ama esas servetini diğer rüşvetçi sadrazamlarınbir kısmının da yaptığı gibi Mısır Valiliği esnasında edinmişti.
SultanI I I . Murad'ınsadrazamıSinan Paşa(sağda).
Fatih SultanMehmet vesadrazamıÇandarlı halilPaşa'yıresmeden birminyatür(üstte).
olduğunu kaydederken Hırvatya da Boşnak olduğunda tered-düte düşer. 1561 senesinde ha-len sadrazamlığı sürerken öldü-ğünde, ardında bıraktığı servetişöyle sıralanır: 7.100 köle,2.900 harp atı, 1.106 deve,7.100 hasene altını, 5.000 kaf-tan ve elbise, 500 altın, 600 gü-müş eğer, 133 çift altın üzengi,1.500 gümüş at başlığı ve hesabıbilinmeyen nakit altın ve gümüşpara. Bu sayıma mülk varlığı ka-
tılmamıştır. Prof. İsmailHakkı Uzunçarşılı bu
oluşumun nedeni şöy-le ihsas eder: "Hasis
derecede muktasidolup bu cihettendevlet hazinesi-nin varidatınıçoğaltmış, aynızamanda irtika-piyle de kesesinidoldurmuştur."
Bu RüstemPaşa, İznik çini-
leriyle ünlü, Emi-nönü'nde bulunan
Rüstem Paşa Ca-mii'ni yaptıran Rüs-
tem Paşa'dan başkasıdeğildir!..
Otuzu devşirme, 34 sadra-zam döneminden sonraki birasırlık dönemde, sedaret maka-mı tam 71 kez el değiştirir. Kimiiki kez, kimi üç kez, kimi de beşkez gelir sadrazamlığa. Makam-ları icabı ve zatı şahanelerini'mutlak vekil' şekliyle temsil et-tikleri için, mal varlıklarının ka-
barık olmasına özen gösterilir.İşte, 'Padişahın vekili züğürt ol-maz' düsturunu tam olarak be-nimseyen ve III. Murat döne-minde tam beş kez sadrazamlığagelen Sinan Paşa (Sedaretı,1580-1595 arası, 5 kez) bununen güzel örneğini teşkil eder.
'ARPALIKLAR' SATIŞTA
Ne var ki kendisinden iki yılsonra sadrazam olan Hadım Ha-san Paşa'nın marifetleri yanında,Sinan Paşa sütten çıkmış ak kaşıksayılmalıydı. Hadım Hasan Pa-şa'nın irtikap ve rüşvet dolapları-nın kokuları sedaretinden önce taMısır'dan yayılmıştı etrafa. 1580senesinde başladığı ve bir yıl sü-ren Mısır Valiliği'nde zenginliği-ne zenginlik katma çabalarınınİstanbul'dan kokusunun alınmasıüzerine geri çağrılıp, hapsedilmiş-ti. Hapisteyken de boş durmaya-rak Valide Sultan'a gönderdiğipara ve hediyelerle affa mazharolmuş, hapis sonrası yine devletgörevine dönmüştür.
na delalet ederek kasalarını tıkabasa doldurmuştur. Ancak sefe-re çıkamadan da ölüp gitmiştir!
TANZİMAT SONRASI...Deli İbrahim'in sadrazamı
Sultanzade Mehmet Paşa'dan,son Sadrazam Tevfik Paşa'yakadar, 'kayda değer' bir 'rüşvet-çi sadrazam' kayıtlarda bulun-muyor. Yanlış anlaşılmasın, 'Sul-tanzade'yle beraber rüşvet Seda-ret'ten ari kaldı' demiyoruz. Ar-palık ya da diğer memuriyet ta-yinlerinde birçok sadrazamındaha nasibini aldığı biliniyor.
Arpalık ya da diğer memuriyettayinlerinde birçok sadrazamındaha nasibini aldığı biliniyor.
Osmanlı'ya, sırf kendi cebidolsun diye savaş açtıran birsadrazam varsa, o da GüzelceAlı Paşa'dır (Sedareti 1619-1622). Dönemin padişahı SultanII. Osman'ı Lehistan'a sefer et-meye ikna ettikten sonra, harpiçin gerekli fonların toplanması-
Ancak biz bu yazıda, yedik-leri rüşvetler 'halt etme' merte-besine varanlardan bahsettik.Ayrıca 1830'lardan itibaren özel-likle de Tanzimat sonrası, sadra-zamların 'mutlak vekil' sıfatınıkaybettikleri düşünülürse, du-rum daha iyi anlaşılır!
26 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Bayramdagelenek farkıAnadolu ve Rumeli insanlarının ramazan âdetleri, Osmanlıseçkinlerinin geleneklerinden çok farklıydı. Saltanatgeleneklerinin epey uzağındaki halk yığınları için bayramkutlamaları da, İstanbul'daki havanın çok dışında, kendinehas bir safiyet içerirdi.
NECDET SAKAOĞLU
SultanAbdülmecitbayramkutlamasında(altta).Bir bayramgünündeÇemberlitaşTavukpazarı(sağ sayfada).
Ramazan başladı, ar-dından bayram geli-yor. 'Ev'den, 'ofis'ten,'faks'tan, 'cep'ten, 'e-mail' veya 'internet'
kanallarından, "Bayramınız mü-barek olsun! Cenab-ı Hak tekra-rını nasip etsin!" veya daha ye-nilikçi bir üslupla, "Bayramınızkutlu olsun! Ailece esenlikli bay-ramlar diliyoruz, efendim!" giri-şinden sonra, "Trafik, park so-
runları malum; gelemiyoruz.Kusura bakmayın. İnşallah birdahaki bayrama... Sizleri bekle-riz!" gibi beylik laflarla yinebayram geçiştirilecek.
Dört gün hafta tatili, üç günbayram, bir gün yılbaşı, iki günde Kabine kıyağı sayesinde, tatil-cilere gün doğacak; trafik kaza-ları artacak; izleyen bir hafta ongün boyunca ise, "Geçmiş bay-ramınız kutlu olsun!" saçmalığı
yaşanacaktır.Geleneklerini yitirmiş, kent
şaşkını olmuş bir toplum içinbunlar doğaldır.
"Geçmiş bayramınız kutluolsun!" demeler de yadırganma-malı. Çünkü temelli bir şaşkın-lık, kaymış gitmiş bir bayramiçin dilekte bulunmanın bir pa-tavatsızlık olacağını düşündür-mez! Bayram üzerine sözde söy-leşilerde de, arkası getirileme-yen "Nerede o eski bayramlar?"nostaljisine takılıp kalınacaktır.
YETMİŞ YIL ÖNCEBir kez şunu sormalı: "O es-
ki bayramlar" ne zamana kadaryaşanmıştır? Eskilik ölçüsü kim-lere göredir? Çünkü bu özleyişisekseni yakalayanlar da kırkın-dakiler de yineliyor. O eski bay-ramlar acaba nasıldı?.. Bir ör-nek olmak üzere, yetmiş yıl ön-cesinin sahici sahnelerini yalınkat önümüze seren İstanbulluAydın Boysan beyefendiyi dinle-yelim:
"Bayram bizim çocukluğu-muzda, paraca refaha kavuştu-ğumuz günlerdi. Cebimiz paragörürdü. Amcalar, teyzeler, an-
28 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
cak bayramlarda eli açık olurdu.Sesimiz kısılıncaya kadar don-durma yiyebilirdik. Maceranınsonu mu vardı? Hatta tramvayabinip Sultanahmet'e kadar gider,beş kuruş verip meydan çevre-sinde motosikletle bir tur atar-dık.
Hangi bayram olursa olsunbol şekerleme ve çikolata yemefırsatına kavuşurduk. Gözümüzde doymazdı. Yumruk kadar lo-kumları ağzımıza atmaya çekin-mez, çiğneme payı kalmadığın-dan ağzımızı açıp kapayamaz,lokum kendisi bir derece eriyin-ceye kadar konuşamazdık.
Bayram yeri kuruldu. Buşenlikli yeri şimdi düşünüyorumda, o araçların pek fukara oldu-ğunu anımsıyorum. Canı çıkmışzavallı yük arabası atları bay-ramlarda eyerlenir, biz onlarabinince kendimizi kahraman sü-vari sanırdık. Çamaşır ipindenyapılma salıncakta sallanmak,ipe asılmış bir makaraya tutu-narak beş on metre kaymak bilekeyif kaynağımız olurdu.
Bayram yeri keyifleri arasın-da, ufak tefek kumar da bulu-nurdu. Macuncu fırıldağındaoynamak, uzaktan tabağa metalpara atmak, bul karayı al parayıgibi oyunlar, cepteki paranınmiktarına bağlı olarak oynanır-dı. Bunlar ufak oyunlardı ama,biz de ufaktık. Oynadığımız dadüpedüz kumardı.
Bayramlarda ip cambazı Ab-dullah, ip üstünde semaverle çaypişirir içer ya da ip üstünde kur-ban keserdi. (...) Tepeden tırna-ğa yepyeni, gıcır gıcır giysileriçinde girerdik bayramın ilk gü-nü sabahına. Peder merhum yeniayakkabıların altını, ahşap mer-divenlerde kaymasın diye, çakıucuyla çizerdi. Böyle giyinmekkeyifli falandı ama, haşarılığınpervasızlığı içinde olan biz, buyeni giysiler içinde kalıplanmışgibi tedirgin olurduk. Bayram zi-yaretlerinde çocuklara verilmesiadet olan mendilleri ceplerimizetıka tıka, yine de fiyakamız bo-
zulurdu." (Aydın Boysan, İstan-bul Esintileri, İstanbul, 1995,s.42-45)
RAMAZAN TEBRİKNAMESİ"Nerede o eski bayramlar"
arayışlarının gerisinde, acababundan daha renkli sahneler mivardır? Biraz daha gerilere, eletek öpme, tabasbus devirlerininyaşlılar dünyasına uzanalım. 18Kasım 1906'da kutlanacak ra-mazan bayramı için, 15 gün ön-cesinden, eser-i cedit kâğıdınakamışla, kalemle ve rik'a ile dö-şenilmiş bir "tebriknâme" yiokuyalım:
"ma'uz-ı çaker-i şâkirü'l- ih-sanîleridir
Şeref-hulûl eden 'iyd-i sa'id-ifıtrdan dolayı hasseten 'ûbudiy-yet ve memlûkiyete düşen resm-itebrik ve tehniyetin ifâsına mü-sâra'at ve ehass-ı enzâr-ı füyû-zat- desâr bende-i perverdileriniistibkaya mücâseret eyledim. Olbâbda emr ü ferman hazret-i
30 • Popüler TARİHİ Aralık 2000
menlehü'l-emrindir. 31 Teşrin-ievvel 1322
Cezair-i Bahr-i Sefîd VilâyetiMeclis-i İdare Başkâtibi bendeFevzi"
İstanbul'da ileri gelen bir zâ-ta yazıldığı anlaşılan, Türkçedört sözcük (eden, dolayı, dü-şen, eyledim) dışında, yalan yan-lış Arapça tamlamalara boğul-muş, içtenlikten uzak bu bas-makalıp tebriknâme, o devrinbir yasak savma örneğidir. Böy-le yapmacık dillerle birbirlerinehulûs çakan o kuşakların tavrıy-la, onların çocukları ve torunlarıolan bizlerin "Geçmiş bayramı-nız kutlu olsun!" manasızlığıarasında kalıtımsal bir bağlantıolmadığı söylenemez.
DİNİ BAYRAMLARINSAFİYETİ
Gerçek şu ki dini bayramla-rın safiyeti, içtenliği, gelenekselli-ği Anadolu'dadır. Bolu'nun, Bar-tın'ın, Kastamonu'nun, Eğin'in,
Çüngüş'ün ... Köylerine bayram-da yolu düşenler, kendilerini cö-mertçe fakat külfetsiz bayram at-mosferlerinde bulabilirler. Ana-dolu ve Rumeli insanlarının ra-mazan âdetleri, kınalar yakınıpallı pullu urbalar giyinip, köymeydanlarına sımatlar döşeyip,davullu zurnalı bayram eğlence-
leri düzenlemeleri üzerine yapıl-mış kapsamlı bir çalışmanın ol-maması, toplum tarihimizinönemli bir açığıdır.
Buna karşılık İstanbul'un ya-kın tarihindeki "Ramazanda,Direklerarası" yazılarının, prog-ram dizilerinin, canlandırma ga-rabetlerinin sonu gelmez.
Lala MustafaPaşa'nın yeniçeriağalarına verdiğiziyafet(Nusretname'den,sol sayfada).Kırklı yıllarınkarikatüristiSalih'inçizgileriyle,eski Ramazaneğlencelerindenbiri: 'Komik-iŞehir' KelHasan'ın temsili(solda).
Kaptanpaşa Sebiliönünde birbayram günü(altta).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 31
SARAY ORTAMI VE'BAYRAM' SÖZCÜĞÜ
Biraz daha eskilere bakalım:Payitaht İstanbul'unda, ulema,ekâbir katlarında, hele saray or-tamında, 'bayram' sözcüğü köy-sümen bir deyim sayıldığındanhiç mi hiç kullanılmazdı. " 'iyd-isa'ıd-ı fıtr" , kutlu ramazan bay-ramı; "'iyd-i sa'id-i ahdâ" kutlukurban bayramı demekti. İkibayrama ise "iydeyn" deniyor-du. Osmanlı seçkinleri, dil uka-lâlarının, Arapça sözcükleriFarsça takım kalıplarına yerleş-tirerek icat ettikleri, ne Arapla-rın ne Acemlerin ne de Türklerinanlayamayacağı deyimlerle ya-zışmayı, konuşmayı severlerdi.
"Muayede-i 'iyd-i fıtr" ise,Ramazan bayramına özgü res-mi-dini bayramlaşma demekti.Halk, köylerde, kasabalarda,yöresel bayram geleneklerini yi-neleyedursun; Osmanlı sarayın-da vezir konaklarında, bayramın
üç gün öncesinden üç gün sonra-sına kadar, bir haftalık prog-ramlar uygulanırdı. Bu bir haftaboyunca İstanbullular, divan bi-satlu atlara binmiş, sırtlarındamevsim kürkleri, sof feraceler;başlarında, mücevveze, selimîkavuklar, örfler; önlerinde arka-larında uzun kortejler olduğuhalde vüzera ve ulemanın, ardıarkası gelmeyen birbirlerine zi-yaretlerinin seyircisi olurlardı.
EL ETEK ÖPMEK...Saraydan, Paşakapısı'ndan,
vezir kapılarından mehter sada-ları yankılanır; konaklardan ko-naklara, konaklardan saraya,saraydan konaklara hediye boh-çaları, şekerleme sepetleri, hedi-yeler behiyeler teati edilir; helebayram sabahı, önce sarayda'muayede resm-i hümayunu' ya-pılarak padişahın eli, eteği, aya-ğı öpülür; bunu muhteşem"alay-ı 'iyd-i şerif" (bayram ala-
Taşra ramazanları nasıl yaşanırdı?Kırklı yılların temmuz ve ağustos aylarına rastlayan ramazanları hatırlıyorum. Sahurla iftar arasındaki 16-17 saatlik oruç
evresi, susama, acıkma, halsizlik sızlanmaları, uyuklamalar, su ve sofra özleyişleriyle geçer; herkes ölgün yapraklara döner;
kasaba ölü şehir manzarasına bürünür, çarşıda işler dururdu.
Canlanış ikindiye doğru başlar; Anadolu'nun bütün eski kentlerinde âdet olduğu üzere, ikindi ezanından sonra, bir davul zurna
ekibi, kale yamacından hüseynî havalar çalmaya başlardı. Annelerimiz, bizi duygulandıran bu konserlerin kendilerine dönük bir
uyarı olduğunu ve iftar hazırlıkları vaktinin geldiğini söylerlerdi. İftar ve sahur topları, arife günü ikindi vaktinde peşpeşe üç top,
bayram sabahı namazdan çıkışta yine üç top atılması, davul zurna çalınması da yüzlerce yıllık geleneklerdi. Arifeden bir önceki
güne "şerife" denirdi ki, o gün çarşı tellâlları, önlerinde davul zurna ekibi, köşe başlarında, arasta girişlerinde durur; hep bir
ağızdan ve sözcükleri uzatarak, "Yarın arife, öbür gün bayram!
Allah mübarek etsin!" diye bağırırlar; işlerini bırakıp dükkân
önlerinde toplanan esnaf grupları da topluca "âmin" derler; bir ay
boyunca ikindi ve sahur konserleri veren davulcu zurnacıların
tepsilerine madeni paralar atarlardı. Kuşkusuz bu, çok eski bir âhi
geleneği olmalıydı.
İftar davetleri, ramazanın 15'inden sonra başlar, varlıklı aileler,
hoca takımını, akrabalarını, komşuları sırayla iftara çağırırlardı. Bu
davetlerde iki ayrı odada erkekler ve kadınlar için yer sofraları
hazırlanır; büyük çorba tasları ve lengerlerle getirilen çorba, sebze
yemeği, et kızartması, pilav, hoşaf ve sütlaç gibi muayyen yemekler,
konuklarla birlikte "ortadan" yenirdi. Ancak bu ortadan yemenin öyle
bir âdabı vardı ki, günümüzün alafranga servislerinden daha nezih
ve temizdi.
Anadolu'nun geleneksel iftarlarında yemekten önce "iftariye" âdeti yoktu. Buna karşılık, yemekten sonra küçük bir sahanla peynir
getirilir, herkes bir parça peynir alırdı. Sofra hizmetine koşulanlar, biri sabunlu diğeri sıcak suyla ıslatılmış el bezleri gezdirdikleri
gibi, abdest almak isteyenler için de leğen, ibrik ve havlu hazır olurdu. Sofra bir çabuk toplanır; cemaat oluşturup akşam
32 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
yi) izler; bayram namazındandönüşte, Has Mahbah'ta hazır-lanan saray yemekleriyle devletricaline ziyafet verilirdi. Bütünbu tantananın tek bir adı vardı :"'iyd-i sa'id", yani kutlu bay-ram.
Bu saltanat geleneklerininuzağındaki halk yığınları ise, üs-tüne et döşenmiş pilavı ve yanın-da üzüm hoşafını, etli yaprak sar-masını, sütlacı ve kadayıfı yıldaancak iki kez ve bayram yemeğiolarak sofrasında görebilir; ko-
nuklarına da ikram eder; çolukçocuk, üç dört gün boyunca ye-meğe, tatlıya ve şekere doyardı.Bu halk geleneğinin adı ise "iyd-isa'id" değil, "bayram"di!
Sultan I I I .Mustafa'nınbayram alayı(üstte). Luyken'inbir bayram resmi(sol sayfada).
namazını kılan erkekler, yaşlarına ve saygınlıklarına göre sedirlere bağdaş
kurup kahve ve sigara içerler, teravihe kadar çoğunca dini konulu
söyleşilerle vakit geçirirlerdi.
Gregoryen Ermeni komşularımızın hanımları da, bir gün önceden haber
verilmek koşuluyla mutlaka iftara çağırılırdı. Bir gün önceden haber
verilmesi ise Ermeni komşularımızın bir isteğiydi. "Nasıl olsa
çağıracaksınız, önceden haber verin ki biz de oruca niyet edelim, günah
olmasın!" dedikleri için, bir iki gün önceden biz çocuklarla haber gönderilir,
onlar da o gün, oruçlu gelirlerdi.
Camilerde yatsı ve teravih namazları kılındıktan sonra, yaz gecelerinin
kısalığı nedeniyle sahura ancak iki üç saat bir zaman kaldığından, babalarımız lüks lambalarıyla aydınlatılmış önü asma çardaklı
esnaf kahvelerinde üçer beşer gruplar oluşturup demli çay içerler; geçmiş zamanların anılarını, büyüklerinden dinlediklerini
anlatırlardı.Sahurda, çoğunca hamurlu yiyecekler, hoşaf ve komposto eşliğinde börek, erişte, yağlı kete, içli köfte, pilav yenilirdi.
Biz çocukları oruca alıştırmanın geleneksel yöntemi ise 'tekne orucu' idi. (Bu 'tekne' sözcüğünün, azaltma, fazlalıktan ve zararlı
olandan arındırma anlamındaki Arapça 'tenkîh'ten Türkçeleşmiş olması muhtemeldir.) İki üç günde bir, sahurda tıka basa yer,
ertesi gün kaba kuşlukta, en geç öğlende iftar ederek tekne orucu tutmuş olurduk.
Arife gününün de çocuklar için bir özelliği vardı. Bayramlık giysilerimizi,
köşgerlerin diktiği sarı sahtiyandan sandallarımızı, biraz daha büyüyünce kavaftan
alınan iskarpinlerimizi, ilkin arife günü giyerek büyüklerimizle Ulucami'ye ikindi
namazına gider; çıkışta kabristanları ziyaret eder; mantar tabancalarımızı
patlatırdık.
Bayram sabahlarının yaşattığı duygular daha farklı olur; ortalık karanlıkken
girdiğimiz camilerden çıkışta , top seslerinin uyandırdığı heyecanla güneşli bir
bayram dünyasına daha kavuşurduk.
Sol sayfadaki fotoğraf, 1930'larda bir bayram günü Şehzadebaşı'ndaki Letafetapartmanında orta oyununu gösteriyor. Üstte yine 1930'larda bir kanto gecesi. Soldakifotoğrafta ise, elinde şeker ve hediyelerle bayram ziyaretine giden İstanbullu bir aile...
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 33
ŞANS OYUNLARI
gocareti
nasıl başladı?Osmanlı topraklarına piyango, nasıl girdi?Yüz yıl öncenin çekilişleri; bilet fiyatları
ve ödüller... Piyango bayiliği nasıl'meslek' haline geldi? Elli yıl önceninünlü piyangocuları...
ORHAN KOLOĞLU
Piyango'nun, 'kur'a ileödül dağıtımının' eskiRoma'da başladığı ilerisürülür. Neron, Ogüstgibi imparatorlar, ev,
esir ya da gemi dağıtımı için çe-kiliş düzenlermiş. Tabii buradaorganizasyonun kâr etmesi bahiskonusu değildi.
Şanslılara ödüller dağıtırkenorganizasyona para kazandırma-ya dayalı günümüz anlayışının,Ortaçağ'da İtalya'da başladığıbiliniyor. Bunun serbest piyasadüzenine geçişin bir işareti oldu-ğu düşünülebilir. Zamanla Fran-sa, Almanya ve Avusturya'ya dayayılmıştır. Hükümdarlar, bazıyatırımları ya da sefer masrafla-rını karşılamak için de piyangodüzenliyorlardı. Örneğin Fran-sa'da devlet ilk kez 1520'de,böyle bir girişimde bulunmuştur.
İçinde böyle para dönen birgirişimin özel teşebbüsü hareketegeçirmemesi, mümkün değildi.Piyangonun Osmanlı toprakları-na yansıması da bu kesimin giri-
şimleriyle oldu. Napolyon Savaş-ları'nın 1815'te sona ermesininardından Akdeniz'de ticaret ra-hatlamış ve Avrupalı tüccarlar1820'den itibaren öncelikle İz-mir'e yerleşmeye başlamışlardı.Yunan Ayaklanmasının getirdi-ği on yıl kadar süren durgunlukdöneminin arkasından, 1830'lar-da engellerin tamamen ortadankalktığı bir döneme girildi.
ÖDÜL: ALTIN SAAT1836'da, İzmir'deki Avrupalı
ve Levanten topluluğa yönelikbir piyango düzenlendiğini, 'Jo-urnal de Smyrne'de okuyoruz:"Tanesi on kuruştan 80 biledikbir piyango tertiplendi. 57'si sa-tılmış durumda. Alberti'nin kah-vehanesinde yapılacak çekilişte,ödül, muhteşem bir altın saat."
Böylece ilk adımı atılan pi-yango ticareti ağır bir tempoylave sınırlı bir kesime hitap ederekdevam etti. 1847'de, Avrupa'dadüzenlenen piyangonun biletleri-nin Osmanlı ülkesinde satılışına
34 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
tanık oluyoruz. Avusturyalı Fri-edrich Kohl firması, kendi ülke-sinde düzenlediği çekilişin bilet-lerini piyasaya sunarken güvenceolarak Avusturya demiryollarıhisse senetlerini gösteriyor. Bi-rinci ikramiyenin 60 bin lira ol-duğu, 3.700 kişiye de ödül dağı-tılacağı açıklanıyor.
1849 yılında Ceride-i Hava-dis'te çıkan bir ilan, piyango me-kanizmasının nasıl işlediğine da-ir bilgiler de veriyor: "Zeytinbur-nu'nda Makriköy civarında vakiüç adet ev, bundan önce piyan-goya konulup gelecek mayısın27. günü Galata'da bulunan Bor-sahane'de çekileceği, dolayısıylabilyete (bilet) alanlardan şimdiyekadar parasını yatırmamış olan-ların, çekilişten sekiz gün önceisimlerini deftere kayıt ettirmez-lerse katılamayacaklarını; katıl-mak isteyenlerin Galata'da San-dıkçılar'da Senyör Matiyö Zey-ter'in eczanesine, yahutSenyör Kastor'un evine,veyahut Beyoğlu'nda tiyat-rohane içindeki kahveyebaşvurmaları ilan olunur."
PİYANGODANÇIKAN EVLER
XIX. yüzyılın ortasın-da bir evi piyangoya ko-yup bilet satma uygulama-sının yaygın olduğu anlaşı-lıyor. Nitekim yine 1849yılında İstanbul'un 'Journal deConstantinople' adlı Fransızcagazetesinde şöyle bir ilan görü-yoruz:
"Pera'da on odalı, mutfaklı,çamaşırhaneli, su depolu, kuyu-lu, yılda yirmi bin kuruş kira ge-tiren kargir ev için, her biri binkuruşluk 550 bilet çıkarılmıştır.Biletler, bütün gazete idarehane-lerinde ve Borsa müdürlükle-rinde satılmaktadır. Paralar,piyangonun müfettişi Franço-is Corpi tarafından toplana-cak ve Galata borsasında ya-pılacak ve ertesi günü şehringazetelerinde ilan edilecekolan çekilişe kadar bu meblağ
Mösyö Jak Alle-on'un nezdine ya-tırılacaktır. "
YÜZYILÖNCENİNÇEKİLİŞLERİ
Görüldüğü gibi, sınırdı birsistem bahis konusudur. Liberalekonomi anlayışının daha da ge-liştiği II. Abdülhamit dönemindebu tür özel girişimlere fazla hoşbakılmıyordu. Buna karşılık eği-tim amaçlı bir piyangoda sulta-nın desteğini de esirgemediğinigörüyoruz. 1900 yılında 'İzmirHamidiye Sanayi Mektebi'nin
menfaatine düzenlenen piyangovesilesiyle yapılan açıklamada,Avrupa kökenli piyangolarda hi-le görüldüğünden yasaklandıkla-rı, net bir şekilde belirtilmekte-dir:
"Memleketimizde satışı ya-sak olan bir takım ecnebi piyan-go biletleri satanların, müşterile-rine zarardan başka hiçbir çıkarsağlamayan o tür yabancı biletle-ri satmaktan bundan böyle vaz-geçeceklerini umut ediyoruz."
'BİZİMKİLER' DAHA EMİN...Bundan da anlıyoruz ki, ya-
sak olmasına rağmen, herhaldekapitülasyonların koruması al-tında, gizlice bilet satanlar ek-sik olmuyor; ama bunlara birceza uygulanmasına da gidil-miyordu... Bu girişten sonrayazıda, Sanayi Mektebi Piyan-gosu hakkında şu bilgiler veril-mektedir:
Ünlü piyangobayii 'NimetAbla' yaniNimet Özdenhanım,gişesininönünde vealtta solda,1900 yılında'İzmirHamidiyeSanayiMektebi'ninmenfaatinedüzenlenenpiyangonunbileti.
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 35
Yıl 1937:Eminönü'nde'Tek KolluCemalin vebiraz ileride de'Nimet Abla'nıngişeleri:O dönemin enünlü 'TayyarePiyangosu'bayileri.Sağda ise yine1937 yılının(13 Nisan)Son Postagazetesinden'tam sayfa' bir'Nimet Abla'ilanı!
"Bu piyango vatanımızda ku-rulmuş yetimevlerinin menfaati-ne mahsus olup özellikle Avru-pa'nın muntazam addolunan pi-yangolarından daha emin vemuntazam olduğu gibi bilyet sa-hiplerine verilen ikramiyeleringenel düzeyi de dünyada mevcutpiyangoların hepsinden üstün vedaha yüksektir. Dolayısıyla müş-teriler için daha çok çıkar sağla-dığından iyilikseverlerin ilgi gös-terecekleri umulur."
BİLET FİYATLARIVE SATIŞ NOKTALARI
O yılın yani 1900 Mayıs ' ının31'inden Ekım'in 22'sine kadar,beş ay içinde planlanan yeni çe-kilişte, toplam 22.321.450 kuruşdağıtılması hesaplanıyordu. Bü-yük ikramiyeler 25 bin ile 50 binkuruş arasında değişiyordu. Bi-letler tam, yarım, dörtte bir vesekizde bir olmak üzere dört çe-
Yıllara göre ikramiye tutarları
şitti. Fiyatları sırasıyla dört, iki,bir ve yarım 'Mecidiye' idi. Bilet-lerin satış acentesi olarak SarrafAvram Papadopulo saptanmıştı.Ayrıca satıldıkları yerler için ilanedilen listeyi, nasıl bir aşamadangeçilmiş olduğunu ispatladığıiçin, aynen aktarıyoruz:
Sirkeci tramvay yolunda Os-maniye Oteli'nin karşısında, Kü-çük İsmail Paşa Haknı'nda, 8 nu-maralı odada merkez acenteleriDevidas ve Ventura.
Babıali civarında, AziziyeCaddesi'nde Devidas'ın yazıha-nesi ile Balıkpazarı'nda Maksu-diye Hanı karşısında, Ventu-ra'nın 132 numaralı mağazası.
Veznecilerde İsmail Paşa ko-nağının karşısında, 31 numaradasarraf Haralambo.
Bayezit'te tramvay makasında13 numaralı sarraf İstepan.
Babıali Caddesi'nde, Nafia veTicaret dairesi karşısında sarrafAleko.
Babıali Caddesi'nde 22 numa-ralı kitapçı Yorgaki.
1927 Şubat 300.000 TL.1928 Eylül 45.000 TL.1930 Eylül 35.000 TL.1933 Aralık 25.000 TL.1935 Yılbaşı 500.000 TL.1937 Nisan 200.000 TL.1938 Ekim 50.000 TL.1940 Ağustos 80.000 TL.
36 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Sirkeci'de Türkiye Eczanesikarşısında, 26 numaralı fesçi vesarraf Yoşua.
Tarakçılar Emniyet Sandığıkarşısında 58 numaralı tütüncüAli Ekber Ağa.
Çarşıkapısı'nda Aynacılar ci-varında 13 numaralı aynacı Ya-ko.
Zindankapısı'nda ZindanHan karşısında, 208 numaralısarraf Mişo.
Bahçekapısı'nda Sadıkiye Ha-nı kapısında sarraf Yani Miloni-dis.
Hasköy'de, Halıcıoğlu'nda İs-kele Caddesi'nde Bahur Poli-di'nin kıraathanesi.
Beykoz'da vapur iskelesi karşı-sındaki tütüncü Nikolaki.
Samsun, Buğdaypazarı'nda İz-mirli Moiz.
Tekfurdağı'nda (Tekirdağ)Arabapazarı'nda, eski Camii Şe-rif karşısında Yasef Yeruşelmi.
YENİDEN YAPILANMAAbdülhamit zamanında, bu
alanda tam bir yapılanmaya yö-nelindiği, hatta bir piyango ni-zamnamesinin düzenlendiği an-laşılıyor.
İttihatçılar iktidara gelincebunun üzerinden daha sistemlibir yapıya yöneldiler. 1909'dakurulan Osmanlı Donanma Ce-miyeti'ne, askeri gemiler almasıiçin, piyango düzenleme yetkisi
tanındı. Başarılı da olundu. Böy-lece, gündeme gelen 'Osmanlı Pi-yangosu' için 'Umumi Acenta'olarak, Abdülhamit dönemindebu işle meşgul olan 'Devidas veVentura Bankası'nın seçildiğinigörüyoruz.
Biletlerin artık İstanbul veGalata'daki bütün sarraf dük-kanlarında satıldığı da ilan edili-yor. Yani sarraflardan oluşan birbayi sistemi kuruluyor. Biletalanlara kolaylık olmak üzere,çekilişten dört gün öncesine ka-dar, adlarına bilet ayırtılabiliyor-du. 'Abone' diyebileceğimiz kişi-ler eski biletleri getirip yenisinialabiliyorlardı. Son dört günekadar alınmayan bilet, başkaları-na satılabilıyordu.
Bu dönemde ikramiyelerin debir hayli artmış olduğunu görü-yoruz. Ekim 1911 çekilişinde,toplam olarak 7.996.000 kuruşdağıtılacaktı. 'Büyük ikramiye'1,5 milyon kuruştu ve onu birmilyonluk ikramiye izliyordu.300, 240, 100, 75, 60, 50 binlikikramiyeler de vardı.
CUMHURİYETLEGELEN İVME
Balkan Savaşı, I. Dünya Sa-vaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemle-rinde, piyango dünyası doğal birduraksama yaşadıktan sonra,Cumhuriyet'le yeni bir ivme ka-zanmıştır.
Önce 'Tayyare Piyangosu',1939'dan itibaren de 'Milli Pi-yango' adı verilen çekiliş ve ku-rum olarak 'Milli Piyango İdare-si', devletin çıkarı için piyangodüzenleme tekeline sahip oldu.
Yazımızda bu döneme ayrın-tılarıyla girecek değiliz. SadeceOsmanlı döneminden farklı olaniki özelliği vurgulamakla yetine-ceğiz.
Birincisi, ikramiye rakamla-rındaki yükseliştir. 1900 yılındaen büyük ikramiye 50 bin kuruşya da 500 lira iken; 1911'de 1,5milyon kuruş ya da 15 bin lirayaçıkılmıştır. Yani otuz kere artışvardır.
Solda, Papağan dergisinden 2 Ocak 1927 tarihli bir 'TayyarePiyangosu' ilanı: "Binlerce kişiyi zengin edecek" ilk çekilişin11 Şubat'ta olduğu belirtiliyor. Büyük ikramiye 300 bin lira!
7 Nisan 1926 tarihliMilliyet'ten (sağ üstte)ve 13 Ekim 1911 tarihliTanin'den (sağda)piyango çekilişi ilanları.En sağda ise 'İzmirHamidiye SanayiMektebi menfaatinemahsus' piyangonunacentesi sarraf AvramPapadopulo'nun ilanı.Yıl 1900.
1928'den 1940 yılına kadar basında,çeşitli gazetelerde yer alan farklıpiyango çekilişi ilanları: Örneğin,soldaki ilan, 22 Eylül 1928 tarihliAkşam gazetesinden ve ilanınTürkçesinden de görüleceği gibi,Latin harflerinin yeni yeni yerleştiği birdönemden...
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 37
Sağda, TayyarePiyangosu'nunsatıldığı ilkbayilerdenbiri...Altta, Akşamgazetesinde8 Eylül 1928tarihindeyayımlanmış veyanda tammetniniverdiğimizTayyarePiyangosuilanının kupürü.En altta sağdaise, 1940 ve1952 yıllarının'Milli Piyango'biletleri.
'Hanım vebeyefendiler, lütfenokuyunuz'Akşam gazetesinde 8 Eylül 1928tarihinde yayımlanmış bir'Tayyare Piyangosu' ilanını hepbirlikte okuyalım:"İtimat Tayyare piyangoşubelerimizin gişeleri bu gecesaat yirmi dörde kadar açıktır.Daimi ve bir keşidelik 1/10, 1/5,1/2 şanslı ayrıca satılıkbiletlerimiz vardır. Vakit müsaitiken devamlı biletlerinizle hissesenedatını nizamname mucibincetemdit eylemeniz mercudur(uzatmanız rica olunur). Bilaharemesuliyet kabul edilmez. Bugünekadar en büyük ikramiyelerikazananın, yegane İtimat piyangoşubeleri olduğu herkesçemüsellemdir (onaylanmaktadır).Bu planın birinci keşidesinde(çekilişinde satılamayan) 1/2 sınıfbiletimize kırk bin lira isabetetmiştir. İkinci keşidede bizimgibi birçok aileleri zengin vemesud edeceğimizden eminolduğumuzu arz ederiz.ŞUBELERİMİZ: Fatih'tetramvay caddesinde numara 14,Bayezit'te Okçularbaşı'nda 28 ve
HarbiyeNezaretiittisalinde 83numara.Telefon,İstanbul4007-3030."Görüldüğü gibiadeta bir bayizinciri
oluşturulmuşhatta "telefonla sipariş almayöntemi' gündeme getirilmiştir.Bu da piyangonun toplamda nasılbir ilgi gördüğünü kanıtlar. Builanın içinde yan yana duran ikierkeğin resmi vardır ve altındaşunlar okunmaktadır: "Talihliserbayiler: Burhaneddin -Naci, tamam yirmibin liraalmışlardır."
Cumhuriyetle birlikte, top-lumdan gelen isteğin artışına ko-şut olarak, devamlı bir artış gö-rülür. Tabii yıl içindeki her çeki-lişte başka miktarlarda bir ikra-miye verildiği unutulmamalıdır.
MİLYONLUKİKRAMİYELERE GEÇİŞ
Milyonluk ikramiyelere geçi-şimiz 1950'den sonradır. 1980'-den sonra milyarlara ulaştık, şim-di de trilyon sınırını zorluyoruz.Tabii sadece halkın ilgisinin art-masından dolayı değil, enflasyo-numuzun dizginlenemez durumagelmesinin bu yükselişteki payınıda unutmamak gerek!
İkinci önemli değişiklik, biletsatıcıları ya da bayilerin yapısıve kendilerini tanıtmalarında gö-rülmüştür. Osmanlı dönemindedaha çok sarraf dükkanlarıylabazı banka şubelerinde yapılansatışların yerine, sadece piyangobileti satan ve bunu gazetelereilan vererek topluma duyurankimseler ortaya çıkmıştır.
'BAYİLİK'BİR MESLEK OLUYOR
Demek ki, bu ticaretten yanipiyango satıcılığından, yeterlikazanç sağlayanlar belirmişti.Yani piyango bayiliği, artık bir'meslek' haline gelmişti!
1930'lu yıllarda piyango ba-yiliğinin büyük önem kazandığı-nı, gazetelere 'tam sayfa' ilanlarvermelerinden anlıyoruz. O dö-
nemde özellikle iki bayi adetailan yarışına girmişlerdi.
Bunlardan birincisi, halk ara-sında 'Nimet Abla' diye tanınanve bugün de Yeni Cami'nin biti-şiğinde hâlâ dükkanı bulunanbayidir. Nimet Abla, 1937'de ençok kazandıran kişi olarak, 'Re-kor Kraliçesi' ilan edilmiştir...
O dönemin ikinci önemli ba-yii de 'Malul Cemal' ya da halkarasındaki adıyla, 'Tek kollu Ce-mal' diye bilinen piyango satıcı-sıdır. Onun yeri ise Balıkpaza-rı'nın başındaydı. 1950'li yıllarakadar, hep onların ismi gündem-de kalmıştır.
İkinci Dünya Savaşı'ndansonra, küçük bayi dükkanlarıher tarafta 'mantar gibi' yayılmışseyyar piyango bileti satıcıları dahızla artmıştır. 'Uzun Ömer','Cüce Simon' gibi İstanbul'un ta-nınmış piyango satıcıları, yıllaryılı, insanlara 'umut' dağıtmış-lardır.
38 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Tayfur Sökmen'in anılarının izinde...
ATA'NIN SON ARMAĞANIHatay'da Fransızlara karşı yürütülen silahlı mücadelenin lideri olanKürt Dağı ve Havalisi Kuvayı Milliye Reisi Mursaloğlu Tayfur Bey'inya da daha sonraki yıllardaki kimliğiyle, Hatay Devleti Cumhurbaşka-nı Tayfur Sökmen'in anılarının izinde, Hatay Türkleri'nin 20 yıl sürenanavatana katılma mücadelesi...
40 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Hatay
M. MURAT SÖKMENOĞLU
Mezopotamya, Ku-zey Suriye ile As-ya içlerine kadaruzanan yollarınçıkış noktası ve
Doğu Akdeniz'in en stratejik li-manı olan Hatay (İskenderunSancağı), XIX. yüzyıl başların-dan itibaren, sömürgeci devletle-rin hedefleri arasında yer almış-tır.
Osmanlı İmparatorluğu'nunI. Dünya Savaşı'ndan yenik çık-masından sonra, bölgede birArap hükümeti kurdurulmuş ve9 Kasım 1918'de de Hatay,Fransız işgaline uğramıştır. Butarihte 'Yıldırım Orduları GrupKomutanı' olan Mustafa KemalPaşa, Fransızların işgalinden ön-ce, 31 Ekim'de, Reyhaniye'ninve 3 Kasım'da da Antakya'nın
Türk Ordusu tarafından işgaledilmesi emrini vermişti.
Mustafa Kemal, bölgedekiaskeri ve sivil yöneticilere gön-derdiği, Suriye'nin boşaltılması-nı öngören ateşkes antlaşması-nın maddelerini yorumlayan ge-nelgede, işgal emrinin gerekçesi-ni şöyle açıklıyordu:
"İskenderun, Antakya, CebelSem'an, Katma ve Kilis yörele-rinde Türklerin yaşadığı, Halepnüfusunun dörtte üçünün Arap-ça konuşan Türkler olduğu ha-tırlanmalı ve bu gerçeklerin bun-dan böyle ileri sürülecek bütüntoprak taleplerinin temelini oluş-turacağı göz önünde bulundu-rulmalıdır. "
Ancak, işgal emri karşısındaharekete geçen Fransızlar, İsken-derun limanına bir torpido gön-dermiş ve limandaki mayınlarıntemizlenmesi işlemine Türk yet-kililerin de katılmasını istemiş-tir.
Mustafa Kemal Paşa bu tale-bi kabul etmekle birlikte, şehrinFransızlar tarafından işgal edil-mesine şiddetle karşı çıkmış vekaraya çıkacak Fransız askerle-rine silahla karşı koyulacağınıbildirmiştir.
ORDU GERİ ÇEKİLİYORBu gelişme üzerine, İstan-
bul'daki Türk Genelkurmayı,Mustafa Kemal'den 'emirlereuyulmasını' istemiş ve ertesi günde Yıldırım Orduları Grup Ko-mutanlığı lağvedilerek, MustafaKemal İstanbul'a çağrılmıştır.Fransızlar 12 Kasım 1918'de İs-kenderun ve çevresini işgal et-mişler, Türk askerleri de Payas-Kilis hattına çekilmiştir.
Türk Ordusu'nun geri çekil-mesi üzerine, işgal ettikleri top-raklarda idari düzenleme yapanFransızlar, 27 Kasım 1919'da İs-kenderun, Antakya, Harim (eskiReyhaniye) ve Belen'i, 'İskende-run Sancağı' adı altında birleştir-mişlerdir.
Direniş hareketinin liderle-rinden Türkmen beyi Tayfur
Albay ŞükrüKanatlıkomutasındakiTürk Birliği'ninHatay'da,Fransızsömürgeaskerleritarafındankarşılanışı (5Temmuz 1938).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 41
Tayfur Sökmen,Kürt Dağı veHavalisi KuvayıMilliye Reisiolduğugünlerde.
Mursal (Sökmen), Maraş'takiTürk güçleriyle temasa geçmiş;Fransızlar ve onların destekledi-ği Ermeni milislere karşı silahlıçatışmayı aralıksız sürdürmüş-tür.
İki yıl süren kanlı savaşlarsonunda, 21 Ekim 1921'de im-zalanan Ankara Antlaşması ileHatay'da, 'İskenderun Sancakİdaresi' kurulması kabul edil-miştir. Ancak, Fransızlar anlaş-ma hükümlerini uygulamamışlarve özellikle Türklere karşı ağırbir baskı kurarak, bölgeyi Türk-lerden arındırmaya çalışmışlar-dır. Türkiye'nin müdahelesiyle,1924'de Fransızlar İskenderunSancağı'nda sözde 'bağımsız' biryönetim kurmak zorunda kal-mışlarsa da, uygulamada deği-şen bir şey olmamıştır.
YİRMİ YILLIK MÜCADELE
Hatay Türkleri'nin 20 yıl sü-ren anavatana katılma mücade-lesi sırasında, asıl kurtuluş sava-şı, 15 Mart 1923'de Atatürk'ünAdana'yı ilk ziyaretinde, siyah-lar giymiş bir kız çocuğuna hita-ben, "40 asırlık Türk yurdu ec-nebi elinde kalamaz" sözleri ile
42 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
başlamıştır.Hatay'ın ilerideki kurtarıcısı-
nı, 1918'de ilk kez fark eden deTayfur Sökmen olmuştur. HatayCumhurbaşkanı Tayfur Sökmenanılarında şöyle diyor: "1918Eylül sonuna doğru, harp aleyhi-mize neticelendiğinde, ordumuzönce Filistin'den, sonra Şam'dançekilince, Ekim başlarında İs-kenderun Sancağı ve havalisiniiçine alan şimdiki Hatay'a dön-düm. Halep'ten ayrılmadan ön-ce Vali Abdülhalık Renda Bey'iziyaret için, Baron Oteli'nden çı-karken, terasta genç bir yaverle(Yaver Bedri Bey) konuşan, ilkdefa gördüğüm genç bir kuman-dan ilgimi çekti. Merak ederek,konuşmasının bitmesini bekle-dim. Otelden içeri girdiğinde ya-vere kim olduğunu sordum; 'Yıl-dırım Orduları Grup Kumanda-nı Mustafa Kemal Paşa' dedi. İş-te kurtarıcımız Atatürk'ü ilk de-fa o zaman gördüm."
DİRENİŞ HAREKETLERİ
Hatay'da Fransızlara karşıyürütülen silahlı mücadelenin li-deri olan Kürt Dağı ve HavalisiKuvayı Milliye Reisi MursaloğluTayfur Bey (Tayfur Sökmen), si-lahlı mücadeleden sonra da kur-tuluş hareketini Hatay ErginlikCemiyeti Başkanı olarak Dört-yol'daki merkezinden yönetmiş-tir.
Tayfur Sökmen 21 Kasım1921'de ilk kez gittiği Anka-ra'da, Atatürk'e Hatay'daki ge-lişmeler hakkında ayrıntılı bilgi-ler vermiş ve Atatürk'ten çok ya-kın ilgi görerek, güvenini kazan-mıştır. Bu tarihten sonra TayfurSökmen, mücadelenin her safha-sında Ankara'ya giderek Ata-türk'e ve Meclis hükümetine ge-lişmeler hakkında aydınlatıcıbilgiler vermeyi sürdürmüştür.Bu ziyaretlerden birinde, Ata-türk, Tayfur Sökmen'e şu tarihi
Hatay'ın kurtuluşu dolayısıyla...- Tıpkı Türk Bayrağı... Yalnız nedenyıldızın gözü kıpkırmızı?- Yirmi yıl kan ağlamaktan!
(Akbaba, 22 Eylül 1938)
talimatı vermiştir:"Sökmen, bugünden itibaren
davaya resmen el kondu. Antak-ya-İskenderun ve havalisinin is-mi bundan böyle Hatay'dır, ce-miyetinizin adını 'Hatay Ege-menlik Cemiyeti' olarak değişti-rin ve faaliyetinizi bu isim altın-da yürütün. Cemiyet merkezi yi-ne İstanbul'da kalmak üzere,Mersin, Dörtyol, Hassa, Kilis'teşube açın. Fakat, denizden, ka-radan hatta dağdan Hatay'a gi-dip gelinmesi daha kolay olacağıiçin, faaliyet merkeziniz Dörtyolşubeniz olsun."
Tayfur Sökmen, Temmuz1923'deki Lozan Antlaşması gö-rüşmelerinde de 'Hatay Fevkalâ-de Murahhas Azası' olarak Türkheyetinde yer almıştır.
ATATÜRK'ÜN KARARLILIĞITürkiye, Fransa ve Suriye
arasında yıllarca süren çetin mü-zakereler devam ederken, 22Aralık 1936'da Fransa-Suriyeantlaşması imzalanmıştır. Bu du-rum üzerine, Atatürk 1923'dekisözünü yerine getirmek için, has-ta olduğu halde yanına Genel-kurmay Başkanı Mareşal FevziÇakmak, Fahrettin Altay ve Baş-bakan İsmet İnönü'yü alarak,
Hatay DevletiCumhurbaşkanıTayfur SökmenAntakya'nınSuri-Cünteköyünde,yöreninOrtodoks dinadamları ilebirlikte (soldaüstte). HatayMeclisi'ninaçıldığı gün(2 Eylül 1938)yapılan törenegelenler: ÖndeAlbay Collet veCevat Açıkalın,arkalarındaAlbay ŞükrüKanatlı veAbdurrahmanMelek (soldaaltta).Atatürk veCelal Bayar,Hatay heyetiylebirlikte (altta).
özel trenle Hatay'a gitmek üzeregeldiği Eskişehir'de, kararlılığınışu tarihi sözlerle ortaya koymuş-tur:
"Ben, Devlet Başkanlığı'nıbırakarak Hatay'a gideceğim veHatay meselesinin nasıl çözüm-leneceğini bütün dünyaya göste-
Suriye sınırı krizi ve sonuçlanHatay Meclisi'nin çalışmaları sırasında Fransızlar, 20 Ekim 1938'de Hatay-Suriye sınırını
kapatmışlar ve Türkiye sınırının da kapalı olduğunu düşünerek, Hatay Devleti'nin ulaştırma,
ticaret, alışveriş yapma imkânını engellemek istemişlerdir. Bunun üzerine Hatay Devlet Reisi
Tayfur Sökmen'in emriyle, Suriye hududunda kısa sürede karakollar kurulmuş ve Fransızların
bu hareketine karşı tedbir olarak, sınırın Hatay Devleti'nce de kapatıldığı duyurulmuştur.
Sınırın kapatılması kararı Atatürk'e sunulmuş ve Ankara'dan gelen cevapta da kararın
yerinde ve isabetli olduğu bildirilerek, Devlet Reisi Tayfur Sökmen tebrik edilmiştir.
Tayfur Sökmen sınırın kapatılması kararından sonra, telaşa düşen esnaf ve nakliyecilere
hitaben yaptığı konuşmada, "Fransızların bizi bu kararı vermeye mecbur bırakmalarını
milyonlar sarfetsek elde edemezdik. Bununla istiklâlimizi ve devletimizi garanti altına aldık.
Telaş ve merak etmeyiniz. Dört beş gün sabrediniz ve müsterih olunuz. Türkiye, bu vaziyet
karşısında hududunu Hatay'a açacaktır,1' diyerek halkı ikna etmiştir.
Ankara'ya gönderilen Hatay milletvekilleri heyeti, durumu Başbakan Celal Bayar'a
anlattıktan iki gün sonra da, Türk Hükümeti'nce alınan kararla, Türkiye hududu Hatay
Devleti'ne açılmıştır. Bu karar üzerine Fransızlar yanıldıklarını anlamışlar, özür dileyerek
Suriye sınıfının açılacağını bildirmeleri karşısında, Tayfur Sökmen, "Siz açsanız da biz bir
daha açmayacağız. Bundan böyle uçaklarınızın Hatay semalarında uçmasına da izin
vermeyeceğiz" cevabını iletmiştir. Türkiye-Hatay sınırının açılması, Türkiye'yi ve Hatay Devleti'ni diplomatik alanda güçlendirmiş
ve ticari alışverişin başlaması da Hataylılar tarafından büyük sevinç ve memnuniyetle karşılanmıştır.
Popüler TARİHİ Aralık 2000 • 43
KURTULUŞ
HatayMeclisi'ninaçıldığı gün(2 Eylül 1938)sokaklaradökülenHataylılar(sağda).İstanbul'da,BeyazıtMeydanı'nda,Hatay'ınbağımsızlığıiçin düzenlenenmitingde(2 Aralık 1937)İffet Halim(Orus) kürsüde(altta).
receğim. Siz de, 'Mustafa Kemalbaşkaldırdı' der ve beni serbestbırakırsınız."
Atatürk, buna karşı koyanİsmet İnönü'ye de, "Sen bu işeinanmıyorsan çekilirsin" cevabı-nı vermiştir.
Atatürk Hatay meselesininkesin çözümü için ortaya koydu-ğu kararlı tutumunu kesintisizsürdürmüş ve bütün benliğiyleHatay'a sahip çıkmıştır. O sıra-daki ruh halini belirtmesi bakı-mından, 1937 yılı başında GenelSekreter Hasan Rıza Soyak'asöylediği şu sözler önemlidir:
"Hatay benim şahsi mese-lemdir. Keyfiyeti Fransız Büyü-kelçisi'ne tâ bidayette açıkça ifa-de ettim. Dünyanın bu duru-munda böyle bir meselenin Tür-kiye ile Fransa arasında müsel-lâh (silahlı) bir ihtilafa münverolması katiyen varid değildir.Fakat ben, bunu da hesaba kat-tım ve kararımı vermiş bulunu-yorum. Şayet ufukta bu yolda,binde bir ihtimal belirse, Türki-ye Cumhuriyeti Reisliği'nden vehatta Büyük Millet Meclisi azalı-ğından da çekileceğim. Ve birfert olarak bana iltihak edecek
birkaç arkadaşla beraber Ha-tay'a gireceğim. Oradakilerle elele verip mücadeleye devam ede-ceğim."
SİYASAL YUMUŞAMA
DÖNEMİBu kararlılık karşısında tela-
şa kapılan Fransa Başbakanı Le-on Blum, 18 Ocak 1937'de TürkBüyükelçisi'ne yazdığı mektuptaşu teklifte bulunmuştur :
"Sırf hukuk alanında anlaş-mamız güçtür. Milletler Cemiye-ti ise bizde olmayan tam özgür-lüğe sahiptir. Fransız hükümetişunu açıklayabilir ki, cemiyetinbu mesele için seçeceği raportö-rün görevini en geniş biçimdeanlamasına hiçbir engel görme-mektedir ve cemiyetin kararınaönceden razıdır."
Böylece Hatay meselesinde,Atatürk'ün tutumu sonucundakarşılıklı bir müzakere evresinegirilmiş ve siyasal bir yumuşamasağlanmıştır. Nitekim 27 Ocak1937'de müzakereler başlamış,Türk ve Fransız hükümetleriarasında ilkeler bakımından üze-rinde anlaşma sağlanan metin,raportör İsveçli Sandler tarafın-dan Milletler Cemiyeti Konse-yi'nin onayına sunulmuştur.
Metnin en önemli iki hük-mü, İskenderun Sancağı'nın(Hatay), ayrı bir varlık sayılaca-ğı ve içişlerinde tam bir özgürlü-ğe sahip olacağı, ayrıca Türki-ye'ye İskenderun limanındatransit kolaylığı için, bir takımhak ve üstünlük tanınacağıdır.
Daha sonraları, Sancak'ta,hem Türkçe hem de Arapçanınresmi dil olacağı da kararlaştırıl-mıştır. Anlaşma metni 29 Mayıs1937'de Türkiye ile Fransa ara-sında imzalanmış ve MilletlerCemiyeti Konseyi, anlaşmanın27 Kasım'da uygulanmasına ka-rar vermiştir.
KURTULUŞA DOĞRU...Bu gelişme üzerine Atatürk,
1 Kasım 1937'de TBMM'nin 5.Dönem 3. Yasama Yılı'nı açar-
ken, Hatay konusundaki Millet-ler Cemiyeti kararı hakkındaşunları söylemiştir:
"Büyük bir milli davamızolan Hatay işinin geçirdiği saf-halar malûmunuzdur... MilletlerCemiyeti yüksek idaresi altındacereyan etmiş olan müzakereler,Hatay halkını lâyık olduğu me-sut ve müstakil idareye kavuşma-sı yolunda amaçladığımız gayeyitemin edecek vesikaların kabulve imzasıyla neticelenmiştir...Yeni Hatay rejiminin mer'iyetegirmesine kısa bir zaman kaldı.Bu rejimi kendileriyle en dostanebir zihniyetle emek birliği yapmışolduğumuz Fransızların, iyi ni-yetle ve amaçla gayeyi temin ede-bilecek şekilde tatbike başlaya-caklarına şüphe edilmemelidir.Yarınki Türk-Fransız münase-betlerinin dilediğimiz yolda inki-şâfına, Hatay işinin iyi bir yöndeyürümesi esaslı bir ölçü ve âmilolacaktır kanaatindeyim."
'HATAY'I ALACAĞIM'Bu nutuktan önce, Ata-
türk'ün 29 Ekim 1937'de Fran-sız Büyükelçisi Ponso'ya söyledi-
44 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
ği şu sözler, Hatay konusundakihassasiyetini ve yenilmez iradegücünü bir kere daha ortayakoymaktadır:
"Ben toprak büyütme iste-ğinde değilim. Barış bozma alış-kanlığım yoktur. Ancak muahe-deye dayanan hakkımızın isteyi-cisiyim; onu almazsam edemem.Büyük Meclis'in kürsüsündenmilletime söz verdim. Hatay'ıalacağım. Milletim benim dedi-ğime inanır. Sözümü yerine ge-tirmezsem onun huzuruna çıka-mam; yerimde kalamam. Benşimdiye kadar yenilmedim; ye-nilmem, yenilirsem bir dakikayaşayamam. Bunu bilerek ve sö-zümü mutlaka yerine getireceği-mi düşünerek benim dostluğu-mu lütfen bildiriniz ve doğrula-yınız."
DEVLET KURULUYORAtatürk'ün ve Türk hüküme-
tinin yoğun çalışmaları ve Mil-letler Cemiyeti'nin kararı doğ-rultusunda, bağımsız HatayDevleti'nin kurulması yolundaönemli adımlar atılmıştır. 3Temmuz 1938'de Antakya'da
imzalanan antlaşma ile, Türk as-kerinin Hatay'a girmesi sağlan-mıştır.
5 Temmuz'da Albay ŞükrüKanatlı'nın komutasındaki Türkaskeri birliklerinin İskenderun veHassa üzerinden Hatay'a girme-si, bütün Hataylılarca büyük he-yecan ve sevinçle karşılanmış,yıllardır çekilen hasret sona er-miştir.
Türk askerinin girişiyle sağ-lanan güvenlik ortamında, önceyarım kalan plebisit yapılmış;Hatay'ın Türklüğü resmen ve
hukuken tescil edilmiştir. Plebi-sitin neticelenmesinden sonraMilletler Cemiyeti'nde, Ha-tay'da Millet Meclisi seçimleriyapılmasına karar verilmiştir.
24 Ağustos 1938 günü yapı-lan seçimler sonucunda, HatayMillet Meclisi, 34'ü Türk, 2'siArap, 2'si Ermeni, 2'si de Rumolmak üzere 40 üyeden oluşmuş-tur. 2 Eylül 1938'de ilk toplantı-sını yapan Hatay Meclisi, Dev-let Başkanlığı'na Atatürk'ünadayı olan Tayfur Sökmen'i,Meclis Başkanlığı'na da Abdül-gani Türkmen'i seçmiştir. Dr.Abdurrahman Melek'in başkan-lığında da Meclis dışından 5 ki-şilik bir Kabine kurulmuştur.Yapılan Anayasa ile 'İskenderunSancağı' adı 'Hatay'a çevrilmişve Hatay Devleti bayrağı belir-lenmiştir.
TAYFUR SÖKMEN'DENATATÜRK'E
Devlet Başkanı Tayfur Sök-men, Cumhuriyet Meclisi'ndeyaptığı konuşmada, "Milli coğ-rafyamızda, şimdi Hatay diyeanılan bu bölge, büyük Türkmilletinin ve onun şerefli tarihi-nin, ayrılık bilmeyen ve dünyabir araya gelse ayrılmayacakolan, kutsal bir yurdudur" de-miştir. Aynı gün Atatürk'e çekti-ği telgrafta da duygularını şöyleifade etmiştir:
"Hatay Millet Meclisi tara-fından bugün Hatay Reisliği'neseçildiğimi ve bu vazifeyi ifayabaşladığımı yüksek huzurunuzaarz etmekle şereflenirim. Türki-ye'nin ulu önderi tarafından gös-terilen yüksek alâka ve yardımsayesinde istiklâline kavuşmuşolan Hatay'ın, ulu şef Atatürk'eve Büyük Millet Meclisi'ne karşıbeslediği minnet, şükran ve bağ-lılık hislerini bu vesileyle de arzetmekle son derece bahtiyarım.Vazifemin ifası sırasında yüksekalâka ve irşatlarınızın esirgen-memesi dileğiyle candan bağlılı-ğımı ve sonsuz saygılarımı arzederim."
Yıl 1957; TayfurSökmen, kaderarkadaşlarıRauf Orbay,Refet Bele,Kazım Özalp veAli FuatCebesoy ilebirlikte (solda).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 45
KURTULUŞ
HatayMeclisi'nin,23 Haziran1939'daoybirliğiylealdığıTürkiye'yekatılmakararından çokkısa bir süreönce, TayfurSökmen vearkadaşlarınınKeser gezisindeçekilmiş birfotoğrafı.
ATATÜRK'ÜN CEVABIAtatürk, cevabi telgrafında
Tayfur Sökmen'e duyduğu güve-ni şöyle belirtmiştir: "HatayMillet Meclisi tarafından HatayReisliği'ne seçildiğinizi bildirentelgrafınızı memnuniyetle aldım.Bu kıymetli diyarın en yüksekmakam ve vazifesini ihraz ve de-ruhte etmiş olmanızdan dolayısizi tebrik ederken, inkişafını da-ima alâka ve muhabbetle takipedeceğim. Hatay'daki faaliyeti-nizde muvaffakiyetinizi temennieyler ve Hatay'ın yeni idare al-tında pek çok saadet ve refahlargörmesini yürekten temenni ede-rim. "
Ne yazık ki, Hatay mücade-lesinin önderi eşsiz kahramanAtatürk, 10 Kasım 1938'deHakkın rahmetine kavuşmuş,bütün ruhu ve varlığı ile müca-dele ettiği Hatay'ın anavatana
kavuşmasını görememiştir.İkinci Dünya Savaşı'nın eşi-
ğindeki Avrupa'da meydana ge-len gelişmeler, İngiltere ile Fran-sa'yı, Türkiye'nin savaş sırasın-daki etkisini hesaplamaya itmiş-tir. Bu iki devletin anlaşma iste-ği, Akdeniz bölgesinde savaşlaneticelenecek bir saldırı olmasıhalinde, fiili işbirliğinde bulun-mayı ve karşılıklı yardımlaşmayıkapsayan bir beyanname imza-lanması biçimine dönmüştür.
Bu belge, Türkiye ile İngilte-re arasında 12 Mayıs 1939'daimzalanmıştır.
ANAVATANA KATILMASÜRECİ
Türk hükümeti, aynı kap-samdaki beyannameyi Fransa ilede imzalamak için Hatay mese-lesinin kesin çözümünü şart koş-muştur. Bu direnme netice ver-
Mursaloğlu Kemal Bey'in andıHatay'ın milli mücadele tarihinde yaşanan bir oiay, Türk Ordusu'nun Hatay'a girişinden
duyulan büyük heyecanı ifade etmesi bakımından çok ilginçtir: 8 Temmuz 1938'de, Türk
askerleri Reyhanlı'ya gelişleri sırasında, Amik atlılarınca Ayrancı köyünde karşılanmıştır.
Çatalhöyük köyünde köprüden geçerken Mursaloğlu Kemal Bey, süvari birliğinin önünü
kesip, "Daha önce, Türk Ordusu Hatay'a girerse, tek kızım Necla'yı kurban edeceğime ant
içmiştim" diyerek Albay Şükrü Kanatlı'nın atının ayakları altına kızını kurban etmek için
yatırınca, Albay Kanatlı atından atlayarak, küçük kızı kucağına almış ve onun yerine
getirilen koç kesilerek Kemal Bey'in andı yerine getirilmiştir.
miş ve 23 Haziran 1939'da Pa-ris'te anılan belge imzalanırken,Ankara'da da Hatay meselesininkesin çözümünü sağlayan ant-laşma imzalanmıştır.
Başlangıçta 10 yıllık bir sü-reç için planlanan Hatay Devle-ti'nin yaşamı, 11 ay 21 gün sür-müştür.
Hatay Meclisi, 23 Haziran1939'da oybirliği ile Türkiye'yekatılma kararı almıştır. 18 Tem-muz 1939'da ilk Hatay ValisiŞükrü Sökmen Süer, Antalya'yagelmiş ve 23 Temmuz'da, Fran-sız askerleri bir daha dönmemeküzere Hatay'ı terketmişlerdir.
Kuvayı Milliye Reisi ve Ha-tay Devlet Başkanı Tayfur Sök-men, iltihak kararı hakkındakiduygularını şöyle ifade etmiştir:
"Eşsiz kumandan, büyükdevlet adamı Kemal Atatürk'ünbir eseri olan Hatay Devleti'nde,O'nun himmeti ile memur ve va-tandaş kaynaşarak, gece gündüzHatay'ın refah ve saadeti için ça-lışmaktaydık. Şanlı ve kahramanTürk Ordusu'nun varlığı, şevki-mizi artırıyor ve bize her husus-ta kuvvet veriyordu. Bu minvalüzere çalışırken, senelerce hasretkaldığımız anavatana kavuşma-nın heyecanı içinde, Hatay Mil-let Meclisi oybirliği ile 23 Hazi-ran 1939'da anavatana katılmakararı vererek, Hatay DevletiAtatürk'ün yüce himmeti ile ta-rihe 17'nci Türk Devleti olarakgeçmiştir. Bu suretle Devlet Re-isliği vazifem son bulduğu için1939 Haziran sonunda güzelHatay'dan ayrılarak, Ankara'yadöndüm ve aziz Atatürk'ün ar-mağanı olan Hatay Devleti Bay-rağı'nı İsmet İnönü'ye teslimederek, esas vazifem Antalya ba-ğımsız milletvekilliğine devamettim. Başta büyük kumandanve eşsiz devlet adamı Atatürk ol-mak üzere şanlı Türk Ordusu vemensuplarına, milli davada hiz-met gören, o devirde hizmeti ge-çen bilumum zevattan ölenlererahmet, kalanlara minnet veşükranlarımı arz ederim."
46 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
KAPAK
İlk gösterim, 28 Aralık 1895'te yapılmıştı
Tam 105 yıldırsinemadayız!Evet, tam 105 yıldır sinema salonlarındayız. 28 Aralık 1895günü Paris'te, bir bodrum katında başlayan serüvensürüyor. Bu tarihten beri, dünyada sinema gösterimininolmadığı tek bir gün bile yok!
48 • Popüler TARİH I Aralık 2000
İSMET AKÇA
Cinema tarihine ilişkin ki-mi tartışmalar, hiç bit-meyecek. Ancak kesinolan bir şey var ki, halkaaçık ilk gösterim, 22
Mart 1895'te, Paris'te RennesSokağı'nda yapıldı. Aynı yıl 28Aralık'tan itibaren de CapucinesBulvarı'ndaki Grand Cafe'ninbodrum katında düzenli göste-rimler başladı. İşte bu tarihtenberi, dünyada sinema gösterimi-nin olmadığı tek bir gün bileyoktur!
Sinemaya ismim verenler,görüntü kaydında ve gösterimin-de kullanılan makineyi 1894 yı-
lında icat edip ilk filmleri çekenLyon'lu Lumiere kardeşler ol-muştur. Bu iki kardeş, ilk sine-ma filmini atölyelerinin giriş ka-pısının önünde çekerler. Filminadı Lyon-Montplaisir'deki Lu-miere Fabrikasından Çıkış'tır.Bu film, 'Bir Trenin Ciotat Garı-na Girişi', 'Denizden Çıkış','Mamasını Yiyen Bebek'; hemilk senaryolu film hem de ilk ko-medi filmi olan 'Islak Bahçıvan've ilk defa film hilesinin kulla-nıldığı 'Duvar' isimli filmlerlebirlikte, aynı anda Grand Ca-fe'de gösterime girer.
2 Ocak 1896'ya gelindiğin-
de, Lumiere'ler hesabına tam200 film makinesi üretilmiştirbile. Mayıs 1896'da, Lyon'dangelen teknisyenler Çar II. Niko-la'nın taç giyme törenini çektik-lerinde, 'aktüalite sineması' dadoğmuş olur.
SALONLAR ÇOĞALIYOR
Kısa süre zarfında Paris bul-varlarında bir sürü salon açılır.Aynı anda Lumiere'lerin maki-nelerinin taklitleri de piyasadabelirmeye başlar. Bu işletmeci veüreticiler arasında, en etkin veen önemlisi bir tiyatro işletenGeorges Melies'tir. Kendisinemakine ve film satılmaması üze-rine kendisi bir kamera ve onauygun film yapar. 1897'de villa-sının bahçesinde ilk film stüdyo-sunu kurar. Güneş ışığını alabil-mesi için her tarafı camla kapla-nan bu stüdyoda 1500'e yakınçekim denemesi yapar.
Bu ilk zanaatkarların hiçbiri-nin aklında sinemanın özerk birsanat olabileceği fikri yoktur.Lumiere'lerin de ifade ettiklerigibi, "Sinema hayatı yenidenüretmekten ibarettir".
Ancak kendisine sunulanfilmlerin monotonluğu yüzün-den, Paris halkının merakı kısabir süre içinde sönmeye başlar.Üstüne üstlük bir basın kampan-yası, 4 Mayıs 1897'de bir hasta-nenin çarşısında çıkan yangın-dan sinemayı sorumlu tutar.Bulvarlarda açılan sinema salon-ları ticari olarak pek başarılıolamazken, panayırlar sinemayıgitgide daha fazla be-nimsemeye başlarlar.
STÜDYOLAR
HIZLANIYOR
Panayır baraka-larındakilerle karşı-laştırıldığında, çokdaha talepkâr olanyeni sinema salonla-rının müşterilerinimemnun etmek da-ha zordur. Artıkfilmler satılmayıp,
Londra'dakiLeicesterSquaresineması.Perdede,YönetmenAbel Gance'nin1927 yılıyapımı'Napoleon'filmi oynuyor(solda).Lumierekardeşlerin ilkfilm makinesi(altta).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 49
KAPAK
Lumierekardeşlerinilk filmindeki'treninistasyona girişi'sahnesindenesinlenerekhazırlanan birtanıtım afişi(üstte).28 Aralık 1895günü ilk sinemafilminingösterildiğiGrand Cafebinası (sağda).
kiralanmaktadır... Aynı filmkopyası, her hafta başka bir si-nemada kullanılabilmektedir.Böylece daha uzun ve özenlifilmler çekme gerekliliği de belir-meye başlar. Zaten teknolojikgelişme de buna müsaittir. Stüd-yoların çalışmaları hızlanır veGaumont'un şirketinde gazetetefrikalarından etkilenerek ilkdefa dizi film yapılır: Fantoma.İlk yıllarda büyük şöhretlerdenziyade anonim figüranlara rast-lanırken, 1910'lara gelindiğindebu durum değişmeye başlar.Gabrielle Robine ve Alexandregibi, 'ideal çift' oluşturduğu dü-şünülen şöhretler kitleleri sayısıgittikçe artan salonlara çekmeyibaşarırlar.
AMERİKA'NIN ŞANSI
Henüz 1903 yılındayken ye-ni bir film türünün geliştiği gö-rülür: Takip-kovalamaca filmle-ri. Böylece dış mekanlarda çe-kimler başlar: Bir hırsızın ya dakaçırılan bir kızın peşinden çıl-gınca takipler. Tarz çok hızlı birşekilde yayılır. Gaumont'un1904 kataloğunda, Londra so-kaklarındaki bir hırsız takibi bu-lunmaktadır. Bu yeni tarz, ileri-de western olarak adlandıracağı-mız tarzın da habercisidir.
Dış mekânlara yönelimle bir-likte, filmler güneşe ve canlımanzaralara da ihtiyaç duymayabaşlar ve tüm bunları da Kali-forniya'da bulur. Böylece sine-
ma, Los Angeles'ın Hollywoodisimli uzak bir banliyösünü işgaletmeye başlar. Sunset Bulva-rı'nda ilk stüdyonun açıldığı1911 yılından 1914'e yılına ka-dar geçen kısa süre zarfında, bu-günün dev şirketleri Pasifik kıyı-
larını parsellemiştir bile. 1914'teBirinci Dünya Savaşı'nın başla-masıyla birlikte Fransa, İtalya,İngiltere başta olmak üzere, tümAvrupa'daki çalışmalar sekteyeuğrar. Teknisyenlerinden, ko-medyenlerinden mahrum kalanstüdyolar, birer birer kapılarınıkaparlar. Avrupa'nın bu sessizli-ği Amerika'nın şansı olur. Avru-pa filmlerinin rekabet baskısın-dan kurtulan şirketler, artık bü-yüyebilirler...
'ALTIN ÇAĞ' BAŞLIYOR1925, sinemanın büyük yılı-
dır. Amerika'da Chaplin'in 'Al-tına Doğru', Ernst Lubitsch'in'Lady Windermer'in Yelpazesi'filmleri; Fransa'da Rene Clair'in'Moulin-Rouge Hayaleti' ve Re-ne Fescourt'un 'Sefiller' filmleri;Almanya'da Pabst'ın 'Neşesiz
50 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Sokak' ve Fritz Lang'ın 'Metro-polis' filmleri; İtalya'da 'Quo Va-dis?', İngiltere'de Hitchcock'unilk filmi; Rusya'da Eisenstein'm'Potemkin Zırhlısı'.
Sinemanın dünya çapındakibu büyüleyici atılımının nedenle-rini anlamak için, on yıl geriyedönmek gerekmektedir.
1914'te 'Yeni Dünya', 'EskiDünya'dan kopar. Dünya Savaşıile Avrupa'nın rekabet baskısın-dan kurtulan Amerikan film üre-tim şirketleri, Kaliforniya'dainanılmaz büyüklükte stüdyolarinşa eder, film üretimi ve dağıtı-mını aynı çatı altında birleştirir-ler.
Bu sırada Amerika'da sine-ma salonları da artmaya başla-mıştır. 1915'te bugünkü MGM'ioluşturacak olan Culver-Citykurulur. Aynı dönemlerde 'star
sistemi' ve prodüktörün, sahneyönetmeni, senarist, aktör veteknisyenler karşısında hakimunsur olma özelliği de yerleşme-ye başlar. Doğal olarak büyükreklam kampanyalarıyla günde-me getirilen bu şöhretler, katısözleşmelerle prodüksiyon şir-ketlerine bağlanırlar. Bunlararasında Rudolph Valentino,John Barrymore, Norma Tal-madge, Mary Pickford, DouglasFairbanks ve Charles Chaplin gi-bi isimler de bulunmaktadır.
Öte yandan bu büyük en-düstri prodüktöre inanılmaz biriktidar da vermektedir. Yönet-menler Avrupa'daki rollerindençok uzaktadırlar. Onlardan iste-nen, mümkün olduğu kadar çokoyuncuyu her ne pahasına olur-sa olsun kazanmalarıdır. Çoğukez senaryo, dağıtım veya iş ar-
İlk 10 yıl:Panayırlardan salonlaraFransa'nın her tarafına giden panayırlar, daha
sonra sinema ile özdeşleşecek olan 1900'deki
'Evrensel Gösterime'e ve büyük kentlerde sinema
salonlarının açılışına kadar, sinemanın ayakta
kalmasını sağlamışlardır.
Paris'te 15 Haziran 1906'da vCinema-Theâtre', 1
Aralık'ta da 'Omnia' salonları açılır. 1907'ye
gelindiğinde bir köşe yazarı, "Her gün yeni bir
sinema salonunun açıldığına şahit oluyoruz. Bugün
Paris'te sinema salonu olmayan tiyatro, müzikhol,
kafe ve konser salonu yok gibi" diye yazar. Bu
listeye büyük mağazalardaki salonları ve insanları
kafelerin teraslarına çeken açıkhava sinemalarını
da eklemek gerekmektedir.
Bu arada çeşitli kişiler tarafından film şirketleri de
kurulmaya başlanırken, rekabet de yavaş yavaş
kızışır. Bu şirketlerden birinin sahibi olan Leon
Gaumont, 1897'de yan bir faaliyet olarak,
Alouettes sokağındaki şirket binasının terasında
film çekimlerini başlatır. Dekor atölyesiyle birlikte
teras kısa sürede gerçek bir stüdyoya dönüşür. Artık
Melies'in camekânlı serası geride kalmıştır.
Lumiere'ler ile rekabete girişenlerden biri de
Edison'dur. Edison ilk film gösterimini,
Lumiere'ierin ilk gösteriminden tam iki ay sonra,
23 Nisan 1896'da New York'da gerçekleştirir.
Sinemanın icadını izleyen ilk 10 yıl, aslında
sinemanın 'tarih öncesi' gibidir. Film üreticileri,
talepleri pek de fazla olmayan panayırlara yönelik
ucuz mallar üretmektedir. Fakat 1906'dan itibaren,
her türlü teçhizatla donanmış stüdyolar ve yeni
salonlar açılmaya başlar.
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 51
Londra'da1929'da birfilmingalasında,oyuncularıgörmek içintoplanan halk(üstte).ClementMaurice veHenri Lioret,'Phono-Cinema-Theatre' ilegeniş kitlelerietkilediler(sağda üstte).1914 öncesindeFransa'da birfilm stüdyosu(sağda altta).
7. Sanat',endüstrileşiyorAmerikan sineması, 1915-1917
arasında, en az 370 film
üreterek yeni bir 'sanayi' yaratır.
Bu devasa üretim Avrupa'yı da
istila etmekte gecikmez. Sinema
artık 'bir panayır eğlencesi'
olmaktan çıkıp geleneksel
sanatlarla rekabete giren bir
ifade biçimine dönüşmüştür.
Amerikan sinemasının bu parlak
çıkışının arkasında, sadece
ileriyi gören finans kaynakları,
gösterişli bir şekilde takdim
edilen şöhretler değil, aynı
zamanda stüdyoların
kapanmasıyla birlikte işsiz kalıp
Hollywood'a göç eden Avrupalı
yönetmenler de bulunmaktadır.
Her ne kadar birinci dünya
savaşının bitiminde Avrupa
sineması yeniden canlanmışsa
da, sınai altyapısı ve ticari
gücüyle Amerikan film
endüstrisi dünya sinemasını
kontrolü altına almıştır.
kadaşlarının seçimi konu-larda pek fazla söz haklarıda yoktur. Amerika ticarialanda çok iyi sonuçlar ve-ren bir iş bölümü gerçekleş-tirir. MGM, Fox, Paramo-unt, Warner Bros gibi bü-yük 'fabrikalardan' çıkanfilmlerin çoğunun teknikkalitesi yüksektir.
Sinemanın 1925 yılındaulaştığı zirve, bir krizin dehabercisidir aslında. Tekdüze filmlerin aşırı üreti-miyle belirli bir doygunluğa
erişilmişti... Amerika'daki üretimtekeline sahip büyük şirketlerinhatası, filmi, 'üretilen bir mal' gi-bi görmeleri oldu. Filmin aynı za-manda 'bir sanat ürünü' olduğugerçeğini yok saymışlardı.
Bu dönemde, rakiplerine gö-re, temeli daha zayıf ve dolayı-sıyla arayışlara daha açık olanWarner Bros, sesli sinema yö-nünde girişimlerde bulunur. İlkdenemeyi, John Barrymore'un'Don Juan' yorumuyla gerçek-leştirdikten sonra, ilk kez 23Ekim 1927'de gösterilen 'JazzŞarkıcısı' filmiyle yeni bir dönembaşlar...
SONUNDA SİNEMAKONUŞTU
Aslında sesli sinema çok ön-ceden beri vardır. Edison, Lumi-ere'lerin icadından önce ses ilegörüntünün senkronizasyonusorunuyla ilgilenmiştir. Ancakbazı küçük teknik meselelerinçözülememesi, daha da önemlisi,kamuoyunun bunları yarını ol-mayan girişimler olarak görme-si, süreci yavaşlatmıştır. Halkgörüntüye alışmıştır ve ilk za-manlarda, rol yapmasına alıştığıoyuncuların konuşmasını iste-memektedir. 1923'te, New Yorktiyatrosunda ilk sesli filmler gös-terildiğinde kamuoyu ilgisiz ka-lır. Birkaç denemeden sonraWarner kardeşler bu ilgisizliğikıracak darbeyi indirirler.1927'de Jazz Şarkıcısı filmininardından, 1928'de gösterilen
New York Işıkları yüzde yüzsesli ilk film olur.
SALONLARIN TEÇHİZATIAncak o zamana kadar sessiz
olan sinemanın içine sesin ve ko-nuşmanın sokulması ortaya ikitemel sorun çıkarır. İlki teknik veekonomiktir; stüdyoların ve bin-lerce salonun teknik teçhizatınındeğiştirilmesi için gerekli yatırım-larla ilgilidir. İkincisi estetik birmeseledir: Sözün girişi, sinema-nın kurmuş olduğu kendine hasdilini ortadan yok mu edecektir?Üstüne üstlük sözün girmesiylesinemanın bu kendine has dilininevrenselliği de ortadan kalkmak-
52 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
tadır. Ne dublajın ne de alt-yazı-rın bilindiği bu dönemde, filmle-rin sınırları aşabilmesi için bir ça-re bulmak gerekmektedir.
DUBLAJ SİSTEMİEn başta hiçbir ülke, Holly-
wood'un kitlesel üretiminden İn-giltere kadar etkilenmez. Bundaiki ülkenin dilinin aynı olması enbelirleyici etkendir. Amerikanfilm endüstrisi, İngiltere'yi yuttu-ğu kolaylıkta diğer Avrupa ülke-lerine nüfuz edemez. Çünkü isterHollywood'da, ister Avrupa'daçekilmiş olsun, Amerikan filmle-rinin yabancı dildeki versiyonlarıhem oldukça pahalıdır hem dekalitesi, orijinallerinden daha dü-şüktür. Ancak Edwin Hopkinsisimli bir Amerikalı ile Jakob Ka-rol isimli bir Alman, film endüst-risinin imdadına yetişirler: Dub-lajı mümkün kılan sistemi geliş-tirmişlerdir. Bu olay Amerikanfilm endüstrisinin, pazarı yeni-den ele geçirmesini sağlar.
Sesli sinemanın sunduğu im-kânlar sayesinde sinema 1925'-lerde ulaştığı zirve noktasına ye-niden ulaşma imkânına sahipolur. Yeni yıldızlar doğar: GingerRogers ve Carole Lombard,Clark Gable ve Robert Taylor,Stan Laurel ve Oliver Hardy,Marx kardeşler. Yeniliğin kendi-ni en çok hissettirdiği alan, ko-medi olur. Buster Keaton ve Ha-rold Lloyd'ların kariyeri sonaererken, Charles Chaplin ayaktakalmayı başarır.
Ancak artık ok yaydan fırla-mıştır. Amerikan sinemasındahakim olan komedi, western, ge-rilim, klasik film türleri haline ge-lir. İmkanları, zanaatkârlarınınkalitesi, prodüktörlerin girişimci-liği ve ticari örgütlenmesinin ba-şarısı sayesinde Amerikan sine-ması, 1940'lara gelindiğinde,dünyaya hakimdir. Daha önce I.Dünya Savaşı'nda da olduğu gibi,Hitler'in Avrupa'yı işgali de, oyu-nun kurallarını bir süre için yeni-den değiştirecektir. Ama bu baş-ka bir hikâyedir...
KAPAK
Lükssinemasında birTürk filmi:'Dağ Çiçeği'(üstte). 30'luyılların başında,localarıyla ünlüSüreyyaSineması,Kadıköyyakasının gözbebeğiydi(altta).
İstanbul'unorta yerisinemaBirçok yenilik gibi, sinema da Osmanlı'yaSaray yolu ile girip sonra Beyoğlu'ndagelişmiştir. Yazar Scognamillo'nun dediğigibi, "Türk sineması, Yeşilçam'dan öncede Yeşilçam'dan sonra da bir Beyoğluürünüdür". Hal böyle olunca, ilk sinemagösterimleri ve salonları daBeyoğlu'nda ortaya çıkar.
BAHAR YIĞITBAŞ AKÇA
Sinemanın İstanbul'a gi-
rişi, dünya ile hemen
hemen aynı zamana
denk gelir. 1896'da İs-
tanbul'un ünlü fotoğ-
rafçılarından Vafiadis, Lumiere
kardeşlerden sinematografi hak-
kında bilgi ister. Ancak bir sine-
ma makinesi için yaptığı başvu-
rusu sonuçsuz kalır. Aynı yıl
Fransız hokkabazı Bertrand, Yıl-
dız Sarayı'nda özel sinema gös-
terileri yapar...
1897'de Ağacamı'deki Lük-
semburg apartmanının bir oda-
tirilen özel seanslarda
izleyebilmişlerdir.
sında, Yahudi
Matalon, film
gösterileri dü-
zenler. Aynı yıl
İstanbul'da hal-
ka açık ilk film
gösterimi, Gala-
tasaray meyda-
nındaki Sponeck
birahanesinde (Ay-
nalı Pasaj karşısı) düzenlenir.
Tepebaşı Tıyatrosu'nda da film
gösterileri başlar.
II. Abdülhamid'in elektriğin
İstanbul'a girmesine izin verme-
mesi yüzünden, 1908'de Meşru-
tiyet'in ilanına kadar, sinema
daha çok 'gezginci' olarak kalır.
İstanbulluların çoğu, 'hareketli
görüntüler alemine' sokak so-
kak, panayır panayır gezdirilen
'stroskoplar' ile girer. Bu gele-
nek, sinema salonları, şirketleri,
yönetmenleri tam olarak geliş-
tikten sonra bile devam etmiştir.
Bu dönemde kibar bayanlar ise
sinemayı, konaklarda gerçekleş-
İLK YERLEŞİK
SİNEMA
1900'lere gelin-
diğinde, yerleşik ve
sürekli seanslar yapan sine-
ma salonları önem kazanmaya
başlar. Büyük kentlerde yabancı
işletmeciler veya gayrimüslimler
tarafından yönetilen ilk sinema
salonları açılır. 1908'de Wein-
berg, Tepebaşı'nda (bugünkü
Haşet Kitabevi'nin yanı) ilk yer-
leşik sinema olan Pathe'yi açar.
Bu 1880'de açılan Anfi, Yazlık
Anfi Tiyatrosu veya Tepebaşı
Tiyatrosu olarak bilinen yerdir.
Bilet fiyatları ortalama 15 Ku-
ruş'tur. İzleyen yıllar boyunca,
'Cadde-i Kebir'de (bugünkü
adıyla İstiklal Caddesi) bir dizi
sinema salonu açılır: Eclair
(1909; sonral933'de Şark ve
1950'de kapanışına kadar da
54 • Popüler TARİH / Aralık 2000
Lüks adını alır); Cine Centrale(1911, Suriye Pasajı'nda); Var-yete ve Cinemas Orientaux(1912); Sine Lion ve Gaumont(1913); Cine Palace ve Do-ğu'nun en büyük ve en lüks salo-nu olarak takdim edilen CineMagique (1914; bu salon parter-de 600 koltuk ve 200 yer, bal-konda 400 koltuk ve 200 yer ar-tı 35 locadan oluşmaktadır. Da-ha sonra sırasıyla, Türk, Tak-sim, Yeni Taksim, Venüs ve Ve-nüs Tiyatrosu isimlerini alacak-tır).
Yıl 1914... 19 Mart tarihin-de 'Milli Sinema' adı verilen ilksinema salonu, İstanbul'un Şeh-zadebaşı semtinde Cevat Boyerve Murat Bey tarafından açılır.
1917'de, yönetmenliği ve se-naryosu Sedat Simavi'ye ait olanve seyirci önüne çıkan ilk Türkfilmi 'Pençe', 'açık' sahneleri ne-deniyle büyük tepki alır. AhmetFehim ve Fazlı Necip'in 1919 yı-
lında yönetmenliğini yaptığı'Binnaz' da 55 Lira ile dönenimen fazla hasılat toplayan filmiolur.
ALKAZAR'IN
YERİNDE 'ELEKTRA'
1920'lere geldiğimizde, yenisalonların açılışı devam eder.İpekçi kardeşler Beyoğlu'nda,bugünkü Alkazar'ın yerinde'Elektra' sinemasını açarlar. Bu-rası sayısız sinemasever yetişti-ren, sinema tutkusu yaratan birmerkez haline gelir. 1922'de 21locası, 100 deri koltuğu, 200balkon koltuğu, 300 birinci ve100 ikinci sınıf koltuğu ve or-kestrasıyla 'Elhamra', sinemadünyasına girer.
1924'te ise yeni sinema sa-lonları açılır: İpekçi kardeşlerinişlettiği 'Melek' ve 'Opera'. Ope-ra salonunun duvarlarını, meş-hur Rus ressamları süslemişler-dir. Zamanı için bilet fiyatları
çok pahalı olan salonun çalışan-ları, hep smokinli ve beyaz eldi-venlidirler. Amerika'nın en re-vaçtaki filmlerine orkestralar eş-lik eder. İzleyiciler en şık kıya-fetlerini giyerek gelirler. 'Melek'(bugünkü Emek) sineması adınıperdenin iki tarafında yer alansarı-turuncu renkteki melek tab-lolarından almıştır. Bugün bun-lardan geriye, yalnızca çerçevele-ri kalmıştır.
SALONLARDA
KİMLER VAR?
Sinemanın erken dönemindeaçılan salonlar hep Fransızcaisimler taşırlar. Bunların müda-vimleri de tipik 'Peralı'dırlar. Sa-lonlar onların zevkine göre dü-zenlenmiş, filmler onların beğe-nisi doğrultusunda seçilmiştir.1910 ve 1920'ler boyunca Be-yoğlu sinema salonları ile dolar.Cadde-i Kebir'deki lüks salonla-rın dışında, Taksim'de kahveha-neler arasında ucuz ve salaş sine-malar da vardır: Cine Alkazar,Cine Splendide gibi. Beyoğ-lu'nun biraz ötesinde Pangal-tı'da ise yine lüks bir sinema bu-lunmaktadır: Assaduryanlar'ındaha sonra 'Pangaltr adını ala-cak olan 'Cinema Pathe'si. İstan-bullu bayanlar ilk defa, haftadaiki gün 'kadınlara özel seans'düzenleyen bu sinemada filmseyrederler.
TaksimSineması'ndayani 'EskiMajik'te, Arapf i lmi 'Leyla'(Agâh ÖzgüçArşivi, altta).
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 55
DENİZ SAVAŞLARI
Birkartpostaldan:Mesudiyezırhlısı İstanbullimanındanayrılırken(üstte).
13 Aralık 1914 günü torpillenmişti...
Mesudiye'yi hatırla!Mesudiye gibi, o zamanlar eşine az rastlanır bir savaşgemisini, Sultan Abdülaziz, daha şehzade iken düşlemişti.Ama Mesudiye gibi bir zırhlının, yıllar sonra Çanakkale'de,Alman subaylarının denizcilik teamüllerine ters düşenemirleriyle sulara gömülebileceğini kimse düşünmemişti.
OĞUZ OTAY
Küçük Şehzade, sarayınönünden gelip geçengemileri büyük birheyecanla seyretmek-te ve hatta onların re-
simlerini çizmekteydi. Bir taraf-tan kendim tahta hazırlarken,diğer taraftan da emrine tahsisedilen yatla, Marmara'da gezin-tiler yapıyor ve bu gezilerde,bahriyelilerle temas ediyordu.
Bu temaslar esnasında dünyadevletlerinin deniz kuvvetlerihakkında bilgiler alıyor ve salta-nat sırası kendisine geldiğinde degerek kara kuvvetlerinin, gerek-se deniz kuvvetlerinin dünyanınönde gelen kuvvetlerinden ol-ması için çeşitli planlar yapıyor-du.
Bu Şehzade, 25 Haziran1861 yılında tahta çıkan ve
1876 yılına kadar yaklaşık 15yıl tahtta kalan Sultan Abdüla-ziz'den başkası değildi.
Sultanın çocukluk düşlerininyanında, buhar makinesinin icatedilmesi ile devir, hızlı ve esaslıbir biçimde değişmekte ve yeni-liklerden, gemicilik dünyası danasibini almaktaydı. Yelken dev-rinden buharlı devre geçilmiş;ahşap gemiler yerine saç gemiler
56 • Popüler TARİH I Aralık 2000
yapılmaya başlanmıştı. Osmanlıimparatorluğu, bu değişiklikler-le ilk defa Kırım Savaşı sırasındayüz yüze gelmişti. İngiliz veFransız gemileri İstanbul'a gele-rek adeta, bugünkü tabirle, birteknoloji fuarını ayağımıza ge-tirmişti.
EŞİ BENZERİ YOK GİBİ...
Sultan Abdülaziz için, ço-cukluk hayallerini gerçekleştir-me zamanı gelmişti. Ancak, buhedeflerin gerçekleşmesinin kar-şısında önemli bir engel durmak-taydı: İşin mali boyutu. SultanAziz yaşanan bu sıkıntılara kar-şı, kararlılığını sürdürmüş ve do-nanmanın zırhlı gemilerle takvi-yesi planından geri dönmemişti.Bu çerçevede, İngiltere, Fransave Avusturya'ya zırhlılar, kor-vetler, firkateynler sipariş edil-mişti. Bunlardan biri de 'Mesu-diye Zırhlı Fırkateyn-i Hümayu-nu' idi.
Mesudiye, 1871 yılında İn-giltere'nin Thames Iron Workstersanesine sipariş edilmişti.1872 yılında, kızağa konmuş ve1874 yılında denize indirilmişti.1875 yılı boyunca deneme sefer-leri yapılmış ve aynı yılın Aralıkayında sefere hazır hale getiril-mişti.
Deniz tarihimiz konusundaçok kıymetli çalışmaları ve eser-leri bulunan Abidin Daver,"Mesudiye, zamanın en büyükve kuvvetli zırhlılarından biri ol-muştu ve ondan büyük bir gemiancak İngiliz Donanması'ndamevcuttu" diyerek, Mesudi-ye'nin kıymetinin altını çizmiş-tir.
'EFENDİ'YE İHANET
Rüyaları gerçekleşen SultanAziz, hayallerinin keyfini sürmenoktasında iken bir sabah, için-de Mesudiye'nin de olduğu do-nanma, Şeyhülislam'dan alınanfetva sonrasında denizden; HarpOkulu Komutanı Süleyman Paşakomutasındaki Harbiye öğrenci-leri de karadan, Dolmabahçe sa-
'İkinci Kaptan' anlatıyor...Mesudiye zırhlısının İkinci Kaptan'ı Yüzbaşı Rıfat Efendi, kurtarmaçalışmalarını şöyle anlatır: "Kurtarma çalışmalarına bütün kuvvet vekudretimizle devam ediyoruz. İçerde kalanlar bilhassa Çarkçı YüzbaşıÇanakkaleli Ziya Ömer Efendi mütemadiyen bağrıyor, imdat istiyor,havasızlıktan şikayet ediyordu. 'Allah aşkına çabuk olun. Artıktahammülüm kalmadı. Ölüyorum' diye feryat ediyordu. Bu talihsizsubayın feryadı, bizim yüreklerimizi delip geçiyor, ruhumuzun en derinnoktasına kadar işliyordu. Fakat neye yarar ki. Kapalı kalmış olanlarınbu acı, yalvaran ve yürek parçalayan feryadı Mesudiye'nin haindemirlerine zerre kadar tesir etmiyor, edemiyordu. Borda ve karinanındemirlerine yegane söz geçiren, keskiler idi. Keskiler ise zorluklaişliyordu. Düşman torpiline hiç mi hiç tahammül edemeyerek birkaçmetrekare genişliğinde bir yara ile parçalanan bu tekne, şimdikeskilere karşı olağanüstü bir direniş gösteriyordu..."İbrahim Şevki Efendi de kurtarma çalışmaları sırasında yaşananları,şöyle aktarır: "Mesudiye'nin teknesini parçalamak için istenilenasetilen cihazı, İstinye doklarından alınmış ve Samsun ile gönderiliyordiye telgraf verilmiş; herkes bu Samsun'u muhrip zannetmiş, halbukiçıka çıka sonradan batan Samsun römorkörü gelmiş ve cihazıgetirmişti. Muhrip bu mesafeyi en çok 8-9 saatte alırdı. Halbukirömork 12-13 saatte gelmişti. Aradaki 4-5 saatlik farkın İstanbul'dakibeyefendiler için hiç önemi yoktu. (...) Ömrüm oldukça o lakayitliğigösteren arkadaşları affetmeyeceğim."
rayını sarmışlardı. Bu esnadadonanma toplarını ateşlemişti.Cülus toplarıydı atılanlar. Yenipadişahı selamlıyorlardı. Abdü-laziz anladı. Hiç güçlük çıkar-madı, gönül rızası ile saraydançıktı. Abdülaziz'i bir kayığa bin-dirdiler, kendi yaptırdığı, gözbe-beği donanmasının yanından ge-çirilerek Sarayburnu'na götürül-dü. Daha sonra selefine yazdığı
mektupta, "Elimle silahlandırdı-ğım asker beni bu hale getirdi"diyecekti.
Mesudiye, kendisini yaptıranefendisine vefasızlık etmiş vedevrilmesinde önemli bir rol oy-namıştı...
Mesudiye, Sultan Abdüla-ziz'in tahttan indirilmesiyle ülkeiçindeki görevini tamamlamıştı!Artık asli görevi olan ülke sa-
Mesudiyezırhlısı
Dolmabahçe
Sarayı'nınönünde.
Popüler TARİH/ Aralık 2000 » 5 7
DENİZ SAVAŞLARI
İngiliz B-lldenizaltısı vekomutanıN. Holbrook,Mesudiye'yibatırdıktan ikigün sonra,Daily Graphicgazetesinde(sağda). B-l ldenizaltısınınmürettebatı(altta).
vunmasına dönebilirdi. Bu çer-çevede sırasıyla, Osmanlı-Rus,Osmanlı-Yunan, İmroz-Mondo-ros ve Balkan Savaşları'na katıl-mış ve önemli başarılar elde et-mişti.
İTALYA'DA YENİLENMEYılların yıpratıcı etkisi yet-
miyormuş gibi savaştan savaşakoşması onu yormuş, yıpratmış,bitkin düşürmüştü. Bu haliyle,çağın modern gemileriyle baş et-mesi mümkün değildi. Öte yan-dan, amcası Sultan Abdülaziz'intahttan indirilmesinde çokönemli bir vazife almış olan do-nanmadan hiç haz etmeyen vetarifsiz biçimde korkan SultanAbdülhamit bile, donanmanınçürüyüp gittiğini kabulleniyor vehiç olmazsa Boğazlar'ı koruya-bilecek gemilerin, donanmadamevcut olmasına rıza gösteriyor-du.
Bu gerçekler karşısında Me-sudiye Zırhlısı, 1903 yılındaİtalya'nın Cenova kentinde bu-lunan Ansaldo tershanelerineyollanmıştı. İtalya'da adetagençlik kürüne tabi tutulan Me-sudiye'nin yola çıktığı sıradakidurumuyla döndüğü zamankihali arasında, dağlar kadar farkvardı.
Abidin Daver bu değişiklik-leri şöyle anlatmaktadır:
"Üç uzun ve armalı direği çı-karılmış yerine bir çanaklıklı di-rek konmuştu. Merkez batarya-sına eski 35'lik topların yerine,uzun ve seri ateşli 15'likler, başve kıça iki taret ve bu taretlerde24'lük uzun Armstrong topukonmuştu. Geminin merkezineilave edilen kısım, Mesudiye'yeheybetli bir manzara vermişti.(...) Fakat savunma kuvveti vemuhafaza itibariyle hiç-bir şey kazanmamıştı."
Mesudiye yenilenme-sine yenilenmişti; amaçağın ihtiyaçlarına cevapvermekten uzaktı. Bu ek-siklik, Mesudiye'ninkaybedilmesinde çokönemli bir rol oynaya-caktı. O günün koşulla-rında, Mesudiye'nin ye-nilenmesi için yüz binler-ce altın lira sarf edilmiştive bu, bir serveti ifade et-mekteydi.
ACI SONA DOĞRU...Birinci Dünya Savaşı'nın
başladığı günlerde, Mesudiye'yeverilen son vazife adeta bir ölümfermanıydı. Zira, savaş gemileri-ne deniz savaşlarında üstünlüksağlayan en önemli özellikleri,seyir halindeyken ateş edebilme-leri ve yerlerini sürekli değiştire-rek, isabet alma olasılığını en
düşük seviyeye indirmeleridir.Oysa Mesudiye'ye, mevcut ma-yın hatlarını koruması maksa-dıyla, sabit bir batarya olarakSarısığlar koyuna demirlemesiemredilmişti. Bu emir, o günedeğin uygulanan denizcilik te-amülleriyle tamamen ters düş-mekteydi.
Gerek gemi komutanının, ge-rekse bazı deniz subaylarının ıs-rarlı tavırlarına ve mektuplarınarağmen, o günlerde Osmanlı or-dusunda ağırlığı olan Alman su-baylarının etkisini kırmak müm-kün olmamış ve gemi son vazife-sini ifa etmek üzere bölgeye de-mirlemişti.
O günlerde İngiliz ve Fran-sızlar, denizaltılarının Boğaz'daoluşturulmuş mayın hatlarını ge-çerek Marmara Denizi'nde ve İs-tanbul önlerinde bayrak göster-meleriyle Osmanlı Hüküme-ti'nin savaş dışı kalacağına ina-nıyor ve bu hususta çeşitli teşeb-büsler yapıyorlardı. Bu tür deni-zaltı harekatının amaçlarındanbiri de, Karadeniz'deki mevcutdengeyi Rus Çarlığı aleyhine ve
Osmanlı devletinin lehine değiş-tirmiş olan Yavuz Ağır Muhare-be Kruvazörü'nü torpillemekti.
Bu görev, Fransız ve İngilizdenizaltı kumandanları arasındarekabet hissi uyandırmıştı. Ba-taryalarının yeni olması nede-niyle bu tehlikeli görev, N.Holbrook komutasındaki B-llİngiliz denizaltısına verildi.
58 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
800 METRE MESAFEDEN13 Aralık 1914 günü, B-ll
avını arayan bir avcı heyecanıylaboğaza girdi. Mayın hatlarındangeçerek saat 12.00'de yenilecekyemek için mürettebatı toplu ola-rak geminin alt kısmında bulu-nan Mesudiye'yi, saat ll:58'de,yaklaşık 800 metre mesafedentorpilledi.
Denizaltının attığı torpido vesonrasında gözcüler tarafındangörülen periskop nedeniyle top-başı borusu çalınmış ve Mesudi-ye'nin topları, olanca şiddetle-riyle, düşman denizaltısının gö-ründüğü noktaya doğru ateş et-meye başlamıştı.
Alınan yaralar nedeniyle topatışları gittikçe zorlaşıyor, fakatson dakikaya kadar kahramancadevam ediyordu.
Geminin makina dairesindeise tam bir can pazarı yaşanı-yordu. Burada sağ kalan subay-larla birkaç erin yukarıya çıkmaçabaları, geminin yan yatmasıy-la oluşan meyilden dolayı işlevi-ni kaybediyor ve sıkışmış kapı-lar nedeniyle, sonuçsuz kalı-yordu.
VE İKİNCİ TORPİL...Bu arada düşman denizaltı-
sı ikinci torpilini de atarak ge-miyi bir kez daha vuruyordu.Bu isabetten sonra gemi sularagömüldü.
Kurtulan personel filikalar-la kıyıya çıktı. Düşman, attığıtorpidonun hangi gemiye karşıolduğunu bilmiyordu. Ancakbüyük bir harp gemisi olduğunugörmüştü.
Düşman denizaltısının Bo-ğaz'ı terk etmesi de epey zor ol-muştu. Denizaltının pusulasındaoluşan arıza nedeniyle gemi, pe-riskop vasıtasıyla seyire devametmiş ve birkaç kere dibi bulma-sına rağmen öğleden sonra Bo-ğaz'ı terk etmişti.
CAN PAZARIMesudiye'nin batması son-
rasında yapılan incelemede, ma-
Araştırma sürüyor1998 yılının Ağustos ayında, Çanakkale Boğazı'nda yapılan bir dalış
seyahati esnasında, Mesudiye zırhlısının adı duyulmuş fakat hikayesinin
bilinmediği görülmüştür. Bunun üzerine yapılan araştırmalar ile
Mesudiye zırhlısının hikayesi, yabancı kaynaklara dayanılarak sınırlı
biçimde ortaya çıkarılmıştır. Ancak, Mesudiye gemisinde görev yapmış
subay ve erler tarafından kaleme alınmış mektup, anı ve diğer kişisel
belgelere ulaşamamış olmak ise bizi hayrete düşürmüştür. Belki de,
Mesudiye'ye ilişkin gizli kalmış birçok nokta bu tür kişisel belgelerin
gün ışığına çıkarılması ile mümkün olacaktır. Bu amaçla,
http://mesudiye.canakkale.org
adı altında bir web sayfası
oluşturulmuştur.
'Kurtarın' diye seslendiğini duy-muştur. Bu yardım çağrısı, kur-tarma çalışmalarının hızlandırıl-masına neden olmuştur... Gay-retli çalışmalar sonrasında delikbüyütülerek içerideki üç subayda kurtarılmıştır.
Tüm çalışmaların bitmesisonrasında tespit edilen şehit sa-yısı 25 er ve 10 subay olmak üze-re, toplam 35 kişiyi bulmuştu.
Mesudiye'nin hazin hikayesisona ermiş, fakat kahramanlıkla-rı sona ermemişti. Zira, Mesudi-ye battıktan sonra sökülen topla-rı, geminin adının verildiği batar-yaya monte edilmiş ve 18 Mart1915 tarihinde yapılan Çanak-kale Deniz Savaşı esnasında, ade-ta Mesudiye güvertesinde ikenyapamadıklarını yapmış, 'sahibi-nin intikamını' Fransızların Bo-uvet muharebe gemisine büyükhasar vererek almıştır.
kina subaylarının bulunduğu sa-lonun su üstünde kaldığı görül-müş ve içeride canlı mürettebatkaldıysa, gemi saçlarının deline-rek kurtulabileceği ümidi uyan-mıştır.
Bir demir parçasına vurula-rak verilen işaret, içeriden de ay-nı şekilde yanıtlanmıştır. Bu,kurtarma çalışmalarına katılanpersonel arasında büyük bir he-yecan yaratmış ve hemen telgraf-la İstanbul'dan kurtarma aletleriistenmiştir. Bu sırada meydandakalan bir top lumbarından birmakina subayı içeri girmiş vemakina yüzbaşısı Ziya Bey'in,
Mesudiyezırhlısıİstanbul'da birtören sırasında(üstte).SoldakifotoğraftaMesudiyezırhlısındagörev yapansubay ve erler(Savaş KarakaşArşivi).
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 59
Varlık Vergisi'nden 57 yıl sonra
Aşkale'denmektup var!
Tam bin iki yüz kişiydi Aşkale sürgünleri. İçlerindenbiri, hiç boş durmadı... Sanki adının yarım asırsonra Aşkale gerçeğine ışık tutacak belgelerlebirlikte anılacağını bilircesine, yazdı yazdı...
NURTEN YALÇıN
Bir sandık dolusu sarar-mış mektup... 'SevgiliJenny' diye başlıyorher biri. Karısına bağlı,hasret çeken bir ada-
mın yazdığı sıradan aşk mektup-ları değil bunlar. Aynı zamanda,Türkiye Cumhuriyeti tarihinde,'Varlık Vergisi Olayı' diye anı-lan uygulamanın da canlı tanık-ları.
'Varlık Vergisi' uygulama-
sından tam 57 yıl sonra günışığı-na çıkan 'Aşkale mektupla-rı'ndan bahsediyoruz. Büyük ço-ğunluğu Fransızca, bir kısmı daTürkçe olarak kaleme alınmışbu mektuplardaki imzanın sahi-bi, Leon Bahar adında İstanbul-lu bir vergi mükellefi; 'VarlıkVergisi' mükellefi... Tarih 1943.Aşkale'de, Kop Dağı'nın etekle-rinde başlayıp, Eskişehir Sivrihi-sar'da devam eden 10 aylık bir
Bahar ailesininmutluyıllarında, birBursa gezisihatırası. Tarih1938:JennyBahar, büyükkızları TamarBahar ve LeonBahar, geleceğehenüz umutlabakıyorlar(sağda).Karşı sayfadakiküçük fotoğrafise Jenny'ninnişanlılıkdönemindenkalma...
hasretin, acının, haksızlığın vebelki de en önemlisi, çaresizliğintanığı bu mektuplar.
Bundan 58 yıl önce, 11 Ka-sım 1942'de, Başbakan ŞükrüSaraçoğlu hükümetinin aldığıkararla uygulamaya konulanVarlık Vergisi'nin yüzlerce kah-ramanından biri Leon Bahar.Jenny (Öjeni) ise HaydarpaşaGarı'ndan Aşkale'ye sürgünegönderilen kocasını belirsiz biryolculuğa uğurlayan onlarca gö-zü yaşlı gayrimüslim kadındansadece biri...
Bu ikiliyi o günün şartların-da, diğerlerinden farklı kılanhiçbir şey yoktu: Ödemesi im-kansız bir borç ve karşılığında,birbirinden ayrı bırakılan eşler,parçalanan bir aile hayatı...
Şüphesiz Leon Bahar kendi-siyle aynı kaderi paylaşan diğermükelleflerle yola çıktığında, ar-dında yarım yüzyıl sonra tariheışık tutacak izler bırakacağınıkestiremiyordu. Aşkale ve dahasonraki sevk merkezi Sivrihi-sar'dan yani çalışma kampların-dan kalan bu mektuplar sayesin-de, kafaları meşgul eden pek çoksoru da yanıt bulacak.
Mükellefler nasıl bir yerdekalıyorlardı? Hangi şartlarda
60 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
yaşıyorlardı? Ne hissediyorlar-dı? Geride bıraktıkları insanla-rın ve kendilerinin devlete ve uy-gulamaya bakışı nasıldı? Ne yi-yor, ne içiyorlardı?
Şimdi yukarıdaki sorulara,Leon Bahar'ın kaleminden dö-külen satırlar aracılığıyla yanıtarayalım.
BİR AŞKALE SÜRGÜNÜ:LEON BAHAR
Leon Bahar'dan bugüne ka-lan yazılı belgelerin önemli birkısmını, Aşkale'ye sevkin ger-çekleştiği 1943'ün şubat ayın-dan aynı yılın aralık ayına kadarİstanbul'da bıraktığı eşi Jenny'yeyazdığı mektuplar oluşturuyor.Ancak verginin salınmasının he-men ardından ve uygulamanınbaşladığı tarihten itibaren, Leon
Bahar'ın devlet bü-yüklerine yazdığıdilekçe ve mektup-ların bir nüshasıda bugüne ulaşantarihi belgeler ara-sında yer alıyor.Verginin haksızlı-ğını, tahakkuk et-tirilen bedellerinabartılı, tahsilatşeklinin ise tama-
miyle hukuk dışı olduğunu yet-kililere duyurma amacı taşıyandilekçeler adeta bir yakarışın daifadesi.
Nido oğlu Leon Bahar, An-karalı; iki çocuk babası bir tüc-car. Saka Çeşme Sokak'ta 7No'lu tuhafiye dükkanının sahi-bi. Yeni Camii Maliye Şube-si'nde 1502 sayılı vergi mükelle-fi. Ödemesi gereken vergi tutarı,
119 bin 988 lira yanı yaklaşık120 bin lira olarak belirlenmiş.
Leon Bahar'ın henüz Aşkaleserüveninin başlamadığı gün-ler... İstanbul'dan yazdığı ilk di-lekçe İstanbul Vilayeti YüksekMakamı'na hitaben, 26.12.1942tarihli: "(...) 20 senelik mütema-di gayreti müteakip mal ve ala-cakta olmak üzere 30 bin lira birsermaye sahibi olabildim. Hiçbir
'Saçlarım halen kahverengi..."Pırnakaban'ın köhnemiş ortamında daha iyisini çektirmek mümkün
olmadı. Sakın her tarafın bu kadar yeşil olduğunu sanma... Meşhur
köyümüzün medeni tek köşesinde çekildi bu fotoğraf diye yazmış Leon
Bahar, Aşkale'den gönderdiği yukarıdaki fotoğrafın arka yüzüne.
Mükelleflerin en mütevazı eğlencelerinden biri de, kampın kurulu
olduğu bölgede akan ırmaktan balık avlamaktı. Fotoğrafın arka
planında, bu ırmağı görmek mümkün. İstanbul'da eşinin yolunu
bekleyen Jenny'nin üzüntü ve hasretten olsa gerek, kısa sürede saçları
beyazlayınca, Leon'un mektuplarında verdiği teselliyle avundu aylar
boyunca. Bakın Leon, biraz da eşini kızdırarak eğlendirmek amacıyla,
kendi saçlarının durumuyla ilgili neler anlatıyor fotoğrafın arka
yüzünde: "Açık havada çektirdiğim bu fotoğraf da gösteriyor ki, bir kaç
tüy dışında saçımda beyaz yok. Saçlarım halen kahverengi...Yani
havamdan hiçbir şey kaybetmedim... Uçup giden gençliğimden bana
kalan tek iz de bu zaten..."
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 61
24. 3. 1940tarihini taşıyanyandakifotoğrafta,Leon (solda) veJenny'nin(ortada)kaderinde etkiliolan en önemliisimlerden biride yer alıyor:Bay Bilman'in(sağda) Bahara i l e s i y l e i l i ş k i s i ,VarlıkVergisi'nekadar sade birdostluktanibaretti.Oysa Aşkale'yegitmektenkurtulanBilman,desteğini zorgünlerdegösterdi.Bebek'teki evinkontratınıkendi üzerineyaptırınca,Jenny ve kızlarıyeni yuvalarınakavuştular.
gayrimenkulum yoktur. Para veservetten evvel vatanın selameti-ni düşünen ve Türklüğün yapıcı-lığına inanmış bir ferdim. (...)Bu durumda piyasadaki karga-şalığa muhakkak olarak set çe-keceğini bildiğim Varlık Vergi-si'ni müsterihane beklerken neşekilde tahmin edildiğini anlaya-madığım 120 bin lira gibi deh-şetli bir rakamla karşılaştım. (...)Bütün hüsnü niyetime rağmenbu rakam istikbaldeki varlığımınkarşılığı olarak bir efsane halin-de olsun henüz hayalimde biletecessüm etmemiştir. Vücudum-daki kan, verginin kıymetine te-kabül ederse feda olsun. Yeter kibugüne kadar lekesiz yaşamış-ken arkama vatan vergisinden
kaçmış hain damgası vurulma-sın. Bu durumun düzeltilerek ha-kiki varlığıma göre bir verginintarhını büyüklerimden derintanzim ve saygılarımla rica ede-rim. "
AYRILIĞIN ADI,
'HAYDARPAŞA'
Leon Bahar'ınödemesi gereken tu-tarla ilgili düzeltmeisteği cevapsız kaldı.Gerçek varlığınınçok üzerinde belirle-nen vergi borcunuödeyemedi. Bahar'ınNişantaşı'nda ailesiylebirlikte oturduğu dokuzodalı eve haciz geldi. Paraya
çevrilebilecek ne varsa -sobadahil- birkaç hafta içinde satıl-dı... Devlet büyüklerine yazdığıdilekçelerden de sonuç alama-yınca, yüzlerce mükellef gibi oda çaresiz bir bekleyiş içine gir-di. Soğuk bir şubat günü devleterki kapıya dayanıp, Aşkale isti-kametini gösterdiğinde arkasın-da Tamar ve Suzan adlarında ikikız çocuğu ve gözü yaşlı bir eşbıraktı.
Aşkale'ye gittikten yaklaşıkdört ay sonra, 8.7.1943 tarihin-de, eşi Jenny'ye yazdığı mektup-ta ayrıldıkları günü şöyle hatırlı-yordu Leon Bahar: "(...) İçinde-ki yıkıntının ne boyutta olduğu-nu, buna bağlı olarak yaşadığınsarsıntının büyüklüğünü tahminedebiliyorum. Evden vahşice alı-nırken ve Haydarpaşa'da gardanayrılırken yüzündeki o yıkıntıyıhatırladıkça halen gözlerim do-luyor. Beni öpememen, sadeceellerimden tutarak, o sıcacık tat-lı göz yaşlarınla ellerimi ıslat-man..."
Geride kalan tüm sevenlerigibi, Jenny'nin aklı da Leon'day-dı. Onları birbirine bağlayan enönemli şey, haftada iki kez kar-şılıklı yazılan mektuplardı.Jenny ayrıca, düzenli olarak Le-on'a günlük gazeteleri gönderi-yor, aralıklarla da olsa, içerisin-de incir reçelinden çoraba kadar,Leon'un ihtiyaçlarının bulundu-ğu paketleri de ona ulaştırıyor-du. Mükelleflerin nasıl bir or-tamda bulundukları, gündelik
hayatlarından kesitlere dairipuçları ise yine Leon'un
satır aralarında gizli...
ASKER HAYATI:
NE BİR EKSİK, NE
BİR FAZLA...
Leon'un gönder-diği mektuplara ba-kılırsa, sürgündeki
mükelleflerin kamphayatıyla ilgili iki ayrı
saptama yapmak müm-kün:
Ağustos ayının ortalarına
62 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
kadar süren Aşkale kampındanyazılan ilk mektuplarda, mükel-leflerin yol yapımında ve ağırlık-lı olarak da kar kümelerinin te-mizlenmesinde çalıştırıldıklarıbelirtiliyor. Kampın üçüncüayından itibaren rutine binen, sı-kıcı bir günlük yaşamın izlerigöze çarpıyor.
İkinci sevk emriyle Sivrihi-sar'a sürülen mükellefleri, salı-verildikleri aralık ayına
Kısaca'Varlık Vergisi7
k a d a r ,ç e t i n
kış şartla-rının da zorlaştırdığı
sorunlu bir hayat bekliyordu.İşte Bahar'ın kaleminden
'oralardaki' hayattan notlar:"(...) Burada asker hayatı ya-
şıyoruz. Ne bir eksik, ne bir faz-la..." (19.3. 1943)
"(...) Bizim canımızı sıkan,ruhumuzu zorlayan şey artık ça-lışma koşulları değil. Tamamiyleönemsiz olmasa da, karlar eridi-ğinden bu yana çalışmanın yüküepeyce hafifledi. Günlerimiz okorkunç monotonluk içindeakıp gidiyor. Bizi oyalayan tekşey postanın gelmesi, en büyükheyecanımız bu. 'Değişik ne yi-yebiliriz?' sorusuna yanıt ara-mak bir de... Aslında mönümüzoldukça kısıtlı, hatta seçim yap-mak için yorulmamıza gerek yokbile diyebilirim. Yumurta, kon-serve, fasulye, patates ve pilav...Bazen de bir parça et. Mektup
• Varlık Vergisi Kanunu, 11 Kasım 1942 tarihinde TBMM tarafından
kabul edildi. Kanunun resmi gerekçesi hükümet çevrelerinde,
"Olağanüstü savaş koşullarının yarattığı yüksek kârları vergilendirmek"
olarak dile getirildi.
• Kanun görünüşte tüm servet sahiplerinin ayrım yapılmaksızın
varlıkları üzerinden vergilendirilmelerini öngörüyordu. Ancak uygulama
aşamasında, hedefin gayrimüslim kitle olduğu ortaya çıktı. Bu tespiti
doğrulayan en önemli kanıtlardan biri, Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun
şu sözleriydi: "Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten
faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda
vazifelerini yapmaktan kaçacak kimseler hakkında bu kanun, bütün
şiddetiyle uygulanacaktır." (21.1.1943)
• Varlık Vergisi mükelleflerinin yüzde 87'sini oluşturan gayrimüslim
kökenli vatandaşların ödemesi gereken tutar, tahakkuk ettirilen
verginin yüzde 83'üne denk düşüyordu.
• Kurulan komisyonlar çalışmalarını 12 Kasım ile 17 Aralık tarihleri
arasında tamamladı. 18 Aralık 1942 tarihinde, vergi dairelerinin
Han tahtalarına kimin ne kadar vergi ödeyeceği asıldı. Komisyonlar
tarafından belirlenen tutarların hiçbir objektif kritere
dayandırılmadığı çok açık bir şekilde ortaya çıktı.
• Kanun, verginin 15 gün içinde ödenmesini hükme bağlamıştı. İki
haftayla sınırlı gecikme durumunda ise sırasıyla, yüzde 1 ve yüzde
2 oranlarında faiz uygulandı. Bu süre dolduktan sonra vergisini
ödemeyen mükellefin ev ve işyerine gidilerek, önce malları
haczedildi, sonra bu malların satışıyla verginin tahsilatına
başlandı. Vergisini bir ay içinde ödeyemeyen mükelleflerin bedenen
çalışarak vergilerini ödemeleri amacıyla çalışma yerlerine sevk işlemi
başladı.
• Varlık Vergisi'nde tahsilatın tahakkuka oranı, İstanbul'da yüzde 69.7
iken, bu oran Türkiye genelinde yüzde 74.3 olarak gerçekleşti.
• İlk sevk yeri olan Aşkale'ye gönderilen ilk kafile 27 Ocak 1943
tarihinde yola çıktı. Ortalama 11 ay süren sürgüne yaklaşık bin iki yüz
mükellef gönderildi.
• 1943'ün Eylül ayına doğru, uygulamanın şartları tartışılmaya
başlandı. Çalışma kamplarına sevk işlemleri iyice gevşetildi.
Mükelleflerin büyük kesimi, Sivrihisar'a gönderildi; üç ay içinde de
uygulama sona erdi.
Yıl 1943:VarlıkVergisi'niödeyemedikleriiçin çalışmakampınagönderilenyükümlüler.
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 63
Mektuplar: Belgelerde yeni bir boyutBugüne kadar Türkiye'de, Varlık Vergisi'yle ilgili ciddi araştırmalar
yapıldı. Ayrıca Varlık Vergisi döneminin İstanbulDefterdarı M. Faik Ökte'nin tanıklıkları ('VarlıkVergisi Faciası') ve az sayıda kişisel anlatı dakonuya ışık tuttu. Son olarak da 1999 yılındagösterime giren 'Salkım Hanımın Taneleri' ve tabiik i ; aynı adla bu filme (alttaki fotoğraf) kaynaklıkeden Yılmaz Karakoyunlu'nun romanı (1990) bukonuyu işlediler. Ancak o günleri yaşamış olanlarınkaleme aldıkları ve bugün kamuoyuna malolmuşbelgelerin sayısı, oldukça sınırlıdır.İşte bizim bugün, Popüler Tarih'te yayımladığımızve Türk basınında bir 'ilk' olduğunu düşündüğümüz'Aşkale mektupları' bu tür çok özel bir belgelerbütünü oluşturuyor. Çünkü o günden bugüne kalan
belgeler, birkaç şiir, iki-üç makbuz , birkaç fotoğraftan ibaretti.Çalışma kampındaki yaşamı ayrıntılarıyla anlatan kapsamlı belgelere
ulaşmak mümkün olmamıştı.
Önümüzdeki aylarda Nurten Yalçın tarafından kitaplaştırılacak bu
mektuplar sayesinde, Varlık Vergisi'nin bugüne kadar altı çizilen siyasi
ve teknik boyutunun ötesinde, gerçek bir yaşamöyküsünden yola
çıkılarak, 'insan' boyutu da incelenmiş olacak.
ve gazete okumak, ufak tefekyarası, rahatsızlığı olanları oya-lamak, hasta olanlarla ilgilen-mek, günlük işler listemizin ta-mamını oluşturuyor. Bulundu-ğumuz köy (Pırnakapan) çevre-nin en fakir, en ücra köşelerin-den biri. Çok yüksekte olduğuiçin sert iklimi hepimizin soluğu-nu kesiyor. Tüm bu olumsuzluk-ları unutturan tek şey, duru veyumuşak su. Midemizde sertlikbırakmıyor, yediklerimizi kolaysindirmemizi sağlıyor. Çalışmaşartlarımız ve başımızdaki şefle
yaşadığımız formaliteler hakkın-da yazacaklarım bu mektubasığmayacak kadar uzun..." (8. 5.1943)
"(...) Altıncı koli elime geçti.Pirinç, şekerleme, bisküvi gönder-mişsin. Kışın iklim sertti, üstünebir de çalıştırılınca, üç saatte biracıkıyorduk. Ama yaz geldi geleliöyle avareyiz ki, yemek aramıyo-ruz. Zaten benim en çok ihtiyaçduyduğum şey, ruhsal ve entelek-tüel gıda. Onları da gazete, bula-bilirsem kitap okuyarak karşıla-maya çalışıyorum." (7. 6. 1943)
"(...) Odada sadece iki kişi-yiz, oldukça temiz, en azındansokaktaki sağlıksız insanlarınuzağındayız, kimseyle ilişkimizyok." (10.6. 1943)
"(...) Nerdeyse hiç kontroledilmiyoruz. Aşkale-Sivas trenhattında soru soran tek bir polisvar. Açıkgöz olmaya gör, kaç-man zor değil! Üç aydır yoklamabile yapılmıyor. Ama yine dekimsenin kaçmaya niyeti de ce-sareti de yok." (5. 7. 1943)
"(...) Yaşlılar 'A Kampı' ola-rak adlandırılan başka birkampta kalıyorlar, bizimkine 50dakika mesafede. Biz B Kam-pı'nda kalıyoruz. Bir de C Kam-pı var. Üç kampta toplam bin200 mükellef kalıyor... (...) He-pimiz çadır altında yaşıyoruz.Havalar soğumaya başladı. Siv-rihisar'ın soğuğuna da alışacağızbu gidişle..." (2. 11. 1943)
AŞKALE'DEN SONRASİVRİHİSAR YOLLARI
Bugün yarın gelecek bir 'salı-verilme' umudu içinde günlerinigeçiren mükellefler, beklediklerimutlu haber yerine, yeni bir sevkkararıyla karşı karşıya kalırlar.Ancak artık acı da, umutsuzlukda kemikleşmiştir. Ortalıkta do-laşan söylentiler can sıkıcı birhal almıştır. Bir an önce ailelerekavuşma isteği, özlem önüne ge-çilmez bir hal almıştır yine de:
"(..,) Üç gün önce resmi biremir geldi. Bütün mükelleflerinkonvoy halinde Eskişehir-Sivrihi-sar istikametine doğru yer değiş-tirmesi emrediliyor... İstan-bul'dan Eskişehir'e 10 saatlik de-miryolu mesafesi var. Eskişe-hir'den Sivrihisar'a ise otobüsleüç saatlik yol var. Demek ki sev-gililerimize bir hayli yaklaşacağızböylece. (...) Yol yaptık, Kop Da-ğı'nın karlarını süpürdük. Hay-dut, mahkum muamelesi gördük.Eğer şimdi bizi yeniden bir yerle-re sürmek, işkenceyi yeni bir yer-de sürdürmek istiyorsa, onu dayapsın... Kanayan gönüllerimizebütün bu haksızlıkları kazıyaca-
64 • Popüler TARİH I Aralık 2000
ğız. Liberal ve cumhuriyetçi birülkede yaşamak istiyoruz, bunakarşın ırkçı ve Nazi yönetimleri-nin en acı uygulamalarına maruzkaldık. Ben şahsen bu haberle il-gili bir öngörüde bulunmaktankaçınıyorum. Bizi ayıran mesafe-nin bin 500 kilometre azalmış ol-masına seviniyorum yalnızca. İs-tanbul'la burası bin 900 kilomet-re. Oysa Sivrihisar'la İstanbularasındaki mesafe sadece 400 ki-lometre. Nihai buluşma içinönemli bir mesafe kat edeceğizyani..." (8.2. 1943)
BİR GÜN MUTLAKA...Sürgündeki mükelleflerin
ruh halinin oldukça değişken biryapı sergilediğini söylemekmümkün. Kulakları İstanbul'dangelecek bir haberde, gözleri isegünlük gazetelerde. Kesin olaraksöylenebilecek bir şey varsa, oda devletin adaletine duyduklarıgüvenin yerini, son günlere doğ-ru, büyük bir hayal kırıklığı, kır-gınlık ve hiddete bırakmış olma-sı.
Değişik tarihlerde yazılanmektuplardan alıntılar, LeonBahar'ın kişiliğinde, bütün mü-kelleflerin ruh ve düşünce dün-yalarındaki hareketliliğin de birkanıtı aslında:
"İçinde benim de bulunaca-ğımı umduğum 150 mükellefiçin soruşturma yapıldığı söylen-tisi dolaşıyor buralarda. Güyailk salınan kafilede bu 150 kişibulunacakmış. Yüce ve parlakgelecekli hükümetimiz güçlü yü-zünü göstermeye başladığına gö-re, iyi günlerin hayalini kurabili-riz." (13. 6. 1943)
"(...) Bekleyiş sürerken benher şeye iyi tarafından bakmayaçalışıyor, ve bana işkence gibigelen bu ayrılığa dayanmak içinbütün gücümle direniyorum. Yi-ne de Tanrı'ya bir teşekkür bor-cumuz var. Hayatta ve sağlıklı-yız. Tek acımız başkaları tara-fından dayatılan bu ayrılık. Av-rupa'da yaşanan acıları, trajedi-leri düşünsene. Kendi durumu-
muza şükretmek ve teselli bul-mamız için bu örnekleri gözü-müzün önüne getirmemiz lazım.Yeter ki sağlıklı olalım. Bu zorgünler geçecek ve biz yine herzamanki gibi birbirimizi çok se-veceğiz. Bir iki ay daha sabır..."(24. 6. 1943)
"(...) Hümanist dünya görü-şünün hangi prensip ve inançlar
üzerine kurulduğunu ibretle gö-rüyoruz. Güçlünün güçsüzü ye-neceği zaten bilinen bir gerçek.Masum olup olmamak hiçönemli değil... Tek dertleri mille-tin önünde güç gösterisi yap-mak, zayıflardan başlayarak ön-lerine kim gelirse gelsin ezebile-ceklerini ispatlamak. İnsani birzayıflıktan, alçaklıktan başkabir şey değil bu. Ama zavallı biz-ler ne yapabiliriz ki? Sivil birdevlette ve sivil bir hayatta bukadar trajik, bu kadar kötü birşeyin olabileceğini rüyamda gör-sem inanmazdım. Ama oldu işte.Demek ki medeniyetin temelprensipleri ve bunları yazan filo-zoflar dünyayı kandırıp duru-yor, sessiz sedasız yeni kurban-lar için hazırlık yapıyorlar. Buseferki fırtına bizi vurdu. Eğergüçlü ve sabırlı olmayı başarır-sak, bir gün mutlaka hukuk ga-lip gelecektir." (7. 11. 1943)
Henüzevliliklerininilk yıllarındaBahar ailesi:Kucaktakiçocuk, bugünAşkalemektuplarınıngünışığınaçıkmasınısağlayan,mektuplarısaklayarakbugüneulaştıran TamarBahar (solda).Leon BaharAşkale'yegittiğinde,büyük kızıTamar 11yaşında, Suzanise sadece4 yaşındaydı.Onların enbüyük şansı isebabalarınınsürgündeolduğugünlerdeErzurum'daaskerlik yapanve Leon'dansağlık haberlerigetiren dayılarıIsac'tı.Tamar veSuzan,Bebek'tekievlerininsokağında,dayılarıylabirlikte (altta).
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 65
Midesine düşkünyazarların peşinde'Gourmet' yazarlığı ciddi bir meslek haline gelmeden önce dekimi edebiyatçılarımız, yemek ve lokanta yazılarına özel birönem verirlerdi. Refik Halid, yemek yapmanın bir 'sanat'olduğunu anlatır; Fikret Adil uluslararası 'gourmet'lerden sözeder; Ahmet Rasim, ilginç tarifler verirdi.
GÖKHAN AKÇURA
Fikret Adil, 'Yemek Ede-biyatı' başlıklı bir dizigazete yazısında, 'gast-ronome' karşılığı ola-rak 'şikemperver' söz-
cüğünü kullanır:"Şikem, karın manasına ge-
lir, karnını besleyen, seven de-mektir. Bir de Fransızca 'gour-met' kelimesi vardır. Türkçemiz-de karşılığı pek yoktur, onu ek-seriya 'gourmand' ile karıştırır-lar, kısaca 'obur' derler. Yanlış-tır, az yiyen, yediğini seçen, ağzı-
nın tadını bilen demektir. Eski-den ona da 'şikemperver' derler-di."
Fikret Adil, uluslararası go-urmetlerden, özellikle de o gün-lerde ölen ünlü yazar Cur-nonsky'den (1872-1956) söz et-
66 • Popüler TARİH I Aralık 2000
tikten sonra, bizde bu tür yazar-lara rastlanmadığını belirtir:"Yemek mevzuu bizde 'şifahi'kalmıştır. Muharrirlerimizle, sa-natkârlarımız sofrayı severler,çoğu da bu hususta üstattır, ken-dilerine mahsus yemekleri devardır. Fakat nedense bunu yazı-larında pek belirtmezler. Yemeksanatını aşçılıkla karıştırdıklarıiçin mi dersiniz? Zannetmiyo-rum. Belki de akıllarına gelmedi-ğindendir." Adil, Ekrem Ye-ğen'in yemek yazılarını, "yemekbahsinin, edebiyatından ziyadetekniğini" ele aldığından konudışında tutar ve bizdeki 'şikem-perver yazarlar'ı sıralamaya baş-lar:
"Ahmet Mithat Efendi, Ah-met Rasim ve Refik Halid Ka-ray, bazı eserlerinde sofralardanve yemeklerden bahsederler. F.Celâlettin ve Bekir Sıtkı'nın ye-mekle alâkalı birer hikayesinihatırlıyorum: 'Kına Gecesi' ile'Dayağa Benzeyen İkram'. Fakatbunlarda, sofra ile yemek birer'vesile'dir, 'mevzu' değil."
GECE YARISI OMLETİ
Fikret Adil sözü, 'şair, res-sam ve şikemperver' olarak ta-nımladığı Arif Dino'ya (1893-1957) getirir. Dino kendisi için,ünlü gourmet yazar Georges-Auguste Escoffier'nin (1846-1935) kendi kendini yetiştirmişöğrencisi deyimini kullanmaktave bununla böbürlenmektedir."Bir gece geç vakit Arif Dino'ylaberaber olduğumuz bir arkadaş,o zamanlar Kız Sanat mekteple-rinde hoca olan Sarandi'nin çokgüzel 'bavense' omlet yaptığınıanlatmıştı. Saat on ikiyi geçmiş-ti. Arif Dino kalktı, hiç tanıma-dığı Sarandi'nin Şişli'de -halenyıkılmakta olan- evine gitti, onuuykudan uyandırıp kendini ta-nıttı ve omlet için geldiğini an-lattı. Biz Sarandi'yi kapıyı yüzü-ne kapatacak zannederken onuiçeri davet etti. Ertesi gün öğren-diğimize göre her ikisi sabah sa-at dörde kadar mutfakta yemek
bahsi üzerine konuşmuş-lar, tatbikat yapmışlar."
Fikret Adil, bu konu-dakı bilgilerin sınırlıolduğunu söyledik-ten sonra yazıyışöyle bitirir:"Yemekle ya-kından alakalıolup, bu satırla-rı okuyanlar-dan, hususi bil-gileri olanlar var-sa bizi aydınlat-maları ricasiyle bubahse son veriyoruz.'
SOFRANIN
ALATURKASI,ALAFRANGASI...
Edebiyatımıza yemek içmekkonusu, yazarlarımızın büyük-babası Ahmet Mithat Efendi ilegirmiştir. Üstad alaturka sofradüzenine pek yüz vermez. Sade-ce 'Yeryüzünde Bir Melek'(1875) romanında bir düğün ve-silesiyle kurulur alaturka sofra,hem de alafrangasıyla yan ya-na... Bu roman dışında AhmedMithat hep alafranga sofralarıanlatmış ve üstünlüklerini sa-vunmuştur. 'Taaffüf'de (1895)alafranga bir sofranın tanziminiuzun uzun aktardıktan sonra,
"Avrupa'dan ah-zettiğimiz şeylerinen müstahseni ha-kikaten bu sofra-
lardır. Hem debunlar ne kadarkalabalık olur-sa o nisbetteeğlenceli olur,süsü, ziyneti okadar artar"der. Ardındanalaturka sofra-
ları niçin beğen-mediği konusunagirer:
"Bizde minel ka-dim sofralar, salon it-
tihaz edilip oturulanodalara kurulurdu. Bu odalar
üç yan kerevetli değil mi ya? İkikerevetin telâki eyledikleri zavi-yeye minderin irtifâına mütena-sip yükseklikte bir iskemle geti-rilip konularak onun üzerine si-ni ve onun da üzerine kaşıklar,ekmekler, nihaleler tertip olu-nurlardı. Bu hâlde minder üze-rinde oturan efendiler biraz eği-lerek az çok rahatça taam edebi-lirlerse de karşılarında buluna-cak ikinci, üçüncü derecedekiâkiller için yere erkân minderikonulmuş bulunduğundan bun-lar üzerine oturanların hemen
Ressam MünifFehim'e göreİstanbulakşamcıları.Akşamcılıküzerine yazılaryazan AhmetRasim de buresimdecanlandırılmış(soldan ikinci,Resimli TarihMecmuası,1950, 6. sayı,sol sayfada).Ahmet Rasimve akşamcılıküzerine birkarikatür(solda).Yahya KemalBeyatli dayemekkültürünebüyük önemverirdi (altta).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 67
Ziyafetin, bir görgüsü vardırKabusname'nin esas olarak bir çeviri metin olduğunu düşünürsek,
yeme içme konusuna, özellikle adab ve erkan açısından ilk değinen
Gelibolulu Mustafa Ali olmuştur. XVI. yüzyıl sonunda yaşamış olan
yazarın Mevâidü'n-nefais fî kavâidi'l mecâlis (Görgü ve toplum
kuralları üzerine ziyafet sofraları) adlı eserinde ilgi çekici bilgiler
bulunur. 'Bade meclisi'ni anlatan bölümde şu tavsiyeler yer alır:
"İçki sohbetlerinde börekler ve ağır yağlı yemekler doğru değildir. Pilav
kısmından başka yağlı yemeklerin de değmede doğru görüldüğü yoktur.
Çünkü hükema katında zariflerin kanununa va akıllı kimselerin
düşüncelerine göre, içki meclisinin ayrılmaz yiyeceği, yarı pişmiş kebap
ile ekşili çorba, kavurmalar ve köfteler gibi hazır yemekler, hele
denizden çıkan balık türünün çeşitleri ile pavurya, istiridye, İstakoz,
teke ve midye makulesi sonsuz mezelerdir."
Seyahatname'sinde aranılan her konuda
mutlaka önemli bazı bilgiler bulabileceğimiz
Evliya Çelebi de (resimde), döneminin
vezirlerinden Defterzade Mehmet Paşa'nın
mutfağını ayrıntılı olarak anlatır:
"Vezir mutfağında kırk adet aşçı
çalışmaktadır. Bu mutfağa bal ve adi şeker
giremez. Şam'dan özel olarak getirilmiş kutu
şekeri kullanılır. Hamur tatlıları, helvalar,
baklavalar, muhallebiler ve yaz kış günde
mutlaka üç çeşit sofraya çıkarılan hoşaflar
hep bu şekerden yapılır."
Evliya Çelebi eserinin değişik bölümlerinde,
özellikle esnaf teşkilatlarını aktarırken de
konumuz açısından önemli bilgiler verir.
On dokuzuncu yüzyılın başında ise, bir eğitim
risalesi olarak basılan Ethem İbrahim
Paşa'nın Çocuklara Öğütler adlı eserinde ise
şu ilginç satırlara rastlıyoruz:
"Sıcak ülkelerde pek çok baharatlı et yeme.
Olmamış ham meyve yemekten çok sakın. 0 katı katı acur ve
salatalıkları yiyip de mideyi incitme. Zerdali, incir, üzüm, erik insana
yumuşaklık verdiğinden onlardan çok yeme. Salatalık, kavun ve karpuz
da midede bütünüyle erimez. Onları da az ye. Armut ve elmayı
soymadan; kiraz, vişne ve üzümün çekirdeklerini çıkarmadan yeme.
Taze yemişleri yemekten sonra ve sıcakta yemek iyidir."
Ahmet Mithathikayelerinde,sofraadabından veobur tiplerdenbahseder(üstte sağda).
hemen çene hizalarına gelen sof-radan tenavül edebilmeleri epey-ce müşkilâtı mucip olurdu. Yasonra sofrayı kaldırmak!. Sofra-ya hücum edenlerin dest-i tah-ripleriyle birbirine karışmış olanekmek kırıntıları, et kemikleri,kirli kaşıklar, filânlar tok karnı-na hiç bakılacak görülecek şey-ler olmadığı halde bunlardefaten kaldırılıp götürülecekolsa cana minnet ise de bir met-rodan ziyâde kutru olan sini, ozamanın oda kapılarından sığ-
maz ki, sofra takımıyla kaldırılıpgötürülebilsin."
Yanlış anlaşılmasın, AhmedMithat'ın muhalefet ettiği ala-turka sofra adabıdır, yemeklerdeğil. Hatta Avrupa'ya gittiğizaman, Fransız yemeklerinin bi-le bizim yemekleri tutmadığın-dan yakınır. Hele İstanbul sula-rının karşılaştırılacak emsali bileyoktur. Avrupalıların su yerineşarap içmelerinin, belki de sula-rının bu denli kötü oluşundangeldiğini söyler.
AHMET MİTHAT'TANTARİFLER
Ahmet Mithat'ın 1886 yılın-da yayımlanan 'Obur' adlı hikâ-yesinde ise 'Fil Tahsin' adlı,oburdan öte pisboğaz bir tipianlatır. Bu iki kavram arasında-ki farkı üstad şöyle tanımlar:"Obur, bol yiyendir. Fakat herobur aç gözlü, pisboğaz olmaz.Yemek seçer. Ancak sevdiği ye-mekler olursa ondan bolca yerve yerken de etrafını iğrendir-mez. Halbuki pisboğaz böyle de-ğildir. Ne bulursa yer. Karnı tokolsa da yer. Sokak ortasında ol-sa da yer. Hem de çok iğrençyer. Görenleri tiksindirir." Hi-kâye zengin sofralarında karnınıdoyuran bir pisboğaz dalkavu-ğun, yemek için çağrıldığı evde,anlatılan tariflerle ağzı iyice su-landırıldıktan sonra, bir oyunlaaç bırakılarak ardından eğlenil-mesini anlatır. Bu arada (isterciddiye alın, ister almayın) bir-çok yemek tarifi de verilir. Bun-lardan birini aktaralım: "Gerçieski ahçı da işkembe çorbasınısemiz hindilerin derilerinden ya-pıyordu, ama ne de olsa derilerkaynaya kaynaya eriyordu. İşteyeni ahçı bu erimeye mani ol-mak için hindi derilerini iki günayazda bekletiyor. Böylece sert-lik peyda ediyorlar ve kaynayın-ca da eriyip gitmiyorlar."
Ahmet Mithat'tan bir öncü
68 • Popüler TARİH I Aralık 2000
olduğu için söz etmeden geçeme-dik. Ama biz bu yazımızda, ede-bi ürünleri konu dışı tutacağız.Selim İleri'nin de bu konuda birmakale yazdığını ve yanılmıyor-sam araştırmalarının da sürdü-ğünü belirtelim.
AHMET RASİM'İN
LİSTELERİAhmed Mithat'ın hemen ar-
dından gelen Ahmet Rasim ise,yemek konusundaki sayısı pekbol yazılarıyla dikkati çeker. Bu-gün çorbacılara girdiğimizde gö-zümüze ilişen, "Kana kuvvet,göze fer, batna ciladır çorba" di-ye başlayan ünlü manzumeonundur. Öte yandan pek bilin-meyen "Yemekler Divanı" isebir methiyedir. Bu manzume şubeyitle noktalanır:
"Na'mezâ dolma-i yaprağahalef olsa seza / O tavukgöğsügibi dilber-i helvâ-yı şikem."[Hele yaprak dolmasından son-ra, midesini sevenlerin sevgilisiolan o tavuk göğsü gibi helvagüzeli gelirse ne âlâ olur!]"
Ahmet Rasim bu tür manzu-meleri 'Baba Yaver' diye imza-lardı. Zaman zaman da, dolaştı-ğı lokantaların yemek listelerinimakale niyetine sütunlarına ak-tarırdı. Galata lokantalarının ye-mekleri 11. Şehir Mektubu'nunkonusu olurken, 15. mektuptaBüyükdere'ye uzanırız. Üstad sı-caklardan kurtulmak için kendi-ni denize nazır bahçesine attığıPamuk Yani Lokantası'ndakiyemek listesini aktarıyor: "Piliçsuyuna çorba, piliçli pilav, pir-zola, tas kebabı, orman kebabı,şiş kebabı, dağ kebabı, Büyük-dere kebabı, patlıcan kebabı,kuzu ciğeri, kuzu başı, kuzufırında, İzmir köftesi... Bun-lar et nev'inden. Gelelimsebzevata; patlıcan beğendi,patlıcan musakka, patlıcanoturtması, patlıcan silkmesi,patlıcan imambayıldı, patlı-can dolması, ayşekadın.Barbunya, çalı fasulyeleri,bamya (etli), domates dol-
ması, türlü (güveç ile). Balıklar:Barbunya (tavası), kefal (pilaki-si). Yemişler: Kavun, şeftali, ar-mud (akça). Şarap ve envâ-ı pe-nâyir [peynirler]."
İFTAR SOFRALARIDediğimiz gibi, Ahmet Ra-
sim'in yazılarında bu tür listele-meler, sıralamalar sıkça karşımı-za çıkar. Örneğin bir ramazansohbeti yazısında, çocukluk yıl-larında gittiği bir iftar yemeğinişöyle anlatıyor:
"Bir çorba. Bir pastırmalı,sucuklu yumurta. Bunları müte-akip hindi veya tavuk, zamanagöre bir sebzi. Bir pilâv. Bir bö-rek. Bir tatlı.
Artık siz çorbanın, yumurta-nın, hindi veya ta-
nın nefasetini, envaını, sebzeninçeşidini, istediğiniz kadar tah-min edin! Dört türlü çorba, iki,üç türlü börek, sütlü, hamurlutatlılarla kebaplar, emir dolma-lar vs. de ilave edebilirsiniz. Fa-kat bu sadelikteki letafeti bula-mazsınız... Bir de iftariye tepsi-sinde en nefis turşularla çorbayavesaireye ekmek için sergi baha-ratı kaplan vardı. Billur veyaSaksonya kaselerde bulunan tur-şuları, hizmetkârlar tepsiyi kal-dırırlarken sofranın münasip ye-rine koymayı unutmazlardı. Ye-mekten kalkılınca âlâ Yemenkahveleri, çubuklar verilirdi.Hatta kahve, su, şerbet vermekde gayet nâzik servislerden sayı-lırdı.1'
LÜFERİN ÖZEL YERİİstanbul'da yaşayıp da balık-
lardan söz etmemek mümkünmü? Üstadımız elbette her türlübalık hakkında laf canbazlığı ya-par yapmasına da, lüferin yerihepsinden özeldir. Ahmet Ra-sim'in Şehir Mektupları'nınkırk dördüncüsü, 'Vay, lüfer,vay!' nidasıyla başlar. 'Va-y'ın nedeni şimdi olduğu gibiyine fiyatlardır. Ahmet Ra-sim, önce lüferin el yakanetiketinden söz eder, sonrakonuyu asaletine getirir:
Bir devrin ünlüedebiyatçılarıtoplu haldeyemekmasasında:Soldan sağa,Şair CenabŞahabettin,AbdülhakHamit,SüleymanNazif, MithatCemal Kuntay,Mehmet AkifErsoy veSamipaşazadeSüleyman Bey(üstte).Ünlü
karikatüristCem'inçizgileriyle,yazar AhmetRasim, sofrabaşında (solda).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 69
Kitaplarındaeski İstanbulhayatını sıkçaişleyen,Türkiye'nin enönemli popülertarihyazarlarındanAhmetRefik'in,İbrahim Çallıtarafından1931'deyapılmış birtablosu(sağda).
Sarıyer böreğinininanılmaz sırrıRefi' Cevad Ulunay, "Biz
şarklılar boğazına düşkün
adamlarızdir. O kadar ki bizim
için yemek âdeta 'güzel
sanatlar'dan bir şubedir,"
sözleriyle başladığı bir
yazısında, bize eski yemek
meraklılarını anlatır:
"İstanbul'da en kuvvetli yemek
meraklılarından bir Hakkı
Beyi tanıdım. Bu adam yanma
duvarcı ustasını alır,
Balıkpazarı'ndaki
közlemecilere gider, onların
fırınlarını ölçtürür, evinde eşini
yaptırırdı. İşin tuhafı: 'l\le
yapsam, közlemecide yediğim
gibi olmuyor!' diye
hayıflanması idi. (...)
Sarıyer'de teşrifatçı Hasan
Bey vardı. Bu zat Sarıyer
böreğinin mucididir.
İstanbul'un zevk erbabı
Sarıyer böreği yemeğe Hasan
Bey'e giderlerdi. Hasan Bey'in
yaptığı börekte lezzetten gayri
ne hususiyet vardı? Bunu
kendisine sordum. Kesesinden
o zamanın meteliklerinden
ince bir sikke çıkardı; böreğin
üstüne bıraktı. Metelik bütün
yufka tabakalarını deldi,
tepsiye kadar indi."
(Türk Yemeği', Salon dergisi,
15 Aralık 1948)
"Ananı lüfer: Izgarada cayırcayır nâr gibi kızarır mı! Kızarırkızarmaz, zeytinyağ, limon, har-dallı salça içine atılıp da dinlen-mesi için bir müddet bırakıldık-tan sonra salata yaprakları ara-sına gömülüp bu yeşil elbiseyepek çok yakışan maydanozla daüzen örtülür mü? Hem efendim:Koca kayık tabağın içine yatırı-lan o ıştıhâ verici deniz mahlu-kundan çıkan lâtif rayihaya hiç-bir yemeğin kokusu rekabet ede-mez. Bilhassa on kişinin, lezzeti-ne çeşni kattığı o beyaz etin lez-zeti hiçbir balığın lezzetine uy-maz. O kurnaz lüfer, etinin nekadar tatlı olduğunu bildiği içintutulurken ettiği naz, sonra yap-tığı kurnazlık avcısını fevkaladecoşturduğundan, insanın çiğ çiğyiyeceği gelir."
ŞEHVETLE YAZILANLARAhmet Rasim'in hemen ar-
dından gelen 'şikemperver ya-zarlar'ımız arasında Refi' CevadUlunay, Ercüment Ekrem Talu,Mahmut Yesari, Sermet MuhtarAlus, Semih Mümtaz S. ve bu-gün pek hatırlanmayan MünirSüleyman Çapanoğlu'yu anmakgerekir. Çoğu dergi ve gazetesayfalarında kalmış olan bu ya-
zıları bir araya getirmek için birçalışma yaptığımızı da buradabelirtelim.
Bu isimler arasında, özel birbölümü Refik Halid Karay'aayırmak gerekir. Hayata bir ke-yif alma sanatı olarak bakan Ka-ray, hemen her kitabında birkaçmakalesini yeme-içme konuları-na ayırmıştır. Bu yazılar boza-dan çaya, meyvelerden balıklarakadar hemen her konuya uzanır.
Refik Halid Karay'ın konu-muz açısından özel bir yer taşıyı-şı, sadece yazılarının sayısal faz-lalığı ile açıklanamaz. Karay, ye-mek yazılarına bir edebiyatçıedası ile yaklaşır, onlara ayrı biryoğunluk verir, yemekleri adetacanlandırıp önümüze koyar. Eh,bir yemek yazısından da dahafazla ne beklenebilir ki?
BİR 'GÜZELSANATLAR' KONUSU
Refik Halid yemek hazırla-manın bir 'güzel sanatlar' konu-su olduğunu düşünmektedir:"Usta bir ahçının meselâ bir si-garaböreği için hamur açışını enince teferruatıyla gözden geçirenbir adam himmetin, nezaket verikkatin bu derecesine nasıl hay-ran olmaz? Oklavada sanki bir
70 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
sır, bir tılsım vardır, hamuru na-sıl inceltir, nasıl şeffaf bir halesokar ve sonra çarpar, silker,hırpalar da, nasıl olur da yırt-maz, parçalamaz ve gittikçe, bü-yültür, açar..."
Karay, bir heykeltraş, birressam, bir mucit zekası ve yete-neğiyle çalışan bu aşçının, eseri-nin ne yazık ki hemen kaybol-maya mahkum olmasının mer-hametsizliğine dikkatimizi çe-ker. Yemek kültürünün bir uy-garlık ölçütü olduğuna da işareteder:
"Kenarına bak bezini al,anasına bak kızını al dediklerigibi, 'yemeğine bak, adamını al'demek de kabildir ve böyle de-mekle çok doğru ve çok irfanlıbir söz de söylenmiş olur. Vahşi-ler medeniyetin kapısına, gıdala-rını pişirmeğe başladıkları günyanaşmışlar ve haşlamasını icatettikleri gün de içeriye ilk adım-larını atmışlardır."
'TABLO GİBİ'BALKABAĞI YAZISI
Refik Halid'in yemekleri an-latışında da aynı heyecanı bula-biliriz. Bakın balkabağı tatlısı,onun kalemi sayesinde, nasıl birtablo haline dönüşüveriyor:
"Göz ısıtan sıcak rengi, ağ-dalanmış koyu şekeri ve bol ce-vizi ile balkabağı bir kış tatlısı-dır. Eskiden bu mevsimde her evsofrasında birkaç kere yer alırdı.Kabak tatlısını yerken insan korparçaları yutan bir hokkabaza,bir sihirbaza, bir Rüfaî dervişinebenzer. Dudağa dokunuşu so-ğuktur amma boğazdan geçti mimideye bir ateştir yayar, hattâfazla yenirse sıcaklığı damarlarıkaplar. Karnınıza, tutuşmasın-dan çekineceğiniz bir ecza, alkolve benzin gibi bir şey karıştığıkuşkusuna düşersiniz."
Üstadımızın yemekleri yalnızyazarken değil, yerken de aynışehveti duyduğu yine kendi sa-tırlarında gizli: "Külde pişmişpatlıcanı şu tarzda yerim: Ateş-ten, olduğu gibi kabuğiyle önü-
me getirirler; bıçakla ortasındanboylu boyuna yarar, sırtı altınagelmek şartiyle tabağa bütünheybetiyle sererim; üzerine tuz,karabiber ve zeytinyağı... -Bi-ber, küçük sofra değirmeniyletaze taze, iri kıyım öğütülmüşolmalıdır. Durmuş toz biber, lez-zetinden ve rayihasından yüzdedoksan kaybeder- İşte güzel, ılık,çeşnili, iştah verici dumanı, bu-ğuyu o zaman görünüz! Evvelâonu iyice koklarım; sonra çatalıyan tutarak başlarım sıyırma-ya... İç, kabuktan kolayca ayrı-lır ve geriye yalnız bir zar kalır."
GOURMET YAZARLIĞIFikret Adil'in 'yemek edebi-
yatı' yazısından hızla bugünedoğru ilerlediğimizde, gourmetyazarlığının artık ciddi bir mes-lek haline geldiğini söyleyebili-riz. Yemek ve lokanta konulu ya-zılar basında vazgeçilmez yerle-rini kazanmışlardır. Sayısı ol-dukça fazla olan gourmet yazar-larımız arasında özellikle AtillaDorsay, Tuğrul Şavkay ve ArtımÜnsal'ın yazılarının deneme ta-dına sahip olduğunu söyleyebili-riz.
Ayrıca esas olarak bir gour-met yazarı olmayan, ama çeşitliyazı ve kitaplarında yeme-içmekonularına değinen çağdaş ya-zarlar arasında İlhan Berk, AliNeyzi, Taha Toros, İlber Ortay-
lı, Selçuk Erez ve Selim İleri'ninadları sayılabilir. Öte yandan,Selim İleri'nin yemek-anı yazıla-rı, 'Evimizin Tek İstakozu' adıaltında, Ferda Erdinç'in editör-lüğüne yaptığı Oğlak Yayınla-rı'nın Yemek Dizisi'nin ilk kita-bı olarak yayımlandı. Bu dizinindevam ederek 'şikemperver ya-zarlar'ımızın sayısını artırmasınıdiliyoruz.
İstanbul'un bir dönem
çok ünlü olan Tokatlı
Lokantası, Ahmet Rasim1
Refî Cevat2, Refik Halid
Karay3 ve Fikret Adil4
gibi ünlü yazarları
konuk ediyordu.
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 71
Eminönü-Unkapanı yoluiçin yapılanistimlakçalışmasınınBalıkpazarıkesimi (altta).
İstimlak yıllarının öyküsü
Buradan birfil mi geçti?Ellili yıllarda İstanbul, gerçekten imaramuhtaçtı. Başbakan Menderes de farklınedenlerle, bunu yapmak istiyordu. Amaher şeyi ulaşıma endeksleyen birpolitikasızlık ve devasa bir nüfus artışı,60'larda bile, Menderes'in 'istimlakyılları'nda yapılanları anlamsız halegetirmişti.
stanbul'un 1950'li yıllarınıhatırlayanlar giderek azalı-yor. Hatırlananlar ise, ki-şisel deneylere bağlı ola-rak, giderek farklılaşıyor.
Boğaz'ın köylerinde oturup arasıra 'İstanbul'a inme' gereğiniduyanlar için bu hatıraların mer-kezinde, vapurla yapılan hoş biryolculuk yer alırken, Altunizadeveya Bağlarbaşı'nda yaşayanla-rın anılarında, bakımsızlıktankararmış ahşap evler arasındangeçip dar yokuşları tırmanmakveya tek tramvayın beklenmesi,
daha bir ağırlık taşıyor.Araba vapurundan inince
Kabataş'ta adım atılan farklıdünyanın trafik sıkışıklıkları,çoktan başlamış. Fakat Sirke-ci'nin karmaşasının ve Haliç'teçürüyen sayısız ahşap tekne en-kazının nasıl kaldırılacağını bilenyok. Yine de yeşillik ve sükunetağır basıyor. Her yerden denizegirilebiliyor ama dikkat! Bazıyerlerde kanalizasyonların kah-verengisi, denizin, günümüzdeartık var olmayan maviliğinde,ağır basmaya başlamış bile. İlkkoli basili raporları, birkaç yılsonra yayımlanmaya başlana-cak.
İstanbul neredeyse 30 yıldırpayitaht değildir; politik olarakgözden düşmüştür. Ama yine deTürkiye'nin gözbebeğidir. Müta-reke ve işgal dahil, on bir yıllıkaralıksız savaşların yoksulluğun-dan, ara yılların kapalı ekonomi-sinden ve İkinci Dünya Sava-şı'ndan çıkmıştır; daha bir ba-kımsızdır. Eski ahşap evler hızla
çürümekte ve sık sık yanmakta,daracık sokaklar ve düzensizyerleşimler, modernizm tutku-suyla yanan gözlere giderek dahasevimsiz gelmektedir.
O GÜNLERİN HAVASI...
Ankara'da artık yeni bir baş-bakan var. 'Tek parti' devini ye-re sermiş, Amerika'yı arkasınaalmış, şimdi de sabık şehr-i payi-tahtı kurtarmaya geliyor. Top-lantılar, planlar, yine toplantılar:Beklemeye gerek yok, derhal fa-aliyete geçilsin. Buldozerler,grayderler, vinçler!.. İlk hedefi-niz köhnemiş binalar, geçit ver-meyen eski püskü döküntüler,viranelikler. Bütün pislikler çö-
72 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
pe. İşte para. İşte istediğiniz ka-dar 'istimlak bedeli'. Yeter ki ru-humuz kasvetten kurtulsun. Gö-zümüz gönlümüz açılsın. Bu, 'yı-karak yapma' modelinin mü-kemmel bir örneğidir. Yurdu-muz insanının kafasına uygun-dur. Kim uğraşır koruma kurul-larıyla.
Ne var ki işin diğer yanına dabakmak zorundayız. İstanbulgerçekten imara muhtaçtı. Yak-laşmakta olan otomobil çağınaise hiç hazır değildi. 1950'lerinsonlarında, kentteki otomobilsayısı, elli binlerdeyken bile,uzun feribot kuyrukları ve trafi-ğin tıkandığı bölgeler vardı. Fa-tih Sultan Mehmet, Anadolu ve
Rumeli'den İstanbul'a nüfus ge-tirdiği zaman, bunlar 'tarihi yarı-mada'da, boş buldukları birçokyere konut yapmışlar, zaten darolan cadde ve sokakları içindençıkılmaz hale getirmişlerdi. Fe-tihten sonraki 4 asır içerisinde enbüyükleri 1660 ve 1782 tarihle-rinde meydana gelen 100 önemliyangın, geniş viranelikler yarat-mış, sonra bunların bir kısmı yi-ne rastgele doldurulmuştu. Buhesapla, 1850'ye kadar sur içeri-sindeki eski İstanbul'da, her 4yılda bir, dev yangınlar olmuş,fakat deprem korkusu nedeniyletaş binaya geçilmemişti. Evet,burası tüm güzelliklerine rağmendüzgün bir kent değildi:
"Biliyorsunuz; başıboş şehir-lerde her caminin yanına dük-kanlar sokulur, çünkü cami ce-maatin toplandığı yerdir, kalaba-lıktır. Kâr arıyanlar buralarayaklaşırlar. Bir gün bakarsınızderme çatma binalar yükselir,onu görenler başka salaşlar ya-parlar..."
Gerçekten de, AP yönetimi-nin 1958 tarihinde yayımladığı'İstanbul Kitabı'nda yer alan busatırlar doğruydu.
FAKİRLİĞİN SALAŞLIĞIİstanbul'da imar yüzyıllar
boyunca başıboş kalmış, fakirli-ğin salaşlığına, yolların yetersiz-liği eklenmişti. Ama planlı yerle-
Beyazıt'tanAksaray'a inen30 metregenişliğindekiOrduCaddesi'ninaçılmasısırasında çıkantümseklerdüzlenerek,cadde, AksarayMeydanı'nınyüksekliğinegetirildi(üstte).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 73
Edirnekapı veçevresi:Fotoğrafta,restore edilensur kapısıiçeridengörülüyor(sağda).
şime geçilince de sorun çözülme-yecekti, çünkü planlar daha mü-rekkepleri kurumadan 'geçersiz'hale gelmekteydi. Yine İstanbulKitabı'na dönelim:
"İstanbul dünkü İstanbul de-ğildir. Yarın daha kalabalıklaşa-caktır. Yakın bir istikbalde bir-kaç milyonu aşacaktır. BırakınAmerika'yı, fakat şimdi medeniAvrupa şehirlerinde her on kişiyebir vasıta isabet ediyor. (İstanbulhiç değilse bu kıstasa göre,1990'ların başında 'medeni' vas-fını kazandı!) İstanbul iki mil-yonluk bir şehir olsa ve her yirmikişiye bir vasıta isabet etse, işteyüz bin vasıta... Bu tempo ile ça-lışmak bizi bu neticelere götürü-yor."
ON YIL BİLEDAYANMAYAN 'VİZYON'
Menderes'in adamları, 1958yılında İstanbul'un imarıyla ilgiliuzak görüşlülüklerini işte bu sa-tırlarla ifade etmekte ve muhte-melen toplumun ne kadar önün-de olduklarını düşünmekteydi-ler. Ancak İstanbul'da yüz binaraç sınırı, 10 yıl geçmeden aşıla-cak, günümüzde ise 1,3 milyonayaklaşacaktı.
1960'larda Menderes'in yol-
larına dua edenler, kısa süre son-ra onun her şeyi ulaşıma fedaeden vizyonsuzluğunun altındaezildiler. Ama işin diğer yanıyla,tüm ülkeyi ezen şey, yalnız viz-yonsuzluk değil aynı zamandadevasa nüfus artışıydı ki, işte bu-nun çaresi yoktu. Sadece geleceğidüşünen politikacılar bunun et-kilerini sınırlayabilirlerdi. AmaTürkiye'nin böyle bir fırsatı ol-
madı, daha doğrusu bu tür poli-tikacılara yer açılmadı. Biz İstan-bul'a dönelim.
İLK İMAR PLANIHenry Proust 1937 yılında
onaylanan ilk İstanbul planınıyaptığı zaman, nüfus 1 milyonunaltındaydı. 2 milyonu geçeceğiise hiç düşünülmemişti. BöyleceProust planı, iyi-kötü bir koru-
Dünden bugüne Taksim MeydanıI. Mahmud'un 1732-1733'de kuzeydeki ormanlardan kente ilk kez su getiren künkler, teraziler ve kemerler sistemi Taksim'de
sona eriyor ve depolanan su, köşe başındaki taş bir maksemden çeşitli yönlere dağıtılıyor, yani 'Taksim' ediliyordu. Taksim
Meydanı da (fotoğrafta) adını bu taksimat işleminden aldı. Buraya özel önem atfeden ikinci yapı ise, Harbiye yolu başındaki
Topçu Kışlası idi. Kışlanın karşısındaki büyük boşluk ise talim yeri olarak kullanıldı. 1920'li yılların sonunda bu bölge, bugünkü
apartmanlarla dolarak Talimhane' adını aldı. Aynı yıllarda binaları boşalan kışlanın avlusu, futbol sahası olarak kullanıldı.
1950'lerde Menderes'in imar operasyonunda Taksim
(Cumhuriyet) Meydanı'nda da ciddi değişiklikler yapıldı.
Meydanın ortasındaki Cumhuriyet Abidesi, yeni şekille gezi
yerinin ortasına alındı. Beyoğlu Halkevi yıkılarak yerine
bugünkü Dilson Oteli yapıldı. Talimhane apartmanlarının önüne
inşa edilen bir dönemin ünlü Kristal Gazinosu yıktırıldı. Elektrik
idaresinin yabancı müdürü için yaptırılan lojman yıktırıldı. Daha
sonraları aynı yere Atatürk Kültür Merkezi (AKM) binası inşa
edildi. Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde yeni devletin
simgelerinden biri olarak görülen Taksim Meydanı, Çelik
Gülersoy'un sözleriyle "25-30 yıl boyunca şehir halkının görmeye
akın ettiği güzellikler ve övünç tablolarının" ev sahipliğini yaptı.
Ancak kentin çok kalabalıklaştığı son dönemde, eski temiz ve
seçkin görünümünden büyük kayıplar verdi.
74 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
ma kaygısı taşımasına rağmen, odevirde uzak yerler olarak görü-len Zeytinburnu ve Haliç içlerinisanayi bölgesi olarak ayırmaktasakınca görmemişti. Bunun nekadar sakıncalı olduğu, kısa sü-rede ortaya çıktı.
Adnan Menderes başbakanolduktan sonra, ilk çok partiliiktidarın sorunlarıyla boğuştuğuve Kore, NATO, tarım politika-ları vs. gibi konuların öne çıktığıilk dört yıllık döneminde, İstan-bul ile uğraşmadı. Bu kentinimarına büyük bir tutkuyla yak-laşması 1955 yılında başlamış veen yoğun haliyle 1958 krizinekadar sürmüştür.
LİDERLERİN İMAR MERAKI
Belki de, CHP'nin yarattığıAnkara'ya karşı, 'İstanbul'u ye-niden imar eden adam' olaraktarihe geçmek istiyor, buna sim-gesel olarak çok fazla önem veri-yordu. Kafasından geçenleri tamolarak bilmek mümkün değil;ama biz yaptıklarını değerlendi-rebiliriz.
Ülkesinin kaderini değiştirdi-ğine inanan başka liderler ara-sında da, büyük bir kentin yara-tılmasına tutkuyla bağlananlar
olmuştur. George Washing-ton'un ve Çar Petro'nun kendiadlarıyla anılan kentlerin kurul-masında nasıl geceli gündüzlüçalıştıkları bilinir. Mukayese, li-derler arasında olduğuna göre,Napolyon ve Hitler'in de büyükbirer imar meraklısı olduğunukaydetmeden geçmeyelim. Herneyse, Menderes de şu veya bunedenle, İstanbul'un imarıyla uğ-raşmaya başladı...
Menderes başbakan olduğuyıl, İstanbul'un nüfusu bir mil-yon yüz altmış altı binden ibaret-ti. Kollan sıvayıp imara giriştiği1955 yılında ise nüfus, bir buçukmilyona çıkmıştı. Yani yoğunnüfus akımı ve gecekondulaşma-nın başladığı yıllar. Ama o sıradavaroşlar henüz yeni oluşmaktay-dı ve Menderes'in kafasındaönemli bir yer işgal etmiyordu.Veya en azından bunların kısasüre sonra nelere mal olacağınıhesaplayamıyordu. Onun tutku-sunun özü yollar, meydanlar veTürkiye'yi Batı ülkelerine, özel-likle Amerika'ya benzetecek olanotomobillerdi.
Menderes'i salt bu nedenleeleştirmek kolay değil. O güniçin devasa ve fuzuli görünen
Sirkeci-Floryasahil yoluSirkeci'den Yeşilyurt'a kadardenize paralel giden bu yol,Menderes'in imarhareketinden önce sadece birsahildi. 1957-1959'daaçılmaya başlandı veKazlıçeşme'ye kadar geldi.Daha sonra Ataköy önlerine,Yeşilköy ve Florya'ya uzananyol, Londra Asfaltı'nın trafikyükünü azaltmayı daamaçlıyordu. 1960 başlarındayola 'Kennedy Caddesi' adıverildi. Yolun imar çalışmasısırasında, özellikle Eminönü-Cankurtaran güzergahındapek çok tarihi eser yok oldu.İstimlak bedelinden kaçmakiçin birçok yerde dolguüzerinden yürütülen yol için,örneğin Bakırköy'de sahildekiyalıların bir bölümü yıkıldı, birbölümü de içeride kalarak yalıözelliğini kaybetti. 1980'lerinsonunda deniz tarafı yenidendeniz doldurularak parklarlaçevrilen Florya-Sirkeci sahilyolunda son olarak, çevreyiyıllardır kirleten Kazlıçeşmetabakhaneleri (deri atölyeleri)kaldırıldı.
Sirkeci-Floryasahil yolununAhırkapı Fenerive çevresi,yapımçalışmalarısırasında(altta).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 75
MilletCaddesi'nin,Aksaray'danTaşkasap veÇapa yönündeTopkapı'yadoğru uzananinşaatı (üstte).BayrampaşavadisindenbaşlayarakMuratpaşaCamii ve ValideCamiiarasındanAksaray'a inenVatanCaddesi'nininşaatı (altta).
Vatan, Millet ve Ordu
caddeleri
'Buralara uçak mıinecek?..'Vatan Caddesi olarak bilinen yolun
bugünkü adı, Adnan Menderes
Bulvarı. Yaklaşık 3 km.
uzunluğundaki bulvar, 1956-57'de
Başbakan Adnan Menderes'in imar
operasyonu sonucunda açıldı. Vatan
Caddesi açıldığı sıralarda, Topkapı
surlarının bir kilometre kadar dışında, Bayrampaşa mevkiinde
yapılması düşünülen 100 bin kişilik stada ulaşımın kolaylaştırılması
planlanıyordu. Stad projesi gerçekleşmese de, 1955 sanayi bölgeleri
nazım planı ile, Bayrampaşa çevresi "sanayi bölgesi' olarak belirlendi
ve Vatan Caddesi de bu kapsamda önemini giderek artırdı. İlk yapıldığı
dönemde Adnan Menderes'e "Bu kadar geniş yola ne gerek var, uçak
mı indireceğiz" eleştirilerini getiren Vatan Caddesi, İstanbul trafiğinin
gün geçtikçe artmasıyla yetersiz kalmaya başladı. Eleştirilerin haklı
tarafı ise İstanbul'un trafik sorununun yerüstü yolların çoğaltılmasıyla
sağlanamayacağı idi. Millet Caddesi de, 1956-57 imar operasyonunda
oluşturuldu. Topkapı surlarının iki burcu arasından geçen 14'er
metrelik geliş-gidiş yollarında 4'er şerit vardı. Vatan ve Millet
caddelerinin yapımı sırasında, bölge tarım arazisi olduğu için, yıkılan
bina sayısı çok azdı. Ancak imar operasyonu bu caddelerdeki yıkım
eksiğini Ordu Caddesi'nden tamamladı! Ordu Caddesi, Aksaray
meydanından çıkarak Laleli'den geçip Beyazıt meydanına varan ana
yol. Caddenin Menderes operasyonu çerçevesindeki inşaatı sırasında,
onlarca tarihi yapı yok oldu. Özellikle "Koska bölgesi' adı verilen
kısımda yapılan hafriyat çalışmalarında, toprak altından çok sayıda
arkeolojik eser çıktı. Bunların zarar görmemiş bir bölümü, Arkeoloji
Müzesi'ne gönderildi.
yollar bile, birkaç yıl sonra tıka-nacak, çoğu İstanbullular, "Yarahmetli bunları yapmasaydı, ozaman halimiz ne olurdu?" diye-ceklerdi. Ancak kamu ulaşımınıihmal ettiği, metronun maketle-rini yaptırmakla birlikte yollaraverdiği önceliği bundan esirgedi-ği ve bu nedenle kenti, içinden çı-kılmaz bir hale getirdiği için ya-pılan eleştiriler haklıdır. Kaldı kibunu yaparken ulaşım sorununuda çözememiş, otomobiller şehriteslim almıştır.
TARİHİ DOKUHer şeyi ulaşıma feda eden
anlayış, en büyük kötülüğü ken-tin tarihi dokusunu bozarak yap-mış, İstanbullunun hayat kalitesiebediyen düşük kalmaya mah-kum edilmiştir. Taklit ettiği Batıkentlerinde meydanlar ve yollaryapılırken tarihi dokunun nasılhassasiyetle korunduğunu gör-mezlikten gelmiş, kısacası hepkestirmeden iş halletmeye gitmiş-tir ki, bu plansız ve aceleci tu-tum, Menderes ile aynı gelenek-ten olan Enver Paşa'nın üslubu-na ne kadar benzemektedir:'Yok kanun, yap kanun, işte sa-na kanun.' Yine aynı geleneğipaylaşan Cumhurbaşkanı Bayarve arkadaşlarının yönetimindeki
76 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Meclis Grubu, emrinize amade-dir. Bu arada 6-7 Eylül hadisele-ri de, İstanbul'un değişen fizikidokusunun adeta sosyal alandabir yansıması olarak kentin üze-rinden kara bir bulut gibi geçipgidivermiş, konuyla ilgili Mec-lis'teki tüm soruşturma önergele-ri reddedilmiştir. Belki de, hepsieski komitacılardan oluşanDP'nin lider kadrosu, o gün zatentam mevcutla İstanbul'da olduğuiçin başka tahkikata gerek duy-mamışlardır!.. Bu olayın Mende-res'in İstanbul'a yaklaşımını nekadar etkilemiş olabileceğini an-cak tahmin edebiliriz. Ancak o İs-tanbul'un, kentin kendisi kadareski azınlıklarına ve onlarla ilgilitarihine ne kadar hoyrat davran-dıysa, Müslüman ve Türk tarihi-ne karşı da buna yakın bir duyar-sızlık göstermiştir.
YEDİ BİNDEN FAZLA YAPI...Buldozerler ve grayderler, is-
timlak edilen 7.289 yapının yanısıra, örneğin Murat Paşa Hama-mı gibi tarihi yapılan tümüyleortadan kaldırırken, Simkeşhaneve Hasan Paşa Hanı gibi binala-rı da tıraşlayıp geçiyordu. Kadı-köy'de bir cami başka yere mon-te edilmek üzere sökülmüş, son-ra unutulmuş ve kaybolmuştu.Beyazıt Hamamı ve Fatih Külli-yesi'nin temelleri havada kalmış,Koca Ragıp Paşa Kütüphanesi veSıbyan Mektebi ise toprağa gö-mülmüştü. Yöneticiler her iştepek göstermedikleri bir acelecilikiçerisindeydiler. Demek yürektenistenirse nelere kadirdi bu devlet.
Tahribatın bu kadar büyükolmasında bir başka neden de,söz konusu yıllarda tarih ve çev-re duyarlılığının bugünkündenbile az olmasıdır. Kaldı ki o yıl-larda belediyeler şimdikindençok daha büyük bir maddi, özel-likle de idari ve manevi vesayetaltındaydılar. Muhalefet de hal-kın çoğunlukla onayladığı bu yı-kıma karşı çıkmıyor ve esasenkendisi de pek farklı düşünmü-yordu. O dönemin muhalefet an-
layışında, 'lider kavgaları' mer-kezi bir yer tutuyor, 'taban mu-halefeti' kavram olarak, sadecebir avuç insanın arasında konu-şuluyordu. Kaldı ki zaten insan-ların çoğu durumun pek farkın-da olmadığı gibi; siyasi partiler ozaman da, tabanın eğilimlerinidikkate alarak veya almayarak,Türkiye'nin geleceği için herhan-gi bir plan geliştirmiyorlardı.
Kısacası, kadim İstanbul,hoyrat insanların elinde sahipsizve çaresizdi.
İşin bilançosuna geçelim.
DENİZE DOLGUBirinci olarak, Florya'dan
Sirkeci'ye, oradan da Sarıyer'e;diğer yakada Beykoz'dan Kar-tal'a kadar, İstanbul'un bütünorijinal sahilleri, çoğu yerde de-nize dolgu yapılmak suretiyleaçılan yollar nedeniyle yok ol-muştur. Arada kalan Florya plaj-ları da, kirlilik nedeniyle kısa sü-re sonra kapatılacaktır.
İkinci olarak, Suriçi'ndeki ta-
BaşbakanAdnanMenderes,İstanbul'unimaroperasyonunu,hazırlananmaket üzerindetartışıyor.Makette,Halic'ekurulacaküçüncü köprügörülüyor(solda).Tamir edilenYeni Camiiminarelerindenbiri (soldaaltta).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 77
BeyazıtMeydanı'nıninşaatısonrasında,Ordu CaddesiüzerindekiMarmaraSinemasıönünde, yolunseviyesi, üçbuçuk metrekadarindirilmişti(sağda).
Aksaray ve Karaköy
İstimlak kurbanımeydanlarAksaray, Cumhuriyet'ten I I .
Dünya Savaşı sonuna kadar
belli başlı anıtsal yapılarını,
kent dokusunu, konaklarını ve
mütevazı evlerini koruyan,
Laleli, Cerrahpaşa ve Haseki
gibi semtleri kucaklayan canlı
bir kent ortamıydı. Bu bölgede
Menderes'in imar hareketinden
sonra eski kent dokusu bozuldu
ve halkın büyük bölümü dağıldı.
Tarihi dokuyu ilk değiştiren,
Unkapanı-Yenikapı arasına
yapılan Atatürk Bulvarı oldu.
Ordu Caddesi'nin yapımı
sırasında Aksaray Meydanı
ortadan kaldırıldı ve ulaşım
düzeninin karayolu
mühendislerine çözdürülmesi
üzerine Aksaray'ın tarihi
çekirdeği korunamadı.
Karaköy Meydanı ise eski
Cenyo'nun, Tokatlı'nın, Mehmet
Ali Paşa Hanı'nın ve köşede
Yataklı Vagonlar Şirketi'nin
bulunduğu tarihi bir bölgeydi.
Meydanın açılması için Domuz
Sokağı ile Karaköy Palas'ın
arasındaki ada istimlak edildi
ve meydana eklendi. Tophane'de
de Müşirlik binası yıkıldı.
Galata'daki Ceneviz surlarının
son parçaları da yıkılarak tarih
kitaplarının sayfalarına
terkedildi.
rihi doku, Vatan ve Millet cad-delerinin açılması ve Ordu Cad-desi'nin genişletilmesiyle birlikte,geri dönülmeyecek şekilde yokolmuş; eski yarımada, betonlaş-maya ve irili ufaklı on binlerceimalat atölyesinin kirliliğine ter-kedilmiştir. Bina modeli olaraköne çıkan Hilton Oteli, BelediyeSarayı ve Divan Oteli gibi blok-lar, hem kendi kitleleri hem deörnek oldukları yüz binlerce bi-na ile kenti kişiliksizleştirmişler-dir. Yine bu dönemde yapılan
Sultanahmet'teki Adliye Sarayıblokunun eski Roma Hama-mı'nın kalıntılarının üzerine ya-pılması pek az kişiyi üzmüştür.Üçüncü olarak, kentin dengesibozularak ve yeni alanlar açıla-rak aşırı hızla büyümesinin, yaniaşırı göç almasının yolu açıldı.Haliç çevresinde, Zeytinburnuhavalisinde ve genişletilen Mas-lak yolunun alt kısımlarında baş-layan gecekondulaşma, 1955 ile1965 arasındaki on yılda kentnüfusunun yarısına yakın bir bö-lümünü iskan eder hale geldi.
VERGİLENDİRİLMEYENRANTLAR
Pahalı üretim, pahalı yaşam,tahrip olan doğa ve mutsuz in-sanlar kentinin yolu açıldı. Arsa-larının ve ormanlarının çoğuyağmalanmış ve binaların üçteikisi ruhsatsız olan bir kentte,hukuk düzeninin savunulmasıolanaksız hale geldi. Ard ardagelen yönetimler pes ederek ko-şullara teslim oldular. Yerel yö-netimler ve partiler hemşehrimafyalarının eline geçti. Bunudiğer kamu hizmetleri izledi.
Dördüncü olarak, kentin ta-rihi dokusunun yanı sıra doğal
dokusu da bozulmuş, su toplamahavzalarına kadar yayılan kaçakyapılaşma nedeniyle musluk su-ları içilemez hale gelmiştir. Ken-tin dört bir yanından geçen yol-lar ve otoyollar ise altından kal-kılamayacak bir ses, görüntü vehidrokarbon atığı kirliliği yarat-mıştır. Kentin ısısı artmış, gecele-ri de ışık kirliliğine teslim olun-muştur. Kara ve deniz canlıları-nın çoğu ölmüş, denize girmekunutulmuştur.
Beşinci olarak, İstanbul bü-yük rantlar üreten ve bunu vergi-lendiremeyen, dolayısıyla örgüt-lü suçların giderek arttığı birkent haline gelmiştir. Belli bölge-lerde, hazine arazileri ve hattabirçok özel arsa, mafya gruplarıtarafından parsellenerek satıl-mış, bunların yerel yönetimler-deki ve genel yönetim içerisinde-ki siyasi bağlantıları, söz konusuhukuksuzluğu meşrulaştıracaktasarruflarda bulunmuş veya ba-zen de işleri sürüncemede bıra-karak aynı sonuç elde edilmiştir.İstanbul'daki yapıların yarısın-dan fazlası ruhsatsızdır ve bununsonuçlarının neler olabileceği, 17Ağustos depreminde görülmüş-tür.
78 • Popüler TARİH I Aralık 2000
Bugün gelinen karmaşada,kentteki bina sayısı ve nüfushakkında net bilgiler bulunma-makta, kayıtsız ekonomi hakkın-da ise ancak tahminlerde bulu-nulabilmektedir. Kısacası, kentve imar sorunları kontroldençıkmıştır. Kontrolsüzlük bir yağ-ma yöntemi olarak kullanılmak-tadır.
BÜYÜK GÖÇ DALGASISonuç olarak, Menderes'in
İstanbul'da yaptığı imarın tü-müyle 'kötü niyetli' olduğu, herşeyi tek başına onun başlattığışeklinde bir yorum, eksik ve yan-lış olur. Ne var ki onun sorumlu-luğu herkesten biraz daha fazla-dır, çünkü yetkileri kullanan birnumaralı yönetici odur. Mutlakadaha iyi bir kent istiyordu. Birtalihsizliği de büyük göç dalgası-nın onun döneminde hızlanması-dır. Fakat öyle anlaşılıyor ki,yurttaşlarımızın birçoğu gibi oda, yaşam kalitesinin unsurlarınıölçebilecek, yaptıklarının sonuç-larını değerlendirebilecek bir ol-gunluğa sahip değildi. Her şeyimotorlu araçlara feda etmeninkötülüğünü anlayamamış olabi-lir. Ayrıca, nakit açısından çok
zengin olmayan bir devletin hal-kına, ülkeyi yağma ettirmesi ge-leneğini de, artırarak devam et-tirmiştir. Oy veren köylülere ön-ce ormanlar, meralar ve kurutu-lan sulak alanlar yağma ettiril-miş, sonra bunlara kıyılar vekent toprakları eklenmiştir. Bu-nun yanı sıra kamu öncülüğündesayısız yeni yağma olanakları ya-ratılmıştır. İstanbul'un imarında-ki büyük hatalar esas olarak ön-görüsüzlük ve yağmalattırma an-layışlarının sonucunda meydanagelmiştir. Daha o dönemde herşey yollara feda edilmeseydi,kent başka türlü korunabilir, do-ğal ve tarihi dokusu daha az bo-zularak daha sağlıklı gelişebilir-di.
Menderes başbakan olduğuzaman Türkiye'nin yüzde 5,57'siİstanbul'da yaşıyordu. Bugün bu
oran yüzde 15'lerdedir ve gide-rek artmaktadır. İstanbul, tümzenginliğine rağmen bu nüfusugerekli kılacak bir isdihdam po-tansiyeline sahip değildir; amabu kentteki arsa ve binalardakiyıllık değer artışının devlet büt-çesine yakın miktarlara ulaştığımeraklıları tarafından hesapla-nabilir. Birçok katrilyonluk de-ğer artışı ve yağmanın vergisizbir ranta dönüşmesi, nüfus göçü-nün ekonomik nedenleri arasın-da önemli bir yer tutmaktadır.Bu modelde, kamu idaresi rantyaratan ve bunu yağmalattıranbir amildir.
Menderes'in kötü niyetliolup olmadığından çok, geleceğigörememesi -ki, bu bir suç değilbasiretsizliktir- ve rant-yağmamodelinin gelişmesindeki rolütartışılmalıdır.
EminönüMeydanı'nınHaliç kıyısı veBalıkpazarısokaklarınınyıkımdansonraki hali(solda üstte).Boğaziçi sahilyolu,Tarabya'danitibaren, 15-20metrelik birdoldurmaylaşerit açılarakyapıldı (soldaortada).KaraköyMeydanı'ndayapılangenişletmeçalışmasısırasında, eskiŞehir Hatlarıbinasının yıkımı(solda altta).
Popüler TARİH! Aralık 2000 • 79
Gazeteci Alaattin Berk'in gözüyle Kore Savaşı
Kunuri'dekurban değildik'1950'nin 1 Aralık günü, 'Kunuri Muharebesi'nin50. yıldönümü... Tam üç yıl süren Kore Savaşı'nın önemliaşamalarından biri Kunuri Muharebesi. Türkiye'den bumuharebeye katılan tek gazeteci ise, o günlerin Yeni Sabahgazetesinden Alaattin Berk. İşte Berk'in tanıklıkları...
İSKENDER ÖZSOY
TuğgeneralYazıcı, birdinlenme anındaYeni SabahGazetesiokuyor.(Fotoğraf:Burhan Tan)
Türkiye'nin siyasal or-tamının değiştiği yıl-lardı. 14 Mayıs 1950tarihinde yapılan se-çimde DP, iktidarı
CHP'den devralmış, Celâl BayarCumhurbaşkanı, Adnan Mende-res de Başbakan olmuştu.
Türkiye yeni yönetime alış-maya, dünya da İkinci DünyaSavaşı'nın yaralarını sarmaya ça-
lışırken, 25 Haziran'da dünyanıngündemine Kore Savaşı bombagibi düşüverdi. Kuzey Kore, Gü-ney Kore'ye saldırmıştı.
MANŞETLER:'UZAKDOĞU'DA HARP'
26 Haziran tarihini taşıyangazeteler savaşı okuyucularınaşöyle duyurdu: "Uzakdoğu'daharp çıktı. Kore'de dün çarpış-
malar başladı. Güney Kore,Amerika'dan yardım istedi."
Ertesi gün: "Kore Harbi hertarafta endişe ve heyecan yarattı.Truman, komünist tecavüzünüdünya barışı için tehlikeli görü-yor. Amerika, Güvenlik Konse-yi'nin ateş kes emri yerine geti-rilmezse harbe fiilen müdahaleedecek."
28 Haziran: "Başkan Tru-man Amerikan Silahlı Kuvvctle-ri'ne, Cenup Kore'ye yardımedilmesi emrini verdi."
ABD İLE BİRLEŞMİŞ
MİLLETLER ORTAKLIĞI
Kore Savaşı, Uzakdoğu'dagüçlenmeye başlayan soğuk sa-vaş tehlikesini ortadan kaldır-mak için, ABD'yle Birleşmiş Mil-letler'in birlikte düzenledikleriilk harekâttı. Harekâtın amacıGüney Kore'nin, 'Komünist' Ku-zey Kore ve 'Komünist' Çin tara-fından işgaline son vermekti.
Ve 26 Temmuz: "Kore'ye 4bin 500 kişilik bir askerî kıtagöndermeye dün karar verdik.Dün geceki kabine toplantısındavarılan bu karar, telgrafla BMGenel Sekreterliği'ne bildiri idi.
80 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Karar, BM'ye karşı yapılan ta-ahhüdün tabii bir neticesi"...
Böylece Türkiye, Kore Sava-şı'na katıldı.
Bu yazıda, kararın siyasi yö-nüne girmeden, üç yıl süren Ko-re Savaşı'nın önemli aşamaların-dan Kunuri Muharebesi'ne Tür-kiye'den katılan tek gazeteciAlaattin Berk'in tanıklığını akta-racağız.
YENİ SABAH'IN ÖNCÜLÜĞÜTürkiye'den Kore'ye ilk ga-
zeteciyi Yeni Sabah gazetesi gön-derdi. Gazetenin muhabiri Ala-attin Berk, 24 Eylül 1950 tari-hinde İstanbul'dan uçakla Ko-re'ye gitti. Önce Filipinler yoluy-la Japonya'ya geçen Berk, oradaBirleşmiş Milletler Ordusu Baş-komutanı General McArthur'unkarargahına ulaştı. Berk, Japon-ya'da işlemleri tamamladıktansonra Kore'ye geçti. TuğgeneralTahsin Yazıcı komutasındaki as-keri birlikten önce Kore'ye va-ran Berk, birliğimizin gelmesinibekledi...
17-20 Ekim'de Pusan limanı-na ulaşan gemileri karşılayanAlaattin Berk, Kunuri tanıklığı-
Alaattin Berk kimdir?Gazeteci Alaattin Berk, 1916 yılında Uşak'ta doğdu. 1927 yılında Halıcıoğlu Askeri Lisesi'ne girdi. Dokuzuncu sınıftayken,
Halıcıoğlu dağılınca Bursa'daki Işıklar Lisesi'ne gönderildi. 10 ve 1 1 . sınıfları orada okudu. Harbiye'de topçu sınıfına
ayrıldı.1935 yılında subay oldu. İki yıl topçu okulunda okuduktan sonra,1937'de teğmen rütbesiyle kıtaya çıktı. 1942 yılında
üsteğmenken ordudan ayrıldı, İstanbul'a geldi. Bir süre Hukuk Fakültesi'ne devam etti. 1943 yılında, Etem İzzet Benice'nin
çıkardığı Son Telgraf ve Gece Postası gazetelerinde mesleğe başladı. 1949 yılında Yeni Sabah'a geçti. Kore Savaşı başlayınca
asker kökenli olduğu için Kore'ye gönderildi. Oradaki görevini 1951 yılının haziran ayına kadar sürdürdü. Kore dönüşü bazı küçük
gazetelerde ve sonra, kuruluşundan itibaren 8 yıl Günaydın Gazetesi'nde çalıştı. 1976 yılında emekli oldu. Burhan Felek Basın
Hizmet Ödülü sahibi olan Berk, halen Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin günlük gazetesi Bizim Gazete'de yazıyor.
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 81
TuğgeneralTahsin Yazıcı,sağında HavaYüzbaşı RemziYelman ile,Kore'de, ABD'ligemikomutanıylagörüşüyor.OrtalarındaAlaattin Berk(üstte).Alaattin Berk,TuğgeneralTahsin Yazıcıile Pusan'danTaegu'ye trenlegidilirken, ilkröportajınıyapıyor (altta).
nı şöyle anlattı:"Ben gittiğim zaman savaşın
ikinci aşaması başlamıştı. Sava-şın askeri ve sivil yanını telgraflagazeteye iletiyordum. Tuğgene-ral Tahsin Yazıcı komutasındakibirliğimiz, yaklaşık beş bin as-kerden oluşan bir takviyeli tu-
gaydı. Önce Güney Kore talim-gahına gidildi. Orada atış talim-leri yapıldı. O günlerde Çin, Ku-zey Kore'ye yardım edince, sa-vaşta yeni bir safha başladı. Buyeni gelişme 28 Kasım 1950 ta-rihinde Kunuri Muharebesi'neyol açtı..."
Cepheden çekilen telgrafYeni Sabah'ın muhabiri Alaattin Berk, gazetesine Kore'den haberleri
telgrafla yolluyordu. Gazete Berk'in bir telgrafını şöyle haberleştirmiş:
"Okuyucularımıza memnuniyetle haber verelim ki, Yeni Sabah harp
muhabiri arkadaşımız Alaattin Berk'ten aldığımız en son bir telgrafa
göre arkadaşımız General McArthur'un hususi müsaadesiyle
Japonya'dan Kore'ye geçmiş ve bütün harp cephesini dolaşarak son
günlerde zaferler kazanmakta olan Birleşmiş Milletler ordusu ile
beraber Cenup Kore'nin merkezi olan Seul şehrine girmiştir.
Arkadaşımızdan son aldığımız telgrafta Kore harp muhabirimiz
Alaattin Berk diyor ki:
İ k i gündür Seul şehrindeyim.
Herkes bana Türk Savaş Birliği'nin
ne zaman geleceğini soruyor.'
Arkadaşımızın gönderdiği bu
telgrafın İstanbul Merkez Postanesi
tarafından verilmiş numarası
2267'dir. Yeni Sabah harp
muhabirinin Japonya'dan Kore'ye
geçmesi ve cepheye kadar giderek
Seul şehrine girmesi büyük ve
ehemmiyetli bir hadisedir."
(7 Ekim 1950, Yeni Sabah)
SÜNGÜ SAVAŞI YAPILDIKunuri'de çok şiddetli çatış-
malar olduğunu vurgulayan Ala-attin Berk, sözlerini şöyle sür-dürdü:
"BM Ordusu geri çekilmişti.Artçı bir birlik olan tugayımızıngörevi, karşı tarafın askerlerinidurdurmak, hiç değilse yavaşlat-maktı. Tugayımız bunu başardı.Kunuri çok engebeli bir araziydi.Göğüs göğüse savaş oldu, süngüsavaşı oldu. Buna rağmen başa-rılı olduk. Ama çok şehit verdik.BM Ordusu geri çekilmeyi sür-dürüyordu. Bu arada Kunuri'ninardından gelen Kum Yang Jang-ni Muharebesi'nde tugayımızınbüyük başarısı oldu. Bu muhare-be birliğimize, 'Mümtaz Birlik'payesini kazandırdı. Bu muhare-beden sonra 241. Piyade AlayKomutanı Albay Celâl Dora,"Bizi kahpece bastırmak isteyen-lere erkekçe ders verdik" dedi.ABD Başkanı Truman da tugayı-mıza taktirlerini iletti.
Kunuri, gerçek bir muhare-beydi. Biz Kunuri'de kurban de-ğil, kahramandık. 241. PiyadeAlay Komutam Albay Celâl Do-ra iyi bir askerdi. Hakkında'cepheden kaçtı' dedikoduları çı-karılmıştı. Hayır, o cephedenkaçmadı. Albay Dora, ne yaptıy-sa düşmana esir olmamak içinyaptı. Tugay komutanı Tuğge-neral Tahsin Yazıcı da cesur birkomutan, iyi bir askerdi. Kunu-ri'de onların sayesinde kahra-manlığımız ortaya çıktı."
50 YIL SONRAKİ DAVETAlaattin Berk, savaşın 50. yı-
lı dolayısıyla bu yılın Haziranayında Kore'ye davet edildi. Ko-re'ye kızıyla giden Berk, ziyarethakkında bize şunları aktardı:
"Ülkeyi çok değişmiş gör-düm. Güney Koreliler artık ya-rınlarına güveniyor. Bizi yedigün çok güzel ağırladılar. Ya-bancı gazetecilerden bazıları be-ni tanıdı. 50 yıl sonra asker gö-züyle Kore'ye baktığımda, disip-lini fark ettim." •
82 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
İskenderun'danKunuri'ye
Kore Birliği veşehitlerBirleşmiş Mil letlerin çağrısına
uyularak Güney Kore'ye yardım
için gönderilen takviyeli tugay,
25 Temmuz 1950'de kurulmaya
başlandı. Birlik, Tuğgeneral
Tahsin Yazıcı komutasında
iskenderun'a nakledildi. Yolluk
ve aylıkları Türkiye tarafından
karşılanan, ABD araç ve
silahlarıyla donatılmış birlik,
Dokuzuncu ABD Kolordusu'nun
emrine verildi. Kore Savaşı'na
her yıl değiştirilerek ve tam
mevcutla katılan birlik, ateş
hattındaki tüm
çarpışmalarda yer aldı.
Savaşın sona erdiği
1953'ten sonra birliğin
mevcudu 1960'ta, 200
kişilik bölük düzeyine
indirildi. 1965'te Kore'de
sembolik düzeyde bir
manga asker bırakıldı. 27
Haziran 1971'de bu manga
da geri çekildi. Kore Birliği
üç yıl süren savaşta 721
şehit verdi, 2 bin 147
subay, astsubay, er ve erbaş
yaralandı, 234 asker tutsak
düştü, 175 kişi de
kayboldu.
Kore'ye gidecek tugayın nakli
için ABD deniz nakliyatından
beş gemi tahsis edilmişti.
Bunlardan üçü zati eşyalarla
beraber insanları götürecekti.
24 Eylül 1950 sabahı,
insanları nakledecek iki
geminin İskenderun limanına
girdikleri haberi verildi. Plana
göre insan nakledecek ilk
gemi, 25 Eylül akşamı
harekete geçecek, diğer
gemiler birer gün fasılayla
birbirlerini takip edeceklerdi.
Hareket günü geldi. Kolbaşı
gemisi olan General Mac Ree,
alay kumandan muavini
Yarbay Natık Poyrazoğlu kumandasında üçüncü piyade taburu,
talimgah grubu ve birkaç bağlı birliği alarak 25 Eylül akşamı denize
açıldı. İkinci oîarak General Haan gemisi tugay, alay karargahlarıyla
birinci ve ikinci taburları ve birkaç bağlı birliği alarak 26 Eylül
akşamı rıhtımdan ayrıldı. Topçu taburu kumandanı Yarbay Tahsin
Kartay kumandasındaki topçu taburu ve uçaksavar bataryasından
ibaret olan üçüncü grubumuz, 29 Eylül akşamı Private Johnson
gemisiyle yola koyuldu. Her gemiye Mısır karasularına kadar birer
torpidomuz refakat etti. Gemilerin indirme yeri Kore'nin Pusan limanı
olacaktı. İskenderun-Pusan arası 15 bin kilometreydi. Geminin seyir
cetveline göre 20 küsur günlük deniz yolculuğunda uğranılacak ve
birkaç saat kalınacak tek liman, Seylan Adası'nın Colombo limanıydı.
7 Ekim'de limana vardık. 2 4 1 . Piyade Alay Kumandan Muavini
Yarbay Natık Poyrazoğlu kumandasındaki birinci grubu nakleden Mac
Ree adlı gemi, 17 Ekim'de Pusan limanına girdi. İkinci gemi aynı
akşam limana girerek açıkta demir
attı, 19 Ekim günü öğleye doğru
rıhtıma yanaşarak indirmeye başladı.
Üçüncü gemi Private Johnson da 20
Ekim'de indirmesini yapınca, tugayın
tümü Kore topraklarına ayak bastı.
Pusan'dan yeni gelen birliklerin
hazırlanma merkezi olan Taegu'ya
gittik. Taegu'da 25 gün kaldık. 10-18
Kasım tarihlerinde Taegu'dan
Kaesong bölgesine intikal ettik.
18 Kasım akşamı, tümenden alınan
bir emirle kuzeyde muharebe
cephesine girmiş olan dokuzuncu
ABD kolordusunun ihtiyatı olmak
üzere, tugayın Kunuri bölgesine
intikale hazırlanması bildirildi.
(Tahsin Yazıcı'nın 'Kore
Hatıralarım' adlı kitabından
derlenmiştir.)
Alaattin Berk,savaşın50. yılındadavet edildiğiKore'de, KoreSavunmaBakanıtarafındankarşılandı(solda).Aşağıdakifotoğrafta ise,TuğgeneralTahsin Yazıcı(ortada), 241.Piyade AlayKomutanıAlbay CelalDora ile (sağda)cephede...
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 83
Viyana'daki OPEC baskınından 25 yıl sonra
Soğuk Savaşınson tetikçisi: CarlosBugün Fransa'da, '872686/x' nolu mahkum olarak ömürboyu hapis cezasını çeken lllich Ramirez Sanchez ya dakod adıyla Carlos veya uluslararası basında tanındığı gibi,'Çakal Carlos' bundan 25 yıl önce, ilk büyük eyleminigerçekleştirmişti.
SONER KıZıLKAYA
Aralık 1975 Pazar saba-hı, Viyana'nın Karl Lu-eger Ring semtindeki bi-naya girerken, OPEC(Petrol İhraç Eden Ülke-
ler Örgütü) üyesi ülkelerin pet-rol bakanları, kendilerindenemin tavırlarıyla dikkat çekiyor-lardı. Oysa çok değil, birkaç yılöncesine kadar, OPEC kimseninönemsemediği sayısız örgüttenbiriydi.
Öyle ki, kuruluşunun ilk yıl-larında merkezi Cenevre'de olanOPEC, İsviçre'nin uluslararasıbir örgüt için gerekli diplomatikstatüyü vermemesi nedeniyle,Viyana'ya taşınmak zorundakalmıştı. Ancak 1973sonbaharında Suriye veMısır'ın İsrail'e karşıortak ve sürpriz bir sal-dırı başlatması ve son-rasındaki ambargo, pet-rolün de en az tanklar,uçaklar ve bombalarkadar etkili bir silah ol-duğunu, bütün dünyaya
öğretmişti.Petrol ambargosunun Batı'ya
bedeli, çok ağır olmuştu. OPECise ilk kez rüştünü ispatlamıştı.Bunun belki de en önemli gös-tergesi, örgütün merkez olarakseçtiği binanın adındaki değişik-likti. Geleneklere uygun olarakapartmanların, içindeki en önem-li kiracıyla anıldığı Viyana'da, ye-di katlı bina, 'Texaco Building'adını taşıyordu. OPEC, 1965 yı-lında taşındığı binaya, ancak1970'li yıllarda kendi adını vere-bildi.
CARLOS'UN EKİBİBakanların ve beraberlerin-
deki heyetlerin gelişinden kısabir süre sonra, saat 11.30'da ay-nı binaya ellerinde spor çantalarbulunan altı kişi daha girdi.
Bu altı kişiden binaya ilk gi-ren, daha o zamanlar bile dün-yadaki polislerin yarısını peşin-den koşturan lllich RamirezSanchez'di. Fakat, kısa bir süresonra onu bütün dünya, ÇakalCarlos olarak tanıyacaktı. Eki-bin diğer üyeleri iki Filistinli vebir Lübnanlı ile biri kadın ikiBatı Alman vatandaşından olu-şuyordu.
Bina girişindeki iki polis me-murunu selamlayan Carlos, lo-bideki gazetecilerden, toplantı-
nın birinci katta sürdüğü-nü öğrenince, altı kişilikekip merdivenleri tırman-maya başladı.
Son basamağa gelindi-ğinde, spor çantalarındakisilahlar çoktan çıkarılmış-tı. Ateş ederek toplantıodasına doğru koşan altıkişinin önündeki tek en-
84 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
gel, iki Avusturyalı polisti. Po-lislerden biri, Carlos'un elinde-ki silahı almaya kalkışınca, eki-bin kadın üyesi Gabtielle Kroc-her-Tiedemann tarafından açı-lan ateşle ağır yaralandı. Yara-lıyı asansöre yerleştirerek zeminkata gönderen Krocher-Tiede-mann, dönüşte karşısına çıkanIraklı bir güvenlik görevlisinede acımadı. Carlos da, bu sıra-da ikinci polisi etkisizleştirmişve kendisini engellemeye kalkanLibyalı bir ekonomisti öldür-müştü.
SİLAHLAR PATLIYOR
Carlos ve arkadaşları, hava-ya ateş açarak toplantı salonunagirerken, Viyana polisi de, bina-nın çevresini kuşatmaya başla-mıştı. Asansör kapısında, artıknefes almayan meslektaşlarınıncesetlerini bulan polisler, koşaradım çıktıkları merdivenin ba-şında, yaylım ateşle karşılaştı.Açtıkları karşı ateşle, Carlos'unekibinden Joachim Klein karnın-
dan yaralandı. Ancak patlama-yan bir el bombası ve rehinelerinöldürüleceği tehdidi, polisin geriçekilmesini sağladı.
Bu sırada toplantı salonunundört bir yanma patlayıcılar yer-leştiren Carlos ve arkadaşları,rehineleri de üç gruba ayırmıştı:Liberaller, suçlular ve tarafsız-lar. Suudi Arabistan, İran, Birle-şik Arap Emirlikleri ve Katar he-yetleri 'suçlular' grubunda yeralıyordu. Carlos, bu gruba yak-
'SÖYLE ONLARAKİM OLDUĞUMU'
Daha sonra diğer rehineleredönen Carlos, Arapça yaptığıkonuşmada, Filistin davası içinbu eylemi gerçekleştirdiklerini,asıl hedeflerinin Suudi Arabistanve İran Petrol Bakanları olduğu-nu açıkladı. Ardından, Avustur-yalı yetkililere hitaben, istekleri-ni belirten bir mektup yazdırdı.
İki isteği vardı; bir DC-9 uça-ğının, ertesi gün saat 07.00'de
Carlos, salondaki rehineleri üçgruba ayırmıştı: Liberaller,suçlular ve tarafsızlar...
laştı ve doğruca Suudi ArabistanPetrol Bakanı Şeyh Yamani'ninyanına giderek sordu: "Beni ta-nıyor musun?"
Suudi Bakan, daha önce de,kendisini öldürme planları ya-pan Carlos'a, "Hem de çok iyitanıyorum" cevabını verdi.
havalanmaya hazır halde bekle-mesi ve Filistin davasını anlatanbir bildirinin iki saatte bir, Avus-turya radyo ve televizyonundayayımlanması.
Carlos, mektubu ve yaralıbir polis memurunu rehinelerarasındaki bir sekreterle dışarı
Carlos'un'Çakal'lakabınındışında, diğeradı da'binbirsurat'idi. Üsttekifotoğraflarda,Carlos'undeğişik yıllarda,sahte kimlikleriçin çekilmişfotoğraflarıgörülüyor.Sol sayfada ise,Carlos'unsavcılık kaydıyer alıyor.
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 85
Çakal Carlosikinci karısı veçocuğuylabirlikte(sağda).
Çakal Carlossayesinde,Viyana'dakiOPEC toplantısıilginç bir sonlanoktalandı(üstte).
Lumumba ÜniversitesindenOPEC baskınınaVenezuelalı zengin bir Marksist avukat olan Jose Altagrasia, 1949yılında doğan oğluna, Bolşevik devriminin lideri Vladimir IllichLenin'den esinlenerek 'Ill ich Ramirez Sanchez' adını vermişti. Illich'inçocukluğu sorunlu geçti. Babasının teşvikiyle 1964 yılında VenezuelaKomünist Gençlik örgütüne giren Illich, eğitimine annesinin yerleştiğiLondra'da devam etti. Illich'i bu yıllardan tanıyanlar, onu pahalıelbiseler giyen ve derslerden çok kızlarla ilgilenen biri olarak hatırlıyor.Ancak 1968 yılında, yine babasının isteğiyle Moskova'daki PatriceLumumba Üniversitesi'ne başlaması, Illich'le birlikte birçok kişinindaha kaderini değiştirdi. Playboy yaşantısına Moskova'da da devameden Carlos, muhalif bir grubu destekleyince Venezuela KomünistPartisi ile arası bozuldu. 1970 yılında Arap öğrencilerin düzenlediği birgösteriye katılması, Latin Amerikalı Illich'in Ortadoğu macerasınınbaşlangıcı oldu. Aynı dönemde, Sovyet karşıtı provokasyonlara katıldığıgerekçesiyle okuldan atılması, daha sonraları komplo teorisyenleritarafından, KGB'nin bir tezgahı olarak nitelendirildi.Filistinli çeşitli örgütlerin suikastler, sabotajlar, baskınlar ve uçakkaçırma eylemleriyle bütün dünyayı sarstığı o yıllarda, Che Guevarahayranı Illich, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ile ilişkiyegeçerek Beyrut'a gitt i. Ortadoğu'daki ilk dönemini eğitim kamplarındageçiren Illich, artık 'Carlos' kod adıyla tanınıyordu.Carlos, tarihe xKara Eylül' olarak geçen ve Ürdün ordusunun ülkedekiFilistinli gruplarını etkisizleştirmeyi amaçladığı çatışmalar sırasındakendini ilk kez ispatladı. FHKC'nin lideri George Habbaş, Carlos'udaha sonra Londra'ya gönderdi. Görevi, İngiliz yüksek sosyetesinesızarak, kaçırılacak veya öldürülecek kurbanlar hakkında istihbaratçalışması yapmaktı. Carlos'un ilk eylemi, Siyonist düşünceleriyletanınan ve 'Marks and Spencer' şirketinin başkanlığını yapan JosephSieff'e yönelik silahlı saldırı oldu. Sieff, bu saldırıdan ağır yaralı olarakkurtuldu. Ancak Carlos'un hayatında yeni bir dönem başladı.Bir İsrail bankasının Londra'daki şubesi ve iki Fransız gazetesinin
büroları, Carlos'unsonraki hedeflerioldu. Paris'te İsrailuçaklarına yönelikiki ayrı bazukalısaldırı girişimi isebaşarısızlıklasonuçlandı. 1975yılında, daha sonraMossad ajanı olduğuortaya çıkan birarkadaşı, Fransızpolisi tarafındanyakalanıp polisleriCarlos'un bulunduğueve getirince,
elindeki makineli tüfeği önce arkadaşına sonra da yanındaki iki poliseçevirdi. Üç kurbanını da öldüren Carlos, Beyrut'a dönüşünde bir'kahraman' gibi karşılandı. Artık kendi ekibini kuracak noktaya gelenCarlos aynı yıl, hayatının en büyük eylemini, OPEC baskınınıgerçekleştirdi.
yolladı. Hemen ardından, duru-mu ağırlaşan Klein da, rehinelerarasındaki bir doktorla birliktebinadan dışarı çıkıyordu. Kısabir süre sonra, Irak Dışişleri Ba-kanı Riyab El-Azavi'nin arabu-luculuğuyla, pazarlık başladı.Carlos'un Iraklı bakana söyledi-ği ilk sözler, kişiliği hakkında daipuçları veriyordu: "Onlara Ve-nezuelalı olduğumu ve ismiminCarlos olduğunu söyle. ÜnlüCarlos olduğumu söyle onlara.Beni tanırlar."
Carlos'un talepleri arasınabir yenisi daha eklenmişti: Kle-in'm da sabah havaalanında ol-masını istiyordu. Carlos, arka-daşının yaşam destek ünitesinebağlandığı ve en az bir ay yerin-den kıpırdamaması gerektiğiniileten arabulucuya, "Uçakta öl-mesi umurumda bile değil; bera-ber geldik, beraber gideceğiz"cevabını verdi.
VİYANA'DAN AYRILIŞ
Akşam saat 18.22'de hazır-lanan bildirinin radyo ve televiz-yondan yayımlanması, Avustur-ya hükümetinin ilk tavizi oldu.Ve yayınlar, Carlos'un istediğigibi iki saatte bir devam etti. Er-tesi sabah 06.40'da, rehineler bi-naya yanaşan sarı renkli bir oto-büse biniyordu. Pazarlığın birparçası olarak OPEC çalışanları-nı serbest bırakan Carlos, tele-vizyon kameraları önünde öz-gürlüğüne kavuşan bütün rehi-nelerle tek tek el sıkışmayı da ih-mal etmedi. Şoförün yanına otu-ran Carlos, havaalanına gidenyol boyunca da yoldan geçenlereel sallayarak şovunu sürdürdü.
Sayıları 42'ye düşen rehine-ler uçağa biner binmez, SuudiArabistan ve İran Petrol Bakan-
86 • Popüler TARİH I Aralık 2000
ları'nın oturduğu koltuklarınaltlarına patlayıcılar yerleştiril-di. Viyana havaalanından kal-kan uçak, rotasını Cezayir'e çe-virdi. Plana göre, daha sonraLibya'ya ve son olarak Irak'a gi-dilecekti.
UÇAK CEZAYİR'DE
Cezayir Dışişleri Bakanı Ab-dülaziz Buteflika, Carlos'u çoksıcak bir şekilde karşıladı. Butef-lika ve Carlos VIP salonundakonuşurken, bir ambulans da,Klein'ı hastaneye götürüyordu.Buteflika, Carlos'u Arap olma-yan 30 rehineyi serbest bırakma-ya ikna etti, ancak yeni bir uçaktalebini geri çevirdi. DC-9, yakıtikmali yaptıktan sonra, Trablus-garp'a doğru yeniden havalandı.Ancak Carlos, Libya'da bekledi-ği yakınlığı bulamadı. Gergin ge-çen dakikalardan sonra, Libyalırehinelerle birlikte beş kişi dahaserbest bırakıldı.
Uçak yeniden Cezayir'e git-mek üzere havalandı. Tunus ha-va sahası üzerinde, böyle bir ta-lep gelmediği halde, uçağın pilo-
bırakmak için yüklüce bir miktarfidye aldığını ve bu parayı kendikişisel amaçlan için kullandığınıöne sürecekti. Kesin olarak bilin-memekle birlikte, söz konusumiktarın 20 ila 50 milyon dolararasında olduğu söyleniyordu.Carlos ise yıllar sonra, İran adınaSuudi Arabistan'ın fidye ödediği-ni söyleyecek, ancak bu paranındevrimci amaçlar için kullanıldı-ğını savunacaktı.
Carlos, OPECbaskınındaaldığı rehinelerisarı birotobüsle(en üstte)havaalanınagötürerekuçağabindiriyor(ortada vealtta).
tuna Tunus topraklarına ineme-yeceği mesajı verildi. Yorgun vekızgın Carlos, pilota Tunus'a in-mesini emretti. Ancak pistinışıkları söndürülünce, pilot buemri yerine getiremedi.
PARALAR NEREYE GİTTİ?
Cezayir'de yeniden Butefli-ka ile görüşen Carlos, ölümübekleyen rehinelere, umulma-dık bir haberle döndü; hepsiserbest bırakılacaktı. Bir süresonra, gazeteciler havaalanın-dan peşpeşe ayrılan siyah res-mi arabaları görüntülüyordu.Konvoy basın mensuplarınayaklaşınca, araçlardan biri dur-du, açılan pencereden Carlos'unyüzü gözüküyordu. Dakikalarcabasın mensuplarıyla bakışanCarlos, daha sonra bilinmeyenbir yöne doğru ilerledi. Belki ey-lem istediği amaçlara ulaşma-mıştı, ama 'Çakal Carlos' birkez daha kurtulmayı başarmıştı.
Daha sonra iki eylem arka-daşı, Carlos'un rehineleri serbest
'Çakal' Carlos'un sonuDünyanın birçok gizli servisi Carlos'un peşine düşmüşken, Carlos, FHKC'den kovuldu. Gerekçe,
OPEC baskınında emirlere rağmen, Suudi ve İranlı petrol bakanlarını öldürmemiş olması ve
kendini ön plana çıkartan tavırlarıydı.
Carlos sonraki aylarını, kendi örgütünü kurmakla geçirdi. Farklı ülkelerden gelen militanlarla
'Arap Silahlı Mücadele Örgütü'nü oluşturdu. Doğu Avrupa ülkeleriyle de ilişkilerini geliştirmeye
çalıştı. Ancak 70'li yıllar sona eriyordu ve Moskova ile Washington arasındaki detant politikası,
Doğu Bloku ülkelerini, Carlos gibi insanlarla ilişkilerde ihtiyatlı olmaya zorluyordu.
Seksenlerde, Carlos'un etrafındaki çember giderek daraldı. ABD, Doğu Bloku ülkeleriyle yeniden
başlattığı ticaret görüşmelerinde, 'teröre destek' konusunu gündeme getiriyordu. Doğu Almanya,
Romanya ve Çekoslovakya peşpeşe Carlos'un kendi topraklarında barınmasını yasakladı. Carlos'a
tek kucak açan, Suriye devlet başkanı Hafız Esad oldu.
Şam yönetiminin koruma karşılındaki isteği, Carlos'un uslu durmasıydı. Şam'da bir çeşit erken emeklilik hayatına başlayan
Carlos'un kaderi, Berlin Duvarı'nın yıkılması ve Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgaliyle değişti.
Saddam'ın Carlos'u eski kariyerine döndüreceği yönünde bilgiler alan Batılı istihbarat örgütleri, Şam yönetimi üzerindeki
baskıları artırdı. Suriye, çareyi Carlos'u sınırdışı etmekte buldu. İki yıl boyunca sığınacak bir ülke arayan Carlos, yalnızca şeriatçı
Sudan yönetiminden olumlu cevap aldı. Fakat, Fransa Sudanlı yetkililerle temasa geçti. Sudan, gizli pazarlıklardan sonra,
Carlos'u Fransa'ya teslim etmeye razı oldu. Yargılanması 1997'de başlayan Carlos, ömür boyu hapse mahkum edildi.
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 87
I. Uluslararası İznik Sempozyumu yapıldı
Bundan dört asır önce ortadan kaybolan 'İznikkırmızısı'nın sırrı, hâlâ çözülebilmiş değil. Ama bilimadamları ümitsizliğe kapılmıyorlar... 20 üniversiteden40 kadar yerli ve yabancı uzman, İznik çinilerini yenidengündeme getirdi.
SEZA SINANLAR
Îznik, dönem dönem Bitin-ya Krallığı'nın, AnadoluSelçuklu Devleti'nin ve Os-manlı Devleti'nin başkenti.Bizans İmparatorluğu'nun
önemli ruhani merkezlerinden bi-ri. Tarihte çeşitli nedenlerle bir-çok kez öne çıkmış bir kavşakkent, bir buluşma noktası.
Yıllar sonra bu kez İznik, bi-
limsel bir toplantıya ev sahipliğiyaptı. Hem de, kentin yukarıdatarif etmeye çalıştığımız kimliği-nin pek sıklıkla hatırlanmadığıbir dönemde, tüm örgün tarihinive barındırdığı heybetli kültürelmirası da yeniden gündeme taşı-yarak.
Sözünü ettiğimiz buluşma, 'I.Uluslararası İznik-Nicea Sem-pozyumu' adıyla 1-4 Kasım ta-rihlerinde, İznik Eğitim ve Öğre-tim Vakfı tarafından, Halil İnal-cık, Oktay Aslanapa gibi tarihve sanat tarihi konusunda dünya
çapında tanınan değerli akade-misyenlerimizin kişisel çabalanve İş Bankası'nın maddi deste-ğiyle düzenlendi.
Vakfın bahçesinde kurulandev çadırda gerçekleştirilen sem-pozyuma, 20 üniversiteden 40kadar yerli ve yabancı bilim ada-mı katıldı. İznik tarihinden, böl-genin botanik özelliklerine, kentsurlarından mezarlara kadar ge-niş bir yelpazede geçen sempoz-yumda, hiç şüphe yok ki en ilgiçekici nokta, İznik çinilerinin ye-niden canlandırılması konusun-
Yetmiş günlük serüvenYüzde 80'i kuartzdan oluşan çini hamuru, kalıba alınır, zımpara, rötuş
ve astarlama gibi aşamalardan sonra, 3-4 gün süreyle 930 derecede,
fırında pişirilir. Soğuduktan sonra
dekorlama evresinde, sırayla desen
belirleme, eskizlerin oluşturulması, çıkarılan
kompozisyonun iğneleme ile plaka üzerine
aktarılması, kömür tozu katkılı boya ile
kontur geçilmesi ve renklendirme işlemleri
yapılır. Kurumaya alınan plakalar daha
sonra kuartz ile sırlanır ve 2-3 gün süreyle
bu kez 830 derecelik fırında pişirilir.
Başından sonuna kadar her aşamada farklı
bir ustanın çalıştığı bu serüven, plakalar ne
büyüklükte olursa olsun, tam 70 gün sürer
ve çini oluşumunu tamamlar.
88 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
da vakfın yürüttüğü çalışmalarıntanıtımı oldu.
Zeytinlik içinde kurulu İznikEğitim ve Öğretim Vakfı, 1993yılından bu yana çalışmalarınıIşıl Akbaygil'in öncülüğündesürdürmekte. Vakıf, 1995 yılın-da oluşturduğu Çini AraştırmaMerkezi ile geleneksel yöntem-lerle üretilen XVI. yüzyıl İznikçinilerinin bu kez daha moderntekniklerle ancak aynı kalitedeyeniden üretimi konusunda,önemli bir adım atmış. 1997 yı-lından itibaren de, kurulan çiniatölyelerinde fırınlar yanmayave bir döneme damgasını vuranrenk ve motifler yeniden üretil-meye başlanmış.
Alınan olumlu sonuçlar,vakfın ürettiği çinileri piyasayasürerek, Aşkabat Camii, AdanaSabancı Camii ve son olarak da,İstanbul Metrosu gibi yapılardamimari süsleme elemanı olarakkullanılmasına olanak sağlar-ken, Montreal ve Paris'te düzen-lenen sergilerle de bu üretimyurtdışına tanıtılmış.
Halen TÜBiTAK'la işbirliğiiçinde yürütülen araştırmalar veçini üretimi, farklı fakültelerdeeğitim görmüş uzmanlar tarafın-dan yürütülüyor...
İznik çinilerini bu denli eşsizkılan nedir?.. İki açıdan ele alır-sak, 1500'lerde, aşağı yukarı 80yıllık bir süreçte üretilen çiniler,öncelikle renk özellikleriyle veikincil olarak da binin üzerinde
bir çeşitle karşımıza çıkan kom-pozisyon zenginliğiyle dikkatiçekmektedir. Daha da özeleinersek, bu çinileri kıymetli kılanaslında, o dönem kullanılanrenklerin topraktan nasıl, hangiyöntemlerle elde edildiğidir. Bubilgilerin, ustalarıyla birliktetoprağa karışmış olması ve bunedenle, örneğin XVI. yüzyıldayakalanan kırmızı rengin, tonolarak bir daha hiçbir zamantutturulamamış oluşudur.
Sonraki dönemlerde Kütah-ya ve Çanakkale'de çini üretimiyüzyıllar boyunca devam etmişolsa da, sözünü ettiğimiz sırlarınçözülememiş oluşu, iznik çinile-rini sadece Anadolu'da değil,tüm dünyada çok kıymetli kıl-maktadır.
Ancak ne yazık ki, bir dö-nem çok ucuza satılan çiniler,
Avrupa müzelerinde toplanarakzengin koleksiyonlar oluşturul-muş ve bu sayede İznik çinileridünya eski eser piyasasında primyapan 'nadide parçalar' sınıfınagirmiştir.
İşin daha da hayıflanılacakyanı, bugün, bir koleksiyonoluşturamayacak kadar az sayı-da iznik çinisine sahip oluşumuzve mevcut yapılardaki çinileri-mizin güvenliğini sağlamaktayaşadığımız sorunlardır.
Bu duruma rağmen, iki yıldabir tekrarlanması planlanan busempozyumdan hareketle, bölgeüniversitelerinden birine bağlı yada bağımsız bir enstitü, bir fa-külte, bir bölüm açarak çiniaraştırmalarında ve eğitiminde,İznik'i bir okul haline getirmek,üzerinde düşünülmesi gerekenbir öneri...
Orijinal İznikçinisi örnekleri(üstte).İznik Eğitim veÖğretimVakfı'nın anabinası (altta).İstanbulMetrosu içinİznik'tehazırlananstilizepanolardan biri(sol sayfada).
rPopüler TARİH I Aralık 2000 • 89
HAZıRLAYAN: N A Z L ı IRMAKe-mail: [email protected]
Pembe Köşk'erekor ziyaretçi
Türkiye'nin 2. Cumhurbaş-kanı İsmet İnönü'nün evi PembeKöşk, 29 Ekim'den bu vana, 16bin kişi tarafından ziyaret edildi.İnönü Vakfı'nın organizasyo-nuyla kapılarını açan PembeKöşk'ü, 12 Kasım'a kadar An-kara'dan ve diğer illerden, 117okulun 14 bin öğrencisi gezdi.Eski bayramlara ait kutlama tö-renlerinin fotoğraflarıyla İsmetİnönü ve ailesine ait eşya, silah,nişan, belge, üniforma ve giysile-rin sergilendiği 'GeçmiştekiCumhuriyet Bayramları' konuluserginin de açıldığı Pembe Köşk,bu süre içinde de 2 bin 500 ziya-retçiyi ağırladı.
HamamdakiAfrodit taşındı
Yortanlı Baraj gölü suları al-tında kalacak olan Berga-ma'daki Allianoi AntikKentı'nde bulunan pahabiçilmez Afrodit heykeli,bu ilginç Roma ılıcasında-ki 1800 yıllık yerini, zo-runlu olarak terk etti. Ku-cağında bir istiridye kabu-ğu taşıyan ve tümüyleayakta olan 1 metre 60santim boyundaki mermerAfrodit heykeli, daha iyikorunabilmesi için, Berga-ma Müzesı'ne taşındı.
Antik kentin zengin biryerleşim bölgesi olduğunuortaya koyan kazılarda,çok sayıda bronz tıp aleti,cam ve keramik eserlerbulundu.
Bu yıl Phillip MorrisSabancı Pazarlama ve SatışA.Ş.'nin de sponsor olarak des-teklediği kurtarma kazılarına,15 Mayıs'ta başlandı. BergamaMüze Müdürü Ahmet Yaraş.Afrodit heykelinin bir hamamda
bulunmasının, az rastlanır birgelişme olduğunu belirterek,"Efes'te ve Perge'de örneklerivar, ancak onların uzuvları kı-rık. Bergama'da bulunan heyke-lin en küçük kırığı dahi yok. De-ğeri ölçülemeyecek kadar fazla"dedi. Afrodit heykeli, bundansonra yeni evi Bergama Müze-si'nde görülebilecek.
Körfezbank SanateviKörfezbank'ın Genel Mü-
dürlük binası olarak kullanılanMaçka Palas'ta, geçmişte şairAbdülhak Hamit Tarhan'ın ika-met ettiği daire, 'Körfezbank Sa-natevi' olarak düzenlendi. Kör-fezbank Genel Müdürü HüsnüAkhan, bu girişimlerinin, MaçkaPalas gibi önemli bir binanıngeçmişine saygının ve toplumsalsorumluluğun bir ifadesi oldu-
90 • Popüler TARİH I Aralık 2000
ğunu söyledi. Sanatevinde ilkolarak, Abdülhak Hamit Tar-han'ın ailesinden, dönemin yaşa-yan tanıklarından ve şairin Maç-ka Palas'taki edebi sohbetlerinekatılan Taha Toros'un arşivin-den elde edilen resim ve bilgile-rin bulunduğu bir sergi açıldı.Sergi, 16 Aralık tarihine kadargezilebilecek.
Selimoviç'inromanından'Derviş' filmi
19. yüzyılın sonlarında, kü-çük bir Anadolu ka-sabasındaki tekkedeyaşayan Mevlevişeyhi 'Ahmet Nu-rettin'in yaşamın-dan bir kesiti anla-tan 'Derviş' filmininçekimleri sürüyor.'Harem Suare' filmiyapımcılarının, İtal-yan yapımcılarlaortaklaşa gerçekleş-tirdikleri filmi, İtal-yan yönetmen Alberto Rondalliyönetiyor. Derviş filminin senar-
yosu, Yugoslav yazar MehmetSelimoviç'in 'Derviş ve Ölüm'adlı romanından yola çıkıyor.Senaryo, insanın varoluşuna da-ir sorulan, filmin baş kahramanıNurettin'in deneyimleri aracılı-ğıyla tartışıyor. Ahmet Nuret-tin'i canlandıran İspanyol oyun-cu Antonio Buil Pueyo dışındakibütün oyuncuların Türk olduğuDerviş filminin tamamı, tarihi vegerçek mekanlarda yapılan çe-kimlerle gerçekleştiriliyor.
Al Capone MüzesiABD'de 20'1i yılların ünlü
gangsteri Al Capone'un Wiscon-sin eyaletinin kuzeyindeki birçam ormanı içinde bulunan sığı-nağı, 4.25 milyon dolara satılı-yor.
Chicago müzayede evi Shel-don Good & Co. tarafından ya-
pılan açıklamada,en düşük fiyattanaçık artırmaya su-nulacak evin, 163hektar alanı veküçük bir gölü bu-lunuyor. Evin, da-ha sonradan ye-mek ve kokteyl sa-lonuna dönüştü-
rülen 'Al Capone'un İnziva Kö-şesi ve Müzesi' adlı bir diğer bö-lümü de açık artırmaya sunula-cak. Al Capone, içki ve kadın sa-tışından yılda 50 milyon dolarkazanıyordu. Hükümet, Chica-golu gangsteri vergi kaçırmaksuçundan 1938'de Alcatraz'agöndermişti. Capone, frengi has-talığından 1948'de Florida'daöldü.
Borusan'ın müzikkütüphanesi
Tünel'deki Borusan Kültürve Sanat Merkezi bünyesindebulunan Müzik Kütüphanesi,müzikle ilgili kitapların yanı sı-ra, binlerce CD ve geniş nota ar-şiviyle 3 yıldan bu yana hizmetveriyor. Borusan Kültür ve Sanat
Ramazan nostaljisiRamazanlar eskisi gibi geçmiyor artık. Ne evlerde açılan börekler ne
de büyük tepsilerde baklavalar var! Ama son yıllarda çeşitli restoran
ve oteller, Eski İstanbul'un efsanevi 'Ramazan sofraları' geleneğini
yaşatmak için çeşitli çabalar
gösteriyorlar. Bunlardan biri de,
ramazan boyunca Osmanlı
mutfağının geleneksel tadlarını
sunmaya hazırlanan Hyatt
Regency... Bu arada, Armada Hotel,
İstanbul iftarları için, 'sağlıklı' ve
hafifletilmiş tadlarla hazırlanırken,
The Marmara 'nostaljik' tadları canlı
fasıl eşliğinde sunmayı hedefliyor.
Ahırkapı'daki Alafranga Lokanta'da
ise her gün yeni bir iftar menüsü
sunulacak. Eski Ramazan sofralarını
özleyenler ve hiç tanımayanlar için
iyi fırsatlar...
türk'ün gümüş sigara tabakası,Manş Denizi batığındaki eserler,Zeugma ören yerinden çalınaniki parça mozaik, Nuruosmani-ye Kütüphanesinden çalınanKuran'ı Kerim, İzmir Müze Mü-dürlüğü bahçesinden çalınan ka-dın heykeli, iadesi sağlanan ya-pıtlar arasında.
Kültür Bakanlığı'nın halenBerlin'de bulunan 'BoğazköySfenksi'nin ülkemize iadesi içinyürüttüğü yoğun girişimler sürü-yor. Bergama-Zeus Sunağı'nıniadesi için ise, 1991 yılından buyana yürütülen çalışmalar yo-ğunlaştırıldı.
Kültür Bakanı İstemihan Ta-lay, yasadışı yollarla yurtdışınaçıkarılmış tarihi eserleri ülkeyekazandırma çalışmaları çerçeve-sinde, yurtiçi ve yurtdışı müza-yede kataloglarının da dikkatleincelendiğini vurguluyor.
Merkezi Genel Müdürü SamıCaner, kütüphanelerinde, klasikmüzik, caz, blues, dünya müzik-leri, Türk Sanat Müziği ve TürkHalk Müziği alanlarına ilişkintoplam 4.000 kitap, 2.500 nota,6.000 civarında CD ve 2.500 LPile ziyaretçilerine hizmet verdik-lerini vurguluyor.
Kataloglargözaltında
Kültür Bakanlığı, yurtdışınakaçırılan tarihi eserlerin iadesiiçin, çalışmalarını titizlikle sür-dürüyor. Bakanlığın girişimleri,açılan davalar ve İnterpol kana-lıyla, pek çok ünlü tarihi eserinTürkiye'ye iadesi sağlandı. Afro-disias heykelleri, Boğazköy tab-letleri, Karun hazinesi, Elmalısikkeleri, Lidya eserleri, Ata-
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 91
Ata'nın sevdikleriArmağan Elçi'nin seslendirdi-
ği Atatürk'ün sevdiği türküler,sanat yoluyla Atatürk'ü ve Ata-türkçülüğü tanıtmak amacıylaalbüm oluyor. Kültür Bakanlı-ğı'nın desteğiyle Ode Prodüksi-yon tarafından hazırlanan al-büm, "Atatürk'ün Sevdiği Tür-küler, Şarkılar, Kahramanlık veAsker Türküleri 1" adı altındapiyasaya sürülüyor. Aralarında,'Ata Barı', 'Çökertme', 'Sarı Zey-bek', 'Hoş Gelişler Ola MustafaKemal Paşa' ve 'Yanık Ömer'inde bulunduğu 12 eserin yer aldı-ğı albümün serisi hazırlanacak.
Osmanlı Yahudileri nasılgiyinirdi?Gözlem Sanat
Galerisi, 14 Aralık
2000 Perşembe
günü, farklı bir
sergi sunmak
üzere hazırlanıyor:
"Osmanlı'da
Yahudi Kıyafetleri
Sergisi". Şalom
Gazetesi eski
Yayın
Koordinatörü
Silvyo Ovadya'nın
küratörlüğünü yaptığı sergide, Osmanlı dönemi ve
coğrafyasında çizilmiş gravürlerden, hazırlanmış
kartpostallardan ya da çekilmiş fotoğraflardan,
Yahudilerin kıyafetleri geniş bir zaman dilimi
içinde sunulucak. Eski bir sinagog
olan Schneidertempel Sanat
Merkezi'nde sergilenecek
illüstrasyonlar, tezhip ve
minyatür sanatçıları Olcay
Çetinok, Ruhiefza Verdön ve
Harika Yazıcı tarafından, bir
yıldan fazla süren çalışmalar
sonucu hazırlanmış...
Sergide yer alan 63
illüstrasyon için, Türkçe-
İngilizce açıklamalı bir albüm
de basılmış bulunuyor. Sergi
11 Ocak 2001'e kadar, Pazartesi
hariç, her gün gezilebilecek.
Bilgi için: 0 (212) 240 41 44
92 • Popüler TARİH I Aralık 2000
Ödüllü Troçki filmiBolşevik devriminin liderle-
rinden Leon Troçki'nin İstan-bul'daki sürgün yıllarını anlatan'Exile in Büyükada' (Büyüka-da'da Sürgün) belgeseli, ulusla-rarası alanda büyük başarı ka-zandı. Film, 27 Ekim-2 Kasımarasında düzenlenen MilanoUluslararası Film Festıvali'nde,belgesel dalında Türkiye'ye 'Bi-rincilik' getirdi.YapımcılığınıAyda Yavuz'un, yönetmenliğiniTuran Yavuz'un üstlendiği dra-matik-belgesel, Basın Yayın veEnformasyon Genel Müdürlüğüile İMKB'nin sponsorluğundaçekildi. Rus aktör Viktor Sergac-hev'in Troçki'yi canlandırdığıbelgeselde, ünlü oyuncuya IşıkYenersu, Tan Sağtürk ve ŞahnazÇakıralp eşlik etti.
Görüntü yönetmenliğini Co-lin Mounier'in üstlendiği filminmüziklerini de Fahir Atakoğluhazırladı. Film, Aralık ve Ocakaylarında çeşitli festivallerdegösterime girecek.
Mevlana'nın727. yıldönümü
Büyük Türk-İslam düşünürüMevlana, '727. Vuslat Yıldönü-mü'nde, geçmiş yıllara göre da-ha geniş kapsamlı etkinliklerleanılacak. Konya İl Kültür Mü-dürü OsmanSıviloğlu, 9-17Aralık 2000tarihleri ara-sında yapıla-cak anma tö-renlerinin Va-
lilik, Büyükşehir Belediyesi veSelçuk Üniversitesi işbirliğiylegerçekleştirildiğini belirterek, buyıl ilk kez sema törenlerindenönce Mevlevilerin alışveriş vemutfak kültürleriyle sikke giymegeleneği dramatize edilerek, izle-yicilerin bilgilendirileceğini be-lirtti.
Ayasofyalı şarabınmacerası
Nevşehir'de, 1977'de üreti-len ve şişesindeki etikette Aya-sofya Camii'nin fotoğrafı yer, aldığı için ihraç edilmesine
izin verilmeyen şarap, 23 yılsonra sandıktan çıkarıla-rak satışa sunuldu. Şarabı23 yıldan beri koruyangazeteci ve fotoğraf sa-natçısı Şahin Kaya, şara-bın ihracının, dönemin
Başbakan YardımcısıNecmettin Erbakan tarafındanengellendiğini belirterek, "ihraçedilmek için, şişelenen şaraplartek tek şişelerinden boşaltıldı.Elimdeki şarabın bir benzerikimsede yok" dedi.
Kalehöyük'e dev çatıKırşehir'in Kaman ilçesine
bağlı Çağırkan beldesi yakının-daki Kalehöyük kazı alanı, çalış-maların sona ermesi nedeniyledev bir çatıyla kapatıldı. Japon-ya Ortadoğu Kültür Merkezi ta-rafından Kalehöyük'te yaklaşık15 yıl önce başlatılan kazı çalış-maları, 15 yıl boyunca sürdürü-lecek. Kazı Başkanı SachihiroOmura, bugüne kadar yaptıklarıkazı çalışmalarında, çeşitli dö-nemlere ait yaklaşık 20 bin tari-hi eseri günışığına çıkardıklarınıdile getiriyor.
Nurhan Atasoy'un hazırladığı sergide...
Osmanlı çadırı,'gezer saray'Topkapı Sarayı'nın Has AhırlarBölümü'nde açılan 'Otağ-ıHümayun - Osmanlı Çadırları'sergisi, altı ay sürecek.Prof. Dr. Nurhan Atasoy'un 1976 yılından beriyürüttüğü araştırmaların ürünü olan bu sergiyi, aynı adıtaşıyan bir kitap taçlandırıyor.
DEVRIM ÇAKıR
Prof. Dr.Nurhan Atasoy,yaklaşık 20yıldır Osmanlıçadırlarıyla ilgiliaraştırmalaryapıyor.
Topkapı Sarayı ÇadırKoleksiyonu, 23 Ka-sım tarihinden itiba-ren Topkapı Sara-yı'nın Has Ahırlar Bö-
lümü'nde sergilenmeye başlandı.Prof. Dr. Nurhan Atasoy'un,
19/6 yılından beri sürdürdüğügeniş kapsamlı araştırmalarınürünü olan 'Otağ-ı Hümayun -Osmanlı Çadırları' sergisi, altıay boyunca kapılarını ziyaretçi-lerine açık tutacak.
Yaklaşık 20 yıldır Osmanlı
Popüler TARİH/ Aralık 2000
çadırlarıyla ilgili araştırmalaryapan ve bu araştırmaların so-nucunda, sergiyle aynı ismi taşı-yan bir kitap da hazırlayan Prof.Dr. Nurhan Atasoy ile; Aygaz'ınkatkılarıyla hayat bulan 'Otağ-ıHümayun - Osmanlı Çadırları'sergisi ve kitabı üzerine konuş-tuk.
Osmanlı çadırları ile ilgili biraraştırma yapma fikri neredendoğdu? Bu konuda, sergiyle pa-ralel olan bir kitap da hazırladı-nız. Araştırmalarınızdan sözeder misiniz?
Yıllardan beri Osmanlı ça-dırlarıyla ilgili bir kitap hazırla-mak istiyordum. Bunun için, birtakım araştırmalar yapmış, ko-nuyla ilgili notlarımı geliştirme-ye çalışmıştım. Aygaz şirketi, buprojeye destek verebileceğini bil-dirince, yaptığım araştırmalarıdaha da genişletmeye karar ver-dim.
Çünkü, Türkiye'deki çadırkoleksiyonunun bir eşi daha yokdünyada. Bu, ikiye bölünmüş bir
94
koleksiyon aslında. Bir kısmıTopkapı Sarayı'na bırakılmış,bir kısmı da Askeri Müze'yedevredilmiş. Bir de, Avrupa'nınçeşitli ülkelerindeki müzelere da-ğılmış parçalar var. Çalışmamınbelli bir bütünsellik içinde ilerle-mesi açısından, Avrupa'daki ça-dırları da görmem gerekiyordu.Bu konuda da bana imkan sağ-landı. Avrupa'nın çeşitli ülkele-rinde, 22 müzede çalışma yap-tım.
Araştırmanın bilimselliği açı-sından, yalnızca bu malzemeyigörüp, tiplerini 'bir mimari gibi'düşünüp bunların nasıl bir bü-tünsellik taşıdığını da anlama-mız gerekiyordu. Çünkü, çadır-lar bir araya gelip ayağa kalktık-ları zaman bir mimari oluşturu-yorlardı. Bu yarattıkları mimaritiplerin neler olduğu üzerinde deçalıştık.
Yurtdışındaki çadırları da,oraya nasıl geldiklerini anlatan'öyküleriyle birlikte' tanımayaçalıştım.
'Otağ-ı Hümayun - Osmanlı Ça-dırları' sergisinde, izleyiciye sun-duğunuz çalışmanın özü nedir?Bu anlamda, sergiden beklentile-riniz nelerdir?
Bu çalışmadaki amacım, anagörsel materyaller olan çadırları,minyatürler ve yazılı bilgilerlebir araya getirip anlamlı ve anla-şılır bir bütün oluşturmaktı.
İnsanlar, bir sergide her şey-den önce 'görmek' istiyorlar. Bizde daha çok buna önem verdik.Çadırlardan söz ederken, kısaama önemli detayları içeren bil-gileri sunduk. Yorucu bir çalış-manın ürünü olan bu sergiyle,saray çadırlarının köklerinin gö-çebe kültüre dayandığını, amaOsmanlılar'ın, bu kültürü nasılbir imparatorluk seviyesine ge-tirdiklerini göstermek istiyorumöncelikle.
Osmanlılar, çadır kültürünüöylesine geliştirmişler ve öylesi-ne organize hale getirmişlerdirki; seferler sırasında onları gören
düşman askerleri, karşılarındakişaşa ve ihtişamdan etkilenmedenedememişlerdir.
Çadırlar askeri alanlarda,düğün-sünnet törenlerinde, çe-şitli eğlencelerde, askeri seferler-de nasıl kullanılmış? Bu sergi,bütün bu soruları yanıtlıyor. Ça-dırın Osmanlı devletinin top-lumsal yaşamında nasıl, ne şekil-de yer aldığını, minyatürlerle, ta-rihi belgelere dayanan açıklama-larla ve çadır örneklerinden bü-yük bir demetle anlatmaya çalış-tık.
Türk ve Osmanlı çadırları üzeri-ne yapılmış tarihsel araştırmalaryeterli düzey de mi sizce? Bu an-lamda sizin de ilginizi çeken ya-yınlar var mı?
Çadır kültürü, ülkemizde ol-
duğu kadar dünyada da üzerin-de çok az çalışılmış bir konu. Yi-ne de, çadırlarla ilgili bazı araş-tırma yayınları var. Bunlarıniçinde en çok ilgimi çeken ve be-ni sevindireni, Orta Asya köken-li göçebe-keçe çadırları üzerineyazılmış güzel bir çalışmaydı.
Bu araştırmayı yapan, mi-marlıktan gelme bir İngiliz araş-tırmacı, Peter Alford Andrews.Kendisinin, Orta Asya keçe ça-dırları üzerine iki ciltlik bir kita-bı var.
Peter Andrews, çadırlarınOsmanlı'ya kadar gelen bir ta-rihçesini açıklamış kitabında.Keçe çadırları konulu bu araştır-ma, benim hazırladığım Otağ-ıHümayun ile bir araya geldiğin-de, adeta Türk çadır tarihini ta-mamlıyor.
I I . Selim,babası KanuniSultanSüleyman'ınSigetvar'daölümü üzerine,İstanbul'danBelgrad'agelmiş veçadırda yapılancülus töreniyletahta çıkmıştı(Topkapı SarayıMüzesi, solda).Tek direkliçadır, XIX.yüzyıl, (AskeriMüze, solsayfada).
Popüler TARİH I Aralık 2000 • 95
Çadırlarla ilgili olarak yürüttü-ğünüz bu araştırmada, en çokneler üzerinde durdunuz? Özel-likle nelere dikkat ettiniz?
Bu araştırmada, yalnızca eli-mizdeki malzemeleri çalışmakonusunda değil, o malzemeleribir tarihi çerçeve içine oturtmanoktasında da özenli davran-dık.
Çadırların terminolojisini çı-karmaya çalıştık.Yani, neresinene dendiğini, kimler tarafındanve nasıl üretildiğini anlamayaçalıştık.
Bundan sonra belgeler topla-dım. Bunlar daha çok mehterha-ne kayıtlarını içeren belgelerdi.Mehterhane, Osmanlı teşkilatıiçinde yer alan ve 'Mızıkacılar'ile 'Çadırcılar' dan oluşan bir or-ganizasyon. Mehterhane-i Hay-me, yani çadır mehterleri , sarayve saray çevresindeki elçiler, pa-şalar için çadır üretiyorlar, onla-ra çadır sağlıyorlar. Mehterha-ne'nin senelik mal sayımlarınadair çok sayıda belgeye ulaştık.
Bu belgeleri okuyarak, 'şem-seli çadır, kandilli çadır' gibi birtakım tabirleri anlamaya çalış-tık. Bu konuda, mevcut sözlük-ler bile bazen yetersiz kaldı. Bi-limsel çalışmada her şeyin yanı-tını verebilmek mümkün değil,ama yine de birçok kavramınaçığa çıktığını ve birçok sorununyanıt bulduğunu görmek sevin-dirici.
Sizce, Osmanlı Otağ-ı Hüma-yun'ları, Orta Asya göçebe kül-türünün bir uzantısını mı oluştu-ruyor?
Bu çadırlar, bana göre göçe-be geleneğinin bir uzantısıydı.Bu gelenek olmasaydı, Osmanlı-lar, bana göre, bu kadar başarılıseferler gerçekleştiremezlerdi.
Tarihi şöyle bir gözlerimizinönünden geçirirsek, çok büyükaskeri seferlerin düzenlendiğinigörürüz. Örneğin , -hangi şartlaraltında gerçekleştirildiğini tamolarak bilemesek de- Büyük İs-kender'in, uzun yıllar süren ve
96 • Popüler TARİH I Aralık 2000
dura dura ilerlediği çokbüyük seferleri var.Haçlı seferlerini düşü-nün; bu seferlerdeHaçlı orduları, zaman-la sefil olmuşlar ve git-tikleri gibi döneme-mişlerdir. Osmanlı-lar'a baktığımızda,seferlerin her zamanbir 'mevsim' içindeyapıldığını ve bu se-ferlerde, belli bir tari-he kadar, büyük başarı-lar elde edildiğini görüyoruz.
Çünkü Osmanlı devleti, gö-çebe kültürün kalıntılarını koru-muş ve bir ölçüde devam ettir-miştir. Bu onlara büyük bir or-ganizasyon yeteneği vermiş, as-keri seferler bunun üzerine ku-rulmuştur. Ama bu, basit bir gö-çebe kültüründeki organizasyo-nun çok ötesine geçmiştir Os-manlıda.
Göçebe geleneği, Osmanlı'daiyi bir organizasyonla çok büyükboyutlara getirilmiş. Küçük bo-yuttaki çadırlar büyümüş, kul-lanım alanları genişlemiş, süsle-meleri geliştirilmiş ve çadırlarbir imparatorluk seviyesine ulaş-tırılmış. Göçebe kültüründe aynıçadırın içinde yatılır, yemek ye-nir, konuk ağırlanırdı. Ama birOsmanlı çadırında, özellikle deOtağ-ı Hümayun'da, padişahın
vezirlerle toplanacağı bir divanıvar. Sefer sırasında kutsal ema-net götürülüyorsa, onun bir ça-dırı var. Topkapı Sarayı'nı göz-lerinizin önüne getirin; aklınızagelecek tüm binaların benzerleriolan çadırlar, onların fonksiyon-larını yerine getirecek şekilde,Otağ-ı Hümayun'da yerini al-mıştır. Yani, bir 'gezer Saray'dırOsmanlı'da çadırlar.
Osmanlı çadırlarıyla döneminmimari özellikleri arasında negibi paralellikler var?
Aslında burada, 'Tavuk muyumurtadan, yumurta mı tavuk-tan çıkar?' durumuyla karşılaşı-yoruz. Topkapı Sarayı'nı ele ala-lım: Saray'ın mimari düzenleme-si, bir Otağ-ı Hümayun fikrin-den mi doğmuş? Yoksa Otağ-ıHümayun, Topkapı Sarayı'nı mı
minyatür şeklinde kopyaetmiş ?
Peter Andrews'mkitabı, beni bu anlamdada çok heyecanlandırı-yor. Çünkü bu kitaphazırlanırken, Çin kay-naklarından bile ya-
rarlanılmış. Kitapta,Orta Asya eski Türk
saray çadırları göste-riliyor. Onlarda görü-
lüyor ki, çadırlar, aynıOtağ-ı Hümayun'daki gibi -Os-manlı'ların 'zokak' (sokak) dedi-ği- bir seraperde duvarla çevrili.Bununla, bir alana kadar birçokinsanın girebildiği bir avlu oluş-turuluyor. Bir yerden sonra o se-raperde çekilmiş, onun arkasın-daki bölüm ise, sanki TopkapıSarayı'ndaki Enderun'u (İç Sa-ray) hatırlatıyor. Bu durum, be-nim asıl anlatmak istediğimidoğruluyor. Çünkü orada çadır-larla kurulan, saray planındakompleksler mevcut.Yani, mi-mariyle çadırın bu noktada çokyakın bir ilişkisi var.
Çadırlar nasıl korunuyor?Türkiye'deki çadır koleksiyonunun çok zengin olduğunu belirten Prof. Dr.
Nurhan Atasoy, bu durumun, çadırların gerektiği gibi korunmasını
zorlaştırdığına dikkat çekiyor: "Topkapı Sarayı'nda 53 parça, küçüklü
büyüklü çadır var ve bunların en büyükleri 130 kilo ağırlığında. Yani bu
eserleri gerektiği gibi korumak için neredeyse ayrı bir binaya ihtiyaç var.
Askeri Müze, çadırların korunması konusunda oldukça iyi şartlar sağlamış.
Ama yine de, 'iyinin iyisi var' sözünü unutmamak gerekir. Özel girişimlerin katkısıyla da olsa, bu gibi tarihsel
eserlerin gerektiği gibi korunması noktasında girişimler oldu. Osmanlı çadırları konusundaki araştırmamıza
destek olan Aygaz şirketi; çadırların temizlenmesi konusunda da bize yardımcı oldu. Çadırların üzerinde
yılların tozu vardı. Bunların ancak bir uzman tarafından temizlenmesi gerekiyordu. Çünkü gereken temizleme
şeklini bilmeyen biri, herhengi bir şekilde esere zarar verebilirdi. Çadırların bilimsel yöntemlerle ve
konservasyon usulüyle temizlenmesi için Berlin Müzesi'nden gelen bir tekstil uzmanı, bütün bir yaz boyunca
Has Ahırlar'da çalıştı. Çadırlar, yerlere serilen bezler üzerine açıldı ve tek iplikleri bile kıpırdatılmadan,
üzerlerine örtülen süngerler üzerinden özel makinalarla temizlendi. Bu tür projeleri devlet de üstlenebilir.
Ama, sonuçta proje ihaleye çıkarılacağından ve 'en iyi' yapana değil de 'en ucuz' yapana verileceğinden,
sağlıklı bir sonuç elde etmek pek mümkün olmaz."
III. Ahmet,1720düğününde:Padişah hemAdaletKulesi'nde,hem de değerlikumaşlarlaörtülü 'maka'adlı küçükçadırındaeğlenceleriizlerkengörüntülenmiş(Topkapı SarayıMüzesi,sol sayfada).İki direkligerme çadırXVII. yüzyıl(Macar MilliMüzesi,Budapeşte;solda).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 97
Tanzimat döneminden...
Acı bir aşk hikayesiÜnlü dil bilgini Şemsettin Sami'nin tiyatro sanatçısı MariNıvart ile yaşadığı aşk 1880'lerde sanat dünyasında, dilleredestan olmuştu. 1884'ün Temmuz ayında, kimilerine göre,çocuğunu düşürmek için aldığı ilaçtan, kimilerine göre deüzüntü, bitkinlik ya da veremden ölmüştü Mari Nıvart...
METIN AND
Mari Nıvartsahnede.
Tanzimat tiyatrosununiki güçlü kişisi, tiyatrosanatçısı Mari Nıvartile oyun yazarı Şem-seddin Sami arasında-
ki büyük aşk, çağında önemliyankılar yaratmıştı.
Mari Nıvart çok önemli, do-ğal bir dram sanatçısıydı. Mut-suz anneleri, kocasının gözü yaş-lı arkada bırakıp gittiği kadınla-rı, hayatın sillesini yemiş kızlarıiçten duyarak sahnede yaşatı-
yordu. 1853'te İstanbul'da doğ-muştu, asıl adıMari Kara-yan'dı. Alçakgönüllü, içinekapanık, göste-rişi sevmeyenbir kişiliği vardı.Beyoğlu'ndakiSoeur'ler okulundaokumuş, 1869-70'te16 yaşında, Tomas Fasul-yeciyan topluluğu ile Nah-çıvan'dakı gösterimlereçıkmıştı. İstanbul'a dönü-şünde 5 yıl Güllü Agopyönetiminde Osmanlı Ti-yatrosu'nda çalıştı, toplulu-ğun yönetimi Mınakyan'ageçince onunla da çalıştı. Sah-nede ağlarken gerçekten ağlar,bayılınca gerçekten bayılırdı.
Şemseddin Sami'ye gelince,o her şeyden önce dil bilginiydi.Türkçe ve Fransızca sözlüklerhazırladı. Bugün de bu sözlüklerdeğerlerini korumuşlardır. Şem-seddin Sami, gazetecilik de yap-mıştır. Sefiller'i, Robinson Cru-soe'yi Türkçeye çevirmiş, ilk ro-man sayılan 'Taaşşuk-ı Tal'at veFıtnat'ı yazmış, Orhun Yazıtla-rı'nı, Kutadgu Bilig'i günümüzTürkçesine çevirmiştir.
Şemseddin Sami, Tanzimattiyatrosunun üç önemli oyunu-
nun da yazarıdır. Bunlar,Endülüs'te Emevi döne-minde geçen romantikdramı 'Şeydi Yahya',Şehname'den demirciGave öyküsü üzerine'Gave' ve Arnavutlararasında geçen 'Besa
yahut Ahde Vefa'.Ayrıca Dumanoir
ve Dennery'nin'Le Vieux Ca-poral' adlıoyununu 'İh-tiyar Onbaşı'yahut 'Mü-sin Onbaşı'adıyla Türk-
çeye çevirmiş-tir. Dört oyun
da Osmanlı Ti-yatrosu'nda oyna-
mıştır.Mari Nıvart, Şemseddin Sa-
mi'nin üç oyununda baş kadınrolü oynamıştı. Şemseddin Sami,kızı seviyor, onunla bir aşk bağıkurmak istiyordu. Mari Nıvartönce duraksadı, ama o da Şem-seddin Sami'ye gizli bir aşk bes-liyordu.
Belki de Şemseddin Samioyunlarını yazarken Mari Nı-vart'ı düşünüyordu. Genç kadınönceleri aşkını açıklamaktankorkuyordu. İstanbul'dan uzak-laşmak istedi, Tiflis'e gitti, ora-
98 • Popüler TARİH I Aralık 2000
Türkçe gösterimler verdi.Kendini Şemseddin Sami'ye
bıraktı, bunun sonucu Şemsed-din Sami'den çocuk bekliyordu.Ancak aralarında din engeli var-dı, ayrıca Şemseddin Sami evliy-di. Bu engeller yüzünden evlene-mezlerdi. Ailesi de Mari Nı-vart'a bu yasak aşk yüzündencephe almıştı. Canına kıymak daistedi.
Rum ve Türk aydınlarını, yazar-ları büyük yasa boğdu. Onuniçin yazdıkları yazılarda, şiirler-de kültür dünyasının bir çiçeğiniyitirdiğini, arkasında onu seven-lerin gözyaşlarının gözlerindekaldığını yazdılar. Cenaze töre-nine 6 bin kişi katıldı. Dini törenBeyoğlu'nda Santa Maria Kilise-si'nde düzenlendi. Törene, 'Ka-melyalı Kadın'dan sonra 'La
Tiyatro sanatçısı Mari Nıvart ileoyun yazarı Şemseddin Sami'ninaşkı, büyük yankılar yaratmıştı.
daki tiyatroda Gogol, Griboye-dov gibi Rus klasikleriyle, en ba-şarılı olduğu 'Kamelyalı Kadın'ıoynadı. Ancak Şemseddin Sa-mi'yi unutamıyordu. 1882 yılın-da İstanbul'a döndü ve yalnız
Son kez 'Kamelyalı Kadın'ıoynadı. Çok dokunaklı, herkesiağlatan bu son gösterimden son-ra, 8 Temmuz 1884'te öldü. Ki-mine göre çocuğunu düşürmekiçin aldığı ilaçlardan ölmüştü,kimine göre ise üzüntü, bitkinlikve veremden.
Mari Nıvart'ın ölümü büyükyankılar yaptı. Ermeni, Fransız,
Travıata' operasının hüzünlümüziği eşlik etti. Feriköy Mezar-lığı'nda toprağa verildi. O günbütün tiyatrolar kapandı. Onuniçin mermerden bir anıt yapıldı.A. Arpiaryan adındaki Ermeniyazar, 1887'de yayımlanan 'Ağ-layan Kadın' başlıklı yazısında,Mari Nıvart'ın hüzünlü aşk hi-kayesini yazdı.
'Besa yahutAhde Vefa'oyunununOsmanlıTiyatrosu'ndakibir temsilindeoyuncular birarada (üstte).ŞemsettinSami'ninfotoğrafınıtaşıyan piyesafişi (solda).
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 99
BEYAZCAM ÖYKÜLERİ
Laura Ingalls'ın 'Küçük Ev'i...
Mutlu aile maceraları
AYDıN EROL
Küçük Evdizinin Ingallsailesi bir arada:Charles,Caroline, Mary,Laura ve CarrieIngalls.
TRT, 146 ülkede göste-rilen 'Küçük Ev'i Türktelevizyonseverlerinesunmaya başladığında,ne kadar tutacak bir
dizi satın aldığı ortaya çıkmıştı.Gerek yapım düzeyi, gerekse ay-rıntılara inen estetik ve incelik,dramatik yoğunluğu ve tempo-suyla TV izleyicisini bir anda içi-ne çeken 'Küçük Ev', izleyiciyi In-galls Ailesi'nin parçası yapıverdi.
'Küçük Ev', televizyon tarihi-nin gerçekten en önemli dizilerin-den biriydi... Yıllar boyunca, mil-yonlarca televizyonsever, onlarınmaceralarını izledi. Dizinin çe-kimleri ve yayını sırasında, küçükyıldızları büyüdü; genç kız oldu.Hatta evliliğin eşiğine bile geldi-ler; ama dizi bitirilmedi. Çünküher yıl yapılan halk anketlerinde,sevilen diziler arasında mutlakailk beş arasına giriyordu 'Küçük
Ingalls Ailesi'ylebirlikte, unutulmazküçük Laura'nınyani gerçek adıylaromancı LauraIngalls Wilder'ınhikayesi... Efsaneaktör MichaelLandon'ın hemoynadığı hemyönettiği 'KüçükEv', 1970'lerinsonunda TRTekranınageldiğinde, 146ülkede olduğugibi, Türkiye'de deyüz binlerceizleyiciyibeyazcamınbaşınatopluyordu.
Ev'. Bu da dizinin ne denli tutul-duğunu gösteriyordu...
Başladığı günden itibaren,eğitici özelliğiyle haklı bir beğenikazanan, 'Küçük Ev'in babasıolarak tüm izleyicilerden olumlunot alan Charles Ingalls ya dagerçek adıyla Michael London,dizinin 'babası' olarak kabul edi-liyordu... Neden mi?.. Çünküünlü aktör, bu sevilen dizininhem oyuncusu, hem yapımcısı,
1 0 0 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
hem yönetmeni, hem de senaryoyazarıydı... Ve 'Küçük Ev'in se-vilmesinde en büyük pay daonundu. Kasabanın alışveriş ma-ğazasını işleten ve sonradan gör-me aile yapısına sahip 'Ole-son'lar ile 'Ingalls' ailesi arasın-daki anlaşmazlıklar sürekli Char-les Ingalls'ın soğukkanlı tavrıylayumuşuyordu.
Ancak tüm dünyada dizi çokfazla sevilince, baba Charles yaniMichael London, astronomik birücreti kendisine layık görünce,bir anda kendisinin ve eşi Caroli-ne Ingalls rolünü oynayan KarenGrassle'ın sonunu da hazırladı.Daha sonra birçok önemli ya-pımda televizyon ve sinema izle-yicilerinin karşısına çıkacak olanLondon ve Grassle'ın rolleri azal-tıldı ve dizinin konusu Laura In-galls'm üzerinde yoğunlaşmayabaşladı. İki ünlü oyuncunun dizi-deki rollerinin azalması, Laurayani Melissa Gilbert için, şöhretkapılarını ardına kadar açmıştı.
Baba Charles, anne Caroline,küçük Carrie ve Laura'nın sevgikasabası 'Walnut Grove'daki'Küçük Evleri, TRT ekranlarınageldiğinde herkes bu ailedeki se-vecenliği, yardımlaşmayı, anlayı-şı, özetle mutluluğu yüreklerinintaa içinde hissediyordu. Zatendizideki tılsım da buydu: Mutlu-luk yuvası... İzleyenlerin büyükbir bölümüne de örnek olmayabaşlamıştı Küçük Ev. Hatta ço-cukların Ingalss ailesinin tüm bi-reylerinin isimlerini andıkları te-kerlemeleri bile vardı. Bu tekerle-meyi kız çocukları ip atlarkenritm tutmak için kullanırlardı.
Ingalls ailesininortanca kızıLaura dizininen sevilenkarakteriydi(solda).Charles Ingalls'icanlandıranMichael Landon,Amerikansinema ve TVdünyasında uzunsüre yer aldı.Landon, 1991'deöldü (altta).
Türkiye'de Küçük Ev'in ya-rattığı ünlüler de vardı. TRTninkurulduğundan bu yana tartış-masız en üstün olduğu yön olanseslendirme sanatçıları, bu dizidede kendi yıldızlarını ortaya çıkar-dılar: Laura Ingalls karakteriniseslendiren Cansu Akbel. Gecehaberleri kuşağında çok tutulan'Güne Bakış' bültenini hazırlayanCan Akbel'in kızı olan CansuAkbel, o güne kadar birkaç çizgifilm karakteri seslendirmiş amaLaura'nın sesi olarak, bir andatanınmıştı. Doğrusu Türk izleyi-cisi Laura'yı izlerken, Cansu Ak-bel'in sesi en az Melissa Gil-bert'in oyunculuğu kadar önem-liydi.
Ancak bir dizinin tutulmasın-daki en önemli etken olan, dizi-nin ve kahramanlarının normal
yaşantımızda yaşayabilecek ol-masıdır. 'Küçük Ev' ve çevresin-de yaşananlar da, gerçeğe yakın-lığı ve insanlara yol göstericiliğiy-le, televizyon tarihinin unutul-mazları arasında girmişti.
Küçük Ev'de kim kimdir?1983 yılında Türkiye'de renkli olarak yeniden gösterilmeye
başlanan Küçük Ev dizisinde rol dağılımı da şöyleydi:
Michael Landon Charles IngallsKaren Grassle Caroline IngallsMelissa Sue Anderson Mary IngallsMelissa Gilbert Laura IngallsLindsay Grenbush Carrie IngallsJonathan Gilbert Willie OlesonKatherine Mc Gregor Harriet OlesonAlison Arngrim Nellie OlesonRichard Bull Nels OlesonKevin Hagen Dr.Hiram BakerKetty Lester Hester Sue Terhune
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 1 0 1
HALİT KIVANÇLA RADYO GÜNLERİ
•
Ipekçi'nin açık oturumları
Altmışların ikinci yarısın-da, İstanbul Radyo-su'nda en çok dinlenen
programların başında, saygıyla
andığım, sevgili arkadaşım AbdiIpekçi'nin 'Açık Oturumları ge-lirdi. Sevgili Abdi, o inandırıcı,saygı veren sesiyle gündemdeki
konuları mikrofona getirir, cid-di ama tatlı bir tartışma ile ko-nuyu açar, aydınlatırdı. Prog-ram dinleyiciden büyük ilgi gör-dü. Ancak bir süre sonra Abdiİpekçi'nin zamanı programı sür-dürmek için yetersiz kaldı. Bu-nun üzerine dönemin bir başkaünlü gazetecisi, Cumhuriyet'inGenel Yayın Yönetmeni EcvetGüresin'e öneri götürüldü. 'Yu-varlak Masa' adını alan progra-mı Ecvet Güresin ve yardımcısıAdnan Dinç hazırlamaya başla-dı. İşte rahmetli Abdi İpekçi'ninhazırladığı, benim de katıldığımve konusu 'spor' olan bir 'AçıkOturum' anısı... (Fotoğrafta,soldan itibaren, gazeteci SahirÖzbek, Abdi İpekçi, Gençlik veSpor Bakanı Malik Yolaç veHalit Kıvanç görülüyor.)
AYRINTI
1955-1965 arasında radyoda kullanılan kurgulu vetaşınabilir 'ampiicorp' seskaydedici-okuyucu.
Radyoda 1950
öncesinde
Kahkahacılara nazar değmiştiHiç unutmam; Türk Tiyatrosu'nun büyük yıldızı, milyonları
güldüren, 'Kahkaha Kralı' diyebileceğim sevgili Gazanfer Özcan'la
bir radyo programında buluşmuştuk. İstanbul Radyosu
stüdyolarından birinde, mikrofonun iki yanına geçmiştik. Program
başlarken teknik sorumlu arkadaş, "Program finali için birer fıkra
hazırlayın, kolaylık olur" demişti. Ama biz Gazanfer'le kendimize
aşırı güven içinde, "Düşündüğün şeye bak; denizde kum, bizde
fıkra!" dedik. Nasılsa onca fıkradan ikisi değil, on ikisi, otuz ikisi
hatırımıza gelirdi. Ve programın sonu geldi. İkimiz de durduk.
Aklımıza tek fıkra gelmiyordu. Teknik sorumlu arkadaş stüdyo
kapısını açıp seslendi: "Bende iki fıkra var. Söyleyeyim de anlatın,
bitirelim programı..." İşte o günün canlı belgesi olan fotoğraf
karşınızda...
1 0 2 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
Otuz saatlik yayın1973 Seçimleri'nin yayını öylesine uzun sürmüştü ki...
'Günlerce' dersem, inanın! Birçok program önceden
hazırlanmış, kimi de canlı olarak dinleyenlere
ulaştırılmıştı. Otuz küsur saat süren yayın nedeniyle iki
geceyi uykusuz geçiren, radyo yayıncıları ve spikerleri
olmuştu. Bugünün teknik kolaylıkları olmadığı için,
önceden hazırladığımız bazı programları da canlı
izlenimi verecek şekilde banda almıştık. Bu arada bir
programda Orhan Boran (sağda) arkadaşımla ikimiz
karşılıklı paslaşıyorduk. Daha doğrusu öyle olması
gerekiyordu. Ne var ki, ben o sırada İstanbul'da
gazetede çalışıyorum. Orhan Boran da Ankara'da
gazinoda çalışıyor, showmenlik yapıyor.
Çare? Çare basitti: İkimiz de programın kendimize ait
bölümlerini banda aldık. Sonra onları birleştirip
yayınladılar. Harika bir montaj yapmıştı teknik görevli
arkadaşlarımız... Biz de sanki birbirimizle
konuşuyormuşuz gibi, sanki karşı karşıya imişiz gibi
programı götürdük. Örneğin, "Orhancığım, haklısın
ama.. Bak dinle.." diyor ve onun dediği konudan başka
birşey anlatıyordum. O da, "Halitçiğim, sen şimdi onu
bırak da, bak başımdan geçenleri dinle" diyordu. Seçim
ertesinde inanılmaz sayıda kişi yolumuzu çevirmiş,
birlikte yaptığımız programı kutlamıştı. Çoğu da, !Eee
siz karşı karşıya olunca espriler kendiliğinden çıktı
tabii" demişti. Aynı programda, İstanbul'da Şerif-Şenay Yüzbaşıoğlu'nun evinde Nesrin Sipahi, Üç
Hürel'ler, Gökben, Selçuk Başar; Füsun Önal'ın evinde ise, Esin Engin, Altan Karışdaş, Suna Keskin,
Günfer Feray, Güzin Özipek toplanmış, tatlı tatlı konuşmuş, araları da, müzikle, şarkıyla süslemiştik.
Aynı programda sevgili Erkan Yolaç, Ankara'dan; Devekuşu Kabare'ciler (Zeki Alasya-M.etin Akpınar)
Erzurum'dan; Ali Özoğuz da Hakkari'den yayına katılmışlardı. Kısacası, unutulmaz bir yayın maratonu
yaşamıştık.
RADYO HAFTASI DERGİSİNDEN
1952 yılının Ekim sayısındaFaruk Akel orkestrası ileilgili bir haber. "Orkestranınşantörü Bili MoorTürkiye'den ayrılıyor.'
'Gençliğin Sevgilisi Alpman'Türk pop müziğinin öncüisimlerinden Ayten Alpman1950'li yıllarda.
1950'lerde kurulan Doğu radyosuiçin o dönemde pek çok aday çıktı.Doğu illerindeki vatandaşlar, bununiçin Radyo dergilerini mektupyağmuruna tuttular.
:,;
1ErzurumluUır "!>OC/U ;
RADYOSU,, ıiuıı, şehirlerimle jkurulmasını istiyorlar
. ' - , - •
- , • .
Popüler TARİHİ Aralık 2000 • 1 0 3
Kafka'nın 'küçük annesi'Bu zengin ve gizemli kent, büyülü mimarisiyle,yüzyıllara meydan okumaktadır. Prag, ölene kadarkendisine sadık kalan Kafka'nın doğuşuna datanıklık etmiştir.
DERLEYEN: İSMET AKÇA
Şair haklı. 'Kaprisli Ta-rih', sonunda Prag'a'Avrupa'nın büyülübaşkenti' payesini tes-lim etti. Kız kardeşiRoma gibi yedi tepe
arasına kurulu Prag, bir hanıme-fendinin korse giydirilmiş ede-biyle bir liselinin özenti küstahlı-ğını bünyesinde birleştirir.
Kentin büyülediği gezginedebiyatçıların (Chateaubriand,Kokoschka, Apollinaire, Perutz)ve doğumlarına şahit olduğu ço-
1 0 4 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
cukların (Rilke, Holan, Kafka)gölgeleri, hâlâ Vltava üzerindekiköprülerde gezinmektedir.
Johannes Urzdil, "KafkaPrag'tı, Prag da Kafka" diyeyazmaktaydı. Gerçekten de ken-tin hafızası ve yazarın adımları,tek bir kaderde birleşir. ZatenPrag'ın Kafka'nın eserlerindekibüyülü yeri, ortadadır.
Franz Kafka 3 Temmuz1883'te, Bohemya'nın tam göbe-ğinde, "donuk, zehirli, yıpratıcı"bir aile ortamında hayata gözle-rini açar. Aslen Elbe kıyısındakiPodebrady'li annesi Julie (Löwy)
Kafka (1856-1934), kültürlü birAlman Yahudisidir. Daha basitbir aileden gelen babası Her-mann (1852-1931), 'EskiKent'in içinde, Hermann KafkaTekstilleri adıyla bir ticarethanekurar ve fakir ortamlardan gelenbirçokları gibi, şiddetli bir başa-rı isteğiyle yanıp kavrulur. Bubaşarı takıntısı, Franz üzerindeezici bir unsur olur. Daha sonra-ları, "Bazen dünya haritasını gö-zümün önüne getirir ve seni tümdünyayı tam bir ciddiyetle yöne-tirken hayal ederdim" diyecektirKafka. Kuzgun (Çek dilinde
kavka) amblemini kullanan budükkân, genç çifte her türlü gös-terişten uzak bir refah sağlar.Franz çoğu kez bu bolluğun ıstı-rap verici yönünü de yaşar: Sertve hırçın bir dadının elinde sarsı-lan Kafka, annesini çok az göre-bilmekte ve korkunç daralmanöbetleri geçirmektedir. Bu sı-kıntıları, ileride eserlerinin başlı-ca temalarından birini oluştura-cak kadar ağırdır.
Tekrar doğumuna dönecekolursak, Kafka hayata gözlerini'Eski Kent' meydanında açar.Doğduğu ev, XIII. yüzyıldan iti-baren Alman tacirlerin Yahudi-leri tıktıkları Prag'daki gettonunhemen yanındadır. Daha sonra-ları Josefov olarak adlandırılanYahudi gettosunun duvarı, an-cak 1896'da yıkılır. Bu duvarınardındaki insanlar altı yüzyıldandaha uzun bir süre, aşağılanma-nın ne olduğunu öğrenmişlerdir.Taşınma düşkünlüğüne kapılanKafka ailesi, bu evi terk ederekönce Saint-Wenceslas meydanı-na, sonra Dusni sokağına, ardın-dan da Celetna sokağına taşınır-lar! Daha iyi bir ev kaygısıylahareket eden Kafkalar, böylece,asil bir aile olan Sixt von Otters-dorfların onlardan evvel Petrark(1304-1374) ve Johannes Fa-ust'u da ağırlamış olan eve yerle-şirler. En son olarak da 'EskiKent' meydanına geri dönüp,Kafka'nın daha sonra Nazi top-lama kamplarında öldürülen kızkardeşleri Elli, Valli ve Ottla'nındoğdukları eve taşınırlar.
Franz Kafka ilk defa buradaokul yollarına düşer. Okul, ya-kındaki et pazarının bulunduğumeydandadır. "Karşımızda bi-zim Alman okulunun rakibi Çekokulu vardı... Rakip okulun giri-şinde çek dilinde şöyle yazılıydı:'Bir Çek çocuğu Çek okulunagitmelidir!' Fakat bizler Çek ço-cukları mıydık? Biz başka halk-larla yaşama alışkanlığına sahipbir halkın mirasını ve kaderinitaşıyorduk" diye hatırlar çocuk-luk arkadaşı Hugo Bergmann.
Popüler TARİH/ Aralık 2000 • 1 0 5
Prag'ın 'EskiKent'indekiilginç boyalıküçük evlerbenzeri (sağda)birçok değişikmekanda,kendine'sığınak'bulmuştuKafka...
Aslına bakarsanız Franz Kaf-ka Vitava'nın sağ yakasını aslaterk etmez. Hayatı esas olarakEski Kent'te (Stare Mesto), anameydan ve civarında sürüp gi-der. Kafka, zaten oldukça uzunbir zamandır istisnai bir mimari-ye sahip bu tarihi mekândaüzüntülü bir duyarlılığı dolaştı-rır...
Ailesi Franz'ın derslerineduyduğu sevgiye çok da anlamveremez ve oğullarının her halü-kârda kendisine kalacak olan ai-le şirketiyle daha fazla ilgilenme-sini tercih ederlerdi. Fakat boşu-naydı. Franz Kafka, XVIII.yüzyılda Anselmo Lugarotarafından, daha çok Roko-ko tarzında tasarlanmışGoltz-Kinsky sarayının ar-ka salonlarına kurulmuşolan klasik Alman lisesinedevam eder.
Daha lisedeyken edebimetinler yazmaya başlar.Gençlik dönemindeki eser-lerinden hiçbiri günümüze ulaş-maz; çünkü Kafka bunların caf-caflı, uçarı ve önemsiz oldukları-nı düşünerek hepsini yok eder.
Bu düzenli liseli genç 1901'-de bakalorya sınavını geçer. Ka-fasındaki gizli hedefi, Yahudi ol-ması itibariyle baştan imkansızolan imparatorluk ve kraliyetidaresinde kariyer yapmaktır.Hugo Bergmann, "O dönemde,yüksek eğitim almış bir Yahudi-nin din değiştirmedikçe devletkurumlarında bir mevki alabil-mesi imkânsız olduğundan, geri-ye sadece serbest meslek alterna-tifi kalır: Doktor veya avukat ol-mak" diye hatırlatmaktadır.
Bundan ötürü Kafka, OrtaAvrupa'nın ilk üniversitesi ola-rak 7 Nisan 1348'de, Sorbonneörnek alınarak kurulan Caroli-num Üniversitesi'nin Hukuk Fa-kültesi'ne kayıt olur. Aynı andaeskiden bir Cizvit koleji olupsonradan Ulusal Kütüphane'yedönüştürülen Klementinum'daAlman edebiyatı, sanat tarihi vefelsefe derslerini de takip eder.
Kafka, döne-minin Prag'ınısarsan olaylardanbihaber yaşama-makta, siyasal vetoplumsal mesele-leri de tutkulu bir
biçimde takip etmektedir. İşçile-rin yaşam koşullarıyla ilgilenir,kamusal toplantılara ve Emekçi-ler Birliği'nin gösterilerine katı-lır. Temkinliliği ve gözü pekliği,ağırbaşlılığı ve mizahı aynı andataşır. Bu süreçte Kafka, Viyanaveya Berlin'de olduğu gibiPrag'da da 'entelektüel çevrele-rin' toplanma mekânları olanmeyhaneleri, genelevleri ve kafe-leri arşınlamaya başlar. Alten-berg'e göre şairlere takılmak, ik-tidarı eleştirmek veya bir tek at-mak üzere kafede olmak, "evindışında kendini evde hissetmek"anlamına gelmektedir. Kafka da'takılacağı' yerler seçer. Wences-las meydanına iki adım uzaklık-taki Cafe Arco, ana dili Alman-ca olup da pan-cermanizmekarşı olan Çek yazarların geneltoplanma mekânıdır. Yakın ar-kadaşları Bergmann ve Pollak'ında takıldığı kafe, Louvre. Pol-lak'ın Dönüşüm'ün ilk versiyo-nunu takdim ettiği Cafe Stefan.Çek kültürüne ve sosyalizme gö-nül veren gençlerin takıldığı U
Brejsku. Cafe Savoy ve hattaKontinental... "Davet gerek-meksizin bir araya gelen insan-larla bir bayram havası yarat-mak ister insan. Birbirini tanı-mayan insanlar görüşürler, soh-bet ederler ve gözlemlerler. Buherkesin damak tadına göre fay-dalanabileceği bir açık büfedir ...İnsan bu yerlerde kendini göste-rir, sonra birden ev sahibine birşey söyleme gereği duymadankeyfince çekip gidebilir; ve ... sizbu şekilde ağırlanırken hiçbirikiyüzlülük söz konusu değil-dir". (Oskar Baum'a Mektup,1918)
Yaz döneminde, Kafka Ma-ka Strana semtindeki havuza git-mek üzere Vltava nehrinden ge-çer ve sandalının üzerinde kaygı-sız saatler geçirirdi. "Franz'ınyüzmeyi ve kürek çekmeyi birsanat olarak icra etmesine bayı-lırdım. Yeni spor biçimleri geliş-tirme yeteneği sanki bitmez tü-kenmez gibi gelirdi. Bu noktadada kişiliğini bütünüyle ortayakoyardı" diye yazıyordu MaxBrod.
Akşam olduğunda, Kafkakenti arşınlamaya, "ellerinde es-ki fenerlerle / azizlerin önündengeçip / karanlık köprüleri doldu-ran kalabalıklara" karışmayabayılırdı.
1 0 6 • Popüler TARİH I Aralık 2000
28 Haziran 1906'da dokto-rasını alan Franz Kafka, bir süresonra Assicurazioni Generaliisimli sigorta şirketinde çalışma-ya başlar. Cephesi Neo-Barokbiçiminde olan şirket binası Sa-İnt-Wenceslas meydanı üzerin-dedir.
Hyperion'un sütunlarında
Kafka'nın hikâyelerinin ilk defayayımlandığı yıl olan 1908'de,Habsburg İmparatorluğu'nun enönemli yarı-kamu kuruluşların-dan biri olan Kaza Sigortalarıİşçi Sandığı'nda çalışmaya baş-lar. Erken emekliliğine karar ve-rilen 1920 yılına kadar buradakalır. Yazma arzusu
Prag sokaklarında gezmek için...Saint-Guy Katedrali: Prag'ın
Başpiskoposluk kenti konumuna
yükselmesiyle IV. Şarl
yeni bir katedral
inşasına girişir. Fransız
mimar Mathieu
d'Arras'ın kontrolündeki
çalışmalar, 1344'te
başlar. 1352-1399
yılları arasında Orta
Avrupa'nın en büyük
Gotik mimarı Petr
Perler'in denetiminde devam eder ve
ancak 1929 yılında sona erer!
Sternberk Sarayı: 1720'de mimar
Giovanni Battista Alliprandi tarafından
inşa edilen yapı, bahçeye açılan elips
biçiminde bir köşktür. Ulusal Galeri'ye
ait, eski Avrupa sanatı eserlerini içeren
zengin bir koleksiyonu barındırır.
Yahudi Mezarlığı: Taşların inanılmaz
bir biçimde karmaşık olduğu bu
ve yaşamını idame ettirme ge-rekliliği, yalnızlığın imkânsızlığıve âşık olma korkusu, dünyayaaçılma ve şehrine duyduğu bağlı-lık arasında sıkışıp kalan Kafka,hava değişikliği için sanatoryu-ma gider. "Bazen beynim ile ci-ğerlerimin benden habersiz biranlaşma yaptıklarını düşünüyo-rum. Beynim, bu böyle devamedemez, dedikten beş yıl sonraciğerlerim onun imdadına yetiş-ti" diye itirafta bulunuyordu enyakın dostu ve akıl hocası MaxBrod'a.
Tüberkülozun yiyip bitirdiğiFranz Kafka, 3 Haziran 1924'teViyana yakınlarındaki Kierlingsanatoryumunda hayata gözleri-ni kapar. Son aylaklığı ve kaça-mağı, pençelerinden 'kaçışın ol-madığı' Şato tepesine, Petrin da-ğının yapraklarına veya 'küçükannesi' Prag'ın labirentlerinedoğru olur.
Yeni Yahudi mezarlığında,Praglı mimar Leopold Ehr-mann'ın çizdiği granit bir mezartaşı, Kafka'nın kentteki hatırasınıcanlı tutuyor.
Notre-Dame-du-TyrıKatedrali ve1410'dan buyana, zamanıgösteren büyüksaat kulesi(solda).
mezarlığın
kökeni,
XV. yüzyıla
dayanmaktadır.
Duvarlar
arasında
sıkışmış olan gettoda boş alan yoktur ve
bir tarihten sonra, yeni mezarların
açılması imkânsız hale gelmiştir. Burası,
Yahudilerin hafızasını canlı tutan bir
mekândır.
Pariz Oteli: Art Nouveau (Yeni Sanat)
akımının temsilcileri, Bohumil Hrabal'ın
'İngiltere Kralı'na hizmet etmiş olan
ben' isimli romanında ölümsüzleşen
Pariz'e inmekten geri kalmazlardı.
Yüzyıl başında çok rağbet edilen otel,
restorasyonunu üstlenen Brandejs
ailesine verilmiştir.
(00 42) 24 22 21 51U Prince: Stare Mesto semtinde, Eski
Kent'teki saatin karşısındadır.
Restoranın tonozlu salonlarında
yabanturplu Prag jambonu veya zeytinli
geyik salatası gibi tipik yemekler
sunulmaktadır. (00 42) 24 21 34 04
Şarl Köprüsü: 1357 yılında Petr Parler
tarafından inşa
edilen Şarl
Köprüsü,
XIX. yüzyıla
kadar VItava
üzerindeki tek
taş köprü olup
Prag'ın başlıca
sembollerinden
biridir.
Pratik bilgiler:
İstanbul-Prag
uçak seferleri: Pazartesi 14:00, Salı
14:25, Çarşamba 14:25, Perşembe
14:10, Cuma 14:25, Pazar 14:00. THY
Tel: 0 212 663 63 63.
Çek Cumhuriyeti İstanbul Konsolosluğu
Abdi İpekçi Caddesi No: 71, Maçka/
İstanbul. Tel: 0 212 230 95 97
Popüler TARİHİ Aralık 2000 • 1 0 7
• HAZıRLAYAN: SERHAT AYAN
Lockerbie faciası:Kod adı Pan-Am 103Bir uçak faciasına tanık olmak... 21 Aralık 1988 günüİskoçya'da düşen Pan-Am uçağı ve sonrasında ortayaçıkan terörizm gerçeği ve siyasal gelişmeler...Bu faciadan gereken dersleri çıkarmak ve kaybedilenlerihep hatırlamak için, en önemli araçlardan biri deinternet. 103 numaralı uçuşta ölenler için arka arkayasıralanan bilgiler, insanların bu konuda daha duyarlıolmasını sağlıyor.İşte sizler için bir facianın tüm adresleri:www.open.gov.uk/aaib/n739pa.htmwww.law.gla.ac.uk/lockerbiehjem.get2net.dk/safsafwww. thelockerbietrial. comwww. geocities. com/CapitolHill/5260
Ne şirin animatördün sen Walt Amca...Henüz Voltranlar, Pikaçular yokken, dedelerimizden itibaren herkesinsevgilisiymiş Disney. Siyah beyaz filmlerinden bilgisayar desteğiyle hayatageçirilen eserlerinden birçok film, birçok kuşağın sevgilisi olmuş. Ama hernedense bu kurumun internete pek (sınamadığı göze çarpıyor.Sık sık telif hakları ihlalleri için açtığı davalarla gündeme gelen Disney,internette, şöyle çocuklar için, hem eğiten hem eğlendiren bir siteaçamamanın sıkıntısını yaşıyor olmalı: www.disney.com adresinebaktığınızda, karşınıza o çizgi dizilerin sıcaklığından uzak, ucuz cd-romların ara yüzü gibi hazırlanmış bir site çıkıyor. Metalik sesler, flashanimasyonlar...Sık sık rastladığımız haberler var ya, çocuklar internette çok paraharcıyor diye. İşte bu siteyi onlar rahat para harcasın, oyuncak alsın,filmleri evine getirtsin diye yapmışlar. Eh, miki-farenin de gözünü parabürümüşse, söyleyecek bir şey yok!Siz yine de 1901-1966 yılları arasında yaşamış ve muhtemelen böyleşeyleri pek düşünmemiş Walt Disney'in hayatını öğrenmek için,www.intergraffix.com/walt sitesini ziyaret edin.Tabii bir de Disney'in zamanında yaptığı iddia edilen ABD karşıtıeylemleriyle ilgili geniş bir içeriği, eserver.org/filmtv/disney-huac-testimony.txt sitesinden bulabilirsiniz.
Edison'unbinlerce buluşuHerkesin ampulün icadıyla tanıdığıThomas Alva Edison, aslında ampuldışında, tam 1.093 ürünün dahamucidi... ABD patent dairesinekayıtlı ilk icadını 21 yaşında yapmış.edison. rutgers. edu/taep. htmadresine giderseniz, bu dahininhayatı boyunca yaptığı buluşlar,evlilikleri, çocukları ve kurduğuşirketlerle ilgili detaylı bilgilerintamamına ulaşabilirsiniz.Bu adresin bir diğer ilginç yönü depatentler. Edison'un hayatı patenthaklarıyla uğraşarak geçmiş. Birnoktadan sonra, her icadı için, birisiortaya atılıp, 'Onu aslında benbuldum' demiş. Hâlâ tartışılanbirkaç ürünü var. Bu yüzdenverdiğimiz adresteki icatlar vepatentler bölümüne daha dikkatlibakın!
1 0 8 • Popüler TARİH / Aralık 2000
ALBÜMLERDEN• HAZıRLAYAN: OKŞAN ÖZFERENDECİ
Tutuklama yerine koruma!Fotoğraf, 23 Nisan 1960'ta Edirne'de çekilmiş.
Çocuklar valiyi makamında ziyaret ediyorlar.
Soldan ikinci, Kurmay Albay Orhan Ergüder, bir
ay sonra yapılacak 27 Mayıs ihtilalinin ardından
kente 'Askeri Vali' olarak atanacak. Ve bu
fotoğrafta da bulunan Vali'yi tutuklama emri
alacak. Koyu bir Atatürkçü ve İnönü hayranı olan,
ama DP'li valiyle de iyi ilişkiler yürüten, protokol
gereği pek çok kez aynı sofrayı paylaşan Orhan
Ergüder, bu emri yerine getirmeyi kendine
yediremeyince çareyi valiye telefon edip, "Sizi
korumak üzere iki asker yolluyorum" demekte
bulmuş.
YILDIZ ERGÜDER ARŞİVİ
Galatasaray'ıncazcıları...Galatasaray Lisesi öğrencileri,
1927-1928 öğrenim yılında bir
orkestra kuruyorlar. Aynı zamanda
izci de oldukları için adını 'İzcaz'
koydukları topluluğun üyeleri:
Feridun Baysan, Müfit Hasan, Vedat
Üngör, Sadık Hitay, Semih Argeşo,
Velit Pepemehmetoğlu, Mehmet
Abut, Yekta Teksel, Mukadder Çizel,
Mehmet Ali Kahyagil ve Ferecullah
Kent. Ankara'da konser veren,
radyoda konser programına katılan
ve Columbia Plak Şirketi'ne bir
tango plağı da dolduran grup üyeleri
bu pozu Sebah&Joaillier Stüdyosu
fotoğrafçısına vermişler.
MEHMET ABUT ARŞİVİNDEN
Balıklı şenlik günüSolda, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Seramik
Bölümü öğrencisi Esin Candan (Delmoral), sağda
Grafik Bölümü öğrencisi Yıldız Ergüder...
Geleneksel 3 Mart Akademi Şenliği'nde ( o sıralar
geleneksel balo, şenliğe dönüştürülmüş) balık
ekmekle karınlarını doyuruyorlar. "Yıl sanırım,
1963 ya da 64'tü" diyor Yıldız Ergüder...
YILDIZ ERGÜDER ARŞİVİ
1 1 2 • Popüler TARİH I Aralık 2000
Sağırlar diyalogu1979 yılı, Humeyni'nin iktidara
geldiği ilk günler... Orhan Duru,
Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün'le
Tahran'a giden uçakta... Yolun
sonunda Kum kenti var. Sonra
helikopterle Humeyni'nin bulunduğu
yere gidilmiş. Görüşme Humeyni'nin
dizi dibinde yapılmış; yere oturulmuş.
"Sağırlar diyalogu gibiydi" diyor Orhan
Duru; "Biri durmadan 'Allah,
Muhammed' diyor, diğeri 'Atatürk,
laiklik' diyordu."
ORHAN DURU ARŞİVİNDEN
Yalıda bir parti anısıYer, Kandilli'de Abud Efendi Yalısı... Mimar Garabed Balyan
tarafından 1800'lü yılların ortasında yapılmış. Mehmet Abud
Efendi'nin ilk hanımından olan oğlu Tevfik'in dördüncü hanımının kızı
Enise Abut, yalıda verilen partilerden birinde kuzeni Mehmet Abut'a
böyle poz vermiş. Büyük salondaki muhteşem avizenin altında,
kucağında gitarıyla... Gitar aksesuar zannedilmemeli. Enise Hanım,
Macar müzisyen Kari Berger'den (Aliye Berger'in eşi) keman dersleri
alıyor. Mehmet Abut, fotoğrafı yalıdaki karanlık odada kendisi tab
etmiş. Yıl: 1935 ya da 36...
MEHMET ABUT ARŞİVİNDEN
Çıplak direnişçilerDevlet Güzel Sanatlar Akademisi (şimdi MSU Güzel
Sanatlar Fakültesi) salonunda bir grup model...
Tahsisat yokluğundan' işsiz kalan modeller yeniden işe
alınmak için yaptıkları girişimlerden sonuç alamayınca,
"Sosyal güvenlik istiyoruz", "İşçiyiz haklıyız, işçiyiz,
güçlüyüz", "20 yıl çalıştık kovuluyoruz, kahrolsun halk
düşmanları", "Çalıştık paramızı vermiyorlar"
pankartlanyla haklarını çıplak olarak aramaya karar
vermişler. Arkalarındaki panoda "demokratik hakları
için ölen yiğit işçi kardeşlerimiz..." diye başlayan bir
döviz daha var. Haber, Hayat dergisinin 14 Ocak 1971
tarihli nüshasında basılmış. Yazı, "Yukarıdaki resim, bir
çıplaklar adasında veya bir seks gösterisi sırasında
değil, (...) yüzlerce insanın gözleri önünde çekilmiştir"
diye başlıyor ve "son günlerin modası 'direniş' hareketine
ayak uydurdular" diye devam ediyor. Son söz olarak da
"haklarını alıncaya kadar direneceklerine, hatta İstanbul
sokaklarında çırılçıplak dolaşacaklarına ant içtiler.
Bunlar çıplaklığa alışık insanlar. Yapar mı, yaparlar..."
deniyor!
HAYAT DERGİSİ ARŞİVİ
Popüler TARİH/ Aralık 2000 . 1 1 3
Aşiyan yollarında...
Fikret'inmuhteşemsığınağıEdebiyat-ı Cedide akımı içinde ünlenen,sonraları bu gruptan uzaklaşarak insanıve aklı ön plana çıkaran eserler verenşair Tevfik Fikret'in Aşiyan'ını ziyaretettiğinizde, muhteşem bir Boğazmanzarasının yanı sıra XIX. yüzyıla aitçok nadir bir mimariyle dekarşılaşacaksınız.
... İste en güzel müjde,
düşlerdeki gelecek çağlara,
İşte gerçek özgürlük insanlara:
Ne savaşçı, ne savaş, ne istila,
ne saldırı, ne saltanat, ne eşkıya,
ne ezen, ne ezilen, ne de yakınan,
ben benim sen de sen; ne tapan ne tapılan!
Tevfik FikretTarih-i Kadim (Eski Çağlar Tarihi, 1905)
NURAY MESTÇI
Bebek sırtlarından Bo-ğaziçi Üniversıtesi'ninbahçe duvarlarına doğ-ru dik bir yokuş çıkar.Yeşillikli dar yokuş,
geçmişte Tevfik Fikret'in yoldaşıolmuş, kimbilır kaç sevinçli, kaçhüzünlü anını bu yokuşla pay-laşmıştır. Hayatının son on yılı-nı geçirdiği ve de şairin çok sev-diği ev, işte bu yokuşun sonun-dadır.
Şairlik kadar ressamlıkta dausta olan Fikret, bu evinin plan-larını kendi elleriyle çizmiş veyapım aşamalarında da katkıdabulunmuştur. Tevfik Fikret'inbüyük özenle yaptırdığı ve 'Aşi-yan' yani 'Yuva' adını verdiğievi, geçirdiği son restorasyonlabirlikte, 'Aşiyan Müzesi' adıyla,tertemiz, pırıl pırıl haliyle ziya-retçilerini bekliyor.
Tevfik Fikret ve kimi başkaedebiyatçılara ait çok özel eşya-ların yer aldığı bu müzenin ay-rıntılarına geçmeden önce, 'UstaŞair'in yaşantısına kısaca gözatalım: Büyük Usta Tevfik Fikretgünümüzden 133 yıl önce, 24Aralık 1867 tarihinde İstan-bul'da, Aksaray'ın Kadırga sem-
tinde doğdu. 12 yaşındayken ök-süz kaldı, 1888'de GalatasarayLisesi'ni (Mekteb-i Sultaniye) bi-rincilikle bitirdi. Öğretmenleriarasında Muallim Naci, Reca-izade Ekrem gibi dönemin seç-kin hocaları vardı. Şiire öğrenci-lik yıllarında başlamıştı, ilk şiiri-ni 1883 yılında yayımlamıştı.Çok genç yaşta şiirlerini kalemealan Fikret, bu dönemde tüm iç-tenliğiyle, sonradan karşı çıka-cağı, padişaha ve dine inanmıştı.
1892 yılında, okuduğu Gala-tasaray Lisesi'nde öğretmen ol-du. Dört yıl sonra ise Servet-iFünun dergisini yönetmeye baş-ladı. Bu dönemde genellikle sev-gi ve doğa üzerine şiirler kalemealdı. Bu eserlerinin arasında;
1 1 4 . Popüler TARİH I Aralık 2000
FOTOĞRAFLAR: VURAL YAZıCıOĞLU
Hasta Çocuk, Balıkçılar, Nesrin,Ramazan Sadakası ve Verin Za-vallılara sayılabilir. Sonraları,çekilen acıların ardında toplu-mun acılarının bulunduğunufark etti. Geçirdiği gelişmelersonrasında, inançlarından uzak-laştı ve bir dönem boşlukta kal-dı. 1900 tarihinde Servet-i Fü-nun'dan ayrıldı.
'Esas Tevfik Fik-ret' 1901 yılında kale-me aldığı Sis şiiriyleortaya çıktı. Artık'sızlanan' Fikret'in ye-rini, soran, cevaplararayan Fikret almıştı.Sis'i Tarih-i Kadim ta-kip etti. Bu çalışma-sında açık bir biçimde
Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat)Türk Edebiyatı'nda, 1896-1901 tarihleri arasında gelişen yenilikçi bir
akımdır. Temsilcileri Servet-i Fünun dergisinde bir araya geldikleri
için, bu dönem Servet-i Fünun Edebiyatı adıyla da anılır. I I .
Abdülhamid döneminin ağır siyasal koşulları içinde ortaya çıkan
Edebiyat-ı Cedide şairleri, toplum sorunlarıyla ilgilenmeyip, 'sanat
sanat içindir' ilkesini benimsediler. Edebiyat-ı Cedide'nin şiir
alanındaki başlıca temsilcileri: Tevfik Fikret, Cenab Şahabeddin,
Hüseyin Siret, Hüseyin Suat, H.
Nazım (Ahmet Reşit Rey), Ali Ekrem
(Bolayir), Süleyman Nesip,
Süleyman Nazif, Faik Ali (Ozansoy)
ve Celal Sahir (Erozan)'dır; düz yazı
alanındaki temsilcileri ise Halit Ziya
Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin
Cahit Yalçın, Ahmed Hikmet
Müftüoğlu, Saffeti Ziya ve Ahmed
Şuayb'dır.
Planlarınıkendisininçizdiği Aşiyan'ıTevfik Fikret,1905 yılındayaptırtı.19 Ağustos1915'te vefateden ünlü şairönce Eyüp'dekiaile mezarlığınasonra da1961'in Aralıkayında,Aşiyan'dakikabrinegömüldü(küçükfotoğraf).
Popüler TARİH I Aralık 2000 . 1 1 5
AşiyanMüzesi'nin'Edebiyat-ıCedide'bölümü,yapının birincikatında yeralıyor (üstte).Yatak odası dadahil, müzeninTevfik Fikret'eait bölümleri,ikinci katta.
gelenekleri ve dinsel anlayışlarıtartışarak insanı ve aklı yüceltti.
Fikret, özgürlük rüzgarıylagelen İkinci Meşrutiyet'i MilletŞarkısı ve Doğan Güneş ile se-lamladı. Hatta Rücu'yu yazarak,Sis şiirini yazdığına pişman ol-duğunu dahi belirtti. Ancakumutları çabuk kırıldı. HüseyinCahit ile Tanin gazetesini çıkar-dı. Fakat gazetenin, hak ve öz-gürlükleri kısmaya yönelen İtti-hat ve Terakki'ye yaklaşmasıüzerine, buradan ayrıldı. 1910yılından itibaren de Robert Ko-lej'de öğretmenlik yapmaya baş-ladı.
Robert Kolej'in bahçe duva-rına yakın bir yerde, tasarımınıFikret'in kendisinin yaptığı ev,1905 yılında inşa edildi. Bura-dan, Boğaz'ın mavi sularını, kar-şı yakanın doyulmaz güzellikle-rini seyrederken Fikret, bambas-
ka bir ilham bulduğunu söylerdi.Aşiyan, kagir bir zemin kat
üzerinde iki ahşap katı olan, üçkatlı küçük bir ev. XIX. yüzyılınsonuna doğru Avrupa'da görü-len amatör ve kişisel tasarımürünü, kırsal karakteri belirginküçük konut yapımının Türki-ye'de bilinen ender birkaç örne-ğinden biri. Aşiyan, 1940 yılındaFikret'in eşi Nazime Hanım'dan
satın alınarak kamulaştırılmış.Dönemin Vali ve Belediye Baş-kanı Lütfi Kırdar burada bir'Edebiyat-ı Cedide Müzesi' kur-durmuş. Edebiyat-ı Cedide ya-zarlarına ait eşyalar ve belgelerbu binada toplanmış.
Müzenin Edebiyat-ı Cedidebölümünü yapının birinci katıoluşturuyor. Bu bölümde Abdül-hak Hamid'e ait 378, diğer Ede-biyat-ı Cedidecilere ait 22 olmaküzere, toplam 400 parça eşyabulunuyor. 1959 tarihinde ŞairNigar Hanım'ın kitapları ve ar-şivi de müzeye eklenmiş, bueserler yine birinci katta, ancakayrı bir odada sergileniyor. Ni-gar Hanım'ın kütüphanesininburaya taşınmasından sonramüze, 'Aşiyan' adını almış. Bukatta ayrıca Hamid'in kütüpha-nesine ait 120 eser de ciltlenmişolarak yer alıyor. Üst kat tama-miyle Tevfik Fikret'e ait eşya veeserlere ayrılmış.Büyükşehir Belediyesi'ne
bağlı olan müzeyi pazartesi-
perşembe günleri hariç,
09.00-17.00 saatleri arasında
ziyaret edebilirsiniz.
Tel: 0 (212) 263 69 86
KISA... KISA...
Cenap Şahabeddin MüzesiYazarın Bakırköy Milliyetçi Sokak'taki evi, süre gelen dava nedeniyle
harabeye dönmüş bulunuyor. Yasal sorunlar çözüldükten sonra
Bakırköy Belediyesi, Cenap Şahabeddin'in evini müzeye dönüştürmeyi
planlıyor.
Sanal müzeler açılıyorNew York Güzel Sanatlar Müzesi ve Londra'daki Tate Galeri, sanal
ortamda ziyaretçileriyle buluşmaya hazırlanıyor. M0MA-Tate.com,
2000 yılının sonunda hayata geçiyor. Bu siteden müzelerin
kataloglarına, konferanslara, baskılara, posterlere, fotoğraflara,
orijinal tasarım eserlerine ulaşmak mümkün olabilecek. New York ve
Londra'daki 'gerçek' müzeler ise elbette ki yerlerinde durmaya devam
edecekler!
Kadınlar MüzesiABD'nin Teksas eyaleti Dallas kentinde geçtiğimiz günlerde, bir
'Kadınlar Müzesi' açıldı. Müzede, bugüne kadar kadınların spor, sanat,
bilim, sağlık, din ve iş hayatı gibi konularda yaptıkları önemli
çalışmalar ve verdikleri mücadeleler konu ediliyor. 30 milyon Amerikan
dolarına mal olan müzenin kurucusu ise Cathy Bonner.
1 1 6 • Popüler TARİH/ Aralık 2000
BURÇ
Osmanlı'dayay: KavsKavs burcu insanları, genel olarakhamel (koç) burcunda doğaninsanlarla daha iyi anlaşır. Kavsinsanı; öğretmen, vaiz, ressamolmaya yatkındır.
METIN AND
una 'Burc-u Keman,Han-ı Keman' da deni-lir. Edebiyatta çok ge-çer. Müşteri gezegenive ok ile ilişki kurulur.
Otuz bir yıldızı vardır. Yıldızla-rın iki kümesine 'Ne'ayim-i vari-de' ile 'Ne'ayim-i sadire' denir.Bir yıldızın adı da 'Mürvi'dir.Kamer bu burca gelince hama-ma gitmek, kimya ile ilgilenmek,doğan avlamak, cinsel ilişkidebulunmak, bina yapmak, ilaç iç-mek, düşmana mektup yazmak,düşmana saldırmak olumlu yo-rumlanmıştır. Minyatürlerde ya-rısı insan, yarısı at, elinde ok veyay tutan bir canlı ile gösterilir.
Kavs burcunda doğanlar iri,bedeni uvum-
lu, kalçaları gelişkin,uzun ve beyaz yüzlü,açık mavi veya ela göz-lü olurlar; vaktindenönce saçları tepedendökülür, kumral saçlıdırlar.
Bu burcun insanları, genel-likle sağlıklıdırlar. Ama göğüshastalıklarına yatkındırlar, be-den eğitimi, açıkta yürüme ilesağlıklarını korurlar; kritik yaş-ları 36 ve 40 yaştır.
Kavs burcunda kasımın sonon gününde doğanlar baskıya,etkiye, zora başeğmezler, çok potkırarlar, boşboğaz olurlar. Ara-lık ayının ilk on gününde doğan-lar ise, felsefe, din tartışmaların-dan hoşlanırlar, şendirler. 10-20Aralık günleri arasında doğanlariradeyle hareket ederler, soğuk-kanlı ve zeki olurlar.
Bu burçla ilişkili olan 'Müş-teri' gezegeni ise; barışı, dingin-liği, ahlakı, sevgiyi, merhameti,hak ve adaleti simgelemektedir.Bu uğurlu gezegenin etkisi altın-da doğanlar umutla dolu, içten vesadık, temiz kalpli, yüce gönüllü,hayır sahibi olurlar.
Osmanlı'da burçadlarıKoç Hamel
Boğa Sevr
İkizler Cevza
Yengeç Seretân
Aslan Esed
Başak Sümbüle
Terazi Mizan
Akrep Akreb
Yay Kavs
Oğlak Cedi
Kova .Devi
Balık Hut
Bu sayfada kullanılan minyatürler,iki kaynaktan sağlanmıştır: LondraBritish Library ve Topkapı SarayıMüzesi arşivleri, üstteki minyatürMetaliül Saade, BN suppl. turc 242,soldaki minyatür ise İkd al-Cuman fiTarih Ehl ez-Zaman, TSM B 274dipnotuyla kayıtlıdır.
Kahramanmaraş olayları
1978yılında Kahramanmaraş'ta, Alevi-Sünni ayrımının körüklenmesi
sonucu başgösteren ve 5 gün süren olaylar, bir sinemanın bomba-lanmasıyla başlamıştı. Sinemada biri ağır 7 kişi yaralandı. "Alevikomünistler sinemaya bomba attı" söylentisinin yayılmasıyla top-lanan kalabalık, CHP İl Merkezi'ni, TÖB-DER binasını ve PTT'yi
taşlayarak camları kırdı. Oysa daha sonra yapılan soruşturmada sinemayabomba atan kişinin, 'sağcı' olduğu ileri sürüldü. Kentteki sağcı grupların, bom-balama olayından sorumlu tuttukları iki öğretmen, 21 Aralık gecesi evlerine gi-derken vuruldu; vurulan öğretmenlerden Hacı Çolak olay yerinde ölürken,Mustafa Yüzbaşıoğlu ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.Öğretmenlerin cenaze töreni sırasında da, 'Komünistlerin ve Alevilerin bu cami-de namazları kılınamaz' diyen kalabalık, taş ve sopalarla cenaze alayına saldır-mıştı. Çıkan çatışmadan sonra bir açıklama yapan vali, olaylarda biri taşla, di-ğeri tabanca mermisiyle olmak üzere, iki kişinin öldüğünü, 39 kişinin yaralan-dığını ve çoğu solculara, Alevilere ait 300 işyerinin tahrip edildiğini bildirdi. Buolayı izleyen 23 Aralık sabahı, 'Müslüman Türkiye', 'Ordu Millet Elek' diyebağırarak yürüyüşe geçen silahlarla donanmış sağcı gruplar; aralarında CHP,TİP, TSİP, TÖB-DER, POL-DER de olmak üzere, Alevilere ve solculara ait bir-çok binayla işyerini ateşe verdiler. Öğleden sonra, uzun menzilli silahlarla Ale-vi mahallelerine saldıran grup, zaman zaman askerlerle de çatıştı. Olaylar son-rasında ölü sayısının 105'e ulaştığı açıklandı. TBMM, hükümetin önerisi üzeri-ne 13 ilde sıkıyönetim uygulamasını kabul etti. Kahramanmaraş katliamının sa-nıkları, uzun yıllar sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandılar. 803 sanıktan330'u için idam istendi, 13'ü idam hükmü giydi. Cezalar 1988'de kesinleşti.
Kahramanmaraşolaylarında 105 kişi
hayatını kaybetti. Dehşetdolu saatlerin ardından
kent harabeye döndü.
1 2 2 • Popüler TARİHİ Aralık 2000