tasawuf osman...tasawuf İlıili ve akademik araştırma dergisi issn 1302-3543 İmtiyaz sahibi ·...

80
tasawuf ve Akademik Dergisi ISSN 1302-3543 Sahibi · Bayram Hasan Editör Hakem Kurulu Mustafa Mehmet Dilaver GÜRER, Mustafa KARA, M. Erol KILIÇ, KONDR, Turan KOÇ, Mustafa TAHRAU, Osman TÜRER, Süleyman ULUDAG, Erhan H. YILMAZ, YÜCE Genel Yönetmeni Ali ÇINAR Kurulu Mustafa (Sorumlu), Baki ADAM, Mehmet A YCAN, DAGCI, GÜNGÖR, Sabri Mehmet Mehmet PAÇACI, SARIÇAM, Ahmet Nedim ÜNAL, Ali YILMAZ Merkezi 1 Prof. Dr. ilahiyat Fak. Ankara Tel. (0 312) 212 68 00/229 Web Sitesi e-posta Dizgi / Teknik tasavvuf Kapak Sarakusta o 312 468 96 90 o 212 671 07 00 tasavvuf ve Akademik Dergisi bakem/i bir dergi dir. Dergi ye gelen sorumludur. dergiye aittir. izin olmadan, hiçbir ya da tamamen Gelen iade edilmez. ayda bir 5 13 2004 15.000.000 11.. (KDV Dahil)

Upload: others

Post on 29-Jan-2020

7 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi

ISSN 1302-3543

İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına

Hasan BAYRAı'vl

Editör Etheın CEBECİOGLU

Hakem Kurulu Mustafa f..ŞKAR, Etheın CEBECİOGLU, Mehmet DEMİRCİ, Dilaver GÜRER,

Mustafa KARA, M. Erol KILIÇ, Hiınınet KONDR, Turan KOÇ, Mustafa TAHRAU, Osman TÜRER, Süleyman ULUDAG, Erhan YETİK, H. Kaınil YILMAZ, Abdülhakiın YÜCE

Genel Yayın Yönetmeni Ali ÇINAR

Yayın Kurulu Mustafa AŞKAR (Sorumlu), Etheın CEBECİOGLU, Baki ADAM,

Mehmet AKKUŞ, İrfan A YCAN, Şaınil DAGCI, Zülfıkar GÜNGÖR, Sabri HİZMETLİ, Mehmet ÖZDEMİR, Mehmet PAÇACI, İbrahim SARIÇAM,

Ahmet Nedim SERİNSU, İdris ŞENGÜL, İsınail Hakkı ÜNAL, Ali YILMAZ

İdare Merkezi 1 Yazışriıa Prof. Dr. Etheın CEBECİOGLU AÜ ilahiyat Fak. Beşevleri Ankara

Tel. (0 312) 212 68 00/229

Web Sitesi www.tasavvufdergisi.coın

e-posta [email protected]ın

Dizgi / Teknik Hazırlık tasavvuf

Kapak Tasarım Sarakusta

o 312 468 96 90

Baskı

Erkaın Matbaası

o 212 671 07 00

tasavvuf İlın! ve Akademik Araştırma Dergisi bakem/i bir dergi dir. Dergi ye gelen yazılardan yazarları sorumludur. Yayın hakları dergiye aittir. Yazılı izin olmadan, hiçbir şekilde kısmen

ya da tamamen çoğaltılaınaz. Gelen yazılar yayınlansın, yayınlanmasın iade edilmez.

Altı ayda bir yayımlanır. Yıl: 5 Sayı: 13 Temmuz-Aralık 2004 Fiyatı 15.000.000 11.. (KDV Dahil)

Page 2: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

Osman Türer:

"Tasavvuf insanın kendisini, varlığı ve Allah'ı keşfetme gayretinin bir ifadesidir."

-Bismilltibirrabmanirrabfm. Mubterem Hocamız, önce bayatı­nızdan bahseder misiniz? Çocuk­luğunuzdan, ·aile bayatınızdan. ..

-EüzübilHihimineşşeytanirra­

clı:n, Bisrnillahirralunanirrahlm. El­hamdü lillahi Rabbi'l-aleı:nln. Ve's­salatü ve's-selamü ala Rasülina Mu­

hammedin ve ala alihi ve sahbilu

ecmaln.. Aziz rnisafırlerim, değerli kardeşlerim. Cevaba geçmeden

önce size hoş geldiniz diyorum. Er­

zurum'a şeref . verdiniz. Bizleri memnun ettiniz. İnşallah emekleri­niz boşa gitmez, geldiğinize değer

ve bu yapacağımız sohbet hayırlara vesile olur. Erzunım, gördüğünüz gibi Ana­dolu'nun ücra bir köşesi sayılır. Dalıa bu mevsimde, kış havası hissedilmeye baş­ladı. Bizler burada biraz merkezden uzak olmanın dezavantajını yaşıyoruz. So­

runuza gelince, bendeniz Mersin'in Silifke ilçesinin Kavak köyi.i.nde dünyaya

gelrnişim. Kavak köyi.i., Toros dağlannda Silifke'ye alimış kilometre uzaklıkta, 1300-1400 m civannda rakımı olan, genellikle ardıç ormanının hakim olduğu,

kırsal bölgede ücra bir Anadolu köyi.i.,. Silifke'nin yaylası olan doğup büyi.idüğüm

yer, kış şartları hakim olan, Akdeniz salıilinden yaylaya çıkılan bir yöredir. Kışın kar yağar ve uzun süre kalır. Kısacası, her ne kadar Silifkeli de olsam, aslında bir yayla çocuğuyum. Salıille alakam yok Çocukluğum ilkokulu bilirineeye kadar

tamamen köytimüzde geçti. Köyi.in dışında hiçbir yere çıkma inıkanım olmadı.

Page 3: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

518 tasauvuf

-Yörük asıllı mısınız hocam?

-Tabii. Toroslar boyunca Akdeniz bölgesipde meskun olan insaniann yerlile-

ri genellilde Yörük'tür. Siz de Akşehirli olduğunuza göre, belli ki aynı yörenin in­

sanlanyız. Köyiimüzden bahsetmişken, bazı hususlan hatırlatayım: Bizim köyii­

müz, Akdeniz bölgesinde ve İç Anadolu'ya yakın bir köy olmasına rağmen, as­

lında yeni yeni kalkınınışlık düzeyine ulaşan, elektriğe bundan on dört on beş

sene önce kavuşan, üç dört sene önce içme suyu şebekesi kurulan, yolu belki

bundan sekiz-on sene önce yapılmış olan ücra bir Anadolu köyii. Köyiimüzün

geçim kaynağını kısmen tanmcılık, kısmen hayvancılık, kısmen bağ, bahçe, seb­

zecilil{· oluşturmaktadır. Böyle, kıt kanaat geçinen bir köy görünüm ünde. 150-

200 hane civarında orta büyiiklükte bir Anadolu köyii. Benim çocukluğumda

köyiimüz, her ne kadar dışa kapalı da olsa, daha bir canlı, daha bir hareketliydi.

Mesela ben ilkokulda okurken, bu malınırniyete rağmen yiiz civannda talebe

bulunur, dört beş tane de öğretmen olurdu. Son yıllarda ise on kadar öğrenci ya

bulunur ya bulunmaz oldu. O yüzden de okul kapatıldı ve çocuklar "taşımalı"

usulle komşu nahiyeye gidip geliyorlar. O zamaulU öğretmen tayin usulleri, dev­

letin bu konudaki politikası köyleri pek ihmal etmiyordu. Askerliğini öğretmen

olarak yapan kişiler, öğretmen olarak gelebiliyo_rlardı. Demek istediğim, o gün­

lerden bu yana, bildiğiniz Anadolu'daki köyden şehre göç olayı bizim köyiimüz-.

de de canlı bir şekilde yaş'\nmıştır. Bu özelliklerine rağmen, eskiden o yörede

"hocalar köyü" diye anılırmış. Çünkü medrese usulü okuyan kimseler eksil{ ol­

mazıruş. Cumhuriyet döneminde de, okuyankimsel erin en ÇGk çıktığı köylerden

biri durumundadır. Köylümüz olan bir emekli öğretmenin, "köyiimüzün yetiştir­

diği insanlar rahatlıkla bir ili yönetecek durumdadır" dediğini hatırlıyorum. Yaz mevsiminde ise köyiimüz, yayla olduğu için oldukça kalabalıklaşır ve

şenlenir. Ama güz geldikten sonra, genelde çocuklanın okula kayıt ettirenler, ça­

lışmaya gidenler vs. köyden aynlırlar ve kışın köy iyice ıssızlaşır. Ben bunları an­

latırken, esasında şunu ifade etmek istiyorum: Bizim köyiimüz ve civardaki ben­

zer köyler, uzun yıllar malınırniyet ve sıkıntılar çekmiştir, hala da çekiyor. Bella

o yörelerde hala suyu, yolu, elektriği olmayan köyler de vardır. Ama bizim in­

sanlanıruzın aklına, Anadolu'da mahrum bırakılmış bölge deyince, genelde Do­

ğu ve Güneydoğu Anadolu· gelir ve oranın insanlan hep şikayet ederler, şöyle

geri kaldık, böyle geri kaldık filan diye devleti suçlamaya kalkarlar. Böyle şika­

yetleri bizim oralarda görmezsiniz. Ne kadar fakir de olsa, geri de kalmış olsa,

devletten şikayet etmek, yöneticileri suÇlamak çok fazla akıllanna gelmez. Yani

bizim köy ve o yörenin insanlannda devletiyle barışık ve ona güvenen bir insan

yapısı var. Anadolu'nun birçok yerinde böyledir malum. Sadece Toroslar'da de­

ğil, Karadeniz bölgesinde, İç Anadolu'da, belki batıda bile böyle malınırniyet

içerisinde nice bölgeler vardır ama, asla devletini suçlamayı düşünmez.

Page 4: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile ınıi/iikat 519

Evet bendeniz böyle bir köyde dünyaya gelip büyüdüm. Biraz önce Yörük

müsün üz diye sordunuz. Yörüğüm. Anam beni bir kıl çadırda dünyaya getirmiş. Bilirsinizdir, köylü aileler bahar gelince köyi.in dışındaki tarlasına koyunuyla, ke­

çisiyle çıkar, çadırını kurar ve kış yaldaşınca tekrar köye dönerler. Yakın zama­na kadar bizim köyde de öyle yapılırdı. Ama son zamanlarda bu gelenek hüyi.ik çapta terk edildi. Eskiden yaz gelince köyde kimse kalmazdı. Her aile iki, üç ve­

ya beş km. mesafede, köyi.in etrafındaki tarlasına hayvaruyla çıkar, kıl çadırını kurar ve bir iki ay içerisinde birkaç tane de yer değiştirir. O kıl çadırlan taşıması

kolaydır. Ben de ağustos ayının sonlarında bir harman mevsiminde, böyle bir kıl çadırda dünyaya gözlerimi açmışım. Annem Yörük kadını. Bir taraftan ev işleriy­

le meşgul oluyor, bir taraftan babamın işlerine yardımcı oluyor. Yanında yardım

edecek kimse yok. Harman mevsiminde böyle bir tarla ve hamıan işinde uğra­şırken sancılaruyar zavallı kadın ve ebe filan yok, hastane şartları yok, kendi

kendisine biz dünyaya geliyoruz. Derken evde bir gün ya duruyor ya durmuyor, tekrar elini kolunu sıvıyor, aynı işlere devam ediyor. İstirahat etmek filan müm­kün değil. İster istemez, çünkü şartlar onu gerektiriyor. Bizi sırtına yi.iklüyor, ta­

bir yerindeyse sırtına bağlıyor, -bizde "sırtına hop etmek" derler, yani sırtına ip­le bağlamak- ondan sorıra işine devam ediyor.

Bizim ailemiz başkasına muhtaç olınayan, ama zengin de sayılınayan, köy

şartlarında kendi yağıyla kavrulabilen bir aile idi. Bahsettiğim gibi kısmen hay­vancılık, kısmen tanm, kısmen biraz kendine yetecek kadar sebze vs. işleriyle

geçinip giden bir aile. Babam bundan iki sene önce dar-ı bakaya irtilial eyledi. -Allah rahmet ey/esin. -Allah razı olsun. Babam üç sene ilkokul okumuş. 1918 doğumlu. O günün

şartlarında okuma imkanı zaten yokmuş. Yani o kadar okuması bile bir şans di­yebiliriz. Ama kendisi, hani "ümml" tabir edilen, okurnamasına rağmen ilınin kıymetini anlayan, "keşke imkanım olsa da okuyabilseydim" diyen bir insandı.

Kendi işinde gücünde, kendine göre birtakını prensipleri olan, inancı bütün, kimseye zararı doh."Urunayan, hallnı-selim bir insan.

-Derviş gönüllü bir insan.

-Evet, öyle diyebilirim. Hani "Allah adamı" derler ya, öyle bir tip. Köyde de,

o yönüyle belki parmakla gösterilecek cinsten bir insandı. Mesela herkes kahve­ye gider ama o hiç gitmez! gitseydim diye aldına bile gelınezdi. Sigara dahi iç­mez, herhangi bir kötü alışkanlığı yoktu. Böyle hallı:n-sellı:n bir insandı. Çok faz­

la konuşmayı da sevmezdi. Kur'an-ı Kerlı:n okumasını kendi kendine öğreruniş:­ti. Herhangi bir hocanın dizinin dibine oturup da okuma imkanı olmamış.

-Validen iz· hakkında hatırladıklarmız?

-Annem de aynı köyden. O Sağ elhamdülillah. Yine o da sadece illmkulu

okuyabilıniş. Okı.ıma yazmayı biliyor ama, tabi ondan sorıra bu işlerle uğraşma-

Page 5: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

520 tasavımf

dığı için ümm1 diyebileceğimiz bir köy kadını, ev hanımı. Ama bahsettim ya, ev

hanımı olmak, bizim oranın şartlannda bir hayli zor. Hem ev hanımı hem tarhi hanımı, bağ bahçe hanımı demek lazım.

-Kadın çalışır, kocası kabvede otunu~ bu sizde söz konusu mudur, bocam? -Hayır, ama istisna! de olsa, kahveye düşkün olan, kahvede vaktini geçiren,

evde daha çok kadın çalışan tipler vardır. Fakat bizim ailede, olabildiği kadar her iş müşterekti. Annem, kadın haliyle hem kadın işini, hem erkek işini üstlenirdi. Babam sadece erkek işlerini yapar, annerne çok fazla yardımcı olamazdı. Annem gece yarılarında kalkar, evin işlerini yapar, ekmeğini, yemeğini pişirir, yayığını yayar, sabah erken saatte işe gidecek erkeğin veya ev halkının yemeğini hazır­lar. Kendisi de gündüz babamla beraber tarla işlerinde çalışırdı.

-Yörı"lkler çalışkan olur bocam. -Evet öyle. Annem o manada hakikaten çok çile çekmiş bir kadındır. -Kaç kardeşsiniz bocam? -Biz dokuz kardeşiz. O şartlarda dokuz çocuk dünyaya getirmiş annem. Bun-

lann üç tanesini ben tanımadım. Küçükken vefat etmişler. Ben beşinciyim. Ben­den küçük daha üç kardeşim vardı. Bunlardan iki tanesi de, abiarn ve benden küçük bir biraderim, buridan altı sene önce peşpeşe rahmetli oldular. Abiarn bir kalp krizi neticesinde, ondan bir ay sonra, Fen Bilgisi öğretmeni olan biraderim de bir trafik kazası sonucu Rahmet-i Ralunan'a kavuştu. Şu anda dört erkek kar­deş hayattayız. En büyükleri benim.

-Onlar okumuş mu? -Onlann, bir tanesi yine lise öğretmeni, matematikçi. Bir tanesi İmam-Hatip

mezunu. Sonra okuma fırsatı olmadı, şu anda Mersin'de imamlık yapıyor. Bir ta­nesi de liseden sonra devam edemedi ve pedere yardımcı olma düşüncesiyle köyde kaldı. Annem onun yanında sayılır. Bazen diğer biraderlerin, bazen de bi­zim yanımızda kalır ama, yaz mevsiminde özellikle köyde kalmayı tercih eder.

-Oradan kopamıyor, değil mi? -Koparnıyor, bilirsiniz ne kadar da eviadı olsa, analar ve babalar, onların yanın-

da rahat edemiyor. Kendi ocağında bulunmayı tercilı ediyorlar. Annem de öyle. Annem çile çekmiş bir kadın demiştiın. Biz bugün onların çektilderine tahammül edebilir miydil{ biİmiyorum. Annem bazen: "Evladıın sen o kadar zor büyüdü~, bana o kadar sıkıntılar çektirdin ki, çok sık hastalanırdın, bir türlü durmazdın, avııtmak zor, bal<:acal{ kimse yok. Ben derdim ki: Şu çocuk bir büyüse, evden uzaldaşsa gitse de 'Nereye gitti acaba?' diye arkasından hayıflansam derdim." diye anlatır. Sonra da, "Sana git dediysem bu kadar da uzal( git demedim", diye takılır.

Bebekliğiınde ben sık sık hastalanırrnışım ve avutmak da zor olurmuş. Koyun sağılacak, iş yapılacak, bakacak kimse yok. Anlatırdı annem: "En nihayet çare bulamazdım, koyun sağarken ardıç ağacının gövdesine yönün bize bakar şekil­de iple bağlardım seni, o zaman biraz susardın." derdi.

Page 6: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 521

Ben küçüklüğümde dW konulara meraklı, okumayı seven biri iclim. Hatırlı­

yorum,. ilk aklım erdiği sıralarda, üç beş yaşlannda oğlak güderken, diyelim ki

bir ağaç kütüğü veya büyükçe bir taş gördüğümde, onun üzerine çıkar, elimi ku­

lağıma koyar, kendi bildiğim kadarıyla sesiice ezan olrurdum. Bir defasında böy­

le kendi kendime ezan okurken, babam haberim olmadan yaKınıma gelmiş, be­

ni dinlemiş, çok hoşuna gitmiş, memnun olmuş. Sonra yine o günün şartlarında,

kitap yok, dergi yok, okuyacak bir şey yok; herhangi bir yerde bir gazete veya

bir kitap parçasına rastlasam, orada ne yazıyor diye merak eder, dikkatlice okur,

bir şeyler öğrenmeye çalışırdım. Babam: "Biz okuyamadık, hiç olmazsa çocu~­

larımız olrusun, bütün imkanlarımı seferber edip orılann okuması için ne gere­

kiyorsa yapacağım, buna azmettim." derdi. Hakikaten de öyle yaptı. Ablamızın

dışında, sonraki beş oğlanın hepsini az çok okuttu. Onun şartlarında bizleri lise­

ye kadar okutınası bile bir başandır. O muradı bir bakıma yerine gelmiş oldu.

-Çocukluğunuza geçmeden önce köyün genel yapısından, yani d inf anlam­

da, insanf anlamda, sosyal anlamda yapısından söz etseniz. Dindar bir köy nıüydil mesela? Yetişme şartlannızın tespiti açısından ...

-Evet, bunu sorduğunuz iyi oldu. Bizim köy, bahsettiğim gibi Af?.adolu'nun

ücra bir köyü olmasına ve kuruluşu da bir buçuk iki asn geçmemesine rağmen,

eskiden "hocalar köyü" olarak bilirıirmiş. Sebebi de şu: Konya'ya gitmiş, veya

Mersin civarında, Silifke yöresinde bir şekilde az çok medrese tahsili görmüş ba­

zı insanlar varmış. Mesela onlardan bir tanesinin lakabı Sofu Hoca' dır. Sofu ho­

ca, bundan belki 70-80 sene önce yaşamış, Konya'da medrese tahsili yapmış,

icazet almış ve çoğu yazma olmak üzere, temin ettiği pek çok kitap ile, köy şart­

lannda oldukça zengin diyebil~ceğimiz bir kütüphane oluşturmuş. Ben daha

sonra o kitaplann kalırrtısına rastladım. Vefat ettikten sonra çocuklarından olm­

yan olmamış, o gelenek devam edememiş ve kitaplar sahipsiz kalmış. Zaman

içerisinde etraftan gelenler bir şekilde peyderpey o kitapları seçip götürmüşler.

Bir kısmını da her türlü dW tedrisatın yasaklandığı dönemde ya yakmışlar veya

mezarlıkta toprağa gömmüşler.Talebeliğim döneminden hatırlıyorum, hala o ki­

taplardan kalarılar vardı ama çok fazla orijinal olmayan kitaplardı. Birçoğu da

bakırnsızW<: ve ilgisizlikten tahrip olmuştu. O kitaplardan birkaç tanesini ben de

hatıra olarak hala saklarım. Yani, ücra bir köy olmasına rağmen, ilimle alakası

olan, az çok okuyan kimse yetiştirmiş bir köy görünümünde olduğu için, ~'hoca­

lar köyü" derlermiş o civarda. Fakat Cumhuriyet döneminde malumunuz Os­

manlı dönemindeki o okuma düzeyi, ilme olan merak vs. bizim oralarda da bir­den azalmış, hele hele din1 eğitim noktasında tam bir inkıta söz konusu olmuş.

Ne zamana kadar? 1950'li 1960'lı yıllara kadar.

-Bu biraz da bem baif inkılabı, bem de devletin ilk dönemdeki dine yakla­şınıma halk tarafından mesajeli yaklaşılması ile alakatı galiba.

Page 7: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

522 tasavvuf

-Bu hususta kesin bir şey söylemek zor ama, şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Yeni harfler kabul edilmeden önce bizim köyüroüzde okuma yazma oraru hayli yüksekmiş. Osmanlıca yazıp okuyabilen insanlar çokmuş. Ama bu insanlar harf inkıHibından sonra yeni harfleri öğrenme fırsatı bulamamış. Okul yok, öğrenme fırsatı yok. Dolayısıyla okuma düzeyi otomatik olarak birden düşmüş. Yeni harf­lerle tekrar okuma düzeyini yükseltineeye kadar epey bir zaman geçmiş.

-Birkaç neslin devrilmesi gerekiyor yani. -Tabü, en azından bir-ila nesil geÇmesi gerekmiş. Ama buna rağmen, yine bi-

zim o bölgede köyümüz Cumhuriyet döneminde de okuyan insanın en çok çıktı­ğı köy olarak bilinir .. Bunun da sebebi şu: Az çok aklı eren, yetişen bir çocuk, köy şartıarım gördüğü için, ya orada kalıp o olumsuz şartlarda· çiftçi olup, kıt kanaat geçinmeye razı olacak, veyahut da bir şekilde okuyup hayatını kurtaracak. Böyle bir anlayış bütün gençlerde ister istemez oluşurdu. Beniın talebelik dönemirnde gelen hocalar da halukaten az çok ileriyi gören, çocukların okumasının ehemrni­yetini kavramış insanlardı. Dolayısıyla çocukları okumaya teşvik ederler, babala­rıru da ilma ederlerdi. Bu yüzden köyi.imüzde pek çok insan akümuş ve değişik Icademelere gelıniştir. Bunların arasında valisi var, Sayıştay denetçisi var, haltiıni, avukatı, öğretinı üyesi, doktoru var vs. Demek istediğim, köyüroüzde okumaya önem veriyorlar. Biraz da şartlar bunu zorluyor. Salili kesiıne baktığıruzda ise, me­sela Mersin' de, Siliflce'de, Erdemli' de, bella maddi düzey daha iyi, geçiın iınkanla­rı daha bol olduğu için, okumaya fazla yönelınedilderini görürsünüz.

-Dört buçuk yaşlannda oğlak güdüyordum, dediniz. Bir koyun giitmenin veya bir deve gütmeııin peygamberlerle alakasını biliyoruz hepimiz, sizin ha­yatıııızda bunun bir karşılığı oldu mu? İnsantarla ilişkiniz açısından, insan­lan yönetme anlammda karşılığı oldu mu sizde?

-Tabii o yaşlarda Peygamberimiz'in deve güttüğünü vs. bilmiyordum doğru­su. Muhaldcak insarun şuur altında birtakım duyguları yerleştirmiş olabilir Bunu bilinçli olarak yapmasaruz bile, bir oğlak gütınek, koyun ya da sığır gütınek, bunlar insana sorumluluk bilinci yi.ildüyor. Peygamberimiz'in buyurduğu gibi: "Hepiniz çobansınız". Neticede hepimiz çoban durumundayız. Ben onu çocuk­luk ve gençlik yıllarımda hayvanlara karşı fiilen yaşadım

-Yani şebir çocuklarına göre bir m1mız var. -Mutlaka. Daha küçük yaşta hayatın zorluklanyla karşı karşıya kalınak, o zor-

luldarı yakından tammak ve yaşamak, bunlar önemlidir. İnsaru pişiren, olgunlaş­tıran, geliştiren faktörlerdir, bunlar. Henüz ilimkul çağındayırn. Babam yalııız, yardımcısı yok. istiyor ki, bir an önce şu oğlan bir yetişsin, gücü yetsin de, şöy­le işin ucundan rutınaya başlasın. Herhalde 12-13 yaşlarındayken, karasaharun kulpuna beni soktu. İlk defa karasabanla çift sürmeye başladığımda, onun kul­pu boyurodan yi.iksekti. Gücüm yetıniyordu, bastırıyordum ki toprağa girsin. O şekilde toprağı sürmeye çalışıyordum.

Page 8: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 523

Hayvan otlatmaya giderdik Atımız vardı. Babam beni o ata bindirirdi, "hadi· oğlum sığırlarımızı otlat gel" derdi. At uysal da olduğu halde ona söz geçiremez­dim. Atın üzerindeyim ama atı ben idare etmiyomm, at beni idare ediyor. Yolda giderken istediği yerde ot yiyecek, istediği yerde bir ekinin kenanndan alacak, gönlü olduğu zaman devam edecek. Bu şartlarda büyüdük, bu şartlarda çocuk­

luğumuz geçti. -0 sırada size yönlendiren bir öğretmen var mıydı?

-Ben ilkokulda okurken, olmlda yüz kadar talebe olurdu. Karma sliilflar, dört ve beşler beraber, ild ve üçler beraber, birinci sınıf ayrı sınıfta okurdu. Sadece bi­rinci sınıfları okutan bir öğretmen olurdu, ona eğitınen denirdi. Diğerlerine öğret­men denilirdi bizinı zaınanımızda. Eğitmeniıniz bizim köydendi ve geçtiğinıiz se­ne rahmetli oldu. Allah rahmet eylesin ilk oktıınayı ondan öğrendik. Çok prensip­li, idealist bir insandı. Bize okumanın güzelliğinden, iyiliğinden bahsederdi. İyi öğretti. Daha sonra yine köyi.iınüzden olan Cemal Gönül isnıinde bir başka hoca­ınız, birkaç sene dersinıize geldi. O da çok prensip salıibi, disiplinli bir insandı. Sa­dece okulda değil, olmlun dışında, köyde talebelerini kollar, gözetlerdi. Ne yapı­yorlar, nerede oynuyorlar, derslerini yapıyorlar mı, kontrol ederdi. Biz ondan çe­kinirdilc Biraz disiplin, yani kerimtınaya dayalı bir usUlü vardı. Yalııız o tavrı bazı arkadaşlar üzerinde olumsuz tesir de yapmış olabilir. Ben bunu daha sonra anlı­yomın. Yani sevdirınekten ziyade korkuya dayalı, biraz disiplirıle işi götürmeye çalışan bir anlayışı vardı. Ondan başka hocalar da vardı. Bunlar Köy Enstitüsü ta­bir edilen okullardan çıkışlı hocalardı ama, bizirn hocaınız köy enstitüsü eğitimi al­ınış alınasına rağmen, dinini diyarıetini unutrnaınıştı. Ne de olsa köylü çocuğu, o ınanada bize çok olumsuz bir tesiri olınadı. Hatta ileride okumamızın faydasından filan bahsederdi bize. İlkokulda üç dört ayrı hocadan okuduk. O zamanın şartla­rında dört beş tane hoca olurdu köyde. Ben, ilkolmlda ild sene sınıfta kaldım. Bir tanesi gönüllü kalış, bir tanesi de hak ederek kalış. Üçüncü sınıftayken tembelliği­miz tutmuş. O zamanlar öyle bedavadan sınıf geçmek filan yok. Hak ederseniz ge­çeceksiniz. Hocalar da titiz. Tabiatıyla o sene sınıfta çal<:tık. Dördüncu sınıfa gelin­ce belki geçecekti!<:, ama babam dedi ld: "Bak sen, sınıfını geçebilecek durumda­sm, ama hacaya söyleyeceğim, özellilde bu sene seni sınıfta koyduracağım, teme­lin iyi atılsın, bunun faydasını görürsün." dedi. Hakil<:aten de öyle yaptı. Bir sene de dördüncü sınıfta öyle kaldılc Ama beşinci sınıfa gelince gerçekten de bunun faydası oldu. Olmlun gözde talebderinden alınaya başladım. O dönemden aklıın­da kalan özelliğim, yazıın gayet güzeldi. Sınıftald arkadaşlarını buna imrenirdi.

-Özel yazı çalışması yaptınız ını?

-Hayır. Ama belli ki kabiliyetim vardı. O sıralar okulda uysal ve uyumlu bir yapıya salıiptiın.

-Babanıza çekfiğinizi söylediniz zaten.

-Belld. Aslında annem de babam da yumuşak huylu idiler. Yalrıız nıizaç iti-

Page 9: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

524 tasavmtf

bariyle çok farklılardı. Babam, işi olunma bırakır, çok acele etmez, "nasıl olsa

olur" derdi Hani derler ya, "ağır takım", öyle birisi. Annem tam aksine tez canlı, aceleci, bir an önce iş oluversin diyenlerden. Fakat öyle hırçınlığı fılan da yok.

-0 dönemde camiyle ilişkiniz nasıldı? Mesela Kur'an-ı Kerim okumayı öğ- · renmiş miydiniz o yaşlarda? Yoksa İmam-Hatip'te mi öğrendiniz? - -İlkokul bitineeye kadar Kur'an-ı Kerlın okuma !J:nkarum olmadı. Babam da

belki o zaman tam bilmiyordu veya imkan olmadı. Ben Kur'an-ı Kerlm'i İmam­Hatip'e gittiğim zaman öğrendim. İlkokuldayken aklım erdiği zamanlarda bazen babamla birlikte camiye giderdik Namaz kılmasını taldidi de olsa yapmaya çalı­şırdık. Daha ilkokuldayken namaz sürelerini, dualannı öğrenmiştik. Bir ramazan dolayısıyla mı gelmişti; yoksa bir iki sene kalmış mıydı bilemiyorum, geçmiş gün, genç bir hoca gelmişti camiye. Sarışın birisiydi ve ona San Hafız derledi. Ben çoculduk yaşımda onun Kur'an okumasına, ezan okumasına çok hevesle­nirdim. Yani gözümde model bir kişi olmuş ve hani küçük çocuklara sorarlar, "büyüyünce ne olacaksın", diye. Bana da sorduldannda "San Hafız olacağım." dermişim. Hafız olmak nasip olmadı ama hiç olmazsa o mesleği devam ettirmiş olduk. Dini manada bir eğitim almasak bile, ilkokul çağlannda az çok dilli haya­ta karşı bir meylimin olduğunu söyleyebilirim. Mesela ilkokuldayken ramazan ayı tam kış aylarına denk gelmişti. O karda, kışta kıyamette, gazla yanan bir el fenerini alır, teravilı namazı için camiye giderdile

-Yakınlarmızdan kimler vardı sizi teşvik eden? -Şunu belki başta söylemem gerekirdi. Daha önce bazı hocalanmızla müla-

kat yaptınız. Oralarda da görüldü. Bazı insanlar, hani derler ya, "doğarken şans­lı doğar". Aile ortamı, bulunduğu sosyal çevre, babası, dedesi vs. açısmdan. Ya­ni adeta ilim ortamında doğar, çok kolay bir şekilde o ortamın havası içerisinde yetişir ve kendisini geliştirir. Ben, maalesef, bu yönden şanssız bir insan sayılı­nın. Köyümüzde, bu manada bize rehberlik edecek dilli eğitim almış kimse yok­tu. Ailemiz ümmi bir aile, akrabalarırnızdan böyle kimse yok. Dolayısıyla dilli eğitim açısından tamamen hasbelkader, o günün şartlarında kendi kendimize ne öğrenebildiysek, o kadar. Namazı kılacak kadar fılan. Onun dışında maalesef bir müsait ortamla yüz yüze gelmedik.

-0 zamanlar köyden birilerinin tasavvujla herhangi bir ilgisi var mıydı? Bu anlamda zihninizde kalan bir şey var mı?

-0 zamanlar bunu ölçüp tartacak irnkanımız zaten yoktu Ama şu anda bakı­yorum maalesef yokmuş! Bir tek, bahsettiğim o sofu hoca var, o da medrese tah­siliyapmış ama devamı gelmemiş. Köyde dilli eğitim adeta sıfırlanmış. Babamın çağında veya ondan daha genç olan, bizden önceki nesil, malumunuz Türki­ye'nin pek çok yerinde olduğu gibi dilli noktada tamamen calili bırakılmışlar.

-Kayıp nesil!

-Evet aynen öyle, kayıp nesil. Biz o neslin çocuklanyız. İlkokulu bitimıe aşa-

Page 10: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 525

masına geldiğimizde, babam, "oğlum inşallah seni olrutacağım." diyordu. Her ne kadar ikisene kaldıysak da aslında kabiliyetim vardı. Bunu babam da, hacalanın

da biliyordu. Biraz önce bahsettiğim ilkokul hocam, beni gözüne kestirmişti. Bir de şu özelliğim vardı: İlkokuldayken, kendi kendime zihinden problemler çöz­

meye çalışırdım. Derdim ki, "gelin bana bir problem sorun da çözeyim". -Analitik zekanın gelişmesi söz konusu. -İlkokul bitince, şimdi ne yapacağız, nereye gideceğiz, nerede okuyacağız

meselesi ister istemez gündeme geldi. Hocalarırnız, özellikle Cemal Gönül hoca­mız kendi yetişme tarzı gereği, bizim öğretmen okuluna gitmemizi, en kısa yol­dan hem okuyup öğretmen olup hem de bir meslek kazanıp hayata atılınarnızı arzu ederdi. O günün şartlarında belki, çok da normaldi bunu düşi.inmesi. Ama babam benim daha çok dlnl tahsil alınarnı isterdi. Kendisi zamanında alamarnış, onun ezikliğini çekiyor, eksikliğini hissediyordu. Hiç alınazsa çoculdarım dini eğitimle yetişsin arzusundaydı. Fakat nasıl gönderecek? Bizim köy Silifke'ye 60 km. Silifke'de İmam-Hatip yok, Mersin'de de yok, en yakın Adana'da var. Köyle Adana arası en azından 250 km. lik mesafe. O günün şartlarında ulaşım imkanla­n zor. Orada nerede kalacağız? Gönlünden İmam-Hatip'e göndermek istiyor. Benim de meylim o tarafa. Bir de, sağdan soldan, "Yahu İmam-Hatip'e gidip de ne yapacaksın, imam mı olacaksın, cenaze yıkayıcısı- mı olacaksın?" tarzında olumsuz telkinler var. Ama bir şansımız vardı, köyüroüzde bizden büyük üç ~­ne genç, daha önce İmam-Hatip'e girmişti. Bir tanesi daha sonra Konya Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi. Ben birdeyken o yedinci sınıftaydı. Yani altı yedi sene öncesinden girmişti ve köyde bir numune olarak İmam-Hatip'i temsil ediyordu. Çok da seviliyordu. Bir de bizden yine iki sene önce giden iki arkadaş daha var­dı. Bunlar İmam-Hatip nesli olarak bizim köyde bizden önceki örneklerdi.

-Yı/1964 mü? -64-65 eğitim yılı. Dolayısıyla onlardan da cesaret alarak biz İmam-Hatip'e

gitmeye niyedendile Bu arada öğretmen okulu için imtihanlar açılıyor. Ona da müracaat ettik. Öğretmenimiz imtihana girme ve başarma şansı olan dört beş ta­ne talebeyi seçmişti. Bir tanesi de bendim. Silifke'de imtihana girdik. Tabi! ka­zanmak da zor. imtihan olduk. imtihandan çıktıktan sonra Cemal hocamız, "Ka­zanırsa belki Osman kazanır, yoksa kimse kazanamaz." demişti. Tabi! takdir-i ilahi, hiçbirimiz öğretmen okulu imtihanını kazanamadık Kazansaydık, isteme­sek de kısa zamanda meslek sahibi olacağız diye bellti de gidecekille Kazana­mayınca o kapı kapanmış oldu ve artık İmam-Hatip' e gitmeye karar verdik. Ama hala, "Niye oraya gönderiyorsun, başka yere gönder." diye babama olumsuz tel­kinlerde bulunanlar da eksik olınuyordu.

-Maddf durumu nasıldı babanızın?

-İlk defa beni okııla gönderecekti. Zor şartlarda da olsa beni okutabilecek du-

rumda idi. Onu göze almış. "Sen yeter lti oku!" diyor. İmam-Hatip' e başlamadan

Page 11: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

526 tasammf

önce, Adana'ya gidişimiz tam bir macera. Babam Toroslar'ın temiz havasında, ta­

bil besinlerle beslenmiş. Yani teneffüs ettiği hava temiz, aldığı gıdalar tabii, saf gı­

dalar. Köyden dışanya çıkmamış, egzoz kolrusu duymamış bir Anadolu insanı.

Belki biraz da fizyolojik yapısı gereği, araba çok tutardı, perişan olurdu. Bu yüz­

den arabaya binrnekten hiç hoşlanmazdı. O günlerde ulaşım imkanı da çok zayıf.

Bizim köyden Silifke'ye gitmek için gece yansı kalkacaksınız. Eşyanızı hayvanla

6 km. mesafedeld nahiyeye getireceksiniz. Nalliyeden sabah namazı vakti bir ta­

ne kamyon Silifke'ye gider. Ona yetişrnek gerekiyor. Kasasına biniyorsunuz. Şo­

för mahalline kaç ldşi binecek? Biz de öyle yaptık. Bizimle beraber aynı dönem­

den bir arkadaş daha gitmeye karar vermişti. Onun babası, benim babam ve biz,

dört kişi gece yansı yolu ele aldık. Nalliye'ye vardık. Sabah vakti, sabah namazın­

dan önce. Kamyona bindile Allahu a'lem 55 lanJik yolu, beş veya altı saatte al­

dık. Yollar stabilize, bozuk. Kamyonun üzerinde, açık hava olduğu halde yine <;le

pederi sarstı araba. Silifke'ye yaklaştığı zaman biraz istifra etti. Fakat çok fazla sar­

sılmadı. Silifke'ye indik. Silifke'den minibüsle Mersin' e gitmek gereldyor, güz gü­

nü, henüz daha sıcak mevsim. O zamanın şartlannda, minibüsler de temiz değil,

çok pejmürde, kokusu ağır vs. Mersin'e gitmek üzere minibüse bindile Hiç unut­

muyorum, daha Silifke'den 10-15 km gittik veya gitmedi!<:, peder başladı istifra et­

meye. Benzi sarardı, araba tuttu, derken beni de tuttu. Başka yolcular da var. Bir

taraftan da malıcup oluyoruz. Ama ben, hiç olmazsa biraz - af buyunın - istifra

edince rahatlıyorum, şöyle bir kendime geliyorum. Ama bakıyerum peder çok fe­

na oluyor. Derken güç bela Silifke'den Erdemli'ye geldik Orada baktım babamın

benzi, sapsan geçnliş, adeta cenazeye dönmüş. Konuşacal<: hali yok. Minibüs ora­

da bir çeşmenin başında durunca, indil<: arabadan. O şöyle bir elini yüzünü yıka­

dı. Öbür arkadaşın babasına dedi ki: "Arkadaş! Ben burada kalıyorum, daha ile­

riye gidemem. İstersen götür bizim oğlanı da kaydettir, istersen bırak. Benim ya­

pabileceğim bir şey yok. Ben mahvoldum." Allah'tan babalı oğullu onları bari tut­

inuyor. Unutmadan söyleyeyim, o arkadaşırnın ismi Durhasan Serin'dir. İmam­

Hatip'ten sonra şimdi bizim bulunduğumuz Erzurum'daki İslam! İlimler Fakülte­

si'ni kazandı, mezun oldu. Şu anda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri öğretme­

ni olarak Silifke'de görev yapıyor. O amca, "Ne demek, sen rahatına bak, burada

biraz istifahat et. Kendine gelince buradaki tanıdıklardan birine gidersin, kendi­

ne gelince mernlekete dönersin." dedi. "Biz gidelim, bakalım Allah ne gösterir,

kaydettirmeye çalışınz." dedi. Pederi orada bıral<:tık, biz .devam ettik. Tabii beni

yine tutuyor ama artık o kadar perişan olmadık. Önce Mersin' e, oradan Adana'ya

vardık. İlk defa köyden çıkmışım, o saldn havadan bir şellir ortamına, gürültünün

içerisine. Sıcak da çok, su gibi terliyorum. Sıkıcı, acaip bir hal idi, lliç unutmuyo­

rum. Adana'ya vardık ve okulu bulduk. Müdürlüğe uğradık; oradald yetkili, "Hoş

geldiniz, buyurun amca." dedi. "Biz çocukları kaydettirmeye geldik, Silifke'nin

Page 12: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 527

köyünden geliyoruz." "İyi ettiniz, hoş geldiniz. Tamam, çocuklan kaydedelim,

ama bir tane veli bulmanız gerekir." dedi. "Sen bunlan bırakıp gideceksin. Bura­

da bir vellsi olması lazım bunlann. Eğer hocalardan birisini bulabilirseıiiz belki, o

velisi olur ve o iş halledilir." dedi. Adana'da aile çay bahçesi var, merkezi bir yer­

de. O çay bahçesine gitmemizi söyledi. "Orada bazı hocalar olabilir. Sorarsınız,

bir hoca bulursunuz, kabul ederse velisi olur, kaydettirirsiniz." dedi. Peki, dedik.

Çıktık oradan, öğle val<:ti vardık o çay bahçesine, sorduk: "Burada İmam-Hatip

hocalanndan kimse var mı?" Dediler ki, "İşte şurada bir hoca var." Vardık. Selam

verdile "Buyurun amca, hayırdır inşallah, nedi,r derdiniz?" dedi. "Siz İmam-Ha­

tip'te hocayrnışsınız herhalde?" dedi amca. "Biz çocuklan sizin olrula kaydettire­

ceğiz, ama veli lazımnuş. Dediler ki, orada herhangi bir hoca belki velisi olursa

kayıt yapa~ilirsiniz. Biz de geldik ve sizi bulduk. Eğer lütfedip kabul eder, bu ço­

cukların velisi olursanız kaydettireceğiz." O da, kulaldarı çırılasırı, herhalde yaşı­

yordur, Arif Kır isminde Anamur'lu bir hoca, zannediyorum meslek dersleri ho­

casıydı. Böyle deyince, o da sağ olsun, Allah kendisinden razı olsun, "Ne demek

amca, seve seve olurum." dedi. Artık o velimiz oldu, kaydı yaptık. Önce paralı ya­

tılı kalacağız. Parasız yatılı imtihanına girmemişille Okulun müştemilatı içerisin­

de pansiyonu var, orada kalacağız. Kayıt yaptınnca hemen okul başlamıyordu.

Tekrar köye döndük. Köyde bir süre kaldıktan sorıra okul açılınca geldil<: ve oku­

la başladık. Ama biz i& defa köyden ayrılmışız, küçük yaştayız. Düşünün ki on

ilu yaşında çocuk. Hiç gurbete çıkmamış o yaşlarda. Haberleşme imkanı yok.

Mektup, kırk yılda bir ya gelir ya gelmez. Uzak yere, gurbete gidiyorsun uz. O ço­

culduk anlarında yaşadıidarımı şimdi hatırlıyorum da, halukaten zordu. Bayağı

güçlük çektik. En azından birkaç hafta geçip alışırıcaya kadar. Allah'tan ki o bah­

settiğim üst sıruftaki bizim köylü çocuklar biraz destek oluyordu. O zaman son sı­

nıfta olan Mehmet Yüksel ismindeki ağabeyimiz bize salıip çıktı. Artık bize ağa­

beylik yapıyor, rehberlik yapıyor, teselli ediyor, moral vermeye çalışıyordu. Di­

ğer taraftan da, hangi şartlarda köyde yetişti!<, okuduk, hangi şartlarda gelip kay­

dolduk, btmlan bildiğiıniz için, tek alternatifinıiz vardı: Başarılı olmak, çalışma!<:,

zamanımızı değerlendirmek; oyunda oynaşta vaktimizi fazla geçirmeden işinıize

gücümüze bakmak ve iyi bir talebe olmale Düşüncemiz bu. Hakikaten öyle de

oldu. Mesela hatırladığıma göre, okul başladı, iki hafta içerisinde sıfırdan başla­

yarak Kur'an-ı Kerim'i okumaya geçtim. Mütalaalar olurdu yatılı olduğumuz için.

O bahsettiğim ağabey de rehberlik yapıyor ve yardımcı oluyordu. Diğer çoculdar

genelde oyunda oynaşta, çok fazla çalışmıyorlai, ama biz çalışıyorduk. İlginçtir, bu zor şartıann insanın okumasırıda, işi ciddiye almasırıda ne kadar motivasyon

unsuru teşkil ettiğini anlatması bakımından örnektir: Bizim şubede lıiç yoksa 35-

40 talebe var. O beraber kaydolduğumuz köyümüzdeki çocukla ayru sırııftayız.

Şubat dönemi, karneleri aldıle Bir baktık lu, zayıfı olmayan sadece iltimiz varız.

Page 13: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

528 tasatJmif

O ücra dağlık yöreden gelen iki yörük çocuğu, sınıfın en başanlısı. O bize veli olan hocamız henüz dersimize de gelmemişti. Yani veli olarak imza yı attı, resmi­

yette fornialite yerine geldi, iş orada bitti. Karneyi imzalattırınak için ve11m olan

Arif Hoca'yı buldum. Dedim ki, "Siz benim velimdiniz, karnemi imzalamamz la­zımmış." Aldı karneyi, baktı, iyi. Hiç zayıf yok. "Ooo!",dedi, "Böyle talebeye veli

olmaya can kurban!" Biraz da iltifat etti. İşte Adana'da İmarn-Hatip'e başlayış

hikayemiz böyle. Tabii zamanla o gurbetlik havası kayboldu, alıştık Arkadaşlar

edindik. İlk üç sene Adana'da okudum. -0 zaman ortaokul dö1t yıl mı? -Orta kısrm dört, lise kısrm üç seneydi. İki sene pansiyonda kaldık. Üçüncü

sene, sonraki dönemde yine köyi.imüzden gelen üç dört kişiyle, bir tanesi biz­den iki sene önce gelmişti, onun önderliğinde bir eve çıktık. Adana'nın bir ma­hallesinde ahşap bir ev, biraz gecekonduvarı bir ev bulduk. İyicesaretti o şart­larda eve çıkınak, ama herhalde daha ucuz olur diye, evi tercih ettik, çıktık .. İmam-Hatip'te birden itibaren benim sürekli başarı grafiğilll yi.ikseldi. Ufak tefek de bir yapım olduğu için en ön sıralarda otururdum. Sınıftayken hocaları iyi din­lerdim, dersi takip eder, zamanında çalışırdım, hocalar da ister istemez severdi beni. Bayan bir Türkçe hocarmz vardı. Ben biraz çok terlerdim. Dolayısıyla ça­buk üşütüyordum ve çok sık rahatsp; oluyordum. Bir defasında revire yatınaın icap etti. İki üç gün sınıfa gidemedim. O Türkçe hocarmz merak etmiş. "Çocuk­lar Osman nereye gitti, ne oldu?" diye sormuş. Hasta olduğumu duyunca, yaru­ma geldi. Bana, "Geçmiş olsun, aman evladım, kendineiyi bak, iyileşirsin inşal­lah." diye teselli vermişti. Beni çok severdi.

-Bu arada, annenizin duasının ilk aşaması da gerçekleşmiş oluyor. -Birden fazla uzak gittik yani. Üçüncü sınıftayız, zor şartlarda o evde kalıyo-

ruz. Derslerilll yine iyi. Fakat o zaman Çok sayıda ders olurdu. İmam-Hatip lise­lerinde, hem ortaokul ve lisede okutulan dersler okutuluyor, hem de buna ilave­ten mesleki dersler vardı. Mesela, hiç unutınuyorum, üçüncü sınıftayken sene sonunda karneyi aldık, yukandan aşağıya bir saydım, tam 24 tane ders var.

-Haftada 40 saat miydi o zaman dersleriniz?

-Olsun da, en fazla 35-40 saat olsun. Ders sayısı çok, hepsine çalışacaksımz. Ama Allah'a şükür, o şartlarda çalışıyorduk, üçüncü sıiuftaki _karnede sene so­nunda 24 dersten dört tan~si 8, dört tanesi de 10, geri kalarn 9'du. Yani ortalama 9. SınıEta da iyiyim. Hakikaten hocalar da seviyordtı, teşvik ediyordu.

Adana İmam-Hatip'ten zihnimde birtakım önemli izler kalrmştır: İmam-Hatip talebesi, diğer liselerden farklı olarak daha çok taşradan, Anadolu'dan gelmiş, malınırniyet içensinde olan ailelerin çocukları ve işin ciddiyetini biliyorlar. Bir de İmam-Hatip'li olmanın verdiği bir idealizm söz konusu. Dolayısıyla talebeler­de genelde olgun bir hava hissedilirdi. Mesela o bizi kaydettii-en amca, daha son­ra nadir de olsa oğlunu ziyarete gelirdi, onun şu dikkatini çekmiş: "Bakıyonım,

Page 14: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile? mıillikat 529

diyordu, talebeler teneffi.ise çıkıyorlar, boş vakitlerinde, öğle tatillerinde hiç boş durmuyorlar. Benim bildiğim bir ortaokul veya lise talebesi dersten çıktığı za­

man oynar, koştuiur, yerine göre yaramazlık yapar. Böyle olmas·ı gerekirken,

bakıyonım talebeler büyük insan gibi ciddi, ağır başlı. İki üç kişi bir araya gel­

miş, bir kitap okuyorlar, yürüyerek bir şeyler müzakere ediyorlar. O çok hoşu­

ma gidiyor." derdi. Hakikaten de öyleydi. İmam-Hatip talebesinin bir ciddiyeti vardı o zaman. Bir şeyi daha unutınuyonım: Daha çok Trabzon'dan gelıniş üst

sıruflarda parasız yatılı aklıyan bir grup talebe vardı. Onlar, Karadeniz insarurun

yapısında hareketlilik var ya, kışta kıyamette, çamur demez, yağmur demezler;

teneffiiste, öğle tatilinde, hafta sonu tatilinde, okul bahçesinde sürekli futbol oy­

narlardı. Ne kadar topa düşkün insanlar diye dikkatim çekerdi. Adana İmam-Ha­

tip, ayru zamanda, spor dallarında özellikle güreşte çok başanlıydı.

-Sizin bir de güreş maceranız var değil mi?

-Daha sonra o. O zaman henüz kilomuz da yetıniyor. Bir de, öyle bir düşünce-

miz yok o anda. Ama güreş müsabakalan olurdu ve seyretıneye giderdile İmam­

Hatip, Adana Erkek Lisesi'yle biraz çekişirdi, ama çoğu zaman birinci olurdu. Gü­

reş deyince, ilkokul çağlarında gi.ireşle ilgili bir hatıraını anlatayım isterseniz. Arn­

caının benimle aleran bir oğlu vardı. Onunla iltiı:nizi, ilkokulun ilk yıllarında veya

daha küçüldcen, zaman zaman güreştirirdi, seyreder, ondan zevk alırdı. Bir defa­

sında birkaç defa güreştirirdi bizi. Yıkıyorum, telcrar güreştiriyor. Epey güreştileren

sonra bıraktırdı artık. Sonra dedi ki: "Bizim oğlan üç defa yıktı, Osman ise sekiz­

cil< yıktı." Ben de hemen gayri ihtiyar!, "Ama seldz daha çok!" demiştiın.

-Adana İmam-Hatip'in öğretim kadrosunda, o zamanın meslek öğretmen­lerinden veya başka branşlardan daha sonra sizi etkileyen isimler var mı?

Page 15: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

530 tasawzif

-Tabii değişik branşlardan·hocalar varclı. ·Meslek hocalanmız varclı. Remzi

Yavuz isminde bir müdür yardımcısı vardı, onu hatırlıyorum. Yusuf Kılıç, mes­lek dersi öğretmeniydi. Bizim dersimize girmedi ama daha sonra akademik ça­lışmalara devam etti. Şu anda Mam_:ıara İHihiyat'ta İslam Hukuku profesörü bili­

yorsunuz .. Orada hocayclı o zaman. Yine rahmetli Günay Tümer, Adana İmam­Hatip'te hocalık yapıyordu. Ama bizim dersimize ginnemişti. Necdet Özkaya var­dı, şu anda Milli Eğitim Bakanlığında, müsteşar yardımcısı. O zamanlar Adana

İmam-Hatip'te hocaydı ve çok da otoriter biriydi, talebeler çok çekinirdi. Bekir Güneş diye bir müdürümüz varclı. Bahs·ettiğim Arif Kır meslek dersleri hocasıy­

dı. Yine zihnimizde iz bırakan hocalardan Riliarnettin Erenruğ isminde, bir ho­camız vardı. Birinci sınıfta din dersimize gelmişti. O hocamız, biz pansiyonda kalclığımız yıllarda, sabahleyin talebderi biraz sert bir üslupla namaza kaldınrdı. Ondan biraz çekinirdik ama aslında çok mülayim, çok iyi niyetli, idealist bir in­

sandı. Yıllar sonra Ankara'da karşılaştık kendisiyle. Kendimi taruttım, memnun oldu. Onun bir hatırasını hiç unutmuyorum. Talebe üzerinde müspet tesir bırak­ma ve hoca-talebe ilişkisi açısından güzel bir örnek: Bir veya ikinci sınıftayız. O

hocamız din dersimize giriyor. imtihan yaptı. Ben de sırufta başarılı bir talebe­

yim. Hoca beni biliyor, seviyor. Yazılı imtihan yapacak. Soruları sordu. Ben bi­raz da erken bitirerek kağıdı verdim hocaya. "Herhalde yaptım hepsini." dedim:

Kağıdı verince çılanıyorduk, yerimizde oturuyorduk. Kürsüsünden kağıda bir

göz attı, "Gel bakayım, dedi, bu kağıdı al tamamla." Meğer 10 değil de 9 alacak­mışım. "Olmaz, bu sana yakışmaz." dedi bana. "Bir taneeksiğin var, onu düzelt." Rahatlıkla, "Tamam evladım, kağıdımverdin, hakkın neyse onU alırsın." diyebi­lirdi. O jesti bende öyle bir iz bıraktı ki, artıl\: mümkün mü o hocanın dersinden

1 O' dan aşağı not almak?!. Allah selam et versin hoş bir hocaydı. Hocalar olarak Adana İmam-Hatip'te aklımda kalanlar bunlar. "Şu hoca bizde çok fazla iz bırak­mıştır, bize yön vermiştir." diyebileceğim çok fazla kimse doğrusu yok.

-Üçüncü sınıfla mı Adana'dan ayrıldınız? -Üçüncü sınıftan dörde geçtiğim sene. Parasız yatılı imtihanına girdim ve ba-

şarılı oldum. Hatırladığıma göre o imtihanı birineilikle kazanrnıştım. Kazananla­

rı kontenjana göre başka yerlere gönderiyorlardı, beni de Halil Bilge isminde Hatay'lı bir arkadaşla birlikte Ankara'ya gönderdiler. O imtihanla Adana mace­ram bitıniş, Ankara'nın yolunu tutmuş oldum.

-Zorunlu olarak Ankara'ya hicret. Validenizin duası devam ediyor. Uzak­laştıkça uzak/aşıyorsunuz yani.

-Evet. Ama bir şeyi daha bilmemde fayda var. Babam okula kaydetmeye ge­lemediği gibi, ne Adana' da, ne de Ankara'da talebelik yıllarırn boyunca bir defa

olsun yanıma uğrayamarnıştır. Arada bir mektup gönderiyor, lazım olduğunda bir şekilde harçlığımı yolluyordu. Allah rahmet eylesin.

Page 16: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 531

-Siz yaz tatillerinde mi gidebiliyordunuz? -Bir şubatta, bir de yaz tatilinde. Yaz talilinde köye vardığını gün veya en faz-

la ertesi günü işe koyuluyordum. Köy şartlannda mecbursunuz çalışmay<ı;, pede­

re yardımcı olacaksınız. Fakülte'ye devam ederken ve daha sonraki yıllarda kö­ye vardığımda, ister istemez pederin işlerine yardımcı olmak durumunda kalı­

yordum. Vaziyete bakıyorsunuz, yalnız, ihtiyacı var. Erzurum'da öğretim üyesiy­ken Fransa'ya gitmiştim. Yıl 1986. Fransa'da üç ay kaldıktan sonra döndüm ve

memlekete geldim. Aylardan Temmuz, tam ekin mevsimi. Paris'ten gelmişsin

ama baban, kardeşlerin, herkes ekin biçiyor. Orada "Ben Paris'ten geldim, tarla­da çalışamam." diyemiyorsun! Gelişimin ertesi günü soyundum, eHme orağı al­

dım, başıma fötr şapkayı çektim ve girdim ekin tarlasına. O sıra köyde olan bira­der, şaka yollu "Yahu şu adama bak! Daha dün Paris'ten geldi, bugün ekin tarla­

sında!" diye espri yapmıştı. -Ankara İmam-Hatip'te dunımlar nasıldı? -Ankara'ya bizim nakil yapıldı. Adana'nın bende bıraktığı bir intiba da şuydu,

çocukluk yaşlarımda: Dedimyayayla çocuğuyum. Yaylada köyümüze kışın kar ya ğar. Adana'ya geldim, kış geldi geçti ama kar yağrnıyor. Bende, şehre kar yağ­

maz diye bir düşünce oluştu. Köye kar yağar, ama şehre yağmaz. Derken Anka­ra'ya geldim. Kış geldi, bir de baktım, kar yağıyor. "Allah Allah, demek ki şehre

de kar yağarmış!" dedim keiıdi kendime. Ankara'ya geHşim dördüncü sıruftayken oldu. Ankara İmam-Hatip'te Osman

Turan isminde, daha sonra tanıştığım bir arkadaş vardı. Bu arkadaş sırufta kal­

mış, kalmasa aynı sırufta olacakmışız. Daha sonra beni tanıyınca anlatıyor, biraz

da nüktedan birisi: "Okullar açılınca geldim, bir baktım ki, dördüncü sınıflarm

arasında Osman Türer diye birisini var,. Bu herhalde benim ismimdir. Bir dalgm­lığa gelmiş, sınıfı geçirmişlerdir diye düşünüyorum. El altından da kolluyorum. Şu ismin salıibi bir çıkmasa, bir gelmese. Gelmese de ben onun yerine devam et­sem dördüncü sınıfa diye. Nereden çıktın geldin be kardeşim?!" diye bana takı­

lırdı. Ankara'ya geldim, tabi! yine farklı bir ortam. Okul değişmenin belli bir de­zavantajı oluyor. Avantajlan da olmuştur ama bir intibak problemi yaşanıyor .

. Hocalar değişiyor, sizin alıştığınız ortam değişiyor. Adana'da iyi bir ~?aşan grafi­ği tutturmuştum. Ankara'ya varınca, bazı dersler açısından uyum sorunu yaşa­dım sayılır. Mesela Fransızca'ya bir bayan hoca geHyordu, stiline alışamamış ve

o dersten biraz düşüş yaşamıştım ..

Sadece hocaların stil değişikliği, bir intibak dönemi, ondan sonra çabuk to­parladım. Adana'yla ilgili bir küçük hatıraını daha nakletınek isterim: Yatılı imti­hanını kazandım, Ankara'ya nakil yapmak üzere idareye dilekçe vermem gere­

kiyor. Bir dilekçe yazıp getirdim Müdür Bey' e. Bekir Güneş okul müdürü. Dilek­

çeyi aldı bir baktı; "Bunu sen mi yazdın?" dedi. "Evet hocam." dedim. "Sen yaz-

Page 17: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

532 tasavvıif

dıysan aferin, dedi, ne kadar güzel yazmışsın, işte dilekçe böyle yazılır." diye il­

tifatta bulundu. Demek ki önceden dilekçeye benzemeyen nice dilekçeler almış

ki, benim dilekçeyi görünce hoşuna gitmiş. Ankara'da intibak dönemini geçirdim, şehre alıştım, yatılı olduğum için çabu­

cak arkadaşlar da edindim. Güzel ve samimi bir arkadaş çevrem oluştu ve tale­beliğe kaldığımız yerden devam ettik. İlk dönem notlanmda biraz düşüş göriil'­düyse de, ondan sonra yine normal seyrinde başarıyla devam etti.

-0 yurtta samimi olduğun arkadaşlar kimlerdi, böyle seni etkileyen, ağa­beylik yapan, yol gösteren kimseler var mıydı?.

-Anlıyorum. Tabii o şartlarda, gençlik çağlannda, hatta çocukluk yaşları diye­biliriz, o dönemlerde beni etkileyen Ankara İmam Hatip'te hoca olarak, şu anda aklıma gelen çok flaş bir isimden bahsedemeyeceğim. Ama aklımda kalan hoca­

lar, mesela rahmetlik Günay Tümer hocamız. Benden bir yıl önce Adana İmam­Hatip'ten Ankara'ya gelınişti. Peşinden ben de oraya geldim. Ben, Ankara İmam­Hatip'i bitirmeden, o Ankara İHihiyat'a asistan olarak atanrnıştı. Peşinden ben yi­ne Ankara İHihiyat'a geldim. Bir defasında bana demişti ki: "Arkadaş ne oluyor, peşimi bir türlü bırakmıyorsun?!"

-Profesör de oldun, yine arkasında oldun, doğnt, bakikaten doğru. -Latife yapmıştı yani, peşimi bırakmayacaksın diye. Allah rahmet eylesin. Da-

ha sonra Bursa'ya gitti aı::İıa, ben artık peşini bıraktım ve Bursa'ya gitmedim. -Mehmet Soyak falan? -Mehmet Soyak vardı, sonra Harndi Mert. idealist insanlardı. İsmet Şimşek

Bey vardı. Bizim dersimize gelmedi, ama talebeler üzerinde etkili bir hoca oldu­ğunu biliyorum. MüdürümUz Kemalettin Erdil Bey'di, hatırlarsınız. Güreşe me­raldı bir insandı. Şevket Meraki ismindeki Arapça hocamız. Hakkı Okan isminde yaşlı bir Matematikçifniz vardı. Orhan Kadıgil isminde de bir tarih hocamız. Yaş­lı, iri-yarı. Ali Aras, Rüştü Erkul vardı. Nasuhi Ünal Karaarslan vardı. Şimdi Ça­nakkale ilahiyat Fakültesi'nin Dekanı. Bizim dersimize gelmemişti ama pansi­yanda kalırdı. Bekardı o zaman. Ben de yatılı olduğumuz için kendisini tanırclım. O pansiyonda sıkça nöbet tutar, öğrencilere refakat ederdi. Bir defasında, hiç unutmuyorum, bizim sınıfta muzip, yaramaz bir arkadaş vardı. Balıkesirli, İbra­him Kaya isminde, hatırlarsınız belki. Pansiyonda bir akşam yemeği saatinde, önceden bir suçu olacak ki, onu yakalayıp hesaba çekecek istedi. Ama arkadaş kaçtı, hoca da peşinden koştu yakalamak için. Masalann arasında o kaçıyor, o da peşinden kovalıyor, sonuçta bir türlü yakalayamarnıştı. Geçmiş gün, hiç aklım­dan çıkmıyor. Nasuhi Bey'iı1 öyle bir hatırası var bende.

-Başka kimler vardı orada batırlayabildiğiniz? -Başka hatırımda olan, mesela Mehmet Atay vardı, Edeb~yat öğretmenimiz.

-Ankara İnıam-Hatip'teki güreş seriiveniniz, o dönemdeki öğrenciliğiniz ve üzerinizde en çok etki bırakanlar?

Page 18: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 533

-Ankara İmam-Hatip'e geldikten sonra, her genç gibi ben de derslerin dışın­da başka kitaplar okumaya çalışıyor, o dönemlerde revaçta olan gençlik ve fıkir akımlanyla ilgilenmeye çalışıyordum. Benim talebelik döneminde Ankara İmam-Hatip'te bir ülkücü hareketin, bir de Milli Mücadele Birliği adındaki, Ay­kut Edibati'nin liderliğini yaptığı gençlik hareketinin taraftarlan vardı. Ben o günkü şartlarda biraz Mücadele Birliği hareketini tasvip ediyordum. Biraz onlar­la düşüp kalktım. Fikri pHinda o dönemde biraz onlarla hemlıaJ. oldum diyebili­rim. O zamanlar onların çıkardığı dergiler vardı. Pınar dergisi, Gerçek dergisi gi­bi, Otağ Yayınevi'nin neşrettiği bazı kitaplar vardı. Onlar ilgimi çekiyordu. Yine, Cevat Rıfat Atilhan'ın bazı . kitaplarını ilgiyle okuduğum u hatırlıyorum. Bu ve benzeri fıkir harekerleri ve neşriyada az çok irtibatımız olmuştu.· Bu arada tabii bazı arkadaşlanrnızdan, hocalarımızdan etkilendik. Mesela Nurettin Topçu rah­meilinin bazı kitaplannı okuduğumu hatırlıyorum. Mustafa Yazgan'ın roman ve hikaye türünden bazı eserlerini olrumuştum. Mehmet Kaplan'ın, ne bileyim, Ne­cip Fazıl'ın, Sezai Karakoç'un vs. kitaplarından okuyabildiğimiz kadar okumaya çalışıyorduk. Ama o zamanlar çok fazla aktıyan birisi olduğumu da söyleye:. mem. O günlerde yoğunluklu bir okuma alışkanlığım olmadı maalesef. İşte bu

tarzda bir eddlenişif? oldu. Daha çok derslerimle alak:adar oluyordum desem doğru olur. Yatılı olduğum içirı nispeten disiplinli çalışıyordum. Bu arada, eski-

. den de sevdiğim içirı birtakım sportif faaliyedere de iştirak ettim. -Güreş sen1veniniz? -Küçüldüğümden beri güreşe merakım vardı. Ona yakın ilgim Adana' da, okı.ıl

takımını seyretınekle başladı. Adana İmam-Hatip, güreşte hep birinci olurdu, gü­zel güreşçiler vardı. Osman Paksoy vardı, Hüseyin Adı vardı. Adana'da herhangi bir çalışınam olmadı. Küçük yapılıyclım, güreş yapacak kadar kilarn da yoktu za­ten. Ankara'ya geldikten bir sene sonra 5. sınıftayken bilfiil güreş yapma düşün­cesi doğdu. Yatılı olan güreşçi arkadaşlar vardı. Mesela Arif Katrancı ismirıde bir 52 kilomuz vardı. İyi de bir güreşçiydi. O da yatılıydı. Özellilde o beni teşvik etti, bana cesaret verdi. Daha ldlarn da 48'in bile altındaydı. Tüy sıklet yani. Derken kıyısından köşesinden başladık. Müdürümüz Kemalettin Erdil de güreşe meraldı. O da bende bir kabiliyet olduğunu fark etti ve beni teşvik etti. Derken güreşle ala­kam fiilen başlamış oldu. Zaman zaman Yaşar Doğu Spor Salonu ve Türk Ocağı binasında hoca nezaretinde antrenmanlara katıldım. Bir süre sonra da okulun gü­reş talamına girdim. 48 kiloda güreşiyordum. Bir-iki sene kadar okulun güreş ta­kımında 48 ldloyu temsil ettim. Ankara çapında bayağı başan da sağlamrştım. Bir­kaç defa birinci de oldum. Güreşte lise düzeyirıde böyle bir alakam oldu. Arif Kat~ rancı 52 ldloda, ben 48 kiloda, ikimiz de iyi güreş yapıyoruz. Bu arada dersleri­mizde de gayet başanlıyız. O günlerde müdürümüz Kemalettin Erdil Bey şöyle bir latlfe yaparak, " 'Atın alımağı rahvan, insanın alımağı pehlivan olurmuş.' der­ler ama, bunlar bu kuralın dışında. Bu iki güreşçimiz hem derslerinde başanlı,

Page 19: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

534 tasawıif

hem de güreşte." demiş ve bize iltifatta bulunmuştu. Tabü ben hep dersi ön plan­

da tutuyordum. Yani güreşle ilgileniyordum ama derslerimi engellemeyecek de­recede. Bu yüzden dersleıimde son sınıflarda iyi bir başan seviyesi tutturmuştum.

Okulu da beşinci veya altıncı olarak bitirmiştim.

-Güreş le ilgili söyleyecekleriniz bittiyse başka bir şey sormak istiyontm. O

dönemde tasavvuja ilişkin bir kitap jalan okuduğunuz oldu mu? - Doğrusu o dönemde ben tasavvufun ne olduğunu fazla bilmiyordum. Sade~

ce edebiyat kitaplarında yer alan Yunus Ernre, Mevlana vs. gibi sfıfi şairlerin dı­

şında, tasavvuf geleneği hakkında fazla bir bilgi sahibi olamarnıştım. Bildiğiniz

gibi okulda Tasavvuf diye müstakil bir ders de yoktu. Nurettin Topçu rahmetli­nin kitaplarında bile onu fazla sezdiğimi söyleyemem. Kısacası o dönemde ta­

savvuf ilgi alanıının dışında. Tasavvufu tanımaya daha çok ilahiyat Fakültesi'nde

başladım. Ama İmam-Hatip'te böyle bir şey henüz yok. Sadece İmam-Hatip kül­

türü, dilli kültür, efendim olabildiği kadar dilli ilimlerden bir şeyler öğrenme.

-Peki Necip Fazı/'ın konferansianna gider miydiniz?

-Üstad Necip Fazıl'ın konferansıarına giderdim. Muhammed Hamidullah'ın

konferansiarına da bir-iki defa gittiğiini hatırlıyorum. Necip Fazıl'ı bir-iki defa

dinlemiştim. Ama Sezai Karakoç'u dinlediğimi hatırlamıyorum. Ancak kitaplann­

dan haberdardım.

-0 zamanlar Bugün Gazetesi vardı değil mi? -Evet onu da zaman zaman okumaya çalışırdık O zamanlar, biraz önce bah-

settiğim o gençlik hareketi Yeniden Milli Mücadele dergisini çıkarırdı. Doğrusu

daha çok onu ve Pınar'ı okurdum. Gerçek isminde bayağı oturaklı ve ilm! bir

dergi daha çıkanyorlardı, onu da okumaya çalışırdup.. -Kaç lı yıllar?

-Yıl1972. Ankara İmam-Hatip'ten mezuniyet yılım. O yıl, yani son sıruftayken

imtihanlardan birkaç hafta önce kısa bir süre de hastanede yattım. -Bitirme imtihanları mı?

-Evet. Son sınıfta bitirme imtihanlarına gireceğiz. Ateşli bir hastalığa yakalan-

dım ve bir haftaya yakın Ankara Numune Hastanesi'nde yattım. O günleri de hala

unutarfııyorum. Nihayet bir çocuk sayılırsın. Kimsen yok Ne refakatçin var, ne de

bir ziyaretçin. Bir doktor, sağ olsun ilk muayeneden sonra "Yatırmarnız lazım." de­

di ve yatırdı. O hastanedeyken de yüksek ateşten bayağı hafakanlar geçirdiğimi,

kabuslar gördüğümü hatırlıyorum. Öyle bir gece, Allah'tan bir hemşire geldi, bir

iğne yaptı da, ondan sonra biraz kendime geldim. Kısacası o sıra bir ara kendim­

den ümidi bil~ kesmiştim. Daha sonra sınıf arkadaşlarımdan birkaç kişi ziyaretime

gelınişti de, sanld dünyalar benim olmuştu. Öyle bir zamanda bir ziyaretçi, insanı

haltilmten çok mutlu ediyor. Tabü imtihanlarda da bunun biraz ~lumsuz tesiri ol­

du. Evet böylece Anlmra İmam-Hatip Lisesi maceramız da bitti. Üniversite inıti-

Page 20: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 535

haniarına girerken bizim için iki alternatif var. Ya İslam Enstitüsü'ne, veya başka

bir üniversiteye gideceksiniz. Ben üniversite imtihanlanna girmeyi düşünüyorum,

ama İmam-Hatip diplomasıyla üniversiteye almıyorlardı biliyorsunuz.

-Aynı problem şimdiki gibi.

-Evet a'ynı problem. O zaman da başka bir problem. Yani aldığınız diplama-

nın i'rabdan mahalli yok. Onunla sadece İslam Enstitülerine girilebiliyor. Bir de

duyduğumuza göre ilk üç dereceyle bitiren talebelere Erzurum'daki İslam! İlim­

ler Fakültesi kontenjan tanımış diye bir söylenti vardı. Ben altıncı olarak mezun

olduğuma dair bir belge aldım ve belki onu da kabul ederler diye kalkıp buraya

kadar geldim. İlk Erzurum'a gelişim o zaman oldu. 1972'de buraya, belki imti­

hanla alırlar diyerek geldim, ama maalesef "İlk üçe girenierin dışında imtihana

almıyoruz." dediler. Ondan sonra biz izimizin üstüne geri döndük. Erzurum'a

böyle bir yolculuğumuz olmuştu. Bu arada, üniversiteye gidebilmek için lise fark

derslerine girmem gerekiyordu. Ankara'da yatılı okuduğum için mecburi hiz­

metle yükümlüydüm. Mezun olunca Diyanet İşleri Başkanlığı'nda bizi bir müla­

kata, yani bir nevi imtihana tabi tuttular. Bu mi.ilakat sonunda hafız olanları A

grubuna; hafız olmadığı halde imamlık yapabilecek durumda gördüklerini B

grubuna; belli bir süre serninere tabi olduktan sonra görev alabilecek olanlan da

·C grubuna ayırdılar. Beni bir arkadaşla birlikte B grubuna seçtiler. Yani, "Hafız

değilsin ama, bu halinle imamlık yapabilirsin." demiş oldular. Görev almak için

kur'a çekmemiz gerekiyor. Bu arada ben lise fark dersleri vermeyi düşünüyo-

Page 21: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

536 tasammf

rum. O z.aman, sanırım Lütfü Şentürk veya Rıza Selimbaşoğlu olacak, Diyanet yetkilisine durumumu ve düşüncemi aÇıkça anlattım. "Benim böyle bir duru­mum var, memleketim şurası, lise fark derslerine gireceğim, eğer imkanınız var

da memleketime yakın bir yerde görev verebilirseniz memnun olurum, diye me­ramımı arz ettim. O da düşündü, "Bakarız inşallah." dedi. Hakikaten o an için iki tane boş kadro gözüküyormuş.

-Nerede? -Biri Balıkesir'de biri de Silifke'de. "Kur'a çekeceksiniz, çıkarsa çıkar." dedi.

Kur'a çektik. Şansıma bizim memleket çıktı. Hem de biraz önce bahsettiğim o köyümüze komşu olan kasabamızdaki boş kadro. O zaman nokta tayini yapılı­yordu. Orayı çektik. Tabü atama işlemleriyle ilgili yazışmalar var. O arada beı::ı fark derslerini vermek üzere Mersin'de bir llseye müracaat ettim. Bir-iki hafta Mersin'de bir köylümüzün evinde, aynı dönemde Adana İmam-Hatip;e kaydol­duğumuz arkadaşırnla birlikte misafır olarak kaldık. Biraz derslere çalışıp hazır­landık ve Eylül ayında bütünleme döneminde imtihanlara girdik. Allah'a şükür derslerin hepsini de vererek lise diplaması almaya hak kazandık Böylece lise diplomasını almaya hak kazandım ve o diplamayla daha sonra ilahiyat Fakülte­si'ne kayıt yaptırdım.

-Kaç senesinde girmiş oldunuz İlahiyat'a?

-1972-1973 öğretim yılında.

- Yani inezun olduktan hemen sonra.

-Evet, ara vermeden üniversiteye başlamış oldum. İmam-Hatip'ten mezun ol-duktan sonra, o tatil döneminde bu tayin işi gerçeldeşti. Hem üniversite imtillan­larına girdim, hem lise fark derslerini verdim. Bu arada o görev alma işi ayrı bir hikaye oldu. Görev yazısı müftülüğe gelıniş, bana de ulaştı. Göreve başlarnam gerekiyor. Görev yapacağım nahiyede babam bana bir ev ayarlamış. Bir gün ba­bamla eşyayı yüldettik, bir akşam vakti vardık o eve güya yerleştik. Yeni resını imam sıfatıyla bir yatsı namazı kıldırdım. Fakat o günlerde, daha önce ön kayıt yaptırdığım Ankara İlahiyat'a kesin kayıt yaptırma şansırnın doğduğunu öğren­miştim. O işi takip etınek için o gecenin sabahında görev yerinden aynimak zo­runda kaldım. Sabah namazım da kıldırmadan, bindim arabaya Ankara'ya gittim. Artık gidiş o gidiş. Kayıt işi gerçekleşti ve bir daha görev yerine dönmeden, tale­be olduğum için istifa ettim ve o ilk görev hildyesi de başlamadan bitıniş oldu. O görevden hiç maaş da almadım.

-Devam etmeyince para talep ettiler mi?

-Hayır. Talebe olduğum için, mecburi hizmet ertelenrnek üzere görevden ay-.

rılma hakkımız vardı. Aradan yıllar geçti, bahsettiğim nahiyede bir Cuma nama­zı kıldık Namazdan sonra cami çıkışında cemaatten yaşlı bir.amca ile hasbı.l1al ediyorduk. O esnada dedi ki: ''Yahu buraya bir zamanlar bir imam gelınişti, ima­mımız geldi diye sevinmiştik. Akşam bir gördük, sabah kayboldu. Bir daha da

Page 22: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile ınıi/iikat 537

görmedik." O anda yanımızda olan dayım durumu anladı ve gülerek, "O senin bahsettiğin imam buydu." dedi ve gülüştük. Öyle bir imamlıkmacerarnız oldu. Fakülte'ye kayıt yaptırdıktan sonra Ankara'ya nakil imldnı olur muydu bilemi­yorum. Gerçi hem vazife hem talebelik biraz zor olur diyerek, o konu üzerinde pek de durmamıştım. Yani o iş öylece kaldı. Daha sonra son sınıfa geçtiğim yaz Ankara'da yine bir imaınlık görevi aldım.

-Fakülte'ye ilk gelişinizde ne yaptınız? Kayıt nasıl oldu?

Fakülteye kayıt yaptırmak için gittiğimde, önce öğrenci işlerin~ vardım. Ney­di o bayanın ismi? Nezihe hanım.

-]llezihe Ab la. -Evet Nezihe Abla. Hepimizin ablası. Şimdi konudan konuya geçiyoruz, İlahi-

yat'a başladık ama benim İmam-Hatip'ten beri gönlümde hep tıp fakültesi var. O zaman tıp revaçta. Doktorluk cazip meslek. Keşke imidin olsa da tıbba gidebil­sem diye içimden geçiyor. Ama, aldığımız dersler, program buna müsait değil. İmtihanda sorulacak sorularm çoğunu görmemişiz bile. Fen sahalarında, fizik, kimya, matematik, cebir vs. Biz Cebir'in ismini duyuyoruz ama hiç gördüğümüz yok. Tabü imtihana girdik, fakat tıbba girmeye yetecek puan alamadık. Bir fakiil­teye kaydoldum ama yine de içimde bir ukde kaldı. Diyorum ki kendi kendime: "Kaydolurum, bir sene okurken bu arada çalışır hazırlanırım; bir daha girerim in­şallah olur." Ankara İlahiyat'a bu düşünce ile ·geliyorum. Ama kayıt için ilk defa öğrenci işlerine vardığımda o Nezihe Abla'nın öyle nazil{ bir tavn vardı ki, hald­katen üslı1buyla, tavrıyla, benim üzerimde oldukça müsbet bir tesir icra etmiş ve bana Fakülte'yi bir anda sevdirmeyi başarmıştı. Öğrencilere karşı tutumu çok na- . zil{ ve sevecendi. Bir anne gibi: "Şöyle buyurun evladım, hoş geldiniz, ne iyi etti­niz, gayet güzel bir fakülteye geldiniz." ve benzeri sözlerle gönlümü Fakülte'ye hemen ısındırmıştı. Kısacası o Nezilıe Hanım'ın bizi ilk karşılamadald sempatik tavrı, belld de beni Fakülte'ye bağlayan ilk önemli sebeplerden bir olınuştur. Öbür taraftan Fakülte sekreteri rahmetli Fevzi Bayraktar Bey. Kendisini daha sonra tanıdık. O da yaşlı başlı, mütevazi, hoş bir insandı. Fakiilte'yi sevmemde onun da etkisi olduğunu söyleyebilirim.

-:Kopya çeken öğrenci olursa ınıtamele yapmazdık, kağıdı Fevzi Bey'e verir­

dik. Talebeye de "Fevzi Bey'den kağıdını al gel." diye gönderirdik. Fevzi Bey'e git­ti mi o adamı halleder. Bir saat, bir buçuk saat esas duruşta dinlerdi Fevzi Bey'i.

-Allah rahmet eylesin. Böylece İlalıiyat'a başladım. Bahsettiğim imamlık vazi­fesi de tarille kanştı. Tıbbıye rüyası devam ediyor. Ahmetler Caddesi'nde İçel Yurdu diye bir yurda yerleştim. Orada bir taraftan Falrulte'ye gidip geliyorum, bir taraftan da tekrar üniversite imtihanına hazırlanma düşüncem devam ediyor. O zamanın şartlannda dershaneye gitıne veya özel kurs alına imkanım yok. Tıpta okuyan bir yurt arkadaşım vardı. Ona dedim k: "Arkadaş beni biraz çalıştırabilir misin, üniversiteye hazırlanmak istiyorum?" "Valdt buldukça olabilir" dedi. Onun

Page 23: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

538 tasavvıif

üzerine başladım ve biraz çalıştıysam da, onun da kendine göre dersi ve işleri ol­duğu içi o iş pek yürümedi. Bu arada İlahiyafa ciagiderek ısınmaya başladım. İmam-Hatip'li damarmuz tekrar harekete geçti de diyebiliriz .. Eskiden biz İmam­Hatip'teyken daha çok şunu söylerlerdi: "Bir insanın din! tahsil olarak İmam-Ha­tip~i okuması az çok yeterlidir. İmam-Hatip'lilerin daha çok başka branşlara git­mesi, oralarda söz salıibi olması lazım." Hocalarımız ve büyüklerimiz bu şekilde telkinlerde bulunurlardı .. Bize de mantıklı gelireli doğmsu.

-Eski imam-Hatip'lilerde bu düşünce doğnıydu. -Doğruydu tabii, yani mantıklıydı. Çünlru bizim İmam-Hatip'e gitmekteld asıl

amacımız, hem okuyup, tahsil yapmak, hem de dinimizi az çok tanıyıp, manen ve ahlaken kendimizi kaybetmemekti. · İmam-Hatip'i bitirince de bu maksat az çok hasıl oluyor düşüncesiyle, ~aşka branşlarda inançlı Itimselerin söz salıibi olması gerekir diyerek tıbba heves etmiştim ben. Ama İlalıiyat'a girip başladılı:tan sonra, sizler de bilirsiniz, bu din! ilirnlerin o kadar yüzeysel olmadığı, sadece İmam-Ha­tip'te okuınalcia bitmeyeceği daha iyi anlaşılıyor. Değişik branşlarda hocalarımızı, yaşlı başlı, tecrübeli, bilgi birildıni olan hocalan gördükçe, onları dinledilı:çe, din1

iliınlerin ne kadar ciddi olduğunu, ne kadar sonsuz bir derya olduğunu anlamaya başladım. Bunu anlamalcla kalmadım, aynı zamanda dm! ilimleri daha da sevme­ye başladım. Dolayısıyla öyle bir hazırlılı: içerisine girdiysem de, o pek devam et­medi. Buna rağmen 1. sıiııfı bitirince tekrar in1tihana girdim ama, hazırlanamadı­ğun için neticede değişen bir şey olmadı. Böylece o sevda da bitı1ıiş oldu.

-ilahiyat Fakültesi'nde en çok etkilendiğfniz hoca kimdil Hoca diyelim, son­ra "lar"a geçelim. En zirveyi soruyonım.

-Doğmsunu söylemek gerekirse, İlalıiyat fi:ıkültesi'nde bizi etkileyen, örnek almaya çalıştığımız ve sevip saydığımız birçok hocamız vardı. Ama bunların ara­sında ilk sırada kimin geldiğini somyorsanız, bunun, daha sonra Doktora hoca­lığımı da yapmış olan ralunetli Prof. Dr. Malunut Es'ad Coşan hocamız olduğu­nu söyleyebilirim.

-Ondan da bazı batıralannızı anlatı.rsanız, rahmetli olduğu için hayırla da yad etmiş oluruz. Onunla doktora tezi çalıştın ız ve hukukunuz var.

-Ben Es'ad Coşan hocarnızı aslında Fakülte 2. sınıftayken tanıdım. 1. sınıfta

dersimize gelmemişti. 1. sınıfta daha çok Arapça ağırlıklı olmak üzere Kur'an-ı Kerlın, Arapça ve bazı temel dersler vardı. Ondan dolayı isterseniz hocamızla il­gili hatıralarımı biraz sonraya bırakalım, Fakültedeki ilk göz ağrılarımız olan baş­ka hocalarımızdan bahsedelim. İlk yıl Arapça dersimize ralunetli Orhan Karmış Bey geldi ve ondan çok istifade ettik. O da çok sevdiğimiz ve örnek aldığımız bir insandı. Onun dışında Kur'an-ı Kerlın hocamız Demirhan Ünlü Bey. O da vefat etti. Allah ralunet eylesin.

Bu değerli hocalarımız, şahsen benim üzerimizde müspet tesir i.cra eden ilk Fakülte hocalarırndır. Dentirhan Hoca, Allah ralunet eylesin, ders anında talebe-

Page 24: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat. 539

leri dinler, ders okutur, ama teneffüs, öğle tatili demez talebelerini dinlemeye

devam. ederdi. Siz de bilirsiniz EthemBey, kendisini adeta talebelerine vakfetmiş durumdaydı. Yani kendisini Kur'an hizmetine adamış bir insandı doğrusu. Onun o özelliği çok müspetbir izienim bıraktı bizde. Orhan Karmış Bey'in de ders tak­riri gayet güzeldi. Arapça ve Tefsir derslerimize gelmişti. Malumunuz Fakülte'de zaman zaman hutbe olrurdu. Fakülte mescidinde kendine has heyecanlı üslu­buyla irticalen !rad ettiği hutbelerini çok dinlernişizdir. Hakikaten hoş bir üslübu

vardı. Benim biiaz hatta merakım olduğu için Arapça yazım fena değildi. O yüz­den tahtaya Arapça bir metin yazılması gerektiğinde çoğu zaman beni kaldırır, o

okur ben yazardım. -Hat çalıştınız mı? -Hat çalışmadım ama, özel bir merakla güzel yazılara dikkat ederdirn ve ya-

zarken onlara benzetmeye çalışırdım. Arapça'dan bahsedince, öncelilde Cemal Muhtar Bey' i de zikretmem gerekir.

Ders anlatışı gayet güzel, ağır başlı ve efendi bir insandı. Tahtayı ~ok düzenli kullarurdı. Mesela ders esnasında ceketi iliksiz bulunduğunu sanki hiç hatırlamı­yorum. Şimdi oğlu Reha Muhtar'la kendisini mukayese ediyorum, taban tabana bir zıtlık görüyorum. O babadan o oğul. Mizaçiarı çok farklı gibi geliyor bana. İnsan ister istemez merak ediyor. Allah selame-t versin. Daha sonra Marmara İla­hiyat'a nakletti biliyorsunuz. Kendisi Kerkük Türklerindendir.

-Remzi Barışık var. -Remzi Barışık Bey bize gelmedi. Daha önce bahsettiğim gibi 1. sınıftayken ar-

tık ben İlalıiyat'ı benimsedim ve sevdim. Hocasıyla, arkadaşlarla, iJ..m1 ve man ev! havasıyla vs. Bir de, tanıdığımız ve yüz yüze geldiğimiz hocalar genelde müsbet insanlardı. Yani bizde din! manada olumsuz etki bırakacak kimse pek yoktu. Ay­nca biz ders dışında daha çok genç hocalarla ve talebe arkadaŞlarla teşrik-i me­sai yaptığımız veya görüştüğümüz için, halukaten Fakültenıiz'i sevrniştim.

-Talebe derneğiyle atakanız oldu mu? - İmam-Hatip'teki alakam kısmen Fakülte'de de devam etti. Halıiyat Fakültesi iltinci sınıfta Felsefe Tarilli dersine rahmetli Harndi Ragıp

Atademir hocamız girnıişti. Biliyorsunuz o YassıAda malılrumlarından, eski De­mokrat Parti'li, milletveltilliği falan yapmış, yaşlı ve tecrübeli bir hoca idi. Bu ho­camız, yaşlı haliyle elinde baston, sınıfta ders anlatırdı. Öyle pek oturmayıp geze­rek ders takrir edişive Felsefe'ye olan vuküfiyeti beni hayli etltilernişti. Halcikaten onu dinlerken, gerçek bir filozof dinler gibi hissederdirn kendinıi. Çok etldli bir ders anlatışı vardı ve dinleyeni etldliyordu doğrusu. Hatta lıiç unutmuyorum, o za­man hocamızı dinledikçe demiştim Id kendi kendime: "Eğer ilimle uğraşırsam ve akademik karlyer yapmayı düşünürsem, herhalde felsefeden düşünürüm." Böyle bir düşünce hasıl olmuştu. Ama o seneden sonra dersinüze gelmediği için, daha sonra o düşüncem giderek kayboldu. Yine Felsefe'den Necati Öner hocamız da

Page 25: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

540 tasavvıtf

zilınimde ve gönlümde iz bırakan bir hocamızdır. O yıllarda aynı zamanda deka­nııruzclı. Babacan haliyle, ders anlatışıyla, talebelere yaldaşıınıyla hakilcaten say­clığınuz, takdir ettiğimiz değerli bir hocamız olarale hala şükranla yad ediyorum. İsmail Cerrahoğlu, Talat Koçyiğit hocalanmız, bunlar hakeza temel İslam bilimle­rinde, tefsirde, hadiste çok faydalanclığııruz değerli ve saygın hocalarlll11Zclı. Fel­sefe konusunda, çok fazla dersimize gelmemelde beraber Hayri Bolay hocaınız da benim üzerinde olumlu tesir bırakan hocalanmızdan biridir. İlml ve fikri nasi­hatlerinden, bir ağabey gibi samiıni yaldaşırnından ve idealizminden çok istifade etiğimi söyleyebilirinı. Yine rahmetiilc Günay Tümer hocaınız, bilgisi ve·nezalce­tiyle, şalcacı ve şen şakralc haliyle, sevip saydığım ve unutamadığım hocalarımiZ­dan biridir. Mehmet Hatiboğlu hocamızı ayrıca zileretmek gerekir ki, haldieaten sı­nıftald duygusal tavrı, ders anlatışı, talebdere karşı ınüşfilc ve nazilc tutumu ve bi­linısel ciddiyetiyle, biziın üzeriınizde halilleaten çok olumlu etldler bırakan ve Fa­külte'yi ve İslam! ilimleri sevmenıizde etldsi olan hocalanmızdan biriydi. Bunların emelili oldular hayırla yad ediyoruz, şülcran borcumuzu ifade ediyoruz. İslam Fel­sefesinde İbrahiın Agah Çubukçu hqcaınız, kendine has üslı1buyla, reniili tavırla­rıyla yine zilınimizde iz bırakan hocalarıınızdandı. Tasavvuf Tarilli dersine Cavit Sunar, bazen de onun yerine Muhsin Barakbabalar gelirlerdi. Cavit Bey'i her~s_es bilir, nev'-i şahsına münhasır birtakıın özelllideri olan bir hocamızdı.

Bütün bu saydığım ve burada ismini zilcredeınediğiın hocalarımızın bir kısmı rahmet-İ Rahman'a kavuştu, birçoğu da emekli oldu. Bu vesileyle, vefat etmiş olanlara Cenab-ı Hak'tan rahmet, hayatta olanlara hayırlı uzun ömürler diliyo­rum. Hepsinden Allah razı olsun. Hepsine şükran ve minnet borçlu yum.

Bunlardan başka, şahsen benim üzerimde ayrı bir iz bırakan ve beni etiille­yen hocalarırndan bir tanesi de, biraz önce sorduğtınuz ve daha önce bahsetti­ğiın M. Es'ad Coşan hocamızdır. Kendi branşı Türk-İslam Edebiyatı idi. Tabi! branşında malıir bir hoca olmanın yanında, gerek sınıfta ve gerekse sınıf dışın­da, Fakülte'de talebelerle olan diyalogu, talebdere yak:laşıını, odasının sürekli talebdere açık olması, pek: çok talebe arkadaşın kendisine ayrı bir değer verme­sine ve sevınesine sebep oluyordu.

-Diğer odalar kapalı mıydı?

-Şöyle diyeyinı: M. Es' ad Coşan hocaınızın odası dershane binasıyla hocaların bulunduğu bina arasında Kütüphane ile ka~şı karşıya, ara koridorda, yani talebe­lerin yolu üzerinde olduğu için, kapısının süreiili talebelere açık oluşu dildcatiıııi­zi çekerdi. Zaman zaman çeşitli vesilelerle ben de uğrardmı hocanııza. Ayrıca onun dildcat çeken bir diğer özelliği de, namaz vakti girdiği an hemen mescide gi­dip - mescit de odasına yakındı- namazllll cemaatle kılmasıydı. Fakültede bulun­duğu süre içerisinde namazlarını mutlalca mescitte kılar, cemaat olacalc ldınse var­sa kendisi iınam olur, yoksa bir süre beider, bir veya ilci lcişi gelince cemaatle kı­larclı. Yani bunu prensip edinmişti. Bu özelliği şahsen benim dildcatimi çekerdi.

Page 26: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıililkat 541

Yine, koridorda vs. karşılaştığı talebelere, tamdığı kimselere müşfik bir şekilde se­lam verir, hatınru sorardı. Bütün bu özellilderiyle benim üzerimde fazlaca etkili olan hocalannuzdan biri idi. Esat Coşan hacarnızla ilgili küçük bir de hatıraını an­latayım isterseniz. İkinci sınıftayız. Hocamız bir defasında sınıfta ders bitince de­di ki: "Osman Türer kim?" "Benim, buyurun." dedim. "Dersten sonra odama gel!" dedi. "Hay hay." dedim. Dersten sonra odasına gittinl. "Buyurun hocam, beni is-

. temiştiniz." dedim. "Hoş geldin, hele otur bakalınl." dedi. Odasına ille defa vanyo­rum ve beni ilk defa yakından tanımış oluyor. Kendimi tarutınaını istedi ve tarut­tım. Ben o yıl başlarında Türk Petrol Vakfı'ndan burs talep etrnek üzere bir dilek­çe yazıp göndermiştim. Ama kimseyi tanımıyorum. Ya nasip diyerek öylesine bir dilekçe göndermiştim. Kimseyi tarurnadığırn için doğrusu pek üniidim de yoktu.

-Fethi Gemuhluoğlıı? -Evet onun yetkili kimselerinden olduğu bir vakıf. Onu da çok sonralan öğ-

rendim. Tarurnam zaten söz konusu değil. Dilekçenin üzerinden belli bir zaman geçmişti. Hocarnızın beni çağırmasının sebebi oymuş. Vakıftan hocarnıza sor­muşlar. Tabii yakından taruşıyorlarınış. "Bu talebe kimdir, nedir, başan durumu nasıl dır, bir soruşturuverin." demişler. Hocaınız da benim dummumu araştınnış, öğrenci işlerinden notlarıma balcmış, bir bilgi edindikten sonra bir tezkiye yazı­sı yazmış. Ondan sonra beni çağırdı ve bu dummdan haberdar etti. Dedi ki; "Se­ni bu maksatla çağırdım. Dummunu araştırdım, maşallah derslerin de iyiymiş, güzel, memnun oldum. İı).şallah bundan sonra daha iyi olur. Böyle devam et." dedi. Ben de kendisine teşekkür ettim. O esnada bana biraz nasihatte bulundu. Dedi ki, "Sen çalışınana devam et. İnşallah daha iyi olur. İleride imkan olursa, bakarsın fakültede bırakırız seni." Böyle iltifatidr ve teşvilc edici sözler söyledi. . O esnada söylediği bir sözü hiç aklırndan çıkmıyor.. Onu bazen önemli gördü­ğüm için talebelerime de anlatırun. Demişti ki; "Bak Osman, eğer herkes gibi ça­lışırsan, herkes gibi olursun, ama herkesten farklı çalışırsan herkesten farklı olur­sun." Gerçekten de doğm söylüyordu. Çalışmadan hiçbir şey olmuyor, çalışmak gerekiyor. Çalışanın karşılığını da Cenab-ı Hak:k muhalckak veriyor. O nasihatle­rini yerine getirmeye gayret ettim ve Rabbim çalışmalanının karşılığını da lütfet­ti hamdolsun. Allah garu gani rahmet eylesin. Bunun dışında hacarnızla talebe­liğim sırasında normal ilişldler ötesinde çok yakın bir teşrile-i mesaimiz olmadı diyebilirim. Biraz da benim ihmalkarlığını ve çek:ingenliğimden tabii. Daha sılc ilişki kurabilsem, elbette çok daha fazla istifade ederdim.

Bitirme tezini Tefsir'den alınıştım. Süleyman Ateş hocanın daruşmanlığında. Kendisi Tefsir dersimize girdi. Onu da hayırla yad ediyomm. ilmi birilcimi ve kendine has üslı1buyla ondan da çok faydalandırrı.

-Bitirrtıe tezinizin konusu neydi hocam?

-Bitirme tezirn, "Modem İlrne Işılc Tutan Ayetler" adıru taşıyordu. Müsbet ili.rn-lerle, daha doğnısu teknik ilimlerle alakalı ayetler hakkında mütevazi bir çalış-

Page 27: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

542 tasawı if

mayclı. Süleyman Ateş Bey'in yönetimindeydi ama daha.çok Orhan Kannış Bey'le

istişare ederek yürütmüştüm. Daha sonra Fakülte'nin sonlanna yaklaştıkça, ben­

de bir şekilde bilimsel çalışmaları devam ettirme ve akademik hayata atılına dü­

şüncesi hakim olmaya başladı. Başarı durumum iyiydi, sınıfta iyi talebelerden­

dim. Hocalanmızdan da teşvik edenler oluyordu. Ama ben imkan olursa yurt dı­

şında doktora yapmayı arzu ediyordum. Çünkü MEB İlalıiyat Fakültesi'ne de de­

ğişik branşlarda belli sayıda yurt dışı doktora kontenjanı veriyordu. Onu bildi­

ğimclen, inşallah ben de giderim diye düşünüyordum. Fakat biz mezun olmadan

önce MEB İlalıiyat kontenjanlarını iptal etti. Dolayısıyla ona müracaat iınlı:fuıımız

bile olmadı. Tabii ben bu duruma biraz üzüldüm. Allalı ralımet eylesin, Esat Co­

şan hocamız bu konudalti düşüncemi bildiği için, "Hiç önemli değil, merak etme,

doktorayı burada yaparsın." filan diyerek bana moral vermek istemişti. Ayrıca

ralımetli Orhan Karmış Bey de odasında bu konu açıldığında demişti ki; "Bak Os­

man, senin öyle bir düşüncen vardı, ama lıiç önemli değil, doktora burada da ya­

pılır. Oranın tek avantajı dil öğrenmektir. Ancak oraya giden herkes de mükem­

mel dil öğrenemiyor. Bunun yanında oranın birtalam dezavantajları, insan için dı­

şarıdan görülmeyen ve umulmayan kötülükleri de olabilir. Oralar farklı yerlerdir:

Hakkında inşallah böylesi hayırlıdır. Biz de dili burada öğrendik, ve doktoraıİui(

burada yaptık." diye beni teselli etmişti .. Hakikatten de onun sözleri bende müs­

pet bir tesir yapmış ve artıl{ o konuyu mesele etmez olmuştum.

Derken Fakülte bitti. Şunu söylemekte mahzur görmüyorum: Fakülte'de oku­

duğum yıllar başarı grafiğim sürekli yükseliyordu. Sonuçta Fakülte'den dönem

birincisi olarak mezun olmuştUm. Hatta eski hocalardan yarilış hatırlamıyorsam

Prof. Dr. Melımet Karasan'ın her yıl Fa~Ute birincilerine verilmek üzere vakfet­

tiği cüz'l bir ikramiyeyi de Ralımetli sekreterinıiz Fevzi Bey bana takdim etmişti.

Tabii böyle biraz başarılı talebe olunca, genelde hocalarımız "Sen devam et, ça­

lış, inşallah akademisyen de olursun." diye teşvik ediyorlardı. Fakat doğrusu,

mezun olunca ya kadar bilinçli ve planlı bir şekilde herhangi bir branşa yönelip,

ona göre hazırlanınam söz konusu olmadı. Daha sonra anlıyorum ki, bu olması

gereken bir şeymiş. O yüzden talebelerime, eğer akademik çalışma yapmayı dü­

şünüyorlarsa, daha talebeliğin ilk yıllarında sevdikleri belli bir branşta karar kı­

lıp, ona göre çalışmalarını ve o branşta yoğunlaşmalarını, bu arada Arapça'yı ve

Batı dilini de ciddiye alıp imtihanlara hazırlanınalarmı tavsiye ediyorum. Bana

zamanında bunu yeterince hatırlatan olmamıştı. Dolayısıyla, "DM ilimler arasın­

da hangisi olursa olsun lıiç fark etmez. Yeter lti bir ilim dalı olsun, hatta Türk-İs­

lam Edebiyatı da bunun içerisinde. Yani üç aşağı beş yukarı hepsi aynıdır.

Önemli olan çalışıp hepsinde az çok başarılı olmaktır." gibi bir düşünceyle hare­

ket ediyordum. Fakülte'nin sonuna gelince,. rahmetli Es'ad Coşan hocamızın,

bana o zamanlti söyledikleri ve "inşallah seni Fakülte'de bırakırız." şeklindeki

Page 28: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 543

sözleri bende Fakülte'de akademisyen olarak kalma konusunda bir cesaret uyandırrruştı. Edebiyatı da seviyordum doğrusu. Özellikle de eski edebiyatı. Di­

van edebiyatı, tasavvlif edebiyatı VS. Dolayısıyla Fakülte bittikten hemen sonra

Türk-İslam Edebiyatı'ndan doktora imtihanlanna girdim ve başardım. -5 yıllık mezun olduğunuz için. -Evet, beş yıllık fakülte mezunu olanlar yüksek lisansa gerek olmadan doğ-

rudan doktoraya başlayabiliyorlardı. Ben 1977 Haziran'ında mezun oldum. ve 1977-1978 öğretim yılı başında resmen doktora öğrenciliğine başlamış oldum. Tabii bu "dışandan doktora" oluyordu. Bu arada, daha önce de belirttiğim gibi, son sınıfa geçerken Ankara'da Gültepe mahallesinde imamlık görevi almıştım. Bu arada o göreve de devam ediyordum.

-Arnavutların oturduğu yerde mi? -Hayır, o semtte daha çok Gümüşhane'liler ve özellikle de Kelkit'liler oturu-

yordu. Asrl mezarlığın batı kenarında bir semt. Yine o zamanlardan unutınadı­ğım bir hatıram: Fakülte'de aktırken yanş bisikleti tipinde bir hisildetim vardı. Görev yaptığım o mahalleden Fakülte'ye çoğu zaman bisildetle gider gelir­dim.Hatta bir defasında Fakülte'den bisildete binclim, çıktım. Küçük bir çantam vardı, onu arkasına bağlıyordum. O eski garajların yanındaki köprünün altından geçerken bir de baktım ki çantam düşmüş. Farkına varır varmaz geri döndüm, oralara baktım, ama hemen birileri almış gitıniş. Öyle de bir hatıram vardır.

-Doktora başlamadan önce Fakülte esnasında, gerek dil alanında, gerekse İsltimf ilimler alanında Fakülte dışından, sizi etkileyen şahıslar var mıydı?

-Şöyle söyleyeyim, bilimsel anlamda olmadı diyebilirim. Sadece Kızılay sem­tindeki Fransız Kültür Merkezi'ne bir süre devam ettim. Fransızca'ını biraz geliş­tireyim diye. Onu da çok ciddi takip ettiğimi söyleyemem .. Yani gittim geldim ama tam kendimi vererek fazla bir istifade sağlayamadı. Yine de elbette az çok faydalandım tabii. Onun dışında Fah.i.Hte içinde bazen arkadaşlarla, bazen her­hangi bir hacayla ara sıra Arapça oktımamız oldu ama, çok sistemli bir çalışma olduğunu söyleyemem. Yani normal talebeliğin gerektirdiği çalışmalann d.ışın­da, dışandan özellikle eski geleneğe bağlı medrese usulü vs. herhangi bir çalış­ınam olmadı maalesef. Keşke olabilseydi. Özellikle Arapça'yı iyi oğrenebilmek için bunun gerekli olduğunu zaman geçtikçe daha iyi anladım.

-Fransızca hususunda başka bir çalışmanız oldu mu? -Fakülte bitineeye kadar olmadı. Ama Fransızcam teorik olarak fena değildi.

Yani o zamanki talebderin seviyesine göre fena sayılmazdı. Fakat yeterli değil­di muhakkak. Gerçi imtihanlarda lügat yardımıyla az çok başanlı olabiliyordum. Malum, artık Üniversite'ye girmeyi ciddi anlamda istiyordum. Biraz önce bahset­tiğim gibi, benim için şu veya bu branş çok fark etmiyordu. Çünlcü her branş kendi çapında önemli ve değerliydi. Onun için, o sıralar hangi branşta kadro ilan edilirse, ondan şansımı deneme tarzında bir düşüneeye sahiptim. Halbuki bu ta-

Page 29: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

544 tasawıif

vır çok dıı hoş karşılarunayan bir şeymiş. Bunu daha sonra arılıyonım. İlk şansı­mı deneyişim, Türk-İslam Edebiyatı'ndan oldu. Doktoraya da o branşta başladı­ğım için mevcut kadrolar içinde onu tercih etmiştim. Ne de olsa rahmetli M. Es'ad Coşan hocamızın vermiş olduğu bir cesaret ve ümit de vardı. Müracaat et­tim. Başka müracaat ederıler de oldu. Orılar arasında sınıf arkadaşım olan Meh­met Aklruş Bey de vardı. Hepiniz bilirsiniz.İmtiharılar yapıldı ve sonuçta Mehmet Bey'le birlikte kazandık Fakat onun puanı, benimkinden birkaç puan yüksekti. İlan edilen kadro da bir tane. O zamarılar kazanarılar arasında tercihi kürsü baş­kanı olan hoca yapar, atama ona göre yapılırdı. Hocamız da tercihini Mehmet Akkuş lehine kullandı. Belki notu biraz daha yüksek diye, belki de daha yakın­dan tanıdığı için. Hayırlı olsun dedik. O fasıl öylece geçti. Ben doktoraya devam ediyonım, ders aşamasındayım.

- 77'de mi bu? -78'de. Ondan sonra ben yine ilan edilecek kadrolan beklerneye devam et-

tim. İmamlık görevim de devam ediyor. Aradan bir sene kadar geçtikten sonra aynı kürsüden bir daha imtil1an açıldı. Yine tek kişilik kadro. Ben yine müraca­at ettim ve yine kazandım. ~a bu defa da Ali Yılmaz Bey'le birlikte kazandık. Ali Yılmaz Bey' i de tanırsınız. Benöen bir yıl sonra mezun olınuştu. Başka giren­ler de vardı ama, ikimiz kazanrnıştık. Hocamız o zaman da tercihini Ali Yılmaz Bey lehine lrullanrnıştı. Belki şöyle bir sor aklınıza gelebilir: "Kardeşim madem Hoca seni daha önce tercih etınemiş; ne diye tekrar onun kürsüsüne müracaat ettin?" Emin olun, ben hocaını tanıdığım için, onun adilane davrandığından ve yine davranacağından hiç şüphe etınedim. Yani bana göre hocamızın ark~daşla­rı tercih edişinin asıl sebebi, puarılarının benimkinden biraz daha yüksek olu­şuydu. Tarafgir davranacağını asla aklıma getirınedim. Sonra bu iş biraz da kıs­met meselesiydi. Nitekim doktora aşamasında ilişkilerimiz gayet olumlu bir şe­kilde devam etti. O gün1erden birinde, imtihan sonuçları belli olınuş ama Hoca henüz tercihini İdare'ye bildirmemiş; Ali Bey'le birlikte .Fakülte koddonında du­nıyonız. O esnada Hocamız yanımızdan geçti; geçerken bize döndü ve gülüm­seyerek, "Sakın birbirinize bir suikast yapmayın ha!" dedi. Öyle bir espri yapmış­tı. Biz de, "Yok hocam, merak etıneyin, bizde öyle şeyler olınaz;'' demiştik.

-Bu arada Türk-İslam Edebiyatında bir tezfalan yapmış mıydınız? -Hayır, henüz tez aşamasına gelınemiştim. O zaman ders aşaması devam edi-

yordu. O ders aşaması sırasında dört tane seminer çalışması yipılıyordu. Orılara çalışıyordum.

Fakülteye giriş yine nasip olınayınca, artık o branştan ümidimi kestim. Zaten kadro da dolmuşnı. _Ne yapalım, illa bir yere girmem gerekiyor .. Kendimi bu işe şartlandırmış durumdayım. Bir süre sonra yine bazı kadrolar ilan edildi. Burılar arasından Tefsir'den şansımı denemeye karar verdim. Süleyman Ateş Bey o za­man kürsü başkanı. İsmail Cerrahoğlu Erzunım İslam! İlirrıler Fakültesi'nde de-

Page 30: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 545

kan. Müracaat etmeden önce bir ara Süleyman Bey' e, iHin edilen Tefsir kadrosu­na müracaat etmeyi düşündüğümü hatırlattım ve bu konuda muvafakatının olup olmadığını sordum. "Tabü, dedi, herkes gibi sizin çle hakkınız, girebilirsiniz, gi­rin tabii" dedi. Onun üzeriiıe yaptım müracaaturu ve imtihana girdim. Takdir-i ilalll o imtihanın da her üç aşamasını kazandım. Hani kazanmasa da giremesem üzülmeyeceğim. Yine aynı kader, bu defa da yine bir başka sınıf arkadaşım olan AbdtUvahap Öztürk'le birlikte kazandık Kendisi bizden epey yaşlıydı. Son sınıf­tayken ikinci sırufta da kızı okuyordu. O sıralar 40 yaşlarında idi.

-Ne oldu, hanginizi tercih ettiler?

-Ondan sonra ben beklerneye başladım. Hani dedim ya, biraz ç~kingenlik var, . hocaların yanına gitmek pek adetim değil. Gittiğim zaman yanlış anlaşılır, yalaka­

lık tarzında yorurnlanır fılan diye düşünüyorum. Ben bu aşırı çekingenliğin çok anlamsız olduğunu olduğunu daha sonraları anlıyorum. Dedim ki kendi kendi­me; "Ben Hoca'ya gitmeyeyim. Hoca beni nasıl olsa az çok tanıyor; yeterince ta­

nımıyorsa da soruşturur, öğrenir. Kararını kendisi versin.".tlginçtir, Hoca tercihi­ni bildirmeden bir ay bekledi. Ben hala Hoca'ya uğramıyorum. Belki Abdülvahap

Bey'i telilif edecek ama, onu da yaşlı olduğu için Fakülte idaresi asistanlık kadro­suna uygun bulmuyor. Muhtemelen Hoca benim gelip bir kendisiyle görüşmeiDi

beklemiştir, bilemiyorum; ama karar vermesi için bir ay bekledi. Sonuçta Hoca, adaylarda hafızlık şartı aradığını gerekçe göstererek hiç birimizi teklif etmedi. Ha­sıl-ı kelam böylece o kadro da nasip olmadı bize. O arada ben Ankara'da imam­lık görevine ve doktora çalışmasına devam e~iyorum. Fakülte ile ilişkim tabiatıy­

la devam ediyor. Yine ilan edilen kadroları takip ediyorum. Bir defasında da İs­lam Kurumlan Tarihi'nden ilan edilen kadroya baş vurup şansımı denedi, fakat

bu defa da Arapça'dan başarılı olamadım. Lisanı geçtim, Arapça'dan takıldım. N e­simi Yazıcı Bey o zaman imtihanı başardı ve o kadroya atandı.

-Kaç senesindeydi?

-Herhalde 79'du. Bu esnada yine Fakülte'ye bir uğradığım~a, kirndi bilemi-

yorum, dediler ki, "Erzurum'da kadrolar ilan edildi. Bunlar arasında girmek iste­diğin yer olabilir." Bu haber üzerine baktım neler var diye. Doktora tezini de bel­

li bir aşamaya getirmiş durumdayım. Tez konusu olarak, 17:asırda yaşamış Hal­veli şeyhlerinden Muhammed Nazrni Efendi'nin Hediyyetü'l-İhvan adlı yazma bir eseri üzerinde çalışıyordum. Tezirnle bağdaşabilecek en uygun kadro Tasav­vuftan vardı. Dedim ki; "Biz hep Ankara'da ısrar ettik ama bir türlü olmadı. De­mek ki kısmet değilmiş. Madem kadro ilan edilmiş, İslami İlimler Fakültesi de es­

ki bir fakülte, neticede orası da dini ilimierin okurulduğu bir fakülte. Kim bilir, belki de kısmetirniz oradadır." Bu konuyu rahmetlik Orhan Karrnış ve Es'ad Co­

şan hacarnızla da istişare ettim. Onlar da tavsiye ettiler. Hatta Es' ad Coşan hoca­mız demişti ki; "Eğer orası olursa senin için çok hayırlı ve iyi olur. Bunda da bir

Page 31: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

546 tasavvıif

hayır vardir." Bu şekilde teşvik ve tavsiye ettiler. Nihayet müracaat ettim. Bir kış

ortası, hamını memlekete gönderdim, kendim de trene bindim 27 saatlik bir yol­

culuktan sonra gece yansı saat 01.30 civarında Erzurum'a vardım. Erzurum'un o

en şiddetli soğuk günlerinden birisiydi. Dışarıdaki insanların bıyıkları ve kirpik­

leri buz tutuyordu. Erzurum'a gelip de o vaziyeti gören insanın gerisin geri dö­

nesi gelir doğrusu. Böyle bir soğuk günde Fakülte'ye vardım ve imtihana girdim.

Ankara İmam-Hatip'ten tanıdığım Nasuhi Ünal Karaarslan Bey, İsHinli İlimler

Fakültesi'ne girmiş, orada Arapça hocası. Gelmişken ona da bir uğrayıp ziyaret

edeyim dedim. V ardım. "Selamün Aleyküm", "Aleyküm selam, buyurun, kimsi­

niz?" "Hocam ben Ankara İmam-Hatip'ten talebeniz sayılırırn. Dersime girmedi­

niz ama ben sizi tanıyorum. Burada olduğunuzu öğrenince, gitmeden bir selam

verip hatınnızı sormak istedim." dedim. "İyi, hoş geldin." Yoksa imtil1ana mı gel­

din?" "Evet." "Peki ne yaptın? Şimdiye kadar niye uğramadın?" gibilerinden biraz

konuştuk. O sıra imtil1anlar bitıniş, ama henüz jüri kararını vermemişti. Bizim jü­

ride Kerim Yavuz, Emrullah Yüksel ve Şerafettin Gölcük Beyler vardı. Onun üze­

rine Nasuhi Bey bir dışarıya çıkıp geldi. Her halde jüri üyelerinden bir nabız yok­

laması yaptı. Geldi. "Eh, dedi, hayırlısı olur inşallah, gönlünü hoş tut." gibi sö~:..

lerle, biraz kapalı da olsa sonucun müsbet olacağını lına etmek istemişti ..

-Rakibin var mıydı? -Vardı tabii. Giren ama son bilim aşamasına kalan bir kişi daha vardı.

-Hep iki iki gidiyor, Allah Allah. -Fakiilte'den sınıf arkadaşım Sadık Kılıç Bey de iki sene önce aynı Fakülte'ye

Tefsir asistanı olarak girmişti. Onunla ve o andadekan olan eski hocamız İsma­

il Cerrahoğlu'yla da görüştükten sonra, imtihan sonucunu öğrenmeden Erzu­

rum'dan Mersin' e döndüm. Bir süre sonra da Ankara'ya geldik. Eve girince bak­

tı.k_bir telgraf kağıdı var. Benden önce hanım alıp okudu. Meğer imtihanı kazan­

dığımızı bildiren telgrafmış. O haberi alınca, emin olun bizim hahım resmen ağ­

lamaya başladı. Ankara'ya az çok alışmış. Erzurum'a gidip de ne yapacağız diye.

"Dur bakalım, hayır bundadır inşallah." diye teselli etmeye çalıştım.

Böylece bizim Erzurum macerası başlamış oldu. Ama tayinim ta Temmuz'un

on birinde ancak gerçekleşebildi.1980'in Temmuz'unda. Hasılı böylece E~­

rum'a, Tasavvuf kiirsüsüne gelmiş oldum. Demek ki Ankara'da. kısmetirniz tü­

kenmiş. Şair boşuna mı demiş:

"Kısmetindir gezdiren yer yer seni. Gün gelir ki, tikıbet yer yer seni." diye?

-Kürsüde Tasavvuf dersleri veren hoca var m;ydı? -Hayır yoktu. Bazen Şerafettin Gölcük Bey, bazen Fahrettin Olguner, bazen

de Yunus Kaya hocalar girmişler.

-Yani buranın resmiyette ilk Tasavvuf hocasısınız.

Page 32: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıil(ikat 547

-Evet burada resm<:n ilk tasavvuf hacası ben olmuş oldum. Tabi! o zaman için

asistan olarak. -O zamanki asistanlık maaşları biraz iyiydi değil mi? -Bugüne göre iyiydi. Malum buraya gelmeden önce Ankara'da imamdım.

Yanlış hatırlamıyorsam maaşım da 2000 TL civarında. O zamanlar öyleydi. Mil­yon fılan henüz hayal bile edilmiyordu. Buraya geldim, ilk defa bir buçuk aylık maaşı birlikte aldım. Yanlış hatırlamıyorsam 23 bin lira kadar bir para verdiler. O an için hayal edemeyeceğimiz bir para yani. Hakikaten o günün şartlarına iyi pa­

raydı. İmamlık maaşıyla, üniversite kadrosun~ asistanlık maaşı bayağı farklıy­dı belli ki. Biz iki bin liraya talim ederken o parayı görünce bayağı sevinmiştik

doğrusu. Ankara'da kalamamanın hikmetlerinden biri de belki buydu. Erzurum Ankara'ya göre daha avantajlı idi o zaman. Çünkü Doğu tazminatı vs. vardı.

-Doktoranız bitmiş olarak mı geldiniz Erzurum 'a? -Hayır henüz bitmemişti. Doktora aşaması da benim açımdan aslında bir ma-

cera oldu diyebilirim. Seminerleri yaptık, ders aşamasını 'geçtik. -Seminerleriniz neydi? -Seminerlerden bir tanesi Visall Ali Çelebi'nin tamamlarımarnış bir Türkçe

Mevlid'i. Birisi, Cebeci İl Halk Kütüphanesi'ndeki tasavvufla ilgili Türkçe yazma eserlerin bir kısmının tanıtımı. Bir başka seminer, transkripsiyon sistemi ile ilgili bir çalışma idi.

-Genelde yazma eserler galiba, yazma eserler çalışırken Ankara bu konuda yeterli oluyor muydu? Bir Süleymaniye deneyiminiz oldu mu?

-Talebeyken olmadı tabii. Yani Fakülte bitineeye kadar olmadı. Doktora tezi­ne başladıktan sonra İstanbul'a gittim. Ankara'da, Cebeci İl Halk Kütüphane­

si'nde yazmaları karışi:ırdım. ilahiyat'ta okurken de bazen k:ütüphanede yazma­lada ilgileniyordum. Paleografi dersi vardı .. Ben biraz da yazıya meraklı oldu..: ğum için, böyle özel bir gayretle el yazinası eseriere ilgi duyuyordum. Tabi bu doktora aşamasında biraz daha gelişti.

-Ankara, İstanbul kadar zengin değildi tabii el yazma/arında. -Değildi elbette. Ama insanın yazmalada ilgilenmesi için çok da zengin olma-

sı gerekmiyor.

-Yazma eserleri tahlil edebilmek, o çalışmaları açığa kavuşturabi/rnek için yazma eserler doğrultusunda ne tür bir çalışma yapabiliriz? Yani o doğrultu­da bir deneyim, tecrübe kazanabilmek için İstanbul macerası gerekli midir?

-İstanbul macerası şu manada gerekli: Bu sahalarda araştırma yapacak olan ar­

kadaşlann İstanbul'u mutlaka görmesi gerekiyor. Çünkü bizim eski kaynaldarı­

mız, eski kütüphanelerimiz hep orada toplanmış. Ankara daha dünkü şehir. İstan­

bul'a göre ücra bir yer sayılır. İstanbul eskiden beri kültür merkezi. Tüm yazma

eserler orada daha çok yoğunlaşmış. Süleymaniye Kütüphanesi, daha başka bir

çok kütüphane mevcut malum. Yani bu sahalarda araştırma yapanların İstanbul

Page 33: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

548 tasawıif

kÜtüphanelerini mutlaka tanıması ve odardan istifade etmesi gerekir. Benim dok­

tora esnasında en çok faydalandığım şeylerden birisi de o olmuştur. Fırsat bulduk­

ça İstanbul'a gittim. Hocamız'ıiı tavsiyesiyle, ulaşabildiğim kadanyla Süleymaniye,

Ayasofya, Üsküdar Selim Ağa, Bayezid Kütüphanesi, Atıf Efendi, Millet Kütüpha­

nesi gibi, istanbul'da olan kütüphanelerde zaman zaman çalıştım ve hakilmten

çok faydalandım. O ecdad yadigan kütüphaneleri ve oradaki nacllde eserleri biz

araştırıp incelemezsek kim inceleyecek? Hangi sahada olursa olsun, bence her ila­

hiyatçının oradalti kütüphaneleri ve hatta eslti arşivleri az çok tanıması şarttır.

-Tasavvujla ilgili çalışmaya buraya gelince mi başladınız? -Doktora tez konum Tasavvufla irtibatlı diyerek buraya geldim ve zaman

kaybı olmamasını düşündüm. Hakikaten buradaki hocalarımız o konuda anlayış

gösterdiler ve doktorama kaldığım yerden devam ettim. Tezimi de Ankara İlahi- ·

yat öğrencisi olarak tamamladım. Orada Türk-İsHim Edebiyatı kürsüsüne bağlı

idi, ama konu tasavvufla alakalı olduğu için, problem olarak görülmedi, öylece devam ettim.

-Yani sizin doktoranız Türk-İslam Edebiyatı 'ndan mı? -Evet, Türk-İslam Edebiyatı kürsüsüne bağlı olarak yapıtım. Danışmanun da

M. Es'ad Coşan hocamızdı. Şimdiki genç arkadaşların ne kadar şanslı olduğunu

anlamalan için, doktora esnasında karşılaştığım bazı güçlüklerden bahsedeyiın isterseniz.

-Tecrübe olsun arkadaşlarımıza aynı zamanda. -Ben dışandan doktora yaptım bir süre. Bu arada imamlılc görevi de yapıyor-

dum malam. Fakat vazifeyle doktora çalışması biriliete zor yürüyordu. Diyanet İş­

leri Başkanlığı'nın o yıllarda bir uygulaması vardı: Arzu eden doktora talebelerine,

maaşın yan ödemeleri kesilmek kaydıyla, sadece çıplalc maaş vererek ilti yıl izin

veriyordu. Bu güzel biruygulamaydı. Ben de ona müracaat ettim ve ilayıl izin al­

dım. Galiba 1978'in ortalarında idi. O izin bitmeden de burayı kazandım. Falcat bir

problem daha: Diyanet o izni de mecburi hizmet karşılığında veriyordu. Doktora

yapacak, ama kendisi istilıdam edecek. O düşünceyle veriyordu. Burayı kazanın­

ca muvafakat meselesi gündeme geldi. Ankara'da Diyanet İşleri Başkanlığı'na var­

dım. Personel Dairesi'ne o zaman bakan Idrndi bilmiyorum. Durumu anlattım. De­

di Id "Hayır, kesinlilde sana muvafalmt veremeyiz, mecburi hizıııetin var, bizim

elemanımızsın, gidemezsin." Bunun üzerine beni bir endişe sardı. Bu kadar uğraş­

tıktan, ve nilıayet bir yer kazandılctan sonra karşıma bir de bu engel çılcmıştı. -Reis ki md i?

-Reis sanırım Tayyar Altıkulaç'tı. Yardımcılanndan bir tanesi de Harndi Mert

Bey' di. Ankara İmam-Hatip'ten hocanıızdı. Beni belki de tanınıazdı ama, ben en

azından onu tanıyordum. Aynca Anamur'lu olduğu için hemşehri de sayılırdılc.

Dedim ki, "Ona vanp durumumu anlatayım, belki yardımcı olabilir." Vardını,

Page 34: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mii/iikat 549

ınakamındaymış, ziyaret ettim, selam verdim, kendimi taruttıın. Talebesi olduğu­

mu öğrenince memnun oldu. "İyi, otur bakalım, hoş geldin, nasılsın?" fılan dedi.

Meseleyi anlattım. "Erzurum' da asistanlığı kazandıın ama bir probleıniın var. Ma­

aşlı izin alıniştıın; mecburi hizmet karşılığı diye ınııvafakat vereıneyiz, dediler."

dedim. Bunun üzerine, hiç unutınuyoruın, "Ne demek, dedi, öyle şey mi olur?

Biz camiye iınaın ını bulaınıyoruz Türkiye'de? Bir iınaınıınız üniversitede asistan­

lığı kazanacak, ona ınııvafakat verıneyeceğiz. Olur mu öyle şey?" dedi.

-Mert'miş gerçekten. . -Hakikaten mertlik yaptı, sağolsun. Oturttu, bir çay söyledi, telefonu çevirdi,

ilgili kişiyi buldu ve "Hemen bu arkadaşıınızın işini halledin. Ne _demek öyle bi­

rine ınııvafakat vermemek? Derhal işlemlerini yapıp evrakını bana getirin." dedi,

kestirip attı. Emin olun 5-10 dakika içerisinde işlemleri yapıp getirdiler, kendisi

de iınzaladı ve bizim iş arnnda halledilmiş oldu. Tabii çok memnun olınuştum.

Kendisine çok teşekkür ettim. Meğer ınııvafakat iş bu kadar kolayınış. Yani ya­

pıcı ve iyi niyetli olduktan sonra, demek ki bu işler bu kadar kolay yapılıyorınuş.

Bu olayı hatırladıkça Harndi hocama hep dua ederim. Kendisine nıinnet:tfuını.

Allah razı olsun. Böylece o işi de hallettik ve Erzurum işiın gerçekleşmiş oldu.

Doktora aşamasındaki güçlüiderden bahsediyordum. O zamarılar bir de kıtlık

ve yolduk söz konusuydu. Her aradığınızı her yerde bulaınıyordunuz. Mesela

ben,Süleyınaniye Kütüphanesi'nde, çalıştığıın yazma kitabın nüshalarını tesbit et­

tim, fotoğraftarim veya mikrofılnıini alınam gerekiyor, "Mikr,ofilın getirin, çeltip

verelim." diyorlar. Anyorum, ınilaofılın yok Hiçbir yerde bulaınıyonım.Yani

emin olun, altı ay ını geçti, bir yıl ını geçti, bir türlü ınilaofılın bulamıyorum. İs­

tanbul'a gidip orada süreidi çalışına iınkfuııın da yok. Daha önce asıl nüshanın fo­

toğrafını temin etnıiştim, onun üzerinde çalışıyorum ama, diğer birkaç nüshayla

karşılaştırınam gereldyor. Fakat gelin görün ld, fılın bulaınıyoruın. Böyle bir telaş

içerisinde şaşıp dunırken, bir gün Tarıın Bakanlığı'nda çalışan Osman Öztürk is­

minde bir sınıf arkadaşıının yanına uğraınıştıın. Daha sonra Hukuk'u da bitirdi ve

avukat oldu.Şu anda Ankara'da serbest avukatlık yapıyor. Sohbet esnasında bu

konu geçti. Dedim ld, "Yahu kardeşim sorına. Milaofılın lazıın, bir türlü bulaını­

yonıın, ne yapacağıını bilnıiyonıın". Bunun üzerine, "Sen biraz belde, ben şimdi

geliriın." dedi ve odasından ayrıldı. Birkaç daldlm sonra geldi, "Al sana ınilaofılın"

. dedi, birkaç tane kutu verdi. Meğer Bakanlık'ta bol ınilttarda varınış. O anda dün­

yalar benim oldu. Hani derler ya, "Kul daralınayınca Hızır yetişıneznıiş." Onunla

işiıni gördüm ve gereldi nüshaların ınilaofılınini çelttirdim. Fotğraf lclğıdına bas:

tıranuyoruın, çünlcü çok pahalı. Milaofılınden 0lruyabilınek için de cihaz lazıın. -Projeksiyon makinası yok.

-Çaresiz, Rus yapısı ucuz bir tane agrandizör makinası aldım. Arılcara'da ol-

duğumuz için sitelerde tarudığıın ınobilyacı bir arkadaş vardı. Ona gittim, küp

Page 35: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

550 tasavvıif

şeklinde kapalı bir kutu yaptırdım, üzerine de o makinayı.monte ettim. Kutunun ön kısmına, içine bakabilecek kadar bir delik; üst kısmına da makinanın ışığı içe­

riye yansıtabileceği daha küçük bir delik açtım. Kutunun tabanına da beyaz bir

kağıt yerleştirdim. Böylece üstten içeriye fılmi yansıtarak kutunun tabanında

okuyordum. Evde masanın üzerine bu tezgahı kurdum ve nüsha karşılaştırmala­

rını bu şekilde yaptım. Kısacası, çaresizlik içinde çare üretmiş oldum. Artık o ça­lışma ne kadar sürdü bilmiyorum.

-Şimdi gidiyorsunuz, CD 'ye kaydedip veriyodar.

-Şartlar ne kadar değişti değil mi?. Sonra, o kadar emek çektiğin bir çalışma-

yı güvenip başkasına yazdıraınazsın. Zaten başkası istese de sıhhatli yazamaz.

Dolayısıyla kendiniz yazmaruz gerekiyor. Şimdiki gibi bilgisayardan geçtik, dak­

tilomuz bile yok. Mecburen bir daktilo aldım, binbir meşakkatle muınlu kağıda

yazdım ve teksir makinasında teksir edip çoğalttım. Arapça ve Farsça metinleri

de, yine kendi yaptığım özel bir tığla bizzat kendim yazdım.

-Zaten seviyorsunuz yazma işlerini.

-Hayır, transkripsiyon işaretlerini daktiloyla koyamıyorsunuz. Hepsini mum-

lu kağıdın üzerinde o tığla işaretledim. Böylece nice uğraşlardan sonra nihayet

tezi hazırlayabildirn. Doktora maceramız da böyle .

. -Ders aşamasında, doktora esnasında, hangi hocalardan ders almış oldu­nuz, gördüğünüz dersler nelerdil

;· . -Doktora sırasında yardımcı ders olarak Cavit Sunar Bey'den Tasavvuf Tarih,

İsmet Kayaoğlu'ndan da İslam Kurnınlan Tarihi dersi aldım. Onun dışında şu an­

da tam hatırlayamıyorum

.Doktora tezimi Erzurum'a geldikten bir buçuk yıl sonra tamaınladım. Nor­

malde 4 yıla yakın bir sürede bitmiş oldu. Teslim ettikten sonra da tezi savunmak

için altı ay beldedim. Jüri üyeleri, danışman hocaının dışında, rahmetli Hüseyin

Gazi Yurda ydın, bir de Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden Hasibe Mazıoğlu idi. -0 tehlikeli.

-Tabi! ben tehlikeli mi nasıl bilmiyorum. İsmini duyuyorum. Kendim'Erzu-

rum'dayım. Tezi gönderdik, biz bekliyoruz. Aradan aylar geçti. Bir de duydum

ki jüri üyelerinden Hasibe Hanım hastalığını bahane ederek istifa etmiş. Onun

Süleyman Hayri Bolay beyi seçtiler. Nihayet altı ay sonra savunmaya girdik. Sa­

vunma sırasında, en yaşlı hoca olması dolayısıyla rahmetli Hüseyin Gazi Yurday­

dın hocamızın odasında imtihana aldılar. Hocamız nazik, tecrübeli insan. Pasta, bisküvi gibi şeyler hazırlamış. Savunma sırasında, çay, pasta eşliğinde sohbet ha­

vası içerisinde beni imtihan ettiler. Gayet oluınlu şekilde, fazla da zorlanmadan

tezi verdik, "pekiyi" derecede başarılı buldular. Böylece doktora bitıniş oldu. -O teziniz basıldı mı?

-Tezimiz maalesefbir süre basılmadı. Daha sonra Kültür Bakanlığı'nda İnce-

Page 36: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman tllrer ile mı1liikat 551

leme kısmını bazı çıkarmalada 1989'da "Türk Mutasavvıf ve Şairi Muhammed Nazm1 adıyla neşredildi.

-Peki şu anda tekrar basıtması söz konusu mu? -İnşaallah. Sağ olsun Mahmut Erol Kılıç Bey dostumuzun delaletiyle, metin

kısmıyla birlikte İnsan Yayınevi neşredecek. Şu anda baskıda ama ne zaman çı­kar bilemiyorum.

-Bir yıl sonra doçentfiğe başvurdunuz galiba, 83 müydü?

-Hayır, 1982'de doktora bitti. Malum bir yıl sonra YÖK kanunu ile yardımcı doçentlik diye bir statü getirildi.

-Nasıl atandınız?

-0 zaman yeni YÖK kanunu, doktorayı kendi fakültesinde yapanlar için Yrd.

Doçentliğe atanabilmel,< için bekleme şartı getirmişti. Başka bir üniversiteye ata­

nacaklar içinse bekleme şartı yoktu. Ben kendim buradayım, doktorayı ise An­

kara' da yapmışım. Bu yeni kanun yürürlüğe girdiğinde, Fakülte idaresine dedim

ki: "Ben Ankara'da doktora yaptım. burada Yardımcı Doçent olabilmemiçin bu

üç yılı beklernem gerekli mi değil mi?" Onlar da, "Kadron burada olduğu için

beklemen gerekir." dediler. Aslında beklernem gerekiDiyordu ama, fazla da

önemsernedim ve üzerine gitmedim. Fakat kadro bulunamadı, doktoradan son­

ra tam beş sene, yani1987'ye kadar yardımcı doçent kadrosuna atanamadım. Ni­

hayet 1987'deYrd. Doç. oldum; 1988' de Doçentlik ünvanı aldım. -Ders/ere girmiyar muydunuz o zaman?

-Giriyordum tabii. Baştan beri Tasavvuf Tarihi derslerine girmeye başladım.

İlk zamanlar Yunus Kaya hoca ile birlikte paylaşarak giriyorduk. Doktora bittik­

ten sonra dersler tamamen bana devredildi. Bu arada bir Fransa seyahatim oldu.

Ona isterseniz ş~mdi girmeyip daha sonra bahs edelim. Bu arada dil problemi var

tabi!, doçentlik için dili başarmak gerekiyor. Dil sınavı o zaman da bir hayli zor­

du. Üç aşamalı bir imtihan yapılıyordu. Önce yüz soruluk bir test yapılıyordu, iki buçuk saat de süre veriliyordu.

-Üniversite sistemiyle mi ilgiliydi, yoksa bugünkü. YÖK sistemindeki merkezi sistemle mi yapılıyordu?

-YÖK, ÖSYM vasıtasıyla yurt çapındaki doçent adaylarını merkez! sistemle

özel olarak imtihan yapıyordu. Daha sonra KPDS ve ÜDS gündeme geldi. Biz gir­

diğimiz sıralarda KPDS'yi de ölçü almıyorlardı. Ama bu imtihancia da hakil<aten işi cidd1 tutuyorlardı. Yani 100 soruluk bir test ve süresi iki saat. Şimdi galiba sek­

sen soruya üç saatlik süre veriyorlar. Ama sorular sanırım daha uzun oluyor. Test

aşamasını geçince iki aşamalı bir tercüme, Türkçe'den yabancı dile, yabancı dil­

den Türkçe'ye. Yabancı dilde lügatin dışında başka lügata da müsaade etmiyor­

lardı. Ben Fransızca'dan giriyordum. Bu aşama da bittikten sonra bir de mül:lkat

yapıyorlardı. Jüri huzurunda konuşturuyorlardı. Yazılı, yani tercümelerle ildsini

Page 37: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

552 tasavvıif

birlikte değerlendiriyorlardı. Ben yıl kaçtı bilemiyorum, ilk girdiğiinde test aşa­

masında başanlı olamadım. Zaman az gelmişti, birazını yetiştirememiştim. İkinci sene girdim ve Allah'a hamdolsun başanlı olup lisan belgesini aldım. Sanının

1985 yılıydı. Tabii bu arada dili nereden öğrendiniz diye sorabilirsiniz. Biraz fa­kültede çalışmalarım oldu, onun dışında 1984 yılında Türkiye Diyanet Vakfı An­

kara'da ilahiyat Fakültesi hacalarma yönelik bir Batı dili kursu tertip ediyordu, o

kursa iştirak ettim. Beş buçuk ay kadar. O kurstan hakikaten çok faydalandım. O dönemlerde birçok arkadaş da o kursa iştirak etti. Doçentlik sınavını dalıa çok

orada öğrendiğimle başardım diyebilirim. Bu vesileyle kurs hocamız Alunet Çe-. tinErtürk Bey'i minnet ve şükranla yad etmek isterim. O kursun bir faydası da,

kursa iştirak edenlerden belli bir başarı düzeyini yakalayan, her fakülteden bir iki

kişiye üçer aylık yurt dışı bursu verdiler. Bizim dönemden de beni başanlı gör­

müş hocarıuz. Abdullah Ayduılı Bey de benden bir yıl sonra girmişti. Bu yurtdışı

bursunu o zaman ilidas etmişlerdi. Abdulla~ Bey'le ikimizi Erzurum ilahiyat'tan o bursa tercilı ettiler ve üç ay süreyle o sayede Fransa'ya gittik. O arada üniversite­

nin de yine bir burs kontenjaru vardı. Sırayla gidilebiliyordu, üç aylık bir bursla üniversitede de sırarn gelmişti. İkisi peş peşe denk geldi. Arada bir buçuk iki ay

bir fasıla ile üçer aylık Fransa'da bulunma irnkarum oldu. Yıl1986. -Dilin gelişmesine faydalı olmuştur tabii. Orada Dil eğitimi merkezinde mi

çalışıyordunuz ? Yoksa herhangi bir akademisyenlik çalışması mı oldu ?

-Şimdi isterseniz o fasla gelelim. Orada hatıralarını çok. Ona geçmeden ön­

ce, 1983'te kısa dönem olarak askerliğimi yaptığımı da ifade etmiş olayım.

Fransa maceram tabii biraz detaylı. Fransa'ya Abdullah Aydınlı Bey'le birlik­

te gitmeye karar verdik. Ankara'da gerekli işlemleri yaptıktan sonra, İstan­

bul'dan otobüsle gitmeyi planladık.

-Çok uzun değil mi?

-Uzun ama uçak çok pahalı geliyordu. Bizim için verdikleri burs da çok faz-

la değildi. Kara yoluyla gidersek gezmiş de oluruz düşüncesiyle onu tercilı ettik.

İstanbul'dan çıktık, iki buçuk veya üç günde Pari$' e ulaştık. O arada tabii ilk de­

fa bir Batı ülkesine çıkıyoruz, Avrupa'yı görüyoruz. Bulgarist:;ın'dan geçtikten

sonra Yugoslavya, ardından Bosna-Hersek topraklarından İtalya'ya, orada Mila­

na ve Venedik şelırine uğruyordu. Milana'da bir-iki saatlik bir mola verildi. Bir

ara otobüsün bulunduğu yerden biraz uzaklaşarak parklarda vs. dalaşma irnka­

nınıız oldu. İlk defa Avrupa toplumunun nasıl bir toplum olduğunü o zaman ya­

kından müşahede etmiş, Abdullah Bey de ben de emin olun dudaklarımızı ısır­

nııştık. O parklarda gençlerin hali, dile alırunayacak tarzdaki davranışları vs. şok olmuştuk doğnısu. O zaman dedim ki kendi kendime: "Gerek Orhan Karmış,

gerekse M. Es'ad Coşan Hocamız'ın 'Avrupa'da doktora yapmak o kadar önem­

li değil. Sana vereceği şeyler vardır, ama götüreceği şey de vardır. O bakımdan

Page 38: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 553

hiç merak etme, üzülme' vb. tarzındaki sözleri boşuna değilmiş." Belki Türki­ye'de şimdi çok fazla fark kalmadı ama, o zamanın şartlannda mukayese götür­

mezdi. Müslüman bir Türk insanının öyle bir manzarayla karşılaştığında yaşadı­

ğı hillet-i n1hiyeyi düşünün. Batı toplumunu öylece ilk defa ayne'l-yakln görmüş olduk. Tabii bunu z~anla ister istemez normal karşılamaya başladık. Oralarda

kaldıkça kabullenmek dunımunda kalıyorsunuz. O toplumda Rasulullah Efendi­

miz'in şu hadisi, her zaman için çok önemli ama, bizim için daha önemli hale

geldi: " Sokağa, çarşıya çıktığınızda mümkünse iki-üç kişi çıkın, yalnız çıkma­

yın." tarzında tavsiyesi var biliyorsunuz. Öyle ortamlarda, toplumlarda sokağa

yalnız çıkınamanın ne kadar önemli olduğu biraz daha yaklne.r?- anlaşılıyor. O bakımdan: biz Abdullah Bey'le genelde birlikte dolaşırdık.

-Otokontrol açısından değil mi?

-Elbette. Şeytana, nefse karşı insanın daha güçlü olması gerçekten önemli.

Öyle bir ortamda tek başına çıktığınız zaman, insanın kalbini konıması, nefse ve

şeytana karşı kendini muhafaza etmesi gerçekten çok zor. O bakırndan yanınız­

da güvendiğiniz bir arkadaşınız olduğunda, kendinizi manen çok daha güvende hissediyorsunuz. Bunu kabul etmek lazım. O bakırndan biz Abdullah Bey'le ay­

nı yerde kaldık. Paris'in bir banliyösünde ve genellikle gidip geldiğimiz yerlere

birlikte gittik. Yalnız sokağa çıkmamaya çalıştık. Buradan giderken, daha önce oralara gidip gelmiş tanıdıklardan adres ve te­

lefon almıştık. İlk tecrübeler, ilk intibalar önemli. Paris'te otobüsten indik, az çok

Fransızca biliyonız ama bunu tatbikata sokmarnışız, fazla konuşmarnışız Ne ya­

palım, hangimiz telefon edelim dedik. Abdullah Bey dedi ki, "Sen git." Bir kah­

veden, orada çalışan bir Türk işçisine telefon edeceğiz. Kahveye vard,ıın. "Tele­

fon edebilir miyim?" dedim. Onun da sistemi farklı, jeton atılıyor vs. Tabii oradan

telefon edebilmek için izin isternek ve onun usulünü sormak basit bir şey olmak­

la birlikte, ilk etapta zor bir şey oluyor. Telefon ettim, yerimizi söyledim. Biraz

bekledikten sora gelip bizi aldılar sağ olsunlar. Böylece Paris'e adımırnızı atmış olduk. O sıra doçentlik dilini vermişim, dil açısından fazla bir engelim kalmanlış,

çok dil çalışmaya kendimi mecbur hissetıniyonım. Zaten az çok da biliyonım. O

bakımdan alabildiğine pratik geliştireyim, bu arada fırsatı değerlendiTip kendi

branşırnla ilgili bir araştırma yapayım düşüncesindeydim. Zaten bu bursların ve­

rilmesinden maksat, biraz görgü artırmak, oraları görmek, tanımak vs. idi. Çok

fazla beklenen bir şey yolını resmiyette. Ama biz değerlendirelim istedile Kafa­

ma şunu koymuştum: Batı dünyasında İslam'ın tanınmasında tasavvufun rolü ne

olmuştur? Daha çok bu konu üzerinde araştırma yapma düşüncesinde idim. Var­

dıkt-ın sonra, tabü oraları önce bir tanımak, öğrenmek gerekiyor. Nereye gide­

ceksiniz, nerede çalışacaksınız? Kütüphanesi nerededir? Üniversite nerede, kim­lerle görüşülür vs. Bu hususlarda bir-ilti haftalıl<: bir tanıma devresi geçti. Ondan

Page 39: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

554 tasavmif

sonra o kısa süreyi bir şekilde değerlendirmeye çalıştı. Zaman zaman Sorbonne

Üniversitesi'nde bazı dersleri takip ettim. Müsait olan yerlerde kulağımız alışsın,

insanları tanıyalım fılan diyerek gezip dolaştık Bazen kütüphanelere gittik, ça­

lıştık. Bazen kitap satılan yerlerde kitapları karıştırdık Ama çok fazla pararruz ol­

madığı için fazla kitap alamadık. Kitaplar da Avrupa'da çok pahalı. Orada "occa­

sion" diyorlar, indirimli kitaplar olur bazen, indirimli satış tarzında, onları kollar,

ilgimizi çekenlerden alırdık Kitapçı dükkanlarında bazı raflarda "occasion" ya­

zar, o indirimli demektir. Bir miktar ucuzdur. Onlardan almaya çalışırdık O şe­

kilde günlerimiz geçti. Ama bu arada yavaş yavaş kendimize güvenimiz arttı. Ko­

nuşma noktasında, ufak tefek, kaş göz çıkarsak da, hatalar yapsak da baktık ki,

bu iş oluyor. Teorisi zaten belli ölçüde var. Ben bu vesileyle. bazı kişilerle tanış­

ınayı istedim. Bazı hocaları görmek, ziyaret etmek, araştırdığım konu hakkında

ilgili kişilerle mülakat yapmak istiyordum. Mesela Alexandre Popovic isminde

Yugoslav asıllı yaşlı başlı bir hoca vardı. Sorbonne'da doktora dersleri veriyordu.

Zaman zaman onun derslerine iştirak ettim.

-Rusya 'daki Petersburg Enstitüsünden mi?

-Onu bilemiyorum, ama değil herhalde. O Alexandre Bennigsen olabilir. Po-

povic değil. Onun doktora derslerini taldp ettim. Dört veya beş tane talebesi olur­

du, fazla olınazdı. Tanıştık, ben de gittiğim zaman hiçbir şey demezdi, dersini

dinlerdik Bir de, Muyo (Mustafa) Okovic isminde Boşnak asıllı Müslüman bir

doktora talebesi vardı. O sürekli geliyordu. Onunla tanıştık. Müslüman ismi Mus­

tafa idi. Onunla da bir takım hatıralarırruz oldu. Daha sonra Bosna savaşlarından

sonra ne oldu bilemiyorum doğrusu. Maalesef irtibatırruz devam edemedi.

A. Popovic'in çalışma tarzı çok dikkatimi çelanişti. Çok sistemli çalışırdı.

Derslerini güzel verirdi. Osmanlıca'yı, Türkçe'yi az çok bildiğini zannediyorum

ama konuşamazdı. Bir çok dil bilirdi. Slav dillerini, İngilizce'yi, Almanca'yı, Fran­

sızca'yı, Arapça'yı vs.

-Genelde sizi düzenli görüyonmı. Diğer hocalarla karşılaştınnca, dışarıdan

görünen öyle. Siz de öyle düzen/isiniz. Bu etki oradan mı?

-Ben pek o kadar düzenli olduğumu iddia edemem ama, düzenli diyorsanız,

o fıtridir. Hakilcaten düzenli olmaya önem veren biriyim. Artık insanın yetişme

tarzının, okuduğu ldtapların etkisi midir bilemiyorum. Belld de estetik bir güzel­

lik arayışı denebilir. Her halde daha çok fıtratla alakalı. Hatta, bende bu özellil(

zamanla biraz da fobi tarzına dönüştü. Mesela masarndaki bir kitap hafif eğri

dursa, o benim gözümü rahatsız eder. Belld dikkatinizi çekmiş olabilir, siz geldi­

ğiniz için değil, her zaman için benim adam böyledir. Osman Nuri Bey bilir, me­sela bu kitabın şöyle yamuk durması beni çok rahatsız eder. Yine mesela rafta

dizilıniş olan kitaplarda ters konulmuş bir kitap pek göremezsiniz. O da beni ra­

hatsız eder. Biraz ruhsal, yani fıtratla alakalı, biraz da zamanla bö-y:lebir alı kan-

Page 40: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mt7/iikat 555

lık oluştu. Belki de okuduğumuz tasavvufi eserlerin gayri ihtiyar! içimize telkin ettiği bir şey. Yunus'un dergaha taşıdığı odun misali. Aynı durum evde de söz

konusudur. GöZÜmü rahatsız eden bir şey bul undurmamaya çalışırun.

-Yenge rahatsız oluyor mu bu dunımdan? -Hayır, üstelik memnun olur. Hatta bu özelliğimden dolayı bazen "Sen bizim

evin süpürgesisin." diye latlfe yapar. Benim olduğum yerde böyle gözü rahatsız

edecek bir şey bulunmaz yani.

Fransa'dan devam edelim. Orada bazı kimselerle görüşmeyi arzu ediyordum

deıniştim. Bunu olabildiği kadar gerçeldeştirmeye çalıştım .. Hem konuşma açı­

sından bir tecrübe oluyor, hem de şahıslan tanıyorsunuz., bilgil~rinden faydala­nıyorsunuz. Popoviç'ten bahsediyordum. Onun ilgi alanı daha çok Balkan ülke­

leri, aralardaki İslam kültürü. Osmanlı dönemi ve Osmanlı sonrası dönem. Hem

Sorbonne'da görevliydi, hem de Fransa'da Milli Araştırma Merkezi diye isimlen­

direbileceğimiz bir kumluşta görevliydi. Bir iki defa da randevu alıp, evine git­

tim. Hiç tereddüt etmeden evine kabul etti. Evinde dikkatimi çeken şu olmuştu:

Hani bizde genelde adettir: Bulduğumuz kitaplan alır, raflara koyanz, fakat ço­

ğu zaman da okuyamayız. Popovic'in evinde pek kitap yoktu. Ama özel ve bir

kitaplık rafı kadar büyüklükte katalog dolabı vardı. Bana demişti ki; "Kütüpha­

nede kitap olduh.1:an sonra, onu satın almanın ne anlamı var? Gider orada okur­

sun! Katalogdan bakacaksın, kütüphane emrinde zaten." Gerçekten de çok man­tıldı. Para verip alrnalda bunun sonu gelmez ki. Bu biraz da onların çalışma tarz­

lan ve kütüphane alışkanlıklanyla ilgili olsa gerek.

Onun dışında görüştüğümüz hocalardan, bir defa Muhammed Arktın'un der­

sine girdim. Onun da dild<:atiıni çeken özelliği şu olmuştu: Bizim burada pek alı­

şılmamıştır. Sınıfa girişimde biraz sonra Arkun hoca geldi. Yaşlı başlı bir hoc~,

ama giymiş bir kot pantolon, spor kıyafet, gayet normal dersini anlattı, gitti. Bi­

zim Türkiye'de o zamanlar bu yadırganırdı.Oysa Fransa'da bu son derece tabli

karşılanan bir şeydi. Belki şimdi bizde de normal karşılanan yerler vardır. O an­

da dil<:katiıni çekınişti doğmsu. -Kravat, takım elbise?

-Kravat da yoktu. Ama kot spor kıyafeti kendisine yakıştırmıştı. Orada bu lm-

suslarda şelde takılıp kalrnama, rahat olma, kimsenin kıyafetiyle uğraşınama an­

layışı o zamanlarda çoktan oluşmuştu. Kendisiyle hususi görüşmemiz ne yazıl<:

ki olmadı.

Yine o Araştırma Merkezi'nde görevli iki hocanın yazdığı bir kitap dil<:kat:imi ·

çekmişti. Daha sonra onu tercüme ettim. Belki hatırlarsınız: "Süfi ve Koıniser". Sovyetler Birliği'nde İslam tarikatlannı inceleyen bir kitap. O sıra yeni neşredil­

, mişti. Kitapçılarda görünce ilgimi çekti ve aldım. Dedim ki bu bizim branşla ilgi­li, inşallah bunu tercüme ederim. Onu kafama koydum. Yazarlar da orada olun-

Page 41: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

556 tasavvuf

ca, "Ben en iyisi yazarlanyla bizzat görüşüp, hem tanışayım, hem de tercüme için

müsade alayım." dedim. Adreslerini ve telefon numaralannı almıştun. Randevu aldım ve o saatte gittim. Hem Alexandre Bennigsen, hem de bayan olan Chantal

Lemercier-Quelquejay, ikisi de oradayrnış. İkisiyle de görüştük Biraz konuştuk,

tanıştık, Türkiye hakkında sorular sordular. O esnada kendilerine, "Kitabınızı gördüm. İlgimi çekti, Türkçe'ye çevinnek istiyorum. müsaade eder misiniz?" de­

dim. "Memnuniyetle, gayet tabii " dediler. Öyle şifaili bir müsaade almış oldum.

Yurda döndükten sonra kitabı tercüme ettim. Hatta oradayken başlamıştun. Fa­

kat kitap henüz baskıda iken A. Bennigsen vefat etti. Yıl1988'di. ·

-Onun derslerinde bulundunuz mu? -Onların dersleri.nde bulunmadım. O sıra derse de girmiyorlardı galiba. Yaş-

lılardı. O kadar bir görüşmemiz oldu. Onlann dışında, yine ismen tanırsınız: Eva

de Vitray Meyerovitch. Mevlana hayranı, Mevlana aşığı bir bayan Müslüman. "İs­lam' ın Güler Yüzü" diye de. bir kitabı var bilirsiniz. Daha pek çok kitabı var.

Onun orda olduğunu öğrendim, adresini, telefonunu aldım ve bir gün telefon et­

tim, randevu istedim. Kendimi tanıttım ve "Müsaitseniz sizinle görüşmek istiyo­rum." dedim. Sağ olsun randevu verdi, evinin adresini verdi. "Filan zaman bek­

lerim." dedi. Gittim evine, yaşlıca bir kadın. O zaman belki 65-70 yaşlannda var­

dı. Beni nezaketle karşılac4. İsmi Havva olmuş daha sonra. O zaman için 25 yıl

önce Müslüman olduğunu söylüyordu.

-Örtülü müydü?

-Örtülü değildi. Orada onun gibiler sanırım örtüye o kadar önem vermiyor-

lardı.

-Mevlana motifleri var mıydı kendisinde acaba? '1slam'ın Güler Yüzil"nde Mevlana motiflerinden geçilmiyar çünkü.

-Evinde var mıydı, doğrusu şu an iyi hatırlamıyorum. Varsa da çok dikkatli

bakmadım belki. Tanıştık, biraz konuştuk. Benim maksadım, daha çok tasavvu­

fun Batı dünyasındaki tesirlerini onun ağzından dinlemekti. O konuda biraz mü­

lakat yaptık, çok enteresan fıkirler söyledi. Hatta Mevlana üzerine çalıştığından

bahsetti. Tabii biz o zaman tanıyoruz. Daha önce Platon üzerine doktora yapmış,

entelektüel bir insan. Üniversitede çalışmalan var. Felsefe sahasında çalışmış,

ondan sonra Muhanimed İl<:bal üzerine bir araştırma yapmış.

-Muhammed İkbal'den hareketle Mevlana'yı buluyor.

-Muhammed İkbal'i araştırırken Mevlana dikkatini çekiyor. Balayar ki, İk-

bal'in asıl kaynağı Mevlana. Ona sıkça atıfta bulunuyor, sıkça ondan faydalanı­

yor, şeyl1im diye bahsediyor vs. O nasıl bir insan ki, asırlar sonra İkbal gibi bir

mütefekkir kendisine şeyh, üstad gözüyle balap, bu kadar etlilleniyor? Bundan

dolayı Mevlana'yı merak ediyor. Fakat Mevlana'nın dilini bilmiyor. Sırf onun eser­

lerini okuyabilmek için İran'a gitmiş, bir süre kalmış ve Farsça'yı öğrenmiş. Batı-

Page 42: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile miiliikat 557

lılann bu imkarn var. Hakikaten bir şeye karar verdikleri zaman, gidip yerinele araştırma ve öğrenme imkanlan oluyor. Bizde çoğu zaman öyle olmuyor maale­sef. Farsça'yı öğrendikten sonra MevHina'nın eserlerini incelemeye koyulmuş.

Onlan inceledikçe kendisini cezbediyor ve içine doğru çekiyor. Aynen şunlan

söylemişti, kendi kulaklanmla dinledim: "Bir araştırmacı kişi olarak, felsefe saha­sında çalışan birisi olarak, o zamana kadar zihnimi meşgul edip de bir türlü çö­

züm bulamadığım bunca sorular, emin olun, tek tek çözüme kavuştu ve son de­

rece rahatladım. Sonuçta Mevlana sayesinde müslüman oldum ve Mevlana'ya

aşık oldum." Hakikaten öyleydi. "Herfırsatta Konya'ya, TÜrkiye'ye giderim, Mev­

lana ihtifallerine katılınm. Konya'ya, Türkiye'ye vardığım zaman ben kendimi

evimde hissederim. Mevlana benim manen şeyhim, üstadım olduğu gibi, özellik­

le Konya, Türkiye benim vatan-ı aslim dir." diyordu. Böyle bir özelliği vardı. Onun

çok etkisinde kalmıştı. Ondan sonra kendisini Mevlana'ya vakfetmiş, sanki mesa­

iı:;ini daha çok ona hasrederek, Mevlana'nın eserlerini Fransızca'ya tercüme etmiş. -Profesör nıüydü? -Profesörlük unvanı var mıydı bilemiyorum ama, sanının yoktu.

-Kitaplannda şimdi profesör ünvanıyla veriliyor. Ama doktorası kesin var.

-Yine o görüşmemiz esnasında, "Ben, dedim, buraya gelmişken şunu araştır-mak istiyorum: Batı dünyasında tasavvufun rolü nedir? Bu konudaki düşünce ve

müşahedelerinizi öğrenmek isterim. Batı'da yaşayan, Batı dünyasını yakından

taruyan ve bu konularla ilgisi olan bir kimse olarak, vereceğiniz bilgiler benim

için çok önemli." Bu soruma verdiği cevap şu oldu: "Batı dünyasında insaniann

İslam'a girişleri iki tarzda oluyordu. Bunlardan birisi herhangi bir flaş olay neti­

cesinde adeta şimşek çakar gibi, veya ani bir olaydan etkileniyor ve müslüman

·oluyor. Ya bir rüya neticesinde, veya bir şeyden etkileniyor, veya evlilik vs. do­

layısıyla müslüman oluyor. Ondan sonra da İslarniyet'i öğrenmeye çalışıyo-rlar.

Çoğunluk böyle. Ama bunlar İslam'ı yeterince bilmiyorlar, araştırsa bile yeterin­

ce bilgi sahibi olarruyorlar. Onun için inançlan çok da sağlıklı olmuyor, bakıyor­

sunuz icabında bırakabiliyor. Bırakmasa bile yeterince şuurlu olmuyor. Bunlar

sayı olarak çoğunlukta olsa da, İsl:lıni: kaliteleri pek de yeterli olmayabiliyor. Bir

diğer grup ise, merak saikiyla değişik dinleri inceliyor, bu arada İslimiyet'i de

araştırıyor ve onu tanıdıktan sonra müslüman oluyor. Onun İslam'ı tanımasında

da Tasavvuf çok büyük yardımcı oluyor. Özellikle tasavvuf yoluyla İslam'ı tanı­

yıp müslüman olan çok kimse var. Bu insanlar müslüman olunca on~ dört elle

sanlıyor. İnançlan çok daha sağlam oluyor ve İslam'ı da iyi biliyorlar. Bunlann

sayısı diğerlerine göre daha az, fakat bu guruptakiler keyfıyet itibariyle çok da­

ha önemli. (Kendisi buna örnek göstererek) Mesela ben ,diyordu, o şekilde müs­

lüman oldum. Araştırarak, inceleyerek ve ikna olduktan sonra."

Belki ileride bahsedeceğiz ama, Meyerovitch İslam'ı özellikle tasavvuf kana-

Page 43: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

558 tasavvıif

lıyla tanıdığı ve kendince evrensel manada İslam'ın özünü yakaladığı için, Müs­lümanlığı şöyle yorumluyor: "Bir insan, diyor, ister Hıristiyanlık olsun, ister baş­

ka bir din, herhangi bir dinden Müslümanlığa girdiği zaman, aslında dinini de­ğiştirmiş olmaz; asil dinine rücı1 etmiş olur." Ne demek bu? Şu demek: İslamiyet

öyle bir din ki, fıtrata uygun, bütün dinleri kendi içinde eriten, kapsayan ve din­ler üstü gerçek din. Din değiştirme tabirini pek uygun görmezdi. Ona göre bir

kimse İsli'im'a girmekle hak:ikl dinini bulmuş olur. -Mevlana'da da var. "Hangi dinde kalıyorsanız, orda kemale erin. Din de­

ğiştirmenize gerek yok. " diyor Mevlana. -"Ben, diyordu, İsHlmiyet'e girmekle din değiştirmiş olmadım, gerçek dinimi

bulmuş oldum." Öyle bir yaklaşımı vardı. -Yapılan bir röportajda kendisine, "Dinini değiştirmenin bir sıkıntı yaratma­

yacağını, bir bubrana yol açmayacağını düşünmediniz mi?" diye sontlduğım­

da, "Dfnimi değiştirmedi1n ki, asiımı buldum." diyor. ''Dfnimin özünü, kayna­

ğını İslam 'da mezcedilmiş buldum. Ben yine lsa )n seviyomm. fsa yine peygam­

berim. İslam'da bütün peygamberleri kucaklama var, sadece lsa)'ı ya da Mü­

sa )n değil." diyor. Batıda şu vardır bocam: Tasavvuja nitelikli yöneliş/erin ya­

nında, Batı 'nın genel bir adeli vardır. Bu tür şeyleri kullanma meyil/eri. Gelip

geçici zevkler şeklinde. O zevki alıp da sonra geri bırakma, sabun köpüğü gibi.

-Bir dönem hippilik gibi öyle mi kastediyorsunuz? Bir farklı arayış, boşluk­

ları dolduntş, asli olarak bir yöneliş değil de, ekserf çiteli yollara aslf bir yöne­

liş değil de, sadece bir fantezi gibi kullanma meyilleri mi var acaba ?

-Tabü orada çok uzun süre kalmadığım için, o konulan çok fazla yakından öğ~

renme imkanım olmadı. Belki vardır. İnsanların olduğu yerde, her türlüsü vardır.

Bunlar da muhtemel ki olabilir. Fakat bu anlayışta olaniann çok fazla olduğunu·

zannetmiyorum. Tasavvufun oraya tesiri ciddi manada olmuştur. Bunun geçmişi

çok eskidir. İsterseniz biraz ona girebiliriz. Özellikle Rene Guenon'un, tasavvu­

fun Batı dünyasındaki tesirinin geçmişini anlatan bir makalesine rastladım. Ora­

da diyor ki; "İnsanlar çoğunlukla zannederler ki, İslamiyet'in Batı dünyasını etki­

lernesi daha çok müspet ilimler alanında; tıpta, matematikte, felsefede, astrono­

mide vs. vasıtasıyla olmuştur. Bunlar doğrudur ama, İslamiyet'in Batı dünyasını

etkilernesi daha çok manevi alanda olmuştur. Yani tasavvufi anlamda olmuştur.

Bunun geçmişi de çok eskiye, Ortaçağ'lara dayanır. Kimse bunun fatlanda değil­

dir." diyor ve devam ediyor: "O etki dolayısıyla orta çağda Hıristiyanlık kendisin­

den beklenen misyonu özellikle manevi-mistik anlamda icra edebiliyordu. O dö­

nemde Hıristiyanlık açısından belki sapıklık addedilecek, mistik karakter a:rz eden bir takım dernekler, cemaatler vardı. Araştırıldığında, bunların çoğunun İs~

lfun tasavvufundan bir şekilde etkilenmiş olduklan görülür. O bakımdan, Hıristi­

yanlık "geleneksel" ve manevi muhtevasını koruyordu. Bunda da Tasavvuf gele-

Page 44: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mılliikat 559

neğinin çok büyük bir rolü vardı. Daha sonra özellikle Rönesans döneminde Hı­ristiyanlık Batı insanının kendisi tarafından bilinçli olarak bu manevı muhtevasın­

dan uzaklaştırılnuştır." Bumeyanda ilginç şeyler söylüyor. Malum Rönesans akı­

mı dille tepki olarak, kiliseye tepki olarak ortaya çıktı ve dolayısıyla Hıristiyanlık

asıl muhtevasından bilinçli olarak uzaklaştınldı. Bu bakımdan Tasavvuf'un Ba­

tı'daki etkisini Guenon çok daha gerilere götürüyor ve bu yöndeki etkinin diğer

alanlardaki etkiden çok daha eski ve önemli olduğunu belirtiyor.

-Genellikle Tasavvufıın, gerek ortaya Çıkışında olsun, gerekse sonraki dö­

nemlerde, Hıristiyan mistisizminden etkilendiği söylenir. Oysa burada bir Ba­

tı 'lı tarafından, Tasavvufun Hıristiyan mistisizminden etkilencfiği deği~· aksi­

ne İslam Tasavvufıı'nun Hıristiyan mislisizmini etkilemiş olduğunun iddia

edilmesi söz konusu ki, gerçekten çok ilginç.

-Evet iyi bir tespit. Guenon bahsettiğim o makalesinde bundan bahsediyor.

- "Sı?jf ve Komiser" benzeri, İslam dünyasındaki tasavvufi hareketleri incele-

me konusunda Fransızlar'ın galiba batı dünyasında öncelikleri var. Bilhassa

sömürgelerinde başlarını ağrıtanlar genellikle tasavvuf ve tarikat zümreleri ol­

duğu için, özellikle Şazeliyye; Darktiviyye, Kadiriyye gibi tarikatların yapılan­ma/arını, insanlığa tesirlerini ve faaliyetlerini araştırmak için çok sayıda ens­

titil kurdular ki Paris'in tarikat enstitülerinden geçilmez olduğu ifade edilir.

Bilhassa 1890 ile 1930'/u yıllara kadar Maksim Nama'nın çalışmalarının da

etkisiyle enstitiller kurulduğu ifade ediliyor. Şu anda hata o enstitü/erin, yani

resmf arenanın raporlarıyla birlikte gerçekleşen çalışmalar var mı?

-0 konuda fazla araştırma imkanım olmadı. Ama şunu biliyorum ki, Fran­

sa'da o kısa sürede kitapçıları dolaşırken dikkatimi çeken şu oldu: İslam'la ilgili,

tasavvufla ilgili reyonlara baktığınızda, çok sayıda güncel çalışmalann var oldu­

ğunu ~örüyorsunuz. İslam dünyasındaki gelişmelerle Batı dünyasindaki ve Fran­

sa'daki islamı gelişmeleri çok yakından takip ediyorlar. Bu işi ciddiye alıyorlar. Malumunuz batı dünyasındaki, özellikle de Fransa'daki şarkiyatçılık anlayışı, ya­

ni müsteşrilderin zihniyeti artık herkesçe bilinen bir husustur. Yani İslam dünya­

sı ve kültürü üzerine araştırma yapan Batı'lı uzmanlar, kendi devletlerinin resrı:ll

politikasından ve siyası otoritenin yönlendirmesinden bağımsız değil, onlarla iç­

li dışlıdırlar. Dolayısıyla çoğunlukla asıl maksatları, İslam dünyasındaki gelişme­

leri ve Batı'daki islam.! akım ve oluşumlan yakın takibe almak ve kontrol etmek­

tir. Batı ülkeleri, sömürgeleştirmek istedilderi ülkelerin din! ve kültürel yapısını

daha yakından anlamak ve aralardaki gelişmeleri taldp etmek için, bu bilim

adamlarına özel görevler veriyorlar. Onun için onların yaptığı her araştırmanın,

devletin siyası politikasında mutlaka bir yeri vardır ve mutlaka değerlendirilir.

Bunu hepiniz biliyorsunuz. O bakımdan, bildiğim kadarıyla Ç!skiden beri Fransa

ve İngiltere üniversitelerinin şarkiyat bölümlerinde, doktora yapanlara, böyle

Page 45: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

560 tasavvı if

kendilerine malzeme oluşturacak, İslam dünyasındaki dikkat çeken ve kendile­rince tehlike arz eden tezler yaptınyorlar. Dolayısıyla bu tarikatlar dünyası, ta­

savvufi gelenek, İslam dünyasında toplumu çok yakından etkileyen, toplumla

içli dışlı, onlara yön veren bir gelenek olduğu için, yakın takibe almak istiyorlar. Son yılarda Fransa, Alınanya ve İngiltere gibi değişik ülkelerde bu istikamette

birçok bilimsel toplantı yaptılar. Bu toplantılar genellikle aynı merkezden yöne­

tilmektedir. Mesela 1983'ten bu tarafa İslam tarikatlarını konu alan bir dizi sern­pazyum yapıldı. Bir kısmı kitap halinde de neşredildi. Bunlardan A. Popoviç ve

G. Veinstein'in editörlüğünde yayınlanan ve İslam dünyasındaki tarıkatları konu

alan bir kitabı tercüme ettim ve kısa süre önce Sı1fYayınevi tarafından yayınlan­

dı. Görülen o ki, Batı ülkeleri İslam tarikatlarını ciddiye alıyor ve yakın takibe al­

mak istiyor. Bu bir gerçek. Ancak Batı'daki tasavvufla ilgili gelişmeler sadece bu

türden değil. Müslüman olmadığı halde müsteşrik edasıyla tarikatlan veya İslam

dünyasını inceleyen insanlar olduğu gibi; bir şe}.tilde gerek tasavvuf vasıtasıyla,

gerekse başka vesileyle İslam'ı kabul etmiş olup, samirn1 olarak bu gelişmeleri

inceleyen insanlar da var. Hepinizin bildiği gibi, müslüman olmuş Batı kökenli

nice insanlar var ki, onlar daha çok tasavvufun etkisiyle müslüman olmuşlardır.

Batı'da bu insanlar tarafından yapılmış samim1 ve cidd1 araştırmalar da az değil­

dir. Entellektüel düzeyde, felsefi içerildi, İbn Arab1'yi, Mevlana'yı ve diğer İslam

sı1filerini inceleyen, araşt:ıi-an, onların düşüncesini tanıtmayı amaçlayan bilimsel

çalışmaların varlığını da unutmamak gerekir. Bu tür Batı'lı araştırmacılarda ve

eserlerinde ise samirniyet söz konusudur. Asırlar öncesinde yaşamış bir sı1fi olan

İbn Arab1'yi araştırmak üzere, Avrupa' da, Amerika'da pek çok dernek kurulmuş­

tur. Onun eserlerini tespit etmek, ortaya çıkarmak, Batı dillerine tercüme· edip

kazandırmak, ve incelemek üzere müstakil dernekler, vakıflar kuruluyor. Bu tür

hareketlerde, Tasavvuf'u "İslam'ın yumuşak karnı" olarak ~örüp, 9 kanaldan gi­

rerek İslam'ı içten çökertme niyeti olduğunu söyleyenler d~ vardır. Ancak ben­

ce bunu ikinci derece düşünmek gerekir. Bana göre bu insanlar, gerek İbn Ara­

bi; de, gerek Mevlana'da ve gerekse bir başka Tasavvufbüyüğünde bir orijinallik

görüyorlar ve aradıklannı bul uyarlar. Onun da sebebi şu: Batı dünyasında Hıris­

tiyanlık, bir din olarak misyonunu icra edemez, Batı insanının manev! ihtiyacına

cevap veremez olmuştur. Bunu açıkça kendileri de söylüyorlar. Madd! doyuma

erişmiş olan Batı insanı, özellikle de düşünen, entelektüel insanlar, bununla ye-·

tinmeyerek manev! bir itıni'nan arayışı içerisine giriyorlar. Yani manevi doyuma da ulaşmak istiyorlar. Ancak onu kendi dinlerinde bulamayınca; başka mistik ge­

leneklere, mesela Hinduizm'e, Budizm'e, Şintoizm'e ilgi duyuyorlar. Bu arayişa

giren bazılan da aradıklannı İslam'da ve özellikle de Tasavvuf'ta buluyorlar.

-Acaba ilk etapta oralann cazibe merkezi olması merasim/erinden mi kay­naklanıyor?

Page 46: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mtilakat 561

-Bilemiyorum, belki kısnıl bir rolü olabilir. Ancak bu insaniann aradıklanru

İsliim'da değil de öncelikle o kültürlerde bulmaya çalışmalannda, şuur altlarında

yerleşmiş olan İslam'ı ciddiye almama, onu küçümseme ve İslam'da bir şey bu­

lamayacaklarını düşünme özelliğinin rolü söz konusu olabilir. Çünkü, çoğu za­

man Batı irısanı, İslam'ı ilk etapta bir kablle dini, sıradan basit bir dirı olarak te­

lakkl ediyor. Onlara küçüklükten itibaren empoze edilen İslam imajı o şekilde­

dir. Bu ön yargıdan dolayı, ciddi manada manevi bir arayışa girenler, öncelikle

Doğu dirılerirıi araştınyorlar, daha sonra gerek duyarlarsa İslam'a yöneliyorlar.

Karıaatimce asıl sebep bu olsa gerek.

-Aslında gerek Türkiye'de neşredilen dfnf kitaplar, gerekse1slam'ı Batı'ya

tanıtıcı kitaplar arasında, İslam 'ın mistik yönünü ortaya. çıkarıp tanıtan kitap­

lar çok azınlıkta kalıyor. Bu tı:i.r bilimsel kitapların sayısı yeterince artmış olsa,

belki de o insanlar Budizm vs. dinleri araştırma gereği duymadan doğrudan İslam 'a yöneleceklerdir.

-Batı insanı, din! manada arayışa girdiği zaman herhangi bir dinirı kural ka­

idesini fazla önernsemiyor. Onu daha çok o dinirı deruru ve mistik boyutu ilgi­

lendiriyor. Dolayısıyla Doğu dinlerinde böyle bir özellik gördüğü içirı oraya yö­

netiyor. Belki onun İslam'ı ciddiye almamasınçla biraz da ş~ur altında yatan İs­

lam dünyasını düşman bir dünya olarak görme duygusunun rolü olabilir.Ama bir

şekilde İsliimiyet'i yakından tanıma imkanı bulanlar, orada da fevkalade mistik

bir boyutun olduğunu fark ediyor ve İslam'ın deruru ve mistik b otunu öne çıka­

ran Tasavvufa ilgi duyuyor ve orada manevi tatmine ulaşıyor

-Türkiye'deki tarikat araştırmalarında batıdaki pragmatik hedeflerin etkisi var mı?

-Belki olabilir, ama samimi olanlar da var.Mesela Batı'da Guenon'un çok bü­

yük etkisi var. Hatta Guenoncular diye bir akım mevcut. Belki onlann düşünce

sistemi saf İslam akaidi açısından tartışılabilir. Değişik açılardan her haliyle ka­

bule şayan olmayabilir. Ama Guenon Batı dünyasında ve özellikle Fransa'da çok

tanınan mütefekkir, filozof bir irısan. Düşünün ki bu irısan 25 yaşlannda Müslü­

man olmuş ve Şazeliyye tarikatına girmiş, tasavvufu yakından tanımış. Ondan

sonra da hem İslam' ı hem Tasavvufu zaman irıceleyip birçok eser yazmış bir zat.

Onun içirı Batı'da çok etkili olan birisidir ...

-Hamfdullah Hoca?

-Oraya gelelim isterseniz. Batıdaki İslam'a yönelişler konusunda Ranılduilah

Hoca'nın tesbit ve müşahedeleri de önerııli. Merhı1m'u iki defa evirıde ziyaret et­

tim, değişik yer ve zamanlarda, verdiği konferanslanru fırsat buldukça izledirn

Oradaki İslanıl dernek ve kuruluşlar Hoca'yı her fırsatta konferansa çağırırlar, o

da hiç üşenmez giderdi. Allah rahmet eylesirı, rahmet-İ Rahman'a kavuştu. J?en

onunla ilgili bir iki müşahedemi, hatıraını anlatayım: Abdullah Aydınlı Bey'le bir-

Page 47: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

562 tasavvıif

iline bii gün randevu alıp evine gittik. Paris'in merkez! bir semtinde, eski Paris'in

4-5 katlı klasik binalanndan birinin en üst katında oturuyordu. Binanın ta dış gi­

rişinde ziline basmak gerekiyordu. Kulaklan ağır duyuyordu hocanın. Vardık,

çatı katında küçücük bir daire. Bir oda, o odanın bir köşesinde küçük bir mut­

fak, biraz izbe ve leş, küçük bir evde kalıyordu. Yani tam bir inzivahane, çileha­

ne diyebileceğimiz bir yer. Ortada büyükçe bir masa, üzerine kitaplan doldur­

muş, çok da karmaşık, ve düzensiz bir halde. Belli ki, Hoca kitaplann adeta altı­

nı üstline getiriyordu. Orada sürekli çalışıyordu Hoca. Hiç unutmuyorum, oda­

nın bir kenannda bir mutfak tezgahı; arda ocağın üzerindeki bir tavada bir şey­

ler pişimıiş. Makama veya yumurta, öyle bir şeydi. Yani Hoca bekar, kendi ba­

şına, o sıra 80 küsur yaşında, p!r-i faru, tam bir "zahid" görünümü arzediyordu. Haı:nldullah Hoca aslında Tasavvufi yönüyle temayüz etmiş birisi değildi. Ta­

savvufla direkt alakası olan bir kimse olmadığı malumdur. Ama emin olun, ya­

şantısı itibariyle tam bir zahid idi. Onu orada bir anlık da olsa yakinen müşahe­

de etmiştik. Talebeliğirnizde kendisini Ankara'da veya başka yerde zaman zaman

görmüştüm, ama orada daha yakından taruma imkarumız oldu. Hatta o davet

edildiği konferansiara imkan olduğu kadar yürüyerek gider getirdi. O yaşında,

öyle zayıf yapılı, sakallı, p!r-i faru görünümünde bir insan. Hiç çekinmeden,

üşenmeden gider, oralarda korıferanslar verirdi. O görüşmeİniz esnasında kendi­

lerine tasavvufi geleneğin Batı'daki tesirini ben de sormuştum. O da, daha önce­

den bir makalesinde bahsettiği hususlan tekrar yine teyiden ifade etti: "Özellikle

Fransa'da ihtida hadiseleri daha çok Tasavvuf kanalıyla. oluyor. Hatta bunun nis­

betinin% 80 dvannda olduğunu söyleyebilirim." demişti. Kendisi, Paris'te Müs­

lümanlık dendiği zaman ilk akla gelen insandı. Yani adeta oarda İslam ondan so­

ruluyordu. Müslüman olmak isteyen onu gelip buluyor, onun nezaretinde Müs­

lüman oluyordu. Belki de ortalama her gün birkaç kişinin onun yaruna gelip

Müslüman olduğu söyleniyordu. Demişti ki, "Batı dünyasında insanlar İslam'ın

zahiri yönüyle, fazla alakadar olmuyorlar. Onlar bir şey sorduklannda, fıkhl yön­

den izah ediyorsunuz, tatınin etmiyor; kelaı:nl yönden izah ediyorsunuz, tatınin

etmiyor; ama tasavvufi manada izah ettiğimiz zaman onlan cezbediyor." Onun

için, o makalesinde de zikrediyor, "Batı insanını ne Ebı1 Hanife, ne İmam Matu­

ridi alakadar ediyor. Fakat o Mevlana ve İbn Arab!'ye ilgi duyuyor. Tasavvuf ka­

nalıyla onlar daha çok Müslüman oluyorlar." diye. Bu tesbitini bize de bizzat söy­

ledi. Hatta ben ona daha sonra bir konuda fikrini sormuştum. Mektup mu -yaz­

mıştı, yoksa telefon mu etmiştim, tam bilemiyorum. Ama bana mektupla ce:vap

vemişti. Allalı rahmet eylesin. Sorduğum şey de şuydu: Orada yeni neşredilen bir

makale dikkatimi çekti: "Fransa'daki islamı Teşekküller." Bir Fransıa, müsteşrik

zihniyetiyle oradaki islamı demek ve kuruluşlan araştırmış, genişçe bir makale

halinde neşretmiş bir dergide. Böyle bir makale dikkatimi çekrnişti. Buna benzer

Page 48: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 563

irili ufaklı daha pek çok güncel makale vardı ama o dikkatimi çekmişti. O maale­yi Türkçe'ye tercüme etsem acaba nasıl olur; Hoca'nın bir fıkrini alayım diye mektup yazdım. Fazla zaman geçmeden cevap verdi. Dedi ki mektubun da: "Ter­cüme etsen olabilir, ariıa bana sorarsan tercüme etme. Sebebi de, buralardaki İs­

Hirıll gelişmelere dair bu tür bilgiler şüyı1 buldukça, bu insanlar daha çok rahat­sız olur ve üstüne giderler." Hani ne derler: "Uyuyan devi uyandırmanın bir an­lamı yok." demek istemişti yani. Neşredilmemesi, tercüme edilmemesi yönünde

bir görüş beyan etmişti. Kısaca bir mektup, kendi el yazısıyla. Hatıra olarak hala saidarım onu. Rahmetlik Hoca'nın bir de o kadirşinaslığı vardı. Muhatabını ciddi­ye alır, bir şey sorulduğu zaman imkan nisbetinde mutlaka cevap verirdi. Daha

yakından tanıyan hocalarırnız da bu özelliğini anlatırlardı. -Yusuf Ziya hoca anlatıyor: "Kim gönderirse göndersin, kendisine gelen bir

mektup da olsa, telgraj da olsa mutlaka karşılığını gönderirdi. Mektup yazar­ken de pür dikkat mektuba koyu/ur, muhatabını, adeta karşısında hissediyor­muşçasına duygularını aktarırdı. " diye.

-Evet. Harıllduilah Hoca'yı daha sonra bir daha ziyaret ettik, ama neler ko­nuşmuştuk şu anda pek hatırlıyarnıyorum.

Paris'te tanıştığım ve dikkatimi çeken bir başka şahsiyet vardı. Bulunduğu­muz semtte mescide geldiğinde tanıştık, daha sonra başka yerlerde de görüştük İki defa da evinde ziyaret ettim. Muhammed Isa isminde Fransız asıllı bir Müslü­man. Kendisi meraldı birisiydi. Yani üniversitede görevli değildi, ama çok oku-· yan, okuruayı seven, kitap biril\:tiren birisi olduğunu daha sonra öğrendim. Mu­haınmet İsa, asıl ismi Patrick Voyeux. Bana müslüman oluş macerasını anlatınış­tı. Kısaca anlatayım isterseniz. Diğer Batı'lılarda olduğu gibi manev! bir arayış içerisine giriyor; Uzakdoğu dirılerini araştırmak üzere hanımıyla birlikte yola çı­kıyor. Karayoluyla gezerek Balkanlar üzerinden İstanbul'a geliyor. Sonra Kara­deniz kıyısından giderken Samsun'da konaklıyorlar. Samsun'da bulunduğu sıra­da bir rüya görüyor. Rüyasında karşısına bir zat çılayor, 'Sen bir şey aramaya gi­diyorsun, ama hiç gitmene gerek yok, senin aradığın şey burada.' diyor. Neyse, riiyayı göriiyor, fakat çok da önemsemiyor. Ertesi gün aynı riiyayı tekrar görü­yor. Biraz daha irkiliyor, nedir bu, neyin nesidir diye merak etmeye başlıyor.Fa­kat o kafaya koymuş, illa o tarallara gidecek. Hikmet-i Hüda, üçüncü defa aynı rüyayı görüyor. Bunun üzerine işi ciddiye alıyor. Anadolu'da kalınaya, yola de­vam etmekten vazgeçmeye karar veriyor. Hanırnına diyor ki; "Hanım durum böyle, böyle, ben karanrnı değiştirdim. Burada kalacağım ve daha ileriye gitme­yeceğim. Ben Müslümanlığı seçiyorum. Sen serbestsin, ister benim gibi müslü­man ol, alına, kendin bilirsin. Ama daha ileri gitmiyoruz, burada kalıyoruz." On­dan sonra, hani o Meyerovitch'in bahsettiği, bir olay sebebiyle aniden müslüman alınaya benzemiş biraz. Orada İslamiyet hald\:ında bir şeyler öğrenebileceği kim­seler soruyor, o arada Risale-i Nur talebeleriyle karşılaşıyor ve onlardan İslam

Page 49: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

564 tasavvıif

hakkında az çok bir şeyler öğreniyor. Daha sonra ne kadar kalmış bilıniyo~m, oradan İstanbul'a geçiyor. Anadolu'da başka yerlere uğruyor. Dediğine göre bir

şeyh efendiye de intisab ediyor. Ama o ismi gizli tutuyordu, kim olduğunu söy­

lememişti. Daha sonra dönüyor memleketine. Döndükten bir süre sonra, bu de­

fa yine Anadolu üzerinden .İran'a kadar gidiyor. İran'da araştırmalar yapıyor, der­

ken Şiiliğin biraz tesirinde kalıyor. Onun batırll özelliklerinden etkileniyor. Böy­

le bir zat. Spor meraklısı, haftada belli günler mu'tad olarak spor yapardı. Baba­

yiğit yapılı birisi, ahbap olduk. Evine vardığımda dikkatimi çeken şey, A. Popo­

vic'in aksine bol miktarda kitaba sahip oluşuydu. Çoğu da Uzakdoğu dinleriyle

alakalı. Muhtemelen müslüman alınadan önce almıştı. Böyle meraklı birisi. Mu­

hammed Isa, isim alırken eski peygamberini de ihmal etmemiş.

-Fransa'da başka ilginizi çeken nelere şahit oldunuz?

-Malumunuz şu anda Müslüman-Hıristiyan diyalogu meselesi gündemde. Bu

mesele o zamanlarda da gündemdeydi ve Fransa'da tartışma konusuydu. Hatta

Ka to lik Kilisesi sırf bu işi organize etmek ve bu konuda araştırmalar yapmak, kon­

feranslar vermek üzere papazlar görevlendirmişti. Sırf bu işlerle uğraşan insanlar

vardı. Bunu o zaman öğrenrniştim. Bu konuda kitaplar vs. neşrediliyordu. O kitap­

lardan"KilıSe Bize İslam'dan Bahsediyor'' ismini taşıyan biri dikkatimi çekmişti.

Orada bulunduğum sıra bu konuyla da biraz ilgilenmek istemiştim. Bu işle ilgile~

nen kimselerle görüşmek istedim. Bu arada, bu işlerle ilgilenen Michel Lelong is­

minde bir papazınbir ilti konferansını dinlemiştim. Daha sonra randevumu aldım,

bürosona gittim. Bizzat görüştüm, konuştum. Tabi! genelde, "Bu diyalogdan neyi

kastediyorsunuz? Ne yapıyorsunuz? Ne gibi çalışmalarınız oluyor?" tarzında soru­

lar sordum. Söylediği şeylerden bir tanesi bana hayli ilginç gelmişti. Demişti lti;

"Hıristiyanlık bugün misyonunu kaybetmiş, insanlan tatmin edemez olınuştur.

Ama İslam'da hayatı kuşatıcı bir özellik var. İslam hayatın daha çok içinde, insan­

lan daha çok tatmin ediyor. Bu ben de biliyorum, dolayısıyla İslam'a karşı saygım

ve muhabbetim var." Aynen böyle demişti. Ama adam resmen papaz. Kilise adına

o işleri organize etmelde görevli. Tabi! samirniyet derecesini bilemeyiz.

Yine o işlerle ilgilenen Serain adında bir başka papaz olduğunu öğrenmiş tim.

Onun da yanına gittim ve ve kısa bir görüşmemiz oldu. O da benzer şeyler. söy­

ledi. Yaptıklan şeyleri anlattı. Mesela periyodik olarak broşürler yayınladıldanrt­

dan bahsetti. Mevcut olanlardan bir miktar da bana vermişti. Fakat onları fazla

tetkik etme imkanım olınadı, öylece kaldı.

Bunlann dışında, görüştüğüm zatlardan önemli biri de, Prof. Roger Ap:ıaldez

oldu. Birçok Türk ilim adaını ondan doktora yapmıştır. O zatı da bir defa evinde

ziyaret ettim, konuştum. Özellikle tasavvufun Batı'daki etldsi ve İslam-Hıristiyan

diyaloğu meselesi üzerinde konuştuk. O da eski bir papaz, Sorbon Üniversite­

si'nden emekli bir hocası. İslfuniyet'i de iyi biliyor. Bana bizzat dediği şey şu; Sa-

Page 50: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 565

mimiyet derecesini bilemiyorum ama, o da biraz önce Michel Lelong'un söyledik­

lerine benzer şeyler söylemişti. Mesela, "Hıristiyanlık tarih1: misyonunu önemli öl­

çüde kaybet. Batı toplumunu tatmin etınekten uzaklaştı. Dolayısıyla Batı insanı

bir arayış içine giı.lniştir. Kendi inanç sistemiyle tatmin olamamaktadır. İslamiyet bu konuda .daha şanslıdır. İslam daha evrenseldir, ·insan fıtratına uygundur. Dün­

ya-ahiret dengesini daha iyi kuruyor." tarzında tesbitleri olmuştu. -Anlaşılıyor ki altı aylık süre dolu dolu geçmiş Fransa'da. ·

-Olabildiğince değerlendirmeye çalıştım. Biliyorsunuz bu tür fırsatlar bizler

için kolay ele geçmiyor. Hakikaten oradan epeyce faydalandığırnı söyleyebili­

rim. Malum, bir dili biliyorum demek için, o dili rahatça konuş~ak lazım, yaz­

mak lazım. Ben oradan, rahat konuşabilme sınınnda yaklaşmışken dönüp gel­

dik. Birkaç ay daha kalabilseydim daha verimli olacaktı ama nasip olmadı.

Fransa konusunu fazla uzattık ama, izniniz olursa bir şeyden daha bahsede­

ceğim. Bu bizim alanla biraz daha yakından ilgili. Oradayken, Fransa'da ne gibi

tarikat faaliyetleri var, tasavvufla yakından ilgilenen kimler var vs. onlan da so­

ruyordum. Tabii çok fazla bir yer bilmiyorum. Bir gün duydum J,ti, Şazeliyye ta­

rikatının bir zikir ihtifali varmış. Mevlid kandili vesilesiyle herkese açık bir ihtifal

yapılacakmış. Paris'in Dransi adlı bir semtinde. Orada metro olduktan sorıra her­

hangi bir yere gitrnek kolay. Yeter ki adresin hangi metro durağına yakın oldu­

ğunu öğren. Tek başıma metroya bindim, ikindi vakti gittim, adresi buldum. Sa­

kin bir semtte, tek katlı bir bina. Akşam namazı vakti yakın, bazı insanlar var. Da­

ha çok Kuzey Afrika'dan gelmiş, aslen oralı kimseler. Kimi yaşlı kimi genç, Fran­

sız asıllı olanlar da var. Baktım ki orası resmen bir tarikat görünümü arz etıniyor.

Resrrıl bir demek olarak faaliyet gösteriyor. Kültürel etkinlikler, birtakım sosyal ·

faaliyetler, kitap ve dergi neşriyatı yapıyorlar. Les Amis de l'Islarn (İslfun'ın Dost­

lan) isminde resrrıl bir demek. Aynı isimde bir de dergi çıkanyorlar. Akşam na­

mazını kıldık, Mescide benzer genişçe bir salon var. Zikir yapılan yer belli ki. Bir

tarafı ahŞap parmaklıkla bölünmüş, o tarafta tarikata mensup olmayanlar veya

bayanlardan izlemek isteyenler duruyor. Yatsı öncesi o salonda bekliyoruz. Yat­

sı namazının akabinde, şeyh efendi gelecek, kqnuşma yapılacak, sonra da zikir

yapılacak. Orada dikkatimi çeken bir şey de şu oldu. Tarıkata mensup insanlar,

ister Batı kökenli olsun ister Kuzey Afrikalı, saf yünden, hafıf beyaza yakın, be­

yaz yün renginin o tabii renginde, uzun entari tarzında, ince dokunmuş elbise­

ler giymişler. Meğer o giysiler orada sürekli bulunuyormuş, gelip zikre iştirak

eden müntesipler giyer, o kıyafetle zikre iştirak ediyorlarmış.

-Hadra'da da özel giysiler giyiyorlar.

-Aynı giysi demek ki, o anda dildcatimi çekmişti. Hoş da bir görüntü oluşturu-

yor, Belli ki, "sfif giyme" geleneği orada hala devam ediyordu. Ben biraz kenarda

oturmuş bekliyorum. Derken bir hareketlilik oldu. Belli ki Şeyh Efendi geliyordu.

Page 51: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

566 tasawıif

Orada yaşlı başlı, sakallı insanlar da olduğu için, zilınimde öyle bir şeyh tasavvur ediyorum ki, onlar gibi yaşlı, sakallı birisi gelecek diye bekliyorum. Nihayet Şeyh Efendi geldi, herkes ayağa kalktı, yol açtılar, gelip kendine mahsus yere oturdu.

Bir de baktım, 35, bilemediniz 40 yaşlannda, yakışıklı bir genç. Saka!, bıyık yok. Herkes saygı gösterip hürmet ediyor. Cemaati selamladı ve oturdu. Orada ilk de­fa böyle bir genç şeyle karşılaşmış oldum. Önce biraz Fransızca sohqet etti, sonra Fransızca bilmeyenler vardır diye bir milctar da Arapça sohbet etti. Ondan sonra zilae geçildi. Önce oturarak ama biraz cehr! zilill yapıldı; daha sonra ayağa kalkıl­dı, dönmeksizin ayalcta, biraz hareketli zilill icra edildi. Tabii benim düşüncem, fırsat bulursam onunla tanışıp biraz sohbet etmek. Bu iş de bitince pilav ilcram edildi, onu da yedik. Artık resınl merasirnin bittiği anlaşıldı. Ben hemen bir fırsatı­nı bulup yaldaştım, kendimi tanıttım. "Müsait misiniz, tanışsalc, biraz sohbet et­sek." dedim. "Hayhay, tabii, buyrun." dedi. Oradakj. özel odasına girdile İsmi Ha­

lid DentGne, Cezayir asıllı, ama Fransa'da yetişmiş, entelektüel, müspet anlamda açıkgöz biri olduğu belli. İleri görüşlü, dünyada, Fransa'da olup bitenlerden habe­ri olan kültürlü biri. Onunla tanıştık, faaliyetlerinden bahsetti, nerelerde şubeleri var, neler yapmak istiyorlar vs. hususlardan söz etti. Meğer İngiltere, Belçika, Fransa, Almanya ve Avrupa'nın daha birçok ülkesinde, Ortadoğu'da ve Uzakdo­

ğu'da, yani dünyanın birçok yerinde şubeleri de varmış. Afrilm zaten öyle. -İnternette görmüştüm, "İslam 'ın Dostlan" diye İngilizce sayfaları da var.

-Doğrudur. Aldıma gelmişken hatırlatayırn. Eva de Vitray Meyerovitch hanı-mefendiler de o zaman "La Voix de l1slam" (İslam'ın Sesi) diye bir dergi çılmn­

yorlardı. Ne kadar devam etti bilemiyorum. O Halid BentGne adlı şeyh efendinin babaannesi Türk'müş. Osmanlı döneminde Cezayir'de yaşayan Türkler' den. "Bi­raz daha araştırsak, belki de akraba çikacağız!". diye latlfe etmiştim, gülmüştü. Bana birkaç tane zilill ihtifallerini içeren teyp kaseti verdi. Dergilerinden birkaç

nüsha, birkaç tane de Şeyh Ahmet Alav!'nin kitaplanndan vermişti. Böylece Pa­ris'in göbeğinde bir tarikatın merkezini ve zildr meclisini yakından görmüş, şey­Iliyle tanışmış oldum. Paris'te böyle bir hatıramız da olmuştu. .

-Buradan bizim hocanın "Allah Dostlan" isimli çalışmasında Muzaffer Özak,

Paris'teki Cerrahf ibtifallerinden çokça bahsediliyor. Tabii 1984'te vefat ediyor.

Türkler'in böyle çalışmalan var mı? Safer Baba 85-86'da davet üzere gidiyor.

-Ben orada daha çok Batılılar'la iletişim kurmaya çalıştım. Orada açıkça şunu fark ettim: Batı dünyasında, İslam dünyasındaki fila! oluşumlann, tarikatların mutlaka bir uzantısı vardır. Bunu şuradan anlıyorum: Mesela Paris'te Türkler'in

açtığı Fatih Camii'ne gittiğimde, oraya gelen yabancı gençlerle fırsat buldukça ta­nışmak istiyorum, hangi ülkedensiniz diye soruyorum vs. Bir keresinde namaz kıldılctan sonra, baktım bir zenci var, Afrilca'lı olduğu belli. Müslüman olmasa za­

ten oraya gelip namaz kılmaz. Selam verdim, tanıştım. "Tasavvlifla, herhangi bir

Page 52: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 567

tarikada ilginiz var mı?" dedim. Biraz çekindiği belli oldu, şüphelenmişti; kendi­

mi tarutınca, "Ben Kadir1yim." dedi. Onlar da kendiçaplarında mu'tad zikir top­

lantılan yapıyorlarmış. Dediğim gibi, sanki hemen her tankatın mutlaka oralar­

da da bir uzantısı mevcut. Öyle olduğu anlaşılıyor. Paris'te, ben oraya varmadan kısa süre önce yapılıp hizmete giren, Centre

Pompidu adında çok enteresan bir mimari yapısı olan bir kütüphane vardı. Ora.:.

sı ilgimizi çekrnişti. Son derece modem, üç dört katlı, oldukça geniş bir kütüp­

hane. Açık raf sistemiyle çalışıyordu. Mimar! üslilbu, tamamıyla metal konstrük­

siyon. Yürüyen merdivenler, çok enteresan farklı bir üslupla yapılınıştı. Orası

çok hareketli bir yerdi. Hatta dışansındaki meydanda, Batı'da çokça görülen en­

teresan gösteriler yapılırdı. Mesela bir adam ağzına benzini alıp·ateş püskürtü­

yor, insanlar toplarup onu seyrediyor; başka biri çalgı çalıyor, insanlar etrafına

toplanıyor, vs. alışkın olınadığımız gösteriler yapılırdı.

Orada ilgimi çeken ve hatırıatmakta fayda gördüğüm bir husus da şu olınuş­

tur: Maalesef Batı'da, özellikle Afrika'dan gelıniş sözde müslü~an kökenli irısan­

lar, hatta Anadolu'dan gelenler bile, orada ne yazık ki çok kötü bir irıtiba bırakı­

yorlar. Bu bir gerçek, keşke olınasa. Batı insanı onların şahsında İslam' ı tanımak­la, İslam hakkında çok kötü bir kanaat sahibi oluyor. Oradaki müslümanlar, İs­

lam'ı temsil noktasında ne yazık ki son derece yetersizler. Daha da köti'ısü, o

toplumda, hırsızlık, çapulculuk vb. nahoş olaylarm daha çok o insanlarca yapı­

lıyor alınası çok daha kötü bir durum. Oradaki insanlar Müslümanlığı iyi temsil

etseler, irıançlanrun kıymetini bilip gerektiği gibi yaşasalar, güzel örnek olsalar,

Batı irısaru İslam'a çok daha çabuk ısınır. Ama tam aksi durumlar var maalesef.

Yusuf İslam'ın bir sözünü hatırlıyorum. Siz de hatırlarsınız: "Müslüman alınadan

önce Müslümanlan tarumadığırn için Allah'a şükrediyorum." diyordu bir yerde.

Hakikaten doğnı. Bir irısan onlara bakarak Müslüman olınaz. Keşke öyle alına­

sa. Bu da orada müşahede ettiğimiz negatif bir durumdur.

-Türkiye'de akademik çalışma yapan arkadaşların; öyle veya böyle bir fır­satını bulup dış dünya tecrübesi yaşaması gerekiyor. Hem dış dünyadaki araş­tırma metodolojisini görmek, hem alan çalışmalarına daha yakından vakıf olabilmek, bilhassa da Batı dünyasındaki yeni gelişmelerden haberdar olabil­mek için böylesi imkanları zorlamak gerekiyor.

-Kesinlikle öyle. imkanı olanın bizzat giderek oraları yakından müşahede et­

mesi lazım. Ama imkanı alınasa bile, bakın yabancı elilinin ehemrniyeti kendili­

ğirıden ortaya çıkıyor. Bugün bir yerleri tanımak içirı, illa da oraya gitmek çok

önemli değil. Dil bilelikten sonra, internet yoluyla her yere girebiliyor, her yer­

den h'1gi ala biliyorsunuz. Ulaşım imkanlan daha bir kolay. Önemli olan dili bil­

mek ve oralarda olup bitenleri takip edebilmek. O bakımdan ben, her zaman ol­

duğu gibi, akademik çalışma yapacak arkadaşlara, bir tane Batı dilini, özellikle

Page 53: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

568 tasavvıif

de bugün en geçerli dil olan İngilizce'yi iyi öğrenmelerini tavsiye ediyorum. Hat­ta iyi bilmekle, sadece imtihanlarda geçerli not alacak kadar, lügat yardımıyla tercüme etmeyi değil, o dille, sözlü ve yazılı olarak insanlarla çok rahat anlaşa­bilmeyi kastediyorum. Yoksa başka türlü olmaz. Kendim bir nebze·Fransızca bi­liyorum, ama İngilizce bilmediğim için çok hayıflanıyorum. Maalesef bizde,, "dostlar alışverişte görsün" tarzında ·bir dil öğrenme alışkanlığı var. Eskiden be­ri, karlyer için zorunlu olan imtihan aşamalarını geçecek kadar bir dil öğrenili­yor, ondan sonra iş bitiyor. Öğrenilen bilgiler kullanılmadığı için, giderek onlar da unutuluyor ve verilen emeldere yazık oluyor. Sonuçta bir yığın emek ve za­man israfından başka bir şey kalınıyor.

-Sistem buna zorluyor imtibanlarla. Yabancı dilin yüzeysel öğrenildiğin­

den babsedilmişken, Arapça'yla ilgili olarak, bizim alanımızla, Tasavvufla

alakatı olarak, bu konuda önerilerinizi dinleyelim. Mesela Farsça'nın öğrenil­

mesinigerekli görüyor musunuz?

-Evet, biraz da bizdeki sistem buna zorluyor. Şunu açıkça söyleyeyim: Özel­likle bizim tasavvuf branşında bir Batı dili mutlaka gerekli. Ama ondan daha da önemlisi, Arapça'yı ve Farsça'yı bilmek. Bizim sahada Arapça kadar Farsça da önemli. Çünkü tasavvufi kaynaklar arasında Farsça çok eser var. Dolayısıyla iyi bir Tasavvuf uzmanı olmak isteyen bir arkadaşlarımızın, özellikle gençler için söylüyorum, vakit varken bir· an önce Arapça ve Farsça'yı, bir de Batı dilini iyice halletmesi lazım. Bizim zamanımızcia hakikaten bu manada teşvikler olmadı. Za­manında bunun ciddiyetini anlamış olsaydık, belki fırsatları kollar, kendimizi bu konuda daha· iyi yetiştirirdik Mesela hiç olmazsa Farsça'yı iyice öğrenirdim. Bel­ki az çok aşinalığımız var ama yeterli değil. Çünkü bizim alanda Farsça yazılmış pek çok eser var. O bakımdan tasavvuf sahasındaki araştırmacı arkadaşianınıza özellikle tavsiyem, bu üç dili, Arapça, Farsça ve İngilizce'yi, bunların yanı sıra Osmanlıca'yı çok iyi öğrenmeleridir. Biz Osmanlıca'yı biraz hafıfe alıyoruz. Ama

aslında hiç de öyle değil. Osmanlıca'yı, özellilde yazma eserleri çok rahat ania­yacak şekilde bilmek lazım. Osmanlıca yerine göre Arapça ve Farsça'dan daha zordur. Ağdalı bir Osmanlıca metni anlamak çok kolay değil biliyorsunuz. Ben

araştırmacı arkadaşlarımızda çoğu zaman müşahede ediyorum,_ Osmanlıca bir metin önüne gelince tıkanıp kalıyorlar. Osmanlıca eserlerle çokça haşır neşir ol-

. mak gerekiyor. Kaldı ki Osmanlıca ecdadımızın dili

-Fransa dönüştınüzden itibaren doçentfiği alış süreciniz nasıl gelişti?

-Fransa'ya gitmeden önce, bahsettiğim gibi Yabancı Dil sınavını Fransız-ca'dan girip geçmiştim. Fransa'dan döndükten sonra, 1987'de Yardımcı Doçent kadrosuna tandım. 1988'de de Doçent oldum.

-Doçent/ik çalışması var mı?

-Doçentlikte kanun gereği tez istenmiyordu. Mevcut çalışmalarımı, o zamana

Page 54: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 569

kadar yaptığun çalışmalan yeterli görerek, müracaat ettim. Sırf doçentlik için müstakil kapsamlı bir çalışma yapmamıştım.

-Sınav nasıldı?

-0 zaman müstakil.bir Tasavvuf anabilim dalı yoktu .. İslam Felsefesi anabi-lim dalı içinde bir bilim dalıydı. Üstelik kariyerini tamamlamış fazla Tasavvuf ho­cası da yoktu. Bu branş henüz kendi yağıyla kavrulur hale gelmemişti. Dolayı­sıyla jüri üyeleri daha çok Kelam ve İslam Felsefesi hocalarından oluşuyordu.

-Kimler vardı jürinizde? · -Benim jürimde Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu, şu andaki Devlet Bakanı

Prof. Dr. Mehmet Aydın Bey, Prof. Dr. Şerafettin Gölcük, Prof. Dr. Emrullah Yük­sel ve Prof. Dr. Mehmet Dağ vardı, Emrullah Yüksel Bey mazereti Çıktığı için ka­tılamadı; onun yerine yedek üyelerden Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay Bey işti­rak edebildi.

-Yine doktoranızda da böyle olmuştu ... -Evet, Doktoramda da sonradan katılmıştı. Aynı jüride imtihana girecek aday-

lar arasında İslam Felsefesi hacası Fahrettin Olguner Bey de vardı. Kendisi o za­man Konya'daydı. Orada Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay Bey'in bir vefakarlığın­dan bahsedeyim isterseniz. Emrullah Bey'in gelemeyeceği anlaşılınca yedeider­den birini devreye solanak gerekiyor. Valdt azalmış, Fahrettin Bey telefonuyla te­mas kuruyor. Kimse müsait değil, Itimisi de yok. Nil1ayet 4. sıradald Hayri Bolay Bey'i teıefonuyla Kastamonu'da bulmuş. "Araba bulabilirsem o gün öğleye doğru Konya'ya sizin için gelmeye çalışayun." demiş. Haldkaten de büyük bir fedakarWc gösterdi ve geldi sağ olsun. Yoksa jüri toplanamayacak, başka zamana kalacaktı. Burada bir vefa borcu olarak, Hocam'ı tekrar minnet ve şükranla anınale isterim.

Yeterince kendime güveniyordum, hazırhldı sayılırdun. Ama, "Sonuçta AI­lah"n takdiıj neyse o olur." diye çok da mesel e etmiyprdum. Üç aday aynı jüri­den imtiliana girecektik. Bir de Malatya'dan yaşlıca bir hoca vardı. Çok stresliy­di, sigara üstüne sigara içiyordu, belli ki çok endişe ediyordu. Ben de her zaman­ki gibi oldukça rahattım. İkindiye kadar bekledilc, nihayet Süleyman Hayri Bey geldi ve Jüri toplandı. Önce Fahrettin Beyi içeri aldılar, daha sonra beni. Jüri baş­kanı İbrahim Agiih Çubukçu idi. Çok fazla uzun sürmeyen bir sınav sonunda it­tifakla başarılı buldular. Fahrettin Bey de başarılı olmuş, fakat Malatya'dan gelen aday eserlerden dönmüştü. Doçentlik maceraİn da böyle oldu.

Sakinlikten bahsetrnişken bir hatıraını anlatayım: Konya'da iintil1an öncesi bir hemşehri dostumuzun evinde misafır olmuştum. Yenge hanım imtilian önce­sindeki rahat halimi görünce, kendi kendine demiş ki; "Bu ne rahathlc Allah aş­kına, adam imtiliana girecek, rahat rahat uyuyor, ne telaş var ne bir şey!" Bunu

· bana imtilian sonrası söylemişti gülerek İmtiliandan sonra, o sıra ilahiyat'ın dekanı olan rahmetlik Orhan Karmış

Bey'in odasına vardıın; hemen kalktı, "Ne oldu Osman'cığun? Hele söyle!" dedi.

Page 55: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

570 tasammf

"Tamam hocam, şükür başanlı oldum." deyince, "Hadi gözün aydın." demiş ve

tebrik etmişti. Rahmetli Faklr'i severdi. -Doçentlik ile profesörlük arasında ne kadar süre var?

-Biliyorsunuz beş yıl bekleme zorunluluğu var. Ben o beş yıllık süre dolduk-

tan sonra birkaç ay kadro bekledim. Ondan sonra 1994 Mart'ında Tasavvtif Ana­bilim Dalında Profesörlük kadrosuna atandım.

-Profesörlük jürisinde kimler vardı?

-Profesörlük jürisinde, Yaşar Nuri Öztürk, Mustafa Tahralı, Emrullah Yüksel,

Hayrani Altıntaş ve Şerafettin Göldik Bey'ler vardı.

-Başka yurt dışı seyahatiniz var mıydı?

-1991 yılında bir imkan doğdu, kıİk gün kadar Amerika'da bulundum. Hepi-

mizin bildiği meşhur Moon Hareketi'nin bir daveti söz konusu oldu. O yıllarda

bir faaliyet tarzlan varmış: Belli periyotlada değişik İslam ülkelerinden 40 kişi ci­

varında bir ekip oluşturarak Ameril<:a'da bir seminer verme faaliyeti. Amaç ken­

di düşünce ve faaliyetlerini tanıtmak. Yani dünyaya açılmak. Türkiye'ye yönelik de böyle bir seminer programları olduğunu ilahiyat'lara da duyurulmuşlarciı. O

sıra benDekan Y~dımcısıydım. Böyle bir davet olunca, şöyle bir nabız yokla­

ması yaptıl<:, baktık ki bazı ilahiyat'larda çekingen davranıyorlar. Çünlru az çok

bilinen bir hareket Moon Hareketi. "Bunların seminerine katılırsanız, ciaıngayı

yersiniz, alnınıza mimi koyarlar, ondan sonra başimza bela olur." tarzında yo­

rumlar var. Burada biz, yani benimle beraber gitmeyi düşünen dört beş arkadaş

şöyle düşündük: "Bu yaştan sonra herhangi bir hareketin etldsiyle inancırnız sar­

sılacaksa kendimizden şüphe etmemiz gerekir. Kendimize güveniyorsak, kork­

maya hiç gerek yok." Öte taraftan bedavaya Amerika'ya gideceksiniz. New

York'ta 40 gün bulunacaksınız, belli program çerçevesinde gezeceksiniz. Belki

ömrümüzde paranız da olsa görine irnl<:anınız olmayan yerleri gezdirip göstere­

celder. Doğrusu bu fırsat kaçmaz diye düşündük. Sadıl<: Kılıç, Mustafa Baktır,

Lütfuilah Cebeci, Hüsnü Ezber Bodur ve Ali Uğur Beyler, birlikte gitmeye karar verdile Müracaat ettik Fakat bir problem var: Sadık Bey'le ililinizin llsanı Fran­

sızca. İngilizce bilmiyoruz. Dediler ki, nasıl olsa tercüme yapılacak, önemli de­

ğil. Artık gittik, daha sonra iyi ki de gitmişizdedik New York ve Washington' da,

Beyaz Saray'ın içine varıncaya kadar, Kongre binası, Birleşmiş Milletler binası,

müzeler, kütüphaneler, başka gidilip görülmesi gereken yerler, pek çok yer gez­

dirdiler. ll Eylül'de yerle bir olan "İkizler" denen binaların tepesine çıl<:mak, Em­

pire State denilen New York'taki ucu sivri binanın tepesine çıl<:mak, Özgürlük

Anıtı'na çıl<:mak vs. Gezme açısından para da verseniz kendi irnldnlarınızla ge­

zemeyeceğiniz yerlere gittik. Beyaz Saray'ın içini kim gezebilir? Toplam 39 gün

gezdik. Üç dört başka kente gittik, orada kaldılc Kısacası kendi irnl<:anlanmızla

gezmeyi hayal bile edemediğimiz geziler yaptırdılar. Tek avantajırnız oldu.

Page 56: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 571

-Amacı neydi bu gezinin? -Amaç Moon hareketini taflltınak Bu serninerin ilginç olan bir özelliği, 40 gün

süreyle, 40 katlı bir otelin 40. katında, 40 kişinin iştirak ettiği bir seminer oluşuy­

du. Öyle anlaşılıyor ki, onlar da 40 sayısına çok önem veriyorlar. Yani biz nere­

deyse kırldara kanşacaktık, ama gerçeldeşmedi. Çünlru kırk kişiyi tamamlayama­

mışlardı. Ayrıca kırk gün de tamamlanmamış, 39 günde işler bitmiş, dönmüştük(!).

Ben orada bu hareket hakkında şunu gördüm: Bir kere çok geniş maddi bir

alt yapı oluşturmuşlar. Güney Kore kökenli ama daha çok Amerika merkezli ça­

lışıyorlar. Seminer veren hocalar daha çok Yalwdi asıllı, Hıristiyan insanlar. Ha­

reketin ismi de Unifıcation Cheurch. Birlik Kilisesi anlamına geliyor. Hıristiyan­

lık'tan neşet etme bir mezhebi andırıyor. Kısmen Yahudilik'ten etkilenrniş gözü­

küyor. iddialan da kutsal dinlerin hepinden faydalanarak, dinler üstü veya ortak

bir din anlayışıyla ortaya çıkmak Yani dinler arasındaki ayrılığı ikinci plana ite­

rek, böyle müşterek bir dini hareket oluşturmak

-Bunu yaparken mistik argümanları mı kullanıyorlar?

-Mistik argümanlar çok fazla değilse de, bazı yorumlannda kısmen benzeyen

taraflan var. Bu birlik hareketi "tevhld"e benziyor. Ahlaki meseldere çok önem

veriyorlar. Yani ahlaki dejenerasyonun Batı dünyasında ciddi bir tehlike arz etti­

ğini vurguluyorlar ve bunun önüne geçmenin en etkili yolunun da, aile müesse­

sesini hayata geçirmek, sağlam bir aile yapısını oluşturmanın çarelerine bakmak

olduğunu savunuyorlar. Toplumu ayakta tutan temel kurumun aile olduğunu,

bunun da Hz. Adem'le Hz. Havva'dan başladığını, "gerçek baba", "gerçek ana",

·"gerçek evlat" üçlerni içinde bu yapının mutlaka muhafaza edilmesi gerektiğini

vurguluyorlar. Teolojik sistemlerinin temelinde bu anlayış mevcut. O seminer

vasıtasıyla kendilerini tanıtınaya çalıştılar.

-Dinlerin, şeriat/arın, itikadf boyutımdan çok içtimaf, ablakf, manevf ve

mistik yönlerini ön plana çıkarmaya çalışan günümüz insanının1 pragmatik

yönlerine çözüm bulma açısından kendilerince bir söylem geliştirdikleri anla­

şılıyor. Peki, özel olarak kabul ettikleri bir kutsal kitapları var mı?

-Bahsettiğim çerçevede, Kur'an'dan, İncil'den, Tevrat'tan vs. seçilmiş metin­

lerden ve her dine mensup bazı kimselerin yazdığı yazılardan oluşan kalınca bir

kitap oluşturmuşlar. Çok da fazla inceleyemedim doğrusu. Dediğim gibi aile ko­

nusuna çok fazla vurgu yapıyorlar. Bunu tatbikatta da uyguluyorlar. Şöyle ki, te:­

levizyon haberlerinde de zaman zaman izlemişsinizdir, toplu nikah törenleri ya­

pıyorlar. Kore'de veya Amerika'da. 2000-3000 çifti bir anda evlendiriyorlar. Yal­

nız burada dikkat çekici olan bir şey şu: Bu törende, evlenıneye niyetli olan kişi­ler, evlenecekleri kimseyi belirtmeksizin önceden müracaat ediyorlar. Belli bir

zamanda Moon Efendi ve onun eşi, artık o bu işte ne kadar. etkili bilerniyonım,

"şu şununla, bu bununla evlenecek" diye eşleştirip evlendiriyor. Kimse de itiraz

Page 57: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

572 tasavvıif

etmiyor. Artik, "Benim kaderime, şansıma o çıkrruştır." diyerek razı oluyor ve ev­leniyor. Mesela Türkiye'den bizimle beraber giden ve bu işin içinde olan, aynı za­manda bu seminerde organizatör olarak bulunan Rıza isminde biri vardı. İstan­

bul'dan katılmıştı. O da böyle bir tören vasıtasıyla Japon bir bayanla evlenmişti. Onlar böyle bir evliliği ilah! bir tecelll ve lütuf olarak kabul ediyorlar. Kısmen sır­n bir tarafı var. Son derece zenginler. En modern cihaziada donanmış balık tek­nesi fıloları var. Balık ticaretine ei atmışlar. Modern usullerde yakalanmasından, dondurucularda hazırlanıp il1raç edilmesine kadar. Video ve teyp kaseti sektörü­

ne el atmışlar, bolca üretiyorlar ve bunun hem ticaretini yapıyorlar, hem de ken­dilerini tanıtınada değerlendiriyorlai. Aynca, Washington Post gazetesi onların çı­kardığı bir gazete idi. Yani medya dünyasında da·etkili olduklan belliydi.

Bununla beraber, müntesipleri veya Amerika'daki benzer dilll cemaatler ara­

sındaki yeri için bir fikir vermesi açısından şunu söyleyeyim: Bir kitapçı dükka­nında dolaşırken, bir arkadaşımız Amerika'daki dini karakterli cemaatleri incele-

. me konusu yapan bir kitap görmüş. Kitabı 'almış. Diyelim ki normal ebatta 400 sayfalık bir kitap. Orada görüyorsunuz ki, yüzlerce bu tür cemaat var. Ameri­ka'da dini karakterli, değişik isimler altında oluşan dernekler, cemaatler vs. Mo­

on hareketini de almış içine. Ancak o kitap içerisinde bu hareketin aldığı yer, kü­çük bir paragraftan ibaret. Ona göre hesap edin. Demek ki Amerika'da devede h.Lilak misali. Yani Amerika'da bu tür hareketlerden yüzlerce. Malumunuz Ame­

rika tüm dünyanın bir özeti gibi. Özellikle New York böyle. Her ülkeden, her

toplumdan insan var. Amerika çatısı altında bir araya gelmişler. Dolayısıyla Ame­rika devlet bu tür oluşumlan fazla tehlikeli görmüyor. Sistemini sağlam kurduğu için bunlardan endişe etmiyor. Tabii ki kontrolünde tutmak kaydıyla. Hatta şim­diki Başkan Bush iş başına geldiği zaman, ahlak! dejenerasyondan endişe ettiği için, insanlara güzel ahlakı telkin eden, dini birtakım düşünceleri, anlayışları, in­

sanlara empoze eden hareketlere sıcak baktığıru, hatta onlara destek olacağını dekiare etmiş, "Siz bu manada faaliyetler yapın, biz destekleyelirn." tarzırida be­yanat vermişti. Belki sizler de hatırlarsıruz.

Yurt dışı seyahati olarak bir de Kazakistan'a gidişim oldu. 2001 'in Ekim ayın­

da bir sempozyum vesilesiyle gitmiştim. Ahmet Yesev! Üniversitesi'nin düzenle­diği uluslararası bir sempozyuma iştirak ettim. Tabii oralarla ilgili anlatılan şey­

leri dinlemişsinizdir. Orta Asya Türk dünyası, değişik üll\:eler. Benim daha önce gitme imidrum olmamıştı. Tabii ilk intibalar insan üzerinde daha etldli oluyor. Benim orada gözlediğim şey, ülke ve toplum olarak çok geri kalmış ve fakir bı­

rakılmış olmalarıydı. Biz sadece uçakla gece Çimkent şehrine iİıdik, oradan-Tür­kistan şel1fine geçtik. Orası eski Yesi şehri. Hoca Ahmet Yesev!'nin türbesinin ve dergahırun bulunduğu, doğup büyüdüğü yer. Orada sempozyum yapıldı. Sem­

pozyumun yapılışındarı bir gün önce, Türkistan şel1finin kuruluşunun 500. yılı-

Page 58: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 573

nın kutlaması sebebiyle programlar yapılmıştı. Bizim Cumhurbaşkanı da o prog­

rama gitmiş, o vesileyle sempozyumun açılış oturumuna da katılmıştı. Namık

Kemal Zeybek Bey, o üniversitenin mütevelli heyet başkanı. Türkiye fınanse

ediyor. Bu arada Hoca Ahmed Yesev! Hazretleri'nin türbesini de Türkiye Cum­

huriyeti Devleti finanse ederek restore ettirmiş. Oranın da açilış törenini yaptılar. O vesileyle oraları da gezme imkarıımız oldu.

-Özbekistan 'a geçtiniz mi? -Özbekistan'a geçemedik; çünkü vize isteniyordu, vaktimiz de yoktu. Sade-

ce Türkistan şehrini ve o civadarcia olan bazı yakın yerleri gezdik. Farabi'nin do­

ğum yeri olan Otrar da bunlar arasındaydı.

-İzninizle bir soru sorabilir miyim Hocam? Özbekistan1a gitseydiniz daha

anlamlı olacaktı ama Hasan Kamil Bey mesela o coğrafYayı ziyaret ettiğinde çok beyecanlandığını, Mekke ve Medine'ye yaptığı ziyaretleri andırdığını söy­

lemişti. Sizin bu anlamda dııygıılarınız oldu mıı?. -Evet, H. Kiimil Bey'in o tespitlerini ben de okudum. Doğrudur. Tabi! biz Öz­

bekistan' ı görmedil\:, Buhara, Semerkant, Taşkent gibi tarilli kültür merkezlerini

görmek isterdim ama şu ana kadar nasip olmadı. İnşaallah ileride nasip olur.

Gerçi televizyondan vs. nasıl yerler olduğunu tahayyül edebiliyorum. Ama Bu­

hara'da, Bahiiedd!n Nakşibend Hazretleri var. Türkistan'da da Hoca Ahmed Ye­

sev!. Çok fazla bir fark yok. Aynı topraklar, ayiu tarilı. Özbekistan'dan ticaret

maksadıyla Türkistan şehrine gelen birçok insan vardı; birbirlerine çok yakın

topluluklar ve ortak özellikleri var. Dolayısıyla Kazaklar'ın tabiriyle Yesev! Ata­

mız'ıi:ı dergahını ziyaret etmiş olduk. Ben tabi! oraya ilk defa vardığımda buruk

bir duygu yaşadım. Ecdad diyarına gitmiş oluyorsunuz, kitaplardan okuduğu­

nuz, ilk büyükTürk tarıkatını p!ri Hoca Ahmed Yesev!'nin yaşadığı, faaliyet yap­

tığı, insanlan irşad ettiği, onlara İslfun'ı anlattığı, Tasavvuf neşvesini yaydığı me­

kanı görüyorsunuz. Hakikaten çok haşrrietli bir türbesi var. Bizim alıştığımız,

Türkiye'deki türbeler gibi değil. Yapı itibariyle çok haşmetli, yüksek, görkemli

bir bina. Eskiden tam bir "külliye" imiş, ama türbenin dışındaki kısımların çoğu

yılclmış. Hatta Türkistan şehrinin binalan genelde iki katı geçmeyen kerpiç ya­

pılar. Kenar mahalleler çoğunlukla böyle. Nüfusu SOO bin civannda. Türkistan

çok büyük bir köy görünüm ünde. Diyorlar ki, Sovyetler özellikle o şehri bilerek

kalkındırmamış. Ama şehre girmeden, daha uzaktan Yesevi'nin türbesi gözi.ikü­

yor, Böyle bir yapı. Tabi! insan farklı duygulara kapılıyor. Yesev! Hazretleri'nin

çorba veya şerbet kaynattığı büyük bir kazan var türbenin ortasında, onu gör­

dük, sandfikasını gördük. Dualar, Fatiha'lar okuduk. Yani orada o manevi hava­

yı yaşadık. Dolayısıyla, ta Balkanlar'a kadar uzanan o Yesev! geleneğinin mer­

kezine gltıniş olduk. Orta Asya bizim için ecdad diyandır. Oralara vanrıış olma­

nın verdiği manevi hazzı yaşıyorsunuz. Bir taraftan da oraların geri kalmışlığını

Page 59: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

574 tasavmif

görünce, ister istemez üzi.ilüyorsunuz. Yani bizim kardeşlerimiz, soydaşlanmız nasıl da böyle mahrum bırakılmış, fakir bırakılmış diye hayıflanıyorsunuz. Sov­yet iradesinin onlara bilinçli olarak yaptığı bu zulmü görünce insan üzi.ilüyor ve bir an önce aniann da belli bir kalkınmışlık düzeyine ulaşması için dua ediyor­sunuz. Hasan Kamil Bey'in oralarda yaşamış olduğu o duygulan, birazcık din ve tarih şuuruna sahip olan her müslüman yaşar. Bu son derece tabli bir şey.

Oralada kültür birliğimiz hala mevcut. Orada at etinin yendiğini daha önce

duyuyorduk; o vesileyle biz de yeyip tadına baktık Bizim burada yadırgansa da orada en kıymetli et, at eti. Kırnız içtik. Kırnız, daha taze iken içildiğinde herhan­gi bir sarhoş edici özelliği olmazmış. Ama biraz bekletillise mayalanma söz ko­

nusu oluyormuş. Bizim içtiğimiz, tabi! mayalanmarnış haliydi. Yine orada pazar yerini gezerken, Ahıska Türkü bir bayanla karşılaştık. Orada bir şeyler satıyordu. Bizim Türkiye'den geldiğimizi anlayınca, çağırdı biz, bırakmak istemiyor, konuş­

mak, dertleşrnek istiyor. Bir taraftan da sitem ediyor Türkiye Cumhuriyeti zama­nında bizi kabul etınedi diye. Malum, İnönü zamanında iltica etınek istemişler, fakat kabul edilmemiş.

-Şimdi eserlerinize geçelim. Bilimsel çalışmalarınızdan bahseder misiniz? -Şunu peşinen söyleyeyim ki, ben çok üretken bir araştırmacı değilim maale-

sef. Yani fazla yazıp çizenbiri değilim. Onun için ortaya çok fazla eser çıkardı­ğıını söyleyemem. Ama imkanlar ruspetinde hepten de boş durmadım elbette.

Şu ana kadar kitap olarak ikisi telif, bir tercüme olmak üzere hepsi üç kitabım neşredildi. Aynca yayma hazırladığım ve hazırlamakta olduğum bazı kitaplar var, ancak henüz neşredilmedi. Yayırılanmış olanlardan biri, "Anahatlarıyla Ta­savvıifTarihi". Bu kitap çok kapsamlı olmamakla beraber, daha çok Fakülte'de­

ki talebderimizin istifadesi için hazırlandı. Bunun içinde kısmen tarih var, kıs­

men tarikatlar, kısmen de teorik tasavvuf konulan. Diğer te'lif kitap ise doktora çalışmarnın inceleme kısmı. "Türk .Mutasavvıf ve Şairi Muhammed Nazmf" is­

mini taşıyor. Kültür Bakanlığı'nda yıllar önce neşredilrnişti.Bu kitap doktora ça­

lışmamızın inceleme kısmı olmakla birlikte, bazı kısımlar çıkartılarak yayırılan­mıştı. 'Doktora çalışmamız metin kısmıyla beraber inşallah İnsan Yayınevi'nde

neşredilecek. Bir diğeri, Fransız­ca'dan tercüme bir kitap. Daha

önce bahsettiğim -"Sılfi ve Korni­ser Rusya 'da İslam Tarikatları"

adındaki bu kitap1989'da Akçağ

Yayınevi tarafından neşredilmişti.

Bir de, üzerinde uzun yıllar çalış­

tığım ve Sı1f Yayınevi tarafından yayınlanması an meselesi olan,

Page 60: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mı"lliikat 575

'1slam Dünyasında Tarikat/ar" adında, yine Fransız­

ca'dan tercüme bir kitabımız söz konusu. Bu kitap, İsHim dünyasının hemen hemen tamamındaki tarikatları ele alan

bir çalışma. Uluslararası bir sempozyuma sunulan bildirile­rinden oluşmaktadır. Tarikatların kısal tarihi, yayılma süre­ci ve güncel durumlarıru il1tiva eden kapsamlı bir kitap. Onun dışında, değerli hocamız Mustafa Tahralı ve Selçuk Eraydın'ın başlattıkları bir ekip çalışması vardı. Ahmet Av-·

ni Konuk'un "Mesnevi Tercüme ve Şerhı"ni neşre hazırla­ma çalışması çerçevesinde, dört "defter" den oluşan II. eli­

t'olb..ıı~--i~-e "!:k"J)Ilii~'~· <.ı::::ıo: teı.ı;~:-.:!.~.~ •:t.ı:l':ift~.:ıy

"!'Le ~uO .. c:t le ~~a1re·•

suFl vE Ko~iİsER

di hazırlamıştım. Baskı işlemleri için çalışmalar devam ediyor. İnşaallah bir an önce basılır.

-Birlikte yapılan çalışmalar içinde yer alan makaleleriniz var?

-Tabii:, makale tarzında epeyce çalışınam var sayılır. iri-li ufaklı 50 civarında yayınlanmış makalem var. Bunlar ara­

sında, mesela Anadolu'da Tasavvufun gelişme sürecini ve etkisini; yine Selçuldu döneminde Anadolu'nun Tasavvufi

Yapısıru inceleyen çalışmalar var. Yine Sovyet Rusya dö­neminde tasavvufi hareketlerin aralardaki müslümanlar üzerindeki etkisi hakkında bazı çalışmalarını oldu. Türk

dünyasının ve Anadolu'nun müslümanlaşmasında ve ora­larda İslamiyet'in kalıcı hale gelırresinde Ttasavvuf ve tari­

katların etkisi ile ilgili birkaç makale çalışınam oldu. Bu arada, A. Popovic'in Balkanlar'da Osmanlı sonrası tasav­vufi hayatı inceleyen uzunca bir makalesini tercüme edip neşrettim. Bu ıpakale­

lerden bir kısmı ile bazı sempozyum bildirileri birtakım kitaplar içerisinde yer al­mış durumda.

-Makale/erden yurt dışında yayınlanan oldu mu? -Yurt dışında bir tebliğimiz yayırılanacaktı. İstanbul'da A. Popovic'lerin orga-

nize ettiği uluslararası bir sempozyum yapılmıştı. Fransız Anadolu Araştırmalan Merkezi var İstanbul'da, orası organize etmişti. Fransızca bir tebliğ metni vermiş­

tim oraya. Bayramilik ve Melfunilik üzerine yapılan bir sempozyumdu. Belki ya­yırılanmıştır ama, henüz bir bilgi alınış değilim.

-Her eserin bir öyküsü var. Sizin için de öyle, değil mi?

Elbette. Her çalışmamızın ayn bir hikayesi var tabii:. Burılan anlatmaya kalk­sak, söz bir hayli uzar. En iyisi o fasla hiç girmeyelim.

Fakülte'deki meslektaşını Cengiz Gündoğdu Bey'le beraber yayma hazırla­maya çalıştığımız bir kitap var. Mehmet Ali Ayni'nin "Tasavvuj Tarihi'ni biliyor­

sunu~. İslam tasavvufuyla ilgili kısmı neşredildi. Onun bir de ikinci cildi var ama

Page 61: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

576 tasavvıif

pek kimse bilmiyor. El yazmasından taş basması halinde bir iki nüshası var. Onu

neşre hazırlıyoruz. Fakat dikkatimizi çeken şey şu oldu: M. Ali Ayn1 esere kendi

ismini koymuş, ama eser tamamen L. Massignon'un "fjssais sur !es Origines de

Lexiques Techniques de la Mystique Musulmand' adlı meşhur eserinin ikici ya­

nsırıın tercümesi durumunda. Durum böyle olunca, artık Fransızca orijinaliyle

karşılaştırarak ve bazı tashihler yaparak hazırlıyoruz.

Onun dışında, nasip olursa, doktora olarak çalıştığım Muhammed Nazm1 Efen­

di'nin hepsi de yazma olan, tek nüsha halindeki yazma "Dfvan"ı ile "Mi'yar-ı Ta­

rikat İlahf" adlı maf:lZlJm eseri ve yine manzum "Mesnevf Tercümesf'ni (I. cildin

tercümesi) yayma hazırlamayı düşünüyorum.

-Yaptırdığınız doktora ve yüksek lisans tezlerine gelelim.

-Bizim burada maalesef fazla doktora yaptırma imkanırnız olmadı. Şu ana ka-

dar bir Cengiz Gündoğdu Bey Yüksek lisans ve doktorayı benim danışmanlı­

ğımda yaptı. Yüksek lisans çalışması "Tasavvufta Vetayet Kavramı", doktdrası

ise "Abdülmecid-i Sfvasf ve Tasavvufl Düşüncesi" adını taşıyor. İsa Çelik Bey de

yüksek lisans ve 'doktorasını benimle yaptı. Yüksek lisansı Kınmlı Selim Baba;

doktorası ise Abidin Paşa ve Mesnev! Şerili üzerinedir. Şu anda Malatya ilahi­

yat'ta Araştırma Görevlisi olan Muharrem Çakmak Bey de her iki tezini beim ne­

zaretjmde yaptı. Yüksek lisansı "Tasavvufl Düşüncede Şeytan"; doktorası ise

Halveu Şeyhlerinden Cemaleddin Halveu üzerine idi. Şu anda bir doktora yapan

arkadaşımız var. "Süleyman Zatf ve 18. Asırda Celvetflilt' konusunu çalışıyor.

Y9ksek lisans çalışması da Edimeli Mustafa Kabull Efendi üzerine idi. Osman

Nuri Küçük Bey yüksek lisansını benimle yaptı. Konusu, "Ffhf ma Ffh Eksenin­

de Mevlana'nın Tasavvufi Görüş/ert. Enver Özkan Eşrefoğlu Rüm1 üzerine;

Cengaver Taş" Tasavvufta Ruh Kavram i'; Mikail Dumlu "Tasavvufta Muhabbet

Kavramı"; Müslüm Ayhan da "Tasavvufta Ölüm Kavramı" konulannda yüksek

lisans yaptılar. Bu arkadaşlarm hepsi de öğretmenlik yapıyor.

-Hocam siz Tasavvuj akademisyeni olarak Türkiye 'de tasavvufun akademik

gelişimini değerlendirir misiniz?

-Kabul etmek gerekir ki, Tasavvuf salıası Türkiye'de uzun yıllar ilimal edil­

nliş. Dilli ilimierin hepsi için bu böyle olmalda birlikte, özellikle Tasavvuf saha­

sı daha da ilimal edilmiş ve akadenlik çalışmalar yakın zamana kadar pek yapı­

lamarnış. Ankara İlalliyat Fakültesi ile islamı İlin1ler Fakültesi'nde de uzun süre

sadece, İslam Felsefesi'ne bağlı bir bilim dalı olarak kalmış. O yüzden bu branş­

ta yeterli kadro ilidas edilmenliş. Dolayısıyla, bundan 10-15 yıl öncesine kadar

Tasavvuf sahası akadenlik yönden çok gölgede kalmış. Onun için de arzu edi­

len akademik çalışmalar yapılamarnış. Gerçi Osmanlı dönenlinin uzantısı diye­

bileceğimiz bazı düşünürler zaman içerisinde Cumhuriyet döneminde tasavvuf

sahasında önemli eserler kaleme alınışlar. Burılan zikretıneye gerek yok. Mese-

Page 62: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıili'ikat 577

Hi Mehmet Ali Ayru, İsmail Ferınl Ertuğrul, Filibeli Ahmet Hilmi, Ferld Kam, Şeyh Saffet Yetkin, daha sonralan Mahir İz vb. eski geleneği de tanıyan düşünürler bu sahada birtakım eserler yazınışlar. Ama güncel anlamda, Cumhuriyeti Üniversi­telerinin akademik yapılanması içerisinde Tasavvuf ilmi ne yazık ki hak ettiği il­giyi görememiş. Ama çok şükür son yıllarda Tasavvuf alanında, özellikle anabi­lim dalı olduktan sonra, gözle görülür bir gelişme var. Tasavvuf akademisyenle­rinin sayısı giderek artış gösteriyor. Bunlar içerisinde 10 civarında profesör var. Artık kendi yağıyla kavrulabilen, kendi projelerini hazırlayabilen, birtakım çalış­

malan yönlendirebilen bir seviyeye ulaştı. Tecrübeli, kıdemli hocalarımız var. Bunlann yönlendirmesiyle, genç arkadaşlarımız Allah'a şükür gayet güzel çalış­

malar yaptılar ve yapıyorlar. Öyle ümit ediyorum ki, bu gelişme artan bir hızla devam edecek. Çünkü tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de Tasavvuf yükse­len bir değer alına özelliğini hep koruyor. Geçmişte öyleydi; günümüzde de öy­

le. Gerek ülkemizde, gerekse tüm dünyada Tasavvuf düşüncesi ve tasavvufi ge­lenek cazibesini artırarak devam ettiriyor. Bu bakımdan, tasavvuf alanında yapı­lan çalışmalar mutlaka ilgi uyandıracaktır ve çekilen emekler boşa gitıneyecek­tir. Özellikle bizim ülkemiz olan Anadolu, Osmanlı'nın mirasını alınası dolayısıy­

la, Tasavvuf araştırmalan için çok mümbit bir alan. Yapılabilecek çok fazla çalış­ma alanı var. Bugün unutulınuş olan nice meşayıh-ı kiram, tasavvufi gelenek

içinde yetişmiş nice şahsiyet ve aniann yazdıklan nice eserler var. Yani tasavvuf sahası ne kadar çalışılsa az. Son derece müsmir ve mümbit bir saha. İnşaallah bu

çalışmalar daha da gelişecek Ben genç arkadaşlanmızın yaptığı çalışmalan tak­dirle ve memnuniyetle izliyonım. Onlara teşeklrür ve tebriklerimi arz ediyor, ba­şanlannın artarak devam etınesi için dua ediyorum. İnşallah ilerde daha nice gü­zel çalışmalar ortaya çıkacak. Bu arada Tasavvuf dergimizin gayet güzel bir plat­

form oluşturduğunu hepimiz biliyorsunuz. Yapılan bu çalışmalar bu manada teşvik unsuru oluyor. Makale düzeyindeki akademik çalışmaiann okuyuculara

ulaşmasında çok önekli bir fonksiyon icra ediyor. Başta Ali Çınar Bey kardeşimiz

olınak üzere, Dergi'de emeği ve katlrısı olan herkese teşekkür ediyorum. -Tasavvuf Anabilim Dalı 'nın İ/ah iyat'taki diğer ilim dallanyla ilişkisini de­

ğerlendirir misiniz?Mesela din dersleri okullarda diğer ders/ere nisbet/e her za­

man üvey evlat muamelesi göniyor. Sanki İlahiyat Fakültesi'nde Tasavvuf da

diğer ilim dalianna nisbette din dersinin uğradığı muameleye maruz kalıyor

gibi. Bu doğru mu sizce?

-Evet, haldısınız. Hatta şunu söyleyeyim: Bilindiği gibi Tasavvuf sadece teorik .

bir alan değil, toplumla içli dışlı olan pek çok kimsenin ilgi odağı olan bir gelenek­

tir. Bu eskiden böyleydi, şimdi de böyledir. Her ne kadar Cumhuriyet'le birlikte 1925'te kurumsal bazda resmen yasaldanmış da olsa, herkes biliyor ki bu gelenek, sosyal bir valaa olarak hiçbir zaman tamamen ortadan kallanamış, bir şekilde top-

Page 63: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

578 tasavvıif

lurnda yaşamaya devam etmiş ve etmektedir. Buna rağmen, Milli Eğitim Bakanlı­ğı'nın ders kitaplarında bu konuya gereken yer verilmediği gibi; işin acrtarafı Di­

yanet Teşkilatı dahl her ne hilanetse tasavvufi hayatı adeta yok sayareasma hemen

hiç gündemine almamıştır. Gerçi Diyanet kendisini eski Şeyhülislamlık ve medre­se geleneğinin devamı gibi görünebilir ve bu yüzden eskiden teld(elerce temsil

edilen Tasavvuf geleneğini ilgi ve yetki alanının dışında kabul edebilir. Oysa Di­

yanet İşleri Başkanlığı, ülkedeki din:i hayatı taldp eden, yönleneliren ve organize

eden bir teşkilat durumundadır. O balamdan Diyanet'in toplumun d:in:i hayatıni alakadar eden Tasavvııf konusuyla bir şekilde ilgilenmesinin, taşıdığı misyanun

bir gereği olduğunu düşünüyorum. Çünkü istismara oldukça açık olan bu alanın

toplumsal bir problem olmaya devam ettiği herkesin malumudur. Son yıllarda

medyaya da al(seden nahoş olaylar bunun açık bir göstergesidir. Gerçek şeyhlik­

le ve tasavvufla alalmsı olmayan birtalam istismarcılar insanları peşine takıp iste­

diği yönde sürüldeyebiliyor. Yani bu saha, el atılması, kontrol edilmesi gereken

bir alan durumunda. Kaldı ki, Orta Asya'dan bu tarafa Anadolu insanı tarih boyun­

ca Tasavvufla içli dışlı olmuştur. Bu gelenek, illegal de olsa, Cumlıuriyet dönenıi

toplumunda da bir şekilde varlığını ve etkisini devam ettirmiştir. Durum böyle

olunca, bu sahanın araştırılması ve ihmal edilip kendi haline bırakılmaması gerek­

mektedir. Bu gelenek, yasak olmasına rağmen toplumda rıiçin bu kadar etkili; in­sanlar bu geleneğe rıiçin ilgi duyuyor? Bunların sorulması, araştırılması !azını. Sa­

dece Tasavvuf akademisyenlerince değil; aslında, din sosyolojisi, din psilwlojisi, din eğitimi, pedagoji vb. değişil( bilim dallarında bu sahaya el atılıp, Tasavvuf ge­

leneğinin genelde İslam dünyası, özelde de bizim toplumumuz üzerindeld psilw­

lojil(, sosyal, kültürel, din! vb. çeşitli açılardan incelenmesi gerekmektedir ..

-Aslında bu ilginin, başka alanlarda araştırmayı zonmlu kılacak göntnür se­bepleri var. Mesela yayın dünyasında, kitabevlerinde tezgahiara baktığınız za­

man çok sayıda tasavvu.fi eserin, doğrusuyla yanlışıyla yer aldığını gön"lyorsu­nuz. Bu yayıniann fazlalaşması tasavvıifun gördüğü ilgiyi hak ettiği anlamına mı geliyor, yoksa bu alanda kendilerine çıkar anlamında bir şeyler hesap eden insaniann at koşturabi/ecek/eri bir alan olarak mı göntlüyor tasavvuf? Halk ne

satarsak zaten alır mı deniliyor, yoksa bu kadar yayını araştırma ihtiyacı mı zor­

luyor? Bu zaviyeden Türkiye'de tasavvu.fi neşriyatın genel dımtmıt nedir sizce?

-Tabii bu saha ciddi manada irdelendiği zaman, bence çok enteresan şeyler

ortaya çılcabilir. Yarıi tasavvuf sahasıyla ilgili neşredilen eseriere baictığımız za­

man, bunların içerisinde son derece ciddi bilimsel, akademilc ölçülerde yazılmış

hakilmten kıymetli araştırmalar olduğunu görürüz. Bunun yanında, talebin:çok­

luğunu göz önüne alarak, ticar:i maksatla yayınevlerinden bazılan, birtakım meş­

hur sı1filerin rağbet gören eserlerirıi alelacele, ehil olmayan insanlara ya sadeleş­

tirterek, ya da tercüme ettirerek, piyasaya sürmektedir. Bir de türden eserler var.

Page 64: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 579

Bunun yaru sıra, bir de Tasavvuf'u ters yüz eden, tasavvufi düşünceyi yansıtmak bir yana, onun aleyhinde olan ve karalayan eserler mevcut. Yani tasavvufi neş­riyat üzerinde genel bir değerlendirme yaptığıruz zaman, çok farklı şeyler karşı­

mza çıkabiliyor. Bunların ciddi manada ayıklanması ve sıhhatlisinin ins~nlara

takdim edilmesi Hizım. Sıhhatli olmayan ve sırf ticarı amaçla neşredilenlerin ele alınarak tashih edilmesi lazım. Tasavvuf aleyhinde ortaya çıkan birtakım eserle­rin de, ciddi anlamda cevaplandınlarak olumsuz etkilerinin izale edilmesi gere­kir. O da ayn bir konu, ama bir gerçek.

-Türkiye 'de Tasavvıif aleyhine yazılan eserler de tasavvıif lehine yazılan eser­ler kadar yer alıyor. Tartışma konusu oluyor. Özellikle ilahiyatçı/ar _nezdinde de tart;.r;ma konusu oluyor. Tasavvıifun aleyhinde olan insaniann sizce haklı olan yönleri var mıdır? Yani on/an bu şekilde aleyhte bulunmaya sevk eden amil, ta­savvufım kendisinden mi kaynaklanıyor, yoksa yanlış bllgilenmeden mi?

-Bence tasavvufun aleyhinde olup da bu yönde eser yazan insanlara baktığı­mızda, onlann pek de fazla olmadığı görülecektir. Ancak onlar bir bakıma "ay­kın" duruşu temsil ettikleri için, kemiyet ve tesir bakımından belki fazla gibi te­lakkl edilmektedir. Ben öyle inanıyorum ki, bu şekilde tasavvufa karşı olan in­sanlar, objektif olarak tasavvuf düşüncesini araştırsalar, tasavvufi geleneği tarilll birikimiyle yakından tanısalar bu kanaate varmazlar, bundan eminim. Ama her insanın bir yetişme tarzı ve farklı meşrebi var. Herkes tasavvufu sevecek, benim­seyecek diye bir kaide yok. Aksi zaten eşyanın tabiatına aykın olur. Dolayısıyla tasavvufun aleyhinde olan insanlar hep olagelmiştir, bundan sonra da olacaktır. Ama bir başka gerçek de şudur ki, Tasavvuf alyehtan kişi ve eserlerin etkisi, sa­nıldığı gibi hiç de fazla olmamıştır. Bütün bu kişi ve yazılara rağmen, tasavvufi gelenek çok da fazla etkilenmeden, tarih boyunca kendi mecrasında, bugüne kadar güriii gürül akıp gelmiştir. Öyle göriinüyor ki, bundan sonra da böyle ola­caktır. Çünkü bu gelenek, birtakım tenkit ve karalamalardan fazla etkilenmeye­cek kadar köklü, güçlü ve bir o kadar da ruhlan kuşatıcı bir özelliğe sahiptir.

Tasavvufun muhtevası ve insanlara sunduğu mesaj bellidir. Onu yalandan ta­nıyan insanlar, onda İslam'ın ve hayatın gerçek güzellilderini bulmakta, ve onun­la adeta lrucaldaşmaktadır. Dolayısıyla, aleyhteki yazılar pek de fazla kale alınma­maleta ve beldenen etleiyi icra edememektedir. Bir de şu var: Esltiden de böyle ta­savvuf aleyhinde risaleler yazılmış, sı1filer de onlara cevap mahiyetinde eserler kaleme almışlardır. Yani, onlar hiçbir zaman saldıran taraf olmamış, hep savunma pozisyonunda kalmışlardır. Çünlru onların geleneğinde "cedel" diye bir şey yok­tur. Tasavvufta aslolan, tasavVlifi idealler çerçevesinde insanın Allah'a karşı lrullu­ğunu ortaya koyması, tasavvufi ahlala özlimsemesi, yaşaması, bunu kendi gönül dünyasında ve toplumda olabildiği kadar yaşanır lalmaya çalışmasıdır. Başkala­nyla cedelleşerek valtit geçirmek onların meşrebine uygun düşmüyor. Bugün de sanırım ayru şey söz konusu. Yani bugün tasavvuf aleyhinde yazılanlara cevap

Page 65: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

580 tasavvıif

vermeyi bir görev bilerek bu yola başvurmak, belki ilk etapta müsbet bir netice elde edebilir. Ama tasavvufi hayatın genel gidişatma baktığınız zaman, bunlarla uğraşıp vakit kaybetmeye bile değmez diye düşüneniere de rastlayabilirsiniz ki,

bunu da tabü karşılamak icab eder. Çünlcü bazı şartlanmış insanlar vardır ki, ne kadar onu ilma edecek şeyler de söyleseniz, bildiğinden vazgeçemiyor. Dolayı- · sıyla onunla cedelleşmek zaman israfından başka bir sonuç doğurmuyor. Bizim Anadolu'da bir söz vardır: "Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi bile olmamış." der­ler. Sayısı üç-beşi geçmeyen tasavvuf aleyhtarı insapların tasavvufa çamur atma­

ları, tasavvuf aleyhinde bir şeyler yazmaları, devasa Tasavvuf geleneğini fazla da

. etkilemiyor. Hani derler ya, "İt ürür, kervan yürür" diye; bu iş aslında biraz da bu­na benziyor. Nitekim, hatırladığıma· göre, birkaç yıl önce yapılan Tasavvuf istişa­re toplantısında da, bu tür aleyhte yazılara cevap verme yoluna gidilmesinin, so­

nuçta bir fayda sağlamayacağı gibi, bir balama o aykırı fılilllerin şuyı1 bulmasına da vesile olacağı, üsteille bu konularda çok fazla cedelleşme içine girmenin Tasav­vuf geleneğiyle bağdaşmadığı, dolayısıyla biziın onlarla vakit kaybetmektense

kendi işirnize balrmamızın ve kendi doğrularımızı anlatmamızın daha doğru ve faydalı olacağı tarzındalti düşünce çağurtluk tarafından tasvip görmüştü.

-Bir ölçü gerek. Çünkü tenkit ve suçlamalar cevapsız kalınca da, akademis­yenler yetersiz diye görülüyor. Bizim fakültede, "Tasavvufta akademisyenler yetersiz." deniyor. "Televizyona çıkıp falancanın karşısında cevap veremiyor­

lar." deniyor. -Haklısıruz. Kitle iletişim vasıtalarının son derece yaygın ve etltin olduğu gü­

nümüz şartlarında, birileri bilimsel olsun veya olmasın, Tasavvuf geleneğine ten­

kit yöneltiyorsa, burtların bir ölçüde ciddiye alırunası, cevaplar verilmesi; söyle­

nenlerdeki doğruların tasdile edilip, yanlış olanlarının da düzeltilmesi gerekiyor.

Tabü bu da aslında Tasavvuf akademisyeruerinin üzerine düşen bir vazifedir.

Ancak bu yapılırken de, işi ciddi düzeyde, bilimsel seviyede tutmak şarttır. Yani

ortlara cevap verelim derken, televizyon programlarında sılcça görüldüğü gibi,

işi bir kör dövüşüne dönüştürmekten ve cedel havasına dönüştürmekten olabil­

diğince kaçınarak, medenice, ciddi ve bilimsel cevaplar verilmesi gerekir. Aksi

halde karşı tarafın oyununa gelinmiş ve ekmeğine yağ sürülmüş olur. Toplum da

mutlaka bunu bekler. Madem ki bu sahanın uzmanlarıyız, yani araştırmalarımız

neticesinde ulaştığımız gerçekler neyse, onları topluma sunmak ve artlarla pay­

laşmak, bir bakıma vazifemizdir. Aslında bu, zaman zaman yapılınıyor da değil­

dir. Mesela Ethem Hocamızın tasavvufu anlamayanların arılamama sebepleri

üzerine yaptığı çalışma, bu konuda güzel bir örnektir. Ahmet Ögke Bey de ben­

zer bir makale çalışması yaptı. Hiç yapiliruyar değil elbette. Ancak bunlar yeter­

li mi? Elbette yeterli değil. Bence bu konuda diklcat edilmesi gereken bir husus

da, bu fıkri tartışmaların akademilc seviyede, ciddi ve samimi olarak, yani işi düş-

Page 66: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mü/akat 581

manlık boyutuna çıkarmadan, yapıcı ve olgun bir tavırla sürdüriilmesidir. Çün­kü, Tasavvuf'un aleyhinde de olsalar, karşı taraftakiler de çoğunlukla samimidir­ler ve daha da önemlisi onlar da bizim din kardeşlerimiz ve bazılan da meslek­taşlanmızdır. Tasavvuf yolunun kuralı gönül yıkmak değil, gönül yapmaktır. Bu hususa da çok dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum.

-Akademisyenlerin ilmf kişiliklerini kaybetmeden kendilerini ifade etmeleri de gerekiyor. Erzunım halkı ya da Fakülteniz'e gelen öğrenciler sizi ne tür bir davranışa süntklüyor bu anlamda? Şöyle bir tablo var: Tasavvıif akademisyen­

leri, araştırmalan neticesinde doğnıyu tespit ediyorlar, ancak balkın uygulama­lanna bakarak da tenkit ediyorlar. Bu dunımda akademisyenler!e halkı nerede ve nasıl buluşturacağız? Bir tasavvıif akademisyeni olarak içerden nasıl bir ten­kit getirirsiniz? Fakültelerde diğer İsliimf ilimler/e problemli olan sanki hep tasav­

vıif olarak göntnüyor. Neden böyle? Tasavvıif geleneğini analiz ederek iğneyi

kendimize de batırmak gerekiyor mu, yoksa her şeyi yüklenmek zonında mıyız?

-Tasavvuf sahasında çalışıyoruz diye, tepeden tırnağa tasavvufu aklamak ve tasavvuf geleneği içerisinde ve kendisini tasavvuf ehli kabul eden insanların her yaptığının doğru olduğunu savunmak gibi bir tavrımız kesinlikle olmamalı. Çün­kü Tasavvuf'un diğer din1 disiplinlerden farklı bir tarafı, topluma mal olması, avama intikal etmesi, fıiliyatta her kesimden insanın ilgi duyduğu veya yaşadığı bir olay olması, dolayısıyla bu insaniann birçoğunun Tasavvuf'un "t"sini dahi bil-· mediği halde, kendisini tasavvuf ehli olarak lanse etmesi veya başkalan tarafın­dan öyle görülmesidir. Tasavvufi hayatın içinde görünen pek çok insan, doğru

veya yanlış birçok şey yapıyor, ama bunların gerçekte doğru olup olmadığını bil­miyor. Bu bakımdan bizler, tasavvuf sahasında Çalışan insanlar olarak, bir defa seçmeci olmamız gerekiyor .. Yani Tasavvuf ve tarikat adına her yapılanı doğru

kabul etmememiz lazım. Bizim vazifemiz; gerçek Tasavvuf'u asli kaynaklardan, doğru olarak öğrenmek; ve öğrendiklerimizi olabildiği kadar insanlarımızın an-­

layış düzeyine indirgeyerek onlara takdim etmektir. Tabi! bunu talebderimize uygulamak mümkün olsa bile, toplumsal bazda ne derece gerçekleşme şansına sahibiz, orası tartışma konusudur. Her şeye rağmen, biz doğrulan tesbit etmek ve onlan bir şekilde insanlarımıza ulaştırmakla mükellefız. Bizim öncelikli vazi­

femiz bu olmak durumundadır. Bunu yapabildiğimiz takdirde,öyle zannediyo­rum ki, çok fazla tartışma ortamına girmeye ihtiyaç olmadan, insanlar bir tercih yapma noktasına gelecektir. Bu durumda insanımız tasavvufun aleyhinde olan eserleri de, tasavvufu doğru anlatan eserleri de okuyacak ve kendince bir tercilı yaparak doğruyu bulma şansına sahip olacaktır.

-Hocam, tasavvufu tarif ederkin şöyle denir: Gerçek tasavvufu belirleyen kıs­tas ne olacak? Kur'an ve Sünnet. O zaman bunu Tasavvuf diye adlandırmaya

ne lüzum var? Bu İslam ablakıdır. Zaten Kur'iin 'da ifade edilmiştir. Aslında ta-

Page 67: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

582 tasammf

savvujla _ilgili münakaşa konusu yapılan şeyler bu değil. Zühd devresini aşma­m ız lazım. Genelde Tasavvuf dediğimiz zaman, bizim zihnimizde diğer İslamf

disiplinlerden ayrılan metodik bir farklılık var. Kimse zühde itiraz etmiyor. Esas

problem; Mevlana 'nın, İbn Arabf'nin ya da diğer büyük sufilerin tasavvuf tari­

hinde böyle ciddi düşünce kırı/malarına neden olabilecek, dönil§ümlere neden olabilecek düşüncelerinin metodu nedir? Yani tasavvuf metoda/ojisinin unsur­

ları nedir? Tüm bilimlerin usıtlleri var. Tasavvufun bu anlamda usıtlü nedir? İşin içine tasavvuf felsefesi girdiğinde bizim konumumuz ne olmalı?

-Aslında çok güzel ve kapsamlı bir soru bu. Ama dar zaman içerisine sığdır­

mak biraz zor. Ben olaya şöyle bakıyorum: Tasavvufun kaynağı Kur'an ve Sün­

net'tir, dolayısıyla tasavvufun diğer ilimlerden farkı yok demekle iş bitmez.

Tamam, doğru; tasavvufi geleneğin neticede istinad ettiği kaynak Kur'an ve Sün­

net. Ama hakikaten sizin dediğiniz gibi iş sadece bir zühd hayatını anlatmak ve tebcil etmekten ibaret değil elbette. Tasavvufi düşünce ve tecrübe, asırlar içerisin­

de çok farklı gelişmeler kaydetmiştir. Dolayısıyla "Tasavvuf İslam'dan kaynaklan­

nuş bir ilimdir." demekle iş bitmiyor. Burada belki olaya şöyle bakınak lazım: "Kur'an ve Sünnet ortadayken Tasavvufa ne gerek var." sorusuna cevap olarak;.

Kur'an ve Sünnet varken Tefsir geleneğine ne gerek vardı, Kelfun disiplinine ne

gerek vardı, Fıkıh usulüne ne gerek vardı? Madem Kur'an ve Sünnet ortada, o

zaman diğer itikadi ve fıklli mezheplere ne diye ortaya çıktı? sorularını sormak

icab eder. Burada önemli olan, Tasavvufun dini ilimler içerisindt;ki konumu ve onlarla ilişkisi nedir? Üstlendiği misyon nedir? sorularının cevaplarını ortaya koy­

maktır. Tamam dediğiniz doğru, Tefsir müstakil bir disiplin plarak zaman içerisin­de kendine özgü bir metodolojisi oluşturmuş ve öyle devam etmiş. Hadis öyle,

Fıkıh öyle, Kelam ve Felsefe de öyle. Tasavvufa gelindiği zaman, burada diğer­

lerinde olduğu gibi oturmuş bir metodolojiyi teorik anlamda tesbit etmek zor oluyor. Sebebi de bence şu: Tasavvuf adeta diğer bütün dini disiplinlerin hepsine

bir alternatif gibi duran, ama hepsiyle de ilişkisi olan, hepsinden faydalanan, hep­

sinden kendisini bigane kabul etmeyen bir üst disiplin görünümündedir. Yani

Tasavvufu Hadis ilminden ayn ve bağımsız düşünemezsiniz. Onu Tefsir'den

Kelam'dan, Felsefe'den, Ahlak'tan, hatta sanat ve estetikten de ayrı ve uzak

göremezsiniz: Durum böyle olunca, dar bir çerçevede Tasavvufun metpdolojisi

şudur demek de son derece zor olmaktadır. Ama şu da var ki; Tasavvufun elbet­

te pratik hayatla ilgili tesbit ettiği birtakım kuralları ve metodolojisi vardır. Yani Tasavvufu pratik hayatla ilgili bir terbiye ekolü olarak ele aldığınuzda, nice kural

ve kaide ile karşılaşırsınız. Hatta bu açıdan Tasavvuf öğretisinin diğer disipljıılere göre daha. metodolajik olduğunu da söyleyebiliriz. Tarih boyuca tekkeler bu

metodolojinin uygulama ve hayata geçirme alanları olmuştur.

Ancak işin teori!( boyutuna geldiğiniz zaman, Tasavvuf düşüncesi karşınıza /

Page 68: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıiliikat 583

aynı anda bir Felsefe, bir Kelfun, hatta bir Psikoloji olarak karşınıza çıkar. Dolayısıyla onun standart bir metodolojisinden bahsetmek oldukça zorlaşır. An­cak, yine de kl:isik tasavvufi eseriere baktığınız zaman, sufilerin de kendilerine

özgü tartışma konularının, kendi aralarında kullandıklan ıstılahlarının ve benim­seıp.iş olduklan bir çok ortak prensiplerinin, kısacası belli bir metodolojilerlıiin var olduğunu görürsünüz. Mesela İbn Arabl'nin kendine göre bir metodolojisi vardır; Mevlana'nın şiir tarzında da olsa, eserleri incelendiği zaman, mutlaka kar­şımıza kendine has bir metodoloji çıkar. Diğer taraftan, Tasavvuf sadece kitap­

larda yazılan meselelerle kalmıyor. O yazılanlar işin sadece dışa bakan boyu-:­tudur. Tasavvuf'un asıl tesbit edilemeyen ve irdelenemeyen boyutu,_ Tasavvuf ehlinin kendi ruh dünyasında yaşadığı deruru tecrübi tarafıdır. İŞin bu boyutu tümüyle sübjektillik arz etmektedir ki, o alanda ortak bir metodolojiden bahset­mek tamamen imkansız hale gelmektedir. Artık bu düzeyde yollar tamamen "kişiye özel"dir. Onun için işin bu boyutuna işaret etmek üzere, "Allah'a ulaş­tıran yollar, malılukatın sayısıncadır." denilmiştir. Tasavvuf'un "kal" ilmi değil,

"hal" ilmi oluşu da, onun bu yönüyle alakalıdır. Bu söylediklerim, umanın sorunuza yeterli cevap teşkil etmiştir. Dediğim gibi

bu hususta daha pek çok şey söylenebilir. Ancak bu kadarla yetinmiş olalım. -Bir Tasavvuf akademisyeni olarak, bu anlamda kendinize ait bir tasavvuf

tecrübeniz var mı? -BeiJ. şahsen bir tasavvuf akademisyeni olarak, olayın sadece teorik anlamda

öğrenllnıesiyle bitmeyeceğine, yani sadece teorik bilgilerle gerçek Tasavvuf'un anlaşılmış olamayacağına inanıyorum. Yani tasavvuf sahasında çalışan bir in­sanın, eğer tasavvufi yaşantıyla, tasavvuf ahlakıyla, irfanıyla, edebiyle, hatta deruru tecrübesiyle az çok irtibatı yoksa, Tasavvuf'u anladığını iddia etmesi yan­lış olur. Çünkü gerçek Tasavvuf "tatmadan bilirımez." Aynca işin bu yönünden az çok nasibi olmayan bir kimsenin Tasavvuf'u anlatması da, hiç bal yememiş birinin balın tadını tarif etmesine benzer ki, inandıncı olmaz. Onun için gerçek bir tasavvufçunun, olayın biraz "hal" yönüyle de alakadar olmasının önemli ol­duğunu düşünüyorum.

Kendime gelince, deruru bir tecrübe veya teknik anlamda bir "seyr-i süluk" anlamında olmasa bile, Tasavvuf terbiyesinden, edebinden ve irfanından gücüm nisbetinde nasiplenmeye gayret ediyorum. Ancak bunu ne derece başarabiliyo­rum, o konuda kendimi yeterli bulduğumu söyleyemem. Fakat layık olamasarn da, gerçek bir hayatı ve neşvesine meftUn olduğumu, Tasavvuf büyüklerinin o _

güzel hallerine gıpta ettiğimi söyleyebilirim.

Bu sorunuz bana rahmetli hocamız Selçuk Eraydın'ın Tasavvuf hocalannın katıldığı bir istişare toplantısında hocalara hitaben söylediği şu anlamlı sözleri hatırlattı: "Bakın beyler, burada çok güzel ve doğru şeyler söylendi. Tamam,

Page 69: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

584 tasawıif

amenna, kabulümüz. Ancak benim burada vurgulamak istediğim şey şu: İnsan­

lara anlatmaya çalıştığımız, araştırdığımız, yazdığımız, çizdiğimiz tasavvufun

acaba biz neresindeyiz? Bizim öncelikle kendimize sormamız gereken soru

budur. Etkili olabileceksek, bu işi iyi temsil edebileceksek, bu soruyu kendimize

sormak zorundayız. Yani Tasavvuf adabıyla, terbiyesiyle, ahlakıyla, aşk ve

muhabbetiyle ne kadar irtibatımız var; öncelikle bu noktada kendimizi sor­

gulamarnız gerektiğini düşünüyorum." demişti ve son derece haklıydı bence.

Tasavvuf alanında çalışan bir insanin, belki de en büyük güçlüğü, veyahut da

diğer din1 disiplinlerin temsilcilerinden farklı olması gereken yönü, kiilini hiiliy­

le bütünleştirebilmesidir.

-Hocam, tasavvuf akademisyenleriyle halkı nasıl buluşturabiliriz?

-Evet, bu problem ih1h.iyat sahasındaki bütün akademisyenler için geçerli

maalesef. Halktan şikayetler geliyor haldı olarak. Tabii akademisyenlerin öncelik­

li çalışma sahalan vs. göz önüne alındığı zaman, bunu çok yadırgamamak gerekir.

İlimle, araştırınayla uğraşan, bilimsel araştırmalara kendini veren kimselerin, hal­

kın beldediği tarzda onlarla bütünleşmesi her zaman kolay olmuyor. Ancak top­

lumun bu beldentisini de yadırgamamalc Hl.zım. Sadece tasavvufçulann değil, tüm

ilahiyatçı akademisyenlerin az da olsa bir şekilde hallda temas kurması, kendi bil­

gi birilcimini hallan anlayacağı şekilde onlara aktarması, onlarla kaynaşması, on­

lan bilgilendirme, hatta güzel örnek olma noktasında: yardımcı olması gerekiyor.

Mesela Kutlu Doğum haftaları münasebetiyle Diyanet'in öncülüğü ve organizatör­

lüğünde icra edilen faaliyetler bu manada iyi bir örnek oluşturmalctadır. Bu tür

faaliyetleri çeşitli vesilelerle artırmaleta fayda var. Konferanslar, seminerler, soh­

betler tarzında bir şekilde hallca ulaşmak ve bizden beldentisine cevap vermek

gerekmektedir. İlahiyatçı alcademisyenlerin elbette böyle bir sorumlululdan da

var. Biz diğer meslelderdeki alcademisyenler gibi olamayız. Hallda bütünleşrnek

zorundayız. Hallan bizden çok beldentisi var. Tasavvufçular olarak bizlerin bu

manada sorumluluğu bellci daha da fazladır. Çünlcü Tasavvuf hallan arasında

daha fazla yaygın ve daha çok ilgi duyulan bir alan durumunda. O nisbette de

hallda bütünleşme sorumluluğu artıyor. Televizyonlara kadar yansıyan kötü ör­

nelder de gösterdi lci, hallcımız gerçekten tasavvuf nedir, tarikat nedir, bilmiyor.

İştiyala var ama, işin gerçeğinden haberi yok. O yüzden de, ne idüğü belirsez bir

talam fusanlar halla peşine talap onlan çok kötü emellerine alet edebiliyorlar.

Bunlan göz önüne aldığımızda, Tasavvuf akademisyenleri olarak toplumsal

sorumluluğumuzun büyüldüğü kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

-Batıda birtakım isimler altında cemiyetler var (Doğuda olduğu gibi). Mev­

lana grnbu, Muhyiddin İbn Arabf grnbu Tasavvuf akademisyenlerin de top­

lanıp bu tür enstitüler kurması akademik anlamda çok önemli. Böyle merkez­lerin halkla bağlantı kurmada bir rolü olabilir mi?

Page 70: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mı1liikat 585

-Şüphesiz olabilir. Bu tür merkezlerin kurulmasında şu fayda var: Bu veslle

ile, o merkez veya enstitü kimin adına kurulduysa, o kişi hakkında çok daha detaylı çalışmalar yapılabiliyor. Dolayısıyla mutlaka fayda var. Mesela Er­

zurum'da bu manada Fen-Edebiyat Fakültesi'nde İbrahim Hakkı Erzurumlu

Araştırma Merkezi var. Ama ne derece yeterli çalışma yapılabiliyor, onu tam

bilemiyorum. Bizim fazla irtibatımız ok maalesef. Önemli olan sadece enstitü

veya araştırma merkezi kurup açmak değil. Önemli olan, açtıktan sonra oradan

beklenen çalışmaları yapmak veya yaptırmaktır. Bu yapılabildiği takdirde şüp­

hesiz çok faydalıdır. Aynca sizin de ifade ettiğiniz gibi, bu tür merkezlerin akademisyerılerle halk arasında bir köprü oluşturması, bir basam~k oluşturması

söz konusu olabilir. O enstitünün imkarılan ve organizesiyle, halka yönelik bir­

takım bilimsel ve eğitsel programlar tertip edilebilir. Aynca o enstiti.'i veya mer­kez, o kişinin mevcut eserlerini ortaya çıkarma, inceleme, gerekiyorsa tercüme

etme noktasında bir nevi motor vazifesi görebilir.

-Türkiye bir süreçten geçiyor. Siyasf, sosyal, genel anlamda bir geçiş döne­mi yaşıyor. Bu süreçte, veya gelecekte Türkiye'nin oluşumunda Tasavvufa nasıl bir rol biçersiniz?

-Tasavvufun toplumsal misyonunu göz önüne aldığımız zaman, sadece Tür­

kiye'nin bugünkü şartlarında değil, her zaman verebUeceği çok şey olduğunu · görürüz. Bunda hiç kimsenin şüphesi olmamalı. Çünkü tasavvufun nihai gayesi

göz önüne alındığında meseleyi ilti yörılü görmek mümkün: Biri insanın ferdi

manada iç dünyasıyla alakalı. Yani ltişisel olgurtluğu hedefler. Bu bir balama her

ferdin kendi kendine yapabileceği riyazet, mücahede, ibadetler, tasavvufi gelenek

çerçevesinde yapabileceği bir tekamül aşamasını ifade eder. Fakat Tasavvuf

sadece bunurıla yetinmez, topluma yönelik bir takını idealleri gerçeldeştirmeye

çalışır. Nedir bu idealler? Bir defa toplumun dini manada, iman! manada daha is- . tenen düzeye ulaşması, toplumsal barışın sağlanması, kardeşlik duygusunun yay­

gırılaşması, diğergamlık anlayışının gelişmesi, insarıların benmerkezli olmal<:tan

çılap, başkalarını düşünen, Allah rızası için tasaddukta bulunan, yani insarılara ve

varlıldara yardımcı olma alışkanlığını kazanmış ltimseler olmasını hedefler. Yani

toplumsal manada, ahiald açıdan, din! açıdan, sosyal ilişkiler açısından, hatta

ekonomik açıdan tasavvufun insarılarımıza sunduğu çok güzel idealler var. Bun­

lar eğer topluma verilebilirse, bugün toplumda çözümsüz gibi gözüken pek çok

problem, inanıyorum ki kolayca çözülür. Mesela bugünün en büyük hastalığın­

dan birisi tüketim furyasıdır. İnsarılarda haddinden fazla, israf alışkanlığı, ihtiyacı

olmadığı halde, pek çok şeyi başkasında gördüğü için alıp tüketme alışkanlığı var.

Halbuki tasavvuf insarılara, ihtiyacı olduğu kadarını almasını, fazlasını infal<: et­

meyi, insarılara yardımcı olmayı öğretir. Valaf ruhuyla tasavvuf ruhunun çok yer­

de örtüştüğünü görüyoruz. Mesela Osmanlı döneminde valaflar çok yaygındı,

Page 71: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

586 tasavvıtf

fakat o vakıfların arka planında, o vakıf müessesesini desteldeyen., besleyen düşünce temeli, tasavvufi kültür yatıyordu. O bakımdan bugün vakıflar bile tarih­te oynamış olduğu misyonu yeterince oynayamıyor ve hatta çoğu zaman hedefın­den saptırılabiliyor. Vakıf müessesesinin hangi açıdan olursa olsun hedefıne ulaşabilmesi, sağWdı çalışahilmesi ve sağlam temellere oturabilmesi için, insanı onarmaruz gerekiyor. Onu iliilli nzayla buluşturmaruz, valaın niçin yapıldığını, amacının ne olduğunu bilen insanları yetiştinneniz gereldyor. İşte bu manada tasavvuf devreye girerek, insanları uhrev1 duygularla, Allah duygusuyla, ebediyet duygusuyla yoğurmanız; sek.üler anlayıştan, dünyevilikten, ben merkezci, men­faatçi, pragmatist anlayışlardan insanlan kurtarmaruz için çok önemli reçeteler sunuyor. İnsanları bu hastaWdardan kurtaracak reçeteler sunamadığınız sürece, ister vakıf kurun, ister dernek, ne yaparsanız yapın, bir yerde insanlar kendi men­

faatlerini öne çılcartacak, toplumun menfaalini ildnci pliina itecelderdir. O bakım­dan her faaliyette asıl olan insandır. İnsanın idealize edilmesi gereldyor. Tasav­

vufun bu manada üstlenebilecc;ği çok büyük görevler var. Bütün dünya için geçerli, tüm İslam dünyası için geçerli. -Siz Batı'yı gördünüz, bir süre kaldınız. Orada etkili olan süjflerden

bazılarıyla da görüşme imkanınız oldu. Batı kökenli müslüman yazarların

eserlerine yaklaşımımız sizce nasıl olmalıdır?

-Belli bir dönem Hıristiyan Batı kültürü içerisinde yetişmiş, belli bir yaşa ve kültür seviyesine geldileten sonra, bir şekilde ihtida etıniş düşünürlerde,

. mütefekkirlerde, şu özelliği göz ardı etınemek gerekir: Bunlar İslam'a girdiği zaman, onu samimi olarak kabulleniyorlar ama bütünüyle bizim anladığımız tarzda, böyle dört dörtlük diyebileceğimiz tarzda kabullenmekte güçlük çekiyor­lar ve ta bil olarak kendi eski kültürlerinden, daha önce sahip oldukları bir takım

unsurları, bunlar itikadi veya tefekkürt manada olabilir, bunları birden silip at­maları zor oluyor. Dolayısıyla bunlara biraz ilıtiyatla yaklaşmak, fikirlerinin hep­sini olduğu gibi hemen kabullenmek yerine, süzgeçten geçirmek, islamı kriter­Iere vurup, hangisi kabul edilebilir, hangisi edilemez tarzında eleştirel bir yak­laşımla bakıp, eserlerini öyle okumak gerekiyor. Batı'da yaşayıp da daha son­

radan ihtida eden bu tür insanlarda, dediğim gibi bizim anladığımız manada öy­le saf bir müslümaniıle beklemek her zaman mümkün olmuyor. Dolayısıyla on­ları okurken, onları tanırken biraz daha ilıtiyatlı olmak gerekiyor. Hiç umul­madık bir şekilde, diyelim ki Kur' an' ı kabul eden bir insan, bakıyorsunuz bir ayet haklcında tereddüt geçirebiliyor. Bu onun için normal olabilir, ama bizim açımız~ dan yadırganacak bir şeydir. Bir örnek olarak söylüyorum, bunu unutınamak lazım. Ayrıca şunu da kabul etınek lazım: Bir insan, Batı'da yaşamış, daha sonra

ihtida eLrniş ve hatta islamı ve tasavvufi sahada eserler yazmış olabilir. O insan­

lara yaldaşırken, onları okurken, İsliim'ı ve Tasavvuf'u onlar vasıtasıyla öğrenme

Page 72: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman ti.irer ile mııliikat 587

yoluna gitmemek gerekir. Bu çok önemli bence. Bizim önce kendi asli kaynak­

lanmızdan, sağlam temellere oturacak şekilde, kendi inanç sistemimizi, kül­

türümüzü, düşünce sistemimizi öğrenmemiz ve ortaya koymamız Hizım. Bu

şekilde kendimizi donattıktan sonra, onlann eserlerini rahatlıkla okuyabiliriz.

Okurken de, biraz önce bahsettiğim gibi seçmeci ve tenkitçi olmalıyız. Böyle davranırsak, doğrusunu yaniışından ayırt edebiliriz. Dolayısıyla işirnize geleni

alır, gelmeyeni reddedebiliriz. Ama önce kendimizi sağlam temellere oturtmaz

da bizim öncelikle bilmemiz gereken şeyleri onlardan öğrenmeye kalkarsak, bu

sefer yanlışlannı da doğru gibi kabul etme dururpuna düşebiliriz. O çok önemli.

Yani inisiyatifindaima bizde olması lazım .. Onları değerlendirirken de iyi taraf­

larını takdir ederiz, eksik ve yanlış taraflarını da mümkünse telafi yoluna gider­

iz. Onlara yaklaşımımızın bence böyle olması gerekir.

-Scbimmel konusunda kanaatiniz nedir Hocam? -Ben kendisini tanımadım. Okuyabildiğirn kadarıyla bazı yazılarından

tanıyorum. Onun hakkında yazılanlardan biliyorum ki, Schlmmel, hakikaten

hem Batı dünyasında hem de İslam dünyasında kendisini kabul ettirmiş büyük bir araştırmacı. Bunu kabul etmek lazım. İslam kültürüne, özellikle de Tasavvuf

kültürüne meftun bir insan olduğu belli her halinden. Müslüman olduğu söy­

leniyor, ama tam olarak bilemiyorum. İnşaallah öyledir. Öyleyse Allah rahmet

eylesin. Çünkü onun çalışmalannda bir samirniyet hissediliyor. Özellikle Tasav­

vuf kültürüne karşı bir yatkınlığı bir muhabbeti var. O bakımdan ben şahsen tak­

dir ediyorum. En başta "Tasavvujun Boyutları" adıyla çevrilen kitabı, hakilmten

büyük bir emek mahsulü ve liyakatinin bir göstergesi. Nitekim o eseri Alman­ya'da büyük bir ödül aldı ve bundan dolayı da Batı'da tepld çekti. İslam kültürü

ile ilgili bir araştırmaya bu ödül nasıl verilir Batı'da diye tenkit edenler oldu. Bun­

lar da gösteriyor Id, Sclıimmel samimi ve ciddi bir bilim adarnıydı. Kendi yetiş­me ortamında, o şartlarda bakıldığı zaman, Batı dünyasında ender çıkacak bilim

adamlanndan birisi olarak görüyorum. Tanıyanlarm ifadesine bakılırsa, son

derecede nazik, hanımefendi, İslaı:nl terbiyeyi sanki belli ölçüde kendisine mal

etmiş bir şahsiyet olduğu anlaşılıyor. Onu böyle biliyorum.

-Nickho!son 'ın kronolojik tasavvuf tarifleri var malumunuz. Yüzlerce tasav­vuf tarifi var. Biz Osman Tü1·er'e ait bir Tasavuıif tarifi istesek ...

-Bu da binlercesinden bir tanesi olur, hiçbir zaman "efradını cami, ağyarını

mani" bir tarif olmaz. Bu konuda ciddi bir denemem de olmadı. Gerçi o "Tasav­vıif Tarihı'' ldtabımda biraz maddeleşmiş, tarif gibi bir şey yaptık ama, o çok da

tarife benzemez. Neticede bir izah tarzında bir şey. Tabi tasavvuf şimdiye kadar

yapıldığı gibi pek çok yönden tarif edilebilir. Ama neticede bu tarifler belld o fıl

hikayesine benzer; ya bacağını, ya kulağını, ya da hortumunu tarif ederiz. Buna

benzeyebilir. Fakat eğer iliald bir tarif istiyorsanız, ben şunu söyleyebilirim: Tasav-

Page 73: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

588 tasavvıif

vuf insanın kendisini, varlığı ve Allah' ı keşfetme gayretinin bir ifadesidir. Bunu şu anlamda söylüyorum. Tasavvufi düşüncenin, Tasavvuf geleneğinin özünde, var­lığın hakikatini anlamak vardır. Tabii varlığın içerisine insan da girer, Mutlak Var­Wc da. "Vuslat" dediğimiz hedef göz önüne alındığı zaman, Tasavvuf bunun beşer planda gayretini ifade eder. Bunun vasıtası olarak da muhabbet ve aşk dediğimiz olay karşımıza çıkıyor. Yani bir balama Tasavvuf, insanın kendi özünde olup da farkında olmadığı gerçek benliğiili keşfetmesi, varlığın hakikatine ulaşabilmesi ve neticede Cenab-ı Haldc'ı gerçek anlamda deruru ve vecdi anlamda yani nasıl diye­lim marifet ve halakat boyutunda idral( edebilme gayretinin bir ifadesidir.

Yani tasavvuf hakikaten çok yönlü bir alan olduğu için değişik açılardan tarif edilebilir. İşin ahlaki boyutu var, felsefi boyutu var, sosyal boyutu var, rfihl boyutu var. Yani çeşitli açılardan tarif edilebilir. O bakırndan komple bir tarif yapmak gerçekten zor. Mesela benim demin tarif diye söylediğim şey, işin daha çok felsefi ve me~afizik boyutuyla alakalı. Ama öbür taraftan kul Allah ilişkisini göz önüne aldığınız zaman, Tasavvufu merhum Eşrefoğlu Rumi'nin yaptığı gibi tarif edebilirsiniz ki, o da "Allah'la kul arasında karşılılili sevgi ve dostluk olayını

gerçeldeştirmek." Yani Allah'a kulu, kulu da Allah'a sevdirrnek meselesi. Dolayısıyla olaya bu açıdan baktığımız zaman da, Tasavvufun, "Allah ile kul

arasınciald karşılılili aşk ve muhabbeti gerçekleştirme yolu" olduğu söylenebilir. -Dünün süfisi ile bu günün süfisini karşılaştınr mısınız?

-Gerçek sı1fi her zaman için aşağı yukarı aynıdır. Dünle bugün arasında · zaman farkı vardır ama, insan aynı insandır. Tasavvuf temel öğretileri ve ideal­

leriyle, aynı Tasavvuf'tur. Belki zahiri yapı değişebilir. Belki kavramlar değişebilir. İnsanların olaya bakışı kısmen değişebilir. Ama tasavvuf öz itibariy­le değişmez. O bakımdan, bugünün sı1fisi dünle mukayese edildiği zaman ne derece fark ortaya çıl<:ar bilemiyorum. Yani tasavvufi yaşantı, deruru boyutta,

manevi ve psikolojik anlamda tasavvufı yaşantı, hemen hemen her devirde ay­nıdır. Tasavvuf neticede Allah'a doğru bir yol alıştır. Allah'a yaklaşma olayıdır. insanlığı gerçeldeştirme, kemate erme gayretidir. O bakırndan pek değişmez. Ancak dışa yansıyan yönü itibariyle, yani bu temel amaca ulaşınada başvurduğu vasıta ve metot açısından, dünkü sı1fi ile bugüniili arasında bazı farklılıl<:lar ola­bilir, hatta olması da gerekir.

-Hangisi daha zordu? Dünkü mü daha zordu bugünkü mü?

-Her ildsinin de kolay ve zor taraflarından söz edebiliriz. Dünün kapalı ve dar çerçeveli toplumlarında bir mürşid, müntesiplerini terbiyede bire bir ilişkileri

belki dal1a kolay kurabiliyordu; ancak bugünün teknolojisinden ve modern iletişim in1kanlarından mahrumdu. Bugünlru ise, modern iletişim araçlannı irşad faaliyetlerinde kullanma in1kanına sahip olabilirken, geniş bir coğrafyaya yayıl­İna durumunda olan müddieriyle bizzat görüşüp, onlara feyiz eve hal transferini

Page 74: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mtiliikat 589

gerçekleştirme imkanına çoğu zaman sal:ıip olmayabilir. -Ama aynı zamanda yol kesen haramflere zemin hazırlayacak bir unsur

olmayacak mı, bugünün modern yapısı? -Ona da açık tabi!,. ama fırsat vermemek gerekiyor. Bence bugünkü şartlar

birtakım mahzurlan beraberinde getirdiği gibi, bahsettiğim yönden bazı avantaj­

lar da sağlıyor. Bir hakikl şeyh efendi, oturduğu yerden, diyelim ki bilgisayar, in­

ternet vasıtasıyla tüm dünyadaki müridleriyle irtibat kurabilir, ona mesajını ulaş­

tırabilir. Eskiden böyle bi[ şey düşünemezdeniz. -Hakikf şeybin internete ihtiyacı var mı? -Sormaya gerek var mı? Yani irşad amacı güden, insanlara ulaşmayı düşünen,

insanları irşad etmek için gayret eden bir insanın, bugünki'ı şartlarda internet

kullanmaması büyük bir eksiklil{ olur zaten. Bence bugün gerçek bir mürşid,

sadece içine kapalı, bir takım zikir seanslarını yönetmek, ililli ilişkiler içerisinde

mürideriyle sohbet etmek vs. ile yetirımemeli; bir taraftarı bu tür faaliyetleri

yaparken, öbür taraftan gerektiğinde bilgisayarın başına oturup, internet im­

kanını kullanarak, nerede müddam varsa, nerede mesajını ulaştırmak istediği bir

insan varsa, onlarla sürekli iletişim halinde alabilmelidir. -Dünün tekketerinin işlevini bugün bu tür bir yolla mı gidermetil -Mümkün olduğu kadar her iltisirıi de birlikte yürütebilmelidir. Ancak görü-

nen o ki, hemen olmasa bile, yakın gelecekte tekkelerin yerini web siteleri al­

maya başlayacaktır. Nitekim son zamanlarda bu istikamette bir gidiş var ve bu

gidişe ayak uydurma ya çalışan şeyh efendi örnekleri aza değil. Onlar mür1dlerirıi

de bu teknolojiyi kullanıp değerlendirme konusunda teşv& etmektedirler.

Yarının mürşidleri bu gidişata kendilerini hazırlamak mecburiyetindedirler.

-Hazır söz buradan açılmışken, günümüz sufilerinden, vefat etmiş olanları

kastedelim spekülasyona açık olmamak üzere, sizin tanıdığınız ya da tanımadığınız, ama bu gerçek anlamda bir mürşiddir, Allah dostudur diye­

bileceğiniz kimleri sayabi/irsiniz? Türkiye'de veya dışarıda ... · -0 zatlada belld beldenildiği kadar ilişki içerisinde olmak, tanımak, onlarla

görüşmek hususunda çok yeterince şanslı olduğunu söyleyemem. Ama en azın­

dan ülkemiz açısından bakıldığında, genelde herkesin tanıdığı, bildiği bazı isim­

ler aklıma geliyor. Ü~en:ıizde yakın zamanda yaşamış ve vefat etn:ıiş olan mür­şitler arasında mesela Mehmed Zahid Koktu'yu zilrredebilirim. Maalesef ken­

disini tanımam nasip olmadı. Yine onun damadı ve kaim-makamı olan, merhum

Mahmud Es' ad Coşan Hocamız. Hem ilim elıli, hem hal ehli, tasavvuf ehli olarak,

aynı zamanda akaden:ıisyen bir bilim adamı olarak, bunu biliyorum. Onunla il­

gili şöyle bir müşaheden:ıi nakledeyim isterseniz. Eskişel:ıir'de bir sempozyum

organize etn:ıişlerdi. Ben de iştirak etırıiştim. Hayrettin Karaman Bey, İsmail Lüt­

fi Çakan, İ. Süreyya Sırma, Nazif Gürdoğan vs. bazı akaden:ıisyenlerin katıldığı

Page 75: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

590 tasawıif

bir toplantı vesilesiyle Eskişehir'de bulunduğumuzda, o toplantının bitiminde bir camide vaaz etti Esat Coşan Hocamız. Hayretlin Karaman Bey'le · ikimiz son

cemaat mahallinde, yan yana oturarak beraber dinledik vaazıru. Vaaz bittikten

sonra Hayrettin Bey bana dedi ki, "Ah keşke her şeyh böyle olsa!" Hayretlin

Bey'i hepiniz bilirsiniz. Tabi bu da şunu gösteriyor. Bir insan ilim ehli olursa, İs­lam'ı iyi bilirse, bilimsel temeli olursa, ne yaparsa güzel yapıyor. yani o Tasav­

vufla iştigal ederse onu güzel yapar, başka sahada olursa o da güzel olur.

Onun dışında mesela M. Zahid Kotku rahmetlinin neslinden, veya o kuşak­

tan Sami Efendi merhum. Allah rahmet eylesin hepsine. Onu biliyorum yani. Mazbut, müteşerri. tasavvufi hayatın, din1 hayatın ne olduğunu bilen, onunla

edeplenen, onlarla hemhill olan bir insan olarak biliyorum. Görmedim kendisini ama, yine onun halefi Musa Topbaş Efendi aynı yolu devam ettirdiler. Yine biz­

zat bir defa ziyaret ettiğim Yalıyalı'lı Hasan Efendi rahmetli. Onu da çevresinde

etkili, sayılan, sevilen, hakikaten mazbut bir tasavvufi geleneği temsil eden zat

olarak biliyorum. Aynca, ben kendim gitmedim ama Menzil diye bilinen

ekol.Onu da samimiyetinden ve ihlasından şüphe etmeyeceğimiz tasavvufi bir ekol olarak biliyoruz. Rahmetli Asım Köksal Hoca Efendinin aynı zamanda

tasavvufi tarafı olduğunu ve bir şeyh değilse bile, halife misyonunu, Kadir!

tarikatında bir halife olduğunu biliyoruz. Daha önceleri de mesela Gönenli Meh­met Efendi ve buna benzer pek çok zat Tasavvuf geleneğini ülkemizde liyakat­

la temsil etınişler, yaşatınışlardır. Hepsinden Allah razı olsun, hepsine Allah rab-

. met eylesin. Mutlaka daha vardır. Birçok sahlh tarikatın uzantısı, günümüzde de

fert planında ve toplumsal anlamda temsilci noktasında elbette devam ediyor. -Allah sizi yeniden dünyaya getirse, yeniden ilim adamı olmak, yeniden

tasaVVU;jla uğraşmak ister miydiniz?

-Tasavvufu bu kadar tanıdıktan sonra elbette bunu tercih ederdim. Önümde bir alternatif olarak durduğu severektercih ederdim.

-Tasavvuj olmasa?

-Bir başka dilli ilmi düşünüııdüm. Yani mutlak anlamda dilli ilimlerle iştigal etmenin zevkini tadan, onun hazzını yaşayan bir insan olarak elbette. Ama

diyebilirsiniz ki, o zaman genç olurdunuz ve bunlan da bilmiyor olurdunuz; tabi!

o zaman bir şey denemez. Kader-i ilah! bizi sürükledi, getirdi bu noktaya. Hayat

hildyemi anlattım. Allah'a çok hamdediyorum ki, doğup büyüdüğümüz, yetiş­

tiğimiz ortam, toplum, coğrafi bölge, yani Cenab-ı Hakk'ın o şartlar içerisinden

bizi çekip çıkarıp bu şartlara, bu imkanlara kavuşturması, böyle ilimlerle iştigai

etme şerefini nasib etmesi, ve bu mazhariyete ulaştırması sonsuz şükredilmesi

gereken bir şey! Bundan son derece memnunuro Allah'a şükür! Ne kadar şükret­sek, ne kadar hamdetsek az. Ben genelde öğrencilerime de hatırlatırım bunu.

Derim ki; bir defa ilimle iştigal etmek çok güzel bir şey. Ondan sonra din1 ilim-

Page 76: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer i/e mıUiikat 591

lerle, meşgul olmak ayn bir güzellik. Bunun iç·erisinde Tasavvuf'la iştigal etmek­se apayn bir güzellik. Onun için Tasavvuf'la ben "nGrun aHi nur aHi nur" tarzın­da değerlendiriyorum. Eğer bir de tasavvufla gerçekten hembill olabiliyor, tasav­vufi neşveyi yaşayabiliyorsanız, Tasavvuf'la içli dışlı olabiliyorsanız, yani sadece ilim olarak değil, hal olarak da onunla buluşabiliyorsariız bu defa ona bir "ala nur" ifadesi daha eklemek gerekir. Bu şundan kaynaklanıyor Gerçek anlamda tasavvufi terbiye ve rieşveyi elde etmek demek, Cenab-ı Hakk'ın insanlarda ger­çekleşmesini arzu ettiği, insanın kemale erip olgunlaşması, kendini, varlığı ve Rabb'ini tanıması, yaradılış gayesini anlaması ve bu çerçevede kulluğunu ger­çekleştirmesi demektir. Tasavvuf insanlara bunu sunuyor ve bir ~san bunu ger­

çeldeştirebilirse, ondan daha güzel bir şey olur mu? Yani "ölmeden önce ölmek" diye tabir edilen makam. Ben bun sözden şunu anlıyorum: Nice insanlar vardır ki ölünceye kadar aklı başına gelmez, öldükten sonra şafak atar, ama iş işten

geçmiş olur. Halbuki tasavvuf elili diyor ki; ölüm dediğlıniz o kaçınılmaz olay gerçekleşmeden önce, öldükten sonra karşılaşacağınız hakikati idrak edin. Tasavvuf bunu sağlıyor. İnsanın kendi içindeki ilaili benliği keşfetmesini sağ­lıyor. Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?

-Güzel sanatiann tasavvufla çok yakından ilgisi var. Hatta isliimf sanat­ların pek çoğunda mutasavvıjlan bir kenara alırsanız, geriye çok somut bir şey kalmaz. Yani şiirde, edebiyatta, mimaride, hatta, tezhibde, pek çok alanda bu tasavvuf ehli insaniann ciddi bir ağırlığı var. Sizin böyle bir ilginiz var mı? Bir tasavvuf akademisyeni olarak güzel sanatlardan herhangi biriyle bir ilginiz var mı? Mesela, güzel yazı, bir enstrüman çalmak, bir ney üflemek?

-Fiili anlamda ilgim maalesef olmadı. Bu husus hep içimde bir ukde olarak kalmıştır. Yani gençliğirnizde imkan varken bize sunan bunlann, önemini bize yeterince anlatan ve ön ayak olan kimseler olmadığı için, biraz da küçüklükteki yetişme ortamırnız buna hiç imkan vermediği için, maalesef böyle bir meşgalem olamadı. Ama Tasavvuf'la iştigal ettikçe ve bu sanatların güzelliğini fark ettikçe, keşke diyordum, keşke bir ney üfleyebilseydim, veya bir ud'un tellerini konuş­turabilseydim!

Edebiyatı seviyorum. Özellikle klasik edebiyatı, divan edebiyatı ve bilhassa da tekke edebiyatını. Biraz da ilgi alanımız olduğu için, tekke edebiyatını, tasav­vuf edebiyatını çok seviyorum. Tasavvufi neşveyle yazılmış şiirleri okumaktan çok haz alıyorum.

-Günümüz şiiri? -Günümüz şiiriyle çok fazla iştigal edemedim. Ama, tasavvufi neşveyle yazıl-

mış şiirler, ister eskiden olsun, ister yeni olsun. Bunlar daha çok cezbediyor. Bu şiirlerde ben şunu görüyorum: İşin sadece estetik tarafı, sanat tarafı yok o şiirler­de. Çoğu zaman bir beytin içine sıkıştırılmış devasa bir felsefe görüyorsunuz.

Page 77: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

592 tasavvıif

Mesela aslen Erzurum Pasinler'li olup, daha sonra İstanbul'a gitmiş olan bir Melanli şeyhi var: Osman Kemaü Efendi Küçük yaşlarda iki gözü de kör olmuş. Ama nasıl bir insan! Yani, öylesine kendini yetiştirmiş Hak aşığı bir insan. "Kemalf Dfvanından Seçme/er' adında, onun şiirlerinden oluşan bir kitap var.Orada hangi şiirini okursa okusun, müthiş etkileniyor insan. Yani bu şiirler nasıl yazılır? Bu nasıl bir kültür birikimi, bu nasıl bir ruh zenginliği diye insan hayret ediyor. Mesela oradan aklımda kalan bir beyti söyleyeyim. Diyor ki:

"Bilmeyen asl-ı vücı/du, bulmayan M ev la 'sını,

Sureta insan gelir de, sfreta hayuan gider."

Hep düşündürücü, h.ikmetli, anlamlı ve çoğu zaman haltikaten bir felsefe giz­lenmiş beyitlerle karşılaşıyorsunuz. Dolayısıyla cezbediyor. Bu bakımdan, belki de yine ilgi alanımız olmasından dolayı, tasavvufi muhtevalı şiirler çok hoşuma gider. Eskiden beri, Anadolu'da Yunus Emre'den bu tarafa, o tarzda yazılmış; tasavvuf felsefesini, ahlakını ve aşkını gündeme getiren şiirler, herhalde sadece beni değil, pek bir çok insanı daha çok cezbediyor. Mesela Mevlana'nın hem Anadolu'da hem İslam dünyasında ve hem de Batı dünyasında, asırlar sonra hala en çok rağbet şair ve düşünür olması, Yani bırakalım İslam dünyasını, gayr-i müslim dünyada bile bu kadar insanlan cezbediyor. O bakımdan, hakikaten tasavvuf edebiyatının, tasavvuf şiirlerinin ayrı bir çekiciliği var. Belki bahsi geç­miştir. Sufılerin büyük çoğunluğu aynı zamanda şairdir ve her birisi belki divan tarzında olmasa bile pek çok şiir yazmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, tasavvufi ter­biyede belli noktaya ulaşan insanlar, yani manev! alanda belli bir kemal

·düzeyine ulaşan insanlar, gayr-i ihtiyari şair oluyorlar. Herhalde bu, o terbiyenin ve yetişme tarzının kaçınılmaz bir sonucu. Bu niçin böyle? O insanlar Allah'a yaklaştıkça varlığa bakışları farklılaşıyorlar. Adeta manev! bir irtifa kaydediyer ve sıradan bir insan olmaktan çıkıyorlar. Doiayısıyla onların insana, varlığa ve Al­lah'a bakışları, daha bir üst perdeden oluyorlar. Bir dağ başına çıkarsanız, daha gepiş yerleri görürsünüz. Ama· bir uçağa binerseniz çok daha geniş bir alanı görürsünüz. Yani görüş açınız ve alanınız yükseklere çıktıkça genişler_ve fark­lılaşır. Bir uzay mekiğinden baktığınız zaman da, koskoca zannettiğiniz dünya küçücük görünmeye başlıyor. Bu gönül insanlarının hali de galiba buna ben­ziyor. Manev! dereceleri yükseldikçe, varlığa bakışlan da farklılaşıyor ve onu sıradan insanlar gibi görmüyorlar. Tabi! Allah'la ve insanlarla ilişkileri de o an­lamda farklılaşıyor. Dolayısıyla bu bakış farklılığının beraberinde getirdiği

manev! haz, ve alemdeki ilah! tecellllerin müşahedesi, onlara kimsenin tadamayacağı duygular yaşatıyor. O duygularını dile getirmek istedilderinde de artık nesir kifayet etmiyor ve şiir diline başvuruyorlar. Dolayısıyla onlar için şiir yazmak, şair olmak adeta kaçınılmaz hale geliyor. Tasavvufbüyüklerinin hemen hepsinin birer şair olması her halde bununla alakah olsa gerek.

Bir de benim hatta karşı küçüklükten bir kabiliyetim ve ilgim vardı. Ama

Page 78: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman tı1rer ile ınıilakat 593

buna işlerlik kazandıramadım maalesef. Ama kendi çapımda bir şeyler yazarken Mesela sınıfta tahtaya bir beyit yazacağım zaman, Osmanlıca aslıyla ve güzel yazmaya çalışırım. Amatörce biraz Rik'a taklit etmeye çalışırım. Musikl ile ilgili olarak da, başta Ney olınak üzere klasik sazları dinlemekten hoşlanırım. Dolayısıyla tasavvuf musikisinden çok haz aldığımı söyleyebilirim. Güzel sanat­ların hepsi elbette güzel, insanı cezbeder. Malumunuz Osmanlı döneminde tek­keler, güzel sanatlan besleyen bir kaynak olınuştur ..

Tasavvuf geleneği Osmanlı şairlerini de çok fazla etkilemiştir. Bunu sadece tasavvuf şairlerinde değil, Divan ve Halk şiirinde_de görmekteyiz. Yıllar önce Er­zurum Edebiyat Fakültesinde Mustafa isen Bey ve arkadaşlan ptvan şairleri üzerinde bir araştırma yaprnışlardı. O araştırmada, Divan şairlerinin büyük bir çoğunluğunun bir şekilde tasavvufl bir ekalle irtibatlı olduğu tesbit edilınişti. Bu şunu gösteriyor ki, o şairleri şair yapan, o sahada geliştiren ruh kaynağı büyük çapta tasavvuf kültürüdür. Bunu da gayet tabi! karşılamak lazım. Çünkü sanat ile tasavvufun birleştiği bir çok nokta var. Her ikisi de insanın daha çok gönül dün­yasına, ruh dünyasına Ilitab ediyor. Tasavvuf insanın ruhunl.ı besleyip geliş­tiriyor; bu ruh zengirıliği de estetik alanda herhangi bir sanatın icrasıyla dışta tezahür ediyor.

-Edebiyat yanınızı düşünerek bir soru soruyorum. Yaşayan yazariarımız­dan görüştük/eriniz oldu mu? Sezai Bey'le görüştünüz mü mesela?

-Sezai Bey'le görüşemedim maalesef. Necip Fazıl Kısakürek'in birkaç defa konferansını dinledim. Allah rahmet eylesin.

-Nurettin Topçu? . -Nurettin Topçu'nun eserlerinden okudum, ama kendisini görmek nasip ol­

madı.

-Sosyal anlamda ilgileriniz nelerdir? Mesela yürümeyi sever misiniz? -Çocukluğumun köyde geçmesi, kırsal alanda yaşamış olmam ve bulun-

duğumuz çevrede insanların avla biraz içli dışlı alınasından dolayı, bende de biraz o alışkanlık ve merak vardı. Mesela küçüklüğümde, ilk okul çağımda kuş lastiğiyle bolca kuş avlardım. Yani oradan başladı, giderek elim tüfek tutmaya başlayınca zaman zaman kekliktir, tavşandır aviarnaya başladık. Allah affetsin mi diyelim bilmiyorum. Çok cana kıydım doğrusu. Daha sonraki dönemlerde, All­kara'da talebe iken de ara sıra bu mesleği icra ettim ama çok fazla gidemedim. Erzurum'a geldikten birkaç sene sonra, bir av meraklısı polis arkadaşın teşvikiy­le tekrar başladım ve çok sık alınamalda beraber zaman zaman ava çıktım. Der­ken, terör olaylan vs. devreye girdi, biraz da yaş ilerledi ve av işi öylece kapan­dı. Tabi! kara avcılığı devreden çıkınca, serpme ağla biraz balık tuttuğum oldu; ama şu anda ona da pek gidemiyoruz maalesef. Bunun yanında, spordan hoş­lanırım. Bahsettiğim gibi lise döneminde güreşle iştigal ettim. Fakülte yıllannda

Page 79: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

biraz daha, devam etti, sonra o da bitti. Son zamanlarda, geçtiğimiz seneden beri fakültedeki genç arkadaşlarla bir­

likte haftada bir saat kadar.halı sahada top koşturup ter atıyoruz. Bu şekilde az

da olsa sporla ilişkimi devam ettirmeye çalışıyorum. Zaman. zaman kırda

yürümek, gezmek hoşlandığım bir şeydir. Tabiattan kopamıyoruz yani. Tabiada

içli dışlı olmak güzel bir şey. -Bilim adamı olmanız evdekiler tarafından kıskanılan bir şey midir? Yani

kitaplannız kuma olarak görülüyor mıt? -0 kadar çok kıskanıldığimı söyleyemem. Allah razı olsun o konuda hanım­

la fazla bir problemimiz olmadı. O manada çok fazla bir muhalefetle karşılaş­madım. Ama o bahsettiğiniz değerlendirmeleri ihtimal dahiline olarak, bir kitap aldığım zaman doğrudan Fakültı:'ye götürüyorum. Mecbur olmadıkça eve getir­

rniyorum. Çünkü kuma gibi görülebilir. "Başka bir takım ihtiyaçlar varken, hep kitap, hep kitap, ne oluyor?" denebilir. Ona fırsat vem1emeye çalışıyorum. Ama

şunu söylemem lazım ki, her ilim adamında olduğu gibi, maalesef eve yeterince vakit ayıramıyorum. Malum bizlerin hafta sonu belli değil, mesai saati belli değil. Bir şeye kafayı takınışsanız, bir çalışmaruz varsa, her zaman onunla en azından

zihnen meşgul oluyorsunuz. Dolayısıyla evi, çocuklan ister istemez ihmal ediyorsunuz.

-Muifakla aranız nasıl bocam? -Mutfakla aram talebelik döneminde fena değildi. Kendi ihtiyacımı giderecek

kadar yemek de yapardım. Bazen evde de kaldım. Dolayısıyla m~tfakla aram

Page 80: tasawuf Osman...tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi · Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu

osman türer ile mıilakat 595

fena değildi. Fakat evlenciikten sonra tembellik tuttu. Çok fazla mutfağa gir­miyorum.

Bu konuda bir espri yapayım. Siz hiç aynı tencere içinde, aynı anda hem çor­ba hem de pilav yapabilir misiniz? Her halde yapamazsınız. Ama ben bunu talebeyken becerdiğimi hatırlıyorum. "Nasıl?" diyeceksiniz tabii. Anlatayım:

Diyelim ki, öğleyin bulgur çorbası pişiriyordum. Bir kısmını yiyor, bir kısmını da akşama saklıyordum. Akşam tencereyi açtığımda, çorba pilava dönüşmüş

oluyordu ve ısıtıp pilav. olarak yiyordum. -Çocuklarınız?

-Modern aile görünümünde iki çocuğumuz var, ellerinizden öper. İkisi de

oğlan. Birisi üniversitede, diğeri ilkokul 5. sınıfta. Büyüğün adı Hasan Fatih, küçük Abdullah.

-Çok teşekkür ederiz bocam. Ağzınıza sağlık.

-Ben teşekkür ederim. Zahmet edip buraya kadar geldiniz. Allah sa'y ü gay-retinizi artırsın.