ocak-Şubat mart 2013

73

Upload: trankhue

Post on 03-Feb-2017

252 views

Category:

Documents


4 download

TRANSCRIPT

Page 1: Ocak-Şubat Mart 2013
Page 2: Ocak-Şubat Mart 2013

PROF. DR. ALİ İHSAN DOKUCU

2012 yılı sağlık yönetiminde yapısal değişimin yaşandığı ve yönetim felsefesinin tamamen değiştiği bir yıl oldu. Söz konusu yenilikler çerçevesinde, birinci basamak sağlık hizmetlerinin sevk ve idaresi Halk Sağlığı Müdürlükleri’ne, ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerinin idaresi ise kamu hastaneleri birliklerine verildi. Kamu hastane birliklerinde görev alacak yöneticiler, ilk defa görevlerine sözleşmeli olarak getirildiler. İlgili yapılanma, kamu kuruluşlarında bugüne kadar hiç uygulanmayan bir yönetim şekline geçildiğinin en önemli işareti oldu. Doğal olarak bu denli büyük değişiklikler, tüm taraflarca çeşitli endişeleri de beraberinde getirdi. En büyük endişeyi de hastanelerde bulunan sağlık çalışanlarımız yaşadı. Geçiş döneminde hemen hemen her gün, yeni sistemde sağlık çalışanlarımızın mevcut konumlarının ve özlük haklarının korunup korunmayacağı yönünde sorularla karşılaştık.

Yeni yapılanmada esas değişiklik, yönetim anlamında oldu. Yönetim dışında hastane çalışanlarıyla, sağlık çalışanlarıyla ilgili olarak bir değişiklik söz konusu değil. Hekimlerimiz, hemşirelerimiz, teknikerlerimiz, teknisyenlerimiz, hastanede çalışan diğer personelimiz aynı şekilde, aynı mevzuat hükümlerine tabi olarak çalışmaya devam edeceklerdir. Onlarla ilgili bir değişiklik yapılmamıştır. Hem hizmetin yürütülmesi, hem de döner sermaye, yani ek ödemenin dağıtılmasıyla ilgili mevzuat hükümleri bellidir. Bir değişiklik ya da personel aleyhine bir durum söz konusu değildir, olamaz. Değişiklerin her biri hastaya hizmet ve bu hizmetin en iyi şartlarda sürdürülebilmesi, bu yapılırken de hasta ve çalışan memnuniyetinin daha da yükseltilmesini amaçlamaktadır. Son zamanlarda bazı platformlarda iddia edildiği gibi, kamu hastanelerinin özelleşmesi gibi bir durum söz konusu değil.

Doğal olarak bu yeni yapının oluşması ve oturması için belli bir süreye ihtiyaç var. Bu yapının 6 ay içerisinde oldukça şekilleneceği, yani pek çok taşın yerine oturacağı, bir yıl içerisinde de önemli bir mesafenin alınacağı yönündeki görüşlerle hemfikirim. Bu süreçte yeni sisteme uyum çalışmaları sürerken, sağlık yatırımlarımız hız kesmeden devam edecek. İllerdeki bu iki bağlı kuruluşun koordinasyonu, sağlık politikalarının takibi, izleme ve değerlendirme faaliyetleri Sağlık Müdürlüğümüz tarafından yürütülecek. Yine hayati bir öneme sahip 112 Acil Sağlık Hizmetleri’nin yürütülmesi, ilimizde bulunan eczaneler ve özel sağlık kuruluşlarının denetimi tarafımızdan yapılacak. Bu açıdan, gelinen noktada müdürlüğümüzün ağırlıklı olarak sağlık hizmetlerini “koordine eden” ve “denetleyen” konumunda hizmet sunacağını söyleyebilirim.

Dergimizin bu sayısında, her sayıda olduğu gibi birçok değişik konuda haber ve röportaja yer verdik. Hücre ve organlarımızın yapı taşı kabul edilen kolesterolün fayda ve zararlarına ilişkin geniş bir haber çalışması yaptık. Bununla birlikte sinüzit ve sinirsel tipi baş ağrısıyla karıştırılabilen migren, kadınların yaklaşık yüzde 20’sinde görülen polikistik over sendromu ve dünyada her yıl 17 milyon kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan kalp krizi ve tanısı, en zor teşhis edilen hastalıklar arasında yer alan apandisitin tanı ve tedavisine yönelik çok farklı haber çalışmaları yaptık.

Sağlık çalışanlarımızın ilginç çalışmalarına da yer vermeyi sürdürdük. Yakın tarihte Pittsburgh Üniversitesi Tıp MerkeziKalite-İnovasyon Departmanı’nı ziyaret eden ve orada çeşitli izlenimlerde bulunan Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu ile 20 yıl sonrasının sağlık yapılanmasına yönelik çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Vücudumuzun kas ve iskelet sisteminin sağlığıyla ilgilenen ortopedistlerimizin çalışma koşullarına mercek tuttuk. 40 yıllık geçmişiyle ülkemizin kardiyoloji, göğüs, kalp ve damar cerrahisi alanlarında hizmet ve eğitim veren en büyük hastanelerinden biri olan Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin çalışmalarını araştırdık. Her sayıda olduğu gibi bu sayıda da ünlülerle röportajlarımızı sürdürdük. Sanatçı Funda Arar’la sağlık ve spor üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. Söz konusu çalışmaların sağlıklı bir yaşam sürmenize katkı sağlamasını temenni ediyorum. 2013 yılında da kalite, hasta memnuniyeti ve çalışan güvenliğinden ödün vermeden nitelikli bir sağlık hizmet sunumu için tüm gayreti sürdüreceğimizi belirtir, hepinize sağlıklı bir yıl dilerim l

Değerliİstanbul’da Sağlık okurları

Page 3: Ocak-Şubat Mart 2013

Dikkat, apandisittegeç kalmak

öldürebilir

Şişmanlık polikistik over sendromunu

alevlendiriyor

Funda Arar: “Diyet yerine,

sağlıklı beslenmealışkanlığı edinin.”

Doktor hastayakilometrelerce öteden

teşhis koyabilecek,ameliyat yapabilecek

Stres, spastik bağırsaksendromuna sebepoluyor

1026

12

4Kolestrolün azı kararçoğu zarar

16

18

Page 4: Ocak-Şubat Mart 2013

3

Dikkat, migren ataklarınızın sıklığınıyaşam şekliniz belirliyor

Form tutturan besinler

Otistik çocuklarda erken eğitim, ekmek su kadar önemli

Sivilce tedavisindebilinmesi gereken her şey

SAHİBİİstanbul Sağlık Müdürlüğü adınaİstanbul Sağlık MüdürüProf. Dr. Ali İhsan Dokucu

SORUMLUYAZI İŞLERİ MÜDÜRÜSelcan Yü[email protected]

YAZI İŞLERİHacer Çokluk

KONSEPT DANIŞMANI Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu

YAYIN KURULUDoç. Dr. Doğaç Niyazi ÖzüçelikUzm. Dr. Çiğdem Yazıcı ErsoyDr. Ercan ÖzgülDr. Fergan GençHediye Ünver

BİLİMSEL DANIŞMAKURULUProf. Dr. Fahri OvalıProf. Dr. Hamit OkurProf. Dr. Murat ElevliProf. Dr. Recep ÖzturkProf. Dr. Selami AlbayrakProf. Dr. Yüksel AltuntaşDoç. Dr. Adem AkçakayaDoç. Dr. Mustafa BiliciDoç. Dr. Özgür YiğitOp. Dr. Sadiye Eren

GÖRSEL TASARIM VE YAYINA HAZIRLIKOnüç Reklam Prodüksiyon San. ve Tic. Ltd. Şti.Nisbetiye MahallesiHakkışehithan Sokak No13B blok, D2 343772.Ulus, İstanbulTelefon +90 212 270 54 50Faks +90 212 270 13 59www.13reklam.com

FOTOĞRAFUmut Erşah

REKLAM VE SATIŞ PAZARLAMATolga [email protected] +90 212 270 54 50

BASKIUniprint Basım Sanayi ve Ticaret A.Ş.Ömerli köyü, Hadımköy İstanbul Caddesi, No: 15934555 - İstanbulTelefon +90 212 798 28 40 pbxFaks +90 212 798 20 63

YAZIŞMA ADRESİBasın Bürosuİstanbul Sağlık MüdürlüğüPeykhane Caddesi No10Çemberlitaş İstanbulTelefon +90 212 453 07 15Faks +90212 638 30 36www.istanbulsaglik.gov.tr

Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.Bu dergide yer alan yazılardankaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Bu dergi tamamıyla reklam gelirleri ile 3 ayda bir yayınlanmakta ve ücretsiz dağıtılmaktadır.

32

30

40

42Omuz çıkığınıciddiye alın

46

52Yanlış vitaminyarardan çok zarar veriyor

Page 5: Ocak-Şubat Mart 2013

DOÇ. DR. HÜLYA AKHAN KAŞIKÇIOĞLUDR. SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS KALP VE DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ EĞİTİM SORUMLUSU

Kolesterolün azı karar, çoğu zarar

Page 6: Ocak-Şubat Mart 2013

5

Hücre ve organlarımızın yapı taşı kabul edilen kolesterolü ne kadar tanıyoruz? Kötü kolesterol, iyi kolesterol nedir?Bu soruların cevabını Doç. Dr. Hülya Kaşıkçıoğlu verdi. Azı karar çoğu zarar kabul edilen kolesterol yağlarının insan vücudunun bütün hücre zarlarını oluşturan, erkek ve kadın cinsel hormonları dahil,D vitamini ve onlarca diğer maddenin sentezini sağlayan doğal bir madde olduğunu söyleyen Doç. Dr. Kaşıkcıoğlu, vücudumuzda kolesterol seviyesinin tıbben kabul edilen sınırlarda olması gerektiğine vurgu yapıyor. Fazla kolesterolün

organlara giden can damarlarını tıkayarak kalp krizi, felç hatta böbrek yetmezliğine sebep olabileceğini söyleyen Kaşıkçıoğlu “Kolesterol insan vücudunda yer alan zararlı bir madde değildir, ancak bu madde belli seviyelere ulaşınca ciddi sağlık problemlerinin ortaya çıkma riski yükselir.” diyor ve ekliyor: “Kolesterolünüz sizi yaşatmak için olmalı, öldürmek için değil.”Kolesterol olmadan hiçbir organ işlevini tam olarak yerine getiremez.Kolesterol, normalde her insanın kanında bulunan ve hücre zarları ile bazı hormonların yapımında kullanılan bir maddedir.

Kolesterol beyin, sinirler, kalp, bağırsaklar, kaslar, karaciğer başta olmak üzere tüm vücutta yaygın olarak bulunur. Vücut, kolesterolü

kullanarak yaşam için gerekli olan hormonları,D vitamini ve yağları sindiren safra asitlerini üretir. Bu işlemler için kanda çok az miktarda kolesterol bulunması yeterlidir.Eğer kanda fazla miktarda kolesterol varsa bu kan damarlarında birikir ve kan damarlarının sertleşmesine, daralmasına yol açar.

LDL lanetli kolestrolü, HDL ise hayırlı kolestrolü gösteriyor.Kolesterol, yağ özellikleri taşıyan bir maddedir. Normal koşullarda, yağ suyun içinde çözünmez. Kolesterol de su özelliklerini taşıyan kanda normal koşullarda çözünmez. Kolesterol, kanda çözünmesi ve taşınması için karaciğerde bir protein ile birleştirilir. Bu kolesterol ile protein birleşimine lipoprotein adı verilir. Kolesterol karaciğerden hücrelere ve hücrelerden tekrar karaciğere, kanda bulunan bu lipoproteinler aracılığı ile taşınır. Değişik tipte lipoproteinler vardır. Bunlardan LDL (low density lipoprotein, düşük yoğunluklu lipoprotein) olarak bilinen lipoprotein, karaciğerde üretildikten sonra kana verilip içindeki kolesterolü diğer dokulara taşımaktadır. Kana verildikten sonra kan damarlarında birikip daralma ve tıkanmalara neden olabilmektedir. Bu nedenle kötü kolesterol olarak bilinir. HDL(high density lipoprotein, yüksek yoğunluklu lipoprotein) olarak bilinen lipoprotein ise LDL kolesterolün tam tersi etkiye sahiptir ve hücreleri kolesterolden temizlemektedir. Kanda dolaşan kolesterolü toplayıp, vücuttan atılmasını sağlamak üzere karaciğere getirmektedir. Böylece kan, damarlarının kolesterolün zararlı etkilerine maruz kalmasını azaltmaktadır. Bu nedenle HDL kolesterol, iyi kolesterol olarak bilinir. Yapılan araştırmalar HDL kolesterolü yüksek olan kişilerde kalp hastalığının daha az olduğunu göstermiştir.

Page 7: Ocak-Şubat Mart 2013

Kolesterol hangi damarda birikmişse, o damarla ilgili hastalıklar ortaya çıkıyor.Kolesterol yüksekliğinin zararlı etkileri ateroskleroz denilen ve damarların duvarının sertleşmesi ve daralması ile seyreden olaylar zincirine sebep olmasına bağlıdır. Kan kolesterol seviyesi yüksek olan bireylerde zamanla damar duvarında yağ birikmekte, bu yağ birikmişbölgelerde diğer kan hücrelerinin

eklenmesi ve çeşitli kimyasal olaylarsonucunda plak adı verilen hastalıklı bölgeler oluşmaktadır. Zaman içerisinde bu plaklar damarları daraltmaktadır. İşte bu plak gelişim olayına ateroskleroz denilmektedir. Ateroskleroz vücutta herhangi bir damar bölgesini etkileyebilir. Kolesterol hangi damarda birikmişse, o damarla ilişkili sorunlar ve hastalıklar ortaya çıkar.

Biriktiği organı hasta ediyor. Örneğin; kalbibesleyen damarlarda (koroner arter)kolesterol birikimi,bu damarlarda tıkanma ve daralma sonucunda; göğüs ağrısı, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi sorunlara neden olur.Beyni besleyen boyun damarlarında kolesterol birikimi olması; kalıcı veya geçici felçlere, konuşma bozukluklarına, denge kaybına, bilinç kaybına yol açar. Böbrek damarlarında kolesterol birikimi, yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine neden olabilir. Kolesterol ile obezite arasında bir ilişki var mıdır?Obezite ile kandaki yağ dengesi bozuklukları arasında sıkı bir ilişki vardır. Obezitede, LDL kolesterol ve trigliseritler yükselirken iyi kolesterol olarak bilinen HDL kolesterol düşüş göstermektedir. Vücut ağırlığında meydana gelen her %10’luk artış, kan kolesterol düzeyini 10-15 mg/dl artırmaktadır. Bu durum, obeziteye neden olan beslenme hataları, hareketsiz yaşam tarzı gibi faktörlerin aynı zamanda kolesterol düzeylerinde de artışa yol açmasına bağlanabilir.

Kolesterol yüksekliği tedavisinin iki temel ayağı vardır.

1. İlaç dışı tedavi: Yaşam tarzı değişikliği olarak da tanımlanmaktadır.2.İlaç tedavisi:Kolesterol yüksekliği tedavi edilirken hastanın kalp hastalığı açısından diğer risk faktörleri de gözden geçirildikten sonra her bir birey için kolesterolün hedef değerleri belirlenir. Bu hedef değerlere ulaşabilmek için hastanın risk profiline göre, bireye özgü bir tedavi programı belirlenir. Ancak hedef değerler ne olursa olsun yaşam tarzı değişikliği tedavinin olmazsa olmaz başlangıç ayağıdır. Risk profili düşük bireylerde yalnızca yaşam tarzı değişikliği tedavide yeterli olurken, yüksek riskli bireylerde yaşam tarzı değişikliği ile birlikte ilaç tedavisine hemen başlanması gerekir.

Vücudumuzda kolesterol neden yükselir? Kanda kolesterol düzeyini etkileyen çok sayıda faktör vardır. Bunlardan bazıları;Kalıtımsal faktörler: Vücudun yaptığı kolesterol miktarı, kısmen genler tarafından belirleniyor. Yüksek kolesterol, nesilden nesle geçiş gösterebiliyor.Beslenme şekli: Et, süt ürünleri, yumurta gibi kolesterolden zengin hayvansal kaynaklı besinlerin fazla tüketimi, kan kolesterol düzeylerini artırabiliyor.Şişmanlık Stres: Kötü kolesterolü (LDL) yükseltiyor.Yaş: Yaşın ilerlemesiyle, kolesterol düzeylerinde artış görülür. Erkeklerde 45 yaş ve üzerinde kötü Kolesterol (LDL) yüksekliği sıklıkla görülebilir. Kadınlarda menopozdan sonra kolesterol düzeyi artar.SigaraHareketsiz yaşam: Fiziksel aktivite ile kolesterol düzeyleri arasında direkt ilişki olduğu görülmektedir. Fiziksel aktivitesi az olan kişilerde HDL kolesterol düşük, LDL kolesterol ise yüksektir.Bazı hastalıklarda kolesterol düzeyleri artar.Bazı ilaçlar kolesterol düzeylerini yükseltebilir.Kolesterolün yükselmesine yol açan hastalıklar nelerdir?1. Kalıtsal yağ metabolizması hastalıkları2. Hipotiroidi(tiroid bezinin yetersiz çalışması)3. Bazı karaciğer hastalıkları4. Bazı böbrek hastalıkları 5. Şeker hastalığı

Page 8: Ocak-Şubat Mart 2013

7

Kolesterol yüksekliği tedavisinin en önemli ayağı olan ilaç dışı tedavide öneriler kısaca şunlardır;1. Kolesterol düşürücü diyet yapılması.2. Kilolu bireylerde ideal vücut ağırlığına ulaşılacak şekilde kilo verilmesi.3. Fiziksel aktivitenin artırılması.Kalp sağlığı için düzenli ve orta düzeyde aktivite önemlidir. Aktif yaşam kan kolesterol ve trigliserit düzeylerini normal sınırlarda tutar, HDL’yi artırır, kan basıncını düşürür, stresi kontrol etmeye yardımcı olur, enerji harcayarak vücut ağırlığının kontrol altında tutulmasını sağlar. Günlük 30 dakika orta şiddette egzersiz (yürüyüş, yüzme, vb.) kalp sağlığını korumada önemlidir.4. Sigarayı bırakmak. Sigara kalp damar hastalıklarında, ani ölümlerde en önemli faktörlerden biridir. HDL kolesterol düzeyini düşürür ve sigara içmek kanın

Diyetle kolesterolü belli ölçülerde düşürmek mümkün.Kolesterol nasıl düşürülür? Diyet yaparak kolesterolü belli ölçülerde düşürmek mümkündür. Bunun için;• Kilosu, olması gerekenden fazla kişilerin öncelikle toplam kalori alımını azaltacakları miktarda bir diyet uygulamaları gerekir.• Beslenmedeki alınan toplam yağ miktarı azaltılmalıdır. Doymuş yağlar yerine doymamış yağların kullanımı tercih edilmelidir. Bu hayvansal kaynaklı yağların ve katı margarinlerin yerine bitkisel sıvı yağların(zeytinyağı, soya, ayçiçek yağı vb.) kullanılmasıyla sağlanabilir. Diyette toplam yağ miktarının azaltılması, aynı zamanda doymuş yağ tüketimini de azaltacaktır.• Diyetle alınan kolesterol sınırlanmalıdır. Süt, peynir, kırmızı et kolesterolden zengin besinlerdir. Karaciğer gibi kolesterol içeriği çok yüksek organ etlerinden uzak durulmalıdır. Tavuk, hindi ve balık, kırmızı ete tercih edilmelidir. Kızartma yerine ızgara, haşlama, buğulama gibi pişirme şekilleri kullanılmalıdır. Etlerdeki görünen yağlar, pişirilmeden önce ayrılmalı, sakatat tüketimi çok azaltılmalıdır.• Balık kalp sağlığı açısından en yararlı ettir. Düzenli balık tüketilmesine özen gösterilmelidir. Buna karşın kalamar, karides ve kabuklu deniz ürünleri kolesterolden zengindir tüketirken dikkatli olunmalıdır.• Sosis, salam, sucuk gibi işlenmiş et ürünleri, doymuş yağları fazla içerdiğinden az tüketilmelidir.• Tam yağlı sütten hazırlanmış süt ürünleri yerine az yağlı veya yağsız sütten hazırlananlar tercih edilmelidir. Ülkemizde sık tüketilen tam yağlı beyaz peynir ve kaşar peynirinde doymuş yağ oranı yüksektir. Az yağlı peynir ve yoğurtlar tercih edilmelidir.• Yumurta kolesterolden zengin bir besindir. Haftada iki-üçten fazla tüketilmemelidir. • Diyetle alınan posa(lif) miktarı artırılmalıdır. Posadan zengin besinleri tüketmek, kan kolesterol düzeyinin düşürülmesine yardımcı olur. Günde en az 5-7 porsiyon sebze ve meyve tüketimi, haftada 2 kez kuru baklagillerin kullanımı, kepekli, yulaflı ekmeklerin, tam tahıllı kahvaltılık gevreklerin tercih edilmesi günlük posa tüketiminin artırılmasına yardımcı olur. Günlük posa tüketimi 25-30 gr olmalıdır.

pıhtılaşma eğilimini artırarak damar sertliği gelişimine neden olur.Diyet işe yaramazsa ilaç kullanılması şarttır.Diyet ve diğer yaşam tarzı değişikliklerine rağmen kolesterol veya trigliserid düzeyleri istenen düzeylere indirilemezse doktor tarafından verilen ilaçların kullanılması gerekir. Kalp krizi veya felç geçirmiş hastaların çoğunluğu bu tür ilaçları kullanmakta ve hastalıklarının tekrarlanması önlenmektedir l

Page 9: Ocak-Şubat Mart 2013

Sağlık Bakanlığı’na 486 araçlık yeni filo

Başbakan Erdoğan, Sağlık Bakanlığı’nın kara ambulansı, UMKE aracı ve ambulans botlardan oluşan 486 araçlık filosunun hizmete alım törenine katıldı. TÜYAP fuar alanı otoparkında yapılan törene Erdoğan’ın yanı sıra Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Beylikdüzü Belediye Başkanı Yusuf Uzun,

Milletvekili Hakan Şükür, İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, Halk Sağlığı Müdürü Doç. Dr. Mustafa Taşdemir ve çok sayıda sağlık çalışanı katıldı.Törende konuşan Başbakan Erdoğan, eski ve yeni Sağlık Bakanlarına teşekkür ederek, “Gerek Recep Bey’e, gerekse Mehmet Bey’e bugüne kadar verdikleri hizmet ve bundan sonraki hizmetleri için şükranlarımı sunuyorum.” dedi. Türkiye’nin sağlık alanında yaptığı dönüşümü tüm dünyanın gıptayla izlediğini kaydeden Erdoğan, “Sağlıkta insanımıza yaraşan sistemi inşa ettik.” dedi.

Erdoğan: “Hasta ve yakınlarının çilesi son buldu.”

Başbakan, iktidarları sırasında sağlık alanında yapılanları ise şöyle anlattı:Özellikle sağlık hizmetleri alanında Türkiye son 10 yılda çok büyük ilerleme kaydetti, adeta sessiz bir devrim gerçekleştirdi. Türkiye 10 yılda sağlık alanında öyle bir atılım gerçekleştirdi ki, inanın dünya bu atılımı hayranlıkla, gıptayla izliyor ve Türkiye’yi örnek alıyor. Biz ambulans sirenini çok nadir duyuyor, ambulansı sokaklarda, caddelerde ayda, yılda bir görüyorduk. Allah vermesin acil bir durumda kimsenin aklına ambulans çağırmak gelmiyordu. Zira o ambulansın vaktinde ulaşacağına dair kimsenin umudu yoktu. Bunu bir Başbakan olarak ben geçmişte yaşadım. Bizi, 3 yaralı arkadaşımızı trafik kazasından ambulansa adeta istifleme koyarak hastaneye götürdüler, yanımızda hemşire bile yoktu. Damdan düştük. Bunun için de dedik ki ‘Biz göreve geldiğimizde bunu milletimize yaşatmayacağız.’ Hasta bin bir zorlukla sokağa indiriliyor, otobüsle, dolmuşla, 1ara varsa taksiyle karga tulumba hastaneye gidiliyordu. Ama asıl çile hastaneye ulaşınca başlıyordu. Acil servisler tıka basa dolu, odalar dolu, yataklar dolu, doktor sayısı, hemşire sayısı yetersiz, ilaç sayısı yetersiz. Hastalar odadan odaya,

Page 10: Ocak-Şubat Mart 2013

hatta hastaneden hastaneye dolaşıyordu. İş en son ilaç almaya gelince orada da karmaşa yaşanıyor, ilaç bulunamıyor, her hastaneye gidilemiyor, hastane kadar da eczane çilesi yaşanıyordu. Yani hastaneye sağlam giren hasta çıkıyordu ve reçetenizde yazılan ilaçların yarısı var, yarısı yoktu. Bazıları hastaneye giriyor, orada rehin tutuluyor, iyileşse bile parasını ödeyinceye kadar hastaneden çıkamıyordu. Hatta bazılarının ölüleri bile rehin tutuluyordu. Bunlar bizim büyükşehirlerde yaşadığımız çilelerin sadece bir kısmı. Büyükşehirlerden uzaklaştıkça sağlık çilesi daha da artıyordu, katlanıyordu.”

486 aracın 60’ı obez ambulansıErdoğan, bugün hizmete alınan sağlık araçları hakkında da bilgiler vererek, “İşte bugün de bu törende 486 ambulansı devreye alıyoruz, gücümüze ayrı bir güç katıyor, hizmeti çok daha yaygınlaştırıyoruz. 486 ambulansın 336’sı döner sermaye geliriyle alındı, 154 tanesini genel bütçeden yaptığımız harcamayla aldık

486 ambulanstan 254 tanesi normal ambulans, 75 tanesi kar paletli 4x4 ambulansı bugün hizmete alıyoruz. 20 tane 4 sedyeli ambulans ve 60 tane obez ambulansı da yine bugün hizmete giriyor. Bunların dışında 45 tane 4x4 ambulansı, 30 tane amarok aracını devreye alıyoruz.”“Sağlık çalışanlarına vahşeti kınıyorum.”Sağlık çalışanlarına yönelik saldırılara değinen Başbakan Erdoğan, “Zaman zaman bazı hastanelerimizde, bazı sağlık kuruluşlarımızda gerek doktorlarımıza, gerek hemşirelerimize, gerek sağlık görevlilerimize karşı yapılan insani olmayan saldırılar, vahşet sebebiyle ben burada özellikle kınamamı ifade etmek istiyorum. Zira doktorlarımız, hemşirelerimiz, sağlık görevlilerimiz her zaman her yerde, hastalarımız için yaralılarımız için hep şifa dağıtmaya gayret ederlerken, onlar şifa ellerini uzatmaya çalışırken, şifa dağıtacak ellere

yumruk sıkılırsa, bıçak, silah sıkılırsa bunun affedilir yanı yoktur. İnanıyorum ki milletçe bu tür yaklaşım içinde olanlara tavrımızı çok açık net koymalıyız. Hastalık bizim içindir. Her hastaneye giden oradan sağlıklı çıkacak diye bir matematik olayı yoktur. Doktor, hemşire elinden geleni yapar ama neticesi şüphesiz ki Allah’tandır.” diye konuştu.Erdoğan, Türkiye’nin çok zor dönemlerden geçtiğini ifade ederek, “Milletçe her alanda çok büyük yokluklar, çok büyük yoksullar çekti ama böyle bir süreçte doktorlarımıza yapılan bu saldırıları görmezden gelmek mümkün değil. Ben vazife şehitlerine Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifa diliyorum.” şeklinde konuştu.

“İlk etapta 26 büyükşehire, şehir hastaneleri kuracağız.”Başbakan Erdoğan, Beylikdüzü’nde yapılması planlanan hastaneyle ilgili arazi sorununu çözdüklerini ifade ederek, “Beylikdüzü’ne sözüm var. Burada bir hastane demiştim. Ne yazık ki arazi noktasında bizi çok uğraştırdılar. Şu anda bu işi hallettik. İnşallah TOKİ ihalesini yapmak suretiyle bu hastanemizin inşasına başlayıp Beylikdüzü’ne Sağlık Bakanlığımız hastanesini kavuşturacaktır. 5-6 yıl önce şehir hastaneleri projemiz vardı. Maalesef burada da yargıyla devamlı mücadele içinde olduk. Kayseri’de temel attık, yarıda kaldı, Ankara’da başlayamadık, Olimpiyat Stadı yanında başlayamadık. Şimdi yasal bir düzenlemeyle inşallah bu adımları atacağız. Şehir hastanelerini ülkemizde ilk olarak 26 büyükşehire kazandıracağız.” dedi.

Müezzinoğlu: “Sağlık çalışanlarımıza sahip çıkın.”Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise, sağlık hizmetlerine ulaşımda yakalanılan bu imkanların daha sağlıklı, ideal ve verimli olabilmesi adına 75 milyondan bir talebi ve arzusu olduğunu belirterek ‘’Bu sağlık hizmetlerini, memnuniyette yüzde 75’lerin üzerine taşıyan ve bu hizmetleri sunan sağlık camiasına, doktorlarımıza, hemşirelerimize, sağlık personelimize, yardımcı sağlık elemanlarımıza ne olur sahip çıkın.’’ dedi.Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, sürecin bugünlere gelmesi nedeniyle görevi devraldığı Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a teşekkür etti. ‘’Bundan sonra ki süreçte gelinen bu mesafeyi dünya koşullarında ideal bir noktaya taşıyabilmek adına, hep birlikte geceli gündüzlü çalışacağız.’’ diyen Müezzinoğlu, tıp ve sağlık alanında her gün yeni bilimsel ve teknolojik gelişmelerin olduğunu söyledi.

“Sağlık çalışanları korkuyla yaşamak istemiyor.”Bu gelişmeleri vatandaşlara hızla sunabilme adına, ilerleyen süreçte aynı dinamikleri güçlü bir şekilde devam ettireceklerini vurgulayan Müezzinoğlu, şöyle devam etti: “Sağlık hizmeti sunan meslektaşlarımızın son zamanlarda zaman zaman sözlü, zaman zaman fiili, zaman zaman da can kaybının yaşandığı saldırılara maruz kalan mağduriyetleri oluşmaya başladı. Korkarak, korkuyla yaşamak istemiyoruz ki hekimlerin ve sağlık sunucuların mağduriyetini halkımız ve insanımız yaşamasın. Hasta ve yakınları tabii ki bir heyecanla, panikle, merakla hizmet almaya geliyorlar ama karşı tarafta hizmeti sunanın soğukkanlılığı, özgüveni onda da paniğe dönüşürse bu anlamda sıkıntıları önce sağlık hizmeti almak isteyen vatandaşlarımız yaşar. Bu nedenle, vatandaşlarımızdan sağlık hizmeti sunan sağlıkçılarımıza sahip çıkmalarını, medyadan da sağlık haberleri yaparken saha duyarlı ve titiz haberler yapmalarını talep ediyorum.’’

Akdağ: “Sağlıkta dönüşümün en önemli destekçisi millet oldu.”Bakan Müezzinoğlu daha sonra kürsüye eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ı davet etti. Akdağ, burada yaptığı konuşmada Allah’ın kendisine 10 yılda Türkiye’nin sağlık sistemini geri kalmışlıktan ileriye taşıma şerefini bahşettiğini söyledi. Başbakan Erdoğan’ın ve hükümetin desteğiyle Sağlık Bakanlığı olarak, Türkiye’de yepyeni bir sistem kurduklarını belirten Akdağ, bu sistemi kurarken en önemli prensiplerinin ‘’İnsanların en hayırlısı insanlara hizmet edendir.’’ olduğunu ifade etti. Akdağ, bu prensip ışığında sağlıkta dönüşümü gerçekleştirdiklerini ve dönüşüme devam ettiklerini kaydederek, bu süreçte kendilerinin en önemli desteğinin millet olduğunu anlattı. Recep Akdağ, ‘’AK Parti olarak hastane kapısındaki en son hastanın ıstırabı dinmeden bizim ıstırabımız da dinmeyecek diye yola çıkmıştık.’’ dedi.

Sağlık teşkilatı ile 2 saatlik toplantıTörende sonra Başbakan Erdoğan ve yanındaki heyet, hizmete açılan araçları yakından inceledi ve yetkililerden bilgi aldı. Başbakan daha sonra 81 ilin genel sekreterleri, il sağlık müdürleri ve halk sağlığı il müdürleriyle toplantı yaptı l

9

Page 11: Ocak-Şubat Mart 2013

UZM. DR. HÜSEYİN TAYFUN KUTLUİSTANBUL ZEYNEP KAMİL KADIN VE ÇOCUK HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM UZMANI

Şişmanlık polikistikover sendromunu alevlendiriyor.

Adet düzensizliği, aşırı tüylenme, şişmanlık ve çocuk sahibi olamama.Bu 4 belirtinin kadınların kabusu polikistik over sendromunun en sık görülen belirtileri arasında yer aldığını biliyor muydunuz? Kadınların yaklaşık yüzde 20’sinde görülen hastalığın enzimatik bir problemden kaynaklanan

hormonal bir rahatsızlık olduğunu söyleyen Uzm. Dr. Hüseyin Tayfun Kutlu, hastalığın kontrol altına alınmasında kilo verilmesinin önemine dikkat çekiyor. Kutlu, “Kilo verilmesi tedaviye önemli katkılarda bulunuyor. Vücut ağırlığının % 5 oranında azalması bile yumurtlamanın geri dönmesini, hormonal düzenin normal şekle girmesini sağlayabiliyor.” bilgisini veriyor ve ekliyor:

Page 12: Ocak-Şubat Mart 2013

11

“Tedavide belirleyici olan hastanın mevcut rahatsızlığını kabullenmesi ve tedaviden beklentisini açıkça ortaya koymasıdır.” Uzm. Dr. Kutlu konu hakkında şu bilgileri veriyor:Yumurtlama sürecinde ortaya çıkan bir rahatsızlıkYumurta üretimi sırasında ortaya çıkan birenzimatik problemden kaynaklanan polikistik over sendromu, yumurtalıklarda birçok küçük iyi huylu kist oluşmasıyla beliren bir kadın hastalığıdır. Polikistik over sendromunun görüldüğü durumlarda, yumurta gelişimini tamamlayamaz ve yumurtalık dokusu içinde yaklaşık 3-11 milimetre çapında bir tabaka oluşturur. Kist görünümü veren bu yapılar her ay gelişemeyen yumurtaların eklenmesiyle çoğalır. Çatlayamayan yumurtalar sıvı dolu küçük kesecikleri oluşturur ve bu görünüm kisti anımsattığı için polikistik olarak adlandırılır.

En sık görülen belirti aşırı tüylenme ve gebe kalamamaGenelde polikistik over sendromlu hastalar bize iki şekilde başvururlar. Bunlardan ilki aşırı tüylenme, ikincisi ise çocuk sahibi olamama durumudur. Bu açıdan polikistik over sendromunda belirtilerden sadece biri görülebileceği gibi birkaçı birden de görülebilir.

En sık görülen belirtiler adet düzensizliği ve tüylenmede artıştır. Yumurtlama bozukluğuna sebep olduğu için yılda 6 kez veya daha az adet olması ve kandaki erkeklik hormonu androjenler seviyesinin yükselmesi sonucu, erkek tipi tüylenme görülmektedir. Oluşan hormon bozukluğu insülin direncini ve şeker hastalığına yakalanma olasılığını artırır.

Gebe kalamama problemi yaşayabilirler.Meydana gelebilecek bir diğer sorun ise gebe kalamama veya zor gebe kalma durumudur. Yani yumurta yoksa gebelik de oluşmaz. Bu hastalar adet düzensizliği yaşarlar, rutin aylık adetlerini görmeyebilirler. Daha uzun aralıklarda adet görmeye başlarlar. Düzensiz yumurta çatlamaları gebelik şansını azaltır. Ayrıca yumurtaların kalitesi ve zamanlaması da uygun olmadığından hamilelik şansını azaltan etkiler oluşur. Ayrıca düşük yapma riski normal süreç geçiren bayanlara göre daha fazladır.

Tedavi edilmeyen polikistik süreci, kansere sebep olabiliyor.Sendromun neye bağlı olarak ortaya çıktığı konusunda kesinleşmiş bir teori olmamakla birlikte, bu konuda en sık suçlananı genetik özelliklerdir. Yani kişinin polikistik over sendromu olması aileden aldığı genetik bir takım özelliklere bağlıdır. Anne veya kardeşlerde benzer bir tablonun bulunması, diğer kardeşte oluşma riskini artırır. Ancak kötü beslenme alışkanlıkları ve egzersiz yapmamayla oluşan insülin direnci hastalığı tetikler. Bununla birlikte tedavi edilmeyen polikistik süreci, kansere sebep olabilir.

Hastanın ihtiyacına göre bir tedavi protokolü uygulanıyor.Polikistik overin nihai bir tedavisi yoktur. Ancak hastanın ihtiyacına göre bir tedavi programı düzenlenebilir. Adet düzensizliği ve tüylenme şikayeti belirgin olan kadınlarda, doğum kontrol ilaçlarıtedavide oldukça etkilidir.

Buradaki tedaviyle yumurtalıklardan üretilen erkeklik hormonunu baskılanmaktadır. Bu tedavi şeklinde amaç, vücutta yeni tüylerin oluşumunun engellenmesidir. Polikistik overi olan kadınların bir çoğunda yumurtlama gerçekleşmediği için infertilite problemi de olabilir. Eğer çocuk istemi varsa, kullanılacak tedavi yumurtlama sağlayıcı ilaçların kullanımıdır. Bu tedavilerle polikistik overli kadınların % 80’inden fazlasında yumurtlama sağlanabilir.

Kilo verilmesi, hastalığın tedavisine büyük ölçüde katkı sağlıyor.Sonuç olarak, gerek kısırlık gerekse tüylenme tedavilerinde izlenecek ilk yol bir diyetisyen eşliğinde kilo verilmesidir. Kilo verilmesi tedaviye önemli katkılarda bulunur. Vücut ağırlığının %5 oranında azalması bile yumurtlamanın geri dönmesini sağlayabilir. Kilo kaybı ile hormonal düzenin normal şekle girebildiği izlenmiştir. Buradaki neden, kilo artışına bağlı vücutta hormonal bir kısır döngüoluşmuştur ve bunu kırmanın tek yolu zayıflamaktan geçer. Ancak, bazı durumlarda polikistik over sendromlu hastaların normal ve hatta zayıf kilolu olduğu da gözlemlenmektedir l

Page 13: Ocak-Şubat Mart 2013

Funda Arar:“Diyet yerine, sağlıklı beslenme alışkanlığı edinin”

süre yediklerinizi ve içtiklerinizi kontrol ederek uzun vadede sağlıklı bir yaşam sürmeniz mümkün olmaz. Bununla birlikte bu diyet sürecinde yorgun, bitkin ve depresif bir psikolojide olursunuz. Bence belirli bir zaman dilimi içerisinde yapılan diyet yerine, sağlıklı beslenme alışkanlığının bir yaşam şekli olarak benimsenmesi gerek.” 1975 Ankara doğumlu olan

Sesi, zarafeti ve sempatikliği ile adından sıkça söz ettiren Funda Arar, kaliteli bir yaşam sürmeyi tercih eden ünlülerimizden. Doğal ve sağlıklı beslenen, mümkün olduğunca organik ürün tercih eden sanatçı “diyet” kelimesine ise tamamen karşı. “Sağlıklı bir hayat kavramında diyet kelimesi yoktur. Düzenli ve sağlıklı beslenme alışkanlığı vardır.” diyen Arar, “Sadece bir

Page 14: Ocak-Şubat Mart 2013

13

genç sanatçı, 1992 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’na başlayarak, sanat hayatına profesyonel bir giriş yapmış. Bir süre ilkokulda müzik öğretmenliği de yapan Arar, değişik lezzetler denemeyi sevdiğini söylüyor. Zarafetiyle dikkat çeken Arar, “Hiçbir zaman kibrit kutusu

ölçüsünde gıdalarla beslenmedim.” diyor ve ekliyor: “Önemli olan sağlıklı beslenme ilkelerini benimsemek ve bu ilkelere sadık kalmak.”Binlerce insandan sevgi görmek, kelimelerle tarif edilemez bir duyguBize Funda Arar’dan biraz bahseder misiniz? Funda Arar özel yaşamında nasıl birisidir? Aile hayatında nasıl vakit geçirir?

Yaptığınız işin getirilerinden bir tanesi de şöhret olunca iş ve özel hayatınız, çoğu zaman birbirine karışır. Ben bunları, birbirinden ayırmaya özen gösteriyorum. Sahne çok büyülü bir yer, yaptığınız işin karşılığında binlerce insanın alkışını, sevgisini görmek, tarifi zor bir duygu. Sahne dışında mümkün olduğunca sıradan ve sakin bir hayat sürmeye çalışıyorum. Genellikle ailem ve dostlarımla keyifli zamanlar geçirerek zamanı değerli kılmaya çalışıyorum. Eşim ve ailem benim her şeyim. Onlara zaman ayırmaktan mutluluk duyuyorum. Kısacası şöhret öncesi nasıl bir insansam halen öyleyim. Şöhret bana sadece sanatımı daha büyük kitlelere aktarma fırsatı sağladı. Hiçbir zaman ailemi ya da yakın çevremi arka plana atmadım. Onları ihmal etmedim. Var olduğum sürece de bu hep böyle olacak.

Benim için sağlıklı beslenmek, dengeli beslenmek demekŞikayet ettiğimiz ana konulardan biri beslenme alışkanlıklarımız.Siz bu konuda hep iyi bir örnek oldunuz. Günlük yaşamınızda nasıl beslenirsiniz?

Page 15: Ocak-Şubat Mart 2013

Beslenme alışkanlıkları, insanların yaşam şekline göre değişkenlik gösterebiliyor. Bu bizim gibi gece geç saatlere kadar sahnede canlı performans sergileyen sanatçılar için de böyle maalesef.

Bazen gece geç saatlerde biten bir konserin ardından ekipçe yemek yememiz gerekebiliyor. Ya da geç biten bir programın ardından sabah güne geç başlayabiliyoruz. Bu açıdan zaman zaman zorluk yaşadığımı söyleyebilirim. Ama benim için sağlıklı beslenmek eşittir dengeli beslenmek demek.Beslenme şeklimizi kibrit kutusu gibi ölçülerle değerlendirmek yerine, yaşam şeklimize göre değerlendirirsek daha doğru olur diye düşünüyorum. Sabah kahvaltılarında ekmek yerine kavrulmamış ceviz ve badem yiyorumTabii ki bende beslenme şeklime dikkat ediyorum, ama bunu abartmadan yapıyorum. Yediklerimin az yağlı olmasına dikkat ediyorum. Canımın istediği bir şey varsa yiyorum, fakat porsiyonu küçük tutuyorum. Her gün dikkat ettiğim şeylerden bir tanesi de özellikle sabah kahvaltılarında ekmek yerine kavrulmamış ceviz ve badem yemek.

Kahvaltımda bolca domates, salatalık ve biber tüketirim.

Bu 3 besin kahvaltımın olmazsa olmazları. Genelde et ve balık ürünlerini ızgara olarak tüketiyorum. Tükettiğim yiyeceklerin, tamamen doğal olmasına büyük önem gösteriyorum. Ne kadar az işlenmiş ise o kadar sağlıklıdır diye düşünüyorum. Bu açıdan market alışverişinde çok hızlı geçtiğim yerlerden biri de şarküteridir. İşlenmiş ve çok karıştırılmış etli gıdaları sevmem. Bu tarz gıdaları mümkün olduğunca az tüketmeye çalışırım. Kısacası doğal ve sağlıklı yollarla yetiştiğine emin olmadığım hiçbir şeyi tüketmem ve evime sokmam. Bu açıdan tamamen organik besleniyorum diyebilirim.

Değişik ülke mutfaklarına ait yemek tariflerini denemeyi seviyorumYemek yapmayı sever misiniz? En sevdiğiniz yemek hangisi? Yemek yapmayı ve yedirmeyi çok severim. Evdeyken genelde mutfakta zaman geçiririm. Değişik sıra dışı tarifler hep ilgimi çeker. Bu nedenle evimin kütüphanesinde değişik ülke mutfaklarına ait yemek tariflerini içeren kitapları bulunduruyorum. Bu açıdan eşim tarafından çok desteklendiğimi söyleyebilirim. Tabi mesleğim sebebiyle mutfakta geçirdiğim zaman değişiklik gösteriyor. Yemek yapmanın kadınları psikolojik açıdan rehabilite eden bir yönünün olduğunu düşünüyorum. Mutfakta geçirilen zaman insanı sakinleştiriyor. En sevdiğim yemek ise zeytinyağlı yaprak sarma diyebilirim.

Meyve ve sebze sofralarınızda hep baş tacı olmalıHiç diyet yaptınız mı? Sizce ideal bir diyet nasıl olmalı?

Ben açıkçası diyetten daha çok sağlıklı beslenme alışkanlığı edinilmesiyle kilo verilebileceğini düşünenlerdenim. Sadece belirli zamanlarda, belirli gıdaları yemeyerek verilen kiloların daha sonra hızla geri alındığına şahidim. Bu açıdan yemek yaparken kullandığınız yağın içeriği ve miktarı hep aynı olmalı. Ya da yediğiniz ekmek hep çavdar ya da tam buğday içermeli. Meyve ve sebze sofralarınızda hep baş tacı olmalı. Bu alışkanlıkları tüm hayatınız boyunca uygulamadıkça kilonuzu sabitlemeniz imkansız.

Tabi benimde zamanında diyet yaptığım oldu, fakat diyet belli bir zamanı kapsıyor. Oysa beslenmek, hayatımızın tümünde ihtiyaç duyduğumuz bir durum. Bu yüzden belli zaman aralıklarında doğru beslenmek yerine, beslenme şeklimizi hayatımızın tümüne uydurabilecek bir mantığa oturtmalıyız. Sağlık Bakanlığı tarafından “Diyete hayır, sağlıklı ve düzenli beslenmeye evet” şeklinde yürütülecek kampanyaları gönülden destekliyorum.Asansör yerine merdiven kullanmak bile bir egzersizdirSporla aranız nasıl? Ne tür sporlarla ilgilisiniz?Haftanın 4 günü spor yapıyorum. Yürüyerek, koşarak, basket ve fitness yaparak zinde kalmaya çalışıyorum. Düzenli yapılan egzersizle çoğu hastalığın önüne geçebilmek mümkün. Çocukluğumdan bu yana sporla hep iç

Page 16: Ocak-Şubat Mart 2013

15

içe oldum. Tabiatım gereği hareketli biriyimdir zaten. Bu nedenle sporu hayatımın hep içinde tutmaya çalışıyorum. Yoğun mesaiyle çalıştığım dönemlerde bile bir şekilde spora zaman ayırmaya çalışıyorum. Herkes kendi imkanlarına ve zamanına göre egzersiz yapabilir. Asansör yerine merdiven kullanmak bile bir egzersizdir. Yeter ki spor bilincini edinmiş olalım. Ben ailelerin çocuklarına spor bilinci aşılamaları gerektiğine inanan birisiyim. Küçük yaşlarda spor yapmayan alışan bireyler bunu yaşam boyu alışkanlık haline getiriyor. Bu açıdan okullarda spora ayrılan zaman dilimlerin artırılması taraftarıyım.

Erken teşhisle çoğu hastalığın tedavisi mümkünDüzenli sağlık taraması ve check-up yaptırır mısınız? Sağlık açısından ne tür taramalar yaptırıyorsunuz?Yılda bir kez kapsamlı check-up yaptırıyorum. Çok şükür şu ana kadar sağlığıma ilişkin büyük bir problem yaşamadım. Ama bu tarama programlarının, önleyici sağlık uygulamaları açısından çok önemli olduğunun bilincindeyim. Unutulmamalı ki, erken teşhisle çoğu hastalığın tedavisi mümkün. Bu yüzden, herkesin özellikle belli bir yaş üstü insanlarımızın yılda en az bir kez check-up yaptırması gerekir diye düşünüyorum. Ben ailemi bu konuda hep teşvik ettim, bundan sonra da teşvik etmeyi sürdüreceğim.

Yapılan çalışmaların destekçisiyim

Sağlık Bakanlığı’nın son yıllarda yürüttüğü “Dumansız Hava Sahası”, “Aile Hekimliği” ve “Obezite” kampanyalarına ünlülerimizden büyük destek geldi. Bu projeler halkın sağlıklı yaşamı benimsemesinde önemli katkılar sağladı.

Bakanlığımızın yürüttüğü bu çalışmaları nasıl buluyorsunuz?İnsanları bilinçlendirmek adına Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü tüm çalışmaları çok doğru buluyorum ve gönülden destekliyorum. Özellikle obezite ve sigara konusunda televizyon ekranlarında yapılan bilinçlendirme çalışmalarının oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Son yıllarda halkı bilinçlendirmek ve sağlıklı bir toplum yaratmak için çok ciddi çalışmalar yürütülüyor. Kamu spotlarıyla verilen bilgilerin, yapılan çalışmaların destekçisiyim. Kapalı yerde sigara içilmemesi yönünde alınan kararların oldukça etkin sonuçlar ortaya koyduğunu görüyorum.

Küçüklükten itibaren içimde bulunan müzik tutkusu için çaba sarf ettimGeçmişte çok isteyip de yapamadığınız bir şey oldu mu? Muhakkak ki hepimizin isteyip de yapamadığı şeyler olmuştur. Çok isteyip uğrunda mücadele ettiğimiz şeylerin olmamasında bazen hayır vardır. Ya daha iyisi olacaktır, ya da gerçekten istediğimiz şey o değildir. İstediğimiz şeyler için mücadele etmemiz gerekiyor, fakat ne istediğimizden de emin olmamız gerek. İstediği şeyden emin olan insan istediğini alır. Bende öyle yaptım. Küçüklükten itibaren içimde bulunan müzik tutkusu için çaba sarf ettim. Bu uğurda çok da mücadele ettiğimi söyleyebilirim. Ama sonunda istediğimi de aldım. Tabi bazen çok istesek de başaramayabiliyoruz. Bu durumda da herhalde şansımızı diğer alanlarda denememiz gerek. Neticede olmuyorsa, oldurmaya kuvvetimiz de kudretimiz de yetmez

Sanatçı olmasam, öğretmen olurdumEğer şarkıcı olmasaydınız, şu an ne yapıyor olurdunuz?Bildiğiniz gibi ben sanatçı olmadan önce müzik öğretmenliği yapıyordum. Eğer bugün sanatçı olmasaydım,

kuvvetle muhtemel öğretmenliğine devam ediyor olurdum. Ben öğretmenliği de çok severek çok gönülden icra ettim. Halen öğrencilerimle inanılmaz sıcak bir ilişkim var.Bu açıdan öğretmenliğin kutsal, son derece iftihar edilecek bir meslek olduğunu düşünüyorum. Hayatta asla yapmam dediğiniz bir şey var mı?Vicdanıma ve hayat görüşüme ters olan şeyleri asla yapmam. Asla bir başkasının hayatını eleştirmem ve bir başkasını yaşadıkları sebebiyle yargılamam. Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.Ben teşekkür ederim. Faydalı olabildiysem ne mutlu bana l

Page 17: Ocak-Şubat Mart 2013

DOÇ. DR. ŞULE POTUROĞLU İSTANBUL HASEKİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / GASTROENTEROLOJİ KLİNİĞİ

Stres, spastik bağırsak sendromuna sebep oluyor.

Karın ağrısı, kabızlık ve ishal yakınmalarına sebep olan spastik kolon, kalın bağırsağın düzensiz çalışması sonucu ortaya çıkan bir sindirim sistemi hastalığı olarak tanımlanıyor. Daha sık kadınlarda görülen rahatsızlığın hassas ve stresli insanları daha çok etkilediğini söyleyen Doç. Dr. Şule Poturoğlu, hastalığın kansere dönüşme riskinin bulunmadığını belirtiyor.

Page 18: Ocak-Şubat Mart 2013

17

Poturoğlu, bağırsağın geniş bir sinir sistemine sahip olduğunu belirterek, “Bağırsak sinir sistemi ile beyin arasında yakın bir ilişki vardır. Strese yol açan bir durum ile karşı karşıya kalındığında ruhsal ve fiziksel bir cevap meydana gelir.Bu cevap herkeste farklı olmakla birlikte bazı kişilerde hedef organ bağırsaklardır.” diyor ve ekliyor: “Yaşam şekli, iş ve aile ilişkilerindeki düzenlemelerle stresli durum yatıştığı zaman bağırsak şikâyetleri de çoğunlukla geriler.”Yaşam kalitesini düşürüyorSpastik kolon en sık görülen fonksiyonel (işlevsel) bağırsak hastalığıdır. Görülme sıklığı yüzde 10-15 civarındadır. İrritabıl bağırsak sendromu, hassas bağırsak sendromu, spastik kolit, spastik bağırsak, müköz kolit gibi isimlerle de bilinmektedir. Farklı belirtilerin zaman zaman tekrarladığı, kronik (süreğen) bir hastalıktır. Hastalık tanısı, muayene ve tetkiklerin tamamen normal bulunması ve organik (yapısal) hastalığın dışlanmasıyla konulur. Gerçek anlamda yapısal bir bozukluk olmamasına rağmen kişinin yaşam kalitesini düşürür.

Belirtiler genellikle 45 yaşından önce başlıyor

Spastik kolon, karın ağrısı veya karında rahatsızlık hissine eşlik eden dışkılama bozukluklarının varlığında akla gelmelidir. Kabızlık, ishale ilaveten şişkinlik, guruldama, kramp tarzında veya dışkılama sırasında ağrı, sonrasında rahatlama, acil dışkılama ihtiyacı, dışkılama sonrasında tam boşalamama hissi, aşırı gaz çıkarma sık bildirilen şikâyetlerdir.Normal kişilere göre daha fazla gaz üretmezler fakat bağırsaklar üretilen gaza daha hassastır. Hastalar karın bölgesinde sıkışıklık ve giysilerin rahatsız etmesinden yakınırlar. Dışkılama sayısında ve dışkı kıvamında değişiklik, küçük küçük, katı, mukuslu(sümüksü bir madde) dışkılama olabilir. Kadınlarda menstruasyon döneminde şikâyetler artabilir. Bulantı, sırt ve baş ağrısı, nefes darlığı, göğüste ağrı, çarpıntı, yorgunluk, halsizlik, sinirlilik hali görülebilecek diğer belirtilerdir. Belirtiler genel olarak 45 yaşından önce başlar. Kadınlarda daha sık görüldüğü bilinmekle beraber son çalışmalarda, erkeklerde daha az görülmesinin nedeninin erkeklerin bu şikâyetle daha az doktor desteği almalarından kaynaklandığı ifade edilmektedir.

Bağırsak ve beyin yakın ilişkide olan iki organSpastik kolonun nedeni tam bilinmemekle beraber beyin-bağırsak ilişkisindeki bozulmaların, genetik, psikolojik faktörlerin, infeksiyonların, antibiyotiklerin rol oynayabileceği düşünülmektedir. Bağırsak ve beyin insan embriyosunun aynı kesiminden meydana gelir.

Bağırsak, geniş bir sinir sistemine sahiptir. Bağırsağın sinir sistemiyle beyin yakın ilişki içindedir. Strese yol açan bir durum ile karşı karşıya kalındığında ruhsal ve fiziksel bir cevap meydana gelir. Bu cevap herkeste farklıdır. Bazı bireylerde hedef organ bağırsaklardır. Stres sırasında beynin gönderdiği karmaşık uyarılar

sonucunda bağırsak sinir sistemi etkilenir. Yaşam şekli, iş ve aile ilişkilerindeki düzenlemeler ile stresli durum yatıştığı zaman bağırsak şikâyetleri de çoğunlukla geriler.

Gelişmiş ülkelerde daha sık karşılaşılıyorGelişmiş ülkelerde sık görülmesinin nedeninin yaşam kalitesinin yükselmesi ile mi, yoksa kişilerin sağlıklarına daha çok önem vermeleri ile mi ilgili olduğunu söylemek mümkün değildir. Aşırı tüketilen kahve, sigara, alkol ve düzensiz gıda tüketimi hassas olan bağırsağı daha da olumsuz etkiler. Fakat çoğu hasta şikâyetlerinin olmadığı zaman ne yerlerse yesinler hiçbir şikâyetleri olmadığını, buna karşılık şikâyetlerin başladığı dönemlerde birçok besinin şikâyete sebep olduğunu belirtiyor.

Spastik kolon hastalığının zamanla kansere dönüşme riski var mı?Spastik kolon zamanla kansere dönüşme riski taşımaz. Ancak şikâyetlerin 50 yaşından sonra başlaması, kanama, kansızlık ve laboratuvar testlerindeki anormallikler organik bir rahatsızlığı gösteriyor. Bu durumda doktora başvurulmalıdır.

Hastalığı alevlendiren tüm faktörlerden uzak durulmalıMevcut bilgilerimize göre hastalıkta şifa sağlayıcı bir tedavi söz konusu değildir. Standart bir diyet listesi yoktur. Belli bir diyet olmamasına rağmen birkaç hafta gıda günlüğü tutulması hastanın hangi gıdalardan etkilendiğinin bulunmasına yardımcı olur.

Süt ve süt ürünleri spastik kolon belirtilerini ortaya çıkarabilir. Lifli gıdaların arttırılması, sorun kabızlık ise bunun yanına bol su içilmesi, düzenli olarak kısa aralıklarla küçük porsiyonların tüketilmesi, aşırı yağlı, baharatlı ve karbonhidratlı gıdalardan, gazlı içeceklerden, alkol, sigara, aşırı kahve ve çay tüketiminden kaçınılması uzmanlarca öneriliyor.

Buğday, mısır, peynir, yulaf, çavdar, yumurta, narenciye tüketimi şikâyetleri arttırabilir. Yoğun gaz şikâyeti olan hastaların baklagilleri daha az tüketmesi önerilir. Stresli yaşam süren kişiler psikolojik danışmanlık alabilir. Fiziksel egzersiz stresin gerginliğini azaltır ve bağırsakların düzenli çalışmasını sağlar. Doktorlar bunlara ek olarak semptomları rahatlatmak için ilaç kullanımı önerebiliyor. En önemlisi, spastik kolonun organik bir hastalık olmadığının ve ciddi bir hastalığa dönüşmeyeceğinin bilinmesi, hasta-hekim ilişkisinde güvenin sağlanmasıdır l

Page 19: Ocak-Şubat Mart 2013

DR. NURGÜL OSMANBEYOĞLU İSTANBUL İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ

Doktor hastayakilometrelerce ötedenteşhis koyabilecek,ameliyat yapabilecek

Bu denli hızlı ve sistematik değişiklikler hepimizin kafasında aynı sorulara sebep oluyor. Tıp sektörü nereye gidiyor? Saniyelerle ölçülen zaman dilimlerinde kanser ve kalp krizi riskimizi deşifre eden tıbbi cihazlardan sonra bizi neler bekliyor? 2023’te ya da 2053’te nasıl bir sağlık hizmeti alacağız? Hepimizin merak ettiği bu soruları, yakın zamanda Pittsburgh Üniversitesi Tıp Merkezi Kalite-İnovasyon Departmanı’nı ziyaret eden ve orada çeşitli

Sağlık sektöründe tıbbi ve teknolojik yenilikler hız kesmeden sürüyor. Neredeyse yeni cihazlara yeni sisteme tam olarak adapte olamadan, kendimizi bir başka yeniliğin içinde buluyoruz.

Page 20: Ocak-Şubat Mart 2013

19

izlenimlerde bulunan Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu’na sorduk. Aynı zamanda ekonomi alanında lisans ve işletme konusunda master eğitimi almış olan Osmanbeyoğlu, oldukça sıra dışı bir doktor. Sağlık inovasyonu alanında yürütülen çalışmalara ilişkin raporlamalar yapan Osmanbeyoğlu, önümüzdeki 20 yıl içerisinde sağlık sektöründe hedefe ve kişiye özel tedavilerin yaygınlaşacağını söylüyor. Gelecek yıllarda hizmetin hastaneden ev ortamına taşınacağını kaydeden Osmanbeyoğlu, bu modelde doktorun, hastasının evine giderek sağlık hizmeti

sunabileceğini ifade ediyor. “Gelecekte hastaneler sadece ameliyathane ve yoğun bakım ünitelerinden oluşacak.” diyen Dr. Osmanbeyoğlu ile önümüzdeki 50 yılın sağlık planlaması üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Tıp eğitimime verdiğim mecburi ara, ortaya sıra dışı bir hekim profili çıkardı.Değişik bir eğitim hayatınız olmuş öncelikle bu konudan biraz bahseder misiniz?Aslında klasik bir başlangıç yaptım eğitim hayatıma, ama kontrolümüz dışında gelişen olaylar sonuçta farklı bir bütünün oluşmasına sebep oldu. 94 yılında tıp fakültesine başladım fakat üniversitelerde kılık kıyafet konusunda yaşanan bazı zorlamalar yüzünden, 4. sınıfın tam da ortasındayken tıp fakültesine uzun bir ara vermek zorunda kaldım. Bu arada Amerika’da ekonomi alanında lisans ve işletme konusunda yüksek lisans eğitimimi tamamladım. Amerika’da ve Türkiye’de çeşitli sektörlerde çalışma fırsatım oldu. Tıp eğitimini tamamlama imkânı doğunca özel bir finans kuruluşundaki yatırım bankacılığı pozisyonunu bırakarak Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne geri dönüp 2011 sonunda mezun oldum. Tıp fakültesini bitirmem geç ve güç olsa da sonuç güzel oldu. Ekonomiden anlayan, iş ve finans dünyasında tecrübe sahibi bir doktor profili oluştu.

Yakın zamanda Amerika’da

bazı ziyaretler gerçekleştirdiniz biraz bahseder misiniz?Pittsburgh Üniversitesi Tıp Merkezinde Kalite Departmanı’nda ziyaretçi doktor olarak bir süre kalite ve inovasyon konusunda yapılan çalışmalara katılma imkanım oldu. Kalite konusunda özellikle “Yalın Hastane” olarak tabir edilen bir modelin uygulamalarını inceledim. Ayrıca bu süre zarfında yönetim süreçleri, yeni teknolojiler ve sağlık sektörünün geleceği konusunda yöneticilerin vizyonları hakkında da önemli bilgiler edinmiş oldum.

Kilometrelerce öteden, tele konferansla sağlık hizmetiSağlık sektörünün geleceği konusunda neler söyleyebilirsiniz?Bu çok geniş ve birçok alt başlığı da içeren bir konu fakat özetlemek gerekirse, hasta merkezli ve sağlık hizmetini hastaneden eve taşıyan bir modele doğru gidiyoruz. Bu modelde doktor sağlık teknolojilerini kullanarak hastasını değerlendirip tedavi edebilecek ve gerekli gördüğü halde hastasının evine giderek sağlık hizmeti sunabilecek.

Ülkemizde maalesef pek kullanılmayan tele-tıp ve daha geniş kapsamıyla tele-sağlık modeli Amerika’da rutin uygulamaya girmiş durumda ve giderek yaygınlaşıyor. Bu model aslında tele konferans alt yapısı kullanılarak, hastanın uzun mesafeler kat etmeden ve hastaneye gelmesine gerek kalmadan, kendisine yakın konumdaki bir doktorun muayenehanesinden, ki bu doktor genellikle aile hekimi, uzman doktor görüşü almasına olanak sağlıyor.

Page 21: Ocak-Şubat Mart 2013

Tabii işin içine sağlık girince, sadece tele konferans sistemiyle ekran karşısında karşılıklı görüşmek yeterli değil. Bu yüzden sisteme türlü aparatlar eklenmiş. Örneğin doktorunuz binlerce kilometre öteden sizin kalbinizi dinleyebiliyor, otoskopla kulak muayenesini gerçekleştirebiliyor. Doktorun yapamadığı tek şey hastaya dokunmak diyebiliriz. Sistem patoloji preparatlarından EKG’ye, MR görüntülerinden biyokimya laboratuvar sonuçlarına kadar her türlü tıbbi tetkikte doktorlar arasında paylaşılarak gerçek zamanlı konsültasyon yapılmasına izin veriyor.

Sanal muayene odaları oluşturuluyorÜlkemizde her gün on binlerce hasta bazen çok basit tıbbı sorunlar için bile yüzlerce kilometre kat ederek, özellikle İstanbul ve Ankara gibi merkezlerde sağlık hizmeti almayı tercih ediyor.Bu bakımdan tele-tıp platformlarının kullanıma girmesi ülkemiz açısından son derece önemli. Tele-tıp platformunun bir adım ötesi ise hastayla doktorun internet üzerinden direk temas kurabildikleri sanal muayene odaları. Bu sistemler henüz geliştirilme aşamasında olmakla beraber, tele-tıp platformundaki gibi aparatlarla, doktorun hastaya dokunmak dışındaki tüm muayene süreçlerini gerçekleştirmesi hedefleniyor. Sanal muayenehane sisteminde akıllı telefon uygulamaları önemli katkıda bulunacak gibi gözüküyor.

Hasta EKG’sini, kolesterolünü kendi ölçebilecekTelefonunuza takacağınız bir aparatla kendi EKG’nizi çekmeniz veya kolesterolden hormon tetkikine, evde yaptığınız kan tahlillerinizin değerlendirmesi için doktorunuza göndermeniz mümkün olacak. Basınç kullanarak, iğnesiz enjeksiyon yapan aletlerle hasta ilaçlarını kendi enjekte edebilecek. Ayrıca akıllı ilaç şişeleri, ilacın kapağı açıldığında doktorunuza bilgi göndererek, ilacın düzenli alınıp alınmadığının takibini sağlayacak.Tüm bu yenilikler hastaneleri sağlık hizmetinin merkezi olmaktan çıkarmayı hedefliyor. Geleceğin hastanelerinin ameliyathane ve yoğun bakım ünitelerinden oluşan hizmet birimleri olması uzak bir ihtimal değil

Hastaya uygun ilacı seçmek ve hatta üretmek mümkün olabilecekGeleceğe dair diğer bir trend ise hedefe yönelik ve kişiye özel tedaviler. Bu yaklaşımla “Hastalık yoktur hasta vardır.” ilkesi artık gerçek manada uygulanabilecek. Genomics, proteomics ve bioinformatics alanlarındaki gelişmeler sayesinde kişinin genetik ve moleküler seviyede analizi yapılarak ihtiyacına uygun ilacı seçmek ve hatta üretmek mümkün olacak. Günümüzde başta meme kanseri olmak üzere birçok kanser türünde hedefe yönelik tedaviler kullanılmakta. Gelecekte bu tedaviler sadece kemoterapinin yerini almakla kalmayarak, kanser dışı birçok hastalığın tedavisinde rutin kullanıma girecek.

%30 hasta grubuna tele-tıp platformunda sağlık hizmeti sunan cerrah var. Peki tele-tıp cerrahi branşlarda nasıl uygulanıyor? Cerrahi branşlar söz konusu olduğunda ameliyat kararının verilmesi, ameliyat öncesi hazırlık ve ameliyat sonrası takip hizmetlerinin hepsi, evde bakım hemşiresinin desteği ile tele-tıp üzerinden sağlanabilir.

Örneğin tanıştığım bir cerrah, hastalarının yüzde 30’una tele-tıp platformu üzerinden poliklinik hizmeti verdiğini söyledi. Aslında teknolojiyi kullanarak verebileceğiniz sağlık hizmetinin sınırı yok.Yeni teknolojiler sayesinde tele-cerrahi bile mümkün hale geldi. Robotik cerrahiyle, doktor kumanda ettiği bir konsoldan kıtalar arası ameliyat dahi yapabiliyor. Fakat tüm bu yeniliklerin yaygın kullanıma girmesi elbette klinik çalışmalarla etkinlikleri kanıtlanmasına bağlı olacak.

Dijital hasta dosyaları, akıllı hasta odaları kurulacakSağlıkta geleceği düşünürken dikkati çeken diğer konular neler?Sağlık hizmetin kalitesinin artırılması ve maliyetlerinin azaltılması temel hedefler haline geldi. Bu hedeflere ulaşmak için kullanılan en önemli araç ise sağlık bilgi sistemleri ve teknolojileri. Sağlık bilgi teknolojileri, sadece klinik verilerin depolandığı ve gerektiğinde tekrar görüntülenebildiği ekranların çok ötesinde sistemler. Doktorun veya hemşirenin zamanını dosya doldurmakla geçirmek yerine hastanın bakımıyla ilgilenmesini sağlamak için kullanılan NLP sistemleri, yazmaya veya klavye kullanmaya gerek kalmadan hasta bilgilerinin sisteme kaydedilmesine imkan veriyor.

Akıllı hasta odaları ise doktorun veya hemşirenin hasta bakımıyla geçirdiği zamanı tespit etmekle kalmıyor, aynı zamanda onları hangi hastanın öncelikli olması konusunda da uyarıyor.Bilgi sistemleri içine entegre edilen analiz fonksiyonu, klinik kararlar verirken doktora yol gösteriyor. Aynı zamanda kanıta dayalı tıp kriterlerine uyulmasını sağlayarak, gereksiz ve yanlış teşhis ve tedavi yöntemlerinin uygulanmasını önleyerek, hem sağlık hizmetinin kalitesini artırıyor hem de maliyeti düşürüyor.

Page 22: Ocak-Şubat Mart 2013

21

Hasta memnuniyetine göre ödeme yapılacak.Maliyet düşürmenin ve kaliteyi artırmanın bir diğer yolu, özel sigorta şirketi veya devlet tarafından sağlık hizmeti karşılığı yapılan ödemenin nasıl belirlendiği. Hizmet başına ödeme sistemleri, arzın sürüklediği talep artışına sebep olarak sağlık harcamalarını artırıyor. Bu yüzden yeni eğilim, kalite bazlı ödeme sistemleri geliştirilmesi. Örneğin bizdeki Sosyal Güvenlik Kurumu’yla birebir aynı olmasa da Amerika’nın SGK’sı diyebileceğimiz Medicare, hastanelere yaptığı ödemelerin bir kısmını, bağımsız şirketler tarafından yapılan hasta memnuniyet anketi sonuçlarına bağlamış durumda. Yine Medicare, yeni bir yapılanmayla hasta merkezli, koordineli, düşük maliyetli ve kaliteli hizmet veren doktor ve hastaneleri maddi olarak ödüllendirmeyi planlıyor. Hizmetin kalitesi ölçülürken, hastanın sağlık hizmeti alırken yaşadığı deneyim, hizmetin koordineli verilip verilmediği, hasta güvenliği, koruyucu sağlık hizmetleri ve riskli grupların sağlık durumu temel kriterler olarak belirlenmiş.

Ödemeler kalite ve kanıta dayalı tıp esaslarına göre yapılıyor.Diğer bir yenilik de ödemelerin kanıta dayalı tıp temel alınarak yapılması. İskemik kalp hastalıkları ölüm nedenlerinin başında geldiği için bu alandan bir örnek verelim. Angina pektoris(kalp damarlarındaki tıkanıklık sebebiyle oluşan göğüs ağrısı) tanısıyla doktora başvuran iki hastamız olsun. Hastalardan birincisi sadece aşırı efor sarf ettiğinde ağrısı oluyor, diğerinin ağrısı ise efordan bağımsız ve günlük aktivitelerini etkileyecek kadar fazla. Tıbbi araştırmalar gösteriyor ki anjiyo, bypass vb. gibi revaskülarizasyon işlemleri, ikinci hastamız için hayat kalitesini son derece artıracak önemli yararlar sağlarken, birinci hastamız için sınırlı yarar sağlıyor. Hatta işlemlerin kendine ait risklerinden dolayı zararlı bile olabiliyor. Verilen hizmet sayısıyla ödemenin yapıldığı bir yapıda, iki hasta arasında tıbbi yarar bakımından büyük fark olmasına rağmen her iki hastaya işlem uygulandığında da hastanenin veya doktorun alacağı ücret aynı. Performans kriterlerini yakalamaya çalışan bir doktor veya kar amacı güden bir hastane için her iki hastaya da işlemi önermenin bir farkı görülmüyor.

Yani bu sistemde doktoru veya hastaneyi maddi olarak ödüllendiren tek ölçüt yapılan

ameliyatın, muayenenin veya tetkikin sayısı. Sonuç ise aslında tıbbi gereklilik olmadığı halde yapılan sayısız işlem ve en zengin ülkelerin bile altından kalkamayacağı boyutlara ulaşan sağlık harcamaları. Kalite ve kanıta dayalı tıp esaslarıyla ödeme yapılan bir sistemde ise ödeme sağlanacak yarar göz önüne alınarak belirleniyor. Gereksiz ve yanlış tıbbi işlemle ise ödeme kapsamı dışında tutulacağı için toplam maliyetlerin azaltılması hedefleniyor.

Acilin yükünü azaltmak için, hızlı bakım poliklinikleri kurulmuşPaylaşmak istediğiniz diğer yeni uygulamalar var mı?Diğer bir uygulama aslında 1970’lerden beri var olan fakat son yıllarda hızla yaygınlaşan Urgent Care merkezleri. Bunu Türkçeye Hızlı Bakım Poliklinikleri olarak tercüme edebiliriz. Bunlar acile gitmeyi gerektirecek ciddiyette olmayan veya hayati tehdit teşkil etmeyen, fakat hızla teşhis ve tedavisi gerekli hastaların randevu almadan ve beklemeden sağlık hizmeti alabilecekleri merkezler.

9:00-21:00 saatleri arasında hizmet verip, komplike olmayan solunum ve idrar yolu enfeksiyonları, astım, alerji, ürtiker ve basit kırık, çıkık, kesi benzeri durumların teşhis ve tedavisini üstleniyor.Bu klinikler hastanenin içerisinde yer alabildiği gibi, hastaların kolayca ulaşabileceği konumlarda, küçük bağımsız poliklinikler şeklinde de mevcut. Bu tip bir yaklaşım acil servislerdeki yığılmayı ve bekleme sürelerini azaltarak hasta memnuniyetini artırıyor ve ücretleri oldukça yüksek acil servislere alternatif olarak maliyeti de düşürüyor. Acil polikliniklerindeki aşırı hasta yoğunluğunu düşündüğümüzde, Türkiye’de böyle bir uygulanmanın başlatılması son derece faydalı olacaktır. Bu tür merkezler doktor tarafından daha az kritik kararlar gerektirdiğinden, Türkiye özelinde yeni mez un ve yeterli deneyimi olmayan doktorlarımızın mesleğe hazırlanması açısından da uygun ortamlar olarak fayda sağlayacaktır.

Verdiğiniz bilgiler için teşekkürler.Ben teşekkür ederim. l

Page 23: Ocak-Şubat Mart 2013

İstanbul’un sağlıkhizmetinde yeni dönem

Yeni sistem gereği İstanbul’daki kamu hastaneleri 5 ayrı genel sekreterlik olarak ayrıldı ve yönetimi genel sekreterlere emanet edildi. Bakırköy, Beyoğlu, Fatih, Anadolu Kuzey ve Anadolu Güney olarak adlandırılan yeni bölgelerin yönetimlerine genel sekreterler atandı. Her biri hekim olan yeni yöneticiler aynı zamanda koordineli olarak hastanelerin ihtiyaçlarının karşılanmasını ve daha kaliteli hizmet sunumunu sağlayacak.

Tüm Türkiye’de olduğu gibi İstanbul’un sağlık idaresinde de yeni bir döneme geçildi. Bu yeni dönemde kim, hangi alanda hizmet verecek? Sağlık hizmeti ve yönetiminde neler değişecek? Bu soruların cevapları Topkapı Eresin Otel’de düzenlenen basın toplantısında yanıt buldu. İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün öncülüğünde gerçekleştirilen toplantıda, İstanbul’da kamu hastane birliklerinin yapılanması ve yeni sağlık sistemi detaylarıyla masaya yatırıldı.

Page 24: Ocak-Şubat Mart 2013

23

Toplantıya İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali ihsan Dokucu’nun yanı sıra İstanbul Halk Sağlığı Müdürü Doç. Dr. Mustafa Taşdemir, Beyoğlu Bölgesi Genel Sekreteri Uzm. Dr. Güven Bektemür, Bakırköy Bölgesi Genel Sekreteri Doç. Dr. İhsan Bakır, Fatih Bölgesi Genel Sekreteri Prof. Dr. Hamza Müslümanoğlu, Anadolu Kuzey Bölgesi Genel Sekreteri Dr. Şuayip Birinci ve Güney Bölgesi Sekreteri Uzm. Dr. Tuncay Palteki’ de katıldı.

Dokucu: “İl sağlık müdürlükleri denetleyecek. ”İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali ihsan Dokucu, sözlerine İstanbul’daki kamu hastanelerinin CEO’larını tanıtarak başladı. Yeni yapılanmada hizmetin farklı boyut ve sorumluluk alanlarına ayrıldığını belirten Dokucu, bu yapılandırmanın tüm vatandaşlara hayırlı olmasını diledi. Yeni sağlık sistemine ilişkin bilgi veren Dokucu, bu düzenlemeler kapsamında İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün yetki ve sorumluluklarının değiştiğini kaydetti.

Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının teşkilat ve görevleri hakkındaki kanun hükmünde kararnamenin yayınlanmasının ardından yapısal anlamda birçok değişiklik meydana geldiğini belirten Dokucu, bu kapsamda il sağlık müdürlüklerinin “denetleyici” konumunda hizmet sunacağını ifade etti. Dokucu, yeni yapılanma kapsamında 19 Mart’ta Halk Sağlığı Müdürlüğü’nün, 2 Kasım’da ise Kamu Hastane Birlikleri’ne bağlı genel sekreterliklerin hizmete girdiğini ifade etti. Sağlık alanındaki 2012 yılı verilerine de değinen Dokucu, yılın on bir ayında devlet hastanelerinin polikliniklerinde 34 milyon 363 bin hasta kabul edildiğini, 8 milyon 745 bin hastaya acil hizmeti verildiğini ve 245 bin 500 ameliyat gerçekleştirildiğini söyledi.

“Vatandaşın memnuniyet katsayısına önemli katkı sağlayacak.”Prof. Dr.Dokucu, yeni yapılanmada sağlık hizmetlerinin iki ayrı alanda hizmet verecek şekilde yeniden düzenlendiğini belirterek, bu düzenlemenin halkın sağlık hizmetlerinden memnuniyetini

artıracak yönde olduğunu söyledi. Dokucu, “Yeni hizmet yapısı pratikte iki kısımdan ibaret. Birincisi temel sağlık hizmetleri ile koruyucu hizmetlerin dahil olduğu halk sağlığı yapılandırmasıdır. Bir diğeri ise tedavi edici sağlık hizmetleri yani hastane birliklerinin dâhil olduğu yapılanmadır. Bu sistem gereği, koruyucu sağlık hizmetleri ile temel sağlık hizmetleri kamunun halk sağlığı bölümüne verildi. Hastane kısmı ise İstanbul’da beş genel sekreterliğe emanet edildi. Bu itibarla yürütücü sağlık hizmetleri ile yürütülen sağlık hizmetleri ayrıldı. Bu açıdan her genel sekreter kendi bölgesindeki hastanelerden sorumludur. Bu yeni sistemin vatandaşa sağladığı faydaları ise çok değil, 1 yıl içerisinde hep beraber müşahede edeceğiz.” dedi.“Yönetenlerle, denetleyenler ayrıldı.”

Dokucu, yeni yönetim şeklinde işi yürütenlerle denetleyenlerin birbirinden ayrıldığını ifade ederek, “Sistem yeni oluşturulduğu için, sağlık hizmetinin yürütülmesinde ortaya çıkabilecek olası problem ve aksaklıklar zaman içerisinde çözüme kavuşturulacaktır. Bu açıdan İstanbul’da bir sistem çalışıyorsa her yerde çalışır demektir.” ifadesini kullandı. Taşdemir: “Koruyucu sağlık hizmetleri bize emanet.” İstanbul Halk Sağlığı Müdürü Mustafa Taşdemir ise görev alanlarına ilişkin bilgi vererek, koruyucu sağlık hizmetleri, laboratuvar hizmetleri ve aile hekimliği hizmetlerinin kendilerine bağlı olduğunu belirtti. Taşdemir, müdürlük çatısı altında yirmi bir şube müdürlüğünün bulunduğunu da aktardı. Taşdemir’in konuşmasının ardından tüm genel sekreterler bağlı bulundukları bölgelere ilişkin bilgileri aktardı.

Beyoğlu’nda 11 hastane Uzm. Dr. Güven Bektemür’e emanetİlk sözü İstanbul’un koordinatör birlik sorumlusu olan Beyoğlu Bölgesi Genel Sekreteri Uzm. Dr. Güven Bektemür aldı. Bektemür, birliklerin görevleri ve illerdeki yapılanmasına ilişkin bilgi verdi. Genel sekreterin altında tıbbi hizmetler başkanı, idari hizmetler başkanı, mali hizmetler başkanı ile hastane yöneticisinin görev yapacağını anlatan Bektemür, birliklerin hastane yapılanmasında ise hastane yöneticisinin altında başhekim, idari ve mali işler müdürü ile bakım hizmetleri müdürünün yer alacağını anlattı.Beyoğlu bölgesinde Beşiktaş, Beyoğlu, Eyüp, Kağıthane, Sarıyer, Şişli, Gaziosmanpaşa ilçeleri olmak üzere 2 milyon 253 bin 120 kişiye hizmet verdiklerini belirten Bektemür, bölgede

Page 25: Ocak-Şubat Mart 2013

beşi eğitim ve araştırma hastanesi olmak üzere on bir hastanenin yer aldığını ifade etti. Bektemür’e bağlı çalışacak hastaneler şunlar:

Bakırköy bölgesinden Doç. Dr. İhsan Bakır sorumlu olacakBakırköy Bölgesi Genel Sekreteri Doç. Dr. İhsan Bakır’da bölgede Avcılar, Başakşehir, Beylikdüzü, Büyükçekmece, Çatalca, Esenyurt, Küçükçekmece, Silivri, Bağcılar, Bahçelievler, Bakırköy, Esenler, Güngören ilçelerinde olmak üzere toplam 4 milyon 897 bin 216 kişiye hizmet verdiklerini anlattı. Bakır, bölgede iki ağız ve diş sağlığı merkezi, altı eğitim ve araştırma hastanesi olmak üzere toplam on altı hastanenin bulunduğunu aktardı. Bakır’a bağlı çalışacak hastaneler:

Fatih’te 7 hastane, Prof. Dr. Hamza Müslümanoğlu’na bağlı çalışacakFatih Bölgesi Genel Sekreteri Prof. Dr. Hamza Müslümanoğlu Arnavutköy, Bayrampaşa, Fatih, Sultangazi,

Zeytinburnu ilçelerini kapsayan bölge dâhilinde toplam 1 milyon 665 bin 760 kişiye hizmet verdiklerini bildirdi. Müslümanoğlu, bölgede dördü eğitim ve araştırma hastanesi olmak üzere toplam yedi hastanenin vatandaşlara hizmet verdiğini söyledi. Müslümanoğlu’ya bağlanan hastaneler:

Anadolu Güney Bölge’deki 13 hastane Uzm. Dr. Tuncay Palteki’ ye bağlı çalışacakAnadolu Güney Bölgesi Genel Sekreteri Uzm. Dr. Tuncay Palteki ise Adalar, Kartal, Maltepe, Pendik, Sultanbeyli, Tuzla ilçelerinde 2 milyon 12 bin 777 vatandaşa dördü eğitim ve araştırma hastanesi olmak üzere toplam on üç hastaneyle hizmet sunduklarını kaydetti. Palteki’ ye bağlanan hastaneler:

İstanbul Beyoğlu Bölgesi’ne bağlanan hastaneler:• Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi• İstanbul İl Özel İdaresi Ağız Diş Sağlığı Merkezi• Metin Sabancı Baltalimanı Kemik Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi• Eyüp Devlet Hastanesi• Sarıyer İstinye Devlet Hastanesi• Prof. Dr. N. Reşat Belger Beyoğlu Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Kağıthane Devlet Hastanesi• Beşiktaş Sait Çiftçi Devlet Hastanesi

İstanbul Bakırköy Bölgesi’ne bağlanan hastaneler• Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Bakırköy Dr. Şadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi• İstanbul Fizik Tedavi ve• Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi• İstanbul Halkalı Mehmet Akif Ersoy Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Dr. Necmi Ayanoğlu Silivri Devlet Hastanesi• Esenyurt Devlet Hastanesi• Başakşehir Devlet Hastanesi• İstanbul Bahçelievler Ağız Diş Sağlığı Merkezi• Çatalca İlyas Çokay Devlet Hastanesi• Büyükçekmece Devlet Hastanesi• Lepra Deri ve Zührevi Hastalıklar Hastanesi• Güngören Ağız Diş Sağlığı Merkezi• Eminönü Deri ve Tenasül Hastalıkları Hastanesi• Silivri Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesi

İstanbul Fatih Bölgesi’ne bağlanan hastaneler• Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi• İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Arnavutköy Devlet Hastanesi• Bayrampaşa Devlet Bastanesi• Lütfiye Nuri Burat Devlet Hastanesi• Süleymaniye Doğum ve Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi

İstanbul Anadolu Güney Bölgesi’ne bağlanan hastaneler• Kartal Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi• İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi • T.C. Sağlık Bakanlığı-Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Kartal Yavuz Selim Devlet Hastanesi• Pendik Devlet Hastanesi• Tacirler Eğitim Vakfı Sultanbeyli Devlet Hastanesi• Yakacık Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi• Meslek Hastalıkları Hastanesi• İstanbul Kartal Ağız Diş Sağlığı Merkezi• Maltepe Devlet Hastanesi• Tuzla Devlet Hastanesi• Maltepe Ceza İnfaz Kurumu

Page 26: Ocak-Şubat Mart 2013

25

İstanbul Anadolu Kuzey Bölgesi’ne bağlanan hastaneler• Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Sağlık Bakanlığı İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Dr. Siyami Ersek Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Beykoz Devlet Hastanesi• Üsküdar Devlet Hastanesi• Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi• Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi• Şile Devlet Hastanesi• Ataşehir Ağız Diş Sağlığı Merkezi• Göztepe Ağız Diş Sağlığı Merkezi • Sancaktepe Ağız Diş Sağlığı Merkezi• Beykoz Ağız Diş Sağlığı Merkezi

Bektemür, “Firmalarla çerçeve anlaşması yapılıyor, onlar da bize sene boyu aynı fiyattan vermeyi taahhüt ediyorlar. Genel sekreterliklerin alımları toplu olarak yapmaları tekelleşmeyi değil, bizzat eldeki yapının daha verimli kullanılmasının önünü açıyor. Ayrıca alımları sadece genel sekreterlikler üzerinden yapalım diye bir durum da yok. Hastaneler bu konuda kendileri de alım yapabilecekler. Bizim temel amacımız yıl içinde birden fazla anlaşma yapmak ve bu sayede ihtiyaçların karşılanmasıdır.” ifadesini kullandı.

Palteki: “Kamu kar etmenin değil, verimliliğin peşinde.”Toplantıda genel sekreterlere yöneltilen sorulardan biri de hastanelerin kar amaçlı kuruluşlar olacağı yönündeki eleştirilerle ilgiliydi. Anadolu Güney Bölgesi Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Uzm. Dr. Tuncay Palteki, mali tablolardan önce israfın ortadan kaldırılması, imkanların verimli kullanılması gibi kriterlerin önce çıktığını dile getirdi. Palteki, “Mali değerlendirmeler gelir kalemi çok yüksek bir puana sahip değil. Tıbbi, idari, hasta hakları, çalışan memnuniyeti gibi konular daha öncelikli. Mali konuların bu kadar ön planda algılanması çok doğru değil. Zaten kamu hiç bir zaman bu anlamda kar etmeyi değil sistemin etkin ve verimli kullanılması açısından önemlidir.” diyerek önceliğin verimlilik olacağı mesajını verdi.

Birinci: “Değerlendirmeler6 ayda bir yapılacak.”

Anadolu Yakası Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Dr. Şuayip Birinci ise yeni sistemin değerlendirilmesinde nasıl bir yol izleneceğine ilişkin soruyu cevapladı. Birinci, yöneticilerin çalışanlarını baskı altında tutup çalışmaya zorlamayacağını anlatarak sisteme bu açıdan bakılmasını tavsiye etti.

Birinci, sonuç değerlendirmelerinin altı ayda bir yapılacağını ve ilk karnelerini temmuz ayında alacaklarını ifade etti.Bakır: “Hastalıklara erken müdahaleyi hedefliyoruz.”Bakırköy Bölgesi Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Doç. Dr. İhsan Bakır’da kendi bölgelerinde yapılacak çalışmalar hakkında bilgi verdi. Bakır, Bahçelievler’deki eski Fizik Tedavi Hastanesi’nin yenileneceğini ve yerine dört yüz yataklı bir hastane yapılacağını dile getirdi. Bakır, bazı hastalıklara yapılacak erken müdahalenin hem hasta yakınları hem de devletin üzerindeki yükün azaltılması anlamında büyük yarar sağlayacağını anlattı.

Müslümanoğlu: “Diğer genel sekreterlerle devamlı iletişim halinde olacağız.”Fatih Bölgesi Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Hazma Müslümanoğlu’ da İstanbul’daki beş genel sekreterliğin sürekli koordinasyon halinde bulunacağını ve haftalık toplantılarla irtibatın sağlanacağını söyledi. Müslümanoğlu, sistemin iki aylık bir geçmişi olduğunu, ancak zaman ilerledikçe hizmetin kalıcı ve kaliteli sağlanabileceğini kaydetti.

Dokucu: “2 bin 800 yatak kapasiteli bir kampüs için imzalar atıldı.”Sorular sırasında İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, İkitelli Bölgesi’nde yapılacak yeni hastane kampüsü ile ilgili bilgi de verdi. Dokucu, imzaların atıldığını ve ilgili bölgeye 2 bin 800 yatak kapasiteli bir kampüs kurulacağını söyledi. Kampüsün hizmet vermeye başlamasından sonra bu bölgenin kendi içinde bir sistemle yönetilmesinin daha doğru olacağı kanaatini taşıdığını sözlerine ekledi l

Anadolu yakasında 15 hastane Dr. Şuayip Birinci’ye emanetAnadolu Kuzey Bölgesi Genel Sekreteri Şuayip Birinci’ de Beykoz, Çekmeköy, Sancaktepe, Şile, Ümraniye, Üsküdar, Ataşehir, Kadıköy ilçelerinde 2 milyon 809 bin 965 kişiye, yedi eğitim ve araştırma hastanesi, üç devlet hastanesi, dört ağız ve diş sağlığı merkezi, bir fizik tedavi ve rehabilitasyon merkeziyle hizmet verdiklerini aktardı. Birinci’ ye bağlanan hastaneler:

Bektemür: “Alımlar sadece genel sekreterlikler üzerinden yapılmayacak.”Daha sonrasında basın mensuplarıyla soru cevap şekilde gerçekleşen toplantıda yeni koordinatörlüklerin teknik cihaz alımlarının hangi kriterlere göre yapılacağı yönündeki soru da yanıt buldu. Konuyla ilgili açıklamalar yapan Beyoğlu Bölgesi Genel Sekreteri Uzm. Dr. Güven Bektemür, teknik cihaz ve diğer alımların ilgili firmalarla yapılan ön görüşmelerle belirleneceğini dile getirdi.

Page 27: Ocak-Şubat Mart 2013

PROF. DR. NEJDET BİLDİKKARTAL DR. LÜTFİ KIRDAR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / GENEL CERRAHİ KLİNİĞİ EĞİTİM SORUMLUSU

Dikkat,apandisitte geçkalmak öldürebilir!

Page 28: Ocak-Şubat Mart 2013

27

komplikasyon, hatta ölüm riskine sebep olduğunu söylüyor. Bildik, teşhis ve tedavide gecikilmesinin batında yaygın iltihaplanma, apse oluşması veya bazen apandisitin alınamaması gibi sorunlara sebep olduğunu kaydederek “Bu belirtileri taşıyan kişiler ağrı kesici, bulantı giderici, müshil gibi ilaçları almadan derhal bir sağlık kuruluşuna başvurmalı.” bilgisini veriyor.Apandis, çoğunluğu 6-9 cm olan bir bağırsak parçasına verilen isimdir.Halk arasında kör bağırsak olarak da bilinen apandis organı, karnın sağ alt tarafına uyan bölgede, uzunluğu 2-22 cm arasında değişen, büyük çoğunluğu 6-9 cm olan bir bağırsak parçası olup, kalın bağırsağın başlangıç kısmı olan çekum tabanının arka- iç yüzünde yer alır. Apandisin çekuma açıldığı yerin, kalınbağırsağın dış yüzünde bulunan üç bantın (Tenya Koli) başlangıç yeri olması anatomik olarak tanımlamada yardımcı olmaktadır. Anatomik olarak apandisin çekum tabanı ile olan ilişkisi değişmemekle birlikte, ucu ve gövdesi değişken yerleşimler gösterebilir. Bu değişkenliklerin önemi, akut apandisit tanısında klinik belirtiler ve fizik muayene bulgularında hastalara göre farklılıklara neden olmasıdır.

Tanısı en zor konulan hastalıklar arasında yer alan apandisit, ince bağırsakla kalın bağırsağın arasında bulunan “kör bağırsağın iltihaplanması” olarak tanımlanıyor. Apandisitin yerinin her insanda farklı olduğuna ve 20-30 yaş grubunda ki gençlerde daha sık görüldüğüne dikkat çeken Doç. Dr. Nejdet Bildik, karın ağrısı iştahsızlık, kusma ve beraberinde bulantıyla belirti veren hastalığın hızlı bir cerrahi müdahale ile kısa sürede tedavi edilebildiğini belirtiyor. Apandisit belirtileri bulunan hastaların zamanla yarıştığını kaydeden Bildik, teşhis ve tedavideki gecikmelerin hastalığa bağlı

Bir tür bağırsak iltihaplanması olarak tanımlanabilir.Apandisin iltihaplanması durumuna akut apandisit adı verilir. Akut apandisitteki en önemli nedensel faktör, dar olan apandis lümeninin(iç boşluk) tıkanmasıdır. Bu tıkanma taşlaşmış dışkı (fekalit), lenf dokusunun büyümesi (lenfoid dokunun hipertrofisi), sertleşmiş baryum, tümörler, sebze-meyve çekirdekleri, kemik parçaları ve bağırsak parazitleri gibi nedenlerle oluşur.

Tıkanma sonucu, apandisin iç tabakasındaki (mukoza) salgı apandisin lümeninde birikmeye başlayarak buradaki iç basıncın artmasına neden olur. Çeşitli bakterilerin de ilave olduğu tabloda bu basınç artışı apandisin duvarında yer alan sinirlerin uyarılmasıyla ağrıya, damarlarındaki kan dolaşımının bozulmasıyla, zamanla apandisin delinmesine ve karın içi zarında iltihaplanma(perit onit) ve apse oluşumuna kadar giden bir dizi belirti ve bulgulara neden olur.

Erişkinlerde % 90 oranında karşılaşılabilen bir hastalık. Akut apandisit en sıklıkla erişkinde 20-30 yaş grubunda görülmektedir. Genel olarak akut apandisitin görülme oranı erişkinde %90, çocuklarda %7-10’dur.

Page 29: Ocak-Şubat Mart 2013

Karın ağrısı: Akut apandisitin en önemli belirtisidir. Başlangıçta genellikle karnın üst tarafında, göbek çevresinde yerleşik orta şiddette ve sürekli bir ağrıdır. Bazen bu ağrının üzerine aralıklı kramplar da eklenebilir. Genellikle 4-6 saat süren bu ağrı, bu sürenin sonunda yer değiştirerek karnın sağ alt tarafına yerleşir. Her ne kadar klasik ağrı sıralaması bu şekilde ise de bu durum değişmez değildir. Kimi hastalarda apandisit ağrısı sağ alt bölgede başlar ve hep orada kalır. İştahsızlık: Hastaların hemen hepsinde ağrıdan da önce görülen fakat çoğu kez önemsenmeyen bir belirtidir. O denli sabit bir bulgudur ki eğer hastanın iştahı bozulmamışsa akut apandisit tanısını gözden geçirmek gerekir.Kusma ve bulantı: Bu bulgu ya net değildir ya da çok kısa sürer. Hastaların %75’inde görülür, bulantı daha sıktır. Hastaların büyük çoğunluğu bir veya iki kez kusarlar. Yukarıda anlatılan bu üç ana belirti dışında karın ağrısının başlamasından önce dışkılama güçlüğü, dışkılama yapıldığı takdirde karın ağrısı rahatlayacakmış hissi ve özellikle çocuklarda ishal gibi belirtiler de görülebilir.

TeşhisBu hastalıkta teşhiste en önemli faktörler, hastanın şikayetleri ve doktorun yapacağı fizik muayenede elde edeceği bulgulardır. Teşhiste bu iki esas faktörün yanında, kan ve idrar tahlili gibi laboratuvar tetkikleri, düz karın grafileri ve ultrasonografi gibi görüntüleme yöntemlerinden yararlanılabilir.

Geç teşhisi öldürücü olabilir.Erken teşhis ve uygun cerrahi tedavi yapıldığı durumda mortalitenin %0.1’in altına düştüğü bu hastalıkta, teşhis ve tedavideki gecikmeler ve yanlış tutum

sonucunda hastalığa bağlı komplikasyonlar, hatta ölüm riskinde artış söz konusu olmaktadır.

Erken teşhis edildiğinde kolay bir cerrahi girişim ve kısa süreli hastanede yatışla hastanın normal hayatına dönmesi mümkünken, teşhis ve tedavide gecikilmesiyle daha zorlu bir ameliyat, batında yaygın iltihaplanma, apse oluşması, bazen apandisitin alınamaması, tekrarlayan cerrahi girişimler, daha uzun süreli hastanede yatma gerekliliği, hastanın normal hayatına dönmesinde gecikme ve hatta ölümler söz konusu olabilmektedir.

Tedavidetek yol ameliyatAkut apandisit teşhis edildiğinde cerrahi olarak tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır. Ameliyatta iltihaplanmış olan apandis alınır. Genel cerrahi uzmanlarının mesleki uygulamalarında en sık yaptıkları

acil ameliyatların başında gelen akut apandisitte cerrahi girişim genellikle klasik açık yolla yapılmaktadır.

Ayrıca cerrahinin hemen her alanında olduğu gibi, cerrahın deneyimi ve yeterli teknik-alet varlığında, laparoskopik (kapalı yöntem) olarak da yapılabilmektedir.

Apandisit şüphesi taşıyan biri nelere dikkat etmeli?Yukarda saydığımız belirtileri kendinde gören hastaların, herhangi bir ilaç (ağrı kesici, bulantı giderici, müshil gibi) almadan ve hiç vakit kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurarak teşhis ve tedavilerinin sağlanması konusunda dikkatli olmaları gerekir.

Bu hastalıktan korunmak mümkün müdür?Akut apandisitten korunmakla alakalı olarak tıbbi kaynakların bildirdiği bir yöntem mevcut değildir l

Page 30: Ocak-Şubat Mart 2013
Page 31: Ocak-Şubat Mart 2013

UZM. DiYETiSYEN ELİF TUĞBA ÇİLİNGİR İSTANBUL İL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ

Form tutturan besinler

Greyfurt, yoğurt, kahve ya da badem. Birbirinden alakasız bu yiyeceklerin, kilo vermenize ya da mevcut formunuzu korumanıza faydası olduğunu biliyor musunuz?Uzm. Diyetisten Elif Tuğba Çilingir, özellikle çalışma hayatında gönül rahatlığıyla tüketebileceğimiz atıştırmalıkları listeledi.

Çikolata ya da bisküvi yerine 1 kase yoğurtla hazırlanmış mevsim meyvelerinin, çok daha sağlıklı bir seçenek olabileceğini söyleyen Çilingir, kuruyemişlerin mucizevi etkilerinden de faydalanılması gerektiğini söylüyor.

Page 32: Ocak-Şubat Mart 2013

31

Ara öğünlerde tüketilen 1 avuç ceviz, badem ve fındıktan oluşan yağlı tohumların açlık hissini bastırmanın yanında metabolizmamızı da hareketlendirdiğini kaydeden Dyt. Çilingir, günde2-2,5 litre su içmenin de metabolik hareketlerimizi yüzde 30 oranında hızlandırarak, yağ oluşumunu engellediğine dikkat çekiyor. Dyt. Çilingir’in listesinde başlıca şu gıdalar yer alıyor:GreyfurtÇok yüksek lif içeriyor, kalorisi az ve yağ yakan enzimleri içeriyor. Ek olarak insülin direncini düşürüyor. Yapılan bir çalışmada, günlük öğünden hiçbir şey çıkartmadan sadece her yemekte bir greyfurt yemenin ya da greyfurtun suyunu içmenin haftada 1 kilo verilmesine neden olduğu saptanmıştır.

CevizOmega-3 yağ asidinden zengin olan ceviz, tok tutması yanında metabolizmanızı hızlandırıp vücutta yağ yakmayı kolaylaştırır, zindelik verir, enerjik olmanızı sağlar ve algı düzeyinizi artırır. Ara öğün olarak, 2-3 adet ceviz ile birlikte herhangi bir meyve tüketmeniz, daha hızlı kilo vermenize yardımcı olur.

KahveKafein enerji harcamasında artış sağlar, şeker ve yağın daha çok yakılmasına yol

açar. Kafein yağ hücresini küçültmekte, trigliserit miktarını azaltmaktadır. Günde 1,5 su bardağı şekersiz içilen filtre kahvenin, fiziksel aktiviteyle birlikte, uygulanan zayıflama diyetlerinde destek olabilir.

BademBademin kaliteli protein içermesi ve sağlıklı yağlardan zengin olması kişiyi daha uzun süre tok tutar. Badem sert bir yiyecek olduğu için, çiğnemesi zordur ve bu durum kişinin çiğneme duygusunu tatmin eder. Lif oranı yüksek olduğu için bağırsak hareketlerini artırır. Hazırlama zorluğu olmadığı için her yerde kolayca bulunabilir ve her yere kolayca taşınabilir.

SuEğer yeterince su içmiyorsanız kilo vermekte kesinlikle zorlanacaksınız demektir. Sıvı eksikliği yavaş metabolizmaya ve kandaki glikoz seviyesinin düşmesine neden olur. Bu nedenle yorgunluk ve baş dönmesi de görülebilir. Günde 2-2,5 litre su içmek metabolizmayı % 30 oranında hızlandırır.

Baharatlı yiyeceklerÖzellikle acı ve kırmızıbiber metabolizmayı hızlandırır. Çünkü baharatlar adrenalin salgılanmasını hızlandırır, metabolizma hızını artırır ve kalori yakılmasına destek olur.

Yeşil çayYeşil çay kansere karşı etkisiyle bilinir. Ayrıca metabolizmayı da hızlandırarak yağların yakılmasını sağlar. Yemeklerden sonra içilen bir fincan yeşil çayın faydasını kısa sürede görebilirsiniz. Her gün içilen 5 fincan yeşil çay, 70-80 kalori yakılmasını sağlar.

Az yağlı süt ürünleri Kalsiyum kaynağı olmalarının yanı sıra bu besin maddeleri yağ hücrelerinin yakılmasını da hızlandırır. Günde 3-4 kez az yağlı süt ürünleri tüketen kadınların yağ yakımı, yemeyenlere oranla yüzde 70 daha fazladır. Kalsiyum vücudun yağları daha hızlı yakmasını sağlar. Günlük kalsiyum ihtiyacı 1.200 mg’dır.

FındıkYağ içerdiği için fındığın sizi şişmanlatacağını düşünmeyin. Tam tersine fındık, kalp ve damar sağlığı açısından çok faydalıdır. Kolesterolü düşüren, kalp ritminin ayarlanmasına yardımcı olan fındığı her gün yemek, kalp krizi geçirme riskini azaltma konusunda etkilidir. Fındık bunun dışında vücut için çok iyi bir enerji kaynağıdır, vücudun dirençli olmasını sağlar, beden ve zihin yorgunluğunu giderici etkiye sahiptir. Kansızlık için iyi gelmektedir, vücut ve kemik gelişimini destekleyicidir. Üstelik çeyrek su bardağı dolusu fındık 200 kalorinin altında bir değere sahiptir.

Yarım simit ile peynirOldukça lezzetli ama sakın tamamını yemeyin. Susamları olduğundan, kalori içeren bu ara öğün tok tutmada oldukça etkilidir.

Bitter çikolataEğer karşı konulmaz bir şekilde canınız çikolata çekiyorsa, birkaç parça çikolata yiyerek isteğinizi köreltebilirsiniz l

Sağlıklı atıştırmalıklarUzm. Diyetisyen Çilingir, çalışma hayatında kolaylıkla hazırlanabilecek alternatif atıştırmalıkları ise şöyle sıralıyor:

Yoğurt, yulafezmesi, cevizYulaf ezmesinin içerdiği lifin yapısı farklı olup, sindirim sistemini farklı düzeyde çalıştırır. Böylece sindirim sisteminde olan problemleri aşmamızı kolaylaştırır. Ceviz, yoğurt ve yulaf ezmesi metabolizmamızın maksimum düzeyde çalışması için en iyi anahtardır.

Yoğurt, maydanoz Yoğurttaki kalsiyum, yağ yakmayı tetiklediği gibi aynı zamanda ödemi azaltıp, dolaşımınızı açarak kilo vermemizi kolaylaştırır. Gece yatmadan yoğurda maydanoz karıştırarak yersek, yavaşlayan metabolizmanızı açar, kilo vermeye ivme kazandırmış olursunuz.

Peynir, ekmek, maydanozPeynir ekmek ikilisi, bir de yeşillik ve çiğ sebzeyle karıştırılırsa, metabolizmanızı hızlandırmakta ve kilo vermenizi kolaylaştırmakta rakip tanımaz.

Havuç, kuru üzüm, ananas, yoğurtA vitamini kaynağı olan havuç, kan basıncınızı düşürmeye yardım etmekte ve sağlıklı dişlere sahip olmanızı sağlamaktadır. Kuru üzüm, antioksidan kaynağıdır. Ananas ise bağışıklık sistemimizi güçlendiren C vitamini kaynağıdır. Sağlıklı abur cubur yapmak için; az yağlı sade yoğurdun içine biraz rendelenmiş havuç, kuru üzüm ve doğranmış ananas ilave edebiliriz.

Page 33: Ocak-Şubat Mart 2013

UZM. DR. ZEYNEP TOPKARCI BAKIRKÖY DR. SADİ KONUK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ/DERMATOLOJİ KLİNİĞİ

Sivilce ve tedavisinedair bilinmesi gerekenher şey!

Page 34: Ocak-Şubat Mart 2013

33

Gençlik dönemlerinde yaşanan sivilce ve akne problemleri, ilerlemiş yaşlarda da sıklıkla karşılaşılan cilt hastalıkları arasında yer alıyor. Halk arasında sivilce olarak adlandırılan aknenin uzun ve sabır isteyen bir tedavi süreci gerektirdiğini söyleyen dermatoloji uzmanı Dr. Zeynep Topkarcı, tedavide ana amacın iyileşmekte olan sivilcelerin ciltte iz bırakmasını önlemek olduğunu belirtiyor. Akne oluşumunda en belirleyici etkenin ailevi yatkınlık olduğunu kaydeden Topkarcı, sivilcelerin uzman bir dermatolog tarafından kontrollü ve güvenli bir

biçimde tedavi edilebileceğini söylüyor. Uzm. Dr. Topkarcı, akneli cilde sahip olan kişilerin yağsız, su bazlı kozmetik ürünleri tercih etmeleri gerektiğini belirterek, “Kesinlikle aknelerinizi sıkmayın! Aknelerin sıkılması, o bölgelerde leke ve iz kalmasına neden olacaktır.” uyarısında bulunuyor:Sivilce oluşumunda genetik ve hormonal faktörler önemli rol oynuyorSivilce (akne), cildimizde bulunan kıl-yağ bezi ünitesinin hastalığıdır ve yağlı ciltlerde görülen iltihaplı sivilceler ve siyah nokta oluşumunu ifade eder. Yağ bezleri en fazla yüz, sırt, göğüs ve omuzlarda bulunduğundan sivilce de bu bölgelerde daha sık görülür.

Hormonal değişiklikler, yağ bezlerinin aşırı yağ üretimi, bakterilerin çoğalması ile kıl folikülü ve yağ bezlerinin iltihabı sivilce oluşumuna yol açan faktörlerdir. Kalıtsal faktörler, ilaç kullanımı, yanlış kozmetik ürün

kullanımı, stres sivilce oluşumu ile ilişkilidirSivilce oluşumunda; çikolata, kuruyemiş gibi yağlı yiyeceklerin, cilt temizliğinin, cinsel aktivitenin, karaciğer veya başka bir iç organ hastalığının bilimsel olarak kanıtlanmış bir rolü yoktur.

Ergenlik sonrasında da ortaya çıkabiliyorSivilce ergenlik çağı hastalığı olarak bilinmesine rağmen yenidoğandan 40’lı yaşlara kadar tüm yaş gruplarını etkileyebilir, ancak en sık ergenlik döneminde görülür. Genç kızlarda adet döneminden bir yıl önce başlayabilir. Ergenlik döneminde fiziksel olgunluğu sağlayan hormonlar, yağ bezlerinin daha çok sebum üretmesine neden olurlar.

Tedavide ana amaç, sivilceyi iz bırakmadan yok edebilmekSivilce tedavisinde değişik yöntemler mevcuttur. Tedavide ana prensip cildi tahriş etmeyen temizleyici ürün seçimi, iltihaplı sivilcelerin elle sıkılıp travmatize edilmemesi ve sivilce şiddetine uygun tedavi uygulanmasıdır.

Cilt, günlük olarak ılık su ve pH’ına uygun bir temizleme ürünü ile temizlenebilir. Hafif sivilcede krem, jel, losyon şeklinde tropikal ilaçlar ve temizleyiciler, sivilceli bölgeye ince bir tabaka halinde uygulanır. İltihaplı sivilcelerin yoğunlaştığı orta şiddetli sivilcede; ağızdan antibiyotikler ve tropikal tedavi birlikte uygulanır. Şiddetli sivilce vakasında dermatolog kontrolünde, ağızdan antibiyotik veya retinoik asit tedavisi uygulanır

Page 35: Ocak-Şubat Mart 2013

Etkisi tedavi başlandıktan 2–4 hafta sonra başlar. Tedavi ile kontrol altına alınmayan, vücutta aşırı tüylenme veya saç dökülmesinin eşlik ettiği sivilcenin bir cilt hastalıkları uzmanı tarafından hormonal incelenmesi gerekir.

Günümüz şartlarında sivilce izlerinden tamamıyla kurtulmak mümkünSivilce izlerinde tedavi, izin tipi ve derinliğine göre düzenlenir. Sivilce izi tedavi yöntemleri aktif sivilcelerin olduğu dönemde uygulanmamalıdır. Sivilcelerin iyileşme sürecinde bazı soyucuların kullanılması, peeling işlemleri ve lazer tedavilerinin uygulanması iyileşme sürecini hızlandıracak ve kalıcı sivilce izi oluşumu olasılığını azaltacaktır.Sivilce tedavisi tamamlandıktan sonra geride kalmış izler varsa, lazer tedavileri, peeling işlemleri, dermabrazyon ve dolgu maddeleri enjeksiyonu gibi yöntemler uygulanabilir. Tek bir yöntem yerine, izin yapısına uygun birkaç yöntemin bir arada kullanılması, sonuçların daha iyi olmasını sağlar. Sivilce ve sivilce izi tedavileri süresince ve sonrasında güneşten korunmak ve güneş koruyucu kullanımı çok önemlidir l

Sivilce tedavisinde dikkat edilmesi gerekenler:

• Sivilce tedavi edilebilir bir durumdur. Ne kadar kısa süre içinde tedaviye başlarsanız, o kadar kısa zamanda iyileşme başlar. Tedavi edilmeyen siviceler, ciltte hayat boyu devam eden izler bırakabilirler. Tedaviye düzenli bir biçimde devam edilmelidir.

• Hiçbir zaman sivilcelerle oynanmamalı, sıkılmamalı ve yolunmamalıdır. Bu uygulamalar, sivilceyi derinleştirerek daha fazla büyümesine ve iz bırakmasına neden olur. Sivilceyi alevlendirebileceği için tahriş edici, ovalayıcı tarzda deri temizliğinden kaçınılmalıdır. Yüz, su ile cilt pH’sına uygun temizleyici sabun veya jel kullanarak günde iki kez yıkanmalıdır.

• Sivilce ürünleri sadece sivilce üzerlerine nokta halinde değil, tüm etkilenen alanlara yayarak uygulanmalıdır.

• Sivilce tedavi ajanları ilk 2-4 hafta kuruluk yaratabilir. Zamanla cilt bu reaksiyonları göstermez. Kuruma şikâyeti için yağsız bir nemlendirici kullanılabilir. Şiddetli tahrişlerde tedavi bırakılarak doktorunuzla görüşülmelidir.

• Sivilce besinlerden kaynaklanmaz. Çalışmalar glisemik endeksi yüksek gıdaların sivilceleri kötüleştirebileceğini göstermektedir. Dolayısıyla dengeli beslenme her zaman çok önemlidir. Gazlı ve şekerli içecekler yerine su; çikolata ve şeker yerine meyve; beyaz ekmek yerine tam buğday ekmeği tüketilebilir. Abur cuburdan uzak durup, sebze, meyve, balık gibi faydalı besinleri bolca tüketmek ve bol su içmek beslenmemizin temelini oluşturmalıdır.

• Bronzlaşmak geçici olarak sivilceyi maskeleyebilir. Bazı kişilerde sivilceyi azaltırken, bazılarında sivilcenin alevlenmesine ve hatta sivilce ortaya çıkmasına neden olabilir. Ancak güneş ışığı cildi yaşlandırır ve deri kanserine neden olur. Bu nedenle güneşe çıkıldığında yağsız, jel ya da losyon formunda güneş koruyucu kullanılmalıdır. • Makyaj malzemeleri, losyonlar veya kullanılan ilaçlar sivilceye sebep olabilir. Dermatoloğunuzla görüşürken kullandığınız ilaç ve ürünleri iyi belirtmeniz gerekir. Tedavi sırasında cildi aşırı kurutan veya yağlandıran temizleme ürünleri ve toniklerden kaçınılmalıdır.

• Sivilceli hastaların cilt bakım ürünleri ve makyaj malzemeleri kesinlikle yağsız olmalıdır. Mümkünse fondöten ve pudra kullanılmamalıdır. Sosyal ve psikolojik nedenlerle kapatıcı kullanılması gerekiyorsa yağ içermeyen, sivilceli ciltlere özel likit fondöten, pudra veya nemlendirici kullanacaklarsa yağsız ve su bazlı olmasına ve üzerinde “non- comedogenic” veya “non-acnegenic” yazmasına dikkat etmelidirler. Mineral makyaj ürünlerinin kullanılması daha uygundur. Saça sprey sıkarken, parfüm ya da kolonya kullanırken yüze gelmemesine dikkat edilmelidir.

• Yorgunluk ve stres, stres hormonlarını ve dolaylı olarak yağ yapımını artırır. Yorgunluk ve stresten olabildiğince uzak kalmaya çalışılmalıdır.

• Uyku esnasında cilt beslenmekte ve kendini yenilemektedir. Bu yüzden düzenli uyku uyunmalıdır.

• Egzersiz her şeyden önce genel sağlık için çok yararlıdır. Kan dolaşımını hızlandırır ve cildin de aralarında bulunduğu hayati organlara daha fazla oksijen gitmesini sağlar. Egzersizden sonra yüzde biriken ve bakteriler için ortam yaratan yağ ve ter mutlaka, uygun ürünlerle, dikkatlice yıkanmalıdır.

• Saunalardan ve havalandırması olmayan mutfaklardan uzak durulması gerekir.

• Erkeklerin, tıraş kremi yerine tıraş jeli, elektrikli traş makinesi yerine çift bıçaklı tıraş bıçağı kullanması ve tıraştan önce ılık su ve sabunla sakallarını yumuşatarak, nazik bir şekilde tıraş olması önerilir.

Page 36: Ocak-Şubat Mart 2013

Sizlere daha geniş kapsamlı hizmet sunabilmek için birçok tıbbi bölümü bünyemize katıyoruz.Tüm bu yenilikler ışığında ismimizi de değiştirdik. Nişantaşı Hospital olan ismimiz artık Nişantaşı Hastanesi.

Nişantaşı Hastanesi ile sağlık yanı başınızda.

BÜYÜYORUZ

Page 37: Ocak-Şubat Mart 2013

SEÇİL ÜRKMEZBATI YILDIZ ANAOKULU / PSİKOLOG

Okul öncesi eğitim alan çocuk,akademik ve sosyal açıdan daha başarılı!

Çocukların zihinsel, duygusal, sosyal ve bedensel gelişiminin yüzde 70 oranında 0-6 yaş arasında tamamlandığını biliyor musunuz? Sizce 3-6 yaş arasında eğitim alan çocukların hayata bakışı ne denli değişiyor? Ya da sonraki eğitim hayatları bu eğitimden ne kadar etkileniyor? Bu soruların cevabını Batı Yıldız Anaokulu Psikoloğu Seçil Ürkmez verdi.Okul öncesi dönem olarak adlandırılan 0-6 yaş döneminin çocuğun öğrenmesinin en yoğun olduğu, temel alışkanlıkların

Page 38: Ocak-Şubat Mart 2013

37

ve zihinsel yeteneklerin en hızlı geliştiği zaman dilimi olduğunu söyleyen Psikolog Ürkmez, bu süre içerisinde kazanılan davranış ve alışkanlıkların yaşam boyunca devam ettiğini söylüyor. Erken çocukluk dönemindeki deneyimlerin beynin çalışma biçimi açısından da belirleyici olduğuna dikkat çeken Ürkmez, bu dönem eğitim alan çocuklarının akademik ve sosyal açıdan daha başarılı olduklarını kaydediyor. Ürkmez, okul öncesi eğitimin çocukların dil gelişimine de önemli oranda katkı sağladığını belirtiyor ve ekliyor “Çocuklar evde yapamadıkları

birçok faaliyeti anaokulunda gerçekleştirir, sosyal açıdan önemli tecrübeler edinirler. Bu nedenle annenin çalışıp çalışmamasına bakılmaksızın tüm çocuklara okul öncesi eğitim şansı verilmeli.” Ürkmez konu hakkında şunları söylüyor:Okul öncesi eğitim nedir?Okul öncesi eğitim, çocuğun doğduğu günden temel eğitime başladığı güne kadar geçen yılları kapsayan ve çocukların daha sonraki yaşamlarında önemli rol oynayan bedensel, psiko-motor, sosyal, duygusal, zihin ve dil gelişimlerinin büyük ölçüde tamamlandığı, kişiliğinin şekillendiği bir süreçtir.

Çocuklara merak edecekleri ve meraklarını giderebilecekleri ortamlar sunmak çok önemliÇocukların doğuştan getirdikleri bazı ihtiyaçları vardır. Merak etme ve hareket etme bunlardan önemli iki tanesidir. 1-2 yaşından itibaren sosyalleşmeye/oyun oynamaya başladıklarında ise, iki alan daha da gelişir. Merak etme ihtiyaçlarıyla, kendilerine sunulan uyaranlar sayesinde beyinlerindeki hücreler kimyasal reaksiyonlar göstererek değişime uğrar ve gelişir ki, bu da öğrenmeleriyle doğru orantılıdır.

Çocuklara merak edecekleri/meraklarını giderecekleri durumlar / öğrenme ortamları ve malzemeler sağlamak bu nedenle çok önemlidir. Oyun, çocukların hayatında en önemli ve değerli gelişim aracıdır. Dolayısıyla çocukların en önemli işi oyun oynamak olmalıdır.

Page 39: Ocak-Şubat Mart 2013

Okul öncesi eğitim için en ideal zaman3 yaşÇocuk çevresini keşfettikçe, ev ona yetmemeye başlar. Bunun yanında anne bir işte çalışmıyor olsa dahi çocuğun bakımında bir desteğe mutlaka ihtiyaç duyacaktır. Okul tam da bu noktada devreye girer.

Okul çocuğa yeni şeyler öğretir, onu geliştirir, ilgi ve sevgi verir. Oyuncak, oyun alanı, arkadaş, öğretmen, etkinlik gibi daha birçok geliştirici uyaranın bulunduğu bir ortamı deneyimlemesinisağlar.

Bu bağlamda ailelerin bireysel yaşamlarını düşünerek, çocuğun okula başlama yaşına karar vermeleri gerektiğini düşünüyorum. 3 yaş itibariyle sosyal, duygusal, bilişsel anlamda okulun destek ve yönlendirmelerine mutlaka ihtiyaç vardır. 4+4+4 sistemi, ilköğretimi bir yıl geriye çekti. Dolayısıyla 3 yaş itibariyle mutlaka okula gitmeleri geliştirici olacaktır. 3 yaş öncesinde de geliştirici uyaranlarla dolu bir çevre olan okula başlamaları, gelişimsel açıdan süreci oldukça destekleyecektir.

Çocuklar kendi yaş grupları ile sosyalleşmeyi öğreniyorOkulda sosyalleşme, son derece doğal biçimde işliyor. Çocuklar sınıf içerisinde birbirleriyle önceleri hiç ilgilenmeseler dahi, bir oyun esnasında ya da bir etkinlikte, kendilerini bir diğer çocukla sohbet ediyor halde bulabiliyorlar. Gelişimin bu doğallıkta seyretmesi gerçekten çok güzel. Çocuklar evden ayrılana(yani okul öncesi kuruma gidene kadar) etraflarındaki insanlar genellikle yetişkinlerden oluşuyor. Çocuğun çok sevdiği, asla bırakmak, ayrılmak ve kimseyle paylaşmak istemeyeceği yetişkinler. Ama insan sosyal bir varlıktır, yaşı ne olursa olsun bu böyledir. Okul doğal ortamda sosyal kaynaşmayı sağlayan yerdir, diyebiliriz.

İlgi ve becerileri erken yaşta fark ediliyorAkademik becerilere gelecek olursak, burada tabi ki öğretmenlerimizden bahsetmek gerekir diye düşünüyorum.

Öğretmen çocuk için annenin bir temsilidir denebilir. Öğretmen; çocuğu seven, onla ilgilenen, hem kuralları ve nasıl davranması gerektiğini öğreten hem de ilgi ve becerilerine göre çocuğu yönlendirip geliştiren kişi oluyor.

Okul öncesi eğitimin çocuğa sağladığı yararlar• Okul görsel, işitsel, dokunsal uyaranlarla dolu, öğretici ve oldukça eğlenceli bir çevredir. • Okula giden çocuk, gelişimi destekleyici oyuncak ve etkinliklerin düzenli yapıldığı, eğitici öğretici bir çevreye kavuşmuş olur. • Çocuk, yaşamında büyük olasılıkla ilk defa, kendi gibi olan bu kadar fazla sayıda çocukla bir arada olma imkanına kavuşur. • Kuralları yavaş yavaş öğrenmeye başlar. Sırasını bekler, önündeki arkadaşını bekler, paylaşmayı öğrenir. Tüm bunlar çocuğun kendi sınırlarını fark etmesini sağlar; büyüdüğünü, sorumlulukları olduğunu, bir birey olduğunu görmesini, hissetmesini sağlar. • Küçük bir topluluk olan sınıfta/ okulda kendini ifade etmesi, ona toplumsal ilişkilerin kapısını açar.• Okula gitmeyen çocuk ise evde tüm bu olanakların daha sınırlısına sahiptir. Özellikle evde uzun zaman geçiren çocuklarda televizyon izleme, bilgisayar oynama eğilimi fazla olabilmektedir. Gelişimsel açıdan pek istemeyeceğimiz bir durumdur bu. Çocuk mümkün olduğunca TV ve bilgisayardan uzak durmalıdır. Mutlaka eğitici oyun ve programları içinde barındırsa da ekran mekanik bir ilişki biçimidir. Çocuğun gördüğü, duyduğu, dokunduğu nesnelerle ve insanlarla iletişime geçmesi geliştirici olandır.

Fiziksel aktiviteler çocukların sosyal, duygusal, zihinsel ve dil gelişimlerini sağlamanın yanı sıra,

• Küçük ve büyük kas sistemlerinin• Dolaşım sistemlerinin• Solunum sistemlerinin• Kemik ve eklem yapılarının • Merkezi sinir sistemlerinin gelişmesini sağlar.

Page 40: Ocak-Şubat Mart 2013

39

Çocuklarla iç içe oldukları için ve aldıkları eğitim gereği öğretmenler, çocukların gelişim özelliklerine hakimdir. Bu doğrultuda, doğru yönlendirmeleri yaparak çocukların ilgi ve becerini fark ederek, destekleyerek, onları akademik olarak da geliştiriyorlar.0-6 yaş dönemi, öğrenmenin en hızlı olduğu dönemdir. Okul ise farklı farklı uyaranlarla dolu; çocuğu bilişsel, sosyal ve duygusal anlamda geliştiren, onun istek, merak ve ilgilerini karşılayan bir çevredir.

Okul bir anlamda annelerin çocuklarına daha kaliteli zaman ayırmasına fırsat sunuyorAslında erken yaşta eğitim, annelerin sosyalleşmesine de önemli oranda katkı sağlıyor. Bir anne çocuğunun bakımında ilk zamanlar yoğun bir annelik meşguliyeti içerisindeyken, zamanla çocuk büyüdükçe kendi ilgilerine dönmeye başlayabilir. Bu onun bir birey olarak mutlu olmasını sağlayacak; bu mutluluk da anneliğine/çocuğuyla ilişkisine yansıyacaktır.

Bazı anneler için çalışmak/çocuktan

ayrılmak, suçluluk yaratabilen bir durum olabiliyor. Aslında kendini diğer alanlarda gerçekleştiren bir anne daha doyumlu ve verimli yaşıyor anneliğini. Çocuğuyla daha kaliteli zamanlar geçirebiliyor. Kendini diğer alanlarda da var edebilen bir anne, doyum sahibi mutlu bir anne olabiliyor.

Annenin mutluluğu, çocuğun mutluluğunun yolunu açar. Mutlu bir anneyle geçirilen nitelikli zaman, çok değerli ve önemlidir.

Hayata dair tüm ön becerileri okul öncesinde edinirlerHer çocuğun kendine özgü bir doğası ve öğrenme biçimi vardır. Çocuk bu alanların kimisinde kendisini daha iyi var edebilirken, kimisinin gelişimi için zamana ihtiyaç duyabilir. Okul öncesi eğitim tüm bu alanları destekleyecek yeterlilik ve bilgiye sahip geliştirici bir kurum olma özelliğini taşır. Eğitim programımızın entegre branş dersleriyle de doğayı sevmeyi, bilimsel araştırmayı, stratejik düşünmeyi, hayal gücü ve yaratıcılıklarını geliştirmeyi öğrenebilirler. Sanat ve müziğe karşı estetik bakış açısı geliştirmeyi ve kendilerini bunun aracılığıyla ifade edebilmeyi, kendine güvenmeyi, takım ruhu oluşturmayı, dengeli ve akıcı bir şekilde vücutlarını hareket ettirebilmeyi, ömür boyu spor yapma alışkanlığı edinmeyi de gerçekleştirebilirler. İşbirliği, yardımlaşma, dayanışma, kurallara uyma, başkalarının haklarına saygılı olma, adalet gibi değerlere dayalı bir yaşam biçimi kazanabilirler.

Koordinatör Akgök: “Çocuklara gelenekselden uzak bir eğitim olanağı sunuyoruz.”Batı Yıldız Anaokulu Genel Koordinatörü Selcan Akgök ise, anaokullarında normal eğitim formatından çok daha farklı, gelenekselden uzak bir eğitim

olanağı sunduklarını söylüyor. Bahat Sağlık Grubu bünyesinde hizmet sunan Batı Yıldız Anaokuları’nda, çağın gerektirdiği yeni teknolojileri kullanmayı ve çocuklara en iyi eğitimi vermeyi ilke edindiklerini ifade eden Akgök; Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitim-öğretim müfredatına ilave olarak, yabancı dil (İngilizce, Rusça, Almanca), müzik, piyano, yaratıcı drama, satranç, modern dans, bale, jimnastik, tenis gibi sanat ve spor alanlarında da hizmet sunduklarını kaydediyor.

Gerçek trafik eğitim parkurunda akülü araba ve bisikletle araç kullanma eğitimiAkgök, Batı Yıldız Anaokulu konusunda şu bilgileri veriyor: “1500 m2 üzerinde yer alan okul binamız, çağdaş ve modern öğrenme pedagojilerine uygun, geniş pencerelerinden ışıkla dolan, depreme dayanıklı bir yapıdır. Ayrıca 7000 m2’lik açık alana sahip okulumuzun bahçesinde, çocuklara yönelik “gerçek” trafik eğitim parkuru yer almaktadır. Bu alanda çocuklarımız akülü araba ve bisiklet ile araç kullanmanın temel ilkelerini, aynı zamanda yayaların trafikte nasıl hareket etmesi gerektiğini öğreniyorlar.”

Doğal ortamda sebze yetiştirip, hayvanat bahçesinde hayvanları tanıyorlarOkulumuzun bahçesinde bulunan hayvanat bahçemizde, çocuklarımız hayvanları tanıyor ve hayvan sevgisinin olumlu etkilerini yaşıyorlar. Yeşil çimlerle kaplı açık alanda yer alan organik tarım bahçemizde çocuklarımız; doğal yöntemlerle sebze, meyve ve baharat yetiştirmeyi ve tüketmeyi öğreniyorlar l

SELCAN AKGÖKBATI YILDIZ ANAOKULU / GENEL KOORDİNATÖRÜ

Page 41: Ocak-Şubat Mart 2013

UZM. DR. SEBATİYE ERDOĞANİSTANBUL BAĞCILAR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / NÖROLOJİ UZMANI

Dikkat! Migren ataklarınızın sıklığını, yaşam şekliniz belirliyor

Sinüzit ve sinirsel baş ağrısıyla karıştırılabilen migrenin erkeklere oranla kadınlarda daha sık görüldüğünü belirten Nöroloji Uzmanı Dr. Sebatiye Erdoğan, hastalığın seyrinde bireyin yaşam şeklinin önemine dikkat çekiyor.

“Günlük yaşam aktivileri içerisinde her hangi bir değişiklik veya yoğun stres, üzüntü, migren ataklarını sıklaştırabilir.” diyen Erdoğan, uygun tedavi yöntemiyle tüm migren tiplerinin kontrol altına alınabileceğini söylüyor.

Page 42: Ocak-Şubat Mart 2013

41

Erdoğan, hastalığın tanı ve tedavisi hakkında şu bilgileri veriyor:Tekrarlayıcı baş ağrısı atakları ve buna eşlik eden kusma, bulantı gibi başka belirtilerle kendini gösteren, sık rastlanan ve iş görmezlik durumu yaratabilen kronik bir nörolojik hastalıktır. Toplumda en sık rastlanılan ağrı durumlarından en yaygın olanı, baş ağrısıdır. Baş ağrıların içinde en sık görüleni ise migren tipi baş ağrısıdır.Zonklayıcı tarzda şiddetlenen baş ağrısı ile başlıyor.Migren atağı sırasında genellikle zonklayıcı tarzda, aktivitelerle şiddetlenen, orta şiddette ya da şiddetli tek taraflı olabilen baş ağrısının yanı sıra iştahsızlık, halsizlik, ışık, ses, kokudan rahatsız olma, bulantı ve kusma görülebilir.

Bu özellikleri taşıyan baş ağrıları migren olarak adlandırılır ve diğer baş ağrılarından ayırt edilir.Tetikleyen faktörler kişiden kişiye farklılık gösteriyor.Migreni tetikleyen faktörlerin başında stres, açlık, öğün atlama, uyku düzeninde sapmalar, yorucu aktivite, ağır kokular, sigara dumanı, bazı yiyecekler(küflü beyaz peynir, çikolata, kabuklu kuru yemişler) ve özellikle alkolü içecekler, hava değişimi (lodos vb.) ve menstrüasyon (adet) dönemi sayılsa da bu faktörlerin tüm migrenliler için geçerli olduğu yanılgısına düşünülmemelidir. Migreni tetikleyen faktörlerin hastadaki etkilerin öğrenilmesi tedavi açısından çok önemlidir. Bu faktörlerin önlenebilir olanlarının bulunup hastanın bunlardan kaçınmasını sağlamak migren ağrılarının görülme sıklığını azaltabilir.

Hastaların yüzde 70’inde aurasız migren varMigren genel olarak iki ana tipe ayrılır. Auralı ve aurasız migren. Aura; migren hastalarında baş ağrısı döneminden önce ortaya çıkan ya da ona eşlik eden genellikle bir saatten kısa süren bir dönemdir. Bu dönemde hastalarda görme kayıpları, ışık çakmaları gibi görsel belirtiler, yüz veya vücutta iğnelenmeler, güçsüzlük, baş dönmesi ve çift görme gibi bozukluklar oluşabilir. Hastaların % 70 ‘inde aurasız migren bulunmaktadır. Migrenin diğer bir türü olan menstruel migren kadınlarda adet döneminde görülen migren baş ağrısıdır. Baş ağrısı ataklarının % 90’ının adetten önceki iki gün ve adetin son günü arasında olması bu migren baş ağrısının tipik özelliğidir.

Kadınlarda daha sık görülüyor.Migren baş ağrısının kadın/erkek oranı 2/1’dir. Kadınlarda daha sık görülmesinin mekanizması tam olarak bilinmemektedir, ancak hormonsal mekanizmalar sorumlu tutulmaktadır.

Tetikleyici faktörleri tanımlamak ve kaçınmak gerekiyor.Migren tedaviyle kontrol altına alınabilen bir hastalıktır. Eğer düzenli doktor kontrolü altında takip ve tedavi yapılabiliyorsa hasta migren ağrılarından kurtulabilir.

Tedavinin en önemli basamağı doktorun hastayı çok iyi tanıması ve doğru tanı koymasıdır. Migrende halen en etkili tedavi ilaç tedavisidir, fakat ilaç tedavisinin yanında hasta ile iyi iletişim kurabilmek, tetikleyici faktörleri tanımlamak ve kaçınmak gereklidir l

Migren hastalığı bulunan hastalara tedavilerine ilişkin şu önerilerde bulunulabilir:*Migrenin tedavi edilebilir bir hastalık olduğuna inanın.*Migren atağını tetikleyen faktörlerden mümkün olduğunca kaçının(aşırı ilaç kullanımı, stres, uykusuzluk, alkol kullanımı, vb.).*Doktorunuzun düzenli kontrolü altında olmaya, etkin dozda ve yeterli sürede ilaç tedavisi almaya önem verin.

Page 43: Ocak-Şubat Mart 2013

DOÇ. DR. NURİ AYDINÜSKÜDAR DEVLET HASTANESİ / ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ UZMANI

Omuz çıkığınıciddiye alın!

Omuz çıkığını ciddiye alın!Yaralanma ya da zorlanmayla ortaya çıkan omuz çıkıkları, sık sık tekrarlanan hastalıklar arasında yer alıyor. “Yer yapma” olarak tabir edilen bu durum, omzu yerinde tutan “contanın” ilk çıkmanın ardından zarar görmesi veya gevşemesi sebebiyle oluşuyor.

40 yaş altı dönemde daha sık görülen omuz çıkıklarının ciddiye alınması gerektiğini söyleyen Doç. Dr. Nuri Aydın, ağır sporların ve zorlayıcı hareketlerin hastalığı tetiklediğini belirtiyor.

Page 44: Ocak-Şubat Mart 2013

43

Tekrarlayan omuz çıkıklarında en etkin tedavi yönteminin kapalı ameliyat tekniği olduğunu kaydeden Aydın, bu yöntemle hastanın günlük yaşamına çok daha hızlı döndüğünü söylüyor. Doç. Dr. Aydın, konu hakkında şu bilgileri veriyor:Omuz neden çıkar?Omuz eklemi, çok güçlü kas ve yumuşak dokularla çevrelenmiş olmasına rağmen sıklıkla travmatik (düşme, vurma, çarpma vb.) sebeplerden ötürü çıkmaktadır. Travmayla birlikte omuz eklemini çevreleyen bazı bağlar ve yumuşak dokular yırtılmakta ve eklem yerinden çıkmaktadır. Omuz çıkığının diğer bir nedeni de eklemlerde yaygın bir gevşeklik durumudur. Ayrıca epilepsi(sara) gibi nöbet geçirilen hastalıklarda da omuz eklemi, nöbetteki kontrolsüz hareketler nedeniyle çıkabilmektedir.

Omuz eklemini hangi yapılar oluşturur?Latince isimleri humerus (kol), skapula (kürek) ve klavikula(köprücük) olan kemiklerinin birbirleriyle eklem yapmasıyla oluşur. Omuz hareketleri bu kemiklerin üzerine yapışan kasların kasılmasıyla sağlanır. Omuz ekleminin düzgün fonksiyon görebilmesi, bu kas ve kemik yapılarının uyumuyla sağlanır. Omuz çıkığı terimi humerus ve skapula kemiği (glenoid) arasındaki ilişkinin bozulması için kullanılır. Bildiğimiz kadarıyla yakın zamanda Fenerbahçe kalecisi Volkan Demirel de omuz çıkığı geçirdi.

Omuz çıkığı sadece sporcularda mı olur?

Omuz çıkığı yalnızca sporcularda olmaz. Normal yaşantısını sürdüren herkeste olabilir.

Ancak sporcularda daha sık görülebilir. Omuz eklemi yerinden çıktığı zaman omuzun ön tarafında veya arka tarafında bir şişlikle beraber dayanılmaz düzeyde bir ağrı meydana gelir. Bu durumda omuz ve kolu hastanın hareket ettirmesi mümkün olmaz.

Böyle bir durumla karşılaşıldığında en yakın sağlık merkezine başvurulmalıdır.

Omuz çıkığı tekrarlar mı? Eğer tekrarlarsa tedavisi var mıdır?Omuz çıkıkları, sıklıkla ilk çıkık 20 yaşın altında olduğunda %90 tekrarlayıcıdır. Omuzun çıkık sayısı arttıkça omuz eklemi ve çevresinde yapmış olduğu tahribat artar. Bir anlamda “Yer eder.”. Bu nedenle çıkık tekrarlayıcı düzeye geldiğinde mutlaka konunun uzmanına danışılmalıdır. Omuzdaki hasarın derecesine göre farklı tipte ameliyatlar yapılmaktadır.

Omuz çıkığında artroskopik (kapalı) ameliyat nedir?Artroskopi tekniği, eklemin bir kamera yardımıyla görüntülenerek cerrahi işlemin yapılmasıdır. Omuz eklemi çevresinden küçük delikler açılarak bu iş için üretilmiş özel cerrahi ekipman kullanılarak eklemin içindeki bozukluğun giderilmesi bu yöntemle yapılır. Omuz çıkığında yapılan artroskopik ameliyatın ismi “Bankart Ameliyatı”dır.

Artroskopik(kapalı) omuz cerrahisinin avantajları nelerdir?Artroskopik cerrahide daha küçük bir yaradan işlem gerçekleştirildiği için, kaslara verilen zarar en aza indirilmiştir. Bu nedenle hastaların ameliyat sonrasında günlük yaşantısına ve işe dönüşü daha çabuk olmaktadır. Ameliyat sonrası ağrı daha az olur. Hastanede kalış süresi daha kısadır.

Kapalı omuz çıkığı ameliyatı sonrasındaki dönemi anlatır mısınız?Bu ameliyat sonrasında sıklıkla hastalarımızı aynı gün taburcu etmekte veya bir gece hastanede misafir etmekteyiz. İlk gün bir miktar ağrı olabilmekte, ancak ağrı kesiciler yardımıyla bu ağrı kontrol altına alınmaktadır. İlk günden itibaren başlanan bir egzersiz programı uygulanmaktadır. 3 hafta omuz askısı kullanımı önerilmektedir. 3. haftadan itibaren fizik tedavi ve rehabilitasyon programına başlanmaktadır. Masa başı işte çalışan bir kişinin günlük aktivitesine dönmesi 1-2 hafta kadar sürebilir. 3. ayda omzunun tüm hareketlerini rahat yapabilir. 6. ayda hasta spora dönebilir.

Tekrarlayan omuz çıkığı nedeniyle açık veya artroskopik ameliyat olan bir kişinin omuzu tekrar çıkar mı? Yapılan cerrahi işlem sadece yırtılan dokularınızın orijinal yerine dikilmesidir. Bu cerrahi işlemler sonucunda %3-10’lar düzeyinde tekrar çıkıkla karşılaşılabilir. Tekrar çıkığın önlenmesi için hastanın ilk 6 -12 ay süresince dikkatli olması gerekir l

Page 45: Ocak-Şubat Mart 2013

Uzun ve sağlıklı bir hayat için günde en az 500 ml süt veya süt ürünü tüketilmesi gerektiğini söyleyen diyetisyen Meral Zafer, ideal bir beslenme için kalsiyum içeren besinlere ağırlık verilmesi gerektiğini belirtiyor. “Süt - yoğurt ve peynir, hayvansal protein yönünden

Yüzyıllardır insanoğlunun en önemli besin maddesi kabul edilen süt, 7’den 70’e herkese faydası olan çok önemli bir besin kaynağı olarak nitelendiriliyor. Kalsiyumun yanı sıra potasyum, fosfor ve protein içeren süt, hücre dokularının oluşmasında, yıpranan kısımların yenilenmesinde önemli rol oynuyor.

DİYETİSYEN MERAL ZAFER İSTANBUL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ / HALK SAĞLIĞI HİZMETLERİ ŞUBESİ

Süt ve süt ürünleri,atıştırma isteğini bastırıyor.

Page 46: Ocak-Şubat Mart 2013

45

et ve balık kadar değerlidir.” diyen Zafer, düzenli içilen sütün prostat, barsak, rahim ve mesane kanserlerine karşı koruyucu olduğunun da altını çiziyor. Zafer, konu hakkında şu bilgileri veriyor: Tarihi milattan önce 26. yüzyıla dayanıyorBesin değeri oldukça yüksek olan sütün insan yaşamındaki yeri çok eskilere, beş bin yıl öncesine dayanıyor. M.Ö.26’ncı yüzyıla ait Babil kabartmalarında süt ve süt kesiği temaları mevcut.Doğumdan sonraki ilk altı ay sadece anne sütü olmak üzere; insan yaşamının her evresinde gerekli olan süt ve ürünleri kalsiyum, fosfor, magnezyum gibi mineraller, B12 ve B2, A vitamini ve protein kaynağı olarak önemli bir besin grubudur.

Yeni çalışmalar göstermektedir ki, optimal kan basıncının sağlanmasında,hipertansiyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların olası olumsuz etkilerini azaltmada ve zayıflama programlarının etkinliğinin artırılmasında süt ve süt ürünlerinden faydalanabiliriz.

Kalsiyum vücudumuzdane işe yarıyor?Beslenmenin başladığı yer olan anne karnından itibaren yaşamın her döneminde kalsiyumdan zengin besinlerle beslenmek gerekmektedir. Kalsiyum sadece kemik gelişimi ve korunması için değil kaslarımızın kasılması, kalp ritmi ve kan akımının sağlanması için de gerekli olan bir mineraldir. 35 yaşın altındaysanız güçlü kemikler oluşturmanız, 35 yaşın üstündeyseniz kemik kaybınızı minimumda tutmanız gerekir. Türkiye’de 8 milyon osteoporoz hastası olduğunu söylersek konunun önemi daha da iyi anlaşılır

Sütten başkanelerde var?Yeşil sebzeler, kabuklu deniz hayvanları, sardalya, soya fasulyesi, fındık, badem, pekmez, susam, kuru baklagiller, kurutulmuş meyveler de kalsiyum kaynağıdır. Ancak kalsiyumun en kısa yoldan ve düşük kalori ile almanın yolu süt ve süt ürünleri tüketmekle mümkün.

Günde 3-4 bardaksüt-ve süt ürünü, obeziteyi önlerTüketilen bütün içecekler arasında ne yazık ki sütün payı sadece “% 9”. Ülkemizde kişi başına yıllık içme sütü tüketimi 24lt’dir. Oysa bu miktar birçok Avrupa ülkesinde 100 litrenin üzerindedir. Çocuklarımızın iyi bir eğitim alması, geçerli bir mesleğe sahip olması amacıyla onları onca yarışın içine sokuyor, sosyal ve ekonomik anlamda yatırım yapıyoruz. Peki, kaçımız onların sağlıklı bir bedene sahip olmaları için gerekli beslenme alışkanlıklarını

kazanmalarını sağlayabiliyoruz?

Diyabet, hipertansiyon, obezite gibi kronik hastalıkların büyük çoğunluğu yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığının olmamasından kaynaklanır. Günde 3-4 su bardağı süt veya yoğurt tüketen bireyin obez olma ihtimali çok düşüktür. Çünkü aralarda tüketilen süt–yoğurt abur cubur atıştırmayı engeller.

Bir günde tüketmemiz gereken süt ve süt ürünleri miktarıGünde bir bardak süt içen 6 yaşında bir çocuk, protein ihtiyacının %35’ ini, kalsiyum ihtiyacının %52’sini, B12 vitamini ihtiyacının %98’inin fosfor ihtiyacının ise %55 ‘ini karşılamaktadır

Peyniri daha çokseviyoruzSüt ürünlerinden peynir, önemli protein, yağ, kalsiyum, fosfor ve A vitamini kaynağıdır. Kahvaltıların vazgeçilmezi olan peynir, düşük laktoz içermesi sayesinde, sütü sindirmekte zorlananlar için alternatiftir. Peynir ne kadar sertse kalsiyum oranı o kadar yüksektir. Yoğurt ve ayran ülkemizde sevilen süt ürünlerindendir. Yoğurdun yeşil suyu B vitamini açısından çok zengindir. Yoğurdu süzmeden tüketmek lazım. Cildimizi dışarıdan pahalı kremlerle beslemekten daha sağlıklısı onu içeriden beslemektir.

Sütlü tatlılar süt türevi olmalarına rağmen pişirilme sırasında eklenen şeker proteinle birleşince protein kaybına neden olur. Bu sebeple pişirilip ateşten alındıktan sonra şeker eklenmelidir.

Pastörize veUHT sütler daha mı sağlıklı?Öncelikle pastörize süt, bulanmayan durumlarda ise UHT(ultra yüksek ısı) işleminden geçmiş sütleri öneriyoruz. Sadece %40’ı denetlenebilen sokak sütlerinin tüketilmesi halinde ise kaynama kabarıklığı oluşumundan sonra en az 5 dakika en fazla 15 dakika kaynatılması gerekir. Ancak bu şekilde zararlı mikroorganizmaların bir kısmından arınabilir. Bu arada içerdiği vitamin ve minerallerin büyük çoğunluğu bu yolla kaybedilir. Bu husus göz ardı edilsede aynı zamanda da yasaktır.Çiğ sütün mikroorganizmalardan arındırılması ve tüketime hazır hale getirilmesi için ısıl işlem uygulaması yapılır. Süte uygulanan ısıl işlemler genel olarak pastörizasyon ve sterilizasyon işlemleridir ki bu işlemler çok kısa sürelerde yüksek ısı ve oksijensiz ortamda gerçekleştirilir. Bu sıcaklıkta gerek sütün bozulmasını sağlayan gerekse hastalık yapıcı tüm mikroorganizmalar öldüğünden sütün uzun süre depolanmasını sağlayacak koruyucu katkı maddelerinin katılmasına da gerek yoktur. Güvenle kullanılabilir l

Faydaları saymakla bitmiyor• Bebeklikten itibaren çocukluk ve adolesan dönemde büyüme ve gelişmede• Yağ asitleri içeriğiyle çocuğun beyin gelişiminde• İleri yaşlarda osteoporozdan korunmada • Deri ve göz sağlığının korunmasında • Diş ve diş eti sağlığını korumada • Kan şekerini dengeleme hususunda• Kanser riskini azaltmada • Kan pıhtılaşmasında• Kalp atımının denetiminde• Süt ve süt ürünlerinin olumlu etkilerinin olduğu bilmekteyiz.

Page 47: Ocak-Şubat Mart 2013

UZMAN PS‹KOLOG AYŞEGÜL AKTALAYKANUNİ SULTAN SÜLEYMAN KADIN DOĞUM VE ÇOCUK EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / PSİKOLOG

Otistik çocuklardaerken eğitim, ekmek su kadar önemli.

Page 48: Ocak-Şubat Mart 2013

47

Otizmin ilaçla tedavisinin mümkün olmadığını kaydeden Aktalay, bu bireylerin erken ve yoğun eğitimle topluma kazandırılacağına vurgu yapıyor. “Otistik çocuklarda erken eğitim, ekmek su kadar önemlidir.” diyen Aktalay, konu hakkında şu bilgileri veriyor:Otizm nedir?Otizm, sosyal ve iletişim becerilerinin oluşmasını etkileyen bir gelişim bozukluğudur.

En önemli belirti dil ve sosyal becerilerinde dikkat çeken yetersizlik durumudur.Otizmin belirtilerini, dil ve iletişim becerilerinde yetersizlikler, sosyal etkileşim ve oyun becerilerinde yetersizlikler ve davranış problemleri olarak üç alanda ele alabiliriz.Dil ve iletişim becerilerindeki yetersizlikler olarak; temel iletişim becerilerinde ve dil gelişiminde önemli gerilikler gözlenir. Göz kontağı kurmazlar, bilinçli şekilde jest ve mimikler kullanmazlar. Ayrıca dil gelişimi daha iyi olanlar aynı cümleye ya da belli kelimelere takılıp gün boyu tekrarlayabilirler.Sosyal etkileşim alanında; otistik çocuklar etrafındaki kişiler sanki orada hiç yokmuş gibi ilgisiz olabilirler. Fiziksel temas kurmazlar, muhakkak ki duyguları vardır ancak bu duyguları ifade etmezler. Oyun becerilerinde ise genellikle tek başlarına oynar, gruptan ayrı davranışlar gösterirler.

Davranış problemleri açısından da; takıntılı davranışlar çok belirgindir. Kendi

etraflarında dönmek, sürekli ileri geri sallanmak, nesneleri çevirmek, anlamsız sesler çıkarmak, ağlama ya da gülme davranışları sıklıkla görülmektedir.Bazı otistiklerin matematik ya da müzik gibi özel alanlarda gelişmiş yetenekleri olabilir. Otizm hakkında bilgisi olmayan insanlar, otistiklerin günlük yaşam aktiviteleri konusunda bu kadar geri olabilirken bazı alanlarda çok yetenekli olmalarını hayretle karşılarlar.

Tanı, aileden alınan bilgi ve genel gözleme dayanarak konuluyor.Otizmin kesin tanısı için kullanılan nesnel bir yöntem veya biyolojik bir bulgu yoktur. Tanı, gözleme dayanarak ve aileden alınan bilgilere göre konur. Otizm tanısı koyabilmek için yukarıda saydığımız üç temel alanda eksiklik olması ve bu alanlardaki bulgulardan en az birinin 3 yaşına kadar ortaya çıkmış olması gerekir.

Nedeni tam olarak bilinmiyor.Bugüne dek yapılan biyolojik, psikolojik ve klinik araştırmalar sonucunda, hastalığa bakış açısı epey değişikliğe uğramıştır. Önceleri otizmin, ana-babanın tutumu, sevgi yoksunluğu ya da sosyal ilişki kurma konusunda duyulan korkudan kaynaklandığı sanılmaktaydı. Son yıllarda yapılan çalışmalarla birlikte nörobiyolojik bir nedene sahip olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır. Genetik etkenlerin dışında, çevresel etkenler(çevre kirliliği, radyasyon, zararlı koruyucu maddeler ve ağır metaller vb.), sonradan geçirilen hastalıklar, annenin hamilelikte geçirdiği rahatsızlıklar ve doğum sırasında beyine zarar verecek komplikasyonların da otizme neden olabileceği sanılmaktadır.

Otizmin ağırlığını ve seyrini hangi etkenler belirler?Zeka düzeyi en önemli etkenlerden biridir. Otistik çocukların önemli bir kısmında zeka problemi varken, bir kısmı

Doğuştan gelişen, beynin ve sinir sisteminin farklı yapısından ya da işleyişinden kaynaklandığı kabul edilen otizm, genellikle 3 yaştan önce ortaya çıkıyor. Sosyal becerilerde yetersizlikler, sosyal ilişki kurmakta ve geliştirmekte belirgin zorluklarla başlayan hastalık, dil gelişiminde gecikmeyi de beraberinde getiriyor. Erkek çocuklarda kızlara oranla 3-4 kez daha sık görülen otizmin seyrinde en belirleyici faktör ise erken teşhis. Uzm. Psikolog Ayşegül Aktalay, bu konuda ailelerin ve toplumun farkındalığının artırılmasının son derece önemli olduğuna dikkat çekiyor.

Page 49: Ocak-Şubat Mart 2013

bir hastalık olduğu görüşü yaygındır. Genetik nedenleri düşündüren başlıca özelliklerden biri otizmin erkek çocuklarda kızlara oranla 3-4 kez daha sık görülmesidir. Ayrıca tek yumurta ikizlerinde yapılan çalışmalar ve otistik ailelerinde oldukça sık görülen bazı öğrenme ve davranış sorunları da bu görüşü desteklemektedir.

Otizmde erken tanı büyük önem taşıyor.Otizmin erken tanısındaki başlıca sorunlardan biri, otizme özgü pek çok belirtinin çocuğun ileriki yaşlarında fark edilmesidir. Erken belirtilerin neler olabileceği konusunda ailelerin bilgilendirilmesi bu noktada önem

kazanmaktadır.Sosyal iletişim becerilerinin az olması, uzun süreli göz ilişkisi kuramaması, konuşmanın gecikmesi dikkat edilmesi gereken bulgulardan birkaçıdır. Çocuğun erken tanı alması, özel eğitimin bir an önce başlatılması açısından önemlidir. Bu ise küçük çocukların henüz öğrenme çağında büyük potansiyeller taşımaları ve eğitimin sonuçlarından daha fazla yarar görmeleri şansını doğurur.

Erken eğitim, bireyin topluma kazandırılmasına büyük fayda sağlıyor.Otizmin kesin bir tedavisi yoktur. Otizmin temel sorunlarına yönelik ilaçlı bir tedavi söz konusu değildir. Ancak diğer sorunlarda olduğu gibi davranışsal bazı problemlerin giderilmesinde ilaçların sakinleştirici etkilerinden fayda sağlanabilir. Erken yaşta başlanan “özel eğitim” uygulamaları yararlı olacaktır l

normal, az bir kısmı da üstün zekalıdır. Son grupta hastalık daha hafif ve daha iyi seyredebilir. İkinci önemli etken, konuşmaya başlama yaşıdır. Genellikle 5 yaş dolaylarında konuşmaya başlamış olmaları olumludur.Bunlar dışında olumlu çevre koşulları, aile içi etkileşimin iyi olması, erken tanı ve özel eğitim desteğinin erken başlaması önemlidir.

Otizmin genetik faktörlerle ilişkisi

Otizmin nedenleri tam olarak bilinememekle birlikte çok sayıda gen ve çevresel etkenin etkileşimiyle açığa çıkan

Page 50: Ocak-Şubat Mart 2013
Page 51: Ocak-Şubat Mart 2013

DOÇ. DR. SAVAŞ ÖZTÜRK HASEKİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / BAŞHEKİM

Dikkat! Fazla proteinböbrek yetmezliğine sebep olabilir

Böbrek sağlığını korumaya yönelik önerilerde bulunan nefroloji uzmanı Doç. Dr. Savaş Öztürk, protein ağırlıklı beslenmenin böbrek sağlığını olumsuz yönde etkileyebileceğine dikkat çekiyor. Öztürk, karbonhidrat alınmadan beslenildiği zaman proteinlerin enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlanıldığını, bununda böbreklerde zararlı kimi maddelerinin oluşmasına yol açtığını belirterek, “Protein ağırlıklı beslenen bireylerin kanlarında ürik asit yükselmesi gelişiyor.

Page 52: Ocak-Şubat Mart 2013

51

Bu durum özellikle su alımı az olanlarda, yaşlılarda ve zaten böbrek hastalığı var olanlarda ciddi sorunlara sebep olabileceği gibi kalp hastaların böbrek fonksiyonlarında da bozulmalara yol açabilir. Bu açıdan fazla protein almak bazı insanlarda böbrek yetmezliğini tetikleyebilir. Bu durumdaki kişilerin böbreği yormayacak sebze meyve ve karbonhidrat içeren bir beslenme programı uygulanması böbrek sağlığı açısından büyük önem taşır.” diyor. Öztürk, konu hakkında şu bilgileri veriyor.Vücudumuzunsu ve tuz dengesini böbreklerimiz ayarlarBöbreklerimiz metabolizma sonucu ortaya çıkan atık zehirli ürünleri kandan temizler, vücudumuzun su ve tuz dengesini ayarlar, kan basıncını düzenler, sağlıklı

kemikler için D vitamini aktive ederler ve kemik iliğinden kırmızı kan hücresi üretimini kontrol ederler.

Böbreklerimizin sağlıklı çalıştığını nasıl anlarız? El ve ayaklarda, göz çevrelerinde şişlik yoksa kan basıncı ölçümleri normal sınırlarda, idrar-kan ve görüntüleme tetkikleri normal ise böbreklerimiz sağlıklı diyebiliriz. Sık idrara gitmek, gece idrara sık sık gitmek kronik böbrek hastalığı, kontrolsüz diyabet, yaşlı erkeklerde prostatın aşırı büyümesi veya idrar yolu infeksiyonlarında rastladığımız bulgulardan biridir.

Beyaz zehir: TuzSofradan tuzu eksik etmemek, yemeğin tadına bakmadan tuz atmak ve kuruyemişlerin bol tuzlu olanını tercih etmek. Eğer siz de yiyeceklerin lezzetinin tuz oranı ile paralel olduğunu düşünüp, bu yanlışları sık tekrar ediyorsanız; bu durum potansiyel bir böbrek hastası olduğunuz anlamına gelebilir. Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği’nin çalışma verilerine göre; erişkin yaş grubunun yaklaşık %33’ünde hipertansiyon hastalığı görülmektedir. Hipertansiyon ve şeker hastalığı, böbrek yetmezliğinin en önemli iki sebebidir. Hipertansiyonu olan kişilerin tespit edilmesi ve tedavilerinde tuz kısıtlaması yapılması çok önemlidir.

Aşırı tuz tüketimiböbrek sağlığınıbozuyorSağlıklı bir kişinin günlük tuz tüketimi 5-6 gr civarında olabilmekteyken; hipertansiyon, kalp ve böbrek hastalığı olan kişilerde bu miktar 2-3 gr ile sınırlı tutulmalıdır. Salturk (türk toplumunda tuz tüketimi ve kan basıncı) çalışmasına göre; ülkemizde günlük ortalama tuz tüketimi 18 gr civarındadır. Tuz alımının azaltılması konusunda okul çağından itibaren bilinçlendirme çalışmaları yapılmalıdır.

Tuz tüketiminin azaltılması böbrek, kalp ve damar sağlığı açısından çok önemlidir. Özellikle kontrolsüz hipertansiyonu olan ve bacakları ile vücutlarında şişlikler görülen kişiler bir de genç yaşta hipertansiyon tespit edilen hastalar vakit kaybetmeden nefroloji uzmanına başvurmalıdır.

Obezite, diyabet, hipertansiyon, gibi hastalıkların böbrek sağlığını olumsuz etkilediği doğru mudur?

Bu kesinlikle çok doğru, bunlara böbrek sağlığını olumsuz etkileyen tuzlu diyet ve sigarayı da eklemek lazım. Sigara ile mücadele de bakanlığımızın çok başarılı çalışmaları oldu. Şimdi obezite ile mücadele programı da başlatıldı. Obezitenin önlenmesi ile hipertansiyon, diyabet ve böbrek hastalıklarının da önemli oranda engellenebileceğini biliyoruz. Toplumda tuz tüketimini azaltmaya yönelik çalışmalar da başlatıldı. Sadece hastaların değil sağlıklı bireylerinde aşırı tuzlu yeme alışkanlığından kurtulması gerekiyor l

Sağlıklı böbrekler için dikkat edilmesi gerekenler• Tuzlu yememe alışkanlığını edinmek• Sigara içmemek• Kilo kontrolü• Düzenli egzersiz yapmak• Vücudu susuz bırakmamak• Tansiyon kontrolü yaptırmak• Böbreğe zararlı olabilecek ilaçları (ağrı kesiciler, bazı antibiyotikler vs.) kontrolsüz bir şekilde kullanmamak• Diyabet ve hipertansiyonu olanların kan şekeri ve kan basıncının dengede tutulmasını sağlamak

Page 53: Ocak-Şubat Mart 2013

UZM. DR. OĞUZ AYHANBEYKOZ DEVLET HASTANESİ / BAŞHEKİM YARDIMCISI

Yanlış vitaminyarardan çok zarar veriyor

Page 54: Ocak-Şubat Mart 2013

53

Vücudumuzun büyümesi, gelişmesinde ve her türlü enerji üretim ve tüketim aşamalarında görev alan vitaminlerin, eksikliğinin de fazlasının da sağlığımız için ciddi problemlere sebep olabileceğini biliyor musunuz? İnsan vücudunun vitaminleri kendiliğinden üretemediğini, bu nedenle de gerekli olan tüm vitaminleri ya yediğimiz yiyeceklerden ya da vitamin prepatlarından sağlamamız gerektiğini söyleyen Uzm. Dr. Oğuz Ayhan, bu konuda hekim görüşünün önemine vurgu yapıyor. Gelişi güzel vitamin desteği almanın yarardan çok zarar verebileceğine

dikkat çeken Ayhan, vitamin desteği almadan tüm gerekli kontrollerin yapılarak sadece eksik olan vitamin değerine yönelik bir tedavi programı yapılması gerektiğini kaydediyor. Vitamin ihtiyacını karşılamanın en doğru yolunun dengeli beslenmek olduğunu aktaran Ayhan, şunları söylüyor:Yaşamın devamlılığı için gerekli yapıtaşlarından olan vitaminlerin eksikliği, kansızlıktan, yüksek tansiyona, sinir sistemi hastalıklarından, büyüme bozukluğuna kadar birçok sağlık sorununa davetiye çıkarabilir. Bu nedenle yılda bir kez kan vererek vitamin

değerlerimizi kontrol ettirmekte fayda var.Vitaminler iki alt guruba ayrılıyorlar. Vitaminler yağda eriyen ve suda eriyen olarak iki alt gruba ayrılırlar. Bunun klinikte ve pratikte önemi, yağda eriyen A, D, E ve K vitaminlerinin yağ yapılı oldukları için, yapımlarında yağ yani kolesterol gerektirmesi ve vücudumuzda depolanabilmesi. Suda eriyen B ve C vitaminleri ise vücutta depolanamadıkları için, düzenli olarak her gün belirli miktarlarda alınmaları gerekir.Yaşamımızın ve sağlığımızın temel taşları olan vitaminlerin eksikliği, birçok sağlık sorununa yol açıyor. Şimdi sırasıyla bu vitaminlerin eksikliklerine ve eksikliklerinde neler yapmamız gerektiğine bakalım.

A vitamini eksikliği enfeksiyonlara karşı direnci azaltılyor.A vitamini eksikliğinin sebepleri arasında yetersiz alım başı çekmekle beraber, demir eksikliği deA vitaminin emilimini bozabilir. Ayrıca aşırı alkol tüketimiA vitaminini karaciğerde tüketerek yetmezliğe sebep olabilir. Destek tedavisi alınması halinde, hassas hale gelmiş karaciğerde bu sefer A vitamini zehirlenmesi oluşabilir. Bu yüzden bu kişilerin doktor kontrolünde A vitamini destekleri almaları önerilir. Eksikliğinde görme bozuklukları, özellikle gece körlüğü, saçta ve tırnakta kırılmalar, ciltte ve gözde kuruma, halsizlik ve enfeksiyonlara karşı dirençsizlik görülebilir.

Page 55: Ocak-Şubat Mart 2013

B1 vitamini eksikliği, sindirim ve dolaşım sistemi bozukluklarına sebep oluyor.B1 vitamini diğer adıyla tiamin, sinir sisteminin sağlığını korumada önemli bir rol oynuyor. Bütün canlılar biokimyalarında B1 vitaminini kullanmakla beraber sadece belirli bakteriler, mantarlar ve bitkiler bu vitamini üretebiliyor. Bizler ise yediklerimizden bu vitamini karşılamak zorundayız. Vücudumuz için gerekli kategorisinde olan bu vitaminin eksikliğinde demans gibi sinir sistemi bozuklukları, görme bozuklukları, sindirim ve dolaşım sistemi bozuklukları ve yorgunluk görülmekle birlikte, peynir, yumurta, balık ve tahıllarda bol miktarda bulunmaktadır.

B6, kalbi ve böbreği güçlendiriyor.B6 vitamini, kan hücrelerinin üretimini sağlıyor. Özellikle Isoniazid adlı ilacı alan hastalarda B6 eksikliği anemiye sebep olabiliyor. Doğuştan eksikliği nadir görülen bir form olmakla birlikte, yaşamın ilk 12 ayında birçok metabolik süreçte gerekli olduğu için belirti verebilir. Kalbi güçlendiren, böbreğin düzenli çalışmasını ve kolesterolün düşmesine yardımcı olan, vücudun bağışıklık sistemini güçlendiren bu vitamin; yumurta, tavuk, havuç ve yeşil yapraklı sebzelerde bol miktarda bulunmaktadır.

B12 eksikliği özellikle yaşlıları vuruyor.B12 vitamini eksikliği ise çok olmasa da görülebilmektedir. Tedavi edilmediği takdirde sinir sisteminde kalıcı bozukluklara, Alzheimer’a sebep olabilir.

Özellikle yaşlılarda gelişen ani hafıza kayıplarında akla gelmesi gereken B12 eksikliği, alım yetersizliğine bağlı olarak gelişebilmekle birlikte vücudun B12 vitaminlerini emilmesini engelleyen antikorların salgılaması da sebep olabilir.

Sigara içenler, alkol alanlar ve stres içinde olanlar daha çok C vitamini tüketmeli.C vitamini, kan dolaşımını düzenleyen, hücrelerin yenilenmesini sağlayan ve kollagen üretimiyle diş etleri başta olmak üzere tüm vücutta görev yapan bir vitamindir. C vitamini yeşilbiber, maydanoz, yeşil sebzeler, domates, kırmızı lahana ve turunçgillerde bol miktarda bulunmaktadır. Eksikliğinde iskorbüt denilen, halk arasında diş eti çekilmesi olarak bilinen bir rahatsızlığa yol açar. Halsizlik, kolay kanayan dişetleri, ciltte morluklar, eklemlerde ağrı belirtileridir. C vitamini eksikliğinde yorgunluk, iştah kaybı, yara iyileşmesinde gecikme, deride kuruluk ve çatlamalar, eklemlerde şişme görülebilir. Vücut direncinin azalmasından dolayı grip ve enfeksiyonlara yakalanma riski artar. Tarihte özellikle uzun süre denizde kalan denizcilerde görülen bir hastalıktır.

Sigara içenlerin, alkol alanların ve stres içinde olanların C vitaminine olan ihtiyaçları artar. Tedavisinde iseC vitamini preparatları kullanılabilir.D vitamini eksikliği kemik ve diş sağlığını bozuyor.D vitamini iskelet sisteminin gelişmesinden ve güçlenmesinden sorumludur. En çok yeşil sebzelerde, balıkta ve zeytinyağında bulunmaktadır. Güneş, D vitamini kullanımı ve aktifleşmesi için en gerekli etmenlerden biri. Çok değil, günde 15-20 dakika güneş altında kalmak sizi bir çok kemik erimesi hastalığından koruyabilir. D vitamini eksikliğinde raşitizm hastalığı, büyüme bozuklukları, diş çürümeleri ve diş eti hastalıkları, ileri yaşlarda ise kemik deformasyonları ve erimesi görülebilir.

E vitamini hücre yenilenmesini sağlıyor.E vitamini, antioksidan özelliği sayesinde kansere karşı en doğal, en güçlü silahlarımızdan bir tanesi. Hücrelerin yenilenmesini sağlayarak yaşlanmayı geciktiriyor.Sağlıklı bir cinsel yaşam için gerekli olan E vitamini eksikliğinde, çeşitli sinir sistemi rahatsızlıkları, konuşma bozuklukları ve duyu kayıpları gözlenebiliyor. Çoğunlukla bitkisel yağlarda, tahıllarda, badem, ceviz, ay çekirdeği ve koyu yeşil yapraklı sebzelerde bulunan E vitamini, sağlıklı bir yaşam için düzenli olarak alınması gereken vitaminlerden biri.K vitamini kansere karşı koruyor.K vitamini, yaralanmalarda kan pıhtılaşmasında görev alarak fazla miktarda kan kaybını engellemekle görevli bir vitamin. Ayrıca antioksidan özelliği gösteren bu madde, vücudu kansere karşı koruyor ve hücre yenilenmesini sağlıyor. Kemik yapısını da güçlendiren K vitamini; karnabahar, lahana, brokoli ve brüksel lahanası gibi sebzelerde bulunuyor. Eksikliğinde vücudun bağışıklık sistemi zayıf düşerek hastalıklara yakalanması kolaylaşıyor. Kesikler ve yaralar geç iyileşiyor, hatta travmalarda büyük miktarlarda kan kaybına sebep olabiliyor l

Page 56: Ocak-Şubat Mart 2013
Page 57: Ocak-Şubat Mart 2013

DOÇ. DR. GONCA GÖKDEMİROKMEYDANI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / DERMATOLOJİ KLİNİĞİ İDARİ VE EĞİTİM SORUMLUSU

Güneş ışığı,cilt kanserini tetikliyor

Page 58: Ocak-Şubat Mart 2013

57

Cilt hücresindeki yapılar bozularak kanser hücresine dönüşüyor.Cilt kanseri, cildi oluşturan katmanlarda bulunan hücrelerin yapılarının bozularak çoğalması sonucu ortaya çıkan tümörlerdir. Cilt kanserine yol açan en önemli neden güneş ışığıdır. Ultraviyole ışığının, cilt hücrelerinin yapıtaşı olan DNA’da hasara yol açtığı ve bunun sonucu olarak tümör hücrelerinin geliştiği bilinmektedir. Bu hastalarda kanser oluşumunu engelleyen süpresör gen ve onkogenlerdeki fonksiyon bozukluklarının önemli olduğu görülmüştür.

Cilt kanserleri en çok vücudun güneş gören yerlerinde oluşur; sıklıkla yüz, elin üst kısmı, kulaklarda görülmektedir.Ciltteki her türlü değişiklik mutlaka incelenmeliCilt kanserleri iyileşmeyen yaralar, cilt kabarıklıkları, ciltte kahverengi-siyah lekeler şeklinde görülür. Tanı için mutlaka cilt biyopsisi ve patolojik inceleme yapılması gereklidir. Cilt kanserleri, köken aldığı hücreye göre sınıflandırılabilirler. Cildin üst tabakasındaki hücrelerden köken alıyorsa “bazalyom” ya da “epidermoid karsinom” renk veren hücre olan melanositlerden kaynaklanıyorsa “melanom” adını alır. Bunların dışında deri eklerinden köken alan çok sayıda cilt kanseri bulunmaktadır.

En çok açık tenliler risk altında Cilt kanserinde riskli olan hastalar; açık ten rengi olan sarışınlar, mavi-yeşil gözlü olanlar, çocukluk çağında çillenmesi olanlar, çocukluk çağında güneş yanığı olanlar, yaşlı hastalar, genetik bazı deri

hastalıkları taşıyanlardır.

Tedavi kanserin türüne göre belirleniyor.Cilt kanseri sadece ciltte sınırlıysa kriyoterapi, elektrokoterizasyon ve basit cerrahi eksizyon ile tedavi edilebilir. Ancak bazı cilt kanserleri hızlı yayılma eğilimindedir ve uzak organlara yayılma riskleri vardır. Bu tür durumlarda hastalığın bulunduğu evreye göre tedavi planlanmalıdır. İleri kanser olgularında radyoterapi, kemoterapi gerekli olabilir.

En sık görülen cilt kanseri olan bazalyom tedavisinde, özellikle cerrahi tedavi uygulanamayan hastalarda ağızdan alınan yeni bir ilaç kullanılmaktadır. Cilt kanserleri arasında en tehlikeli olan melanom tedavisinde ise yeni geliştirilen biyolojik ajanlar tedavide umut verici sonuçlara yol açmaktadır l

Cilt kanserlerinden korunmak için nelere dikkat etmeliyiz?• Güneşten korunmalı, özellikle açık tenli kişiler yüksek koruma faktörlü kremler kullanmalı,• Vücutta çok sayıda ben varsa düzenli dermatolog kontrolüne giderek benlerin takiplerini yaptırmalı,• Solaryum alışkanlığı varsa mutlaka bırakılmalıdır.

Cilt kanserine yakalanmada en önemli etkenin güneş ışığı olduğunu söyleyen Doç. Dr. Gonca Gökdemir, güneşe bağlı gelişen yanıkların ileride deri kanserine zemin hazırlayabileceğine dikkat çekiyor. “Cilt kanserinde erken teşhis hayati önem taşır.” diyen Gökdemir, dünyada her yıl milyonlarca kişinin deri kanserine yakalandığını söylüyor.Gökdemir, cilt kanserlerinin genelde iyileşmeyen yaralar, cilt kabarıklıkları, ciltte kahverengi-siyah lekeler şeklinde görüldüğünü belirterek, cildinde bu belirtileri taşıyan bireylerin muhakkak muayene olması gerektiğinin altını çiziyor. Doç. Dr. Gökdemir konu hakkında şu bilgileri veriyor:

Page 59: Ocak-Şubat Mart 2013

PROF. DR. MEHMET PAMİR ATAGÜNDÜZ MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ İÇ HASTALIKLARI / ROMATOLOJİ

Bel ağrılarınızınsebebi “ankilozanspondolit” olabilir

Page 60: Ocak-Şubat Mart 2013

59

Omurga eklemlerinde mikrobik olmayan bir tür romatizmal iltihaplanma sonucu ortaya çıkan ankilozan spondilit (AS), tedavi edilmediği takdirde hayatı olumsuz etkileyecek boyutta hareket kısıtlılığına yol açabiliyor. Gövde, sırt, boyun, kalça, göğüs kafesi, omuzlar, diz, ayak bileği eklemlerinde ağrı ve şişmeye sebep olan hastalığın göz, cilt ve bağırsaklara da zarar verebildiğini söyleyen Prof. Dr. Mehmet Pamir Atagündüz, hastalığın bel fıtığı, fibromiyalji ya da kireçlenme ile karıştırılabildiğine dikkat çekiyor. Atagündüz, genelde bel ağrısıyla başlayan

hastalığın tedavisinde romatizmal iltihabı ve ağrıyı gideren ilaçlardan faydalanıldığını belirterek, “Ankilozan spondilit bir bakıma astım ya da şeker hastalığı gibi kronik bir hastalıktır. Bu açıdan genellikle uzun süreli ya da ömür boyu ilaç tedavisi gerekebilir. İlaç tedavisi sürdürüldüğü müddetçe hastadaki belirtiler hızla gerileyerek kaybolur.” diyor ve ekliyor: “Hastalığın ilerleyici özelliği vardır. Bu nedenle erken dönemde tanı konup, tedaviye başlanması önemlidir.”Bağışıklık sistemindeki bir dengesizlikten dolayı ortaya çıkıyorAnkilozan spondilit (AS) toplumda sık görülür. Her 200-300 kişinin birinde AS veya benzeri bir hastalık tablosu bulunmaktadır. Kabaca her 1 milyonda 2500 hasta gibi yüksek bir hastalık sıklığına sahiptir. İltihaplı romatizma

olarak adlandırılsa da doğrudan mikrobik bir hastalık değildir. Eklem ağrıları yaptığından romatizma olarak adlandırılırsa da bağışıklık sistemindeki bir dengesizlikten dolayı ortaya çıkar. Buradaki “iltihaplı” kelimesi, hastalığa bağlı ortaya çıkan yorgunluk, bitkinlik, yaygın kas kemik ağrıları gibi grip benzeri bir duruma neden olmasından ve kanda iltihap testlerinin yüksek çıkmasından dolayı kullanılmaktadır.

Genelde 20’li yaşlarda başlıyor.Normalde başlangıç yaşı 20’li yaşlarla 40’lı yaşlar arasındadır ancak nadiren çocukluk çağında da (16 yaşından önce de) başlayabilir.Genetik yatkınlığı olanlarda daha sık görülüyorHastalığın nedeni bilinmemektedir. Yine de genetik bir yatkınlık olduğu düşünülmektedir. Bazen başlangıçta basitçe bir idrar yolu iltihabı ya da barsak iltihabı geçiren kişilerde genetik yatkınlıkta olduğu taktirde hastalığın ortaya çıkabildiği gözlenmiştir. Yine de unutmamak gerekir ki her idrar yolu iltihabı sonrasında bu hastalık ortaya çıkmamaktadır. Bu durum kişinin genetik yatkınlığının, çevresel koşullar ile etkileşimi sonrasında hastalığın görüldüğü kanaatini uyandırmaktadır.

En önemli belirti, 3-4 ay devam eden bel ağrısıAS hastalığının ilk başlangıç belirtisi bel ağrısıdır. Bu ağrının özellikleri, bel fıtığı gibi diğer hastalıklardan kaynaklanan bel ağrılarından tamamen farklıdır ve kolaylıkla ayırt edilir. Ağrı temelde kişiyi sabahları yataktan kalkarken rahatsız eder.

Page 61: Ocak-Şubat Mart 2013

Hastanın belinde katılık görülür. Öne doğru eğilmekte, uzanarak ellerini yere değdirmekte zorlanır. Gün içerisinde hareketler arttıkça ağrının giderek kaybolduğunu fark eder. Hastaların %75’e yakınında bel ağrısı ilk belirtidir. Ağrı başladığında genellikle 3-4 ay devam eder, süreklidir. Devamında tekrarlamak üzere kaybolur. Ara bir dönem hasta daha iyidir. Ancak aylar içerisinde ağrı tekrar başlar. Bazı hastalarda bu bel ağrısının yanında eklemlerde ağrı ve bazen de şişerek hareket kısıtlılığı ortaya çıkar. Genellikle kol ve bacakların büyük eklemleri etkilenir. Özellikle tek taraflı olacak şekilde kalça, diz, ayak veya el bilekleri, dirsekler ve omuz eklemlerinde kendini gösterebilir.

Teşhiste laboratuvar ve ileri görüntüleme tetkikleri kullanılıyorHastalığa iltihaplı denmesinin bir nedeni de kan testlerinde sanki mikrobik bir durum varmış gibi yüksek değerlerin saptanmasıdır. Örneğin eritrosit sedimentasyon hızı testi (ESR) ve C-reaktif protein (CRP) adı verilen testler hastaların yarıya yakınında yüksek olarak bulunmaktadır. Arandığında herhangi bir mikrobik durumun o anda bulunmadığı görülür. Bazı genetik özellikler, örneğin HLA-B27 adı verilen bir genetik testin varlığı AS hastalığı olanların yaklaşık

% 70 - 90’nında saptanmaktadır. Bel ağrısı çeken hastalarda direkt pelvis grafileri ( leğen kemiklerinin röntgen filmleri ) ile de hastalığın etkilediği bölgedeki eklemlerde değişiklikler saptanır. Son yıllarda, hastalığın erken dönemlerinde MR değerlendirmelerinin de tanıya katkısı olabileceği gösterilmiştir.

İlaç tedavisi mümkünAS hastalığının tedavisi vardır. Temelde ilaçlar ile yapılan tedavi, hastalığın nedenine yönelik değil belirtilerine ve ilerlemesine yönelik olarak yapılır. Genellikle uzun süreli ya da ömür boyu ilaç tedavisi görmesi gereken hastalar bunu ilaca bağımlı kalmak ya da “tedavisi yok” olarak değerlendirme eğilimindedirlerOysa hastalık bir bakıma astım ya da diyabet (şeker hastalığı) gibidir.

İlaçlar tedavisi sürdürüldüğü müddetçe hastanın belirtileri geriler ve kaybolur.

Ağrı kesicilerden faydalanılıyorTemel ilaç maalesef “ağrı kesici” olarak adlandırılan romatizma ilaçlarıdır. Bu ilaçlar esasen iltihabı giderirler ve ağrıyı da bu şekilde keserler. “Ağrı kesici” olarak adlandırılan bu ilaçların aslında hastalığa bağlı gelişen hareket kısıtlılığını az da olsa gerilettiği de gösterilmiştir. Ancak bu ilaçların etki süresi kısadır, sabah alınınca akşam tekrar alınması gerekir. Altta yatan temel nedeni düzeltmedikleri için sürekli olarak kullanılmaları gerekir. Eklemler üzerinde şişlik ve ağrıyı gidermek amacıyla tedavi edici olarak kullanılan bir diğer ilaçta Sulfasalazine (Salazopirin)’ dir. Bu ilacın kullanımının uzun süreli olması kesinlikle gereklidir.

Tedavi, mutlaka uzman bir romatoloğun bilgisinde planlanmalıGeçtiğimiz on beş yıla yakın zamandır tüm dünyada kullanılan ve biyolojik ilaçlar olarak adlandırılan yeni bir grup ilaçta hastalar için yararlı olmaktadır. Özellikle sürekli non-steroid anti-inflamatuar (NSAI ilaç, ağrı kesici olarak da adlandırılmaktadırlar) kullanmak zorunda kalan ya da sulfasalazin ile belirtilerinde yeteri kadar düzelme olmayan hastalarda kullanılmaktadır. Tüm bu ilaçların tedavisi mutlaka uzman bir romatoloğun gözetiminde olmalıdır. Her ilaçta olduğu gibi bu ilaç grubunda da kendine özgü yan etkiler bulunmaktadır l

Page 62: Ocak-Şubat Mart 2013
Page 63: Ocak-Şubat Mart 2013
Page 64: Ocak-Şubat Mart 2013

63

EV YAPIMIMEYVELİ YOĞURTMalzemeler3 bardak günlük süt1 dolu çorba kaşığı bal¼ bardak taze yoğurt, maya olarak1-2 bardak çilek, irice doğranmış1-2 çorba kaşığı şeker 6 küçük cam kavanoz (her biri 150ml hacminde)

Yapılışı Meyveleri küçük bir tencereye koyupüstüne şekeri serpin. Kısık ateş üstünde şeker eriyene kadar 1-2 taşım kaynatın. Arkasından ılıması için bekletin.

Sütü kalın altlı bir tencerede bir taşım kaynatın. (Eğer daha koyu bir yoğurt istenirse süt 10 dakika daha kaynatılarak suyu uçurulabilir). Tencereyi 15-20 dakika kadar ılıması için bekletin. Yüzeyde oluşan kaymağı ara sıra karıştırın.

Maya olan yoğurdu geniş bir kaba alın ve bal ilave edip, karıştırın.

Meyve tanelerinin suyunu tel süzgeçte 5 dakika kadar süzdürün.

Meyvelerin süzülmüş tanelerini eşit olarak kavanozlara pay edin. Süzülen suyu kapaklı bir kap içinde buzdolabına kaldırın. Meyve özüne 1 bardak kadar soğuk su ilave edip kendinize lezzetli bir şerbet hazırlayabilirsiniz.

Serçe parmağınızı sütün içine batırarak sıcaklığını kontrol ediniz. Süt ılık değil, sıcak olmalı ancak parmağınızı yakmamalıdır. Yoğurdun mayalandığı ideal sıcaklık yaklaşık 50 derecedir (50˚C/110˚F). Eğer sıvı termometreniz varsa sütün sıcaklığını bu şekilde de kontrol edebilirsiniz.

Mayalama zamanı gelince; sütten bir kepçe alıp mayanın içine katın ve iyice karıştırın. Bu şekilde alıştırılmış mayayı süte ilave edip 1-2 dakika karıştırın.

Karışımı kavanozlara eşit şekilde pay edip fırın tepsisinin üzerine yerleştirin. Fırını 50 dereceye ayarlayıp tepsiyi içine yerleştirin. 4 saat boyunca fırında tutarak mayalanmasını sağlayın. Bunun için, fırın yerine evin sıcak bir köşesini de kullanabilirsiniz. Ancak, kaplarınızı kalın sofra beziyle kesinlikle soğumayacak şekilde bekletmeniz gerekir. Aksi takdirde yoğurdunuz tutmayabilir.

Yoğurtları fazla hareket ettirmeden fırından alıp dışarıda oda sıcaklığına gelmesini bekleyin. Yoğurtları yine yavaşça, titretmeden buzdolabına yerleştirin. En az 12 saat formunu bulması için dinlendirin.

PATATESLİ RULO BÖREK Malzemeler3 adet yufka 3 adet yumurta 1 su bardağı süt 1 su bardağı yoğurt 2 çorba kaşığı tereyağı yada margarin 5 adet haşlanmış patates 180 gr taze kaşar peyniri Tuz Karabiber Pul biber

Üzeri için70 gr rendelenmiş kaşar peyniri

YapılışıDerin bir kabın içerisinde ezilmiş haşlanmış patatesleri yumurta, süt, yoğurt, margarin, tuz, karabiber, pul biber ile karıştırın.

Yufkalardan birini tezgâhta hazırladığınız karışımdan sürün.

Her tarafına yayın ve 5 dakika bekleyin.

Üzerine ikinci yufkayı serdikten sonra tekrar karışımdan sürün ve 5 dakika bekleyin.

Geri kalan yufkaları da aynı şekilde üst üste yerleştirin ve sıkı bir rulo yapın.

Ruloyu ikiye bölün ve derin dondurucuya atın.

Pişirmeden 1 saat öncesinde derin dondurucudan alın.

Fırın tepsisine yağlı kâğıt serin.

Rulo böreği dilediğiniz kalınlıkta dilimleyip tepsiye dizin.

Üzerlerine rendelenmiş kaşar peyniri serpiştirin.

Önceden ısıtılmış 200 derece fırında üzerleri kızarıncaya kadar pişirin.

Sıcak olarak servis yapın.

FIRIN POŞETİNDEKUZU TANDIRMalzemeler1 adet kuzu kol (5-6 parçaya ayrılmış)

Marine malzemeleri2-3 baş kuru soğan 2 diş sarımsak Tuz, karabiber Arzuya göre kekik 3 yemek kaşığı zeytinyağı Birkaç defneyaprağı

Ayrıca4-5 patates 2-3 havuç 5-6 biber

YapılışıSoğanları irice halka şeklinde doğrayın. Sarımsakları da doğrayın. Eti bütün marine malzemeleriyle karıştırıp en az 1-1,5 saat(en iyisi 1 gece) marine edin.

Patatesleri ikiye bölün, havuçları 3-4 cm boyunda irice kesin. Etleri soğan ve sarımsaklardan temizleyip patates, biber ve havuçlarla fırın poşetine yerleştirin.

Poşetin ağzını bağlama teliyle hiç hava almayacak şekilde sıkıca bağlayın, poşetin üzerine kürdanla birkaç delik açın.

Poşeti tepsiye koyup 200 derece fırında 2-2,5 saat pişirin.

Not: Etin yumuşak olması için yağlarını çok fazla temizlemeyin, hafif yağlı olsun.

Page 65: Ocak-Şubat Mart 2013

Psikiyatrist Doç. Dr. Erhan Kurt, tıbbi adı Obsesif Kompulsif Bozukluk(OKB) olan takıntı hastalığının toplum içinde az tanınan ve bilinen bir hastalık olduğunu söylüyor. Kurt, Türkçe’ye “saplantı, zorlantı bozukluğu” diye tercüme edilen hastalığın halk arasında “takıntı hastalığı” “titizlik hastalığı” veya “evham hastalığı”

terimleriyle adlandırıldığını belirterek, “Toplumumuzda ‘Ne kadar titiz kadın!’, ‘Ne kadar düzenli ve tertipli çocuk!’ ‘Ne kadar dikkatli adam!’ diye desteklenen bazı davranışlar, hastalığın tipik belirtileri arasında yer alıyor.” diyor.Obsesif Kompulsif Bozukluğu’n en iyi tedavisinin genel olarak bilişsel davranışçı terapi olduğunu belirten Doç. Dr. Erhan Kurt, “Antidepresanlar da zaman zaman terapiyle birlikte kullanılır, ancak ilaçlar OKB belirtilerini azaltmada tek başına çok etkili değildir.” dedi.

“Çok titiz!” veya “Çok dikkatli!” dediğiniz kişilerde olabilirAz tanınan ve tedavi başvurusu düşük bir hastalıktan söz ettiklerini belirten Kurt, şöyle devam eti: “Çünkü hafif derecede belirtileri olan hastaların çoğu doktora başvurmamakta ve bir kısmı da hastalığını gizlemektedir. Ayrıca toplumumuzda bu davranışlar, “Ne kadar titiz kadın, evini bal dök yala!” “Ne kadar düzenli ve tertipli çocuk!” “Ne kadar dikkatli adam!” diye desteklenmekte ve onaylanmaktadır. Halbuki evine bal döküp yalamaya niyetlendiği kadının, hemen her gün bütün gününü evini temizlemekle geçirdiğini, daha insanlar kapıdan girmeden alarma geçtiğini, çocuklarını her gün baştan ayağa temizlediğini, ellerini saatlerce sabunla yıkadığını bilmemekte; ıstıraplı hayatından haberdar olmamaktadır.

Kadın ve erkeklerde eşit oranda görülüyorTipik başlama yaşının ergenlik ya da genç erişkinlik olduğunu hatırlatan Kurt, “Ancak çocukluk dahil her yaşta başlayabilir. Fakat hastalığın tanınmasına ve psikiyatriste başvurusuna kadar geçen süre bayağı uzun olmakta, ortalama 7 yılı bulmaktadır. Hastalık cinsiyet ayırmamakta, kadın ve erkeklerde hemen hemen eşit oranda görülmektedir.” dedi.

Hastalığın oluşmasına ilişkin kesin bir neden ortaya konulamıyorHastalığın ortaya çıkışı ile ilgili psikolojik ve biyolojik kuramlar olduğunu ifade eden Doç. Dr. Kurt, “Bunlara kuram diyoruz çünkü henüz kesin bir tek neden ya da nedenler bulunamamıştır. Psikolojik olanlar, psikanalitik kuram ve öğrenme kuramlarıdır. Beyinde hücreler arasında iletiyi sağlayan serotonin ve dopamin gibi maddeler ve bunlardan oluşan sistemler de sorumlu tutulmaktadır. Ayrıca Obsesif Kompulsif Bozukluğu hastalarının birinci derece akrabalarında yüzde 20-25 sıklığında hastalığın görülmesi, biyolojik nedenin etkin olduğunu düşündürmektedir.” diye konuştu.Doç. Dr. Erhan Kurt, hastalığın klinik özelliklerini ise obsesyonlar, yani takıntılı düşünceler ve kompulsiyonlar yani obsesyonları ortadan kaldırmak için yapılan eylemler ve kaçma/kaçınmalar olarak açıkladı.

Tedavide ilaç ve terapi bir arada kullanılıyorHastalığın tedavisinde ilaç ve bilişsel davranışçı terapi seçeneklerinin, hastanın durumuna ve tercihe göre uygulanabildiğini belirten Kurt, şunları kaydetti: “Tek başına ilaç, tek başına terapi ya da ikisinin kombinasyonu. Terapide üç unsur üzerinde durulmaktadır. Bilişsel terapi ile düşünce sistematiği ve bilgi işleme sürecine müdahale edilmekte(obsesyonlar), davranışçı terapi ile hastanın aşırı biçimde yaptığı davranışlar(kompulsiyonlar) azaltılmakta ve kaçma / kaçınma davranışı önlenerek hastanın kısıtladığı fonksiyonlar artırılmaya çalışılmaktadır. Unutulmaması gereken, bu işlemlerin hastanın aktif katılımıyla yapıldığıdır. Yani terapi hastaya uygulanan değil, hastayla birlikte uygulanan bir işlemdir” l

DOÇ. DR. ERHAN KURTBAKIRKÖY PROF. DR. MAZHAR OSMAN RUH VE SİNİR HASTALIKLARI HASTANESİ / EĞİTİM SORUMLUSU

Aşırı dikkat ve titizlik “takıntı” hastalığına sebep oluyor.

Page 66: Ocak-Şubat Mart 2013

65

1. İstanbul 112 Sempozyumu ve İstanbul Medikal Ambulans Rallisi’ne tam not.

İstanbul Health Expo Fuarı’nda gerçekleştirilen “1. İstanbul 112 Sempozyumu ve İstanbul Medikal Ambulans Rallisi” katılımcılardan tam not aldı. Önceden belirlenen senaryoya göre oluşturulan etaplarda, sağlık ekipleri mizansen

olarak hazırlanan vakalara hızlı, tam ve etkin bir şekilde müdahale etti. Her etapta, sağlık personelini gözlemleyen hakemler tarafından verilen puanlamalara göre günün sonunda dereceye giren ekipler ödüllendirildi.

Sağlık Bakanlığı ve KOSGEB’in destekleriyle düzenlenen İstanbul Health Expo Fuarı, CNR Expo Fuar Merkezi’nde gerçekleşti. Medikal ürün, hastane donanımları, sağlık bilişim teknolojileri, laboratuvar sistemleri ve evde bakım ürünleri alanında 200’ün üzerinde firmanın katıldığı fuar, sağlık alanında birçok panel ve sempozyuma da ev sahipliği yaptı. Bu kapsamda İstanbul Sağlık Müdürlüğü, Acil Sağlık Hizmetleri Şube Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen “1. İstanbul 112 Sempozyumu ve İstanbul Medikal Ambulans Rallisi” katılımcılar tarafından oldukça beğenildi.

Sempozyumda yürütülen çalışmalar kapsamlı olarak ele alındı

Fuarın ilk gününde İstanbul 112 hizmetlerini anlatan bir sempozyum gerçekleştirildi. Sempozyuma, İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, Sağlık Müdür Yardımcısı Dr. Doğaç Niyazi Özüçelik, İl Ambulans Servisi Başhekimi Dr. Fatih Sabuncu, Acil Sağlık Hizmetler Müdürü Dr. Neslihan Büyükmurat ve Dr. Ramazan Özyurt’un yanı sıra, çok sayıda paramedik ve sağlık çalışanı katıldı.

Page 67: Ocak-Şubat Mart 2013

İstanbul 112 idari birimlerinin komuta ve saha alanlarında yürüttüğü çalışmaların değerlendirildiği sempozyumda; kalite çalışmaları, personel eğitimleri, komuta kontrol merkezindeki sistem ve organizasyonlar, ambulans ve istasyon standartları, sahada CPR yönetimi-tedavi algoritmaları ve afet organizasyonu konuları da ele alındı

Sempozyumda Dokucu: “112’ler Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı hizmet verecek.”

Sempozyumda konuşan İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, 112 sağlık hizmetlerinde yönetim ve organizasyonun çok hızlı ve planlı olması gerektiğine vurgu yaptı. Sağlık Bakanlığı’nın yeni teşkilat yapısında, 112 sağlık hizmetlerinin yürütülmesi görevinin il sağlık müdürlüklerinde kaldığını hatırlatan Dokucu, “Bakanlık 112 sağlık hizmetlerinin Sağlık Müdürlüğü tarafından yürütülmesini istedi. Geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, 112 tamamen Sağlık Müdürlüğü’ne bağlı olarak görevini sürdürmektedir.” dedi.

Dünden bugüne 112 sağlık hizmetleriŞişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalıştığı döneme ilişkin acil servis izlenimlerini aktaran Dokucu, “Şişli Etfal’de klinik şefi olarak göreve başladığımda dikkatimi çeken en önemli unsur, hastane bahçesinde 8-10 tane ambulans bulunmasıydı. Bu ambulansların hepsi özel sektöre ait ambulanslardı. Bu ambulanslar hastane bahçelerinde acil servisten çıkacak hastaları belli bir rakam karşılığında taşırlardı. Çok şükür, artık böyle bir uygulama yaşanmıyor. Geçmişten günümüze baktığımızda 112 Acil Sağlık Hizmetleri’nde çok büyük bir gelişmenin olduğunu açıkça görebiliyoruz. Hizmetler, daha nitelikli, daha hızlı ve daha güvenilir bir yapıya dönüştürüldü. Eskiden ambulansın varlığı sorgulanırken, şuan bu ambulanslarda çalışanların eğitimi ve mevcut insan kaynağının durumu konuşulur hale geldi. Bu anlamda bu süreçte emeği geçen tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Yapının önümüzde ki 5 yıl içerisinde çok daha etkin ve daha iyi rakamlara ulaşacağına inanıyorum.” şeklinde konuştu.

Ambulans Rallisi’nde dereceye girenlere ödülFuarın ikinci gününde ise 1.İstanbul Medikal Ambulans Rallisi ve Güvenli Ambulans Sürüşü gerçekleşti. Medikal Ambulans Rallisi’nde Travmalı Hasta Stabilizasyon, Yetişkin İleri Kardiyak Yaşam Desteği, Çocuk İleri Kardiyak Yaşam Desteği, Afet Triajı bölümlerinden oluşan etaplarda sağlık ekipleri 8 grup halinde yarıştılar. Önceden belirlenen senaryoya göre oluşturulan etaplarda, sağlık ekipleri mizansen olarak hazırlanan vakalara hızlı, tam ve etkin bir şekilde müdahale etti. Her etapta sağlık personelini gözlemleyen hakemler tarafından verilen puanlamalara göre, günün sonunda dereceye giren ekipler belirlendi. İkinci bölüm olan Güvenli Ambulans Sürüşü’nde ekipler İstanbul sokaklarını temsil eden dubalardan oluşturulan parkurda yarıştı. İstanbul’un dar sokaklarını mizansen olarak temsil eden dubalara çarpmadan, hızlı ve güvenilir şekilde önceden oluşturulan senaryo eşliğinde yarış gerçekleştirildi. Medikal Ambulans Rallisi’nde olduğu gibi burada da hakemler eşliğinde puanlandırılan ekipler, günün sonunda madalya ve kupalarla ödüllendirildi l

Page 68: Ocak-Şubat Mart 2013
Page 69: Ocak-Şubat Mart 2013

Sağlıktan kısa kısalar...FELÇ OLURSUNDENiLEN HASTAŞiFA BULDU Konya’da boynundaki omurilik kanalının aşırı daralması nedeniyle ellerini kullanamaz hale gelen ve felç olma tehlikesi olan 70 yaşındaki Kamil Kandemir, ameliyatla yerleştirilen özel suni omurga sayesinde sağlığına kavuştu. Kandemir’in durumu incelendikten sonra Beyin, Sinir ve Omurga Cerrahisi Kliniği’nde Doç. Dr. Özerk Okutan ve Op. Dr. Soner Çivi tarafından ameliyat edildi. Felç olma tehlikesi bulunan Kandemir, ameliyat sonrası sağlığına kavuştu. Doç. Dr. Özerk Okutan, “Tüm ameliyat boyunca sinir akımlarını kontrol ederek boyun omurlarının bir tanesini tam, diğerini de yarım çıkararak omuriliğe baskıyı kaldırdık. Çıkardığımız omurgaların yerine de titanyumdan yapılmış özel bir suni omurga yerleştirdik. Tüm ameliyatı özel mikroskobumuz altında gerçekleştirdik. Bizim sık yaptığımız, oldukça zor ve tecrübe gerektiren bir ameliyat tekniği.” dedi.

EBEVEYN KAYBI GiBi BiR SORUN YAŞAYAN ÇOCUK, BÜYÜMESiNi DURDURURİstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Olcay Evliyaoğlu, büyümenin çocuklar için çok önemli bir sağlık göstergesi olduğunu, bir çocuğun normal bir şekilde büyüyebilmesi için sadece bedensel değil, ruhsal sağlığının da yerinde olması gerektiğini ifade etti. Pof. Dr. Evliyaoğlu, “Ebeveyn kaybı gibi herhangi bir psikososyal sorun yaşayan çocuk büyümesini durdurur. Bu çocukların büyüme hormonlarının yavaş salındığı saptanmıştır. Buna rağmen bu çocuklar dışarıdan verilen büyüme hormonuna cevap vermezler, ancak psiko-sosyal sorunları düzeltildikten sonra tekrar büyümeye başlarlar.” diye konuştu.

KANSER, ÖLÜM DEMEK DEĞiLProf. Dr. Bülent Karabulut, toplumda algılanan “Kanser eşittir ölüm.” algısının değişmesi gerektiğini belirterek, gelişen teknoloji ve insanların bazı kriterlere

dikkat etmesi halinde, kanserlerin 3’te 2’sinin önlenebileceğini söyledi. Kanserde geç kalındığında da korkmamak, geç kalan hastalarda bile yapılacak şeyler olduğunu unutmamak gerektiğini ifade eden Karabulut, “Doğru yaşayalım, erken teşhise önem verelim. Fakat geç kalındığında da geri adım atmayalım. Her zaman yapılacak bir şeyler olduğunu unutmayalım. Mücadele etmek, psikolojik motivasyon sağlamak bu tedavinin ana parçalarındandır. Bütün kanserleri ele alırsak, hastaların yaklaşık yüzde 40’ı tamamen iyileşiyor. Yaklaşık yüzde 20-25’i de çok uzun süre, tahminlerin çok ötesinde yaşıyor.” diye konuştu.

HEMOROiT SANDI, KANSERDEN AMELiYATLA KURTULDUKonya’da hemoroit olduğu düşüncesiyle doktora geç başvuran hasta, rektüm kanserinin son evresinde olmasına rağmen karnından dışkılamaya gerek kalmadan uygulanan farklı bir metotla ameliyat edilerek, yeniden sağlığına kavuştu. Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Celalettin Vatansev, Op. Dr. Mustafa Nihat Atabek ile birlikte gerçekleştirdiği ameliyat sonrası, hastanın makata yakın bölümündeki tümörün alındığını söyledi. Prof. Dr. Vatansev, “Rektum kanseri dediğimiz bu kanser türleri, insan organizmasında bağırsağın son kısmını oluşturan bölümdür. Bu bölümde makata ne kadar tümör yakın olursa makatı kapatma ihtimali de o kadar büyük olur. Hastamızın büyük abdest kontrolünü yaptığımız mekanizmaya 2 santim uzaklıkta bir tümör vardı. 2-3 ay öncesinde radyoterapiyle hastalığın evresini önce aşağıya çektik. Daha sonra makatın tutma mekanizmasını oluşturan koruyucu bir cerrahi ile makatını koruyarak tümörü aldık.” dedi.

OMURGA KIRIĞINA ÇiMENTO TEDAViSiÖzellikle yaşlılar ve kemik erimesi hastalığı olanların korkulu rüyası omurga kırıkları, artık 15 dakikalık bir operasyonla tedavi edilebiliyor. Yöntemle ilgili bilgiler veren Sinir Cerrahı Operatör Doktor Özkan Özger, “Omurga kırıkları özellikle yaşlı hastalarda çökme kırığı şeklinde oluyor. Çoğu zaman kemik erimesine bağlı da olabiliyor. Ufak bir hareketle veya ufak travmalarla bu gerçekleşebiliyor. Biz, bunlarda eskiden korse yöntemi

uygularken şimdi vertebroplasti veya kifoplasti dediğimiz yöntemlerle kapalı şekilde, hatta bazen genel anesteziye gerek kalmadan içerisine bir alçı, kemik alçı koyarak yapabiliyoruz. Hasta, ameliyattan 1-2 saat sonra ayağa kalkıp 3-4 saat sonra taburcu olabiliyor. Genellikle hastalarımız bu yöntemi tercih ediyorlar. Çünkü hem anestezi almıyor, genel anestezi risklerinden kaçınmış oluyoruz, hem de uyanık yaptığımız için ameliyat esnasında konuşarak bacaklarını da kontrol edebiliyoruz. Bu da bize bir avantaj sağlıyor.” dedi.

TÜRKiYE SAĞLIKTA ABD’Yi GEÇTiABD Sağlık Ataşesi Prof. Dr. Adnan Çinal, Türkiye’nin sağlıkta çağ atladığını belirterek, “Avrupa’da bir koroner bypass olmak için hasta 6 ay bekletiliyor. Biz de ise bugün anjiyo olun, ertesi gün ameliyat olabilirsiniz. Amerika’da bile bu kadar iyi sağlık hizmeti yok.” dedi. Türkiye’nin sağlık turizmi ve yaşlı turizminde büyük bir potansiyeli olduğuna dikkati çeken Çinal, sağlık turizmi sektörünün her yıl yüzde 6 ila yüzde 12 arasında büyüdüğünü kaydetti. Türkiye’de kamu ve özelde toplam 240 kalp merkezi bulunduğunu anlatan Çinal, ‘’Biz de yapılması gereken her şey yüksek kalitede yapılıyor.” diye konuştu. Prof. Dr. Adnan Çinal, Türkiye’nin maliyetler açısından pazarda çok rahat rekabet edebileceğini, sıcak su turizmi ve geriatri turizmi ile ön plana çıkabileceğini sözlerine ekledi.

KiLO ALIP VERMEK FITIK EDiYORGünümüzde çok yaygın olan fıtık, masa başında çalışan, hareket etmeyen, şişman kişilerde daha çok görülüyor. Nöroşürirji Bölüm Koordinatörü Prof. Dr. Cengiz Kuday, toplumda neredeyse herkesin beli ya da boynunun ağrıdığını kaydediyor. Prof. Dr. Cengiz Kuday, spor yapmanın bel ve boyun fıtığından koruduğunu belirtiyor. Kuday, “Bel fıtığı karın adaleleri güçlü olan hamallarda, haltercilerde görülmez. Sporcular sporu bırakıp şişmanladığı zaman fıtık olur. Örneğin, hanımlar da hamilelikte kilo alıp veriyor; kilo alıp vermek fıtık nedenidir. Spor yapmayan, kilolu veya masa başında oturan kişiler risk altında. Çok spor yapan bir ülke değiliz, kiloluyuz.” diye konuştu.

Page 70: Ocak-Şubat Mart 2013

69

13 YAŞINDAKi KIZ ÇOCUĞUNUN KARNINDAN6 KiLOLUK KiTLE ÇIKTIMalatya’da, bir kız çocuğunun karın bölgesi ile rahmi arasından 6 kiloluk kitle çıkarıldı. Ender rastlanan durum, ameliyat ile başarıyla sonuçlandı. Ameliyat hakkında bilgi veren Opr. Dr. Şehitoğlu, “13 yaşındaki genç kızımızdan büyük bir kitle aldık. 3-4 ay önce kabızlık, karın büyümesi ve ağrıyla hastanemize başvurdu. Tetkikler sonrası kitle olduğu tespit edildi. 2 saatlik ameliyat sonrası dev kitle çıkarıldı. Kitle, 40 çarpı 40 santimetre ebadı ve 6 kilo ağırlığında. Bu tür vakalara rastlanır ama bu kadar küçük yaştaki çocuklarda az rastlanır. Büyüme, şişkinlik, kabızlık şikayeti olanların doktora muayene edilmeleri gerekir. Hastanemize gelmeseydi, çarpmayla kitle çatlayabilir, hasta şoka girer ve hasta kaybedilebilirdi.” açıklamasında bulundu.

SOFRA TUZUNDA SiYANÜR TEHLiKESiYapılan çalışmalar sonucunda sofra tuzlarının içerisinde toksik Potasyum Ferrosiyanür zehrinin ilave edildiğini dile getiren Metalurji ve Malzeme Mühendisi ve Malzeme ve Gıda Güvenliği Teknoloğu Ahmet Safa Macit; Potasyum Ferrosiyanür maddesinin gıda endüstrisinde kullanılan NaCI içerikli her türlü tuzun topaklanmaması, kekleşmesi ve sertleşerek kullanım dışı kalmasına mani olmak veya tuzluktan akar hale getirmek maksadıyla kullanıldığını belirtti. Potasyum Ferrosiyanür maddesinin 1960 yıllarda geliştirilip patenti alınarak, baharatlarda ve sofra tuzlarına kullanımda tüm dünyaya yayılmasının sağlandığını belirten Macit, günlük sofralarda kullanılan yemek tuzunun topaklanmaması için katılan ‘Potasyum Ferrosiyanür’ maddesinin fazla alındığı takdirde kansere yol açtığı belirtildi.

11 AYDA 77 KiLO VERDiMuğla’nın Milas ilçesinde yaşayan 34 yaşındaki Bahadır Elmas, 11 ayda 155 kilodan 78 kiloya düştü. 77 kilo veren Bahadır Elmas, en çok kilo veren hasta unvanına sahip oldu. 155 olan kilosuyla hareket güçlüğü çeken 34 yaşındaki Bahadır Elmas, bir gazetede okuduğu haber üzerine Denizli’ye giderek Elmas Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı öğretim Üyesi Prof. Dr. Koray Tekin’in yaptığı mide küçültme ameliyatları ile 11 ayda 77 kilo verdi. 19 Aralık 2011 günü ameliyat olan Bahadır Elmas, 11 ayda 155 kilodan 78 kiloya düştü ve hayata

adeta yeniden başladı. Kilolarını verdikten sonra nişanlanan Elmas, o dönem giydiği pantolonların tek bacağına artık tüm bedeni girebiliyor.

112 ACiL SERViS’i MEŞGUL EDENLERE MAHKEME YOLU 112 acil servisi asılsız ihbarlar nedeniyle meşgul edenler artık mahkemede hesap verecek. Rize 112 Acil Servisi gelen asılsız ihbarlar nedeniyle gerçek hastaya ulaşmakta zaman zaman aksamalar yaşıyor. 112 Acil servisi arayıp adres soran, kontör isteyen ve bu gibi çağrılar ve asılsız ihbarlarda bulunanlar artık mahkemede hesap verecek. Rize Acil Sağlık Hizmetleri İl Ambulans Başhekimi Gökhan Günaydın, günde ortalama 1700 civarında çağrı aldıklarını ve bunun sadece 100 tanesinin sağlık hizmetine ihtiyaç duyan hastalar olduğunu söyledi. 112 olarak asıl amaçlarının acil durumdaki hastaya en hızlı şekilde ulaşmak gereken müdahaleyi yapmak olduğunu belirten Günaydın; “Hastalara ulaşamadığımız durumların esas sorumlusu bizi gereksiz yere meşgul eden çağrılar ve asılsız ihbarlardır.” dedi.

TATLI, ALKOL KADAR ZARARLI ETKiLERE YOL AÇABiLiRBeyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Faik Özveren, “Tatlı aşırı miktarda tüketildiğinde alkol kadar zararlı etkilere yol açabilir.” dedi. Prof. Dr. Özveren, “Bunun etkileri bir anda ortaya çıkmaz. Yavaş yavaş yıllar içerisinde oluşur. Şeker hem vücudun ağırlığının artması hem de diyabete yol açması nedeniyle tehlikeli bir maddedir.” diye konuştu. Prof. Dr. Özveren, tatlının çok fazla tüketilmemesi gerektiğine işaret ederek, “Normalde vücuda giren karbonhidrat, protein, yağ bağırsaktan emildikten sonra, insülin dediğimiz bir hormon kandaki glikoz değerini düşürür. Ama bunun vücutta bir kapasitesi var. Banka gibi düşünün. Belli bir para miktarı var ama siz bunu sürekli kullanıyorsunuz. Vücuda tatlı girmesi böyle bir duruma yol açıyor. Eğer tatlı tüketimi aşırı miktarda olursa insülin miktarı çok fazla salgılanacağı için pankreasın zaman içinde iflas etmesine neden olur.” şeklinde konuştu.

“BEL FITIĞI MÜMKÜN OLDUĞUNCA AMELiYATSIZ TEDAVi EDiLMELi”Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde görevli Doç. Dr. Bilgehan

Tosun, bel ağrısı şikayetlerinin yüzde 90’ının yanlış hareketlerden kaynaklandığını belirterek, duruşumuzu ve hareketlerimizi düzettiğimiz takdirde şikayetlerimizin çözüleceğini ifade etti. Tosun, sözlerini şöyle sürdürdü: “Her fıtık, ameliyatsız yöntemlerle tedavi edilmeli. Fayda görmeyen hastalarda ameliyat bir tedavi şeklidir. Burada önemli olan, bel ağrılarında ağrı belde mi yoksa bacaklara da yayılıyor mu? Bütün ayrım burada yapılıyor. Eğer bacaklara da yayılıyorsa fıtıktan şüphelenilir. Kas kuvvetsizliği, idrar kaçırma gibi bulgular bel sağlığı için oldukça önemlidir.”

RAHiM SARKMASININ TEDAViSi MÜMKÜN Süleyman Demirel Üniversitesi(SDÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Baha Oral, kadınlarda sık doğum, obezite ve diyabet gibi rahatsızlıklara bağlı olarak özellikle menopoz sonrası rahim sarkması ve buna bağlı idrar kaçırma vakalarına çok sık rastlandığını kaydetti. Prof. Dr. Oral, bu rahatsızlıkların rahmin alınmasına gerek kalmadan tedavi edilebileceğini belirtti. Prof. Dr. Oral, “Önceleri yapılan ameliyatla rahim alınmak zorunda kalınıyordu. 2000’li yılların başından sonra yeni operasyon yöntemleriyle artık rahim alınmadan sarkıkların ve idrar kaçırmanın önüne geçmek mümkün oluyor. Tıpkı plastik cerrahide olduğu gibi vücudun kabul edebileceği materyaller kullanılarak rahim bölgesine yerleştirilip genital organ kaldırma işlemiyle sarkmaların önüne geçilebiliyor. Hem de organ korunuyor. SDÜ Araştırma Uygulama Hastanesi’nde var olan 5-6 tedavi yönteminden ikisi uygulanıyor. Son yöntemler de uygulanmaya başlanacak.” dedi.

SiNÜZiTE EN iYi iLAÇ TUZLU SU iLE GARGARAKulak Burun Boğaz Uzmanı Op. Dr. Mesut Kaya, akut sinüzite karşı en iyi ilacın tuzlu su ile yapılan gargara olduğunu söyledi. Bu aylarda sıkça görülen sinüzit hastalığını, sinüslerin iltihabi reaksiyonu olarak tanımlayan Op. Dr. Mesut Kaya, üç aydan kısa süren sinüzitlerin akut, uzun sürenlerin de kronik olduğunu belirtti. Akut sinüzit durumunda, doktora gitmeden tuzlu su ile gargara yapmanın işe yarayacağını söyleyen Kaya, “1 su bardağı suyun içine yarım çay kaşığı tuz ve yarım çay kaşığı karbon atılırsa uygun bir karışım elde edilir. Karbonat çok kuvvetli antibiyotiklerden biridir. Bunları iyice karıştırdıktan sonra günde 2 ya da 3 kez gargara yapılırsa daha etkili olur. Bir avuç bu karışımdan alıp burna çektikten sonra, burnun bolca temizlenmesi lazım. En az 3 ya da 4 gün, mümkünse bir hafta sürmelidir” ifadelerini kullandı l

Page 71: Ocak-Şubat Mart 2013

Organ bekleyenler vebağışçılar bir araya geldi.

Organ bekleyenler ve bağışçılar, İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nün organ bağışının önemine dikkat çekmek için düzenlediği organizasyonlarda bir araya geldi.

İlk organizasyon, Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.Etkinlikte konuşan İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, Türkiye’de organ naklinin son 10 yılda 5 kat arttığını belirtti. Dokucu, İstanbul’da 2012 yılı içerisinde 282 beyin ölümü gerçekleştiğini ve bunların 61 tanesinin donör olarak seçildiğini ifade etti. Organ naklinde ön sırayı 1160 operasyonla, böbrek naklinin çektiğini açıklayan Prof. Dr. Dokucu, organ naklinin artmasının gurur verici olduğunu, ancak bu sayıların yeterli olmadığını kaydetti.

Organ bekleyen ve organ nakli olan çocuklar bir araya geldiİkinci organizasyon ise Carousel Alışveriş Merkezi’nde düzenlendi. Organ nakli yapılmış çocuklarla, henüz bu şansa sahip olamamış nakil bekleyen çocuklar, İl Sağlık Müdürlüğü ve Hayata Bağış Derneği işbirliğiyle bir araya geldi.

Organizasyona ünlüler de destek verdiAnadolu Efes takımının basketbolcuları Sinan Güler, Dusko Savanovic, Doğuş Baltay, Birkan Baltuk, milli futbolcu Ayhan Akman ve sanatçı Ekin’in destek verdiği etkinlikte duygusal anlar yaşandı. İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, etkinliğe katılan çocuklara hediyeler vererek, onlarla sohbet etti. Gün boyu çocuklara yönelik aktivitelerin devam ettiği etkinlik, vatandaşların da yoğun ilgisine sahne oldu.

Ülkemizde beyin ölümü gerçekleşen

kişilerden canlıya donör verme konusunda henüz arzu edildiği kadar yol alınamadığını vurgulayan Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu “Amacımız hayata hayat katmak! sloganından hareketle, bu yaraya tekrar

parmak basmak ve destek vermektir. Bu konudaki bilinçlendirme çalışmalarımız hız kesmeden devam edecektir.” dedi l

Page 72: Ocak-Şubat Mart 2013

71

“Obeziteye Karşıyız Sempozyumu”gerçekleştirildi.

İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesinin kuruluşunun 53.yılı kutlamaları kapsamında Harbiye Askeri Müzesi’nde “Obeziteye Karşıyız Sempozyumu” düzenlendi.

4. Samatya Günleri etkinlikleri dahilinde düzenlenen sempozyum, İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, Halk Sağlığı Müdürü Doç. Dr. Mustafa Taşdemir, Beyoğlu Bölgesi Genel Sekreteri Uzm. Dr. Güven Bektemür, İstanbul E.A.H. Yöneticisi Doç. Dr. Özgür Yiğit, Başhekimi Doç. Dr. Mehmet Salih Gürel ve çok sayıda sağlık çalışanının katılımı ile gerçekleşti.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından, vücutta sağlığı bozacak ölçüde aşırı yağ birikmesi olarak tanımlanan obezitenin önlenmesine yönelik çalışmalar sürüyor. Sağlık çalışanları, giderek büyüyen bir sağlık sorunu olan obezite konusunda bir bakış açısı geliştirmek, konuyla ilgili yenilikler ve değişikliklere değinmek için Harbiye Askeri Müzesi’nde bir araya geldi.

Topluma sağlıklı beslenme ve düzenli fiziksel aktivite alışkanlığı

kazandırmanın önemini vurgulanmak amaçlı gerçekleştirilen “Obeziteye Karşıyız Sempozyumu”nda, çocukları kötü beslenme tuzakları ve hareketsizlikten korumaya yönelik önlemlerde masaya yatırıldı.Sağlık çalışanlarının yoğun katılımıyla gerçekleşen sempozyumda konuşan İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, obezitenin tüm dünyada giderek yaygınlaşan bir sağlık problemi olduğunu kaydetti. Obezitenin bir toplumsal sorun ve hastalık olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirten Dokucu, “Obezite konusunda hassasiyetin artırılması açısından, bu sempozyumlar oldukça önemli. Türk toplumunun misafir ağırlayıp ikram etmekten aldığı keyif düşünüldüğünde, obezite bilinci edinmenin önemi daha da ortaya çıkıyor. Bu açıdan ikram kültürümüzü mutlak suretle kısıtlamamız gerektiğine inanıyorum” dedi.

“Porsiyonları küçültelim.”Obezite ile mücadelede Sağlık Bakanlığı’nın ilan ettiği bir diğer hedefin,

porsiyonları küçültmek olduğunu belirten Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu “Obezite ancak halkın farkındalık kazanmasıyla çözülebilecek bir sağlık sorunudur. Obeziteyi ne kadar toplumun gündemine taşıyabilirsek, o kadar başarılı oluruz. Bu sorun ancak bilinçlenerek uzun dönemde aşılabilecek bir sorundur. Ev hanımlarımıza bu konuda büyük sorumluluk düşüyor. Evlerde kullanılan tabakların küçültülmesiyle anneler porsiyonların azaltılmasına katkı sağlayabilir.” diyerek konuşmasına son verdi.

Taşdemir: “Obezite ile mücadele tütünle mücadeleden bile daha zor.”Halk Sağlığı Müdürü Doç. Dr. Mustafa Taşdemir “Obezite ile mücadele halk sağlığı alanına girmektedir. Tütün ile mücadele dedik ve güzel bir başarı sağladık ama obezite sorunu tütün ile mücadeleden bile daha zor. Dünyadaki örneklere baktığımızda, en gelişmiş ülkelerin en önemli sağlık probleminin obezite olduğunu ve tüm çabalara rağmen başarılı olamadıklarını görüyoruz. Bundan dolayı bütün kurumlarımız elbirliği ile çalışmalı.’’ dedi.

Beyoğlu Bölgesi Genel Sekreteri Uzm. Dr. Güven Bektemür “Obezite toplumun bir gerçeği haline geldi ve obezite ile mücadele etmek zorundayız. Bu sempozyumun da Bakanlığımızın obezite ile mücadele programına artı etki sağlayacağına inanıyorum.” dedi.

Başhekim Yiğit: “Dünya’da obeziteden ölümlerin oranı, açlıktan ölümlerin üç katına çıktı.”İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yöneticisi Doç. Dr. Özgür Yiğit konuşmasında “Hastanemiz ilk kurulduğu günden bugüne hem İstanbul için, hem ülkemiz için önemli bir sağlık kurumu olarak görevini yerine getirmiştir. Sağlıktaki dönüşüm programı sayesinde hizmet ve eğitim kalitemizi artırarak hizmet vermeye devam ediyoruz. Kuruluş yıldönümümüz kapsamında gerçekleştirilen bu etkinlikte, ele aldığımız obezite konusu ülkemizde ve dünyada giderek artan bir sorun.

Amerika’da halk sağlığı sorunu olarak görülen obezite tedavisine ayrılan pay 40 milyar dolar. Yapılan araştırmalara göre obeziteden ölümlerin oranı, açlıktan ölümlerin üç katına çıkmıştır.’’ dedi l

Page 73: Ocak-Şubat Mart 2013

ABD,Ohio’da lisans olmadan

fare yakalamakyasaktır.

Bunlarıbiliyormusunuz?

En uzun boylu insan1940 yılında ölen

2,72 metre boyundaABD’li R. P. Wadlow’dur.

Vücudumuzdakitüm damarları

uç uca eklediğinizde,19 bin 200 km eder.

İnsan bir günde28-33 bin litre hava,500-700 litre oksijen,

2 kg yiyecektüketir.

Yer çekimsizortamda mum alevi

küre şeklindedir.

Bir fare susuzluğa bir deveden daha fazla dayanabilir.

El tırnaklarıayak tırnaklarından

dört kat daha hızlı uzar

Dünyadainsandan daha çok

tavuk vardır.

1994 Dünya Kupası’nda, Bulgaristan

futbol takımının 11 oyuncusunun hepsinin isminin sonu “OV” ile

bitiyordu.

Otomobil sayısıinsan sayısından3 kat daha hızlı

artmaktadır.

Deniz yıldızlarınınbeyni yoktur.

Dünyanın en hızlı kuşu 128 km. sürate ulaşabilen boğazlı

kırlangıçtır.

Bir bardak sıcak su, buzdolabında soğuk sudan daha çabuk

donar.

Bir insanyılda en az

460rüya görür

İnsanın uzun süre bir böbrek ve bir akciğerle,

midesiz ve dalaksız yaşayabilir ama

karaciğersiz bir dakika bile yaşayamaz.

Bir insanklinik ölüm sonrası

5 dakika içindehayata geri getirilebilir,

5 dakika sonra beyin hücreleriölmeye başlar, yine de bu süre

5 dakika dahauzatılabilir.

Kahvesarhoş bir insanın

ayılmasına yardımcı olmaz, hatta çoğu

zaman alkolün etkisinin artmasına yol açar.

Aşık olduğumuzdabeynimiz kalp atışınmızı hızlandıran ve bizi mutlu eden “phenylethylamine”

üretir, bu kimyasal çikolatada da bulunur.

Türkiye’deMehmet adında1 milyon 229 kişi

bulunuyor.

Dünyadabir yılda gerçek

paradan daha fazla Monopol parası

basılıyor.

Bir yılanüç yıl

uyuyabilir.