nasların İlietlerini İlgiti bulundukları ortam ve gözönünde...
TRANSCRIPT
Nasları Anlama ve De!jerıendlrme 1 Dr. Yusuf·IŞICIK
Nasların İlietlerini ve İlgiti Bulundukları Ortam ve Şartları Gözönünde Tutma Hususunda Sahabe ve Tabiin 'in Metodları(*) Yfısuf el-Karda vi
Çeviren: Dr. Yusuf IŞICIK
Selçuk üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Oyesi
Dr. Y usuf Işıcık:
1949 yılında Konya'nın Divanlar köyünde do!:jdu. lık ve orta tahsilini Konya'da yaptı . 1973.te Konya YOk.sek Islam EnstitüsOnden mezun olduktan sonra Hatay lı MOftü Yardımcılı!ıı görevine atandı. 1974'te Bitlls'In Adileevaz ve lçel'ln Erdemli Ilçelerinde valzlik yaptı. 1977 yılına kadar Erdemli lmam·HatlD Llsesi Meslek Derslerı ö!jretmenllğl yaptı. 1977'de Konya Yüksek Islam EnstltOsOne Tefslr asis· tanı olarak girdi. "Kazerunı ve Tefslrdekl Metodu" adlı tezıyıe Tefslr Doktoru oldu. ışıcık'ın "Modern Ça!:jda IslAmi Meseıeıer" (Tercüme • 1980), "Dr.Muhammed lkblil'in MesaJı" (Tercüme • 1979), Isimli yayınlanmış ve •'fsıam Hukukı; ve Sorunları" (Kardavlden Tercüme), "Mukaddlme Fl USOf~~t-Tefslr" (lbr,ı Teymiyye'den tercüme) "Kur an'da Dört {i?ııı" (RAZI'den tercQme) Isimil yayınlanmamış çalışmaları bulunuyor. Halen Selçuk Onlv. lıh. Fak. Tefslr Anabi· lim Dalı ö!jretlm üyesi olarak görev yapmaktadır.
Ha~ is -i Şeritlerin ilgili bulundukları ortam ve illetleri gözönünde bulundurma usulünü ilk uygu
layanlar, Allah kendilerinden razı olsun Sahabe ve
onlara güzelce tabi olanlardır . Or:ılar, bazı hadislerin, Rasulüllah devrindeki muayyen bir durumu ele aldığını ve sonradan bu durumun değiştiğini görür görmez, bu nevi hadislerin zahirieriyle amel etmemiş
lerdir.
Meseleyi açıklığa kavuşturmak içi..n baz ı misaller üzerinde duracağız. Merhum Ostadımız Prof.pr.
Muhammed Yusiıf Musa der ki:
"Hz.Peygamber (S.A.V.)'den, lukata (yitik eşya ve hayvanlar) konusunda, umumi manada birçok hadis varid olmuştur. Biz bunlardan, Zeyd b. Halid ei -Cüheni'nin rivayet ettiğ i iki hadisi nakletmekle
yetineceğiz:
(*) Yflsuf el-Kardtiui, [015:.J 0\..j 5 ~.;.,ldl ~')l,..J \..oı,)_,l> : r~'lı ~r] IBeyrut 1397, s. 141-153.
lslllml Araştırmata'r Sayı : ı - Temmuz 198!l 41
1. Bir adam Hz.Peygamber (S.A.V.)'e gelerek, buluntu malın hükmünü sormuştu. Efendimiz buy~:~r· dular ki: "Yitiğin torbasını ve ağzının bağını iyi tanı· sonra bir sene müddetle onu ilan et. Eğer sa-, hibi çıkarsa verirsin; çıkınazsa sen bilirsin." Adam: "Yitik koyunun hükmü nedir ey Allah'ın Rasulü?" diye sorunca, Peygamberimiz (S.A.V.): "Yiten bir koyun ya senin, ya kardeşinin, yahutta kurdundur."(l) Bu defa adam: 'Peki, ya yitik deve ne ola
cak?" diye sordu. Allatı'ın Rasulü: "Ondan sana ne! Karnında suyu, ayaklarında kuvveti vardır. Sahibi buluncaya dek su bulur içer, ot bulur yer." demiş
tir (2).
2. Peygamber (S.A.V.)'e, bulunmuş altın ve gümüş paraların hükmü sorulmuştu; buyurdu ki: "Torbasını ve ağzının bağını iyi tanı. Sonra, bir sene müddetle onu duyur. Eğer sahibi bulunmazsa, kendin harca ve üzerinde emanet olarak kalsın. Şayet gii
.nün birinde sahibi çıkarsa ödersin." Aynı kimse Rasulüllah~ yitik .deveyi sordu; l;>uyurdular ki: "Ondan sana ne! Karnında suyu, ayaklarında gücü vardır;
sahibi buluncaya kadar su bulur içer, ot bulur yer." Adam bu defa, yitik koyunun durumunu sordu. Peygamber S. buyurdular ki: "Koyunu tut; çünkü
onu ya sen tutacaksın, ya kardeşin tutacak, ya da kurt yiyecektir." (3)
Hz.Peygamber zamanında ve Ebu Bekirle Ömer (R.) devirlerinde, bu uygulama böylece devam etti; yani yitik develer, Rasulüllah'ın emrine uyularak, kendilerini koruyabildikleri, sağlam ve dayanıklı
ayakları sayesinde çöllerde yiyecek ot ve içecek su
bulup iş~enf?elerind~-- <!e~~ edebiirlikleri _ sür_ec~, _
sahipleri tarafından bulununcaya kadar kendi hal
lerinde bırakı!ırlar, kimse onlara el sürmezdi. Sığır da aynı hükme tabi idi; çünkü o da deve gibi varlığını devam etti rm e gücüne sahipti. Bununla ilgili olarak,
Munzir b. Cerir şunu anlatır:
"Babamla birlikte, Sevad (lrak)'ın Bevazic kasabasındaydım. {Babama ait) sığır sürüsü gelmişti.
Nasıarı Anlama ve Değerlendirme 1 Dr. Yı.ısuf IŞICIK
Babam sürünün içinde yabancı bir inek gördü ve "bu sığır nedir?" diye sordu. {Çobanlar}, "Sürüye karışan · bir inektir." dediler. Babam, bu yabancı
ineğin sürüden çıkarılmasını söyledi; çıkardılar ve
inek uzaklaşıp gözden kaybolunca, babam bize
dedi ki: "Rasulüllahın şöyle buyurduğunu işitmiştim: "Yitik hayvanı sahibinden başkası alıkoyamaz."(4)
Nihayet Hz.Osman döneminde, uygu[amada değişiklik oldu. Şöyle ki, imam Malik, İbnu Şihab ez-Zuhri'den şunu rivayet etmektedir: "Ömer b. Hattab zamanında yitik develer o kadar çoğalmıştı ki, sağda solda yavrulariardı da kimse onlara dokunmazdı. Hz.Osman halife olunca, bunların toplanıp
ilan edilmesini, sahipleri çıkınazsa satılıp sonradan sahipleri bulunduğunda paralarının verilmesini em~ retti." {5)
Hz.Osman'dan sonra durumda biraz daha değişiklik oldu. Şöyle ki Hz.Aii (R.), yitik develerin, sahipleri adına . k~[Uf!maları için tutolmalarında
Osman'ın fikrini kabul . etmekle beraber, bunların satılarak paralarının verilmesinin, sahiplerini . zarara sokabileceği görüşündeydi. Çünkü, devenin bedeli,
devenin biuat kendi yerini tutamaz ve sağladığı
faydayı sağlayamazdı. işte bundan dolayı Ali b. Ebi Talib, develerio toplanarak, beytülmal tarafından baktimaiarına ve sahipleri çıkınca teslim edilmelerine karar verdi." ( 6)
Osman ve Ali (R.), bu uygulamalarında Peygamber S.in emrine muhalefet etmemişler, bilakis sözkonusu emrin maksadını göz önünde bulundurmuşlardır. Çünkü insanların ahlakı bozulmuş hak-
-. hukuk---anlayışı zayıflamış ve bir takım kimseler hararniara el uzatır olmuşlardı; böyle bir ortamda,
yitik deve ve sığırları kendi hallerine terketmek,
onları zayi etmek ve sahiplerine bir daha dönmemelerine sebep olmak olurdu. Bu ise Hz.Peygamber'in söz konusu emriyle kat iyyen kasdetmediği bir şey
di. Binanaleyh, bu mahzurun ortadan kaldırılması
icabediyordu.
(1) Bu şu demektir ki; Rasulullah·s., yitik koyunun tutulup alınmasına izin vermiştir. (2) M ôlik, Muvatta '. 36 K. Alldiye 38, s. 757; Beyhak i, es.Sunenu 'l-Kubrô, c. VI., s. 185. (3) Şevkôni, Ney lu 'l-Evtôr, c. V, s. 338; hadis muttefekun aleyh 'tir. (4J: Beyh(Jki, c. VI; Şevkôni, age., c. V, s. 344-345; Burada yitik hayvandan maksat, deve ve sığır gibi, uzun
· süre kendisini koruyabilen, ot ve su bulmak için uzun mesafeler katedebilen hayvanlardır. Beuôzi c, Sem' ani'nin kaydettiğine göre (el-Eiı.sôb, II, 346). B.ağdad'ın yukarısında Dicle kenarında eski bir şehirdirfOradan, eskiden beri birçok ôlim çıkmıştır.
(5) Malik, Muvatta', c. ll, s. 129. (6)Muhiımmed Yuslif Musô, Tarihu'l-Fıkhi'l-islômi, s 83-85.
1 . .
42 Islamı Araştırmalar Sayı: 1 - Temmu;z 1986
N asıarı Anlama ve Değerlendirme 1 Dr. Yusuf ı Ş ıcı K
Müslim'in, Ebu Said el-Hudri'den rivayet ettiği,
Peygamber S.in şu hadisi de böyledir: "Benden, Kur'an ın dışında herhangi bir şey yazmayan! Eğer Kur'an'ın dışında benden bir şey yazmış olan varsa onu silsin!"
Merhum Prof.Dr.Mustafa Sibai, "es -Sunneh" adlı" kitabında şunu ortaya koymuştur ki, hadis yazımayla ilgili söz konusu yasaklamadan maksat, Islam cemaatinin imam ı ve • en yetkilisi sıfatıyla Hz. Peygamber S .in şahsında temessül eden devlet kontrolündeki resmi yaz.ım idi. Bu yasağın birkaç sebebi vardı. Bunlardan bir tanesi de, hususiyle katipierin ve yazı malzemesinin az olduğu bir zamanda bütün itina ve dikkatleri, Kur'an'ın yazım ve tedvinine yöneltmek idi ; ki böylece kemik, hurma dalı, ince beyaz taş ve deri gibi basit ve mahdut eşya üzerine yazı yazıldığı bir dönemde, Kur'an hadislerle karışmasın. Bundan ötürüdür ki, işbu mahzurlar ortadan kalkınca, Rişid Halife Ömer b. Abdülaziz'in, hicri birinci asrın heme!1 başında, hadis bilenlerin ölmele
riyle zayi olacağı endişesiyle Rasulüllah'ın hadislerinin kitaplarda toplanmasını (tedvin) emrettiğini
biliyoruz.
Bununla ömer · b. Abdülaziz, Rasulüllah'ın,
hadis yazımının yasaklanması konusundaki sözüpe
muhalefet etmemiş, bilakis, bu yasağın hedefi v~lgili bulunduğu ortam ve şartları g?z önünde bulundurarak, bunun, geçici bir durumu ilgilendirdiğini,
bunun ise Kur'an'ın ezberlenmesi ve yazılmasıyla
ortadan kalktığına, artık Kur'an'ın Sünnet'le karışması gibi bir endişenin bulunmadığını gördü. Üstelik, yazı yazma işi de artık kolaylaşmış, yazma bilenler
çoğalmış ve gerekçe ortaya çıkm ı ştı . i ş bu vechile istikrar bulunca, Sünnetin yazım ve tedvini, gerekli bir mesele haline gelmiş ve farz- ı kifaye olmuştu. Çünkü, islam yasama faaliyetinin, Kur'an - ı Kerim' den sonra ikinci kaynağı olan Sünnet'in korunması ,
ancak böylelikle mümkün olabilecekti. Vacib'in kendisiyle tamam olduğu şey de - malum olduğu üzere - vaciptir.
Zaınanıİı örf ve Adetlerine Bağlı Olarak V ari d Olan Hadisler
Nübüvvet asrında varolup da, günümüzde deği
şen bir örfe bağlı olarak varid olan bazı nasların
bulunduğunu hesaba katmak, dolayısıyla bunların
zahirierine takılıp kalmayıp maksatlarına bakmak da,
yukarıda geçen hususlar cümlesindendir:
ls!amı Araştırmaı~r ~ayı: ı - Temmuz 1986
1. "Altın ile altın, gümüş ile gümüş, tartısı
tartısına, buğday ile buğday, arpa ile arpa, hurma ile
hurma, tuz ile tuz, ölçeği ölçeğine peşin olarak değiştirilir." mealindeki hadis-i şerifte sözü geçen
ribevi (faiz cereyan eden) mallarla ilgili olarak Imam Ebu Yusufun görüşünü fıkıh alimleri bilirler. Ebu Yusufa göre, hadiste geçen sınıflarda ölçüye mi yoksa tartaya mı itibar edileceği, örfe bağlı bir husustur. Bu bakımdan, örf değişse, mesela günümüzde olduğu gibi hurma ve tuz, tartı i_le alınır-satılır hale gelse, muamelenin yeni örfe göre yapılması icabeder; dolayısıyla hurmanın hurmayla, tuzun tuzla eşit
olarak tartı ile mubadele ve satışları caiz olur. Bu ise, Imam Ebu Hanife'nin ve Hanefi fıkıh kitaplarının şu
görüşün~ muhaliftir:
"Peygamber S.in, hakkında ölçek itibariyle faz
lalığı haram kıldığı mallarda ebediyyen ölçeğe iti
bar edilecektir; hatta insanlar bu mallarda ölçek kullanmayı terketseler bile. Yine Rasulüllah'ın, haklarında tartı itibariyle fazlalığı haram kıldığı mal
larda, daima tart.ıya itibar edilecektir; hatta insanlar bu mallarda tartı kullanmayı bıraksalar bile."
Işbu görüşe göre hurma, tuz, buğday ve arpanın kıyamet gününe kadar ölçekle alınıp verilmesi gerekir. Bu ise, insanlar için bir zorlaştırmadır; halbuki bu
hükümde şari' Aleyhis.selam'ıh böyle bir zorlaştırma maksadı yoktur. Binanaleyh, sahih olan Ebu Yusuf
un ictihadıdır.
2. Nassın , bilahare değişikliğe uğrayan bir örfe bağlı olarak varid olabildiğinin en açık örneklerinden biri, Peygamber S.in, nakitlerin zekatında
biri gümüşten 200 dirhem (595 gr.), diğeri de altından
20 miskal (85 gr.) olmak üzere iki çeşit nisap takdir etmiş olmasıdır. Çünkü o zaman bir dinar (miskal) on dirheme müsavi bulunuyordu.
Hakikatte Peygamber S., zekat için iki ayrı
nisap koymayı kasdetmiş değildir. Aksine\O'nun S. kasdı, bir tek nisaptır. Bu nisaba kim mali~e o zengindir ve zekat vermesi gerekir. O nisap ise, nübüvVet asrında tedavülde bulunan iki para cinsiyl~ (altın ve gümüşle) takdir edilmiştir. Dolayısıyla, bti, konu
daki !las, o gün geçerli olan örf ve teamüle göre varid olmuş ve zekat nisabını, birbirine tamamen muadil
iki meblağa göre belirtmiştir. Günümüzde ise durum tamamen değişmiş ve gümüş fiyatları altına göre korkunç bir düşüş göstermiştir. Bu durumda zekat nisabını , birbirinden oldukça farklı değerler ifade eden iki meblağ üzerinden takdir etmemiz, mesela
43
"85 gr. altın veya 595 gr gümüşe muadil parası olan kimse zekat verecektir." dememiz caiz değildir.
Çünkü, bu durumda altın nisabının k ıymeti gümüşükünden 15 misli kadar fazladır. Böyle olun~a, 10 Libya Dinarına veya 10 Mısır Cüneyh'ine sahip olan bir kimseye, 'Paranın nisabını gümüş üzerinden hesaplarsak sen zenginsin ve zekat vermen gerekir." deyip de, bundan kat kat fazla parası olan birine de ' Paranın nisabını altın üzerinden hesaplarsak sen fakirsin." dememiz ma'kul olmaz.
Günümüzde bu durumdan kurtulmanın yolu, zekat vermeyi gerektiren şeri zenginliğin asgari haddini ifade eden bir tek nisabın, paralar için belirlenmesidir. Allah ömrünü uzun etsin büyük üstad Muhammed Ebu Zehra(7) ve merhum meslektaşları Şeyh Abdülvehhab Hallaf ile Şeyh Abdurrahman Hasen, 1952'de Şam'da verdikleri zekat konferans ı 'nda bu görüşe kail olmuşlar ve zekat nisabının ,
yalnızca altın üzerinden hesabedilmesine karar vermişlerdir. Fıkhu'z-Zekat adlı kitabımda benim de
tercih ve teyid ettiğim görüş bu olmuştur{8).
3. Peygamber S.in, hataen ve şibh -i am d (kasdiye benzer) katillerde diyeti katilin erkek akrabaları olan akıle 'sine yüklernesi de, zamanın sonradan değişen örfüne bağlı olarak varid olan naslardandır. Fukahadan bazıları, Peygamber S. in verdiği
bu hükmün zahirine tutunarak, akıle'nin daima katilin erkek akrabaları olması gerektiğine hükmetınişler ve asr - ı saadette, kişin!n en büyük yardımcı ve destekçileri erkek akrabaları olduğu için Rasuiüllah'ın , diyeti onlara yüklediğini gözönünde bulundurmamışlardır. Bu gÖrüşte -Öian fukahaya, · diğer -bazı
ları -mesela Hanefıler- muhalefet ederek, Hz: Ömer'in kendi döneminde diyeti divan ehline(9) yüklemiş olmasını delil · göstermişlerdir . ibnü Teymiyye, bu konuyu Fetava'sında ele almış ve demiştir ki:
"Peygamber S., diyeti, akıle'ye yüklemiştir.
Akıle, kişiye yardım eden ve ona destek olan kimselerdir. Rasulüllah'ın devrinde akıle, kişinin erkek
N asıarı Anlama ve Değerlendirme 1 Dr. Yusuf 1 ŞICIK .
akrabaları idi. Hz.Ömer kendi döneminde, diyeti divan ehline yükledi. Bu sebepten diyetin kime ait olacağı hususunda fukaha ihtilaf etti ve denildi ki: "Burada esas olan, acaba akıle, şeriatça tahdid ve ta'yin edilmiş belli kimseler midir? Yoksa, herhangi bir ta'yin söz konusu olmaksızın kişinin yardımcı
ve destekçiferi midir?" Fukahadan birinci görüşü
esas alanlar "Diyet ancak akrabaya düşer." demiş
lerdir; çünkü akrabalar, Rasulüllah devrinde akıle
iqi ikinci görüşü esas alanlar ise demişlerdir ki: "Yerine ve zamanına göre, kişiye kim yardım ediyor ve kolluyorsa akıle onlardır. Peygamber devrinde kişinin yardımcı ve arka çıkanları akrabalarıyd ı .
Bundan dolayı da akde onlardı . Çünkü Rasulüllah S. zamanında divan ve atıyye (maaş vs.) diye bir sistem yoktu. Hz.Ömer, kendi döneminde divan sistemini kurunca, bu demekti ki; her birliğe (divana) bağlı olan askerler, akraba olmasalar dahi birbirlerine- yardım edecek ve yekdiğerlerini kollayacaklardır. Dolayısıyla akıle de onlar olacaktır." Sahih olan, bu ikinci görüştür. Ve ahvalin değişmesiyle akde olacaklar da değişir. Yoksa mağripte oturan bir adam düşünün; onun yardımcı ve destekçiteri oradadır; bu durumda nas ıl olur da akılesi meşrıkta bir memlekette oturan kimseler olabilir? Hatta belki de onun, meşrıktaki akrabalarıyla hiç ilgisi kalmamış ve herhangi bir haberleşmesi yokken! Bir kimsenin mirasını, orada bulunmayan gaip veresesi için muhafaza etmek mümkündür; çünkü Peygamber S., kaatil bir kadının diyetini asabesine, mirasını ise kocasına ve oğullarına düşürmüştür. Yani, varis başka asabe başkadır.' (10)
İmam (devlet başkanı) Sıfatıyla Rasulüllah'tan Sadır Olanlar:
Şer'i naslar ve hükümler içerisinde, Peygamber S.'in, Allah'tan bir tebliğ edici olarak değil de, lslam cemaatinin imamı ve başkanı olarak söyledikleri vardır. Muhakkık alim Karafı'nin "ei-Füruk" ve "el- ihkam" isimli kitaplarında beyan ettiği üzere, Rasulüllah'ın , bir mübelliğ olarak söyledikleriyle,
(7) Muhammed Ebu Zehra, geride ölümsüz eserler bırakarak 1974 yılında Allah 'ın rahmetine kauüşmuştur. Kardaui'nin bu kitabı yayın/andığında Merhum hayattaydı. - Mütercim -
(8) Bkz. Fıkhu'z-Zekiit, c.1, s. 261 -265. (9)
(10)
44
Diuan Ehli: Bir sancak altında hareket eden, aynı kütükte kayıtlı bulunan, belli maaşları olan kimselttrin teşkil ettikleri birliktir ki, bunlar o kütük (diuan) 'de kayıtlı bulunan her şahsın ii kılesi sayılırlar (Bkz. ö.N. Bilmen, Hukuk-ı lsliimiyye Kamusu, lst. 1968, c. III, s. 13)-Mütercim-1. Tey m iye, Fetiiuii, c. XIX s. 255-256.
Islamı Araştırmatar Sayı: ı - Temmuz 191&
N asiarı Anlama ve Değerlendirme 1 Or. Yusuf 1 SI Cl K
devlet başkanı olarak .söyledikleri arasında büyük fark vardır. Karafı der ki:
"Peygamber S.'in, tebliğ (şeriat) olarak söyledikleri ve yaptıkları, kıyamete kadar ins ve cin için devamlı ·ve umumi bir hüküm teşkil eder. Eğer bu hükümler emir is~ler, herkes bunları bizzat yapar; mubahlar da böyledir. Eğer bunlar yasaklar ise, herkes bunlardan bizzat kaçınır. Fakat Peygamber S.'in imam sıfatıyla yaptıgı tasarruflarına, herhangi bir kimsenin, imam'ın izni olmaksızın teşebbüs etmesi caiz değildir. Bu hususta Rasulüllah'a iktida etmesi lazımdır. Şöyle ki; O bu tasarrufunu, bir tebliğci olarak değil, fakat bir devlet başkanı olarak yapmıştır."
Yani, harbe karar vermek, ordunun stratejisini ta'yin, anlaşmalar yapmak ve ganimetieri taksim etmek gibi Rasulüllah'ın bir imam ve devlet başkanı sıfatıyla yaptığı işler vardır; bunda şüphe yoktur. Bir de, mesela ibadetlere müteallık hususlarda olduğu gibi, tebliğci sıfatıyla kesin olarak yaptığı tasarrufları vardır. Ay~ıca, öyle mi, yoksa böyle mi olduğunda ulemanın ihtilaf ettikleri hususlar vardır.
imam Karafı
"Kim ölü bir toprağı işleyip ihya ederse onundur.' hadisini, bu hususta bir örnek olarak zikreder. Yani, bu hadis O'nun S. bir tebliğci ve bir ~fti olarak söylediği bir sözü ve tasarrufu mudur? Ki bu durumda, devlet başkanının izni olsun olmasın,
bir kimsenin ölü bir araziyi ihya edip ona sahip olması caizdir. İmam Şafii ve Malik'in mezhepleri budur. Yahutta bu, Rasulüllah'ın, devlet başkanı
sıfatıyla yaptığı bir . tasarrufu mudur? . Ki bu takdirde imarnın izni olmadan, bir kimsenin ölü bir araziyi ihya edip sahip çıkması caiz değildir. Bu da Ebu Hanife'nin mezhebidir.
"Kim bir düşman askeri öldürürse, öldürdüğü
kimsenin silah, üst-baş vesairesi onundur." hadisi de, üzerinde ihtilaf edilen hususlardandır. Yani, Pey- . gamber S. bunu, imam sıfatıyla mı söylemiştir? Böyleyse, hiç kimse bu yolda imamdan bir izin almadan öldürdüğü kişinin eşyalarına sahip olamaz. imam Malik'in görüşü budur. Yoksa Rasulüllah S. bunu bir tebliğ (şeriat) olarak mı söylemiştir? Ki bu takdirde,
imarnın veya komutanın izni olsun olmasın, öldürülen düşman askerinin eşyası şer'an, öldüren kimseye aittir; bu değişmez, sürekli ve umumi bir hükümdür(11 ).
islam Fıkhı üzerinde ciddi olarak düşünen bir kimse, fukahanın ihtilaf ettikleri bu kabil hükümlere dair pekçok örnek bulabilir. Onlar her ne kadar bu hükümleri Karafı'nin dediği gibi ifade etmiyorlarsa da, asi ında bunlar, Karafı'nin sözkonusu ettiği
esas'la alakalıdır. Burada bazı misaller üzerinde durmak istiyoruz:
1. Peygamber S. Muaz b. Cebel'i Yemen'e .gönderirken, cizye ile ilgili olarak buyurmuştur ki:
"Büluğa ermiş herkesten birer dinar al." Bu, Hz.Peygamberin, adalet ve maslahata uygun görerek, devlet başkanı sıfatıyla yapmış .olduğu bir takdirdir. Yoksa bu zekat konusundaki uşür (onda bir), nısfu'luşür (yirmide bir) gibi, vacip olan şer'i takdirler gibi değildir. Bundan dolayıdır ki Hz. Ömer, kendi döneminde cizyeyi 12 dirhemden 48 dirheme kadar insanların güçlerine göre çeşitli şekillerde takdir etmiştir. O'nun bu takdiri, mü'minlerin emiri ve imamı sıfatıyladır . Bu sebepten de O'nun bu uygulaması, bazı fakihılerin anladıkları gibi, kendisinden sonrakileri bağlayıcı değişmez (ebedi) bir şeriat niteliğini taşımaz. Bilakis, Ömer'den sonra gelen imamlar, müslümanların maslahatları ve adalet prensibi gereği, O'nun takdir ve tesbitine kah ilavelerde bulunmuşlar, kah eksiitmeler yapmışlardır. Bu, imam Ahmed ve diğerlerinden nakledilen görüştür; sahih olan da budur." (12)
2. Peygamber S.'in, zina eden bekar erkeği, zinay ı irtikap ettiği beldeden başka bir yere sürgüne mahkum etmesi de böyledir (13). Bundan dolayı
Hanefıler, Peygamber S.'in bunu, siyaseten ve ta'ziren yaptığı , yani devlet başkanı (imam) sıfatıyla
böyle bir hükmü verdiği görüşündedirler. Bu sebepten onlar (Hanefıler), "Eğer bir maslahatın gerçekleştirilmesi veya bir mefsedetin ortadan kaldırılması gibi bir lüzuma inanırsa uygular." diy.e bunu imam'a havale etmişlerdir. Eğer Peygamber S., adı geçen hükmü, devlet başkanı sıfatıyla vermemiş olsaydı,
Ömer R., sürgüne gönderdiği zani bir adamın Bizans'a iltihak etmesi üzerine, "Bundan sonra hiçbir müs-
(ll) Bkz. el-Karii{i, el- füruk, c.l, s. 205-209;el-lhkiim, s. 86· 106. (12) Bkz. Metiilibu Uli'n-Nuhô, c. II, s. 566-567; Menôru's-Sebil Şerhu'd·Delil, el-Mektebu 1-lslômi, Züheyr
Şôuiş neşri, c. I, s. 300 (Hanbeli fıkhına dair bir eserdir.) (13) Yüz sopa cezasına ilôue olarak.-Mütercim -
. lsı:ımı Araştırmalar. Sayı: 1 - Temmuı; 1986 45
·lümana sürgün cezası vermiyeceğim." der ve bu konuda Rasulüllah'ın verdiği hükümden ayn bir tarzda meseleyi geniş bir çerçevede mütalaa eder miy
di? (14)
3. Rasulüllah S.'in, Hayber arazisini gazilere ta~im etmesi de bu kabil bir hül<ümdür. Bana öyle geliyor ki, OS., imam sıfatıyla böyle bir tasarrufta bulunmuştur. Bunu o gün maslahata daha uygun
görmüştü. Çünkü ashabının sayısı mahdut, ganimet arazisi az ve onlar da buna muhtaçtJiar. Bu hükmün
arkasında -Rasulüllah, endişe edeceği bir mahzur (mefsedet) görmemişti. Halbuki, bilindiği üzere Mekke'yi fethettiğinde, ora arazisini taksim etmemiş,
aksine Mekke ahalisine lütuf ve ihsanda bulunarak,
topraklarını ve mallarını ellerinde bırakmıştı. Çünkü O S., bunda, onların gönüllerini islama kazandırmak gibi bir masiahat sezmişti. Halbuki, Yahudilere böyle · davranmamıştı; zira onlardan fıtne ve şerden başka
bir şey beklememiş ve ummamıştı .
Hz.Ömer, Peygamber S.'in tasarruflarındaki bu
espriyi anladığı içindir ki, Sevad (Irak) topraklarını gazilere taksim etmeyip, nesiller boyu tüm müslümanlar için mülk olarak alıkoymuş ve islam cemaatinin ·yararına olarak belli bir toprak ücreti (harac) karşılığında asıl sahiplerinin ellerinde bırakmıştır.
ömer in bu uygulaması, bazılarınin zannettikleri ~ibi Kur'an ve Sünnet'e muhalefet değil, Kur'an'ın umum
ifade eden "ma ğanimtum" ifadesini, mücahidler· ce hakikaten ele geçirilen ve ganimet olarak sahip olunan menkul (taşınır) ve benzeri mallara tahsis etmektir. Esasen, bazı rivayetlere göre Peygamber S.'in Hayber topraklarının . türrıünü taksim etmeyip bir kısmını devlet başkanı (imam) ve başkanlığın
giderleri için alıkoymuştur.
4. Halkın, yoksulluk ve sıkıntı içinde bulunduğu, ahalinin et'e fazla ihtiyaçlarının olduğu ve Medine'ye çok miktarda muhtaç kimsenin geldiği
sene, Peygamber S.'in kurban bayramında, kurban etlerinin üç gün içerisinde dağıtılmasını emretmesi ve biriktirilmesini yasaklaması da böyledir. Peygamberimiz, kurban etlerinin biriktlrilmemesi emrini, Islam toplumunun imamı ve devletin başkanı sıfa
tıyla vermiştir.
Buhari, Selerne b. ei-Ekva'dan, Rasulüllah S.'in
şöyle buyurduğunil rivayet etmiştir:
(14) .Bkz. Raddu'l-Muhtôr,lstanbu~ c. III, s. 203. (I 5) Kurtubi Tefsiri, c. XII, s. 47-48.
46
Nasları Anlama ve Oe!jerlendlrme 1 Dr. Yusuf IŞICIK
"Sizd~n kim kurban keserse, üç günden sonra evinde hiç kurban eti bırakmasın." Ertesi yıl Rasulüllah a soruldu .
" - Ey Allah'ın Rasulü! Geçen seneki gibi mi yapacağız?"
Efendimiz cevap verdiler:
"- Yeyin, yedirio ve kalanı evinizde biriktirin. Geçen yıl , ahalinin ihtiyaç ve sıkıntıları vardı ; bu yüzden, onlara yardım etmenizi istemiştim."
Bazı rivayetlerde Rasulüllah'ın şöyle buyurduğu variddir
"- Geçen yıl , et biriktirilmemesini, Medine'ye taşradan gelen kalabalık ziyaretçi ve heyetler için istemiştim."
Bu hadis-i şeritlerden anlaşılıyor ki, kurban bayramında et biriktirme yasağının bir illeti vardır ve bu illet, geçici, arızi bir duruma bağlıdır. Bina
naleyh, illet ortadan kalkınca,ona bağlı olan hüküm de ortadan kalkar. Bayramlarda et biriktirmenin mubah olduğunu şu hadis açıklamaktadır:
"Kurban etlerinin biriktirilmesini size yasak
l amıştım. Artık yeyin, yedirio ve biriktirin."
Fukahadan bir çokları, biriktirmenin mubah
olduğunu bildiren bu hadisin, yukarıda geçen biriktirme yasağını neshettiğini zannetrnişlerdir; halbuki durum öyle değildir. Hakikatte bunun nesihle alakası yoktur. Nitekim imam Kurtubi, tefsirinde bu hususu açıklarken der ki:
'Bilakis bu, ilietin kalkmasıyla kalkan bir hüküm· dür; ·-yoksa .neshedildiğinden değil. . Bir .hükm.ün neshle ortadan kalkmasıyla, illeti zail olduğu için ortadan kalkması arasında fark vardır. Neshedilen ortadan kaldırılan hükümle, artık hiç hükmedilemez; halbuki, illeti kalktığı için ortadan kalkan hüküm, ilietin yeniden ortaya çıkmasıyla avdet eder. Şayet bir beldeye kurban zamanında muhtaç kimseler gelseler ve o belde ahalisinin bu kimselerin ihtiyaçlarını gidermek için kurban etinden başka bir şeyleri
olmasa, onların, Hz.Peygamber'in yaptığı gibi üç günden fazla kurban eti biriktirmemeleri icabe
der." (15)
er-Risale'sinin "Hadislerde illetler" bahsi sonunda Imam Şafii de, kurban eti biriktirme yasa-
lsUiml Araştırmalar Sayı : 1 - Temmuz 1986
Nasıarı Anlama ve Değerlendirme 1 Dr. Yusuf· IS i CIK
ğının, o yıl Medine'ye gelen kimselerle ilgili olduğunu söyleyerek aynı görüşe varmıştır.
Hz.Aii'nin, bir bayram hutbesinde, Peygamber
S 'in söz konusu yasağını hatırlatarak, üç günden daha fazla kurban eti bulundurulmasını nehyetmiş olması da bunu tey_id eder. Neshe-kail olanlar, Hz.Aii' nin o hutbesinde söylediği bu sözlere hayret etmişler; onlardan bir kısmı, "Galiba nesh haberi O'na ulaşmamıştı." demişlerdir. ~Halbuki imam Ahmed, bu konudaki ibaha ve ruhsat haberinin Hz.Aii 'ye ulaştığını rivayet etmiştir. Binanaleyh, tercihe şayan olan odur ki, Hz.Aii bunu, insanların ihtiyaç içinde
bulundukları bir zamanda söylemiştir. Nitekim Feth'ui-Bari'de kaydedildiği üzere ibnü · Hazm, kat'iyetle bunu ifade etmiştir.
Hafız ibnü Hacer der ki : "Evde kurban eti bulundurmanın üç günle sınırlandırılması, o günün şartlarıyla alakah bir durumdur. Şöyle ki, şayet fukaranın ihtiyaçları, ancak etierin tümünü dağıtınakla
giderilecekse, o takdirde kurban etinin evde bir gece bile alıkonmaması gerekir." Rafıi, bazı Şafii alimlerinden şunu nakletmiştir: "Bu konudaki yasak, iliete bağlıdır. Binanaleyh, illet kalkınca yasak {haramlık) da kalkar. Fakat, ilietin tekrar ortaya çıkmasıyla hükmün de tekrar avdet etmesi gerekmez."
ibnü Hacer, Fethu 1-Bari'sinde, her ne kadar bu4ts>rüşü desteklemişse de, alimler bunu zayıf bulmuş
lardır ( 16). Bu görüşleri ileri süren bütün bu alimler, şayet
Peygamber S.'in bu nehiy ve yasaklamasına, halkından mes ul bir imarnın tasarrufu ve günün şartlarına
~~~-lı b_ir __ s!~_aset-i ş~r'iyye g~r~~i _gö~_i!Yie. ~~_~<;sal~~~ ı , bu kadar yorulmazlardı. Gerçekte bu, nihayet ortam icabı bir mubaha sınırlama getirmenin, dolayısıyla
yardımiaşmayı vacip kılmanın ötesinde bir şey değildir Allah 'a hamdolsun, - bizce-- bu meselede herhangi bir işkal (problem) yoktur.
Umwn İfade Eder Görünüp de Hususi Olan Hadisler:
Rasulüllah'ın hadisleri içinde, zahirierine takılıp siyak (konu) ve amaçlarını düşünmeyenlerce umum ifade eder gibi görünenler vardır. Fakat, bunları
hakiki manalarıyla kavrayan kimseler anlarlar ki, söz konusu hadisler, muayyen ve hususi bir topluluğu
ilgilendirmektedir ve bunlardan maksat, her türlü
(16) Bkz. Fethu l-Biiri, el-Halebitab'ı, c. XII, s. 120-125.
jsıamı Araştırı:n_~l~r .. Sayı: ı ...... Ttt~muz)986 ......
zaman ve durumlarda tüm insanlar için umumi ve sürekli hükümler koymak değildir. Aşağıdaki misaller, bunun en bariz örneklerini teşkil etmektedir.:
1. Rasulüllah S., helada def-i hacet yapılırken, -. doğu ya da batı cihetine dönülmesini emretmiştir.
Rasulüllah'ın bu hitabı, herkese değil, Medine ve aynı coğrafi boylarnda yer alan bölgelerde bulunan
kimselerdir; böylelikle buralarda oturan kimselerin ön ve arkaları helada Ka'beye karşı gelmiyecektir. Çünkü buralarda eğleşenlere göre Ka'be güneye düşer.
Hafız ibnü Hacer Fethu'I-Bari'de şunları söyler:
"Bazıları bu hadisi, umumi manada anlamışiardır ki, bunun bir hata olduğu aşikardır. Mısır, Liöya ve Mağı;ib'te yaşayanlar - Hadisin lafzına uyarakhelada doğuya doğru dönecek olsalar, hadis-i şerifın yasakladığı şeyi irtikap etmiş olurlar; zira buralarda doğuya dönüldüğünde Ka'beye doğru yönelinmiş
olur.'
2. Buhari ve Müslim, ibnü Ömer'den, Rasulüllah'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
" Humma -veya hummanın şiddeti- Cehennem ateşindendir; siz humma ateşini suyla serinletin."
Bu hadisi anlamak, dün de bugün de tabipler için problem teşkil etmiş, bir kısım doktorlar bu hadisi
humma tedavisine aykırı bulmuşlardır. Çünkü onlar, hadisteki hitabı, nerede ve hangi türden olursa olsun hummaya yakalanan herkes için kabul etmişlerdir. Fakat, Muhakkık alim ibnü Kayyim "Zadü'l-Mead' ında, bu hadisin ihtiva ettiği anlam ve vecihle ilgili
olarak şu açıklamayı yapmıştır:
"Peygamber S.'in hitapları iki nevidir:
1. Tüm insanlığa şamil umumi hitapları. Mesela, şer'i konulara dair hitaplarının hepsi böyledir.
. 2.' · ·'sazı insanlara şamil hitapları. "Hel ada, kıbleye önünüzü ve arkanızı çevirmeyiniz; fakat doğuya yahut batıya çeviriniz." hadisinde olduğu
1 gibi ki, Meşrık, Mağrib ve Irak ehli için değil, sa:·' dece Medine ve O'nunla aynı konumda bulunan
-mesela Suriye ve benzeri bölgelerde yaşayan
kimseler içindir. "Doğu ile batı arası kıbledir."
hadisi de böyledir. Bu hususu anladıysan bilirsin ki, Hz.Peygamber · S.'in humma ile alakah söz ve hitabı da Hicaz ve mülhakatında yaşayan insanlara hastır. Çürıkü o bölgelerdeki insanların yakalan-
47
dıkları humma, ekseriya güneş çarpmasından mütevellid günlük ve geçici hummalar (ateş yükselmeleri) dır. Bu nevi hummaya ise, içmek ya da y ıkanmak
suretiyle soğuk su fayda verir" (17).
Muayyen Vak'alarla AHikah Hadisler:
Rasulüllah S.'in sözleri içerisinde, muayyen bir vak'a veya şah ı s hakkında varit olup da, hükmü sadece bunlara ve benzerlerine münhası r kalan, ortada bu hükmün umumiliğine delalet eden başka sebep ve şartlar bulunmadıkça, umumi ve daimi bir teşriye
kaynak teşkil etmeyecek olan hadisler vardır.
Fiyatların yükselmesi ve ashabın gelerek: "Ey Allah ın Rasulü, bize fiyatları belirle." demeleri üzerine, Peygamber S.'in: "Fiyatl arı ayarlayan, (piyasayı ) daraltıp bolaltan ancak Allah'tır. Ben, boynumda hiç kimsenin hakkı bulunmaksızın Allah'a kavı.ışmak istiyorum." buyurarak, fiyat tesbitinden (narh koymaktan) kaçınması böyledir.
imdi ulemadan bazıları, bu hadiste.n mutlak olarak ve her halükarda narh koyman ın yasak olduğu
hükmünü ç ıkarmışl ardır. Halbuki, hadisin vürut sebebi ve hadisteki sözler, Ashabın, iktisatçı ların
deyimiyle arz ve talep kanunu neticesi yahut emtianın azalıp nüfusun artmas ı sonucu normal bir fiyat artışıyla karş ı karş ıya bulundukların.ı göstermektedir. Nitekim, Şeyhülislam ibnu Teymiye bunu ei-Hisbe adındaki risalesinde ifade etmiştir. Bundan dolayıdır ki, Ras!Jlüllah S., "Fiyatları ayarlayan, kısan ve bolaltan ancak Allah'tır." buyurmuştur ki, böylece eşya ve emtianın azalmasının ve bu sebepten de bunların fiyatlarının~·yükselmesinin , piyasayla oynayan vurguncu ların yahutta karaborsacıların etıe·riyle değil
de Allah Teala'nın takdir ve iradesiyle olduğuna,
hele hele muamelelerinde son derece sade esaslara riayet eden, sonraki toplurnlara göre ahlak ve yaşa
yışlarında ideal nümune bir toplumda, bunun pöyle olduğuna işarette bulunmuştur.
Fakat işleri sarpa sarmış, insan ları bozulmuş,
piyasasıyla oynayan vurguncu ve ihtikarcılar türemiş
bir topluma gelince, hadis-i şerifte böyle bir toplum: da fiyat tahdit ve kontrolünün yasaklığına dair herhangi bir delalet yoktı.ir. Ve söz konusu böyle bir cemiyette fiyatları tahdit ve kontrol etmenin Rasulullah'ın kendi dônemi için, korktuğu haksızlıkla
(I 7) !.Kayyim, Zcidü'l-Meôd, c. III, s. 120.
Nasları Anlama ve De!lerlendlrme 1 Dr. Yusuf 1 ş ıc ı ı;<
hiçbir alakası yoktur. Bilakis, piyasay ı ellerinde bulunduran bu tamahkar ve haris vurguncu ları kendi hallerine bırakmak, insan kitlelerini on ların amans ız
pençesine terketmek, asıl önlenmesi gereken bir haksızlık ve ortadan kaldırı lması icap eden bir tehlikedir.
İ şte bundandır ki, tabiun fakilileri buna cevaz vermişler, Malikiler, Hanefiler ve bazı Hanbeliler bu şörüşü benimsemiş lerdir. İbnü Teymiye de aynı görüşü tercih ederek, bu konuda değerl i bir kitap da kaleme alm ıştır ki, bu kitap devletin, adaleti ayakta tutabiirnek ve halkı himaye etmek için yapabileceği
müdahaleler konusunda temel bir kaynak addedilmiştir. Talebesi İ bnü Kayyim de, O'nun bu görüşünü ben imsemiştir (18).
Böylelikle, bu ve benzeri hadis -i şeritlerin
' zamanın değişmesiyle nasların değişmesi" başlığı
altında mütalaa edilmesinin doğru olmadığını da bilelim. Çünkü, naslar değişmez, değişen sadece nasların anlaşılması ve yorumlanmasıdı r.
BİR TENBİH VE BİR UYARI:
Burada şu hususa da işaret etmem gerekiyor: Sabit olan naslarda ası l olan, devamlılıktır. Yani bu naslar, geçici bir meseleyi halletmek, muvakket ve mahalli durumları nazarı itibara almak üzere gelmemiş, bilakis bunlar k ıyamete kadar bütün ümmet için değişmez hükümler ve daimi yasalar koymak üzere gelmişlerdi r . Bunun içindir ki, "naslar, geçici meseleleri halletmek, mevzii ve muvakkat durumları
ele almak üzere gelmiştir, şartlar ve durumlar değişince , - buna bağlı-olarak hükümler de değişir." gibi bir iddia ile, sabit nasla rı bir bir kenara itme tehlikesine karşı uyanık olmanın gerekliliğini vurgulamak istiyorum. Esasen bu konu, birçoklarının ayaklarının
kaydığı , anlay ı şlarının saptığı bir konudur. Sahabe R. devrinden beri bu kabil anlayışiara şahit olunmuştur.
(18) Bkz. l.Teymiye, el -Hısbetü fi'l -lsliim; Kayyim, et-Turuku7-Hukmiyye.
48 I slamı Araştırmalar Sayı: ı - Temmuz 1986
Nasları Anlama ve Değerlendirme 1 Dr. Vusüf IS IC I K
BİBLİYOGRAFYA
ı. el -Cami'li Ahkami'l-Kur'an; Kurtubi.
2 Fetava: İbnu Teymiyye. 3. Fethu'l -Bari: İbnu Hacer el-Askalani. 4. Fıkhu'z -Zekat: Yusuf el-Karavi. 5. el-Furuk: Kari,fi. 6. Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahat -ı Fıkhiyye
Kamusu: Ömer Nasuhi Bilmen. 7. el-Hısbetu fi'l -İslam: İbnd Teymiyye.
8. el-İhkam. Karafi.
9 Menaru's-Sebil Şerhu'd-Delil .
ı o Metalibu Uli'n-Nuha. ll el-Muvatta': İmam Malik. 12. Neylu'l -Futar: Şevkani. 13. Raddu 1-Muhtar: İbnu abidin. 14. es-Siyasetu'ş · Şer'iyye : İbnu Teymiye ..
es-Sunenu 'l-Kubra. Beyhaki. 15. et-Turuku1-Hukmiyye: İbnu Kayyim. 16. Tarihu1-Fıkhi1-İslami : M.Yusuf Musa. 17. Zadu'lu-Mead: İbnu Kayyim.
. I slamı Araştırmalar Sayı : ı - Temmw: 1986
Ceyfte~ cAgvıQı~ CCfecftübeWt{3Qe,
PLEKSiGLAS • IŞIKLI REKLAM • ARMATÜR AYDlNLATMA • MAKET KAPAGI • GÜNEŞ KIRICILAR e ÇATI IŞIKLIGI • .PROJE DEKORASYON
PiRiNÇ, ALÜMiNYUM SAÇ, CAM, TABELA ve Y AZI iŞLERiNiZDE
0 osman reklam SANA Yi ve TiCARET L TO. ŞTi.
KURULUŞ TARiHi: 1959
Büro: Ambarlar yolu Cad. Sıhhiye merkez işhant Kat: 3 No: 31 Sıhhiye-ANKARA
TEL:30 68 46 30 68 47
imalathane: 4. Sokak No: 16 · Ostim-ANKARA
TEL:5411 47 5415 47
49