mısır: geleceğini arayan Ülke - İstİhbarat sahasi · “samarkand” by: amin maalouf...

116
Indexed by sayı 56 tarafından taranmaktadır tarafından taranmaktadır ORSAM ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ Understanding the Political Crisis in Egypt Devrimden Darbeye: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık Mısır: Geleceğini Arayan Ülke Ağustos 2013 Cilt 5 aylık uluslararası ilişkiler dergisi

Upload: others

Post on 12-Jan-2020

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Indexed by

sayı 56

tarafından taranmaktadırtarafından taranmaktadır

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİUnderstanding the Political Crisis in Egypt

Devrimden Darbeye: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi

Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık

Mısır: Geleceğini Arayan Ülke

Ağustos 2013 Cilt 5 aylık uluslararası ilişkiler dergisi

Page 2: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

STRATEJİK BİLGİ YÖNETİMİ, ÖZGÜR DÜŞÜNCE ÜRETİMİ

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

TarihçeTürkiye’de eksikliği hissedilmeye başlayan Ortadoğu araştırmaları konusunda kamuoyunun ve dış politika çevrelerinin ihtiyaçlarına yanıt verebilmek amacıyla, 1 Ocak 2009 tarihinde Ortadoğu Stra-tejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) kurulmuştur. Kısa sürede yapılanan kurum, çalışmalarını Orta-doğu özelinde yoğunlaştırmıştır.

Ortadoğu’ya BakışOrtadoğu’nun iç içe geçmiş birçok sorunu barındırdığı bir gerçektir. Ancak, ne Ortadoğu ne de halk-ları, olumsuzluklarla özdeşleştirilmiş bir imaja mahkum edilmemelidir. Ortadoğu ülkeleri, halkların-dan aldıkları güçle ve iç dinamiklerini seferber ederek barışçıl bir kalkınma seferberliği başlatacak potansiyele sahiptir. Bölge halklarının bir arada yaşama iradesine, devletlerin egemenlik halklarına, bireylerin temel hak ve hürriyetlerine saygı, gerek ülkeler arasında gerek ulusal ölçekte kalıcı barışın ve huzurun temin edilmesinin ön şartıdır. Ortadoğu’daki sorunların kavranmasında adil ve gerçekçi çözümler üzerinde durulması, uzlaşmacı inisiyatifleri cesaretlendirecektir Sözkonusu çerçevede, Tür-kiye, yakın çevresinde bölgesel istikrar ve refahın kök salması için yapıcı katkılarını sürdürmelidir. Cepheleşen eksenlere dahil olmadan, taraflar arasında diyalogun tesisini kolaylaştırmaya devam et-mesi, tutarlı ve uzlaştırıcı politikalarıyla sağladığı uluslararası desteği en etkili biçimde değerlendire-bilmesi bölge devletlerinin ve halklarının ortak menfaatidir.

Bir Düşünce Kuruluşu Olarak ORSAM’ın ÇalışmalarıORSAM, Ortadoğu algılamasına uygun olarak, uluslararası politika konularının daha sağlıklı kav-ranması ve uygun pozisyonların alınabilmesi amacıyla, kamuoyunu ve karar alma mekanizmala-rına aydınlatıcı bilgiler sunar. Farklı hareket seçenekleri içeren fikirler üretir. Etkin çözüm önerileri oluşturabilmek için farklı disiplinlerden gelen, alanında yetkin araştırmacıların ve entelektüellerin nitelikli çalışmalarını teşvik eder. ORSAM; bölgesel gelişmeleri ve trendleri titizlikle irdeleyerek il-gililere ulaştırabilen güçlü bir yayım kapasitesine sahiptir. ORSAM, web sitesiyle, aylık Ortadoğu Analiz ve altı aylık Ortadoğu Etütleri dergileriyle, analizleriyle, raporlarıyla ve kitaplarıyla, ulusal ve uluslararası ölçekte Ortadoğu literatürünün gelişimini desteklemektedir. Bölge ülkelerinden dev-let adamlarının, bürokratların, akademisyenlerin, stratejistlerin, gazetecilerin, işadamlarının ve STK temsilcilerinin Türkiye’de konuk edilmesini kolaylaştırarak bilgi ve düşüncelerin gerek Türkiye gerek dünya kamuoyuyla paylaşılmasını sağlamaktadır.

* ORSAM, The Middle East Studies Association (MESA) üyesidir.

www.orsam.org.tr/tr/

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Page 3: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES

HistoryIn Turkey, the shortage of research on the Middle East grew more conspicuous than ever during the early 90’s. Center for Middle Eastern Strategic Studies (ORSAM) was established in Janu- ary 1, 2009 in order to provide relevant information to the general public and to the foreign policy community. The institute underwent an intensive structuring process, beginning to con- centrate exclusively on Middle Eastern affairs.

Outlook on the Middle Eastern WorldIt is certain that the Middle East harbors a variety of interconnected problems. However, ne- ither the Middle East nor its people ought to be stigmatized by images with negative connota- tions. Given the strength of their populations, Middle Eastern states possess the potential to activate their inner dynamics in order to begin peaceful mobilizations for development. Respect for people’s willingness to live together, respect for the sovereign right of states and respect for basic human rights and individ-ual freedoms are the prerequisites for assuring peace and tranquility, both domestically and interna-tionally. In this context, Turkey must continue to make constructive contributions to the establishment of regional stability and prosperity in its vicinity.

ORSAM’s Think-Tank ResearchORSAM provides the general public and decision-making organizations with enlightening in- for-mation about international politics in order to promote a healthier understanding of interna- tional policy issues and to help them to adopt appropriate positions. In order to present effective solutions, ORSAM supports high quality research by intellectuals and researchers that are com- petent in a variety of disciplines. ORSAM’s strong publishing capacity transmits meticulous analyses of regional developments and trends to the relevant parties. With its website, books, reports, and periodicals, ORSAM supports the development of Middle Eastern literature on a national and international scale. ORSAM facilitates the sharing of knowledge and ideas with the Turkish and international communi-ties by inviting statesmen, bureaucrats, academicians, strategists, businessmen, journalists, and NGO representatives to Turkey.

* ORSAM is a member of the The Middle East Studies Association (MESA).

www.orsam.org.tr/en/

STRATEGIC INFORMATION MANAGEMENT ANDINDEPENDENT THOUGHT PRODUCTION ORSAM

CENTER FOR MIDDLE EASTERN STRATEGIC STUDIES

Page 4: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

86

91

96

99

Konferans Değerlendirmesi Serisi 13

UNEP, GEF ve OAS İşbirliği ile Bölgeselcilik ve Uluslararası Sular ÇalıştayıWorkshop on Regionalism and International Waters in Cooperation with UNEP, GEF and OAS11-12 Haziran 2013, Washington11-12 June 2013, Washington

Tuğba Evrim MADEN

Kitap İncelemesi Serisi 9

“Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in French in 1988, London: Abacus, 1998 ISBN: 0349106169, 309 p.

Ali Oğuz DİRİÖZ

Bu Sayıda Katkıda Bulunan Yazarlar

Ortadoğu Güncesi / Middle East Diary21 Haziran 2013 - 20 Temmuz 201321 June 2013 - 20 July 2013

Karikatürler - Mehmet Şüküroğlu

Understanding the Political Crisis in Egypt Mısır’daki Siyasi Krizi AnlamakSüreyya YİĞİT

Devrimden Darbeye: Mısır’da Askeri Vesayet DönemiFrom Revolution to Coup: Military Tutelage in EgyptNebi MİŞ & İsmail Numan TELCİ

Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık Dispute on Blue Nile River WatersSeyfi KILIÇ

Kapak Konusu / Cover Story

Mısır: Geleceğini Arayan ÜlkeEgypt: The Country Seeking Its Future

9-38

Page 5: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı ve Türkiye-Irak İlişkileri (1973-2011)Kirkuk-Yumurtalik Oil Pipeline and the Turkey-Iraq Relations (1973-2011)

Aybüke İNAN

68

İncelemeler / Analyses

Realism versus Liberalism in Turkish Foreign Policy: What does the Arab Spring herald?Türk Dış Politikasında Realizme Karşı Liberalizm: Arap Baharı Neyin Habercisi?

Tarık OĞUZLU

Arap Baharı-Gezi Protestoları ve Hükümetlerin MeşruluğuThe Arab Spring - Gezi Protests and Legitimacy of Governments

Burak Bilgehan ÖZPEK

“Durand Hattı”: Afganistan-Pakistan Arasında Yaşanan Kavganın Diğer Adı“Durand Line”: Alias of the Dispute Between Afghanistan-Pakistan

Fazıl Ahmed BURGET39 52 60

Page 6: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Sahibi: ORSAM adına Hasan Kanbolat

Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık Hasan KanbolatDoç. Dr. Hasan CanpolatProf. Dr. Ahmet KesikDoç. Dr. Hasan Ali KarasarYrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen

ORSAM Danışmanı, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü MüdürüORSAM BaşkanıMilli Savunma Bakanlığı BaşdanışmanıKalkınma Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürü ORSAM Danışmanı, The Black Sea International Koordinatörü - Bilkent Üniversitesi ORSAM Danışmanı, Ahi Evran Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı

Ağustos 2013

Hasan Kanbolat ORSAM Başkanı Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık ORSAM Danışmanı, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Doç. Dr. Hasan Ali Karasar ORSAM Danışmanı, The Black Sea International Koordinatörü - Bilkent Üniversitesi Prof. Dr. Tarık Oğuzlu ORSAM Danışmanı, Uluslararası Antalya Üniversitesi Doç. Dr. Harun Öztürkler ORSAM Danışmanı, Afyon Kocatepe Üniversitesi Doç. Dr. Mehmet Şahin ORSAM Danışmanı, Gazi Üniversitesi Doç. Dr. Özlem Tür ORSAM Danışmanı, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Doç. Dr. İlyas Kemaloğlu (Kamalov) ORSAM Danışmanı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Tarih Bölümü Habib Hürmüzlü ORSAM Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Serhat Erkmen ORSAM Danışmanı, Ahi Evran Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Canat Mominkulov ORSAM Danışmanı, Al Farabi Kazak Ulusal Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Didem Danış ORSAM Danışmanı, Galatasaray Üniversitesi Yrd. Doç. Dr. Bayram Sinkaya ORSAM Danışmanı, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Dr. Jale Nur Ece ORSAM Danışmanı, Deniz Emniyeti ve Güvenliği Doç. Dr. Yaşar Sarı ORSAM Danışmanı, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniv. Ögretim Üyesi Dr. Süreyya Yiğit ORSAM Danışmanı, Avrasya Arif Keskin ORSAM Danışmanı Çiğdem Tunç ORSAM Danışmanı Av. Aslıhan Erbaş Açıkel ORSAM Danışmanı, Enerji-Deniz Hukuku Pınar Arıkan Sinkaya ORSAM Danışmanı, Ortadoğu - ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Volkan Çakır ORSAM Danışmanı, Afrika Dr. Göknil Erbaş ORSAM, Karadeniz Tamer Koparan ORSAM Yönetici Editörü Bilgay Duman ORSAM Uzmanı, Ortadoğu Oytun Orhan ORSAM Uzmanı, Ortadoğu Fazıl Ahmet Burget ORSAM Uzmanı, Ortadoğu, Afganistan Seval Kök ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu Nebahat Tanriverdi ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu Shalaw Fatah ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu Aytekin Enver ORSAM Uzman Yardımcısı, Ortadoğu Tuğçe Kayıtmaz Mütercim Tercüman Uğur Çil ORSAM, Ortadoğu

ORSAM Su Araştırmaları Programı

Dr. Tuğba Evrim Maden ORSAM Su Araştırmaları Programı Hidropolitik Uzmanı Dr. Seyfi Kılıç ORSAM Su Araştırmaları Programı Hidropolitik Uzmanı

ORSAM Akademik Kadro

Yayın Kurulu

Editör: Prof. Dr. Tarık OğuzluEditör Yardımcısı: Dr. Tuğba Evrim MadenYönetici Editör: Tamer KoparanSorumlu Yazı İşleri Müdürü: Habib Hürmüzlü

Page 7: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

ORSAM Danışma Kurulu

Dr. İsmet Abdülmecid Irak Danıştayı Eski Başkanı Av. Aslıhan Erbaş Açıkel ORSAM Danışmanı, Enerji-Deniz Hukuku Hasan Alsancak İhlas Holding, Gn.Md.Yrd., Statejik İs Gelistirme ve Dış İliskiler Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık ORSAM Ortadoğu Danışmanı, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ahat Andican Devlet Eski Bakanı, İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Tayyar Arı Uludağ Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Arslan İstanbul Üniversitesi, Tarih Bölümü Başar Ay Türkiye Tekstil Sanayii İşveren Sendikası Genel Sekreteri Prof. Dr. Mustafa Aydın Kadir Has Üniversitesi Rektörü Doç. Dr. Ersel Aydınlı Bilkent Üniversitesi Rektör Yardımcısı & Fulbright Genel Sekreteri Dr. Serdar Aziz ORSAM Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Bağcı ODTÜ, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. İdris Bal TBMM 24. Dönem Milletvekili Doç. Dr. Ersan Başar Karadeniz Teknik Üniversitesi, Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Bölüm Başkanı Kemal Beyatlı Irak Türkmen Basın Konseyi Başkanı Barbaros Binicioğlu Ortadoğu Danışmanı Prof. Dr. Ali Birinci Polis Akademisi Doç. Dr. Mustafa Budak Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Hasan Canpolat Vali, Milli Savunma Bakan Danışmanı E. Hava Orgeral Ergin Celasin 23. Hava Kuvvetleri Komutanı Doç. Dr. Mitat Çelikpala Kadir Has Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya YÖK Başkanı Prof. Dr. Ramazan Daurov Rusya Bilimler Akademisi Doğu Çalışmaları Enstitüsü, Direktör Yardımcısı Prof. Dr. Volkan Ediger İzmir Ekonomi Üniversitesi, Ekonomi Bölümü Prof. Dr. Cezmi Eraslan Başbakanlık Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Çağrı Erhan Ankara Üniversitesi, Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Dr. Amer Hasan Fayyadh Bağdat Üniversitesi, Siyaset Bilimi Fakültesi Dekanı Mete Göknel BOTAŞ Eski Genel Müdürü Osman Göksel BTC ve NABUCCO Koordinatörü Timur Göksel Beyrut Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi Av. Niyazi Güney Prens Group Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Noyan Gürel ORSAM Danışmanı, SUNEL Ticaret Türk A.Ş. İcra Kurulu Başkanı Prof. Dr. Muhamad Al Hamdani Irak’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Numan Hazar Emekli Büyükelçi Doç. Dr. Pınar İpek Bilkent Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Toğrul İsmail TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Şenol Kantarcı Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Nilüfer Karacasulu Dokuz Eylül Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Selçuk Karaçay Vodofone Genel Müdür Yardımcısı Prof. Dr. M. Lütfullah Karaman Istanbul Medeniyet Üniversitesi - (SBF) Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Şaban Kardaş TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Arslan Kaya KPMG ,Yeminli Mali Müşavir Dr. Hicran Kazancı Irak Türkmen Cephesi Türkiye Temsilcisi İzzettin Kerküklü Kerkük Vakfı Başkanı Prof. Dr. Ahmet Kesik Kalkınma Bakanlığı Yönetim Hizmetleri Genel Müdürü Doç Dr. Elif Hatun Kılıçbeyli Çukurova Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Aleksandr Knyazev Rus-Slav Üniversitesi (Bişkek) Prof. Dr. Alexandr Koleşnikov Diplomat Prof. Dr. Erol Kurubaş Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Talip Küçükcan Marmara Üniversitesi, Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Daniele Lazzeri Chairman “II Nodo di Gordio” Hediye Levent Gazeteci (Suriye) Dr. Max Georg Meier Hanns Seidel Vakfı Proje Müdürü (Bişkek) Prof. Dr. Mosa Aziz Al Mosawa Bağdat Üniversitesi Rektörü Büyükelçi Shaban Murati Arnavutluk Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü Dr. Sami Al Taqi Orient Research Center Başkanı Prof. Dr. Mahir Nakip Erciyes Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi

Page 8: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Prof. Dr. Vitaly Naumkin Rusya Bilimler Akademisi Doğu Çalışmaları Enstitüsü Direktörü Dr. Farhan Ahmad Nizami Oxford Üniversitesi İslami Çalışmalar Merkezi Yöneticisi Prof. Dr. Dorayd A. Noori Irak’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Müsteşarı Yardımcısı Muhammed Nurettin Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Murat Özçelik Emekli Büyükelçi Prof. Dr. Çınar Özen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Harun Öztürkler ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Afyon Kocatepe Üniversitesi Prof. Dr. Victor Panin Pyatigorsk Üniversitesi (Pyatigorsk, Rusya Federasyonu) Prof. Aftab Kamal Pasha Hindistan Batı Asya Araştırmaları Merkezi Başkanı Dr. Bahadır Pehlivantürk TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Doç. Dr. Fırat Purtaş Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, TÜRKSOY Genel Sekreter Yardımcısı Prof. Dr. Suphi Saatçi Kerkük Vakfı Genel Sekreteri Safarov Sayfullo Sadullaevich Tacikistan Cumhurbaşkanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcısı Ersan Sarıkaya Türkmeneli TV (Kerkük,Irak) Patrick Seale Ortadoğu ve Suriye Uzmanı Dr. Bayram Sinkaya ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlşkiler Bölümü Doç. Dr. İbrahim Sirkeci Regent’s College (Londra, Birleşik Krallık) Dr. Aleksandr Sotnichenko St. Petersburg Üniversitesi (Rusya Federasyonu) Zaher Sultan Lübnan Türk Cemiyeti Başkanı Dr. Irina Svistunova Rusya Strateji Araştırmaları Merkezi, Türkiye-Ortadoğu Araştırmaları Masası Uzmanı Prof. Dr. Türel Yılmaz Şahin Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü Mehmet Şüküroğlu Enerji Uzmanı İlhan Tanır ORSAM Danışma Kurulu Üyesi, Vatan Gazetesi Washington Temsilcisi Doç. Dr. Oktay Tanrısever ODTÜ, Uluslararası İlişkiler Bölümü Prof. Dr. Erol Taymaz ODTÜ, Kuzey Kıbrıs Kampusü Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sabri Tekir İzmir Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Dr. Gönül Tol Middle East Institute Türkiye Çalışmaları Direktörü Doç. Dr. Umut Uzer İstanbul Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Prof. Dr. Ermanno Visintainer Vox Populi Direktörü (Roma,İtalya) M. Ragıp Vural 2023 Dergisi Yayın Koordinatörü Prof. Dr. Vatanyar Yagya St. Petersburg Şehir Parlamentosu Milletvekili, St. Petersburg Üniversitesi (Rusya Federasyonu) Yaşar Yakış Büyükelçi, Dışişleri Eski Bakanı Semir Yorulmaz (Gazeteci, Mısır)

Yönetim Merkezi: Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM)Süleyman Nazif Sokak No: 12-B Kat 3-4 Çankaya / Ankara • Tel: 0312 430 26 09 Faks: 0312 430 39 48

Grafik Tasarım: Karınca Ajans Yayıncılık Matbaacılık Meşrutiyet Cad. 50/9 Kızılay Ankara • Tel: 0312 431 54 83www.karincayayinlari.net - [email protected]

Baskı: Ames Matbaacılık Zübeyde Hanım Mah. Kazım Karabekir Cad. No:95-1A Altındağ - Ankara • Tel: 0312 341 47 48

Fotoğraflar: Associated Press

Dergisi abonesidir.

Bu dergide yer alan yazılardaki değerlendirmeler, aksi belirtilme-dikçe ORSAM’ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır.

© 2013 ORSAMDergideki tüm yazıların telif hakları ORSAM’a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunun uyarınca kaynak gösterilerek kıs-men yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekil-de önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayınlanamaz.

ISSN 1308-7541Sayı 56, Cilt 5, Ağustos 2013Yerel Süreli YayınBasım Tarihi: 1 Ağustos 2013

ORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ yayınıdır.

Page 9: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Değerli Okurlar,

Ortadoğu Analiz’in Ağustos sayısını “Mısır: Geleceğini Arayan Ülke” kapak konusuyla çıkarıyoruz. 3 Temmuz’da Mısır ordusunun Devlet Başkanı Mursi’yi görevden almasıyla başlayan sürece ışık tutmaya çalışan yazılarımızı beğeniyle okuyacağınızı düşünüyoruz.

Kapak konumuzun ilk makalesi Süreyya Yiğit’ e aittir. Yiğit makalesinde dünyada ve bölgede gündeme oturan Mısır’daki askeri darbeyi arka planda yer alan sosyo-ekonomik gelişmeleri mercek altına alarak inceliyor.

Nebi Miş ve İsmail Numan Telci tarafından kaleme alınan “Devrimden Darbeye: Mısır’da Askeri Vesayet Döne-mi” başlıklı makalede, bu süreci hazırlayan Temerrud Hareketi, 30 Haziran gösterileri, Mısır ordusunun hareke-te geçmesi, darbeyi tetikleyen dış etkiler ve dünyadan yansıyan tepkiler incelenmiştir.

Seyfi Kılıç makalesinde, Mısır ile Etiyopya arasında uzun yıllardır devam eden Nil nehrinin sularından fayda-lanmaya ilişkin ihtilafta Etiyopya’nın inşa etmeye başladığı Büyük Rönesans Barajı ile ilgili yaşanmakta olan son gelişmeleri tartışıyor. Bu sorun, Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı’nın Etiyopya’ya yönelik tehditleri ve darbeden sonraki gelişmeler çerçevesinde ele alınıyor.

Tarık Oğuzlu ise makalesinde Arap Baharı sürecinde evrilen Türk dış politikasını realizm-liberalizm ilişkisini temel alarak değerlendiriyor.

Burak Bilgehan Özpek, “Arap Baharı-Gezi Protestoları ve Hükümetlerin Meşruluğu”, başlıklı çalışmasında Arap baharı ve Gezi Parkı protestolarını sebep sonuç ilişkileri bağlamında inceliyor.

Pakistan ile 2430 km uzunluğunda ortak bir sınırı paylaşan Afganistan, bu sınırı resmi sınır olarak kabul etme-mekle birlikte, son dönemlerde Afganistan’da yaşanan her olayın Pakistan tarafından desteklendiği iddiasında bulunmaktadır. Fazıl Ahmet Burget, çalışmasında Durand Hattı sorunu çerçevesinde iki ülkenin ilişkilerini in-celiyor.

Aybüke İnan, makalesinde Kerkük-Yumurtalık Boru Hattının yapım sürecini Türkiye-Irak ilişkilerinin tarihsel gelişimi ile ilişkilendirerek incelemiştir.

Konferans İzlenimleri köşemizde ise UNEP, GEF ve OAS işbirliği ile Bölgeselcilik ve Uluslararası Sular Çalıştayı’ndan izlenimlerini derleyen Tuğba Evrim Maden’in çalışmasını sizlerle paylaşıyoruz.

Bu sayımızın Kitap İncelemesi bölümünde Ali Oğuz Diriöz, Amin Maalouf tarafından yazılan “Samarkand” adlı kitabı okuyucularımızın ilgisine sunuyor.

Eylül sayımızda görüşmek üzere,

Keyifli okumalar

ORSAM’dan

Hasan KanbolatORSAM Başkanı

Tarık OğuzluOrtadoğu Analiz Editörü

Page 10: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

www.orsam.org.trORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Page 11: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

9 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Kapak Konusu

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Mısır: Geleceğini Arayan Ülke

Page 12: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

10 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

The country’s foreign reserves are falling, it has a negative balance of payments which is worsening and the aforementioned subsidies are becoming more costly by the day.

Understanding the Political Crisis in Egypt Mısır’daki Siyasi Krizi Anlamak

Süreyya YİĞİT

ÖzetMüdahaleler karmaşık bir konudur ve pek çok sebebe dayanmaktadır. Bu yüzden, tek bir sebeple açıklanamaz. Mısır’da yer alan askeri darbe bölgede ve dünyada herkesin dikkatini çekmektedir. Devletin demokratik olarak seçilmiş ama otoriter cumhurbaşkanı, ordu tarafından iktidardan düşürülmüştür. Bu-nunla ilgili başka bir ciddi endişe de ordunun sivil siyasete doğrudan katılımı ve etkisidir. Bu makale, askeri müdahaleye yol açan temel ve kısa vadeli sosyo-ekonomik nedenlere açıklık getirmeye çalışmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Mısır, askeri müdahale, seçimler, anayasa

Page 13: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

11 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

The Moslem Brotherhood (MB) was established in 1928 as a Pan-Islamic religious and political movement by Hassan Al-Banna. As the Arab world’s oldest Islamic movement it became highly influential and remained one of the largest political opposition organizations in the Middle East.

Abstract

Interventions are complex matters, consisting of multiple explanations. Thus, there is no single reason that suffices. The coup d’état which took place in Egypt has captured the attention of the region and the rest of the world. The coup was an important development as a democratically elected, yet authoritarian head of state was re-moved from power by the military. A related con-cern is the direct involvement of the military in civilian politics. This article attempts to provide clarity to the underlying and short-term socio-economic reasons that led to the military inter-vention.

Keywords: Egypt, military intervention, elec-tions, constitution

The Cold War was a period characterized by two superpowers effectively dividing the world. Whilst each had their respective allies, the ma-jority of states professed to be non-aligned. The world experienced high tensions throughout the Cold War. Despite the fear that existed, there was also the knowledge that the two superpow-ers balanced each other; thus providing stability.

The key features of the post-cold war era are tran-sition; globalization; and instability. Socialist and authoritarian states have engaged in transitions to democracy, with some succeeding in mak-ing progress in the right direction, with others falling by the wayside. Egypt is a good example of a previously authoritarian non-aligned state which joined the post-cold war transition wave very late, as part of the Arab Spring in 2011.1

Politics

Having only three heads of state in more than half a century (Nasser 1956-1970, Sadat 1970-1981 and Mubarak 1981-2011) Egypt expe-rienced a popular uprising as part of the Arab Spring whereby the military removed Mubarak from the presidency and established themselves as his replacement through creating the Supreme Command of the Armed Forces (SCAF).2

The transition to a civilian government was ef-fectively achieved within two years, with Egypt becoming the first state to have a democratically elected Islamist head of state.3 Just after a year in office President Morsi was overthrown.

The military intervention that took place in Egypt on 3 July 2013 has created much interest in the Middle East and North Africa and beyond in terms of whether democracy can survive in the Arab world. In order to test such a hypoth-esis it is important to analyse the reasons for the coup in three dimensions: political develop-ments; socio-economic circumstances; and the role of the military.

The Moslem Brotherhood (MB) was established in 1928 as a Pan-Islamic religious and political movement by Hassan Al-Banna. As the Arab world’s oldest Islamic movement it became high-ly influential and remained one of the largest po-litical opposition organizations in the Middle East.

Precisely due to these qualities the MB was well-prepared for the upcoming presidential elections that took place in 2012. Their candidate Moham-

Page 14: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

12 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ed Morsi won the election in a run-off because his rival in the second round Ahmed Shafik was someone who had little chance of being elect-ed as head of state having served as President Mubarak’s last premier.

Therefore, one can certainly assert that there was no effective alternative to President Morsi in the second round of the presidential election which he won with 51.7% of the vote.4 This round of the presidential election whilst democratic in terms of the result, however, had an unexpected ad-verse affect on the majority of the electorate.

Many Egyptians considered the elections to certainly be a part of democracy; nevertheless, they questioned democracy as not representing the will of the people in terms of all the revolu-tionary candidates supporting the central ideas of the revolution being eliminated in the first round.5 This was due to the fact that the system envisaged a French-style two-round collection.

Egyptian Society and the Economy

The economic record of the Moslem Brother-hood in government has tended to be overlooked by observers who have focused very heavily on the military intervention that took place. In many respects, the coup has overshadowed the failure of the MB in power.

The underlying causes for the mass protests and the Armed Forces becoming involved and ulti-mately overthrowing President Morsi related to the Egyptian economy. More specifically, it con-cerned the subsidies given to fuel and wheat.6 The Egyptian national budget spent and contin-ues to spend a vast amount of its resources subsi-dizing these and related goods. The fact remains that the policy pursued which includes fuel sub-sidies accounting for almost 20% of the budget cannot continue indefinitely, as it is simply un-sustainable.7

The Egyptian finances were and remain a serious problem.8 The country’s foreign reserves are fall-ing, it has a negative balance of payments which is worsening and the aforementioned subsidies

are becoming more costly by the day. All of these naturally lead to bottlenecks and hardships for ordinary people who made this very clear by gathering in their tens of millions and protesting against the government of President Morsi.

The state of the Egyptian economy was captured accurately by the World Bank when it considered it to be “suffering from a severe downturn and the government faces numerous challenges as to how to restore growth, market and investor con-fidence. Political and institutional uncertainty, a perception of rising insecurity and sporadic unrest continue to negatively affect economic growth. Real GDP growth slowed to just 2.2 per-cent year on year in October-December 2012/13 and investments declined to 13 percent of GDP in July-December 2012. The economic slowdown contributed to a rise in unemployment, which stood at 13 percent at end-December 2012, with 3.5 million people out of work. Foreign exchange reserves have continued to decline and are now less than 3 months of imports.”9

A deeper problem - which is a rather longer term one - concerns the demography of Egypt whose population is estimated to be 85 million pres-ently and expected to reach 100 million within the next 15 years or so.10 This becomes a major problem for any Egyptian policymaker given the fact that the next decade or two will mean a more populous new generation who will be look-ing for jobs and affordable staple goods.

This future scenario consists of many more an-gry young men asking tough questions and de-manding simple answers. That would be a tough test for any policymaker whether it wears khaki uniforms, long white beards or professes to be a liberal open-market democrat. During those elections the participating political parties will have to inform the Egyptians of the very tough choices they face and accept the decision of the population of the electorate.

The economic model that was proposed by in-ternational financial institutions such as the IMF and the World Bank resembled very much what neo-liberal advocates had been professing in the

Page 15: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

13 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

West: reducing the size of the state - thereby limiting its competencies and responsibilities.11 Privatisation, the de rigueur of such a policy, was high on the agenda as well as supporting big businesses with a greater role for charity being encouraged.

Certainly the notion of charity was very close to the hearts of the MB given its prominence within the Islamic religion. Such an economic reform agenda resulted in privatising both the causes and the solutions to poverty and inequality by reducing structural societal problems of redis-tribution and ownership to the level of individ-ual morality. Therefore, a culture of charity was very much preferred to one of a welfare state. Rather than a collective institutional answer to the problem of inequality in poverty, the solution rested on the shoulders of individuals and their conscience.

The issue of public finances and subsidies re-mained pressing issues throughout 2012. The World Bank accepted that “The government also needs to reconcile the need for more pub-lic spending with the objective of reducing the deficit, which rose to 11 percent of the GDP in FY11/12. A major challenge the government faces is managing the state budget which in-cludes salaries for public sector and subsidies, items that account for more than half of all pub-lic expenditures. Measures to further reduce fuel subsidies planned for April 2013 have now been postponed to later this year. Ongoing political tensions have prolonged Egypt’s bid to secure a $4.8 billion loan from the International Mon-etary Fund (IMF). The IMF has been discussing a program of support with the government and calling for stronger fiscal adjustment, full disclo-sure of underlying measures, and broader politi-cal support.”12

Finally, the Moslem Brotherhood’s failure to manage the economy was so dire that they felt forced to approach tarnished businessmen of the previous regime to offer them guidance and as-sistance.13 Those businessmen who had worked closely and been associated with the NDP, were asked to return to the country to help assist with the economy.14

On 22 November 2012, the constitutional dec-laration gave the president authority which had not even been given to President Mubarak.15 These unprecedented powers were a sign of the volatile political time to come, although Presi-dent Morsi did rescind the declaration the very next month.16

The constitution was a very divisive document which whilst representing the whole gamut of views and wishes of the Islamist fraction in Egypt did not represent all those who opposed Islamism in the country. The result of adopting such a constitution was an extreme disconnect with much of the Egyptian nation. When one adds the constitution’s silence with regard to the protection of women and the Christian minority in the country, it becomes clear how illiberal it was with very little protection of human rights.17

The constitution also had several quite contro-versial provisions, some of which put forward the case that the principles of Islamic law were the main sources of legislation. Other articles identified the principles of Sharia Law as having a primary role within law-making and national jurisprudence.18 Therefore, in the eyes of many, the Constitution came to be seen as an extension of the political arm of the MB, the Freedom and Justice Party and not as something representa-tive of the nation writ large.

Bearing in mind that the whole idea of a consti-tution is to bring a nation together, this particu-lar one actually drew the nation apart, further dividing the nation. Given the fact that it did not try to appear inclusive, appealing to a national consensus, the constitution never garnered le-gitimacy in the eyes of many, even more so in terms of the international community.

The Brotherhood’s strategy in power can be plausibly classified as one of state capture. They wanted to possess the institutions and instru-ments of the state, considering political power to resemble a zero-sum game whereby state in-stitutions in particular needed to be under their control, if not, it was seen as being under the influence of the opposition. Matthies-Boon and de Smet argue that there was a huge dissatisfac-

Page 16: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

14 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

tion which “resulted from what many saw as the brotherhoodisation of the state, the increase of violence and torture, the deterioration of living standards and unjust social and political poli-cies.”19 The Moslem Brotherhood could not come to accept an in-between solution.

President Morsi adhered to the strategy of trying to infiltrate and Islamise Egypt’s main political institutions, primarily the judiciary and the ex-ecutive through the control of Ministries. Whilst in power the President chose a Prosecutor-Gen-eral whose purpose was to neutralise the judici-ary.20 Furthermore, he pushed through a partisan constitution which did not reflect the views of the whole Egyptian nation. The November 2012 decree gave the president the power to unite all branches of government under his personal con-trol, identifying his intentions.

The MB tried to completely weaken any and all opposition. There was no strategy of cooperation with the opposition as well as no idea to unify disparate sections of Egyptian society. The strat-egy was completely based upon dividing and in-creasing tensions within Egyptian society. There was no attempt to build any political short-term coalitions.

Therefore, the President and his government did not cater for the whole of the Egyptian nation, solely concentrating on the Moslem Brother-hood itself. This was aided and abetted by the controversial constitution written by an assem-bly completely dominated by Islamists.

Military

So far there is conflicting evidence that the Armed Forces intervened on behalf of the peo-ple’s will on July 3, as opposed to merely attempt-ing to legitimize its own actions by referring to the mass protests. The prevailing view considers the protests as a plausible reason for the action of the Armed Forces; it was a useful cover, a handy storyline for them to legitimise their military in-tervention.

Close observers such as El Baradei, however, disagree.21 He has noted that there was a pos-

sibility of Egypt descending into a civil war, the army intervening to prevent such an outcome; to prevent further violence taking place. Since the military intervention, however, violence did not decrease, but actually increased.22

Certainly in the past, spiraling political violence has consistently been used to justify longer term military involvement in politics. Most military interventions use violence on the streets to le-gitimize their holding onto political power. Vio-lence therefore, becomes the primary reason for the military to remain in power in order to con-solidate their power, to actually remain in office for longer. In a related matter, incidents of factionalism or sectarianism only makes the military appear even more important for the future of Egypt as well as in terms of as a stable anchor in the re-gion. This was immediately attested to by U.S. House Majority Leader Eric Cantor, a Virginia Republican, who released a statement confirm-ing “the Egyptian military has long been a key partner of the United States and a stabilizing force in the region, and is perhaps the only trust-ed national institution in Egypt today.”23

In this respect one needs to remember that only a year ago the military was seen as the greatest threat to a democratic Egyptian future, whereas today there are millions who consider them to be the complete reverse of this: proposer and de-fender of an emergent democratic political sys-tem.

Given this perception, the Egyptian military is fully aware of the fact that interventions in the modern age have all been detrimental in terms of good governance, ultimately eroding the prestige of the military as a dependable institution. The Armed Forces therefore, is under no illusion that it must transfer power as soon as possible which is why they stated immediately after removing President Morsi that their political roadmap will not involve long-term military rule.24 They seem to have learnt the lessons from the time when they held political power after President Mubarak in the guise of the SCAF.

On July 3 when the military announced its roadmap what was immediately noticeable concerned the prospective talks including parties of very different political colours.

Page 17: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

15 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

So far the military has agreed to the demands of the Tamarod (Rebel) campaign in terms of hav-ing installed an interim president and insisted on an inclusive approach to the political roadmap which foresees early presidential and parliamen-tary elections.25 Thus, it seems that the army and the Tamarod campaign are in tandem for the time being.

It must not be forgotten that the Armed Forces and the Moslem Brotherhood were once part-ners, albeit rather uneasy bedfellows. After the original uprising against President Mubarak, the military reconstructed a new role for itself after the original revolution by establishing the SCAF. Through this they put forward a plan to remain in charge during a transitional period within which preparations were made to hold elections, which the latter welcomed, being the favourite to win due to their superior organisation.

The President dismissed the Commander-in-Chief of the Armed Forces as well as Chief of Staff soon after taking office, hence creating an

image of himself as a revolutionary leader intent on cleaning up the establishment and creating a new, more democratic political and administra-tive system.26 Certainly the changing of the Min-ister of Defence who had held office for 20 years was a notable success. One aspect, however, that has not received the attention it deserves con-cerns both the Defence Minister and the Chief of Staff not being at all liked in the army and both needing to be retired having passed the required retirement age.

In the aftermath, the selection and promotion of military officers seen as sympathetic to the Moslem Brotherhood was, at best an unethical policy. General Sisi was appointed as the new Defense Minister as he had been considered to be a sympathizer.27 The choice of Sisi was due to his conservative credentials, especially the fact that in June 2011, he had publicly justified vir-ginity tests on female demonstrators which, later on, he was forced to retract by the SCAF.28 Inter-estingly, less than a year after his appointment, it was this general who was to depose Morsi.

On July 3 when the military announced its roadmap what was immediately noticeable concerned the prospective talks including parties of very different political colours.

Page 18: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

16 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

The MB thought they were recruiting and pro-moting someone who was - if not one of them, at least - very close to them, who ultimately overthrew them. In this instance, by choosing to promote Sisi based on his potential compassion towards them, the Moslem Brotherhood fooled no one but themselves.

Alongside this episode, the MB increasingly came to accept as true, its own depiction of events and its strategy, by believing it was engaged in a vital battle to cleanse the establishment and promot-ing its revolutionary credentials - all in the pur-suit of self legitimacy. All this took place with the opposition disputing and clearly not adhering to such an interpretation, considering it very much a delusional myth.

If the figures given by the Tamarod campaign are to be trusted, more than 22 million citizens signed a petition calling for the removal of the president.29 Those who opposed the president came from wide-ranging sections of Egyptian society. Certainly these included secularists as well as socialists, though there were also liberals and Islamists amongst those opposing the Mos-lem Brotherhood and President Morsi.

This mass petition asked for four key demands. Firstly, the removal of the President. Secondly, the establishment of an interim government. Thirdly, a new constitution or the amendment of the current. Finally, early presidential elections.30

After the petition was collected, the military es-timated on the day of demonstration (30 June) more than 30 million citizens took to the streets.31 There is no authoritative source concerning the

quantity, in terms of how many protested against the president on Egyptian streets, with Tamarod asserting that up to half of the population were active (40 million people).32 Whilst this is more than likely an exaggeration, the numbers never-theless compared very favourably with the huge masses that demonstrated against President Mubarak in the January 2011 uprising. Certainly more people than who voted for the President demonstrated against him – as he had only re-ceived just more than 13 million votes in the sec-ond round.33

Therefore, those who opposed the president claimed he no longer represented the people; that he had lost his legitimacy. Accepting such an analytical interpretation, however, is fraught with danger as one cannot equate the numbers protesting against the votes cast. Electors had voted for Morsi to remain in office for four years, whether in good times or bad. Protestors on the other hand need to be seen as representing a snapshot of a difficult time during the process of governing. Certainly elected officials do and will incur public wrath at times during their tenure, therefore, the numbers of protestors cannot usu-ally be thought of in the same terms as of votes that have been cast in the past. Though when the numbers reach up to half of the nation, that takes on a rather different dimension.

Concerning this crucial subject of democracy and legitimacy Tadros provides a succinct sum-mary by underlining the fact that “reducing de-mocracy to a ballot box can only produce a ma-joritarian political order that is tyrannical and oppressive to difference. In order to produce an inclusive political order that is respectful of

The economic record of the Moslem Brotherhood in government has tended to be overlooked by observers who have focused very heav-ily on the military intervention that took place. In many respects, the coup has overshadowed the failure of the MB in power.

Page 19: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

17 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

women’s full citizenship rights, the rights of re-ligious minorities, and socially and politically marginal groups, there have to be a disentan-gling between representation, power and influ-ence, and the electoral process”.34

On July 3 when the military announced its road-map what was immediately noticeable con-cerned the prospective talks including parties of very different political colours. They involved religious authorities such as the Coptic Ortho-dox patriarch Tawadros II; the grand imam of Al-Azhar, Ahmed El-Tayyeb; the Tamarod cam-paign group; Mohamed El Baradei, representing the opposition parties; as well as the secretary-general of the Al Nour Party representing the political wing of the ultra-conservative Islamists who themselves vehemently opposed the Mos-lem Brotherhood and President Morsi. Moreover, at the moment of political crisis the President preferred to play the role of a ‘divider’ rather than a ‘uniter’, as he was not prepared to attempt to control the extremist elements within the Islamic fold. The president did not appear to show an interest in representing all Egyptians: those who voted for him, as well as those who voted against him.35

Having said this however, the president and the role of the presidency that he inherited con-tained many elements of state discrimination as well as sectarianism. One could therefore defend President Morsi by limiting accusations to act-ing in the same manner that his predecessor had; although at a much deeper level.

Conclusion

The most noticeable revolutionary slogan of 2011 concerned “bread, freedom, justice”.36 Put simply, the masses demanded economic, politi-cal and legal reforms. Whilst the second part of this demand was met in terms of elections, a blind eye was very much turned to the first and third demands. Therefore, whilst political re-forms were put in place, but the economic and legal reforms simply were not catered for. Of the three-legged chair, only one was challenged: the political dimension.

Thus, a systemic change did not take place de-spite the fact that this was what motivated most of the masses at the time. Concerning the pro-posed economic changes more of the same was practiced in terms of greater subsidies being channeled into bread and fuel to assuage the masses. In terms of legal matters, the constitu-tion was changed, though it contained two major deficiencies. Firstly, there was a very low turnout in the referendum. Secondly, it was considered to be representing only the Islamist notion of a national constitution, thereby not catering for the rest of Egyptian society.

Looking at it from the perspective of the anti-Morsi protesters the intervention of the army has lead to two important conclusions. Firstly, authoritarianism in the guise of Islamism was halted and secondly, the major mismanagement of the economy has been stopped.

Pursuing this trail of thought, the national as well as the international media portrayed those behind President Morsi’s policies in government as simply MB supporters, whereas those who supported the removal of the president were portrayed as being the genuine representatives of the Egyptian revolution, expressing the na-tional popular will. Therefore, the representa-tions in media are another important aspect that needs to be borne in mind when evaluating and analysing the developments, as well as the future scenarios that will shape Egypt.

In this vein one needs to be aware that not all of those who support the Moslem Brotherhood are devils in disguise, neither is everyone opposing the president democrats with angelic faces. Both are far from perfect, possessing negative features as well as positive qualities. The challenge not only for Egypt but for the Arab world, therefore, is to be able to work out a balance within sec-ular and Islamist groups and to try and form a constructive conversation between them. If this proves to be unsuccessful then the likelihood of ‘rupture’, or military interventions becomes more probable.

O

Page 20: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

18 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

1 Amanda Wooden and Christoph Stefes (eds.), The Politics of Transition in Central Asia and the Caucasus: Endur-ing Legacies and Emerging Challenges, NY: Routledge (2009)

2 “The SCAF: An Overview of Its Actions – Egypt’s Transition,” accessed July 14, 2013, http://egyptelections.carn-egieendowment.org/2012/01/05/the-scaf-an-overview-of-its-actions.

3 “Muslim Brotherhood’s Morsi Urges ‘Unity’ in First Speech as Egypt’s President-elect - CNN.com,” accessed July 14, 2013, http://edition.cnn.com/2012/06/24/world/africa/egypt-politics.

4 “Muslim Brotherhood Wins Presidency but Not Power in Egypt - SPIEGEL ONLINE,” accessed July 14, 2013, http://www.spiegel.de/international/world/muslim-brotherhood-wins-presidency-but-not-power-in-egypt-a-840839.html

5 In the first round of the presidential election the top two candidates received a combined vote of 48.44%6 “Egypt to Issue Schedule Next Month for Gradual Fuel Subsidy Cuts | Reuters,” accessed July 14, 2013, http://

uk.reuters.com/article/2013/04/24/egypt-subsidies-idUKL6N0DB2MH20130424.7 ibid.8 “Egypt Fuel-Subsidy Spending May Climb in January Quarter - Bloomberg,” accessed July 14, 2013, http://www.

bloomberg.com/news/2013-01-08/egypt-fuel-subsidy-spending-may-climb-in-january-quarter-1-.html.9 “Egypt Overview - World Bank,” accessed July 14, 2013, www.worldbank.org/en/country/egypt/overview.10 “Egypt: The Population Time-bomb Euronews,” accessed July 14, 2013, http://www.euronews.com/2013/07/12/

egypt-the-population-time-bomb-/.11 “Egypt in Talks With IMF, World Bank on Loans, Radwan Says - Bloomberg,” accessed July 14, 2013, http://www.

bloomberg.com/news/2011-04-18/egypt-in-talks-with-imf-world-bank-on-loans-radwan-says-1-.html.12 “Egypt Overview - World Bank,” accessed July 14, 2013, www.worldbank.org/en/country/egypt/overview.13 “Egypt Woos Mubarak-era Businessmen - FT.com,” accessed July 14, 2013, http://www.ft.com/intl/cms/

s/0/581d30be-6642-11e2-919b-00144feab49a.html.14 “Egypt and the IMF: Overview and Issues for Congress - R43053.pdf,” accessed July 14, 2013, http://www.fas.org/

sgp/crs/mideast/R43053.pdf.15 “Morsi Declares Expanded Powers, Bans Breakup of Assembly Penning Constitution — RT News,” accessed July

14, 2013, http://rt.com/news/morsi-declaration-constituent-assembly-356/.16 “Egypt’s Morsi Annuls Constitutional Declaration - Spokesman | World | RIA Novosti,” accessed July 14, 2013,

http://en.rian.ru/world/20121209/178014036.html.17 “Egyptian Opposition Remains Defiant after Morsi Annuls Decree - Washington Post,” accessed July 14, 2013,

http://articles.washingtonpost.com/2012-12-09/world/35701116_1_morsi-opposition-leaders-opposition-groups.

18 “Egypt’s New Constitution: How It Differs from Old Version,” accessed July 14, 2013, http://www.voanews.com/content/egypt-constitution/1572169.html.

19 “Egypt: From Rebel to Revolution openDemocracy,” accessed July 14, 2013, http://www.opendemocracy.net/vivienne-matthies-boon-brecht-de-smet/egypt-from-rebel-to-revolution.

20 “Timeline of Morsi and the Judiciary: One Year in Power - Daily News Egypt,” accessed July 14, 2013, http://www.dailynewsegypt.com/2013/06/29/timeline-of-morsi-and-the-judiciary-one-year-in-power/.

21 “BBC News - Egypt’s Failed Democratic Experiment,” accessed July 14, 2013, http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-23197801.

22 “BBC News - Is Egypt Heading for Holy War?,” accessed July 14, 2013, http://www.bbc.co.uk/news/world-mid-dle-east-23244940.

23 “Morsi’s Ouster Leaves US with $1.5 Billion Aid Dilemma,” accessed July 14, 2013, http://www.newsmax.com/US/morsi-egypt-us-aid/2013/07/03/id/513346.

24 “Beyond the Middle Class Military Coup | openDemocracy,” accessed July 14, 2013, http://www.opendemoc-racy.net/johanna-mendelson-forman-louis-w-goodman/beyond-middle-class-military-coup.

25 “News Analysis: Different Scenarios to End Egypt’s Political Crisis - Xinhua | English.news.cn,” accessed July 14, 2013, http://news.xinhuanet.com/english/world/2013-07/03/c_124946604.htm.

ENDNOTES

Page 21: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

19 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

26 “In Upheaval for Egypt, Morsi Forces Out Military Chiefs - NYTimes.com,” accessed July 14, 2013, http://www.nytimes.com/2012/08/13/world/middleeast/egyptian-leader-ousts-military-chiefs.html?pagewanted=all&_r=1&.

27 “U.S. Greets Egyptian Top General - WSJ.com,” accessed July 14, 2013, http://online.wsj.com/article/SB10000872396390444184704577587422651692212.html.

28 “Egypt: From Rebel to Revolution? | openDemocracy.”29 “22 Million ‘Sign anti-Morsi Petition’ in Egypt - FRANCE 24,” accessed July 14, 2013, http://www.france24.com/

en/20130629-22-million-sign-anti-morsi-petition-egypt.30 “BREAKING: Egypt’s anti-Morsi Petition Drive Says Gathered 22 Million Signatures - Politics - Egypt - Ahram On-

line,” accessed July 14, 2013, http://english.ahram.org.eg/NewsContent/1/64/75239/Egypt/Politics-/BREAKING-Egypts-antiMorsi-petition-drive-says-gath.aspx.

31 “What Egyptians Think of Obama after the Morsi Disaster | Fox News,” accessed July 14, 2013, http://www.foxnews.com/opinion/2013/07/09/what-egyptians-think-obama-after-morsi-disaster/.

32 “The Egyptian-British Chamber of Commerce - EBCC News,” accessed July 14, 2013, http://www.theebcc.com/news_details.

33 “Mohamed Morsi of Muslim Brotherhood Declared as Egypt’s President - NYTimes.com,” accessed July 14, 2013, http://www.nytimes.com/2012/06/25/world/middleeast/mohamed-morsi-of-muslim-brotherhood-declared-as-egypts-president.html?pagewanted=all.

34 “Opportunities and Pitfalls in Egypt’s Roadmap | openDemocracy,” accessed July 14, 2013, http://www.opende-mocracy.net/mariz-tadros/opportunities-and-pitfalls-in-egypt%E2%80%99s-roadmap.

35 Yiğit, Süreyya, “Military Intervention in Egypt: A First Cut Analysis,” accessed July 14, 2013, http://www.orsam.org.tr/en/showArticle.aspx?ID=2357.

36 “Where’s the ‘Bread, Freedom and Social Justice’ a Year after Egypt’s Revolution? | Mariz Tadros | Global Devel-opment | Guardian.co.uk,” accessed July 14, 2013, http://www.guardian.co.uk/global-development/poverty-matters/2012/jan/25/egypt-bread-freedom-social-justice.

Page 22: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

20 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Gösterilerin en yoğun yaşandığı 30 Haziran günü bazı haber kaynakları Mısır’da insanlık tarihinin en geniş katılımlı siyasi protesto hareketinin gerçekleştiğini belirttiler.

Devrimden Darbeye: Mısır’da Askeri Vesayet DönemiFrom Revolution to Coup: Military Tutelage in Egypt

Nebi MİŞ & İsmail Numan TELCİ

AbstractThe recent military intervention in politics of Egypt has widely been seen as a betrayal of democracy by the Egyptian opposition as well as Western actors who supported the coup d’état. This intervention was a planned and organized initiative that aimed to topple a democratically elected president, Muhammad Mursi. The major actors of this scenario were the Egyptian army, judiciary, media, businessmen, high bu-reaucracy and also foreign countries such as United States, Israel, Saudi Arabia and United Arab Emirates. From a wider perspective this coup d’état can be seen as another stage of political power struggle in the post-revolutionary period of Egypt in which both actors of the old regime and revolutionary seculars and liberals preventing the power to shift to representatives of the political Islam in the country. The struggle over power in the country will likely to continue with possible new re-arrangements in the political positions of the ac-tors. The biggest loser of this military intervention is the democratization process of Egypt.

Keywords: Egypt, military intervention, coup d’etat, army, United States

* Bu yazının bir bölümü 6 Temmuz 2013’te Star Gazetesi’nin Açık Görüş ekinde “Devrime Darbe: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi” başlığı ile yayınlanmıştır.

Page 23: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

21 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Türkiye, Katar ve Libya gibi bölge ülkeleri Mısır’daki Müslüman Kar-deşler yönetimine destek olmaya çalışsa da bu durum yeterli olma-mış, son yaşananlarla birlikte ülkede yürütülen ve büyük kısmı ve-kaleten sürdürülen mücadelede, eski rejim gücünü tekrar konsolide etmeyi başarmıştır.

Tarihteki önemli devrimlerin sonrasında yaşa-nan süreçlerin bize öğrettiği en önemli unsurlar devrim mücadelesinin girift, çetin ve sarsıntı-lı geçtiğidir. Mısır’da 25 Ocak 2011’de başlayan devrimin geçirdiği süreç tam da böyle bir duru-ma işaret etmektedir. Toplumsal baskıdan, eko-nomik çıkmazlardan, sosyal adaletsizliklerden usanan Mısır halkı 30 yıllık Hüsnü Mübarek rejimine karşı ayaklanarak toplumsal dönüşüm hareketlerinin en yeni örneklerinden birisinin öznesi olmuştur. Devrim sırasında yer alan ak-törler sosyalist gruplardan gençlik hareketlerine, İslami topluluklarından sıradan halk kitlelerine kadar toplumun her kademesinden gelen kişi-lerden oluşmuştur. Devrimin ardından gelen ilk süreçte Yüksek Askeri Konsey, yönetimi ele al-mış, devrimci gençlerin ve diğer grupların uzun mücadelelerinin ardından, Haziran 2012’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerini gerçekleştirerek ülkenin ilk demokratik seçimle işbaşına gelen başkanı seçilmiştir. Bu noktaya kadar bile dev-rimci güçler kendi aralarında rol kapma yarışları yaşamış, diğer taraftan da eski rejimin aktörleri ile devrimi başarıya ulaştırma uğruna mücadele-lerini sürdürmüşlerdir.

Muhammed Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilme-sinin ardından ülkede yıllarca ezilen, dışlanan ve marjinalleştirilen İslami kesimler siyaset sahne-sinde kendilerine yer bulmuşlar, sosyal anlamda da Mısır’da bir aktör olarak kabul edilme şansını yakalamışlardır. Müslüman Kardeşler yöneti-mi iki noktada hem eski rejim aktörlerini, hem de uluslararası ve bölgesel aktörleri rahatsız et-miştir. Birincisi, eski rejimin bürokrasi, yargı, medya ve iş dünyası başta olmak üzere birçok alana nüfuz eden aktörleri, İslami siyasetin ik-

tidar olması ile Mübarek dönemi boyunca ele geçirdikleri tüm ayrıcalıkların “ellerinden kayıp gidecek” olmasından korkarak İhvan yönetimini kabullenmediler. İkinci olarak, Amerika ve İsrail başta olmak üzere Batılı aktörler bölgede sorun-suz yürüttükleri siyasetin en önemli unsuru olan Mısır’daki Mübarek rejiminin yerine, bundan çok farklı olan ve onların çıkarlarını önemli de-recede sarsacak İhvan yönetiminin gelmesinden rahatsız oldular. Devrim sürecinin gergin orta-mında herhangi bir tepki vermeyerek ilk şoku atlatan Washington ve Tel-Aviv Mursi’nin seçi-lişinden sonraki süreçte, içerideki İhvan karşıtla-rını da kullanmak suretiyle rejimden bir şekilde kurtulmanın hesaplarını yaptılar. Bunlara Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt gibi Müslüman Kardeşler’e geleneksel olarak mesafeli Körfez ülkelerinin eklenmesi ve aynı şe-kilde Mısır’daki iç muhalefete fonlar aktarması, Mursi’ye karşı eski rejimin elinin önemli ölçüde güçlenmesini sağlamış ve İhvan’ı olası bir istik-rarsızlık karşısında kırılgan duruma düşürmüş-tür.1 Her ne kadar Türkiye, Katar ve Libya gibi bölge ülkeleri Mısır’daki Müslüman Kardeşler yönetimine destek olmaya çalışsa2 da bu durum yeterli olmamış, son yaşananlarla birlikte ülkede yürütülen ve büyük kısmı vekaleten sürdürülen mücadelede, eski rejim gücünü tekrar konsolide etmeyi başarmıştır.

Temerrud Hareketi ve 30 Haziran Gösterileri

Muhalif gruplar, başta ekonomik kötü gidişten, ülkedeki sağlık, temizlik ve trafik gibi sorunla-rın çözülememesinden ve elektrik, su, doğalgaz gibi kaynakların temini konusundaki sıkıntıların aşılamamasından Muhammed Mursi yönetimini

Page 24: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

22 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

sorumlu tutmaktaydılar. Muhaliflere göre, Mu-hammed Mursi ve İhvan yönetimi kendi çıkarla-rını ve ajandalarını ülke siyasetine dikte ettirerek ülkenin diğer toplumsal gruplarını dikkate alma-mıştı.3 Bunu iddia edenlerin birçoğu Mübarek döneminde rejimle işbirliği yaparak Müslüman Kardeşlerin ve İslami siyasetin yasaklanmasına, her türlü baskıya maruz kalmasına ve yeraltına itilmesine destek veren aktörlerdi. Bu aktörler, Mursi yönetiminin vali ve yüksek bürokratların atanmasında İhvan kadrolarını tercih etmekle suçlayıp halk nezdinde kadrolaşma paranoya-sını yayarak, Mısırlıları Mursi yönetimine karşı yönlendirmişlerdir. Ayrıca seçim sırasında İhvan yönetimi tarafından verilen “kapsayıcı yönetim” sözünün tutulmadığı iddiaları muhalefetin katı tutumu için yeterli zemini oluşturmuştur. Bu hoşnutsuzlukların sonucunda başlatılan ‘temer-rud’ (isyan) hareketi, son iki ayda hükümetin istifası için imza kampanyaları düzenlemiştir. Haziran ayı ortası itibariyle bu imzaların 15 mil-yona ulaştığını iddia eden Kefaya, Ulusal Kur-tuluş Cephesi ve 6 Nisan Gençlik Hareketi’nin başını çektiği muhalif gruplar, cumhurbaşkanını istifaya zorlamak amacıyla Mursi’nin görevine başlayışının yıldönümü olan 30 Haziran 2013’te sokaklara inme kararı almıştır.

Temerrud Hareketi, Muhammed Mursi’den 30 yıllık Mübarek rejiminin yarattığı tüm yıkımı bir yılda tamir etmeyi başaramamakla suçlamışlar-dır. Ancak resme daha geniş bir çerçeveden ba-kıldığında tüm uzlaşma önerilerini reddeden bir tutum içerisinde olan muhalefetin demokratik yöntemlerle iktidara ulaşamayacağını anlayarak, meşruiyetini sandıktan ve halkın tercihinden alan Mursi’yi sokak ve şiddet siyaseti ile devirme yolunu denediği, bu süreç boyunca açık bir şe-kilde gözlemlenmiştir. Tam da bu yüzden halkın desteğini hiçbir şekilde alamayacak olan özellikle yargı, medya ve güvenlik birimlerini işgal eden eski rejim kalıntıları, Mübarek döneminin zen-ginleştirdiği işadamları, Batı bağlantılı muhalefet grupları ve marjinal devrimci gençlik örgütleri, İslami siyaset karşısında birleşerek kısmi Selefi desteğini alan İhvan yönetimini sonlandırmayı hedeflemişlerdir. Buna karşın Müslüman Kar-deşler kendi içerisinde kenetlenerek bu atağa göğüs germeye çalışırken, Selefiler ise bölüne-

rek, bir kısmı İhvan’ın tarafında yer alırken diğer daha küçük kesim ise Müslüman Kardeşler kar-şıtı blokta yer almayı tercih etmiştir. Muhalefetin demokrasi dışı ve şiddete meyleden yöntemleri-ne karşı, İslami kesimlerin sağduyulu tavırları ilk etapta ülkedeki olaylarda kan dökülmesinin önü-ne geçmekte büyük rol oynamıştır. “Muhalefet-çe kiralanmış baltacıların”4 zaman zaman Mursi destekçisi göstericilere saldırması ile can kayıp-ları yaşanmış ve olaylar planlı bir şekilde şiddet sarmalına sokulmaya çalışılmıştır.

Bu süreçte değinilmesi gereken bir diğer durum da medyanın rolüdür. Mısır medyası Türkiye’de 28 Şubat sürecinde olduğu gibi bu planlanmış darbe sürecinin birincil aktörlerdendi. Bu an-lamda Medya kurmaca haber ve belirli bir plan çerçevesinde sürdürülen yorumlarla Mursi yö-netimini sorunsallaştırmakta önemli bir araç olarak kullanılmıştır. Ülkede son bir yıldır İhvan karşıtı kanallarda ve yayın organlarında öylesine muhalif bir tutum vardı ki mevcut yönetime kar-şı en küçük pozitif bir analizi görmek mümkün değildi. Örneğin bu süreçte Piramitlerin ve Sü-veyş Kanalı’nın Katar’a satılacağı haberleri hafta-larca tüm Mısır medyasında tartışılabilmektey-di.5 Buna karşın İslami medya kanalları ise adeta var olabilme mücadelesi vererek neredeyse hiç reklam almadan yayınlarını zor şartlarda sür-dürmeye çalışmışlardır. Nitekim iş dünyasının en zengin aktörleri Mübarek döneminin zen-ginleştirdiği işadamlarından oluşuyordu ve bu kişiler sadece İhvan karşıtı kanallara reklamlar veriyorlardı. Bu aktörler Necip Saviris gibi sahip oldukları medya organları ile de rejimin yıpran-ması için ellerinden geleni yapmışlardır. Hatta darbeye giden son aylarda Saviris birçok Mursi karşıtı grubu maddi olarak desteklemiş, televiz-yonlarda yayınlanmak üzere darbe yanlısı klip-ler bile çektirmiştir.6 Yine Bessam Yusuf gibi tek ajandası İslamcı siyaseti eleştirmek ve aşağıla-mak olan figürler de Mısırlıların Mursi karşıtlığı-na kanalize edilmesinde önemli roller oynamış-tır. Eski rejim döneminde Mübarek’in en ufak bir eleştiriden münezzeh olduğu bir ortam varken, 2012’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından geçen bir sene içerisinde Bessam Yusuf Mursi’yi ve İhvan’ı kimi zaman ağza alınmayacak kelime-lerle aşağılamış ve binlerce Mısırlı her Cuma ak-

Page 25: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

23 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

şamı bu programa kilitlenmiştir. Bessam Yusuf ’u kahkahalarla izleyen kesimler diğer taraftan da İhvan’ın ifade hürriyetini kısıtladığını ve baskı rejimi kurduğunu iddia etmişlerdir.7

Gösterilerin en yoğun yaşandığı 30 Haziran günü bazı haber kaynakları Mısır’da insanlık ta-rihinin en geniş katılımlı siyasi protesto hareketi-nin gerçekleştiğini belirttiler. Yaklaşık rakamlara göre 20 milyon civarında kişinin Mursi’yi istifaya çağırmak üzere sokaklara indiği belirtildi.8 Bu ra-kamın güvenilirliği tartışmalı olsa da, milyonlar-la ifade edilebilecek kalabalıkların Kahire sokak-larına indiği gerçekti. Ancak burada dikkat çekil-mesi gereken husus, aslında seçim sonuçlarına göre oyların yaklaşık %70’ini alan İslami siyasetin sesinin %30’la ifade edilebilecek muhalefete göre çok daha az çıkmasıydı. Nasıl olmuştu da normal şartlar altında taban gücünün desteğiyle daha baskın olması gereken İslami hareket, savunma pozisyonunda olan bastırılmış ve köşeye sıkıştı-rılmış bir durumda kalmıştı.

Bunda öncelikli olarak Kahire ve İskenderiye gibi büyük şehirlerde kentli nüfusunun demog-rafik ve sosyal yapısının da bir sonucu olarak İhvan karşıtı hareketlerin daha fazla olması et-kin olmuştur. Nitekim eğitimli, liberal ve diğer kesimlere göre daha varlıklı olan bu kitleler İsla-mi hareketin ülke siyasetinde etkin olmasını is-tememektedirler. Nüfusu %10’un üzerinde olan Kıpti hareketin de bu kesime destek vermesi önemli bir etken olmuştur. Bununla birlikte yeni nesil genç aktivistler de Mursi karşıtı blokta yer almıştır. Bu kesim sosyal medyayı çok iyi kulla-nan, hırçın ve sabırsız bir kitleye işaret etmek-tedir. Hüsnü Mübarek’in devrilmesinde büyük rol oynayarak cesaretlenmiş olan bu gençler ül-kede her türlü değişimin öncüsü olabileceklerine inanarak, her türlü baskıcı ve monolitik siyasal örgütlenmeyi reddetmeleriyle öne çıkmışlar-dır. Ancak, devrimi gerçekleştiren bu toplumsal grupların Mursi’ye karşı mobilize olması eski re-jim yanlılarının işini kolaylaştırmıştır.

Madalyonun öbür yüzünde yer alan İslami ha-rekete mensup kitleler ise özellikle son 30 yıldır eğitim, medya ve iş dünyası gibi sosyal ve siya-sal güç unsurları olan sektörlerde yer alamamış,

özellikle devlet sektöründeki iş alanlarından dış-lanmışlar ve bürokraside yükselememişlerdir. Dolayısıyla da refah düzeyi diğer kesimlere göre daha sınırlı kalarak sosyal ve siyasal yönden geri bırakılmışlardır. Bu yüzden bu kesimler daha zi-yade yine İslami hareketin sunduğu sosyal yar-dımlarla ayakta kalabilmiş, kendi kısıtlı imkanla-rı ile eğitimlerini tamamlayabilmiş ve siyasal ak-tivizm ile tanışma fırsatı bulamamıştır. Unutul-mamalıdır ki Müslüman Kardeşler ve Selefi ör-gütlere mensup kişiler sorgusuz sualsiz hapislere atılmış ve kimileri aylarca tutuksuz bir şekilde buralarda kalmışlardır. Bu eşitliksiz durum gü-nümüz Mısır’ında niceliksel olarak daha az olan muhalefetin, sayıca çok daha fazla olan iktidar kesimlerinden baskın gelmesi gibi bir durumu ortaya çıkarmıştır. Bu da özellikle konvansiyonel ve sosyal medya kanalları üzerinde cereyan eden günümüz siyaset mücadelesinde Mursi karşıtı bloğa önemli bir avantaj sağlamaktadır. Bununla birlikte şunu da belirtmek gerekir ki 30 Haziran öncesi süreçte Mursi’yi karalama kampanyasını artırarak İslami siyasete “demokrasi” maskesi altında keskin bir biçimde karşı çıkan bu grup-ların, askeri konseyin siyasete müdahale ederek yönetimi devralmasına alkış tutmaları onların siyasal mücadele konusundaki acemiliklerinin ya da kafa karışıklıklarının da bir göstergesidir.

Askeri Vesayet Rejimine Dönüş9

30 Haziran’daki protesto gösterileri ve ardından yaşanan siyasal çalkantı Mısır ordusunu hareke-te geçirmeye yönelik olarak planlanmıştı. Zaten planlı bir şekilde yürütülen bu kriz sürecinde or-dunun rolü askeri müdahale ile Mursi’nin görev-den uzaklaştırılmasıydı. Genelkurmay Başkanı El-Sisi’nin 1 Temmuz’da bir açıklama yayınla-yarak taraflara uzlaşmaları için 48 saat mühlet vermesi, darbeye zemin hazırlamak içindi. Or-dunun iktidar ve muhalefet arasında bir anlaş-manın sağlanması için 48 saatlik süre vermesi muhalefetin elini güçlendirmiş ve iktidarı daha da kırılgan hale getirmiştir. Askerin muhtıranın ardından darbeyi mümkün kılacak gelişmelerin birçoğu bu 48 saatlik sürede yaşanmış ve çoğun-luğu Mursi taraftarı olan insanlar, saldırılar so-nucunda öldürülmüştür. Ordu hiçbir şekilde bu çatışmaları önlemeye yönelik bir çaba içerisinde

Page 26: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

24 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

bulunmamış ve tüm bu süreci gerekçe göstere-rek Mursi tarafının uzlaşmaya yanaşmadığını da iddia ederek, askeri müdahaleden başka bir seçe-neğin kalmadığını açıklayarak 3 Temmuz akşamı yönetime el koymuştur.10

Askeri darbenin hemen ardından Müslüman Kardeşler üst yönetimine ve siyasal yapılanması-na yönelik tutuklamalar gelmiş, İslami televizyon kanalları kapatılmış ve darbeyi savunan medya organlarında İhvan’a yönelik karalama kampan-yası hızlanmıştı. Özellikle son bir sene içerisinde Mursi’ye oy veren İslami taban ile İhvan karşıtı olan seküler ve liberal elitlerle sıradan halk kitle-leri arasında gözlemlenen kutuplaşma bu süreç-te daha da artma eğilimine girmişti.11 Aslında bu durum birçok toplumsal yapıda gözüken taraflar arası güvensizlik sarmalının bir sonucu olarak da görülebilir. Askeri yönetim de bu güvensizlikten pek tabii ki faydalanarak pozisyonunu meşrulaş-tırma çabası içine girmiştir.

Biraz geriye dönerek süreci bu zaviyeden ince-lediğimizde resim çok daha açığa çıkmaktadır. Vesayetçi bir rejimin sürdürülmesinin yegâne unsurlarından birisi siyasetin güvensizliğinin öne çıkarılmasıdır. Öncelikli olarak siyasete gü-vensizlik, siyasal kurumlara ve siyasal aktörle-re karşı bir güvensizliğin üretilmesi sonucunda “bazı konuların siyasetçilere bırakılmayacak kadar önemli” olduğu düşüncesine dayanır. Bu düşüncenin bir yansıması olarak da askeri kuru-mun veya askeri işlevin, bir toplumun karar alma sistemine ve yönetim mekanizmalarına egemen olmasının yolu açılır. Mısır’da da Mursi hüküme-tinin iktidara gelmesinin ardından siyasal alanın meşruiyet sınırlarının belirlenmesinde ve bürok-ratik kurulu düzen karşısında Mursi hükümeti-nin siyaset üretme yeteneklerinin budanmasında yargı ve askeri bürokrasi birçok yol denemiştir. Siyasete güvensizliğin üretilebilmesi için sürek-li olarak, Mursi yönetiminin İslamcı tarafı öne çıkarılarak, devlet mekanizmasının işleyişi ile

Ezher ulemasının bir kısmı ve birçok Mursi taraftarı kefene benzer beyaz elbiseleri ile meydanlara yürürken canlarını feda etmekten çekinmeyeceklerini açıklamışlardır.

Page 27: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

25 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

değil, İrşat bürosunun İslamcı direktifleri ile ha-reket ettiği dile getirilerek söz konusu yönetim marjinalleştirilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda da siyasetin alması gereken kararlar, yargı-ordu iş-birliğine dayanan bürokratik bir yapı tarafından alınması amaçlanmış ve yargı-ordu denetimin-de vesayetçi bir yapı korunmaya çalışılmıştır.12 Mursi yönetimi de en baştan beri kendilerine karşı üretilen güvensizlik hali ve sürekli tekrar-lanan büyük gösteriler sonucunda korku ve te-dirginlik içerisinde siyasal faaliyetlerini sürdür-meye çalışmıştır. Dolayısıyla da siyasal şartlar zaman zaman Mursi yönetimini hataya zorlamış ve muktedir olması engellenmiştir.

İktidarının birinci yılı olan 30 Haziran’a giden sü-reçte, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi karşıtı hareketlerin liderlerinin sokağa çıkma amacı, bir demokrasi mücadelesinden daha çok planlı bir şekilde gerginliği tırmandırarak bir şid-det sarmalını üretmekti. Böylece, Mursi istifaya zorlanacak ve askeri vesayet için uygun bir ortam sağlanacaktı. Nitekim hem muhalif grupların iz-lemiş olduğu planlı eylemler hem de ordunun bir muhtıra yayınlayarak siyasi alana müdahalesi bu planlı kalkışmayı açıkça ifşa etti. Darbeye giden süreçte, ortamın müsait hale gelebilmesi için önce Mursi karşıtları Tahrir başta olmak üzere birçok meydanda kimi zaman şiddet de içeren büyük gösteriler düzenlemişlerdir. Ardından da Müslüman Kardeşlere ait ofisler ateşe verilmiş, buralarda bulunan Mursi taraftarlarından bazı-ları öldürülmüştür.13 En sonunda da çatışmalar meydanlara sıçrayarak askerin müdahalesi için uygun ortam yaratılmıştır.

Asker bu süreçte yaptığı açıklamalarla, toplumsal çatışmanın önünü açmış ve şiddet sarmalının ya-şanması için bilinçli bir siyaset izlemiştir. Olaylar başlamadan yapılan açıklama ile gösterilere mü-dahale edilmeyeceği söylenip, sadece devlet da-ireleri ve stratejik yerlerin korunacağının duyu-rulması göstericilerin şiddete meylini artırmıştır. En baştan beri polisin kendi yanlarında olacağı göstericilerce bilindiğinden ordunun bu açıkla-masını hükümeti düşürmek için bir işaret olarak da yorumlanmıştır. Güvenliği sağlaması gereken kurumların göstericileri cesaretlendiren bu yak-laşımı, ordunun askeri vesayeti gerçekleştirmek

için uygun ortamı yaratmaya çalıştığının bir gös-tergesidir.

Bu planın hazırlık aşamasında, halkı mobilize edebilmek ve sokaklara çıkarabilmek için yoğun çaba sarf edilmiş, Mübarek rejiminin zenginleş-tirdiği işadamları bu planlamanın finans ayağını sağlarken, askeri ve bürokratik yapı eski rejim taraftarlarını sokağa çıkmak için cesaretlendir-miştir. Büyük kesimi eski rejim taraftarı olan medya ise Mursi’nin yönetimsel hatalarını, “İs-lamcı bir ajanda” söylemiyle etiketleyerek başta Hıristiyanlar olmak üzere liberal, seküler, sol ve sosyalistleri de Mursi’ye karşı mobilize etmiş-lerdir. Özellikle, Mursi’nin dış politika alanında geliştirmiş olduğu yeni dış politika açılımı ve söyleminden rahatsız olan ABD, İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan Mursi’nin iktidardan düşürülüp askerin etkin olduğu bir “vesayet demokrasisi”nin yönetime gelmesini, İhvan yönetimine tercih etmekteydi. Dolayısıy-la Mısır’da yaşanan karşı devrim mücadelesi ve ardından yaşanan askeri muhtıra birçok yapının ve aktörün planlı bir senaryonun uygulanışına işaret etmektedir.14

Planın uygulama aşaması ise aslında toplumsal alanda daha devrimin hemen ardından eski re-jimin siyasi, askeri, bürokratik elitleri ile medya ve iş çevrelerindeki aktörleri tarafından yürür-lüğe konmuştur. Mübarek rejimine karşı ortak-laşarak, demokrasi söylemi etrafında devrimi gerçekleştiren toplumsal kimlik grupları, önce İslamcı ve diğerleri (liberaller, Hıristiyanlar ve Sosyalistler vb.) diye birbirinden ötekileştirilerek ayrıştırıldı. Ardından da İslamcı gruplar da kendi içerisinde farklılaştırılarak Mursi iktidarı yalnız bırakıldı. Mısır tarihinin korkularının yeniden gündeme getirilerek toplumsal kimlik grupları-nın kutuplaştırılmasının neticesinde üretilen ça-tışmacı söylem, devrim etrafında birleşen grup-ları ayrıştırarak birbirlerine yönelik karşılıklı güvensizliklerin üretilmesine neden oldu. Mursi hükümetinin uygulamış olduğu bazı siyasal çık-tılar bu güvensizlikleri gittikçe pekiştirdi ve böy-lece bir güvenlik açığı oluşturuldu. Böylece eski rejim aktörlerinin toplumsal kimlik gruplarının güvenlik ikilemleri üzerinden siyaset üretmeleri çok daha kolay hale geldi.

Page 28: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

26 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Mursi’nin iktidara gelmesinin ardından “mukte-dir olmak için” ortaya koyduğu siyasetin, yargı ve ordu bürokrasisinin direnci ile sürekli kırıl-maya çalışılması bir yana, Haziran ayının son haftalarında sokakta yaşanalar bile bu planı açık etmektedir. Gerginliği tırmandırmak için med-yada, Mursi’nin istifadan başka bir çıkar yolu olmadığı, yurtdışına kaçıp sığınma talep etmez-se eski suçlarına binaen hapse atılacağı, yine Mursi yönetiminden birçok üst düzey bakanın yolsuzluğa bulaştığı ve suç işlediği gibi iddialar ve söylemler hükümete karşı bir korku ve panik havasının oluşturulması için kullanılmıştır. So-kakta dolaşıma sokulan söylemler ise, muhalif grupların silahlandığı, Mursi’nin direnmesi ha-linde Müslüman Kardeşlerin bürolarının bası-lacağı, İhvana yakın işyerlerinin yağmalanacağı şeklindeydi. Dolayısıyla gösteriler başlamadan önce, yıllarca devlet iktidarı tarafından dışlanan hapislere atılan ve ikinci sınıf muamelesi gören kesimlere karşı bir korku politikası oluşturmak amaçlanmıştı.

Bu korku politikasının neticesinde gösterilerin ilk günlerinde Mursi taraftarları sadece toplan-dıkları meydanlarda seslerini yükseltebilmişler ve kendi binalarının yağmalanmasına, ateşe ve-rilmesine ve saflarından birçok insanın öldürül-mesine rağmen şiddeti önceleyen bir tavır almak-tan özenle kaçınmışlardır. Mısır’ın tek sahibinin kendileri olduğunu varsayan “beyaz Mısırlılar” ve eski düzen yanlıları, binalara, araba camları-na, işyerlerine ve evlerinin balkonlarına Mursi karşıtı afişler asmışlar ve sokaklarda insanların ellerinde muhalefeti temsil eden bir emare gör-mediklerinde “bizden değil misiniz” diye sora-bilmişlerdir. Bu süreçte, özellikle polis araçlarına Mursi karşıtı afişler asılarak bu korku politikası pekiştirilmeye çalışılırken, metro istasyonların-da marşlar çalınarak İhvan yanlıları sindirilmeye çalışılmıştır. Yine üst sınıf Mısırlıların gittiği ve çoğunun adının da Batı’dan seçildiği mekânlar, bir hafta önce yabancı müzikler çalarken, gös-terilerle birlikte bayraklarla donatılmış ve milli-yetçi marşlar çalmaya başlamıştır. Sonuç olarak tüm bu simgesel sindirme politikası, askerin tarafını tamamen belli etmesiyle birlikte, Mur-si taraftarlarını da yoğun bir şekilde meydanla-ra itmiştir. Bununla birlikte, Mursi taraftarları

bu korku politikasını tam tersine çevirebilmek için, Türkiye’de simgesel anlamını artık herkesin bildiği, “kefen siyaseti” söylemini devreye sok-muşlardır. Ezher ulemasının bir kısmı ve birçok Mursi taraftarı kefene benzer beyaz elbiseleri ile meydanlara yürürken canlarını feda etmekten çekinmeyeceklerini açıklamışlardır.

Darbenin ardından İhvan hareketi kendilerine uygulanan baskı politikalarına demokratik bir strateji izleyerek cevap vermeyi tercih etmiş ve barışçıl gösteriler düzenlemiştir. Nasr City böl-gesindeki Rabiaa Adeviye ve Kahire Üniversite-si girişindeki Nahda Meydanı’nda milyonlarca Mısırlı kamplar kurarak “Darbeye Hayır” teması altında askeri yönetimi protesto etmişlerdir. Bu barışçıl protestolar içeride ve dışarıdaki darbe-ci aktörlere yerinde bir cevap teşkil etmektedir. Ancak askeri yönetim Cumhuriyet Muhafızları Alayı önünde düzenlediği saldırı da 50’den fazla Mursi taraftarı protestocuyu katletmiş,15 İhvan yönetimini şiddet sarmalı içerisine çekmeye ça-lışmıştır. Müslüman Kardeşler yönetimi ise bu tuzağa düşmeyerek barışçıl gösterilere devam etmiştir. Uzun vadede Mısır’daki İslami hare-ketlerin iktidar arayışında bu sürecin olumlu bir geri dönüşü olacaktır. Ancak bu darbeci aktörler İhvan’ı veya Selefi hareketi siyasal alanın dışın-da tutmaya çalışması iktidar mücadelesinin daha çetin geçmesine, İslami hareketlerin daha farklı metotlar uygulamasına neden de olabilir.

Darbeye Dış Etkiler ve Tepkiler

Darbe sürecinde en şaşırtıcı tepki(sizlik) Batı ülkelerinden gelmiştir. Washington, Londra ve diğer AB başkentleri Mısır’da gerçekleşen askeri müdahaleyi darbe olarak tanımlamamış ve de-mokratik tepkilerinin ne kadar değişken olduğu-nu göstermişlerdir.16 Batı’nın tepkisizliğinin baş-lıca sebepleri arasında özelde Mısır’da genelde de Ortadoğu’da Siyasal İslam’ın politik kurumla-rının meşru bir siyasal aktör olması geliyor. Yani seçim kazanan, taban desteği olan, demokratik yöntemlerle siyasette yer alarak daha önceki marjinallikten kurtularak meşru aktörlüğe terfi eden siyasal İslam’ın temsilcilerinin varlığı böl-gede kurulu düzenin Batı’dan hiçte hoşlaşmayan aktörlerle sorgulanacağı anlamına gelmektey-

Page 29: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

27 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

di. Mısır’dan ikinci bir Türkiye çıkması olasılığı gerek Washington’da gerekse de diğer Avrupa başkentlerinde ve özellikle İsrail’de bölgeye dair birçok politikaların revize edilmesi anlamına ge-liyordu. Yani ekonomik olarak ayakları üzerinde durabilen, bağımsız bir dış politika yürütmekte ısrarcı olan ve her şeyden önemlisi bölgesinde-ki kurulu düzeni sorgulayan bir Mısır, Batı için bir kabus anlamına gelecektir. Batı’nın yeniden belirleyeceği siyasette ise kendi çıkarları önemli ölçüde tehlikeye girecekti. Bu yüzden demokra-si söylemini dilinden düşürmeyen Batılı aktörler çıkarları tehlikeye düştüğünde hiç çekinmeden darbeyi destekleyebilmiştir. Bunu Mısır’da siya-sal aktörlük bile iddia edemeyecek bir azınlıkta olan seküler ve liberal kitleleri kullanarak yap-ması ise bu darbeye yüklenilen önemi göster-mektedir.

Aslında bu darbe sadece Mısır’da değil bölgede yaşanan tüm demokratikleşme hareketlerini de sekteye uğratacak bir gelişmedir. Çünkü Mısır’ın başarısı bir taraftan bölgede devrimi gerçekleş-tiren grupları demokratikleşme yönünden cesa-retlendirirken, aynı zamanda Körfez ülkelerin-deki Monarşi yapılarını da sarsabilecek bir etkiye sahipti.17 Ancak darbenin gerçekleşmesi, bir ta-raftan Arap baharının başarısızlığı olarak göste-rilecek ve İslam ve demokrasi sorgulamasını ye-niden üretecek; diğer taraftan da bölgede diğer ülkelerdeki yaşanabilecek yeni halk hareketleri-nin önünü kesecektir. Tunus, Mısır, Libya, Ye-men ve Suriye’de en canlı biçimiyle yaşanan Arap Uyanışı’nın bölgeye getireceği dönüşüm potan-siyeline vurulmuş bir darbedir aslında Mısır’da gerçekleşen.18 Arap Uyanışı sürecinde Libya’ya yapılan müdahale ile kısmen başlayan “dış” mü-

dahale Suriye’de zaten güçlükle sürdürülen mü-cadelenin bir proksi savaşı halinde cereyan etme-siyle canlı kalmış, Mısır’daki darbede ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin müdahil olması ile de Arap Uyanışı’nın temel dinamiklerinden olan “dış müdahale kar-şıtlığına” büyük zarar vermiştir. Bu darbe ayrı-ca Mısır’ın demokratikleşmesinde sivil siyaset sürecinin kesintiye uğramasına ve bu anlamda da ülkede yaşanan rejim değişikliğinin başarıya ulaşmasına olumsuz etki yapmıştır.

Mısır’daki darbenin İhvan yönetiminden destek-lerini esirgemeyen Türkiye ve Katar açısından da önemi büyüktür. Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Mısır’daki dar-bede önemli bir rol oynadıkları düşünüldüğün-de Türkiye ve Katar’ın ortak siyasal duruşlarını değiştirmeleri mantıklı olmayacaktır. Katar’ın da Müslüman Kardeşlere desteği yine Kahire’de-ki cunta yönetimini rahatsız edecektir. Bununla birlikte bölgesel bloklaşmalar özellikle böyle bir süreçte yeniden şekillenme potansiyeline de sa-hiptir. Ankara halihazırda kendisine yakın olabi-lecek Katar ve Libya gibi bölge aktörlerinin bu pozisyonlarını sağlamlaştıracak adımlar atması bugüne kadar sürdürdüğü dış politikanın tutar-lılığı açısından önemlidir. Türkiye’yi bölge siya-setinde daha zor durumda bırakan konu Suriye çıkmazıdır. Ankara’nın haklı olarak Suriye halk hareketine verdiği destek, beklenmeyen faktör-lerin devreye girmesi ile Erdoğan hükümetinin elini zora sokmuştur.

Darbeye karşı Türkiye’den gelen tepkilerin ba-zıları da şaşırtıcı olmuştur. Yıllarca Türkiye’de askeri vesayetin devamı için akla gelmedik anti

Kahire ve İskenderiye gibi büyük şehirlerde kentli nüfusunun demo-grafik ve sosyal yapısının da bir sonucu olarak İhvan karşıtı hareketle-rin daha fazla olması etkin olmuştur. Nitekim eğitimli, liberal ve diğer kesimlere göre daha varlıklı olan bu kitleler İslami hareketin ülke si-yasetinde etkin olmasını istememektedirler.

Page 30: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

28 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

demokratik süreçleri canı pahasına savunan dar-be heveslisi aydınımsıların, bugünlerde Mısır’da yaşananlar için “Arab’ın demokrasisi bu kadar olur” şeklinde sosyal medyada küçümseyici bir şekilde yazdıkları, Mısır’da yaşananların daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilir. Yine Türkiye’de 28 Şubat sürecinde askeri-sivil bürokrasi, med-ya ve işadamlarının siyasal alan karşısındaki statükocu konumunu göz önünde bulundurdu-ğumuzda bugün benzer bir sürecin Mısır’da da yaşandığını kestirmek zor değildir. Her ne kadar Mursi’nin bazı hatalarından bahsedilebilecek-se de, yaşananlar, Mursi ile karşıtları arasında cereyan eden bir demokrasi mücadelesinden daha çok, eski rejimle yeni rejim arasındaki bir hesaplaşmadır. Genelde Ortadoğu’da özelde de Mısır’da yaşanan Arap baharını baştan küçüm-seyen ve hala Mısır’daki eski rejim zihniyetini savunan Türkiye’deki bazı yazarların göremedi-ği de budur. Mursi yönetimi muktedir olama-manın, acemiliklerinin ya da kendi ajandasının bir yansıması olarak siyasi hatalar yapmıştır. Bu yüzden Mursi’nin bu uygulamalarına demokra-tik gerekçelerle tepki duyan önemli bir grubun varlığı normal karşılanabilir. Ancak, 3 Temmuz akşamı gerçekleşen askeri darbeye giden süreçte yaşananlar, demokrasi mücadelesinin ötesinde eski rejimin domine ettiği bir vesayet arayışıydı. Bu askeri ve bürokratik vesayet arayışını sürdü-ren aktörler bir plan çerçevesinde kendi koalis-yonunu genişleterek istedikleri sonuca şimdilik ulaşmışlardır.

Sonuç

Bundan sonraki süreçte Mısır siyasetinde uzun süre askeri vesayet devam edeceği öngörülebilir. Ordu teknokratlardan ve eski rejim yanlılarından oluşan bir geçiş hükümeti kurarak, kendi konu-munu pekiştirmeyi planlamaktadır. Bu anlamda önce yasal düzenlemelerle kendi yerini sağlam-

laştıracak, ardından da kurumsal mekanizmalar-la konumunu güçlendirmeyi deneyecektir. Böyle yaparak da siyasal alana müdahalenin kapısını açık tutup, siyasetçilerin manevra alanını müm-kün olduğunca daraltmayı hedeflemektedir. Böyle bir gidişatın gerçekleşip gerçekleşmeyece-ği Mursi taraftarlarının ordunun darbe kararına yönelik kararı karşısında vereceği tepki belirleyi-ci olacaktır. Öyle ya da böyle Mısır’ın demokra-tikleşme serüvenini zorlu ve uzun bir süreç bek-lemektedir.

Darbe süreci göstermiştir ki Mısır siyasetindeki seküler ve liberal aktörler ve eski rejim kalıntı-ları ile Washington ve Tel-Aviv gibi uluslararası aktörler sosyal tabanı geniş hareketlerin siyaset sahnesinde meşru bir biçimde yer alabilmesini bir süre daha engellemek istiyorlar. Her ne ka-dar söylem düzeyinde bunu inkar etseler de başlı başına darbenin planlı bir şekilde uygulamaya geçirilmesi bile bunun bir göstergesidir. İhvan ve Selefi hareket de buna karşı uzun vadeli plan-lar yaparak, toplumun daha geniş kesimlerinin güvenini ve olurunu kazanmak suretiyle bu ik-tidar mücadelesinden başarılı çıkmanın yollarını arayacaktır. Ancak darbe sonrası iktidara gelen aktörlerin planı yoğun baskı politikaları güde-rek İslami hareketlerin siyasal süreçlerden daha uzun süreli dışlanması gibi bir amaçları varsa, bu durumda başka çaresi kalmayan bu hareketlerin silahlı mücadele yoluna girmeyi düşünmesi de muhtemeldir. Ancak kesin olan bir husus var ki, bu da bölgede artık her ne pahasına olursa ol-sun eski siyasal sistemlerin ve bölge üzerinde yü-rütülen uluslararası politikaların hiç bir şekilde yürütülemeyeceğidir. Çünkü bu değişim dalgası kendi siyasal gelişimini de sürdürecektir. Bugün dünyada militarist yönetimlerin modası geçtiği düşünüldüğünde Mısır’daki darbeci zihniyetin de çok geçmeden demokratik idealler tarafından mahkum edilebileceği öngörülebilir.

O

Page 31: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

29 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

1 Emad Mekay, “Exclusive: US Bankrolled Anti-Morsi Activists”, Al Jazeera, 10 July 2013.2 İsmail Numan Telci, “Devrim Sancısı: Mısır’da Siyasal ve Ekonomik Kriz”, Ortadoğu Analiz, Temmuz 2013, Cilt:5,

Sayı:55, s.49-573 Ahmet Uysal, “Mısır’da Neden Başa Dönüldü ve Çözüm Ne?”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, 5 Temmuz 2013.4 “Mısır’daki Meydanlarda “Baltacı” Şiddeti”, Anadolu Ajansı, 3 Temmuz 2013; “Mısır’da “Baltacı”lar Yine Devrede

mi?, BBC, 16 July 2013.5 “Qatar’s Emir Leaves $2 Billion ‘Deposit’ to Egypt After Meeting President Morsi”, Ahram Online, 11 August 2012;

Dina Ezzat, “Getting Closer to Qatar”, Al Ahram Weekly, 9 January 2013; Nevine El-Aref, “Egypt won’t Rent Pyra-mids to Foreign Firms, Says Antiquities Ministry”, Ahram Online, 27 February 2013; “Suez Canal Revenues Reach $398.5 Million”, Daily News Egypt, 21 April 2013.

6 Ben Hubbard and David D. Kirkpatrick, “Sudden Improvements in Egypt Suggest a Campaign to Undermine Morsi”, New York Times, 10 July 2013.

7 Alastair Beach, “A Joke Too Far - Top Satirist Bassem Youssef Arrested Over Insults to President Mor-si”, Independent, 31 March 2013; Patrick Burke, “Egyptian Comedian Likens Muslim Brotherhood to the Nazis”, CBC News, 15 April 2013; Abeer Heider and Zenobia Azeem, “Why Bassem Youssef Can Make Egyptians Uncomfortable”, Al-Monitor, 19 May 2013.

8 “Egypt Crisis: Mass Protests Over Morsi Grip Cities”, BBC, 1 July 2013; Muhammad Al-Khouli, “Millions Take to the Streets: Leave, Mursi”, Al-Akhbar, 1 July 2013; “Anti-Morsi Protests Planned for Sunday”, Ahram Online, 7 July 2013.

9 Nebi Miş ve İsmail Numan Telci, “Devrime Darbe: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi”, Star, 6 Temmuz 2013.10 Bu müdahalenin darbe olarak isimlendirilmesi tartışmaları bağlamında şu makale faydalı olacaktır: Khalil Al-

Anani, “The Fall of Democracy in Egypt”, Ahram Online, 13 July 2013.11 Omar Ashour, “Egypt’s New Revolution Puts Democracy in Danger”, Guardian, 7 July 2013.12 İsmail Numan Telci, “Devrim Sonrası Mısır’da Güç Mücadelesi: “İslamcı İktidar vs. Seküler Muhalefet”, Ortadoğu

Analiz, Ocak 2013, Cilt:5, Sayı:49, s.79-89.13 “At Least 35 Injured in Clashes at Brotherhood’s Cairo Headquarters”, Ahram Online, 1 July 2013; Patrick Kingsley,

“Egypt Faces More Bloodshed as Muslim Brotherhood Offices Torched”, Guardian, 1 July 2013; “Muslim Brother-hood Vows Action After Cairo Headquarters Attacked”, Al Arabiya, 1 July 2013.

14 Tariq Ramadan, “Egypt: Coup D’etat, Act II”, www.tariqramadan.com, 9 July 2013, 15 Ian Black and Patrick Kingsley, “Muslim Brotherhood Decries Killing of Morsi Supporters in Cairo ‘Massacre’”,

Guardian, 8 July 2013; Kim Sengupta and Alistair Beach, “Cairo Massacre Eyewitness Report: At Least 51 Dead and More Than 440 Injured as Army Hits Back at Muslim Brotherhood Supporters”, Independent, 9 July 2013.

16 “Why the U.S. doesn’t Call Egypt Military’s Ouster of Morsi a Coup”, Reuters, 4 July 2013; Andrew Reitann, “EU Re-action to Egypt Coup: ‘Awkward. Disturbing’”, EU Observer, 4 July 2013; Elise Labott, “U.S. Avoids Calling Egypt’s Uprising a Coup”, CNN, 8 July 2013; Shari Ryness, “EU Leaders Express ‘Deep Concern’ About Military Interventi-on in Egypt, as Turkey Protests at Western Silence Over ‘Coup’”, European Jewish Press, 17 July 2013.

17 Burhanettin Duran, “Mısır’daki Darbe ve İlk Günahın Yükü”, Star, 13 Temmuz 2013.18 Nuh Yılmaz, “Mısır’a Değil Bölgesel Düzene Darbe”, Star, 13 Temmuz 2013.

DİPNOTLAR

Page 32: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

30 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Dünyanın en uzun nehri olması dolayısıyla Nil nehri havzasında birçok devlet bulunmaktadır. Güney Sudan’ın 2011 Temmuz’unda Hartum’dan bağımsızlığını kazanması ile birlikte havzadaki ülke sayısı on bire çıkmıştır.

Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık Dispute on Blue Nile River Waters

Seyfi KILIÇ

AbstractDispute on Blue Nile River Waters which is going on for a long time entered a new period after Ethiopia started to construct Great Renaissance Dam. In this study historical background of the dispute and the new hydropolitical situation with the construction of the dam is examined.

Keywords: Blue Nile, Great Renaissance Dam, Egypt, Ethiopia

Page 33: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

31 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Mısır’ın Etiyopya’nın inşa ettiği baraja itirazı sadece herhangi bir yu-karı kıyıdaş faydalanmasının engellenmesi politikası ile açıklanabilir görülmektedir. Bu politikanın günümüz dünyasında bir karşılığı bulun-mamaktadır ve yenilgiye mahkumdur.

Giriş

Eski çağlardan bu yana Nil nehrinin Mısır açısın-dan taşıdığı öneme birçok kez atıfta bulunulmuş-tur. Bu atıflardan bilinen ilki Nil nehrine yazılmış bulunan ve milattan önce 2100 tarihli bir ilahidir. Bu ilahide Nil, Mısır’ı canlı tutan bir varlık olarak görülmekte ve ona övgüler düzülmektedir. Bir diğer atıf ise ünlü Yunan tarihçi Heredot’a aittir. Heredot Mısır’ı Nil’in bir hediyesi olarak tanım-lamaktadır.

Modern zamanlarda Nil nehrinin Mısır için öne-mine yapılan en önemli vurgu ise İsrail ile 26 Mart 1979 tarihli Camp David Barış Andlaşması’nı im-zaladıktan sonra o dönemdeki Mısır devlet baş-kanı Enver Sedat tarafından yapılan açıklamadır. Enver Sedat artık Mısır’ı savaşa sokabilecek tek konunun su meselesi olduğunu açıklayarak bir yandan Mısır’ın Arap-İsrail uyuşmazlığındaki başat konumunun artık ortadan kalktığını ilan etmiş diğer yandan da Nil nehrinin Mısır için ta-şıdığı yaşamsal öneme dikkat çekmiştir. Son dö-nemde ise bir darbe ile görevden uzaklaştırılan Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin Etiyopya’nın Mavi Nil nehri üzerinde baraj inşasına başlaması üzerine yaptığı açıklamada bulunan “tüm seçe-neklerin masada olduğu” açıklamasıdır.

Mısır için taşıdığı öneme karşın nehrin kaynağı yakın denebilecek zamanlara kadar belirsiz kal-mıştır. Ancak 20. yüzyıl ile birlikte Nil nehrinin birçok kol, kaynak ve göllerden oluştuğu ortaya çıkarılabilmiştir. Mavi Nil olarak adlandırılan ve Etiyopya’dan kaynaklanan kol, 1770 yılında İs-koç kaşif James Bruce tarafından keşfedilmiştir. Beyaz Nil ise ancak 1862 yılında John Hanning Speke tarafından Viktoria ve Ekvatoryal göller-

deki kaynaklarına kadar keşfedilebilmiştir. Daha önceki dönemlerde de Nil nehrinin kaynağına ilişkin iddialar bulunmakla birlikte bunlar genel-likle büyük yanılgılar içermekteydi. 11. yüzyılda Arap coğrafyacı El-Bakri Nijer nehri ile karıştı-rarak Nil nehrinin kaynağının Batı Afrika’da ol-duğunu ileri sürmüştür.

Etiyopya’nın Nil nehrini saptırma ihtimali ise ilk olarak Mısırlı Kıpti bir papaz olan Jurjis al Ma-kin tarafından 1273 yılında dile getirmiştir. 1510 yılında da bir Portekizli kaşif, Mısır’a zarar vere-bilmek için Nil sularının Kızıldeniz’e çevrilebile-ceğini fikrini ortaya atmıştır.

Dünyanın en uzun nehri olması dolayısıyla Nil nehri havzasında birçok devlet bulunmaktadır. Güney Sudan’ın 2011 Temmuz’unda Hartum’dan bağımsızlığını kazanması ile birlikte havzadaki ülke sayısı on bire çıkmıştır. Ancak, üç milyon kilometrekareden fazla bir alanı kapsayan havza ne ekonomik ne de stratejik bir bütünlük göster-memektedir. Bu nedenle de havza ülkeleri ara-sında karşılıklı tavizler yolu ile Nil nehri suları-nın kullanımında ortak bir tutum elde edilmesi zorlaşmaktadır. Havzanın nüfusunda ciddi bir artış söz konusudur. 2030 yılında havzanın nü-fusunun 760 milyona ulaşması beklenmektedir. Bunun 140 milyonunun ise Mısır’da yaşayacağı hesaplanmaktadır.

Havzadaki Hukuki Durum

Mısır, daha sonra Osmanlı İmparatorluğuna kar-şı bir isyan hareketine girişecek olan Mehmet Ali Paşa zamanından başlayarak pamuk üretimin-de önemli bir merkez haline gelmiştir. Süveyş Kanalı’nın açılması ile birlikte uluslararası ticaret

Page 34: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

32 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

için daha da önem kazanan Mısır, İngiltere’nin sömürge politikası açısından kilit hale gelmiştir. Mısır 1882 yılında İngiliz işgali altına girdikten sonra İngiltere dokuma sanayisi için buradaki pamuk üretimine özel bir önem vermeye başla-mıştır. Pamuk üretiminin sulama olmadan ger-çekleşemeyeceğinin bilincinde olan İngiltere o dönemden başlayarak Nil nehrinin Mısır’a ulaş-madan önce yukarı kıyıdaşlar tarafından kulla-nılmasının önüne geçecek birtakım uluslararası düzenlemelere girişmiştir. Bu düzenlemeler o dönemde havzanın yukarısında bulunan toprak-ları kontrol eden Avrupalı sömürgeci devletler ile yapılmıştır. Bu düzenlemeler şu şekilde sıra-lanabilir:

15 Nisan 1891 İngiliz-İtalyan Protokolü

1891 tarihinde İngiltere’nin İtalya ile yaptığı ve Doğu Afrika’daki etki alanları ile ilgili protoko-lün 3. maddesine göre, Etiyopya, Nil’in kolların-dan biri olan Atraba üzerinde, hiçbir su kaynağı geliştirme faaliyetine girişmeyecektir.

15 Mayıs 1902 İngiltere-Etiyopya Andlaşması

1902 tarihli İngiliz-Etiyopya Andlaşmasında da, Etiyopya, Mavi Nil’in kaynağı olan Tana gölünde, Mavi Nil’de ve Sobat nehrinde, Sudan’daki İngiliz yönetimiyle uzlaşmaya varmadan, nehrin suları-nı engelleyebilecek herhangi bir yapı inşa etme-meyi taahhüt etmiştir. Fakat 1950’lerde Etiyopya, bu andlaşmanın hiçbir zaman onaylanmadığını ve bu nedenle de bağlayıcı olmadığını bildirmiş-tir.

12 Mayıs 1906 İngiltere-Belçika Andlaşması

1906 yılında, Belçika Kongo’su yönetimi, Sudan’ın onayı olmadan, Albert Gölü’nden çıkan suyu azaltacak şekilde, Semeiki ve Asango neh-rinde hiçbir inşa faaliyetine girişmemeyi taahhüt etmiştir.

13 Aralık 1906 İngiltere-Fransa-İtalya Andlaşması

Bu andlaşma ile İngiltere, Fransa ve İtalya, Mısır’a ulaşan, özellikle Mavi Nil ve kollarında ve

Nil havzasında, Mısır ve İngiltere’nin çıkarlarını korumak konusunda anlaşmışlardır.

1925 İngiltere-İtalya Nota Teatisi

1925 yılında İngiltere ile İtalya arasındaki nota teatisinde, İtalyan hükümeti, Mavi Nil’in üzerin-de herhangi bir hidrolik çalışmada bulunmamayı taahhüt edip, Mısır’ın ve İngiliz Sudanı’nın “ka-zanılmış haklarını” kabul etmiştir.

7 Mayıs 1929 Mısır-İngiliz Sudanı Nota Teatisi

1929 Anlaşması, Mısır ile Sudan, Kenya, Tan-zanya ve Uganda’yı temsilen İngiltere arasında imzalanmıştır. Bu anlaşma da, Mısır’ın kullanı-mını öncelikli olarak görmüştür. Anlaşma uya-rınca, Mısır’a yıllık 48 km3 ve Sudan’a 4 km3 su tahsis edilmiştir. Mısır, Ocak ayından Temmuz’a kadar süren düşük akım süresince tüm akımı al-makta aynı zamanda da yukarı kıyıdaşların baraj inşa faaliyetlerini izleme ve ulusal çıkarına aykırı düşen bir durumda da bunu veto etme hakkına sahip olma yetkisini kazanmıştır. Fakat bu an-laşmaya Kenya’da ve Tanzanya’da hiçbir zaman müracaat edilmemiş veya uygulanmamıştır ve bu ülkeler, anlaşmanın bağımsızlıklarını kazan-malarıyla sona erdiğini iddia etmektedirler.

1929 Nil Suları Anlaşmasında bulunan; Sudan’da ve Britanya kontrolündeki diğer bölgelerde, Nil üzerinde veya Nil’in kaynağı durumundaki göl-lerde, Mısır’a gelen suyu azaltacak veya gecikti-recek hiçbir sulama ya da enerji projesi yapıla-maz, şeklindeki hüküm, Britanya’nın Nil’e, daha doğrusu Mısır’daki tarımsal üretime verdiği öne-mi göstermektedir.

Bu anlaşma daha sonra bağımsızlığını kazanan yukarı kıyıdaş ülkelerin sömürge dönemi anlaş-malarının tümünü reddetmelerine yol açan ve Nyerere doktrini olarak bilinen politikayı takip etmelerini de tetiklemiştir.

8 Kasım 1959 Mısır-Sudan Nil Suları Anlaşması Anlaşma Nil havzasının, en kapsamlı anlaşması-dır ve toplam akımın 84 km3 olarak hesap edil-diği Aswan’da suların tahsisini öngörmektedir.

Etiyopya Mavi Nil nehri üzerinde 2017 yılında tamamlanacak olan ve başlangıçta adı Milenyum olan Büyük Rönesans Barajı’nı inşa etmeye başlamıştır.

Page 35: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

33 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Anlaşma ile Mısır, Aswan’da bir baraj inşa etme hakkını kazanırken, Sudan da Mavi Nil üzerinde Roseries barajını inşa etme hakkını elde etmiştir. Atbara kolu üzerinde de sudan Khasm Al-Girba barajını 1964 yılında tamamlamıştır. Beyaz Nil nehrinin yukarı kesimlerinde akımı artırmak amacıyla yapılacak çalışmalar sonucunda elde edilecek ilave suyun da, eşit olarak paylaşılacağı hükme bağlanmıştır. Anlaşma ile iki ülke, Da-imi Ortak Teknik Komisyon adıyla bir yapının kurulmasını ve Nil nehrine kıyısı bulunan diğer ülkelerin suların yeniden tahsisine yönelik talep-lerinin olması durumunda da, ortak bir tutum takınmayı kabul etmişlerdir. Anlaşmanın ilgi çe-kici yönü, Mısır ve Sudan’ın müzakereleri sürdü-rürken diğer havza devletleriyle hiçbir danışma mekanizmasını işletmemiş olmalarıdır.

2010 İşbirliği Çerçeve Anlaşması (Cooperative Framework Agreement)

2010 yılına gelindiğinde ise Ruanda, Etiyopya, Uganda ve Tanzanya arasında Nil nehri sularına ilişkin olarak uzun yıllardan bu yana gösterilen çabaların bir sonucu olarak İşbirliği Çerçeve An-laşması imzalanmıştır. 1990’larda Nil Nehri Gi-rişimi adındaki işbirliği örgütü havzadaki sorun-lara bir çözüm mekanizması olarak kurulmuş-tur. Ancak aşağı kıyıdaşlar olan Mısır ve Sudan, havzanın yukarı kıyıdaş ülkelerinin nehirden faydalanma haklarını görmezlikten gelmeye de-vam etmişler ve sömürge dönemindeki ulusla-rarası düzenlemelerin bağlayıcılıkları konusun-da ısrar etmişlerdir. Bu duruma bir tepki olarak değerlendirilebilecek olan 2010 anlaşması her

Etiyopya Mavi Nil nehri üzerinde 2017 yılında tamamlanacak olan ve başlangıçta adı Milenyum olan Büyük Rönesans Barajı’nı inşa etmeye başlamıştır.

Page 36: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

34 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

havza devletinin Nil nehir sisteminden makul ve hakça bir şekilde faydalanma hakları olduğu vurgulamaktadır. Etiyopya bu anlaşmayı imza-lamakla birlikte 13 Haziran 2013 tarihine kadar parlamentosunda onaylamamıştı. Etiyopya’nın anlaşmayı onaylaması ise Mısır tarafından askeri müdahale ile tehdit edilmesinden sonraya denk gelmektedir.

Mısır 1929 anlaşmasına uyulması gerektiğini ileri sürmektedir. Ancak bu iddianın uygulanan uluslararası hukukta dayanağı bulunmamakta-dır. Devletlerin Andlaşmalara Ardıllığını düzen-leyen 1978 Viyana Sözleşmesinin 16. maddesi bağımsızlığına yeni kavuşmuş bir devletin ba-ğımsızlığından önceki dönemde, sınır andlaş-maları hariç olmak üzere, kendi toprakları için yapılmış bulunan andlaşmalara bağlı kalmak zo-runda olmadığını hükme bağlamaktadır. Ayrıca önemli zarar vermeme ilkesi çerçevesinde Mısır bu barajın aşağı kıyıdaşlara zarar vereceğini ileri sürmektedir. Ancak üç ülke uzmanlarınca hazır-lanan raporda barajın önemli zarar vermeyeceği de belirlenmiştir.

Mısır’ın askeri müdahale tehdidinde bulunma-sı ise açıkça uluslararası hukuka aykırıdır. Her ne kadar Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın 51. maddesi devletlere meşru müdafa hakkını tanısa da aynı andlaşmanı 2. maddesi devletlerin sade-ce askeri bir saldırı durumunda silah kullanabi-leceğini hüküm altına almıştır. Mevcut uluslara-rası hukuk “su güvenliği” çerçevesinde askeri güç kullanımını kesin olarak uluslararası hukukun ihlali olarak değerlendirecektir.

Mısır ile Sudan arasında imzalanan 1959 Anlaşması’nın 1954 yılında başlayan müzakere-leri sırasında ise Etiyopya, Haziran 1959 ve Eylül

1957’de Mısır ve Sudan’a görüşmelere katılma is-teğini belirten notalar göndermiş olmasına rağ-men herhangi bir cevap alamamıştır. Anlaşma-nın taraflarca imzalanmasından sonra ise gerek taraf ülkeler olan Mısır ve Sudan’a gerek Birleş-miş Milletler’e Nil nehri suları üzerindeki hakla-rını ve anlaşmaya olan muhalefetini bildirmiştir. Bu kapsamda zaten tarafı olmaması nedeniyle kendisi açısından bağlayıcılığı olmayan 1959 Anlaşması’nın da Etiyopya’yı bağlamadığı açıktır.

Ayrıca yukarı kıyıdaş ülkeler Mısır’ın Nil nehri havzasında su kaynaklarının geliştirilmesi konu-sunda ileri sürdüğü iki koşulu kabul etmemek-tedirler. Bunlardan ilki projelerin uygulamaya geçirilmeden önce bildirilmesi, ikincisi ise havza ülkeleri arasında kararların oybirliği ile alındığı bir uygun bulma mekanizmasının hayata geçiril-mesi. Mısır’a bir çeşit veto hakkı verecek olan bu yöntem doğal olarak havza ülkelerinin egemen-liğine halel getirecek bir uygulama olması nede-niyle kabul görmemektedir.

Büyük Rönesans Barajı ve Nil Havzasında Yeni Dönem

Etiyopya Mavi Nil nehri üzerinde 2017 yılında tamamlanacak olan ve başlangıçta adı Milenyum olan Büyük Rönesans Barajı’nı inşa etmeye başla-mıştır. Barajın 2015 yılında su tutmaya başlaması ve bu dönemin de altı yıl sürmesi planlanmak-tadır. Bu kapsamda su tutma döneminde man-saba %14 ile 18 arasında daha az suyun bırakı-lacağı anlamına gelmektedir. Projenin %13’ünün tamamlandığı belirtilmektedir. Büyük Rönesans Barajı dolduğunda buharlaşma kayıpları Mı-sır’daki Aswan Barajı’na göre beşte bir oranında daha az olacaktır. Baraj bir İtalyan firması olan

Rönesans barajı sadece elektrik üretme amacı ile inşa edilmektedir. Bu ise barajın su tüketmeyeceği yani aşağı bırakılan suyun miktarında herhangi bir değişimin söz konusu olmadığı anlamına gelmektedir.

Page 37: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

35 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Salini Costruttori tarafından inşa edilmektedir. Elektrik iletim hatları ise bir Çin firması tara-fından yapılmaktadır. Baraj, Etiyopya’nın 2035 yılında tamamlanması planlanan su kaynakla-rını geliştirme faaliyetleri çerçevesinde önemli bir yer işgal etmektedir. Söz konusu planın bi-tirilmesi ile birlikte Etiyopya ekonomik olarak kalkınma yolunda belli bir yol kat etmeyi plan-lamaktadır. Etiyopya barajın tüm havza ülkeleri için elektrik enerjisi sağlayacağını ve aşağı kısım-lardaki barajları siltasyondan koruyacağını be-lirtmektedir. Ayrıca bu faydalara ek olarak taşkın koruma etkisi de dile getirilmektedir. Barajın 67 milyar metreküp su tutacağı hesaplanmıştır. Ba-rajın maliyeti ise beş milyar dolar civarındadır. Barajın inşa masrafları için Etiyopya hükümeti tarafından çıkarılan bonoların büyük kısmının İsrail tarafından alındığı iddia edilse de buna iliş-kin kesin bir kanıt bulunmamaktadır.

Mısır gerek barajın temelinin atılması sırasın-da gerek suların saptırılması sırasında konuya ilişkin tepkilerini Etiyopya’ya iletmiştir. Mısır’ın tepkisinin nedenleri arasında saptırma işlemine ilişkin açıklamanın, bir darbe ile görevden uzak-laştırılan Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin Afrika Birliği toplantısı nedeniyle Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da bulunduğu zamana denk gelme-si de yer almaktadır. Mısır ayrıca Nil nehri sula-rında oluşacak bir azalmanın birkaç ciddi sonuç doğuracağını ileri sürmektedir. Bunlar arasında özellikle başta gelen iddia Mısır’ın tarımsal üreti-minin merkezi durumundaki Nil deltasına tuzlu su girişinin olacağıdır. Ayrıca Aswan Barajı’nda elektrik üretiminin düşmesi ve arıtma tesisleri-nin çalışmaması da muhtemel sonuçlar arasında yer almaktadır. Mısır’ın hızla artan ve artış hı-zının düşmesi için herhangi bir politika güdül-meyen büyük bir nüfusu bulunmaktadır. Mevcut artış hızı ile devam etmesi durumunda 2050 yı-lında Mısır’da kişi başına su miktarı günümüzde-ki seviye olan 700 metreküpten 350 metreküpe düşecektir.

Mısır uzun zamandan bu yana Nil nehri suların-dan yukarı kıyıdaşların faydalanmasını engelle-me politikasını devam ettirmekle birlikte, havza ülkelerinde halkın temiz içme suyuna ulaşmasını

sağlayacak projeler de yürütmektedir. Bu projeler arasında Uganda ve Güney Sudan’da suyollarının sedimentten temizlenmesi, tarımsal sulama ko-nusundaki projelere destek olmak ve içme suyu elde etmek amacıyla kuyular açmak da bulun-maktadır. Ancak Mısır’ın bu çabaları yetersiz kal-mış ve Mısır’ın yukarı kıyıdaş ülkeler nezdindeki imajını değiştirmeye yetmemiştir. Uganda Dev-let Başkanı Yoweri Museveni Etiyopya’nın inşa ettiği barajı destekleyen bir açıklama yapmıştır. Museveni açıklamasında kimsenin Mısır’a zarar vermek istemediğini ancak Mısır’ın da Afrika’ya zarar vermemesi gerektiğini ifade etmiştir.1 Mübarek döneminde Mısır’ın Afrika’ya dönük ilgisizliği Mısır’ı Nil konusunda etkisiz hale ge-tirmiştir. Ayrıca Güney Sudan’ın bağımsızlığına karşı çıkmış olması da Güney Sudanlılarca uzun süre hafızalarda tazeliğini koruyacaktır.

Güney Sudan’da Mısır açısından bir diğer önem-li konu ise Sudd bataklıklarıdır. Yıllık 9 milyar metreküp suyun buharlaştığı bu bataklıklardaki su kaybını azaltmak amacı ile Mısır henüz İngi-liz sömürgesi iken bir proje planlanmıştı. Ancak proje oluşan muhalefet ve teknik imkansızlıklar nedeniyle gerçekleştirilememişti. 1980’lerde tek-rar gündeme gelen proje ise Güney Sudan’daki ayrılıkçı hareketin hedefi haline gelmiş ve yarım kalmıştır. Bu günlerde Nil nehrinin akımını ar-tırma amacı ile tekrar dile getirilmeye başlan-mıştır. Ancak projenin biri çevresel diğeri de siyasi iki engeli bulunmaktadır. Güney Sudan bağımsızlık sürecinde iken Mısır’ın buna karşı çıkması Güney Sudan’ın esas olarak Mısır’ın çı-karına olan bu projeye onay vermesini zorlaştıra-caktır. Bir diğer neden olan çevresel etkiye bakıl-dığında ise, taşkın zamanlarında 130.000 km2’ye ulaşan bataklık arazinin kurutulması sonucunda bölgenin çölleşmeye açık hale geleceği gerçeği-dir. Çölleşen arazi ile birlikte gerek bölge nüfu-sunun yaşam alanları daralacak gerek biyolojik çeşitliliğe büyük bir darbe vurulmuş olacaktır. Çölleşen araziden kalkacak toz bulutlarının ise tüm Mısır’a kadar ulaşacağı söylenebilir. Sudd bataklıkları ile karşılaştırıldığında görece küçük bir alanı kaplayan, (yaklaşık 15.000 km2) Iraktaki bataklıkların oluşturduğu çevresel sorunlar orta-da iken bu projenin yaratacağı sorunlar çok daha büyük olacaktır.

Page 38: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

36 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Mısır’ı izlediği politikada zorlayacak bir diğer ge-lişme ise Etiyopya’nın uluslararası alanda Menes Zenavi döneminde elde ettiği konumdur. Eti-yopya, Afrika Boynuzu olarak adlandırılan böl-gede İslami köktendinci örgütlere karşı ABD ve AB’nin müttefiki durumundadır. Bu durum Hint okyanusundaki seyrüsefer güvenliğinin gündem-de olduğu bu yıllarda daha da pekişmektedir. Bu nedenle de Mısır’ın Etiyopya’yı baraj konusunda sıkıştırması pek mümkün görünmemektedir.

Bir diğer önemli konu ise Etiyopya’nın son yıl-larda ortaya çıkan yeni bir akımda önemli bir yer tutuyor olmasıdır. Dünyanın önemli ülkeleri Afrika’da büyük miktarda toprak kiralamaktadır-lar ve bu topraklarda tarımsal üretimi amaçla-maktadırlar. Suudi kökenli sermaye Etiyopya’da 2,6 milyar dolarlık yatırım ile buğday üretmek istemektedir. Bu arada Suudilerin yoğun su kul-lanarak tahıl ürettikleri de akılda tutulmalıdır. 1990’larda Suudi Arabistan’ın kuzeyinde yoğun bir şekilde yeraltı sularını tahrip ederek dün-yanın dördüncü büyük buğday ihracatçısı ko-numuna geldiği hatırda tutulmalıdır. Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri kökenli firmaların da benzer planları bulunmaktadır. Çin ve Güney Kore firmaları da Etiyopya’da 20 milyon hektarlık bir araziyi bio-yakıt elde etmek için kullanmayı planlamaktadırlar.2

Mısır ile Etiyopya arasında, Büyük Rönesans Barajı’na ilişkin sorunun çözümüne dönük en önemli çaba, üç ülke uzmanları arasında kurul-muş olan “Uluslararası Uzmanlar Paneli” (Inter-national Panel of Experts)’dir. Panelin kararları-nın bağlayıcı değil sadece danışma görüşü olarak kabul edilmesi kararlaştırılmıştır. Diğer bir de-yişle bir hakemlik organı değildir. 1 Haziran 2013 tarihinde raporunu tamamlayan kurul konuya ilişkin görüşlerini üç hükümete de bildirmiştir. Raporun tamamına ulaşılamamakla birlikte her üç ülke hükümetinin rapora ilişkin tepkileri bası-na yansımıştır.3 Etiyopya, inşası devam eden Bü-yük Rönesans Barajı’nın uluslararası standartlara ve kurallara uygun olduğunun; tüm tarafların çıkarlarına hizmet edecek bir baraj olduğunun; ayrıca aşağı kıyıdaş ülkelere “önemli zarar” ver-meyeceğinin rapor ile tescil edildiğini ileri sür-mektedir.

Mısır ise raporda, Etiyopya’nın çalışmasında ba-rajın muhtemel etkileri, bırakılacak olan suyun miktarı ve fayda ve zarar konusunda yeterli veri bulunmadığının belirtildiğini ve bu konulara iliş-kin olarak daha ayrıntılı çalışmaların yapılması gerektiğinin vurgulandığını belirtmektedir.

Sudan ise suların saptırılması işinin baraj inşası için gerekli ve zorunlu bir teknik uygulama ol-duğunu vurgulayarak, bu uygulamanın suların azalması sonucunu doğurmayacağını ve benzer uygulamaların Meroe, Setit ve Atbara barajları-nın inşası sırasında da yapıldığını açıklamıştır. Ayrıca konuya ilişkin istişarelerin daha sonraki dönemlerde de devam etmesi gerektiğini ifade etmiştir.

Siyasi Değerlendirme

Etiyopya Nil nehri sularının %85’ini sağlamakla birlikte bu nehirden ciddi bir şekilde faydalana-mayan bir ülkedir. Uzun süren iç karışıklıklar ve savaş döngüsünden kurtulan Etiyopya oldukça düşük bir kişi başı gelire sahiptir. Gerek gelişen sanayisi için gerek evsel kullanım için elektrik enerjisine ihtiyaç duyan Etiyopya en ucuz kaynak olarak gördüğü hidroelektrik üretme seçeneğine yönelmiştir. Yaklaşık 6000 MW enerji üretme ka-pasitesine sahip olan Büyük Rönesans Barajı’nın finansmanında Etiyopyalı işçi ve memurların katkıları da önemli bir yer tutmaktadır ve baraj Etiyopya için milli bir mesele haline gelmiştir. Mısır’ın barajın inşası için temel bir teknik olan nehir sularını saptırma işlemine ve barajın doğ-rudan kendisine itiraz etmesi siyasi açıdan açık-lanabilir bir mesele değildir. Rönesans barajı sa-dece elektrik üretme amacı ile inşa edilmektedir. Bu ise barajın su tüketmeyeceği yani aşağı bırakı-lan suyun miktarında herhangi bir değişimin söz konusu olmadığı anlamına gelmektedir.

Mısır açısından bakıldığında günümüzde ya-şanan sorun, artık yüzyıllardır devam eden Nil nehri sularından tek taraflı faydalanmaların so-nuna yaklaşıldığı bir döneme işaret etmektedir. Mısır’ın Etiyopya’nın inşa ettiği baraja itirazı sadece herhangi bir yukarı kıyıdaş faydalanma-sının engellenmesi politikası ile açıklanabilir

Page 39: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

37 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

görülmektedir. Bu politikanın günümüz dünya-sında bir karşılığı bulunmamaktadır ve yenilgiye mahkumdur. Her türlü yukarı kıyıdaş faydalan-malarını engelleme politikası artık sonuç verme-mektedir. Ayrıca 1980’lerin ortasında yaşanan kuraklık dikkate alındığında Aswan Barajı’nın Mısır’ın su güvenliğini sağlayamadığı da görül-müştür. Bu dönemde ciddi ürün kayıpları yaşan-mış ve Aswan Barajı’nın hidroelektrik üreten tir-bünleri durma noktasına gelmiştir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, Etiyopya’nın inşa ettiği Bü-yük Rönesans Barajı ek bir depolama kapasitesi ile birlikte aşağı kıyıdaşlar için de su güvenliği-ni sağlama açısından faydalı olarak değerlendi-rilmelidir. Söz konusu döneme kadar karşılıklı suçlamalar ile geçen yıllar her havza ülkesi için işbirliğinin gerekliliğini gözler önüne sermiştir. Ancak bu sıralarda Mısır’ın yeni vadi projesini dile getirmeye başlaması ile birlikte taraflar ara-sında yeniden ihtilaf baş göstermeye başlamıştır. Bu proje ile Mısır Nil vadisinin batısında yeni bir sulama projesi ile tarımsal alanlarını artırmayı ve artan nüfusuna yeni yerleşim alanları açma-yı planlamıştır. 1990’larda dile getirilen bu proje halen bitirilebilmiş değildir. Bu gecikmenin ar-kasında ise gerek mali sıkıntılar gerek Nil suları politikasında yukarı kıyıdaşlara karşı elinin za-yıflamamasını isteyen Mısır yönetimi bulunmak-tadır. Bilindiği üzere Mısır Nil nehri sularının kendisi için hayati olduğunu ve nehrin sularında oluşacak herhangi bir azalmanın telafi edilmesi imkansız zararlar doğuracağını ileri sürmekte-dir. Ancak yeni vadi projesi Aswan’daki suların %10’unu kullanmayı öngörmektedir. Projenin uygulanması Mısır’ın genel olarak takip ettiği politikada kendi kendisi ile çelişmesi anlamına gelecektir.

Diğer yandan, bugüne kadar Nil nehri konusun-da sadık bir müttefiki olan Sudan da Etiyopya’da inşa edilen barajı “faydalı” olarak değerlendir-meye başlamıştır.4 Mısır’ın baraja askeri bir mü-dahale için Sudan’a ihtiyaç duyduğu da dikkate alınmalıdır. Mısır’ın envanterinde bulunan uçak-ların menzili Etiyopya’ya ulaşmamaktadır. Ayrıca Mısır hava kuvvetleri bu tür bir operasyon için gerekli olan havada yakıt ikmali yapan uçaklar-dan yoksundur. Mısır uçakları ancak Sudan’ın bir hava üssü tahsis etmesi halinde Etiyopya’ya ulaşabilecektir. Ancak bu konuda Sudan’ın pek istekli olmayacağı son açıklamalarından anla-şılmaktadır. Bu durumda bir diğer seçenek özel kuvvetler ile yapılacak bir operasyon olacaktır ki, bunun da başarıya ulaşabileceği oldukça şüp-helidir. Rönesans Barajı, küçük bir ekibin taşı-yabileceği malzemeler ile tahrip edilemeyecek kadar devasa bir yapıdır. Tüm bu senaryolar bir darbe ile uzaklaştırılan Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’nin “tüm seçeneklerin masada olduğunu” söylemesi ile gündeme gelmiştir. Mursi bir yan-dan Mısır muhalefeti tarafından konuyu artan muhalefet gösterilerini bastırmak amacı ile kul-lanmakla diğer yandan da toplumu daha İslami bir çizgiye çekme amacı ile fazlasıyla meşgulken Etiyopya’ya yeterli tepki verememekle suçlan-mıştır.5

Mısır’da dile getirilen bir diğer seçenek ise Etiyopya’da birtakım muhalif gruplara verilecek destek yolu ile bu barajın inşasının engellenebi-leceğidir. Bu grupların askeri kapasitelerinin ne boyutta olduğu bilinmemektedir. Zaten bu seçe-nekler dile getirildikten sonra Etiyopya’nın da bu konuda önlem alacağını tahmin etmek zor olma-yacaktır. Nasır zamanında da Mısır’ın bu yönde bir takım faaliyetleri olmuştur. 16.yüzyıldan beri

Mısır’da başta hangi yönetim olursa olsun, tarihi kullanım hakları gibi uluslararası hukuk tarafından kabul edilmeyen bir görüşe dayanarak Etiyopya’nın faydalanmalarını engellemesi kabul edilemez.

Page 40: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

38 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

İskenderiye kilisesine bağlı olan Etiyopya Kilisesi 1959 yılında İskenderiye kilisesinden ayrılmış-tır. Bu gelişme ve Soğuk savaş yıllarının ortaya çıkardığı durum sonrasında Mısır, Etiyopya’nın Ogaden bölgesindeki müslümanları hükümete karşı savaşmaya teşvik etmiştir. O dönemdeki si-yasi durum dikkate alınırsa Mısır, Arap milliyet-çisi ve ABD karşıtı politikalar izlerken, Etiyopya ABD’nin müttefiki ve Soğuk Savaş tabiri ile “hür dünya”nın bir üyesiydi. ABD’nin 1964 yılında ta-mamladığı ve Etiyopya’daki su kaynaklarını geliş-tirmeyi amaçlayan çalışması da Soğuk savaş dö-neminin bir sonucudur. Mısır’ın Eritre ve Somali müslümanlarına verdiği destek de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Ancak günümüzde iki ülke de ABD’nin müttefik kuşağının içinde yer almak-tadırlar ve ayrı ayrı öneme sahiptirler.

Sonuç olarak Mısır’ın içinde bulunduğu siyasi karışıklık ortamının da yöneticilere fazla bir ha-

reket alanı sağlamadığı kabul edilmelidir. Arap baharı olarak adlandırılan dönemin sancıları hala Mısır’da yaşanmaktadır. Müslüman Kardeşler yönetiminin ordu tarafından bir darbe ile görev-den uzaklaştırılmasının ne tür bir sonuç vereceği ve darbeden sonra ortaya çıkan yeni dönemin ise neler getireceği henüz belli değildir. Ancak dar-becilere gerek Körfez monarşileri gerek Batı dün-yasının desteğinin açık olduğu görülmektedir. Bu desteğin Mısır’ın dış ilişkilerine özellikle de Nil havzasındaki politikasına ne kadar yansıya-cağı ise önümüzdeki dönemde ortaya çıkacaktır. Hidropolitik açıdan bakıldığında da Etiyopya’nın da her kıyıdaş ülke gibi nehir sularından fayda-lanma hakkı bulunmaktadır. Mısır’da başta hangi yönetim olursa olsun, tarihi kullanım hakları gibi uluslararası hukuk tarafından kabul edilmeyen bir görüşe dayanarak Etiyopya’nın faydalanmala-rını engellemesi kabul edilemez.

O

1 “Ethiopia: Uganda joins Sudan in support of Grand Ethiopian Renaissance Dam”, http://nazret.com/blog/index.php/2013/06/13/ethiopia-uganda-joins-sudan-in-support-of-grand-ethiopian-renaissance-dam, (erişim tarihi: 13.06.2013).

2 Afrika’daki toprak kiralamalarına ilişkin daha ayrıntılı bilgi için bkz. Anseeuw, W.; Boche, M.; Breu, T.; Giger, M.; Lay, J.; Messerli, P.; Nolte, K., Transnational Land Deals for Agriculture in the Global South, CDE/CIRAD/GIGA, Bern/Montpellier/Hamburg, 2012.

3 “Nile dams – Egypt, Ethiopia, look for safe ground”, Arabian Gazette, 06.06. 2013, http://arabiangazette.com/nile-dams-egyptethiopia-safe-2013-06-06/, (erişim tarihi: 30.06.2013).

4 “Sudan expresses support for Ethiopia’s Nile dam project”, http://www.worldbulletin.net/?aType=haber&ArticleID=111626, World Bulletin, 22.06.2013, (erişim tarihi: 22.06.2013).

5 “Internal Divide Distracts Egypt From Protecting Its Share of Nile”, Al Monitor, 06.06.2013, http://www.al-monitor.com/pulse/politics/2013/06/egypt-water-security-regional-issues.html, (erişim tarihi: 06.06.2013).

DİPNOTLAR

Page 41: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

39 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

One argument is that the so-called ‘zero problems with neighbors’ policy prior to the Arab Spring was mostly negative liberal in its nature, rather than purely realist.

Realism versus Liberalism in Turkish Foreign Policy: What does the Arab Spring herald?

Türk Dış Politikasında Realizme Karşı Liberalizm: Arap Baharı Neyin Habercisi?

Tarık OĞUZLU

ÖzetBu makale Türk dış politikasındaki realism-liberalism ilişkisini incelemekte ve özellikle Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin bu bağlamda ne tür sonuçlar doğurduğunu tartışmaktadır. Ana sonuç Türk dış po-litikasının hem realist hem de liberal vurgular taşıdığı ama son yıllarda liberal vurguların daha fazla ön plana çıktığıdır.

Anahtar Kelimeler: Realizm, liberalizm, Türk dış politikası, Ortadoğu, değerler, çıkarlar

Page 42: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

40 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

The promotion of values across the Middle Eastern region has be-come a key concern in Turkish foreign policy during the Arab Spring, for Turkey’s internal peace and stability has increasingly become tied to external developments to a significant extent.

Abstract

This article examines the realist-liberal nexus in Turkish foreign policy particularly in light of the developments associated with the so-called Arab Spring. The main conclusion is that Turkish for-eign policy demonstrates both realist and liberal logics; yet recent years have increasingly noticed that liberal instincts have been on the rise.

Keywords: Realism, liberalism, Turkish foreign policy, Middle East, interests, values

Introduction

The developments taking place in the Middle East and North Africa regions over the last three years seem to have profoundly affected foreign policies of many countries, including Turkey. The primary difficulty in this regard is how to strike a right balance between interests and val-ues in terms of defining and implementing for-eign policy preferences.

In this context, some analysts put forward the argument that Turkey’s failure to cope with the realpolitik security challenges of the Arab Spring can be attributed to the so-called ‘zero problems with neighbors’ policy of the Justice and Devel-opment Party governments, which is claimed to have been primarily built on values. Therefore, the argument goes, unless Turkey adopts a more realistic foreign policy, particularly in the con-text of Syria, suggesting that Turkey treat its neighbors as they are without engaging in moral argumentation in terms of how they are ruled in-ternally, Turkey would not be able to ward off the dangers directed to its security. Put differently,

Turkey would be well advised to take the existing situation on the ground for granted and estab-lish pragmatic relations with neighbors based on materialistic considerations and prioritizing sta-bility. Developments taking place in other coun-tries are after all their internal affairs and Turkey should remain aloof from putting their transfor-mation in line with liberal democratic values at the center of its regional policies.

That said, this article will first highlight the conceptual differences between realist and lib-eral foreign policies. Suffice to say here is that a typical realist foreign policy mentality does not problematize how states are ruled internally, whereas liberal foreign policies take issue with the internal characteristics of regimes. Of such liberal approaches, the negative liberal approach is much closer to realism in that states’ internal affairs are first and foremost their own business. The only way to help foster liberal democratic transformations abroad should go through ‘lead-ing by example’. On the other hand, the positive liberal approach presumes that states would take some particular actions abroad to make sure that their values are also internalized by others.

Against such a background, this study will try to demonstrate the different liberal logics inherent in Turkey’s Middle Eastern policies both before and after the Arab Spring. One argument is that the so-called ‘zero problems with neighbors’ pol-icy prior to the Arab Spring was mostly negative liberal in its nature, rather than purely realist, whose goal was to strike an optimum balance be-tween values and interests so that Turkey could achieve its realpolitik security interests in a lib-eral environment/context at home and abroad.

Page 43: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

41 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Turkey’s Middle Eastern policy prior to the Arab Spring was mainly liberal in orientation, yet it was to a significant extent in tune with the realist premises.

Another argument is that Turkey’s approach to the Middle East has certainly gained a more posi-tive liberal character following the Arab Spring in that Turkey has begun to pay more attention to how its neighbors to the south are governed internally. This article tries to examine the posi-tive liberal turn in Turkey’s Middle Eastern pol-icy in reference to two different logics of action.

This is very much related to the question of how values show up in foreign policy. They are either used to help justify/legitimize previously consti-tuted material calculations/security interests or constitute the interests at the very beginning. In the former case, the logic of consequences pre-vails in that the first question a foreign policy maker asks would be what would be the expect-ed costs and benefits of adopting a particular course of action. Behaviors and strategies would be decided on the basis of their potential con-sequences. Whenever decision makers refer to particular values and norms, one would be able to notice that this exercise is an attempt at legiti-mizing the otherwise pure material calculations through sweeteners. In the second case, one would be able to talk about the logic of appropri-ateness whereby who you are would significantly shape what you want and how you behave.

The promotion of values across the Middle East-ern region has become a key concern in Turkish foreign policy during the Arab Spring, for Tur-key’s internal peace and stability has increasingly become tied to external developments to a sig-nificant extent. How Turkey’s neighbors are gov-erned internally and how the post-Arab Spring regional order in the Middle East and North Africa might evolve have now become vital concerns in terms of Turkey’s national security. Stated somewhat differently, the transformation of the regional security environment in the Mid-dle East in a Turkey-friendly manner, viz., the strengthening of liberal-democratic regimes in the region alongside Turkey’s own liberal-demo-

cratic transformation, has become a key national security interest. This thinking is very much in line with the logic of consequences.

This positive liberal turn can also explained by the logic of appropriateness in that Turkey’s for-eign policy interests have begun to reflect, and to be constructed by, the norms and values that lie at the center of Turkey’s transformation process at home. The centrality of norms and values in Turkey’s Middle Eastern policy seems to closely relate to the legitimacy concerns of Turkish rul-ers at home.

It is not easy to ascertain with certainty whether decision makers employ a positive liberal foreign policy discourse due to their beliefs in the legiti-macy of liberal democratic values or their stra-tegic calculations that referring to them would bring further material benefits. This study argues that Turkey’s positive liberal approach in the context of the Arab Spring reveals the relevance of both logics.

Conceptual Discussion

In the literature on International Relations and Foreign Policy Analysis there are comprehensive discussions regarding the motives that shape states’ foreign policy behaviors. According to the realist approach, the primary goals of states are to fulfill material interests defined in terms of economics and security. There is no such thing as eternal friendship or enmity in inter-state relations. What is eternal are material inter-ests. States consider the external environment as it is and they just simply adjust their behav-iors given the risks and opportunities out there. Foreign policy analysis and international rela-tions are mainly about foreign policy behaviors and strategies of states, for interests and iden-tities are taken for granted. Internal character of states are not taken into account because all states, irrespective of their internal differences, would adopt similar logics of action given ma-terial power differences and the constraints of external environment. Most of the time, states define their interests before they begin to inter-act with each other. The anarchic structure of the

Page 44: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

42 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

international system, geographical positions and material power capabilities are the key determi-nants of states’ foreign policies.

According to this approach, states do not at-tempt to transform other states in the system in line with their values and internal orders. Regardless of how others are governed in their internal affairs, states engage in pragmatic rela-tionships with each other on the basis of power/capability calculations. Their positions and pow-er capabilities within the anarchic international system determine what states demand/want and to what extent they are able to realize them. Fi-nancial and military capabilities most of the time draw the lines of what could be carried out.

The anarchic structure of the international sys-tem and the lack of an authority to monitor them propel states to be vigilant towards one anoth-er, and to doubt each other’s intentions. Other states are potential rivals and enemies. There-fore, the best way to provide national security is to increase national power capabilities and to be as much self-sufficient as possible.

Accepting other states as they are, not inter-fering in their internal affairs and establishing pragmatic and instrumental relationships based on common interests is the lingua franca of the realist approach. Regardless of regime-type dif-ferences and power disparities all states share similar interests, such as economic prosperity, the preservation of territorial integrity and sov-ereignty. Whether ruled by democracy or any other regime, all states act similarly in interna-tional arena. States put themselves at the center of the world and view external developments from their national points of view. The anarchic structure of the international system makes it dif-ficult for states to unite around common values, norms, identities and responsibilities. Relations with other states are instrumental in essence and they are valued to the extent they serve their ma-terially construed interests.

This approach holds that states are pessimist about the possibility of creating universal norms and values and view such attempts through sus-

picion. States which confer themselves the right to lead the world for the better and civilize oth-ers are deemed dangerous. Such efforts in the name of universal commonalities would bring only chaos and instability. What matters is to accept the given external reality and form prag-matic relations with other states without indulg-ing in transformative actions abroad.

The liberal foreign policy approach on the other hand sees the way how states define their identity and what kind of missions they adopt for them-selves as decisive in the formation and imple-mentation of foreign policy preferences. Foreign policy instruments that states employ abroad are very much influenced by their identity and val-ues. Identities, ideologies, strategic cultures and social characteristics are what make states think of themselves. According to this point of view, no state can and should pursue foreign policies contradicting its values and identities. In short how states define themselves determine what they want, and what they want determine how they act in foreign politics.

States should strive to make other states look like themselves and their main goal should be to export their values and ideologies onto oth-ers. What matters for them is to transform oth-ers in line with their values. How other states are governed in their internal affairs and which values they adopt at home are the main crite-ria to decide whether or not to cooperate with them. Material capabilities and systemic con-straints do not solely determine the way how states act. They are certainly taken into account, but the way how they are factored in the deci-sion making process is very much influenced by the meanings statesmen attribute to them. Be-sides, foreign policy is not a domain considered to be totally independent from internal politics. It is not the realm where some believe ends jus-tify the means. The instruments used in foreign policy should be legitimate and appropriate with the values cherished at home.

In the International Relations literature there are two variants of the liberal foreign policy ap-proach, which echo the discussions on the con-

Page 45: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

43 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

cept of liberty. The negative liberal approach val-ues the transformation of others in line with one’s norms and values but prioritizes the ‘leading by example’ stance in this regard. This approach, similar to the realist one, holds that states should not interfere with the internal affairs of each oth-er and states’ internal characteristics should not be seen as yardsticks as to whether to establish cooperative relations with them.

However, unlike the realist approach, the nega-tive liberal approach assumes that the possibil-ity of having cooperative relations among states would increase should they adopt similar norms and values at home. The negative liberal approach presumes that states would make it a problem if other states do not adhere to liberal democratic values internally. However, the way to help other states evolve on the path of liberal democracy does (should) not foresee an assertive democ-racy promotion agenda abroad. The way to do this should go through setting ideal ‘examples’ by various means. The hope is that other states would look at the state in question and emulate it on their own, without feeling themselves un-der any pressure to do so. The assumption is that forming closer interdependent relations with ostensibly non-democratic regimes across many fields would gradually lead them to adopt demo-cratic values internally and externally.

The particular international actor that appears to embody this foreign policy understanding best is the European Union. Both the deepening and widening dimensions of the EU integration pro-cess seem to have been premised on the negative liberal approach. The main reason why the Euro-pean Union appears to have ‘power of attraction’ in the eyes of external actors is that others be-lieve that if they restructured themselves on the basis of the norms and values valid inside the EU they would prosper and benefit from this. The material successes of the EU integration process and the attractiveness of the European norms would suffice for others to redesign themselves alongside similar norms and values. The EU does not need to push for others’ transformation. It is also one of the foreign policy goals of the Euro-pean Union that other states, whether they are

major powers or not, would gradually adopt EU’s perception of the international system, as the EU tries to build strategic partnerships with them. Cooperating under common platforms would gradually make other states feel familiar with EU’s way of doing things. The pace of their learn-ing process would certainly accelerate if they benefited from cooperation with the EU.

The positive liberal approach on the other hand holds that the way how other states are ruled internally is of significant value in terms of the state in question to feel secure at home. The liberal democratic state in question should not let external developments run their course. It should take some actions abroad to lead the change in favor of liberal democracy. Believing in the primacy and moral value of liberal de-mocracy at home should not lead states to turn a blind eye to the internal characteristics of other states. Liberal democratic values at home hold a higher moral status than acquiescing in the way how others rule themselves.

This approach assumes that the preservation of liberal democratic credentials at home does very much depend on the way how other states are ruled internally and around which norms inter-state relations are structured within the system. The preservation of liberal democratic orders at home and abroad cannot be achieved through sanctifying the principle of self-determination, meaning that all states are free to choose which particular regime they would have.

Across the world, the so-called positive liberal approach is most frequently observed in the foreign policy traditions of the United States and France. Looking from an historical perspec-tive, one notices that these two countries have long attributed special missions to themselves. It is in the French and American tradition that these countries are exceptional, chosen by the God and bestowed the duty of civilizing other nations. It is a part of their national psyche that most French and Americans consider that their countries set the ideal example for others to em-ulate. They believe their values are universal and those values need to be projected onto others for perpetual peace.

Page 46: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

44 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

The United States merits a particular attention in this context because the idea of transforming other states in the image of universal American values has long dominated American foreign policy practices. Some adherents of this tradition argue that the United States should not even shy away from using brute force to fulfill its historical and messianic responsibility of projecting liberal democracy all over the world. This is not only in accordance with American values but also in the security interests of the country. One of the goals underpinning the US’ democracy promo-tion agenda in the post 9/11 era is to increase the number of countries governed by democratic re-gimes so that the United States would feel secure in an ocean of democracies. Forming cordial and long term cooperative relations with non-de-mocracies would in the long run be tantamount to the betrayal of American values and interests alike. That the U.S. endeavored to bring democ-racy to Iraq and other countries in the Middle East during the George W. Bush presidency is a testament to the idea of exporting democracy as a security strategy.

The discussion held thus far might give the im-pression that realist and liberal foreign policy approaches are inherently different from, and incompatible with, one another. Nevertheless, what happens in real life is much more complex and complicated than abstract simplifications made at theoretical level. Mostly we observe that realpolitik/interests and moral politics/val-ues are intermeshed with each other. It is almost impossible to act solely on the basis of either realist or liberal logics. Exporting values might stem from either the strong belief that this is the right thing to do or the ability to so. Hoping to derive clear security benefits and the capability to do so might be as influential as the legitimacy concerns in motivating states to adopt liberal foreign policy.

Another point to underline in this regard is that states generally tend to resort to value-based lib-eral approaches when the costs are low and af-fordable. The relationship that the United States of America established with the oil-rich Arab States in the Middle East is the best example of

this kind. Contradicting its own values never-theless, the U.S. has long considered establish-ing close strategic relations with authoritarian, oppressive and non-democratic regimes in the region in its interests. The Arab Spring has un-doubtedly demonstrated that the costs of lead-ing a democratic change in the Gulf area is quite high and this is why the United States preferred to remain reticent when the rulers of the emirates and sheikdoms suppressed the democratic de-mands of their public. At other times, for exam-ple during the first presidential term of George W. Bush, the US defined the costs of democracy promotion in the Middle East quite low. Hence, the US-led international military campaign to unseat Saddam from power in Iraq.

Similarly, great powers or international organi-zations prefer to remain silent in some occasions where severe human rights violations take place, whereas in some others they adopt an interven-tionist attitude. The recent history offers many examples of this ambivalent attitude. Why the international community preferred to wait for a long time in the face of the humanitarian plight in Bosnia during the first half of the early 1990’s, while a humanitarian intervention occurred in Kosovo at short notice in 1999 arouses question marks. Likewise, why the international commu-nity intervened in Libya and paved the way for the end of Qaddafi regime while hesitating to act decisively in Syria in the face of severe human rights violations is puzzling.

The policies adopted on the issue of prolifera-tion of weapons of mass destructions across the world also demonstrate that realist and liberal motivations cannot be easily separated from one another and that states generally act eclectically on this subject. While the nuclear weapon capa-bilities of India and Israel are not perceived as posing threats to global security, nuclear policies of Iran, North Korea and Pakistan cause grave concerns. The fact that India is governed by de-mocracy and is part of the US’ strategy of bal-ancing China’s rise appears to have led the US to turn a blind eye to India’s nuclear policies. On the contrary, the theocratic nature of Iranian re-gime makes Iran’s nuclear policies appear more dangerous.

The anarchic structure of the international system and the lack of an authority to monitor them propel states to be vigilant towards one another and to doubt each other’s intentions.

Page 47: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

45 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Turkish Foreign Policy and the Realist-Liberal nexus

Against this conceptual background, this arti-cle will now examine how the realist and liberal approaches have shaped Turkish foreign policy in general terms. The goal is not to offer a de-tailed account of Turkish foreign policy practices since the establishment of the Republic to date; yet special emphasize will be paid to the chal-lenges the so-called Arab Spring seems to have unleashed in this regard.

One of the most important legacies the Turkish Republic inherited from the Ottoman Empire is the idea that relations with other countries should be grounded on the realist logic. This un-derstanding had been very influential during the

formative years of the Republic and then persist-ed into the coming decades. It reached its peak during the Cold War era. According to this ap-proach, getting rid of the security threats stem-ming from the Soviet Union would be best as-sured through the establishment of strategic co-operation with western actors within the NATO framework. Turkey’s international importance, as well as its strategic choices, would simply em-anate from its geographic location, geopolitical characteristics and military and economic capa-bilities.

Over the long decades of the Republic, Turkish decision makers took an utmost care not to get involved in the internal affairs of other countries, particularly neighbors to the south. Interfering with their internal affairs and striving to trans-

The anarchic structure of the international system and the lack of an authority to monitor them propel states to be vigilant towards one another and to doubt each other’s intentions.

Page 48: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

46 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

form them in line with Turkey’s norms did not shape Turkey’s policies. Foreign policy initiatives were designed with the sole purpose of protect-ing Turkey’s sovereignty, independence and ter-ritorial integrity. The principle of ‘peace at home, peace in the world’ was for a long time inter-preted in such a way as to make it possible for Turkish decision makers to focus their attention on Turkey’s own internal affairs and to act more circumspect and defensive in relations with ex-ternal actors.

Regardless of how other actors are governed in-ternally, the belief was that Turkey’s contribu-tion to regional and global peace would come through the formation of close economic, po-litical and military cooperation with others. This realist foreign policy approach was closely related to the strongly-held belief that states are completely free in their internal affairs and ‘state sovereignty’ is the constitutive norm of the in-ternational system. The lines between domestic and foreign realms were assumed to have been drawn clearly.

Having said this does not, however, mean that Turkish foreign policy during much of the Cold War period had been completely free from val-ues and ideologies. The founders of the Republic turned towards the West after the War of In-dependence and joining the western/European international organizations became one of the core principles of Turkish foreign policy. Tur-key’s accession to NATO in 1952 and its efforts to join the European Union since 1959 cannot be dissociated from liberal concerns and iden-tity perceptions. In addition to expected mate-

rial benefits of membership, measured in terms of security and economics, one of the primary motives in this context has been to help register Turkey’s western/European identity in the eyes of westerners. Membership in key western in-ternational organizations was considered to be vital for Turkey’s transformation into a liberal-democratic polity at home.

Within this framework it was believed that Tur-key should keep its distance from the develop-ments in the Middle East as much as possible, if it were to register its western//European iden-tity. Were Turkey involved in the Middle East-ern affairs deeply, this would endanger Turkey’s western/secular/democratic character at home. The hope was that strengthening Turkey’s secu-lar and Western credentials at home would be much easier should Turkey side with western/European actors abroad. In this sense, there ex-isted a constitutive relationship between foreign and domestic policies and this amounts to a typi-cal example of liberal foreign policy understand-ing. Unlike realism, liberalism assumes that for-eign policy decisions are made not only in terms of external developments but also internal con-cerns. Foreign policies are the extension of do-mestic policies.

Since the end of the Cold War, Turkish foreign policy has continued to demonstrate a close rela-tionship between realism and liberalism. Some-times interests and realpolitik calculations came to the fore, whereas at other times values and moral concerns called the day. An important ob-servation is that when the feelings of security and stability were strong at home, it was much easier

Since the end of the Cold War, Turkish foreign policy has continued to demonstrate a close relationship between realism and liberalism. Sometimes interests and realpolitik calculations came to the fore, whereas at other times values and moral concerns called the day.

Page 49: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

47 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

for Turkish decision makers to adopt a value-based liberal foreign policy approach abroad. On the other hand, during the periods of internal in-stability and chaos, Turkey found itself to pursue a more reactive and circumspect foreign policy. At such times, security concerns escalated and internal problems occupied the national agenda. Let alone finding an appropriate environment to project Turkey’s values abroad, the task at hand was to put things in order at home.

The 1990s testifies to such a period in Turkish foreign policy. The compounding internal secu-rity challenges combined with the dire economic conditions appeared to have resulted in a reac-tive, status-quo oriented and introvert foreign policy understanding. Turkey’s foreign and se-curity policy interests during this period were confined to the protection of territorial borders and strengthening internal stability.

However, with the dissolution of the Soviet Un-ion, liberalism has also begun to permeate into Turkish foreign policy thinking. This was partic-ularly the case during the first half of the 1990s, as Turkey’s maneuvering capability abroad sig-nificantly increased absent the existential Soviet threat to the north. In this context, the idea that Turkey should set a role model for the newly in-dependent republics in Central Asia and Cauca-sia attracted global attention. Turkey’s experi-ences were believed to offer examples to these countries in terms of their transformation into liberal democracies. Whenever Turkey’s global significance and relevance stemmed from its identity, such times corresponded to the grow-ing salience of values and moral concerns in Turkish foreign policy.

Since the mid 1990s till 2003, Turkey had to rath-er deal with its own problems at home. During this period, PKK terrorism escalated, weak coa-lition governments ruled the country and many economic crises took place. Turkey had to focus its attention on its own internal affairs and a more reactive foreign policy approach was adopted. The main objective of foreign policy initiatives in this period was to help mitigate the negative consequences of external developments, such as

the Sep. 11 attacks and the U.S. invasion of Iraq, on Turkey’s internal stability as well as the on-going Europeanization process. During the first half of the 2000s, Turkey had been very much preoccupied with realpolitik external security challenges, of which the most important was the end of the Saddam regime in Iraq and the grow-ing Kurdish nationhood in northern Iraq.

The image of Turkey as a country, which consists of overwhelmingly Muslim people but a secular-democratic polity that successfully combines Is-lam with western values, has once again begun to hold a significant position in Turkish foreign policy from the mid 2000s onwards. The growing emphasis on values and norms in foreign policy has coincided with Turkey’s astonishing success to become an economically powerful and po-litically stable country at home. The particular international conjuncture, in which Turkey has been valued by the West as the anti-dote of radi-cal and Iranian versions of Islam, and the grow-ing self-confidence at home seems to have paved the way for the ascendance of values in Turkish foreign policy.

Turkey’s unique identity and the potential of becoming a role model for the countries in the Middle East has become more pronounced as the region has been shaken up to its roots by the so-called Arab Spring. It has been increasingly pointed out that Turkey could become a source of inspiration, if not a direct role model, for the emerging regimes in the Middle East in their ef-forts to get free of the remnants of the old re-gimes and participate in the global political and economic system as legitimate players.

At this point it should be underlined that the idea of Turkey as a role model has been mainly brought to the fore by western actors in an in-strumental manner. They have increasingly be-gun to value Turkey in the context of helping achieve their security interests in the post-Arab Spring Middle East. That Turkey is now consid-ered significant by western and regional actors due to its identity does not mean that the em-phasis on values and identity in Turkish foreign policy are equally shared by various circles a

Page 50: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

48 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

home. That there is not a nation-wide consensus on this issue seriously constrains AKP govern-ment’s attempts at grounding Turkish foreign policy on the basis of values and norms.

On the other hand, the developments over the last two years show that Turkish rulers have adopted the idea that Turkey should play an ac-tive role in helping transform the region in line with liberal democratic values. It would not be an exaggeration to argue that Turkey has adopt-ed a more critical and demanding stance as to how the countries in the region should be gov-erned internally. It is noteworthy that Turkey now takes sides in Syria by supporting the op-position forces against the oppressive Assad re-gime. For the first time in Turkey’s Republican history, Turkey wholeheartedly supports regime change in one of its neighbors. It is now increas-ingly noticed that the ongoing liberal democratic

transition at home is shaping the formation and implementation of Turkey’s national preferenc-es. From now on, it will be difficult for decision makers to ignore or underestimate the primacy of values in Turkey’s efforts to forge cooperative relations with external actors. Establishing total-ly pragmatic relations with regimes that do not share Turkey’s values will be difficult to justify in the eyes of public opinion.

In the pre-Arab Spring era, the AKP governments fallowed a more liberal than realist foreign policy in the Middle East whereby Turkey increased its efforts to help contribute to the strengthening of an EU-like security community in the region. Turkey tried to do this by simply ‘leading by ex-ample’. Turkey did not bother to forge strategic and cooperative relations with the countries in the Middle East which do not share its values. The internal characteristics of those regimes did

In such a way to ‘punish’ Turkey, the Assad regime engineered a fait accompli in the north of Syria by letting the PKK-affiliated PYD forces take the reign in the areas bordering Turkey’s Kurdish populated regions.

Page 51: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

49 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

not become obstacles before forming cordial re-lations with them. Instead, the assumption was that the more interdependent and cordial rela-tions Turkey forged with them, the more lever-age Turkey would have in terms of persuading those countries to follow Turkey’s way.

During this era, Turkey took an utmost care to adopt an equidistant and impartial attitude in terms of the solution of perennial regional dis-putes. Rather than dictating or preaching for a particular world view, Turkey hoped to lead the regional transformation by setting examples and forging interdependent relations in as many fields as possible. Aware of the fact that inter-national relations do also involve transnational interactions and that cooperation is possible un-der anarchy, Turkey’s goal during this time pe-riod was to help lessen the obstacles before the formation of interdependent and cooperative in-terstate relations, increase the level of trust and shore up the feeling of regional ownership in the Middle East. This was a negative liberal foreign policy approach in essence.

An interesting observation to offer in his regard might be that by the time the flames of the Arab Spring began to spread across the region, Tur-key’s neighborhood policy in the Middle East had been very similar to China’s ‘peaceful rise/development’ strategy, according to which the prime Turkish concern had been to help create a stable and peaceful regional environment in the Middle East so that Turkey could complete its internal economic development and liberal-democratization process at home successfully.

Turkish rulers had been very much concerned with internal developments and adopted a par-ticular foreign policy vision putting Turkey’s in-ternal concerns at the center of external engage-ments. Foreign policy engagements had been mainly directed to the goal of achieving a de-se-curitized political environment at home so that elected politicians would strengthen their legiti-macy vis-à-vis appointed bureaucrats and Turk-ish rulers would be able to focus their attention on the internal transformation process. Stated somewhat differently, for the completion of the

de-securitization process at home successfully, Turkey’s foreign and security policies needed to be de-securitized. This would only be possible through the adoption of soft power foreign poli-cy instruments and the eventual transformation of Turkey’s neighbors from potential enemies to potential friends and partners.

Turkey’s internal deficiencies and lack of mate-rial capabilities on the one hand and the rela-tively strong positions of the regimes to Turkey’s south on the other appear to have led Turkey to adopt a more soft-power oriented realist foreign policy approach during this period. Engaging the existing regimes through soft-power tools with-out questioning their internal legitimacy would help the Turkish rulers achieve de-securitization simultaneously at home and abroad. During this time period, Turkey’s Middle Eastern policy had been based on the idea of leading by example, rather than taking active steps in the name of de-mocracy promotion and formation of a new re-gional order in the region. During this time, Tur-key was very much concerned with mitigating the negative impact of external developments on its internal peace and stability by forging coop-erative relations with the existing regimes in the region. Turkey did not (have to) choose between rulers and people of the neighboring countries.

At first sight, this approach seems to be in line with the premises of the realist foreign policy understanding as defined in the academic disci-pline of International Relations. However, look-ing closely, it becomes clear that such a Turkish foreign policy approach was much closer to lib-eralism than realism, for Turkey had been con-cerned with the internal characteristics of the regimes in the region and hoped that their trans-formation in line with democratic norms would become easier if Turkey adopted the ‘leading by example’ stance and put an ‘unseen’ and ‘intan-gible’ pressure on the existing regimes in this direction by engaging them through multiple channels.

Turkey’s foreign policy approach in the Mid-dle East in the aftermath of the Arab Spring has turned out to become more positive than nega-

Page 52: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

50 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

tive liberal in nature. The difference between the ‘zero problems with neighbors’ policy of the pre-Arab Spring era and Turkey’s new foreign policy approach in the wake of the Arab Spring is that the former was a consequence of Turkey’s focus on its economic enrichment, democratic con-solidation and territorial integrity. The former was more status-quo oriented and evolutionary, whereas the second portends to be more revolu-tionary and visionary. The former aimed at the emergence of regional stability so that Turkey’s internal democratization and modernization processes go unabated. The question of how the countries in the region are governed internally did not impede Turkey’s efforts to forge prag-matic and utilitarian relations with them. For ex-ample, the anti-democratic and oppressive char-acter of the Assad regime did not prevent Turkey from improving its relations with Syria. A similar situation could also be observed in Turkey’s rela-tions with Libya and Iran. On the other hand, the new situation that has taken place in the wake of the Arab Spring reveals that how these countries are governed internally affects Turkey’s internal security deeply and that it has become harder for Turkey to establish pragmatic relations with them by ignoring regime differences.

That said, in close scrutiny, it becomes clear that this positive liberal approach contains both re-alpolitik and moralpolitik motivations. Even though the idea that Turkey should play a partic-ular foreign policy role in helping bring into ex-istence regimes, which prioritize human rights, feel accountable to the public and come to power through elections, is value-based, this thinking also embodies a realpolitik security logic in itself.

There are three dimensions of this interests-based/realpolitik thinking. First, the Arab Spring has made it abundantly clear that Turkey’s feeling secure at home has become very much depend-ent on the nature of the regional security envi-ronment in the Middle East. This particularly relates to Turkey’s struggle against the PKK-led ethnic separatism. After the Arab Spring spilled over to Syria, Turkey-Syria relations deteriorated as Turkey sided with the opposition forces. In such a way to ‘punish’ Turkey, the Assad regime

engineered a fait accompli in the north of Syria by letting the PKK-affiliated PYD forces take the reign in the areas bordering Turkey’s Kurdish populated regions. The PKK attacks have dra-matically escalated after Ankara and Damascus fell out with each other. This suggests that the faster Turkey’s neighbors to the south transform into functioning plural democracies, the more likely the Kurds living there would feel secure, and this will in turn lessen the pressure on Tur-key in its fight against the PKK. Turkey’s feeling secure at home would be positively affected by the transformation of the regimes to its south in line with liberal democratic values.

Second, the Arab Spring has also revealed that the foundations of the old security environ-ment in the Middle East are now in the process of change. With the rise of new actors, it is in-creasingly becoming difficult for the old regimes to sustain their legitimacy. While a new order is emerging in the region, Turkish leaders assume that Turkey should play a leading role in this process. Stated somewhat differently, the Arab Spring has encouraged Turkish leaders in their resolve to midwife a new order in the Middle East which will be in tune with Turkey’s values and priorities. It seems that Turkey, among other regional and global actors, seems to be well-po-sitioned to play such a role. The European Union is in the midst of financial and institutional cri-ses; the United States has been pivoting to Asia and trying to lessen its engagements in the re-gion; China and Russia have been demonstrating strong disposition to the Westphalian norms of sovereignty and interstate relations and there-fore becoming unable to grasp the messages of the people protests in the region; the emerging regime in Egypt has been trying to consolidate its internal and external legitimacy and Iran has been trying to make sure that the so-called Arab Spring not reach its territory while simultane-ously aiming at mitigating the negative conse-quences of the nuclear confrontation with the West.

Third, the increasing material capabilities of Turkey in recent years seem to have encouraged Turkish leaders to play a more assertive role in

Page 53: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

51 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

the Middle East. The value-based feeling that Turkey has responsibility in the emergence of regional peace and security reflecting the pri-macy of liberal democratic values cannot be dis-sociated from Turkey’s increasing material capa-bilities. Regional countries are now engulfed in chaos and external powers; and external pow-ers, such as the European Union and the United States, have been mired in significant economic difficulties. This might have also emboldened Turkish rulers to feel that it is now Turkey’s turn in the Middle East.

Conclusion

Looking from an historical angle, it is obvious that Turkish foreign policy to date has demon-strated both realist and liberal logics. At some periods realism came to dominate the foreign policy agenda whereas at other times liberalism was more influential. The ascendance of liberal-ism in Turkish foreign policy has become more conspicuous since the beginning of the people uprisings across the Middle East. That Turkish leaders intermittently underlined that Turkey was on the side of the people in their struggle against the oppressive rulers is the clearest man-ifestation of this liberal logic.

This study has demonstrated that the liberal as-sertiveness in Turkey’s approach towards the Arab Spring has been informed by both real-ist-security oriented considerations and liber-al-moral motivations. Turkey’s efforts to help shape the emerging regional environment in the Middle East reflect both a liberal motivation to lead the process of democratization and a real-ist concern to help mitigate the negative conse-quences of regional developments on Turkey’s internal security and stability. Turkey’s ongoing liberal democratic transformation at home both constitutes and necessitates the adoption of liber-

al foreign policies in the region. Turkey’s support to liberal democratic movements in the Middle East as well as its willingness to play an order-creator role in the region is both value-based and interest-based.

An interesting observation is that while Turkey’s approach towards its near abroad is now reflect-ing a more liberal than realist stance, the logic that shapes Turkey’s relations with key global actors, such the USA, EU, Russia and China, is more realist than liberal. For example, that Turkey supports the liberal democratic transfor-mation of the Middle East does in no way impede Turkey’s efforts to help improve its relations with important global and regional powers that have by no means liberal-democratic credentials. While Turkey strives to develop its relationship with Iran, China and Russia, it does not question how these countries are governed internally.

A particular factor that might weaken the posi-tive liberal and strengthen the realist logic in Turkish foreign policy mentality in the years to come is the declining appeal of the EU member-ship process. As of today, it does not matter for a growing number of Turks whether or not Turkey joins the EU in near future. So long as Turkey’s material power capabilities have been on the rise while those of the European Union in relative de-cline, Turkey will likely adopt a more realist and liberal foreign policy mentality. This is important because Turkey’s decades-long democratization process suggests that there is a close relationship between the continuation of EU membership process on the one hand and Turkey’s liberaliza-tion on the other. The membership process has undoubtedly offered the most important exter-nal dynamic to Turkey’s democratic transforma-tion. Absent this, the positive liberal character of Turkey’s foreign policy, particularly in the Middle East, might not last long.

O

Page 54: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

52 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Arap Baharı-Gezi Protestoları ve Hükümetlerin MeşruluğuThe Arab Spring - Gezi Protests and Legitimacy of Governments

Burak Bilgehan ÖZPEK

AbstractAfter the rise of the Arab awakenings against the dictatorships of the Middle East, the question of what makes a government legitimate has come to the forefront. While Arab street viewed legitimacy as a conse-quence of free and fair elections, Turkey’s Gezi ptotesters have initiated more complex and comprehensive discussion, which has questioned the term legitimacy beyond electoral process. This paper aims to examine the diverging understanding of legitimacy in the Middle East and Turkey.

Keywords: Democratization, legirimacy, illiberal democracy, social movements

26 yaşında olan ve üniversiteyi bitirmesine rağmen manavlık yapan Muhammed Bouazizi kendisini Sidi Bouzid şehrinin ortasında ateşe verdi. Bouazizi, polislerin çevirdikleri rüşvet çarkına isyan ediyordu.

Page 55: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

53 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Devletlerin ve hükümetlerin egemenlik kapasitelerine abartılı bir gü-ven duyan ve onların egemenlik alanları üzerinde nihai karar verici olduklarını öne süren çevreler, psikolojisi bozuk bir asker ile bilgi e-dinme hakkı için hacker’lık da dahil olmak üzere bütün yöntemleri mübah gören bir grup bağlantısız gazetecinin ilişkisini anlamakta zor-luk çektiler.

Giriş

Gezi Parkı protestolarıyla beraber Türkiye’de karmaşık ve Ortadoğu toplumlarıyla karşılaştırı-lamayacak derecede ileri bir demokrasi tartışma-sı başladı. Bu sebepten ötürü, yaşanan olayları, “Türk Baharı” gibi aceleci bir tanımlama içerisi-ne sokmanın ve “Arap Baharı” ile mukayese et-menin kusurlu olduğunu iddia edebiliriz. 2010 yılının son günlerinde tanık olduğumuz ve ka-dim Arap diktatörlerine karşı ayaklanan Tunus halkı, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’deki isyan-ları da tetiklemişti. Ancak bu isyan dalgası, Gezi Parkı protestolarından farklı olarak, iktidarlarını herhangi bir halk tercihi sonucu oluşturmayan ve meşruiyet krizi yaşayan yönetimleri hedef alıyorlardı. Bu iktidarlar, meşruluklarını halk yerine kendi aileleri, klanları ve kolluk kuvvet-lerine sağladıkları imtiyazlar karşılığında elde ettikleri sadakat sayesinde ayakta tutmayı başa-rabilmişlerdi. Üstelik halkın tepkilerine muhatap olmamak için milliyetçilik-İsrail karşıtlığı-anti-emperyalizm gibi kavramları on yıllar boyunca ziyadesiyle istismar edip tüketmiş yönetimlerdi. Artık yozlaşmışlardı ve halk neden bu diktatör-lüklere tahammül etmek zorunda olduğunu sor-guluyordu. Arap Baharı isyanları, iktidarların meşruluğuna yönelik bir eleştiri ve isyan dalga-sıydı. Yıkılacak düzenin yeniden inşasındaki en önemli adım olarak da serbest ve adil seçimler sonucu belirlenen bir iktidar tarafından yönetil-meyi görüyorlardı. Ancak Gezi Parkı protesto-larına katılanlar, iktidarın meşruiyet kaynağının sadece serbest seçimlerden ibaret olmadığı daha karmaşık bir argümanla ortaya çıktılar. Onların

argümanları, en kaba ifadeyle, iktidarların meş-ruiyetlerini nasıl seçildiklerinden bağımsız ola-rak, vatandaşların bireysel özgürlük sahalarıyla kurduğu ilişkinin doğasına odaklanıyordu.

Ne var ki, Mısır’da yaşanan askeri darbe, Tu-nus’taki güncel gelişmeler ve Suriye’nin içine düştüğü tıkanıklık Türkiye’deki Gezi olaylarını ele alan siyasal tartışmalara malzeme yapıldı. Te-levizyon ve gazetelerde, uluslararası ilişkiler di-siplininden ve Arap Baharı bağlamından kopuk ve politik afiliasyonlarının etkisiyle yapılan yo-rumlara tanık olduk. Bu yazının amacı, iki olgu arasındaki farkları siyaset bilimi kuramlarına başvurarak açıklamak ve Gezi Parkı protestola-rını incelemeyi amaçlayan entelektüel çalışma-ların ileride yaşayabilecekleri kafa karışıklığını gidermeye çalışmaktır.

Arap Baharı ve Meşruiyet

2007 senesinde halkın bilgi alma özgürlüğünü savunan bir grup gazeteci Wikileaks isimli bir internet sitesi kurdu. Sitenin çalışma mantığı “wikipedia” dan esinlenmişti ve dünya çapındaki gönüllülerin katkılarıyla ayakta kalmayı amaç-lıyordu. Wikileaks sitesinin kurucularına göre, hükümetler siyasi ve hukuki kalkanlar sayesinde kendilerini korumayı başarıyorlardı. Ancak bu korunma güdüsü halkın haber alma ve gerçeği öğrenme özgürlüğünü engelliyordu. Jullian As-sange liderliğinde kurulan Wikileaks, sesini 2010 yılında bütün dünyaya duyurmayı başardı. Bağ-dat yakınlarındaki bir Amerikan üssünde görev yapan Bradley Manning isimli bir istihbarat as-

Page 56: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

54 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

keri, Lady Gaga CD’si üzerine kaydettiği yüz bin-lerce diplomatik yazışma belgesini Wikileaks’e ulaştırdı. Bu belgeler, 28 Kasım tarihinde yayın-landı ve devletlerin ve hükümetlerin bütün sır-ları tabiri caizse etrafa saçıldı. ABD diplomatik görevlilerinin bulundukları ülkelerde yaptıkları temaslar, edindikleri bilgiler, tanık oldukları de-dikodular ve skandallar artık açığa çıkmıştı.

Devletlerin ve hükümetlerin egemenlik kapa-sitelerine abartılı bir güven duyan ve onların egemenlik alanları üzerinde nihai karar verici olduklarını öne süren çevreler, psikolojisi bozuk bir asker ile bilgi edinme hakkı için hacker’lık da dahil olmak üzere bütün yöntemleri mübah gören bir grup bağlantısız gazetecinin ilişkisini anlamakta zorluk çektiler ve muhtemelen akıl-larına Bismarck’ın ünlü sözü geldi. Bismarck’a göre sosis imalatı ve diplomatik müzakereler halk önünde yapılmamalıdır çünkü ikisi de mide bulandırıcıdır. Ne var ki, Bismarck’ın devletlere biçtiği, diplomatik müzakereleri gizli tutma gö-revi, artık günümüz dünyasında gerçekçi olmak-tan çıkmıştı ve Wikileaks skandalıyla bu durum iyice kendini belli ediyordu.

Dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan devlet dışı aktörlerin, içinde bulundukları devletlerin ege-menlik alanlarına meydan okumaları, elbette ki uluslararası sistemin geleceği hakkında yapılan yorumları etkilemiştir. Hatta aktörlerin ve gün-demlerin çoğaldığı ve karmaşıklaştığı bir dünyayı türbülansa girmiş bir uçağa benzeten Rosenau’yu okudukça, genellenebilir bir bilgi üretmeye olan inancımın sarsıldığını itiraf etmeliyim. Ancak Wikileaks Olayı, uluslararası ilişkiler disiplininin geleceği açısından ortaya pesimist bir projeksi-yon çıkartsa da, Ortadoğu uluslarının geleceği konusunda birçoğumuzu umutlandırmış ve he-yecanlandırmıştır.

ABD’nin Tunus Büyükelçisi Robert Godec, Tu-nus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin da-madı Muammed Şakir El Materi’yle 2009 yılında yediği akşam yemeğinin ardından Washington’a yazdığı notta gördüklerini en ince ayrıntısına ka-dar anlattı. Gittiği evin ihtişamından ve ev sahi-binin kafeste beslediği ve günde aşağı yukarı 4 ta-vuk yemezse doymayan kaplanından uzun uzun

bahsetti ve Materi’nin Tunus’ta Mc Donalds zinciri açmak için kendisinden yardım istediğini de notuna ekledi. Bu gizli not 2010 yılının Ka-sım ayında ortaya çıktı. Artık Bin Ali ve ailesi-nin yarattığı yolsuzluk rejimi ve lüks yaşantıları dilden dile konuşuluyordu. Belgeler malumu ilan etmişti. Belgelerin ortaya çıktığı ve Tunus kamu-oyunu meşgul ettiği günlerde 26 yaşında olan ve üniversiteyi bitirmesine rağmen manavlık yapan Muhammed Bouazizi kendisini Sidi Bouzid şeh-rinin ortasında ateşe verdi. Bouazizi, polislerin çevirdikleri rüşvet çarkına isyan ediyordu. Boua-zizi kaldırıldığı hastanede 4 Ocak tarihinde öldü ve Tunus halkı kendi devrimini başlattı. 14 Ocak günü Bin Ali ülkesini terk etti ve Tunus’ta yeni bir dönem başladı.

İsyan dalgası Arap coğrafyasında hızla yayıldı. Önce Mısır’da Mübarek rejimi, ardından Libya’da Kaddafi rejimi yıkıldı. Yemen’de Ali Abdullah Sa-lih istifa etmek zorunda kaldı ve Suriye’de Baas rejimi ülke üzerindeki mutlak otoritesini kaybet-ti. Bu değişim dalgası Arap Baharı olarak adlan-dırıldı ve biz entelektüeller tarafından bu tabir hemen benimsendi. Sanıyorum bu tabire çok ça-buk alışmamızın sebebi, Milan Kundera’nın “Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği” kitabıdır çünkü Prag Baharına atfedilen romantizm ve özgürlük temalarının bizleri alışveriş merkezlerine gidip hamburger yemekten daha çok heyecanlandırdı-ğını itiraf etmeliyiz.

Arap Baharı’nı ve yaşanan dönüşümü açıklamak gerekir. Literatür bize üç farklı açıklama getire-bileceğimizi söylüyor. Birinci açıklama, yaşanan devrimlerin iç dinamikler yerine dış dinamik-lerden kaynaklandığını öne sürmektedir. Buna göre, mevcut yönetimlerle sorunlar yaşayan, dış aktörler devrimler vasıtasıyla bu yönetimlerden kurtulmuş ve yerlerine kendi arzu ettikleri re-jimleri getirmişlerdir. Demokrasi ve Bahar gibi kavramlar ise bu çıkarları maskelemek için uy-durulmuş sözcüklerden başka bir şey değildir. Modern Ortadoğu tarihine baktığımız zaman bu görüşü savunanların haksız bir paranoya içinde olduklarını söyleyemeyiz. Zira 100 sene önce var olmayan Ortadoğu devletleri Büyük Savaş son-rası İngiltere ve Fransa’nın etkisiyle ortaya çıka-bilmişlerdir. Ancak bu devletlerin sınırlarının ne

Page 57: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

55 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

olacağı ve kim tarafından yönetilecekleri ve han-gi anlaşmaları imzalayacakları 2. Dünya Savaşı bitene kadar kendi inisiyatiflerinde olmamıştır. Benzer müdahaleler 2. Dünya Savaşı’ndan sonra da devam etmiştir. Dr. Musaddık’a yönelik ope-rasyon, 1. ve 2. Körfez Savaşları, bölge ülkeleriyle yapılan silah anlaşmaları bölge dışındaki aktörle-rin masumiyetlerine gölge düşürmektedir. Belki de bunun için Raymond Hinnebusch “Ortadoğu dış müdahaleler için istisnai bir mıknatıstır” ifa-desini kullanmıştır.

Ne var ki, bu görüş Arap devrimlerine ve daha onurlu bir hayat yaşamak için birçok şeyi göze alıp meydanlara inen birçok insana haksızlık et-tiği gibi, yaşanan sosyal dönüşüm sürecini kari-katürize etmekte ve statik rejimlere meşrutiyet kazandırmaktadır. Hepsinden acısı bir çözüm önerisi de yoktur. Ancak bu görüşe karşı sade-ce insani söylemlerle itiraz etmek istemiyorum. Doğrudur, Ortadoğu dış müdahalelere sıkça maruz kalmıştır fakat sadece dış müdahalelerle şekillenmemiştir. Özellikle Soğuk Savaş döne-minde bölgenin kendi dinamikleri sıkça devreye girmiştir. Haas’a göre Iran-Irak Savaşı, İsrail’in Lübnan’ı işgali ya da İran İslam devrimi gibi ol-guları küresel güçler kontrol edememişti ve bun-lar bölgenin iç dinamiklerinden kaynaklanmıştı. Arap Baharı’nı da bu listeye pek ala ekleyebiliriz. Oryantalist çevreler pek yakıştırmasa da, Orta-doğu uluslarının da daha iyi bir geleceğe sahip olmak için direnebileceği ve devrimler gerçek-leştirebileceği olgusunu kabul edebiliriz.

Bu görüşe karşı bir diğer itiraz noktası ise Arap Baharı’nın devirdiği rejimlerin dış güçlerle kur-dukları ilişkilerdir. Fareed Zakaria, ABD’li bir diplomat ya da politikacının Mübarek ile görüş-meleri sırasında sözü demokrasiye getirdikleri zaman her zaman radikal İslam ile korkutulduk-larını söylemektedir. Ortadoğu’nun diktatörleri kendilerinin yönetimde olmadıkları rejimlerin radikal ve saldırgan bir İslami devlete dönüşece-ği korkusunu başarılı bir şekilde yıllarca yaşattı-lar. Ve bu korku sayesinde siyasi-ekonomik ve as-keri yardımlara boğuldular. Dolayısıyla, eğer dış aktörlerin bir ülkedeki devrimci hareketleri des-teklemesi eleştiriliyor ve bu devrimci hareketler dış güçlerin birer kuklası olarak kabul ediliyorsa,

statik rejimlerin kendilerini muhafaza etmek için aradıkları uluslararası destek de göz ardı edilme-melidir.

Literatürdeki ikinci açıklama ise devrimlerin İs-lamcı karakterine vurgu yapmaktadır. Bu görüşe göre Arap Baharı ülkelerinde İslamcı hükümet-ler kısa zaman içinde kontrolü ele geçirecek ve demokrasiyi askıya alacaktır. Bu görüş meşrulu-ğunu 1979 İran İslam Devriminden alır. Dolayı-sıyla Şah yönetimine karşı oluşan geniş tabanlı ve farklı ideolojik eğilimleri bünyesinde barındıran bir koalisyonun kısa zaman sonra İslamcı grup-ların denetimine geçmesi Arap Baharı için de uzak bir ihtimal olmayabilir. Zira sayısal çoğun-luğa sahip olmak, iktidarı ele geçirdikten sonra, devrimci koalisyonun diğer üyelerinin beklen-ti ve endişelerinin gözetilmesini artık anlamsız kılabilir. Ne var ki, Arap Baharı’nı İran İslam Devrimi’nden farklı kılan nokta 2012 senesinin 1979 yılından çok daha karmaşık ve göz önünde olmasıdır.

Ortadoğu’nun İslamcı olarak kabul edilen ak-törleri 1979 yılından bu yana büyük dönüşümler geçirmişlerdir. Demokrasi kavramıyla tanışmış, piyasa ekonomisi gerçeğiyle yüzleşmiş ve ulus-lararası sisteme girmenin kıymetini kavrayabil-mişlerdir. Dolayısıyla, devrim sonrasında onları denetleyecek mekanizmaların aniden ve radikal bir şekilde ortadan kaldırılması çok mümkün gözükmemektedir. Üçüncü açıklama ise Arap Baharı’nın birçok bilim insanı, politikacı ya da aydının ciddiye almadığı fakat bu satırların ya-zarı tarafından adeta kutsal bir değer olarak ka-bul edilen bireylerin daha adil ve onurlu yaşama isteklerinden kaynaklandığını iddia etmektedir. Ve daha adil ve onurlu bir yaşam ile politik sis-temin yapısı arasında inkar edilemez bir ilişki vardır. Bruce Bueno de Mesquita’ya göre otoriter ve demokratik yönetimler arasındaki temel fark meşruiyet kaynakları ve yöntemleridir. Zira oto-riter yönetimler, iktidarlarını koruyabilmek için mutat aralıklarla düzenlenen seçimlerde halkın teveccühüne nail olma ihtiyacını duymazlar. Bunun yerine iyi donatılmış bir ordu, yönetime sadakatle bağlı kolluk kuvvetleri ve akrabalık-parti üyeliği-aşiret mensupluğu gibi bağlantılar etrafında gelişen bürokratik organlar, yönetimi

Page 58: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

56 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ayakta tutabilirler. Bunun karşılığında ise siya-sal sistemin imtiyazlarından nasiplerini alırlar. Saddam Hüseyin’in hemşerilerinden oluşan Ci-haz el Khas teşkilatının ilkokul mensubu üyele-rinin üniversite profesörlerinden 6 kat daha fazla maaş alması bu durumu örneklendirebilir. Öte yandan, demokrasilerde yönetimler seçimle be-lirlenir ve iktidarda kalmanın tek yolu budur. Bir askerin, polisin, genel müdürün ve bir manavın oyu eşit derecede kıymetlidir. Ancak kaynaklar sınırlıdır ve her seçmene özel ayrıcalıklar verme-ye imkan yoktur. Dolayısıyla demokratik ülkeler-de yönetimler, kaynakları etkin kullanmak ister-ler ve kaynaklarını her vatandaşın eşit derecede faydalanabileceği mal ve hizmetler üretmeye ça-lışırlar. Altyapı projeleri, etkin ve adil kamu hiz-metleri, eğitim yatırımları ve hepsinden önemlisi her vatandaşın kanun önünde eşit olması ve ihlal edilemez haklara sahip bulunması, demokratik yönetimlerin sunduğu mal ve hizmetlerdir aslın-da.

Arap Baharı ile devrilen Ortadoğu’nun köklü diktatörlükleri ülkenin kaynaklarını paylaşma konusunda maalesef adil olamadılar. İktidarları-nı ordu, klan ilişkileri, istihbarat ve kolluk kuv-vetleri gibi kurumlara dayandırdılar ve büyük bir halk koalisyonu bu çemberin dışarısında kaldı.

1952 yılında Mısır’da Hür Subaylar darbe yaptık-tan sonra Bir İngiliz gazetesi “ Mısır tarihinde ilk defa bir Mısırlı tarafından yönetiliyor” diye man-şet atmıştı. Bir ülkenin orada doğan birisi tara-fından yönetilmesinin anlamı elbette ki sömür-geciliğe karşı anlamlı bir tepkiydi. Hatta Arap Baharı ülkelerinin kadim diktatörleri yıllarca sömürgecilik karşıtı söylemlerle popülaritelerini korumaya çalıştılar. Ancak, özgürlüğün yaban-cı devletleri ülkenizden kovmakla nihayetlenen bir süreç olmadığını söylememiz gerekir. Hatta bireyler sistemin öznesi olamadıkları ve nesnesi olarak kalmaya devam ettiği sürece kim tarafın-

Arap Baharı’nı İran İslam Devrimi’nden farklı kılan nokta 2012 senesinin 1979 yılından çok daha karmaşık ve göz önünde olmasıdır.

Page 59: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

57 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

dan yönetildiğinizin bir anlamı da olmayabilir. Bir Mısırlı, bir Tunuslu bir Libyalı ya da bir Suri-yeli sizin hayatınızı bir İngiliz veya Fransız kadar sömürebilir. Dolayısıyla Arap Baharı, bir Mısırlı yerine Mısırlıların, Bir Tunuslu yerine Tunuslu-ların yönetimi ele geçirdiği bir devrim dalgası olarak adlandırılabilir.

Gezi Parkı ve Meşruiyet

Ne var ki, serbest seçimler demokratik meşrui-yetin tek kaynağı olmayabilir. Zira demokrasi-nin başka değişkenleri de vardır. Bunlar arasın-da yürütme erkinin eylemlerinin sistematik bir anayasal denetimi ve bireysel hak ve özgürlük-lerin yine anayasa ile garantiye alınması da var-dır. Bu argümanların bir anlam ifade edebilmesi için ise insanların neden demokrasi’yi icad ettiği ve tarih içerisinde onu tekrar yorumlamak zo-runda kaldığı konusunda kafa yormak gerekir. Son zamanlarda kullanılan retoriğin aksine ben demokrasi’ye bir kutsallık atfetme taraftarı deği-lim. Tam aksine onu, işlevselci bir perspektiften değerlendirme eğilimindeyim.

Devletin icadından sonra, vatandaşlar ile hük-medenlerin ilişkileri uzun süre kulluk felsefesi üzerine kuruldu. Vatandaşlar, kendilerinin ma-ruz kaldıkları ve yükümlülüklerinin belirlendiği politikaları belirleme konusunda söz sahibi de-ğillerdi. Bu durum, devlete ve onun adına hare-ket eden yerel toprak sahiplerine bağımlı olma-dan hayatta kalabilmeyi başaran yeni bir sanayi ve ticaret sınıfının ortaya çıkmasıyla değişti. Bu sınıf ürettikleri artı değeri asalak bir bürokrasiyi beslemek konusunda isteksizdi ve özellikle vergi politikalarında söz sahibi olmak istiyorlar, dev-letin harcamalarının şeffaf ve izlenebilir olma-sında ısrar ediyorlardı. Bunun için bulabildikleri yol ise yeni bir toplum sözleşmesi yapmak ve bu sözleşmeyi koruma ve devam ettirme görevini yine topluma vermekti. Cumhuriyet fikri ilha-mını bu ihtiyaçtan aldı. Zaman içerisinde üre-tim süreçlerinde bizzat yerini alan sınıfların da oy verme haklarını elde etmeleri toplum sözleş-mesinin tabanını geliştirdi Ne var ki, demokra-si kavramı birçok kriz üretti ve aşırı ideolojiler sahip oldukları popüler destek sayesinde iktidara geldiler ve devleti tekrar kutsal ve sorgulanamaz

bir makineye dönüştürdüler. Artık popüler oy desteği, hükümetlerin politikalarını denetlemek ve düzenlemek yerine onların insan hak ve hür-riyetlerine yaptığı acımasız saldırılara meşruluk kazandıran bir kavrama dönüşmüştü. Dramatik İkinci Dünya Savaşı tecrübesi ise “doğal hukuk” doktrininin tekrar tartışılmasını beraberinde getirdi. Bu görüş, insanların doğuştan gelen ve ihlal edilemez hakları olduğundan bahsediyor ve hükümetlerin arkalarındaki oy desteğine bak-maksızın doğal hukuka aykırı politikalar ürete-meyeceğini iddia ediyordu. Bir diğer ifadeyle bu görüş, meşruiyet kavramını yönetimlerin ikti-dara gelme yönteminden ibaret saymıyor, onları doğal haklara saygı duydukları sürece meşru gö-rüyordu. Özellikle Batı Avrupa ve Atlantik dün-yasında kendine yer bulan doğal haklar doktrini, devlet aygıtının bireylerin hayatları üzerindeki doğrudan etkisini yasal düzenlemelerle önleme-ye çalışırken, serbest piyasa ekonomisi sayesinde ise dolaylı bağımlılıkları azaltmayı amaçlıyordu. Serbest piyasa dışında kalan refah devleti uygu-lamalarını ise hükümetlerden bağımsız bir şe-kilde sistematik hale getirmeye uğraşıyordu. Bu durum, uluslararası ilişkiler disiplini öğrencisi olan bizlerin devlet dışı aktörlerin dramatik bir şekilde artışına ve bu aktörlerin devletleri by-pass ederek etkileşim içine girdikleri bir dün-yayla tanışmasına da sebebiyet verdi. Devletten bağımsız firmaların, sivil toplum kuruluşlarının, medya organlarının ve bireylerin, devletleri ve onların ontolojik tutkularını anlamsız kıldığı bir dünya var ve insanlığın bir kısmı bu dünyada ya-şıyor.

Ne var ki, demokratikleşmenin farklı yorumlan-dığı ve farklı sonuçlar ürettiği, hatta ucube bir hal aldığı durumlara rastladığımız vakalarda yok değildir. Bu ucube duruma, serbest seçimlerin var olduğu ancak bireysel özgürlük sahaları ye-rine devlet aygıtının giderek güçlendiği ülkelerde rastlamaktayız. Bu durum ise demokrasi ile öz-gürlüğün yaşamak için birbirine ihtiyaç duyduğu argümanıyla pek de örtüşmüyor. Zira bu ülkeler demokratikleştikçe (serbest seçimler demokrasi-si) bireylerin özgürlük sahaları daralıyor ve Batı tecrübesinin aksine devletin toplum üzerindeki baskısı ve rolü gittikçe artıyor.

Page 60: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

58 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Fareed Zakaria, bu eğilime “illiberal demokrasi” ismini veriyor. Ona göre serbest seçimlerin bi-rey özgürlükleri açısından bir anlamı olabilmesi için devletin denetleme alanlarının daraltılma-sı ve devletten bağımsız bir şekilde hayatlarını sürdürebilen bireylerin var olabilmesi gerekiyor. Dolayısıyla, Zakaria’ya göre bir demokratik de-nemenin başlangıç noktası serbest seçimlerden daha öncelikli olarak mülkiyetin dokunulmazlığı ilkesi olmalıdır. Zira mülkiyetin dokunulmazlığı, devletin müdahale edemediği kara delikler oluş-turur ve bu kara delikler aslında özgürlük sahala-rıdır. Demokrasi kavramını sadece serbest ve adil seçimlerden ibaret sayan fakat bireylerin hayatta kalabilmek için devlete bağımlı olduğu ülkelerde ise bu kara delikler yoktur. Bunun yerine hakim-i mutlak devlet vardır ve seçimler devletin bu sıfa-tını değiştirmez aksine daha tehlikeli bir şekilde onu meşrulaştırır. Zira hakim-i mutlak devlet artık çoğunluğun desteğine sahip meşru bir yö-netim haline gelir. Zakaria’nın argümanı elbet-te özgürlükçü çevreler tarafından daha önce de dile getirilmiştir. Hayek ve Friedman, bireylerin ekonomik faaliyetlerini düzenlemek için devlete ihtiyaç duydukları durumlarda, düşüncelerini de kamulaştırdıklarını ve devlet politikalarına bir itiraz geliştirmelerinin mümkün olmadığını iddia etmişlerdi. Benzer bir şekilde, Zakaria’nın “illiberal demokrasi” diye adlandırdığı kavram, günümüz devletlerinin birey özgürlüklerini doğ-rudan yasal düzenlemelerle ihlal etme eğilimin-den vazgeçtiklerini, ekonomik dağıtım mekaniz-masının merkezinde yer aldığı için dolaylı bir şekilde bireyleri kendine bağımlı kıldığını ve on-ları hiyerarşik olarak bir nesne haline getirdiğini iddia etmektedir. Bunun olmamasını sağlayacak mucizevi kelime ise seçim değil mülkiyettir.

İlliberal demokrasi kavramının bize sunduğu kavramsal çerçeve Gezi Parkı protestolarını an-lama yolunda, telekinezi ile hükümeti devirmeye çalışanların, Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen karanlık güçlerin ya da Sırp gizli servisinin bir marifeti olduğu iddialarından daha bilimsel bir çerçeve sunabilir.

İlliberal demokrasinin ilk şartı, serbest seçim-lerin olması ve seçilmiş iktidarın bütün karar alma süreçlerinde tek karar mercii olmasıdır. 2013 Türkiye’sinde, sivil hükümetlerin genelkur-may ile yıllardır yaşadığı sorunlu ilişkinin sona erdiğini iddia etmek mümkündür. Her ne kadar kurumsal düzenlemelerden yoksun psikolojik bir galibiyeti andırsa da, AK Parti hükümetleri süresince askerlerin karar alma süreçlerindeki etkisi azaltılmış ve sivil hükümet nihai otorite olabilmiştir. Ancak bu de-militarizasyon süreci otomatik olarak sivilleşmeyi beraberinde getir-memiştir. Keza, hem siyasi partiler kanunu hem de karizmatik lider modeli üzerine inşa edilmiş AK Parti kültürü, parlamento üyelerinin bağım-sız hareket etmesini ve hükümeti sorgulamasını zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla, çoğunluğu elinde bulunduran AK Parti milletvekilleri katı bir li-der disiplini altında, herhangi bir sorgulama sü-recine girmeden ki buna parti içi disiplin denir, alınan kararları onaylamaktadırlar. Parlamen-terlerin karşı çıkışlarının maliyeti ise bir sonraki dönem aday gösterilmemek olabilir. Günün so-nunda yasama organı olan parlamento, yürütme erki olan hükümeti denetlemek ile yükümlü bir kurum görüntüsünü yitirmektedir ve hükümetin hükmetme alanını pekiştirmektedir.

2013 Türkiye’sinde, sivil hükümetlerin genelkurmay ile yıllardır yaşa-dığı sorunlu ilişkinin sona erdiğini iddia etmek mümkündür. Her ne kadar kurumsal düzenlemelerden yoksun psikolojik bir galibiyeti an-dırsa da, AK Parti hükümetleri süresince askerlerin karar alma süreç-lerindeki etkisi azaltılmış ve sivil hükümet nihai otorite olabilmiştir.

Page 61: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

59 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

İlliberal demokrasinin ikinci şartı ise seçimlerle iş başına gelmiş hükümetin eylemlerinin siste-matik bir anayasal denetim dışında olmasıdır. Türkiye’deki 1982 anayasasının sorunlu ve anti demokratik yapısı, yargı bürokrasisini sivil hü-kümetler için her zaman bir tehdit unsuru haline getirmiştir. Yeni ve daha özgürlükçü bir anayasa yapmak yerine AK Parti hükümetinin bulduğu çözüm ise yüksek yargı mensuplarının ağırlıklı olarak parlamento tarafından atanmasıdır. An-cak daha önce de belirtildiği gibi, mevcut yapı parlamentoyu yürütme organının emrine sun-duğu için bu uygulama, hükümetlerin kendileri-ni denetleyecek olan yüksek yargı üyelerini ken-dilerinin belirlediği bir tablo ortaya çıkartmıştır. 550 sandalyeli parlamentonun üyelerinden nere-deyse 320 tanesi kemikleşmiş bir şekilde ve blok halinde oy kullanmaktadır. Bu durum ise Anaya-sa Mahkemesi üyelerinin kendi kendisini atadığı bir sistemin ortadan kaldırılma amacına hiç de uygun değildir. Nihai tahlil de, bir veya birkaç kişi milletvekillerinin kim olacağını belirledi-ği gibi yüksek yargı üyelerinin de kim olacağını belirleme hakkına sahip olur. Bu noktada, bir li-beral demokrasinin Anayasa Mahkemesi üyele-rinin kim tarafından seçildiğine değil anayasanın temel hak ve hürriyetlere ne denli saygılı olduğu-na ve ne denli somut bir şekilde ele aldığına daha fazla odaklandığının da altını çizmeliyiz.

İlliberal demokrasilerde devlet ekonomik kay-nakların dağıtımı konusunda en nihai söz sahibi-dir. İlliberal demokrasilerde hükümetler kendile-rine meydan okuyan bağımsız işveren örgütlen-melerinden ve onların oluşturduğu kara delikler-den hoşlanmazlar. Gezi Parkı olayları sırasında, birkaç küçük bütçeli televizyon kanalı dışında, hiçbir televizyon kanalının binlerce insanın bu-lundukları şehirlerin meydanlarına inmesini ha-ber yapmaması devlet sermaye ilişkisi açısından bizlere bir fikir verebilir. Medya patronlarını, dünyanın her yerinde haber olabilecek bu tarz bir sivil ayaklanmayı haber yapmaktan alıkoymasını,

onların iş hayatlarını devam ettirmek için devlet-ten bağımsız bir şekilde hareket edememeleri ile açıklayabiliriz. Zira illiberal ama demokratik hü-kümetlerin, iş dünyasıyla teşvik veya cezaya da-yalı bir diyalog sistemi vardır. Mevcut iktidarın ikbaline katkı yapmak iş adamlarına yeni fırsat pencereleri açabilirken, Rusya ve Putin örneğin-de görüldüğü gibi, yönetimi eleştiren iş adamları ya vergi ya da yolsuzluk suçundan hapse gönderi-lirler. İktidarı denetleyen bir medyanın olmama-sı özgürlük ve demokrasi açısından da büyük bir sorundur. Zira seçmenlerin, iktidarın eylemleri hakkında sağlıklı bir bilgi almadan rasyonel bir tercih yapmalarını beklemek çok zordur. Dolayı-sıyla, hükümet sadece yasama ve yargının değil aynı zamanda sivil toplumun denetiminden de kurtulmuş olur ve herhangi bir denetimden ba-ğımsız bir şekilde iktidarını merkezileştirebilir. Bu durum ise özellikle azınlıkta olan bireylerin kendi özgürlük sahalarına yönelik tehdit algıla-malarını arttırır.

Yukarıdaki parametreler çerçevesinde, askeri ve-sayet ile giriştiği mücadeleden başarıyla çıkmış, yasama ve yargı erklerini kontrol etmeyi başar-mış, ekonomik aktörleri kendisine bağımlı kılmış ve sivil toplumun algılarını manipüle etmeyi ba-şarmış AK Parti hükümetinin “illiberal” bir ka-raktere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Zira özellikle son bir sene içinde insanların özel hayatlarını düzenleyebilecek yasal girişimlerde bulunması ve özellikle parti elitinin farklı yaşam tarzlarını aşağılayan söylemleri, hükümetin de-netimsiz bir merkezileşme sürecine girmesinin yaratabileceği sonuçlar konusunda önemli kuş-kular uyandırmıştır. Arap Baharı ülkelerinden farklı olarak, Türkiye daha ileri düzeyde bir de-mokrasi tartışmasının muhatabıdır. Bir tarafta vatandaş devlet ilişkilerine yönelik siyasal bir meşruluk tartışması varken, diğer tarafta birey ile otorite arasındaki varoluş mücadelesi sür-mektedir.

O

Page 62: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

60 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

“Durand Hattı”: Afganistan-Pakistan Arasında Yaşanan Kavganın Diğer Adı“Durand Line”: Alias of the Dispute Between Afghanistan-Pakistan

Fazıl Ahmed BURGET

AbstractThe allegations that Pakistan has a hand in everything that takes place in Afghanistan have frequently come to the fore in the recent period. Those allegations suggest that terrorist organizations such as Al Qaeda and Taliban have been supported by Pakistan. Consequently, this situation has negative impacts on the rela-tions of both countries. Focusing on the importance of cooperation between the two countries to maintain regional security, Turkey attempted to solve the problem through diplomatic means by hosting two summits in İstanbul and gathering the leaders of both countries; but a considerable outcome could not be obtained. Because the problem between Pakistan and Afghanistan is not only a Taliban problem. In fact, Taliban and regional terror problem is a result of the border problem between the two countries. Sharing a 2430 km long border with Pakistan, Afghanistan does not recognize it as the official border and claims territory from Pakistan. Hence, following the establishment of Pakistan on 14 August 1947, Afghanistan has been the only Muslim country which vetoed the UN membership of Pakistan. This is one of the most important fac-tors leading to a negative course of relations between the two countries. On the other hand, Afghanistan has been in pursuit of establishing a great “Pashtunistan” by merging the Pashtun tribes inhabiting the north of Pakistan with Afghanistan. This means a threat for Pakistan. Which is a threat for Pakistan. Hence, the relations between the two countries have developed within this framework. It seems inevitable that this is-sue, which is overshadowed by different problems today, would come to the fore again if security and stability were maintained in Afghanistan.

Keywords: Durand Line, Pashtunistan Issue, Afghanistan-Pakistan Border Problem, Pashtunistan, Karzai administration

Günümüzde “Durand Hattı” adıyla bilinen iki ülke sınırı Afganistan tarafından tanınmamaktadır. Afganistan söz konusu sınırın kaldırılarak tüm Peştunların birleşmesi ile bir Peştunistan kurma iddiasındadır.

Page 63: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

61 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

19. Yüzyılda Britanya, Hindistan yarımadasının tamamını kontrolünde tutmaktaydı. Bu dönemlerde diğer bir sömürgeci devlet olan Çarlık Rusya, Orta Asya hanlıklarını yıkarak bugünkü Afganistan ile kom-şu konumuna gelmişti. Böylece Afganistan iki imparatorluk ortasında büyük bir mücadele sahasına dönüşmüştü.

Giriş

Geçtiğimiz günlerde Afganistan başkenti Kabil başta olmak üzere birçok şehir merkezinde mey-dana gelen saldırıların ardından bu ülkenin gü-ney komşusu Pakistan bir kez daha “Taliban ör-gütüne destek verdiği” gerekçesi ile eleştirilerin odağına yer almıştır. Öte yandan Afganistan’daki sorunların çözüme kavuşturulması noktasında bu ülkenin bazı illerini Taliban örgütüne bıra-kılması önerisinin Pakistan devleti tarafından gündeme getirildiği iddiaları, Afganistan’daki bir takım siyasal çevrelerde ciddi rahatsızlıklara se-bep olmuş ve bir kez daha Pakistan’ın Afganistan içişlerine müdahale ettiği iddiaları gündeme gel-miştir.1

Özellikle Afganistan’daki bazı siyasal kliklerin Pakistan’a karşı suçlayıcı tavırları günümüzdeki olaylarla sınırlı değildir. İki ülke tarih boyunca yıldızları bir türlü barışmayan komşulardır. Sü-rekli olarak Afganistan’da yaşanan tüm sorunla-rın arkasında Pakistan’ın parmağı aranmaktadır. İki ülke arasındaki sorunları kimi ekonomik se-beplerle açıklamaya çalışırken, kimi ise Taliban hareketi veya Pakistan’daki medreselerden kay-naklanan bir takım radikal unsurların bölgedeki faaliyetleri ve bunu da Pakistan’daki bazı klikler tarafından desteklenmesine bağlamaya çalış-maktadırlar. Öte yandan iki ülke arasındaki so-runların geçmişine bakacak olursak, her iki ülke-nin de her zaman bir birine zıt kutupların yanın-da yer aldıklarını görmekteyiz.

Soğuk savaş yılları boyunca Afganistan Doğu Blo-ğuna yakın dururken, Pakistan ise Hindistan ile olan tarihi rekabeti gereği tercihini Batı ile müt-

tefiklikten yana kullanmıştır. Bu da Hindistan’ın müttefiki olan Afganistan ile daha çok karşı kar-şıya gelmesine sebep olmuştur. Özellikle Nisan 1978’de Afganistan’da gerçekleştirilen Komünist darbeden sonra bu ülkenin “Brejnev doktri-ni” ile Sosyalist ülkeler halkasına dâhil edilmesi Pakistan’ı daha çok Batıya yakınlaştırmış ve ade-ta Batının bölgedeki “stratejik müttefiki” haline getirmiştir.2 Bu nedenle Pakistan, Afganistan’da komünist rejimi ve ardından gerçekleşen Sovyet işgaline karşı direnen Mücahit grupları destekle-miş ve Batılı ülkeler başta olmak üzere bir takım antikomünist ülkelerin Afgan direnişçilerine sağladığı yardımları gruplar arasındaki paylaşı-mını üstlenmiştir. Buna karşı Afganistan devle-ti de Pakistan-Hindistan sorununda her zaman Hindistan’ın yanına yer almakla birlikte 1980’ler-de Ziyaülhak’a karşı, Zülfikar Ali Butto’nun oğlu Şehnevaz Butto’yu desteklemiştir. Uzun bir süre Kabil’de Pakistan rejim muhaliflerini örgütle-meye çalışan Şehnevaz Butto Afganistan devleti aracılığı ile eski Sovyetlerden de destek almıştır.3

Hiç kuşkusuz tüm bunlar iki ülke arasındaki sorunları körükleyen önemli faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat iki ülke arasında yaşanan sorunların başında Pakistan’ın kurulu-şundan önceki dönemlere dayanan sınır sorunu ve sınır sorununa bağlı olarak da Afganistan’ın Peştunistan iddiası bulunmaktadır. Günümüzde “Durand Hattı” adıyla bilinen iki ülke sınırı Afga-nistan tarafından tanınmamaktadır. Afganistan söz konusu sınırın kaldırılarak tüm Peştunların birleşmesi ile bir Peştunistan kurma iddiasın-dadır. Bu bakımdan iki ülkenin bir birine karşı mevcut tutumu bahsi geçen sorunların bir neti-cesi olarak da değerlendirilebilir. Bu çerçevede

Page 64: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

62 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ele alınan çalışmada, iki ülke arasındaki “Durand Hattı” sorunu bağlamında Afganistan’ın “Büyük Peştunistan” iddiaları irdelenirken, iki ülke ilişki-lerindeki yansımalarına da dikkat çekmeye çalı-şılacaktır.

Durand Hattı’nın Çizilmesi ve Afganistan’ın Tutumu

19. Yüzyılda dünyanın en büyük emperyalist dev-letlerinden biri olan Britanya, Hindistan yarıma-dasının da tamamını kontrolünde tutmaktaydı. Bu dönemlerde diğer bir sömürgeci devlet olan Çarlık Rusya, Orta Asya hanlıklarını yıkarak bu-günkü Afganistan ile komşu konumuna gelmişti. Böylece Afganistan iki imparatorluk ortasında büyük bir mücadele sahasına dönüşmüştü. Fa-kat her iki taraf da bu bölgede mutlak hâkimiyeti sağlayamamıştır. Dolayısı ile Afganistan iki taraf arasında tampon bir bölge olarak kabul edilmiş-tir.4 Ancak söz konusu bölgenin sınırları kesin çizgilerle belirlenmediği için bir takım mahal-li ayaklanmaların da önüne geçilememiştir. Bu nedenle Britanya devleti sürekli olarak kendisi-ne sorun yaratan bir takım Peştun kabilelerinin büyük bir bölümünü kendi sömürgesindeki Hin-distan sınırları içerisine dâhil eden Lahor (1838) ve Gandomak (1879) antlaşmalarını Afgan yö-netimine kabul ettirmiştir. Bu antlaşmalar ile Swat, Bajaur ve Chatral gibi bölgeler Hindistan’a bırakılmasına rağmen bölgedeki sorunların çö-zümü konusunda bir ilerleme kaydedilememiş-tir. Dolayısı ile İngiliz yönetimi tampon bir ülke olan Afganistan ile sömürge altındaki Hindistan sınırlarının kesin olarak belirlenmesi için dışiş-leri sekreteri General Mortimer Durand’ı bölge-ye göndermiştir. Ekim 1893’te Hindistan’a gelen General Durand, Afganistan Emiri Abdurrah-man Han’a birçok antlaşmanın yanı sıra bu ülke-nin güney sınırlarının belirlenmesi hususundaki antlaşmayı da kabul ettirmiştir. Nihayetinde 12 Kasım 1893’te bugünkü Afganistan’ın güney-doğusundan güneybatısına uzanan sınırları çi-zerek İngiliz sömürgesi altındaki Hindistan’dan ayırmıştır. Günümüzde her ne kadar Afganistan devleti tarafından resmen tanınmıyorsa da ulus-lararası camiada Pakistan ile Afganistan’ın resmi sınırı olarak kabul edilen bu sınırın çizilmesi ile Peştun kabileleri iki parçaya bölünmüştür. Böy-

lece Afgan yönetimi tarafından Afganistan’ın “doğal sınırları” içinde kabul edilen bölgelerin bir kısmı Kuzeybatı Sınır Eyaleti (the Northwest Frontier Province-NWFP) adıyla Hindistan’a bı-rakılmıştır.5

Bu arada 18. Yüzyılın ortalarında İran’daki Af-şar Türk İmparatoru Nadir Afşar’ın ölümünden sonra Ahmet Han Durani liderliğinde kurulan ilk Peştun devleti, uzun bir süre Hindistan’ın ku-zey ve kuzey batı bölgelerindeki Peştun kabile-lerinin yaşadığı bölgelere hâkimiyet kurmuştur. Hindistan yarımadasının İngilizler tarafından işgal edilmesinden sonra bölgenin kontrolü İngilizlere geçmiştir.6 Bu yüzden Afgan yöne-ticileri Afganistan’ın doğal sınırlarının Ahmet Han Durani dönemindeki sınırlar olduğunu id-dia etmektedirler. Durand Hattının çizilmesi ile Afganistan’ın parçalanarak bir bölümünün İn-giliz sömürgesindeki Hindistan’a bırakıldığı öne sürülmektedir.7

Adını İngiliz Dışişleri Sekreteri Mortimer Durand’dan alan bu sınır antlaşması 1905, 1919 ve 1922 yıllarında İngiliz ve Afgan yönetimleri tarafından üç kez yenilenmesine rağmen, za-man zaman Afgan yöneticileri tarafından bir so-run olarak gündeme getirilmiştir. Birinci dünya savaşının bitmesinin hemen ardından 1919’da Afganistan’ın bağımsızlığını İngilizlere kabul ettiren Amanullah Han, Afganistan’ın doğal sı-nırları olarak gördüğü Kuzeybatı Sınır Eyaleti (NWFP- The Northwest Frontier Province) böl-gelerine hak iddia etmeye başladıysa da olumlu bir sonuç elde edememiştir. Bu yüzden İngiliz-ler ile söz konusu sınır antlaşmasını yenilemek durumunda kalmıştır.8 12 Ekim 1929’da iktidarı ele geçiren Nadir Şah 18 Mayıs 1930’da İngiliz yönetimine gönderdiği bir notada, İngilizler ile yapılan tüm antlaşmalara bağlı kalınacağını ifade etmiştir. Fakat İngilizlerin Hindistan yarımada-sından çekilme kararı ve Pakistan’ın kuruluş dö-neminde Afgan yöneticileri bu konuyu daha cid-di bir şekilde gündeme taşımaya çalışmışlardır.

Durand Hattı Ekseninde Gelişen Peştunistan Sorunu ve Pakistan’ın Tutumu

3 Haziran 1947’de İngiliz yönetimi Hindistan’ı boşaltacağını açıklayınca, Afganistan Başbakanı

Mayıs 2013’te Pakistan güvenlik güçlerinin sınırı ihlal ettiği gerekçesi ile Pakistan-Afganistan sınırında çıkan çatışma sonucunda Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, Durand Hattı meselesini bir kez daha dile getirmiştir.

Page 65: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

63 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Şahmahmut Han 13 Haziran 1947’de İngiliz yö-netimine bir nota göndererek Durand Hattı sınır antlaşmasını tekrar gözden geçirilmesini ve Du-rand Hattının güneyinde kalıp Peştunların ağır-lıkta yaşadığı Kuzeybatı Sınır Eyaletini yeniden Afganistan’a bırakılmasını talep etmiştir. Fakat Afgan yönetiminin bu isteği İngilizler tarafın-dan kabul edilmeyince ikinci bir seçenek olarak Peştunlara da bağımsızlık hakkı veya en azından özerklik verilmesi istenmiştir. Ancak Afgan yö-netimi tarafından önerilen tüm seçenekler kesin olarak reddedilmiştir. İngilizlerin gönderdikleri cevapta, Durand Hattı gibi bir konuyu Britanya İmparatorluğunun gündeminde olmadığı ve bu sınırın uluslar arasında Afganistan’ın resmi sını-rı olarak kabul edildiği ve Afgan yönetiminin de buna saygı duyması gerektiği ifade edilmiştir.9

İngilizlerden umudu kesen Afgan yönetimi böl-gedeki Peştunları bağımsızlık için kışkırtmaya başlamıştır. Kuzeybatı Sınır Eyaleti (Durand Hat-tı güneyi) Peştunlarından olan Han Abdulgaffar Han tarafından kurulan Hudai Hidmetgaran örgütü Afganistan devleti tarafından desteklen-meye başlanmıştır. Afganistan’ın tüm bu çabaları sonucunda 21 Haziran 1947’de Han Abdulgaffar Han öncülüğünde bölgedeki tüm Peştun kabi-le reisleri toplanarak bağımsız bir Peştunistan kurma konusunu gündeme getirmişlerdir. Diğer taraftan Muhammed Ali Cinnah önderliğinde Hindistan’dan bağımsız bir Pakistan’ın kuruluşu daha ön plandaydı. Kendisini Peştun kavimle-rinin hamisi olarak gören Afganistan yönetimi ile Pakistan’ın kurucu liderleri arasında ciddi tartışmalar yaşanınca, İngilizlerin gözetiminde bir referandum yapılmıştır. Temmuz 1947’de

Mayıs 2013’te Pakistan güvenlik güçlerinin sınırı ihlal ettiği gerekçesi ile Pakistan-Afganistan sınırında çıkan çatışma sonucunda Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai, Durand Hattı meselesini bir kez daha dile getirmiştir.

Page 66: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

64 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

yapılan referandum sonucunda Afganistan’ın hak iddia ettiği bölgelerden yüzde 98’in üzerin-de Pakistan’ın lehine bir sonuç çıkmıştır. Böyle-ce Kuzeybatı Sınır Eyaleti Pakistan topraklarına bırakılmıştır. Ancak Afganistan kendi çabaların-dan vazgeçmemiştir.10

14 Ağustos 1947’de bağımsız bir devlet olarak kurulan Pakistan’ın BM üyeliği Eylül 1947’de Af-ganistan tarafından veto edilmiştir. Afganistan’ın veto gerekçesi ise kendisine ait toprakların Pakistan’a bırakıldığı iddiasıydı. Kendi komşulu-ğunda Müslüman bir devletin BM üyeliğini veto eden tek Müslüman devlet olarak gündeme ge-len Afganistan yoğun diplomatik baskılara ma-ruz kaldığı için 20 Ekim 1947’de vetosunu geri çekmek zorunda kalmış ve Pakistan’ı resmen ta-nımıştır. Bunun hemen ardından Pakistan lideri Muhammed Ali Cinnah Kuzeybatı Sınır Eyale-ti dışında kalan ve Afganistan ile Pakistan sınır bölgelerindeki Soba Serhad Peştunlarına özel bir statü tanıyarak yarı özerklik vermiştir. Her iki devletin de vatandaşı olmayıp Azad Kaba-il (özgür kabileler) adıyla bilinen bu Peştunlara Afganistan devleti özel bir kimlik dağıtarak Af-ganistan içerisinde serbest dolaşma ve iş yapma imkânı sağlamıştır. Bunu üzerine Aralık 1947’de Afganistan devleti Mareşal Şahveli’yi ilk elçi ola-rak Pakistan’a göndermiş ve aynı yıl Pakistan da Afganistan Elçiliğini açmıştır.11

Tüm bu gelişmelere rağmen Afganistan-Pakistan arasında Durand Hattı bir sorun olmaya devam etmiştir. Afganistan devleti Durand Hattının gü-neyindeki Peştunlardan Han Abdulgaffar Han’ı destekleyerek bağımsız bir Peştunistan kurma iddialarından vazgeçmemiştir. Ocak 1949’da Af-ganistan başkenti Kabil’de tüm Peştunlar topla-narak “Özgür Peştunistan” adıyla büyük çapta bir miting düzenlemişlerdir. Pakistan Peştunla-rının da katıldığı bu mitingde Afgan yöneticile-ri Pakistan’ı resmen işgalcilikle suçlamışlardır. Bunun üzerine Pakistan devleti, başta Han Ab-dulgaffar Han olmak üzere kendi vatandaşı olan Peştunlarndan birçoğunu hapse atmıştır ve Han Abdulgaffar Han liderliğindeki Hudai Hidmet-garan örgütünü de kapatmıştır. Ayrıca Pakistan devleti daha önce Soba Serhad Peştunlarına ta-nıdığı yarı özerklik statüsünü feshetmiştir. Diğer

taraftan aynı yılda Afganistan’a karşı ekonomik ambargo uygulamaya başlamıştır. Tüm bu geliş-melere karşı Eylül 1950’de Afganistan Parlamen-tosu, 1893’te imzalanan Durand Hattı antlaşma-sını tek taraflı olarak feshetmiştir.12

Her ne kadar uluslararası platformda Durand Hattı Pakistan ile Afganistan’ın resmi sınırı ola-rak kabul edilmekteyse de, Afganistan ise özel-likle 1950’den beri bu sınırı kabul etmemektedir. Afganistan, daha önce bahsettiğimiz gibi Du-rand Hattının güneyinde kalan Kuzeybatı Sınır Eyaleti ile özgür kabileler bölgesi olarak bilinen Soba Serhad bölgelerini kendi doğal sınırları içe-risinde olduğunu ve dolayısı ile Afganistan’a geri iadesini talep etmektedir. Buna karşı Pakistan bağımsız bir devlet olarak ortaya çıktığından iti-baren Durand Hattı ile ilgili tavrını net bir şekil-de ortaya koymuştur. Pakistan farklı dönemlerde Afganistan’ın çabalarına karşı yaptığı açıklama-larda, 1893’te çizilen Durand Hattının iki ülke arsındaki resmi sınır olduğunu ve uluslararası kamuoyunda da bunu bu şekilde tanındığını açı-lamıştır. Ayrıca Pakistan, 1947’deki referandum ile bölge insanının da kendi tercihini yaptığı yönündeki açıklamaları ile söz konusu sınırdan kesinlikle taviz verilmeyeceğini ortaya koymuş-tur.13

Diğer taraftan Soğuk savaş döneminde Durand Hattı doğu ile batı blokları arasında da bir ta-kım tartışmalara konu olmuştur. ABD ile İn-giltere başta olmak üzere antikomünist ülkeler Pakistan tezini savunurken, eski Sovyetler Bir-liği ve Hindistan gibi ülkeler ise Afganistan te-zini uluslararası platforma taşımaya çalışmış ve Pakistan’ın Kuzeybatı Sınır Eyaleti ile kabileler bölgesi olan Soba Serhad’ı Afganistan’a bırakıl-masından yana tavır koymuşlardır. Sovyetler Birliği Afganistan’ın bu iddiasını hayata geçire-bilseydi, Hint okyanusuna rahatlıkla ulaşabilirdi. Bu nedenle Soğuk savaş boyunca Sovyetler Birli-ği Pakistan politikasını bu çerçevede geliştirmiş-tir. 1979’da eski Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgal etmesinin arkasındaki hedeflerden biri de, Afganistan’ın Peştunistan iddiasını hayata geçi-rip bu ülke üzerinden Hint Okyanusuna ulaş-maktı. Ancak Afganistan’da başlayan direniş eski Sovyetler Birliğinin tüm hayallerinin suya düş-mesine sebep olmuştur.14

Page 67: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

65 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Nisan 1978’de Afganistan’da gerçekleştirilen ko-münist darbe, ardından eski Sovyetler Birliğinin Afganistan’ı işgal etmesi ile Afganistan’da baş-layan direniş ve direniş liderlerinin tamamının Pakistan’a sığınması sonucunda iki ülke arasın-daki rekabette Pakistan bir kaç adım öne geçmiş-tir. Afganistan’da Sovyet işgali ve komünist reji-minin yıkılması ile başlayan iç savaş Pakistan’ı Afganistan’a nüfuz etmesini sağlamakla birlikte Peştunistan iddiası ve Durand Hattı meselesini tamamen gölgeye itmiştir. Mücahit iktidarı dö-neminde kendi iç savaşı ile meşgul olan Afga-nistan, Taliban yönetimi dönemindeyse adeta Pakistan’ın bir parçası haline gelmişti. Bu neden-le Peştunistan veya Durand Hattı meselesi gün-deme getirilmemiştir. Ancak Taliban rejiminin yıkılması ile Pakistan-Afganistan ilişkilerinde “terörizm” odaklı bir takım sorunların yaşanma-sı ile beraber, eski sorunların da yeniden körük-lenmeye başladığı görülmektedir.

Afganistan’daki Mevcut Yönetimin Durand Hattına İlişkin Tutumu

Her ne kadar Peştunistan meselesi açık bir dev-let politikası olarak Karzai yönetiminin gün-deminde olmazsa da Durand Hattı konusunda Afganistan’ın tavrı açık ne nettir. Bu bağlamda 24 Aralık 2011’da Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai bir basın toplantısında komşular ile ilişki-leri değerlendirirken, Pakistan ile ilişkiler üzeri-ne Durand Hattı meselesi sorulmuştu. Karzai bu konuda tavrının net olduğunu ve Durand Hattını hiçbir zaman tanınmayacağını dile getirmişti.15

Bu arada uzun süre Karzai yönetiminde Durand Hattı konusunda genellikle bir sessizlik hâkimdi. Fakat son dönemlerde bu konunun daha sık gün-deme getirilmeye çalışılması dikkat çekmektedir. Bu çerçevede geçtiğimiz Mayıs 2013’te Pakistan güvenlik güçlerinin sınırı ihlal ettiği gerekçesi ile Pakistan-Afganistan sınırında çıkan çatışma so-nucunda Afganistan Devlet Başkanı Hamid Kar-zai, Durand Hattı meselesini bir kez daha dile getirmiştir. Karzai yaptığı açıklamada Durand Hattı nedeni ile Pakistan’ı her zaman Afganistan içişlerine karışmakla suçlarken, “Durand Hattını iki ülke arasında bir sınır olarak kesinlikle kabul

edilemeyeceğini” ifade etmişti. Karzai’nin bu açıklamalarına karşı Pakistan Dışişleri Bakan-lığı sözcüsü Ezaz Ahmad Chuadry Pakistan’ın gündeminde böyle bir sorunun mevcut olmadı-ğını ve bu meselenin 120 yıl önce çözüldüğünü bir kez daha vurgulamıştır.16 Hamid Karzai iki gün sonra yaptığı basın toplantısında Durand Hattının Afganistan tarafından tanınması için Pakistan’ın Afgan devletine sürekli baskı yap-tığını, bu nedenle de bölgedeki terör gruplarını desteklediğini vurgularken, “hiçbir Afgan devle-tinin bu sınırı kabul etmediğini ve bundan sonra da etmeyeceğinin” altını bir kez daha çizmiştir.17

Afganistan’daki mevcut yönetimin Durand Hat-tına ilişkin tavrı sadece Karzai’nin açıklamaları ile sınırlı değildir. Taliban rejiminin yıkılmasından sonra bir süre sessiz kalındıysa da, son dönem-lerde Afganistan’da farklı düzeydeki yöneticiler bu konuda kendi fikirlerini ve tavırlarını açıkça ortaya koymaya çalışmaktadırlar. Bu kapsam-da Afganistan Genelkurmay Başkanı Temmuz 2011’de katıldığı bir televizyon programında gü-venlik meselelerini değerlendirirken, konu Pa-kistan-Afganistan sınırındaki güvenlik meselele-rine gelince sınırı tanımlaması dikkat çekmiştir. Afganistan Genelkurmay Başkanı Afganistan’ın güney sınırlarını “Sind nehri ile Hint denizi kı-yılarına kadar uzanan bölge” (Pakistan’ın Kuzey-batı Sınır Eyaleti ile Peştun kabilelerinin ağırlıkta yaşadığı Soba Serhat bölgesi) olduğunu açıkça dile getirmişti.18

Öte yandan, 2012’de Hindistan’ın Afganistan’a tahsis ettiği beş yüz kişilik öğrenci bursuna Afganistan devletinin Pakistan sınırları için-deki Peştunlara 50 kişilik kontenjan ayırması Afganistan’ın belli çevrelerinde büyük bir tep-kiye neden olmuştu. Söz konusu bursu Pakistan Peştunlarına tahsis eden Afganistan Kabileler Bakanlığının sözcüsü Rana Nuristanî’nin konuya ilişkin yaptığı açıklama son derece dikkat çek-mektedir. Rana Nuristanî, söz konusu tepkilere karşı yaptığı basın toplantısında, “biz söz konusu bursu Pakistan vatandaşlarına vermedik, Durand Hattının diğer tarafındaki Peştun kardeşlerimize verdik, bizim için Peştun her yerde Peştundur, kaldı ki Durand Hattı bizim siyasi sınırımız de-ğildir” şeklinde bir açıklama yapmıştı.19

Page 68: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

66 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Konuya ilişkin tüm bu açıklamalar ve tavırla-ra bakıldığında Karzai yönetiminin de Durand Hattı meselesine yaklaşımı açık bir şekilde gö-rülmektedir. Diğer taraftan Afganistan’daki Ka-bileler Bakanlığının daha çok Durand Hattının güneyinde kalan Peştun kabilelerine yönelik fa-aliyetleri de gizli bir Peştunistan iddiasını güt-mekte olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu da hiç kuşkusuz Pakistan’ın tasvip etmediği bir siyasal davranış olarak görülmektedir. Dolayısı ile Afganistan’ın bu iddialı hedeflerine karşı Pa-kistan da ne pahasına olursa olsun kendi önlem-lerini almaya çalışmaktadır.

Sonuç

Pakistan devleti kuruluşundan itibaren Afga-nistan ile Durand Hattı ve Peştunistan meselesi üzerine sorun yaşamaktadır. Bu meselenin Afga-nistan tarafından daha güçlü bir şekilde ortaya konmasını engellemek için Pakistan bu ülkedeki bir takım istikrarsızlıkları genellikle dolaylı ola-rak körüklemeye çalışmaktadır. Bu amaçla sü-rekli olarak Afganistan’daki rejim muhaliflerini desteklemiştir. Sovyet işgali ve işgal sonrasındaki dönemlerde Afganistan’daki komünist rejimi-ne karşı direnen Mücahit örgütlere ev sahipliği yaparak büyük destekler verirken, 1992’de Mü-cahitler siyasal iktidarı ele geçirdiklerinde ise Mücahit hükümetine karşı savaşan Hikmetyar li-derliğindeki Hizb-i İslami örgütünü kollamıştır.20 Daha sonra Pakistan devleti 1994’ten itibaren; üç yıl öncesine kadar desteklediği Mücahitlere kar-şı ortaya çıkan Taliban hareketini desteklemeye başlamıştır.21

Taliban rejiminin yıkılmasından sonra da Pa-kistan-Afganistan ilişkilerinde ciddi sorunların yaşandığı görülmektedir. Bu sorunların sebeple-ri kimi araştırmacılar tarafından genellikle Tali-ban ve diğer bir takım terör gruplarını Pakistan devleti tarafından desteklenmesi ile açıklanmaya çalışılırken, bunda daha çok ekonomik sebepler aranmıştır. Şöyle ki, Afganistan bir tarım ülke-si olmasına karşın yaşanan istikrarsızlık nedeni

ile bu alana yeterli yatırım yapılamamaktadır. Afganistan halkı tüm ihtiyaçlarını Pakistan’dan sağlamaktadır. Bu nedenle Afganistan temel gıda maddeleri açısından tamamen Pakistan’a bağlı bir memleket haline gelmiştir. Öte yandan Pakis-tan, Afganistan üzerinde Orta Asya ülkelerine da gıda maddesi ihracatı yapmaktadır. Afganistan’da güvenlik ve istikrarın sağlanması durumunda te-mel gıda maddeleri bakımından Pakistan’a olan bağımlılığından kurtulmakla birlikte, Orta Asya ülkelerinin Pakistan’dan sağladıkları temel gıda madde ihtiyaçlarını Afganistan’dan sağlaması da mümkün olur. Bu açıdan Pakistan bölgede ken-disine yeni bir rakibin çıkmasını istememektedir. Bu tez olayın tek bir boyutunu açıklamak için önem arz edebilir, fakat iki ülke arsındaki soru-nun asıl sebebi hiç kuşkusuz Durand Hattı ve bu çerçevede Afganistan’ın iddia ettiği Peştunistan meselesidir.

Daha önce belirttiğimiz gibi, her ne kadar Du-rand Hattı uluslararası camiada Pakistan-Afganistan’ın resmi sınırı olarak kabul edilmek-teyse de Afganistan devleti bu sınırı kabul et-memektedir. Afganistan’da istikrarlı ve güçlü bir devletin kurulması halinde bu meseleyi bir sorun olarak gündeme getirmesi kaçınılmaz görülmek-tedir. Ayrıca Pakistan’ın kuruluş döneminde Af-ganistan tarafından ortaya atılıp günümüze ka-dar “taviz verilmez” bir iddia olarak gündemdeki yerini koruyan Peştunistan meselesi de Pakistan açısından ciddi bir tehdit olarak algılanmaktadır. Afganistan’da istikrarlı bir hükümetin kurulması durumunda bu konunun yeniden gündeme geti-rilmesi beklenmektedir. Bu yüzden Pakistan ne pahasına olursa olsun bu konuları yeniden gün-deme gelmesini engelleyecektir. Bu nedenle daha önceki dönemlerde olduğu gibi bundan sonraki süreçte de Pakistan-Afganistan ilişkilerinin daha çok bu eksende gelişeceği beklenebilir. Dolayısı ile Pakistan-Afganistan arasında yaşanan bu sı-nır sorunun çözülememesi durumunda bölgede kalıcı güvenlik ve istikrarın sağlanması da müm-kün değildir.

O

Page 69: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

67 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

1 Afganistan’ın bazı illerini Taliban’a bırakılmasının Pakistan tarafından gündeme getirildiği iddialarına ilişkin bkz: “Qismatha-ye Afghanistan-ra Ba Taliban Bedihid,” Afghan Paper, 4 Temmuz 2013, http://www.afghanpaper.com/nbody.php?id=54066 (Erişim Tarihi: 10 Temmuz 2013)

2 Mir Mohammad Sıddiq Farhang, Afganistan Dar Panc Qarn-e Akhir, Dorekhshis Yayınları, Meşhed 1992, C. 2, s. 941.

3 Mohammad Yusuf – Mark Adkin, Talak-i Khers: Şekast-e Rus, Ektişaf-e Tekandehenda va Haqaiq-i Nagofta, Nesar Ahmad Samad, (Far. Çev.), 2. Baskı, Afgan Yayınları, 1999,25.

4 M. M. S. Farhang, a. g. e. C. 1, s. 331.5 M. M. S. Farhang, a. g. e. C. 2, s. 664.6 Konuya ilişkin detaylı bilgi için bkz: Mir Gholam Muhammad Ghobar, Afghanistan Dar Masir-i Tarikh, Matbaa-yi

Davlati Yayınları, Kabil 1967, Cilt-1, s. 74, Y. Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, 3. Baskı, TTK Yayını, Ankara, 1987, Cilt-3, s. 101

7 Gholam Mohammad Mohammadi, Peştunistan-hahi: Âmel-i Tebâhi-ye Afghanistan, Afaq Yayınları, Kabil 2000, s. 27.

8 G. M. Mohammadi, a. g. e. s. 29,30.9 Mohammad Akram Andeeshmand, Ma va Pakistan, Paiman Yayınları, Kabil, 2007, s. 26.10 Konuya ilişkin detaylı bilgi için bkz: “History of Khyber Pakhtunkhwa” Wikipedia (elektronik ansiklopedi) http://

en.wikipedia.org/wiki/History_of_Khyber_Pakhtunkhwa (Erişim Tatihi: 15 Temmuz 2013)11 M. A. Andeeshmand, a. g. e. s. 21.12 M. A. Andeeshmand, a. g. e. s. 32.13 Konuya ilişkin detaylı bilgi için bkz: Qandeel Siddique, “Pakistn Future Policy Towards Afghanistan: A Look at

Strategic Depth, Militant Movements and The Role Of İndia and US” DIIS Report, 2011, Online erişim için: http://www.diis.dk/graphics/publications/reports2011/rp2011-08-pakistans-future-policy_web.pdf (Erişim Tarihi: 16 Temmuz 2013)

14 M. A. Andeeshmand, a. g. e. s. 2715 “Mavzi-i Reis Cumhur Karzai Dar Movred-e Hatt-e Durand” Afghan Paper, 25 Aralık 2011, http://www.afghanpa-

per.com/nbody.php?id=30760 (Erişim Tarihi: 12 Haziran 2013)16 “Karzai: Hatt-ı Marzi Durand-ra Heç vaqt be rasmiyat namişnasim” BBC Perisan News, 04 Mayıs 2013, http://

www.bbc.co.uk/persian/afghanistan/2013/05/130504_k02-karzai-pakistan.shtml (Erişim Tarihi: 12 Temmuz 2013).

17 Aziz Hakimi, “Karzai Talesm-i Durand-ra Şekast” BBC Persian News, 06 Mayıs 2013, http://www.bbc.co.uk/per-sian/afghanistan/2013/05/130506_ram_durand_hakimi.shtml

18 Bkz. Outlook Afghanistan, 28 Temmuz 2011, http://outlookafghanistan.net/topics.php?post_id=1375, (Erişim Tarihi: 11 Haziran 2013)

19 Konu ile ilgili bkz. Afghan Paper, 28 Nisan 2012, http://afghanpaper.com/nbody.php?id=34529, (Erişim Tarihi: 11 Haziran 2013

20 Zahir Tanin, Afganistan Dar Qarn-e Bistom, Kabil -2004, s. 360. 21 Piyer Alen,– Deter Cley, Kapkan-i Afgan, Hakikat-i Tecavuz-i Şurevi Ber Afganistan, (Far. Çev.) Abdurrahim Ahmed

Pervani, Kabil, 2004, s. 406.

DİPNOTLAR

Page 70: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

68 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı ve Türkiye-Irak İlişkileri (1973-2011)Kirkuk-Yumurtalik Oil Pipeline and the Turkey-Iraq Relations (1973-2011)

Aybüke İNAN

AbstractThis article focus on the relationship between Turkey and Iraq. Turkey has a major role in transporting the oil reserves of Iraq (second-largest in the world) from Mediterranenan to the West. For this purpose a treaty was signed between Turkey and Iraq to construct the Kirkuk-Ceyhan pipeline in 1973. As a conclusion of this treaty, Turkey transported Iraq’s oil to the West and made a great contribution to the geostrategic im-portance of Iraq, During the first Gulf War Turkey suffered economic damage accepting embargo decision of UN. Turkey closed up the pipeline and went without the income of oil for 5 years. When the embargo taken off in 1996, trading volume increased and oil transporting went on until Iraq war in 2003. With the inva-sion of Iraq by US, the pipeline has been closed again and it has been very hard to gain stability from that date. In 2007, with the Iraq oil law draft different ethnic groups became holder of right on pipeline and the country was brougt on chaos. Turkey was badly effected as a consequence and oil pipelines sabotaged when the pipeline agreement renewed in 2010. The problems occured in the north Iraq have become the problems of Turkey and it become unavoidable Pkk terror organisation sabotage the pipeline. In this study these events are discussed and importance of oil factor in the relationship between Turkey and Iraq is examined in detail.

Keywords: Turkey and Iraq, Kirkuk-Ceyhan pipeline, embargo, oil

27 Ağustos 1973 tarihinde inşası başlanan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı projesi 1977 yılında ilk akışını gerçekleştirdi.

Page 71: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

69 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Petrolün millileştirilmesiyle daha çok kalkınma yaşayan Irak, petrol si-yasetini geliştirerek bölgede etkinliğini arttırmayı amaçladı. Bu amaç-la elinde bulundurduğu petrol boru hatları yeterli gelmeyen Irak, daha güvenli ve istikrarlı yollar aramaya başladı. İşte tam bu noktada Türki-ye, Irak için önemli bir müttefik konumuna geldi.

Giriş

Petrol sözcüğü Latince kökenli olup Petro (Taş) ve Oleum (Yağ) sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur. Taşyağı anlamına gelen petrolün içerisinde hidrojen, karbon, nitrojen, oksijen ve kükürt vardır.1 Milattan önce petrolün kullanımı inşaat, gemicilikte yalıtım, mumyalama, aydın-lanma alanları iken petrolün kolay yanıcı özelli-ğinin farkına varılması ile silah olarak kullanımı-nı sağlanmıştır.

1871 yılında Musul petrollerinin Almanlar tara-fından keşfedilmesiyle birlikte, bölge üzerinde İngiltere ve Almanya’nın çıkar çatışması yaşan-mıştır.2 Irak sınırı 1. Dünya Savaşı öncesinde Irak’ta petrolün farkına varan İngilizler tarafın-dan çizilmiştir. Bu konuda “Çöl Kraliçesi” olarak adlandırılan Gertrude Bell, İngiliz Dışişleri Ba-kanlığı ve İngiliz İstihbaratı tarafından görevlen-dirilmiştir.3

19. yüzyılın başlarından itibaren sanayi kolların-da da kullanılmaya başlanan petrol, ticaret ürünü olarak yerini almıştır. 1900’lü yıllarında başına kadar petrol üretiminde başı çeken ABD, daha sonraki yıllarda petrol üretimi noktasında Çarlık Rusya ile rakip durumuna gelmiştir. Petrol ihraç eden bu ki ülkenin dışında, Ortadoğu ülkeleri de petrol bakımından oldukça zengin durumdaydı. 1. Dünya savaşında bu bölgede petrol için bir imtiyaz savaşı yaşandı. Özellikle Irak petrolle-ri üzerinde söz sahibi olmak isteyen İngilizlere karşılık, Fransa ve ABD gibi ülkeler tek taraflı bir imtiyazı çıkarlarına aykırı buluyorlardı.

Ortadoğu petrollerinin öneminin anlaşılması daha çok 2. Dünya savaşının bitiminden itiba-rendir. 1960 yılında OPEC’in kurulması ile bir-likte Ortadoğu ülkeleri kendilerini bölge dışı ül-kelere karşı korumaya çalışmışlardır. Bu tarihte küresel aktörlerin yanında Ortadoğu ülkeleri de petrolün önemini anlamış ve petrolün millileş-tirilmesi yolunda adımlar atmışlardır. Petrolün millileştirilmesiyle daha çok kalkınma yaşayan Irak, petrol siyasetini geliştirerek bölgede etkin-liğini arttırmayı amaçladı. Bu amaçla elinde bu-lundurduğu petrol boru hatları yeterli gelmeyen Irak, daha güvenli ve istikrarlı yollar aramaya başladı. İşte tam bu noktada Türkiye, Irak için önemli bir müttefik konumuna geldi. 27 Ağustos 1973 tarihinde inşası başlanan Kerkük-Yumurta-lık petrol boru hattı projesi 1977 yılında ilk akı-şını gerçekleştirdi. 1984 ve 1987 yıllarında kapa-sitesi büyütülen bu boru hattı, hem Türkiye hem de Irak için önemli bir gelir kaynağı haline geldi. I. Körfez savaşı sonrası ambargo uygulaması ile kapatılan bu boru hattı 1996 yılında tekrar açılsa da bu hatta tamamen istikrar sağlanamamıştır.

Ham petrol ilk kez 19. yüzyılda ABD tarafından piyasaya sürülmüştür. O dönemde petrol varil-lerde depolandığından varil ile ölçülmekte olup 1 varil 159 litre, 1 ton ise 7,33 varile denk gelmek-tedir.4 Dünyada 2004 yılı BP’nin verilerine göre 1189 milyar varil petrol bulunmaktadır. Gelecek verilerine göre petrole 41 yıllık bir ömür biçil-mektedir.5 Hükümetler, mevcut politikalarını değiştirmezlerse, 2030 yılına gelindiğinde petrol tüketimi %50 artacaktır.6

Bu çalışmada söz konusu boru hattının yapım aşamasına değinilerek, ekonomik verileri üze-

Page 72: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

70 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

rinde durulacak, aynı zamanda iki ülke ilişkile-rindeki etkisi ele alınacaktır. Bu noktada Irak’ta yaşanan gelişmeler dikkate alınacak ve bir sonu-ca varılacaktır.

Irak ve Kerkük Petrolleri

Irak’ın petrol yatakları Kuzey Irak, Orta Irak ve Güney Irak olmak üzere üç bölümde ele alınabi-lir. Kuzey Irak petrol yatakları diye adlandırılan bölge Musul ve Kerkük petrol yataklarını kap-samaktadır. Ülke rezervlerinin yaklaşık %80’inin Kerkük yataklarında olduğu belirtilmektedir.7 Orta Irak petrol yatakları, İran-Irak sınırında yer alırken burada bulunan petrol yatakları re-zerv bakımından pek zengin değildir. Güney Irak petrol yatakları ise Basra kentinin güneybatısın-da yer alırlar. Bu yatakların keşfi 1953-58 yılları arasında yapılmıştır. Bu bölgede 75 kadar kuyu işletilmektedir.

1995 yılında önemli petrol üreticisi ülkelerin re-zerv ve üretim miktarlarına baktığımızda Irak’ın 13,4 milyar tonluk rezervi ile dünya toplamın-da ikinci sırada olduğu görülmektedir.8 Suudi Arabistan’dan sonra en çok rezerve sahip olan Irak, 26,4 milyon tonluk üretimi ile dünya sıra-lamasında arkalarda kalmıştır. Bu durum Irak’ın petrol ihracı konusunda istikrarsızlığını gösterir.

İran ile yaşanan savaştan önce ham petrol ihraç eden ülkeler sıralamasında 1980 yılında beşinci sırada yer alan Irak, savaştan sonra 1995 yılın-daki sıralamada 28. sıraya gerilemiştir. Ancak boru hattı çeşitliliğini arttıran Irak, petrol ihra-catını dengelemeye çalışmıştır. Kuveyt savaşı ile kötüleşen petrol ihracatı, 1997 yılında BM’nin Petrol Karşılığı Gıda (oil for food), İlaç ve İnsani İhtiyaç Maddeleri Programının (MOU) yürür-lüğe girmesiyle ile birlikte kısmen iyileşme ya-şanmış, 1998 yılında günlük 2,11 milyon varile, 1999 yılında ise 2,52 milyon varile yükselmiştir.9 Amerikan Hükümetinin araştırmalarına göre 2009 yılında Irak’ın sahip olduğu bilinen petrol rezervleri ise 115 milyar varildir.10

Irak petrollerinin %25’i Kerkük havzasından çı-karılmaktadır.11 Irak petrol üretiminin %40’ı ise Kerkük bölgesinden çıkmaktadır. Kanıtlanmış

petrol rezervleri açısından dünya ikincisi olan, kanıtlanmamış petrol rezervleri de hesaba katıl-dığından dünya sıralamasında lider konumuna gelecek olan Irak için Kerkük’ün ayrı bir önemi vardır. Kerkük havzasından ilk çıkarılan petrol Baba Gurgur kuyusundan çıkarılmıştır. Bununla birlikte Kerkük havzasında Altınköprü, Bayha-san, Cemcemal, Çembur ve Palhane gibi başlıca işletme yatakları vardır.12

Irak’ta 2000 ve 2001 yıllarında ortalama günlük 2,5 milyon varilin yaklaşık 1 milyonunun sade-ce Kerkük’ten çıktığı düşünüldüğünde, Kerkük ilinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır.13 Bazı kay-naklarda Kuzey Irak Bölgesi14 olarak geçen ba-zılarında ise Irak’ın Kuzeyi15 olarak adlandırılan bölgeyi ikiye ayırdığımızda bu bölgenin kuzey tarafında çıkan petrol, Irak petrollerinin %1’ini karşılarken, bölgenin güneyinde kalan Kerkük’te ise Irak petrollerinin % 11’i çıkmaktadır. Ayrıca Kerkük petrolünün maliyeti varil başına 1,5 do-lar iken diğer üretim alanlarında bu maliyet 15 dolara kadar çıkabilmektedir.16 Bugün petrolün varil başına satışı ise ortalama 60-65 dolar civa-rında olduğu düşünülürse söz konusu kâr olduk-ça yüksek düzeydedir.17

Ülkenin güneyinde bulunan Basra terminali tam kapasiteyle çalışırken, Kerkük bölgesindeki istik-rarsızlıktan dolayı ihracat tam kapasiteyle yapı-lamamaktadır. Tam kapasitenin kullanımı duru-munda Kerkük’ten yapılacak olan ihracat günlük yaklaşık 1,6 milyar varil civarında olacaktır. An-cak 2003 Irak savaşı öncesi bu kapasite 900 bin varil civarındadır.18

Kerkük petrollerinin uluslararası ihracatının sağ-lanabilmesi için 1935 yılında yapımı tamamlanıp faaliyete geçen Kerkük-Hayfa petrol boru hattı, 1948 yılında İsrail devletinin kurulması ile bir-likte kapatılmıştır.19 ABD’nin Irak’a düzenlediği 2003 savaşından sonra bu boru hattının tamiratı gündeme gelmiş ve Türkiye de dâhil İsrail, ABD şirketleri bu inşada rol almışlardır. Bu boru hat-larının tamirinin tamamlanması halinde İsrail’in Hayfa limanına günde 5 milyon varil petrol ta-şınması mümkün hale gelecektir.20 Bu hattın açıl-masıyla birlikte İsrail’in Hayfa limanı Akdeniz’e olan ticarette önemli bir konuma gelecek, Türki-

Page 73: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

71 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ye ile Irak arasındaki Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattının önemi azalacaktır.

Kerkük petrollerinin ihracında yararlanılan di-ğer bir boru hattı ise 1950’lerin başında yapımı tamamlanan Irak ile Suriye arasındaki Kerkük-Banyas petrol boru hattıdır. İran-Irak savaşı (1980-1988) sırasında kapanan bu boru hattı 2001 yılında tekrar faaliyete geçse de ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali ile tekrar durdurulmuştur. Açık olduğu dönemde bu hattın günlük kapasi-tesi 150-200 bin varil idi. Çalışması halinde gün-lük kapasitesinin 300 bin varil olacağı söylenen bu hattın tekrar açılması için 2007 yılında Irak ve Suriye Hükümetleri anlaşmaya varmıştır. Ancak halen daha bu hattın açılmadığı görülmektedir.21 Musul-Kerkük-Sayda boru hattı ise Kerkük-Ban-yas boru hattı gibi aynı amaçlarla açılmış ancak savaş sırasında bu boru hattı da kapatılmıştır. İsrail devletinin kurulması Kerkük petrolünün ihracını sekteye uğratmış yeni boru hatları aran-maya başlamıştır.

Öte yandan Kerkük Havzasından çıkan petrol dünyanın en kaliteli ve maliyeti en ucuz petrolü olarak nitelendiriliyor. Saddam döneminde böl-geden çıkarılan petrolün bugünkü fiyatlarla olan karşılığının 50 milyar dolar olduğu ve bu gelirin kazanılması halinde Irak’ta kişi başına düşen ge-lirin 10 bin dolar olacağının da altı çiziliyor.22

Kerkük-Yumurtalık Ham Petrol Boru Hattı

Kerkük petrollerinin ihracını sağlayacak olacak olan mevcut boru hatları, petrol verimliliğinin artması ile yeterli görülmemiştir. İşletilen kuyu sayısının artması yıllık ham petrol üretimini de arttırıyor, bu da boru hatlarının kapasitesinin üs-tüne çıkıyordu. Öyle ki 1970’de 30 olan kuyu sa-yısı 1980’e gelindiğinde 45’e yükselmişti. Ayrıca her kuyunun veriminin yüksek olması üretimin fazla olmasını da sağlıyordu. Kuyu başına verim yılda 600 bin tonu aşmaktaydı. Boru hattının Türkiye’deki güzergâhı ise Cizre, Mardin, Bozo-va, Osmaniye ve Dörtyol’dur.23 Kerkük petrolle-rinin yaklaşık 50 milyon tonu Kerkük-İskende-run hattından Akdeniz’e ulaşmaktadır ve bu hat Irak için Batıya ulaşmanın en önemli yoludur.

Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte Irak’ın kuze-yinde petrol verimliliği artmış ve Irak hüküme-ti petrolün Akdeniz’e taşınması için yeni yollar aramaya başlamıştır. Güvenlik endişesi de taşı-yan Irak, 1970’lerin başında en iyi müttefik ola-rak Türkiye’yi görmüş ve Türkiye ile arasında petrol botu hatlarının yapımı için görüşmelere başlamıştır.

27 Ağustos 1973 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti ile Irak Cumhuriyeti hükümetleri arasında Ham Petrol Boru Hattı Anlaşması imzalanmış ve bu anlaşma gereğince Irak’ın Kerkük ve diğer üre-tim tesislerinden elde edilecek petrolün Ceyhan (Yumurtalık) Deniz Terminali’ne ulaştırılma-sı amacıyla Kerkük-Yumurtalık boru hattı inşa edilmeye başlanmıştır.24 1976 yılında işletmeye açılan bu boru hattına ilk tanker yüklemesi 25 Mayıs 1977 tarihinde gerçekleşmiştir.

27 Ağustos 1973’te imzalanan Ham Petrol Boru Anlaşması, Irak’tan Türkiye’ye 20 yıl süresince ham petrol akışının sağlanması için boru hatla-rının döşenmesini öngörüyordu. Bu sürenin fes edilmemesi halinde de süre 5 yıl daha uzatılabile-cekti. Bu anlaşmaya göre boru hattının güzergâhı Kerkük ile Dörtyol arasında olup, Türkiye’de Ciz-re, Mardin, Bozova ve Osmaniye’den geçecektir. Boru hattının uzunluğu 1125 kilometre olup 625 kilometresi Türkiye sınırları dâhilinde olacağı da karara bağlanmıştır.

Bu boru hattının yapımının 400 milyon doları bulmuştur. Bunun 300 milyon dolarının Türkiye tarafındaki inşası için harcanılmıştır. Türkiye’nin kazancının ilk 2 yılda 75 milyon dolar, daha son-ra 105 milyon dolar olacağı ve harcanan paranın 6 sene içerisinde fazlasıyla geri alınacağı da bek-lentiler arasındaydı.25

27 Ağustos 1973 tarihinde Ankara’da imzalanan Türkiye-Irak Ham Petrol Boru Anlaşmasının dikkat çeken maddeleri ise şunlardır:

• HerikitarafdahampetrolünboruhatlarıylaIrak ve Türkiye topraklarından nakledilmesi ve bu petrollerin Akdeniz’de bir terminalden yüklenmesi için projenin kendi topraklarında

Page 74: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

72 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

kalan kısımlarının montajı, inşaatı, işletmesi ve bakımı ile birlikte diğer tüm ihtiyaçların karşılanmasını garanti eder.

• Irak petrollerinin Türkiye topraklarındannakliyesi ve FOB tankerlerine yüklenmesi, varil başına 0,35 Amerikan Doları olarak be-lirlenmiştir. Taşıma ve yükleme ücreti Irak ta-rafından Türk tarafına ödenecektir.

• 1977-1979 yılları arasında 10 milyon ton,1980-1982 yılları arasında 12 milyon ton, 1983 ve daha sonrası için ise 14 milyon ton petrolü, Irak tarafı satmak Türkiye ise satın almak zorundadır.26

Petrol boru hattı çalışmaya başladığı zaman Tür-kiye iç tüketim için bir kısmını satın alacak geri kalanını Türkiye için ihraç edecektir. Boru hat-tı üzerinde bulunacak olan 5 istasyonun 3’ünün Türkiye tarafında yer alacağı da anlaşma metni içerisinde geçmiştir.27

Biri 1974’te bir diğeri de 1987’de açılan iki paralel petrol boru hattının yıllık toplam 80 milyon ton petrol taşıma kapasitesi bulunmaktadır. Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı’nın, Yumurtalık kısmında 1.200.000 tonluk 12 tanker ve yükleme işlemleri için 2 km uzunluğunda bir iskele bulunmakta-dır. Bu iskeleye aynı anda ikisi 150’şer bin dwt, ikisi 300’er bin dwt olmak üzere toplam 900.000 dwt.’lik 4 tanker yükleme yapabilmektedir.28

Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı yıllık 35 milyon ton kapasiteyle 1976 yılında işletmeye açılmış-tır. Bu tarihte Irak ile Türkiye arasında sadece bir kol mevcuttur. İlk tanker yüklemesi 27 Mayıs 1977’de gerçekleşmiştir. Bu hattın 1984 yılında kapasitesi yükseltilmiş, 46,5 milyon ton petrol nakli mümkün hale gelmiştir. Bu hattın kalınlığı 40 inçtir.

27 Ağustos 1973 tarihli Ham Petrol Boru An-laşması yıllar içinde ek anlaşmalarla değişikliğe uğramıştır. Birinci kolun açılışından sonra ikinci kolun açılışına kadar 16 Mayıs 1976, 26 Aralık 1980, 12 Ağustos 1981, 30 Temmuz 1985 tarihli protokol, toplantı tutanakları ve ek anlaşmalarla anlaşmanın süresi uzatılmıştır.29

Birinci hatta paralel olarak 30 Temmuz 1985 ta-rihinde ikinci bir boru hattı için anlaşmaya varıl-mış, 1987 yılında ikinci kol işletmeye açılmıştır. Bu boru ile birlikte yıllık taşıma kapasitesi 70,9 milyon tona ulaşmıştır. Bu hattın kalınlığı 46 inç olup ilk koldan daha fazla kapasitesi vardır.

İkinci kol açıldıktan sonra 8 Mart 1996, 2 Ağus-tos 2007 tarihlerinde düzenlenen toplantılarda imzalanan tutanaklar, protokol ve anlaşmalar boru hattının süresini 2010 yılına kadar uzatmış-tır.30

Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattının Türk-Irak İlişkileri Açısından Önemi

1972’de Irak petrollerinin millileştirilmesi ile başlayan süreçte Irak, kendi petrolünü pazarla-ma hakkını elde ediyordu. Irak, petrol sayesinde ülke yapılandırılmasını hızlandırmış, devlet büt-çesinde önemli artışlar yaşanmıştır.

Toprak reformu çalışmaları hızlanmış, petrolün millileştirilmesiyle elde edilen petrol gelirleri toprak reformu için kullanılmıştır.

Irak petrollerinin Akdeniz’e ulaşması konusun-da Türkiye ile 1973 yılında anlaşmaya varan Irak için asıl önemli nokta istikrarın korunması ol-muştur. Özellikle Suriye ile yaşadığı su sorunları neticesinde Suriye ile aralarındaki boru hattını dahi kapatan Irak, Suriye ile tekrar bir anlaşma yapmaya yanaşmamaktadır.

Boru hattının inşası öncesinde Türkiye kendi ham petrol ihtiyacının karşılanması için adımlar atmış, 1973 yılında bir anlaşma ile Irak’tan 2 mil-yon ton ile başlayarak her yıl artacak şekilde bir petrol ihracatı anlaşmasına varmıştır. Bu anlaş-manın geçerlilik süresi 3 yıl olarak kararlaştırıl-mış ve varil başına miktarın 2,65 dolardan az ola-cağı da karara varılmıştır. Irak petrollerinin 1972 yılında millileşmesi ile birlikte Irak’ın petrol itha-latında yabancı ülkeler aradan çekilmiş ve bu şe-kilde fiyat, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler)’in belirlediği miktarında altında olmuştur.31

Öte yandan Irak petrollerinin 1972 yılında Cum-hurbaşkanı General Hasan el Bekr tarafından

Page 75: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

73 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

devletleştirildiği ilan edildikten sonra Irak pet-rolü üzerinde o zamana kadar söz sahibi olan ülkeler tarafından Irak petrolünün ihracatı ön-lenmeye çalışılmıştır.32 Türkiye’ye de bu sürecin başlarında baskı kuran yabancı petrol şirketleri, Türkiye’yi bu ekonomik kazançtan alıkoymanın doğru olmayacağını anlamışlardır. Ancak Irak’ın başından geçen Kuveyt ve İran savaşlarında da en büyük etkinin bu millileştirme politikası ol-duğu da bilinen bir gerçektir.

Irak ile Türkiye arasındaki petrol ticareti, Irak’ta bulunan Türkmenlerin durumunu da etkilemek-tedir. Irak hükümeti yıl içinde petrol akışında sorun yarattığında Türkiye tepki göstermekte ve buna karşılık Iraklılar Türkmenlere baskı uygu-lamaktadırlar. 1978 yılında petrol akışında bir aksama olunca Türkiye, İran ile petrol ticareti konusunda temasa geçtiklerini açıkladı. Bu te-mas mal ticareti karşılığında petrol alımını içe-riyordu. Ancak buna tepki olarak Irak hüküme-

ti Kerkük’teki Türk Kültür Evi’ni kapatmıştır.33 Petrol unsuru Irak’taki Türkmenlerin durumunu doğrudan etkiler hale gelmiştir. Türkiye ile petrol taşımacılığı hususunda sorun yaşayan Saddam Hüseyin her fırsatta Türkmenler üzerindeki bas-kısını arttırmıştır.

Körfez Savaşı ve Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı

Türkiye I. Körfez savaşı sırasında “Yurtta Sulh Ci-handa Sulh” anlayışıyla hareket etmeye çalışmış, uluslararası hukuk kurallarına uyma yükümlülü-ğü hissetmiştir. 6 Ağustos 1991’de Irak’a karşı ilk ambargo kararını çıkaran Birleşmiş Milletlerin bu kararına 7 Ağustos’ta ikinci ülke olarak Tür-kiye uyduğunu açıklamıştır.

Bu kararlara uygun olarak Türkiye, Erhaç ve İn-cirlik hava üslerini koalisyon kuvvetlerine açmış, Çekiç Güç’e onay vermiştir. Bu durum iktidar ve

Kerkük havzasından ilk çıkarılan petrol Baba Gurgur kuyusundan çıkarılmıştır. Bununla birlikte Kerkük havzasında Altınköprü, Bayhasan, Cemcemal, Çembur ve Palhane gibi başlıca işletme yatakları vardır.

Page 76: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

74 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

muhalefet partileri arasındaki gerilimi arttırmış, siyasi partiler çekişme içine girmiştir.

Körfez savaşı sırasında Irak’ın ekonomik durumu kötüydü. Bağdat yönetimi dış borç bulamama-nın sıkıntısını yaşarken, Arap devletlerinin geri ödeme talepleri ile uğraşıyordu. Irak’ın 2 Ağus-tos 1990 günü Kuveyt’i işgal etmesi, ABD’nin 17 Ocak 1991’de hava operasyonu ve 24 Şubatta da kara operasyonu yürütmesine yol açmış olup 28 Şubatta ateşkes anlaşması imzalanmıştır. Irak BM yetkilisi M. Ahtisaari’ye göre Irak bu savaş sonrasında sanayi öncesi toplum seviyesine düş-müştür.34

Körfez savaşının bitmesi için küresel güçler Irak’a baskı uygularken aynı zamanda Türkiye üzerinde de baskı uygulanmış, Türkiye boru hattını kapat-mazsa uluslararası arenada güvenilirliğinin kal-mayacağını dile getirmişlerdir. Bu durum karşı-sında Saddam hükümeti Türkiye’yi tehdit eder şekilde konuşmuş, Türkiye’nin Irak’ın petrolüne ihtiyacı olduğu üzerinde durmuştur.35

Batı, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın Irak ile ara-larındaki petrol boru hatlarını kapatmasının ya-nında aynı zamanda suyu da kesmesini istemiş ve bunu bir tehdit unsuru olarak kullanmasını önermiştir. Ancak Türkiye hiçbir zaman suyu tehdit unsuru olarak kullanmamıştır.36 Irak’ta bu tehditler karşısında boş durmayarak Türkiye sı-nırındaki asker sayısını arttırmıştır.

1973 yılındaki petrol şokundan sonra ikinci pet-rol şoku, Irak’ın 1990’da Kuveyt’i işgali ile başla-mıştır. Bu kriz Irak’ın petrol ile ilintili ilk krizidir. Bu krizle birlikte petrol fiyatları iki katına çıkar-ken, Batının büyüme hızı kesilmiştir. ABD’nin Irak üzerine düzenlediği operasyonlarda bu petrol istikrarsızlığı önemli olmuş ve 2003 Irak savaşının da temellerini oluşturmuştur. Petrol fiyatları ancak 1998 yılında normal seviyelerine düşmüştür.

Irak’ın Kuveyt’i işgalinden sonra toplanan Milli Güvenlik Kurulu’nda, Meclise sunulacak tavsi-yeler arasında Irak ile ilişkilerin kesilmeyeceği, boru hattının kapatılmayacağı ve İncirlik üssü-nün kullandırılmayacağı gibi beyanlar yer alma-

sına rağmen,37 7 Ağustos’ta bunların tersine bir karar alınmıştır.

Birleşmiş Milletler ambargo kararlarını açıkla-madan önce başta ABD ve İngiltere olmak üzere pek çok ülkede Türkiye’nin Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının kapatılması görüşü otaya atılmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Eski Dı-şişleri Bakanı Henry Kissinger, BBC’ye yaptığı açıklamada Irak’ın durdurulmasının en önemli yolunun Türkiye’nin ve Suudi Arabistan’ın boru hatlarını kapatmasından geçtiğini dile getir-miştir.38 Kissinger’a sorulan bir soruda ise Ker-kük-Yumurtalık petrol boru hattından taşınan petrolün yüzde 60’ını Türkiye’nin satın aldığını ve boru hattını kapatması durumunda neler ya-şanabileceği soruldu. Kissinger bu soruya cevap verirken başka alternatifler olduğunu söylemiş ancak söylediği alternatiflerin hiçbir şekilde tek-nik bir altyapısının bulunmadığını göz ardı et-miştir.39

Uluslararası arenada Avrupa topluluğu ve Ame-rika Birleşik Devletleri ambargo kararları konu-sunda ortak bir noktada buluşmaya çalışırken, Türkiye üzerinde kurulan baskı Türkiye’yi ağır kayıplara itmiştir. AT ülkeleri ambargo kararı konusunda görüş birliğine varır iken abluka ko-nusunda ABD ve İngiltere ile aynı görüşü savun-mamaktadırlar.

BM Güvenlik Konseyi Kararları ve Türkiye

2 Ağustos 1990’da Kuveyt’i işgal eden Irak için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 6 Ağustos 1990 tarihli 661 sayılı ambargo kararına Türkiye destek vereceğini açıklamış, 7 Ağustos’ta Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı kapatılma kararı gündeme gelmiştir. Irak ve Kuveyt’e ilaç ve gıda maddesi dışında her türlü malın ithalatı ve ihracatı durdurulurken, Irak’ın ve Kuveyt’in Türkiye’de bulunan tüm mal varlıklarının don-durulduğu da duyuruldu. BM’nin kurucu üye-si olduğu belirtilen Türkiye’nin, alınan karara uyması da beklenen bir durumdu. 1989 yılında Irak’tan yaklaşık 10 milyon ton petrol alınırken, 1990 yılında ambargoya kadar 5,5 milyon ton petrol alınmıştır. Anlaşmada geçerli olan rakam ise 6,7 milyon ton petroldür. Ancak alınan mik-

Page 77: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

75 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

tarın Türkiye’nin petrol ithalatında sıkıntıya yol açmayacağı söylenirken bu durumun Türkiye’ye 500 milyon dolarlık bir yük getireceği de bilin-mekteydi.40

Ambargo kararında petrol boru hattının kapatıl-ması ise bir şarta bağlanmıştır. Irak petrollerinin Suudi Arabistan ve Türkiye aracılığıyla dünya pa-zarına aktarıldığı düşünüldüğünde, Türkiye’nin tek taraflı olarak boru hattını kapatmasının sa-dece Türkiye’nin zararına olduğu ve bu durumun Irak’ı yıpratmayacağı dile getirilmiştir. Suudi Arabistan’ın Irak petrol tankerlerinin geçişine izin verilmemesiyle birlikte Türkiye ambargo kararına harfiyen uymuştur. Bugüne dek ambar-go uygulanan bir ülke olan Türkiye, ilk defa bir devlete ambargo uygulamakta olup bu konuda iki kurum görevlendirmiştir. Dışişleri Bakanlığı ve Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı ambargo uygulamalarını yönetmekle birlikte, Irak ile gıda, ilaç ve tıbbi malzeme dışında hiçbir şekilde itha-lat ve ihracat yapılmadığı da karara bağlandı.41

Bütün bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’nin Batılı ülkelerden beklentileri o dönemdeki ya-şananları açıklığa kavuşturmaktadır. Avrupa Topluluğu’na girmek isteyen bir Türkiye’nin en büyük destekçisi ABD’dir. ABD’nin kararlarına uygun hareket etmesi onun AT’de önünü aça-bilir. O dönemde yaşanan bir diğer gelişme de Kıbrıs Rum kesiminin tam üyelik başvurusunun askıya alınması ihtimaliydi. Batıyla ortak hareket eden bir Türkiye’nin lehine karar verilmesi dü-şüncesi ile hareket edilmiştir. Ayrıca Türkiye’nin iç siyasal gelişmeleri de Irak’a ambargo kararını etkilemiştir. Kürt sorununda Batının desteğini almayı hedefleyen Türkiye, Irak’a ambargo ko-nusunda kararlı davranmıştır. Bir diğer sorun da Amerika’nın Ermeni meselesindeki tutumu-dur. Ermeni meselesinde taraflı davranıldığını düşünen Türk tarafı Amerika’nın bu tutumunu değiştirmesini istemiştir. Bu amaçlarla ABD ile iyi ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır. Türkiye’nin beklediği bir diğer unsur da dış kredilerdir. Boru hattının kapatılmasıyla birlikte ekonomik olarak sorunlar yaşayacaklarını belirten Türk tarafı dış kredilerin önünün açılmasını istemiştir. Ayrıca olası bir Sovyet tehdidine karşılık Amerika’nın askeri yardımlarda bulunmasını isteyen Türkiye,

NATO’daki önemini de arttırmayı hedeflemiş-tir.42 Bu gibi amaçlarla BM’nin ambargo kararı-nı uygulamaktan çekinmeyen Türkiye, komşusu Irak’ı ikna yoluna girmemiş, ekonomik ilişkileri-ni kesmiştir.

Saddam Hüseyin ise Türkiye ile Suudi Arabistan’ın uyguladığı ambargo kararı ve Batı-nın birlikte hareket etmesi neticesinde komşusu İran ve Suriye ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmış ve Kuveyt’i ilhak ettiğini ilan etmekten geri adım atmamıştır. Amerika Birleşik Devletleri ile İn-giltere ambargo kararının yanında abluka uygu-lamasının da olması gerektiğine inanmış ancak diğer Avrupa ülkeleri abluka kararını hoş karşıla-mamışlardır. Başta Fransa olmak üzere Almanya, İtalya, Hollanda gibi ülkeler abluka ve müdahale-ye karşı olduklarını belirtmişlerdir.43

Körfez Krizi sonrasında BM’nin uyguladığı am-bargolar ile Irak ve Türkiye arasındaki ticari ilişkiler durma noktasına gelmiştir. 1995 yılında ambargoların kısmen kalkması ile ticari ilişkiler başlamış ve Türkiye Irak’ın dış ticaretinde büyük pay almaya çalışmıştır. Eylül 1996’da Irak’a BM Güvenlik Konseyi kararınca “oil for food” uygu-laması başlatılması planlanıyordu. Bu uygulama 20 Mayıs 1996’da BM Güvenlik Konseyi’nde alı-nan 986 nolu karara göre yapılacaktı. Yine bu karara göre Irak, Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı ve diğer yollardan petrol ihraç edecekti. Bu 6 ay içinde 2 milyar dolar petrol geliri demekti. Yapılacak olan ihracat BM görevlilerinin gözeti-minde gerçekleşecekti ve ihracattan elde edilen gelir BM’nin belirlediği New York’taki bir banka-da toplanacaktı. Daha sonra Irak, temel ihtiyaç maddelerinin temini için firmalarla görüşecek ve yapılan anlaşmalar BM tarafından incelene-cekti. İhracatçı firmalar, paralarını BM’nin gö-zetiminde söz konusu bankalardan alacaktı. Irak elde edeceği gelirin yalnızca yarısını temel ihti-yaç maddelerine harcarken, yüzde 15’ini Kuzey Irak’taki halkın ihtiyaçlarının giderilmesine har-cayacak, yüzde 35’ini de savaş tazminatı olarak ödeyecekti.44

Yabancı ülkelerden gelecek gıda yardımları için BM Dünya Gıda Programı (WFP) orada görev

Page 78: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

76 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

yapacaktı. Kuzey Irak’taki vatandaşlara gelen yardımları BM görevlileri dağıtacak ve denetim-den sorumlu olacaklardı. Ancak KDP ve KYP liderleri bu görevi kendileri yapmak istiyorlardı. Buradaki amaç gelen yardımları provoke etmek-ti. Bu amaçla, yardım için gelenlere karşı olay çıkardılar.45 Türkiye ise Irak’a yaptığı gıda yar-dımlarını WFP üzerinden yapmak istememiş, Kızılay’ın yaptığı yardımlar BM raporlarında yer almamıştır. Kızılay Kuzey Irak’a ilk defa 1993 yı-lının Ekim ayında yardım göndermiştir. 1994 yılı itibarıyla bölgede 268.000 aileye düzenli yardım dağıtmış, yaptığı yardım 1,5 milyonluk bir nü-fusu kapsamıştır. 1995 yılında 224.000 ve 1996 yılında 260.000 aileye yardım dağıtıldı. Zaho’dan Süleymaniye’ye kadar bütün etnik gruplar ya-rarlandı.46 1990 yılından bu yana Irak’a insani yardımda bulunan Türkiye, Kızılay ile birlikte faaliyetlerine 2003 Irak savaşından bu yana hız kazandırmıştır.

ABD 3 Eylül 1991’de Irak’a müdahale kararı ver-di. Bu müdahalenin hukuki dayanağını BM gü-venlik Konseyi’nin 5 Nisan 1991 tarihli 688 sayılı kararını gösterdi. Bu karar Saddam Hüseyin’in ülkesindeki azınlıklara karşı baskı uygulama-sını yasaklıyordu.47 ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin Kuzey Irak’ta 5-10 km derinliğinde bir güvenlik bölgesi oluşturmasını desteklediğini duyurdu.48 Güvenli bölge oluşturma girişimine başta Bağdat tepki gösterdi. Arap ülkeleri de bu durumun bir Arap devletin egemenlik hakkının ihlali olduğunu dile getirerek tepki göstermişler-dir.49

Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattının Kapanmasının Türk-Irak İlişkilerine Etkisi

7 Ağustos 1990’da ambargo kararlarını uygu-lamaya başlayan Türkiye’nin aradan bir yıl geç-meden uğradığı kayıp yaklaşık 350 milyon dolar olmuştur. Botaş’ın uğradığı bu kayıp sonucunda 26 Temmuz 1991’de Dışişleri Bakanlığı yetkili-leri boru hattının açılması yönünde kararın çı-karılmasını istedikleri ilettiler.50 Dönemin Botaş Başkanı Oktay Vural’ın yaptığı bir açıklamada, Irak ile yapılan anlaşma gereği boru hattından her gün için 800 bin dolarlık kira gelirlerinin ol-duğunu anlıyoruz. Suudi Arabistan ile Irak ara-sındaki boru hattının hasara uğraması nedeniyle Türkiye’nin Irak’ın petrollerini ilaç, gıda ve tıb-bi malzeme karşılığında taşınabileceği dönemin öne çıkan unsurlarından biri oldu.

Türkiye Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru hattının kapatılması ise Sovyetler Birliği, Suudi Arabis-tan, Cezayir ve Libya’ya yönelmiş ve petrol ihti-yacını bu ülkelerden karşılamaya çalışmıştır. An-cak Irak ile olan yakınlık nedeniyle ulaşım mas-rafları daha azdır. Bu ülkelerden petrol alışverişi yapılması bizi yüzde 30 daha çok zarara uğrat-maktadır.51 BM Güvenlik Konseyi’nin Gıda Kar-şılığı Petrol Programı kapmasında boru hattının açılması çalışmaları sürerken bu hattın açılma-sıyla birlikte Türkiye’nin kazancının 70-80 gün-lük bir kullanımda bile 72 milyon dolar olacağı belirtilmiştir. Boru hattının açılması halinde Irak 6 ayda 13 milyon ton petrol akışını gerçekleştire-bilecekti. Kararın alınmasıyla birlikte de Irak’ın elde ettiği petrol gelirinin bir kısmının insani ih-

Irak hükümeti BM’nin gıda karşılığında petrol akışını öngören 986 sa-yılı kararını kabul etmediğini 16 Mayıs 1995 tarihinde ilan etti. Bu ka-rar Irak petrollerinin Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattından akışını mümkün kılarken, Irak’ın petrolden elde edeceği gelirin bir kısmını da Irak’ın kuzeyinde bulunan Kürtlere vermesi gerektiği için bu karara karşı çıkılmıştır.

Page 79: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

77 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

tiyaçlara ayrılacağı bir kısmının da savaş tazmi-natı olarak kullanılacağı ve bu petrol gelirinin de BM gözetiminde tutulacağı görüşleri vardı.52

Bu düşüncelerle 19 Eylül 1991’de Irak’a bir kere-liğine mahsus petrol satışı imkânı tanındı. Gü-venlik Konseyi’nin kabul ettiği kararda genel sek-reter Perez de Cuellar raporu onaylayarak Irak’ın Türkiye üzerinden 1,6 milyar dolarlık petrol sat-masına izin verdi. Türkiye bu raporun açıklan-masının ardından elde etmek isteği kazancın 264 milyon dolar olmasını istediğini belirtti.53

Kerkük-Yumurtalık Petrol Botu hattının açılma-sını isteyen tek taraf Türkiye olmamakla birlikte Iraklı yetkililer boru hattının tamamen açılması için Ankara ile sık sık görüşmeler gerçekleştir-mişlerdir.54 1995 yılına gelindiğinde petrol boru hattının kapalı olmasından dolayı 20 milyar do-lar zarara uğrayan Türkiye, ambargonun kaldı-rılması için BM’yi ikna etmeye çalışmaktadır.55 Türkiye bütün bu görüşmeler sürerken boru hattının çürümesini engellemek için uğraşmak-ta ve ileride daha fazla maddi kayba uğramamak için çaba sarf etmektedir. Irak’tan gelen petrolün yanı sıra Azerbaycan ve Kazakistan petrollerinin o dönemde Türkiye’den geçmesi yönünde bir takım görüşmeler olmuştur. Bakü-Ceyhan boru hattının Kerkük-Yumurtalık boru hattına bağ-lanması yönünde görüşmelerde bulunan Türk hükümeti Irak’ın bu duruma karşı çıkması du-rumunda elinde bulunan Irak’ın Türkiye’ye bor-cu kozunu kullanmaktan çekinmeyeceklerini de dile getirmişlerdir.56

Irak hükümeti BM’nin gıda karşılığında petrol akışını öngören 986 sayılı kararını kabul etme-diğini 16 Mayıs 1995 tarihinde ilan etti. Bu ka-rar Irak petrollerinin Kerkük-Yumurtalık pet-rol boru hattından akışını mümkün kılarken, Irak’ın petrolden elde edeceği gelirin bir kısmını da Irak’ın kuzeyinde bulunan Kürtlere vermesi gerektiği için bu karara karşı çıkılmıştır. Petrol satışının Basra Körfezindeki Mina el Bakr lima-nından olması gerektiğini dile getirerek asıl so-runun Kerkük-Yumurtalık boru hattı mı olduğu sorusunu akıllara getirmiştir.57 Ancak ülkesinde yaşanan sorunlarla başa çıkmakta zorlanan Sad-dam Hüseyin bir takım değişikliklerle bu kararı

kabul etmek zorunda kalmıştır. Değişiklik yapıl-masını istediği hususlar ise şu şekildedir: a) Irak hükümeti kendi kontrolü altında bulunan bölge-lerde ilaç ve gıda dağıtımını kendisi üstlenecek. b) Irak’ın kuzeyinde ise dağıtım BM yetkilileri tarafından yapılacak c)Türkiye’ye ödenecek geçiş ücreti daha fazla petrol akışı karşılığında kabul edilecek d) petrol gelirinin yatırılacağı banka BM Genel Sekreteri Gali tarafından belirlenecek.58

Ambargonun 1996 yılında 986 sayılı karar ile kıs-men kalkmasıyla birlikte Türkiye rahat bir nefes aldı. BM temsilcisi ile Irak temsilcisi 6 ayda 2 mil-yar dolar yani 16 milyon ton petrol ihracı için an-laşırken bunun büyük bir kısmı Yumurtalık’tan geçecektir. Türkiye bu taşıma olayından 80-85 milyon dolar geçiş parası alacaktır. BM’nin aldığı karar çerçevesinde ise Irak’a ihracat serbestleş-miş ve Türkiye’nin Irak’a yapacağı ihracat geli-rinin 1 milyar dolara yakın olacağı söylenmiştir. Irak petrollerinin Suriye’den geçişi de mümkün gözükmemektedir. Irak ile Suriye arasında bu-lunan iki boru hattından biri Suriye’nin gaz ih-tiyacı için kullanılmaktadır. Bunun petrol akışı için kullanımı ekonomik olarak çok masraflıdır. 1982’den beri kapalı olan diğer boru hattının özellikle Suriye tarafı oldukça hasar görmüştür. Bu durumda Irak’ın petrol ihracı için Türkiye’den başka iyi bir müttefik gözetilemez.59

Ambargonun tamamen kalkması ile birlik-te Türkiye yılda 116 milyon ton Irak petrolünü Akdeniz’e taşıyacak ve yılda 10,5 milyar dolar kazanç elde edecektir. Ayrıca Türkiye ayda 20-30 milyon dolar civarında petrol geliri elde ede-cektir.60 Ancak Irak hükümeti Haziran 1997’de ABD’nin bölgede yapmış olduğu uygulamalar-dan şikâyetçi olduğunu ve bu nedenle hattı kapa-tacağını söyleyerek bölgede bir gerginlik yaşan-masına sebep oldu. Irak’ın gıda karşılığında pet-rol olarak sattığı 2 milyar dolarlık petrol satışını bir 6 aylık dönem için daha uzatacak olan BM Güvenlik Konseyi 1111 sayılı kararının uygula-masını askıya alacağını açıklarken, ABD’nin en-gellemesi nedeniyle ülkelerine gıda ve ilaç mad-delerinin ulaşmadığını söyledi.61

Türkiye’nin İncirlik hava üssünde bulunan Ame-rika Birleşik Devletlerinin uçakları da 1999 yı-

Page 80: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

78 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

lında Kerkük-Yumurtalık Boru hattını yanlışlıkla vurduklarını açıklamıştır. Sabotaj olarak düşü-nülen bu durumun karşısında boru hattının ta-miri için ABD üzerine düşeni yapmamış ayrıca da Türkiye’nin boru hattını tamir aşamasında da önüne engeller çıkarmıştır.62

2003 Irak Savaşı ve Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı

2003 Irak savaşı, I. Körfez Savaşı’nın devamı ni-teliğinde bir savaştır. Amerika Birleşik Devlet-leri, Körfez’in güvenliğini sağlamak ve petrolün dünya piyasalarına güvenli şekilde aktarımını gerçekleştirmek için başlattığı askeri operasyon-lar 2003 yılında da devam etmiş olup, bu durum bölge ülkeleri ile birlikte Türkiye’yi de olumsuz etkilemiştir. 3 Kasım 2002’de seçimlerin tamam-

lanmasından sonra AKP hükümeti iktidara geç-miş ve ABD’nin Irak’a müdahale isteğinde yeni bir süreç başlamıştır. Tezkere çıkması konusun-da ısrarlarını devam ettiren ABD, Türkiye’ye bu konuda baskı yapıyor ve biran önce Irak’a gir-mek istiyordu. Türkiye’nin bu konudaki endişe-lerinin farkında olan ABD, Kuzey Irak’ta federal bir yapının mümkün olmayacağını dile getirerek Türk hükümetini ikna etmeye çalışıyordu. Mü-zakereler devam ederken 4 Şubat 2003’te yapı-lan Bakanlar Kurulu toplantısında ABD’ye ve-rilecek izin tezkerelerini bölme kararları alındı. Amerikan askerlerine Türkiye’de üs temin eden 1. Tezkere 6 Şubatta meclisten geçti. Bu tezke-re Amerikan askerlerinin 3 ay süre ile Türkiye’de kalmasına olanak sağlıyordu.63 Kuzey Irak’a ABD ile birlikte girilmesini içeren 2. Tezkere, yaşanan müzakereler sonucunda mecliste salt çoğunluğu

19 Eylül 2010’da Bağdat’ta imzalanan anlaşma ile koşullar iyileşmiş ve Türkiye ile Irak arasındaki boru hattından petrolün nakliyatı 15 yıllığına Türkiye’ye verilmiştir.

Page 81: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

79 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

sağlayamadığından reddedildi. 1 Mart 2003’te reddedilen bu tezkere Türk halkı arasında se-vinçle karşılanırken, çoğu siyaset bilimci ve si-yasiler tarafından hüsranla karşılandı. ABD ile müzakerelerde başı çeken diplomat Deniz Bö-lükbaşı bu olayı “1 Mart Tezkere Vakası” olarak nitelendirmiş ve bu vakanın PKK’nın işine yara-dığını dile getirmiştir.64

2003 yılına gelindiğinde de bölge ekonomisinde 1980’li yıllardakine benzer bir hareketlilik yaşan-mıştır. BM ambargosunun 22 Mayıs 2003 yılında kalkmasıyla birlikte Türkiye ile Irak arasında ti-cari ilişkiler yeni bir boyut kazanmıştır. Bu tarih-ten itibaren dış ticaret rejimine uygun bir ticaret yaşanmış ve bölge gelirleri daha çok artmıştır. Türkiye Irak müdahalesi sonrasında İran ve Su-riye ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmış, ABD’nin bu ülkelere olası müdahalesi halinde ortaya çı-kacak kaosu göstermeye çalışmıştır. Bu ülkelerin de ortak sorunu olan PKK terör örgütü için ortak girişimlerin çalışmaları atılmıştır. İstanbul’da dü-zenlenen “Irak’ın Komşuları” toplantılarında gi-rişimler hızlandırılmaya çalışılmıştır.65 Irak ope-rasyonu Türkiye’nin terör korkusunu arttırmış, Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulacağı endişesi ile dış politika belirlenmeye başlamıştır. 2003 Irak Savaşından sonra olası bir Kürt dev-letine yönelik politikalar geliştiren Türkiye son yıllarda Irak’a yaptığı ihracatta en çok Irak kuzey bölgesine ihracat yapmıştır.

Türkiye’nin yapmış olduğu ihracat ve ithalat tablolarına Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’ndan bakıldığında, Irak ile ticari ilişkilerin 2003 Ha-ziran ayında başladığı görülebilmektedir. Bu ti-cari ilişkilerde en çok dikkat çeken Türkiye’nin Irak karşısındaki ihracat oranlarıdır. Türkiye’nin ihracatta bulunduğu 233 ülke ve bölge arasında 2003 yılındaki 7 aylık süre içerisinde bile Irak 12. sırada yer almıştır. Daha sonra artarak ilerleyen ilişkiler ile 2011 yılında Irak Türkiye’nin en faz-la ihracat geliri elde ettiği ikinci ülke olmuştur. 2011 yılındaki ihracat gelirlerine bakıldığında Almanya birinci sırada yer almaktadır. Alman-ya gibi bir ülkenin bu listenin başında yer alması şaşırtıcı değildir. Amerikan işgalinin ardından AKP yönetimindeki Türkiye bu işgalden çıkar sağlayan ülkelerin başında gelmiştir. Yıllık or-

talama 5 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaş-mayı başaran Türkiye, Barzani yönetimindeki Kürt Bölgesi’ne en çok geliri Habur sınır kapısı sayesinde kazandırmıştır. Kuzey Irak yönetimi Habur sınır kapısından geçen Türk tırlarını teftiş ederken yılda 200 ila 250 milyon dolar arasında bir gelir elde etmiştir.66 Ayrıca Türkiye’nin 5 Mil-yar dolarlık ticaret hacminin 1,5 milyar dolarlık payı ise Kürdistan Federe bölgesindeki inşaat ve müteahhitlik işlerine ayrılmıştır. Buna ek olarak Iraklı Kürtler 1 milyon dolar değerinde Türk malı tüketmektedirler. Irak pazarlarının yüzde 80’ini Türk ürünleri doldurmaktadır.67

PKK terör örgütü ile yaşanan sorunlar ve Irak’ta bir Kürt Devletinin varlığının resmilik kazanma-sından korkan taraflar, Kuzey Irak’a yapılan bu ticaretin sonlandırılıp terör örgütünün kıska-ca alınması gerektiğini de düşünmüşlerdir. Bu taraflar aynı zamanda Habur sınır kapısını ka-patıp Irak’la ticaretin Suriye aracılığıyla kurul-ması gerektiğini dile getirmişlerdir. Ancak bazı iş adamları böyle bir durumun yaşandığı anda Türkiye’nin zarara uğrayacağını ve bu bölgede bulunan petrol gelirlerinden mahrum kalınaca-ğını dile getirmişlerdir. Elinde petrol gibi değerli bir kaynak bulunduran bir ülkenin bir kıskaca alınamayacağını, bu durumun sadece başka dış güçlerin bölgeyle daha fazla uğraşmasına yol açacağını söylemişlerdir. Ancak Kuzey Irak yö-netimi ihtiyaç duyduğu malların teminini İran, Suriye gibi bölge ülkelerinden de yapabilir. An-cak bu bölgedeki petrolün güvenli ve istikrarlı bir şekilde sadece Türkiye’den geçeceğini bilen Kuzey Irak yönetimi, bu ilişkileri kesmemek için elinden geleni yapmaktadır. Bu bağlamda bölge-de bulunan Pet Oil ve Genel Enerji gibi Türk pet-rol arama şirketlerinin sayıları arttırılarak bölge-de daha çok söz sahibi olunması hedeflenmiştir.68

Türk tarafından yapılan ihracatlar zamanla inşa-at ve müteahhitlik alanlarını da aşmış, enerji, tu-rizm, tarım, alt yapı çalışmaları ile birlikte Türk Hava Yolları’nın da bölgeye yaptığı uçuşlar ile bölgenin kalkınmasına yardım edilmeye çalışıl-maktadır. Ayrıca Erbil’de ilk açılan yabancı banka da Türkiye’den Ziraat Bankası olması bölgenin kalkınmasına ne denli önem verildiğinin kanıtı-dır.69

Page 82: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

80 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Türkiye dışında pek çok ülkenin de dikkatini çek-meye başlayan Irak’a yapılan ihracatın %70’i Ku-zey Irak bölgesine yapılmaktadır. Kuzey Irak’taki yatırımcıların yarısından fazlasını ise Türk işa-damları oluşturmaktadır. 2010 yılında 7,5 mil-yar doları bulan ticaret hacmi ile Irak’ın Türkiye için önemi artmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer konu ise Irak’ın Türkiye için AB ülkelerinden daha önemli bir konuma geldi-ği noktasıdır. Türkiye AB ülkelerinden biri olan Almanya’dan sonra en çok ihracatı Irak’a yap-maktadır. Ekonomik bunalım içerisinde olan AB ülkeleri Irak’ın arkasında kalmaktadır. Fransa, İngiltere gibi AB ülkeleri Türkiye’nin ekonomi-sinde Irak’tan sonra gelmektedir.

Dünyada bilinen ve görünür petrol rezervleri-ne bakıldığı zaman toplam rezervin üçte birinin Ortadoğu’da yer aldığı bilinmektedir. Bu da pet-rolün ömrüne biçilen en fazla 70 yılın bölge için hayati önem taşıdığını göstermektedir. Irak gibi petrol barındıran bir ülke eğer ki elindeki başka kaynakları kullanamazsa ekonomik buhranın içi-ne girecektir. Kuzey Kutbunda bulunan petrol ve doğal gaz rezervlerinin bölgenin önemini düşü-receğinden bahsedilmektedir.70

Yaşanan bütün gelişmelere bakıldığında duru-mun Türkmenler açısından büyük bir sorun ol-duğu görülmekte ve Türkmenlerin, 2003 Irak sa-vaşında Türkiye’nin tezkere çıkarmasının kendi lehlerinde bir durum olduğunu dile getirmekte-dirler.71

2007 Irak Petrol Yasa Tasarısı

2005 Anayasasında petrol ve doğal gaz kaynak-larının paylaşımı ve gelir kaynaklarının dağılımı konusunda birbiriyle çelişen maddelerin varlık-ları söz konusudur. Irak’ın en verimli petrol böl-gesi olan Kerkük için anayasada yer alan çelişkili maddelerden birisi 140. maddedir. Bu madde Kerkük’ün statüsü ile ilgili olup, Bölgesel Kürt Yönetiminin Kerkük üzerinde söz sahibi olması-nın yolunu açmıştır.72

Irak anayasasında tartışma yaratan diğer madde-ler ise 108 ve 109. maddelerdi. 108. madde petrol ve gazın tüm bölgelerdeki tüm Irak halkına ait

olduğunu belirtiyor. 109. madde ise petrol gelir-lerinin dağıtımı konusunda adaletsizliğe uğramış bölgelerin gözetilmesi konusunu içeriyor.73 Ana-yasanın getirdiği bu ilkeler toplum içinde karma-şa yaratmıştır. Düzenlemelerin yapılmasını da yeni çıkacak petrol yasasına bırakılmıştır.

Irak Petrol Yasası Tasarısı, Irak’ın petrol endüst-risini sağlam bir zemine oturtmak için oluşturul-duğu düşüncesiyle 2007 yılında ortaya atılmıştır. Bu yasa tasarısı petrol gelirlerinin paylaşımını, Irak Milli Petrol Şirketi’nin kuruluşunu ve Irak Petrol Bakanlığı’nın yeniden organizasyonunu öngören bir yasadır. Irak Anayasasında ve Irak Petrol Yasasında, Irak petrollerinin Irak’ın bütün bölgeleri ve eyaletlerinde yaşayan insanların tü-münün ortak malı olduğunu belirtmektedir.74

Petrol yasasının yürürlüğe girmesi 2011 yılını bulmuştur. Bu süreye kadar beklenilmesindeki en büyük etken etnik azınlıkların farklı istekle-ridir. Merkezi Hükümet ve Bölgesel Yönetimin ayrı ayrı yetkilerinin bulunduğu Petrol Yasasın-da, Federal Hükümet Irak Kürt Bölgesel Yöne-timi, Irak’ın kuzey petrolleri için tek başına söz sahibi olmak istemektedir.75

Petrol gelirlerinin paylaşımı noktası ise büyük bir sorun teşkil etmektedir. Petrol gelirlerinin dağılı-mının adil olması şartı arandığından nüfusa göre dağıtılması olanaksız görünmektedir.76

Petrol Yasasına getirilen en büyük eleştiri ise Irak’ın petrol endüstrisinin yabancı şirketlerin eline geçeceği yönünde düşüncelerdir. Yasa, yatı-rımcı petrol şirketleri ile Üretim Paylaşım Anlaş-maları imzalamalarına olanak tanımaktadır. Bu şekilde petrol şirketleri 15 ila 20 yıl arasındaki bir sınırlandırmayla Irak’ın herhangi bir bölgesinde petrol kaynaklarını işleyip yeryüzüne çıkarma olanağı elde etmektedir. Çıkan petrolün gelirini de ev sahibi hükümet ile paylaşacaktır.77 Irak’ın petrolünün millileştirildiği düşünüldüğünde bu yasanın Irak petrollerini liberalleştirdiği görül-mektedir.

Petrol Yasası için ülkede çeşitli protestolar yaşa-nırken, bölgesel federe hükümetler kendi bölge-lerindeki petrolü çıkartarak gelir elde etme yo-

Page 83: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

81 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

luna gitmiştirler. 2012 yılının Mart ayında Irak Petrol Bakanlığı’nın yaptığı bir açıklamada 1989 yılından bu yana Irak petrolünün rekor seviyede ihracata imza attığı vurgulandı. Günlük 2 milyon 317 bin varil petrol ihraç ettiklerini belirten Ba-kanlık sözcüsü bu durumun hedeflerini büyüt-tüklerini de söyledi.78

Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattının Durumu

27 Ağustos 1973 tarihli ilk anlaşmada boru hat-tının süresi 30 Temmuz 1985 tarihli anlaşmanın hükümlerine göre 19 Mart 2010 tarihinde dol-muştur. Ancak iki ülke arasındaki işbirliğinin de-vamını sağlayabilmek için tekrar bir anlaşmaya varılmış, boru hattının devamlılığı korunmuştur. 19 Eylül 2010’da Bağdat’ta imzalanan anlaşma ile koşullar iyileşmiş ve Türkiye ile Irak arasındaki boru hattından petrolün nakliyatı 15 yıllığına Türkiye’ye verilmiştir.79

Türkiye’den Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı-nın, Irak’tan Petrol Bakanının imzaladığı anlaş-ma yürürlüğe girdiği andan itibaren 15 yıl süre ile geçerli olacak ve 5 yıl süre ile uzatma imkânı ise taraflara verilecektir. Anlaşmada dikkat çeken bir diğer unsur ise boru hattının güvenliğinden tamamen Türkiye’nin sorumlu tutulmasıdır. An-laşmanın 12. Maddesinde düzenlenen güvenlik sorunu Türkiye’nin garantisi altında bırakılmış, petrolün sürekli akışı için Irak hükümetine bir sorumluluk yüklenmemiştir.80

Türkiye’den BOTAŞ (Boru Hatları ile Petrol Ta-şıma A.Ş.) ve Irak’tan SOMO ( Petrol Pazarlama

Şirketi) bu projeyi üstlenmekte olup, anlaşma metninde Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı-nın adı Kerkük ile Ceyhan arasındaki Irak Türk Boru Hattı (ITC) olarak geçmektedir.81 Ayrıca anlaşma metninde taşıma kapasiteleri ve varil başına fiyat da belirlenmiş olup, 2010 yılı için 22 milyon ton, 2011 yılı için 27 milyon ton, 2012 yılı için 32 milyon ton ve 2013 yılı için 35 milyon ton petrol akışı için anlaşmaya varılmıştır. Boru hattının mevcut taşıma kapasitesi 70,9 milyon tondur. 2010 yılında varil başına 1.18 dolar öde-necekken, zamanla bu fiyat azalacak olup 2013 yılında varil başına 1.09 dolar ödenecektir.82

Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattının yapı-lan anlaşmalarla petrol akışının devam etmesi her zaman istikrar içinde olmamıştır. Boru hat-tına yapılan sabotajlarla çıkar elde etmeye çalı-şan gruplar varlığını sürdürürken Irak’ın kuzey bölgesinde yeni bir borunun açılmasını isteyen gruplar mevcuttur. Türkiye’den Çalık Holding’in Irak kuzeyindeki petrollerin Silopi-Yumurta-lık arasında mevcut hatta paralel yapılacak 640 kilometrelik bir hatla taşınması için Irak Hükü-metine başvurulduğu belirtildi.83 Ancak bu boru hattının Irak Merkezi hükümetini by-pass etmek için düşünüldüğü de eleştiriler arasındadır. Bu boru hattı ile Irak’ın kuzeyinde bulunan Kürt Bölgesel Yönetiminin elinin güçleneceği de yapı-lan yorumlar arasındadır.

Irak’tan yapılan ithalatı Kerkük-Yumurtalık Boru hattı belirlediğinden bu boru hattının da önemi çok büyüktür. 2007 yılında boru hattının güven-liğinin sağlanması ile petrol ithalatında önemli artışlar yaşanmıştır. 2008 yılında petrol ithalatı

Petrol yasasının yürürlüğe girmesi 2011 yılını bulmuştur. Bu süreye kadar beklenilmesindeki en büyük etken etnik azınlıkların farklı istek-leridir. Merkezi Hükümet ve Bölgesel Yönetimin ayrı ayrı yetkilerinin bulunduğu Petrol Yasasında, Federal Hükümet Irak Kürt Bölgesel Yö-netimi, Irak’ın kuzey petrolleri için tek başına söz sahibi olmak iste-mektedir.

Page 84: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

82 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

1,3 milyar doların üzerine çıkmıştır. BM tarafın-dan Irak’a verilen izinler neticesinde 2010 yılında Türkiye-Irak Ham Petrol Boru Hattı ile taşınan ham petrol miktarı 132,278 bin varildir. 2011 yılı içerisinde de 147,175 bin varil ham petrol Türki-ye tarafından taşınmıştır.84

Tüm bu veriler, Irak’ın Türkiye açısından öne-mini gösterirken en çok dikkate çarpan Kerkük-Yumurtalık Boru hattı üzerinde yapılan sabotaj eylemleridir. 2003 yılında ABD’nin Irak’a gir-mesiyle başlayan güvenlik sorunları 2007 yılına gelindiğinde nispeten giderilmiştir. Ancak halen daha PKK terör örgütü tarafından bölgeye yöne-lik sabotajlar devam etmektedir. Boru hatlarının patlamaya maruz kalması sonucu Türkiye hem petrol gelirlerinden mahrum kalmaktadır hem de inşa işleri için fazladan para harcanmaktadır.85

Bu noktada dikkati çeken unsur İsrail’dir. Bilindi-ği üzere Kerkük-Hayfa boru hattının kapatılma-sının nedeni 1948 yılında İsrail devletinin kurul-masıdır. Bu tarihten sonra Hayfa limanı önemini yitirmiş, İsrail’de bölge gelirlerinden mahrum bı-rakılmıştır. Petrol rezervi bakımından dünya sı-ralamasında ikinci sırada yer alan Irak’ın petrol-lerinin İsrail üzerinden Akdeniz’e ulaşması üze-rine çalışmalar yapılmış ancak bu istek gerçek-leşmemiştir. Musul-Kerkük-Hayfa boru hatları 60 yıldır çalışmıyor. 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali sonucu ABD’nin emri ile bu boru hatları-nın tamir çalışmaları başladı. Hatta İsrail bu tah-ribatın giderilmesi için Türk müteahhitlere de başvurdu. Bu boru hatları tamir edilip çalışmaya başladığında, İsrail Hayfa limanına günde 5 mil-yon varil petrol taşıyacaktır. Bu projenin gerçek-leşmesi durumunda da Kerkük-Yumurtalık Boru Hattına hiç gerek kalmayacaktır. Ancak burada dikkat çeken bir nokta ise boru hattının İsrail’e ulaşması için Suriye’den geçmesi gerekmektedir. Ancak Suriye ile Irak’ın arası sürekli bir gergin-lik içerisindedir. Suriye ise şu an BM’nin ve diğer büyük güçlerin hedefi durumundadır.86

Büyük Ortadoğu projesi olarak dillendirilen pro-jenin ise İsrail’e petrol ulaştırılması olarak nite-lendirilmekte ve bu noktada Suriye, Irak, Türkiye gibi ülkelerde çatışma ortamı yaratılmaktadır.

Sonuç

Kerkük-Yumurtalık Boru Hattının istikrarı hem Türkiye hem de Irak için büyük bir öneme sahip-tir. Türkiye için ekonomik önem taşımakla birlik-te aynı zamanda siyasi de bir önem taşıyan boru hattının istikrarının korunması, Türkiye’nin iç si-yasal sorununun çözülmesi için büyük bir adım teşkil etmektedir.

Türkiye 1990 yılında Birleşmiş Milletler Güven-lik Konseyi kararlarına uyarak büyük bir ekono-mik kayıp yaşamıştır. Bu kaybın karşılanması için ABD’ye başvursa da bu kayıp karşılanmamıştır. Tüm kararlarda ABD’nin yanında yer almaya ça-lışan ve bu durumu kendi siyasal çıkarları için olmazsa olmaz gören Türkiye’nin uzun süreli bir kayıp yaşaması doğaldır. Ambargonun uygulan-maya başlanması ile Türkmen sorunu had safha-ya varmış ve Irak Türklerine siyasi çıkar amaçlı baskılar uygulanmıştır. Kerkük-Yumurtalık Pet-rol Boru Hattının yapım anlaşmasının 1973’te imzalanması ile birlikte Türkmen unsuru petro-lün düzenli akışı için Irak Hükümeti tarafından kullanılmıştır.

Türkiye’nin Irak hükümeti ile olan ilişkilerinde sınıraşan sular konusu dikkat çekici unsur ol-makla birlikte Kerkük-Yumurtalık Petrol boru hattı daha büyük önem taşımaktadır. 1973 yılın-dan bu yana Türkiye ile Irak arasındaki ilişkileri bu boru hattı belirlemiş ve 1990 yılındaki ambar-gonun en büyük yükünü Türkiye çekmiştir.

1. Körfez savaşında koalisyon güçlerinin Irak’a girmesine yeşil ışık yakan ve Irak’ın kuzeyine askeri operasyon düzenleyen Türkiye, 2003 Irak savaşında Amerika Birleşik Devletleri’nin yanın-da yer alarak Irak’a girmemiştir. 1 Mart tezkere-sinin çıkmamasını büyük bir siyasi hata olarak nitelendirilen siyasi kişiler için ülkemizde PKK terörünün giderek artmasının nedenini ise yine bu tezkerenin çıkmamasıdır. Türklerle işbirliği yapamayan ABD, Kürtlerle işbirliği yapma yo-luna girmiştir ve bu durum yine Türkmenlerin yaşamını tehlikeye sokmuştur.

Türkiye tezkerenin çıkmamasını ağır bedeller-le ödemiştir ve ödemektedir. Irak Kürt Bölgesel

Page 85: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

83 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Yönetiminin, Irak Merkezi Hükümeti ile yaşa-dığı sorunlarda Türkiye Kürt Bölgesel Yöneti-mi ile birlikte hareket etme girişimlerinde de bulunmuştur. Çünkü bu durum petrol akışının istikrarını etkilemektedir. Boru hattına sabo-taj yapılmaması ve daha çok maliyet çıkmama-sı için Türkiye çaba sarf etmektedir. Son olarak bölgesel Kürt Yönetiminin isteğiyle üçüncü boru hattı yapılması üzerinde durulmuştur. Ancak bu durum söz konusu olursa Kerkük ve bölgesinde Kürtlerin söz sahibi olması ve Türkmenlerin göz

ardı edilmesi an meselesidir. Böyle bir durumun yaşanması da bir Kürt Devletinin oluşmasını mümkün hale getirecek ve Türkiye’nin Güney-doğu Anadolu bölgesinin durumu da tehlikeye girecektir.

Son olarak, Irak petrollerinin taşınması nokta-sında Irak merkezi hükümetiyle birlikte hareket edilmesi halinde bölgede istikrar sağlanabilir. Olası bir Kürt devleti bölgede daha çok sorun çı-karacağı için bu konuda dikkatli olunmalıdır.

O

1 “Petrol Nedir?”, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, www.pigm.gov.tr, (e.t.15.03.2012)2 Silleli T., 1958’den Günümüze Türkiye-Irak İlişkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih

Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2005, s. 2. 3 Bayramoğlu D., Irak’ı Yaratan Kadın Casus Gertrude Bell, Hurarşiv.hürriyet.com.tr, 22 Mart 2003, s.3-4.4 Alkin K., Atman S. “Küresel petrol stratejilerinin jeopolitik açıdan Dünya ve Türkiye üzerindeki etkileri”, İstanbul

Ticaret Odası, 2006, s.59.5 A.g.e.6 A.g.e.7 Doğanay, H., Ekonomik Coğrafya 2, Enerji Kaynakları, Genişletilmiş 2.Baskı, Şafak Yayınevi, Erzurum, 1998, s.310.8 Karabulut, Y., a.g.e., s.81.9 Kona G., “İkinci ABD Operasyonu Sonrası Irak’ın Ekonomik Görünümü ve ABD’nin Irak’a İlişkin Ekonomik Planla-

rı”, Akademik Bakış Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, Kırgızistan, Eylül 2006, Sayı:10, s.6.10 “Amerikan Hükümeti Tarafından Açıklanan Resmi Enerji İstatistikleri”, www.eia.gov/countries/country-data.

cfm?fips=IZ, 14 Temmuz 2010, (e.t. 19 Mart 2012).11 “Barzani Petrolü İçin Yeni Boru Hattı”, Aydınlık Gazetesi, 6 Mart 2012, s.1.12 Korol A., “Irak Petrolü ve Uluslararası Şirketlerin Rolü”, www.orsam.org.tr, 23 Aralık 2011.13 Ayışığı M., a.g.m.14 “Suriye’li Kürt Askerler Kuzey Irak’a Sığındı.”, www.hurriyet.com.tr, 27 Şubat 2012.15 Ateş H., “Kuzey Irak Değil Irak’ın Kuzeyi”, www.askerhaber.com, 20 Ocak 2012.16 Ayışığı M., a.g.m.17 Duman B. “Irak’ta Son Tango: Kürtler ve Petrol”, www.kerkukvakfi.com, 8 Aralık 2006.18 Duman B., “Irak Petrolü ve Efsane Projeler”, www.haber10.com, 30 Aralık 2007.19 Duman B., a.g.m., 30 Aralık 2007.20 Erdoğan T., “Büyük Ortadoğu Projesi Çerçevesinde Petrolün Yeniden Dağılımı”, www.emo.org (Elektrik Mühen-

disleri Odası), Enerji Dergisi, Eylül 2007, Sayı:3, s.82.21 Duman B., a.g.m.30 Aralık 2007.22 “Barzani Petrolü İçin Yeni Boru Hattı”, Aydınlık Gazetesi, 6 Mart 2012, s.1.23 Korol A., “Irak Petrolü ve Uluslararası Şirketlerin Etkisi”, www.orsam.org.tr, 23 Aralık 2011.24 “ BOTAŞ Boru Hatları ile Petrol Taşıma A.Ş., 2008 Yılı Sektör Raporu”, Ankara, www.enerji.gov.tr, s.26.25 “Türkiye’ye 625 km. Petrol Boru Hattı Döşeniyor”, Milliyet Gazetesi, 28 Ağustos 1973, s.9.26 TBMM Tutanakları, 27 Ağustos 1973 Tarihli Ham Petrol Boru Anlaşması, http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KA-

NUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc058/kanuntbmmc058/kanuntbmmc05801835.pdf, (e.t. 21 Kasım 2011).

DİPNOTLAR

Page 86: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

84 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

27 “Türk Irak Petrol Hattı Bakanlar Kurulunda Görüşüldü.” Milliyet Gazetesi, 24 Ağustos 1973.28 Över K. G., Vaat Edilmiş Topraklarda Ölüm Kokusu: Kuzey Irak Dosyası, Papirüs Yayınları, İstanbul, 1999, s.182.29 TBMM, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasındaki 27 Ağustos 1973 Tarihli Ham

Petrol Boru Hattı Anlaşması ve Sonrasındaki İlgili Anlaşmalar, Protokoller, Toplantı Tutanakları ile Eklerinin Ta-diline İlişkin Değişiklik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Ko-misyonu Raporu (1/988), Yasama Yılı:5, Dönem:23, 10 Aralık 2010. http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss617.pdf, (e.t. 15 Mart 2012)

30 TBMM, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasındaki 27 Ağustos 1973 Tarihli Ham Petrol Boru Hattı Anlaşması ve Sonrasındaki İlgili Anlaşmalar, Protokoller, Toplantı Tutanakları ile Eklerinin Ta-diline İlişkin Değişiklik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Ko-misyonu Raporu (1/988), Yasama Yılı:5, Dönem:23, 10 Aralık 2010, http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss617.pdf, (e.t. 15 Mart 2012).

31 Yalçın N. “Irak Petrol İthalatı Anlaşması Yapıldı”, Milliyet Gazetesi, 5 Ocak 1973, s.7.32 Yalçın N., “Irak Petrolünün Satışı Önlenecek”, Milliyet Gazetesi, 3 Haziran 1972, s.9.33 “Irak Kerkük’teki Türk Kültür Evini Kapattı.” Milliyet Gazetesi, 23 Şubat 1978, s.12.34 Över K. G., a.g.e., s.116.35 Öymen Altan, “Zorbalığa Karşı”, Milliyet Gazetesi, 6 Ağustos 1990, s.1.36 “Şimdi de Fırat’ın Suyu”, Milliyet Gazetesi, 6 Ağustos 1990, s.9.37 “Irak Askerini Çekiyor.” Milliyet Gazetesi, 4 Ağustos 1990, s.1.38 Tüzecan T., “Gözler Yumurtalık Hattında”, Milliyet Gazetesi, 4 Ağustos 1990, s.9.39 Tüzecan T., “Gözler Yumurtalık Hattında”, Milliyet Gazetesi, 4 Ağustos 1990, s.9.40 “Ambargoya Evet”, Milliyet Gazetesi, 8 Ağustos 1990, s.15.41 Doğan Z., “Ambargonun Acemisiyiz”, Milliyet Gazetesi, 16 Ağustos 1990, s.14.42 Batur N., “Türkiye’nin 7 Beklentisi”, Milliyet Gazetesi, 16 Ağustos 1990, s.14.43 “Avrupa Yan Çiziyor”, Milliyet Gazetesi, 17 Ağustos 1990, s.14.44 Över K. G. A.g.e., .179.45 Över K. G. A.g.e., s.180.46 Över K. G. A.g.e., s.181.47 Över K. G. A.g.e.,, s.182.48 Över K. G. A.g.e., s.188.49 Över K. G. A.g.e., s.188.50 “Petrol Boru Hattı Açılma Emri Bekliyor” Milliyet Gazetesi, 27 Temmuz 1991, s.16.51 Öyman Ö. K., “Botaş Hattın Açılması İstiyor”, Milliyet Gazetesi, 12 Haziran 1991, s.19.52 “Boru Hattı Yakında Açılacak”, Milliyet Gazetesi, 10 Ağustos 1991, s.5.53 “Irak Petrolü Serbest”, Milliyet Gazetesi, 20 Eylül 1991, s.4.54 Toros S., “Irak Heyeti Yumurtalık İçin Ankara’da”, Milliyet Gazetesi, 1 Eylül 1994, s.23.55 “Boru Hattını 3 Ayda Devreye Sokarız”, Milliyet Gazetesi, 20 Nisan 1995, s.5.56 Tarhan N., “Kazak Petrolü Türkiye’yi Petrol Cenneti Yapacak”, Milliyet Gazetesi, 15 Haziran 1995, s.9.57 Emiroğlu S, “Irak’ın Yumurtalık Bahanesi”, Milliyet Gazetesi, 17 Mayıs 1995, s.17.58 Songur İ., “Irak’tan Petrol Satışına Evet”, Milliyet Gazetesi, 21 Mayıs 1996, s.18.59 Akyol T., “Petrol Boru Hattı”, Milliyet Gazetesi, 22 Mayıs 1996, s.19.60 “Türkiye’nin Kazancı ne Olacak?”, Milliyet Gazetesi, 5 Mart 1996, s.7.61 Emiroğlu S., “Kerkük-Yumurtalık Kapanıyor”, Milliyet Gazetesi, 14 Haziran 1997, s.7.62 “Kerkük-Yumurtalık Faaliyete Geçti”, Milliyet Gazetesi, 4 Mart 1999, s.21.63 Şahin M., Taştekin M., II. Körfez Savaşı, Platin Yayınları, Ankara, 2006. Taştekin M., “Türk Dış Politikasında 2003 Irak

Savaşı”, s.269.64 Bölükbaşı D., 1 Mart Vakası, Irak Tezkeresi ve Sonrası, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 2008, s.8.65 Şahin M., Taştekin M., II. Körfez Savaşı, Platin Yayınları, Ankara, 2006. Taştekin M., “Türk Dış Politikasında 2003 Irak

Savaşı”, s.278.66 “Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma mı İşbirliği mi?”, Kriz Grubu Orta Doğu Raporu, sayı:81, 13 Kasım 200867 İkbal M. A., Irak Kürt Bölgesinin Jeopolitiğine İlişkin Stratejik Öngörüler, Gazi Üniversitesi Yüksek Lisans Tezi, 2006,

s.84.68 “Türkiye ve Irak Kürtleri: Çatışma mı İşbirliği mi?,” Kriz Grubu Orta Doğu Raporu, sayı:81, 13 Kasım 2008.

Page 87: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

İnceleme

85 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

69 “ Ziraat Kuzey Irak’a Girdi”, Habertuk.com, 16 Şubat 2011.70 Taştekin Fehim, “Yeni Yüzyılın Santranç Tahtası”, Radikal Gazetesi, 4 Eylül 2011.71 “1 Mart Tarihi Bir Hataydı”, Türkiye Gazetesi, 26 Haziran 2005.72 Mengü Cüneyt, “İşgal Sonrası Irak’ın Yeniden Yapılandırılmasına Dair Tasarılar”, Kök Soysal ve Stratejik Araştırma-

lar Vakfı, Ankara, 29 Nisan 2008, s.3.73 “Kuzey Irak Petrolü Devrede”, www.bbc.co.uk, 2 Haziran 2009.74 Demir İdris, “Irak’ın Yeni Petrol Yasası”, Ortadoğu Analiz Dergisi, Ekim 2010, Cilt 2 Sayı:22, s.55.75 Demir İdris, “Irak’ın Yeni Petrol Yasası”, Ortadoğu Analiz Dergisi, Ekim 2010, Cilt 2 Sayı:22, s.58.76 Demir İ., “Irak’ın Yeni Petrol Yasası”, Ortadoğu Analiz Dergisi, Ekim 2010, Cilt 2 Sayı:22, s.59.77 Demir İ., a.g.m., s.60.78 “Irak’ın Petrol İhracatı 23 Yılın Rekorunu Kırdı”, Sabah Gazetesi, 3 Nisan 2012.79 TBMM, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasındaki 27 Ağustos 1973 Tarihli Ham

Petrol Boru Hattı Anlaşması ve Sonrasındaki İlgili Anlaşmalar, Protokoller, Toplantı Tutanakları ile Eklerinin Tadiline İlişkin Değişiklik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/988), Yasama Yılı:5, Dönem:23, 10 Aralık 2010., http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss617.pdf, (e.t. 15 Mart 2012).

80 TBMM, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasındaki 27 Ağustos 1973 Tarihli Ham Petrol Boru Hattı Anlaşması ve Sonrasındaki İlgili Anlaşmalar, Protokoller, Toplantı Tutanakları ile Eklerinin Tadiline İlişkin Değişiklik Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/988), Yasama Yılı:5, Dönem:23, 10 Aralık 2010, http://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem23/yil01/ss617.pdf, (e.t. 15 Mart 2012).

81 A.g.e.82 A.g.e.83 “Barzani Petrolü İçin Yeni Boru Hattı”, Aydınlık Gazetesi, 6 Mart 2012, s.1.84 BOTAŞ Ham Petrol Boru Hattı Taşımacılığı, www.botas.gov.tr.85 Erdoğan T., “Büyük Ortadoğu Projesi Çerçevesinde Petrolün Yeniden Dağılımı”, www.emo.org (Elektrik

Mühendisleri Odası), Enerji Dergisi, Eylül 2007, Sayı:3, s.82.86 Yardımcıoğlu H., Kerkük-Hafia Petrol Boru Hattı, www.anahtar.tv, 14 Eylül 2011.

Page 88: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

86 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

KONFERANS DEĞERLENDİRMESİ SERİSİ: 13

Tuğba Evrim MADEN

UNEP, GEF ve OAS İşbirliği ile Bölgeselcilik ve Uluslararası Sular Çalıştayı

Workshop on Regionalism and International Waters in Cooperation with UNEP, GEF and OAS

11-12 Haziran 2013, Washington11-12 June 2013, Washington

Giriş

II. Dünya Savaşı sonrası arka arkaya ortaya çıkan çevresel sorunları karşısında, Avrupa ve dünya-da çevre politikaları oluşturulmaya başlamıştır. 1970’li yıllarda Roma Kulübü1; nüfus artışı, eko-nomik büyüme ve doğal kaynakların aşırı tüke-timinin gelecek yıllarda çok ciddi sorunlara se-bep olacağına dair “Büyümenin Sınırları” başlıklı bir rapor hazırlamıştır. Hemen akabinde, BM, Stockholm’da 5-16 Haziran 1972 tarihleri ara-sında İnsan Çevresi Konferansı düzenlemiş ve “BM İnsan Çevresi Bildirgesi”ni kabul etmiştir. 1987 yılında, Birleşmiş Millet Genel Sekreteri tarafından kurulan Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu yayımladığı “Ortak Geleceğimiz” ra-poru ile “sürdürülebilir kalkınma” kavramı tartı-şılmaya açılmıştır. 1992 yılında Rio kentinde BM Çevre ve Kalkınma Konferansı, 2002 yılında Jo-hannesburg kentinde Dünya Sürdürülebilir Kal-kınma Zirvesi düzenlenmiştir. Dünya genelinde bu konuya hassasiyet gösterilmeye başlanmış ve bunun sonucunda özellikle Batı Avrupa’da daha geniş ölçekli, yeni çevre politikaları oluşturulma-sı yönünde önemli adımlar atılmıştır2.

Çevre sorunların devletlerin sınırlarından ba-ğımsız olarak birçok bölgeyi etkileyebilmesi, sınırları aşan ve küresel ölçekte etkileri olması

nedeniyle, çevreye ilişkin politikalar üretilirken devletlerin işbirliği çok önemli bir role sahiptir. Devletleler arası işbirliği sözkonusu olunca Rea-listler, çevre sorunlarının çatışmaya sebep olacak potansiyele sahip olduğunu ve anarşik ortamda işbirliği yapılmasını devletlerin tercih etmediğini ancak çıkarları doğrultusunda devletlerin işbir-liği yapacağını ifade etmiştir3. Liberaller ise, re-alistlerden farklı olarak uluslararası çatışma ye-rine barış ve işbirliği üzerine yoğunlaşmaktadır. Liberallere göre uluslararası ilişkilerin gündemi sadece güvenlik konuları değildir; günümüzde refah, modernleşme, çevre ve benzeri konular da ülkelerin dış politikalarında etkili olmaktadır. Liberaller, realistlerin uluslararası ortamda tek aktör devlettir fikrine katılmazlar, aksine devlet-ten başka aktörlerin de var olduğunu belirtirler. Söz edilen diğer aktörler ise uluslararası örgüt-ler, supranasyonal bürokrasiler, çıkar grupları, ulusüstü aktörler ve hükümet üstü politika ağla-rıdır.4 Günümüzde çevre sorunları küresel veya bölgesel ölçekte işbirliği ile çözülebilmektedir. Devletlerin işbirliği konusunda istekli olmaları ile birlikte, birçok uluslararası örgüt bu işbirlik-lerin oluşturulmasında hem kurumsal hem de maddi anlamda destek olabilmekte, kimi zaman da işbirliğini devletler gözünde çekici hale geti-rebilmektedirler.

Page 89: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Konferans

87 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Bölgeselcilik ve Uluslararası Sular

11-12 Haziran 2013 tarihinde Washington ’da STAP (Bilimsel – Teknik Danışma Kurulu / Sci-entific and Technical Advisory Panel) , UNEP (BM Çevre Programı), GEF (Küresel Çevre Ara-cı) ve OAS’in (Amerikan Devletleri Örgütü) iş-birliği ile “Bölgeselcilik ve Uluslararası Suların Politik Ekonomisi - The Political Economy of Regionalism and International Waters” başlıklı bir çalıştay düzenlenmiştir. GEF’in projelerinin bölgeselleşme anlamında katkısının tartışıldığı toplantıda, düzenleyici kurumlarla birlikte böl-gelerden gelen uzmanlara da yer almıştır. Bu kurumlar sırasıyla Güney Afrika Kalkınma Top-luluğu - Southern African Development Com-munity (SADC), Bengal Akıntısı Geniş Deniz Ekosistemi Programı - The Benguela Current Large Marine Ecosystem Programme (BCLME), Viktorya Gölü Havza Komisyonu - Lake Victo-ria Basin Commission, NELSAP – Nil havzası girişimi, Nil Ekvatoral gölleri Bütünleyici Eylem Programı, ORSAM Su Araştırmaları Programı, Dünya Bankası – Enerji Su Kalkınma Programı ve Bahama Adaları Üniversitesi – Kaynak Yöne-timi ve Çevre Çalışmaları Merkezi’dir.

Bölgeselleşme ve bölgesel işbirlikleri arasın-da gözle görünür bir etkileşim söz konusudur, gün geçtikçe artan bu etkileşim özellikle birçok sektöre de gerçekleştirilen uluslararası politika geliştirmelerin kapsamlarını ve kalitesini etkile-miştir. Bu sektörlerin bazıları sırasıyla; ekonomik kalkınma, barış, sağlık, ticaret, eğitim, güvenlik ve bu çalıştay ile doğrudan bağlantılı olan çev-redir.

GEF (Küresel Çevre İmkanları), soğuk savaş sonrasında, yeni bölgeselcilik akımının doğduğu dönemde 1991 yılında kurulmuştur. AB, SADC, Batı Afrika Topluluğu, Güneydoğu Asya Ülkele-ri Biriliği, Amerikan Devletleri Örgütü, Pasifik Adaları Formu, Karayip Topluluğu, Orta Asya Birliği ve komşuları gibi yeni geliştirilen ve ha-lihazırda olan bölgesel kurumlar ve topluluklar GEF (Küresel Çevre İmkanları) programları ile etkileşim içindedir. Güngeçtikçe artan bu ilişik-lerde projeler geliştirilmekte ve uygulanmakta-dır. Bu projeler ekonomik yönetişim çerçevesi-

ni de içerirken, çalıştayında başlığında yeralan uluslararası sularla ilgili işbirliğini de arttırmak-ta, güçlendirmekte ve faydalarının sınır ötesine taşınmasını sağlamaktadır.

GEF (Küresel Çevre İmkanları), hükümetler, uluslararası ajanslar, sivil toplum ve özel sektör aktörleri ile geliştirdiği 183 ortaklık ile son 20 yıl-da küresel çevre geliştirme projelerini destekçisi en büyük fon sağlayıcıdır. GEF, biyolojik çeşitli-lik, iklim değişimi, uluslararası sular, toprak bo-zulması, ozon tabakası ve kalıcı organik kirletici konuları ile ilgili projelere destek vermektedir. GEF, gelişmekte olan ülkelere ve geçiş ekonomi-sine sahip ülkelere doğrudan destek olurken, ay-rıca birçok küresel çevre sözleşmesine de destek olmaktadır.

Çalıştayında başlığında görüldüğü gibi “ulusla-rarası sular - international waters” ifadesi dikkat çekmektedir. Workshop sonrası hazırlanacak raporun bizlere sunulan taslağında” internatio-nal waters “ ifadesi tatlı sulara, göllere, akiferler içerisinde yer alan yer altı sularına, büyük deniz ekosistemlerine ve ulusal yetki alanı dışında ka-lan deniz alanlarını içermektedir.

Su ve okyanus kaynaklarının büyük bir kısmı doğada sınıraşan özelliğe sahiptir ve sosyal ve ekonomik gelişme, gıda güvenliği ve ekosistem-ler için hayati önem taşımaktadır. Söz konusu bu sular, siyasi sınırlara sahip değildir ve bu kaynak-ların korunması ve kullanımı için uluslararası iş-birlikleri gerekmektedir.

GEF’in uluslararası sularda odak bölgesi, güç-lü bölgesel merkezler sağlamaktır, bu projelerin yüzde 40’ı bölgesel olarak sınıflandırılmaktadır. GEF uluslararası sulara ait 263 projenin 117’si bölgesel, 43’ü küresel ve geri kalan 75’i devlet-lerle birlikte uluslararası desteği olan projelerdir. Uluslararası sularda odak bölgesi prensipleri, sı-nıraşan sular sistem yönetimini bölgesel kurum-ları güçlendirerek daha etkin hale getirmektedir.

GEF, projelerinde sınıraşan su sistemlerinin or-taklaşa yönetiminin sağlanmasını amaçlarken yasal ve kurumsal reformları da teşvik etmek-tedir. Ortak yönetim ve faydaların paylaşımına

Page 90: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Konferans

88 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

odaklanırken, projelerin etkileri olarak aşağıda yer alan sonuçlara yer vermiştir. Kirliliğin azal-tılması, tatlı su kaynaklarının iyileştirilmesi, ik-lim değişiminin yarattığı kırılganlığı azaltırken, ekosistemin dayanıklılığını değiştirmek ve arttır-mak, stratejik yeni yaklaşımlar, yeşil kalkınma ve yeşil ekonomi ( su-gıda-enerji-ekosistem bağla-mında), yüzey ve yer altı sularının birlikte yöne-timi, okyanusların ekosisteminin korunmasıdır.

Toplantının ana konusunu oluşturan uluslararası sular stratejisinin küresel çevre faydaları ise; sını-raşan suların yönetimini sürdürülebilir olmasını sağlamak, sınıraşan yeraltısuları ve yüzeysularını yönetimini de doğrudan etkileyen rekabetçi su kullanımlarını dengelemek, deniz balıkçılığını tekrar inşa etmek, kıyı habitatının restore etmek ve korumak ve kıyılarda meydana gelmiş kirliliği azaltmak olarak ortaya çıkmaktadır.

Toplantının bir diğer ayağını oluşturan, bölge-selcilik, eski ve yeni bölgeselcilik olarak iki fark-lı dönem şemsiyesi altında değerlendirilmiştir. 1980’lerin sonlarında dünyada gerçekleştirilen bölgesel projelerin sayısında üstel bir artış söz konusu olmuştur. Özellikle, bu süreç içerisinde AB’nin genişlemesi ve derinleşme süreci her ta-

rafa nüfuz eden bariz örneklerden biri olmuştur. Klasik veya eski bölgeselcilik soğuk savaşın şekil-lendirdiği, devletlerin tek aktör sayıldığı 1950’ler ve 1970’ler arasındaki dönemde hüküm sürmüş-tür. Klasik veya eski bölgeselcilik büyük güçler-den etkilenirken, Avrupa Topluluklarına örnek olmuştur, noktasal özel amaçlarla oluşturulan eski bölgeselcilik, daha içe kapanık bir davranışta olup, hükümetler arası kurumlarla birlikte dev-letlerin egemenliğindeydi.

Ortaya çıkan çağdaş veya yeni bölgeselcilik, tek aktörün devlet olduğu klasik bölgeselcilik anlayı-şından farklı olarak, küresel sistem içersinde bir-biri ile ilgili yapısal değişikliklerden etkilenmek-tedir. Örneğin, iki kutuplu dünyadan, birden çok kutubun olduğu dağınık sistem, güç ve emek da-ğılımını etkilemiştir veya Post- komünist ülkeler-de, ekonomik sistemin liberal ekonomik kalkın-ma süreci içerisine girmesi de bir diğer örnektir. Çağdaş-yeni bölgeselcilik ise çok kutuplu dünya tarafından şekillendirilmiş, küresel ve heterojen bir yapıya sahiptir. Dışa dönük bir davranışa sa-hip olan yeni bölgeselcilik küresel konularla doğ-rudan ilgilidir. Yeni bölgeselcilik, devlet, piyasa ve sivil toplum aktörleri tarafından inşa edilmiş-tir.

Page 91: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Konferans

89 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Bölgeselcilik güvenlik, ekonomik, sosyal (sağlık ve bulaşıcı hastalıklar) ve çevresel olarak dört boyutta ele alınmıştır. Güvenlik konusu, gelenek-sel Vestfaliya sistemi içerisinde, güvenlik, ulus devletlerin temel sorumluluğudur ve Devletler, kendi kendine yeterli olmalıdır ve korumalıdır düşüncesi hakimdir. BM kurulması ile birlikte, bölgesel kurumların desteklenmesi de ön plana çıkmıştır. Yeni bölgeselleşmenin hakim olduğu dönemde birçok fonksiyonu içinde barındıran yeni bölgesel örgütler, çatışma yönetimi ve barış mekanizmalarına da sahip olmuştur. Ekonomik boyutta ise, aslında klasik bölgeselciliğinde ana konularında biri olan ticaret, 1980’lerin sonları ile birlikte, daha derin, geniş, daha güçlü anlaş-malara dayandırılmıştır. Tek Pazar (AB, Batı Af-rika Topluluğu, Arap Mağrip Birliği vb. ) oluştu-rulma çabası ise buna en iyi örneklerden biridir. Sosyal boyutta ise bugüne değin çok ön plana çıkmayan bir konu olan sağlık, klasik bölgeselci-lik içinde de yer almamıştır. Mikrop veya bakte-rilerin sınır tanımadığı bir dünyada, HIV/AIDS veya SARS gibi yeni hastalıklarla birlikte verem, tifo, sıtma gibi hastalıklarla mücadele de küresel olmakla birlikte bölgesel işbirlikleri gerekmekte-dir.

Çalıştayımızın da konusu ile doğrudan bağlantılı çevre boyutu ise; klasik boyutta ele alındığında, tatlı suyun ve deniz sularının yönetişimi ve yö-netimini kapsamaktadır. Dünyada su kaynakları, karadan, kıyıya, açık denizlere kadar yoğun bir şekilde kullanılmakta ve bozulmaktadır. Dünya nüfusunun yüzde 40’ı, sınıraşan havzalarda yaşa-maktadır. Söz konusu tatlı sular, biyolojik çeşitli-lik, enerji, gıda üretimi, sanayi gibi birçok alanda kullanılmaktadır. Sınıraşan suların yönetişimi, yönetimi ve geliştirilmesi doğrudan havzada yer alan kıyıdaş ülkeleri de etkilemektedir. Suyun ka-litesi ve miktarı bu kullanımlardan doğrudan et-kilenmektedir. Buna benzer olarak Büyük Deniz Ekosistemleri de sınırları aşmakta ve birden fazla ülkenin kullanımına tabi olmaktadır. Büyük De-niz Ekosistemleri dünya balık avlanma hacminin yüzde 85’ini sağlamaktadır. Ayrıca, okyanuslarda çok büyük etkileri olan insan kaynaklı (antro-pojenik) baskılar, su sıcaklığını arttırmakta, asit baz dengesini bozmakta ve deniz su seviyesini etkilemektedir. Bu değişimler kıyıların 100 kadar içinde yaşayan dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ını etkilemektedir.

Uluslararası sular söz konusu olduğunda, en önemli sorun söz konusu havza ile ilgili olarak

Page 92: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Konferans

90 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

kıyıdaş devletin çıkar olarak anlamı ile ekolojik bir birim olarak havzanın bölgesel çıkar olarak anlamı arasındaki dengedir. Ayrıca, politik ola-rak da ulusal egemenlik ve bölgesel yaklaşım ara-sındaki dengede havza ile ilgili gerçekleştirilecek işbirliğini etkilemektedir.

Bölgeselciliğin mantığını kavramada faydalar ve engeller büyük bir kolaylık sağlamaktadır. Bölge-selciliğin faydaları sırasıyla; ortak problemlerin üstesinden gelebilmek, ulus ötesi ortak malla-rın sağlanımı, dahili ve uluslararası çatışmaların çözümü, parçalanma, ayrıştırma ve baskıların üstesinden gelmek, ürün ve kaynakların verimli tüketmek, büyük rekabetçi piyasa yaratmak ve dış yatırımların artması olarak özetlenebilirken, ideal bir tablo çizmektedir. Fakat bölgeselciliğin oluşumu etkileyen engeller sıralandığında söz konusu tablo özellikle Türkiye’nin de içinde yer aldığı ve sınıraşan su havzalarında kıyıdaş oldu-ğu Ortadoğu örneğinde olduğu gibi bazı bölge-lerde geçerliliğini yitirmektedir. Söz konusu en-geller sırasıyla, elverişsiz dış şartlar, bölgeselcili-ği destekleyecek partnerlerin olmaması, tarihsel miraslar, çatışmalı veya ayrışmış politik, ekono-mik, sosyal ve kültürel sistemler, işlevsiz bölgesel kurumlar, partnerler arasında güven noksanlığı, çıkarlar, politika ve kimlik üzerine çatışmalar, fayda ve maliyetlerin bölgede eşit dağılmaması, bölgede güç asimetrisidir.

Bölgeselleşmeyi engelleyen şartlar listesi birebir olmasa da büyük ölçüde Ortadoğu’da mevcut duruma denk düşmektedir. Dünyanın diğer böl-gelerinde işbirlikleri göreceli olarak daha kolay meydana gelirken, kurumsallaşma veya işbirlik-lerine müsaade edecek bir dengeli ortama sahip olmayan Ortadoğu’da gerek diğer konularda ge-rek su/ çevre konusunda işbirlikleri sağlayacak kurumsallaşma gerçekleşememektedir, oluştu-rulmuş bir yapı varsa da işlevini yitirmiş veya lav edilmiştir. İşbirliği ve bölgeselleşme arasında var olduğu söylenen karşılıklı ilişki maalesef şimdilik bu şartlar altında Ortadoğu’da geçerli değildir.

Bu duruma en yakın tarihli örnek ise; Türkiye ve Suriye arasında önemli bir işbirliği örneği olan Asi nehri üzerinde inşa edilmesi planlanmış olan Asi Dostluk Barajı projesidir. Ortadoğu için gü-zel bir işbirliği olacak ve diğer havzalarda da et-kili olacağı düşünülen bu proje, 2009 yılında ya-pılan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSK) toplantılarında imzalanan protokollerde yerini almış ve 6 Şubat 2011 yılında ortak bara-jın temeli iki ülkenin de Başbakanları ve Bakan-larının huzurunda atılmıştır. Söz konusu proje yaklaşık bir ay sonra Arap Baharı olaylarının Suriye’ye sıçraması ile proje iptal edilmemiş, fa-kat projenin bitiş tarihi ötelenmiştir.

O

1 Roma Kulübü: İtalyan Fiat otomativ sanayii şirketinin başkanlığında bir grup uluslararası şirketin, bilim adamları, ekonomistler, eğitimciler, sananiyciler ve devlet adamlarının oluşturduğu bir sivil toplum kuruluşudur. Söz ko-nusu rapor 1972 yılında “The Limits of Growth” başlığı ile yayımlanmıştır.

2 Ruşen Keleş, Can Hamamcı ve Aykut Çoban, Çevre Politikası, Ankara, İmge Kitabevi, 2009, s.41; Sevim Budak, Avrupa Birliği ve Türk Çevre Politikası, Ankara, Büke Yayınevi, 2000, s. 114.

3 Ayşegül Kibaroğlu, Building a Regime for the Waters of the Euphrates-Tigris River Basin (International and National Water Law and Policy Series), Springer, 2002, s. 19.

4 J.M. Grieco, “Anarchy and Limits of Cooperation : A Realist Critique of the Newest Liberal Instituonalism” , Inter-national Organization, Vol. 42, No.3, 1988,s.486.

DİPNOTLAR

Page 93: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

91 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Hazırlayan: Ali Oğuz DİRİÖZ

KİTAP İNCELEMESİ SERİSİ: 9

Caution: This review may contain spoilers about the novel

Disclaimer: Concerning this book by Amin Maal-ouf and about certain quotes attributed to Omar Khayyam, the reviewer takes no responsibility in any way for any conclusions that could be drawn out, or on how any reader might interpret this review. The reviewer’s intention was to present a well known book and how it could be an inter-esting fictionalized presentation of history. This review does not intend to draw any direct anal-ogy for current events. Nor does this review in any way intend to influence any ongoing review pro-cesses concerning this book. However if any simi-larities and analogies could possibly be made, the reviewer takes no responsibility what so ever.

Originally published in French (Samarcande), in 1988, Samarkand is an interesting historical fic-

tion novel by award winning Lebanese-French author and member of the “Académie française” (French Academy), Amin Malouf. This novel is probably an important masterpiece by the au-thor who sheds light on two different periods of the history of Persia and Central Asia, in a fictionalized manner that would keep the read-ers interested on the subjects for many years to come. Many topics such as history, poetry, phi-losophy, Sufism, and relationships are accounted in this novel. Furthermore, this book is to be considered for a closer scrutiny even more now-adays because of the current sociological events ongoing across the Middle East. Maalouf, a soci-ologist by training, has a vivid and entertaining story telling style that is intended to keep the in-terests of the readers alive. Throughout the work, there is a theme of universalism of poetry across distant geographies, languages, cultures, and

“Samarkand” by: Amin MAALOUF

Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

French in 1988, London: Abacus, 1998 ISBN: 0349106169, 309 p.

Page 94: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

92 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Kitap İncelemesi

religion. Furthermore, there is also the theme of the universalism of poetry in reflecting hu-man emotions such as love for centuries across time. This is especially present in the opening of the book where a passage of the poem entitled “Tamerlane” by another famous poet, and an American Intellectual of the 19th century, namely Edgar Allan Poe is quoted. It is a passage where the past importance of Samarkand is described as the “queen of earth, her pride above all cities.”

Though named after a Central Asian city in mod-ern day Uzbekistan, the title is symbolic of a city that was once seen as a most important place in world history, politics, science, culture and lit-erature. Since the time the book was written the events of the Arab Spring unfolded and social justice uprisings have shaken appeared across the Middle East. Currently there are consider-able violent uprisings against the regime in Syria and turmoil in Egypt. Even in Turkey, which had for some time been an oasis of relative stability, at the northwestern edge of the turbulent Middle East region, massive anti-government protests spread around sporadically. The work of Maalouf, which is a fictional account of an imagined American protagonist named Benjamin O. Lesage (Which is later revealed that his parents had named him Benjamin ‘’OMAR’’ Lesage, with Omar in honor of Omar Khayyam). The story starts with Lesage complaining about the terrible loss on board the RMS Titanic in 1912. The loss is his (fictional) discovery of the only original copy of the Rubaiyat that was writ-ten by Omar Khayyam himself. Throughout the novel, the author Amin Maalouf makes histori-cal references about important periods of tur-moil and change in the Muslim world, and par-ticularly in Persia and Central Asia. But it is his fictional account and imagination that may be a reason why many have found his particular novel more interesting to read than many other histor-ical books about the same era.

Part I

The book is in the format of a story within the story. One finds the main narrator, Benjamin O.

Lesage living in the late 1890’s and early 1900’s, and was telling his story in Persia. He had found the original manuscript of the personal journal of Omar Khayyam, but the one and only copy was lost on board the Titanic while it was being brought to the United States. But after briefly mentioning this on the first page, the book then moves back to the 11th century and introduces the history of the region, and Omar Khayyam’s arrival to Samarkand. Though surprisingly, a fair part of the story does not taking place in Samar-kand itself. The book dramatically accounts the famous encounter between Nizam-ul Mulk (The Grand Vizier to the Seldjuk Sultans Alp Arslan and Malik Shah), Omak Khayyam (The Astrono-mer and Classical Persian Poet), and Hassan Al Sabbah (The Leader of the Ismaili order of the Hashshashins who are at the root of the English language word for Assassins). An important feature at this point is that in Maalouf ’s story Khayyam is the main character. He is depicted as a humble, honest and good intentioned person who values science (astron-omy) and mathematics as well as poetry and literature. Hence, he is depicted as both a man of science and letters (which he most probably was). By contrast, Khayyam was portrayed dif-ferently in an older fictionalized novel about the same era and same historical trilogy of charac-ters. In Vladimir Bartol’s book entitled Alamut,1 in which Khayyam was portrayed as a slightly more cynical man, and it is implied that he was a person who did like to drink alcohol in a self-indulgent manner. In Amin Maalouf ’s depiction, Khayyam is rather presented as a fairly good-natured and modest person. An example of his modesty is perhaps Khayyam’s presenting him-self as Omar from Nishapur. Maalouf also de-picts Khayyam as someone who drinks moder-ately and rather responsibly, and makes relatively less noticeable references to the quatrains on the love of wine (for which Khayyam has become perhaps infamous and controversial in recent years). Yet in Bartol’s book, Khayyam makes a little appearance and most of the story is around Hassan Al-Sabbah and his rivalry against Nizam ul-Mulk and the Seljuk Empire’s emperor Melik-shah.

Page 95: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

93 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Kitap İncelemesi

Maalouf presents the differences of the Turk-ish rulers, Arab, Persian cultures of the Muslim World (as did Bartol). An interesting detail that readers should bear in mind is that in the 11th century, Egypt was Ismaili Shiite under the Ar-ab-Berber Fatimid’s while Iran under the Turkish Seljuk Empire were predominantly Sunni. While Nizam-ul-mulk was Persian and Sunni, just like Khayyam, Hassan Al Sabbah was Persian but Ismaili Shiite. It is important to note that the greatness of the Seljuk court was that it ruled a great and vast empire in which the there were no initial division of society. The book depicts a state that valued meritocracy, in which the po-litical advisors and viziers, poets, scientists and even the subjects of the Sultan, were surprisingly not divided (or arguably there was a relatively little divide) as Sunni or Shiite or as being Per-sian, Turk, Arab, or Armenian (as with the case of Nizam ul-Mulk’s bodyguard, Vartan the Ar-menian).

In the first part of the book, after the short intro-duction of Benjamin O. Lesage tells us what had happened at the end (that he had lost the only original copy of Khayyam’s Rubaiyat), we see the 11th century through the eyes of Omar Khayyam, with his friendships with both Nizam ul-Mulk and Hassan Al-Sabbah and of his women poet lover Jahan. In Maalouf ’s novel, it is Khayyam who introduces Nizam and Hassan, and over time Nizam gets jealous of Hassan’s closeness to the young Seljuk Emperor, Sultan Malik shah (Meliksah). And how Nizam plays tricks on the pages of the account books of Hassan Al Sabbah in order to sabotages the later to make him fall from grace, and be ridiculed in the eyes of Sultan Malik Shah. Following his fall from the favor, it was Hassan, who had to leave the court and then concentrate on his efforts on forming the As-sasins’ order in Alamut. While the intense love affair between Jahan and Omar is at the center of the attention in much of the account, there is a fair bit of mention of Terken, wife of Malik Shah as a conspirator. It is very emotional per-haps even very angering learn how Khayyam and Jahan were separated because they were in rival camps in the palace intrigues and how for years Omar Khayyam grieved for her.

In the first part of the book there is an important scene in Samarkand when the issue of drinking alcohol is mentioned, and Khayyam is accused (fictionally) of saying verses which he claims are attributed to him but he did not say them as such. After the matter is discussed and settled (or rather appeased in appearance) by the Qadi Abu Taher, the antagonizing sides all join in to share dinner. During the dinner that is shared between Khayyam and his principal critique when he first arrived to Samarkand, a certain “Scare-Face,” the two actually manage to have a conversation. In the conversation with Scare-Face, while Khayy-am does not oppose drinking moderately on occasion, Scare-Face boasts of never drinking a drop of Alcohol. Such discussions about the new regulations on alcohol are presently ongoing in Turkey. Unlike the way he is depicted by Maal-ouf, Khayyam is allegedly infamous for his love of alcohol and is associated with drinking wine in particular. For this reason, a well-known wine house in Bestekar Street, of the Kavaklidere dis-trict of Ankara, Turkey, is named after Khayyam. It is not exactly known whether such preconcep-tion about Khayyam’s love for drinking wine was one of the reasons behind the complaints certain parents had regarding Maalouf ’s book. At pre-sent, this book by Amin Maalouf is being inves-tigated by the Turkish board of education after certain complains and it is under the process of being reviewed whether it would be considered as appropriate or not for educational usages.2

Complaints about this book are being examined by the Turkish board of education. The com-plaints were filed with the arguments that this book is apparently insulting Islam. While any reviewer should be cautious when making com-ments either for or against such views, or even when not making any comments about the topic, it is worth noting that the style of Maalouf may sometimes lead to confusion if not read atten-tively. For instance, in the same book, the great Turkish Seljuk Emperor, a hero of many Turk-ish Nationalists, Sultan Alparslan (Alp Arslan in the book) is being called as “effeminate” by his enemies who never ceased to gossip about him, although he had 9 children. While this comment may be possibly interpreted as insulting Sultan

Page 96: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

94 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Kitap İncelemesi

Alparslan, it could be on the other hand argued that the author had clearly mentioned the fact that these were gossips by the enemies who were jealous. Hence it is not known which elements were interpreted as insulting. On the other hand, not only is this a historical fiction, but within the book there are many references to dreams, and life being a dream, and reality and dreams being blurred throughout the novel.

Part II

In the second part of the book, almost 900 years after the death of all of the protagonists and an-tagonists of the story told by Omar Khayyam, the story of Benjamin O. Lesage is introduced. There is a description of how the poems of Omar Khayyam became popular in the United States and Europe in the 19th century and that his mid-dle name was after Omar Khayyam due to his parents love for the poet. Then, Benjamin’s story is is about the westerner going to the Orient, to discover more about unknown exotic cultures. Just as in such stories, it is about the love he would feel to a Persian princess whom he actu-ally sees for the first time in Istanbul. The second part can be seen perhaps by certain critiques as being ‘Orientalist.’ Benjamin O. Lesage’s return to the United States with both the Rubaiyat and princess Shireen (his two prized possessions af-ter his exotic adventures in the Orient) may be interpreted as a typical Orientalist behavior type. On the other hand, one needs to bear in mind that Maalouf is originally Lebanese, and lived there for perhaps a greater part of his life, and hence he presents a view that may not necessarily be interpreted as a ‘Western’ one either. Perhaps very few Western accounts could have described the historic and cultural richness of the region with such accuracy. The second part takes places at a time when there were many social uprisings such as the constitutional revolution in the Per-sian Empire. Constitutionalism was an impor-tant movement that caused social uprisings both in Persia and neighboring Ottoman Empire. Also in the Ottoman Empire, during the same period, the1908 Young Turk revolution first re-opened the suspended parliament and then deposed the following year Sultan Abdul Hamid II.

Throughout the book, the value of the univer-salism of science, love and of poetry as well as individual liberties and freedom appears to be brought forward. By contrast, Khayyam is not portrayed as a brave man in the face of social or political upheavals. Nor as a person who would fight. In fact the author can perhaps be even crit-icized for such impartiality to be perhaps inter-preted arguably as senselessness and having feel-ings only in words but not in actions. But that is only in the context of the story told in the 11th century. This again, brings us back to the issue of how the account of Maalouf can sometimes be abstract and open to several interpretations. The story told in the early 1900’s is quite differ-ent because it does show much courage on the part of a relatively little known American named Baskerville, and his death during uprisings in Tebriz. One may not be very familiar, but Presi-dent Obama in 2009 made reference to Basker-ville and to his sacrifice and eventual death in 1909 while there were demonstrations against the Shah.3 Throughout the second part, Lesage is depicted as a more adventurous man. And in that story, though not as daring as Howard Bask-erville, Lesage is more involved in Tebriz. The love Lesage feels for Shireen, a Persian princess, is reminiscent of perhaps of the stories of Sche-herazade as it is not entirely clear which parts with his relationship were real in the story while which ones were dreams. There are allusions to dreams in the end of both Khayyam’s and Les-age’s accounts; which may be perhaps posing a philosophical existentialist question to the read-ers, and also reminding that the accounts were fiction and not actual history.

Conclusion

In terms of method, Maalouf also does a good job in keeping the readers interested to histori-cal events through fictionalizing. For instance, many would read the character of Baskerville as a fictional character while perhaps later realiz-ing that he was a true martyr. This method, on the other hand, may be, like much of the story telling style of Maalouf, may have a confusing element. Overall, the work has been described by famous expert on the Middle East and Cen-

Page 97: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

95 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Kitap İncelemesi

tral Asia, Ahmed Rashid, as one that waved the history and culture of the region like a beauti-ful Persian carpet of many colors.4 This work has been critically acclaimed for displaying many layers of culture, history, philosophy, and story telling while increasing the general awareness about the region history and culture. It is also a rich text that would trigger many readers to have increased curiosity about several of the his-toric figures mentioned in Maalouf ’s novel. Like

many fictional works, it is possible to criticize it on multiple grounds, and have many aspects of the historical and cultural accuracies being dis-puted. On the other hand, these things could be possible if one reads too much into any book and it is essential to keep in mind that this is a fic-tional account, and perhaps one should not read “too much” into the possible meanings of the ac-count.

O

1 Vladimir Bartol, Alamut , Berkley, California: North Atlantic Books, 2012, ISBN: 1583946950, 9781583946954, 400 p. Translated by Michael Biggins. IFirst published in Slovenian in 1938,

2 “Maalouf’s ‘Samarkand’ investigated by Turkish Education Board , Hurriyet Daily News, 30 January 2013, http://www.hurriyetdailynews.com/maaloufs-samarkand-investigated-by-turkish-education-board.aspx?pageID=238&nid=40142 retrieved : Monday,July 22 2013, 5:20:21 PM EDT

3 John Ghazvinian: “Howard Baskerville – An American Hero Iranians Love” Huffington Post, 8 March 2009, http://www.huffingtonpost.com/john-ghazvinian/howard-bakersville----an_b_172906.html

4 Ahmed Rashid, The Independent, 22 September 1991 http://www.independent.co.uk/voices/book-review--poetry-lovers-tricked-by-a-drowned-manuscript-samarkand--amin-maalouf-tr-russell-harris-quartet-books-pounds-1595-1552997.html

ENDNOTES

Page 98: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

96 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Bu Sayıda Katkıda Bulunan Yazarlar

Dr. Süreyya Yiğit

Süreyya Yiğit ORSAM’ın Avrasya Danışmanıdır. Lisansını Uluslararası İlişkiler konusunda London School of Economics’den aldı. Uluslararası İlişkiler’de yüksek lisansını ve doktora araştırmalarını Cambridge Üniversitesinde sürdürdü. Kendisinin Pedagojik Bilimler konusunda Fahri Doktorası vardır. Aalborg Üniversitesi, Semerkant Devlet Üniversitesi, Semerkant Yabancı Diller Devlet Enstitüsü, Kırgız-Türk Manas Üniversitesi, Kırgızistan-Rus Slavyan Üniversitesi, Amerikan Orta Asya Üniversitesi ve Uluslararası Atatürk Alatoo Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler konusunda ders vermiştir. Mevcut araştırma ve çalışmaları enerji güvenliği, Moğolistan’ın siyasal yapılanması ve Kırgız parlamenter rejimi üzerinedir. Cambridge Review of International Affairs ve openDemocracy gibi uluslararasi hakemli dergilerde Avrasya alanında, özellikle Avrupa Birliği, Türk Dış Politikası ve Orta Asya ile ilgili yayınları bulunmaktadır. 2012’de Energy Security, Shanghai Cooperation Organisation and Central Asia adlı kitabı yayınlanmıştır. 2012 yılından beri İstanbul Aydın Üniversitesinde ders vermektedir.

Yrd. Doç. Dr. Nebi Miş

2003 yılında Uluslararası İlişkiler bölümünde lisansını bitirdi. 2005 yılında “Soğuk Savaş Sonrası NATO’nun dönüşümü ve Rusya Federasyonu ile İlişkileri” başlıklı tezi ile yüksel lisansını tamamladı. Aynı yıl Sakarya Üniversitesi Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim dalında doktoraya başladı. Doktora sürecinde bir yıl süre ile Belçika KatholiekeUniversiteitLeuven’de araştırmacı olarak bulundu. Mayıs 2012’de “Türkiye’de Güvenlikleştirme Siyaseti 1923-2003” başlıklı doktora tezini savundu. Doktora Sürecinde TurkishStudies, Bilgi Dergisi, Akademik İncelemeler Dergisi, Ortadoğu Yıllığı, Dünya Çatışma Bölgeleri gibi süreli ve süresiz yayınlar da makaleleri yayınlandı. Makalelerinden bazıları şunlardır. “Turkey’s Role in the ‘Alliance of Civilizations’: A New Perspective in TurkishForeignPolicy?” (Ali Balcı ile) TurkishStudies, Volume: 9, Number: 3, September2008; “Güvenlikleştirme Teorisi ve Siyasal Olanın Güvenlikleştirilmesi”, Akademik İncelemeler Dergisi, Cilt:6,Sayı: 2, 2011, ss.345-381; “İslamcılığın Dönüşümünü Tartışmak: İslamcılığın Dört Hali ve Muhafazakârlaşmak”Bilgi, 24, Yaz 2012, ss. 1-17 “Kültürel Kimliklerin Güvensizliği: Avrupa Birliği ve Medeniyetler Çatışmasını Yeniden Düşünmek (M. Yeşiltaş ile birlikte)”, Küreselleşen Dünyada Avrupa Birliği (içinde), Phonex Yayınevi, Ankara -2008, ss. 318-364. Ayrıca Ortadoğu’da demokratikleşme ve Suriye üzerine çalışmakta ve bu konularda Ortadoğu Yıllığı ve Türk Dış Politikası Yıllığı’nda düzenli olarak makaleleri yayınlanmaktadır. Halen Sakarya Üniversitesi İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümündeders vermektedir.

İsmail Numan Telci

Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde araştırma görevlisi ve doktora adayı. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde lisans, Hochschule Bremen’de Avrupa Çalışmaları alanında yüksek lisans derecelerini almıştır. Ortadoğu Yıllığı ve Akademik İncelemeler Dergisi’nin yardımcı

Page 99: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Yazarlar

97 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

editörlüğünü yapmaktadır. Postmodernizm, devrim çalışmaları, Mısır devrimi, Mısır siyaseti, Türkiye-Mısır ilişkileri ve Ortadoğu siyaseti öncelikli çalışma alanlarıdır. Ortadoğu Yıllığı, Türk Dış Politikası Yıllığı, Ortadoğu Analiz’de makaleleri, Barselona, Manchester, St. Andrews, Tübingen ve Kahire Üniversitelerinde düzenlenen uluslararası konferanslarda sunumları bulunmaktadır. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından düzenlenen Ortadoğu Kongresi ve Kriz ve Kritik Konferansları’nın düzenleme kurulu üyesidir. Hali hazırda Kahire Üniversitesi Medeniyet Çalışmaları ve Kültürlerin Diyalogu Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak görev yapmaktadır.

Dr. Seyfi Kılıç

Seyfi Kılıç ORSAM Su Araştırmaları Programı’nda danışman olarak çalışmaktadır. Çalışma alanı özellikle Ortadoğu su sorunları üzerinedir. Aynı zamanda uluslararası su hukuku, çevre politikaları ve Kuzey-Güney ilişkileri çalışma alanı içindedir. Seyfi Kılıç Ankara Üniversitesi Sosyal Çevre Bilimleri Anabilim Dalı’ndan doktora derecesine, Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik Anabilim Dalı’ndan Yüksek Lisans derecesine sahiptir. Lisansını Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamlamıştır. Ankara’da yaşamaktadır.

Prof. Dr. Tarık Oğuzlu

Uluslararası Antalya Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde Prof. Dr. olarak görev yapan Tarık Oğuzlu doktora derecesini Uluslararası İlişkiler alanında Bilkent Üniversitesi’nden 2003 yılında, aynı alandaki yüksek lisans derecelerinden ilkini 1998 yılında Bilkent Üniversitesi ve 2000 yılında da London School of Ecomocis’den almıştır. Dr. Oğuzlu 1999 yılında Avrupa Birliği Komisyonu Jean Monnet bursunu kazanmıştır. 2004-2012 yılları arasında Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışan Dr. Oğuzlu’nun çalışma alanları dış politikanın Avrupalılaşması, transatlantik ilişkiler ve NATO, Avrupa Birliği dış, güvenlik ve savunma politikaları, Türk-Yunan ilişkileri ve Kıbrıs sorunu ve Türk dış politikasıdır. Dr. Oğuzlu’nun akademik makaleleri, Political Science Quarterly, Middle East Policy, International Journal, Security Dialogue, Middle Eastern Studies, Turkish Studies, Cambridge Review of International Affairs, European Security, International Spectator, Contemporary Security Policy, Australian Journal of International Affairs, Mediterranean Politics ve Uluslararası İlişkiler gibi Social Science Citation indexinde yer alan dergilerde yayınlanmıştır.

Yrd. Doç. Dr. Burak Bilgehan Özpek

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde Öğretim Üyesidir. De Facto Devletler, Türk Dış Politikası ve Güncel Ortadoğu Politikaları konularında çalışmalar yürütmektedir. International Journal, Iran and the Caucasus, Turkish Studies ve Journal of International Relations and Development gibi dergilerde makaleleri yayınlanmıştır.

Fazıl Ahmed Burget

Fazıl Ahmed Burget, 14 Eylül 1973’te Afganistan’ın Kuzeydoğusunda yer alan Tahar’da doğdu. İlköğrenimini Afganistan’da tamamladıktan sonra 1993’te burslu olarak Türkiye’ye geldi ve 1998’de Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. 2002’te Gazi Üniversitesi Tarih Bölümü Yakınçağ tarihinden fark dersler alarak master programına dahil oldu ve 2005’te “Türkistan Milli Mücadelesinde Afganistan Türkleri” isimli master tezini vererek mezun oldu. Burget, 2001 – 2005 yılları arasında ASAM’da uzman olarak çalıştı. 2006 – 2011 yılları arasında Kabil Üniversitesinde öğretim elemanı olarak görev yaptı. 2007 – 2010 yılları arasında Afganistan’da

Page 100: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Yazarlar

98 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

kendisi tarafından çıkarılan Bilgi isimli gazetede genel yayın yönetmenliği yaptı. 2011’de doktorasını tamamlamak üzere yeniden Türkiye’ye döndü ve halen Gazi Üniversitesi, Tarih Bölümü, Yakınçağ Tarihi Anabilim dalında doktora programı tez aşamasındadır. Burget’in Afganistan, Pakistan ve Orta Asya ile ilgili makale çalışmaları bulunmaktadır.

Aybüke İnan

19 Mayıs 1989 yılında Düzce Konuralp kasabasında doğdu. İlk ve orta öğretimini Antalya’da tamamladı. 2007 yılında Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü kazanarak lisans öğrenimine başladı. 2009 yılında 1 yıllık Erasmus öğrenimi için Fransa’ya gitti. Tez aşamasında Kerkük ve Irak’taki Türkmenler inceleme alanını oluşturdu. Türkiye ve Irak arasındaki ilişkileri anlatan üç tane makalesi TUİÇ Akademi sayfasında yayınlandı. Kerkük Yumurtalık Boru Hattını ele alan lisans bitirme tezi yazdı. 2013 yılında ikincilikle lisans derecesini bitirdi. Aynı yıl Akdeniz Uluslararası İlişkiler Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisansa başladı. Şuan İş Bankası’nda memur olarak görev yapmakta ve aynı zamanda Kuzey Kutbu üzerine araştırmalar yapmaktadır.

Dr. Tuğba Evrim Maden

Tuğba Evrim Maden Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi, Hidrojeoloji Mühendisliği bölümünde, yüksek lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırmalar Merkezinde tamamlamıştır. Doktora derecesini “ AB Su Çerçeve Direktifi ve Meriç Nehri” başlıklı tezi ile 2010 yılında Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünden almıştır. 1 Aralık 2010 tarihinden itibaren Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Su Araştırmaları Programı’nda “Hidropolitik Uzmanı” olarak görev yapmaktadır. Tuğba Evrim Maden, ISA (International Studies Association) ve IWA (International Water Association), International Association of Hydrological Sciences (IAHS) ve UİK (Uluslararası İlişkiler Konseyi) üyesidir.

Ali Oğuz Diriöz

Lisans eğitimini University of Virginia’da Uluslararası İlişkiler dalında tamamladıktan sonra özel sektörde çalışırken yüksek lisans eğitimine Bilkent Üniversitesi’nde başlamıştır. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Kamu Politikası yüksek lisansını tamamlayan Diriöz, 2008’den bu yana bu üniversitenin Uluslararası İlişkiler bölümde araştırma görevlisi olarak doktora çalışmalarına devam etmektedir. Halen aynı bölümde ders de vermektedir.

O

Page 101: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Ortadoğu Güncesi

99 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Hazırlayan: Seval KÖK

Günce No: 56

Ortadoğu Güncesi

21 Haziran – 20 Temmuz 2013

Page 102: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Ortadoğu Güncesi

100 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

21 Haziran 2013: Suriye yönetimi, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır’ı terörist olarak nitelendirdiği muhalif-leri desteklemek ve “bölgedeki barış ve güven or-tamını tehdit ettikleri” iddiasıyla BM’ye şikayet etti.

21 Haziran 2013: Lübnan Cumhurbaşkanı Mi-şel Süleyman, “Eğer Halep için savaşırlar ve daha fazla Hizbullah savaşçısı ölürse, bu daha fazla tansiyona sebep olacaktır. Bu Kusayr’da bitmeli ve Hizbullah eve dönmeli.” dedi. 

21 Haziran 2013: Suriyeli muhalif kaynaklar, önceki gün ülkenin güneyindeki Dera kenti ci-varındaki birkaç yerleşim yerinin Hizbullah des-tekli rejim güçlerine geçmesi sonrasında komşu Ürdün’e kaçmaya çalışan binlerce mülteciye sını-rın karşı tarafından ateş açıldığını bildirdi.

21 Haziran 2013: İsrail, Türkmenistan’a bü-yükelçi atadı. İsrail yönetiminin atadığı Büyü-kelçi Shemi Tzur, Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhamedov’a güven mektubunu sundu.

22 Haziran 2013: Katar’ın başkenti Doha’da ger-çekleştirilen Suriye’nin Dostları toplantısına ka-tılan ABD Dışişleri Bakan John Kerry, Suriye’de çözüm için iki tarafın da taviz vermesi gerektiği-ni söyledi.

22 Haziran 2013: Rusya Dışişleri Bakanı Ser-gey Lavrov, ABD’nin Suriye krizinde çözüm için Cenevre’de yapılması planlanan uluslararası konferansa ya da silahlı muhalefete destek verme konusunda tercih yapması gerektiğini söyledi.

23 Haziran 2013: Afganistan Dışişleri Bakanlı-ğı sözcüsü Canan Musazai, Taliban’ın Katar’daki bürosunun ülkedeki barış görüşmelerine katkı sağlamak amacıyla açıldığını bildirdi.

24 Haziran 2013: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye’deki muhalefeti silahlandırmanın, ülkede siyasi çözüme engel olacağını söyledi.

25 Haziran 2013: Irak Türkmen Cephe-si Başkan Yardımcısı Ali Haşim Muhtaroğlu, Tuzhurmatu’da düzenlenen intihar saldırısı so-nucu hayatını kaybetti.

26 Haziran 2013: Katar’da 18 yıldır hüküm sü-ren Emir Şeyh Hamad ‘zamanı gelmişti’ diyerek görevi oğlu Şeyh Tamim’e bıraktı.

27 Haziran 2013: Rusya Dışişleri Bakan Yar-dımcısı Mihail Bogdanov, Suriye’de Rus Savun-ma Bakanlığı’na ait Tartus askeri deniz üssünde hiçbir Rus askerinin bulunmadığını açıkladı.

28 Haziran 2013: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Suriye krizinin çözümü için Cenevre’de toplanacak uluslararası konferans çalışmaları ile ilgili Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu telefonla arayarak bilgilendirdi. Rusya Dışişle-ri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, “Lavrov, Türk mevkidaşını üçlü görüşmenin sonuçları konusunda bilgilendirdi. Acil bir şekilde konfe-ransın yapılması ve Suriye krizinin siyasi çözü-münün desteklenmesi vurgulandı.” İfadeleri kul-lanıldı.

28 Haziran 2013: Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, “Irak’ın, Suriye’deki çatışmaların bir par-çası olmadığını” açıkladı.

30 Haziran 2013: Irak Bölgesel Kürt Yöneti-mi Parlamento’suna sunulan Başkan Mesud Barzani’nin görev süresinin 2 yıl daha uzatılması önerisi kabul edildi. Muhalefet partileri tarafın-dan tepkiyle karşılanan öneri ikinci oturumda onaylandı.

1 Temmuz 2013: ABD Başkanı Barack Obama, Mısır’da demokratik yöntemlerle iş başına gel-miş bir hükümetle muhatap olma siyaseti güt-tüklerini söyledi. Obama, Muhammed Mursi ve hükümetinin de demokratik gelişme konusunda daha fazla çalışması gerektiğinin açık olduğunu dile getirdi.

2 Temmuz 2013: Mısır’da yaşanan olayların ar-dından üst düzey yetkililerin istifaları devam edi-yor. Dışişleri Bakanı Muhammed Kamel Amr’ın, Başbakanlık sözcüsü Dr. Alaa El Hadidi’nin, Dı-şişleri Bakanı’nın ve Cumhurbaşkanı Muham-med Mursi’nin iki sözcüsünün istifa ettiğinin bil-dirilmesinin ardından Başbakanlık sözcüsü Dr. Alaa El Hadidi’nin de istifa ettiği bildirildi. 

Page 103: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Ortadoğu Güncesi

101 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

2 Temmuz 2013: Irak Cumhurbaşkanı Nuri Ma-liki, Moskova’da yaptığı açıklamada, Gazprom Neft’ten Kürt bölgesindeki çalışmalarını durdur-masını istedi.

2 Temmuz 2013: İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad, Rusya’nın İran’a daha fazla nükle-er santral yapması için görüşmelerin devam etti-ğini, projenin uygulamaya başlaması için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kararı gerekti-ğini söyledi.

2 Temmuz 2013: Irak Başbakanı Nuri Maliki, Türkiye’de bulunan PKK terör örgütü üyeleri-nin sınırı geçerek ülkenin kuzeyine girmelerinin Irak’ın egemenliği açısından tehdit oluşturduğu-nu söyledi.

3 Temmuz 2013: Avrupa Birliği Dışilişkiler Yük-sek Temsilcisi Catherine Ashton, Mısır’daki ge-lişmeleri yakından kaygıyla izlediklerini belirtti. 

3 Temmuz 2013: ABD Başkanı Barack Obama, Mısır lideri Muhammed Mursi’yi telefonla ara-yarak sokakların sesini dinlemesi çağrısında bu-lundu.

3 Temmuz 2013: Mısır devlet ajansı, kurulacak geçiş hükümetinin ardından meclis ve cumhur-başkanlığı seçimlerinin yapılacağını açıkladı. Mısır Ordusu’nun, ültimatomun dolmasının ar-dından açıklayacağını belirttiği siyasi yol harita-sını sivillerin ilan edeceği belirtildi. Resmi haber ajansı MENA’ya göre yol haritasını, muhalif li-derlerden Muhammed el Baradey, El Ezher Üni-versitesi Şeyhi Ahmed Muhammed el Tayyip ve Kıpti Patriği 2. Tavadros duyuracak. Habere göre siyasi yol haritasında kısa geçiş döneminin ar-dından başkanlık ve parlamento seçimleri yapı-lacak. El Ahram gazetesinin haberine göre Mısır ordusu Mursi’ye ‘Cumhurbaşkanı değilsin’ dedi.

3 Temmuz 2013: Mısır’da yayın yapan devlet gazetesi El-Ahram, Devlet Başkanı Muhammed Mursi’nin ordu tarafından verilen muhtırada be-lirtilen süre sonunda görevi bırakacağını ya da görevden alınacağını belirtti.

3 Temmuz 2013: Dışişleri Bakanlığı, dün olduğu gibi bugün de Türkiye’nin, dost ve kardeş Mısır’ın yanında olmaya ve Mısır’ın siyasi istikrarına, bir-lik ve beraberliğine, ekonomik kalkınmasına des-tek vermeye devam edeceğini bildirdi.

3 Temmuz 2013: Esad rejimi, Mısır Cumhur-başkanı Muhammed Mursi’ye istifa çağrısı yaptı.3 Temmuz 2013: Filistin lideri Mahmud Abbas, Filistinlilerin Arap ülkelerinin içişlerine karış-mamalarını istedi.

3 Temmuz 2013: Mısır Cumhurbaşkanı Mu-hammed Mursi’nin ulusal güvenlik danışmanı askeri bir ihtilalin gerçekleşmek üzere olduğunu ve ordu ve polisin Mursi taraftarı göstericilere karşı şiddet uygulayacağını tahmin ettiklerini söyledi.

3 Temmuz 2013: Mısır’da devlete bağlı el Ah-ram gazetesi, anayasayı askıya alacak olan ordu-nun, 9 ay ile 1 sene içinde seçimlere gideceğini yazdı.

4 Temmuz 2013: Mısır Cumhurbaşkanı Mu-hammed Mursi, ülkedeki son durumu tüm ta-raflarla oturup değerlendirmeye açık olduğunu söyledi.

4 Temmuz 2013: Mısır güvenlik güçleri yetki-lileri, Müslüman Kardeşler’in lideri Muhammed Bedii’nin ülkenin kuzeyindeki sahil şehri Mersa Matruh’ta dün akşam tutuklandığını bildirdi.

4 Temmuz 2013: Almanya Dışişleri Bakanı Gu-ido Westerwelle, Mısır’daki gelişmeleri ‘demok-rasi için bu ciddi bir gerileme’ olarak nitelendir-di. Westerwelle, “Mısır ivedilikle tekrar anayasal düzene geri dönmelidir.” dedi.

4 Temmuz 2013: Mısır’da askeri darbeyle indi-rilen Muhammed Mursi’nin yerine atanan Ana-yasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur, yemin ederek ülkenin Geçici Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı.

4 Temmuz 2013: AB Dış Politika Yüksek Tem-silcisi Catherine Ashton, Mısır’da tüm taraflar-dan demokratik sürece hızla dönmelerini istedi.

Page 104: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Ortadoğu Güncesi

102 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

4 Temmuz 2013: Müslüman Kardeşler Yönetici-si Dr. Eşref Abdülgaffar, Mısır’daki askeri darbe-ye ilişkin açıklamalarda bulundu. Darbenin genel olmadığını söyleyen Abdülgaffar, “Muhalefetin yaptığı bir devrim olabilir. Genel bir devrimden bahsedilmez. Biz her türlü şiddete karşıyız. So-kaklarda kalmaya devam edeceğiz. Bu ortamın geriye dönmesi için çalışacağız. Demokrasiden bahsediyorsak, askeri darbeyi kabul edemeyiz. Demokrasi dışı bir şey” dedi.

4 Temmuz 2013: Mısır’da gerçekleşen askeri darbeye Rusya’dan ilk resmi açıklama geldi. Rus-ya Dışişleri Bakanlığı, Mısır’da tüm siyasi grup-lara itidalli olmalarını ve şiddete başvurmamala-rını istedi.

4 Temmuz 2013: Yemin ederek Geçici Cumhur-başkanı olan Adli Mansur, Mısır’ın Muhammed Mursi’nin istifasını talep eden sokak gösterile-riyle “ihtişamlı devriminin yönünü düzelttiğini” söyledi.

4 Temmuz 2013: Avrupa Parlamentosu, Mısır’da iktidarın demokratik yollarla seçilmiş sivil idare-ye mümkün olduğu kadar kısa sürede devredil-mesini istedi.

4 Temmuz 2013: Almanya Dışişleri Bakanı Gu-ido Westerwelle, Mısır’daki gelişmeleri ‘demok-rasi için bu ciddi bir gerileme’ olarak nitelendir-di. Westerwelle, “Mısır ivedilikle tekrar anayasal düzene geri dönmelidir.” dedi.

5 Temmuz 2013: Irak Başbakanı Nuri el Maliki, Mısır’da darbeden sonra iş başına getirilen geçici Devlet Başkanı Adli Mansur’a tebrik mesajı gön-derdi. Maliki, Mısır halkını barışa ve hoşgörüye davet etti.

5 Temmuz 2013: Mısır’daki askeri müdahale-yi ‘darbe’ olarak nitelendirmekten kaçınan AB Komisyonu, darbeyi meşru gösteren ifadeler de kullandı.

5 Temmuz 2013: Mısır’da Müslüman Kardeşler’in lideri Muhammed Bedii, başkent Kahire’de devrim karşıtı gösteri yapılan alana gel-di. Bedii, göstericilere yönelik yaptığı konuşma-

da askerlere seslenerek, Muhammed Mursi’nin yenide göreve geri gelmesi durumunda diğer ko-nuların müzakere edilebileceğini söyledi.

6 Temmuz 2013: Mısır ordusu, başkent Kahire’de karşı görüşlü göstericiler arasında çı-kan çatışmaları durdurmak için olaylara müda-hale edeceğini açıkladı.

6 Temmuz 2013: Mısır’da ordunun geçici olarak devlet başkanlığına getirdiği Adli Mansur, İttiha-diye başkanlık sarayında mesaiye başladı.

7 Temmuz 2013: Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Milli Koalisyonu (SMDK) başkanlığına Ahmet el Carba seçildi.

7 Temmuz 2013: Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin beklenen Bağdat ziyareti gerçekleşti. Barzani ve beraberindeki heyet Bağdat havaalanında Irak Başbakan Yar-dımcısı Roj Nuri Shawes ve Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari tarafından karşılandı.

7 Temmuz 2013: Rusya Devlet Başkanı Vladi-mir Putin, Mısır’ın iç savaşın eşiğinde olduğunu belirterek uyarıda bulundu.

8 Temmuz 2013: Mısırlı politikacı Muhammed El Baradey, Mısır’ın “acil uzlaşıya ihtiyacı” oldu-ğunu söyledi.

8 Temmuz 2013: Mısır’da Müslüman Kardeşler’in lideri Muhammed Bedii, Genel-kurmay Başkanı Abdülfettah El Sisi’nin ülkeyi Suriye’nin durumu ile aynı kadere sürüklemek istediğini söyledi.

8 Temmuz 2013: Mısır’da ordunun sabah na-mazı için toplanan halka ateş açması sonucu 42 kişinin öldüğü olaylar için açıklama yapan İçiş-leri Bakanlığı Sözcüsü Tugay Hani Abd El Latif, ordunun vatanın düşmanlarını öldürdüğünü söyledi.

9 Temmuz 2013: Suriyeli muhaliflerin yeni lide-ri Ahmed Carba, Şam yönetimine Ramazan ayı boyunca ateşkes ilan edilmesi teklifinde bulun-du.

Page 105: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Ortadoğu Güncesi

103 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

9 Temmuz 2013: Dışişleri Bakanı Ahmet Davu-toğlu, Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı Ahmet Assi Jarba’yı Dışişleri Bakanlığı Konutu’nda ka-bul etti. Görüşmede kısa bir açıklama yapan Da-vutoğlu, “İnşallah bu Ramazan, Suriyeli kardeş-lerimizin acı ve ızdırap çektikleri son Ramazan olur, en kısa zamanda Ramazan’ın da bereketiyle Suriyeli kardeşlerimiz arasında birlik beraberlik hakim olur. Halkın talepleri, sizlerin talepleri doğrultusunda gerekli siyasi değişim gerçekleşir ve bütün Suriye’de barış egemen olur.” dedi.

9 Temmuz 2013: Mısır’da yaşanılan şiddet olay-larına yönelik Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-mun adına yapılan açıklamada, ‘’Genel Sekreter, Mısır’da siyasi krizin yol açtığı şiddetin artarak devam etmesinden ciddi endişe duymaktadır’’ denildi.

9 Temmuz 2013: Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Mısır’da istikrar ve sükuneti sağlayacak, sonrasında da ülkede özgür bir ortamda Cum-hurbaşkanlığı seçimlerine gidilmesine imkan ve-recek tüm çabaları desteklediklerini söyledi.

10 Temmuz 2013: Rusya’nın BM Daimi Tem-silcisi Vitali Çurkin, Suriyeli muhaliflerin Mart ayında Halep’te yapılan saldırıda sarin gazı kul-lanmış olabileceklerini iddia etti. Çurkin, Rus uzmanların toprak örneklerini inceleyerek ha-zırladıkları raporu BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’a sunduğunu söyledi.

10 Temmuz 2013: Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (IBKY) Başkanı Mesud Barzani, Selahattin ka-sabasında Suriye’deki Kürt gruplarla bir araya geldi. Toplantıda Suriye’deki son gelişmeler ve Kürtlerin durumu masaya yatırıldı.

11 Temmuz 2013: Rusya’nın BM Daimi Tem-silcisi Vitali Çurkin, Suriyeli muhaliflerin mart ayında Halep’te yapılan saldırıda sarin gazı kul-lanmış olabileceklerini iddia etti.

11 Temmuz 2013: Mısır’da geçtiğimiz hafta dar-be ile iktidara gelen geçiş yönetimi, Müslüman Kardeşler lideri Muhammed Bedii için tutukla-ma kararı çıkardı.

13 Temmuz 2013: Mısır’da yaşanan askerî dar-beyi kınamayan ABD, devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin serbest bırakılması ge-rektiğini açıkladı.

14 Temmuz 2013: Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Suudi Şarkul Avsat gazetesine verdiği de-meçte İran’ın Suriye’ye yaptığı silah yardımlarını teyit etti. ‘Engel olamıyoruz’ dedi.

14 Temmuz 2013: İhvan Genel Sekreteri İbra-him Münir, Mısır askeri darbesinden sonraki gelişmeleri değerlendirdi. Genel Sekreter Münir, “Amerika Mısır’da iki yüzlü oynadı. Batı ve Ame-rika müdahaleyi askeri darbe olarak görmediği için mahcup durumda.” dedi.

15 Temmuz 2013: İngiliz Reuters haber ajansı, Pakistan Taliban’ının Suriye’de devam eden iç sa-vaşta Esad ordusuna karşı savaşan muhalif grup-lara destek olmak üzere bu ülkeye adam gönder-diğini iddia etti. 

15 Temmuz 2013: Mısır Cemaat-i İslami liderle-rinden Nacih İbrahim, Mısır’daki İslami hareke-tin deneyim ve tecrübesi sayesinde Cezayir ör-neğinde olduğu gibi şiddete başvurmayacağını, aksine Erbakan - Erdoğan örneğinde somutlaşan Türk modelini benimseyeceği öngörüsünde bu-lundu.

16 Temmuz 2013: Dışişleri Bakanı Ahmet Da-vutoğlu, İsrail uçaklarının Suriye’de bir hedefi vururken Türk hava üssünü kullandığı yönünde-ki haberleri kesin bir dille yalanladı.

16 Temmuz 2013: Mısır’daki Müslüman Kar-deşler hareketinin önde gelen isimlerinden Saf-vet Hegazi, devrimin ardından gelen demokra-siye sahip çıktıklarını söyledi. Hegazi ayrıca, şid-dete şiddetle karşılık vermeyeceklerini söyledi.  

17 Temmuz 2013: Suriye’nin BM Daimi Tem-silcisi Beşşar Caferi, muhalifleri ‘terörist’ olarak niteleyerek, bazı ülkelerin verdiği bu destek se-bebiyle pişman olacağını söyledi. Caferi, “Terör, teröristleri destekleyen ve koruyan ülkelere uza-nacak.” dedi.

Page 106: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Ortadoğu Güncesi

104 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

17 Temmuz 2013: AB Dış Politika Yüksek Tem-silcisi Catherine Ashton, darbeyle iktidardan uzaklaştırılan Müslüman Kardeşler’in üst düzey yöneticileri ile Kahire’de bir araya geldi. Görüş-meye, darbeden sonraki yönetimin görevden al-dığı Başbakan Hişam Kandil ve hareketin önde gelen üyelerinden Amr Darrag katıldı. Görüş-menin ardından açıklama yapan Darrag, AB’nin Mısır’daki krizin çözülmesi için yeni bir teklif ge-tirmediğini söyledi. Hayal kırıklığı yaşayıp yaşa-madıklarının sorulması üzerine Darrag, “Kimse-den destek beklemiyoruz. Sadece kendimize bel bağlamış durumdayız.” dedi.

18 Temmuz 2013: Birleşmiş Milletler’in (BM) Irak elçisi Martin Kobler, dün yaptığı konuş-mada Ortadoğu için şu şekilde konuştu: “Suriye ve Irak’ta çatışma bölgeleri birleşiyor.” Birbirini hedef alan, ayrıca Suriye’de de karşıt taraflarda birbirleriyle çatışan Iraklıların arttığını söyle-yen diplomat, “Bu iki ülke birbiriyle alakalı. Irak, Sünni ve Şii dünya için kırılma noktası ve pek ta-bii Suriye’de olan biten her şeyin Irak siyasi sah-

nesine de yan etkileri var.” ifadelerini kullandı. Bu çatışmalarda ne kadar Iraklının hayatını kay-bettiği konusunda bir sayı vermeyen elçi, “Acilen müdahale edilmezse durum kolaylıkla kontrol-den çıkabilir.” dedi.

19 Temmuz 2013: İran’dan Türkiye’ye tehdit gibi Mısır uyarısı geldi. İran Meclisi Milli Güven-lik ve Dış Politika Komisyonu Sözcüsü Hüseyin Nakavi Hüseyni, “Ankara, Mursi’yi destekliyor ama bu tavır devam ederse Türkiye krizle karşı-laşacaktır.” dedi.

19 Temmuz 2013: Dışişleri Bakanı Ahmet Da-vutoğlu, Ankara’da, Mısır Büyükelçisi Abderah-man Salaheldin’i kabul etti.

20 Temmuz 2013: Suriye yönetimi, ülkenin gü-neyindeki Deyr Ez Zor şehri kırsalında Türkiye’ye kaçırılmak istenen çok miktarda ham petrolün imha edildiğini duyurdu. Açıklamada Türkiye’ye ham petrol taşınmasında kullanılan tankerlerin de kullanılamaz hale getirildiği belirtildi.

O

Page 107: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Ortadoğu Güncesi

105 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Raporlar

Page 108: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Ortadoğu Güncesi

106 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

ORSAM-Ortadoğu Türkmenleri

Araştırmaları

Page 109: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

107 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

Ortadoğu Güncesi

93 Kasım 2011 - Cilt: 3 - Sayı: 35

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Su Araştırmaları Programı Raporları

Page 110: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

Kapak Konusu

108 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Ortadoğu Stratejik Araştırmalar MerkeziSüleyman Nazif Sokak No: 12-B Kat: 3-4 Çankaya / Ankara Tel: +90 (312) 430 26 09 & Faks: +90 (312) 430 39 48

www.orsam.org.tr

ORTADOĞU ETÜTLERİ

Page 111: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

109 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ORSAM Rapor No: 1Mart 2009Deniz Haydutluğu ile Mücadele ve Türkiye’nin Konumu: Somali Örneği(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 2Nisan 200960. Yılında Nato ve Türkiye (Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 3Mayıs 2009Irak’ın Kilit Noktası: Telafer(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 4Temmuz 20092009 Lübnan Seçimleri: Kazananlar, Kaybedenler ve Türkiye(Tr)

ORSAM Rapor No: 5Ağustos 2009Türkiye-Lübnan İlişkileri: Lübnanlı Dinsel ve Mezhepsel Grupların Türkiye Algılaması (Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 6Kasım 2009Tuzhurmatu Türkmenleri: Bir Başarı Hikayesi (Tr - Eng - Ar)

ORSAM Rapor No: 7Kasım 2009Unutulmuş Türkmen Diyarı: Diyala(Tr - Eng - Ar)

ORSAM Rapor No: 8 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 1Aralık 2009Karadeniz’in Bütünleşmesi İçin Abhazya(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 9Ocak 2010Yemen Sorunu: Bölgesel Savaşa Doğru mu?(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 10Yemen İç Savaşı: İktidar Mücadelesi, Bölgesel Etkiler ve Türkiye ile İlişkiler(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 11Şubat 2010Unutulan Türkler: Lübnan’da Türk Varlığı (Tr – Eng – Ar)

ORSAM Rapor No: 12 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 2Şubat 2010Rusya Federasyonu’nun Bakışı: Irak Faktörünün Türkiye’nin Ortadoğu Politikasına Etkisi (1990-2008)(Tr - Rus)

ORSAM Rapor No: 13Şubat 20107 Mart 2010 Irak Seçimleri Öncesi Şii Kökenli Parti ve Seçmenlerin Politik Davranışlarının Analizi(Tr)

ORSAM Rapor No: 14Şubat 2010Seçim Öncesi Irak’ta Siyasal Durum ve Seçime İlişkin Beklentiler(Tr)

ORSAM Rapor No: 15Mart 2010Orsam Heyetinin 7 Mart 2010 Irak Seçimlerine İlişkin Gözlem Raporu(Tr)

ORSAM Rapor No: 16Nisan 2010Oman Sultanlığı:Arap Yarımadasında Geleneksel ile Modernite Arasında Bir Ülke(Tr)

ORSAM Rapor No: 17Nisan 20107 Mart 2010 Irak Parlamento Seçim Sonuçlarının ve Yeni Siyasal Denklemin Değerlendirilmesi(Tr)

ORSAM Rapor No: 18BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 3Mayıs 2010Komşuluktan Stratejik İşbirliğine: Türk-Rus İlişkileri(Tr - Rus)

ORSAM Rapor No: 19Eylül 2010Türkiye’ye Yönelik Türkmen Göçü ve Türkiye’deki Türkmen Varlığı(Tr)

ORSAM Rapor No: 20BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 4Ekim 2010Kırgızistan’da Mevcut Durum, İktidar Değişiminin Nedenleri ve Kısa Vadeli Öngörüler(Tr)

ORSAM Rapor No: 21Kasım 2010Irak’tan Irağa: 2003 Sonrası Irak’tan Komşu Ülkelere ve Türkiye’ye Yönelik Göçler(Tr)

ORSAM Rapor No: 22Ocak 2011Türkiye-Yemen İlişkileri ve Yemen’deki Türkiye Algısı(Tr – Eng – Ar)

ORSAM Rapor No: 23Ocak 2011Katar-Irak-Türkiye-Avrupa Doğal Gaz Boru Hattı Projesi Mümkün mü?(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 24Ocak 2011Kuveyt Emirliği: Savaş ve Barış Arasındaki El Sabah İktidarı ve Türkiye ile İlişkiler(Tr)

ORSAM Rapor No: 25Ocak 2011Hukuki ve Siyasi Yönleriyle Güvenlik Konseyi’nin İran Ambargosu(Tr)

ORSAM Rapor No: 26BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 5Şubat 2011Kırgızistan’da Son Gelişmeler: Dün, Bugün, Yarın(Tr - Rus)

ORSAM Rapor No: 27Şubat 2011Mısır Devriminin Ayak Sesleri: Bir Devrin Sonu mu?(Tr)

ORSAM Rapor No: 28BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 6Şubat 2011Uluslararası Deniz Hukukunda Kıyı Devletlerinin Gemilere El Koyma Yetkisinin Sınırları: Gürcistan’ın Karadeniz’de Seyreden Gemilere El Koyması(Tr)

ORSAM Rapor No: 29Şubat 2011Tunus Halk Devrimi ve Türkiye Deneyimi(Tr)

ORSAM Rapor No: 30Şubat 2011Kerkük’te Mülk Anlaşmazlıkları: Saha Araştırmasına Dayalı Bir Çalışma(Tr)

ORSAM Rapor No: 31BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 7Mart 2011Afganistan ve Pakistan’da Yaşanan Gelişmeler ve Uluslararası Güvenliğe Etkileri (Tr)

ORSAM Rapor No: 32Mart 2011Suudi Arabistan’da Şii Muhalefet Sorunu ve Etkileri(Tr)

ORSAM Rapor No: 33Mart 2011Irak’ta Türkmen Varlığı(Tr)

ORSAM Rapor No: 34Mart 2011Irak’ta Türkmen Basını(Tr – Ar)

ORSAM Rapor No: 35Mart 2011Irak’ta Mevcut Siyasi Durum ve Önemli Siyasi Gelişmeler(Tr)

ORSAM Rapor No: 36ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 1 Mart 2011Eu’s Water Framework Directive Implementation in Turkey:The Draft National Implementation Plan (Eng)

ORSAM Rapor No: 37Mart 2011Tunus Halk Devrimi ve Sonrası(Tr)

ORSAM Rapor No: 38Mart 2011Libya Savaşı, Uluslararası Müdahale ve Türkiye (Tr)

ORSAM Rapor No: 39Mart 2011Tarihten Günümüze Libya (Tr)

ORSAM Rapor No: 40ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 2Mart 2011İklim Değişiminin Güvenlik Boyutu ve Ortadoğu’ya Etkileri(Tr)

ORSAM Rapor No: 41Mart 2011Karikatürlerin Dilinden Irak’ı Anlamak-1(Tr)

ORSAM RAPORLARI

Page 112: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

110 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ORSAM Rapor No: 42ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 3Nisan 2011Nil Nehri Havzasının Hidropolitik Tarihi ve Son Gelişmeler(Tr)

ORSAM Rapor No: 43Nisan 2011Kuzey Irak’ın Sosyal-Siyasal Yapısı ve Kürt Bölgesel Yönetimi’ninTürkiye ile İlişkileri(Tr)

ORSAM Rapor No: 44ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 4Nisan 2011Meriç Nehri Havzası Su Yönetimi’nde “Uluslararası İşbirliği” Zorunluluğu(Tr)

ORSAM Rapor No: 45Nisan 2011Suriye’de Demokrasi mi İç Savaş mı?:Toplumsal-Siyasal Yapı, Değişim Senaryoları ve Sürecin Türkiye’ye Etkisi(Tr)

ORSAM Rapor No: 46Mayıs 2011Suriye’de İktidar Mücadelesi, Uluslararası Toplumun Tepkisi ve Türkiye’nin Konumu (Tr)

ORSAM Rapor No: 47ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 5Mayıs 2011Türkiye-Suriye İlişkileri: Sınıraşan Sularda Örnek İşbirliği Olarak Asi Dostluk Barajı(Tr)

ORSAM Rapor No: 48Mayıs 2011Orsam Söyleşileri - 2Iraklı Araplar, Azınlıklar ve Akademisyenler-1(Tr)

ORSAM Rapor No: 49Mayıs 2011Orsam Söyleşileri - 2Irak Türkmenleri-1(Tr)

ORSAM Rapor No: 50Mayıs 2011Orsam Söyleşileri - 3Iraklı Kürt Yetkililer, Akademisyenler ve Gazeteciler-1(Tr)

ORSAM Rapor No: 51BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 8Mayıs 201175. Yılında Montrö Boğazlar SözleşmesiKaradeniz’in Değişen Jeopolitiği Çerçevesinde(Tr)

ORSAM Rapor No: 52BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 9Mayıs 2011Afganistan ve Bölgesel Güvenlik (Ortadoğu, Orta ve Güney Asya, Rusya Federasyonu)(Tr - Rus)

ORSAM Rapor No: 53Mayıs 2011Madagaskar: Bağımsızlığın 50. Yılında Kazanımlar, Kaçan Fırsatlar ve Türkiye ile İlişkiler(Tr)

ORSAM Rapor No: 54Mayıs 2011Iraklı Grupların Temel Siyasi Sorunlara Bakışı ve Türkiye İle İlişkiler: Saha Araştırmasına Dayalı Bir Çalışma(Tr)

ORSAM Rapor No: 55Haziran 2011Suriye Muhalefeti’nin Antalya Toplantısı:Sonuçlar, Temel Sorunlara Bakış ve Türkiye’den Beklentiler(Tr)

ORSAM Rapor No: 56Haziran 2011Seçimler ve Ak Parti’nin Tecrübesi(Tr – Ar)

ORSAM Rapor No: 57Haziran 201112 Haziran 2011 Türkiye Genel Seçimlerinin Ortadoğu Ülkelerindeki Yansımaları(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 58Temmuz 2011Karikatürlerin Dilinden 12 Haziran 2011 Türkiye Genel Seçimlerinin Ortadoğu’daki Yansımaları(Tr)

ORSAM Rapor No: 59Temmuz 2011Karikatürlerin Dilinden Irak’ı Anlamak - 2(Tr)

ORSAM Rapor No: 60 ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 6Temmuz 2011Mekong Nehri Suları Üzerinde İşbirliği ve İhtilaf(Tr-Eng)

ORSAM Rapor No: 61Temmuz 2011Antalya’da 1-2 Haziran 2011 Tarihlerinde Gerçekleşen “Suriye’de Değişim Konferansı” nın Tam Deşifresi(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 62Ağustos 2011Karikatürlerin Dilinden Irak’ı Anlamak - 3(Tr)

ORSAM Rapor No: 63 ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 7Ağustos 2011Görünmez Stratejik Kaynak: Sınıraşan Yeraltı Suları(Tr)

ORSAM Rapor No: 64Ağustos 2011AK Parti’nin 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerindeki Zaferi(Tr – Ar)

ORSAM Rapor No: 65Ağustos 2011Karikatürlerin Dilinden Arap Baharı - 1(Tr)

ORSAM Rapor No: 66Ağustos 2011Karikatürlerin Dilinden Libya İç savaşı ve Uluslararası Müdahale - 1(Tr)

ORSAM Rapor No: 67Ağustos 2011Somali: Bir Ulusun Yok Oluşu ve Türkiye’nin İnsani Yardım Girişimi(Tr)

ORSAM Rapor No: 68Eylül 2011Karikatürlerde Usame Bin Ladin Operasyonu ve Yankıları(Tr)

ORSAM Rapor No: 69Eylül 2011Karikatürlerin Dilinden Irak’ı Anlamak - 4(Tr)

ORSAM Rapor No: 70BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 10Eylül 2011XXI. Yüzyılda Rusya ve Türkiye’nin İran Politikaları(Tr - Rus)

ORSAM Rapor No: 71Eylül 2011Gazze Sorunu: İsrail Ablukası, Uluslararası Hukuk, Palmer Raporu ve Türkiye’nin Yaklaşımı(Tr)

ORSAM Rapor No: 72Eylül 2011Ortadoğu Ülkelerine Dair İstatistikler(Tr)

ORSAM Rapor No: 73BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 11Ekim 2011Anadolu Etki Alanı(Tr-Eng)

ORSAM Rapor No: 74BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 12 Ekim 2011Ukraine in Regress: The Tymoshenko Trial(Eng)

ORSAM Rapor No: 75BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 13Ekim 2011Kazaklar ve Kazakistanlılar(Tr)

ORSAM Rapor No: 76BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 14Ekim 2011İtalya’da Unutulmuş Türk Varlığı: Moena Türkleri(Tr - It)

ORSAM Rapor No: 77Ekim 2011ABD’nin Çekilmesinin Ardından Irak Politikasının Bölgesel, Küresel Etkileri ve Türkiye’ye Yansımaları(Tr)

ORSAM Rapor No: 78ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 8Ekim 2011Türkiye’de ve İsrail’de Yapay Sulak Alanlar ile Atıksu Arıtımı ve Atıksuyun Sulama Amaçlı Olarak Tekrar Kullanımı(Tr)

ORSAM Rapor No: 79Ekim 2011Yaklaşan Seçim Öncesi Tunus’ta Siyasal Denklemler (Tr)

ORSAM Rapor No: 80Ekim 2011Karikatürlerin Dilinden Irak’ı Anlamak - 5(Tr)

ORSAM Rapor No: 81BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 15Ekim 2011Büyük Güçlerin Afganistan Politikaları(Tr-Eng)

Page 113: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

111 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ORSAM Rapor No: 82BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 16Ekim 2011Bölge Devletlerinin Perspektifinden Afganistan(Tr-Eng)

ORSAM Rapor No: 83Kasım 2011Suriye’de Değişimin Ortaya Çıkardığı Toplum: Suriye Türkmenleri(Tr)

ORSAM Rapor No: 84ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 9Kasım 2011Somali’nin Açlık Felaketi: “Siyasi Kuraklık” mı Yoksa Doğal Afet mi?(Tr-Eng)

ORSAM Rapor No: 85Kasım 2011Suriye Politik Kültüründe Tarihsel Pragmatizm, Beşar Esad Dönemi Suriye Dış Politikası ve Türkiye-Suriye İlişkileri(Tr)

ORSAM Rapor No: 86Kasım 2011Geçmişten Günümüze Irak Türkmen Cephesi’nin Yapısı ve İdari Durumu(Tr)

ORSAM Report No: 87 Kasım 2011Turkmen in Iraq and Their Flight: A Demographic Question? (Eng)

ORSAM Rapor No: 88Kasım 2011Irak’ta Bektaşilik (Türkmenler – Şebekler – Kakailer)(Tr)

ORSAM Rapor No: 89Kasım 2011Değişim Sürecindeki Fas Monarşisi: Evrim mi? Devrim mi?(Tr)

ORSAM Rapor No: 90Kasım 2011Arap Dünyasının İstisnai Krallığı: Yerel Aktörler ve Arap-İsrail Uyuşmazlığı Çerçevesinde Ürdün Krallığı’nın Demokratikleşme Deneyimleri(Tr-Eng)

ORSAM Rapor No: 91Aralık 2011Türkiye ve Arap Birliği’nin Suriye’ye Yaptırım Kararları ve Olası Sonuçları(Tr)

ORSAM Rapor No: 92 Aralık 2011Irak’ta İhtilaflı Bölgelerin Durumu(Tr)

ORSAM Report No: 93ORSAM Water Research Programme Report: 10December 2011Turkey and Wfd Harmonization: A Silent, But Significant Process(Eng)

ORSAM Rapor: 94 Aralık 2011Türkiye-Fransa Krizinde Algının Rolü: Fransızların Türkiye Algısı(Tr)

ORSAM Rapor No: 95Aralık 2012Karikatürlerle Arap Baharı – 2(Tr)

ORSAM Rapor No: 96Aralık 2011Karikatürlerin Dilinden Irak’ı Anlamak – 6 (Tr)

ORSAM Rapor No: 97Ocak 2012Karikatürlerin Dilinden Irak’ı Anlamak – 7 (Tr)

ORSAM Rapor No: 98BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 17Ocak 2012Kırgızistan’da Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Türkiye ile İlişkilerine Etkisi(Tr)

ORSAM Rapor No: 99Ocak 2012Türk Siyasal Partilerinin Hatay’daki Suriyeli Sığınmacılar Konusundaki Açıklamaları ve Hatay’daki Siyasi Parti Temsilcileri ile Hareketlerin Suriye Olaylarına Yaklaşımları(Mart-Aralık 2011)(Tr)

ORSAM Rapor No: 100Ocak 2012Irak İstatistikleri(Tr)

ORSAM Rapor No: 101ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 11Ocak 2012Emniyetli İçme Suyu ve Sanitasyon Hakkı(Tr)

ORSAM Rapor No: 102Ocak 2012Irak Hangi Şartlarda, Nasıl Parçalanabilir?: En Kötüye Hazırlıklı Olmak(Tr – Eng)

ORSAM Rapor No: 103Ocak 2012Irak’ta Petrol Mücadelesi: Çok Uluslu Şirketler, Uluslararası Anlaşmalar ve Anayasal Tartışmaların Işığında Bir Analiz(Tr)

ORSAM Rapor No: 104 ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 12Şubat 2012Sınıraşan Akiferler Hukuku Taslak Maddeleri Üzerine Bir Değerlendirme(Tr – Eng)

ORSAM Rapor No: 105Şubat 2012Irak Hukuk Mevzuatında Azınlıkların Siyasal Hakları(Tr)

ORSAM Rapor No: 106Şubat 2012Irak Hukuk Mevzuatında Azınlıkların Siyasal Hakları(Tr)

ORSAM Rapor No: 107Şubat 2012Uluslararası Hukuk ve Irak Anayasası Açısından Azınlıkların İnsan Hakları(Tr)

ORSAM Rapor No: 108Şubat 2012Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın (EİT) Geleceği(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 109Şubat 2012Türkiye’nin Yükselişi ve «Bric» Bölgesi(It)

ORSAM Rapor No: 110 ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 13Mart 2012İran’da Su Kaynakları ve Yönetimi(Tr)

ORSAM Rapor No: 111Mart 2012Suriye Kürt Muhalefetine Eleştirel Bir Bakış(Tr)

ORSAM Rapor No: 112Mart 2012İran İslam Cumhuriyetinde Anayasal Sistem ve Siyasi Partiler(Tr)

ORSAM Rapor No: 113 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 18Nisan 2012Mongolia: A Developing Democracy and a Magnet for Mining(Eng)

ORSAM Rapor No: 114Nisan 2012Karikatürlerle Suriye Sorununu Anlamak - 8(Tr)

ORSAM Rapor No: 115Nisan 2012Suriye’de Güvenli Bölge Tartışmaları: Türkiye Açısından Riskler, Fırsatlar ve Senaryolar(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 116 ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 14Nisan 2012Fayda Paylaşımı Kavramı, Teorik Altyapısı ve Pratik Yansımaları(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 117Nisan 2012Musul’a Yatırım GeleceğeYatırım Demektir(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 118 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 19 Mayıs 2012 Ukrayna - Türkiye Ticari - Ekonomik Münasebetlerinin Analizi(Tr - Rus)

ORSAM Rapor No: 119 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 20 Mayıs 2012 Bölgesel Gelişimin Trend ve Senaryolarının Araştırılmasındaki Araç: Jeopolitik Dinamikler(Tr - Rus)

ORSAM Rapor No: 120 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 21 Mayıs 2012 Kazakistan Siyasi Sisteminin Gelişimi: 2012 Parlamento Seçimleri (Tr)

ORSAM Rapor No: 121Mayıs 2012Musul’da Yerel Siyaset ve Irak Siyasetinde Yeni Dinamikler (Saha Çalışması)(Tr - Eng - Ger)

ORSAM Rapor No: 122 ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 15Mayıs 2012Irak’ta Su Kaynakları Yönetimi(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 123 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 22Haziran 2012Küresel Göç ve Avrupa Birliği ile Türkiye’nin Göç Politikalarının Gelişimi(Tr)

Page 114: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

112 Ağustos 2013 - Cilt: 5 - Sayı: 56

ORSAM Rapor No: 124Temmuz 2012Türkiye Afrika’da: Eylem Planının Uygulanması ve Değerlendirme On Beş Yıl Sonra(Tr - Eng - Fr)

ORSAM Rapor No: 125 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 23 Temmuz 2012 Rusya’nın Ortadoğu Politikası(Tr)

ORSAM Rapor No: 126 ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 16Temmuz 2012Yeni Çerçeve Su Kanunu’na Doğru: Su Kanunu Taslağı Üzerine Notlar(Tr)

ORSAM Rapor No: 127Ağustos 2012Suriye’de Kürt Hareketleri (Tr)

ORSAM Rapor No: 128 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 24 Eylül 2012 Günümüz Şartlarında Türkiye - Belarus Ekonomik Münasebetlerinin Gelişimi(Tr - Rus - Eng)

ORSAM Rapor No: 129 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 25 Eylül 2012 Belarus-Türkiye: Devletlerarası İşbirliğinin Pozitif Dinamikleri(Tr - Rus - Eng)

ORSAM Rapor No: 130 Suriye ÇerkesleriKasım 2012(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 131 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 26“The Third Wave”: Geopolitics of PostmodernismKasım 2012(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 132Kasım 2012Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük Ziyareti(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 133Kasım 2012Irak Kürdistan Bölgesi’nde Muhalefetin Doğuşu ve Geleceği(Tr)

ORSAM Rapor No: 134Kasım 2012Irak Çerkesleri(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 135BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 27Kasım 2012Türkiye’nin Eski Sovyet CumhuriyetleriyleMünasebetlerinin Özellikleri(Tr - Rus - Eng)

ORSAM Rapor No: 136BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 28Kasım 2012Türk-Ukrayna İlişkilerinde Entegrasyon Faktörü Olarak Türk-Kırım Münasebetleri(Tr - Rus)

ORSAM Rapor No: 137 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 29 Aralık 2012 Belarus’un Enerji Politikası ve Belarus’un Rusya ve AB ile Enerji Alanında Geliştirdiği İşbirliği (1992-2011)(Tr - Rus)

ORSAM Rapor No: 138 Aralık 2012 Birlik mi, PYD’nin Güç Gösterisi mi? Erbil Anlaşmasından Sonra Suriye Kürt Dinamikleri(Tr)

ORSAM Rapor No: 139 Aralık 2012 Suriye’de Kürtler Arası Dengeler, Rejim Muhalifleri ve Türkiye: Çatışma-İstikrar Ayrımındaki İlişkiler Örüntüsü(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 140 Aralık 2012 Kuzey Irak’ta İç Siyasal Dengeler ve Stratejik İttifak’ın Geleceği(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 141 Aralık 2012Irak’ta Türkmen Eğitiminin Durumu(Tr)

ORSAM Rapor No: 142 Ocak 2013President Obama’s Second Term: Domestic and Foreign Challenges(Eng)

ORSAM Rapor No: 143 Ocak 20132012 Irak Değerlendirmesi ve Irak Kronolojisi(Tr)

ORSAM Rapor No: 144ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 17Ocak 2013ORSAM Su Söyleşileri 2011 (Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 145ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 18Ocak 2013ORSAM Su Söyleşileri 2012 (Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 146BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 30Ocak 20132013 Yılında Avrasya: Siyasi ve Ekonomik Analiz(Eng)

ORSAM Rapor No: 147BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 31Ocak 2013Kültürler Arası Diyalog: İdil Ural Bölgesinden Büyük Litvanya KnezliğineBelarus-Litvanya Tatarları(Tr - Rus)

ORSAM Rapor No: 148Ocak 2013Uluslararası Politika ve Uygarlıklar (Uygarlıklar Çatışması ve Diyalog) (Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 149Şubat 2013David Cameron ve AB: Dönüşü Olmayan Karar(Eng)

ORSAM Rapor No: 150Mart 2013Suriye Türkmenleri: Siyasal Hareketler ve Askeri Yapılanma(Tr – Eng)

ORSAM Rapor No: 151Nisan 2013Irak Kürdistan Bölgesi’nde Demokrasi Süreci ve Sorunları(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 152Nisan 2013Irak’ta 2013 Yerel Seçimlerine İlişkin Temel Veriler (Tr)

ORSAM Rapor No: 153Nisan 2013Irak’ta Seçim Yasaları(Tr)

ORSAM Rapor No: 154ORSAM Su Araştırmaları Programı Rapor No: 19Nisan 2013Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi Kapsamında Sınıraşan Sular (Tr)

ORSAM Rapor No: 155 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 32 Mayıs 2013 Montreux Boğazlar Konferansı Tutanaklarından Tarihe Düşen Notlar ve Kanal İstanbul(Tr) ORSAM Rapor No: 156 ORSAM Reyhanlı Raporu “11 Mayıs”(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 157 Mayıs 2013Reyhanlı’da Suriyeliler ile Söyleşiler - I(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 158 Mayıs 2013Reyhanlı’da Suriyeliler ile Söyleşiler - II(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 159 Mayıs 2013Reyhanlı’da Suriyeli Kadınlar ile Söyleşiler - III(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 160 Mayıs 2013Reyhanlı’da Suriyeliler ile Söyleşiler (Reyhanlı Saldırısı Sonrası) - IV(Tr - Eng)

ORSAM Rapor No: 161 Haziran 2013Musul ve Anbar Yerel Seçimleri: Seçim Öncesi Siyasi Durum ve Seçime İlişkin Temel Veriler(Tr )

ORSAM Rapor No: 162 BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No: 33Temmuz 2013 Kabotaj, Münhasır Ekonomik Bölge, Petrol ve Doğal Gaz Haklarımız(Tr )

ORSAM Rapor No: 163Temmuz 2013Somali’de Bitmeyen Siyasi Kriz(Tr)

Page 115: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

ORTADOĞUETÜTLERİ

ORSAM KİTAPLARI

ORSAM İNTERNET YAYINLARI

ORSAM SÜRELİ YAYINLAR

Indexed by

sayı 56

tarafından taranmaktadırtarafından taranmaktadır

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİUnderstanding the Political Crisis in Egypt

Devrimden Darbeye: Mısır’da Askeri Vesayet Dönemi

Mavi Nil Nehri Suları Üzerinde Uyuşmazlık

Mısır: Geleceğini Arayan Ülke

Ağustos 2013 Cilt 5 aylık uluslararası ilişkiler dergisi

(Aylık)

(6 Aylık)

ORSAM Kitapları No: 4ORSAM Orta Asya Kitapları

No: 1Enerji Güvenliği, Şanghay İşbirliği

Örgütü ve Orta Asya

ORSAM Kitapları No: 5Ortadoğu Kitapları No: 3

Osmanlı VilayetSalnamelerinde Musul

ORSAM Kitapları No: 6Ortadoğu Kitapları No: 4

Osmanlı VilayetSalnamelerinde Basra

ORSAM Kitapları No: 7Ortadoğu Kitapları No: 5

Osmanlı VilayetSalnamelerinde Bağdat

ORSAM ORSAM (Eng)

ORSAM WATER

RESEARCH PROGRAMME

ORSAM SU ARAŞTIRMALARI

PROGRAMI

Page 116: Mısır: Geleceğini Arayan Ülke - İSTİHBARAT SAHASI · “Samarkand” by: Amin MAALOUF Translated from French by: Russell Harris Original Title: “Samarcande” published in

ORSAMORTADOĞU STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ

Ortadoğu Stratejik Araştırmalar MerkeziSüleyman Nazif Sokak No: 12-B Kat: 3-4 Çankaya / Ankara Tel: +90 (312) 430 26 09 & Faks: +90 (312) 430 39 48

www.orsam.org.tr

YENİ ADRESİMİZE TAŞINDIK