mİllİ yol - Ülkünetulkunet.com/ucuncusayfa/milli_yol_016_2057.pdfdoğan sıkıntılarımızın,...
TRANSCRIPT
MİLLİ YOL mıııiiiiiıiii ̂ B M f f i H B R I ^ ^
1. YIL — 16. Şayi FÎATI 50 KURUŞ 11 MAYIS 1962 CUMA
fîaftanm Gazetesi M. Toker İn incileri Bay k e t İnönü'den şikâyetler tıergiin artıyor
Başbakanlığa getirilen Bay ismet inönü'den şikâyetler gün geçtikçe artmaktadır. Başa oturduğu günden beri hemen hiçbir işi balledemeimş olan ismet InönU ise bütün bunları, malûm sebeplerden duymamaktadır.
Son olarak Ankara'da emekliye şevki yapılan bir öğretmen ismet inönü'yü Atatürk'ün heykeline şikâyet etmiştir. Heykele asılan dilekçede şöyle denilmektedir:
«istersen arşıâlâya git dedi-
TEMELLİ SENATÖRLER YEN! TERTİP PEŞİNDE
_> Temelli senatörlerin Senatodaki imtiyazları huzursuzluk
yaratmaktadır. Herbirinin müstakil odası olması, dışarıya direkt hatla bağlanmış telefonları ve özel HANIM sekreterleri bulunması, halbuki seçimle gelen senatörlerin, bunlardan hiçbirine malik olmamaları önümüzdeki günlerde senatörlerden biri tarafından Senatoya getirilerek müzakere edilecektir.
Senatoya bağlı encümenlerin dışarıya direkt telefonları yoktur ve bu durum çalışmaları aksatmaktadır. Eşitsizliğin nereden geldiği ve kimler tarafından yaratıldığı müzakereler sırasında anlaşılacaktır.
Kendileri hakkında pek de hoş şeyler yazmıyan bir sabah gazetesinin tutumuna karşı, bazı partizan gençlik çevrelerini kışkırtmak ve bir gösteriye hazırlamak maksadı ile istanbul'a geldikleri tahmin edilen Mucip Ataklı. Haydar Tunçkanat ve Emanullah Çelebi ile Şükran Ozkaya Ankara'ya dönmüşlerdir.
Başol'un seçimii
Anayasa Mahkemesi için yapılan seçimlerde Temyizden Salim Başol, ancak dördüncü turda ve çok zorlukla seçilebilmiştir. Bu şekilde seçilmesi üzerine çıkan rivayetlere göre, Başol, temyiz üyelerinin evlerine telefon ettirerek kendisini seçmedikleri takdirde bunun, 27 Mayısı tanımadıkları mânasına geleceğini bildirmek suretiyle manevî baskı yapmıştır. Bir diğer rivayete göre de, temyiz üyeleri. Salim Başol seçimi kaybettiği takdirde nasıl olsa Cumhurbaşkanı kontenjanından mahkemeye girer, fakat bu halk tarafından hoş karşılanmaz (neden acaba), halbuki kendileri Başol'u seçer de rakibi Osman Yeten'in adı nı Çankaya'ya iletirlerse daha münasip olur diye düşünmüşler.
Yeni bir rezalet
Geçen hafta içinde Eskişehir'de çok üzücü bir olay cereyan etmiştir. Hasırcık semtine gezmeğe giden kızlı erkekli öğrenciler, başlarında öğretmenleri olduğu halde ye mek yemişler, yemekten sonra bazı erkek öğrencilerin beraberlerinde getirdikleri içkileri, öğretmenleriyle birlikte içtikleri görülmüştür. Bundan sonra kız öğrencilere sarkıntılık etmeğe başlamışlar; havuzda çırılçıplak yıkanan delikanlılar, çamların altında genç kızlara tecavüz etmişlerdir. Genç kızlar şehre ve kayalıklara kaçmış, 350 öğrenci ile bir kısım öğretmen arasında kavga çıkmıştır.
ler, gidemezdim, sana geldim, imdat Atam. Davacı: Halil Durmaz. Sanık Suçlu: ismet inönü (Millî Şef ve Başbakan) Suç ortaklan: Badrettin Tuncel, Ahmet Tahtakılıç, Hilmi incesulu, Necdet Çalp, Turhan Feyzioğlu. Suç: Vazife suiistimali.»
Emekli öğretmen, tahmin olunacağı gibi, tevkif edilmiştir.
BİNLERCE ISSIZIN FERYADI.
Yine geçen hafta içinde yapılan bir toplu yürüyüş esnasında, işsiz kalmış inşaat işçileri Meclisin önüne kadar gelerek ismet inönü'yü istifaya davet etmişler, hiçbir derde ve işsizliğe çare bulamadığını haykırarak, «geldi ismet, kesildi kısmet» diye bağırmışlardır.
İSTANBUL BELEDİYESİNDE Belediyede daktiloluk yapan
dar gelirli bir ücretli, Başbakan ismet İnönü'ye bir dilekçe ile müracaat ederek kendisinden yardım istemiş, bir müddet sonra cevaben, kendisine resmî makamları boş yere işgal ettiği için bir ihtar verildiğini bildiren bir yazı almıştır.
Bay İsmet inönü'nün damadı Metin Toker'in dergisi 7 Mayıs günlü sayısında. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'e şiddetle hücum etmiş, onu susmaya davet etmiştir. Susmadığı takdirde Devlet Başkanlığından çekilmesini ve yalnız bir vatandaş olarak konuşabileceğini ileri sürmüştür. Yazı şöyle bitiyor: «Çankaya'ya gelince... Orası boş kalmaz, canım!»
Bay ismet inönü'nün veya damadının Çankaya'da oturmak üzere şimdiden tasaral-dıkları şahsın kim olduğu ise açıklanmamaktadır.
22 Şubat emeklileri CHP ye girmeyi
reddetti CHP Genel Merkezi, Teşki
lâta gönderdiği bir tamim ile, 22 Şubat olaylarına adları kanştığı için emekliye sevke-dilen (bu yüzden bilhassa küçük rütbelilerin şiddetli geçim sıkıntısına düştükleri bilinmektedir) subayların, parti saflarına alınması için faaliyet gösterilmesi istenmiştir. Kendilerine bu hususta başvurulan emekli subaylar teklifi şiddetle reddetmişler ve sureti katiyede CHP ye girmeyeceklerini belirtmişlerdir, ismet inönü'nün kendile-
i ri hakkında kullandığı ağır sözleri ve 22 Şubat affı sırasında tekrar orduya dönmeleri için yapılan kanun teklifinin CHP lilerin gayreti ile reddolunması bu teklifin red-dinde rol oynamakla beraber, esasen bu subayların CHP nin tutumunu beğenmedikleri de bilinmektedir.
Kısa Haberler
KOKTEYLDEKİ CİLVELEŞME •k Ankara'da verilen bir
kokteylde ismet inönü'nün Gümüşpala'yı görmek istememesi, AP liderinin kendisini XVI. Lui'ye benzetmesine verilmiştir. Bu toplantıda AP. li Bakanlar da GUmüşpala'nm yanına gelmekten kaçınmaktaydılar. Kokteylde muhalefet liderleri, Başbakanın yanında hükümetin destekleyicisi olarak SAMIMI ve İYİ NİYETLİ hareket
ler yapıyorlardı. Arabulucuların, AP ve CHP liderlerini barıştırmak için yaptıkları teşebbüsler de İnönü tarafından reddedildi.
* Toprak ağası, aşırı sosyalist. Yöncü, sosyal adaletçi ve milletvekili (C. H.P.) Nalın Tirall hakkında, «fikir işçilerinin hakkını çiğnemek» iddlasiyle dâva açıldı.
• istanbul Askerlik Dairesi, Hür Vatan gazetesi
sahiplerinden Ozcan I".r-güder adındaki şahsı, aylardan beri aramakta, fakat BULAMAMAKTADIR. Adı geçen şahsın askerlik görevini yapmadığı ve yaşıma kırk'a yaklaştığı öğrenilmiştir.
* Rus feza adamı Titov, Amerika'yı ziyaret ederken şunları söyledi: «Bazı kimseler Fezada bir Allah olduğunu söylerler. Fakat dünyanın etrafında bütün gün dönerken hep etrafıma bakınıp durdum. Buna rağmen ne Allahı, ne de melekleri gördüm.» Bu sözler, Rusya'da gençlerin Allahsız yetiştiklerini gösteren son bir işaret olmuş tur.
Haftalık Tarafsız Siyasî Milliyetçi Haber Dergisi
Milliyetçiler Teşkilâtlanıyor
yor. Peşinen ve ezbere «Eceliyle öldü!» diye gazetelere beyanat veriyor. Bu hâdise sebebiyle jandarmalar ile halk arasında çatışma oluyor.
Karakolda adam öldüren jandarmalara karşı nümayiş yapan vatandaşlardan 16'sı tevkif ediliyor. Ama adanı
Aylardan beri, gittikçe artan bir sınırsızlıkla, yurdun her tarafındaki milliyetçilerden «Niçin bir dernek etrafından toplanmıyoruz?» düşüncesinin yankıları geliyor.
Gençler, çok haklı olarak, bu konuda teşebbüse geçmek vazifesinin daha yaşlı ve kıdemli Türkçülere ait olduğunu belirtiyorlar.
Şimdiye kadar bunların hepsine cevap: «Durun. Zamanı gelecek. Biraz daha bekleyin.» idi.
Şimdi, ilk defa olarak, güzel bir tesadüfle Kurban Bayramının arifesinde, başka bir cevap, müjdeli bir cevap verebiliyoruz. Müjde ş u : Uzun bir süredenberi iyice düşünerek, da nışarak, esaslı fikrî çalışma yaparak, bir ülkü derneğinin tüzüğü hazırlanmakta ve çalışmaları planlanmakta idi. Şimdi bu çalışma en son safhasına gelmiştir. Pek yakında (Allah izin verirse) tatbik mevkiine konulacaktır. Tafsilâtı sonraki sayılarımızda vereceğiz. Şimdilik yalnız müjdeyi veriyoruz.
Şimdi mevcut olan, ve az çok faydalı olabilen, çeşitli milliyetçi derneklerden birini veya birkaçını genişletmek veya birleştirmek yolu değil, doğrudan doğruya yepyeni bir dernek kurmak yolu tercih edildi. Çünkü bizi bekleyen vazife muazzamdır. Bunu yapacak âlet ufak parçaların dermeçatma bir şekilde birbirine eklenmesi ile ortaya çıkacak bir âlet değil, baştan itibaren göreceği vazifeye göre, ölçülüp biçilmiş, ve her vasfı ve hassasıyla o vazifeye göre, yapılmış bir âlet olmalı.
Dernek şimdiye kadar milliyetçiliğin başından geçen bütün tecrübelerin derslerinden istifade etnuk ve dünyada yabancı ülkelerde benzeri ülkü derneklerinin işleyişleri incelenmek suretiyle kuruluyor. Türkelindeki bü-tü- milliyetçileri bağrında toplamak ve birleştirmek ümidi ve azmıyla kuruluyor.
Derneğin faaliyete geçmesiyle Türk milliyetçiliğinin tarihinde yeni bit çağ açılıyor. Şuurlu, sistemli, ve toplu çalışma çağı.
Dernek, kendini düşünmeyip Türklüğü düşünenleri, karşılıksız hizmet
etmek isteyenleri, bir ülkünün içinde bütün benliğini eritircesine birleş mek isteyenleri bağrında toplayacaktır.
Dernek titiz bir ahlâk seviyesini, sıkı bir çalışma disiplinini, ve soğuk kanlı, şuurlu bir hareket tarzını özle yenlerin derneği olacaktır.
Dağınık hareket etmekten, her ka fadan bir ses çıkmasından, tek tek çalışmaların çarçur olup gitmesinden doğan sıkıntılarımızın, ızdıraplarımı-zın, şimdiye kadarki başarısızlıklarımızın devasını hep beraber derneğimizin içinde arayacağız, ve Allanın yardımıyla, bulacağız.
Dergimizi ve bizi sevenlerden ricamız : Derneğin kurulması hazırlıkları ile ilgili haberleri safha safha yayınlamamızı beklesinler. Daha önce mektuplarla ve şahsî ziyaretlerle bu konuda zamanından önce bizden bilgi istemesinler. Bu kadar sabrettik. Birazcık daha edelim. Bu, aynı zamanda hepimiz için bir sabır ve disiplin imtihanı teşkil edecektir.
Derneğin hiçbir işinde acele etmemek yolu tutulmuştur. Derneğin hedefi yağmurlardan sonra yerden fışkıran otlar gibi büyümek değil, küçük bir tohumdan başhyan bir çınar ağacı gibi gelişmektir.
Dernek hepimize bir ilham kaynağı, bir mektep, bir kılavuz olacaktır. Orada hepimiz daha derin bir mâna da birbirimize kavuşacağız, ve hep beraber ülkü yolunda dev bir kudrete kavuşacağız.
Tanrı Türkü Korusun.
ERBAA FACİASI
Erbaa'da, bir suçtan sanık olarak bir vatandaş jandarma karakoluna alınıyor. Hakim huzuruna çıkarılmadan iki günden fazla süre ile karakolda tutuluyor. Orada fecî şekilde dayak atılıyor. Ve o genç vatandaş orada dayaktan ölüyor. Buraya kadarı facia. Ama facianın asıl ağırı bundan r nra başlıyor.
O yerin savcısı bir türlü vazifelilerin bir «suç» unu görmemekte İsrar edi-
Türkçülük ölmez
Yusuf ÖKTEM
3 İR iman denizinden şahlanıp cihanın ana unsuru olan Türk ırkı; insanı insan eden
vasıfları ebaancet damarlarında meknuzdur. Kökü ezellere, sonu ebediyete uzanan «varoluş» idesinin yılmaz mücahididir. İlâhî ve tabiî kanunların lûtfunda yuğru-larak varlık bulmuş, anasır-ı asliyeden olmuştur. Ne top, ne tüfek, ne de mahlûkun mahiyetini kttnhünden değiştiren atom... Bütün kemmiyetler, bütün keyfiyetler taarruza kalksa boştur. Denizlerin suyu uçurulabilir. Karalar Okyanuslara garkedilebilir. Güneş parçalanabilir. Beşerin şuuru zıvanadan çıkarılabilir. Fakat Türkçülük yok edilemez. Ruh öldürülemez.
Hele varlık mayası tealimi etmiş, şuur melekesi dejenere olmuş üç buçuk soysuzun ulumaları onun için mücadele azmini coşturan bir iksirdir.
Türkçülük mefkuresi madde plânına sığmayan, ide mefhumunun maverasının maverasına kol atmıştır. Tanrının Türk'ü ebediyen koruyacağı iman, ilim makamının üstünde, mutlak bir hakikattir. , Mümkünler âleminde her şey
zıttı ile tebellür eder. Mânanın kanatlarında arşa yükselmiyen, Şark ve Garp mütefekkirlerini hakikat yolunda basamak yapım yanlar bu hikmeti kavrıyamazüar. Dâvamızın muhasımları, onun kazanılmasında zarurîdirler. Bunun için teşekküre lâyıktırlar. Yalnız şuur basamaklarından hakikat karasına sancak dikinceye dek vuruşacağız.
MİLLÎ YOL B
AF KASİDESİ ÇOK ŞUKUR MİLLET UYANDI, SAF DEGIL,
BEKLENEN BİR BAŞBAKANDAN LAF DEGIL.
KARNI TOK HALKIN BUGÜN BOS SÖZLERE, MİLLETİN İDRAKİ ARTIK RAF DEGIL.
YAŞLI BAŞLI, UNLU BİR DEVLETLİDEN, BEKLENEN MUSBET GİDİŞTİR, GAF DEGIL.
ATMALI HER TURLU KINI BİR YANA, BUNDAN AYRI BİR TUTUM İNSAF DEGIL.
İSTİYOR MİLLÎ ÇOĞUNLUK AF, FAKAT BİR GENEL AF, TEK TARAFLI AF DEGIL.
ESREF-t ZAMAN
. ,
ERE,
C
ESREF-t ZAMAN
öldüren jandarmalardan kimse tevkif edilmiyor. İşte facia.
Bu gibi hallerde parti farkı gözetmeden, her milletvekili, dövülen ve öldürülen kendi oğlu imişcesine, derhal, ilgili Bakanların ve Başbakanın yakasına, o yakaları koparır gibi bir kuvvetle yapışmak zorundadır. Bunu yapmayan milletvekilleri iyi bilsinler ki, ahlâk ve vicdan ölçülerine göre, kendileri de kaatil imişcesine sorumludurlar.
Ve hiçbirimiz bu konuda kendi kendimizi aldatmak hakkını haiz değiliz. Bu karakolda dayak hâdiseleri tek tük hâdise değildir. Bugün Türkiye'de yürürlükte bulunan bir usuldür. Bunu kaldırmak da mümkündür ve kolayca mümkündür. Bunu icra kuvveti, yâni Bakanlar, isterlerse kolayca kaldırabilecekleri gibi, teşri kuvveti, yâni milletvekilleri de isterlerse kolayca kaldırabilirler.
Buna karşı tedbir mi istersiniz? Buyurun : Dayak hâdisesi olan karakol-lardaki amirlerin hepsinin derhal memuriyetten çıkarılması; karakolların mevkuflar bulundurulan yerlerinin bir gözetleme deliği şeklinde camlı bir delikten her zaman her vatandaş tarafından görülebilecek şekilde inşa edilmesi; karakollarda dayak suçlarına ait dâvaların hiç bir idarî makamdan geçmeden doğrudan doğruya savcılıkça açılabilmeleri ve savcılık dâva açmazsa mağdurların şahsî dâva açabilmeleri; ve bu gibi dâvalarda beraat veya suçluluk hükmünü (4 üncü sayımızda izah ettiğimiz şekilde) millet mahkemelerinin vermesi. îşte bu kadarcık kanunî tedbirler bile karakollarda dayak usulünü kökündpn kesip atmağa kâfi gelir. Yeter ki, bunu hakikaten yapmağa azmetmiş bir irade olsun.
* MARDİN VE OTESI
Mardin'de bir futbol maçında iki
MİLLÎ YOL El
takımın kavgası jandarmanın işe karışmasına, bu da halk ile jandarma arasında şiddetli bir çatışmaya yol açtı. Bundan da şehri baştanbaşa sarsan ve günlerce süren kanlı nümayişler çıktı. İşin sonu hâlâ alınmış değil.
Suç nasıl paylaştırılacak, tahrik ve ya tertip kaynağı olarak kimler veya neler ortaya sürülecek; henüz bilmiyoruz. Ama şimdiden bir şeyi söyleyebiliriz : Baş sebeb sinirlerdeki umumî gerginlik, ve ruhlardaki umumî huzursuzluktur. Böyle bir gerginlik ve huzursuzluk aslında olmasaydı elbette ki tepkiler bu kadar geniş ve şiddetli olmazdı.
Aylarca ve yıllarca, bir partizanlar zümresi cemiyetimizin içine durma-d;..ı kin, suçlama ve tehdit akıttılar. Bir türlü buna doyamadılar. Sağduyu sahiplerinin, vatanseverlerin, «Yeter artık!» diyen seslerine kulaklarını sımsıkı kapattılar. Hâlâ o yoldalar.
Bunların acılığı cemiyetimizin her tarafına yayıldı ve sindi. Sinirleri hasta bir topluluk haline geldik. Bunun neticeleri hesaba sığmayan türlü şekillerde patlak veriyor.
Bunların hepsinde kinine doyama-yan partizanların vebal payı var.
• BEDELİ : 20 MİLYON Emniyet Umumu Müdürü polisin
Amerikan usullerine göre. yetiştirileceğini bildirdi. Bu arada polislerin üniformalarının da değiştirileceğini müjdeledi (!, Bu üniforma değiştirme işini dumanı üstünde denecek kadar yakın bir geçmişte yine tecrübe etmiştik. 27 Mayıs'tan hemen sonra polislerin üniformaları değiştirilmişti. Polisin umumî efkârda şiddet ve baskı vasıtası olarak görüldüğü ve bu tesiri ortadan kaldırmak için polisin üniformalarını değiştirmek gerekeceği ileri sürülmüştü. Bunun hiçbir tesiri ve faydası olmadığını, herşeyin eski tas eski hamam olduğunu ise hep beraber gördük.
O zaman bir arkadaşıma hesaplamıştı. Bu üniforma değişmesi millete en az 20 milyon liraya mal olmuştu. Şimdi, o tecrübeden hiçbir ders almamışçasına, ayni zihniyetle, yine aynı yola gidiliyor. Neticenin de aynı olacağı besbelli.
Milletvekilleri! Yaptırmayın bunu. Yazıktır bu milletin parasına.
> ORTAKLARA BİR SORU
İnönü'nün damadının dergisinde parti Başkanlarına İnönü'uin «partnerleri» deniliyor. Bu, her üç diğer parti Başkanı için kullanılıyor. Bu «partner» sözü İngilizce'de bir ticari şirkette ortaklar için kullanılır. Bir de bâzı oyunlarda ortaklar için. Ortaklara mübarek olsun. Ancak merak ediyoruz: Bu ortaklık, hele Y.T.P. ve C.K.M.P. Başkanları için, ne ortaklığıdır? Haberimiz olmadan bir ticarî şirket mi kuruldu, yoksa sadece oyun ortaklığı mı?
BURDUR CEZAEVİNDE
Gazetelerde bir haber: Burdur Cezaevinde mahkûmlar isyan ediyor. Çok sevdikleri Cezaevi Müdürü başka yere tâyin edilince müdürü bir odaya kapatıyorlar ve bırakmıyorlar. Savcı gelip mahkûmlarla görüşüyor. Gitmek isteyince onu da bir odaya kapatıyorlar. Şartları: Müdür yine Cezaevinde müdür tlarak kalsın. Savcı ancak bunu sağlayacağına söz verdikten sonra bırakılıyor.
Birkaç gün sonra işin neticesine dair haber de geliyor : Mahkûmların şartı kabul edilmiş, Bakanlıkça Cezaevi Müdürü tekrar o cezaevine tâyin edilmiştir.
İşin bu tarafı, diyelim ki, güzel. Ancak, garibimize giden bir şey var: Bay İsmet İnönü, siyasî af isteyen meb'uslara karşı, hâni: «Bana kimse zorla birşey yaptıramaz!» diyordu. Ne oldu?
• 147'LERDEN HABERLER 147'lerin çoğu, umduğumuz gibi,
efendice bir çalışma devrine girmek üzereler. Ama bâzıları makamlara kavuşmak hırçınlığının ve mücadelesi-nin içine düşmüşler, kendilerini kurtaramıyorlar. Bâzıları da geri dönmenin sevinç sarhoşluğu içinde ne yaptığını pek bilemez gibi görünüyorlar. Bu sonunculardan Prof. Dr. Na-şit Erez, döner dönmez ilk iş olarak T n Fakültesindeki eski odasına gitmiş, ayrılırken orada bıraktığı bir şişe viskiyi aramış. Viskisini yerinde bulamayınca, kendi yerine tâyin edilen Profesörü viskiyi içip bitirmiş olmakla suçlamış, ve çevresindekilere bağırıp çağırarak, «Neredeyse viskimi derhal bulun!» diye tutturmuş.
Bu yüzden ikLprofesör arasında ağır ve kötü sözler sarfedilen bir kavga olmuştur.
Akıl ve sinir hastalıkları mütehassısı Dr. İhsan Şükrü Aksel ise, geri dönme müjdesini duyduğu sırada genç ve güzel bir hanım hastasını muayene etmekte imiş. Sevinç ve heyecanla o anda yanındaki en yakın insan olan hanımın boynuna atılmış, şapur şupur yanaklarından öpmüş. Hanım hasta ilk önce bunu yanlış bir mânaya çekip feryadı basmışsa da sonra mesele kendisine anlatılıp teskin edilebilmiştir. Allahtan, cümlesine sükûnet ve başarı dileriz,
* SAKARYA ŞEHİTLERİ ZİYARET EDİLDİ
POLATLI — ATASOY MUFTÜOGLU ' — Şehrimiz Topçu Yedek' Subay 57.
dönem öğrencileri ile Assubay adayı öğrenciler 4 Mayıs Cuma günü yemin merasimlerinden önce toplu olarak Sakarya şehitliğini ziyaret etmişlerdir.
Şehitlik abidesine çelenk koyan öğrenciler askerî bandonun refakatinde İstiklâl Marşımızı söylemişler müteakiben Sakarya muharebesi ve şehitleriyle ilgili konuşmalar yapmış, kahramanlık şiirleri okumuşlardır. Ziyaret sırasında aziz şehitlerimizin ilgisizlikten toprak yığını haline gelen mübarek mezarla rı dikkati çekmiş ve bu hususta, ziyarette bulunan subaylar mezarların tamiriyle ilgileneceklerini vadet-mişlerdir.
* ERZURUM İMAM-HATİP OKULUNDA Erzurum imam-Hatip Okulu Öğ
rencileri, iyi ahlâklı, büyüklerine saygılı, temiz, milliyetçi, dindar, gençlerdir. Ancak bir bakımdan üzüntü içindeler. Müdürlerinin yaptıklarına zor tahammül ediyorlar. Müdürlerinin adı Tahsin Akgün. Bu zatın oraya müdür yapılmak için başka ne hassası vardı bilinmez, ama bir huyu var ki, inandır gibi değil: Namaz kılana ve abdest alana düşman oluyor. Onları namaz kılmaktan vazgeçirmek için elinden geleni yapıyor. öğrenciler, herşe-ye tahammül ediyorlar, yine namazlarına devam etmeğe çalışıyorlar.
Okulda sık sık olan çeşitli hâdiselerden bir örnek : Bir öğrenci öğleye yakın abdest almış, kur'an dersine gitmektedir. Müdür Tahsin Akgün onu görür ve yolunu keser. «Nereden geliyorsun?» der. öğrenci terbiyeyle cevap verir: «Efendim, öğle yaklaşıyor, şimdi de kur'an dersimiz var, onun için derse abdestli gireyim dedim.s Müdürün cevabı: «Sen din dersi okumuyor musun? Abdestsiz fcur'an okuyamaz mısm.?> ve arkasında» başkaca hiç
1944'teki Haçlı Seferi hakkında A. OKÇUOĞLU
1944 kepazeliği, hem Türk tarihinin en utanç verici olaylarından ve kara lekelerinden biri, hem de Türk milliyetçiliğine kargı sinsice ve ustaca açılmış bir haçlı seferidir.
Bu haçlı seferinin açılmasının sebebi, Atsız'ın, «amanın başbakanı Saraçoğlu Şükrü'ye yazdığı açık mektuplardır. Fakat bu, dış sebeptir. Meselenin aslı ise, yerli kızılların, şahsî çıkarlanndan başka hiçbir şey düşünmeyen ahlâk ve karakter yoksunJarıyla elele verip, Türk milliyetçiliğini yere sermeye cür'et etm e leridir .
O günlerin dünya şartlan, insanlığın gördüğü en korkunç vatan hainleri olan kızılların Türki-yedeki kollan için çok elverişli idi. Çünkü kızıl Moskof orduları, çöken Alman cephesi önünde ilerliyor ve kurtarıcı (!) pozunda, ülkeler zaptediyordu. Türkiye de, bu kızıl âfetin pençesine düşebilirdi. Yerli kızıllar bu rüya ile sarhoş ve onun için de azmış durumda idiler.
Eğer kızıllar, bu büyük ihaneti tek başlarına yapmak isteselerdi, giriştikleri diğer teşebbüslerde olduğu gibi başansıztığa uğramaları muhakkaktı. Bu sebepten kendileriyle işbirliği yapacak başka kuvvetler aradılar. Vaktiyle, Anado-luda yükselen Türk gücüne karşı, tek başlarma savaşmak kudretini kendilerinde bulamayan Avrupalılar, nasıl birleşerek haçlı orduları meydana getirdilerse, 1944 te de, Türk'e düşman olanlarla şahsî çıkarları için bu düşmanlığa katılmaktan çekinmeyenler birleştiler. Ve işte 1944 teki meşhur haçlı seferi bu suretle yapıldı.
Hedef, Türk milliyetçiliği idi. Ancak, milliyetçiliğe ne milliyetçilik, ne de Türkçülük adı altında saldırılamazdı. Bu düşmanlığı rahat rahat yapabilmek için mutlaka, ona bir kulp takmak lâzımdı. Kızıllar, böyle yalan ve uydurma kulplar takmaktaki ustalıklannı bu haçlı seferinde de gösterdiler. Irkçılık-Turancılık kampanyası işte böyle açıldı.
Halbuki o günlerin en mühim ve hattâ tek konusu olan bu meseleyi bu açıdan ele almak imkânsızdı. Çünkü günün meselesi sadece komünizm idi. Gerek Atsız'ın açık mektupları ve gerekse Ankara nümayişlerinde bahis konusu edilen sadece yerli komünizm idi.
Fakat buna rağmen, haçlı seferine katılanlar, Türkiyeyi Krem-lin'in pençesine atmak isteyen komünizm ile ona karşı tek savunma silâhı olan Türkçülüğü bir tarafa
bırakmış ve Türk milliyetçiliğini yıkmak için bir ırkçılık - Turancılık uydurup yaratmıştır.
Evet, ırkçılık ve Turancılık uydurularak yaratılmıştı. Çünkü, Türk fikir ve milliyetçilik tarihînde Turancılık ve ırkçılık vardı ama. bu kavramlar, onların uydurduklarından bambaşka idiler. Ve esasen, bu iki büyük unsur bir tarafa bırakılırsa ortada Türkçülük diye bir şey kalmazdı. Fakat, Türkçülüğe karşı saf kuran haçlı ordusunda yer alanlar bu kavramlara uydurma mânalar vererek işe girişmişler ve kendi uydurmaları fikirlerin siperinde Türkçülüğe en alçakça saldırışlar yaparak milliyetçiliğimizi yerden yere vurmuşlardı.
O zamanlar, bu yalanlara inanan çok olmuştu. Fakat, 1944 ya-lancılannm mumları yatsıya kadar bile yanmadı. Türk ordusunun, adalet duygusu, sağlam hâkimleri, Türkçülük hakkında toptan beraat kararı verince, bir bardak suda yaratılmak istenen fırtınanın mahiyeti çabucak anlaşıldı.
Bu tarihî kepazeliğin üzerinden 18 yıl geçmiş bulunuyor. Artık, Türk Milletinin bütün şuurlu evlâttan o zaman döndürülmek îstenen ftnldaklann mahiyeti hakkında yeteri kadar bilgi sahibi bulunuyorlar. Fakat, Türk güneşini kızıl balçıkla sıvamak isteyen haçlı ordusu bugün de mevcut ve dünkülerin devamı ve artıkları olan bugünküler de aynı'yalan ve iftira siperlerinde gizlenerek aynı hain oyunu oynamaya çalışmaktadırlar. Yâni 1944'te yaratılarak açılan haçlı seferi bugün de devam etmektedir.
Türk milliyetçileri, ve bilhassa gençler, Türklüğü tehdit eden bu büyük tehlikeyi asla unutmamalı ve bir yandan bu hain kuvvetle savaşırken, diğer taraftan da bu korkunç ihanet ealışmalanndan haberleri olmayanların gözlerini açmaya gayret etmelidirler.
MİLLİ YOL g
Millî Eğitim Bakanının Dikkat Nazarına Etlik Ortaokulunda Garip Bir Tavsiye
Ankaranın Etlik Ortaokulu Müdürü, 23 Nisan dolayısiyle tatile girerken, öğrencilere bir hitabede bulunmuş ve tatil günlerinde YILANLARIN OCU filmini mutlaka görmelerini tavsiye etmiştir. Tavsiyenin mutlaka yerine getirilmesinin sağlanması için de, okul açıldıktan sonra, film konusunun kompozisyon derslerinde ele alınacağını ve işleneceğini söylemiştir.
Müdürlerinden aldığı bu talimat ile evlerine gelen yüzlerce öğrenci, ana ve babalarından (Yılanların Ocü) ne gitmek üzere para istemişler, fakat son neşriyat dolayısiyle işin mahiyetini ve aslını anlamış olan veliler çocuklarını bu propagandaya maruz bırakmamak için sıkı davranmışlar, fakat, kompozisyon derslerinde konunun işlenmesi mecburiyeti kendilerini müşkül bir duruma sokmuştur.
Merak ediyoruz: Acaba, bu müdür dünyadan habersiz bir zat mı, yoksa bu harekete şuurlu olarak katılanlardan mı? Ankara gibi yerde yaşayıp da bu meselenin aslım öğrenmemiş olmak pek garip olduğuna göre, bu husustaki hükmü Bakanlığın vermesi gerek.
bir kabahati (!) olmayan öğrenciye hırslı hırslı birkaç tokat atar.
Eğitim Bakanından soruyoruz: Namaz kılmak veya abdest almak yasak mıdır? Suç mudur? Bu sebeb-le öğrencileri döven bu müdürün hareketi ve baskıları din hürriyetine tecavüz değil midir? Bu baskılar ve dayaklar suç değil midir? Bu müdürü kulağından tutup atmak ve hakkında kanunî muamele yapmak sizin vazifeniz değil midir?
İMAM VE HATİP OKULUNUN TEMSİLÎ
ERZURUM — Kemal Aküzüın îmam ve hatip okullunun tertip
lemiş oldukları (Hz. Ömer'in Adaleti) isimli piyes çok alâka toplamıştır.
Sahnede okunan Kur'an seyircilerin gözlerini yaşartmıştır.
Perde aralarında Mehmet Akif'ten gürler okunmuş, konuşmalar yapılmıştır.
Temsil sonunda, imanla meşbu olarak çıkan seyirciler. îmam ve hatip okulu talebelerini hararetle tebrik etmişlerdir.
GERİCİLER Şu son günlerde ortalığı saran «ge
rici» tabirinin kaynağı üzerinde biraz daha ışık tutmak üzere İstanbul Üniversitesi gençlerinin Moskova Radyosu yayınlarından nynen zaptettikleri şu cümleleri veriyoruz:
«Anti - komünizm Türk gericilerinin silâhıdır.» i
«Atatürkçüler bu gericilerden memleketi kurtarmak için mücadele ediyorlar. Ve gerçek sulhu Moskova'nın getireceğine inanıyorlar.»
• AHMET YILDIZ BAYATI FASLA DEVAM EDİYOR Evvelki sayımızda ebedî senatör
Ahmet Yıldız'ın Ankara Türkocağı-nda yaptığı konuşmada, Türk milliyetçiliğine kargı fikir cereyanları arasına Turancılık ile Irkçılığı da kattığını ve bu sebepten milliyetçi
MİLLÎ YOL 0
i.,L., MM • * , AHMET YILDIZ
«Benim oğlum bina okur»
gençler tarafından fena halde sıkıştırıldığını yazmıştık. Ahmet Yıldız kendisine sorulan sorular karşısında oocalayınca, Dr, Tevetoğlu, kendisini zor durumdan kurtaran bir konuşma yapmış ve izah ettiği hususları «değil mı Ahmet Bey?» diye sualler sormak suretiyle Ahmet Yıl-dız'a da tasdik ettirmişti. Yâni bu suretle Ahmet Yıldız konuşması sırasında söyledikflerinin yük seksen derece aykırısı olan fikirleri her soruya «evet;» demek suretiyle kabul etmişti.
Birkaç gün önce Siyasal Bilgiler Fakültesinde yaptığı bir konuşmada yine Türkocağmdaki ters ve yanlış fikirleri savununca, bir hafta önce «evet!» lerle kabul ettiklerini unutmuş olduğunu gören dinleyicilerden biri tarafından bu husus kendisine hatırlatılmış, ve ebedî senatör bir kere daha müşkül durumda kalmıştır.
Millî Yol sütunlarından Bay Ahmet Yıldız'a ikinci ihtarı yapıyoruz: Ahmet Bey! Lütfen iyi bilmediğiniz
hususlar üzerinde konuşmaktan vazgeçin. Bu gibi konuşmaların ne size, ne dinleyenlere ve ne de memlekete bir faydası vardı. Faydasız işlerle neden uğraşmalı? Siz Senatodaki vazifenizi yapmaya çalışsanız daha ivi olmaz mı?
•¥-MİLLİYETÇİ! GENÇLERİN PROTESTOSU
ANKARA — FERİT TORÜMKÜNEY — FERİT TÖRÜMKÜNEY
Başkent gençliği millî ahlâkın bozulmasına sebeb olacak olan Periyi; Zübüğü ve Kudret gazetesini protesto etti. Bahsi geçen dergi ve gazeteleri yakan gençler «Milliyetçi olarak bunları asla affetmeyeceğiz» demişlerdir.
Aralarında bilhassa CK.M.P.'li milliyetçi gençlerin bulunduğu bir topluluk daha önce KUDRET gazetesini yaktı. Sebebi 10 Nisan günlü KUDRET'te Mareşal'ın ölüm yıldönümünde ona yer verilmemiş olmasaydı. Mareşal'm ölüm yıldönümünü unuttuğu ve hâtırası için hiç bir an-
Baaa İ s ı n e t İ n ö n ü ' d e n
ş i k â y e t m i ? Ç o k a y ı p , ç o k . .
S ON günlerde, bilmem dikkat ettiniz mi, bir takım işler oluyor. Meselâ, pek yaygın
bir inancı, Ankara'da işçiler şöyle ifade ediyorlar: «Geldi İsmet gitti kısmet.»
Sonra bir emekli öğretmen çıkı yor. Bay ismet inönü'yü Atatürk'e şikâyet ediyor... Ve tabiî hemen tevkif ediliyor.
ötede beride şikâyet sesleri, «hürriyet» nidaları gün geçtikçe artıyor.
Fakat, doğrusu o emekli öğret menin yaptığını çok ayıpladık. Hiç de iyi etmedi.
Neden mi? Bir kere, öğretmen olduğuna ve
herhalde tarih dersi de okutmuş alacağına göre, ismet inönü'yü A tatürk'e şikâyet etmek boşuna zah met... Onu daha sağlığında Başbakanlıktan azleden, Merhum değil-miydi?
İkincisi, ismet inönü devrinde, İsmet İnönü'den şikâyet etmenin en hafif cezasının da işte böyle tevkif edilivermek olacağım yaşlı başlı öğretmenin tahmin etmesi icap ederdi a canım...
Murat GENÇOĞLU
Osman Sabri Adal yenilgiyi kabul etti
Nejdet SANÇAR
O SMAN Sabri Adal, şahıs ve zümre çıkan temeline dayanan particilik gayretiyle yaptığı uygunsuz hareket üzerine, kendisine hitaben yazdığım açık mektuba ce
vap veremediği gibi, bu açık mektupta sözü geçen hususlar hakkındaki bildirimi de sükûtla karşıladı. Bunun tek mânası, yenilgiyi kabul etmektir.
Esasen kendisi için yapılacak başka bir şey de düşünülemezdi. Çünkü 1944 kepazeliğine ait bu meseleler üzerinde ve umumi efkâr önünde açık bir tartışmaya girişmesi imkânsızdı. Tartışmak üzere ortaya çıksa ne diyebilirdi? işkencelerin ve diğer kanun ve vicdan dışı hareketlerin yapılmadığım söyleyebilir miydi? Elbette ki söyliyemezdi. Çünkü bütün bu hareketlerin isbatı karşısında insan içine çıkamıyacak kadar küçük bir duruma düşmesi mukadderdi. Böyle bir inkâr yoluna sapamıyacağına göre, bütün o vicdansızca hareketlerin yapıldığım mı kabul edecekti? Elbette ki böyle bir mertliği de gösteremezdi. Yâni yukarı tü-kürse bıyığı, aşağıya tükürse sakalı bulunduğu içindir ki, susmayı uygun buldu. Sustu ve tuşu kabul etti.
O SMAN Sabri Adal'ın, bu uygunsuz hareketinden dolayı pişmanlık ve üzüntü duymuş olmasını temenni ederim. Eğer duyduysa, insanlık ruhunu inciten bu gibi yakışık
sız hareketlere bir daha girişmemek suretiyle gelecekte de zor ve utanılacak durumlara düşmez. Çünkü, meseleyi, çevresindekilere ne şekilde izaha çalışırsa çalışsın, ortada h bir sebep yokken bir insanın vasiyetnamesinin açıklanmasını, vicdanlara iyi bir hareket olarak kabul ettiremez. Vasiyetname, bir insanın mahrem fikirleri demektir. Bu mah rem fikirler, ancak sahibinin ölümünden sonra ve vasiyetnameyi açmaya yetkili kimse veya kimseler tarafından bilinir ve öğrenilebilir. Bu sebepten Osman Sabri Adal, Atsızın, 1941 in tehlikeli günlerinde eşi ve oğlu için yazmış t duğu vasiyetnamenin bâzı parçalarım gazeteler vasıtasiyle açıklamakla çok büyük ayıp etmiştir. Bu büyük ayıbı şahıs ve zümre çıkarma dayanan particilik düşüncesiyle yapması ise ikinci bir ayıptır.
Sonra kendisinin bu vasiyetnamenin fotokopilerini nere-den elde etmiş olduğu da düşünülecek bir meseledir. Çünkü
bu fotokopilerin, Turancılık dâvası dosyasında olması la zınıdır. 1944'te Savcı Kâzım Alöç, bu fotokopileri bizlere göstermişti. Ve, «Aslı dosyada varken bunlara ne lüzum var?» sorusuna da, malûm boşboğazlığı ile, fotokopilerin Cumhurbaşkanına gösterileceği ve sonra dosyaya konacağı cevabını vermişti. Bu duruma göre, Osman Sabri Adal, 1944 kepazeliğine ait dâva dosyasında bulunması gereken bu fi> tokopileri nasıl elde etmiştir? Bunları, Emniyet Umum Müdürlüğü salâhiyetiyle dosyalardan kendisi mi almıştır, yoksa fotokopiler kendisine başkaları tarafından mı verilmiştir? Vasiyetnamenin, umumi efkâra açıklanmasmdaki vic danlan ve insnalığı inciten ayıbı yanında, bu da üzerinde durulması gereken bir husustur. Eğer Osman Sabri Adal yenilgiyi kabul ederek susmuş olmasaydı, daha ele alınacak böyle bir çok mesele vardı. Fakat pes demiş bir güreşçiye yeniden künde atılamıyacağı için bunları bırakıyorum.
• • * Bu son yazımı, kendisini tanımadığın) Osman Sabri A-
dal'a bir tavsiyede bulunarak bitirmek istiyorum. Bu tavsiye Türk tarihi ve Türk fikir tarihi üzerinde, sathî de olsa biraz bilgi edinmeye çalışmasıdır. Bunlar hakkında yeteri kadar bilgi edinirse hem tarihî düşmanlarımızı, hem de Türkçülük adlı büyük ülkünün bu milletin var olması dâ vâsındaki yerini öğrenmiş olur. Bu suretle, Türkiyeyi yıkmak istiyenlerin bu isteklerine en büyük engel olan Türk milliyetçiliğine ve milliyetçilerine atmaya çalıştıkları çamur ların mânasını da kavrar ve praticilik gayretiyle kampanyalar açıldığı zaman da onlara katılmaktan çekinir. Çünkü ırkçılık, Turancılık, gericilik filân gibi kavramlara Kremlin» in insanlık düşmam zihniyetine uygun mânâlar vererek Türkçülüğe saldırmak, Türklük ağacına balta indirmekten başka bir şey değildir. Fakat Türk adlı ulu ağaç, bunca düşmanlıklara rağmen bugüne kadar nasıl ayakta kaldıysa, bundan sonra da yine kalacaktır. Ve Tann'nın Türk yarattığı insanların bir bütün olduğuna inananlar ile yarın muhteşem bir Türk devleti görmek istiyenleri kötüleyenleı de, bir gün tarih tarafından lanetle anılacaklardır.
ANKARA, 3 Mayıs 1962
ma tertiplemediği için Bölükbaşı da tenkitlere uğradı.
MtLLI MENFAAT ŞAHSI MENFAATTEN ÜSTÜNDÜR Müstehcen dergileri satmamak ko
nusunda İsparta bayiimiz Mustafa Ezener'den aldığımız yazıda deniliyor ki:
Bizler, değil üç beş kuruşluk, binlerce liralık şahsî menfaatlerimizi, her bir karış toprağı şühedanın ka-nıy'a yuğrulmus aziz vatan ve milletimizin vüksek menfaatlerine tercih etmezsek, hattâ gerekirse canımızı dahi fedadan çekinirsek, o zaman değil müstehcen neşriyat, Allah korusun müstehcen fiiliyatı sokak ortalarında görmeye başlarsak üzülmemek gerekir. Bunun için böyle hayasızca Türk gençliğini mahva çalışan neşriyatın satılmasına ve yayılmasına değil vasıta olmak, dükkânımızın eşiğine dahi sokmamak gahsl kanaatimce en büyük bir vatanseverlik ve yüksek dinimizin en kudst vecibele-rindendır.
Mustafa Ezener'i ve onun gibi şahsî menfaatlerini teperek ahlâk yolunu tercih eden bayilerin hepsini candan tebrik ederiz. Allah yardımcıları olsun.
¥ GENÇLİK MÜSTEHCEN NEŞRİYATI VE KOMÜNİZMİ TEL'IN ETTİ
NEVŞEHİR — Tevfik Dalgıç Daha önce bayilerin Peri Mecmua
sı satmamak kararlarını bildirmiştim. Fakat bâzılarının kendi kararlarına kendilerinin uymadıkları esefle görülmüş ve gençlik bu olayı ve müstehcen neşriyat zihniyeti ile ahlâksızlığın kökü olan komünizmi tel'in eden bir yürüyüş yapmıştır.
Yürüyüşe yüzlerce genç katılmış, Atatürk Abidesi önünde istiklâl Marsı ve saygı duruşunu müteakip, Belediye caddesini takip ederek bayiler önünde Peri Mecmuasını yakmışlar ve yırtmalardır. «Kahrolsun ahlâk bozucu vayın», «Kahrolsun komünistler», «Kahrolsun bu çeşit neşriyat» sedalarıyla yürüyüşe devam eden
gençleri halk takdir ve alkışlarla karşılamıştır...
BEDAVA REKLAM 30 Nisan akşamı Ankara Radyo
su «.Vık Oturum» programında bir derginin bedava reklâmını yaptı. Neresinin açık olduğunu anlıyama-dığımız bu oturumda halkımızın okumadığı malum Forum'un savunduğu fikirler, 15 dakika, spiker ve mecmua mesullerinin müşterek gayretleri ile telkin edildi ve program, devlet radyosunun, derginin tıtumunu müsbet bulduğunu ilân etmesi ile sona erdi.
Basın - Yayın Bakanından soruyoruz : En az okunan ve aşın solculuk ve C.H.P. propagandası yapan bir dergiyi seçip milletin parasıyla işleyen bir radyoda 15 dakika onun reklâmını yaptırmak ne demektir? Bu, 15 dakikplık yayın millete kaç paraya mal olmuştur? Başka bir dergi reklâmını yaptırmak istese aca-
MİLLİ YOL Q
FAZIL KÜÇÜK Her taraftan hücuma maruz
Kıbrıs'ta bir yanda Rumlarla Türkler arasında gerginlik devam ederken, öbür yanda Türkler arasında da bazı gerginlikler doğmaktadır.
Rumlara karşı sert tutum veya yumuşak tutum anlaşmazlığı var. Türklerin büyük kısmı (ki elbette doğru düşünenler bunlardır) Kıbrısta Türk ile Rum'un arasındaki düşmanlığın onulmaz cinsten olduğuna ve maddî ve manevî her bakımdan mücadeleye devam etmek ve ileride daha büyük çarpışmalara hazırlanmak gerektiğine inanıyorlar. Küçük bir kısım ise, iki cemaatin arasındaki zıddiyetin yumuşatılabilece-ği hakkında müphem ümitlere zamaiı zaman kapılmaktadır.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fazıl Küçük, ve Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş «sert» tutum taraftarıdırlar. Ama onlara karşı muhalefet yalnız bu sebepten doğmuyor. CHP liler onların vaktiyle D.P. taraftarı oldukla rmı ileri sürüyorlar. Onlar da tarafsız olduklarını, ve bazı CHP lilerin onları tasfiye ettikten sonra kendi partizanlarını Kıbrıs Türklerinin başına getirebilmek için bu isnadı yaptıklarını söylüyorlar. Ayrıca, bir kısım kimseler de Küçük ve Denktaş için şahsî menfaat sağlamak ve suiistimaller ithamlarında bulunuyorlar. Onlar da bunun tamamen iftira olduğu cevabını veriyorlar. Bu ithamlarda bir hakikat payı olduğuna dair elimizde hiçbir delil yok.
ACAYİP BİR DERGİ
Kıbrıs'ta çıkan CUMHURİYET adında bir haftalık derginin durumu ise bambaşka ve büsbütün acayiptir. Bunu Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet adında iki gazeteci çıkarmakta idiler. Bunlar Küçük - Denktaş rejimine şiddetle hücum ediyorlardı, ve onları hırsızlıkla itham ediyorlardı. Ayrıca, Rumlarla yakınlaşma ve dostluk kurma yoluna gidilmesini İsrarla tavsiye ediyorlardı. Bu sonuncu nokta mü-
Kıbrısta Gergin durum ve esrarlı çiffe cinayet
himdî, ve çok dikkati çekici ve mide bulandırıcı idi. Türk cemaati düşmanı Rumlara karşı keskin cephe almış ve onlarla bir ölüm - kalım mücadelesine girişmiş iken bu Cumhuriyet dergisi hem Türkleri uyuşturucu neşriyat yapıyor, hem de üstelik Rumları sık sık haklı çıkarıyordu. Bu hal, Küçük ve Denktaş aleyhtarlığından bambaşka bir şeydi, ve doğrudan doğruya Türk ırkının mücadelesine ihanet idi. Rumlar da sık sık bu dergiyi ve onu çıkaranları övüyorlardı. Üstelik, Türkler arasında okuyucusu az olan bu dergi Rumların yardımı ile yaşıyordu. Birçok Rumi? bu dergiden çok miktarda alıyor ve sonra dergiyi yakıyorlardı. Bunu sırf dergiyi yaşatmak için yapıyorlardı.
Rumlar geçenlerde iki Türk camiini bombaladılar. Sonra da bu camileri bir hâdise çıkarmak için bizzat Türklerin bombalatmış olduklarını iddia etmeğe başladılar. Bilhassa aşın EOKA'cı içişleri bakanı bu şirretçe isnadı durmadan yaymağa çalıştı. Buna inanan olmadı. Ama Rumlar için dünya umumî efkârı önünde bu, sığınılacak bir müdafaa yolu teşkil etti.
CUMHURİYET dergisinin tutumu bundan sonra büsbütün acayipleşti ve çirkinleşti. Bu dergi de Rumlara katılarak camileri bombalayanların Türkler olduğunu imâ etmeğe başladı ve hattâ son sayısında bunu yapan Türklerin adlarını ileriki sayıda açıklayacağını söylemeye kadar gitti.
GECE GELEN OLUM Bu yazıdan hemen sonra ikisi de öl
dürüldü. Her iki öldürme ayni gecede yapıldı. Ahmet Muzaffer Gürkan evinin önünde park etmiş durumdaki otomobilinin içinde otomatik silâhlarla vurulmuş halde bulundu. Cesedinin bulunduğu sabah saat 4.40 da polise ihbar edildi. Eşi bu vurulma sırasında evde olduğunu, dışarıda bir gürültü duyduğunu, bunu pencereye atılmış bir taş sandığını, başını pencereden çıkarıp baktığı zaman ise karanlıkta birşey göremediğini polise bildirmiştir. Bu ifade doğru ise, silâhlara susturucu cihaz takılmış olması gerekir.
Ayhan Hikmet ise ayni gece saat 1.45 de öldürüldü. Evli ve iki çocuk sahibi idi. Geceleyin evine giren maskeli iki şahıs onu yatağında, karısının gözleri önünde, av tüfeği ile öldürdüler. Telefonun ve eve gelen elektrik tellerinin kesilmiş olduğu da sonradan anlaşıldı.
Her iki öldürmenin de iyi tertiplenmiş olduğu ve esaslı bir yeraltı teşkilâtı tarafından yapılmış olduğu belliydi.
KİM OLDURDU?
Adada üç ayrı yeraltı teşkilâtı vardır: 1 — Milliyetçi Türklerin Volkan teşkilâtı, 2 — Milüyetçi Rumların EOKA teşkilâtı, 3 — Komünist Rumların yeraltı teşkilâtı. Her üç teşkilât da bu işi yapabilecek imkânlara sahiptir.
AYHAN HİKMET (Solda) ve AHMET MUZAFFER GÜRKAN Kendi ırkına ihanet etmenin sona: Fecî ve esrarlı ölüm...
Rumlar derhal ve şiddetle Küçük ve Denktaş'ı itham ettiler. Onların öldürttüğünü muhakkak saydıracak bir hava estirmeğe gayret ettiler. Bunda bir hayli başarı da kazandılar.
Ölenlerin cenaze törenine Türkiye elçisi Emin Dirvana bir çelenk gönderdi. Bunu dergimiz tasvip etmiyor. Çünkü öldürülenler, ne de olsa, ırkına İhanet etmiş kimselerdi ve cinayeti tasvip etmemek veya kalan yakınlarına acımak bizi bu hakikati görmekten alakoyma-malı.
Makariyos hemen hemen açıkça Küçük ve Denktaş'ı itham eden bir demeç yayınladı ve cinayetten güdülen gayenin: «Rumlarla Türklerin işbirliği ve ahenk içinde bir arada var olmasını isteyen ve ekstremist unsurların siyasetini takbih eden Türk vatandaşlarını korkutmak ve imha etmek» olduğunu iddia etti. Küçük, Denktaş, ve Dirvana da demeçler yaymlıyarak sui-kastleri takbih ettiler.
Öldürenler kim? Bu ana kadar bir ip ucu elde edilemedi. Rum polisi kaatil-leri ihbar edecek olanlara yüksek mükâfatlar vadetmiş bulunuyor.
Suikastleri hakikaten Küçük ve Denk taş'ın yaptırmış olmaları tabiî mümkündür. Ama zaman geçtikçe ve mevzuun üzerinde düşünüldükçe daha başka ihtimaller de zihinlerde ön plâna geçmektedir.
MAKARYOS MU?
Bunlardan biri bizzat Makaryos'un bunu yaptırmış olmasıdır. Siyasî cinayetler işlemekte EOKA'nın nekadar hunhar ve pervasız olduğu malûmdur. Parayla elde ettikleri bu iki Türk'e evvelâ bombalar hakkındaki o yazılan neşrettirmiş olmalan, sonra onlan bizzat öldürmüş bulunmaları muhtemeldir. Bu suretle hem ileride onların bu hikâyeyi bizzat Rumların uydurduklarına dair itiraflarda bulunmalan tehlikesi ortadan kaldırılıyor, hem de onların öldürülmesiyle bu hikâye drama-
OKURLARIMIZIN MÜBAREK KURBAN
BAYRAMLARINI KUTLARIZ
tik bir ehemmiyet kazanıyordu. Eğer öldürülmeselerdi, onlara herkes, «Peki, kim bu bombacı Türkler? Adlannı niçin açıklamıyorsunuz? Deliliniz ne?» diye soracaktı ve onlar bu sorulann hiç birine bir cevap veremiyeceklerdi. Şim-di, onların öldürülmesiyle tabiî hiç bir sual sorulması imkânı kalmadı, bu da Rumların işine yaradı.
KOMÜNİSTLER MI?
Ama bir başka ihtimal var ki, o daha da ağır basmaya başladı. Bu, kaatil-lerin komünist yeraltı teşkilâtına mensup olmalarıdır. Bu ihtimali kuvvetlendiren husus, komünistlerin Türk cemaatini bölmek, araya düşmanlıklar sokmak, şüphelerin ve kinlerin tohumlarını ekmek için var, kuvvetleriyle bir çalışmaya girişmiş olmasıdır. Onlann bu kampanyaları tam bu çifte cinayet ile ayarlı durumdadır ve bu hal dikkat ettikçe daha fazla göze çarpmaktadır.
İSTANBUL'DA BOMBA TEHDİDİ
Bu arada İstanbul'da bu son ihtimali kuvvetlendirici ve çok dikkati çekici bir hâdise olmuştur. Şimdiye kadar basında açıklanmayan bu hâdise şudur: İstanbul'un akşam gazetelerinden birinde 2 Mayısta bu iki gazetecinin katli hakkında bir makale çıkıyor. Bu makalede Küçük ve Denktaş'ı itham edici kısımlar var. Yazı çıktıktan sonra makaleyi yazan muharrire bir tehdit mektubu geliyor. Mektup Volkan teşkilâtının ağzından yazılmıştır ve o teşkilâtın istanbul merkezi diye bir imza taşımaktadır. Mektupta çok ağır küfürlerle beraber muharrir üç gün içinde o makaleyi tamamen tekzip etmeye zorlanmakta, ve bunu yapmazsa gazete binasına bomba konulup berhava edileceği yazılı bulunmaktadır. Muharrir bu mühim tehdit mektubunu emniyete vermiştir, ve istanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından bu konu üzerinde önemle çalışılmaktadır. Emniyet'teki mütehassısların vardıklan kanaate göre mektubu yazanlar komünistlerdir. Mektubun şekli ve üslûbu Emniyeti o neticeye götürmektedir. Üstelik, Emniyetin yaptığı tahkikata ve elinde bulunan bilgilere göre istanbul'da Kıbns Türk yeraltı teşkilâtının hiç bir kolu yoktur. Mektuptaki edep ve haya dışı ağız tam komünistlerin üslûbudur.
Bu mektup hâdisesi de hakikatte komünistlerin kendi yaptıklan faaliyeti Kıbrıs Volkan teşkilâtına yüklemek gibi sinsi bir taktik güttüklerini, gösteren bir delildir.
RAUF DENKTAŞ Kücük'le kader birliği
Kızıllar Kıbrıs Türkü'nün maneviyatını bozmak, onu çeşitli tuzaklara düşürüp mahvetmek için sinsi ve korkunç tertiplere girişmişlerdir. Ama Kıbrıs Türkü'nün iman şeddi karşısında bunların hepsi erimeye mahkûmdur.
Öldürülen iki gazetecinin akıbeti ise, kendi millî varlığına sırt çeviren ve yabancılara yaklaşmakta menfaat uman kimseleri her türlü beşerî kanunların üstünde bir mukadderat sillesinin n e ' korkunç şekillerde mahvedebileceğinin ibret verici bir örneğidir.
MAKARIOS Huy canın altında
ba bu 15 dakikalık yayın içîn radyo idaresine kaç bin lira ödemesi gerekirdi? Bu sorular Bakana bir derginin sayfalarında drğü de bir mahkemede sorulsaydı, ne cevap verirdi?
OKULDA ŞEHEVİ DANS
Malatya Lisesinde Okul-Aile Birliği bir konser tertip etmiştir. Bu konserin öğrencilere ait matinesinde sahneye bir dansöz çıkarılarak şehe
vî ons l a r yapansı garipsenmiş ve iyi karşılanmamıştır.
CAMİ î KEBİR ONARILIYOR NEVŞEHİR — Tevfik Dalgıç
15 inci sayımızda harap halde olduğundan bahsettiğimiz Cami-î Ke-bir'i tetkik için Vakıflar idaresince bir mimar gönderilmiş ve mimar camiin tamir edileceğini ve kütüphane kısmının ix tamamlanacağını söylemştir. Vakıflar idaresini tebrik ederiz.
5; U.-t } <hm <le\vun
bitin mh&üiçmu nud^honu umumi »Ikhr bilir. \ ı «iuroT ma-K'ivoii nasıldır onu <k \> iü Kf*y n*!ilü3erin-den yetinenlerin bu grön memleketin muhfHH k^cle* rine dtağıhnıg botun gayflen \\\' n ve tö»ll«-ie hhrnHth,
ki kâdarctir, Bu yuvalardan veîi^ısIrnV \»\ . rnnîarı ne dştiTenlerde jbnyle bir olayı, i^aî «•:«. Hk bir ıhmaııt'a i«Miıi/. yer, gaman ve $shı«iari belirterek Türl eİkânım \ r > :... - V . • . • - ' - . . - .. , • , > , . , . •
ifpnı/ıür. Yok«« 17 bin ktştniu aimna Mirmek ifft'*| İn'm kara tek* *i2in aburu- • -i :>:Lır. \e •uA;^<':U
adalet Önüne bunu i#paia d*vel e%pm«ı. Sır! bir pılitikftma kvulmn olan kov enstitüleri tarihe kan&- j rcnşîtr onlar üzerinde yeni fahri kedieı şeyler yazmanın zammı geçmiflİı-. Butön p « r t r M i HJtiHerintii proderio j t cin m n . - i :
Nejdet Sançar'm geçen yıl Son Havadis gazetesinde yayınlanan Köy Ens titüleri Meselesi başlıklı seri yazıları dolayısiyle kaleme alınmış bu açık mektup, köy enstitülerinde Türk evlâtlarına iki satır yazı yazacak bir kaa-biliyet dahi verilmediğinin su götürmez bir delilidir.
Okuyucularımızın da hayret ve ibretle görecekleri gibi, yazı hem noktalamadan mahrum, hem de cümle ak-sakhklariyle doludur, ilk cümlede, bir tek gazetede yapılan tefrikadan (!) bahsetmektedir. (Cüret, ücre, madalyon) gibi kelimelerin kullanılış şekilleri yanlıştır. Hele Nejdet Sançar'm, köy enstitüleri meselesindeki dalavereleri belirtmek üzere kullandığı «Şimdi bir de madalyonun öbür tarafına bakalım» tarzındaki sözünün dahi iyice anlaşılmayarak madenlerin çe şitlerinden balısedilişi yürekler acısıdır. Bunları kaydetmemizden maksa dımız Iskenderköy ilkokulu Müdürü ismail Dere'yi teşhir etmek değil, köy enstitülerinde uygulanan sistemin kepazeliğini ortaya koymaktır.
Bu hususta daha fazla bir şey yaz-mıyarak, hükmü okuyucularımıza bira kıyoruz.
NEJDET SANÇAR'IN CEVABI Iskenderköy ilkokulu Müdürü İs
mail Dere'nin yazısı dolayısiyle fikrini sorduğumuz Nejdet Sançar, şunları söylemiştir:
«Bu açık mektup, her şeyden önce benim köy enstitülerinde öğretmen ye üşmesini sağlayacak bir sistem uygulanmamış olduğu hakkındaki fikrimi vesikalandırmaktadır. Köy Enstitülerinden mezun olduktan sonra yıllarca öğretmenlik yapmış ve şimdi de bit ilkokulun müdürü bulunan bir maarif mensubunun böyle bir yazı yazması hakikaten yürekler acısıdır. Fakat ben bunun günahını yazının sahibi ismail Dere Bey'de bulmuyorum. Günah el bette ki onu köy enstitülerinde ana di lini dahi rahatça ifade edecek bir hâ le kasten getirmiyenlerindir. Yazı mey danda olduğuna ve Millî Yol'da yayın layacağmızı söylediğinize göre, bu hu susta başka bir şey söylemeye lüzum görmüyorum.
Meslekdaşım ismail Dere Bey, yazısında bana hücum etmekte olduğu için de kendisine ne güceniyor, ne de kızıyorum. Çünkü bu yazıyı, malûm
Biga İlçesi lykender !.•») ttkoukln Miûîiirii
Köy Enstitüsü mezunu bir İ lkokul m ü d ü r ü n ü n haksız yazısına karşı
Nejdet Sançar'm cevabı Arkadaşımız A. Okçuoğlu'nun, vatansever Köy Enstitüsü mezunlarına hitaben
yazdığı seri yazıların sonuncusunda; bu okullarda uygulanan sistemin öğretmen yetişmesine elverişli olmadığı, ancak kendi kendilerini yetiştirmek imkânım bulanların öğretmenlik vasfını kazanmış oldukları kaydedilmişti.
Fotokopisini verdiğimiz yazı, arkadaşımızın bu konuda ne derece haklı olduğunu göstermektedir. Biga'da çıkan Birlik gazetesinin 18 Ağustos 1961 günkü sayısında yayınlanan bu yazı, Köy Enstitülerinde yetişme imkânım bulanman Türk evlâtlarından birisinin durumunu gözler önüne koymaktadır.
MİLLÎ YOL İH
OKURLARIMIZA MİLLİ YOL'un sayfa sayısını
arttırmak için fiyatını yükseltmek konusunda gelen cevapların büyük çoğunluğu 50 kuruşta kalmayı tavsiye ediyor. Şu halde 16 sayfa olarak çıkmakta devam edeceğiz.
Yerimiz çok az olduğundan bize yazı gönderen herkesten ricamız: Mümkün olduğu kadar az kelime içinde çok şey söylemeye gayret edin. Bütün yazılar çok kısa olsun.
• MİLLÎ YOL'U yaymak, tanıtmak
için çalışın.
KİTAPLAR Tuna Nehri
Akmam Diyor Yazan: Oğuz Özdeş, Türk roma
nı, Türkiye Yayınevi, 1962. 208 Sayfa, 4 Lira.
Tuna Nehri Akmam Diyor. 19 un cu yüzyılın ikinci yarısında Osman lı imparatorluğunun Balkanlarda yaptığı en büyük müdafaalardan biri olan Plevne müdafaasını ve o müdafaayı yapan kahraman Mehmetçiklerle, adı Türk tarihine şanla geçen Gazi Osman Paşanın gerçek hayatlarından alınmış romandır. Eserde, vatan aşkı, vazife sadakati ve millî hayat işlenmiş ve dile getirilmiştir.
Yazan tebrik ederiz. HIZIR BEK GAYRETULLAH
kişilerin kışkırtmasiyle kaleme aldığını tahmin ediyorum. Bu münasebetle ismail Dere Bey'e ve onun gibi bu konudaki yalan ve iftiraların tesirinde kalanlara köy enstitüleri konusundaki düşüncemi bir kere daha kısaca bildirmek istiyorum:
Ben, bugüne kadar ne yazılarımda, ne konuşmalarımda ve ne de Ankara-daki meşhur köy enstitüleri açık otu rumunda bu okullarda okumuş bütün gençler komünist olmuştur diye bir fikir savunmadım. Çünkü böyle bir durum yoktur. Eğer olsaydı onu söylemekten ve yazmaktan çekinmezdim. Benim savunduğum fikir köy ens ütülerinde sistemli bir kızıl propagan da yapıldığıdır. Bu da hem resmî tahkiklerle, hem de hususî yayınlarla Tanrının birliği gibi sabit olmuş bir gerçektir. Ben sadece bu gerçeği söy lüyor ve yazıyorum. Ve bu gerçeği savunurken de, köy enstitülerinde kızıl propaganda yapanların ilk mukavemeti bu propaganda ile Moskoflaştırıl mak istenen Türk evlâtlarından gördüklerini söylüyorum. Çünkü bir baş ka gerçek de budur. Eğer köy enstitü lerinde okutulan bütün öğrenciler ki zil mikropla zehirlenebilselerdi Türkiye Kremlin'in pençesine geçmek gibi büyük bir tehlikeyle karşılaşmış olurdu. Türkiyemizi böylesine müthiş bir felâketten kurtarmak için ilk sava şanlar, bu okullardaki her şeye rağmen Türklüklerini kaybetmemiş Türk evlâtlarıdır. Fakat sayıları 17.000 ka dar olduğu söylenen bu öğrenciler arasında, nekadar yazık ki, zehirlenenler de olmuştur. Bunların miktarının bir kaç yüzden fazla olmadığını sanıyorum. Belli başlıları ise herkesin bil-
^wlw?wl6;
Hav«i tş tttmmk
mim. Kûr.kmMnli*? m 4ohfımk, kay nı*\dn tr
• s . •• • • • •
*-•' : , * > ; -
nküljv
fc mâ
i
i . ...- .
• , • • • •
diği malûm yaratıklardır. Ancak bunların sistemli yalan ve iftiralarla kandırdıkları bir küçük grup daha var ki, onlar da, köy enstitülerinin malûm sebepler dolayısiyle aleyhinde bulunan vatanseverlerin karşısına dikiliyorlar, işte benim en çok üzüldüğüm budur. Bu arkadaşların bu konuda iftira ve yalanlara kanarak değil, gerçeği bulup öğrenerek hüküm vermelerini ve hareket etmelerini temenni ve tavsiye ederim, ismail Dere Bey, yazdığı gibi hakikaten memleketini seven bir Türk evlâdı ise yapacağı şey bizi anlaması-dır. Bu takdirde aynı düşmana karşı
DİKKAT!... Bundan sonraki sayımızın çıkması gereken tarih tam Kurban Bayramının
ertesine tesadüf ediyor. Derginin hazırlanması için gerekli en az üç günlük matbaa çalışması, matbaanın bayram tatili sebebiyle yapılamıyacaktır. Bu se-beblerle 18 Mayıs Cuma günü MİLLÎ YOL çıkmayacaktır. Bayram tatilinden istifade ederek yapacağımız hazırlıklarla bundan sonraki sayımız 25 Mayıs Cuma günü fevkalâde kuvvetli olarak ve yeniliklerle çıkacaktır. Bekleyiniz...
. • . • • s: s
• n :
birlikte savaşmamız gerekir. Yok, malûm ve mahutlardan ise, o zaman i$ değişir. Türklüğü sevenler, bu yılanın başı ezilinceye kadar savaşacaklardır. Ve bir gün Türkiyede bizden öc almak için çalışacak tek yılan kalmayacaktır.»
Ç I K T I SEVENLERİN KALEMİYLE
H. NAMIK ORKUN Hazırlayan:
Ziyaeddin BABAKURBAN Toprak Dergisi Yayımlarından
olan bu kitapta Hüseyin Namık Orkun hakkında on iki yazarın düşünce! e'i ini bulacaksınız.
Fiatı: 125 kuruş TAPRAK DERGİSİ YAYINLARI Posta Kutusu 30 Beyazıt — İstanbul.
MÎLLÎ YOL £Q
1944 HAÇLI SEFERİNDE TÜRKCULUK DÜŞMANLARI NELER DEMİŞLERDİ?
1944 teki Türkçülük düşmanlığı günlerinde, resmî havanın imkânlarından da faydalanan yerli kızıllarla ahlâk ve karakter fukaraları, Türk milliyetçiliğine karşı amansız bir mücadeleye girişmişlerdi. Ancak, o yıllarda, Türkçülük, memleket sathında çok yayılmış bulunduğu ve zamanın Başbakanı Saraçoğlu Şükrü de T.B.M.M. de «Türküz, Türkçüyüz, Türkçü kalacağız» diye haykırdığı için, düşmanlar ve dalkavuklar Türkçülük ve milliyetçilik kavramlarına saldırmaktan korktular ve kızılların acayip şekilde mânalandırdıklan bir Irkçılık ve Turancılığa karşı kılıç sallamaya başladılar. Aşağıda, 1944 yılının o meş'um günlerinde Türklüğü s ıkmak için Türkçülüğe «Irkçılık - Turancılık» maskesi altında saldıranlardan küçük bir bölümünün yazılarından parçalar okuyacaksınız.
FALIH RIFKI ATAY'DAN: Türkiyeyi içinden dağıtıp tahrip et
mek için gökten b i r belâ ı smar lansa ' ırkçılıktan beteri inmez. Türkiyeyi, dışından, can düşmanları ile çevirtmek için ikinci bir belâ ısmarlansa, islâm ittihatçılığı ham hayalinin yerine Tu-
Alttan alta bir soruşturma var: Sağ adı altında koyu Türkçülüğü suçlayarak kendi milliyetçilik dâvamızı da za vıtlatmış olmaz mıyız?
Havır, bilâkis kuvvetlendirmiş oluruz, ZEİCERÎYA SERTELDEN: Tam bu tehlikeli zamanda beşinci
kolun faaliyete geçtiğini görüyoruz. Irkçılık ve milliyetçilik maskesi al tmd'a vatandaşlar arasında ikilik yaratmak isteyen bâzı tahrikçilerin baş kaldırdıklarına şahit oluyoruz.
rancılık ütopyasını bulunmaz.
geçirmekten âlâsı
Fakat hiç tereddüt götürmeyen şey, ırkçılığın ve Turancılığın bu memleketin ve halkının öz menfaatleri aleyhinde cinayetler olduğudur.
Bütün dünyada iflâs etmiş bir dâva peşinde milleti birbirine katan, haricî dünya ile münasebetlerimizi sarsan Turancılık cereyanına, sağda olanlar bizdendir diye kürsülerimizi verdik, gazetelerimizin sütunlarını açtık, ve serbestçe teşkilâtlanmalarına ses çıkar madik. Fakat nihayet maskeleri düş tü, hakikî çehreleri meydana çıktı. Ve şimdi adaletin pençesine düşmüş bulu nuvorlar.
EMİN ERIŞIRGÎL'DEN: Son zamanlarda bâzı tahrikçiler,
Mülteci Rumenlerin Münich'te yayınlanan Stindardul (Bayrak) adlı gazetesinden. Kantemiroğlu'nun tecrübesi
R UMEN düşüncesini yabancı akademilere sokan, zamanının en ileri şarkiyatçısı, Montesquieu'den önce «yükseliş ve alçalış» nazariyesini belki ilk vazeden kişiden değil siyasetçi ola
r ak Ruslarla müttefik olmanın ilk acı tecrübesini tatmış olan Buğdan Beyi Kantemiroğlundan (1) bahsedeceğiz. Bunun için yüksek sesle birkaç metin okuyacağız. Bunlar bilinmiyen şeyler değil, fakat bizim görüşümüz yeni...
Kantemir'in Ruslarla işbirliği meşum 1711 yılından önce başlamıştı. Müverrih Neculce bu konuda şöyle yazar: «O Ruslarla çekinmeden temasa başlamıştı». Bu «temas» a biz bugünkü dilde «mektup kutusu» deriz, çünkü Buğdan beyi, bir kapı kâhyası (o zamanlar b i r askerî -sivil rütbe idi) vasıtası ile «Yedikule de mahpus bulunan Moskof elçisinden mektup alıp... Moskof Çarına ulaştırdı.» Bir acemi çömez işi gören Kantemiroğlu, Buğdamn düşünen kişilerinden uç beyi Iordachi Ruset tarafından şöyle karşılanmıştı: «Haşmetlim, Moskofları çağırmakta biraz acele ettin. Beklesey-din bir kuvvetlerini görse idik.» A-cemi politikacı şöyle cevap vermişti: «Düşünecek zamanım yoktu.»
Ve Kantemiroğlu meşhur bildirisini yayınladı: «Bütün kalbimizle ve bü tün servetimizle silâh arkadaşı olarak Rusyayla birleşelim ve Türk lere karşı Tunaya yürüyelim.»
Yâni Buğdan kendine müttefik bulmuştu. Hangi şartlarla? Bildirinin sonu manidar: «Hristiyan olan herkes Çarın ordularına yardım e-decek, ata binen onun askeri olacak, istemiyenin servetine el konacak. Riayet edenler Çarın sevgisine mazhar olacak, malına dokunulmayacak.» Yabancı orduların himaye
sinde yayınlanan bu bildiri tam mâ-nasiyle bir uşaklık örneğidir. Deva mini okuyalım: «Ve bundan böyle herhangi bir kimse Osmanlıdan yana olursa, açıktan açığa veya gizliden, işte o aforoz edilecek, malları Çarın düşmanı sayılıp müsadere e-dilecek, yakalanırsa kafası kesilecek.»
Ve 7 yıl sonra bedbaht Kantemiroğlu Rusyaya sığınmak mecburiyetinde kalınca çardan yardım dilen-mişti, anlaşmaya riayet etmesini istemişti. Çarın orduları yenilmiş çe kilirken dünkü müttefikleri Buğ-danlılara gelen Türk birliklerinin yapmadıkları zulümleri yapmışlardı.
i ş te bu bakımdan 1711 de Ruslar Türkleri yenmiş olsaydı Rumenlerin başına neler gelebilirdi, biz bun lar üzerinde bugün düşünmek zorundayız. Ve deriz ki, Türklerin zaferi Rumenler için bir kurtuluş ol
muştu. Şayet Kantemiroğlunun Ruslarla anlaşması yürüseydi her halde Rumen tarihi diye bir şey kalmıya-caktı. Fakat Türkler Rumen tarihinde kurtarıcı olarak ilk defa rol oynamamaktadır. Rumenlerin millet olarak ayakta kalabilmesi Türk kuvvetinin Slavlığı ezmesi ile müm kün olmuştur. Hele Büyük Stefan'ın ölürken evlâtlarına son sözü ne büyük bir gerçeği arılatır: «Rus'a inan mayınız, kalleştir, sizi esir eder, daima Türke sığının, o mert ve doğru sözlüdür.»
Bu tecrübe ne yazık ki Rumen siyaset adamlarına ders olmamıştı. «Doğudaki şeytanlarla» müzakerelere oturanlar acaba ne zaman uyanacak?
Rumenceden çevrilmiştir. Yazan: I. V. Emilian.
(1) Kantemiroğlu îstanbulda Sarayda (Enderunda) yetiştirilmiş, Buğdan'a Bey yollanmış, buradan Ruslara kaçmıştı. Türk kültürü ile yetişmiş fakat şükredeceği yerde hainlik etmişti. Bununla beraber ba tıh bir usul ile güzel bir «Osmanlı Tarihi» yazmıştır. Bu tarih Ham-merden önce yazılmıştır.
i MİLLİ YOL
Millî Birlik Hayranı ILGAR
T ARİH; milletlerin gıdalandıklan bir bal peteği gibidir. Tarihten ibret almasını bilmeyen, mazi ile irtibatını kesen milletler, bunun daima zararım görmüşlerdir. Hele bir milleti meydana getiren fertlerin arasına j
p ayırıcı fikirlerin girmiş bulunması, o millet için b i r felâkettir. Birlik ve i beraberlik bulunmayan, bir aile topluluğundan, en büyük cemiyetlere kadar hepsi daima hüsrana mahkûm olmuşlardır.
iş te bu hususta tarihî bir vesika: «Bir zamanlar dünyanın en büyük devletlerini kurmuş olan Orta Asya
Türklüğünü darmadağınık buldum. Aralarına ayırıcı fikirler girmiş olan Türk urukları kendilerini tehdit eden müşterek düşmanın üzerine varmasını unutup hâkimiyet mücadelesine girmişler, bölünmüşler ve zaman zaman Ruslardan yardım ister olmuşlardır. Ruslar, ihtilâfları maharetle körüklemişlerdir.
Ruslar, Sir Derya havzasındaki Kazak Sultanlarını da boyunduruk altına alarak, gezintiye çıkar gibi Türkistana girdiler. Felâketi anlayan Türkmenler ve Kazaklar bundan sonra toparlanmaya gayret ettilerse de vakit
\§ geçmişti.» Yukarıdaki metin, bugün Londra kütüphanesinde bulunan Hintli Müs
lüman âlim MIR IZZETULLAH tarafından hazırlanan rapordan alınmıştır. Bu rapor 1813 yılında ingiltere hükümeti tarafından, Orta Asya Türklerinin o günkü durumunu tesbit etmek gayesiyle hazırlatılmıştır.
Birbuçuk asır evvel Türkler bu raporda anlatılan vaziyette idiler de, bu günkü durum aynı değil midir? Avuç içi kadar Anadolu topraklarındaki Türkiye Cumhuriyetinden başka, müstakil bir ikinci Türk Devleti yoktur. Bütün Asya kıt 'asmda dağınık olarak bulunan Türkler, bugün için hürri-
I yetlerinden mahrum olarak yaşamaktadırlar. Tek müstakil Türkiye Devletini meydana getiren fertler, birbuçuk asır
evvelkinin aynı olarak ayırıcı fikirler tesiri altında ve müşterek düşmanlarının mevcudiyeti bakımından çeşitli fikirlere sahiptirler. Hat tâ ve hattâ, müşterek düşmanımıza sempati besliyenlerin içimizde bulunması, bizim için acı hakikatlerdendir...
Bugünkü Rusya, yine eski Rusyadır... O günkü gibi, yine ihtilâfları körüklemekte, kendine faydalı bir ortamın hazırlanmasına çalışmaktadır. Fakat, gevşekliğe ve mücadele hızının kesilmesine taraftar olmıyan bir
iyimserlikle söyliyelim ki, Tükrk mületinin uyanıklığı, bunların arzularının tahakkukuna engel olacaktır... Yeter ki, Mir Izzetullah'ın dediği gibi (geç kalınmış) olunmasın...
Bugün için bir hayal gibi görünen, bütün Türklerin bir araya gelip bir bayrak altında toplanmış olmalarım görmek; her Türk için özlenen Ime-
. sut sonuçtur. O gün geldiği zaman, hep bir ağızdan şöyle haykırılacağuu fİ ümit ediyorum:
Dâvası yalın kılıç kesilmiş avıtcunda, O, dört yanı tutuşmuş bir kıt 'anın ucunda
v> Açılan ilk ihtilâl bayrağıdır Asyanın Vay hâline bu bayrak altına koşımyanın!. . .
millet hakkındaki anlayışımıza ıfk ve ırkçılık sözüyle karşı koymak istemişler, Turancılık lâfı gibi yaldızlı bir sözle de Türk Cumhuriyetinin dış siyasetini tehlikeye sokmaya kalkışmışlardır.
Irkçı diye geçinenler, bu kelimeye bir de Turancılığı ilâve ediyorlar. Tari fi bile kaabil olmayan bu sözü ileri sü renler, eğer bir yabancı siyasetin âleti değillerse, ya dünyadan haberleri olmayan biçârelerdir, vahut delidirler.
HÜSEYIN CAHIT YALÇIN'DAN: Irkçılık ve Turancılık fesadının taf
silâtı henüz malûm olmadığı cihetle, vatan için teşkil ettiği tehlikenin derecesi hakkında birşey söyleyemeyiz.
Irkçılık ve Turancılık iki zehirden başka bir şey değildir.
Türkiye Cumhuriyeti için hariçte tehlikeler yaratmak, memleketi felâ ketli harplere sürüklemek için Turan alıktan iyi bir yem olamaz.
Müsterih olalım. Millî Şefin sözlerinde tecessüm eden hükümet otoritesi bu cerevam ortadan kaldıracaktır.
TAHSİN BANGUOGLUDAN: Nihayet Türk gençliğini dışardan
beslenen bir cins sağcı fikirlere doğru sürüklemek istemişlerdir. Bunlar, ırkçılık yalanma Turancılık ütopyasının kaftanını giydirerek onu Türk gençliğine sürmek istemişlerdir.
REFİK HALÎT KARAY'DAN: Irkçılığın felâketle neticelenecek bir
kan davasından başka bir şey olmadığını ve hudutları dışına taşmak isteyenlerin hudutları içinde bile kendilerine yer bulamıyacağmı...
NECMETTİN SADAKTAN:
Turancılık, ırkçılık gibi fikirler ilme, tarihe, coğrafyaya, siyasete aykırı dır.
Bu asırda millet ve milliyet seciyesi halis kan yarış atı evsafına benzemez.
NADİR NADİDEN: Bir dava etrafında koparılan müna
sebetsiz bir gürültü üzerine, gençlik mevzuu birkaç gündür ön plâna alınmış bulunuyor. Aslına bakarsanız An-karadaki hâdise mühim bir mesele teşkil etmemek gerek. Bir takım aşırı ve yabancı telkinlerin üç beş genci yanlış düşüncelere sürüklediklerine rastlamak her yerde mümkündür.
.Milliyetçiliğimizin hududu yurdumuzun bir ucunda başlar, öteki ucunda biter.
UHİ İSTİKLAL 73. üncü sayısı çıktı.
Milliyetçi, Mukaddesatçı cephenin bu, haftalık dergisi dolgun yazılar, kuvvetli haberler ve çeşitli fıkra ve hicivlerle çıkmıştır. Okurlarımıza YENİ ISTIKLAL'i de devamlı olarak okumalarım tavsiye ederiz. İDAREHANE: Şerefefendi, Sok: 13, Cağaloğlu, istanbul, Fiyatı: 50 Krş.
AHMET EMİN YALMAN'DAN:
Türkiyede ırkçılık müfrit bir zihniyet hâline gelmiştir. Biz bu zihniyeti dünyadan kaldırmak için harp ediyoruz.
Tıbbın tanıdığı bu tehlikeli hastalık salgınlarının hepsini bir araya koysanız Türk gençliği ve Türk yurdu için ideoloji ifrat ve taassubu (Irkçılık • Turancılık) kadar müfrit olamazlar.
ETHEM İZZET BENİCE:
Aziz İnönü milliyetçiliğimizi ve milli politikamızın ana hattını izah buyururken Turancılık, Irkçılık gibi ya ecnebi tesirlere bağlı, ya rejime ve iktidara karşı olarak kendim gösteren ce reyanlara da işaret buyurmuşlar ve b.u gibi. cereyanları memleket gençliği ne aşılamanın bir soysuzluk, fesatçılık vatansızlık ve hiyanet olduğunu belirtmişlerdir.
BEDRETTİN TUNCEL'DEN: İnönü, milletimizin büyük kudreti
olan birlik havasında üzücü akisler bırakmış olan bâzı cereyanlardan bahsederek ırkçılık, Turancılık gibi Türk milletinin aleyhinde kullanılmak istenen propaganda ve tahriklerin mahiye tini açıkça milletin, gençliğin önüne sermiştir. Şef, millî bütünlüğümüzü bozacak fikirlerin, gümrük kaçağı ideo lojilerin bu memlekette yeri olmadığı m anlatmıştır.
YAVUZ ABADAN'DAN: Türk genci milliyetçiliği parti prog
ramının çizdiği gibi anlar. SABIHA ZEKERIYA SERTEL'DEN: Turancılık, büyük komşumuz Sovyet
lerle olan tarihî dostluğumuzu bozmak için tutulacak tek yoldur.
Irkçılık ve Turancılık, halk yığınları için en acı iki zehirdir. Bu zehirleri içenleri bekleyen akıbet ölümdür.
MİLLÎ YOL E
KAtŞA D B N İ 2
ince noktalı yerlerde Barzani müstakil devlet kurmak iddiasındadır. Düz si yah yerler şimdi Barzani'nin hükmü altındadır. Siyah renkli benekli yerler çete savaşı sahalarıdır.
IRAK'TA BARZANİ İSYANI
ikinci Dünya Savaşının sonunda Ruslar Irak'ın dağlık Kuzey - Doğu bölgesinde bir kukla «Kürt Devleti» kurdurmuşlardı. Bunun başına Mustafa Barzanî adında birini geçirmişlerdi. Bu Barzanî Rusya'da komünist olarak yetiştirilmiş, daha önce hem şeyhlik hem de eşkiyalık yapagelen bir kişidir. Kukla devlet 1946'da silâh kuvvetiyle tasfiye edildi. Barzanî Rusya'ya kaçtı.
1958'de Kasım ihtilâl hükümetini kurunca Barzanî de Rusya'dan geldi, ve Irak'taki komünistlerin desteği İle nüfuz sahibi oldu. Kasım Kuzey'-deki Kürtleri Türklere karşı baskı vasıtası olarak kullanmak için onlara yüz verdi, silâhlanmalarına göz yum-
»ÜLLÎ YOL 03
du, ve onları rejimin birer desteği olarak gördü. Kendi iktidarını ayakta tutabilmek için de şeyhleri birbirine düşürmek siyasetini güdüyordu.
Ama geçen yaz, Rusların tertiplemesi ile, bu şeyhler Barzani'nin idaresi altında birleştiler ve Irak ordusuna karşı, harekete geçtiler. Kışm duraklayan harekât bu Mart'tan itibaren tekrar alevlendi. Barzani'nin kuvvetleri Musul'un kuzeyindeki Dohuk ve Zaho kasabalarına karşı hücuma geçerek bunların birer tabur kadar olan garnizonlannı mağlûp ettiler ve buraları işgal ettiler. Irak ordusu birlikleri 50 ölü ve 150 kadar yaralı vererek çekildiler. Kasım buna karşı Bar-zanî'ye bağlı köyleri uçakla bombaladı.
Barzanî taraftarları da 200 kadar Arap köy ve kasabalarına baskınlar
yapmak ve buraları yağma eaıp Kadınların ırzına geçmek suretiyle mukabelede bulundular.
Kasım'ın ordusunnu taktiği başarısız olmaktadır. Kasım kendi askerlerine güvenemediğinden onlara yal-Tf~. iki günlük erzak ve cephane veriyor. Kasım Türklere eskidenberi düşmanlık güttüğünden ordusunda onlara yer veremiyor. Kürtlere de şimdi Barzanî'ye karşı harekette güvenemiyor. Araplar ise savaşçı unsur değildir. Çete savaşlarında ekseriya olduğu gibi, ordu gündüzleri yollara hakimdir, ama gece olunca hakimiyet çetecilere geçer. Bilhassa yolların dışındaki arazide. Ordu yollara bağlı kalarak, bilhassa tanklara dayanarak harekâtta bulunmaktadır, çeteciler de hafif makineli tüfeklere ve küçük havan toplarına dayanarak küçük birlikler halinde yolların dışında vurup kaçan bir savaş taktiği takip ediyorlar. Her iki tarafın da silâhlarını Ruslar veriyor. Başlangıçta sadece bâzı haklar isteyen Barzanî şimdi taleplerini arttırdı. Haritada görülen topraklar üzerinde bir «Kürt» devleti istiyor. Tabiî bu hakikatte sadece bir kızıl Rus idaresi olacaktır.
Irak'ta Kasım rejimi aşınıyor. O-radaki Türklerin haklarını korumak zarureti her an birdenbire karşımıza çıkabilir.
MUSTAFA BARZANÎ Türk düşmanı kızıl zorba
FEZA'DA KEŞİFLER Fezada evvelce bilinen veya tah
min edilenleri altüst eden yeni keşifler ortaya çıkıyor.
Bunlardan biri, daha önce tamamen bir ölü dünya sanılan AY'da kuv vetli radyoaktivite olduğunun anla-şılmasıdır.
Diğer bir keşif de şu: Eskiden havanın üst tabakalarına doğru çıktıkça sıcaklığın gittikçe düştüğü sanılırdı. Şimdi çok yükseklerde havanın yine ısındığı keşfedildi. Bu tekrar ısınma 80 kilometre yükseklikten sonra başlıyor ve 3000 kilometre yükseklikte 1082 derece gibi hayret verici bir sıcaklığa varıyor.
Gençlik Sayfası RADYODA ENSTİTÜ
PROPAGANDASI 22 Nisan Pazar günü, İstanbul
Radyosunda gençlik saatini açtım. 27 Mayıs marsı ve Atatürk'ün geç-liğe hitabesinden sonra, iki haber veridi. Birinci haber gençlik teşekkülü toplantılarına aitti. 2 - 3 dakika sürdü. Jkinci haber Devrim Ocaklarında Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünün kutlanmasına aitti. Salan bütün zamanı aldı.
Merasimdeki hatiplerin konuşmalarından parçalar veriliyordu. Bir Köy Enstitüsü idarecisi köylüyü çok iyi bildiğinden dem vuruyor, köylünün kendisine lüzumsuz şeyler öğreten okulları istemediğini, enstitüleri istediğini söylüyordu.
Sonra bir enstitü mezunu enstitüleri istemeyenlerin aydınlıktan korktukları için karşı olduklarını söylüyordu.
Daha sonra bir beyefendi Atatürk idealinin Köy Enstitüleriyle gerçekleştiğini söylüyor. (Ama Atatürk'ün malûm zihniyete ait «ezilmeli» ile biten sözünü bu hatip bey hesaba katmıyordu.)
Son hatip sözünü, geleceğimiz için en yararlı fikirlerin mutlaka galip geleceğini söylemekle bitiriyordu. Tek doğru söz de buydu. Hep beraber, amin, diyelim de tez gelsin, biz bize kalalım.
Benim gibi düşünenlere benim de bir teklifim var : Biz de Köy Enstitülerinin ölüm yıldönümünü, şenlikli şamatalı olarak, kutlasak. Nasıl olur dersiniz?
CENGİZ TAŞKIN •
KARNAVALA DOĞRU! 10-15 gündenberi ilkokullarda
hummalı bir faaliyet kendini belli ediyordu. Velilerden istenen balon, krepon kâğıdı, fener parası gibi ufak tefek paralarla çocuklara alınan balonlar, krepon kâğıtları, fenerler sınıfların dolaplarım işgal ediyordu. Bu kadarla kalsa gene iyi. Birkaç saat sürecek bir merasim için hususî elbiseler, ayakkabılar ve kıyafetler yapıldı. Evet, bu elbise ve kıyafetler hakikaten (!) görülmeğe değer (!), şahane (!) şeylerdi.
Küçücük, aklı hayra şerre ermeyen, masum yavrulara giydirilen kıyafetleri birlikte gözden geçirelim. Külotları görünecek kadar kısa etekler, kolsuz, üstelik birer fiyonkbağı ile tutturulmuş omuzlar, göğüslere kadar açık yakalar. Bu, kıyafetlerden sadece biriydi, ikincisi daha muhteşem (!) di. Ayni kızılderili kıyafetini andıran bu kıyafeti nasıl etmeli bilmem. Etekleri püsküllü, kırmızılı, yeşilli, mavili* morlu şifonlarla omuz Iardan çaprazlamaya sarılmış.
Bu ucube kıyafetler nerede giyil-
Büronuza çelik eşya mı alacaksınız
Arc Metal Ç e l i k . a l
E ş y a mamulleri
ÇELİK MASALAR • Dosya dolapları •* Kütüphaneler * Çelik sandalyeler * Çelik koltuklar •k Çelik para kasaları...
v.s. nl tercih ediniz.
Üstün kalite emsallerinden daima ucuzdur. Sipariş üzerine bilûmum madenî eşyalar imalâtı.
Arc Metal Çelik Eşya mamulleri SATIŞ YERİ: T O Y H A N
(MEHMET ALI TOY) Galata, Bankalar, Yamkkapı So. Güni Ham, Nu. 14. Tel: 44 68 31/16
İSTANBUL (Milli 32»)
di, biliyor musunuz? Bu kıyafetler, rahmetli Gazi Atatürk'ün, Türk çocuklarına hediye ettiği ve T.B.M.M. nin açılışının yıldönümü olan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının geçit resminde, o şehrin en büyük mülkiye amirinin önünden geçilirken giyildi.
Ondan sonra da öğrencilerden ciddiyet bekliyoruz! Taşkınlık gösterdikleri zaman şaşıyoruz!
Boş yere söylememişler: «Rüzgâr eken, fırtına biçer» diye.
(Bahaeddin DUMANCI) TARSUS LİSESİ
ÜNİVERSİTELİ Üniversiteli; herşeyden evvel
Türkü ve Türkçülüğü bilen, dinine, diline, milliyetine samimiyetle bağlanan ve hiçbir karşılık beklemeden hizmet edendir.
üniversiteli; Türk-İslâm ahlâk ve kültürünün devamına çalışıp, millî birliğimizi bozmaktan başka işe yaramayan yabancı kültüre iltifat etmeyip karşı durandır.
üniversiteli, kalbi, ilim, hak ve adalet aşkı ile dolu, şu veya bu partinin veya partizanın değil, vatanıma hizmetkârı olsndır .
Üniversiteli; vatanımıza samimiyetle hizmet eden vatanseveri eri tanıyıp onlara hürmet etmesini bildiği gibi, menfaatperest ve muhteris sözde münevver ve politikacıları da tanımak mecburiyetini hissedendir.
Üniversiteli, Üniversitede diplomaya değil ilme sahip olma arzusuyla çamsan, ^u^bikatle:, peşinde koşan, üaksızlık karşısında susmayan, manevî olgunlaşma gayesi taşıyandır.
Ahlâksız, faziletsiz, msneviyatsız, gözleri fuhşa açık edepsiz diploma müşterilerinin Üniversitede yeri yoktur.
ATASOY MÜFTÜOGLU E Y V A H
Biz yalnız bazı tnahud gazetelerde çöreklenmiş komünistlerle bâzı teşekküllerde bunların hayranları olduğunu sanıyorduk. Yazık, T.B.M.M. de C.H.P.Ii bir komünist üye olduğunu «Millî YoİMİan öğreniyoruz. Tekzip edilmiyor. «Sükût ikrardan gelir derier». Demek varmış. Ahda-pot gibi kmlar bizi oksaya, okşaya sarmış da beyinsiz kafalar. «Bu memlekette komünizm tehlikesi yok» diyorlar. Tanrı korusun, şairin dediği gibi «bir avuç toprağı sıksan şüheda» diye tasvir ettiği vatanın üzerinde kızıllar T.B.M.M.'e kadar sokulsun da sen, hâlâ komünizm tehlikesi yoktur de, vay bize, vaylar bize. N. Kemal gibi «Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini; yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini» diye hay kirasını geliyor. OSMAN ATLTHAN
D.T.C.F. ANKARA
MÎLLÎ YOL E0
oo - AAÂÇALLAH CE*«V esy NASILSINIZ ?•İyis7wt2 OJŞALiAH '
( =
âr* ö GÖĞE OHVJ5^***öt3SAWV/ f S3C< 6vü»ve o$afl./w£ - mzt/îa&sı;
lOKCt. TU&AMCI l-lEfŞHâLDB -
c T£f2.tS,»AACr£QACiJLĞALAGIHOZmsl, I
tCtJVSaUK . BOY&JMCU ...NÖLOOAK-
MİELÎYÖL i l . Yıl — 16. Ss-yi — 11 Mayıs
' 1962 — Fiya t 5C kuruş,
TARAFSIİ. MsULiYETÇİ SıYASt DERGl İmtiyaz -SaMb): Necati BOZKURT •* Yazı işleri UödfiEfi: istne^ TOMTÜRK * İdare M ü d ü r ü :
Mumln ÇBV1K.
Tek sü tun santimi 2ü l i r a . i ç Tam sayfa arka kapak (renkli) 2000 li
1 r a if Tam sayfa içte 1600 l i ra • Sayfama 1/4 ve 1/8 gibi ki. sıraları «ya ı ölçaJere göre hesaplanır
Abone . 6 aylık (26 sayıl 112,5 lira * 1 yıllık 152 sayı 20 lira * i d a r e h a n e : Nuru
Osmaniye Cad. 34, İstanbul. Dizgi ve kliğe : GÜNEŞ MATBAACILIK T. A. Ş Şerefefendi Sok, No. 4446, CağaloglH
İSTANBUL
«>» « • ' : « « M i