mİllİ yolulkunet.com/ucuncusayfa/milli_yol_019_6456.pdf · 2017-11-26 · tında) 2 önemli...

15
MİLLİ YOL JllllllllllilllllllHinHIlllllllllllllllN DAMLAR l.YTL— 19 SaW FlATI 50 KURUŞ 8 HAZİRAN 1962 CUMA

Upload: others

Post on 01-Mar-2020

9 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

MİLLİ YOL JllllllllllilllllllHinHIlllllllllllllllN

DAMLAR

l.YTL— 19 SaW FlATI 50 KURUŞ 8 HAZİRAN 1962 CUMA

HAFTANIN NANESİ «CHP Koalisyona gir­mezse ne rejim, ne de CHP kaUr.» C. BABAN

1 Haziran 1962 6 Haziran 1962

Solcu bir öğretmen garip duruma düştü Eskiden beri solcu faaliyetiyle tanınmış Mustafa Şanlı adında biri, Aksu İlköğret-

men Okulunda bir takım tertiplere girişmiş, öğrencileri okul idaresine karşı ayaklan­dırma teşebbüslerinde bulunmuştur. Bu teşebbüsü, öğrencilerin ve solcu olmıyan öğ­retmenlerin uyanıklığı sayesinde başarıya ulaşamayınca, imtihanları bırakarak Anka­ra'ya gelmiş ve basın toplantıları tertiplemiştir.

Basın toplantısında, Okul " ,-ş | , , de «faşist» lerın de bulun j nın çıkacağına işaret addet-duğu iddiası ortaya atılmış j mektedir. olmaktadır. İmtihanları bırakıp, oku-

Bâzı öğrencilerinden al -1 1 " terkedip siyasî basın top dığımız bilgiye göre, Mustafa lantıları tertipleyen bu kişi.

Müdürü Mustafa Şen'in mil­liyetçi olduğunu, öğrencile­rin yakalarına bozkurt roze­ti taktıklarını ve Millî Yol gibi Türkçü dergileri oku­duklarını, bunlarla mücade­le ettiğini, başa çıkamayın­ca Ankara'ya kaçtığını ileri süren Mustafa Sanlı, aynı okulda Atsız'ın kitaplarının okunduğunu da itiraf et­miştir.

Kendisine yakın olan bâzı öğretmenlerle birlikte, öğ­renciler ve çoğunluktaki öğ­retmenler arasında barına-mıyan Mustafa Şanlı'nın buj garip hareketi hayret ve te­essüfle karşılanmıştır. '

Şanlı'nın sözlerini ciddî­ye alan ve bir mesele haline getirmek isteyen Dünya, Cumhuriyet, Öncü gibi gaze­telerin bu vesileyle yaptık­ları neşriyat da çok ilgi çe­kici olmuştur. Aksu İlköğ retmen Okulunda milliyetçi öğretmen ve öğrencilerin bulunmasını hazmedemiyen bu gazeteler, yayınlarında ırkçı, gerici v.s. gibi alışıl­mış kelimelerle birlikte FA ŞİST deyimini de kullanmış­lardır. Bu suretle Türkiye-

A.P. İLE C.H.P. KASI . KOCA

GİBİYMİŞ Meclis icoriöorlarında ga­

zetecilerle bir konuşma ya­pan Ekrem Alican, gazeteci­lerin «Yeni bir A.P. - C.H.P. koalisyonunu nasıl karşılar­sınız?» sorusuna «Olabilir, neden clıns'inı diye cevap vermiş vr. <n0ra karı koca kavgalarını mjsfc vererek «nasıl karı - koca sonradan mahkemede barışıyorlarsa bu da böyle olabilir.» demiş­tir.

Şanlı'nın bu" kabil hareket­lerde bulunması, mizacı ve kapıldığı fikirler bakımın­dan normal ve beklenen bir hâdisedir.

Günün kahramanı olmak niyetinde bulunan bu «ileri ci» öğretmen, kendisini bit Kubilay olarak görmekte ve Aksu Öğretmen Okulunda milliyetçi faaliyet bulunma­sını da, bir Menemen olayı-

tabiatiyle Bakanlık emrine alınmış ve hakkında idarî takibata geçilmiştir. Ayrıca bir meslekdaşını da döven Şanlı hakkında adlî makam­larca da takibata geçilmesi beklenmekte ve kendisinin aklî muvazenesini tesbit et­mek üzere sıhhî heyete ve­ya Adlî Tıbba sevkedilip e-dilmiyeceği merak edilmek­tedir.

19 Mayıs'a katılmayan HarU Okulu manevralarda İmtihanlarının çokluğu ve

derslerin sıkışıklığı bahane­si ile 19 Mayıs ve 27 Mayıs törenlerine iştirak ettirilmi-yen Harb Okulu öğrencileri, Ankarada yapılan Sakarya 62. Harb tatbikatında hazır bulunmuşlardır.

Tatbikatın sonunda, inö­nü Hava Kuvvetleri Kuman­danı ile birlikte Ankaraya dönmek istemişse de İrfan Tansel, müsaade isteyerek tatbikat mahallinde kalmış-

Mecburi Meslek: Bahçıvanlık Kayseri Cezaevinde iki eski milletvekili, iyi halleri ve disipline ri. ayet etmeleri sebe­biyle, Hapishane Mü­dürlüğünce mükâfat­landırıldılar. İsimleri Atıf Topaloğlu ve Mehmet Erdem. Bun­dan sonra, mükâfat olarak, hapishanenin dış bahçesindeki çi­çeklerin bakımı, eki­mi, budanması, şe­killendirilmesi ile meşgul olacaklar. Akla gelen iki soru: 1 — Diğer hükümlü

lüler acaba iyi hal ve disipline ıia yet göstermiyor mu?

2 — Acaba böyle bir mükâfat isterler miydi?

Söylendiğine göre, is­met İnönü, geçen Çar samba istifa ettiği ge­ce, aralarında, bâzı te melli senatörlerin, as­kerlikten gelme poli­tikacıların ve adı bâzı hâdiselere karışanla­rın da bulunduğu bir grup, Ankara'da, Fah­ri Özdilek'in başkanlı­ğında, sabah saat üçe kadar süren gizli bir toplantı yapmışlardır. 27 Mayıs Fikir Kulü­bünün açılış toplantı­sında yapılan bazı ko­nuşmalar için tahki kat açılmış... Ne için açılmış... pek bilemi­yoruz ama... kulağımı­za gelenlere bakıla­cak olunursa «Yeni bir ihtilâl...» filân gi­bi sözler sarfedilmiş.

* İsmet İnönü, istifa et mek üzere yaptığı sor kabine toplantısında pencereleri ardına ka dar açtırmış, bütün konuşmaların pencere dibinde bekliyen ga zeteciler tarafından duyulmasını sağlamış­tı. Gazeteciler de fır­satı ganimet bilerek kelimesi kelimesine not tutmuşlardı.

Biraz sonra kabinenin A.P. kanadı toplantı dan ayrıldı. Geriye İnönü ile kendi Ba kanları kalmışlardı Bu seferki konuşmala­ra daha da büyük ö-nem veren gazeteciler duvara yapışırcasına kulak kabartırlarken İnönü önce pencerele­ri kapattırdı, sonra da:

— Buyurun arkadaş­lar dedi. Burası yol üzeridir. Benim odam­da konusalım.

MİLIİ YOL Haftalık Milliyetçi

Tarafsız Siyasî Haber Dergisi

DÜZELTME: Geçen sayımızda Ankara Türkoca

ğındaki toplantı haberinde «Kızıl yu vaların açılmasını isteyen ekipten Cahit Okurer... Adan Sayılgan... Ali Uygur...» kısmında dizgi yanlışı ol­muştur. Doğrusu, «istemeyen» ola. çaktır.

Aynı sayının 11 nci sayfasındaki röportaj'ın başlığı «Nejdet Sançar'ın İFTİRALARA cevapları» şeklinde olacaktır.

• «DAYANSIN EHL—I KUBUR»

ismet inönü'nün bir numaralı koa­lisyon» hükümeti lüzumundan kat kat fazla uzatılmış bir can çekişmeden son ra mukadder akibetine kavuştu. «Ne kendi eyledi rahat, ne kimseye ver­di huzur.»

Memleketin büyük hamlelere en zi­yade muhtaç olduğu bir sırada iktida ra gelmişti. Koşar adım ilerlemesi şarttı. Koşamadı, hattâ yürüyemedi. Sürünmeye çalıştı, onu da becereme­di, durduğu yerde çürüdü.

Hastalanmış olmaktan ziyade ucube olarak doğmuştu. Hukukî, mantıkî, ahlâkî hiçbir sağlam temele dayanmı yordu. Kuruluş maksadı ismet inö­nü'nün Başbakanlık etmesine bir ve­sile teşkil etmekten ibaretti.

Hiç bir şeyi samimî değildi. Meselâ CHP ile AP'nin yarı-yarıya ortaklaşa kurdukları bir hükümet olduğu söy­lendi. Gerçekte ise kabinede önemli altı Bakanlıktan (Adalet, Savunma, içişleri, Dışişleri, Millî Eğitim, ve Maliye) ancak bir tanesi (içişleri) A. P've, kalan 5 tanesi CHP'ye verilmiş­ti. Başbakanlığı da (normal şartlar al tında) 2 önemli Bakanlığa eşit sayar­sak, umumî efkâra eşit şartlar altın da kabine kurdukları ilân edilen AP ile CHP'nin önemli Bakanlıkları haki­katte l'e karşı 7 ölçüsünde paylaştık­ları görülür. Ama yine devlet işlerin­de AP'nin nufüz ve tesiri 8'de 1 idi denemez. Sıfır'a çok daha yakındı.

Bu koalisyon hükümetindeki aca-\ ipi iği izaha seçim neticeleri asla kâ­fi gelmezdi. Biribirine çok yakın, hat tâ aynı temayüldeki üç partinin ikisi­nin muhalefete ayrılıp birisinin zıt temayülün partisi 'le hükümet kurma sı hiç bir normal ve dürüst demokra­side görülmüş hal değildi. Parti baş­kanlarının hükümet kurulurken yap tıkları bütün manevralar kendi par­tilerini bir çıkmaza sürüklemek ve inönü'ye karşı mahkûn. biı duruma getirmek maksadına göre ayarlanmış ti işte bu koalisyon hükümetinin ah­lâkî temeli de buydu.

Hükümetin işlevi? şekli, kuruluşu­nu da kat kat aşan bir garabet gös­

teriyordu. Normal bir Başbakan oto­ritesine en ufaıc bir benzeyiş bile ta­şımayan şekilde Bakanlıkların her işi bay ismet inönü'nün dediği gibi yapılıyor, «Bakanlar» hiç bir teşebbüs ve icraat imkânına sahip bulunmuyor du, hattâ kendi Bakanlıklarının me­murlarını dahi tayin edemiyorlardı. inönü'nün buna rızası yoktu. Tabiî, ancak bu şartlara tahammül edebile­cek tip ve yaradılışta Bakanlarla bir kabine kurulabilmişti. Koalisyona da­hil partilerin, bilhassa AP'nin en kuv­vetli şahsiyetlerinin hükümet dışında kalması, ve en az kuvvetlilerinin hü­kümete girmesi, ucubelik durumunu tamamlıyordu.

Bütün bunlar, seçimi ezici bir ye­nilgi ile kaybetmiş bir şahsın yine başbakan olabilmesi için ödenmiş be­dellerdi.

Ne garip haldi ki, bu şahıs, «Ben­den bir mucize beklemeyin, ben bir sihirbaz değilim.» diyordu. Halbuki o şalısın o makama oturmalı bu millete okadar pahalıya mal olmuştu ki, o şahıs hergün bir mucize yaratsa o be­dele göre yine azdı. Halbuki, işte o şa­hıs buna rağmen şimdi o ma­kamı hakketmiş olmak için alelâde'-nin üzerine çıkmayan bir seviyede iş­leri idare etmeyi kâfi gördüğünü ilân etmekten çekinmiyordu. Bu durum karşısında ortalarda, sıkılan, mahcu­biyet hisseden bir kimseler de görül­müyordu.

Kaldı ki, ismet inönü'nün gösterdi­ği kabiliyet ve başarı hakikatte alela­de de değildi. Aleladenin de çok daha aşağısındaydı. Gerçek şuydu ki, son inönü kabinesi başarısızlığın müm­kün olan en son haddini göstermiş, tam bir iflâsa uğramıştı.

Buna rağmen yeni kabineyi kurma­ya yine ismet İnönü memur edildi.

Hem bu sefer ismet inönü eskisini de aşan yetkiler istiyor. Tam, tasta­mam, herşeyin kendi keyfine uygun ol­masını isliyor.

Elbette ki, yeni kabineden de tam bir iflâstan başka hiç bir şey çıkma­yacaktır.

Yalnız bunun iyi, çok iyi, bir netice­si olacaktır: insanları ve hâdiseleri anlamakta en geç kalan ve en çok zor­luk çeken kimseler bile görecekler ve art.k anlayacaklar ki, işlerin yürüme-meşinin sebebi ne C.H.P.'dir, ne de A.P.'dir. Sadece ismet İnönü'nün şahsıdır. Ve işlerin düzelmesi için o-nun gitmesinden başka çare yoktur.

Hem umuyoruz ki, bu seferki tec­

rübe eskisinden çok daha kısa olacak, milletin çok daha az zamanı boşa gi­decektir.

•¥• UÇAK KAZASI

Eskişehirde bir tepkili uçak göste­ri uçuşu yaparken yere saplandı. Par çaları seyircilere de çarptı. 4 kişi öl­dü, 41 kişi yaralandı. Hâdisenin bin­lerce seyircinin gözleri önünde olma­sı şehitlerimizin acısını benzeri hâdi­selerden kat kat fazla olarak herkese tattırdı.

Şehitlere Tanrıdan rahmet dileye­lim. Sonra da, hemen, hâdisenin se­bepleri üzerinde durup önleme çare­leri arayalım.

Milletlerin cehennemî bir sür'at ya­rışına girişmiş oldukları bir çağda-

CESARET Yusuf OKTEM

NSANOGLLNUN başı darda, i varlığı tehlikede olduğu zaman • imdadına yetişen «Hızır» in

adı cesarettir. Cesaretin menşei ikidir. Birisi fıtrî, diğeri şuurîdir. Fıtrî o'an, cahilin, hayvanların cesaretidir. Kısa ve nefsanîdir. Kaba, ilkel davranıştır. İnsiyaki ve yakın hedeflidir. Zaman mef-humundaki yeri ve izi belirsizdir.

Şuurlu cesaret ise manevî, mil. lî duygularla müzeyyen, kültürlü insanlara has bir vergidir. En in­ce, en yüksek davranışlar bu ne­vi cesaretin eseridir. Mantıkî ve uzak hedeflidir. Vatan çapında, dünya çapındadır. Tarihte müs-bet iz yapan, ebediyete ide fışkır tan, ölümsüz kişilerin enerjisini tahrik eden bu kuvvettir.

Şükranıma çok lâyık bir üstadım «Nezaketle cesaretin yüzü kızar-ıııaz.» buyurur. «Korkak insan bin kere, cesur insan bir kere ö-lür.» derler. Benim bildiğim, kor­kakların ebedî ölüme mahkûm bu lunduğu, cesurların da lâyemut ol dıığudur. «Cesur kişiden ölüm bi­le korkar.» «Türkün bağrında, korku kuşu yuva yapamaz.» İnsan ea yaşamak, hürriyet, saadet ni­metleri cesur olanların torbasın, dadır. Korkaklar bu nimetlere — kedinin ciğere bakışı gibi — uzaktan bakarlar.

MİLLÎ YOL 0

yız. Bu yarışa karılmamazhk edeme­yiz. Katılacağız, ve gerektikçe kur­banlar da vereceğiz. Bunda tereddüt yok.

Ancak ortada şu endîşe var: Bizde­ki askerî uçak kazalarının başka yer-lerdekinden çok fazla olduğu. Bu en­dişe resmî bir istatiktik'e dayanmı­yor, gazetelerdeki haberlerden do­ğan umumî bir kanaate dayanıyor. Hem bizim gazeteleri, hem de Ame­rika, ingiltere veya Fransa gibi yerle rin gazetelerini okuyanlar oralarda olan kazalarla bizde olan kazaların aşağı yukan aynı sayıda olduğunu tahmin ediyorlar. Sonra oralardaki uçak ve uçuş sayısının bizdekinden belki yüzlerce kere fazla olduğunu düşünüyorlar. Bundan da «Acaba biz de askerî uçak kazaları nisbeti meşe )â Amerikadakinden kat kat fazla mı ?» gibi endişeler doğuyor.

Bu endişeleri açık ve kesin rakam­lı istatistikler yayınlanmakla önle­mek mümkündür ve bu yapılmalı­dır. Bu istatistiklerde bizdeki uçak ka zalan sayısı ile uçak sayımız ve \ -merika, Fransa, ingiltere gibi verler-de askerî uçak sayısı ile uçak kazası sayısı yayınlanırsa bir mukayese yap­mak mümkün olur. O zaman bizdeki kaza nisbetinîn başka yerlerden daha fazla olup olmadığı, daha fazla ise ne ölçüde daha fazla olduğu belli olur.

Açıklık daima iyidir. Morali düzel­tir ve geri kalmışsak hamle yapmak için bizi kırbaçlar. Biz en acı haki­katlere bile gözümüzü kırpmadan ba kabilmiş bir milletiz. Açıklık olma­yan yerde fiskos olur. Bu ise açık olarak söylenecek sözlerin en zararlı­sından kat kat daha zararlıdır.

Bu askerî uçak kazalarında ise açık lık yoluna ^gidilmesi her zamankin­den daha zaruridir. Çünkü ortada: «irfan Tansel ve yakınları bütün za­manlarını ve dikkatlerini ismet inö­nü ile düşüp kalkmaya veriyorlar, halbuki teknik görevlerine vermeleri lâzımdır» şeklinde tenkitçi fısıltılar var. Bunlar yasaklanmakla ortadan kaldırılamaz. Tek çaresi tam açıklık­tır.

Birleşik Amerikada tam bir istik­lâl ile çalışan ve sivil veva askerî bü­tün uçak kazalarım tahkik eden ve sebebinin ne olduğunu umumî efkâra açıklayan uzmanlardan kurulmuş bir teşkilât var. Bizde de bunun aynen kurulması çok faydalı olur.

Gençlerimizi göklerde ölüme gön­dermek, millet olarak, hakkımızdır. Ancak her ölümün sebebini iyice a-raşt ırmak. her ölümden alınacak der si tam olarak almak, ve bunun böy­lece yapılmakta olduğunu da tam bir açıklıkla ortava koymak, hükümet olarak, vazifemizdir.

• AZERBAYCAN1 İSTİKLALİNİN YILDÖNÜMÜ Azerbaycan istiklâlinin 44. yıldönü­

mü münasebetiyle Ankarada müteva­zı bir lokantada tertiplenen yemekli toplantı, millî ruhun ve Türklük sev­gisinin veni bir zaferi olmuştur.

Bu gece toplantısına Ankaradaki milliyetçi Azerbaycanlı kardeşlerimiz

MÎLLÎ YOL O

ile onların davetlileri olarak bir kı­sım Türkiyeli milliyetçiler aileleriyle katılmışlardı. Davetliler arasında Nej det Sançar, Dr. Tevetoğlu, Zeki Sofu oğlu, Refet Körüklü ve eşleri de bu­lunuyordu.

Bir aile atmosferi içinde yenen ye­mek sırasında, Türklük ruhunun ve ölmeyen ve öldürülemeyen istiklâl ve hürriyet aşkının mânasını dile geti­ren konuşmalar yapılmış ve Azerbay­can Türkünün o hareketli ve muhte­şem millî oyunları davetlileri heye­canla doldurmuştur.

Ev sahiplerinin açış konuşmaların­dan sonra, Türkiyeli kardeşlerin de konuşmaları istenmiş ve yemeğin de­vamı süresince hatipler ruh ziyafeti yerine geçen konuşmalar yapmışlar­dır.

Dr. Tevetoğlu, kısa süreli Azerbay­can istiklâline temasla, Türkün asla boyunduruğa vurulamıyacağını, felâ ket günlerinin sonunun yaklaştığını, bugün 44. yıldönümü kutlanan o eski istiklâlin belki de pek yakında, eski istiklâlinin ellinci yıldönümüne bile varmadan ebedî bir istiklâl olarak kutlanacağını belirtmiştir.

Daha sonra, vâki İsrar ve rica üze­rine, Dr. Tevetoğlu, «Mehmetçik» şii­rini okumuş ve:

Ya bizimdir, ya kimsenin bu vatan mısrama telmihle:

«Azerbaycan da ya Türklerin ola­cak, yahut kimsenin..»

diye haykırmıştır. Zeki Sofuoğlu'nun sakin bir tonla

başlayıp bir heyecan kasırgası şeklin­de biten konuşması da coşkun gönül-

t Bir

var: 1 —

2 -

3 -

Bu

2 X 2 = 5 bakıma Türkiye'de üç grup

Bay İsmet inönü 'nün Baş­kanlığında, CHP ile bir di­ğer partinin birlikte kuraca ğı hükümet başarılı olamaz diyeni ar. Böyle bir hükümetin başa­rılı olamıyacağını bilen, fa­kat bun?, sinirlenenler. Ne bahasına olursa olsun, ismet inönü'nün başkanlı­ğında kurulacak bir koalis yonun başarılı olacağına ina nanlar.

• da tanınmış bir ruh dokto-

runıın iddiası: «İnsanlar üç gruptur: 1 -

2 -

3 -

iki kere ikinin dört ettiği­ne İnanan normal kimse­ler.

- iki kere ikinin dört ettiği­ni bilen, rakat buna rağmen bu duruma sinirlenen sinir hastaları. iki kere ikinin beş ettiğine inanan akıl hastaları.»

Murat GENCOGLU

leri bir kat daha coşturmuştur. Söz­lerine Namık Kemal'in:

Ne mümkün zulm ile, bîdad ile imhâ-yı hürriyet

Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetten..

beytiyle başlayan Sofuoğlu, fikir ba­ki kaldıkça hiçbir zalimin hürriyet ve istiklâl aşkını öldüremiyeceğini dünkü ve bugünkü dünya coğrafya­sından verdiği misallerle belirtmiş, Türk dünyasının Moskof zincirini kı­rıp bir gün mutlaka hürriyetine kavu saçağına olan imanını tekrarlamış, «içteki ve dıştaki düşmanların gay­retleri asla ve ka fa bu iman selini durduramıyacaktır.» diyerek bütün şuurlu ve imanlı Türklerin duyguları­na tercüman olmuştur.

Nejdet Sançar, daha önce konuşan bir Azerbaycanlı kardeşinin Türkiyeyi bir ağabey olarak vasıflandırması sö­zünü ele alarak, dış Türklerinden o-lan kardeşlerimizin bu ağabeyden her zaman ağabeylik hali ve mukabe lesi görmemeleri karşısında asla üzül memeleri gerektiğini, bunun, Atatürk ten sonra bu memleketin kaderine hâ kim olan hain ve ahmak zihniyetin eseri ve neticesi olduğunu, bu zihni­yetin bu toprakların evlâtlarını dahi zindana çekip imha etmek istediğini, fakat bu hain ve ahmak zihniyetin er geç yok edileceğini ve Türkivenin o zaman bütün kardeşleri için sıcak kucaklarla dolu gerçek bir anavatan olacağını söylemiş, bugün tarih say­falarında kalmış bir istiklâli anmak­ta olduğumuzu, fakat pek yakın bir istikbalde Türk dünyasının ebedi is­tiklâlini sevinç gözyaşlariyle kutlaya­cağımıza olan imanını belirterek söz­lerini bitirmiştir.

Refet Körüklü'nün Ben Altay dağlarından gelmişim

mısraıyle başlayan «Türk'ün ayakla­rında Moskof dudaklarının izi bu­lunduğu» gerçeğini belirten güzel şiiri geceye ayrı bir renk verdi.

Türklük duygusu ve Türk'ün esir e-dilemiyeceği imanı gönülleri o derece doldurmuştu ki, davetliler arasında bulunan C.H.P. nin Konya mebusu Kabadayıoğlu ile Amasya mebusu Ka ran da Türklük dünyasının istiklâli ve milliyetçiliğin mânâsı ve değeri ü-zerinde duran heyecanlı konuşmalar­la Türklük heyecanının atmosferine girmiş oldular.

Buhara'nın eski reisi Osman Beğ'in. seksen yaşın hayat yükünü hiçe sa­yan bir zindelik ve heyecanla yaptı­ğı konuşma Milliyetçilik mefkuresi­nin öldürülemiyeceğini, Türklüğün hakkı olan istiklâline mutlaka kavu­şacağı gerçeğinin gün görmüş müca­hit bir ihtiyarın ağzından genç nesil­lere bir armağanı olarak heyecanla dinlendi.

Ev sahibi durumunda o l a n Azeri kardeşlerimizin konuşmaları, eşleriyle birlikte oynadıkları oyun­lar, Türklük heyecanına kattığı yeni heyecanlarla o geceyi unutulmaz bir gece yapıyordu. Toplantının idarecisi olarak seçildiği halde kendisini «kul-lukçu» olarak kabul eden Ali Beğ'in okuduğu vatan şiirleri ve Türklük düşmanlarına karşı:

Umnıidi bu milletin gömülmez, Beyhude bu gayretin mezarcı!

Diye haykırışı, kısa süreli istiklâlin o cana yakın vekili Vekillioğlu'nun sa de, samimî ve fakat iman fışkıran ko nuşması, Turanlı Beğ'in: «Moskof mahkûmu milletlerin en talihlisi Türklerdir. Çünkü başka hiçbir mil­letin dışarda sığınacak bir anavatan­ları olmadığı halde, biz Türkler bu bahtiyarlığa sahibiz!» demek suretiy le ortaya koyduğu Türk'e has necip duygu, vefalı dost Dr. Aziz Alpaut'un bir liseli delikanlı heyecanı ve hare­ketiyle oynadığı Azerî oyunları o ge­cenin unutulması mümkün olmavan hâtıralarının sadece birkaçıdır.

Millî Yol, Azerbaycanlı kardeşleri­nin istiklâl günleri dolayısiyle en sa­mimî ve candan dileklerini bir kere daha belirtir ve yarınki ebedî istik­lâle olan iman ve inancını tekrarla­maktan zevk ve şeref duyar.

• NAZIM REFİK OLDU

îrak Türkleri arasında bu sevilen ve hassas şair, ve ateşli milliyetçi Nazım Refik kalb sektesinden Kerkük'te Hakkın rahmetine kavuştu. Cenazesi 100,000'e yakın tahmin edilen Kerkük'­ün' hafızasında en büyük kalabalık ta­rafından kaldırıldı.

Merhum, milliyetçilik uğrunda çok Çalışmış, bir çok kereler hapse girmiş ti. Merhuma rahmet, Irak Türklerine başsağlığı dileriz.

• ASISTANLAR BIRLIĞI

istanbul üniversitesi Tıp Fakültesin de asistanların haklarını korumak ve üniversite çevresinde ilim ve fazileti hâkim kılmak gayeleriyle 400 asistanın katılmasıyla bir Asistanlar Birliği kü­tüklü. Kuruluş töreninde Birlik Başka n Dr. Celâl Erçıkan büvük ilgi ve tasvip gören bir konuşm. yaptı. Bun dan bazı kısımları veriyoruz:

««Birliğimizin kuruluşu ile milletine hizmet yolunda azimle, fedakârlıkla do tu genç tabib nesli, idea. hürriyetine bir adım daha atmış bulunuyor. Hür­riyet ilim adamının her şeyden önce muhtaç olduğu şeydir.

«Hürriyet her istediğini yapabilmek değildir. insan ruhunun bizzat kendi kendisini kayıtlandırdığı saha içerisin .ıe, yabancı tesirlerle tazyiklerden kur tıılmuş olmasıdır.. Ferdî hürriyetler, birliğin hürriyetine, yani insanın ve toplumun ilim hürriyetine ışık tuta-:aktır.

«Muhtariyet realitesinin yaşaması hürriyetin bir kısım mensuplar için de îi1 de bütün kademelerde lüzumlu ol­duğunun bilinmesine ve bu halin yaşa­masına bağlıdır.

«Biz kendisine sunulan hakları hür ricdanmda vazife haline getirmesini silen insanlarız.

«Hangi taraftan gelirse gelsin, vic­danları sarsıntıya uğratacak darbeleri ;n büyük şiddetle karşılamaya söz çerdik. Türk gençliğine emanet edilen gerçeklerin muhafazası kavıtsızlıkla. duygusuzlukla ve haksız kuvvetlere bo­ran eğmekle kabil olamıyacaktır.

«Büyük milletimiz bizden ilimle be­raber hizmet emeli bekliyor. Millet hiz metinde muvaffak olmanın en başta gelen şartı ise, burada hak ile namus­tan başka hiç bir kuvvetin hâkim ol­mayışıdır.

TEMİNATLI MÜNEVVER A. GALİP ÇAKA

G Ü N Ü M Ü Z D E moda oldu: Teminatlı parti, teminatlı seçim, temi. natlı geçim.. . Bunun, gibi deyimler geçer akça halindedir. Bun­lara bir de teminatlı münevver deyimi eklenmiş bulunuyor! Mü­

nevver bildiğimiz vatandaşlarımızdan bir çoğu şöyle biraz sıkıştılar mı, şöylece biraz mes'uliyet ve müeyyideli bir vazife, bir iş, bir hizmete da­vet olundu'ar mı, «Aman azizim, bu işin teminatı yok. Allah saklasın insanın başına bir iş geldi mi el uzatan olmuyor, çoluk çocuk sefil, peri şan kalıyor. Malûm, bizim akar kokarımız yok, üç gün hapse gir-sen (!) ortalıkta sersefil kalırız, viran olmıyası hanede evlâdı iyâl var.» Haddizatında bunlar haksız sözler değil, ancak bize meselelerimiz ba­kımından düşündürücü).

Hapishanelerde boş yer yok, her mücadele edip hakka ve hizmete koşan hapsoluyormuş gibi! Sanki mücadele dışında kalıp da hapsolan, perişan olan, başına kaza taşı düşen yokmuş gibi!

Efendim, bunlar ucuz mâzertler, işporta malı. Her zaman her de­virde ayakta kalmak için tutulan yoldur. Beyhude kendimizi aldatma­yalım.

Maddî/ manevi teminat müesseseleri tam, şartlarımız müsait ve mü kemmel olunca (vâdesi ve ölçüsü ne, o da ayrı bir sual?) ıtc için, kime ve neye karşı mücadele edilecek? Eğer Kuvayı Milliyenin adsız kahra­manları, şehit ve gazileri can verip kanlarını sebil etmeselerdi, bize gök kubbenin altı zindan, rızkımız zehir olmaz mıydı? Tam münevver zaten sayılı, onlar da yan çizerse ne demeli!

En kötü şartlar içinde de olsa vazifeye koşmak! Bize düşen budur. Esirgeyen, yürüten, ulaştıran... Allah. Bunu böylece bilip Hakka bağ­lanmak gerek. Temkinli, kararlı, cesur ve mücadeleci olmak ve üzeri­mize düşen borcu eda edip sonunu Yaradana ısmarlamak, bizim his­semize düşendir, inandığın yere koş ve çalış. Vazifeden kaçamazsın sa­yın münevver! İşte böyle, «teminatlı» kardeşim.

«Büyüklerimizden büyük örnekler bekliyoruz. I taata, hizmetleıe sevgi ile amadeyiz. Ancak bîr ahlâk nizamına bağlanmak ve bütün ruhumuzla teslim olmak için böyle bir ahlâk nizamının burada kurulmasını istiyoruz.»

Süleymaniye Külliyesinin kurulması ile başlıyan yüzyıllarda Türk irfan ha yatının ahlâk ile birlikte vürüdüğünü belirten hatip o yüzyıllarda Türk irfa­nının ahlâkını kanatacak hadiseler ol­madığını söylemiş, ve her ferdî bir vücudun uzuvları gibi kavnaşrnış bir üniversiteve kavuşmak emelini dile ge­tirerek, «Eğer böyle bir üniversitemiz voksa. hizmetinde olduğumuz Türk Milleti onu yüz kere kurmaya mukte­dirdir» demiştir.

¥ 4 BAYRAM BİRDEN ÖDEMİŞ — Neccar TÜRKCAN

Şehrimizde 27 Mayıs günü dört bay­ram birden kutlanmıştır. Bu sebeble 27 Mayıs bayramı kalabalık ve rağbet bulmamıştır. Bayramlar suasiyle şun­lardır: 1. Düşmana ilk kurjunun atıldı-ğ' t lkkurşun bayramı, 2. Her Rama­zan ve Kurban Bayramlarından 15 gün sonra yapılan Bademye Selli Bayramı, 3 Birgi Kiraz Bayramı, 4. 27 Mayıs.

* KAYSERİ DE İNDİR — KALDIR

KAYSERİ — Kasan Sami BOL'AK 27 Mayıs'm ikinci yıldönümünü kut­

lama töreni münasebetiyle Kayseride, Hükümet Konağı yakınma «Türkiyede Bolşeviklik olmayacak» ibaresini taşı­yan bir döviz asıldı. Fakat bu döviz bir

gün sonra indirilerek yerine başımız­daki Başbakan Ismet'in «Mücadelenin kuvveti ilimden ve çalışkanlıktan iba­rettir» vecize (?) si takıldı. Bir gün sonra bu vecize (?) indirildi, tekrar es­kisi takıldı. Nihayet 26 Mayıs akşamı «Türkiyede Bolşeviklik olmayacak» şek ündeki döviz indirilerek tekrar Ismet'­in sözü asıldı ve 27 Mayısla beraber indirildi. Bu habere ekleyecek başka bir şeyimiz yoktur

«YILANLARIN OCU» 27 Mayıs günü Trabzon Lisesinin bir

sınıfında edebiyat hocası öğrencilere hangi romanları okuduklarını soruyor. Herkes bir romanın ismini söylüyor. Hoca verilen cevapları dinledikten son­ra öğrencilere «Yılanların Ocü», «Iraz-canın Dirliği» gibi, hangi alçak emellere hizmet etmek maksadıyla yazılmış ol­duklarını dağdak; çobanların bile bil­diği romanları tavsiye ediyor.

Ders bittikten sonra sınıftaki solcu talebelerden bir kaçı millivetçi bir ar­kadaşa alavlı alavlı ve küstahça bir eda ile:

— Ne haber ha.. Yılanların Ocü... diye takıldılar.

Bu hâdiseden bir kaç gün önce, ay­ır sınıfın öğrencileri resim dersinde atölyede hoca ile yıl sonu sohbeti ya­pıyorlardı. Bir ara sinemadan söz açıl­dı. En iyi Türk filmi hangisidir? diye talebeler tarafından sorulan bir suale şişman göbekli hoca :

MİLLİ YOL 0

GAFLET UYKUSU Acılar, ıztıraplar saymakla gelmez dile, «Gazab-ı İlâhî» dir çektiğimiz bu çile!... Öyie bir dalmışız ki «Gaflet Uykusu» na biz. Açmıyor gözümüzü «Tanrrnın Hışnıı»bile!..

AŞIK FEDAÎ

- Benim beğendiğim en iyi Türk fil­mi (!) «Yılanların Ocü»'dür. diye cevap verdi.

Bu haller öğrencilerde haklı olarak büyük teessür uyandırmıştır.

KOZAN'IN KURTULUŞU KOZAN — Sedat ÇALIŞKAN

Kazamızın düşman işgalinden kurtu­luşunun 42. Yıldönümü 2 Haziran 1962 5,ünü millî bir sevinç ve patlak bir tö­renle kutlanmıştır.

• KÜSTAHÇA BıR KOMÜNİST

TECAVÜZÜ 28 Mayıs gecesi Silifke Lisesinde bir

veda gecesi tertiplenmişti. Lise temsil salonu zmgazıg dolu idi. Temsilin üçün­cü perdesi oynarken, gece saat 23 sıra­larında, birdenbire dışardan bir şangır­tı işitildi. Kapının camı kırıldı sanan­lar oldu. Ama hayır, okulun giriş ka­pısının karşısındaki bir sülün üzerin­de bulunan Atatürk büstü parça parça edilmişti. Kıran bu sefer kaçamadı. Ya­kalandı. Kürtaş Kunt adında, orta okul­dan kovulmuş bir KOMÜNİST olduğu pnlaşıldi.

Ertesi günü yapılan duruşmasında, bu komünist önce deli taklidi yapma­ğa ve böylece kurtulmaya çalıştı, ama muvaffak olamadı. Üstelik üzerinden esrar da çıktı. Bu komünistin aynı za­rtanda esrarkeş te oldağu aniaşıldı.

Komünistlerin bunu iyi tfitıplenmiş bir fesat plânının bir parçası olarak yaptırdıkları zannedilmektedir.

Hâdiseden sonra Silifkeliler ve Silif­ke Lisesinin milliyetçi öğrencileri bir sessiz yürüyüş yaparak bu çirkin teca­vüzü protesto etmişler ve komünistliği lanetlemişlerdir.

* (Cumhuriyet ve Dünya gibi, bütün

uvarmalara rağmen, yazı kadrolarında komünistleri kullanmakta inat eden ga­zeteler, daha önce Atatürk büstlerine tecavüzler yapıldığı zaman bunu birinci sayfalarında büyük başlıklarla ve he­yecan verici şekillerde haber verirlerdi. Simdi, hepsinden daha korkunç olan bu son tecavüzü bu gazetelerin hiç ha­ber vermeyişi çok garip, çok çirkin, ve çok, çok manidardır — MİLLÎ YOL).

HASTAHANEDE DAYAK ERZURUM — Kemal Aküzüm

Postahane Müdürünün 8 yaşındaki oğlu gece bir kaza ile ağır yaralandı. Hastahaneye götürmek için telefonla cankurtaran arabasını çağırdılar. Gel medi. Hastayı bir faytona bindirerek Numune Hastahanesine götürdüler.

Hastahane kapısında çocuğun baba-

MİLLÎ YOL Kî

sı tersleniyor. B..ba, nöbetçi doktoru görmek istiyor. Hemşire şiddet ve a-zametle:

— Doktor gezmeğe gitti, yok bura­da! diyor.

— Nöbetçi doktorun burada olması icap etmez mi? ;

— Orası seni alâkadar etmez.

Dışardan bir vatandaşın müdahale etmesi üzerine hemşire ve kapıcı tam çileden çıkarak adama esaslı bir da­yak atıyorlar.

Valiliğe müracaat edilmiştir. Bir devlet hastahanesindeki bu tutumun sonu ne olacağı merakla bekkniyor.

KIZILAY'IN CEVABI 17 nci sayımızdaki «Kızılay İdare­

cilerine Yazıklar Olsun» başlıklı ya­zıya cevap olarak Kızılay merkezin­den gelen mektupta, Kızılay Kongre­sinde kavga olmadığı, kurban derile­rinin kokutulmasından Kızılay'ın de ğil Türk Hava Kurumunun sorumlu olduğu, Kızılayın şarkıcı Frank Si-natra'yı getirtmeyeceği bildirilmekte­dir.

VELİ KAYYUM HAN'ın dedikleri

Veli Kayyum Han

ikinci Dünya Savaşında Almanlar­la birlikte Ruslara karşı savaşan Tür­kistanlı gönüllü birliklerin kurulma­sında büyük gayretler göstermiş olan Veli Kayyum Han bir ziyaret için gel­diği İstanbul'da önemli bir basın top­lantısı yaptı. Kendisine Türkistan Türklerinin komünistliğe karşı duru­munu ve bugün Türkistanda millî bir cereyan olup olmadığını sordum. Sa­vaş yıllarının bu ünlü lideri çok ilgi çekici cevaplar verdi. Dedi ki:

— Komünizm Türkistanı kırk se-nedenberi işgal etmektedir. Bu işga­lin zorla değil de Türkistan halkının isteğiyle olduğunu iddia ederek de­vamlı propagandalar yapmaktadır. Bu arada Rusların Türkistanı parçala-

Hızır Bek Guyretullah mak için ortaya çıkardıkları beş ayrı «Cumhuriyetsten Özbekistan'ın kuru­luşunun 40 inci yıldönümünde Mayıs­ta komünist Reşidof şunları söyledi: «Bugün biz büyük biraderimizin her alanda yaptığı yardımlar sayesinde muasır medeniyetin üstüne çıkmış durumdayız. 40 yıldan önce iktidarı ellerinde bulunduranlar, kendi men­faatlerini düşünmüş, bizleri sömür­müş ve kendilerine adeta köle etmiş­lerdi. Millî gelenek, millî terbiye gibi formüllerle bizi bu hale düşürmüş­lerdi.» Reşidof Rusların Türkistanda bulunmalarını haldi göstermek için: «Dünyanın kuvvetli devletleri, zayıf ve geri kalmış devletlere yardım eli uzatır. İste bize de büyük biraderimiz Kruşof yardım eli uzatmaktadır» de­di. Reşidof Rus dilini ve kültürünü de uzun boylu Övmüş ve Eusçaya karsı hayranlığı ilerilik icabı diye göstere­rek: «Ana dilimiz Rusça olmalı ve ola­caktır da.» demiştir.

Kızıl Reşidof'un bu sözlerine karşı dayanamıyarak Taşkent'teki «Şark Yıldızı» dergisi cevap vermiş ve de­miştir ki: «Bizim millî kültür ve ede­biyatımız Türk kültür ve edebiyatıdır. Türkistan Türkleri, Ali Şir Nevayi, Fıtnat, Çolpan ve Aba'yı okuduğu za­man kendi benliğini bulmakta, onla­rın açtığı çığırda daha hızla ilerleyece­ğine inanmaktadır. Onların eserlerinin bastırılması ve okullarda okutulması en önemli iht.yacımızdır. »

Son istatistiklere göre 30 milyon Tür­kistan Türkü içinden ancak 379.000 ki­şi komünist yapılabilmiştir, ve bunlar Rus uşaklığı yapmaktadır.

Komünistliğe karşı Türkistanda gittikçe şiddetlenen bir millî direnme hareketi vardır. Ruslar bunu Pan - ı Türkizm veya Pan • îslâmizm gibi ad­ların altında kötülemektedirler. Her-şeye rağmen komünistler millîyetçili-

m

Milliyetçilik Düşmanlığının çirkin bir tezahürü

G eçen ayın son günlerinde Ankara okullarından biri­sinde üzücü bir hâdise oldu. Gönülleri, milletlerinin sevgisiyle dolu iki gence, sudan bir bahane ile okul­

larından on beş ve birbuçuk aylık sürelerle uzaklaştırılma cezaları verildi. Bu iki Türk çocuğunun ders yılı sonunda, en küçük bir suçlan dahi yokken, böyle bir cezaya çarptırıl­malarının sebebi, bir Türk dostu yabancının, Türk'ü uya­rıcı ve övücü sözlerini arkadaşlarına okutmalarıdır.

Hâdise, korkunç bir zihniyetin eseri ve neticesi ol­duğu için, üzerinde durmak gerekmektedir.

Anlaşılmış bulunuyor ki, bu çocukların günahları, bi­rer ferdi bulundukları bu büyük ve fakat talihsiz millete karşı gönüllerinde taşıdıkları temiz sevgidir. Bu iki temiz Türk yavrusunun, öğrenim hayatlarını baltalamak isteyen ise, millet sevgisinin, yani milliyetçiliğin mânâsını anla­yamayacak ve ona karşı olacak kadar zavallı, fakat kor­kunç zihniyettir.

Çocukların ellerinde görülen mumluya yazılmak su­retiyle çoğaltılmış kâğıtlar, ilk bakışta, yıkıcı kuvvetlerin propaganda vesikaları sanılmış olabilir. Fakat resmî ma­kamlara verilen haber üzerine emniyet birinci şube men­suplarının yaptıkları inceleme sonunda, bunun masum ve teiniz bir Türklük sevgisi hareketi olduğu anlaşılmıştır.

Bu durum karşısında, bu iki ülkücü Türk gencine ve­rilen cezaların nasıl bir maksadın ve niyetin ürünü oldu­ğu, gün gibi meydana çıkmaktadır.

Evet, cezalar hususî bir maksadın neticesidir: Çünkü, emniyetçe yapılan araştırmaların ve inceleme­

lerin sonunda gençlerin en küçük bir suçları ve kötü mak­satları olmadığı meydana çıkmış ve bu sonuç okulun da malûmu olmuştur.

Çünkü, suç delili (!) gibi kullanılmak istenen bir iki kâğıt, bir Türk dostunun vatansever bir Türk'e bundan el­li yıl önce söylediği, milletimizi övücü ve uyandırıcı söz­lerdir.

Çünkü, bu sözler, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bugünkü milliyetçi bir üyesinin hazırlamış olduğu bir ki­taptan alınmıştır.

Nejdet Sançar

Çünkü, bu kitap, Millî Eğitim Bakanlığının resmî eser­lerinden biridir.

Buna göre bu hâdisede eğer ve mutlaka bir suçlu ara­mak gerekiyorsa, suçlunun kimler olacağı artık kendili­ğinden meydana çıkmaktadır.

Evet, gerçek şudur: Bu iki genç, Türklüğü yıkmak isteyen hain zihniyete

ve hainlere karşı açılmış fikir savaşının binlerce mücahi­dinden ikisidir. Mücadeleleriyle çevrelerinde geniş bir Türklük atmosferi yaratmışlardır. Son hareket, bu millî atmosferi dağıtmak veya hiç değilse şurasında burasında gedikler açmak isteğinin neticesidir. Çünkü, bu iki Türk­çü genç, aldıkları cezaların sonunda, imtihanlarına gireme­yecekler ve bunun neticesinde yatılılık haklarını kaybedip okuldan çıkarılacaklardır. Bu neticeyi gören gençlerden, hiç olmazsa bir kısmı, yılarak (!) Türkçülük saflarından uzaklaşacaklar (!) dır.

Fakat, Türkçülüğe karşı 1944 te açılmış ve bugüne ka­dar devam ettirilmiş haçlı seferlerinde, bu seferlerin kızıl vicdanlı donkişotlarından hangisi tam bir başarı kazaııa-bilmiştir? Onun içindir ki, bu iki temiz ve ülkücü Türk evlâdının öğrenimlerini baltalamak kötü maksadı da ne­ticesiz kalacaktır. Nekadar ustaca ve iblisçe dolaplar çevri-lirse çevrilsin, bu çalışkan ve zeki gençler, öğrenimlerine devam edeceklerdir. Bunu dostlar gibi düşmanlar da göre­cektir.

Abdurrahman Çelik ve Turan Şahin, büyük bir dâva ordusunun iki genç çerisidir. Ne mutlu onlara ki, bu yaşla­rında bu büyük dâvanın gazisi olmak şerefini kazandılar. Türkçülük düşmanı hain zihniyet şunu bilmelidir ki, bu dâvanın genç çerileri, bu yolda şehit olmayı da şeref, en büyük şeref sayan imanlı gençlerdir.

Bütün milliyetçi ve vatansever Türklerin duygularını da dile getirdiğime inanarak, Abdurrahman'ı ve Turan'ı en sıcak sevgilerle tebrik ediyorum.

Milliyetçi gençler! Yarın, sizin gönül verdiğiniz büyük dâvanındır.

Ankara, 3 Haziran 1962

ğin ve İslâm dininin teşkil ettiği du­vara gelip toslamakta ve bunları yok etmek için sarfettikleri büyük gayret­ler başarıya ulaşamamaktadır. Türkis­tan asla komünistleştirilememiştir. Bilâkis, komünistliğe karşı çok kuv­vetli bir tepki gösteriyor. Misal olarak Taşkent Üniversitesini ele alalım. Bu­rada bir Rus genci ile bir Türk kızı birlikte gezdikleri veya arkadaşlık kurdukları, bunu da Türk öğrenciler gördüğü veya sezdiği takdirde, o kızın ya evi yakılmakta veya kız başka yol­larla ortadan kaldırılmaktadır. Tür­kistanlı bir kızın bir Rusla veya bir Türkistan gencinin bir Rus kızıyla ev­lenmesi asla vakî olmamıştır ve olma­yacaktır.

Türkistanlılar Türkiye'ye karşı çok kuvvetli hislerle bağlıdırlar. Nazım Hikmetof gibi hainler ise durmadan Türkiyeyi ve Türkiye Türklerini kö-tüleyen propagandalar yapıyorlar.

OKURLARIMIZA MİLLÎ YOL'un okuyucu kitlesi­

ni genişletmek için bütün okuyucu­

larımızı kolay ve başarılı şekilde bir yardım hamlesine çağırıyoruz. Tanı­dığınız ve MİLLİ YOL'un okuru yapmak istediğiniz bir kimseye, veya durumunuz müsait ise birkaç kimse­ye, Millî Yol'un yıllık abonesini he­diye ediniz.

Bunun için yapacağınız şey gayet kolay: Abone bedelini posta havale­siyle dergiye gönderiniz. Havalenin kenarına falanca kişiye (adını ve ad­resini yazarak) abone hediyesidir, di­ye yazınız. Tabiî havalenin «gönde, ren» sütununa kendi adınızı da yaza caksınız. İşte o kadar. Bize ayrıca mektup yazmaya lüzum yok. Abone hediye edeceğiniz şahsa da bir şey yazmanıza lüzum yok.

Biz abonenizi o şahsa göndeririz ve ona bir mektup yazarak gelen a-bonenin sizin hediyeniz olduğunu da bildiririz.

O kimse zaten MİLLÎ YOL'un a-bonesi ise ona dergi iki kere mi gide cek diye düşünmeyin. Böyle bir abo ne hediyesi alacak kimsenin adım a-

bone listelerimizde arayacağız. Za­ten abone ise, ona bir mektup ya­zıp kendi abonesinin müddeti bit­tikten sonra sizin ona hediye ettiği­niz abonenin başlıyaeağını bildirece. ğiz.

Bu güzel ve faydalı işe hemen baş layın. Tanıdıklarınıza en güzel hedi. ve MİLLÎ YOL ahonesidir.

• Bâzı bayilerin baltalaması gibi se

heplerle MİLLÎ YOL'un dağıtılması yer yer aksamalar gösteriyor. Okur­larımızdan isteklerimiz: Bir yere MİLLÎ YOL gelmezse hemen bize bildirin. Ayrıca, elinizden gelirse, o-rada MİLLÎ YOL bayiliği yapacak güvenilir bir kimse bulun, onunla an lasın ve bize bildirin.

• Bazı kimselerin zaman zaman or­

taya attıkları «MİLLÎ YOL kapandı, çıkmıyor» gibi sözlere asla inanma­yın. Araştırın ve bize sorun.

MÎLLÎ YOL Q

/

T

inönü 'nün en kuvfctlvıtli noktası sinirinin ve İradesinin

dayanıklılığı, en zayi tu f tara 11 da hatalarından dönmemesidir

•HHBHHHHHHHHBHSBHBRi

Sakarya Meydan Muharebesinde ve Büyük Taarruzda İnönü'nün aktif ro­lü yoktur. Fakat Mudanya Mütareke­siyle Lozan barışında, binbaşılığından başlayan başarılı müzakere kabiliyeti­nin yemişlerini devşirmiştir. Lozan barışının güzel bir eser olup olmadı­ğı ayrı bir mevzudur. Zihinler Lozan'ı daima Sevr'le mukayese etmeye alış-tırıldığı için Lozan gözlerde pek iaz-la büyümektedir. Az veya çok başarı­lı, hangisi olursa olsun, şunu da unut­mamak lâzımdır ki Lozan'ın yapısın­da ikinci murahhas Doktor Rıza Nur'-un payı ve emeği büyüktür ve İsmet İnönü o zaman bunu resmen beyan et­mek kadirşinaslığını göstermiştir.

Hattâ bir aralık ingilizerin harb tehditleri karşısında Lozan'da İsmet Paşa'nın asabı bozularak, «Bittik! Mahvolduk!» dediği ve Rıza Nurun onu omuzlarından tutarak, «Kendine gel! Metin ol!» demek ihtiyacını duy­duğu Rıza Nur'un hatıratında yeri olan ve çok kimsenin bildiği bir haki­kattir. Ancak bunu uzun ve çetin bir çe­kişmenin bir devresindeki geçici bir âsab bozukluğu sayıyor ve üzerinde durmamayı tercih ediyoruz. Esasen İs­met İnönü'nün belli başlı zayıf nokta-

Rusya'yı gözünde şok büyütmüştü

lan bu değil, başka taraflarıdır. İnönü'nün Meclis hayatı, yahut da­

ha lâyık bir tâbirle Başvekilliği üze­rinde çok söz söylenebilir. Onun psi­kolojisi üzerinde mühim bir tesir ya­pan olay, Cumhuriyetin ilk yıllarında Moskova'ya yaptığı resmî ziyarettir. Ruslar, İnönü'ye yalnız büyük fabri­kalarını, başarılı inşaatlarını, güzel bi­nalarını ve o gün için iyi giydirilmiş işçileriyle o gün için ve İsmet Paşa şerefine hazırlanmış tabldotlarını gös­terdiler. İnönü bunlara samimî olarak inandı ve o sahnenin arkasında hâlâ devam eden sefaletle zulmün korkunç ve iğrenç çehrelerini göremedi. Bi­rinci Cihan Harbi sonunda kısaca gör­düğü Almanya ve Fransa İnönü üze rinde iz bırakmamıştı. Ama Moskoca seyahati kendisini büyüleyerek Rusya­lım büyük ve ileri bir devlet olduğu fikrini ona telkin etti ve bu telkin, Suriye ric'atı dolayısiyle ingiltere'­nin yaptığı telkinden hiç de aşağı ol­madı. Bu telkin de İnönü'nün dış siya setindeki mühim faktörlerden biri ol­du ve bilhassa Atatürk'ün ölümün­den sonra, Rusya'yı fazla mühimse-mek politikası yüzünden millî kaybı­mızı hayli kabarttı.

İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı dev­resi bir çoklarınca, İkinci Cihan Har­bine girmediğimiz için büyük siyasi başarı olarak tavsif olunur. Diktatör­lük devrinin büyük suiistimalleri ve ordunun ihmal edilmiş olması sebe­biyle harbe girmeyişin isabetli olduğu muhakkaktır. Fakat bunda Mareşal Fevzi Çakmak'la İstanbul'daki Alman Elçisi Von Papen'in büyük payını da unutmamak lâzımdır. Bundan başka, yukarıda da işaret edildiği gibi ısra­rın dozunu tâyin edemeyen İnönü har­bin sonunda, hiç bir haricî tehlikeyi davet etmeyecek ve hiç bir devletin iti razını celbetmeyecek olan bir kazancı reddederek Oniki Ada'nın Türkiye'ye iltihakı fırsatını kaçırmıştır. Malûm­dur ki Almanlar da, ingilizler de bu­nu bize teklif etmişlerdi. İnönü kendi­sine güvensizliği yüzünden bu başan-yı sağhyamadı. Halbuki İnönü'nün ye rinde Atatürk olsaydı Oniki Ada mut­laka bizim olurdu. Hattâ belki de Al manya ve Japonya'ya harb ilânı sıra­sında Bulgaristan'a da girilerek Şarki

Rumeli'nin kurtarılması da imkân hiline girerdi.

Diktatörlüğü sırasında, bir çok tisadî ve mânevi hatâları yanında İn nü'nün bilhassa iki mühim siyasi hat sı olmuştur. Biri: Solcuların yuka mevkilere sızmasına göz yumulma Millî Emniyetin ikazlarına rağnıeı-Tonguç Baba gibi kimselerin iş başım' getirilerek Köy Enstitülerinin kofflj nist yuvası haline sokulmasıdır. İki» cisi ise milliyetçilerin topyekûn tev: kif ve vatan hainliği ile itham edile­rek Divan-ı Harbe sürüklenmeleridir. Bu ikinci hâdisede İnönü'nün bâzı ya­kınları tarafından tahrik ve teşrii.

I I .

İnönü siyaset hayatı boyunca bundan ; çok zarar görmüştür. Bu zararların so­

nu geldiğine de hükmolunamaz. Bu konuda İsmet İnönü'nün hatâsı­

nı anladığı ve pişmanlık duyduğu ta-man zaman naklolunur ise de, bu ri­vayetlerin doğruluk derecesi belli de­ğildir, İnönü'nün hâlâ hatâsını anla­mamış ve eski yanlış yolunda İsrar et­mekte olduğunu gösteren bir işaret onun 11 Mayıs günlü Milliyet gazetesin de çıkan bâzı sözleridir.

Gazeteye göre, Mardinli gençlerden onu ziyaret eden bir grupa İnönü Do-ğu'da yaşayanlardan bir kısmına Kürt diyen bir yazı münasebetiyle aynen

Atatürk, son giı inlerinde adeta, siyasî vasiyet D) clarak inönü'yü

başbakanlığa m azletmisti edildiği muhakkaktır. Fakat hakikat anlaşıldıktan sonra da hatâdaki İÜ-zumsuz ısrarı, İnönü'nün notunu şid­detle kırdıracak bir sebeptir.

Ayrıca, İsmet İnönü'nün bu konuda pek kolayca kandırıldığı görülmekte dir. 1944'de Türkçüler İsmet İnönö aleyhtarı değillerdi. İçlerinde onu se ven ve ondan memleket için hayırlı hizmetler bekleyen ve görülen köti halleri ona değil başkalarına yoran kimseler çoktu. İnönü bu konuda ta­mamen oyuna gelmiş, kendi menfaat­leri için onu aldatarak «Türkçüler sa­na düşmandır, senin koltuğuna gü diktiler. Darbe-i Hükümet veya isyan­la seni devirecekler* yollu telkinlerde bulunanlara kanmıştı. Onu kandıran­ların zekâ bakımından fevkalâdeliği olmayan, ve şahsiyet bakımından da çok düşük kimseler olması ayrıca dik­kat çekicidir. Bu hâl İnönü'nün ruhi yapısında bâzı vehimlere kapılmakta ki bir zayıf noktasını ifşa etmekted.r. Belki bunda Türkçülere karşı bir iç-, güdünün ve şuuraltında uyuyan bir zıddiyet temayülünün de payı vardı.

1944'de Türkçülere karşı şiddetli, düşmanlık yoluna sapması İnönü için büyük bir siyasî hatâ olmuştur. Ve

şöyle demiştir: «Bu anlayışa muka­bele edin, hükümet sizi destekleyecek­tik. Bunlar ırkçılık yapan sağcılardır. Turancılık peşindedirler. Oluz yıldafı-beri karşılarında olduğum için bana düşmandırlar.» Bu sözlerin baş tara­fındaki kısımlardaki mantık sefaleti­nin ve fikir keşmekeşinin inönü'nün kendi sözlerinde bulunmayıp gazete ye nakledilirken bâzı kısımlarının ke­silmiş ve bozulmuş olmasından gelebi­leceğini düşünüp üzerinde durmuyo ruz. Ancak inönü'nün son cümlesi hay­retle seyredilmeye değer* Tabiî haki­katte Türkçüler şahıslara karşı muan­nit kinler gütmekle değil, memleket meseleleri ile meşguldürler ve ismet İnönü'yü istemeyenlerin bu düşünce­si şahsî duygulardan değil inönü'nün memlekete faydadan çok zarar geti-rebileceği hakkında samimî inançlar dan doğmaktadır.

İSMET IMONU MU? Kütahya meydan muharebesinden

sonra ordunun ve devletin başında ) olanlar, Atatürk ve Fevzi Çakmak,

lıiç bir önemli askeri hareketin müs-takillen idaresini ismet Paşaya bı­rakmadılar. Onu sadece günlük idari işlerin yürütülmesinde kullandılar, ismet inönü yine Garp cephesi ku­

mandanıdır. Ama Garp cephesinde vukubulan Sakarya Meydan Savaşı ve Büyük Taarruz, gibi devletin varlı­ğı ile ilgili büyük askerî hareketlerin stratejik idaresini artık tamamen baş­ka eller kavramıştır.

ismet inönü, Mudanya mütareke­siyle Lozan barışında, binbaşılığından başlayan başarılı müzakere kabiliyeti. nin yemişlerini devşirmiştir. Lozan barısının güzel bir eser olup olmadı­ğı ayrı bir mevzudur. Zihinler Lo­zan'ı daima Sevr'le mukayese etmeye altştınldığı için Lozan gözlerde pek fazla büyümektedir. Az veya çok başa­rılı, hangisi olursa olsun, şunu da unutmamak lâzımdır ki Lozan'ın yapı­sında ikinci murahhas Doktor Rıza Nur'un payı ve emeği büyüktür ve İs met inönü o zaman bunu resmen be­yan .etmek kadirşinaslığını göstermiş­tir.

Hattâ bir aralık ingilizlerin harb tehditleri karşısında Lozanda ismet Paşa'nın asabı bozularak, «Bittik! Mah-volduk!» dediği zaman onu teskin eden Rıza Nur olmuştu. Ancak bunu uzun ye çetin bir çekişmenin bir devresin­deki geçici bir asab bozukluğu sayıyor ve üzerinde durmamayı tercih ediyo­ruz. Esasen ismet inönü'nün belli baş­lı zayıf noktaları bu değil, başka ta­ra! Inndır.

inönü'nün Meclis hayatı, yahut daha

İSMET İNÖNÜ

MU? lâyık bir tâbirle başvekilliği üzerinde çok söz söylenebilir. Onun psikolojisi üzerinde mühim bir tesir yapan olay. cumhuriyetin ilk yıllarında Moskova'­ya yaptığı resmî ziyarettir, Ruslar, inö­nü'ye yalnız büyük fabrikalarım, başa­rılı inşaatlarını, güzel binalarını ve o gün için iyi giydirilmiş işçileriyle o gün için ve ismet Paşa şerefine hazırlanmış tabldotlarını gösterdiler, inönü bunla­ra samimî olarak inandı ve o sahne­nin arkasında hâlâ devam eden sefa­letle zulmün korkunç ve iğrenç çehre­lerini göremedi. Birinci Cihan Harbi sonunda kısaca gördüğü Almanya ve Fransa inönü üzerinde iz bırakmamış­tı. Ama Moskova seyahati kendisini büyüleyerek Rusya'nın büyük ve ileri bir devlet olduğu fikrini ona telkin et­ti ve bu telkin, Suriye ricatı dolayısıy­la ingiltere'nin yaptığı telkinden hig de aşağı olmadı. Bu telkin de inönü'­nün dış siyasetindeki mühim faktörler­den biri oldu ve bilhassa Atatürk'ün ölümünden sonra, Rusya'yı fazla mii-himsemek politikası yüzünden millî kaybımızı hayli kabarttı.

İnönü'nün cumhurbaşkanlığı devresi

inönü, birlik bavası ve şevki aşılayacak bir önder olabilir mi?

Tt fçok lânncâ^kmc^Cmâî^ î î a r t î ne girmediğimiz için büyük siyasî başarı olarak tavsif olunur. Diktatörlük dev­rinin büyük suiistimalleri ve ordunun ihmal edilmiş olması sebebiyle harbe girmeyişin isabetli olduğu muhakkak­tır. Fakat bunda Mareşal Fevzi Çak. mak'la istanbul'daki Alman elçisi Von Papen'in büyük payını da unutmamak lâzımdır. Bundan başka, evvelce de işaret edildiği gibi ısrarın dozunu tâyin edemeyen inönü, harbin sonunda, hiç­bir haricî tehlikeyi davet etmeyecek ve hiçbir devletin itirazını celbetmeye-cek olan bir kazancı reddederek On İki Ada'nın Türkiye'ye iltihakı fırsatı­nı kaçırmıştır. Malûmdur ki Almanlar da, ingilizler de bunu bize teklif et­mişlerdi, inönü kendisine güvensizliği yüzünden bu başarıyı sağlıyamadı. Halbuki inönü'nün yerinde Atatürk ol-saydı On iki Ada mutlaka bizim olur­du. Hattâ belki de Almanya ve Japon­ya'ya harb ilânı sırasında Bulgaristan'a da girilerek Şarkî Rumeli'nin kurtarıl­ması da imkân dahiline girerdi.

Diktatörlüğü sırasında, birçok iktisa­dî ve manevî hatâları yanında inönü'­nün bilhassa iki mühim siyasî hatâsı olmuştur. Biri: Solcuların yukarı mev­kilere sızmasına göz yumulması, Millî Emniyetin ikazlarına rağmen Tonguç Baba gibi kimselerin iş başına getirile­rek Köy Enstitülerinin komünist yuva­sı haline sokulmasıdır, ikincisi ise mil­liyetçilerin topyekûn tevkif ve vatan hainliği ile itham edilerek divanı harbe sürüklenmeleridir. Bu ikinci hâdisede inönü'nün bazı yakınları tarafından tahrik ve teşvik edildiği muhakkaktır. Fakat hakikat anlaşıldıktan sonra da hatâdaki lüzumsuz ısrarı, inönü'nün notunu şiddetle kırdıracak bir sebep­tir.

Ayrıca, ismet İnönü'nün bu konuda pek kolayca kandırıldığı görülmekte­dir. 1944 de Türkçüler ismet inönü aleyhtarı değillerdi, içlerinde onu se­ven ve ondan memleket için hayırlı hizmetler bekleyen, ve görülen kötü halleri ona değil başkalarına yoran kimseler çoktu, inönü bu konuda ta­mamen oyuna gelmiş, kendi menfaat­leri için onu aldatarak «Türkçüler sa­na düşmandır, senin koltuğuna göz diktiler, darbe-i hükümet veya isyanla seni devirecekler» yollu telkinlerde bu­lunanlara kanmıştı. Onu kandıranların zekâ bakımından fevkalâdeliği olma­yan, ve şahsiyet bakımından da çok düşük kimseler olması ayrıca dikkat çekicidir. Bu hal inönü'nün ruhî yapı­sında bazı vehimlere kapılmaktaki bir zaif noktasını ifşa etmektedir. Belki bunda Türkçülere karşı bir içgüdünün ve şuuraltında uyuyan bir zıddiyet te­mayülünün de payı vardı.

1944 de Türkçülere karşı şiddetli düş­manlık yoluna sapması inönü için bü­yük bir siyasî hatâ olmuştur. Ve inö­nü siyaset hayatı boyunca bundan çok zarar görmüştür. Bu zararların sonu geldiğine de hükmolunamaz.

Bu konuda ismet inönü'nün hatâsı­nı anladığı ve pişmanlık duyduğu za­man zaman naklolunur ise de, bu ri­vayetlerin doğruluk derecesi belli de­ğildir, inönü'nün hâlâ hatasını anlama­mış ve eski yanlış yolunda İsrar etmek-

MİLLÎ YOL fl3

te olduğunu gösteren bîr işaret onun 11 Mayıs günlü Milliyet gazetesinde çı­kan bazı sözleridir. Gazeteye göre Mar­dinli gençlerden onu ziyaret eden bir guruba inönü Doğu'da yaşıyanlardan bir kısmına Kürt diyen bir yazı müna­sebetiyle aynen şöyle demiştir: «Bu an­layışa mukabele edin, hükümet sizi destekleyecektir. Bunlar ırkçılık yapan sağcılardır. Turancılık peşindedirler. Otuz yıldanberi karşılarında olduğum için bana düşmandırlar». Bu sözlerin baş tarafındaki kısımlardaki mantık sefaletinin ve fikir keşmekeş'inin inö­nü'nün kendi sözlerinde bulunmayıp gazeteye nakledilirken bazı kısımları­nın kesilmiş ve bozulmuş olmasından gelebileceğini düşünüp üzerinde dur­muyoruz. Ancak inönü'nün son cüm­lesi hayretle seyredilmeye değer. Tabii hakikatte Türkçüler şahıslara karşı muannit kinler gütmekle değil mem­leket meseleleri ile meşguldürler ve is­met inönü'yü istemeyenlerin bu düşün­cesi şahsî duygulardan değil İnönü'nün memlekete faydadan çok zarar getire­bileceği hakkında samimî inançlardan doğmaktadır.

İnönü'nün en kuvvetli noktası, si­nirlerinin kuvveti ve iradesinin çe­tin ve elâstikî bir dayanma kabiliye­tidir. Başarılarının büyük kısmını bu na borçludur.

Inönünün en zayıf tarafı da hata­larından dönememesidir. Bilhassa dev­let idaresinde bu hassa vahim netice ler doğurabilir. İnsanları, bilhassa devlet adamlarını, koruyan, ilerleten ve doğru yoal sevkeden en büyük mazhariyet hatalarından ders alabil, me ve kendi kendini islâh edebilme kabiliyetidir. Bu kabiliyetten mah­rum bir devlet adamının eksikliği bir atlette meselâ bir bacağı kesik olmak nasıl bir beden sakatlığı teş­kil ederse, o derece mühim bir ruh sakatlığıdır.

İsmet İnönü'nün Türkiyeyi kurta­rıcı büyük hamleler yapabilip yapa-mıyacağınt düşünürken, yalnız onun fert olarak kabiliyetlerini düşünmek ve ona göre bir hükme varmak doğ­ru olmaz. Onunla bugünkü Türk cemiyeti arasındaki siyasî, hissî, ru­hî bütün unsurları hesaba katmak gerekir.

Bu hesapta en mühim unsur şu­dur: İsmet İnönü bugün Türk mille­tinin ruhunu ve gönlünü büyüleyici, millete bir millî birlik havası ve şev. ki aşılayıcı önder rolünü oynayabilir mi?

Samimî olan herkes buna «Ha­yır»» demek mecburiyetini hissedecek tir. Gerçek şudur ki, İsmet İnönü, bütün zorlamalara rağmen, milletin büyük çoğunluğu tarafından sevilmi­yor.

Onu tabiî bütün eski D.P. liler sev miyorlar. Ama ' o n u sevmeyenlerin yalnız D.P. lilerden ibaret olduğunu iddia etmek gerçeklere aykırı olur.

Onu sevmeyen (veya onun mem­lekete faydalı olamıyacağına ina­nan) zümreler çok çeşitlidir.

Uzun süren siyasî mücadele haya­

tının kırıcı hareketleri sebebiyle ev velâ şahsî düşmanları çoktur. İsmet inönü'ye dayanan bir teşebbüs bir çok husumetleri, gerginlikleri ve hu­zursuzlukları da, zarurî olarak, İs­met İnönü ile birlikte sırtına yükle­necek, her adım atışta o yükün ağır. lığını hissedecektir.

Ayrıca, hangi partiden olurlarsa olsunlar, dindarlar İsmet İnönü'ye kendilerini yabancı hissederler ve maruz kalmış oldukları bâzı baskıla­rı ve acı halleri ondan bilirler. Bun­da hakikat payının ne olduğu ayrı bir mesele. Burada önemli olan bu inancın kendisidir. Çünkü bu inanç ve bu duygu, büyük bir sevgi ve bir lik havasının şevki ve huzuru içinde çalışmaya başlı başına engeldir.

İsmet İnönü'nün devletin ve hükû metin başında olmasından huzur duymayanların büyük bir kısmı da, Alatürke derin ve mutlak güven du­yan, ona kayıtsız şartsız inananlar­dır. Atatürkün sıhhati bozulmaya yüz tuttuğu, ve artık hayatının so­nuna yaklaştığını anladığı zaman, memleketi Inönünün eline bırakma­mağı tercih ettiği ve âdeta siyasî bir vasiyet kuvvetini gösteren keskinlik­le ölmeden önce İsmet İnönü'yü Baş bakanlıktan ve her türlü iktidar mevkiinden tamamen tasfiye ettiği inkâr kabul etmez bir gerçektir. Bu tasfiyenin nerelere kadar gideceğini Atatürk'ün tasavvur ettiği ve niyet ettiği konusuna şimdilik girmeyelim. Ancak şukadarı herkesin malûmu­dur ki, Atatürk kendisi öldüğü va. kit İsmet İnönü'nün çocuklarının tahsil parasına muhtaç bir durum­da olacaklarını tasavvur eylemiş ve İnönü'nün akıbetinin çocuklarına da sirayet etmesini vicdana aykırı bulduğundan çocuklarına tahsil para sı ve imkânı verilmesini açıkça vasi­yet eylemiştir. Atatürk'ün İsmet İnö­nü'yü Başbakanlıktan çıkarmış olma sı elbette ki, alelade bir azil değildir. Daha koyu ve kesin mânalar taşı­maktadır. Bukadaıında kimsenin şüphesi yoktur.

Hâdiseleri en üstünkürü, en ka­buktan gören bir kimse bile düşüne bilir ki, eğer Atatürk İsmet İnönü-yü sadece memleketin gelişen şartla rı karşısında artık kabiliyetinin im­kânlarını tüketmiş bir politikacı ol­duğundan dolayı vazifesinden azlet, miş olsaydı, ona sofrasında, hattâ devlet işlerinin görüşüldüğü heyet­lerde, yine bir mevki vermesi icap ederdi. Halbuki Atatürk ölünceye kadar İsmet İnönü'nün bir kere bile onu ziyaret edemediği, inkâr ve tevil kabul etmez, demir leblebi gibi bir gerçektir.

Gelecek sayımızda İsmet İnönü yazımızın son kısmını vereceğiz.

General Salan «Yaşasın Fransa»

SALAN VE EİCHMANN Dünya umumi efkârı son günlerde

iki kişinin idam edilip edilmeyeceği merakı ve heyecanı içindeydi. Bin e-dikli, diğeri edilmedi. Bu iki kişinin birbirine çok benzeyen taratları var. ikisi de asker. İkisi de kendi inanç­larına göre vatansever, hatta ülkü a-ılamı. İkisi de kanunların ve insan­lık duygularının dışına çıkmış, bir çok kimseyi öldürtmüş, ızdıraplara se beb olmuş. İkisi de bunu şahsî men-laalleri için değil, inançları uğruna yapmış.

ikisi de kendilerine adım adım yak laşan ölümün karşısında zerrece ür-permeden tam bir asker metaneti ile durdu, ikisi de sonuna kadar inancı­na sadık kaldı.

Başka tarallarını istediğimiz ka­dar kötüleyebiliriz, ama bu taraflarını inkâr etmemek bir hakseverlik borcu dur. Sırtlarında sayısız cinayetlerin vu­ku ve ellerinde kelepçelerin izi ile kendilerini asacak heyetlerin huzuru­na çıkarılan bu iki kişinin mahkeme nin huzurunda manen ufalanacağı lalı min edilmişti. Tersine oldu. Heybe t-lenmiş olarak çıktılar.

Onları yakından ve anlamaya çalı­şarak dinleyenler, muhakkak ki, on lardaki bu inanç ve irade kudretinin başka insanlara acı getirecek yerde saadet getirecek bir yöne çevrilme­miş olmasındaki tarihin ve talihin cilvesine üzülmüşlerdir.

* Her ikisinin de duruşması vekar

ve ciddiyetle vapıldı. Bu da dünya umumî efkârında o mahkemelere ve mahkemelerin temsil ettikleri rejimle re büyük kazanç sağladı. O mahke­meler 'başkanlarını bu yolda hareket etmeye sevkeden sebeb şüphesiz ki

faziletlerinden önce zekâları ve dünya kültüründen pay almış olmaları idi. Eğer onların yerine rejim yanılıp da sıra malı bir partizanı koymuş olsay di, o partizan, hissine kapılıp, veya rejim başlarının daha fazla gözüne girmek isteyip, sanıkları azarlamak, avukatların sözünü kesmek, veya din leyicilerin arasına sokulmuş partizan ların bağırıp çağırmalarına göz yum­mak gibi aptalca hareketlere girişir ve bu yüzden o duruşmaların ve o mahkemenin vereceği hükmün bütün medeniyet dünyasında istihza ve iti­matsızlık ile karşılanmasına yol aça­bilirdi. Tıpkı demirperde gerisinde­ki siyasî dâvalarda olduğu gibi.

• Salan'ı yargılayan mahkemenin i-

dam cezasına hükmetmeyişi Fransa-nın içinde ve dışında hayret uyandır di. Sebebi hakkında yorumlar çeşit­li. En kuvvetli ihtimaller şöyle bir se bebin üzerinde toplanıyor: Mahkeme, Salan'ı sevenlerin ve haklı bulanların Fransızlar arasında azınlık da olsa ö-nemli bir azınlık olduğunu düşün­müş ve ileride Fransızlar arasında de rin yarılmaların tohumunu almaktan çekinmek gibi vatanseverce bir düşün ce ile hareket etmiştir.

ikinci bir soru ortaya çıkıyor. Aynı mahkeme nasıl olup da birkaç hafta önce Salan'ın başyardımcısı .louhaud' yu idama mahkûm etmişti? Bunun izahı ne son günlerde mahkemeye ge len tehdit mektupları , ne de bir ta­kım subay ve sivillerin Salan lehine şahitlikleri olabilir. Çünkü mahkeme üvclcri .louhaud'nun idam edilmesi ha ünde de OAS'ın eline fırsat geçince kendilerini öldüreceğini, pekâlâ bi­liyordu. Salan'ın iyi bir asker olduğu gibi Jouhaud da iyi bir askerdi ve aynı çevrelerce seviliyordu. Kuman dana daha az ceza verip yardımcısına daha çok ceza vermekteki mantıksız lık ise apaçıktır. $u halde?

işin muhtemel izahı şöyledir: Bu gibi dâvalarda nazarî olarak mahke rrte valnız kanuna göre kararını ve­rir. Ötesine karışmaz. Ama gerçek el bette ki öyle değildir. Gerçekte bu gibi sivasî dâvalara bakan fevkalâde mahkemelerin hâkimleri rejimin baş-larıvla bir takım vasıtalarla daima te mas halindedirler. Baskılar, tesirler, pazarlıklar olur. Çıkan karar, bunla­rın hepsinin bir- toplam halinde ne­ticesidir. Jouhaud işinde mahkeme ister gavrıresmî bir teminat almış ol­sun, ister havali voklama sonunda hır kanaate varmış olsun, emin ola­biliriz ki De Gaulle'un Jouhaud hak­kındaki hükmü infaz ettirmeyeceğini ve bunu hapse çevirmek yetkisini kul lanacağını biliyordu, ve idam hükmü nü işte bunu bildiği için verdi. Onu «affetmiş» olmanın şerefi ise umumî efkâr önünde De Gaulle'e ait olacak. hu da havayı yumuşatacaktı. Ama Sa lan'a gelince, Salan ile De Gaulle a-rasında acı bir şahsî düşmanlık var­dır. Bu sebeble mahkeme Salan için De Gaulle'den teminat alamamış, ve

ya vasıtaların sözlerini yeter derece­de güven verici sayamamış olabilir, i ş te bunun için mahkeme Salan hak kında idamı önlemeyi bizzat kendisi yaparak işi sağlama bağlamıştır.

• Salan başlangıçta dâvasını izah e-

öen bir tek uzun konuşma yapmış ve bundan sonra konuşmayacağını söyle misti. Hakikaten konuşmadı ve soru lan suallere cevap vermedi. Yalnız son sözü sorulduğu zaman: «Yaşasın Fransa!» diye bağırdı.

Eichmann ise duruşması boyunca konuştu, bütün sorulara cevap ver­di, görüşünü savundu. Bütün bu sıra da eski SS albayı sert ve eğilmez bir asker tu tumunu muhafaza etti. Eich-mann'ın yaptığı Salan'mkinden de da­ha zordu.

• Eichmann asılırken çelikten sinir

taşıdığını ispat etti. Bilhassa ruh ve beden bakımından yıpratıcı şar t lar altında aylarca tutukluktan ve duruş malardan sonra onda bu sinir kuvve tinin kalmış olması takdirde değer. Eichmann Allah'a inanmakta, ama Yahudilik kökünden türediğine inan­dığı için hıristiyanlığı kabul etmemek tedir. Ona hıristiyanlığı kabul ettir­mek için bir papaz haftalarca höere sine giderek telkinlerde bulunmuş, ama Eichmann bu telkinleri kabul et memiştir.

idamının kesinleştiği kendisine söy­lendiği zaman: «Baylar, nasıl olsa he pimiz öbür dünyada buluşacağız, in­sanların kaderi ölümdür. Ben Tanrı­ya inanarak yaşadım, aynı inanç i-çinde ölüyorum.» dedi. idam edilirken son istek olarak bir şişe kırmızı şa­rap içti. Gözlerinin bağlanması tek­lifini reddederek idam hazırlıklarını ilgi ile takip etti. Soğukkanlılığını bir an için bile kaybetmedi. Asılırken: «Yaşasın Almanya, yaşasın Avusturya yaşasın Arjantin» diye bağırdı. Bı*

Eichmann «Yaşasın Almanya»

MİLLİ YOL EQ

sonuncusunun sebebi Arjantin'in Eichmann'a ve diğer sağcı Almanlara en dostça davranan yer olmasıdır. Belki Eichmann o son ölüm anında hile Yahudilerle kendi ırkı arasındaki savaşta kendi ırkına daha fazla hiz­met edebilmek için Arjantin'in duy gularmı tahrik etmeyi düşünmüştür .

• Eichmann'm idamının israi l için bü

yük bir siyasî hata olduğu muhak­kak. Eskiden Yahudiler zulüm gör­müş, öldürülmüş, mağdur kişiler ola­rak dünya umumî efkârından çok fay­dalar sağladılar. Şimdi, azçok ödeşil­miş gibi bir durum hâsıl oldu.

israil bu kadar büyük bir avantajı neden feda etti? Kanaatimizce isra­illi idareciler iç umumî efkârın bas­kısına dayanamadılar.

Bu hâdise Yahudilerin yalnız hesap la hareket eden kimseler oldukları inancının yersizliğini bir kere daha ortaya koydu. Yahudiler hesap ada­mı olmadan önce inat adamı ve kin adamıdırlar.

Eichmann'm idamı hatadır . Çünkü bütün dünyada Yahudi aleyhtarlığını, az veya çok, körükleyecektir. Hele Al manyada. Buna karşı israil 'e geti­receği kâr stfırdır.

Çok kimsenin tecrübe ettiği ve bin bir tecrübeden sonra başkalarının hayret ki ders a lamadan yine tecrü­be etmeğe kalkıştığı, bir şeyi şimdi israil de tecrübe ederek öğrenecek­tir: insanlar idam edilmekle yok ol­mazlar. Ölüler yaşarlar. Hem de dev Ieşmiş olarak. Dünyanın yakın çağlar tarihinde düşmanı olan bir ferdi idam ett irmekten kâr sağlamış bir tek si­yaset adamı örneği gösterilemez.

• Almanyanm yenilgisi kesinleşmeye

yüz tutunca Hitlerin ve arkadaşları­nın Almanyadaki milyonlarca Yahudi yi öldürtmüş olmaları elbetteki ken­dileri için hiç te kârlı olmadı. Kor­kunç oldu. Ama Almanya için? iş te burada iş değişiyor. Harpten sonra Almanyanm mucizeli denecek kadar süratli kalkınması, ve sıhhatli ve ah­lâklı bir millet bünyesi kurabilmesi Almanyada Yahudi kalmamış olması savesinde mümkün olmuştur. Eğer işgal yıllarının keşmekeşi içinde ve sonraki siyasî çekişmeler ve kararsız lık devirlerinde Almanyanm içinde Al man milletine karşı kin besleyen, ze ki, münevver, menfaatçi, dayanışma­yı ve müttefiklerin gözüne girmesini bilen 100.000'lerce Yahudi kalmış ol-savdı tahmin edebiliriz ki Alman milleti çok daha fazla çekerdi. Belki de kendini kurtaramazdı.

Bugün Almanyada huzur ve refah içinde yaşayan ve oturduğu yerde Eichmann için «Cani» diyen pek çok Alman, hakikatte bu huzur ve refahı nı kısmen Eichmann'a borçludur. Hitler rejimi Alman milletine pek çok felâket getirdi, ama içerideki Ya hudileri temizlemekle de, giderayak, ileride gelebileeck daha büyük felâ­ketlerin çoğunun kaynağını kurut tu .

• . STALİN' İN OĞLU ÖLDÜ

Stalin ' in büyük oğlu Yakop Cug-vaşvili (Stalin ' in hakikî ad ı Cugvaş-

I

I

MİLLİ YOL D 0

O K L A R 1 TEHLİKE BÜYÜYOR j

A. OKCUOĞLU 1 1 |

Evet, tehlike günden güne büyüyor. Çünkü, Türkiye'nin ilerlemesine 0 engel (!) olan zihniyet her geçen günle azıtıyor! İşte bunun binbir misalin- 0 den biri daha: Daha dün, is tanbul Üniversitesi dershanelerinden birisine 0 adı verilen Mehmed Akif'in, şu son günlerde de kemikleri eski yerinden çı- 0 karılarak şehitliğe naklolundu. 0

Bu ne demektir? Bunun, halk yığınlarının dikkatini başka taraflara çe- 0 kip onları sosyal (!) düşünceden yoksun bırakmak isteğinden başka bir 0 mânası var mıdır? Sosyalizm (!) yolunda ileri hamleler yapmak varken ve 0 Türkiye'nin kurtuluşu (!) bu ilerici (!) harekete bağlı iken, biz, hâlâ ne- 0 lerle uğraşıyoruz. 0

Fakat , tehlike çanlarının çalmakta olduğu bu günlerde, şu bizim | ünlü kişilerimiz, çoğu İs tanbul ve Ankara gazetelerinde çöreklenmiş | ilericilerimiz, devrimbazlarımız nerelerde? Yır tma yır tma söylenecek | meydan n u t u k l a n n m , «Rejim elden gidiyor!» yaygaralarının, dev- | r im (!) ilke'eri teranelerinin, falanların, filânların tam zamanı değil ^ mi? |

K Ü B A ' D A G E R İ C İ L İ K ! $ Küba 'da sosyalizmi (!) ilân eden sivri sakallı Kastro Yoldaş, vatan. ^

daşlar ım (pardon, halk yığınlarını!) Kremlin sosyaüzminin bitmez tüken- | mez nimetlerinden faydalandırmakta devam ediyor. |

F a k a t milliyetçiler, yâni gericiler (!) boş durur mu? Dünyanın baş- 0 ka ülkelerinde olduğu gibi, Küba 'da da, halk yığınlarının bu saadeti- 0 ni (!) çekemiyen bu g rup (hayatta tek dikili ağaçlan bile olmasa bunla- 0 ra toprak ağa lan da diyebiliriz), sosyalizme ihanet (!) ten bir türlü geri | kalmıyorlar . ^

A m a Yoldaş Kas t ro da boş durmuyor . Sosyalizme (!) şu kısa za- 0 m a n içinde yaptığı büyük hizmetlere karşılık, Kremlin ' in en büyük kı­zıl yıldız nişanını kazanan sivri sakallı devrimci de, bu ilericilik ve

ğ halk düşmanlar ını temizliyor. Tesbit edildiğine göre, 1959 yılında idare-p yi ele geçirdiği günden bugüne kadar, Fidel Kastro Yoldaş, tam 2245 % ı,:..:.,; !• r, ^ ı : - ,^ : . . . . . : . riA ı\ı\t\ * — - , . ı . ~x«— • : n i-* I kişiyi kurşuna dizdirmiş, 90 ,000 toprak ağası gerici ve sosyalizm düş­

manı da hapishanelerde sıralarını bekliyorlarmış. . . Bizdeki (Galip Erdem' in meşhur deyimiyle) sayın (!) sosyalizm

âşıklarının bilgilerine sunulur . TÜNEL KAZICILAR Gazetelerin verdikleri bir habere göre, Doğu Berlin'de yaşayan Alman­

lardan on ikisi, onaltı gün çalışmak suretiyle kazdıkları bir tünelden geçe­rek Batı Berlin'e sığınmışlardır.

Şu insanların nasıl akılsız (!) yaratıklar olduklarının sonsuz ve sayısız delillerinden biri.. Siz, Doğu Berlin'deki o Kremlin'e has canım (!) sosya- p lizmi ve bu sosyalizmin insanlara sağladığı o baha biçilmez (!) nimetleri i '.) 0 bırakıp, onaltı gününüzü köstebekler gibi toprak altında geçirmek suretiyle 0 uğraşıp didindikten sonra, sermayenin esiri burjuvaların, yani gerici top- 0 rak ağalarının halk yığınlannı sömürdüğü o cehennem dünyasına kaçın... ^

Böyle bir cinnet nasıl yapılabilir?

1

insanın aklına, ilk olarak, bu zavallıların Türkiyeli ırkçılar - Turancılar 0 tarafından kandırılmış olmaları geliyor. Fakat bu delice (!) hareketin asıl 0 sebebinin, Doğu Beri inli Almanların bizdeki gibi kudretli (!) yol ve yön göstericilere malik bulunmamalan olsa gerek. Orada da, Türkiye'nin yönü­nü kuzeye çevirmeye çalışan ustalar gibi büyük (!!!) rehberler olsaydı bu zavallı 12 Alman özgürlüğü (!) bırakıp gericiliğin kucağına atılırlar mıydı?

F A K Ü L T E L E R E SALIK Üniversitelerimizin çeşitli fakültelerinde dersanelere veya diğer

0 odalara ad vermek gerektiği takdirde, bir kolaylık olsun diye, küçük 0 bir 'iste takdim ediyoruz. Bu suretle, i lerde, Abdülhak Hâmid Dersha- 0 nesi. Ziya G ö k a l p Sınıfı gibi ileri düşünceyi inciten (!) oda isimlerinin ^ sayısı a r tmamış olur . 0

İlk 'iste göçmüş büyüklere aittir : 0 Dr. Şefik Hüsnü (Sosyalizmin yılmaz (!) savaşçısı...) 0 Nâzım Hikmet Kralnar (Hayatta olduğuna dair verilen haberlere ina- 0

nümas ın . Üstad (!), şöyle böyle kırk yıldanberi mevtalar arasındadır.) 0 Sabahattin Ali (Türldyenin Dostoyevski'si!!!!) 0

O r h a n Velî (Hele sol eliyle yazdık lan ) û Sadri Et hem (Kara b a c a n indir, kızıl bacavı kaldır . . . ) Û

vili idi; Gürcü dil inde «Yahudi oğlu» mânasına gel ir) İkinci c ihan Sava­şında Almanlar tarafından öldürül­müş veya bir Alman esir kampında ölmüştü. Küçük oğlu Vasily ise yeni öldü. 41 veya 42 yaşında idi. Ölümü­ne sebeb olarak «fazla içmek» veya «intihar» rivayet edi lmektedir . Tabiî Kruşçof'un emriyle öldürülmüş de olabilir. Zamanının çoğunu içkiyle ve kadınlarla geçirirdi. Moskova'nın yakınında 30 odalı konağında de-

N Nadi'nin 30 Mayıs tarihli «Dışar­dan bizi nasıl görüyorlar?» başlıklı

baş makalesini okudunuz mu bilmem. Bu makalenin başı ile sonu, bir araya getirilir ve baş taraftaki «Bizi, bizden ivi biliyorlar.» ibaresi ile son taraftaki «Türkiyenin, yeni bir takım iç karışık­lıklara sürüklenmesi beklenırmiş.» sözü çıkarılırsa, ki bunlar kendisinin değil, okuduğu yabancı matbu-t lan aldığı il­hamlardır, arada kalan fikirler tama­men hatalıdır. Tarihî, içtimaî ve iktisa­dı görüş ve esaslardan yoksundur.

Ben eskiden beri «Türkiyede bir mat­buat vardır. Fakat bir Türk matbuatı , hele millî bir matbuat yoktur.» kanaa­tim taşıyordum. Bu kanaat.mı N. Na-di'nin bu makalesi bir kerre daha teyit etti. Bir Türk matbuatı yoktur der­ken, Türk milletinin düşüncelerini ak­settiren, dert ve dâvaları gören, bun­ların hal şekillerini ortaya koyan, kı­saca bir deyişle iktidarlara fikir ve il­ham kaynağı olan ve iktidarların gide­ceği yola ışık tutan bir matbuatımız yoktur, demek istiyorum. Hele Millî bir matbuatımız yoktur sözü üzerinde av-rıca durmak icabeder. Bunu şimdilik ele almıyorum.

27 Mayıs'tan bu yana cereyan eden hâdiseler içerisinde bizim matbuatı da, kısmen Avrupa matbuatını da takib et­tim. Bizim matbuat, hâdiselerin nede­ni, sebeb ve neticeleri üzerinde durmu­yor. Hâdiseleri bitaraf bir nazarla gö­rüp, tarihî, içtimai, iktisadî ve fikri bakımdan tetkik ve mütalâa etmiyor. Daha doğrusu edemiyor. Ama işi şahsi­yata dökerek hâdisenin dedikodusunu yapmıya gelince ön plânda yer alıyor... Mamafi bu hali tabiî görmek icabeder. Tarihî, içtimaî, iktisadî ve fikri kültü­rü olmıyan, yahut hâdiseleri şahsının, zümresinin menfaatma veva ideoloji­sinin prensiblerine göre izah etmiye kalkan bizim matbuat daima dedikodu edecek, daima zahirde ve satıhda kala­caktır.

Çok yakından bildiğim bir misal ar-zedeyim. 13 Kasım hâdiselerini mütea-kib bizim matbuat, işi şahsiyata döke­rek ve ideolojik kastı mahsuslarım da arava karıştırarak veryansın ediyorlar­dı, Hâdiselerin sebeb ve neticeleri üze­rinde, tarafların iktisadî, içtimaî ve doktriner görüş ve kapasiteleri üze-

lice sefahat âlemleri yapılırdı. Şakacı bir huyu da vardı. Gece

yarısından sonra Bakanlara ve yük­sek memur la ra telefon eder . «Ben Stalin» diye başhyarak emir le r ve­r i r .onların yürekler in i ağızlarına getir irdi . 1953'de babası ölünce Va-sily'nin rütbesi Orgeneral l ikten Bin­başılığa indiri ldi . Az sonra sarhoşken otomobiliyle b i r kadını çiğnedi di­yerek 4 yıl" hapse m a h k û m et t i ler .

TAHSİN ÜNAL rinde fikir beyan etmiyorlar, hâdisele rın dedikodusunu yapıyorlardı. Halbu ki aynı günlerde İsviçre, italya, Fran sa ve Alman gazeteleri, sanki görüşe­rek yazmışlar gibi fakat bit birlerin­den haberleri olmadan ««komitenin beyni çıkarıldı.», «komitenin dimağı çıkarıldı.», «kalsalardı Türkiyenin dâ­valarım halledeceklerdi.» v s . gibi hü­kümler veriyorlardı.

Keza, 22.Şubat hâdiselerinin de, bi­zim matbuat , hat ta alaylı bir eda ile dedikodusunu yaparken Avrupa mat­buatı hemen müttefikan «Türkiyede halledilmesi icabeden büyük iktisadî ve içtimaî dâvalar vardır. — Kendisi ne ümit bağlanan inönü'ye rağmen — bu büyük ve mühim dâvaları hal ede­cek bir şahıs da sahnede görülmemek tedir. Bu dâvalar halledilmedikçe, Tür kiyede 22. Şubat kâ-iiseleri gibi hâdi­selere, daima intizar edilmelidir, di­yorlardı.

Evet, adamlar, bizi bizden daha iyi biliyorlar. Zira adamların tarihî, içti­maî, iktisadî kültürleri ve bitaraf gö­rüşleri var. Biz ise tarihî, içtimaî, ik­tisadî ve fikrî oluşumuzdan habersiz olduğumuz gibi bitaraf bir görüş de iktisap edememişizdir. Hatalı bilgileri miz, hatalı tutumlarımız daima hatalı fikir beyanlarımıza, bitaraf olamama­mıza sebeb olagelmiştir. Meselâ, 1730 da kabahat sadece Patrona Halilin, 1807 de kabahat sadece Kabakçının, 1908 de kabahat sadece A. Hamidin ve Servis Vahdetinin denmiştir. I I I . Ah­met'i, I I I . Selim'in, i t t ihat - Terakki­nin hiç kabahati yoktur. Haklıdırlar.

Nasreddin hocanın eşeği çalınmış. Her gelen «ölü uykusuna mı yattın be hoca. Kapıyı niye iyi kilitlemedin be hoca.» diye hocaya çıkışmış. Hoca dayanamamış, «kabul kabahat bende. Ama demiş insaf edin be yahu, şu hırsızda hiç mi kabahat yok?»

N. Nadi beye göre «Tanzimat devri ricali, şekilde batılı, ruhda şarklı.» I. inci meşrutiyet devri yöneticileri şekil­de batılı, ruhda şarklı, II . ci Meşruti­yet devri ricali yine öyle. 1920 - 1950 devri ricali ise şekilde de, ruhda da ba­tılı. Ama 1950—1960 devri ricali yine şekilde batılı, ruhda şarklı.» Peki ama insaf ile düşünelim. Bir kerre içtimaî

hâdiseleri, b i r ekmeği bıçakla kesip ikiye ayırdığımız gibi kat'i bir had ile kesip ayıramayız. 1920 ye kadar şarklı olan içtimaî bir topluluk ertesi gün nasıl olur da birdenbire batılı olabi­lir. Bir insan akşam vezir olarak ya-tıb sabah rezil olarak kalkabilir. Ama bir içtimaî topluluk akşam şarklı ruhu ile \7atıp sabah garplı ruhu ile kalka­mıyor.

Atatürk devrinde dahi, şahsı istisna edilirse, yöneticiler yine eskidenberi olduğu gibi şekilde garblı, ruhda şark Iıdır.

N. Nadi bey, «Tanzimat devri yöne­ticileri. Düveli muazzamadan himaye görebilmek, çarpışan menfaatleri ara­sında - Devleti Aliyye-i Osmaniyenin -varlığını kurtarabilmek amacı ile, batı laşmayı, baş vurulmuş bir politaka o-yunu sayıyorlardı. Bu şartlar altında batı medeniyeti ailesine katılmamız lâfta kalmaya mahkûm oldu. Bu aile­ye Lozan'da girip 1950 ye kadar bu aile içinde yaşadık. 1950 den sonra yine geriye döndük.» diyor.

Dün olduğu gibi bu gün de acaba bu durumdan kurtulduk mu? Samimi olarak söylemek icab ederse; Aynı si­yaset, aynı davranış, değişik isimler altında fakat aynen devam etmektedir. Biz eskiden beri «ehveni şerri tercih etme siyaseti, devletler arasındaki çarpışan menfaatlerden istifade ede­rek bekamızı temin etmiye çalışage-len bir devletiz.» kurtuluş savaşında bile bundan azamî derecede istifade ettiğimiz gibi ikinci Cihan harbinde de bundan istifade ederek harbe gir-memişizdir. Bugün dahi Amerika ile Rusya arasında çarpışan menfaatler­den istifade ederek ve ehveni şer o-lan gruba dahil olarak vaşamaktavız. Bu itibarla 1923 Lozandan 1950 " ve kadar bundan kurtulmuştuk denile­mez. 1938 tarihini 1950'e kadar uzat­mak da hatalı bir görüştür. Böyle bir hüküm bitaraf bir hüküm olamaz. Par licilik kavgusu ile verilmiş bir hüküm o'abilir. i ş te bu türlü, zümrevî düşü­nüşlerimiz, hâdiseleri bitaraf olarak te fekkür edemememiz gibi sebeblerle, '«Batı medeniyet ailesine katılmamız lâfta kalmava mahkûm olmaktadır.» Bunun lâfta kalmaması için. bu mille­tin kövlüsünden kentlisine, amelesin­den Başvekiline kadar, batının ruhu, batının teşkilâtı, batının dinamizmi ile bir fazilet, bir çalışma ve istihsal devri açmamız lâzımdır. Milletin, şim­diye kadar olduğu gibi, başına çıkmak değil, önüne düşmek lâzımdır.

Zümreleri, sınıfları, partileri birbiri ne tutuşturup, bulanık suda balık av­lamak, sürüm temin etmek kaygulann dan vaz geçerek, millî dâvsları taraf­sız bir nazarla görmek, tarihi, içtimaî, iktisadî fikir süzgeçlerinde eleverek, birlikte hal etmek lâzımdır. Bunun zamanı gelmiştir, geçivor bile.

Zatıaliniz «Dış yardımların sosval düzeni verine oturtacağı şüphelidir», diyorsunuz. Şüpheli değil hattâ o-turtmavacağı muhakkaktır . O halde, cedikodu etmevi ve şahsivat ile u.îraş mayı bırakıp, sosyal düzen; yerine o-turtacak prensipleri içeride arayalım ve mutlaka bulmaya çalışalım.

MİLLÎ YOL [0

Bizi bizden daha iyi biliyor 1ar

f îinHf11lfI!fîiltEI!M!î!!]Uf!!irilIHMtfMirMIinif IİIIIIirTIItl[tIIiniTriIIll]I>MttIITirriTI7TTITIIlEllIIl!llIIIİİlilIlIlIIMltIIIfiniI1fi!lttlTII1f İl;

DERNEK SAYFASI IllflIÎTtllIll(tietfISltliii1ffliiiltl«IllllllliiitIlitllltflt»IllfJtlfIlltflIIİ(IllllllİİI*llllttlliillftlltlilfllllttlltlJfIlllIfllllflillItlltflltfttlltllli»

Türkçüler Derneği Tüzük Tcsarısı (Geçeıı sı:; ıdan devam) 31 — Merkez Yürütme Kurulu Der­

neğin en yüksek icra organıdır. Derne­ğin bütün çalışmalarını düzenler. Tü­züğün açıkça başka bir organa verme­diği bütün yetkiler Merkez Yürütme Kurulundadır .

DERNEK BAŞKANI 32 — Dernek Başkanı Merkez Yürüt­

me Kurulu tarafından kendi üyeleri arasından veya diğer Dernek üyeleri içinden gizli oyla seçilir. Görev süresi bir yıldır. Yine seçilmek caizdir.

Disiplinli bir dernek olacağız. Ama şetci değil. Bu sebeble Dernek Başka­nının Merkez Yürütme Kurulu taralın­dan seçilmesi ve değiştirilebilmesi usu­lü ile elastikiyet sağlanması ve bir yıl ödev süresi ile de önemli ve yorucu hizmette nöbet değiştirmeğe imkân sağlanması düşünüldü.

33 — Merkez Yürütme Kurulu tam sayının 2/3 çoğunluğu ile her zaman başkan seçiminin yenilenmesine karar verebilir.

34 — Başkan istifa ettiği zaman, ve­ya başkanlık seçimi yenilendiği za­man, yeni başkan seçilinceye kadar es­ki başkan görevine devam etmeği bir şeref borcu sayar. Bir engel olmadık­ça eski başkan vazifesini törenle yeni başkana devreder.

33 — Başkanlık görevini yapmasına ani bir engel çıktığı zaman yeni baş­kan seçilinceye kadar bu görevi yapa­cakların sıra ile bir listesini Merkez Yürütme Kurulu önceden tâyin eder. Bu mümkün olmadığı zaman başkan geçici olarak görev yapacak kimseyi kendisi tâyin edebilir.

36 — Başkan törenlerde derneği tem­sil eder. Gerektiğinde Merkez Yürüt­me Kurulunun toplantılarına başkan­lık eder. Merkez Yürütme Kurulunun tâyin edeceği sınırlar içinde yürütme yetkisini haizdir. Merkez Yürütme Ku­rulunun toptan engeli çıkan hallerde geçici bir Merkez Yürütme Kurulu tâ­yin etmek ve Kurultayı toplantıya ça­ğırmakla ödevlidir. Bunun dışında da her zaman Kurultayı fevkalâde toplan­tıya çağırabilir.

Dernek başkanlığı ileride Türkçülü­ğün hareketli ve otoriteli bir önderi olabileceği gibi sadece Türkçüler arasında umumî saygı duyulan birleş­tirici bir şahsiyet olması da mümkün­dür. Bu madde ile bütün bu imkânlar ve muhtemel gelişmeler karşılanmak istenmiştir.

DENETÇİLER 37 — Kurultay en az 2 kişi olmak

üzere uygun gördüğü sayıda denetçi seçer. Bu denetçiler ayrı ayrı veya bir­likte vazife görebilirler. Merkezin ve şube ve ocakların bütün defterlerini ve kasalarını her zaman teftiş edebilirler.

38 — Denetçilerin hepsinin engeli çık­ması sebebiyle Derneğin Merkez de-

MİLLÎ YOL İM

netçisi kalmadığı takdirde gelecek Ku-rultay'a kadar Dernek Başkam bir ve­ya birkaç denetçi tâyin eder.

39 — Denetçiler gerekli gördükleri zaman Kurultayı fevkalâde toplantıya çağırabilirler. Bunun için mevcut de­netçilerin çoğunluğunun karar verme­si gerekir.

40 — Denetçiler her Kurultay'a Der­neğin o güne kadarki malî durumunu gösterir bir hesap raporu vermekle ödevlidirler. YÜKSEK HAYSİYET KURULU

41 — Yüksek Haysiyet Kurulu üye iiği Merkez Y'ürütme Kutulu üyeliği ile birleşemez. Başka her görev ile birleşebilir. >

Sil — Haysiyet Kurulunda iki türlü üye vardır. Süreli üyeler ve süresiz üyeler. Süreli üyeler 24 kimiden az ve 40 kişiden çok olamaz. Süresiz üyeler sayı ile sınırlı değildir. Süıeli üyeler 9 yıl için seçilir. Yine seçilmek caiz dir.

43 — Toplam olarak b;r yılı aşkın EÜre ile Dernek Başkanlığı yapmış o-lan herkes süresiz olarak Haysiyet Ku ıulu üyesidir. Bu üyelik ömür boyun çadır.

Yüksek Haysiyet Kurulu ile Türk­çüler arasında birleştirici bir yüksek ahlâk ve gelenek otoritesi tesis edil­mektedir. Bunun için devamlılık sağ lanmak düşüncesine büyük yer veril mistir.

44 — Süreli veya süresiz Haysiyet Kurulu üyeleri dernek üyeliğinden çı kanhdğı veya istifr. ettiği takdirde Hay siyet Kurulu üyeliği de düşer.

45 — Süreli veya süresiz HaysiyV Kurulu üyeleri Merkez Yürütme Kuru­luna seçilirse, bu görevi kabul ettiği ve yaptığı sürece Haysiyet Kurulu ü-yeliği yetkilerini kullanamaz. Ancak Yürütme Kurulundaki görevi bitliği an da Haysiyet Kurulu üyelisine ait yet­kileri kendiliğinden geri döner.

46 — Haysiyet Kurulunun süreli ü-yelerini Merkez Yürütme Kurulu oy birliği ile seçer. Bir kurulun bir yıllık görev süresi içinde seçeceği Haysiyet Kurulu üyeleri 5 kişiyi geçemez.

47 — Haysiyet Kurulu üyeleri 24 ten aşağı düşer ise kurultay sayıyı 24'e çıkaracak kadar üye seçebilir. Haysi­yet Kurulu üyelerinin sayısı 15'e dü­şünceye kadar işlemeğe devam eder. İVren aşağı düşünce bu sayı tamamla­nıncaya kadar İşlemesi durur .

48 — Haysiyet Kurulu toplantı gün ve saatleri yazı ile bütün üyelere en az 10 gün önce Mldirilir. Belirli gün ve saatte en az 15 üye gelmişse toplan­tıya geçer. Kapalı ı>v ile başkan ve ikinci başkan ve vazganlar seçer. Hay siyet Kurulu ilerideki bir toplantıda yenilerini seçinceye kadar bunlar görev lerin! yaparlar. Kurul kararlarını ço­ğunlukla verir. Şu kadar ki Dernek­

ten çıkarmalar için en az 15 oyun bir leşmesi gerektir.

ŞUBE TEŞKİLATI 49 — Şube Yürütme Kurulları 9 ki

siliktir. Merkez Yürütme Kurulu gibi 3 yıl için seçilir ve her yıl 1/3'ü ye­nilenir.

50 — Şube Yürütme Kurulu üyeliği istifa veya iş gördeğe bir engel çık­ması ile boşaldığında gelecek şube u« mum heyeti toplantısına kadar iş gör mek üzere Merkez Yürütme Kurulu boşalan üyeliklere geçici üyeler tayin eder.

işlerin aksamaması için ve disiplin­li bir ülkü derneğinin ruhuna uygun ol duğu için bu şekil umumî heyet ta­rafından yedekler seçilmesi şekline ter cih edildi.

51 — Şubelerde 5'er üyelik Şube Haysiyet Kurulları vardır. Gelecek u-mumî heyeti toplantısına kadar iş gör­mek üzere şube umumî heyeti tara­fından seçilirler. Şube umumî heyeti ayrıca 5 yedek de seçer. Haysiyet Ku­rulu bu yedeklerle de tamamlanamıya cak hale gelirse belirli bir iş için veya gelecek şube umumî heyeti toplantısı na kadar iş görmek üzere Merkez Yü tü tme Kurulu geçici üyeler tayin e-der.

52 — Umumî heyet gereği kadar de netçi seçer. Bunlar şubenin ve şube­ye bağlı ocakların defterlerini ve ka­salarını her an teftiş edebilirler. Umu mî heyeti fevkalâde toplantıya çağıra bilirler. Görev yapacak denetçi kalma dığı takdirde Merkez Yürütme Kuru-h geçici denetçi seçer.

53 — Şube umumî heyeti o şubeye bağlı ocaklar için her ocağm üyesinin yirmide biri tutannea temsilciden ku-ıulur. Ayrıca her ocağın başkanı ve şube yürütme kurulu üyeleri tabiî tem silci olarak şube umumî heyetine ka­tılırlar. Şube umumî heyetinin sayısı böylece 300'ü aştığı takdirde temsilci­ler ocakların üyeleri nispetinde ocak­lara tahsis edilmek üzere şube umu­mî heyet üye sayısı şube yürütme ku rulunun teklifi ve Merkez Yürütme Kurulunun tasdiki ile 300'e kadar indi­rilebilir.

OCAK TEŞKİLATI 54 — Ocak Yürülnıe Kunıllan 5—9

kişidir. Her yıl yenilenir. Ocak umumî heyeti yürütme kurulunun kaç üyeli olacağını ocağm çalışma ihtiyaçlarına göre gelecek umumî heyete kadar tâyin eder.

55 — Ocak Yürütme Kurulu üye­likleri boşaldıkta, gelecek ocak umu­mî heyeti toplantısına kadar iş görmek üzere Şube Yürütme Kurulu boşalan üyeliklere geçici üyeler tayin eder.

56 — Ocak umumî heyetleri ocağa bağlı bütün üyelerden kurulur.

57 — Ocak umumî heyeti ocağm def terlerini ve kasasını denetleyecek ge­ri ğ i kadar denetçi seçer. Bunlar şube denetçileri gibi iş görürler. Görev ya­pacak Ocak denetçisi kalmadığı tak­dirde Şube Yürütme Kurulu geçici de netçi secer.

UMUMf HÜKÜMLER 58 — Umumî heyet toplamdan şu­

be ve ocaklarda her yıl merkezde İki yılda bir yapılır. Toplantı gün ve ye ri en az 10 gün önce iki gazete veya dergi ile ilân edilir. Belli gün ve yer-

de toplantıya katılacakların yansından fazlası gelmezse ikinci bir toplantı gün ve yeri aynı ilânda yazılır, ve bu ikin cı toplantıya kaç kişi gelirse toplantı açılır.

59 — Bir engel sebebiyle umumî he yet toplantısının ocaklarda ve şubeler de bir yıl ve merkezde iki yıl ile geri bırakılması caizdir. Ocak ve şubelerde geri bırakmalar için üst yürütme ku­rulunun izni alınır. Her kademenin yürütme kurulları, ve üst yürütme ku rulu, o kademenin umumî heyetini fevkalâde toplantıya çağırabilir.

60 — Umumî heyetlerde başkanlık divanı seçimlerinden ve umumî heyet çalışmaları için geçici komisyonlar ayrıldığı takdirde bunlann seçimlerin-cien başka bütün seçimler gizli oyla yapılır. Dernekten çıkarma kararları da gizli oylama ile olur.

61 — Her kademenin yürütme kuru­lu yapılacak seçimler için en uygun gördüğü kimselerin adlannı aday ola­rak o kademenin umumî heyetine bil­dirmekle görevlidir. Kesin mazeret se bebi olmadıkça o kimseler adaylığı reddedemez. Yürütme kurulu seçilecek ler kadar veya bunların iki katı aday gösterebilir. Umumî heyet gösterilen adaylarla bağlı değildir, başkalannı se­çebilir.

62 — Her yürütme kumlu kendine bir başkan bir ikinci başkan, bir say n,an ve yazgan seçer. Ancak merkez yürütme kurul kendine bir genel yaz­gın ve gereği kadar yardımcısı ile bir başsayman ve gereği kadar yardım­cısını seçer. Başkan (merkezde genel yazgan) yürütme kurulunu dış temas larda temsil eder, dernek içinde yürüt me işlerini yürütme kurulunun verece ği kararlar gereğince yapar, gerekir­se belirli işlemler için başkalarına yet ki verir. Yürütme kurulu başkanının veya genel yazgarun engeli çıktığında diğer üyelerin hangi sırayla onlara ve kâlet edeceğine dair Yürütme Kurulu b!r liste yapar. Derneğin mallarını ko­rumak ve hesaplarını tutmak başsay-rr.ana ve saymanlara aittir. Derneğin bankalardaki vesair yerlerdeki parala nnı almaya onlar yetkilidir. Gerekir­se yürütme kurulu karan ile başkala­rı da yetkili kılınabilir. Derneğin pa-r > işlerinden başka bütün kâğıtlarını korumak ve yazı işlerini yürütmek yaz ganlara ve yardımcılarına aittir. Yürüt me kurulu ilk toplantısında kendi üye lrri arasında iş bölümü yapar. Bu iş bölümünü her zaman değiştirebilir. Ge rekli gördüğü zaman bu görevlerden bir kısmını yürütme kuranı dışındaki dernek üyelerine de gördürebilir.

HAYSİYET KURULLARI 63 — Her üye hakkında o üyenin

bağlı olduğu kademenin haysiyet ku­rulu yetkilidir. Ancak o kademenin yü rütme kurulu ve haysiyet kurulu üye leri hakkında üst kademenin haysiyet kurulu yetkilidir.

64 — Şube haysiyet kurullarının verdikleri beraat kararlan aleyhine an cak Merkez Yürütme Kurulunun izini ile itiraz olunabilr. Sııbe Haysiyet ku rullarının Dernek'ten çıkaıma kararla rina karşı itiraz yolu açıktır Diğer di siplin cezalarına karşı ancak Merkez Yürütme Kurulunun izni ile itiraz edi

ÖZLEYİŞ — Hocaoğlu Selâhattin Ertürk ~ Yelkentepe Yayınları: 1 — Ankara 1962 — 96 sayfa, 250 Kuruş.

Şairin 1952'den sonra yazdığı ve çoğunluğu, 1953 - 1955 yıllarına ait kırk üç şiirini toplayan ÖZLEYİŞ, güzel bir kapak kompozisyonu ile süslü olarak, ilk muteber baskı ha­linde, yeniden yayınlandı.

Edebiyatı sevenlerin ve milliyetçi­lerin «Hikmet Damlaları es Tecelli» ile ve Kükreyiş adlı şiir kitabı ile yakından tanıdıkları Hocaoğlu Se­lâhattin Ertürk, serbest vezinle he­ceyi bir arada ve başarıyla kullanan ender şairlerden biridir Bilhassa halk ağzı ve Yunus'u andıran bir dille yazılmış şiirlerde başansının daha büyük olduğu görülmektedir.

«Metanet zırhına hüründüm, Arslan ağzında banndım. Azapta yundum, arındım, Alın beni, alın beni.» dörtlüğün­

de olduğu gibi, halkın bağrından fış­kıran duygulara ve söyleyişe yaklaş­tığı zaman, özde ve muhtevada ye­ni bir arayışın ve hamlenin pırıltı­ları kolaylıkla sezilebllmektedir.

ÖZLEYİŞ, «Dr. S. Ertürk. Gazi Eğitim Enstitüsü. Ankara» adresin­den ve dergimizden sağlanabilir.

lebilir. Yersiz olarak itiraz eden veya itiraz etmek için izin isteyen disiplin cezasına çarpılır.

65 — itiraz müddeti kararın tebliğ edilmesinden itibaren 10 gündür.

İtiraz için izin isteme gereken hal­lerde izin istemek itiraz müddetini ke ser.

66 — Yüksek Haysiyet Kurulunun l ütün kararlan kesindir.

67 — Haysiyet Kurullannda tetki-kat açık ve duruşmah yapılır, itham edilene ithamın mahiyeti ve itham e-deni bildiren davetiye gönderilir. Her iki taraf için vekil ile temsil edilme caizdir. Vekil dernek üyesi olmalıdır. Yazılı müdafaa da gönderilebilir, ilgi­li ve vekili davete rağmei' gelmediği lakdirde tetkikat ve karar geciktiril­mez. Mühim bir mazeret bildirildiği takdirde bir kereye mahsus talik e-ditebilir. Yalnız ihtar cezası istenen ve ya yalnız bu cezayı gerektiren haller de kapalı duruşma yapılabilir. Yük­sek Haysiyet Kurulu itiraz üzerine ba kaçağı işlerde incelemeyi duruşma aç madan evrak üzerinde yapabilir. Yük sek Haysiyet Kurulu her türlü işte duruşmayı kapalı \% / ıbil ir.

68 — Tarafsızlığı zorlaştıran sebeb-lerden ötürü şikâyetçi ve itham edi len üyeler haysiyet kurulu üyelerini reddedebilirler. Redde uğrayan çekil mediği takdirde red hakkında üst hay siye! kurulu karar verir. Yüksek Hay­siyet Kurulu üyeleri reddedilemez.

69 — Yüksek Haysiyet Kurulu üye­leri aleyhindeki şikâyetleri yine bu kurulun geri kalan üyeleri karara bağ

lar. Birçok üyeler birden şikâyet e-dilmişse üyeler arasında kura çekile­rek şikâyetler sırayla her üye için ay­rı ayn incelenir.

70 — Dernek üyeleri kendi araların­da hakem yolu ile halli mümkün an­laşmazlıklar için şube haysiyet kurul­larına başvururlar.

71 — Disiplin cezalan şunlardır: a — ihtar, b — işten ayırma, c — Dernek çalışmalarından ayır­

ma, ç — Dernekten çıkarma, 72 — ihtar, bu cezayı veren haysi­

yet kurulu başkanı tarafından ilgilinin çağınlarak, yaptığı hareketin kötülüğü izah olunmak ve bir daha yapmaması söylenmek suretiyle olur. Bu sırada başkası bulunmaz, ihtar alan bir da­ha yapmamaya söz verir.

73 — işten ayırma, dernek içinde se çimle veya tayinle verilmiş herhangi bir vazifeden ilgili dernek üyesinin ayrılması suretiyle olur. Gelecek se­çimde aynı vazifeye tekrar seçilmek caizdir. Yüksek Haysiyet Kurulu ü-yellği ve her türlü temsilcilik görev-leri bu cezanın tatbik alam dışında kalır.

74 — Dernek çalışmalarından ayırma t ir üyenin umumî heyet toplantılarına katılmak ve temsilci olarak yüksek kademe toplantısına gitmek işlerinden başka her türlü dernek çalışmasıyla ilgisinin kesilmesidir. Bu cezayı alan­lar umumî heyet toplantıları yapılan yer ve zamanlann dışında dernek İti­nalarına da giremezler. Bu ceza bir yılı aşmayan belirli bir süre için ve­rilir.

75 — Derneğin ve Türkçülüğün ko­runması için kesin zaruret olan haller de işten ayırma ve dernek çalışmala­rından ayırma kararı esas hakkında bir karar verilinceye kadar geçici bir tedbir olarak da verilebilir. Esas hak­kında karan verecek haysiyet kurulu bu konuda da yetkilidir.

76 — Dernekten çıkarılma kesin ve daimî olarak dernek ile her türlü ili­şiğinin kesilmesidir. Ancak Türkçülü­ğe ihanet veya Türkçülükle asla bağ-c'aşamıvacak ağır ahlâksızlık halinde verilebilir.

77— Şikâyet yetkisi umumî olarak yürütme kurullarının ve denetçilerin­dir. Aynca üyeler ancak doğrudan doğ rüya şahıslarına zarar veren hareket­lerden ötürü şikâyet edebilirler. Yer­siz şikâvet edenler disiplin cezasına çarpıtabilir. «

(Devamı var)

Anketimiz ve Gençlik Say­fasını yersizlikten koyamı­yoruz. Tüzük Tasarısının ya­yınlanması bittikten sonra yine kovmağa başlayacağız...

MİLLÎ YOL 03

AGlR A6|R ÇIKACAKSIN BU MERDİVENLERDEN

MİLLÎ YOL 1. Yıl - 19. Sa­yı - 8 Haziran 1%2 — Fiyatı 50 kuruş.

TARAFSIZ M l L u ı » t ! ( . l SİYASÎ DERGİ İmtiyaz Sahibi : Necatı BOZKURT * Yazı İşler. Müdürü : ismet TüMTüRK •*• İdare Müdürü :

Mümin ÇEVİK.

• Tek sütun santimi 20 I lira * Tam sayfa arka (kapak (renkliı 2000 li •ra * Tam sayfa İçte

1600 Ura • Sayfanın 1/4 ve 1/8 gibi kı­sımları aynı ölçülere göre hesaplanır

İlân Abone 6 aylık (26 sayı) 12,5 lira • 1 yıllık 52 sayı 20 lira * İdarehane : Nuru

Osmaniye Cad. 34. İstanbul. Dizgi va kl işe: GÜNEŞ MATBAACILIK T. A. $ Serefefendl Sok. No. 44-46, Cagaloğlu

İSTANBUL