maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım....

20
ŞUBAT 2018 SAYI/ 9 İstanbul Valisi Vasip Şahin üniversitemizi ziyaret etti. Maltepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şahin Karasar ile görüştü. Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Filiz Otay Demir Üsküdar Üniversitesi'nde düzenlenen 'Geçmişten Geleceğe Halkla İlişkiler' sempozyumuna katıldı. Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor

Upload: others

Post on 13-Aug-2020

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

ŞUBAT 2018 SAYI/ 9

İstanbul Valisi Vasip Şahin üniversitemizi ziyaret etti. Maltepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şahin Karasar ile görüştü.

Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi

İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Filiz Otay Demir Üsküdar Üniversitesi'nde düzenlenen 'Geçmişten Geleceğe Halkla İlişkiler' sempozyumuna katıldı.

Maltepe Üniversitesi20. yılını kutluyor

Page 2: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

2

İyi bir komşu; siz hasta olduğunuzda size yemek yapan mıdır, sizin gibi yaşayan birisi midir, sizinle aynı gazeteyi mi okur, nadiren gördüğünüz birisi midir, cinsiyetsiz midir, sizden daha zengin veya yoksul mudur, yeni taşınıp gitmiş birisi midir, korkmadığınız bir yabancı mıdır? Bu yıl düzen-lenen Bienal bu soruların yanıtını arıyor.

15. İstanbul Bienali’nin ele aldığı ‘komşuluk’ kavramı, gündelik hayatlarımıza dair doğrudan çağrıştırdıklarının dışında; mekan, sınırlar, göçmenlik, öteki insanlar hakkında düşünmeyi sağlıyor. Dünyanın her yerini saran savaşın temel gündem olduğu zamanda ‘iyi bir komşu’ üzerine düşünmek oldukça anlamlı. Renkli coğrafyamızda geçmişten günümüze komşuluk kavramının önemi ‘Ev alma komşu al!’ atasözü ile de tescillenir.

İyi bir komşu kimdir? İyi komşuluklar mahallesinden kesitler…

Büşra Aydın/Burçak Konaş

- Sizin iyi komşunuz hangisi? -

15. İstanbul

Bienali'ne ilgi büyüktü

Üsküdar’daki evimizde, ilkokul çağlarında bir çocuk iken oyun oynamak için mahalledeki arkadaşları toplamıştım. Yakar top mu oynasak yoksa saklambaç mı kavgaları devam ederken sonunda saklambaca karar ver-miştik. Saklanmak için sağa sola koşuştururken, karşıdan gelen bisikleti görmeyip birden yere yığıldım. Elimi başıma attığımda koca bir yarık vardı. Alnımdan süzülen kanlar tişörtüme doğru akıyordu. Oradan ma-hallenin başındaki Yaşar ağabey koştu olayı görünce, aldı beni kucağına doğruca hastaneye götürdü. Yarı baygın, yarı gözü açık halimle etrafa boş boş bakıyordum. Hastaneden beş dikiş, mutsuz bir suratla ayrıldım. Acaba Yaşar ağabeyin beni hastaneye götürmesindeki sebep, bana çar-panın oğlu olmasından kaynaklanabilir mi diye düşünmüyor değilim.Sevgi Apartmanı, Kat 4 daire 24

İyi bir komşu, siz hastayken size yemek yapar mı?

Annem o sıralar bel fıtığı olmuştu. Olduğu yerden kalkamıyor, hastalık iyice bacaklarına vuruyordu. Ben de yaşça ufak olduğumdan anca getir götür işlerine koşmaktan başka ev ile ilgili bir şey yapamıyordum. Neyse ki, alt kattaki komşumuz Çağla abla geldi. Ortalığı toparlayıp bize nefis yemekler pişirdi.Manavın karşısındaki apartman, 5 nolu daire

İyi bir komşu, mahallenizdeki herkesin yardımına koşar mı?

Öğle vaktinde annem, komşularıyla birlikte eski evimizin teras katında ekmek pişiriyordu. Biz komşu çocuklarıyla oyun oynayıp, ekmek yapımı-na yardımcı oluyorduk. Birden ne olduğunu anlayamadan sarsılmaya başladık, deprem oluyordu. Öyle sarsılıyorduk ki yerimizden fırlayıp, anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler birer birer çatlayıp yerle bir oluyordu. Çıkmaza girmiştik. Bir anda terasın uç kısmı-na geldik ve çarenin binadan atlamak olduğunu gördük. Binadan anne-min iki komşusu atladı. Çocuk aklı bu ya, bizi burada bırakacaklarını sanarak ağlamaya, bağırmaya, tepinmeye başladık. Sonrasında komşu-larımızdan biri kollarını açtı atlamamı istedi. Ne yapacağımı bilemedim anneme doğru baktım. Annem de gözlerimdeki korkuyu fark etti. Beni kucaklayıp, komşumuzun kollarına teslim ederek binadan sağ sağlim çık-mamızı sağladı…B Blok, Kat 2 Daire 13

İyi bir komşu, sizi canı pahasına koruyan mıdır?

İyi bir komşu, iyi bir insan mıdır?Yoksa iyi bir komşu, sadece duygu yüklü bir çocukluk anısı mıdır?

Komşuluk, coğrafi yakınlıktan oluşan bir ilişki türüydü. Önceden komşun en fazla iki sokak ötedeydi ve gelirdin giderdin. Şimdi aynı katta nered-eyse 10 aile oturuyor, seç seç beğen. Oysa ki mesele bizde bitiyor. Çünkü komşuluk ölmez. Sadece şekil değiştirir.

Sanat

Page 3: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

3

Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakülte-si’nin 20.yıl etkinlikleri kapsamında oluşturduğu ve 6 Aralık 2017 tarihinde Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin Fuaye Sergi Salo-nu’nda açılışı gerçekleştirilen ‘‘Akademisyenler Sergisi’’, bilim ve sanat üreterek geleceğe umut-la bakmamızı sağlayan eğitimci ve sanatçı aka-demisyenleri bir araya getiriyor. Yrd. Doç. Dr. Mehmet Özen’in küratörlüğünde farklı alanlar-dan gelerek bu sergide buluşan akademisyenler, “Biz Kaybolduk” konseptiyle ürettikleri işlerini Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’n-de sergiledi.

Toplam 22 akademisyenin eserlerinin bulundu-ğu sergide, seramikler, heykeller, fotoğraflar, yağlı boya tablolar ve video enstalasyonları yer alıyor. İkincisi düzenlenen ve "Biz kaybolduk" temasının işlendiği sergi 2 Ocak'tan itibaren ise Türkan Say-lan Kültür Merkezi'nde sanatseverlerin beğenisine sunulacak.

Akademisyenlerin çalışmalarının çıkış düşünce-sini, dünyada yaşanan teknolojik, politik ve eko-nomik gelişmelerin gösterdiği gibi insanlığın ürettiğinin içerisinde kendisini bulamaması ve bir tür kaybolma halini yaşaması olduğu belirtiliyor. Akademisyenlerin ürettikleri eserlerde; ekonomik krizler, mülteci sorunları ve kayıpların ülkelerin

kaybolmasına, milletlerin kaybolmasına, göçlerin oluşmasına neden olduğuna vurgu yapılıyor. Bir tür ‘‘akıl yitirme durumunu’’ yaşayan dünyanın, bu çaresizliğine bir çözüm bulamadığı belirtiliyor.

Akademisyenler Sergisi'ndeki eserler de genellik-le ‘‘Biz Kaybolduk’’ konsepti, üreten insanların da yaşanan bu kaotik gelişmeler karşısında ürettikle-rinin içinde kendilerini bulamamaları hali bilim ve sanat üreten her insanın içinde yaşadığı durumu çok iyi yansıttığına işaret ediliyor.

"SERGİYİ GELENEKSEL HALE GETİRMEK İSTİYORUZ"

Bu sergiyi geleneksel hale getirmek istediklerini söyleyen Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fa-kültesi Dekanı Prof. Dr. Selahattin Yıldız, "Yaptığı-mız işlerle öğrencilerimizin kendi yaptıkları işleri kıyaslaması, örnek oluşturması açısından bu gele-neğin önemli olduğunu biliyorum ve bu ilkeden yola çıkarak biz de bu sergiyi geleneksel hale getir-mek istiyoruz" dedi.

Serginin küratörü Maltepe Üniversitesi Güzel Sa-natlar Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Meh-met Özen ise şöyle konuştu:

"BU SERGİ BİLİM ÜRETEN İNSANLARIN SANAT DA ÜRETEBİLECEĞİNİN BİR

GÖSTERGESİ""Bu sergi bilim üreten insanların sanat da

üretebileceğinin bir göstergesi. Bu sene ikincisini düzenlediğimiz bu sergiye sanat ve bilim üzerine akademik çalışmalar yapan 22 akademisyen katıldı. Aşağı yukarı 44 çalışma var. Daha çok tıp fakültesinden arkadaşlarımızın katılımı oldu. Bu seneki temayı 'Biz kaybolduk' olarak belirledik. Genellikle kaybolmayı kişi tek başına yaşar ama burada çoğul bir ifade kullandık. Kitlenin kayboluyor olması çok rastlanır bir şey değil. Özellikle son zamanlarda mülteci sorunlarının, göç sıkıntılarının yaşanıyor olması kaybolmayı iyi anlatan bir ifade. Dolayısıyla bir kişinin değil bir grubun kayboluyor olması dünyanın çok büyük bir problemi. Kaybolma aynı zamanda teknoloji karşısında insanın kendini aciz hissetmesini de kapsıyor. Elimizdeki telefonlara baktığımızda birçok fonksiyonu var ama biz bunların üçünü, beşini kullanıyoruz. Teknoloji içinde de bir kaybolma hali var. Üreten insanların kendi ürettiklerinin içinde de kaybolma ihtimali var. Biz de bu geniş konu üzerine çalıştık. Herkes kendi ürettiği çalışmayı buraya getirdi ve büyük bir seçki oluştu."

Akademisyenler sanatçı yönlerini bu kez ''Biz kaybolduk'' teması ile sergiledi

Sanat

Page 4: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

4

Radyonun büyüsüne ne oldu?Ceren GAZİ / Eslem İBUK

Söyleşi

Bi’ Dolu Medya etkinliğine bu kez Çengel-köy Belediyesi ev sahipliği yaptı. Sunuculu-ğunu Mehmet Aydın ve Hopdedik Ayhan’ın yaptığı gösteriye biz de katıldık. Aydın ile Hopdedik radyo ve televizyon dünyasına renkli bir bakış açısıyla yaklaştılar. Medya-nın mutfak bölümünü videolarla destekli bir şekilde anlattılar. Program sonunda Hopdedik Ayhan’la rad-yoculuğu üzerine bir röportaj gerçekleştir-dik.

Ayhan Güngör ismiyle değil Hop dedik Ay-han lakabıyla tanınıyorsunuz. Bu ismin çıkış noktası neydi? Neden Hop dedik Ayhan?

Markalaşmada sorun yaşayacağımı düşündüm. Kadir Çöpdemir, Cem Ceminay gibi isimler kulağa şık geliyordu. Ben de bir lakap bulayım dedim. Hopdedik’i buldum. İnsanları hep uyarıyordum; “Onu yapmayın hop dedik, bunu yapmayın hop dedik” derken bir tane de müzik bulduk “Hopdedik hopdedik Ayhan” diye. Zamanla bu tekerleme halini aldı. Aradan 25 yıl geçti ve bu isim markalaştı. İnsanlar sizi yüzünüzü görmeden dinliyor ve seviyor. Sesinizle ünlü olmak nasıl bir duygu?

Sesimle ünlü olmak dünyanın en güzel şeyi.Bedensel olarak pek tanınmıyorsunuz ama ses

olarak herkesin hayatında yer edinmişsiniz. Aşağı yukarı 20 yıllık bir yayın hayatım var. İnsanlar belki benim bir anonsumla ağlamış, belki evlilik şarkılarını çalmışım bu benim için çok önemli. Bir de ben sadece radyoculuk değil seslendirme de yaptığım için sesimden

hemen tanınıyorum. Önceden sosyal medya olmadığından sima olarak tanınmıyorduk. Televizyondan ayrıldığımız nokta da bu. Şimdi sosyal medyada biraz daha yüzümüz biliniyor.

Peki sizin için görünmek mi? Bilinmek mi?

Benim için görünmek de bilinmek de güzel bir şey aslında. Bazen görünce hatırlıyorlar, “bu adam biriydi” diyorlar. Mesela geçen başıma geldi: İstiklal’de yürürken iki genç arkadaş durdurdu ve “ya siz ünlüsünüz” dediler. Adımı da bilmiyor yalnız. Yani böyle bir durum var. Onlara göre radyoya veya televizyona çıkıyorsanız ünlüsünüz.

“Ne olursa olsun radyoyu bırakmam”

Kendinizi kamera önünde mi yoksa radyo yayınında mı daha özgüvenli hissediyor-sunuz?

Tabii ki radyo yayınında. Ben televizyon önünde de program yaptım. Dönem dönem yapmaya devam ediyorum. Ama ne olursa olsun radyoyu bırakmam. Radyo benim için bir yaşam tarzı. Hopdedik Ayhan Show Türkiye’nin en çok bilinen 15 programından bir tanesidir diye tahmin ediyorum.

Birçok alanda ödülünüz var. Kesinlikle hak ettim ve bana vermeselerdi üzülürdüm dediğiniz bir ödül var mı?

Yok. Zaten son 4-5 yıldır beni aday göstermeyin diyorum. Artık yeni arkadaşların ödül alması

lazım. Bizim gibi bilindik isimler aday olarak gösterilince ödülü bize veriyorlar. Bu yüzden çekildim. Ama benim için en büyük ödülü sorarsanız Uykusuz Dergisi’nde karikatürüm çıktı ve şahane bir ödüldü.

Durmaksızın farklı projelerle seyirci karşısına çıktınız. Sizin için bir işkolik diyebilir miyiz?

Kesinlikle işkoliğim. Dikkat ederseniz yaptığım gösteriler, sunuculuk, seslendirme hepsi mesleğimle alakalı. Bir de Allah yetenek vermiş açıkçası bunu iyi kullanabilmek güzel. Tarzım sevilir sevilmez ona bir şey demiyorum. Çünkü benim asıl tarzım Türk sinemasıdır. Türk sinemasındaki karakterleri konuşturdum. Bunun yanı sıra Alo Ben Vahit adlı programı sundum. O da dönemin en büyük telefon şakalarından bir tanesidir.

Yaptığınız programlardan içinize en çok sinen hangisiydi?Sunumunu Hayri İşler ile birlikte yaptığımız Ninja Warrior en çok zevk aldığım ve hoşnut olduğum projedir. O dönem çok fazla reyting aldı. Orijinali biraz farklıydı fakat biz öyle anlatırsak reyting alamayacağımızı düşündük. Bu yüzden oradaki bütün Japon karakterleri Türkleştirdik. Ninja Warrior içimde bir uktedir. Yine olsa sunmak isterim.

“Çok konuşan değil çok gözlemleyen bir insanım”

Bu konuşkan yapınız mesleğinizin bir getirisi mi yoksa Hopdedik Ayhan günlük hayatta da konuşkan biri midir?

Page 5: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

5

Tam tersi. Birazdan arabaya binerim daha da beni konuşturamazsınız. Ben de hep esprisine “bana para verdiğin zaman ben konuşurum” diyorum. Para vermek demek de yaptığım işin karşılığını almak tabii ki. Çok konuşan değil çok gözlemleyen bir insanım. Başarılı olmamın sebebi de bu. Günlük hayattaki gözlemlerimi programımda anlatıyorum. Türkiye’de dakika başı bir olay var. Sadece olayları anlatsak yine kardayız.

Program boyunca aktif bir şekilde konuşmanız gerekiyor. Tıkandığınız zam-anlar oluyor mu? Bu durumda bir kaçış yol-unuz var mı?

Var. Zaten o an tıkanacağımı anlıyorum. Sesi kapatıyorum, müziği yükseltiyorum. Bu taktiklerden bir tanesidir.

“Hedefimi tam 12’den vurdum”

Mesleğin içinde pişmenizin size kattıkları nelerdir?

Ben dönemin en zor okullarından biri olan Kabataş Erkek Lisesi mezunuyum. Oradan genelde siyasetçi, bilim adamı falan çıkar. Ben kafayı müzik işlerine takmıştım. Zaten ders aralarında tahtaya çıkar sunuculuk, çocuklara şakalar falan yapardım. O zamandan beri içimde hep sunum ve radyo aşkı vardı. Eve gidince radyo dinlerdim o yüzden derslerim hep kötü gelirdi zaten. Sonrasında bir karar verdim ve “ben vj olacağım” dedim. Beyoğlu’nda gece kulüplerinde çalmaya başladım. Zaman kazanmak için Açık Öğretim Fakültesi’ni yazdım. Açık söyleyeyim Radyo ve Televizyon bölümü okumak istemedim. Bu işi alaylı olarak götürüp ondan sonra bir noktaya varırım diye düşündüm. Ben böyle bir yol çizdim ve hedefimi tam 12’den vurdum.

Amatör olarak anons yapmakla başlayan bu serüvenin sizi getirdiği noktadan memnun musunuz?

Kesinlikle memnunum. Bir de ben medya mensubu olduğum için açıkçası hem şanslıyım hem şanssız. Aslında biz medyacılar bıçak sırtında yaşıyoruz. Bize istifa bile etsek hemen kovuldu diyorlar. Sesimizi duyuracak bir radyo veya televizyon bulamayınca sıkıntıya düşüyoruz.

Bu meslekte kendinizi bu kadar mutlu hissetmenizin sebebi nedir?

Dünyanın en şanslı insanlarından biriyim. Hep “Allah’ım bana öyle bir iş ver ki sabah erken kalkmayayım.” dedim. Yirmi beş senedir sabah program yapmıyorum. Yayınlarım hep öğlendi. Şimdi TRT FM’de gece yayınları yapıyorum. 2018’de tekrar gündüz yayınına başlayacağım. Sokaklarda insanları görüyorum. Birçok insan mutsuz işe gidip mutsuz evine dönüyor. Çünkü istemedikleri meslekleri yapıyorlar. Ama hayatlarını kazanmak zorundalar. Onları

düşününce ben dünyanın en şanslı insanıyım. Hem istediğim işi yapıyorum hem de bundan para kazanıyorum.

Radyonun yeni medyaya adaptasyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Herkesin bir sosyal medya hesabı olacak artık buradan canlı yayınlar yapacağız diye bunu çok savunduk. O dönem birçok kişi önemse

medi. O boşlukları zaten bir anda sosyal medya fenomenleri doldurdu. Artık Instagramda, her yerde canlı yayınlar var. Radyocular yeni medyayı geç keşfettiler ve bunun sıkıntısını yaşıyorlar. Bir de ben insanlara sadece radyoyu dinletemeyeceğimizi düşünüyorum. Sadece duymak yetmeyecek artık. Bizi çalışırken de görmek istiyorlar. Ben buna yeni bir dönem diyorum. “Radyo-vizyon”. Hem radyo tarafı hem televizyon tarafı. Yani çalışırken bizi görecekler artık. Radyonun büyüsü eskidendi. Yeni medyaya ayak uydurmak gerekiyor başka türlüsü olmaz.

İletişim Fakültesi’nde okuyup sizin mesleği-nize ilgisi olan birçok öğrenci var. Onlara ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Radyo ve televizyonlar ilk çıktığı ve özelleşti-ği zamanlar İletişim Fakültesi’nden daha fazla meraklı arkadaş geliyordu bize. Şimdi mese-la İletişim Fakültesi’nden konferansa davet ediyorlar. Katılımı çok düşük görüyorum. Eskiden salonlar doluyordu. Şimdi bir sosyal

medya fenomeni gelince salonlar doluyor. Ben de diyorum ki bu işi gerçekten sevenler yapsın. Medya işi yetenek ve merak gerekti-riyor. İletişim Fakültesi’nde okuyan arkadaş-lara tavsiyem tarzı hoşuna giden radyocuları dinlesinler ve onlar gibi konuşsunlar. Rad-yolarda staj yapsınlar. Şimdiki öğrenci arka-daşlar bence şanslılar. Eskiden bu işi herkes yapmak istiyordu şimdi sayı azaldı. O yüzden medyada daha rahat yer bulabilirsiniz. Ben ekran önündeyim. Siz belki de bu işin mutfak tarafını seçeceksiniz. Kişisel yetenek gerekti-ren bir iş bu. Ben meraklıydım başarılı old-um. Umarım herkes başarılı olur.

Page 6: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

6

Nasıl ki herkesin bir senaryosu vardır, herkesin hayatı yazsan roman olur “kafe açmak” tabi-ri de böyledir. Herkesin aklının bir köşesinde durur fakat eyle-me geçmesi zordur. Eyleme dö-küp çok başarılı olanlar da var tabii. Bu insanlardan biri de çı-nar ağaçları, dar sokakları ve bir neslin çok severek takip ettiği, Mahallenin Muhtarları dizisiyle bilinen Maltepe/Beşçeşmeler’de 10 yıldır bir “düş” içinde yaşa-yan, Düş Kafe’nin sahibi Ahmet Yıldırım. Etrafında sürekli deği-şen işletmeler olurken, kendisi üstüne koyarak devam ediyor. On senelik bu başarısının sebebi-ni ise çok kısa özetliyor: “Ben işi-mi sevdim”. Ben de 6 yıldır süre gelen bir “Düş Kafe sakini” ola-rak bu konuyu Ahmet Yıldırım’la konuşmak istedim.

Çoğu insanın hayalini kurduğu şeylerden biri kendi işinin patronu olmak, biliyorsun ki kafe açma ha-yali de bu amaç için sık kurulan bir hayal. Senin böyle bir hayalin var mıydı?Senin de dediğin gibi okul ortamın-da, arkadaş ortamında herkesin dilin-de bir kafe açmak var, herkesin gön-lünde yatan bir aslan sanki. Benim hayatımın çoğu bu iş içinde geçtiği için yapabileceğim iş buydu. Bir kafe olması şart değildi, başka bir iş de ya-pabilirdim. Aslında bana sorarsan te-melinde “özgür olma” isteği yatıyor.Kafe açmaya karar verdin ve araştır-maya başladın. Kafeyi nerede açaca-ğın çok önemli değil mi?Kafe açmak için seçtiğiniz konum tabii ki çok önemli. İnsan trafiğinin yoğun olduğu bir yer olması lazım, insanların araştırıp bulma pratiği

çok iyi değil. Tabii sosyal medya var, burada birçok mekân keşfedebilirsin fakat bu yanıltıcı olabilir. Sosyal med-yada şişirilmiş, abartılmış mekânlar olabilir.Konumu iyi olmasa bile reklam ya-parak ayakta kalamaz mı?Reklamı kafenize gelen insanlar ya-par, sizi çevresine anlatarak. Bu son-suza kadar değişmeyecek bir yöntem-dir. Bu sebeple kafenize gelen misafiri iyi ağırlayacaksınız ki anlatılabilesi-niz. Bu şekilde konumun dezavantajı-nı biraz ortadan kaldırabiliriz.

"Bilmediğin yollara girmelisin belki de"

Maltepe/Beşçeşmeler’de bir kafeaçma fikri nasıl oluştu? İnternet ortamında bakıyordum sürekli satılan kiralanan yerlere, tesadüfen önünden geçtim ve sonra burayı internette gördüm. Biraz da şansım beni zorladı, ben şansımı zor-lamadım dürüst davranayım. Ben de her Maltepeli gibi minibüs cad-desinden aşağı kadar yürüyüp tren yolunun oradan geri dönerdim ya da paralel yürürdüm. Ne zaman alt geçi-di geçtim o gün şansım döndü. Belki de, burada bir mecaz olabilir, bir gün bilmediğin bir yola girip şansını de-ğiştirebilirsin, bilmediğiniz yola gir-mekten korkmamanız gerekiyor.Burayı aldın ve sıfırdan bir kafe ya-rattın, bu bir yetenek mi gerektiri-yor? Her gün bir yenilik yaptım ve bura-ya gelen insanlar bunu fark etti. Bu-radan kazandığım bütün parayı yine buraya harcadım. Kuruşu kuruşuna hesaplamadım ama kabaca bakarsak 10 yılda epey harcama yapmışımdır. Bu kenardaki bir para değildi, kazan-

dıkça işime yatırdım. Bu tamamen senin tarzınla alakalı, gidersin 20 li-raya da bir gömlek alabilirsin 200 li-raya da alabilirsin. Kalite benim her zaman önceliğimdi. Çok üstün yete-neklerim olduğunu düşünmüyorum, ben işimi sevdim. Sihirli cümle de bu belki; işini severek yapmak. Burada kazandığım ilk paranın arkasını önü-nü çevirip baktım, daha önce hiç 1 lira görmemiş gibi “Ne kadar büyük para!” dedim. Altı o kadar doluydu ki müthiş bir emek vardı arkasında, esas değerli olan buydu.Kafe açabilmek için gerekli olan evrakları toplama süreci zor ve uzun bir süreç mi?Otoritenin senden istediği evrak-ları yerine getirmen lazım. Ulaşı-lamaz evraklar değil, işin en kolay tarafı o. Senin yapacağın işle ilgili sınıflandırmalar var, gidiyorsun seni yönlendiriyorlar zaten işin en kolay tarafı o, gözde çok büyütmemek la-zım.Müşterilerinle ilişkin nasıl? Sanı-rım onlara ‘misafir’ demeyi tercih ediyorsun.Evet, misafir olarak görüyorum on-ları. Beşçeşmeler’de şu olabiliyor; müşteriyi kendi mekânına oturtmaya zorlama… Bu misafirperverlik de-ğildir, baskıdır. İnsanları kendi ira-desinin dışında davranmaya zorla-yamazsınız, bu şekilde davranırsanız ‘müşteri’ olur. Baskı altındaki misa-fir, müşteridir diyebiliriz. Bu şekilde kalıcı olamazsınız. Çünkü o insanlar size gelmeyi özgür iradeleriyle tercih ettiği zaman iş bitmiştir! O zaman ka-lıcı olabilirsiniz.Burada büyük bir emek var ve bura-yı gönül rahatlığıyla emanet edebi-leceğin insanlarla çalışmak istersin diye düşünüyorum. Çalışanlarını nasıl seçiyorsun? Onlardan beklen-tilerin neler?

Sende şahitsin yıllarca tek başıma ça-lıştım. Gece, gündüz, hafta sonu ça-lıştım ve bir emek verdim. Yoldan ge-çip iş soranla pek fazla iş konuşmam o sebeple. Mutlaka çok iyi tanıdığım birinin tavsiyesi üzerine, yeni biriy-le iş görüşmesi yaparım çünkü şuna inanırım; bir kişiye referans olmak kendin için bir şey yapmaktan daha zor, büyük bir sorumluluk. En fazla benim kasamdan bir çalar, iki çalar ben onun farkına varırım. Esas olan misafire nasıl bir enerji verdiği, kötü bir enerji veriyorsa misafire asıl hır-sızlık odur. Bu sebeple çalışanlarımın enerjisinin yüksek olmasını, güler yüzlü ve samimi olmasını beklerim. Bu zamana kadar da büyük problem-ler yaşamadık bu konuyla ilgili, burası ‘müdavim’ ağırlıklı bir işletme olduğu için o gün misafir burada ne kadar şanssızlık yaşarsa yaşasın benim onu telafi etme şansım vardır. Gönlünü alabilirim.

Kendini nasıl bir işveren olarak gö-rüyorsun?Burası geliri belli bir işletme ama ci-rosuna göre fazla istihdamda bulun-duğunu söyleyebilirim. Bugün işler iyi; fazla insan işe alayım, yarın işler kötü insanları işten çıkarayım gibi düşüncelerle asla olmaz bu iş. Dürüst bir işverenim, çalışanlarımla her şeyi net bir şekilde konuşurum.Bir şeyi çok merak ediyorum, işve-ren olarak çalışanıma keşke şu fır-satı da verebilsem diye dertlendin mi hiç? Evet. Mesela kurumsal şirketler “ti-cket, sodexo” gibi yemek fişleri veri-yorlar çalışanlarına, ben öyle bir şey yerine çalışanlarımı bir spor salonu-na üye yapıp onların yaşam kalitele-rini arttırmak isterdim. Bu kendi ruh hallerine olumlu yansıyacaktır, haliy-le bu durum çalışmalarına da yansı-yacaktır.

KAFE AÇMAK BİR DÜŞ MÜ?Mehmet Ali GÜLHAN

Röportaj

Page 7: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

7

Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen iletişim se-minerlerinin bu yılki teması, iletişim araştırmalarında yöntemi tartışmak-tı. 2017-2018 Akademik yılı içinde İletişim Fakültesi bu bağlamda farklı üniversitelerden birçok akademisyeni konuk etti ve meslektaşları ile bu-luşturdu.

İlk semineri, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Bilişim Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cem Sütçü, "Sosyal Bilim-lerde Araştırma Yöntemleri" adlı sunumu ile yaptı.

Pek çok araştırmada; araştırma ve istatistik danışmanı olarak görev alan Özge Özkurt ise, 17 Kasım 2017 tarihinde "Araştırma Dünyasının Kısa

Özeti" adlı sunumu ile İletişim Fakültesi’nin konukları arasında yer aldı.

Beykoz Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Dekanı ve Uluslararası Göstergebilim Derneği (Association Internationale de Sémiotique) üyesi Prof. Dr. Nükhet Güz ise 8 Aralık 2017 tarihinde, "Araştırma Yöntemleri ve Göstergebilim" adlı bir sunum yaptı.

Ardından Altınbaş Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ercan Gegez, 22 Aralık 2017 tarihinde yaptığı "Araştır-mada Metodolojik Hatalar" başlıklı sunumu ile iletişim fakültesi güz döne-minin son konuğu oldu. Paylaşım toplantıları bahar döneminde de devam edecek.

İletişim Fakültesi Akademik paylaşım toplantıları devam ediyor...

Araştırma konuları akademisyenlerin gündeminde ilk sıralarda yer alıyor. Bu nedenle Maltepe Üniversitesi YADYO Mustafa Necati Konferans Salo-nu’nda bir çalıştay düzenlendi. Bilimsel Araştırma Yöntemi ve Araştırma-larda Rapor Hazırlama” kitaplarının yazarı Maltepe Üniversitesi Eğitim Fa-kültesi Eğitim Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Niyazi KARASAR, çalıştayda, ‘Araştırma’ konularının inceliklerini anlattı. Ayrıca lisansüstü düzey için de "Tez Yazım Kılavuzu"nu güncelleme çalışmaları bağlamında bir sunum yaptı.

Karasar modeline göre; araştırma yöntemi, bir başka araştırmacının aynı ça-lışmayı gerektiğinde aynen tekrarlayabilmesine olanak sağlayacak kapsam ve ayrıntıda bir rapor vermeyi gerektiriyor.

Doktorasını Amerika Birleşik Devletleri’nde Ohio State Üniversitesi'nden aldıktan sonra konuk araştırmacı olarak da çalışan Karasar, 1970’de Türki-ye’ye dönmüş; 1975 yılında doçent,1983 yılında profesör olmuştur. 2011 yı-lından bu yana da Maltepe Üniversitesi bünyesinde görev yapmaktadır.

Araştırma yöntemleri konuları hız kazandı

Page 8: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

8

Türkiye’de felsefenin yüzyıllık sorunları özne dergisinde tartışıldı

Altı aylık felsefe dergisi Özne, Türkiye’de Felsefenin Yüzyılı başlığını taşıyan 26. sa-yısında Cumhuriyet dönemi öncesinde ve şimdisinde yürütülen felsefi çaba ve çalış-maları, bunların sonucunda oluşan ente-lektüel birikimi mercek altına alan yazıla-ra yer veriyor.

Maltepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Betül Çotuksöken’in editörlü-ğünde hazırlanan dergide Aymet Şuayb, Nusret Hızır, Hilmi Ziya Ülken, Takiyet-tin Mengüşoğlu, Nermi Uygur, İoanna Kuçuradi, Betül Çotuksöken gibi son yüz-yılda Türkiye’deki felsefi söyleme katkı ve-

ren temsilcileri ele alan yazılar da yer alıyor.

Prof. Dr. Betül Çotuksöken, “Türkiye’de Felsefenin Yüzyılı: Bir Kurumsallaşma Öyküsü” başlıklı yazı-sında, Türkiye’de felsefenin yüzyıllık tarihini üni-versite bağlamında, Maltepe Üniversitesi örneğinde, “entellektüel soykütüğü/soyağacı” çerçevesinde kay-da geçiriyor, değerlendiriyor.

Dergide ayrıca, Ali Utku ile Osmanlı Felsefe Ça-lışmaları hakkında yapılan söyleşiyle Maltepe Üni-versitesi öğretim üyeleri Güncel Önkal ve Ahu Tun-çel’in “Çağcıl Bir Felsefe Sorusu Nedir?”i tartıştığı yazı da dikkat çekiyor.

YAYIN İLETİŞİM KULÜBÜ ÖĞRENCİLERİ HABER PEŞİNDE

MEK Liseleri Yayın İletişim Kulübü öğrencilerinden Berfin Aladağ, Mu-rat Nişancı, Sarp Özay ve Ada Ko-cabaş, İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi, Meteoroloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Selahattin İncecik’in konuşmacı olarak katıldığı, moderatörlüğünü Erdener Ildız’ın yaptığı “İstanbul’da Hava Kalitesinin Dünü, Bugünü ve Yarını” konulu semineri izledi.

21 Ekim Cumartesi günü Ataşehir Belediyesi Cemal Süreya Sergi ve Etkinlik Merkezi’nde gerçekleşen seminerde konuşma yapan, aynı za-manda İngiltere merkezli Hava Kir-liliğini Önleme ve Çevre Koruma Dernekleri Birliği (IUAPP) Başkanı olan Prof. Dr. Selahattin İncecik, İs-

tanbul’un havasında ciddi bir partikül madde kirliliği olduğunu belirterek, kışın oranların daha da attığını ve kent genelinde inşaat tozları ile dizel araçlardan kay-naklanan partikül madde kirliliğinin çok yoğun olduğunu söyledi.

MARMARA MESLEK LİSESİ ÖĞRENCİLERİSİNEMA MÜZESİ İLE GALATA

MEVLEVİHANESİ’NDE

Radyo TV Program-cılığı Dalı’nda eğitim gören Özel Marma-ra Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi 9. ve 10. sınıf öğrencileri, Meslek Dersleri öğ-retmenleri Şadan Alptekin rehberliğin-de 24 Ekim Salı günü gerçekleşen gezide, önce Türk Sinema-sına çok sayıda film kazandıran, senarist ve yapımcı Türker İna-noğlu'nun kurduğu ülkemizdeki tek sine-ma tiyatro müzesini ziyaret etti.

Öğrenciler,TÜRVAK’tan sonra da 1481 yılında kurulmuş olan “Galata Sarayı Endurun Mektebi” ile birlikte Beyoğlu’ndaki en önemli Osmanlı eserleri arasında yer alan Galata Mevlevihanesi’ni gezdiler.

MANDIRA FİLOZOFU MARMARA EĞİTİM KURUMLARI’NDA

“Mandıra Filozofu” ve “Yaşamak Güzel Şey” adlı filmleriyle tanınan, şimdi ise söz ve hiciv ustalarını sahnede esprili bir dille anlattığı “Lafını Esirgemeyenler” adlı tiyatro oyunuyla sevenleriyle buluşan, Mandıra Filozofu’nda “Mustafa Ali” karakteriyle gö-nülleri fetheden değerli sanatçı Müfit Can Saçıntı, Marmara Eğitim Kurumları’nın konuğu oldu.

Rehberlik Danışma Merkezi tarafından düzenlenen “Kariyer Günleri-3” etkinliği kapsamında 7 Aralık Perşembe günü Hasan Ali Yücel Konferans Salonu’nda öğren-cilerle bir araya gelen Saçıntı, gençlere eğitimin ve iyi birer biey olmanın öneminden söz ederken kendi kariyerinden de örnekler vererek gençlerin sorularını yanıtladı. Öğrenci ve öğretmenlerin yanı sıra velilerin de büyük ilgi gösterdiği etkinlikte Sa-çıntı, izleyicileri hem düşündürdü hem de güldürdü.

Kolej

Page 9: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

9

Maltepe Üniversitesi, 20. yaşını Marma Otel İstanbul’da düzen-lenen törenle kutladı. Piyano re-

sitaliyle başlayan etkinlik, 20. yıl belgese-linin gösterimiyle devam etti. Gece, ödül töreni ve 20. yıl pastasının kesilmesiyle son buldu.

ŞİMDİDEN ÖNÜMÜZDEKİ 20 YILIN YOL HARİTASINI

ÇİZİYORUZ

Belgesel gösterimi ardından konuşan Rektör Prof. Dr. Şahin Karasar, 20. yılını tamamlamış bir vakıf üniversitesi olmanın gururunu yaşa-dıklarını belirterek, "Fiziksel yapılanmasını ta-mamlamış, akademik insan kaynağı anlamında kendi akademik iş gücünü yetiştirmiş bir üni-versiteyiz. İnovatif ve biyomedikal projeler, yeni ve nano teknolojilerle gündeme gelmemiz söz konusu. 2018 yılından itibaren bunları adım adım hayata geçirmek suretiyle önümüzdeki 20 yılın hedeflerini şimdiden belirlemiş ve yol ha-ritasını çizmiş oluyoruz" dedi.

GELENEKTEN GELECEĞE

Prof. Dr. Karasar, törende gösterimi yapılan ‘Gelenekten Geleceğe’ adlı belgesel gösterimi-nin ardından şunları söyledi:

"Bizim geleneklerine bağlı bir üniversite olma çizgimiz var. Bunu insan kaynağımızla ve öğrencimizle yaşayarak hissediyoruz. Belgesel-de de vurgulandığı üzere ‘Gelenekten Geleceğe’ uzanan yolda, geleneğimize bağlı ama geleceğin çağdaş gereksinimlerini de yerine getiren, do-layısıyla teknolojiyle barışık, bilgiyi üretmeye aday nesiller yetiştirmeyi hedefliyoruz."

Konuklara da dağıtılan ‘Birlikte Büyümek’ baş-lıklı 20. yıl kitabının üniversitenin kuruluş öy-

küsünü anlattığını belirten Prof. Dr. Karasar, "1997 yılında üniversitenin kuruluşuyla birlikte doğmuş olan ve şuanda bizim öğrencimiz olan öğrencilerimizle 'Birlikte Büyümek' adlı kitabı hazırladık. Öğrencilerin yaşam öyküsüyle, üni-versitemizin kuruluş ve bugünlere geliş öykü-sünü birbiriyle örtüştürdük" diye konuştu.

TOPLUMLA BİLGİ ARACILIĞIYLA BULUŞMAK

İSTİYORUZ

Bir üniversitenin büyümesi ve kurumsallaşma-sının önemine değinen Maltepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Betül Çotuksöken, "Maltepe Üniversitesi eğitim öğretim alanın-da, araştırmada ve toplumla bilgiyi paylaşma-da çok önde gelen bir üniversite. Biz toplumla bilgi aracılığıyla buluşmak istiyoruz, bunu çok önemsiyoruz. Ombudsmanlık konusunda bir çalışma yaptık ve üniversitemize bir ombuds-

man grubu kurduk. Öğrencilerimizi üniversi-tede bulundukları yıllarda etkin özne olarak yetiştirmeye çalışıyoruz’’ dedi.

EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİNİ ÖNEMLİ BULUYORUZ

Uluslararası ilişkilerde mesafe kat etmiş bir üniversite olduklarını belirten Prof. Dr. Çotuksöken şunları söyledi: "Biz eğitimde fırsat eşitliğini, eğitim alma hakkına ulaşma-yı ve erişmeyi, nitelikli eğitime ulaşmayı son derece önemli bulan bir üniversiteyiz. Sadece kendi öğrencilerimizin nitelikli eğitime ulaş-ması hakkında önderlik yapmıyoruz. Aynı zamanda lise öğrencilerine yönelik de çalış-malarımız var. Öğrenci değişim programla-rı var, öğretim üyesi programları var. Çeşitli projelerle yurt dışı üniversitelerle sürekli bir araya geliyoruz."

OLUMSUZLUKLARDAN ŞİKÂYET ETMEYE HAKKIMIZ

YOK

Maltepe Üniversitesi Kurucusu ve Mütevelli Heyeti Başkanı Hüseyin Şimşek törende yap-tığı konuşmada;

"Üniversitelerimizin toplumu aydınlatma ve bilgiyi paylaşma sorumluluğu üzerinde ısrar-la duruyorum. Günümüzdeki olumsuzluklar-dan sadece şikayet etmenin aydın sorumlulu-ğu ile bağdaşmayacağını düşünüyorum. Bu konularda karşılaşılan sorunlara hep birlikte çözüm bulabileceğimize inanıyorum. 20. yıl kitabının ve belgeselinin hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür eder, 20. yılımız kutlarım." dedi.

Maltepe Üniversitesi 20’nci yaşını kutladıKutlamalar sürecek...

Üniversite

Page 10: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

10

Yazın ve Kültür dersi kap-samında öğrencilerimiz Maltepe Üniversitesi bah-çesindeki heykelleri fo-toğrafladı ve hikayelerini araştırdı. Onlardan biri-si de Mimarlık Fakültesi bahçesinde bulunan ve oldukça ilgi gören Seyit Onbaşı heykeli.

Balıkesir’in Havran ilçe-sinde 1889 yılında dünyaya gelen Seyit Ali Çabuk na-mıdiğer Seyit Onbaşı, 1909 yılında Osmanlı ordusuna katılarak askerlik hayatına başladı. 1912 yılında Bal-kan Savaşlarına katılan Se-yit Onbaşı, savaş bittiğinde terhis edilmedi ve topçu

eri olarak göreve devam etti. Çanakkale cephesin-de görev aldı ve savaşta gösterdiği kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdır-dı. 18 Mart Deniz Savaşı sırasında bir rivayete göre 215 okkalık mermiyi kal-dırarak düşman gemisinde büyük bir hasar bırakmayı başarmıştı. Başarısının ar-dından kendisine onbaşılık ünvanı verildi.

Çanakkale savaşından bir gün sonra Seyit Ali On-başı'nın top mermisi sır-tında fotoğraf çekilmesi istendi fakat kendini ne kadar zorlasa da kaldıra-madı. Sonra Seyit Onbaşı

“Yine savaş olsa, yine kal-dırırım” dedi ve fotoğraf, tahta bir mermiyle çekildi.

Savaş bittikten sonra or-mancılık ve kömürcülük işlerine devam etti. 1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla “Çabuk” soyadını aldı.

1939 yılında vefat ettti. Mezarı ise doğduğu yer olan Balıkesir’in Havran ilçesindeki Koca Seyit (Manastır) köyünde bulu-nuyor.

Kahramanlıklarıyla adın-dan çokça söz ettiren On-başı, gelecek nesillere ör-nek olmaya devam ediyor.

ÖĞRENCİLERİMİZ HEYKELLERİ FOTOĞRAFLADI VE HİKAYELERİNİ ARAŞTIRDI

Page 11: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

11

Sonbahar denildiğinde aklımız-da, yere düşen kurumuş yaprak-lar, günbatımı, yağmur ve kırmızı şemsiyeli kadın görüntüleri be-liriverir. Sanki mevsim boyunca her şey puslu olmak zorunday-mış ve öyle kalacakmış gibi. As-lında sonbaharı anımsatan sarı, turuncu, gri renklerinden ziya-de nasıl bu kadar canlı olacağına şaşıracağımız sonbahar çiçekleri var. Biz de sizler için bu çiçekleri ustasından İzmit Symbol Yaşam Merkezi'nde çiçekçi Haluk Üs-tündağ'dan öğrendik. Sonbahar bilincimizde hep puslu kalmasın istedik…

Sonbahar Çiçekleri hangi dönem-lerde çiçek açıyor, hangi çiçekleri ‘sonbahar çiçeği’ olarak adlandıra-

biliriz? Bizi biraz bilgilendirebilir misiniz?

Sonbahar çiçekleri Ekim ayının orta-

larında başlar, Kasım ayının sonuna dek devam eder. Sonbahar çiçeği ola-rak söyleyebileceğimiz kasımpatılar var; krizantem de deniyor bu çiçeğe. Dona dayanıklı ve güzel çiçeklenip her yıl yeniden açan kalıcı bir bitki isteyen için krizantemleri öneriyo-ruz. Toprak ayırt etmeden kolayca yetişebilen kalıcı bir bahçe bitkisi. Yine sonbaharda süs lahanaları, her-cai menekşeler, çuha çiçekleri, ka-ranfiller olur. Hüsnüyusufların Ekim mevsimi, sümbüllerin çiçeklenmeye başladığı mevsim sonbahardır.

Peki müşterileriniz arasında bu konuda bilgili olan, gelip mevsimi-ne uygun çiçek seçenler çoğunluk-ta mı? Halk bu konuda bilinçli mi?

Bu tarz müşterilerimiz evet var, gelip kendisinin nasıl yetiştirebileceğini sorup önceden tohumlarını bizden

alan. Ama onların dışında her mevsim en çok sattığımız güller, karanfiller yine revaçta. En çok ilkbaharda papat-

ya düşkünlüğü yaşıyoruz, mevsime göre en uygun tercihi o dönemde ya-pıyorlar.

Sonbahar ayında çiçek satışlarınız ne durumda oluyor?

Sonbaharda işler iyi çok şükür, kötü değil. Genelde krizantemlere yöne-lim oluyor, önümüzde bir 24 Kasım var. Öğretmenler Gününde işlerimiz-de yoğun bir artış gözlemlenebiliyor. Gül, karanfil ve krizantemler güzel satılıyor.

Son olarak sonbahar çiçekleri ile il-gili ayrıntılı bilgi almak istiyorum sizden.

Krizantemlerden bahsettik. Onun dışında süs lahanaları var demiştik. Süs lahanalarının yaprakları kıv-rımlı, beyaz, pembe, mor, morumsu yeşil renklerdedir. Kasım ve Şubat ayları arasında en güzel şeklini alır. Sıcaklar başladığı anda formları bo-

zulur. Süs lahanası çiçeğinden çok, yapraklarının güzel görüntüsü için tercih edilir. Üretimi tohumla olur. Hercai menekşeler kentlerin kirli havasına kolayca uyum sağlayabilir. Bahçe ve parklardaki çiçek tarhla-rında yetiştirildiğinde çok süsle-yici oldukları gibi, saksı ve plastik kutularda yetiştirilerek de pek hoş pencere önü ve özellikle balkon bit-kisi özelliği kazanırlar. Çuha çiçeği Eylül–Ekim ayı gibi dikilir. Ekim zamanına ve sıcaklığa bağlı olarak Kasım ortalarından Mayıs'a kadar çiçeklenirler. Hüsnüyusuflar karan-filgiller ailesindendir. İki yıllık bir bitkidir, bahçelerde ya da saksılarda rahatça yetiştirilebilir. Asıl ekileceği yere sonbahar ayında 25-30 santi-metrelik aralıklarla ekilir. Ekilen bu fideler diğer senenin ilkbahar ve yaz aylarında gösterişli ve güzel kokulu çiçeklerini açmaya başlar.

SONBAHAR ÇİÇEKLERİNİ SİZİN İÇİN ARAŞTIRDIKZülal UYGUN

Page 12: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

12

KARAMAN: GENÇLER TANINMAK İSTİYOR

Tiyatro sanatçısı ve aynı za-manda Nebahat Çehre’nin

sesi olan Gülen Karaman “Her şeyin başı inat etmek ve çalış-maktan geçer.” diyor. Sahne per-formanslarıyla izleyicileri ken-dine hayran bırakan ve tiyatro, televizyon dizisinin yanı sıra seslendirme de yapan Karaman ile aynı atmosferi paylaşma fır-satı bulduk. Beyoğlu Bo Sahne tiyatrosunda “Pişman Olmazsın” adlı oyu-nunda, sahne almadan önce rol arkadaşı, Özdemir Çiftçioğlu ile birlikte bizi güler yüzüyle kulisinde ağırlayan Karaman, sorularımıza cevap verirken Çiftçioğlu ile birlikte esprili muhabbetlerine bizleri de ka-tarak kahkahalarımızın sebebi oldu. Tiyatro, televizyon dizi-si ve seslendirme hakkında biz sorduk Karaman yanıtladı.

Öncelikle Gülen Karaman’ı tiyatroda ve televizyonda izle-diğimiz kadarı ile tanıyoruz. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Gülen Karaman, aşağı yukarı 40-45 yaşlarındadır, tiyatrocudur. Seslen-dirme de yapar, televizyon dizilerin-

de de oynar. Çok güzel yemek yapar. Özellikle kabak tatlısını çok güzel yapar. Özdemir (Çiftçioğlu) çok iyi bilir. Valla işte Gülen Karaman bir in-sandır. Çok çalışkandır, çok çalışırım (der ve tebessüm eder.)

Bu mesleğe olan ilginiz ne zaman başladı? Yani daha çok yönlendiniz mi, yönlendirildiniz mi?

Yönlendirilmedim, yönlendim ama çok eski yıllar olduğu için valla bil-miyorum nasıl oldu? Nasıl başladı? Birden bire oyuncu olmak istediğimi fark ettim. Konservatuvara girdim ve oradan beri 30-35 sene oluyor.

Peki... Evet. "Ben bu mesleği yapacağım!" dediğiniz anda aile büyüklerinizin tepkisi ne oldu?

Hiç kimse bana karşı çıkmadı. Be-nim babam eski halkevcidir. Hiçbir şey demedi ve “Sen ne istiyorsan, ha-yatta en önemli mutluluk istediğini yapmaktır.” diyerek güzel güzel ar-kamda durdular.

Öğrencilik yıllarınızı sorsam, bizi nasıl bir Gülen Karaman karşılar?

Eee fena bir öğrenci değildim. Yani inek öğrenci değildim ama konser-vatuvar yıllarında utangaç bir öğren-ciydim. Sonradan rahatladım yavaş yavaş. Hala utangaç bir insanım di-

yebilirim kendime. Utanırım, çekini-rim.

Bu zamana kadar sergilediğiniz oyunlar arasından sizi zorlayan bir karakter oldu mu?

Her karakter insanı zorlar. Çünkü insanız ve bütün karakterleri kimli-ğimizde, kişiliğimizin içinde barın-dırıyoruz ama bir karakteri içiniz-den çıkarmak ve onu kendiniz gibi bir hale getirebilmek için çalışmanız gerekiyor. Valla her karakter diyebili-rim öyle özel olarak bir karakter diye-meyeceğim.

Ne tür karakterleri canlan-dırmak sizin daha çok ilginizi çekiyor?

Her türlüsü çekiyor, oyun oynamak ya da televizyonda bir şey oynamak, bir tip, bir karakter... Oynama başlı başına çok cezbedici bir şey ve siz ol-mayan bir şeyi oynamak çok keyifli. Tabi ters köşe tipler daha çok eğlen-diriyor insanı.

"Bir daha olsa bir daha oyna-rım." dediğiniz bir oyun var mı?

Aslında her oyunu bir daha oynaya-bilirim. Her oyunu döneminde çok severek oynadım. Ama şimdi en taze olanın yeri daha bir ayrı oluyor. Şim-di “Pişman olmazsın” oyunundaki Türkan karakterini yıllarca oynamak istiyorum. Bundan önce Ali ile Ra-

mazan diye bir oyun vardı. Perihan Mağden’in kitabından uyarlanan. Çiğdem diye bir karakteri oynuyor-dum. Onu da mesela çok severek oynadım. Şehir tiyatrosunda konuk oynadım, “Savaş ve Kadın” diye bir oyun vardı. Orada Kate diye Ameri-kalı bir doktoru oynuyordum. Bosna savaşı sonrasında bir Bosnalı kadınla Amerikalı bir psikolog arasında ge-çen bir oyundu. O oyundan da çok keyif aldım. Yani en yakındaki oyun en taze oyun oluyor. Çünkü insan her geçen gün değişiyor, daha farklı düşünüyor. O oyunu tekrar oynasam şimdi değişik oynardım. Eminim inşallah seneye “Pişman Olmazsın” oyununu oynayacağız. Önümüzdeki sene bunu daha farklı oynayacağım. Oyunculuk organik bir şey olduğu için sürekli gelişiyorsunuz, sürekli geliştirmeye çalışıyorsunuz.

Sizin için televizyon dizisi mi önde geliyor yoksa tiyatro mu?

Şüphesiz tiyatro... Televizyonda da keyif aldığınız zamanlar olabiliyor ama tiyatro gibi organik bir şey de-ğil. Televizyon çok keyifli bir iş değil. Mekânla, insanlarla, yaptığınız işle özdeştiyseniz ve seviyorsanız bulun-duğunuz mekânı, o zaman ondan bü-yük keyif alıyorsunuz ama televizyon iş. Fakat tiyatro hem iş hem aşk.. (der ve kahkaha atar.)

Tiyatro ve televizyon dizisinin

Eymen YILMAZ

Röportaj

Page 13: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

13

Çocukluğumdan beri Almanya’ya gidip gelen birisi olarak Alman kültürü ile ilgili bazı gözlemlerimi aktarmak istiyo-rum. Almanya ile olan bağım, dedemim yıllar evvel çalış-mak üzere Almanya’ya gitmesi ve annemin de orada doğup büyüyen nesilden olması ile ilgili. Tespitlerime geçecek olur-sak, aslında Almanlar sanıldığı gibi soğuk insanlar değildir. Bize göre fazla disiplinli oldukları için öyle algılanırlar. Yaş-lı nüfusu fazladır, onlara saygı önemlidir. Karşıdan karşıya geçmeye çalışırken gençler hemen kollarına girerek yardımcı olur. Tramvaya binerken inen yolculara öncelik tanımazsa-nız, ciddi şekilde uyarılırsınız. Bisiklet kullanan insan sayısı da fazladır. Sokaklarda sahipsiz hayvan yoktur. Korna çalan arabaya da rastlamadım.

Yol ve sokak düzenine önem verirler. Sokakları çok temiz-dir. Kaldırımları geniştir. Eski evlere ve tarihi yapıları çok iyi korurlar. Yeşil alanlar ve parklar da çok değerlidir. Kilomet-relerce süren parkları vardır. Örneğin ‘Yeşil Bursa’ kavramı vardır hani, artık orada yaşayan birisi olarak diyebilirim ki Almanya’da gittiğim her şehirde Bursa’dan daha fazla yeşil alan vardı.

Mezarlık bakımına çok özen gösterilir. Mezar taşlarının es-tetik bir görünümü vardır. Mimari yapı gibidir. Ayrıca yeşil-lendirilmesi profesyonel bir iş ahlakı ile yapılmıştır. Kiliseleri de çok temiz ve bakımlıdır.

Geri dönüşüm oldukça desteklenir. Hatta yerde bulduğu-nuz bir pet şişeyi markete götürdüğünüzde, dolu halinden daha fazla para eder. Zaten pek çok yerde geri dönüşüm ma-kinelerini bulabilirsiniz.

Kadeh tokuştururken ve el sıkışırken göz teması kurulma-sına önem verirler. Bunu yapmadığımda uyarıldığım bile ol-muştu. Dakikliğe aşırı önem verilir. Bir yere zamanında var-mak sosyal etiket açısından çok önemlidir.

Festivalleri ile ünlü Almanya’nın yemek kültürüne gelin-ce, birçok eyaletinde tatlı yemekten önce yenir. Yemekleri genellikle patates ağırlıklıdır. Sokaklar dönercilerle doludur çoğu Türk’tür. Dönerlerin sosları buradakinden çok farklıdır. Ekmek ya da yufkanın arasına koyulan etin gramajı oldukça fazladır. Pek çok sokakta fırın vardır. Fırın kültürü oldukça gelişmiştir.

Almanya’dan geliyorumYiğit ASİLDOĞANyanı sıra seslendirmede ya-

pıyorsunuz. Bu üçünün ara-sından sizi en çok ön plana çıkaran hangisi oldu?

En uzun zamanımı seslen-dirmeye verdim. Özel tiyatro oyuncusu olduğum için tiyat-royu da televizyonu da kısıtlı zamanlarda yaptım. O kadar sürekli yapmadım. En uzun zamanımı seslendirme aldı. Bu benim ekonomik olarak hayattaki özgürlüğümü de kazanmamı sağladı. Dublaj-dan kazandığım parayla sev-diğim şeyleri de oynayabil-memi yani aralarından seçim yapıp şunu oynayayım, bunu oynamayayım diyebilme öz-gürlüğümü de gene dublaj-dan kazandım. En uzun za-manımı aldığı için herhalde seslendirme diyebilirim.

Dizilerde Nebahat Çeh-re’nin sesi oluşunuzun bir hikâyesi var mı?

Onun hikâyesi Ersin San-ver’dir. Sanver, şehir tiyat-rosunda bir oyuncu ve yö-netmen arkadaşımdır. Aynı zamanda seslendirme yö-netmenidir. Türk dizileri-

nin bazılarında seslendirme yönetmenliği yapmıştır. O ilk başta Gülen, böyle böyle bir ses verir misin? Nebahat Hanım’a bir ses dinletmek istiyorum, senin sesin çok uygun olur demişti. Tabi ki dedim, gittim. Yönetmen ve yapımcı karar verecekti. Bir ses verdim ve beni istediler. O günden bugüne de devam ediyor. Ersin’dir bunun mü-sebbibi.

Bunların yanı sıra Başkent İletişim Akademisinde ses-lendirme dersleri veriyor-sunuz. Seslendirme yapa-bilmek için sesimizin çok mu güzel olması gerekir? Yoksa ses gelişebilecek bir şey midir?

Ses gelişen bir şeydir. Ay-rıca dublajda güzel sesin gü-zelliği, sesin kalitesi en sonra gelen maddelerden biridir. Bir sürü şeyde olduğu gibi akıl çok önemlidir. Akıllı insanlar bütün yaptıkları işi, daha iyi yapıyorlar. Çünkü daha çabuk öğreniyorlar, daha kıvrak oluyorlar. Ses ta-bii ki gelişen bir şeydir.

Sizce gençlerin bu mesleğe olan ilgisi ne durumda?

Valla ben hiç hoş bulmu-yorum gençlerin bu mesleğe olan ilgisini. Mesleğe olan ilgileri sadece televizyonda tanınmak ve televizyondan para kazanmakla sınırlı… Tabii ki birkaç gerçekten oyuncu olmak isteyen, ti-yatroya yüreğini koymuş, ti-yatrocu olmak isteyen genç arkadaşımı bunun dışında tutuyorum. Ama gençlerin bugünkü durumlarından hiç hoşlanmıyorum.

Bu meslekte ilerleyen genç arkadaşlarımıza öne-rileriniz nelerdir?

Valla çok çalışacaklar. Ça-lışmak her şeyin başıdır. Bu söylediğim genelde yaş-lı insanların önerileri gibi oluyor ama gerçekten yıl-lar geçtikçe sizler de bunu anlayacaksınız. Çalışmak bir sürü şeyi halledebiliyor. Beceremediğiniz şeyleri 3 kerede yapabilmek yerine 13 kerede yapabilirsiniz ve mutlaka başarırsınız. İnat etmek ve çalışmak...

Page 14: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

14

Yağmurlu bir Ekim akşamın-da TRT İstanbul radyosunda yapacağımız röportaja yetiş-mek için taksiye bindik ve yan-lış yerde inmemizle başladı serüvenimiz. Epey ıslandık, radyonun yerini bulmamız zor oldu. Gideceğimiz yere ulaş-tığımızda ise derin bir soluk alıp radyoculuk üzerine yapa-cağımız röportajımıza başla-dık. Sonra fotoğraf çekimi için stüdyoya gittik ve sevgili Erkan Konuk ile güzel bir günü arka-da bıraktık.

"Öncelikle merhaba: böyle bir röpor-taj imkanı olduğu için teşekkür ede-rim sevgili Şüheda ve Aybüke."

Radyoculuğa başlama hikayeniz nasıl oldu?

Radyoculuğa başlama hikayem 1984 yılında Ankara polis radyosuna amo-

tör yayıncı olarak başvurmamla baş-ladı. 1985 yılında da bir arkadaşımla birlikte yayınlarımıza başladık." Mü-zik takvimi" adında bir programımız vardı. Bu programın yapım ve sunu-mundan sorumluyduk fakat amatör bir şekilde. Aradan geçen iki sene sonunda televizyon ile ilgili çalışma-lar yapmak istedim. TRT o zaman tek kanal ve tek yayın kuruluşuydu. O zamanlar özel radyo ve televizyon za-ten söz konusu degildi, Polis Radyosu

da özel kanunla kurulmuş bir kamu radyosuydu. Böyle olunca bu serüven televizyonda olacaksa TRT televizyo-nunda olacaktı. Yaklaşık bir sene bo-yunca ikna sürecimiz oldu. 1988'de de TRT "Radyo 3"te yabancı müzik prog-ramı yapabileceğim bir yayına başla-dım. O yıldan beri yayınlarıma devam ediyorum.

Yayında olan programınız "Stüdyo Tempo" sizce daha çok hangi kitleye hitap ediyor?

TRT FM Türkiye'de 81 il 900 ilçe, kara yolları, köyler, kasabalar, deniz kenarı ve dağın tepesi dahil her tarafa sesinin ulaştığı bir kaç radyodan biri-dir. TRT FM'in en önemli işlerinden bir tanesi herkesi kucaklayan ses ol-masıdır. Zaten "Dünyanı kucaklayan ses" adında bir sloganı vardır. TRT FM'in içinde yer alan şarkılar, gruplar, şarkıcılar geçmişten ve günümüzden olabilir. TRT FM hem AB grubunda hem de Türkiye'de bir numara olan bir radyo postasıdır diyebilirim.

Radyoculuk hayatınızda yaşadı-ğınız en ilginç olay nedir?

Diğer sektörlerde olduğu gibi rad-yoculukta da hatalar olabilir. Mese-la; haberi kaçıracaksınız veya haber kaçacak, reklam girmeyecek, o anda elektrik kesilecek, çalan CD duracak siz yanlış anons yapacaksınız. Bunla-rın hepsi olacak, olması da çok doğal. Bu kadar zaman içinde gördüğüm en traji komik hikayelerden bir tanesi de şudur; yayın başladığı sırada her za-

man yaptığımız kontrolleri o gün de yaptık ama ses yoktu ve yaklaşık iki dakika boyunca ses çıkmadı. Bu ara-da karşı taraftan dolgun bir müzik geliyor. İlginç olan biz o sesi neden karşıya gönderemiyoruz? Hala yayına girmiş değiliz. Teknik müdür geldi, işletme müdürü geldi ve mühendisler geldi ama hiç birimiz göremedik. En sonunda çok basit bir hata olduğunu farkettik. Bilgisayarın sesini açmamış-sanız müziğin sesi gelmez ya, onun gibi bir şey: Anafiller geri çekilmiş, ileri itince çalıştı. Ama nerdeyse 20 göz bunu göremedi. Bu benim unut-madığım ve oldum denilmeyecek olaylardan biridir. Yani her an her şey olabilir.

Türkiye'nin radyo yayıncılığı hakkındaki düşünceleriniz neler-dir?

Türkiye'de ilk radyo yayını İstanbul Sirkeci'de bulunan postahane binasın-da 6 Mayıs 1927 tarihinde gerçekleş-

tirilmiştir. Türkiye'deki yayıncılık bu yıl yani 2017 yılında 90. yılını kutlu-yor. Radyoculukta en önemli kavram formattır. Yani o radyonun kimliğidir. Kimliğine aykırı bir yayın ya da kim-liksiz yayın yapmak belki daha kolay gözükebilir ama uygun degildir. Bu nedenle formatlı yayın yapan radyo sayısı maalesef fazla değil. Ama ben Türkiye'deki radyo yayıncılarının çok yetenekli olduklarını düşünüyorum. İletişim fakültesiden mezun olanla-

rın iyi olması durumunda Türkiye'de yayıncılık çok daha iyi yerlere gelecek fakat şuan da da kötü olduğunu dü-şünmüyorum.

Peki sizce radyocular hakettiği değeri görüyor mu?

Anlattığımla doğru orantılı olarak iyi radyolarda çalışanlar değer görü-yor ama genellikle format üzerinden sadece sunum yaptırılan ya da listeleri oluşturulan radyocu haline geliyorlar. Bu da format yayıncılığını körüklü-yor. Format yayıncılığı da maalesef o insanların kendilerini geliştirmelerine mani oluyor fakat kişi kendisini bilip de ileriye gitmek isterse kimse ona en-gel olamaz.

Programınızda istediklerinizi özgürce söyleyebiliyor musunuz?

Nasıl her istediğimiz şeyi özgürce yapamıyorsak yayıncılıkta da aynı şey geçerli. Yaptığınız işi “farklı bir şekil-

de yapayım da ben bundan bir kazanç elde edeyim ya da popüler olayım bu-radan ilerleyeyim” diyebileyeceğiniz bir ortamda kariyenizin sorgulanma-sına ve tehkileye girmesine sebep ola-bilirsiniz. Böyle bir şeyin denenmesi pek tavsiye edilen bir olay değildir. Söylemek istediklerimi uygun dille söylemeye gayret ediyorum. Mesela ben dokunaklı laflar söyleyebilirim, argo kelimeler kullanabilirim ama ku-rallar gereği buna özen gösteriyorum.

Stüdyonun temposu Erhan KONUKAybüke KIRTIL/ Şüheda KIROĞLU

Röportaj

Page 15: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

15

Radyo programcılığı dı-şında üniversitede ders-lere girdiğinizi biliyoruz. Bunun haricinde ögren-cilerinize ne gibi katkıda bulunuyorsunuz?

Yayıncılıkta teorik bilginin dışında pratik bilgi de çok önemli. Ben sahada çalışan birisi olarak pratik bilgiyi teorik bilgiyle birleştirerek öğrencilerle buluşturmak ve onlarla paylaşmak istediğim için ders veriyorum. Payla-şılmayan bir bilginin değer-siz olduğu düşüncesindeyim. Onun için de bilgilerimi bon-körce öğrencilerimle pay-laşıyorum. Onların cesaret sahibi bir o kadar da iyi bir yayıncı olmalarını isterim.

Her hafta sanatçı konuk-larınız oluyor, bu kişileri neye göre davet ediyorsu-nuz?

Ben yayınımda başarı öy-külerini anlatabilecek herke-si konuk etmeyi hayal ettim. 2004 yılından bu yana 600 konuk misafir ettim. Ko-nuklarımı hem günümüzden hem de geçmişten seçiyorum.

Son olarak bu alanda ilerlemek isteyen öğren-cilere ne gibi tavsiyeriniz olur?

Kendi ana dilinin dışında en başta ingilizce öğrenme-leri gerekiyor. Dil bilmeyen bir kişi artık kolay kolay iş dünyasında yer alamıyor, alsa

bile çok ilerleme şansı olmu-yor. Mutlaka kendilerine do-nanım anlamında bir şeyler katmaları ve eğitim hayatını dolu dolu geçirmeleri gereki-yor. Hem gazete okuyacaksı-nız, hem sinemaya tiyatroya gidiceksiniz. En az senede bir kez gitmediğiniz bir ülkeye gideceksiniz. Ordaki yemek-leri tadacaksınız, oranın kül-türünü tanıyacaksınız ve ora-nın kültürünü gözlemleyip sonra kendinizi sorgulaya-caksınız. O da sizin kendini-ze yeni bir tarz kazanmanıza yardımcı olacaktır. Benim tavsiyem toplum içinde bir birey olmanın farkına varsın-lar, kısaca üniversitede hayatı ıskalamasınlar.

İnsanoğlu ezelden evveli yapabileceği, yaptığı ve yapmak istedikleri ara-sında kalmıştır. Kimi zaman sahip olduklarının farkına kaybedince varır, kimi za-man ise bazı farkındalık-lar sayesinde kendini tanır. Toplumda da bu böyledir. Herkes iyi kötü resim ya-pabilir ama her kör resim yapamaz. Oysa ressam Eş-ref Armağan bu algıyı kıran önemli isimlerden birisi ola-rak öne çıkıyor. Kör insanla-rın resim yapması toplumda olağanüstü olarak değerlen-

dirilir bir de olaya onların tarafından bakmak gerekir.

Bu örneğe, aşıkların şehrin-de doğup büyümüş ve yine sevdiği şehirde aşık oldu-ğu toprağa bürünmüş Aşık Veysel’in gözünden yaklaşa-lım. Veysel küçük yaşlarda bir gözünü hastalıktan diğer gözünü ise yemlediği ineğin boynuzunu savurmasından dolayı kaybetmiştir. O göz-leri düz iken sevdiği bağla-masını, gözlerini yitirdikten sonra daha bir hisli tutmuş-tur. Fani dünyası kararmış-tır ama gönül dünyası da iki gözünü kaybettikten sonra aydınlanmıştır.

Toprak hepimizin ortak değeri… Ekmek kadar, ana kadar, yâr kadar. Peki kimler bunun farkında?

Acıktığımızda ekmeğin, yokluğunu gördüğümüzde annenin, sevilmediğimizi hissetmediğimizde yârin farkına varırız. Elbette vatan teması içinde aklımıza ilk toprak gelir. Bir de, “Vey-

sel’in gözünden toprak ne demektir?” buna bakalım

O toprağı bir başka görür. Bir dörtlüğünde onu şöyle betimler;

“Karnını yardım kazma ile bel ile,

Yüzünü yırttım tırnak ile el ile,

Yine beni karşıladı hep gül ile,

Benim sadık yârim kara topraktır.”

Bu dizeleri gönül gözüy-

le bakmayan bir kimsenin söylemesini bekleyemeyiz. Onun toprağa ve insana olan saygısını da şöyle anlatabili-riz:

Veysel vasiyetinde, “Ben öl-düğümde mezarıma beton dökmeyin, düz toprak olsun. Üzerimde ot bitsin koyun ye-sin süt olsun. Çiçek açsın arı gelsin bal olsun” demiştir. O kör bir birey olmasına kar-şın çoğu düz insandan daha düzdür. Bedende kusurlar olabilir lâkin kusur yürekte ise buna çözüm aramalıyız. İnsanları dış görünüşleriyle, fiziksel ve zihinsel özellikle-rine göre değil hayata bakış değerleriyle yargılamalıyız.

Toplumca bu konuda ol-dukça hassas olduğumuzu biliyorum bu yüzden de köre kör demenin bir sakıncası ol-madığını, asıl terbiyesizliğin tavırlarda olduğunu hatırlat-mak isterim. Hepimiz birer engelli adayıysak engelli bi-reyler her zaman bizden bir adım öndedir.

KİM KÖR!Eren PEKTAŞ

Geçtiğimiz yıl elim bir trafik kazası sonucunda hayatını kaybeden ünlü cerrah Prof. Dr. Can Solakoğlu’nun adı Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Konferans Salonuna verildi.

Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi önceki Dekanlarından, Ortopedi ve Travmatoloji

Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Can Solakoğlu’nun adı, Maltepe Üniversitesi Kurucusu, Mütevelli Heyeti Başkanı Hüseyin Şimşek ve Rektör Prof. Dr. Şahin Karasar’ın katılımlarıyla, Üniversitenin Maltepe’deki Yerleşkesinde yapılan törenle , Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Konferans Salonuna verildi.

Prof. Dr. Can Solakoğlu, 25 Haziran 2017’de bir grup arkadaşıyla birlikte bayram tatili için gittiği Bulgaristan'da geçirdiği bir motosiklet kazasında hayatını kaybetmişti.

Rektör Prof. Dr. Şahin Karasar, yaptığı açıklamada Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) mezunu olan Prof. Dr. Can Solakoğ-lu’nun, ülkemizin diz ve kalça protez cerrahi-si ve skolyoz cerrahisi konusunda sayılı uz-manlarından birisi olduğunu belirterek, Prof. Dr. Solakoğlu’nun tıp dünyasına ve üniversi-telere yaptığı katkıları unutturmamak, adının yaşamasını sağlamak amacıyla “Prof. Dr. Can Solakoğlu Eğitim ve Konferans Salonu”nu hizmete açtıklarını kaydetti.

Prof. Dr. Can Solakoğlu’nun adı Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yaşatılacak

Page 16: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

16

MİLLİ VOLEYBOLCU ASLI KALAÇ İLE VOLEYBOLA DAİR...

Genç yaşta voleybol dünyası-na atılan Aslı Kalaç spora on bir yaşında iken Yeşilyurt Spor Kulü-bü'nde başladı. 2009 – 2011 yılla-rında TVF Spor Lisesi’nde oyna-dıktan sonra tekrar Yeşilyurt takımına döndü. Genç sporcu Yıldız Milli Takım’la Avrupa ve Dünya Şampiyonluğu, Genç Milli Takım’la da Avrupa Şampiyonlu-ğu sevinci yaşadı. Şimdilerdeyse Galatasaray Spor Kulübü'nün A Takımında ilk altı içerisinde. Biz de onunla genç bir kadın sporcu olmak konusunda konuştuk, Türk voleybolunu değerlendirdik.

Genç yaşta spor hayatına atılmış bir kadın olarak kız çocuklarının spora teşvik edilmesi yahut engel-lenmesi konusunda ne düşünü-yorsunuz?

Kız çocuklarının spora teşvik edil-mesindeki en önemli unsurun aile ol-duğunu düşünüyorum. Çünkü profes-yonel hayata başlamadan önce -kulüp desteğinden önce- maddi olsun mane-vi olsun insanın aile desteğine ihtiyacı var. İlerleyebilmek için onların desteği çok önemli. Günümüzde de bunun çok geliştiğini görmekteyim. Özellikle alt yapılarda kız çocukları spora gere-ğince teşvik ediliyor bence, sayıları ol-dukça fazla. Hatta hazırlık okullarında

artık bir grup değil üçer dörder grup-lar oluşturuluyor ve gruptaki öğrenci sayıları da yirmiyi aşkın durumda. Bu da artık Türkiye'nin spora önem verdiğinin bir göstergesi. Son yıllarda ülkemize önemli başarılar geldi, ge-rek Avrupa'dan gerek milli takımdan olsun. Bunlar medyada iyi bir şekilde aksettiriliyor ki aileler bunları görüp çocuklarının da bu başarıya ortak ol-masını istiyor, onları spora teşvik edi-yor. Buna devam da etmeliler çünkü spor profesyonel olsun/olmasın bence bir birey için sağlıklı yaşamak açısın-dan son derece önemli bir şey.

Bir kadın olarak başarıya ulaş-manın zorlukları vardır diyebi-lir miyiz? Siz hiç bu zorluklar ile karşılaştınız mı?

Türkiye'de başarıya ulaşmanın zor-luklarının olduğunu düşünüyorum. Bir yarı Avrupa yarı Orta Doğu ülke-sinde yaşıyoruz. Kadına şiddete yö-nelik birden çok kampanyamız var ve ülkemizde kadının yeri, verilen değer olması gerekenden düşük bence. Buna rağmen oldukça iyi başarılar elde edi-yoruz gerek sporda olsun gerek diğer dallarda olsun. Bu zorluklara rağmen bu başarıları yakalayabilmek çok güzel bir şey. Benim bu zorlukları yaşayıp

yaşamadığımı soracak olursanız, ha-yır yaşamadım. İnşallah da yaşamam, yaşamadığım için de gayet mutluyum.

Profesyonelliğe yükselmiş biri olarak sence aile ve kariyer ara-sında bir tercih yapmak gerekli midir? Yoksa ikisi bir arada yürü-tülebilir mi?

Bana kalırsa aile ile kariyer arasında bir tercih yapmak gerekli değildir, iki-sini birlikte yürütebilir insan. Çünkü dediğim gibi kariyer esnasında des-teğe ihtiyacımız oluyor. Özellikle aile desteğine ya da evli iseniz eşinizin desteğine. Tabii ki bir kadın açısından çocuk sahibi olma durumu var. Spor alanından bakarsak bu olay genelde genç yaşlarda oluyor çünkü çocuktan sonra spora devam edilebilmesi biraz zor oluyor bir kadın için. Ama bunu yapabilen çok güzel örneklerimiz de var. Ben de bunu yapabilenlerden ol-mak isterim.

"BAŞARIYA ULAŞABİLMEK İÇİN SAVAŞMAK

GEREKİYOR"

Hem Galatasaray'da hem milli takımda forma sahibisiniz. Başa-

rıya alışkınsınız. Sizce milli takım forması giymek, ülkeyi temsil et-mek nasıl bir duygu?

Milli takım forması giymek çok ayrı bir duygu, sorumluluk gerektiren bir şey. Bir kere kalbinizin üzerinde Türk bayrağını taşıyorsunuz, omuzlarınız-da ayrı bir yük oluyor. Ama bu olayın heyecanı da çok başka. Hele ki milli takım forması altında başarıyı gör-düyseniz; gerçekten o tarif edilemez bir duygu, ‘anlatılmaz yaşanır’ derler ya işte o misal olduğunu düşünüyo-rum. Sporla uğraşan herkes dilerim ki bir gün o duyguları tadabilir.

Galatasaray A takımında oynu-yorsunuz. Bu kadar genç yaşta ilk altıda bulunmanın sorumlulukla-rı fazla mı?

Bu kadar genç yaşta Galatasaray'ın ilk altısında oynamanın tabii ki çok bü-yük sorumlulukları var. Bana güveni-liyor ki böyle bir sorumluluk veriliyor. Bu sorumluluğun altından kalkabil-mek bu yaşta zor… Bu nedenle hırslı, azimli olmak gerekiyor. Başarıya ula-şabilmek için savaşmak gerekiyor. Ben de bunu şu ana kadar iyi yaptığımı dü-şünüyorum ve böyle devam etmesini umuyorum. Galatasaray A takımında oynamaktan da oldukça mutluyum.

Zülal UYGUN

Röportaj

Page 17: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

17

"GENÇ TAKIM OLMAK HER ZAMAN

DAHA HIRSLI OLMAK DEMEK"

Sporcu psikolojisi açısın-dan genç bir kadroda oy-namanın avantajları ve de-zavantajları nelerdir?

Avantajları da çok dezavan-tajları da… Ne kadar tecrü-beli bir takımın varsa o kadar zor anlarda güvenebileceğin insanlar oluyor. Ben tecrübe-nin insanı kurtarabileceğini düşünüyorum. Lakin bunun dışında da genç takım olmak her zaman daha hırslı olmak demek benim için. Çünkü gençler her zaman başarıya, is-temeye daha çok açtır. Biz bu istek ve açlık ile şu ana kadar iyi yerlere geldik. Takımımız-da tecrübeli insanlar da var, bize çokça yardımcı oluyorlar. Zaten onlar olmasaydı belli başlı durumlarda tıkanabile-ceğimizi düşünüyorum. Ben-ce takımda gençlerin yanında birkaç deneyimli oyuncunun, bize ablalık yapabilecek kişile-rin olması önemli. Bizim takı-mımızda da var, sağ olsunlar. Bize çok yardımcı oluyorlar.

Başarılı bir oyuncusunuz. Maçlardaki başarınızı neye bağlıyorsunuz?

Kesinlikle konsantrasyonun çok önemli olduğunu düşünü-yorum. Maç ayırmamak gere-kiyor, sonuçta bazen çok kolay

gördüğün bir takım hiç beklenmedik bir şekilde gelip seni yenebiliyor. Maç-lardan önce taktik toplantı-larımız oluyor, ne kadar o taktikleri uygulayabilirsek o kadar başarılı bir sonuç elde ediyoruz.

Zorlu maçlardan geçi-yorsunuz. Maç sonrala-rı kendinizi fiziksel ya da psikolojik olarak na-sıl rahatlatıyorsunuz?

Takım arkadaşlarım ile maçlardan sonra oturma-yı, sohbet etmeyi seviyo-rum. Genelde bir yerlerde oturup maçı değerlendiri-yoruz gerek ciddi olarak, gerek maç esnasındaki ko-mik olayları konuşarak. Bu benim rahatlamamı sağ-lıyor. Örneğin maç içeri-sinde takıldığım bir nokta oluyor, ben bunu onlarla konuşabiliyor ve rahatlaya-biliyorum. Takım içerisin-deki iletişimimiz bu konu-da oldukça başarılı. Bazen maç sonraları ailemle vakit geçiriyorum, dediğim gibi büyük destekçilerim. O va-kitlerde kendi uğraşlarımla meşgul oluyorum. Kahve içmeye de kahve yapma-ya da bayılıyorum. Onun dışında kitap okuyarak, arabamla turlayarak kafa-mı dağıtmaya çalışıyorum. Zaten psikolojik olarak ra-hatladığın zaman fiziğin de rahatlamaya başlıyor.

Page 18: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

18

Tarihte ilk seramiğin M.Ö. 6000 yılında Anadolu' da üretildi-ği biliniyor. O yıllarda insanlar ihtiyaca göre tabak, çanak gibi eşyalar yapıyordu. Arkeolojik kazılardan elde edilen seramik-ler, aradan 8000 yıl geçmesine rağmen hiç bozulmadan günü-müze kadar ulaşmış ve tarihi de-

ğerlendirmede önemli kaynaklar olmuştur. Günümüzde ise daha çok sanat olarak yapılıyor.

Küçükyalı' da bulunan Aslı Er-türk Seramik Atölyesi'ni ziyaret ettim. Atölye sahibi ve aynı za-

manda seramik dersleri veren Ertürk'le oldukça samimi bir röportaj gerçekleştirdim. Bana çömleğin yapılışını gösterdi. Uzaktan izlemesi bile keyifli ve merak uyandırıcıydı. Atölyenin dışında bir kafe bulunuyor ve el emeğiyle yaptığı seramikleri bu-radan satışa sunuyor.

Seramik ile ilk ne zaman tanış-tınız?

1994'te Eskişehir Anadolu Üniver-sitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'ne ye-tenek sınavına gittiğimde bölümleri inceledim. Seramik hakkında pek bir

bilgim yoktu. Seramiğin nasıl yapıl-dığını ilk orada gördüm. Daha sonra çok hoşuma gitti ve seramik sanatını seçtim.

Seramik sanatı çeşitleri neler-dir? Hangisini yapmayı daha çok seviyorsunuz?

Seramik ürünlerinin tümü aynı ni-telikte değildir. Yapım aşamasında

kullanılan kilin cinsine ve işleniş bi-çimine göre farklılıklar gösterir. Bu nedenle seramik; çömlek, çini ve porselen olarak üçe ayrılır. Seramiğin geleneksel bir de modern tarafı var. Çini'yi bu yüzden pek sevmem bana

hitap etmiyor. Daha çok modern tarzda çalışmayı seviyorum. Seramik heykelleri yapıyorum.

Çocuklar neden seramik yap-malı?

Çocukların eğitiminde sanat; daha iyi duyma, çevrelerini daha iyi görme, kişiliklerini daha etkin bir biçimde ortaya koyma imkanı sağlar. Fiziksel gelişimleri için de çok faydalı; özel-likle okul öncesi gelen çocuklarda el, kol, parmak kaslarının gelişimlerine katkı sağlıyor. Öncesinde buraya ge-lip seramik yaptıklarında okul dö-nemlerinde yazı yazmada sorun ya-şamıyorlar. Bunun yanında yaptıkları ürünleri hayal güçlerini kullanarak çıkartıyorlar ve yaratıcıkları gelişiyor. Özgüvenleri artıyor, kendilerini daha iyi ifade edebiliyorlar.

"ÇAMURA DOKUNMAK

RAHATLATIR"

Hem zihinsel hem de bedensel öğ-rencilerimle de çalışmalar yaptım. Çamura dokunmanın rahatlatıcı özelliği kavga, kızgınlık, gibi dürtü-leri, öfke ve kin duygularını bastıra-bildiğinden psikolojik olarak onları rahatlatıyor. Bir ürün yarattıklarında onun hazzını yaşayabiliyor ve bu yön-de başarı sağlamaları onlara özgüven kazandırıyor.

Size gelen müşterileriniz en çok hangi aşamada zorlanıyor?

Şüphesiz çömlek çarkında… Dışarı-dan izlendiği kadar kolay bir iş değil.

ÇAMURUN ELLE HAYAT BULDUĞU SANAT: SERAMİKMerve TUZAL

Page 19: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

19

Seramiği öğrenmek için gelen müşteri-lerimizin sadece çarkta çamuru merkeze oturtmak için en az üç ay eğitim almaları gerekiyor. Bu aşama da onları bir hayli zor-luyor.

Çıkartacağınız bir ürünü nasıl yaptığı-nızı çömlek çarkında anlatarak göstere-bilir misiniz?

Tabii ki, geçelim. Bir ürünü ortaya çı-kartmadan önce neyi yapacağımıza karar veriyoruz. Şimdi çömlek çarkında kase ya-pacağım. Yapım sırasında çamuru çarkın merkezine oturtmaya çalışıyorum, bunun için de her iki taraftan da belli bir kuvvet uyguluyorum. Çamurun merkeze geldiğini gördüğümde kasenin iç kısmını oluşturu-yorum. Kaygan yapıya sahip olması gerek-tiğinden bu aşamalarda sürekli olarak su kullanıyorum. Yapımı bittikten sonra sün-ger yardımıyla suyunu geri alıyorum. Kase üzerinde işlem uygulayabilmemiz için fı-rınlama yöntemiyle pişirim yapıyoruz. İlk pişirimine bisküvi pişirimi denir. Bu pi-şirim de fırının 1000 dereceye kadar çık-ması 3-4 saat sürmektedir. Gerçi bu süre, fırının büyüklüğüne göre de değişkenlik gösterebilir. İkinci pişirime de sırlı pişirim diyoruz, 1050-2000 derecelerde yapılır. İş-

lemleri biten ürünlerin üzerine bir gün sonrasında şekiller çizebilir ve boya yapabilirsiniz.

Mesleğinizde sizi zorlayan etkenler nelerdir?

Sanatımızı ticari hale dönüştürmekte ve alıcısını bulmakta zorlanıyoruz. Seramik sanatı çok fazla emek gerektiren bir iş… El yapımı ürünler olduğu için haliyle pahalı oluyor. Günümüzde insanlar za-ten geçim derdine düşmüş bunlara çok fazla para vermek istemiyorlar haliyle bu yönde çok bir geli-rimiz olmuyor. Bu sebeple biz de sanat çalışmala-rımızı rahatça yapabilmek adına atölyemizde sera-mik kursu vererek giderlerimizi karşılayabiliyoruz. Ülkemizde sanata ve sanatçılara verilen değerin az olduğu kanısındayım. Sanatın yapılması isteniyor-sa bizim gibi sanatçılara destek verilmesi gerekir.

İnsanlar hayatlarının belli bir anında bir defa-lığına buraya gelip deneyim edinebiliyorlar mı?

Tabii ki. Çoğu insan buraya psikolog önerisiyle geliyor. Şehir hayatından bunalanlar bir günlüğüne bile olsa uzaklaşmak, stres atmak isteyenler oluyor. Sadece onlar değil, bu sanatı merak edip zevkini ya-şamak isteyenler de günlük programlarımızı tercih ediyor. Uygulamamız her şey dahil üç buçuk saat sürüyor. 120 TL katılım ücretiyle bu zevkin tadını çıkartabiliyorlar.

Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema Radyo Televizyon Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Hakan Aytekin’in, Türkiye’de Toplumsal Değişme ve Belgesel Sinema adlı kitabı Belgesel Sinemacılar Birliği tarafından yayınladı. Hasan Özgen kitapla ilgili, “Bu alçakgönüllü amacın dönüştüğü eser, gerçekten hepimiz için gurur kay-nağıdır. İnadı ve cesareti ile bunu başarmış olması da saygıyı hak ediyor. Bu kitap bizim hikayemiz ve içinde hepimiz varız” diyor.

Aytekin ise kendisi yeterince belgelenemeyen Türkiye’deki belgesel sinemanın tari-hine mütevazı bir katkıda bulunmak diye özetliyor kitabın amacını. Kitapta belgesel sinema; 3 döneme indirgenerek anlatılıyor ve son bölümde de belgesel film yönet-menleri ile ilgili detaylı bir araştırma yer alıyor.

BELGESEL SİNEMA kitabı yayınlandıUlaş Deniz AKYÜREK

Erenköy Kız Liseliler Derneği tarafından yürütülen “100 Yüze” projesi kapsamında “Genç Fi-danlar Bahçesi “ adlı kitap çık-tı. Kitap, Erenköy Kız Liseliler Derneği’nin burs verdiği 70 kız öğrenci yararına, 100 TL bağış karşılığında dernekten temin edilebiliyor.Genç Fidanlar Bah-çesi Erenköy İnas Sultanisinden Erenköy Kız Lisesine 1916-2016 adlı kitabın editörleri İletişim Fakültesi hocalarından Yrd.Doç.Dr.Hakan Aytekin ve Öğr.Gör.Elif Sungur.

Kitap çalışmaları Osmanlı İm-paratorluğu döneminde kızların yüksek düzeyden eğitimi (sulta-ni) için açılan ilk kız liselerin-den olan Erenköy Kız Lisesi’nin

arşivinde yapılan çalışmalarla 2015’de başlatılmış, bu çalışma-lara İletişim

Fakültesi öğrencileri de destek vermişti.

Yaşayan eski mezunlarla söz-lü tarih yöntemiyle yapılan gö-rüşmeler, Erenköy Kız Liseliler Derneği arşivinden ve üyeler ilişkiler ağından yararlanılarak ulaşılan hatıra, belge ve fotoğraf albümleri kitabın ana ekseninin mezunların anlatıları üzerinden kurmayı sağlamış, kitaba “Genç Fidanlar Bahçesi” adı verilmesi-nin nedeni de okul marşı olmuş; 1939 mezunlarından ve lisenin efsanevi Edebiyat Öğretmenle-rinden biri olan Mahmure İnce-oğlu’nun güftesini yazdığı okul marşının adı da Genç Fidanlar Bahçesi.

Hakan Aytekin ve Elif Sungur, kitapta yolu EKL den geçmiş ka-dınların aslında kendi yazdıkla-rı tarihi sıkıcı, ezbere olmayan, kadın sıcaklığı içeren günlük yaşama ilişkin detaylar veren, okunur, bakılır, başka çalışmala-ra kapı açar biçimde ortaya koy-mayı amaçlamışlar.

ERENKÖY KIZ LİSESi’NİN 100 YILLIK HİKAYESİ KİTAPLAŞTIRILDI

Page 20: Maltepe Üniversitesi 20. yılını kutluyor€¦ · anneme doğru dönüp ağlamaya başladım. Alt kat tamamen bitik duru-ma gelmişti ve bina neredeyse çökmek üzereydi. Merdivenler

20

2017 GÜZ DÖNEMİ ETKİNLERİMİZ

İmtiyaz Sahibi

Hüseyin ŞİMŞEK

BasımYılı: Şubat 2018

Yayın Türü: Süreli

Maltepe Üniversitesiİletişim Fakültesi

Yayın Kurulu

Prof. Dr. Filiz OTAY DEMİRDoç. Dr. Yalçın KIRDARMehmet ALKANProf. Dr. Gül BATUŞ

Genel Yayın Yönetmeni

Yrd. Doç. Dr. Burcu AKKAYA TELCİ

Sorumlu MüdürArş. Gör. Remzi BİLGE

Mizanpaj

Arş. Gör. Pelin AKDOĞAN GÜLER

Kolej Haberleri Koordinatörü

Şadan ALPTEKİN

MuhabirlerEgemen SALMANZülal UYGUNBüşra AYDINBurçak KONAŞCeren GAZİEslem İBUKMehmet Ali GÜLHANAybüke KIRTILŞüheda KIROĞLUEymen YILMAZ

Nail Güreli Atölyesi

Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Marmara Eğitim Köyü 31857 Maltepe/ İSTANBUL

haberyolu.maltepe @gmail.comwww.maltepe.edu.tr

BaskıHayalistan İletişim Ltd. Şti.Serasker Cad. 61/4Kadıköy/İstanbul