Ölmektİr yaŞamak…ùahİn gÜmÜl - Ölmektİr yaamak 3 muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile...

20
ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK 1 ÖLMEKTİR YAŞAMAK “ Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında. Franz Kafka

Upload: others

Post on 19-May-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

1

ÖLMEKTİR

YAŞAMAK

“ Ölümün olduğu bu dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında. Franz Kafka “

Page 2: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

2

Kahverenginin hemen her tonunu taşıyan çıplak tarlalar, çam ağaçları, çalılıklar, heybetli ve yüksek

gerilim direkleri ve telleri ve iki direk arasında tellerin tam ortasında kırmızı-beyaz toplar, dağlar, tepeler,

yer yer fabrikalar, mermer ocakları, akaryakıt istasyonları, koyu gri gökyüzü, cama vuran yağmur

damlaları…

Otobüs Kütahya’dan Denizli’ye doğru hızla yol alıyordu. Yorgun ve uykusuzdu. Yol uzadıkça

uzuyor, her saniye biraz daha geçmek bilmiyordu. Hiçbir şey hissetmemek, duygusuzluk ya da

duygusallık, yalnızlık, karamsarlık, vicdan azabı, korku… Yok, bu kesinlikle korku değildi. O halde

neydi? Bağırsa, haykırsa avazı çıktığınca, bir dökse içinde birikip taşanları belki rahatlayacaktı.

Omuzlarını düşüren yükten kurtulacak ve hafifleyecekti. Belki de en iyisi her şeyi geride bırakıp çekip

gitmekti…

Sağ dirseği cam kenarında ve sağ eli yumruk şeklinde çenesinde, sol elinde gümüş bir sigara

tabakası ile sol bacağına tempo tutarak camdan dışarıyı seyrediyordu. Sıcak bir el hissetti sol elinin

üstünde;

“İyi misin?”

“İyiyim.”

“İyi olmadığını bildiğimi biliyorsun. Sorun nedir?”

“Hiç... Sence benim hakkımda ne düşündüler?”

“Beni dinleyip günü birlik yerine birkaç gün kalmaya gelseydin eğer, düşüncelerini kendin

öğrenirdin.”

“Bunu yapamazdım, biliyorsun.”

“Hayatım sana defalarca söyledim, ailem bana güvenir. Babam beni böyle yetiştirdi. Liseye

başladığım ilk yıldan bu güne kadar hep şu öğüdü verdi; “Kız arkadaşların olduğu gibi erkek

arkadaşların da olacak. Âşık olacaksın. Sevgilin olacak. Gezeceksiniz, eğleneceksiniz, birlikte vakit

geçireceksiniz. Senden sadece bir tek isteğim var. Bizden sakın ama sakın hiçbir şey saklama.

Arkadaşlarını bizimle tanıştırmanda hiçbir sakınca yok. Belki de tanıştırmaman hem senin hem de bizim

için geri dönüşü olmayan büyük hatalara sebep olur. Benim sana güvenmemden daha önemli olan bir şey

varsa o da senin kendine olan güvenindir.””

“Anlıyorum ama babanın yerine kendimi koyduğumda karşımdakini suçluymuş gibi görüyorum.

Ortada yanlış olan bir şey olmadığını ben de biliyorum ancak bu suçluluk hissi beni rahatsız ediyor.”

“Tamam, o halde içini rahatlatayım. İlk sınavı başarı ile geçtin. Eğer hakkındaki düşünceleri

olumsuz olsaydı bunu mutlaka anlardın.”

“Nasıl?”

“Kardeşim diye demiyorum ama Nurgül kadar usta laf sokan, iğneleyen başka birini daha bugüne

kadar tanımadım.”

“Tahir Bey, Tahir Bey…” Bir el, omzundan tutarak hafifçe sarsıyordu. Derin uykusundan uyanan

Tahir bir an nerede olduğunu kavrayamadı. Uyku mahmuru bakışlarıyla yanındaki boş koltuğa baktı.

Muavin, elinde yolcu listesi ile otobüsün koridorunda duruyordu.

“Ne oldu?”

“Denizli’ye geldik. Molada uyandırmak için yanınıza geldim ama çok derin uyuyordunuz, ben de

uyandırmadım.”

“Teşekkür ederim.”

Page 3: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

3

Muavin işinin vermiş olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru ilerledi.

Tahir oturduğu yerde belini dikleştirip, göğsünü öne doğru uzatıp vücudunu biraz gererek uyku

rehavetinden kurtulmaya çalıştı. En son hatırladığı -Afyon 30 Km- tabelasıydı.

Uyumadan önce elinde tuttuğu gümüş sigara tabakası yere düşmüş ve oturduğu koltuğun altına

doğru kaymıştı. Orta boylu diye tabir edilen insanlardan biraz daha uzundu Tahir. Otobüsün koltuk

aralarının da dar olması sebebiyle tabakayı alması epeyce zor oldu.

Otogara geldiklerinde saat gece yarısına yaklaşıyordu. Bir elinde sigara tabakası ve bir elinde sırt

çantası ile otobüsten inip şehir içi servis araçlarına doğru yürüdü. Gece yarısı olmasına rağmen gelenler,

gidenler, bekleyenler ve uğurlayanlar, peronlarda epeyce bir kalabalık oluşturuyordu. Evine en yakın

güzergâh hattını gezen servis aracına bindikten kısa bir süre sonra araç hareket etti. Güzergâhı üzerinde

belli duraklarda yolcuları indirerek ilerleyen servis aracı hemen hemen yarım saat sonra Tahir’in ineceği

durağa ulaştı. Tahir’den başka inen olmadı araçtan. Hafiften yağmur çiseliyordu. Çantasını omzuna atıp

hala daha elinde tuttuğu tabakadan bir tane sigara çıkardı. Tabakasını cebine yerleştirip çakmağını çıkardı

ve sigarasını yaktı. Evine doğru yürüdü.

Adil, karanlık odasında perdeyi aralamış camdan dışarı bakıyordu. Tahir şimdilerde gelir diye

düşünüyordu. Haklıydı da. Çok geçmeden elinde sigarasıyla bahçe kapısında göründü Tahir. Sessizce

girdi içeri. Sırtını kapattığı kapıya dayadı. Çiseleyen yağmur altında sigarasını içmeye devam etti.

İzmaritine kadar içip bitirmeden içeriye girmeye niyetli görünmüyordu. Kısa traşlı saçı ve uzun sakalları

yağmur altında ıslanmış, sokak lambasının aydınlığında parlıyordu. Adil öylece hareketsiz perde

aralığından izlemeye devam ediyordu. Sigarasından son bir nefes daha çeken Tahir izmariti ayağının

altında söndürüp çöpe attı ve evin giriş kapısına doğru ilerlerken Adil’in karanlık penceresine göz ucuyla

bakıp geçti. Anahtarın kapı kilidinde çıkardığı sesi duyabiliyordu Adil. Bir an odasından çıkmakla

çıkmamak arasında kararsız kaldı. Beş adımlık küçük odasında sessizce ileri geri yürümeye başladı. Sonra

ani bir hareketle yatağına yöneldi. Tahir’i sabah görmesinin daha iyi olacağını düşündü. Yirmibeş yıldır

tanıdığı ve yirmi yıldır aynı evi paylaştığı yeğeninin neler yaşadığını, neler hissettiğini O’ndan daha iyi

hiç kimse anlayamazdı. Odasına geçip çantasını bir köşeye bırakan Tahir kıyafetlerini değiştirmeden

yatağına uzandı. Birkaç tane daha sigara içti. Ve ancak sabaha karşı uyuyabildi.

● ● ●

Bahçelievler semtinde oturuyorlardı. Evlerin hemen hepsi tek katlı ve semtin adından da belli

olduğu gibi hemen hepsi bahçeliydi. Dayısı ile birlikte kaldıkları ev de diğer evler gibi tek katlı ve

bahçeliydi. Mevsimin çıplaklığına bürünmüş bahçelerinde ağaç olarak sadece erik ağacı vardı ama

çiçeklik, ilkbahar günlerinde rengârenk güllerle dolup taşardı. Tabi bir de sarmaşıkla kaplı küçük

kamelyaları ve hemen kamelyanın altında küçük bir de havuzları vardı. İki oda bir salon, iki bekârın

yaşaması için oldukça idealdi. Zaten evde geçirdikleri zaman öyle çok da fazla değildi.

Tahir beş yaşında anne ve babasını trafik kazasında kaybetmişti. Dayısı Adil’den başka hiç yakın

akrabası yoktu Denizli’de. Lise eğitiminden sonra Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik

Bölümünü kazandı. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra çok sevdiği mesleği gazeteciliğe, dayısının

yakın arkadaşı olan Orhan’ın haftalık yayımlanan gazetesinde başladı. Anne ve babasını kaybettikten

sonra hayatı o kadar kolay olmasa da eğitimini başarıyla tamamlamayı, çevresi tarafından kabul görmeyi

ve sevgilerini kazanmayı başarmıştı. Hayata tutunmakta en büyük desteği elbette dayısı Adil’den almıştı.

Adil ise gençlik yıllarından bu zamana sahibi olduğu kitapevinden kazanıyordu hayatını. Kitapevi

sayesinde çevresi oldukça genişti. Evlenmemişti hiç, evlenememişti. Geçmişte yaşadıkları engel olmuştu

yuva kurmasına. Oysa ne çok isterdi baba olmayı! Kardeşi ve eniştesinin ölümünden sonra Tahir ile

birlikte yaşamaya başlayınca yalnızlığına adeta gün doğmuştu. Babalık duygusuna olan özlemini Tahir ile

gidermeye başlamıştı.

Page 4: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

4

Yeni bir gün, yağan sağanak yağmurun hoş melodisiyle başladı. Adil, her sabah olduğu gibi yine

erken kalkıp, radyosunu açıp kahvaltı hazırlamaya koyuldu. Tahir normalde dayısından önce uyanırdı ve

hemen ardından da dayısı. Kahvaltıyı birlikte hazırlar, kahvaltılarını birlikte yapar ve birlikte evden çıkıp

işe giderlerdi. Gazetenin ofisi ve kitapevi birbirine yakındı. Gün boyu da sık sık görüşürlerdi. Dört yıllık

üniversite eğitimi ve beş aylık askerliği dışında pek ayrı kalmamışlardı ki zaten İzmir’de öğrenim

gördüğü için, o dönemde de sınav haftaları haricinde hemen her hafta sonu Denizli’deydi Tahir.

Sallana sallana kahvaltıyı hazırlayan Adil, hala daha uyanmamış olan yeğenini uyandırmak için

odasına gitmeye niyetleniyordu ki birkaç saatlik uykuyla yorgunluğun izlerini yüzünde taşıyan Tahir

mutfak kapısında göründü.

“Günaydın.”

“Günaydın yeğen, baktım uyanacağın yok ben de şimdi uyandırmaya geliyordum. Karnın aç mı?”

“Sayılır.”

“Gece kaçta geldin?”

“Ne o dayı, saatini kitapevinde mi unuttun yoksa karanlıkta saati mi göremedin?”

Adil, Tahir’in ne demek istediğini anlayamadı. “?”

“Ben geldiğimde diyorum dayı, perde aralığından bakıyordun ya.”

Tahir daha bahçe kapısından adımını atarken dayısının perde aralığından baktığını fark etmişti. Adil

yaramazlık yaparken yakalanmış bir çocuk gibi masumca masaya otururken Tahir’in söylediğini

duymazdan gelerek cevap vermedi. Dayısının bu hareketine, yorgun yüzünde küçük bir tebessümle

karşılık verdi. Midesi bir lokma ekmeği dahi kabul edebilecek durumda değildi. Yine de bir bardak sıcak

çayın iyi geleceği ve dayısını üzmeme düşüncesi ile geçip karşısına oturdu. Adil sormak istiyor ancak

cesaret edemiyordu. Sadece bir şeyler konuşmuş olmak için bakışlarını masadan ayırmadan çatalının

ucundaki zeytini Tahir’e gösterdi. “Bak bu zeytini dün akşam eve gelirken aldım, çok güzel, tadına

bakmalısın… Havalar bir hafta daha böyle gidecekmiş…”

Anlıyordu dayısını. Neler sormak isteyip soramadığını, neler söylemek isteyip bir türlü dile

getiremediğini anlıyordu. Aklından geçenleri düşünmeden, ölçmeden, tartmadan dile getirseydi

insanoğlu, Dünya nasıl bir yer olurdu acaba? Yalan olur muydu? Fitne, fesat, içten pazarlıklar… Belki

olmazdı ama o zaman da en sevdiklerini dahi üzmek, kırmak kaçınılmaz olurdu herhalde insanoğlu için.

Bazen susarız. İçimizde fırtına kopar yine de susarız. Biliriz konuştuğumuz zaman karşımızdakinin

üzüleceğini. Susmak ne zor olur bazen, hatta konuşmaktan da zor. Gözlerinin ta içine bakar karşındaki.

Bir şeyler söylemek istediğini anlar. Susmana anlam veremez ama soramaz da. İki tarafın sustuğu anlar…

Zamanı öyle yıllar, haftalar, günler ve hatta saatlerce değil, sadece bir dakikalığına geri alma şansımız

olsaydı eğer nasıl olurdu? Bir cümle içinde ağzımızdan çıkıveren sadece bir tek kelimeyi kaç defa

değiştirirdik? Kaç farklı kelime kullanırdık? Anlatmak istediğimizi kaç türlü cümle oluşturarak

anlatırdık?

Tahir, çatalındaki zeytini ağzına götüren dayısına bakıyordu. Biraz daha mı yaşlanmıştı ne? Sanki

omuzlarına dökülen saçlarında hiç siyah kalmamıştı. Uzun sakallarındaki tek tük siyahlar olmasa, işte

rüyalara giren aksakallı dede bu diyecekti. Kırış kırış olan göz kenarları ve ağarmış saçı sakalına inat

simsiyah kaşları ise yüzüne apayrı bir sevimlilik katıyordu. Bu ihtiyarı yalnız bırakıp gitmek çok zor

olacaktı. Ne zaman söylemeliydi acaba? Nasıl söylemeliydi? Anlar mıydı?

Page 5: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

5

Adil yüzünü yine masadan ayırmadan konuştu. “Ilık duş iğrenç olur. Su ya sıcak olup adamı

mayıştıracak ya soğuk olup kendine getirecek.”

“Dayı, kamyon mu devirdin bu yaşta?”

“Hadi len oradan. Turşu! Çayın diyorum çayın. Ilıdı gitti. Bir halta benzemez şimdi o. Getir de

yenisini koyayım. Bir şey yediğin yok hiç değilse çayını sıcak iç.”

“Dayı, ben iyiyim. Endişelenme. Dün tam bir sene oldu Birgül’ü kaybedeli. Yıldönümünde

mezarını ziyaret ettim. Ailesini ziyaret ettim. Hepsi o kadar.”

“Onlar nasıl?”

“İyiler, yaşıyorlar!”

Adil bir şeyler sormak istiyor ama soramıyordu. Birgül hakkındaki konuşmaları uzadıkça Tahir’in

daha fazla üzüleceğini, unutmaya çalıştığı anıların tekrar tekrar canlanacağını biliyordu. Yeğenine her

baktığında beş yaşındaki o masum çocuğu görüyordu karşısında. Nasılda susmuştu günlerce? Yemek

yememişti. Dayısına ait yabancı yeni evinde, yeni odasından günlerce çıkmamıştı. Ölüm acaba neler

hissettirirdi çocuklara?

● ● ●

Anne ve babası öğretmendi. O gün, yani yirmi yıl kadar önce bir sabah, Tahir’i kreşine bırakıp

kendi okullarına doğru gidiyorlardı. Trafik lambası Onlar için yeşildi. Birkaç saniye önce ya da sonra

olsaydı keşke. Ama olmadı. Tam da o zaman, ölüm zamanı, zamansız bir araba, oysa kırmızı ışıkta

durması gerekirdi, durmadı...

Tahir’i o gün kreşten, annesinin okuldan öğretmen bir arkadaşı almış ve iki gün evinde misafir

etmişti. Anne ve babasının okulda işlerinin çok olduğunu ve çalışmaları gerektiğini söylemişti o teyze.

Gece okulda öğretmenlerin neden çalışması gerektiğini düşünmemişti Tahir. Dayısı da zaten şehir

dışındaymış. O sebepten dayısında kalmıyormuş. Hayata bakışı oyundan ibaret olan bir çocuk, nasıl

anlayabilirdi o gün yaşananları? Nasıl fark edebilirdi?

Adil hastane önünde, kazanın ertesi sabahına kadar, yanında Orhan ile birlikte beklemişti. Zaman

zaman kardeşinin ve eniştesinin arkadaşları gelip gitmişti yanlarına. Bir de Adil’in uzak akrabaları ve

arkadaşları. Öğleye doğru cenazeleri alıp camiye, öğle namazı sonrası mezarlığa… Eniştesinin annesi,

babası ve kız kardeşi Ankara’da yaşıyordu. Onlara haber vermek, kaza gününün gecesi, sabaha karşı anca

aklına gelmişti Adil’in. Hemen yola koyulsalar da mezarlığa zor yetişmişlerdi. Adil için çok zordu. Anne

ve babasının cenazelerinde bu kadar kötü olduğunu hatırlamıyordu.

Eniştesinin ailesini o gün evinde misafir etti. Ertesi sabah Tahir’i alıp getirmeye gitti. Belki de en

zoru bu olmuştu. Eve döndüklerinde, Onları kapıda karşılayan babaanne, dede ve halanın gözyaşlarını

Tahir’e açıklamak, konuştukça boğazının düğümlenmesi ve engel olamadığı gözyaşları Adil için zordan

da öteydi. Büyük ya da küçük, çocuk ya da ihtiyar, her kim olursa olsun ve aslında yaşının da bir önemi

yoktur ya; ölüm haberini verirken acıyı hafifletebilecek bir kelime var mıdır? Hangi kelimeler dinleyeni

ölüm haberine alıştırır?

Hiç ağlamadı Tahir. Anladı, bir daha anne ve babasının yanında olamayacağını. Mezarlığa gitmek

istedi. Görmek istedi. Birlikte götürdüler. Önce uzakta durdu. Toprak yükseltisine baktı. Sonra yavaşça

yürüdü. İki mezarın arasında yere oturdu. Hangi mezar annesinin hangi mezar babasının anlayamadı.

Dönüp dayısına baktı. Dayısı, annesine ve babasına ait olan mezarları işaret ederek gösterdi. Bir müddet

daha orada oturdu ve sonra dayısına döndü. -Gidelim ama sonra yine gelelim. Gül dikelim mezarlarına,

bunlar gibi yapalım biz de- diyerek mermerden mezarları gösterdi. Bir çocuğa nasıl anlatılabilir ölen bir

Page 6: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

6

bedenin zamanla çürüyeceği? Toprak yükseltisinin zamanla çökeceği? Ancak çöktükten sonra mermerden

mezar yapılabileceği?

Halası kucağına almak istedi ama izin vermedi. Büyümüştü sanki birden bire. Koca bir delikanlı

olmuştu. Anne ve babasının mezarları arasından yürüyerek ilerlerdi. Ardından da diğerleri… Mezarlığın

çıkışına doğru yaklaşırlarken bir ara dayısına seslendi;

-Dayı, bundan sonra senin evinde mi kalacağım?-

-Eğer sen de istersen.-

-İstiyorum ama önce bizim eve gidelim. Eşyalarımı alalım.-

Dedesi bir şeyler söyleyecek oldu. Konuşamadı. Kelimeler boğazında düğümlendi. Acılarını bir

kenara bırakıp Tahir’e odaklanmışlardı. Tahir ise Onların asla bilemeyeceği bambaşka düşüncelerde,

duygulardaydı. Çocuktu…

Birkaç gün daha kalan babasının ailesi memleketlerine geri döndü. Halen daha hayatta olan dedesi

ve babaannesine yılda birkaç kez ziyarete gidiyordu. Halası evlenip Almanya’ya gittiğinden ancak iki

yılda bir Türkiye’ye geldiğinde görebiliyordu…

Okulun ilk gününde hep vardır o tanışma faslı. Adını ve soyadını söyler öğrenciler. Memleketini

söyler. Kaç kardeşi olduğunu söyler. Bir de anne ve babasının ne iş yaptığını. Birinci sınıfa başladığı ilk

gün, sınıf öğretmeninin kendisini tanıtmasından sonra yeni sınıf arkadaşları sırayla kendilerini tanıtmaya

başladı. Sıra Tahir’e geldi. O da diğerleri gibi ayağa kalktı. -Benim adım Tahir. Buralıyım. Kardeşim yok.

Annem ve babam öğretmendi.- Öğretmeni hiç düşünmeden sordu. -Demek öğretmendiler, emekli mi

oldular?- Hemen cevap vermedi Tahir. Kısa bir sessizlik oldu. O kısa sessizlikte öğretmeni anlamıştı

anlamasına, ancak çok geç kalmıştı. –Onlar, öldü…- Öğretmeni sarsılmıştı. Hiçbir şey söyleyemedi

Tahir’e. Ama Tahir çok şey anlamıştı ve okul hayatı boyunca da o aynı sahneyi defalarca yaşamıştı.

Öğretmenleri diğer arkadaşlarından farklı davranmıştı hep Tahir’e. Kırmamak, incitmemek için o

hassas konuda, ellerinden geldiğince dikkat ediyorlardı ama gerçeklerden de kaçış olmuyordu. Ev ödevi

veren öğretmeni dönüp sınıfa seslenirdi; -Anne babalarınızdan yardım almadan, kendiniz yapın

ödevlerinizi tamam mı çocuklar?- Sınıf koro halinde kelimeleri uzatarak cevap verirdi -Taamaaam

Öğretmeeeniimmmm- Öğretmeni daha cümlesinin ilk kelimesinde pişmanlık yaşarken, Tahir ile göz göze

gelmekten kaçınarak başka şeylerle ilgilenmeye çalışırdı. Hep düşünürdü o zamanlar, öğretmeninin neden

böyle davrandığını. Anne ve babasının da öğretmen olduğu için mi? Yoksa annesi ve babası ölmüş bir

çocuğa acıdığı için mi? Belki de bir an, öldüğünü düşünüyor ve Tahir’in yerine kendi çocuğunu

koyuyordu.

Küçük yaşta öksüz yetim kalmak, ölümle tanışmak, ölmekten daha mı kolaydır? Hangisi ağır basar

terazinin kefesinde? Bir insan hayatının son bulduğu ressamın tualinde çocuklara yer var mıdır? Ölmeden

ölümü yaşayan çocuklar… Ölüm kimseye yakışmaz ancak gerçeklerden de kaçış olmaz. Yine de ölüm en

çok çocuklara yakışmaz.

Bazen birlikte ders çalışmak için arkadaşlarının evine giderdi. Arkadaşının, annesine yaptığı nazı

gördükçe, hiçbir zaman böyle bir naz yapamayacağına içerlerdi. Bilirdi anneler Tahir’in durumunu.

Sormazdı, konuşulmazdı ama bakınca anlardı o anneler, karşılarındaki çocuğun halinden. En zoru da,

kalabalık kutlanan doğum günlerinde, derinden hissettiği yalnızlığı olurdu. İlkokul ikinci sınıfa gittiği

Page 7: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

7

sene, okul zamanına rast gelmediği için, normal gününden iki ay sonrasında bir defa kutlamıştı doğum

gününü. Heves etmişti. Dayısı çok güzel bir doğum günü pastası yaptırmıştı. Börekler, kurabiyeler,

içecekler… Sınıf arkadaşlarının hemen hepsi, ellerinde hediye paketleriyle gelmişti o gün evlerine. Her

şey tamam gibi görünüyordu. Ama eksik, yeri doldurulamayacak kadar büyüktü. Arkadaşlarının doğum

günlerinde, mumları yanan pastayı tepsi içinde getiren anneleri olurken, dayısının eline hiç yakışmadığını

düşünmüştü. Anne şefkatinin olduğu yerde daha rahat oynayan, yaramazlık yapan arkadaşları, sakallı

dayısının yanında uslu ve çekingen birer çocuktu. Arkadaşlarının bu halini gördükten sonra bir daha hiç

doğum gününü kutlamadı.

İnsanların acıması, anlaşılmaz suçluluk halleri, Onun için üzülmeleri ve ölümden korkmaları… En

çok ilkokul ve ortaokulda karşılaştı bunlarla. Lisede ve üniversitede de peşini bırakmadı. Hatta bugün

bile, halen daha karşılaşmaya, o buruk duyguları yaşamaya devam ediyordu. Sadece bir kişi yaşatmadı o

duyguları Tahir’e; Birgül…

Öğrenciliğinin son senesinde, yine bir hafta sonunda, kitapevinde dayısına yardım ettiği bir günde

gördü Birgül’ü. Dalgalı, upuzun, simsiyah saçlar, siyah gözler ve uzun kirpikler… İlk karşılaştıkları o an

hisleri şaha kalksa da, kitap almaya gelmiş bir müşteriye ilan-ı aşk etmesi imkânsızdı, biliyordu.

Ayaküstü yarım saat kadar kitaplardan konuştular. Birgül’ün istediği kitaptan kalmamıştı. Tahir başka bir

kitap önerdi. Ancak aklında o kitap varken, başka bir kitap okumak istemedi Birgül.

Tanıtamamıştı kendini. Adını da soramamıştı. Araya vize haftası girince, iki hafta boyunca

Denizli’ye de gelememişti. Üç hafta sonra, bir Cuma günü öğleden sonra gelmişti Tahir ve koşar adım

kitapevine gitmişti. Pazar akşamına kadar ümitle beklemişti belki gelir diye ama kız gelmemişti. Umudu

kırılan Tahir İzmir’e dönmüştü. Bir sonraki hafta sonunda da, yine kırılan umuduyla birlikte İzmir

yolundaydı. Olmaz bir hayal peşinde olduğunu düşünüyordu. Hayat bu, ne romanlara ne de filmlere

benzer diye kendi kendini avutuyordu. Üçüncü hafta sonunda, bu sefer umutsuzlukla gelmişti. Gördüğü o

kız gerçek değil, sadece güzel bir rüyaydı. Öyle düşünmek istiyordu.

Birgül’de aynı duygularla birkaç gün üst üste gitmişti kitapevine. Son gittiği gün Adil’den

öğrenmişti; Tahir’in İzmir’de öğrenci olduğunu, vize haftasında olduğunu, iki hafta boyunca

gelemeyeceğini. Çok da güzel bir yalan uydurmuştu;

-Çalışanınız bana bir kitap önermişti. O gün almadım ama şimdi almak istiyorum. Ancak kitabın

adını unuttum. O arkadaş ne zaman gelir?-

-Benim elemanım yok. Size kitabı öneren, müşterilerden birisi olabilir mi?-

-Sanmam, dergi almıştım ve ücreti o arkadaşa ödemiştim.-

-Ne zamandı?-

-Geçtiğimiz Pazar günüydü.-

-Ha o mu? O benim yeğenim Tahir.-

-Öyle mi, ne zaman gelir?-

-Okulu İzmir’de. Sınavları var şimdi. İki hafta gelemez buralara. Sınavlardan sonra gelir ancak.

Zaten hemen hemen her hafta sonu buralarda olur. Sınav haftaları hariç!-

-Yeğeninizin sınavları bitiyor, benim sınavlarım başlıyor. Artık sınavlarım bittikten sonra bi hafta

sonu uğrarım.-

Page 8: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

8

Adil filizlenen aşkın kokusunu almış ama ne Birgül’e ne de Tahir’e bir şey belli etmemişti.

Yeğeninin iki hafta boyunca dalgın dalgın gelip gittiği hafta sonlarında, haline bakıp, içten içe gülerek

eğlenip durmuştu.

Akşama doğru Birgül kitapevinin kapısından içeri girdi. Biliyordu Adil geleceğini. Daha önceden

planladığı gibi işini bahane ederek çıkıp gitti. Tahir arka tarafta rafları düzenliyordu. Dayısının giderken

seslenmesine, işini bırakıp arkasını dönmeden sadece –Tamam- diyerek yanıt verdi. Arkasından

yaklaşmakta olan Birgül’ün farkında bile değildi.

Dikdörtgen şeklindeki kitapevinin üç duvarı, tabandan tavana kadar koyu kestane rengi raflarla

kaplıydı. Ortada, bir uçtan bir uca uzanan, duvar raflarının aksine yerden iki metre yükseklikte ve duvar

raflarının renginde iki tane, her iki tarafı da kitaplarla dolu raflar vardı. Adil yeni doğmuş bir bebek gibi

bakardı kitaplarına. Özenle raflara yerleştirirdi. Edebiyat, klasikler, dergiler, eğitim, ekonomi, İslam,

kültür, müzik, siyaset… Rafları özenle ve düzenli bir şekilde bölümlere ayırmıştı. Yazar isimlerine göre

de ayırdığı için, aranan bir kitap kolaylıkla bulunabiliyordu. Zamana ve teknolojiye inat, kitapevinin

hemen girişinde, solda bulunan küçük masasında bilgisayar yoktu. Eski bir radyo, eski çevirmeli bir

telefon dışında bir de yazar kasası mevcuttu. Yasalar şart koşmasa belki yazar kasayı da koymazdı

masanın üzerine. Ama yasalara boyun eğmeyi, vaktiyle bedelini ağır ödeterek öğretmişlerdi.

-Merhaba.- dedi Birgül. Tahir sesi tanımış ama yine de o olduğuna inanmayarak arkasını dönmüştü.

-Merhaba, siz?-

-Evet, ben, Birgül. Sen de Tahir, değil mi? Sınavlar nasıl geçti?-

-?- Bir şey diyemeden öylece şaşkın bakakaldı yüzüne.

-Tavsiye ettiğin kitabı o gün almadığıma pişman oldum. Almak için geldiğimde de sen yoktun. Ne

yazarın adı geldi aklıma ne de kitabın. Abiye sordum seni, yeğenim olur dedi. Sınavlarından da bahsetti.

Geleceğin zamanı biliyordum ama senin sınavların bittiğinde benim sınavlarım başladı. Gelemedim.-

-Evet, sınavlar, iyi geçti. Ya senin?-

-Babam hep ilk sene zor olur derdi. Haklıymış.-

-Bölüm neydi?-

-Sınıf öğretmenliği.-

-Öğretmen hanım!-

-İlk sene ve ilk dönemde olduğumu düşünürsek, dört sene sonra evet; öğretmen hanım!-

-Edebiyat alanında bir bölümdesindir diye düşünmüştüm.-

-Sadece edebiyatçılar mı okur? Ben okumayı seviyorum. Hem okumayı sevmeyen bir öğretmen olur

mu?-

-Bence tartışılır…-

O günden sonra, okulun ilk dönemi boyunca, sınav haftaları haricinde hemen her hafta sonu

buluşup görüştüler. Diğer zamanlarda da Graham Bell’e bol bol dua ederek sohbetlerine telefonda devam

ettiler. Okulları ilk dönem sonu tatile girdiğinde, bir ay boyunca hemen her gün sadece telefonda

görüştüler. Tatil dönüşüydü. Tahir Birgül’ü otogarda karşıladı. Sarıldılar ilk defa, el ele tutuştular. Karşı

tarafa yapılan herhangi bir çıkma teklifi olmamıştı ki zaten ne demekti öyle -benimle çıkar mısın?-

Çıkmak? Nereye çıkmak? Neden çıkmak? Hayatı paylaşmak değil miydi bunun aslı? O gün başlamamıştı

zaten, daha ilk karşılaştıkları anda ekilmişti bu ilişkinin tohumları.

Page 9: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

9

O sene Tahir okulundan mezun oldu. Yaz döneminde Birgül yoktu. Görüşmeleri telefonda devam

etti. Birkaç defa da Tahir Kütahya’ya gitti geldi. Okullar açılacaktı. Ayna zamanda Tahir’in askerliği

gelip çattı. İkinci dönemin başlayacağı günlerde askerliğini bitiren Tahir ve beş aydır onu bekleyen Birgül

tekrar kavuştu Denizli’de. Zaman hızla akıp geçti. Birgül’ün, okulunda son senesiydi. Artık zamanı

gelmişti. Ailesi ile tanışmak için birlikte Kütahya’ya gittiler. Tahir çok heyecanlıydı. Ancak Birgül’ün

ailesindeki samimiyet ve sıcakkanlılık, bu heyecanı bertaraf etmişti. Aynı günün akşamında Tahir,

Birgül’ü ailesinin yanında bırakıp Denizli’ye geri döndü. Birkaç gün ailesinin yanında kalacaktı Birgül.

Pazar günü gelecekti. Tahir karşılayacaktı Onu otogarda. Gelmedi!

Denizli’ye geleceği günün sabahıydı. Telefonda konuştular. Akşam saat altı gibi otogarda olurum

demişti. Otobüs geldi. Birgül yoktu. Aradı hemen. Bir adam açtı telefonu. Ağlıyordu. Zorlukla

konuşuyordu. Saçmalıyordu... Tahir dayısını aradı. Soğuk, donuk bir sesle anlattı olanları. Adil kitapevini

Orhan’a emanet edip, arabasıyla son sürat otogara geldi. Birlikte Kütahya yoluna düştüler. Hastane,

havada ölüm ağırlığı, hıçkırıklar, kalabalık… Sonra o bilinen cami ve mezarlık yolculuğu. Beyaz kefen.

Kahverengi toprak. Grinin hemen her tonunda mermer kaplı mezarlar…

Her zaman olduğu gibi yine ailesi uğurlayacaktı. Evden birlikte çıktılar. Babasının istisnasız trafik

kurallarına uyarak kullandığı araba ile otogara kadar geldiler. Otobüsün kalkışına yarım saat vardı.

Caddenin karşısındaki aile çay bahçesine gittiler. Birer bardak çay içeceklerdi sadece ve sadece kızlarıyla

biraz daha zaman geçireceklerdi. Otobüsün hareket etmesine on dakika kalmıştı. Kalktılar, yürüdüler,

cadde kenarında durup karşıya geçmek için uygun anı beklediler. İlk babası gördü. Sonra kardeşi ve

annesi... Sadece Birgül görememişti katilini. Kaldırımda ne işi vardı o arabanın? Üstelik çok da süratliydi.

Babası küçük kızını ve karısını geriye zor çekebilmişti. Sonra bir gürültü yankılandı caddede. Gürültüye

çığlıklar karıştı. Birgül neredeydi? Yoktu. Göremedi babası. Hayır, o kanlar kızına ait olamazdı,

olmamalıydı. Kalabalık, ambulans, polis, siren sesi, tepe lambaları… Hastane önünde, elinde kızının kan

bulaşmış çantasıyla öylece duruyordu. Çantanın içinden telefonun melodisi yükselmeye başladı…

● ● ●

Evden çıktıklarında yağmur şiddetini iyiden iyiye arttırmıştı. Su birikintilerine basmamaya gayret

ederek koşar adım arabaya gittiler. Adil’in dün akşam sokağın başında park ettiği arabanın yanına kadar

geldiklerinde sırılsıklam olmuşlardı. Direksiyona geçen Tahir, ikinci viteste, 30-40 km arası bir hızla

ilerliyordu. Sileceklerin hızı, cama vuran yağmura yetersiz kalıyordu. Yağmur, araçların hız yapmalarına

izin vermiyordu. Ancak Tahir, yağmursuz havalarda da hep hız limitlerinin altında kullanırdı zaten

arabayı. Sevmezdi çünkü direksiyon başında olmayı. Nasıl sevsin? Sevdiklerini trafik kazasında

kaybetmişti. En sevdiği insanların katili değil miydi arabalar? Ve o arabaları görmeden yaşayabileceği bir

yer var mıydı yeryüzünde? Günün her saati gördüğü, duyduğu araba sesleri, haberlerde trafik kazaları,

zaman zaman karşılaştığı, şahit olduğu trafik kazaları… Hayatın bu kadar içindeyken o katiller birazcık

da olsa unutmak mümkün olur muydu yitirdiklerini?

Adil bilirdi bu durumu. Tahir’in arabalarla ve trafikle olan tek taraflı soğuk düşmanlığının son

bulması için, mümkün olduğunca direksiyona geçmemeye çalışırdı. Alıp karşısına konuşmaya cesaret

edemezdi. Ama bir gün mutlaka gerçekleri kabulleneceğine de inanırdı. Kardeşinin, eniştesinin ve hatta

Birgül’ün ölümüne sebep olan kazalarda suç arabaların değildi. Direksiyon başındaki insanlarındı. Tahir

bunu bir gün mutlaka anlayacaktı.

Kitapevinin arka sokağındaki otoparka girdiklerinde, yağan şiddetli yağmur dinmiş, geriye egzoz,

asfalt ve toz karışımı bir koku bırakmıştı. Arabayı otoparka bırakıp kitapevine doğru yürüdüler. Adil,

sabah kahvaltısında bir bardak çaydan başka ağzına tek lokma koymayan Tahir’i düşünüyordu. Akşama

kadar aç aç gezer, üstüne bir de gider meyhanede içer diye kendi kendine kızıyordu.

Page 10: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

10

“Salih bugün için taze hamsi gelecek demişti. Öğlen Orhan’la beraber gelin de gidelim, bi hamsi

tava yiyelim.”

“Arabanın frenleri zayıflamış. Fırsatım olursa sanayiye, Sami ustanın yanına gitmeyi

düşünüyorum.”

Adil pes etmedi; “İyi ya, yemek yer sonra gidersin.”

“Bakalım. Önce bi gazetede günün planını yapalım da.”

“Yahu gel işte. Çok değil, yarım saat. Hamsiyi götürelim, ondan sonra git ne işin varsa gör. Unutma

sakın! Orhan’a da söyle. İhtiyar balığı sever. Denizden çıksam beni bile yer.”

Kitapevinin önünde ayrıldılar. Adil cebinden anahtarlarını çıkartırken, Tahir’in arkasından son bir

kez daha bağırdı; -Unutma sakın! Orhan’ı da al gel. Buradan beraber gideriz- Duymazlıktan geldi Tahir.

Sakin adımlarla gazeteye doğru yürümeye devam etti. Kitapevinin kapısını açan Adil arkasını dönüp,

karşı çaprazındaki esnaf komşusu çaycı Fikret’e yüksek perdeden seslendi; -Fikoo, sana zahmet sabah

kahvesini içelim.-

Dört katlı, yirmi daireli eski bir iş hanının ikinci katındaydı gazetenin ofisi. Küçük dar bir koridor,

küçük bir mutfak ve biri diğerinden biraz daha büyükçe iki odadan ibaret olan daire, dar gelirli bir gazete

için oldukça lüks bile sayılabilirdi. İş hanından içeriye girip her sabah işkenceye dönen o dik merdivenleri

tırmandı. Ofisin kapısına yaklaşırken cebinden anahtarlarını çıkardı. Aslında kilitlemeye gerek yoktu.

Emekliliği çoktan gelmiş ihtiyar çürük kapıyı eliyle biraz kuvvetlice iteklese kolaylıkla açabilirdi.

Yıllarca insanlığa hizmette bulunmuş bu kapıya o şekilde davranmanın saygısızlık olacağını düşünüp

anahtar marifetiyle nazikçe açtı.

Kağan ve Sıla mutfakta, simit ve üçgen peynir dostu birer bardak çay eşliğinde kahvaltı yapıyordu.

Kapı kilidinde tıkırtıyı duyup önce birbirlerine sonra mutfağın karşısındaki ofis giriş kapısına baktılar.

Tahir içeri girdi. Yağmurdan ıslanan ceketini, kapı arkasındaki ayaklı askıya astı. Arkadaşlarına

“Günaydın” dedi ve mutfak tezgâhına doğru ilerledi. Tekrardan birbirlerine bakan Kağan ve Sıla

“Günaydın” dediler. Tahir, Birgül’den hatıra kalan Galatasaraylı fincanına sade ve şekersiz kahve

hazırladı. Odaya gidip bilgisayarının başına geçmekle arkadaşlarının yanına oturmak arasında kararsız

kaldı. Yakın bir zamanda gidecekti ve Onları uzun bir süre göremeyecekti. Daha fazla zaman ayırmalı,

daha fazla birlikte zaman geçirmeliydi dostlarıyla. Zaten bir yıldır yeterince yalnız kalmamış mıydı?

Yeterince uzak durmamış mıydı herkesten? Yeterince kaçmamış mıydı?

Yanlarına oturdu. Kağan ve Sıla çekingence birbirlerine bakmaya devam ediyordu. Konuşulacak o

kadar çok şey varken havaya sessizlik hâkimdi. Birgül’ün ölümünden bugüne hemen her sabah ve hatta

karşılaştıkları her gün ve her an, aralarında nedeni bilinmez bir soğukluk rüzgârı esiyordu. Kağan, Onun

bu durumuna alınmıyordu. Herkese karşı böyleydi Tahir. Orhan ve Adil’e karşı belki bu kadar değildi

ama Onlara da soğuktu. Ancak Sıla çok kızıyordu. İnsanlar doğar ve ölürdü. Geride kalanlarsa yaşardı!

Bir yere kadar tamam, ama ölünün ardından matem bu kadar uzun sürmemeliydi. Yaşamı bir kenara

bırakıp, sabah akşam kendini alkole vermek Tahir’e yakışmıyordu. Ah! Bunları bir de yüzüne

söyleyebilseydi!

Anlamsız sessizliği Kağan bozdu. “Kahvaltı yaptın mı? Simidi, peyniri fazla fazla aldık.”

“Evden çıkmadan atıştırdım. Orhan abi gelmedi mi?”

“Eli kulağındadır.”

Kağan ve Sıla yemeyi bırakmıştı. Sadece çay içiyorlardı. Bu sefer sessizliği bozan Sıla oldu. “Gittin

mi?”

Page 11: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

11

Kütahya’ya gideceğini söylememişti. Ama Sıla’nın doğrudan bunu sorduğundan emindi. “Gittim.”

Sıla’nın sesi biraz sert çıktı. “Gideceğini keşke bize de söyleseydin. Belki biz de gelirdik.”

Kağan başını hafif sola yatırıp dudaklarını büzdü. Sıla’nın bu çıkışından rahatsız olmuştu. Sıla ise

Onun bu hareketine omuz silkerek karşılık verdi. Gözleri masada, ellerinin arasındaki kahve fincanında

olan Tahir, arkadaşlarının bu sessiz tartışmasını görmezden geldi. Yüzünden bir şey anlamak mümkün

değildi. Kızmış mıydı? Üzülmüş müydü? Şimdi kalkıp gidecek diyordu Kağan içinden. Tahir ise Sıla’nın

sorusunu sorguluyor, kendine dürüst bir cevap arıyordu; -Neden kimseye söylemedim? Aynı evde

yaşamasam dayıma söyler miydim? Orhan abi o an yanımızda olmasaydı eğer, Kağanlara söylemediğim

gibi O’na da söylemez miydim? Dayım gelmek ister miydi? Ya Orhan abi? Birgül’ü sevmeyen kimse yok

çevremde. Ama o kadar kalabalık nasıl giderdik?-

Peş peşe aklına düşen sorularla savaşırken Kağan’ın sesiyle kendine geldi. “Tahir, sen bakma

Sıla’ya. O sadece…”

Tahir Kağan’ın sözünü kesti. “Sıla haklı. Bencillik yaptım. Haber vermeliydim. Dayım, Orhan abi,

siz, ben… Hep beraber gidebilirdik. Birgül sevgilimdi. Sizin de arkadaşınız. Kusura bakma Sıla.

Önümüzdeki günlerde bir hafta sonuna ayarlayıp gidelim.”

Sıla sesinde hiçbir mahcubiyet yada pişmanlık olmaksızın cevap verdi. “Amacım seni kırmak yada

üzmek değildi. Birgül’ü ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun.”

“Biliyorum.”

Ofis kapısının açılmasıyla dikkatleri o tarafa yoğunlaştı. Gelen Orhan’dı. Uykusuzluğu yüzünün her

bir noktasına bulaşmış, yorgunluğu gözlerinden okunan kel bir baş, kapısız mutfağın eşiğinden içeriye

doğru uzandı. Uzun boylu Orhan’ın başı kapı eşiğinin mutfak tarafında, bedeni koridor tarafında, elleriyle

koridor duvarlarından destek almış öylece duruyordu. Tahir Onun bu duruşuna baktı. Akbabaya benzetti.

Gülmek geldi içinden. Ancak çok yersiz olacağını düşünüp tuttu kendini.

Yorgunluğunu haykıran beden, yine yorgun, bitkin bir sesle “Günaydın” dedi. Sıla’nın çay teklifine

cevap vermeden “Çocuklar biraz konuşalım. Çayınız, kahvaltınız bitince odama gelin” dedi ve uzun

bacaklarına inat kısa adımlarla koridorun sonundaki küçük odasına doğru yürüdü.

● ● ●

Kağan ve Sıla altı ay kadar önce evlenmişti. Tahir düğüne gitmemişti. Sıla’nın Tahir’e olan

kızgınlığı biraz da bu sebeptendi. Ancak bu kızgınlık öyle küçücük, hemen affedilebilecek kadar bir

kızgınlıktı. Asıl kızgınlığı, bir türlü matem havasından kurtulamamasınaydı. Hayata, işine, çevresine karşı

olan küskünlüğüne ve alkolik denilebilecek kadar çok içmesineydi. Beş yıldır tanıyordu Tahir’i.

Birgül’ün ölümüne kadar gelen çok güzel bir dostlukları vardı. Ve ne olduysa Birgül’ün ölümünden sonra

oldu…

Kağan’la aynı gün başlamışlardı gazetede çalışmaya. Ve Kağan’ı tam iki yıl peşinde

süründürmüştü. Tahir’in defalarca araya girmesi ve elbette kendi çabalarıyla sonunda aşkına karşılık

bulmuştu Kağan. Yakın bir zamanda evlilik yoktu akıllarında. Ta ki Birgül’ün ölümüne kadar. Ölümün,

yaşam kadar gerçek olduğuyla yüzleşince, geçen her anın ne kadar değerli olduğunu anlamışlardı. Eğer

bir gün olacaksa o bugün olmalıydı. Yarın yada daha sonra değil! Altı ay kadar beklediler. Bitmedi

Tahir’in matemi. Daha fazla ertelemediler ve evlendiler.

Darbenin hemen öncesinde, Eylül ayının ikisinde dünyaya gelmişti Tahir. Adil, koşar adım

üniversite hastanesine giderken, kendini bir grup gencin sağ sol kavgası içinde bulmuştu. Yurdum

Page 12: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

12

polisinin müdahalesi de tam o anda olmuştu. Yaka paça bindirildiği ekip otosuyla götürüldüğü karakolda

bir türlü derdini anlatamamıştı. Daha ne olduğunu anlayamadan, işkence dolu günler sonrasında kendini

ceza evinde bulmuştu. Orhan’la tanışmalarına vesile olan da, bu talihsiz olay olmuştu aslında. İşinin

gereğini yapmak için elde makine kavga arasında kalan Orhan, Adil gibi yaka paça ekip otosuna

bindirilmişti. Önce işkenceyi ve nezaretten çok hücreye benzeyen harabeyi paylaştılar. Daha sonra da

cezaevinde aynı koğuşu ve altlı üstlü ranzayı paylaştılar. En büyük talihsizlikleri ise, darbe öncesi tahliye

olamamalarıydı. Suçsuz yere geçip giden dört yılın sonunda masumiyetlerine karar kılan hâkim,

özgürlüklerini geri vermişti.

Küçük Tahir, Adil ve Orhan’ı cezaevi önünde karşıladı. Tabi yanında anne ve babasıyla. Elinde

büyümüştü Orhan’ın. Onu hiç dayısından ayrı tutmamıştı. Aslında küçüklüğünde Orhan’a da dayı derdi.

Ama büyüdükçe dayı demesine izin vermedi Orhan. Abi demek daha genç duruyordu dayının yanında.

Eğer o gün, o kavga olmasaydı, doğduğu gün kucağına alacaktı Tahir’i. Ama o zaman da, Orhan ile

belki hiç tanışamayacaktı. Kötü şerden bir hayır oldu diye avunmuşlardı cezaevinde geçirdikleri günlerde.

Ancak içeride geçen o günlerin izleri, hiçbir zaman silinmedi; ne bedenlerinden ne de zihinlerinden. Adil

hala daha konusu açıldıkça söylenir; -Yok arkadaş, yok. Adam dediğinde şans olacak ama o bende yok.

Şans olsa işkencecinin acemisine çatmazdım. Usta tezgâhından çıkan arkadaşlara bak! Hangisinin

neresine ne olmuş?- Orhan da her defasında aynı cevapla karşılık verirdi; -Hadi sende komünist tipi var.

Beni niye aldılarsa? Sanki gazetecilerin hepsi komünist!-

● ● ●

Meraklı bakışlarla birbirlerine baktılar. Sonra üçü birden fincanlarını masada bırakıp Orhan’ın

ardından gittiler. Odanın kapısı açıktı. Orhan masasının arkasında, eski koltuğuna gömülmüş oturuyordu.

Tahir ve Kağan masanın önünde bulunan karşılıklı tekli koltuklara, Sıla masanın karşısındaki ikili koltuğa

oturdu. Küçük odada koltuklar ve masadan başka, koltukların önünde küçük bir sehpa ve duvarda yan

yana koşan biri siyah, diğeri beyaz iki atın olduğu tablo vardı. Masanın üstünde ise, son haftanın

yayımlanan gazetesinden birkaç tane, kalemler ve rakip gazetelerden birisinin hediye gönderdiği ajanda

vardı. Bunların dışında küçük oda oldukça sadeydi. Orhan, yazılarını büyük odada, Tahirlerin yanında

hazırlardı. Patronluğu sevmezdi. Her zaman gazeteci gibi davranır, patrondan çok iş arkadaşları gibi

çalışırdı. Ancak hatırlı müşteriler, önemli misafirler geldiğinde geçerdi odasına. Bir de önemli konuları

konuşacakları zaman!

Büyük oda; dört masa, dört bilgisayar, masaların önlerinde birer sandalye, arkalarında küçük döner

koltuklar, pencereden vuran güneş ışınlarının ulaşamadığı duvar dibinde son basılan gazeteler, diğer

duvarda arşiv için kullandıkları boydan boya kocaman sürgülü dolap, masaların üzerinde ajandalar,

fotoğraf makineleri ve çantaları, kalemler, kâğıtlar, ortak bir yazıcı ve kırtasiye malzemeleri ile tam bir

gazete ofisi havasındaydı.

Orhan, yorgun ve bitkin sesiyle konuşmaya başladı. “Ne kadar oldu? Çok oldu değil mi? Uzun

zamandır, koskoca beş belki de altı yıldır birlikte çalışıyoruz. Güzel bir ekip olduk. Her ne kadar yerel bir

gazete olsak da güzel işler başardık. Etkili haberler yaptık. Bu başarı sizin emeğinizle kazanıldı.

Mesleğinizde başarılı gençlersiniz. Ve eminim bir gün çok daha iyi yerlere geleceksiniz. Yanlış

anlamayın, ben bu işin okulunu okumadım. Liseyi dahi dışardan bitirdim.

Ortaokulu bitirdiğim yaz küçük bir matbaada çalışmaya başladım. O yaz Asım abiyle tanıştım.

Günlük yayımlanan yerel bir gazetesi vardı. Gazetenin basımı bizim matbaada yapılıyordu. Asım abi beni

yanına aldı. El verdi. Mesleği öğretti. Liseyi dışardan bitirmem de Onun sayesindedir. Toprağı bol olsun,

bende emeği çoktur. Sadece meslek değil; hayatı, insanları, doğruyu, yanlışı, bildiği her şeyi öğretti bana.

Bir tek esnaflığı öğretmedi ki zaten kendisi de bilmiyordu, beceremiyordu. Baktığınız zaman gazeteciyiz.

Haber yapıyoruz. Ama en nihayetinde ürettiğimiz gazeteyi satmamız gerekiyor. Reklam almamız

Page 13: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

13

gerekiyor. İşte esnaflık burada başlıyor. Sıkıntı tam da burada başlıyor. Yapılan hizmetin karşılığında hak

edilen parayı insanların cebinden çıkarttırabilmek marifettir. Öyle herkesi suçlayamayız. Ancak, aradan

birkaç kişi çıkar. Cebi akrep doludur. Eh, bizler de zaten ucu ucuna idare ettiğimiz için, o birkaç kişiden

alamadığımız para yüzünden sıkıntıya düşeriz.”

Sustu. Gözleri karşısında oturanları taradı. Anlatmak istediklerini toparlamaya çalıştı. Ve devam etti

konuşmaya. Kağan ve Sıla’nın bakışları Orhan’ın üstündeydi. Tahir ise elindeki kalemi evirip çeviriyor,

sanki odadakilerle ve konuşulanlarla ilgilenmiyor gibi görünüyordu. En azından Sıla, bunu böyle

düşünüyordu. Orhan’ın konuşmasının nereye varacağını az çok tahmin ediyorlardı. Üçü de son

zamanlarda işlerin kötüye gittiğinin farkındaydı. Ama bu kadar çıkmazda olduklarını bilmiyorlardı.

“Televizyon bu kadar yaygınlaşmadan önce gazeteler çok değerliydi. Tabi bir de radyolar. Eskiden

çok lükstü radyo. Öyle her evde bulunmazdı. Memlekette ne olup bitiyor, dünyada neler oluyor hep

radyodan, gazeteden takip ederdi insanlar. Ta ki televizyon yaygınlaşıp özel kanallar çoğalıncaya kadar.

Bazen bakıyorum öyle kanallara, izleyecek bir şey bulamıyorum. Saçma sapan programlar, diziler. Kim

neden izler bunları diye düşünmeden edemiyor insan. Hele ana haber bültenleri! İlk onbeş dakika meclis,

iktidar, muhalefet partileri. Sonra kaza, deprem, cinayet için beş bilemedin on dakika. Geri kalan yarım

saat boyunca ünlüler, mankenler, eğlence mekânları, ayı, kurt, domuz, böcek, falan, filan. Darbe zamanı,

bu memlekette kitapları yakmak için kazanlar kuruldu. Kitapların yerini sinemalarda erotik filmler aldı.

İnsanlar; neden ünlülerin hangi tatil köyünde, hangi otelde, hangi bilmem nerde eğlendiğini izlemek

zorunda olduğunu sormuyor, sorgulamıyor. Bana ne diyemiyor. İzliyor. Onlar izledikçe kanallar

yayınlamaya devam ediyor. Bazı kanalların hakkını yemeyelim. Sağlam program yapanlar, kaliteli diziler,

haber gibi haberler de var. Neyse, konuyu fazla dağıtmayalım.

Bütün bu olanlar gazeteleri olumsuz etkiledi. Akşam haberlerde izlediğini ertesi sabah gazetede

okumak insanlara saçma gelmeye başladı. Gazeteler ne yaptı? Magazin ekleri çıkarmaya başladı.

Kuponlu kampanyalar başlattı. Erotizm kokan haberlere bulaştı. Tabi bunlar ulusal yayım yapan

gazeteler. Yerel gazeteler, yani bizler, ulusal gazetelere nazaran daha fazla etkilendi bu durumdan. Hele

bizim gibi haftalık yayım yapanlar! Ayakta durmakta zorlanmaya başladı. Pek çokları kapıya kilit vurdu.”

Sustu yine. Konuyu dolandırıp duruyor, bir türlü asıl konuya giremiyordu. Öksürdü. Boğazını

temizledi. Ve tekrar başladı. “Arkadaşlar, reklam gelirimiz çok düştü. Nerdeyse yarısını kaybettik. Gazete

satışlarımız matbaayı zor karşılar oldu. Size belli etmemeye çalıştım, atlatabiliriz diye düşündüm ama

artık gerçekten çok yoruldum. Gücüm kalmadı. Zaten emekli oldum. Köşeme çekilme zamanım geldi.

Size gelince, aklımda iki düşünce var. Ya gazeteyi size bırakırım ve siz yola bensiz devam edersiniz ki bu

benim çok da onayladığım bir şey değil. Yada bizim Ali İhsan’ın yanında mesleğinizi icra etmeye devam

edersiniz. Hem televizyonda hem de gazetede çalışırsınız. Kariyeriniz için de böylesi çok daha iyi olur.”

Elindeki kalemi çevirmeye devam eden Tahir ne yapacağını düşünüyordu. Şimdi söylese

gideceğini, ne yeri ne de zamanıydı. İşlerin kötüye gittiğinin farkında olduğunu ve bu sebepten gittiğini,

dahası gemi batmadan kaçtığını düşünebilirlerdi. Düşünürler miydi? Aradaki soğukluğa rağmen Sıla?

Kağan? Orhan? İşler hangi ara bu kadar kötüye varmıştı? Gazete ne ara bu duruma gelmişti ve nasıl hiçbir

şeyin farkına varamamıştı? Kim ne düşünürse düşünsün! Şimdi gitmek olur muydu? Peki ya giderse!

Giden, özündeki Tahir olur muydu?

Sıla ıslak gözleriyle Orhan’a bakarak ağlamaklı titrek sesiyle konuşmaya başladı. “Biz bu gazetede

çalışan değiliz. Bu gazetenin sahibiyiz. Sen şimdi diyorsun ki bu gazete kapanacak. Kapısına kilit

vurulacak. Başka bir yerde iş bulmak zor değil. Buluruz. Çalışırız. Sorun, başka yerde çalışıp çalışmama

sorunu da değil. Tezgâhtarlık yaparız. Garsonluk yaparız. Ama sorun bu gazetenin kapanması. Keşke en

baştan bize mesafeli dursaydın. Patronumuz olsaydın. Eminim, çoğu zaman maaşlarımızı verebilmek için

Page 14: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

14

parasız kaldın. Şimdi sorunlarımız var. Biliyoruz. Herkes farkında. Ama kapıya kilit vuracak kadar kötü

durumda olduğumuzu hiçbirimiz, -bir an duraksayıp Tahir’e baktı- en azından biz bilmiyorduk. –kızgın

bakışlarını Tahir’in üstünden çekip tekrar Orhan’a yönelterek devam etti- Tamam, bu gazete bir gün

kapansın, ama o gün bugün olmasın. Ve kapanacaksa böyle bir sebepten kapanmasın.”

Tahir Sıla’nın hiddet dolu bakışlarını hissetti. Yine de başını, elinde oynadığı kalemden

kaldırmadı. Sıla’nın yerden göğe kadar haklı olduğunu biliyordu. Elbette işlerin kötü olduğunun

farkındaydı. Ama ufak tefek, öyle gelip geçici sorunlar diye düşünmüştü. Belki de umursamamıştı. Kendi

kendine kızdı. Son zamanlarda ne kadar da bencil bir insan olmuştu böyle. Çevresinde olup biten hiçbir

şeyin farkında değildi.

Orhan, burnundan derin bir nefes çekti ciğerlerine ve yine burnundan yavaş yavaş bıraktı. Dün

gece evde rakısını yudumlarken defalarca ne konuşacağını, neler söyleyeceğini düşünmüştü. Durumu

kabullenemeyeceklerini bilecek kadar tanıyordu bu gençleri. Durumu açıklamak kolaydı. Mesele, Onları

ikna edebilmekti. Ancak bunu nasıl yapacağını bilmiyordu.

Zorladı kendini. Mümkün olan en kararlı ses tonuyla başladı konuşmaya; “Çocuklar, duygusal

yaklaşmayın. Siz gazetecisiniz. Burası yada başka gazete ne fark eder? Ev sahibi daireyi boşalt dedi. Ne

yapacaksınız? Kağan ve Sıla! Kiracıyız ama burası bizim ilk evimiz, çıkmıyoruz mu diyeceksiniz? Yeni

bir daireye taşındığınızda birbirinize olan sevginiz mi azalacak? Boşanacak mısınız? Bu daire bizim ilk

dairemiz! Hayır! Başka ev, başka apartman, başka daire olmaz mı diyeceksiniz? Siz birbirinizi sevdikten

sonra nerde yaşadığınızın bir önemi var mı? Çocuklar, siz gazetecisiniz. Bu meslek sizin hayat eşiniz.

Sadık yâriniz. Kapak sayfasında koca puntolarla yazan o ismin bir önemi yok. Önemli olan diğer

sayfalarda neler yazdığı. Şimdi benim için, ama en çok kendiniz için, doğru olan kararı verin. Şimdi siz

… ”

Kağan, biraz yüksek perdeden çıkan sesiyle böldü konuşmasını. “Tamam. Kabul ediyoruz”

Sıla, şimşek gibi çakan bakışlarını Kağan’a çevirdi. Kızdığı zamanlardaki o tiz sesiyle çıkıştı.

“Saçmalama. Neyi kabul ediyoruz”

Tahir, hiçbir tepki vermeden elindeki kalemi evirip çevirerek oynamaya devam ediyordu. Sıla ara

ara dönüp bakıyor, her baktığında Onun bu haline biraz daha sinir oluyordu. Hatta yerinden kalkıp,

yanına gidip, elinden o kalemi alıp, kırabildiği en ufak parçaya kadar kırıp, parçalayıp suratına fırlatmak

istiyordu.

Kağan’ın yüzünde muzip bir gülümseme vardı. Eliyle Sıla’ya susması ve sakin olması için bir

işaret yaptı. Ve sonra Orhan’a döndü. “Abi sen bize iki yol sundun. Ya karşılık beklemeden gazeteyi bize

devredeceksin yada Ali İhsan abinin yanında iş ayarlayacaksın. Bende üçüncü bir yol var! Üstelik

seninkilere on basar. Şimdi anlaşalım! Önce, birkaç ay benim dediğimi deneyelim. Baktık, gördük sonuç

alamıyoruz, işte o zaman koşulsuz şartsız sen ne dersen onu yapalım.”

Orhan merak etti. “Anlat.”

“Yok. Önce söz ver.”

“Bu adil değil. Ben size anlattım, açıkladım.”

“Abi sen bize bir şey anlatmadın. Açıklamadın. Sadece iki yol sundun.”

“Tamam, dediğin gibi olsun. Söz.”

Page 15: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

15

Tahir kendine yakıştıramadığı düşüncelere kapılmıştı. Gazete kapanırsa gitmesi daha kolay olacaktı.

Kağan ve Sıla? E Orhan abisi zaten iş bulmuştu! İşsiz kalmayacaklardı. Orhan abisi? Emekli olmamış

mıydı? O halde sorun yoktu. Hem gazete kapanınca günün çoğu zamanını Adil’in yanında geçirirdi.

Giderken gözü arkada kalmazdı. İki ihtiyar birbirine kol kanat gererdi. İyi ama neden bir türlü

rahatlayamıyordu? Sorun neydi? Kimin için üzülüyordu?

Gitmek ve gittikten sonrası… Tanımadığı insanlar, kalabalık, yeni yerler, yeni yüzler… Ne zaman

karar vermişti gitmeye? Neden karar vermişti? Mezarlıkta mı? Birgül’ü defnettikten hemen sonrasında

mı? Henüz yeni tanıştığı ve ikinci görüşünde sarılıp başsağlığı dilemek zorunda kaldığı o adamla birlikte

ağlarken mi? Onca zamandır, gitmek için, bir türlü gelmek bilmeyen o uygun zamanı bekleyip durdu. İş,

kalacak yer, her şey hazırdı da, neden bir türlü gidemedi? –Aptalım- diyordu kendi kendine. İlk karar

verdiğinde gitmiş olsaydı, şimdi bu durumla karşılaşmayacaktı. Tam da bütün cesaretini topladığı, artık

bütünüyle hazır olduğu bu anda, ortada böylesine bir sorun varken; gidişini, ileriki bir tarihe ertelemek

zorunda kalmayacaktı.

Gitmek yada gittikten sonrası değildi zor olan. Bütün mesele, gideceğini söyleyebilmekti. Ama

daha da zor olan, giderken vedalaşabilmekti. Birgül kadar, anne ve babası kadar, Adil ve hatta Orhan

kadar bir parçası olmuştu gazete. Tabi ki gazete kadar kitapevi de. Sevdikleriyle vedalaşmak ne kadar zor

olacaksa; kitapevi ve gazete ile vedalaşmak da bir o kadar zor olacaktı. Ama ya şimdi? Vedalaşacağı bir

gazete olmayacaktı. Gazete kapanmıyordu aslında! Ölüyordu…

Kağan’ın konuşmaya başlamasıyla zihnini meşgul eden düşüncelerden uzaklaştı. Tanıyordu

arkadaşını. Zorların adamıydı O. En olmaz anlarda, tamam, buraya kadar denilen noktalarda mutlaka bir

B planıyla çıkıverirdi ortaya. Elindeki kalemi evirip çevirmeye devam ederken, sağlam bir çıkış yolu

sunması ümidiyle arkadaşının konuşmasına kulak kesildi.

Kağan, matem havasını dağıtan neşeli ses tonuyla başladı anlatmaya. “Bilgisayarsız masa,

internetsiz ev kalmadı desem, sanırım yanlış olmaz. İnsanlar ne yapıyor İnternette? Bilgi arıyor, araştırma

yapıyor. Öğretmenler öğrencilerine internette araştırması için ödevler veriyor. Yani bu internet dediğimiz

ortam giderek hayatımızın bir parçası oluyor. Ulusal yayım yapan gazetelerin ve televizyon kanallarının

internet siteleri var. Aklınıza gelen hemen her markanın internet sitesi var. Bizim onlardan neyimiz eksik?

Bence fazlamız bile var! Yapmamız gereken, yerel bir gazete olduğumuzu unutmadan, şehrin ihtiyaçlarını

doğru tespit edip, buna göre bir site hazırlamak.

Sitemizde; öğrencilerin, gençlerin, esnafların, doktorların, toplumun hemen her kesiminden

insanların tartışabileceği bir forum olacak. Siyaset, sanat, edebiyat, spor artık aklınıza her ne gelirse o

konu başlıkları altında tartışma yapılabilecek. Tabi belli kurallar çerçevesinde. Duyuru panomuz olacak.

Eleman arayan, iş arayan, evini kiralamak isteyen yada kiralık ev arayan, ikinci el eşya alıp satmak

isteyen. Yani bakarsanız daha çok öğrencilere yönelik bir hizmet gibi olacak. Buradan sonrası biraz da

hayal gücümüz ve dediğim gibi şehrin ihtiyaçlarına kalıyor.

Gelelim asıl konumuza. Gazetemizi haftalık yayımlamaya devam ederiz. Satıştan gelen para

matbaayı karşılıyor. Reklam gelirimize bakarsak, eh işte iyi kötü bize yetiyor. Tamam, çok değil ama

şimdilik yetiyor. En azından şu deneme süresinde yetmeye devam eder. Ve bence denemeye de değer.

Çünkü denemekle kaybedecek bir şeyimiz yok. Mevcut abonelerimizi aynı zamanda sitede de abone

sayarız. Şöyle ki; gazeteye abone olan internet sitemize, siteye abone olan da gazetemize abone olmuş

sayılacak. Kazancımız nedir? Aldığımız reklamları hem sitede hem de gazetede yayımlarız.

Abonelerimize, internet sitemiz için şifre yoluyla erişim sağlarız. Ayrıcalıkları, sanal ortamda

gazetemizin sayılarına ulaşmak olur. Abone olmayan normal üyeler ise, kendi oluşturdukları kullanıcı adı

ve şifrelerle erişim sağlar ama onlar gazete sayılarımıza ulaşamaz. Tabi internet sitemiz için aldığımız

Page 16: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

16

reklamlar sadece gazete bölümünde olmayacak. Sitenin her yerine koyabiliriz. Böylece abone olmayan

kullanıcılar da reklamları görmüş olur. Hatta internet sitemize aldığımız reklamları, koyacak olduğumuz

yere göre farklı ücretlendirebiliriz.

Ben inanıyorum ki, bu siteyi kurduğumuzda sadece Denizli’den değil, memleketin her yerinden

insanlar bu tartışma forumlarına katılacaktır. Yurdum insanı tartışmayı sever! Gün gelir ulusal gazete

oluruz demiyorum ama belki ileride sayılarımızı haftalık yerine günlük çıkarmaya başlarız. Kim bilir? Ee

nasıl buldunuz?”

Orhan kaşlarını yukarı kaldırıp başını sol yanına devirdi. “Şimdi fikir güzel olmasına güzel de ben

daha bilgisayarı açıp kapatmayı yeni öğrendim. Düne kadar yazılarımı bilgisayarda temize siz

çekiyordunuz. Maliyet ne olur? Nasıl olur? Bilemedim.”

Kağan anlattıkça Sıla’nın keyfi yerine geldi. “Kocama bak ya! Ne zamandır aklında bu fikir? Ve

ben, neden şimdi öğreniyorum?”

“Vallahi aklımda yoktu. Orhan abi konuşurken öyle şekillendi kafamda. Yoksa hiç senden saklar

mıyım?”

“Tamam, öyle olsun bakalım. Devamını evde sorarım ben sana. İyi de, bu siteyi kim, nasıl kuracak?

Orhan abinin dediği gibi maliyet ne kadar olur? Ne zaman hazır olur?”

“Bilgisayar kurdu bi arkadaşım var. Bugün Onunla görüşürüm. Site için sanırım aylık mı yıllık mı

ne, bir yere para yatırıyoruz. Ama öyle çok büyük bir para değil. Siteyi arkadaşım kurar. E zaten Ona para

mara vermeyiz. En azından şimdilik vermeyiz. Bize siteyle ilgili eğitim de verir. İlerde bakarız duruma.

İşler iyi giderse emeğinin karşılığını öderiz. Ee abi, ne diyorsun?”

“Bu işi ben olmasam da yaparsınız.”

“Abi su koyuvermek yok. Hiçbir yere gitmiyorsun. Unutma, söz verdin.”

Tahir elindeki kalemden başını kaldırıp Orhan’a baktı. “Bu fikir tutar. İşin başında Kağan olduktan

sonra tutmayacak olsa da tutar.”

“Teşekkür ederim kardeşim. Evet, abi ne diyorsun?”

“Bu saatten sonra patron sizsiniz. Eleman gibi gelir giderim. Yap dediğiniz bir şey olursa ve tabi

anladığım bir şeyse yaparım. Ötesine karışmam. Üç ay, hadi bir ay da benden, dört ayınız var. Dört ay

sonra yine burada oturur, duruma bakarız. Eğer değişen bir şey yoksa, senin de dediğin gibi ne diyorsam

onu yaparsınız.”

“Tamam, anlaştık.”

“Hadi bir an önce başlayın, işiniz çok.”

Odadan çıkmak için ayağa kalkıp kapıya yöneldiklerinde Orhan Tahir’e seslendi. “Tahir, sen biraz

kalır mısın?”

Kağan ve Sıla odadan çıkıp kapıyı kapattı. Tahir, az önceki yerine tekrar oturdu. “Hayırdır abi.”

“Nasılsın?”

“İyiyim.”

“Ne zaman geldin? Sabah mı?”

“Dün gece yarısıydı sanırım.”

“Biliyorum, konuşmak canını sıkıyor. Benim de canım sıkılırdı. Nasılsın diyene, kötü olduğum

halde hiç kötüyüm demezdim. İyiyim demek adettenmiş ya! Eve her girdiğimde, eşyalar üstüme üstüme

gelirdi. Uzunca bir zaman yaşayan ölü gibiydim. Hatırlarsın belki o günlerimi. Dayın olmasa mümkün

değil toparlanamazdım. Önce eşyaların hepsini sağa sola dağıttı. Sonra evin satılması için uğraştı. Yeni

Page 17: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

17

bir ev buldu. Eşyaları dahi o aldı. Beni hatıralardan uzaklaştırdı. Faydası oldu mu? Olmadı desem yalan

olur.

Zeliha ile çocuğumuz olmadı. Olsaydı, daha zor gelirdi herhalde. Belki de teselli olurdu.

Bilmiyorum. İnsan yaşamadan bilemez. Ölüp giden için ölüm aynı ölüm ama geride kalanlar için ölüm

hep ayrı ayrı ölüm. Ne sen karımın ölümünde beni anlayabilirsin, ne ben seni Birgül’ün ölümünde

anlayabilirim, ne de senle ben kardeşinin ölümünde Adil’i anlayabiliriz. Taş yerinde ağırdır.

Unutulmuyor. Alışılıyor ama unutulmuyor.”

“Abi ben, gerçekten iyiyim… Bugün fazla bir işim yok. Sanayiye gitmem gerekiyor.”

“Tamam, Kağanlarla aranızda programınızı yapın.”

Tahir kalkıp kapıya doğru yöneldi. Odadan çıkacakken dönüp Orhan’a baktı. “Abi, sağ ol.”

Tahir odadan çıkıp kapıyı kapattı. Orhan arkasına yaslanıyordu. “Sen sağ ol evlat. Sen sağ ol!”

Kağan ve Sıla masalarında, bilgisayar başında bir şeylerle uğraşıyor aynı zamanda da kuracakları

internet sitesi üzerine konuşuyordu. Tahir odaya girince sustular. Sıla bilgisayar ile uğraşmayı bırakıp

dışarı çıkmak üzere çantasını hazırlamaya koyuldu. Kağan ise kuracakları site için internette araştırma

yapıyordu.

Tahir Kağan’ın masasına yaklaştı ve masanın önündeki sandalyeye oturdu. “Sanayide işlerim var.

Bugün beni idare edebilir misin?”

“Sorun değil. Zaten öyle aman aman bi yoğunluğumuz yok.”

“Eyvallah. Projen harika! Gemiyi kurtarır.”

“Kardeşim, biz bu gazeteyi öyle kolay kolay kapattırmayız. Daha ölmedik.”

“Ben çıkıyorum. Sabah görüşürüz. Kolay gelsin.”

“Görüşürüz.”

Tahir çıkış kapısına doğru yöneldi. Halen daha nemli olan ceketini sırtına geçirdi. Dış kapının

kapanma sesini duyan Sıla oturduğu yerden ayağa fırladı. “Şuna bak ya. Ensemizde ayılar tepişiyor, adam

arkasına bakmadan çekip gidiyor. Hem nereye! Kesin bir yerlerde zıkkımlanmaya.”

Kağan, Sıla’nın böyle sert bir tepki vereceğini biliyordu. Başını bilgisayardan kaldırıp oturduğu

yerden Ona baktı. “Sakin ol. Anlamaya çalış. Hak ver.”

“Ne hakkı ya?” Sıla’nın sesi biraz yüksek çıktı.

“Tamam, hak verme. Sakin de olma. Ama biraz sessiz ol. Orhan abi duyacak.”

Orhan’dan korktuğu için değil ama sevdiği abisini üzmemek adına sesini biraz alçalttı. “Ölü

ardından bu kadar yas tutulmaz. Gazete battı batacak. Adamın umurunda değil. Gitti yine zıkkımlanmaya.

Alkolik, ayyaş bi adam olup çıktı başımıza.”

● ● ●

Merdivenlerden aşağı inip dışarıya çıktı. Kitapevinin önünden geçmemek için arka sokaktan yolu

uzatarak otoparka doğru yürüdü. Arabayı aldı ve mümkün olduğunca yavaş yavaş sanayiye doğru sürdü.

Tamirhane önüne park ettiği arabadan inip, yanında çalışan iki çırakla birlikte anahtar takımlarını

düzenlemekle meşgul olan Sami ustanın yanına doğru yürüdü.

“Hayırlı işler Sami abi. Nasılsın?”

Sami ellerini üstübüyle silip tokalaşmak için uzattı. “Ooo sağ ol Tahir. İyidir. Sen nasılsın? Adil abi

nasıl?”

Page 18: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

18

Tahir, uzanan kirli eli sıktı. “İyidir abi. Dayımın selamı var.”

“Aleykümselam. Getiren götüren sağ olsun. Tahir abinize çay söyleyin. Hayırdır, nesi var

arabanın?”

“Frenler biraz zayıf gibi ama sen genel bir bakım yaparsan iyi olur.”

“Bakım bizim işimiz. Sen otur keyfine bak. Hemen hallederiz.”

Sol duvar kenarında anahtar takımları, alet edevatlar, sağ duvar kenarında ise arabaları kaldırmak

için vinç sistemi vardı. Tam karşıda tuvalet, lavabo ve küçük bir ofis ile sanayideki diğer tamirhanelerden

pek bir farkı olmayan küçük bir dükkândı. Sami her zaman olduğu gibi önce arabadaki sorunu

anlayabilmek için test sürüşüne çıktı. Tahir ise küçük ofiste gazete okuyup çayını içiyordu.

Sami usta test sürüşünden gelir gelmez işe koyuldu. Bir süre sonra da Tahir’in yanına geldi.

“Tahir’im, balatalar iyi, idare eder. Yağı, filtreleri değiştiriyorum. Başka da bir şey yok.”

“İdare etmesin. Sana zahmet balataları değiştirelim.”

“Tamamdır, hemen hallediyorum.”

Sami usta işinin başına tekrar geri döndüğünde, çıraklardan büyük olanı fısıldayarak sordu. “Usta,

bu arabanın balataları daha üç ay önce değişmemiş miydi?”

Sami dikkatini işinden ayırmadan aynı fısıltıyla cevap verdi. “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek

yermiş. Duydun mu sen bu sözü? Hadi işinize bakın.”

Saat öğleni bulmuştu. İşini bitiren Sami usta, arabayla son bir kez daha test sürüşü yapıp geldi.

Tahir, Sami ustaya ücreti ödedikten sonra; Tamirden henüz çıkan arabayla, yine hız limitlerinin altında

kullanarak, geldiği yere, otoparka geri döndü. Bulduğu boş yere park etti ve kitapevine, Adil’in yanına

gitti.

Tahir’i karşısında görünce, okumakta olduğu kitabı kenara bıraktı. “Açlıktan midem borazan

çalıyor. Nerde kaldınız? İhtiyar nerde?”

Tahir Orhan’a söylemeyi unutmuştu. “Dayı ben gazeteden değil, sanayiden geliyorum. Sabah da

Orhan abiye söylemeyi unuttum. Kusura bakma.”

“E iyi ya. Dur hemen arayayım, gelsin.”

“Dayı benim işlerim var. Yemeğe kalamam. Öğleye kadar sanayide oyalandım zaten. Size afiyet

olsun.”

“Olmaz öyle. Gidelim, önce balığımızı yiyelim. Ondan sonra git, nereye gitmek istersen.”

Elinde tuttuğu arabanın anahtarlarını masaya bırakıp kapıya doğru kaçarcasına yöneldi. “Akşama

Hakan’a sözüm var. Eve geç gelirim.”

Adil, Tahir’in arkasından bağırdı. Ancak Tahir duymadı. “Nereye gidiyorsun? Ara beni, almaya

gelirim.”

Uzaklaşan Tahir’in arkasından bakarken, telefonun ahizesini eline aldı. Gazetenin telefon

numaralarını, eski çevirmeli telefonundan sıra ile çevirdi. Kulağını tırmalayan birkaç sinyal cızırtısından

sonra karşıdan Orhan’ın o tanıdık sesini duydu.

Orhan odasında koltuğuna gömülmüş uyukluyordu. “Alo.”

“Napıyon?”

Page 19: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

19

“Balık avlıyorum.”

“Sittir et avı. Bizim Salih’te hazır tutulmuş taze hamsi var.”

“Deme yaww. Tamam, geliyorum hemen.”

Telefonun ahizesini yerine yerleştiren Adil, kenara bıraktığı kitabını okumaya devam etti. Onbeş

dakika kadar sonra Orhan geldi yanına. Hiç oyalanmadan kitapevinin kapısını kilitlediler. Ve balıkçı

Salih’in dükkânına doğru, ihtiyarlıklarına inat, çevik adımlarla yürüdüler.

Salih’e selam verip boş masalardan birine geçerek oturdular. Garson masaya, büyükçe bir kayık

tabakta salata getirdi. Önlerine birer tane çatal bıraktı. Yağda kızarmış balığın kokusu içeriyi kaplamıştı.

Koku, bekleyen insanları daha da iştahlandırıyordu. Hele ki açlıktan midesi sırtına yapışanların hali,

suratlarından belli oluyordu.

Adil Salih’e seslendi. “Salih, aslanım, niyetin bizi öldürmek mi? Hadi yahu, hadi. Aç şu ocağın

altını. Harla ateşi.”

Yağda kızarmış çıtır çıtır hamsilerle tepeleme doldurulmuş tabağı masaya bırakan garsonun

ardından, yanlarına Salih geldi. Elinde getirdiği iki büyük porselen fincanı önlerine bıraktı. “Afiyet olsun

beyler.”

Orhan Adil’e doğru eğilip fısıldadı. “Ulan rakıyı icat eden adam çıkıp gelse, şu fincanları kafamızda

kırardı.”

“O adam bizim halimizden anlar. Sen rahat ol. Yapacak bir şey yok. Bu balık rakısız gitmez

kardeşim. Gâvur icadı kola mı içelim?”

Orhan fincanından büyükçe bir yudum içti. “Tahir hiç iyi görünmüyor.”

“Sabah ayrılırken, öğlene Orhan’la beraber gelin, balık yeriz dedim. Beyefendi sana söylemeyi

unutmuş. Sahi yahu, sen ne yaptın? Sıpalarla konuştun mu?”

Konu açılınca Orhan’ın suratı düştü. “Konuştum.”

“Görüyor musun bak. Bana bir şey demedi. Oysa seni aramadan hemen önce yanımdaydı. Yahu ne

zaman direksiyona geçse, soluğu sanayide alıyor. Sami aradı. Abi arabada sorun yok, yine dediğin gibi

yaptım dedi. Tembihlemiştim. Gelirse bakarsın duruma, yapılacak olanı yaparsın. Yapılacak bir şey yoksa

da yapıyormuş gibi yapar, gönderirsin demiştim. Sağ olsun hatır kırmıyor. Tahir’den aldığı parayı da

gelip geçerken bırakıyor.”

Kızarmış hamsilerden ikisini ağzına attı. “Doktora gitmeye ikna etmemiz lazım.”

“Daha adama teklif bile edemedik ki doktora gitmeye nasıl ikna edelim? Eee, anlatsana. Nasıl geçti

konuşma? Nasıl tepki verdiler.”

“Akşam senden ayrıldıktan sonra evde devam ettim. 35’lik bitti, bende bittim. Düşünemez oldum.

Len dedim akışına bırak. Vurdum kafayı yattım. Sabah ofise gelince çocukları odada topladım. Durumu

anlattım. Sıla, biraz aşırı tepki verdi. Sonra Kağan ortaya güzel bir öneri atıp beni köşeye sıkıştırdı.”

“Öneri?”

“Bizim kafamız basmaz. Genç işi. İnternet sitesi açıp gazete ile birlikte götürecekler işi.”

Adil porselen fincandaki rakıdan bir yudum aldı. “Ulan internet dedikleri şey, mis gibi matbaa

kokulu gazetenin yerini tutar mı?”

“Bence de tutmaz ama öneriyi kabul ettim. Onlara dört ay verdim. Gazete kapanmıyor.

Deneyecekler. Başarılı olamazlarsa soluğu Ali İhsan’ın yanında alacaklar. O değil de, biz bu Tahir’i nasıl

ayağa kaldırabiliriz? Sıla’yla doğru düzgün konuşmuyorlar. Şimdilik ikisinin arasındaki dengeyi Kağan

Page 20: ÖLMEKTİR YAŞAMAK…ùAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAAMAK 3 Muavin iinin vermi olduğu tecrübe ile nazikçe ve güler yüzüyle diğer yolculara doğru il erledi. Tahir oturduğu

ŞAHİN GÜMÜL - ÖLMEKTİR YAŞAMAK

20

koruyor. Ama nereye kadar? Sabah gazete kapanacak diyorum, seninkinde hiç tepki yok. Hani

ümitlenmiştim biraz. Öyle ya, insan sevdiği bir şeyi kaybedecek olursa silkinir, harekete geçer.”

“Şunu bi sıkıştıralım. Rakı masasına oturtalım. İçsin bi güzel. Bakarsın sarhoş olunca döker içini.

Konuşur, rahatlar. O arada doktor konusunu da açarız.”

Porselen fincanlarda kalan rakıyı fondip yapıp, ses çıkarması için biraz hızlıca masanın üstüne

koydular. Sesi duyan Salih sinyali aldı. Elinde yine iki porselen fincan ile mutfaktan çıkıp yanlarına geldi.

Doluları bırakıp boşları aldı ve tekrar mutfağına döndü.

● ● ●

Eller ceplerinde, kalabalık caddelerden uzak tenha ara sokaklarda öylece yürüyordu. Nereye

gittiğinin bir önemi yoktu. Yorgun değil ama uykusuzdu. Akşam oluncaya kadar gidip eve uyusam mı

diye düşündü bir an. Eve gitse de uyuyamayacağını iyi biliyordu.

Sokağın köşesini dönünce karşısına çıkan küçük parkı gördü ve ağır tempo yürümekten yorulmuş

ayaklarının varlığını hissetti. Kendini oyuna kaptırmış çocukların uzağında kalan köşeye geçip banka

oturdu. Çocukları izlerken Orhan’ın söyledikleri geldi aklına. Geride kalan için ölüm hep farklı ölüm...

Birgül ile evli olsaydı, ölümünden sonra o eve girebilir miydi? Asla! Önünden bile geçemezdi. Ya çocuğu

olsaydı? Ne yapardı o zaman? Hayata tutunmakta bu kadar çok zorlanırken, çocuğuna nasıl babalık

yapardı? Canı sıkıldı. Elini tabakasına attı. Bir tane sigara çıkardı. Tam yakacaktı ki oynayan çocuklar

ilişti gözüne. Bir sigaraya baktı, bir de çocuklara. Ve yakmaktan vazgeçti.

Mesut’u arayıp haber vermesi gerekiyordu. Tam da geliyorum demişken yine bir engel çıkmıştı.

Ama bu sefer gitmesine mani olan türlü bahaneler değil, gerçek bir engeldi. Aradı arkadaşını. Gazetenin

durumunu anlattı. Birkaç aya kadar anca gelebileceğini söyledi. Mesut bu sefer de aynı olgunlukla

karşıladı. Güven aşılayan ses tonuyla; -Bu kapı sana her zaman açık. Ne zaman istersen o zaman gel-

dedi. Mesut üniversiteden arkadaşıydı. Çok yakın dostu değildi belki, ama çok iyi bir arkadaşıydı. Yazı

işleri müdürü olarak çalıştığı gazetenin ve yalnız yaşadığı evinin kapılarını Tahir için sonuna kadar

açmıştı.

Parkta uzunca bir süre oturdu. Çocukların oyununu izledi. Sonra ayağa kalktı. Yürümesi gereken

epeyce bir yolu vardı. Tabana kuvvet düştü yola. Meyhanenin önüne geldiğinde akşam karanlığı çökmek

üzereydi. Ayaklarında derman kalmamıştı. İçeri attı kendini. Arkalarda, duvar dibinde boş bir masaya

oturdu. Hazırda bekliyormuşçasına garson bitiverdi yanında. 20’lik rakı ve meze siparişini verdi.

Loş sarı ışığın hâkim olduğu meyhanenin bir yıldır müdavimiydi. Bu mekânda Türk halk ve Türk

sanat müziğinden başka bir müzik duymak pek mümkün değildi. Örtüsüz ahşap masalar orta

büyüklükteydi. Sandalyeler ise, eski kahvehanelerdeki ahşap sandalyelere benziyordu. Duvarlarda, eski

zamanlarda kullanılan gaz lambası, kağnı tekerleği, bakır tencere, orak gibi eşyalar dekor olsun diye

asılmıştı. Arka duvarındaki rafa boş bira ve rakı şişeleri döşenmiş, önünde yüksek taburelerin olduğu bar,

meyhane içinde en aydınlık yer olarak göze çarpıyordu. Aydınlığı veren ise, rafın hemen ortasındaki

mutfağa geçiş kapısından süzen ışıktı.

Yorgunluk, uykusuzluk, hoparlörden yayılan ezgi… Masaların çoğu doluydu. Yalnız oturanlar, iki

kişi ve daha kalabalık gruplar... Kimi masada hüzün, kimi masada neşe, yükselen kahkahalar, baktığı

duvarın çok ötesindeki diyarlara dalıp giden gözler… Sadece içmek için içenler…

Birkaç dakika içinde garson masayı hazırladı. İki kişilik açılan servis, mezeler ve rakı masadaki

yerini alınca, yalnızlığından uzaklaştığını hissetti. Severdi rakıyı. Şarabı, birayı da severdi ama rakının