İktisadi ve İdari bilimler dergisi · İktisadi ve İdari bilimler dergisi / journal of economics...
TRANSCRIPT
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi
Journal of Economics and Administrative Sciences
Yıl: 3 Sayı: 5 Year: 3 Issue: 5
İlkbahar 2017 Spring 2017
ISSN: 2149-3391
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi
/ Journal of Economics and Administrative Sciences
Uluslararası hakemli dergidir.
Yılda iki kez yayımlanır.
Sahibi
Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adına
Dekan Vekili Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN
Editörler Kurulu
Prof. Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN
Doç. Dr. Kurtuluş Yılmaz GENÇ
Yrd. Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI
Redaktör
Öğr. Gör. Abdullah ATACAN
Dergi Asistanları
Arş. Gör. Dr. Serap Pelin TÜRKOĞLU
Arş. Gör. Arda ÖZKAN
2
Danışma ve Yayın Kurulu
Prof. Dr. Ahmet AKSOY (Gazi Üniversitesi)
Prof. Dr. Harun ARIKAN (Çukurova Üniversitesi)
Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI (ODTÜ)
Prof. Dr. Yuriy L. BOSHYTSKY (Kyiv University of Law of the National Academy
of Sciences of Ukraine – Ukrayna)
Prof. Dr. Servet CEYLAN (Giresun Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet Efe ÇAMAN (Türk – Alman Üniversitesi)
Prof. Dr. Mitat ÇELİKPALA (Kadir Has Üniversitesi)
Prof. Dr. Murat ÇEMREK (Necmettin Erbakan Üniversitesi)
Prof. Dr. Zurab DAVITASHVILI (Tbilisi State University - Gürcistan)
Prof. Dr. Rasim Özgür DÖNMEZ (Abant İzzet Baysal Üniversitesi)
Prof. Dr. Atilla GÖKTÜRK (Dokuz Eylül Üniversitesi)
Prof. Dr. Burak Samih GÜLBOY (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Muharrem GÜNEŞ (Mustafa Kemal Üniversitesi)
Prof. Dr. Serhat GÜVENÇ (Kadir Has Üniversitesi)
Prof. Dr. Alper GÜZEL (Ondokuz Mayıs Üniversitesi)
Prof. Dr. Alexander IVANOV (Kuban State University – Rusya Federasyonu)
Prof. Dr. Bayram KAYA (Giresun Üniversitesi)
Prof. Dr. Yakup KÜÇÜKKALE (Karadeniz Teknik Üniversitesi)
Prof. Dr. Maxim LEPSKIY (Zaporizhzhya National University – Ukrayna)
Prof. Dr. Rafa MARTİNEZ (Barcelona Üniversitesi)
Prof. Dr. Ayşegül MENGİ (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Ayşe ÖZCAN (Giresun Üniversitesi)
Prof. Dr. Çınar ÖZEN (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Alpaslan ÖZERDEM (Coventry Üniversity – İngiltere)
Prof. Dr. Sibel TURAN (Trakya Üniversitesi)
Prof. Dr. Levent ÜRER (Beykent Üniversitesi)
Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA (Marmara Üniversitesi)
Prof. Dr. Nebiye YAMAK (Karadeniz Teknik Üniversitesi)
Prof. Dr. Rahmi YAMAK (Karadeniz Teknik Üniversitesi)
Prof. Dr. Reyhan Ayşen WOLFF (Giresun Üniversitesi)
Doç. Dr. Tekin AKDEMİR (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi)
Doç. Dr. Davut ATEŞ (Selçuk Üniversitesi)
Doç. Dr. Ali BALCI (Sakarya Üniversitesi)
Doç. Dr. Mehmet DURKAYA (Giresun Üniversitesi)
Doç. Dr. Türkmen GÖKSEL (Ankara Üniversitesi)
Doç. Dr. Emre İŞERİ (Yaşar Üniversitesi)
Doç. Dr. Şenol KANTARCI (Akdeniz Üniversitesi)
Doç. Dr. Tatiana ROMANOVA (St. Petersburg State University – Rusya Fed.)
Doç. Dr. Houman A. SADRI (University of Central Florida – ABD)
Doç. Dr. Alexander SOTNICHENKO (St. Petersburg State University – Rusya Fed.)
3
Yrd. Doç. Dr. Gönül OĞUZ (Giresun Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Uğur SEVİM (Giresun Üniversitesi)
E. Den. Kur. Alb. Adnan YAŞAR
Hakem Kurulu
Prof. Dr. Mustafa Nail ALKAN (Gazi Üniversitesi)
Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI (ODTÜ)
Prof. Dr. Yuriy L. BOSHYTSKY (Kyiv University of Law of the National Academy
of Sciences of Ukraine – Ukrayna)
Prof. Dr. Servet CEYLAN (Giresun Üniversitesi)
Prof. Dr. Nursulu ÇETİN (Giresun Üniversitesi)
Prof. Dr. Bayram KAYA (Giresun Üniversitesi)
Prof. Dr. Rafa MARTİNEZ (Barcelona Üniversitesi)
Prof. Dr. Ayşe ÖZCAN (Giresun Üniversitesi)
Prof. Dr. Alpaslan ÖZERDEM (Coventry Üniversity – İngiltere)
Prof. Dr. Sibel TURAN (Trakya Üniversitesi)
Prof. Dr. Levent ÜRER (Beykent Üniversitesi)
Prof. Dr. Alaeddin YALÇINKAYA (Marmara Üniversitesi)
Prof. Dr. Reyhan Ayşen WOLFF (Giresun Üniversitesi)
Doç.Dr. Derya ALTUNBAŞ (Giresun Üniversitesi)
Doç. Dr. Davut ATEŞ (Selçuk Üniversitesi)
Doç. Dr. Mehmet DURKAYA (Giresun Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Gönül OĞUZ (Giresun Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Uğur SEVİM (Giresun Üniversitesi)
T.C. GİRESUN ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
İKTİSADİ ve İDARİBİLİMLER DERGİSİ
GÜRE YERLEŞKESİ
MERKEZ 28200-GİRESUN
Web: http://iibf.giresun.edu.tr/
E-İleti: [email protected]
TEL: (90) 454-310 1302
4
İÇİNDEKİLER
Editörden Merhaba…………………………………………………………………...5
Dijital Bölünme: Nedenleri ve Türleri………………………………………….……6
Nadide HÜSNÜOĞLU – Lütfü ÖZTÜRK
Türk Fındık Sektörünün Rekabet Gücü: Balassa Endeksi Yaklaşımı….....................22
Ersin YENİSU
Türk Gıda Sanayi Dış Ticaret Yapısının Analizi…….…………….…......................38
Güçgeldi BASHİMOV – Recep ÇİÇEK – Ahmet AYDIN
Müzakerelerde Etik Açısından AB-Türkiye İlişkilerinin Değerlendirilmesi..............55
Nihal ARICAN KAYGUSUZ – Gülşah KARAVARDAR
“Elit” Kavramı ve Oluşum Mekanizmaları…………………..……………………..73
Şahin BAĞIROV
Kitap Eleştirisi : Jeo-Enerjik Bir Bakış: AB Bağlamında Enerji Politikalarında Jeo-
Enerji Alanları…………………………………………………………………….81
Şebnem KÖSE
5
EDİTÖRDEN MERHABA,
Değerli Okuyucularımız,
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi’nin beşinci sayısı ile bir kez daha karşınızda olmanın
heyecanını duyuyoruz. Bu sayımızda birbirinden değerli beş makale ve bir kitap
tanıtımı yer almaktadır.
Birinci makalede Nadide HÜSNÜOĞLU ve Lütfü ÖZTÜRK, “Dijital Bölünme:
Nedenleri ve Türleri” hakında bilgi vermektedir.
İkinci makalede Ersin YENİSU, “Türk Fındık Sektörünün Rekabet Gücü: Balassa
Endeksi Yaklaşımı”nı değerlendirmektedir.
Üçüncü makaledeGüçgeldi BASHİMOV,Recep ÇİÇEK ve Ahmet AYDIN, “Türk Gıda
Sanayi Dış Ticaret Yapısının Analizi” üzerinde durmaktadır.
Dördüncü makalede Nihal ARICAN KAYGUSUZ ve Gülşah KARAVARDAR,
“Müzakerelerde Etik Açısından AB-Türkiye İlişkilerinin Değerlendirilmesi” ile yer
almışlardır.
Beşinci makale Azerbaycan İlimler Akademisi’nden gelmiştir; Şahin BAĞIROV’un
kaleme aldığı, “Elit Kavramı ve Oluşum Mekanizmaları” adlı makalesi, Azerbaycan
Türkçesi korunarak okuyucuya sunulmuştur.
Son olarak genç yazar Şebnem KÖSE’nin Kitap eleştirisi yer almaktadır: “Jeo Enerjik
Bakış: AB Bağlamında Enerji Politikalarında Jeo-Enerji Alanları”
Her geçen gün güçlenen ve bilim dünyasında hızla yol alan İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi ilerleyen zamanlarda özel sayılara ve özel konulara yer vererek de çıkacaktır.
Keyifli okumalar diliyoruz.
Saygılarımızla.
Prof.Dr. Betül KARAGÖZ YERDELEN
6
DİJİTAL BÖLÜNME: NEDENLERİ VE TÜRLERİ
DIGITAL DIVIDE: TYPES AND CAUSES
Nadide HÜSNÜOĞLU1*
Lütfü ÖZTÜRK**
Özet
Bugün dünyamızın her boyutta şekillenmesini büyük ölçüde etkileyen ve belirleyen unsurlardan birisi, küreselleşme ile birlikte bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi süreçlerinde yaşanan gelişmelerdir. Sanayi toplumundaki maddi ürünlerin yerini bilgi üretimi almış olup, yeni teknolojilerin ve yeniliklerin yoğun olarak kullanıldığı, üretildiği ve süratle yayıldığı, bilginin kontrolü ve sahipliği için ulusal ve uluslararası örgütlerin kurumsallaştığı, bilgili ve nitelikli insanın merkez konumda olduğu bir dönemi yaşamaktayız. Ancak bilişim teknolojilerinin sağladığı olanaklardan yararlanamayanlar gelişmelerin gerisinde kalmakta ve sağlanan olanaklardan yararlanamamaktadır. Dijital bölünme olarak ifade edilen bu açıklık, ülke içinde ya da ülkeler arasında ortaya çıkabilmektedir ve sosyo-ekonomik, politik pek çok nedenden kaynaklanmaktadır. Bu çalışmanın amacı; Dijital bölünme kavramını açıklayarak dijital bölünmenin türleri ve nedenleriyle ortaya koymaktır. Dijital bölünmenin türleri ve nedenleri buna yönelik politikaların şekillenmesi ve bu bölünmeyi ortadan kaldıracak stratejilerin izlenmesi açısından önem arz etmektedir.
Abstract
One of the most significant factors that influence and determine the shaping of our world in all aspects today is the globalization-related progress experienced in the processes of information society and information economy. Information production has now replaced the material products in an industrious society and we currently live in a period where new technologies and innovations are intensely used, produced and spread fast, where national and international entities have become institutionalized for the control and possession of information and where the knowledgeable and qualified human being has taken the central position. However; individuals who cannot benefit from the opportunities provided by information technologies fall behind the advancements, being deprived of them. This gap called digital divide, arises from various socio-economic and political reasons and can appear at intrastate or interstate level. The purpose of this research is to explain the digital divide concept by presenting its types and causes. Types and causes of digital divide are significant for shaping relevant policies and following strategies to eliminate digital divide.
* Yrd.Doç.Dr. Giresun Üniversitesi İİBF Maliye Böl. [email protected] **Prof.Dr. Karadeniz Teknik Üniversitesi İİBF İktisadi Gelişme ve Uluslararası İktisat
7
Giriş
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren belirginleşen yeni dünya düzeni ve küresel
ekonomik sistem, bilginin etrafında şekillenmekte ve etkinliğini bu kavrama göre
belirlemektedir. Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, bireylerin, toplumların
ve ülkelerin ticaret, eğitim, sağlık, ekonomi, sosyal ve kültür gibi her alanında önemli
değişikliklere yol açmaktadır. Bilginin işlenmesi ve üretilmesinde kullanılan tüm
araçlar, değişimi çok daha büyük çaplı ve çok daha hızlı hale getirmektedir. Ne yazık ki
BİT alanında ortaya çıkan gelişmelerden her ülke eşit şekilde yararlanamamaktadır.
Farklılık sadece global düzeyle sınırlı kalmamakta ülkelerin, bölgelerin, sektörlerin ve
bireylerin BİT erişim ve kullanım düzeylerinde de ortaya çıkmaktadır. Bilişim
teknolojilerinin yol açtığı bu farklılıklar “dijital bölünme” olarak adlandırılmaktadır.
Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin (BİT) mevcudiyeti ile bu teknolojilere erişim
ve kullanımda yaşanan eşitsizliği anlatan dijital bölünme; sosyal, ekonomik ve politik
faktörlere bağlı olabildiği gibi coğrafi şartlara da bağlı oluşabilmektedir. Bu çalışmada;
“dijital bölünme” kavramı nedenleri ve türleriyle açıklanarak gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerde dijital bölünmeye neden olan faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu
amaçla önce dijital bölünmenin tanımı ve kapsamı açıklanacak, daha sonra dijital
bölünmeye neden olan faktörler ele alınacaktır. Takip eden aşamada ise dijital
bölünmenin türlerine yer verilecektir.
1.Dijital Bölünmenin Tanımı ve Kapsamı
Dijital bölünme, 1990’lı yılların ortalarından itibaren bilgisayar ve internete
sahip olanlarla olamayanlar arasındaki açıklığı belirtmek için kullanılan bir ifadedir.
Kavramsal açıdan konu “dijital bölünme, sayısal uçurum, sayısal bölünme, sayısal
eşitsizlik, sayısal ayrım, sayısal kopma ve erişim uçurumu”, İngilizcede ise “dijital gap”
ve digital divide” gibi terimlerle ifade edilmektedir. Ancak yaygın kullanım “dijital
bölünme” olduğu için bu çalışmada “dijital bölünme” kavramının kullanılması tercih
edilmiştir.
Norris (2001: 1) ise konuyu daha genel anlamda ele alarak dijital bölünme
bağlamında kullanılan kavramları aşağıdaki gibi gruplandırmıştır:
1. Gelişmiş Ülkeler ve Gelişmekte Olan Ülkeler arasında BİT’ne erişimdeki
eşitsizliği ifade etmek için Global Dijital Uçurum,
2. Bir ülkedeki bilgi zenginleri ile bilgi yoksulları arasındaki açığı ifade etmek
için Sosyal Dijital Uçurum,
3. Politik yaşama katılımda BİT kullanımındaki farklılıkları ifade etmek
amacıyla ise Demokratik Dijital Uçurum.
Son dönemlerde bilgisayar ve internet kullanımının tüm dünyada hızla
yayılmasına bağlı olarak dijital bölüme tanımında da bir takım değişiklikler olmaktadır.
Örneğin Park (2007:130), yaptığı doktora tezi çalışmasında, bilgisayar ve internet sahibi
olup olmamayı “eski dijital bölünme” olarak adlandırmış; “yeni dijital bölünme”yi de,
internet kullanıcılarının interneti politik amaçlarla kullanmaya istekli olup olmamalarına
göre politik amaçla kullananlar ve genel amaçla kullananlar olarak ikiye ayırmıştır.
8
Diğer yandan Dewan ve Riggins (2005: 1), dijital bölünmede teknolojiye
erişimin “birinci dereceden etki” olduğunu ve pekçok araştırmacının buna
odaklandığını, teknolojiye erişebilen bireylerin teknolojiyi kullanma becerisinin ise
“ikinc
i dereceden etki” olduğunu ve daha az araştırmacı tarafından ele alındığını
belirtmiştir.
Diğer taraftan ülkeler arasında bilgisayar ve internet kullanıcı sayısının eşit
olması, dijital bölünmenin olmadığı anlamına gelmemektedir. Çünkü dijital bölünme
denildiğinde konunun sayısal boyutu yanında internetin kullanım amacı ve internet
kullanabilme düzeyini ifade eden niteliksel boyutu da dikkate alınmalıdır. İnternet
sadece fecebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde sohbet etmek için kullanılabileceği
gibi e-ticaret, e-eğitim, e-demokrasi, e-kalkınma gibi daha gelişmiş amaçlar için de
kullanılabilir.
Çok hızlı bir internet altyapısının olması, internet kullanımının artacağını garanti
etmediği gibi kullanıcı sayısının fazla olması da dijital bölünmenin olmadığını ifade
etmemektedir. Bu nedenle internet kullanım oranı nicel ve nitel etkenlere bağlı olarak
değerlendirilmektedir. Nicel etkenler, bir ülkenin GSMH, altyapı büyüklüğü (telefon
hattı, cep telefonu, bilgisayar sayısı) ve internet erişim ücretlerini içermektedir. Nitel
etkenler ise bir ülkenin sosyal ve kültürel yapısını ele almaktadır (Oruç ve Arslan, 2002:
19).
Buraya kadar yapılan dijital bölünme tanımlarının ortak noktaları şekil 1’de
sıralanmıştır.
Şekil 1: Dijital Bölünmenin Ortak Noktaları
Dijital bölünme en yalın haliyle bireyler, ülkeler ve bölgeler
arasında bilişim teknolojilerine erişme ve teknolojinin sağladığı
olanaklardan yararlanma açığıdır. Teknolojik erişim için öncelikle
teknolojik altyapının kurulması gereklidir.
Teknolojik altyapı kurulduktan sonra bilişim teknolojilerinden ileri
düzeyde faydalanmak için gereken teknoloji okur yazarlığı önem
kazanmaktadır. Eğitim, gelir düzeyi, yazılım ve program dili
bilişim teknolojilerine adaptasyonu etkileyen önemli
faktörlerdendir.
Bilişim teknolojilerinin hangi amaçlarla ve ne sıklıkla kullanıldığı
da önemli bir konudur. İnternet sadece sohbet için mi
kullanılmaktadır, yoksa sağlık-eğitim-demokratik katılım gibi bilgi
sağlama ve gelişme amacıyla mı kullanılmaktadır?
Bilişim teknolojilerini kullanmayanlar, e-ticaret, e-sağlık, e-eğitim,
e-haberleşme gibi bilişim teknolojilerinin sağladığı olanaklardan
yoksun kalıp dezavantajlı duruma düşmektedirler.
2. Dijital Bölünmenin Nedenleri
Dijital bölünmeye neden olan pekçok faktör vardır. Bunlar arasında eğitim,
mevzuatın kalitesi, gelir, siyasi düzenlemeler ve kurumlar, telekomünikasyon
9
sektöründeki rekabet, network etkisi ve maliyet sayılabilir. Aşağıda dijital bölünmeye
neden olan bu faktörler genel hatlarıyla ele alınmıştır.
2.1. Eğitim
Yazının bulunması ve matbaanın icadından sonra en önemli gelişmelerden birisi
de dijital okuryazarlıktır. Bilişim teknolojilerinin okullarda yaygın olarak kullanılması
için okullarda gerekli altyapının kurulması ve öğrencilerin ve öğretmenlerin bu
teknolojileri etkin kullanımının sağlanması önemlidir. Bunun için de öncelikle okulların
eğitim müfredatlarının bilişim teknolojilerini kullanabilecek uygunluğa getirilmesi ve
eğitimin her alanında bilişim teknolojilerinin yaygınlaştırılması önem arz etmektedir.
Çünkü bu alandaki yetersizlikler, dijital bölünmeye neden olmaktadır. Gelişmekte olan
veya geri kalmış ülkeler bu yarışta geri kalmamak için her şeyden önce bilim insanına
gereksinim duyacaklardır.
Sanayi toplumu, robot ve makinenin önemini öne çıkarırken, bilgi çağı, bilgiyi
ve bilginin kaynağı olan insanı ön plana çıkarmıştır. Bugün önemli olan eğitimli ve
motive edilmiş işgücüne sahip olmaktır. Bu olgu, dünyanın diğer yörelerinden servet
çekmenin ön koşulu olup, hammadde kaynaklarına sahip olmaktan daha önemlidir.
Diğer taraftan teknolojik değişimle birlikte üretim için gerekli ve önemli olan beşeri
kaynakların niteliği zaman içinde değişebilmektedir. Örneğin geçmişte ucuz işgücü çok
önemli bir bölgesel avantaj iken, günümüzde teknolojik yeniliklerle birlikte nitelikli
işgücü önem kazanmıştır (Adıgüzel, 2011 :262).
Güvel ve Aytun (2009), 1998-2003 yılları için 25 AB üyesi ile Türkiye
arasındaki dijital bölünmeyi inceledikleri çalışmada enformasyon ve telekomünikasyon
teknolojileri alanında Türkiye ile AB arasındaki en büyük uçurumun nedeninin; eğitim
imkânlarındaki yetersizlik ve var olan teknolojilerin yeterli miktarda ve etkinlikte
kullanılamaması olduğunu belirtmiştir.
Eğitimin hatta iyi İngilizce bilgisinin bilişim teknolojisi kullanımını arttırdığını
vurgulayan pekçok çalışma mevcuttur. (Robinson ve diğerleri, 2003: 1-22, Zhou ve Lei,
2012). Pek çok insan teknoloji özellikle bilgisayar kullanma becerisi olmadığı ve hatta
okuma yazma bilmediği için bilişim teknolojilerinin sunduğu imkanlardan
yararlanamamaktadır (Bansode ve Patil, 2011: 59). İnternet dilinin büyük ölçüde
İngilizce’ye dayalı olması da İngilizce bilmeyenler için bir dijital bölünme nedeni
olmaktadır.
2.2. Mevzuatın (Düzenlemelerin) Kalitesi
Mevzuatın (düzenlemelerin) kalitesi de dijital bölünmeye neden olan çok önemli
değişkenlerden birisidir. UNDP, gelişmekte olan ülkelerin BİT kullanımını geliştirmek
için ulusal stratejiler ve politik çerçevenin hazırlanması gerektiğini, ulusal kalkınma
önceliklerinin BİT’lerle uyumunun sağlanması gerektiğini ifade etmiştir (UNDP, 2004:
94). Yani ülkelerin kalkınma stratejilerinin öncelikle BİT’lere dayanması ve mevzuatın
bu konudaki gelişmeleri kapsayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.
ABD-Orta Doğu/Kuzey Afrika’da internet açığının %32’si mevzuatın
kalitesindeki farklılıktan kaynaklanmaktadır (Chinn ve Fairlie, 2007: 41), Orta Doğu ve
Kuzey Afrika ülkelerinde internet yayılımındaki açığın yaklaşık üçte birinin ABD ile
aynı kalitede mevzuata sahip olmaları halinde kapanacağını belirtmiştir.
2.3. Gelir
10
Bilişim teknolojilerine erişim hızla artarken diğer yandan dijital bölünme
dediğimiz olgu özellikle zengin ve fakirler arasında artarak ilerlemektedir. Zengin
bireyler ve ülkeler bilişim teknolojilerine erişim ve kullanımda daha şanslı iken geliri
düşük bireyler ve ülkeler bu imkanlardan yeterince yararlanamamaktadır.
Dünyada BİT dağılımının gelire bağlı olarak değiştiğini gösteren pekçok çalışma
mevcuttur (Beilock ve Dimitrova, 2003; Chinn ve Fairlie, 2007; Guille´n ve Sua´ rez,
2001; Hargittai, 1999; Zhang, 2013).
Örneğin Goldfarb ve Prince (2008: 2-15) gelirin internet adaptasyonunu pozitif
etkilediğini, yüksek gelirli bireylerin düşük gelirli bireylere göre internet kullanmaya
daha az zaman ayırdığını, düşük gelirli bireylerin interneti daha çok eğlenmeye yönelik
amaçlarla (sohbet, oyun gibi) kullandığını yüksek gelirlilerin ise daha faydalı amaçlar
(e-ticaret, araştırma yapmak gibi) için kullandığını belirtmiştir. Bunda boş zamanın
fırsat maliyetinin düşük gelirlilerde yüksek gelirlilerden daha düşük olması etkili
olabilmektedir.
Diğer taraftan Martin ve Robinson (2007: 1-22), ülkeler arasındaki gelir
farklılıkları ve dijital bölünmeyi inceledikleri çalışmada 1997 ve 2003 yıllarını içeren
iki dönem için karşılaştırma yapmıştır. İlk yıl ABD ve Avrupa ülkelerinde düşük
gelirlilerin yüksek gelirlilere göre daha az internet kullandığı ve bütün gelir
düzeylerinde ABD’de Avrupa’ya göre daha fazla internet kullanıcısı olduğu ancak
ikinci dönem her iki grubun da internet kullanıcı sayısının arttığı belirtilmiştir. Ayrıca
ikinci yıl ABD’de internet kullanıcıları arasındaki gelir eşitsizliği farkı artarken
Avrupa’da azalmıştır.
2.4. Siyasi Kurumlar ve Düzenlemeler
Demokratik politik yapı ve özgür ifade kültürü, bilgi ve iletişim teknolojilerinin
en yeni kanallarının kullanımı ve gelişimiyle ilgilidir. Özgür ve demokratik toplumlar,
teknolojik yönden gelişmiş bilgi ve iletişim teknolojisi araçlarıyla iletişim kurmayı daha
fazla talep ederler. Beilock ve Dimitrova (2003); Fuchs (2009); Guille´n ve Sua´rez
(2005) demokratik politik yapı ve internet yayılımı arasında pozitif ilişki bulmuşken,
Norris (2001) aralarında ilişki bulamamıştır.
Ayrıca piyasaya giriş engelleri de diğer önemli konulardan birisidir. Örneğin
İnternet Servis Sağlayıcılarının (ISP) piyasaya girmek için resmi kurumlardan izin
alması piyasaya giriş engeli oluşturmaktadır. Bu durumda internet servis sağlayıcıları,
network dışsallıklarına neden olamamakta ve doğal monopolleşmeye gitmektedirler.
Piyasaya giriş engeli fazla olan ülkelerde kamu ve özel sektöre ait mallar daha düşük
kaliteli ve bozuk olma eğiliminde olduğu için (Walsten, 2005: 500) internet
hizmetlerinde de aynı durum yaşanmaktadır. Walsten’e (2005) göre ISP giriş engelleri
internet host ve kullanıcı sayısını yarı yarıya azaltırken, fiyat düzenlemeleri de ISP
bağlantı fiyatlarını üçe katlamaktadır. Bununla birlikte giriş engellerinin azaltılması ve
ISP rekabetinin teşvik edilmesi gelişmekte olan ülkelerde internet erişimi olan nüfus
oranını ve erişimin potansiyel faydalarını arttırmaktadır.
2.5. Telekomunikasyon Sektöründeki Rekabet
Telekomunikasyon sektöründeki rekabet de dijital bölünmeyi etkileyen önemli
faktörlerdendir. Küreselleşme ülkelerin dünya ekonomisine ve ticaretine katılımını
arttırmış ve rekabeti şiddetlendirmiştir. Firmalar aynı anda pek çok pazarda faaliyet
göstermekte ve birden çok pazarda rekabet etmektedirler.
11
Rekabetin artması, BİT ürün ve hizmetlerine erişimi arttırmaktadır.
(Nuechterlein ve Weiser, 2007). Çünkü piyasaya yeni bir firmanın girmesi ve rekabetin
artması, sadece BİT gelişimini kolaylaştırmamakta aynı zamanda BİT ürün ve
hizmetlerinin kalitesini arttırırken fiyatını da düşürmektedir (Atkinson, 2009). Yapılan
çalışmaların çoğu rekabet ve genişbant yayılımı arasında pozitif bir ilişki olduğunu
göstermektedir (Grosso, 2006; Lee, 2007; Bouckaert vd (2010), Belloc ve Filippo
(2012), Gulati ve Yates, 2011).
Küresel rekabetin artmasında internetin de önemli katkısı vardır. İnternet,
bugünün dünyasında tam rekabet modeline en çok yaklaşabilmenin önemli bir aracıdır.
Tam rekabet modelinde, “girişi yasaklayan engeller yoktur, başarısız olan ya da zarar
eden firmalara yönelik koruma yoktur ve herkes her türlü enformasyona özgürce
ulaşabilir”. İnternet fiyat araştırmasının maliyetini sıfıra indirmektedir. Tüketiciler her
türlü mal ve hizmet için en ucuz fiyatı kolayca ve hızla bulabilmektedir.
Siberekonomide düşük maliyetli üretici en düşük fiyatı sunar ve bunun bilgisi ücret
ödenmeden edinilebilir (Friedman, 2000: 102).
Yeni ekonomide yenilik yaratabilmek, büyük ölçüde fikirlerin likiditesine
bağlıdır. IBM’in en başarılı ürünlerinden diz üstü bilgisayar iç ve dış kaynak ağından
gelen katma değerle ortaya çıkmıştır. Japonya’da Ar-Ge, Fransa’da çip, İtalya, Florida
ve Japonya’da imalat ve montaj, Kaliforniya’da yazılım, New York’ta pazarlama ve
İngiltere’de global dağıtım tesisleri bu ağın ayaklarıdır. Günümüzde firmalar,
geliştirdikleri teknolojiyi rakip bile olsalar birbirleriyle paylaşabilmekte, böylece oluşan
sinerjiden herkes kazançlı çıkmaktadır (Yeni Kapitalizm,
http://www.ozetkitap.com/yeni_kapitalizm.pdf).
2.6. Network Etkisi
Network etkisi, bazı ürün ve hizmetleri daha çok kişinin kullanması, o ürün ve
hizmeti daha değerli yapar gerçeğini anlatmaktadır (Lee, 2008: 28). Network etkisinin
sonuçlarından birisi, bir kişi bir ürün aldığında diğer kişilerin de bu üründen dolaylı
olarak faydalanabilmesidir. Bir olayın sağladığı bu yan etkiler, ekonomide “dışsallıklar”
olarak bilinmektedir ve network etkisinden kaynaklanan dışsallıklara da “network
dışsallıkları” denilmektedir (Church ve Gandal, 2005). Aynı ürünü kullanan sayısı
artacağı için “bandwagon etkisi” pozitif geri besleme örneğidir (Rohlfs, 2001). Rohlfs
(2001) network etkisini “bandwagon etkisi” olarak adlandırmaktadır. Bu bağlamda daha
fazla sayıda kişi cep telefonu, bilgisayar, genişbant internet kullandıkça diğer kişileri de
kullanmaya çekecektir.
Network etkisi gösteren ürünlerde tüketicilerin bu ürünleri satın alma kararı
sadece ürünün özelliklerine ya da fiyatına bağlı olmayıp aynı zamanda networkün
beklenen büyüklüğüne de bağlıdır (Church ve Gandal, 2005). Network etkisi pozitif geri
besleme etkisini arttırdığı için bu büyüklük ileride daha da artacaktır. Network etkisi
mevcut abone sayısının önceki dönemlerin abone sayısıyla pozitif ilişkili olduğunu
göstermektedir.
Andrés vd (2007), internet yayılımındaki network etkisinin internet
adaptasyonunun en önemli belirleyicilerinden olduğunu dolayısıyla içinde bulunulan
yılda internet kullanıcı sayısını belirleyen en önemli faktörlerden birinin önceki yılın
internet kullanıcı sayısı olduğunu belirtmiştir. Bir yıl içinde düşük gelirli ülkelerde
internet kullanıcı sayısındaki %10’luk artış 1985-1998 döneminde kullanıcı sayısını
%3,9 ve 1999-2004 döneminde % 6,11 arttırmıştır.
12
2.7. Maliyet
Dijital bölünmenin en önemli nedenlerinden bir diğeri bilişim teknolojileri
erişim ve kullanım maliyetidir. Genişbant fiyatları, bir ailenin yıllık ortalama gelirinin
%3’ünün altına düşerse genişbant internet kullanımı önemli ölçüde artmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde zaten bu maliyetin altında hizmet verilmekte iken, dünyada en az 34
ülkede genişbant fiyatları ailelerin yıllık ortalama gelirlerinin üzerinde olduğu için
genişbant internet kullanamamaktadırlar (Thomas ve Carvalho, 2012: 82). Gelişmekte
olan ülkelerde maliyetin yüksek olma nedeni, genişbant piyasasında rekabetin olmaması
iken gelişmiş ülkelerde kablolu modem, DSL, fiber, uydu, ethernet, sabit genişbant
erişimi gibi çeşitli alanlarda rekabet mevcuttur. Gelişmekte olan ülkelerde arzın yetersiz
olması, uluslararası genişbant yatırımlarının yetersizliğinden kaynaklanmakta olup,
indirimli toplu alımlarda ölçek ekonomilerinden yararlanılamamaktadır.
Genel olarak ele alınan çalışmalar, telekomünikasyon erişim maliyetlerinin
bilgisayar ve internet nüfuzunu negatif etkilediğini ifade ederken (Kiiski ve Pohjola
(2002), Neira vd (2005), Mayer vd 2014) Chinn ve Fairlie (2004) telekomunikasyon
erişim ücretlerinin internet kullanma açığını açıklamakta önemli olmadığını belirtmiştir.
Bazı bireylerin internet kullanmama nedenleri ise içeriğinin onlara ilginç ve ilgi
çekici gelmemesidir. Bu durum özellikle kadınlar ya da yaşlı bireyler ya da kültürel ya
da etnik gruplar arasında daha belirgin olabilmektedir (Bansode ve Patil, 2011: 60).
3. Dijital Bölünmenin Türleri
Literatüre bakıldığında değişik kriterler dikkate alınarak dijital bölünmenin
türlerine yer verilmektedir. Örneğin dijital bölünmenin küresel, jeo-politik, bölgesel ve
hanehalkı düzeyinde olmak üzere değişik sınıflanmaları yapılabilmektedir. Bu türlerin
hepsinin kendine özel sebepleri ve çözümleri vardır (Steyaert ve Gould, 2009: 743).
Küresel ölçekte sayısal uçurumun analizi Kuzey Amerika-Afrika gibi büyük bölgeleri
karşılaştırmayı gerektirir. Ancak bu inceleme birimler içindeki jeo-politik bölgesel
farklılıkları gizlemektedir.
Keniston (2002:3)'e göre analitik olarak incelendiğinde üç tür dijital bölünme
vardır ve pek çok toplumda dördüncü tür ortaya çıkmaktadır. Birinci tür bölünme, her
toplumda var olan zengin, eğitimli ve güçlü olanlar ile olmayanlar arasındaki
bölünmedir. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) gelir ve eğitim seviyesi,
bilgisayar sahibi olanlar ve olmayanlar ile internete girebilenler ve giremeyenler
arasında dramatik bir ayrım yapmaktadır. ABD’de zenginlerin internete girme imkanı
düşük gelirlilerden yirmi kat daha fazladır: Zenginlerin internete girme imkanı %80
iken düşük gelirlilerinki %5’tir.
Daha az bahsedilen ikinci tür dijital bölünme, dilsel ve kültüreldir. Burada
uluslar İngilizce konuşabilenler ve konuşamayanlar ya da başka bir Batı Avrupa dilini
konuşabilenler ve konuşamayanlar olarak ayrılırlar. Ancak nüfusunun %95’inin akıcı
bir şekilde İngilizce konuştuğu ABD’de bile BİT erişiminde farklı etnik ve kültürel
gruplar arasında büyük farklılıklar vardır. Örneğin 1998 yılında Asya kökenli Amerikan
hanehalkının %55’inin bilgisayarı varken, beyaz Amerikalılarda bu oran %52’dir.
İspanyol kökenli Amerikalılarda %25 iken siyahlarda hanehalkı bilgisayar sahipliği
%22’dir. İnternet erişimi açısından beyazlar ve Asya kökenli Amerikalılarla siyahlar ve
İspanyol kökenli Amerikalılar arasında büyük bir uçurum vardır (Keniston, 2003: 5).
13
Her ne kadar aynı dili konuşanlar arasında etnik köken nedeniyle dijital bölünme
görülse de ikinci bölünme İngiliz dili ve Anglo-Sakson kültürün egemenliğiyle ilgilidir.
Dünyadaki web sitelerinin çoğu ABD orijinlidir ve dili İngilizcedir. Dolayısıyla
İngilizce bilmeyen bireylerin bu sitelerden faydalanması ve içeriğini anlaması mümkün
olmamaktadır.
Üçüncü dijital bölünme, zengin ve fakir uluslar arasında genişleyen dijital
uçurumdur. 1999 yılında Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Raporunda kuzeyin bilgi
zengini uluslarıyla güneyin bilgi fakiri uluslarına yer verilmiştir. Bir uçta Amerika ve
Almanya, Finlandiya, İzlanda, İsveç gibi İskandinav ülkelerinde ev telefonu %90,
bilgisayar %50 ve ev temelli internet bağlantısı %50’nin üzerinde iken, diğer uçta yer
alan Güney Amerika, Güney Asya, Çin, Endonezya ve dünyanın %80’inde telefon
bağlantısı %3’ten daha az olup, ev bilgisayarı sahipliği %1-2 dolaylarındadır ve internet
bağlantısı da bunun yarısı kadardır (Keniston, 2003: 8).
Bu üç bölünmeye Hindistan, Amerika gibi ülkelerde dördüncü bir bölünme daha
eklenmiş ve “digerati” denilen yeni bir elit grup ortaya çıkmıştır. Digerati ile anlatılmak
istenen bilgiye dayalı ve biyoteknoloji, farmakoloji gibi sektörlerin sağladığı muazzam
imkanlardan faydalanabilen kesimdir. Örneğin Hindistan’da mühendislik fakültesi
bilgisayar bölümünde okuyan öğrencilerin kendi gelirlerini kazandıklarını ve daha
kaliteli bir hayat yaşadıklarını belirtmektedirler. Eski Hindistan elitlerinin aksine yeni
digerati grubun ayrıcalıkları kast, miras zenginliği, aile bağları ya da yöneticilere
yakınlık değil; eğitim, beyin gücü, özel girişimcilik becerileri ve bilgiye dayanmaktadır.
Digerati yaşam tarzı kozmopolit olma eğilimindedir. Başlangıçta bilgi teknolojisi
alanında yoğunlaşmış olsa da digerati de biyoteknoloji, ilaç ve diğer ileri teknolojiler de
değişen derecelerde bulunmaktadır. Hindistan’da bu sektörde çalışanların maaşları batı
standartlarının çok altında olmakla birlikte son beş-on yıldır yıllık maaş artış oranları
%20’dir. Bu oran eşit eğitim alan diğer sektörlerde çalışan sınıf arkadaşlarının oldukça
üzerindedir (Keniston, 2003: 9).
Amerika’da da benzer bir durum Silikon Vadisi, Austin Teksas, Kuzey Karolina
Research Triangle ve bir düzine ileri teknoloji bölgelerinde görülebilir. 2000 yılında
“Dot-Com” hisse senedi piyasasında her gün 64 milyon insan milyoner oluyordu.
Yüksek düzey programcılar, sistem analistleri, girişimciler ve girişim kapitalistlerinin
kendilerini eski Amerikan elitlerinden ayıran bir yaşam stili, kültürü ve refah düzeyleri
vardır. Digeratiye sadece Hindistan ve Amerika’da değil İsrail, İrlanda ve canlı bilgi
sanayi olan diğer ülke ve bölgelerde de rastlanabilir (Keniston, 2003: 10).
Dijital bölünme daha basit olarak iki türe de ayrılabilir. Örneğin Kalça ve
Akyazı, (2006: 242), dijital bölünmeyi global dijital bölünme ve ülke bazında dijital
bölünme olarak ikiye ayırmıştır. Global düzeyde dijital bölünme; kıtalararası (Amerika-
Afrika-Asya gibi), ülkelerarası (ABD-Almanya- Kenya gibi) ve ülke gruplarını (zengin-
fakir ülkeler veya OECD-OECD üyesi olmayan ülkeler gibi) karşılaştırmayı ifade
etmektedir. Buna karşılık ülke bazında dijital bölünme denildiğinde ise, zengin-fakir,
yaşlı-genç, kadın-erkek, beyaz-siyah, doğulu-batılı gibi alt gruplar arasındaki farklılıklar
anlaşılmaktadır. Bu çalışmada ülke bazında dijital bölünmeye etnik köken de
eklenmiştir. Dijital bölünmenin türleri aşağıdaki şekil 1.2’de gösterilmektedir.
14
Şekil 2: Dijital Bölünmenin Türleri
Kaynak: Kalça ve Akyazı, 2006:242
3.1. Global Dijital Bölünme
Daha çok ülkeler arasında BİT’e erişimdeki farklılığa işaret eden global dijital
bölünme; ülkelerarası, ülke grupları ve kıtalararası dijital bölünme olarak üç gruba
ayrılmaktadır. Bu gruplar ele alınan birimlerin büyüklüğüne göre adlandırılmaktadır.
3.1.1. Ülkelerarası Dijital Bölünme
Ülkelerarası dijital bölünme başta ABD olmak üzere gelişmiş, gelişmekte olan
ve geri kalmış ülkeler arası kıyaslamayı içermektedir. Örneğin Amerika’da görülen
dijital bölünme türü ile Tayland’da görülen dijital bölünme türleri farklıdır.
Amerika’daki dijital bölünme daha çok ırksal olup beyazlar siyahlardan daha fazla
teknoloji kullanmaktadır. Tayland’da ise dijital bölünme daha çok şehir-kırsal kesim
yerleşimine göre olup bir tarafta şehirde yaşayan orta sınıf insanlar diğer tarafta da
kırsal kesimde yaşayan çiftçiler bulunmaktadır. Bu farklılık tarihsel süreç ya da kültürle
ilgili olabilir (Drake, 2008: 2). Gelişmiş ülkeler bilgi ve iletişim teknolojisi kullanımı ve
icadında da ilk sıralarda yer alırken, az gelişmiş ve gelişmemiş ülkeler ise dijital
teknoloji kullanımında da geride kalmaktadır.
3.1.2. Ülke Grupları Arasında Dijital Bölünme
Global dijital bölünmenin bir diğer türü de ülke grupları arasındaki dijital
bölünmedir. Dijital bölünmenin boyutlarının ortaya konulmasında internet kullanımıyla
ilgili veriler konunun anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
Tablo 1: Amerika Kıtasında İnternet Kullanımı ve Nüfus İstatistikleri
Bölge Nüfus
İnternet
Kullananlar
(30 Haziran 2014)
İnternet Kullanım
Oranı (%)
K.Amerik
a
353.860.22
7 310.322.257 87.7
G.Amerik
a
406.194.81
1 230.727.557 56.8
Ort.
Amerika
164.210.96
1 72.373.646 44.1
Karayipler 41.873.409 17.211.350 41.1
Toplam 966.139.40
8 630.634.819 65.3
Kaynak: http://www.internetworldstats.com/stats2.htm sitesinden yazar tarafından derlenmiştir
15
Tablo 1’de 2014 yılına göre Amerika kıtasının bölümleri arasında internet
kullanım oranları verilmiştir. Tabloya göre toplam 966,139,408 kişilik Amerika kıtası
nüfusunun %65.3’ü internet kullanmaktadır. Bölümlere göre bakıldığında ise, Kuzey
Amerika nüfusunun %87.7’si, Güney Amerika nüfusunun %56.8’i, Orta Amerika
nüfusunun %44.1’i, Karayip bölgesi nüfusunun ise %41.1’i internet kullanmaktadır.
Sonuç olarak Amerika kıtasında en fazla internet kullanım oranı Kuzey Amerika
bölümündedir. Tablo incelendiğinde Kuzey Amerika ile kıtanın diğer bölümleri
arasındaki derin uçurum göze çarpmaktadır.
Daha öncede ifade edildiği gibi dijital bölünme de sadece internet kullanıcı
sayısı değil internet kullanım amaçları da önemli olmaktadır. İnternet sadece sınırlı
amaçlarla kullanılabileceği gibi çok daha gelişmiş işlemler yapmak ve bireysel ve
toplumsal gelişime katkı sağlamak amaçlarıyla da kullanılabilir. 2012 yılında AB 27
ülkelerinde internetin en fazla kullanım amaçları; e posta gönderme (%89), mal ve
hizmetler hakkında bilgi arama (%83), online gazete haber okumak (%61) olarak, en az
kullanım amaçlarının ise web sitesi ya da blog oluşturmak (%9), doktordan randevu
almak (%10) olduğu belirtilmiştir (Eurostat, 2013)
Aşağıdaki Grafik 1'de 2015 yılında Avrupa Birliği ve dünyada internet kullanım
oranları verilmiştir. Grafikte de görüldüğü gibi Avrupa Birliği ülkelerinde internet
kullanımı dünya ortalamasının oldukça üzerindedir.
73,5%
46,4%
42,90%
Avrupa
Dünya Ortalaması
Dünyanın Diğer Bölümü
Grafik 1: İnternet Kullanım Oranları 2015
Kaynak: www. internetworlsstats.com/stats9.htm
3.1.3. Kıtalararası Dijital Bölünme
Global dijital bölünmenin bir diğer türü de kıtalar arası dijital bölünmedir.
Grafik 2, 2015 yılında kıtalararası internet kullanım oranlarını vermektedir. Grafikten
de görüleceği üzere, internet kullanımında en iyi olan kıta bölümü, Kuzey Amerika
(%78.6) iken, bunu Okyanusya kıtası (67.6) izlemekte ve Avrupa kıtası da (%63.2)
üçüncü sırada yer almaktadır. En az internet kullanan kıta ise en az gelişmiş kıta olan
Afrika kıtasıdır (%15.6). Grafik K. Amerika ile Afrika arasındaki derin dijital uçurumu
gözler önüne sermektedir.
16
87,90%
73,50%
73,20%
55,90%
52,20%
46,40%
40,20%
28,60%
Kuzey Amerika
Avrupa
Avustralya/Okyanusya
Latin Amerika/Karayipler
Orta Doğu
Dünya Ortalaması
Asya
Afrika
Grafik 2: İnternet Nüfuz Oranları 2015
Kaynak: Internet World Stats-www.internetworldststs.com/stats4.htm
3.2. Ülke Bazında Dijital Bölünme
Ülke bazında dijital bölünme türleri 5 şekilde ele alınabilir: a) Zengin/fakir
bireyler arasında dijital bölünme, b) Kırsal/Şehirli kesim arasında dijital bölünme,
c)Yaşlı/Genç bireyler arasında dijital bölünme, d) Kadın/Erkek arasında dijital bölünme,
e) Etnik Kökene göre dijital bölünme.
Dijital bölünme bir ülkenin kendi içinde de farklı şekillerde ortaya çıkabilir.
Hindistan’da dijital bölünmeyle ilgili yapılan ilginç bir araştırmaya göre (James, 2004:
172-177), gelişmekte olan ülkelerdeki yoksul ve cahil insanlar, bilgisayar ve internet
bağlantısı olmadan da internetin faydalarından yararlanabilmenin değişik yollarını
bulmuşlardır. Kırsal ve fakir bölgelerdeki halka, kamuya açık ankesörlü telefon veya
posta ağı gibi aracılar kullanarak yüksek teknoloji götüren bazı başarılı BİT
girişimlerine örnek verilmiştir. Bu kapsamdaKisan Çağrı Merkezi (2004) olarak
adlandırılan merkezler, çiftçiler tarafından gündeme getirilen problemlere cevap vermek
için tasarlanmıştır. Çiftçilerin en yakın çağrı merkezini ücretsiz arayıp sordukları
sorular, ziraat alanında yüksek lisanslı kişiler tarafından cevaplandırılmakta ya da daha
sonra cevaplandırılmak üzere bilgisayara aktarılıp üniversite ya da kamu araştırma
merkezi uzmanlarınca cevaplanmaktadır.
Hindistan’daki ikinci BİT girişimi, 2001 yılında Posta Departmanı tarafından
uygulanmış ve “e-post” olarak adlandırılmıştır. Bu sistem de iki aşamalı olarak
uygulanmıştır. Birinci aşamada mesajı gönderecek kişi adresini yazıp mesajını
postacıya teslim etmektedir. İkinci aşamada mesaj alıcıya en yakın postaneye e-maille
gönderilmekte ve burada çıktı alınıp, zarflanıp ilgili kişiye sıradan yöntemle teslim
edilmektedir. Böylece kişiler arasında herhangi bir bilgisayar ve internet bağlantısı
olmadan mesaj alışverişi olmaktadır (James, 2004: 172-177). Hindistan en yaygın halka
açık ankesörlü telefona sahip ve en hızlı kırsal kesim posta ağına sahip birkaç ülkeden
biri olduğu için buradaki örnekler mümkün olabilir. James (2004), bu dolaylı faydaların
interneti doğrudan kullanmaktan elde edilecek faydaların extra %30’unu oluşturduğunu
belirtmiştir.
3.2.1. Zengin-Fakir Bireyler Arasındaki Dijital Bölünme
Bireylerin internet kullanımını belirleyen en önemli faktörlerden birisi gelir
düzeyi olup yüksek gelir grubundaki bireyler düşük gelir grubuna göre daha fazla
bilgisayar ve internet sahibi olmaktadırlar. Gelir, dijital bölünmeyi en kolay açıklayan
17
kavramlardan birisi olup bireyler ekonomik durumu iyi ise bilgisayar ve internet sahibi
olabilmektedir. Bu durumda kişinin nerede yaşadığı ya da hangi etnik kökene ait olduğu
önemli değildir. BİT dağılımının ülkelerin gelir durumuna göre değiştiğini belirten
pekçok çalışma yapılmıştır (Beilock ve Dimitrova, 2003; Chinn ve Fairlie, 2007;
Guille´n ve Sua´ rez, 2001; Hargittai, 1999). Zhang (2013); 2006-2010 döneminde
yüksek gelirli OECD ülkelerinde 100 kişiye düşen ortalama internet kullanıcı sayısının
düşük gelirli ülkelerden 19 kat daha büyük olduğunu aynı zamanda kişi başına düşen
GSYİH (PPP)’nin yüksek gelirli OECD ülkelerinde düşük gelirlilerden 31 kat daha
fazla olduğunu belirtmiştir. Yüksek gelirli OECD ülkelerinde 100 kişiye düşen internet
kullanıcı sayısı 1991-1995 döneminde %1’i aşmışken, düşük gelirli ülkeler bu rakamı
2001-2005 döneminde aşabilmiştir. Dolayısıyla küresel dijital bölünme ve küresel gelir
eşitsizliğinin aynı anda mevcut olduğu söylenebilir.
Diğer yandan gelirin bilgisayar ve internet kullanımı üzerinde etkili olmadığını
söyleyen çalışmalarda mevcuttur. Örneğin Zhou ve diğerleri (2011), Nepalde gelirin
bilgisayar ve internet kullanımı üzerinde etkili olmadığını, Bangladeş’te ise negatif
yönlü ve önemli bir etkinin olduğunu ve bu durumda internet kullanımının kamu ya da
sivil toplum kuruluşları tarafından destekleniyor olmasından kaynaklanabileceğini
belirtmiştir. Benzer şekilde Moghaddam ve diğerleri (2013) İran’da kırsal kesimde
BİT adaptasyonu üzerinde ekonomik faktörlerin etkili olmadığını ve bunun da kamunun
finansal desteğinden kaynaklandığını belirtmiştir. Aslında burada gelir dolaylı olarak
bilgisayar ve internet kullanımı üzerinde etkili olmaktadır.
3.2.2. Kırsal-Şehirli Kesim Arasındaki Dijital Bölünme
Bir ülke içinde şehir ve kırsal kesim arasındaki dijital teknolojilerin kullanım
düzeyi arasında önemli farklılıklar olmaktadır. Örneğin Whitacle, Amerika’da CPS’nin
(Ortalama Nüfus Anketi) 50 bin hanehalkına uyguladığı anket verilerinden şehir ve
kırsal kesimde dijital bölünmeyi ölçmüştür. Buna göre şehir ve kırsal kesimde dijital
bölünme eğitim, gelir ve network dışsallıkları nedeniyle artmakta ancak dijital altyapı
yatırımlarındaki eksiklik bölünmenin önemli bir nedeni olmamaktadır. Montagnier ve
Wirthmann (2011), Avrupa’da şehirde yaşayanların bilgisayar ve internet erişiminin
kırsal kesimde yaşayanlardan %30 daha fazla olduğunu belirtmiştir.
Türkiye’de 2004-2010 döneminde kırsal kesimde internet kullanım oranı kentin
oldukça gerisindedir. 2005 yılında %18.6 olan kentte internet kullanımı oranı 2010
yılında %44.7’e yükselmiş, kırsal kesimde 2005 yılında %6.1 olan internet kullanım
oranı 2010 yılında %20,7’e çıkmıştır. 2013 yılında ise kentte bilgisayar kullanım oranı
%59 kırda %29,5 internet kullanımı aynı yıl kentte %58 iken kırda %28,6’dır. Bu
durum kent ve kır arasındaki dijital bölünmenin boyutunu göstermektedir. Cep telefonu
akıllı telefon kullanımına bakıldığında ise 2013 yılında kentte kullanım oranı %95,6
olup kırsal kesimde %89,1 olup akıllı cep telefonu kullanımı, kır ve kentte yaygın
düzeydedir (TUİK, 2013).
3.2.3. Yaşlı-Genç Bireyler Arasındaki Dijital Bölünme
Değişik yaş grubundaki bireylerin internet erişimindeki farklılık dijital
bölünmenin bir diğer türünü oluşturmaktadır. Verilere bakıldığında bireyler arasında
yaşa göre de bilişim teknolojilerinin kullanımı önemli ölçüde değişmektedir. Örneğin,
AB 27 ülkelerinde 2012 yılında haftada en az bir kez internet kullanım oranı, 16-24 yaş
grubu gençlerde %98 iken, 55-74 yaş grubu bireylerde %42 olup gençlerin yarısından
daha az bir orandır (eurostat, http://ec.europa.eu/eurostat/data/database)
18
Diğer yandan dünyada yaşlılar arasında hiç bilgisayar kullanmama olasılığı
yüksektir. Referans yaş ile kıyaslandığında (35-44 yaş) Avrupa’da yaşlıların (65-74 yaş)
hiç bilgisayar kullanmama olasılığı 4.1 kat, Danimarka’da 3.3 kat, Yunanistan’da 12.8
kat daha fazladır. Simetrik olarak tüm ülkelerde gençler (16-24 yaş) hiç bilgisayar
kullanmama olasılığı en az olan yaş grubudur (Montagnier ve Wirthmann, 2011: 13).
3.2.4. Kadın/Erkek Arasındaki Dijital Bölünme
Ülke içi dijital bölünme türlerinden bir diğeri olan cinsiyete dayalı dijital
bölünme konusunda literatürde çok sayıda çalışmaya rastlanmaktadır. Yapılan
çalışmaların büyük çoğunluğuna göre erkekler kadınlardan daha fazla ve daha etkin
bilişim teknolojisi kullanmaktadır. Örneğin Goh (2010: 3-4), kadınların bilişim
teknolojilerini etkin kullanamadıklarını bunun nedenlerinden bazılarının ise; zayıf
İngilizce bilgisi, düşük eğitim seviyesi, teknoloji korkusu, çocuk bakımı ve ev işlerine
harcanan zaman olduğunu belirtmiştir.
Diğer yandan kadınlar ve erkekler arasında bilişim teknolojilerinin kullanımı
konusunda yapılan çalışmalar; kadınların ilkokuldan üniversiteye kadar BİT
kullanımında erkeklere göre daha büyük bir gerginlik yaşadığını ve BİT ürünlerine
negatif bir tavır sergilediğini göstermektedir (Todman ve Dick 1993; Colley vd. 1994;
Whitley 1997; Brosnan 1998). Shashaani (1993) ve Li ve Kirkup (2007), özgüven
konusuna vurgu yaparak kadınların bilgisayar kullanmaya ve öğrenmeye daha az ilgi
duyduğunu ve erkeklerle aynı yeterlilikte olsalar bile bilgisayar kullanırken, kendilerini
yetersiz hissettiklerini belirtmiştir. Kadınların bilgisayar kullanmaya erkeklere göre
daha az zaman ayırmaları da bilgisayar kullanırken kendilerini gergin hissetmelerine
neden olmaktadır. Koch ve diğerleri (2008) kadınların bilgisayar kullanırken oluşan
hatayı içselleştirdiklerini ve kendi hatalarından kaynaklandığını belirttiklerini erkeklerin
ise aynı durumda dışsallaştırma yaptıklarını ve hatanın teknik nedenlerden
kaynaklandığını belirttiklerini ifade etmiştir. Diğer taraftan Çin ve İngiltere üzerine
yapılan kültürler arası bir çalışma erkeklerin kadınlardan daha fazla email ve sohbet
odalarını kullanıp bilgisayar oyunları oynadıklarını göstermiştir (Li ve Kirkup, 2007:
301-317).
BİT’lere karşı cinsiyete dayalı tutum farklılığının nedenlerine bakıldığında
tutum farklılığının genel olarak kadın ve erkeklerin yetiştirilme tarzında uygulanan
sosyal kalıplar ile kadınlar ve erkekler arasındaki sosyal gelişmişlik farklılıklarından
kaynaklandığı görülmektedir. Tarihsel olarak çocuklar, BİT’ler ile video oyunları
yoluyla tanışmaktadırlar. Bu oyunların konusu ne olursa olsun video oyunlarının doğası
genelde kız çocuklara ilginç gelecek öğretici konulardan ziyade erkek çocuklara çekici
gelen rekabet ve rekabet içgüdüsüne dayanmaktadır. Yazılım programlarının
kadınlardan ziyade erkeklerin sevdiği konular üzerine yapılması kadınların bilgisayar
uygulamalarında daha büyük gerginlik yaşamalarına ve bilgisayara negatif tutum
beslemelerine neden olmaktadır (Cooper 2006: 320-334).
Sonuç
Dijital bölünme yetersiz altyapı, yüksek erişim maliyeti, zayıf politik rejimler,
telekomünikasyon ağ ve hizmetlerinin verimsizliği gibi nedenlerle bilgi yoğun
faaliyetlerin ekonomik ve sosyal faydalarını elde edememek olarak yorumlanabilir.
Eğitim, mevzuatın kalitesi, gelir, siyasi kurumların yapması gereken düzenlemelerdeki
yetersizlik, telekomünikasyon sektöründeki rekabet, network etkisi, maliyet, dış
ticaretin kalitesi, şehirleşme gibi faktörler dijital bölünmeye neden olmakta ve
19
bölünmeyi derinleştirmektedir. Dijital Bölünme; genel olarak global dijital bölünme ve
ülke bazında dijital bölünme olarak ikiye ayrılmaktadır. Global dijital bölünme ise;
ülkelerarası, ülke grupları ve kıtalararası dijital bölünme olarak üçe ayrılmaktadır. En
fazla internet kullanımı Kuzey Amerika bölümünde iken gelişmiş ülekerin gelişmekte
olan ülkelere göre daha fazla internet kullanmaktadır. Ülke bazında dijital bölünme ise
zengin/fakir, yaşlı/genç, kırsal/şehirli ve kadın/erkek arasındaki dijital bölünme olarak
gruplandırılmaktadır. Zenginlerin fakirlerden, gençlerin yaşlılardan, şehirde
yaşayanların kırsal kesimde yaşayanlardan ve erkeklerin kadınlardan daha fazla bilişim
teknolojisi kullandığı görülmüştür.
Dijital bölünmeyi ortadan kaldıracak uygulamalar gerek ülke bazında gerekse
uluslararası kuruluşlar bazında belirlenerek ivedilikle uygulamaya konulmalıdır. Bu
bağlamda daha çok bireyin, firmaların ve hükümetlerin bilişim teknolojilerine erişimini
ve kullanımını sağlayacak politikalar belirlenmeli, bilişim teknolojileri altyapısı kurulup
bu sektörde rekabet arttırılmalı, bilgi teknolojileri eğitimi verilmeli, bu çalışmalar
yapılırken çeşitli ülkelerle ve OECD gibi uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapılmalıdır.
KAYNAKÇA
Adıgüzel Muhittin (2011), Bilgi Toplumu ve Küreselleşme Bağlamında Küresel Rekabet Ortamı, Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık
Andres ve diğerleri (2007), “Diffusion of the Internet, A Cross-Country Analysis”, Policy Research Working Paper, 4420, 323-340, http://www.ivie.es/downloads/docs/ wpasad/wpasad-2010-07.pdf (02.07.2012)
Bansode S.Y., Patil S.K. (2011), “Bridging Digital Divide in India: Some Initiatives”, Asia Pacific Journal of Library and Information Science. Vol.1(1), January-June, 58-68.
Beilocka, Richard ve Dimitrova, Daniela V. (2003), “ An Exploratory Model of Inter-Country Internet Diffusion”, Telecommunications Policy 27 (2003), 237–252
Belloc, Filippo (2012), “Corporate Governance and Innovation: A Survey”, Journal of Economic Surveys, 26(5), 835-86
Bouckaert, Jan vd (2010), “ “Access Regulation, Competition, and Broadband
Penetration: An International Study,” Telecommunications Policy, 34(11), 661-671
Chinn, Menzie D. ve Fairlie, Robert W. (2007) , “The Determinants Of The Global
Digital Divide: A Cross-Country Analysis Of Computer And İnternet Penetration”,
Oxford Economic Papers, 59 (2007), 16–44
Church, J. & Gandal, N. (2005). Platform competition in telecommunications. In M.,
Cave, S., Majumdar & I. Vogelsang (Ed), The Handbook of Telecommunications vol.
2.: Technology evolution and the Internet., Armsterdam, The Netherlands: North-
Holland.
Cooper J. (2006) The Digital Divide: The Special Case of Gender, Journal of
Computer Assisted Learning, 22, 320-334
Drake, Johnnie, E (2008), The Washington, DC Digital Divide: A States of Digital
Disparity, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Capella University
Eurostat (2013), “Science, Technology and Innovation in Europe”, Eurostat
pocketbooks,
20
http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page/portal/product_details/publication?p_produc
t_code=KS-GN-13-001, (01.08.2013).
Eurostat, http://ec.europa.eu/eurostat/data/database
Friedman Thomas L. (2000), Küreselleşmenin Geleceği, Lexus ve Zeytin Ağacı,
(Çev. Elif Özsayar), İstanbul: Boyner Yayınları
Grosso, Marcello (2006), “Determinants of Broadband Penetration in OECD
Nations”, http://www.networkinsight.org/verve/_resources/grossom.pdf (17.02.2011)
Gulati, Girish J., Yates, Daved J. (2011), “Strategy, Competition, and Investment:
Explaining the Global Divide in E-Government Adoption with Policy Variables”,
Electronic Government: An International Journal, 8 (2/3), 124-43.
Guillen, Mauro ve Sandra L., Suarez (2001), “Developing the Internet:
Entrepreneurship and Public Policy in Ireland, Singapore, Argentina, and Spain” with
Mauro Guillén, Telecommunications Policy, 25(5), 349-371
Güvel, Enver A ve Aytun, Cengiz (2009), “Sayısal Uçurum, Türkiye ve Avrupa
Birliği Üzerine Bir Endeks Uygulaması”, Çukurova Üniversitesi İİBF Dergisi, 13(2),
33-54
Hargittai, E. (1999), “Weaving The Western Web: “Explaining Differences in
Internet Connectivity among OECD Countries”, Telecommuniciations Policy, 23(10-
11) 18-701
James, Jeffrey (2004), “Reconstructing the Digital Divide from the Perspective of a
Large, Poor, Developing Country”, Journal of Information Technology, 3(1) 172-177
Kalça Adem ve Akyazı Haydar, “Dijital Bölünme Fırsat mı Tehdit mi”, Nihal Kargı
(Ed), Bilgi Ekonomisi, 1. Baskı içinde (239-263), Ankara:Başak Matbaacılık.
Keniston Kennet (2003), “The Four Digital Divides”,
http://dandelionpatch.mit.edu/people/kken/PDF/Intro_Sage_1_.pdf, (19.02.2010).
Kiiski, Sampsa ve Pohjola, Matti (2002), “ Cross-Country Diffusion of the Internet”,
Information Economics and Policy 14, 297–310
Lee, Sangwon ve Marcu Mircea (2007), “ An Empirical Analysis of Fixed and
Mobile Broadband Diffusion”, http://www.anacom.pt/streaming/estudo.pdf
(25.10.2014)
Martin, S.P. ve Robinson, J. P. (2007), “The Income Digital Divide: Trends And
PredBİTions For Level Of Internet Use”, Social Problems, 54(1), 1-22
Moghaddam B. Khalil, Khatoon, Abadi A. (2013), “ Factors Affecting BİT Adoption
Among Rural Users: Acasestudy of BİT Center in Iran”, Telecommunications Policy
37, 1083–1094
Montagnier, Pierre ve Wirthmann, Albrecht (2011), “Digital Divide: From Computer
Access to Online Activities – A Micro Data Analysis”, OECD Digital Economy Papers,
No. 189, OECD Publishing.
Norris, Pippa (2001), Digital Divide. Civic Engagement, Information Poverty, and
The Internet Worldwide, Cambridge: Cambridge University Press.
21
Nuechterlein, Jonathan E. ve Weiser, Philip J. (2007), “Digital Crossroads”, 1th Ed.,
Cambridge: The MIT Press
Oruç, Ejder, Arslan, Selçuk (2002), "Sayısal Uçurumun Önlenmesi: Stratejik Plan TelekomünikasyonKurumu",http://www.tk.gov.tr/yayin/raporlar/pdf/sayisal_ucurumun_onlenmesi.pdf (05.10.2010)
Park, Hyung Lae (2007), Internet Effects on Political Participation: Digital Divide,
Causality, and New Digital Divide, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Purdue Universitesi.
Riggins, Frederick J. ve Dewan, Sanjeev (2005) “The Digital Divide: Current and
Future Research Directions,” Journal of the Association for Information Systems, 6(12),
298-337
Robinson ve diğerleri (2003), “New Social Survey Perspectives on the Digital
Divide”, IT & Society, 1(5), 1-22
Rohlfs, J.H. (2001), Bandwagon Effects in High-Technology Industries, Cambridge,
MA: The MIT Press.
Steyaert, Jan ve Gould, Nick (2009), “Social Work and the Changing Face of the
Digital Divide”, British Journal of Social Work, 740-753.
Thomas, Chris S. ve Carvalho, Frederico (2012), “The Global Information
Technology Report 2012” Dutta, Soumitta ve Bilbao, Benat editors, Reaching the Third
Billion: Arriving at Affordable Broadband to Stimulate Economic Transformation in
Emerging Markets, (79-87), World Economic Forum,
http://www3.weforum.org/docs/Global_IT_Report_2012.pdf (14.02.2014).
Türkiye İstatistik Kurumu (2013), "Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım
Araştırması, http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist (02.05.2014)
UNDP (2004), “ Financing BITD". New York: United Nations
URL, “Yeni Kapitalizm, Dünyada Rekabetin Değişen Boyutu”,
http://www.ozetkitap.com/ yeni_kapitalizm.pdf, (12.11.2015)
Wallsten, Scott (2005), ‘‘Regulation and Internet Use in Developing Countries.’’
Economic Development and Cultural Change, 53(2), 501–24.
Zhang Xiaoqun (2013), “ Income disparity and digital divide: The Internet
Consumption Model and cross-country empirical research”, Telecommunications
Policy, 37, 515-529.
Zhou, Jingye ve Lei Jing (2012), “Digital Divide: How Do Home Internet Access and
Parental Support Affect Student Outcomes”, Education (Basel), 2, 45-53;
doi:10.3390/educ2010045
Zhou Yan, Singh Nirvikar, Kaushik P.D. (2011), “ The digital divide in rural South
Asia: Survey evidence from Bangladesh, Nepal and Sri Lanka”, IIMB Management
Review, 23, 15-29
http://www internetworldstats.com/stats4.htm
22
TÜRK FINDIK SEKTÖRÜNÜN REKABET GÜCÜ: BALASSA
ENDEKSİ YAKLAŞIMI
TURKISH HAZELNUT SECTOR'S COMPETITIVE POWER: BALASSA
INDEXING APPROACH
Ersin YENİSU*
Özet
Bu çalışmanın amacı dünya fındık sektörünün lideri olan Türkiye’nin söz konusu
sektördekirekabet gücünü arttırmaya yönelik öneriler sunmaktır. Ülkemiz açısından
stratejik öneme sahip bir tarımsal ürün olan fındık Karadeniz Bölge halkı açısından
sosyoekonomik değere sahiptir. Çalışmada yöntem olarak alt sektörlerde rekabet
gücünü ölçmek amacıyla Balassa (1965) tarafından geliştirilen Açıklanmış
Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) yaklaşımı kullanılmıştır. Yapılan analizler
sonucunda Türk fındık sektöründe rekabet gücünde son yıllarda ciddi bir azalma olduğu
ve bu azalmanın ise özellikle düşük verimlilikten kaynaklandığı bulgulanmıştır. Nitekim
başlıca fındık üreticileri olan Türkiye, İtalya, Gürcistan ve Azerbaycan gibi ülkelerde
düşük verimlilik görülmüş ve bu doğrultuda söz konusu ülkelerin rekabet güçleri
azalmıştır. Fakat aynı dönemde sektörde önemli bir üretici olarak verimlilik artışını
gerçekleştirebilen ABD’nin rekabet gücü artmıştır. Sonuç olarak Türk fındık sektörünün
kamunun yönlendirici olduğu AR-GE çalışmaları ile verimliliğinin arttırılması gerektiği
söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Fındık Sektörü, Verimlilik, Rekabet Gücü, Açıklanmış
Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ)
Abstract
The aim of this study is to present the suggestions of Turkey, the leader of the world
hazelnut industry, to increase the competitive power in the sector. Hazelnut, an
agricultural product with strategic importance in terms of our country, has a socio-
economic value in terms of the Black Sea Region people. In the study, the Revealed
Comparative Advantages (RCA) approach developed by Balassa (1965) was used to
measure the competitive power in the sub-sectors. As a result of the analyzes made, it
* Gazi Üniversitesi Gölbaşı Yerleşkesi Polatlı Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Gölbaşı/ANKARA, E-Posta: [email protected], Tel: 0 (545) 375 41 76
23
has been found that there has been a serious decrease in the competitiveness in the
Turkish hazelnut industry in recent years and this decrease is mainly caused by low
productivity. As a matter of fact, countries such as Turkey, Italy, Georgia and
Azerbaijan, which are the main hazelnut producers, have seen low productivity and the
competitiveness of these countries has decreased in this direction. But in the same
period, the competitiveness of the USA, which could increase productivity as an
important producer in the sector, increased. As a result, it can be said that the
efficiency of the Turkish hazelnut sector should be increased with the AR-GE studies
that are the directive of the public sector.
Keywords: Hazelnut Sector, Productivity, Competitiveness, Revealed Comparative
Advantages (RCA)
1.Giriş
Fındık, Türkiye açısından stratejik öneme sahip olan bir tarım ürünüdür. Dünya
fındık üretiminin büyük bir bölümünün ülkemizde yapılması sektörün dikkatlice
izlenmesini ve bu alanda etkin politikaların uygulanmasını gerektirmektedir. Fındık
tarımının özellikle Karadeniz Bölgesi’nde yapılması ve söz konusu ürünün bu yöre
insanının temel geçim kaynağı olması ise sektörü sosyoekonomik açıdan da önemli
kılmaktadır. Nitekim ülkemizde sektör uzunca bir süre özellikle fiyat yönünden devlet
tarafından desteklenmiştir. Piyasa ekonomisinin işleyişine bir müdahale diyebileceğimiz
bu uygulamalar günümüzde terkedilmiş ve etkinliği gerçekleştirerek sektörün rekabetçi
gücü arttırılmaya çalışılmıştır. Fakat uygulanan yanlış ve kısa vadeli politikalar
nedeniyle sektör 2000’li yıllarda giderek daha da kötüleşmiştir. Nitekim Türkiye
fındıkta ithal ürün konusunu tartışmaya başlamıştır.
Geçen otuz yıl içerisinde sektörün giderek kötüleşen durumu fındık çiftçisini yeni
arayışlar bulma iştiyakına sokmuştur. Bu noktada Türkiye’nin en çok çok göç veren
bölgesinin Karadeniz Bölgesi olması ise dikkat çekicidir. Bu göç dalgasının sebebi
düşük verimlilik değil, fındık sektörünün hak ettiği değeri bulamamasıdır.
Diğer taraftan günümüzde devletin rol almadığı bir piyasada çiftçinin alın terinin
sömürüleceği gerçeği maalesef gözlerden kaçmıştır. Bugün her ne kadar liberal
ekonomi en iyi, en çağdaş ve belki de zorunlu ekonomik sistem olsa da gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde devletin piyasalar üzerindeki çoğu zaman dolaylı bazen de
dolaysız etkinliği gözlerden kaçmamaktadır. Öyle ki ekonomik, kültürel, toplumsal,
siyasal vs. taşların henüz yerine oturmadığı ülkemizde devletin yönlendiriciliği veya
hakemliği daha da önem kazanmaktadır.
Bu çalışma altı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm giriş kısmına ayrılmıştır.
İkinci bölümde fındık sektörüyle ilgili literatüre kısaca değinilmiştir. Üçüncü bölümde
fındık sektörü üretim alanı, verimlilik, dış ticaret vs. açısından çizelgeler ve grafiklerle
24
ulusal ve uluslararası bağlamda incelenmeye çalışılmıştır. İzleyen bölümçalışmada
kullanılan verilerin ve metodolojinin tanıtılmasına ayrılmıştır. Beşinci bölümde ise,
Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler (RCA) analizine ve yorumlara yer verilmiştir.
Çalışmanın altıncı ve son bölümü ise elde edilen sonuçlara ayrılmıştır.
2. Literatür İncelemesi
Türkçe literatürde fındık sektörünü analiz eden çok az sayıda çalışma vardır.Nitekim
bu alanda yapılan çalışmalar daha ziyade fındığın ekonomik ve sosyal boyutunu değil
kimyasal özelliklerini araştıran çoğu deneysel araştırmalardır. Bununla birlikte fındık
üretiminde ve ticaretinde dünyada ilk sırada olmamızdan dolayı konuyla ilgili yabancı
literatür de bir hayli sığdır denilebilir.Fındık sektörünün sosyoekonomik boyutuyla ele
alan kapsamlı çalışmalar ise ilgili kurum ve kuruluşlarca yaptırılan ve genellikle analiz,
yorum ve politika önerileri sunan raporlar niteliğindedir. Burada kısmen yetersiz
diyebileceğimiz bu literatürden örnekler sunulacaktır.
Yavuz vd. (2005) çalışmalarında Türk fındık sektöründeki arz fazlalığını ortaya
koyan beş denklemli bir ekonometrik model kullanmışlardır. Modelden çıkarılan ana
sonuç, yıllardan beri uygulanan yüksek destekleme fiyatının fındık dikim alanlarının
yayılmasına ve arz fazlalığına neden olduğudur.Yavuz vd. (2005)’in çalışmaları bir
dönem ülkemizde fındık stoklarının tüketilemediği yıllarda temel problem olan arz
fazlalığını çözmeyi amaçlamaktadır. Fakat günümüzde sektörün temel sorunu arz
fazlalığı değil ürünün daha fazla tanıtılmasıyla pazar olanaklarının geliştirilerek
rekabetçi avantajımızı iyi kullanabilmemizdir.
Yavuz ve Ercişli (2006)’nin de çalışmaları Yavuz vd. (2005)’in çalışmalarına ele
aldıkları sorun itibariyle benzerdir. Nitekim söz konusu çalışmada da fındık arz
fazlalığına çözüm bulunması amaçlanmıştır. Betimsel denilebilecek söz konusu
çalışmada sonuç olarak verimsiz arazilerde fındık tarımının yapılmasının engellenmesi,
desteklemelerin azaltılması, dış pazarlarda daha etkin olunması, iç tüketimin arttırılması
ve ürün farklılaştırmasına gidilmesi önerilmiştir. Buna ek olarak, yukarıda da
değinildiği gibi, Yavuz ve Ercişli (2006)’nın çalışmaları da fındık sektöründe 2000’li
yılların sorunlarını ele almaktadır. Günümüzde ise sektörün temel problemleri çok daha
farklıdır.
Bayramoğlu ve Gündoğmuş (2007) çalışmalarında dünya fındık piyasasında fiyat
oluşumunu etkileyen faktörleri ve Türkiye’nin fiyat oluşumuna etkisini araştırmayı
amaçlamışlardır. Çeşitli ekonometrik analizlerin yapıldığı çalışmada sonuç olarak
ülkelerin kendi para birimlerinin dolar karşısındaki durumu, Türkiye fındık
üretimmiktarı ve Fiskobirlik fiyatının fındık fiyatını belirleyen en önemli faktör
oldukları görülmüştür. Nihayetinde çalışmaya göre Türkiye fındık fiyatının
belirlemesinde birinci derecede önemli role sahiptir. Diğer taraftan fındık fiyatı yıllar
25
itibariyle oldukça istikrarsız bir yapıya sahiptir. Bayramoğlu ve Gündoğmuş (2007)’un
çalışmasına göreTürkiye’nin tarım politikalarının istikrarsız olduğu, üretimin iklim
koşullarına son derece bağlı olduğu yani üretimde devamlılığın olmadığı ve yine
Türkiye’de döviz piyasasının oynaklığının oldukça yüksek olduğu söylenebilir.
Hatırlı vd. (2008) çalışmalarında fındık piyasasında Türkiye’den Almanya’ya fındık
fiyat geçirgenliğini analiz etmişlerdir. Bu çalışmada, Bayramoğlu ve Gündoğmuş
(2007)’un çalışmalarının aksine Türkiye’nin dünya fındık piyasasında dominant ülke
olmasına rağmen dünya fındık fiyatını dünya fındık ithalatında ilk sırada yer alan
Almanya’nın Hamburg borsası tarafından belirlendiği ileri sürülmüştür. Çalışmada
kurulan ekonometrik modellerin tahmin sonuçlarına göre, fiyat geçirgenliği ve döviz
kuru esneklikleri kısa ve uzun dönemde az esnek olarak hesaplanmış olup geçirgenliğin
tam olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kısacası, Bayramoğlu ve Gündoğmuş (2007)’un
bulduğu sonuçla bir yıl sonra yapılan bu çalışmanın sonucu tam anlamıyla zıt yöndedir
denilebilir.
Çamoğlu vd. (2012) çalışmalarında Türkiye’nin en fazla fındık üretimi yapıldığı il
olan Ordu’da fındık piyasasını ve söz konusu ilde tarım ürünleri içerisinde fındığın
yerini analiz etmişlerdir. Bunun için, araştırmacılar Ordu ilinin tarımsal yapısını
incelemişler ve ilin ekonomisi için çok önemli bir ürün olan fındığın dünyadaki,
Türkiye’deki ve bölgedeki mevcut durumunu ele almışlardır. Ayrıca çalışmada bölgede
fındık sektöründe karşılaşılan ekonomik sorunlar ortaya konulmuş ve Yeni Fındık
Stratejisi incelenmiştir. Yeni Fındık Stratejisi ile birlikte sektörde arz ve talep
dengesinin sadece kısa dönemde sağlanabileceği ve bunu uzun döneme yaymak için
doğru politikaların takip edilmesinin gerekli olduğu sonucuna varılmıştır. Bu çalışma
özellikle Ordu ilinde fındık piyasasının durumunu ortaya koyması açısından dikkate
değerdir. Şüphesiz söz konusu çalışmanın en önemli sonucu sektörün uzun vadeli bir
planlamaya ihtiyaç duyduğunu ortaya koymasıdır.
Kayalak ve Özçelik (2012) çalışmalarında destekleme alımı ve fiyatının fındık üretim
alanlarının genişlemesine neden olduğu görüşünü irdelemişlerdir. Çalışmada yapılan
ekonometrik analizler sonucunda özellikle destekleme fiyatının, dikim alanlarının
genişlemesinde etkili olduğu bulunmuştur. Destekleme fiyatının %1 artmasının uzun
dönemde üretim alanlarını %0,84 artırdığı görülmüştür. Çalışmaya göre destekleme
fiyatı politikasının, peşin ödeme yapılmaması ve bölgeler arası verim farklılıkları
nedeniyle amacının dışında etkiler yaptığı tespit edilmiştir. Doğu Karadeniz
Bölgesi’ndeki tarım dışı geliri olmayan çiftçilere ve küçük işletmelere öncelik veren
verimliliği artırmaya yönelik desteklerle üretim artışı ve gelir dengesi sağlanmasının
gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bilindiği üzere devletin fındık üreticisini desteklemek için
yaptığı alımlar fındık piyasa fiyatının oluşmasında önemli bir faktördür. Kısacası bu
26
çalışmaya göre fındık çiftçisini destekleme oranı arttıkça ekili fındık arazisi de
genişlemiştir denilebilir.
Güney (2014) çalışmasında Türk fındık sektörünün ticari koşullarını, rekabetçiliğini,
pazarlanmasını ve üretimini incelemiştir. Çalışmada fındığın özellikle dünya gıda
sektörü için önemli bir ürün olduğu ve çok az sayıda ülkede üretilebildiğine
değinilmiştir. Söz konusu çalışmada yöntem olarak Türkiye’nin uluslararası fındık
pazarındaki uzmanlaşma seviyesini ve karşılaştırmalı üstünlüğünü belirlemek için
Balassa (1965) tarafından geliştirilen Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler (RCA)
indeksi kullanılmıştır.Bu bağlamda, 2009-2011 yılları arasında Türkiye fındık
ticaretinin ortalama RCA endeksi 95 olarak hesaplanmıştır. Bu da, Türkiye'nin
uluslararası pazardaki ihracatının mükemmel bir karşılaştırmalı avantaja sahip olduğunu
göstermektedir.Sonuç olarak Güney (2014)’ün çalışmasıyla bu çalışmada aynı yöntem
kullanılmış olup ulaşılan sonuçlar ise tam olarak uyumludur denilebilir.Fakat söz
konusu çalışmadafarklı bir yaklaşım olarak iller bazında da analizlere yer verilmiştir.
Bu çalışmada ise fındık sektörüyle ilgili ülke sayısı ve ele alınan zaman dilimi daha
geniş tutulmuştur.
Şahinli (2014) çalışmasındaTürkiye tarım sektörünün rekabet gücünün uluslararası
alanda belirlenmesini hedeflemiştir. Söz konusu çalışmada Açıklanmış Karşılaştırmalı
Üstünlükler İndeksi (RCA-AKÜ), 601 adettarımsal madde için hesaplanmıştır. Türkiye
için, 78 adet tarımsal maddede RCA değerleri birden büyük bulunmuştur. Çalışmada,
konumuz olan fındık sektöründe ise RCA değeri 2011 yılı için 66,4 olarak
hesaplanmıştır. Bu indeks 2000 yılında ise 79,6’dır ve yıllar itibariyle azalış trendine
girmiştir. Yani Şahinli (2014) de Türk fındık sektörünün 2000 yılından günümüze
rekabet gücü açısından gerileme içerisinde olduğunu bulgulamıştır. Nitekim bu
çalışmada yapılan analizde de aynı sonuca varılmıştır.
3. Fındık Sektörü
Türkiye dünyada fındık üretimi ve ihracatında lider ülkedir. Ülkemiz fındık
sektöründe dünyadaki ekili arazinin % 83’üne, toplam üretimin % 76’sına vefındık
ihracatının % 71’ine sahiptir.Bununla birlikte Türkiye’de fındık ihracat tutarı toplam
tarım ürünleri ihracatının yaklaşık % 10’u ve Türkiye’nin toplam ihracatının ise
yaklaşık % 2’sidir. Özellikle ülkemizin Karadeniz Bölgesi’nde yetiştirilen fındık bu
bölgedeki ailelerin başlıca geçim kaynağı olması nedeniyle de sosyoekonomik açıdan
büyük öneme sahiptir. Nitekim istatistiklere göre Türkiye’de yaklaşık 3 milyon kişi
fındık sektörüyle doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle fındık sektörübazen kamunun zarar
etmesine neden olsa bile devlet tarafından yıllarca desteklenmiştir. Destekleme alımları
fındık piyasa fiyatını doğrudan etkilemiş ve böylece çiftçinin korunmasını sağlamıştır.
Fakat son yıllarda piyasa etkinliğinin sağlanması amacıyla devlet elini sektörden çekme
27
ve sektörün tamamen piyasaya bırakma eğilimi göstermiştir. Tam da bu nedenledir ki
lider üretici olduğumuz sektörde ulusal ve uluslararası stratejik planlar yapılması daha
da kaçınılmaz hale gelmiştir. Ülkeler bazında fındık üretim alanları şöyledir.
Çizelge 3.1: Fındık Üretim Alanları (Hektar)
Yıl
Ülke 2010 2011 2012 2013 2014 Yüzde
(%)
Türkiye 432439 429955 422765 702144 701141 % 83
İtalya 55904 70492 57992 71459 72125 % 8,5
Azerbaycan 22691 23242 23768 24822 25207 % 2,9
Gürcistan 15636 16847 13488 21685 20433 % 2,4
İspanya 13803 14067 13912 13796 13591 % 1,6
ABD 11736 11534 11736 12141 12141 % 1,4
Toplam 552209 566137 543661 846047 844638 % 99,8
Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 23.12.2016)
Fındık üretimi ılık kış ve yağışlı bir yaz iklimini sevmektedir. Ayrıca söz konusu
üretimin yapılabilmesi için toprağın da gerekli minerallere sahip olması zorunludur.
Özellikle ülkemizin Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yetiştirilen fındık diğer ülkeler
tarafından da yetiştirilmeye çalışılsa da bu sektörde Türkiye coğrafik açıdan tartışmasız
liderdir.
Çizelge 3.1’e göre Türkiye ekili fındık arazisi bakımından % 83’le lider ülke
konumundadır. Bu alanda Türkiye’yi sırasıyla İtalya (% 8,5), Azerbaycan (% 2,9),
Gürcistan (% 2,4), İspanya (% 1,6) ve ABD (% 1,4) takip etmektedir. Çizelge 3.1’e
bakıldığında Türkiye’deki ekili fındık arazisinin son beş yılda önemli ölçüde arttığı da
söylenebilir. Yine son beş yılda İspanya ve ABD hariç diğer üç ülkede (İtalya,
Azerbaycan ve Gürcistan) ekili fındık arazisi alanının artış eğiliminde olduğu
görülmektedir.
Çizelge 3.2: Fındık Üretiminde Verimlilik (Hektogram/Hektar)
Yıl
Ülke
2010 2011 2012 2013 2014 Ortalama
Verimlilik
ABD 21644 30282 30249 33624 26900 28539
Gürcistan 18420 18460 18312 18308 18303 18360
İtalya 16147 18291 14697 15764 10462 15072
Azerbaycan 12980 14165 12464 12570 11821 12800
İspanya 10930 12504 10355 11092 9964 10969
28
Türkiye 13875 10001 15612 7819 6418 10745
Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 23.12.2016)
Birim ekili fındık arazisi başına ne kadar üretim yapıldığını yani fındık tarımında
arazi verimliliğinin sunulduğu Çizelge 3.2’ye göre ABD fındık tarımında en verimli
üretim yapan ülkedir. Kuşkusuz ülkemiz açısından Çizelge 3.2’nin en dikkate değer
noktası ise fındık tarımının yoğun olarak yapıldığı bu altı ülke içinde Türkiye’nin en
düşük verimliliğe sahip olmasıdır. Nitekim ABD’nin bu alandaki verimliliği
Türkiye’nin üç katına yakındır. Yine son beş yıl itibarıyla değerlendirildiğinde
Türkiye’nin verimliliğinde ciddi bir düşme eğilimi olduğu açıktır. Söz konusu dönemde
ABD ise diğer beş ülkeye nazaran verimliliğini arttırmayı başarabilmiştir. Kuşkusuz bu
verimlilik artışı ABD’nin fındık tarımında uluslararası rekabet gücünü arttırmıştır.
Verimlilik açısından düşüş trendi içerisinde olan başta Türkiye olmak üzere diğer dört
ülkenin (Gürcistan, İtalya, Azerbaycan ve İspanya) bu alandaki uluslararası rekabet
gücü ise azalmıştır.Ülkeler bazında fındık dış ticaretinin seyri ise şöyledir.
Çizelge 3.3: Başlıca Fındık İhracatçısı Ülkeler (1000 $)
Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 27.12.2016)
Başlıca kabuklu fındık ihracatçısı ülkelerin sunulduğu Çizelge 3.3’e göre Türkiye %
71’le yine sektörde lider ülkedir. Çizelge 3.3’e bakıldığında Türkiye dâhil diğer ülkelerin
Yıl
Ülke
2009 2010 2011 2012 2013 Yüzde
(%)
Türkiye 710844 892254 1041429 1054292 1024002 % 71
Gürcistan 63409 50218 123471 78964 160899 % 11
İtalya 88596 89406 103801 103777 113671 % 7,9
Azerbaycan 52437 35172 57179 45781 45151 % 3,1
Almanya 22764 26420 37084 40569 39104 % 2,7
İspanya 14759 11808 19014 16031 15100 % 1
Hollanda 11094 12242 15273 19309 15672 % 1
ABD 6317 4484 7405 10461 11624 % 0,8
Fransa 5902 7442 7107 6905 5495 % 0,3
Avusturya 3183 4812 5739 6514 4727 % 0,3
TOPLAM 979305 1134258 1417502 1382603 1435445 % 100
29
çoğunluğunun 2009-2013 yılları arasında fındık ihracatını arttırdıkları görülmektedir.
Nitekim Türkiye’de 2014 yılı fındık ihracat rakamı 2,3 milyar dolara ve 2015 yılında ise
2,8 milyar dolara çıkarak artış eğilimini sürdürmüştür. Çizelge 3.3’te fındık üretimi
yapmayan fakat ihracatta ön sıraları alan ülkeler dikkat çekicidir. Bu ülkeler (Almanya,
İsviçre, Hollanda, Fransa, Avusturya) önemli çikolata üreticileridir. Söz konusu ülkelerde
fındık sektörü oldukça gelişmiştir.
Çizelge 3.4: Başlıca Fındık İthalatçısı Ülkeler (1000 $)
Yıl
Ülke 2009 2010 2011 2012 2013
Yüzde
(%)
Almanya 421072 441732 433722 377017 476778 % 39,8
İtalya 187670 203605 232376 191951 269939 % 22,5
Fransa 103829 136257 136583 145300 131435 % 10,9
Belçika 57935 64338 80719 82603 71413 % 5,9
İsviçre 54350 56735 67507 65707 65227 % 5,4
Rusya 10266 53055 70042 65026 45736 % 3,8
İspanya 25527 32666 31814 31108 35292 % 2,9
ABD 12709 21367 21059 21012 28855 % 2,4
Hollanda 15318 21402 24566 24442 20373 % 1,7
Avusturya 17221 17800 24649 21906 19437 % 1,6
Toplam 927689 1077731 1153902 1053853 1195003 % 100
Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 27.12.2016)
Fındık ithalatında lider ülke fındık piyasası başka bir deyişle çikolata sektörü oldukça
gelişmiş olan Almanya’dır.Almanya’nın dünya fındık ithalatının yaklaşık % 40’ını
yaptığı dikkate alındığında fındık fiyatlarının belirlenmesinde söz konusu ülkenin etkin
rol aldığı ileri sürülebilir. İkinci sırayı alan ülke olan İtalya ise fındık sektöründe gerek
üretici, gerek ihracatçı ve gerekse ithalatçı niteliğine sahip bu alanda önemli bir ülkedir.
Bununla birlikte Çizelge 3.4’teki diğer ülkelerin de (özellikle Fransa, Belçika, İsviçre
vs.) genellikle önemli çikolata imalatçıları olduğu da söylenebilir. Çizelge 3.4’ün bir
başka dikkat çekici yanı ise fındık ithalatının % 95’inden fazlasının Avrupa ülkeleri
tarafından yapıldığıdır. Yani fındık üretiminde ve ihracatında lider ülke olan Türkiye
için söz konusu sektörde pazar genişlemesi yapılabilir.
Fındık fiyatlarının 2000 yılından bu yana olan değişimi aşağıdaki grafikten
görülmektedir.
30
Grafik 3.1: Türkiye ve Diğer Ülkelerdeki Fındık Fiyatları (Dolar/Ton)
Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 27.12.2016)
Not: Diğer ülkeler sektördeki başlıca üreticiler olan; İtalya, Gürcistan, Azerbaycan, ABD ve
İspanya’dır.
Grafik 3.1’e göre ton başına fındık fiyatları 2000 yılından bu yana sürekli bir artış
içerisindedir. Fakat bu fiyat artışının üreticiye sınırlı yansıması ise dikkat çekicidir.
Yine Grafik 3.1’e bakılarak diğer fındık üreticisi olan ülkelerdeki fındık fiyatlarının
sektörün lideri olan Türkiye piyasasıyla uyumlu olduğu da söylenebilir. Hatta Grafik
3.1’den dünya fındık piyasa fiyatlarının Türkiye tarafından belirlendiği sonucu da
çıkarılabilir.
Fındık fiyatları ile rekolte (yıllık ürün) arasındaki ilişki Grafik 3.2’de sunulmuştur.
Grafik 3.2: Türkiye Fındık Rekoltesi ve Fındık Fiyatı Arasındaki İlişki*
*Fiyatta yıllık yüzde artış değerleri, rekoltede bir yıl gecikmeli yıllık yüzde artış değerleri
kullanılmıştır. Kaynak: 1) FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 27.12.2016)
2) Trabzon Ticaret Borsası, (http://www.tb.org.tr/index.php?ms=turkiye
_findik_istatistikleri.79&d=tr), Erişim Tarihi: 27.12.2016
0
1000
2000
3000
4000
5000
6000
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015
Türkiye Diğer Ülkeler Ortalama Fiyat
-0.6
-0.4
-0.2
0
0.2
0.4
0.6
0.8
1
1.2
2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015
FİYAT REKOLTE
31
Grafik 3.2 fındık fiyatının fındık rekoltesine bağlı olduğunu göstermektedir. Söz
konusu grafikte rekoltenin bir sonraki yıl fiyatlarına etki edeceği düşünülerek bir yıl
gecikmeli değerleri kullanılmıştır. Sonuç olarak gerçekten de fındık fiyatını belirleyen
en önemli etkenlerden birinin bir önceki yıla ait rekolte olduğu Grafik 3.2’den açıkça
görülmektedir.
Fındık sektöründeki bir diğer tartışmalı konu Türkiye tarafından yapılan fındık
ithalatı konusudur. Bu konuya aşağıdaki grafik açıklık getirmede yararlı olabilir.
Grafik 3.3: Türkiye’de Fındık İhracat ve İthalat Artış Hızları (%)
Kaynak: FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 28.12.2016)
Grafik 3.2’ye göre fındık ihracat artış hızı 2000 yılından bu yana dalgalı fakat
durağan bir seyir izlemiştir. Söz konusu dalgalanmanın ise kurdaki hareketlenmelere
bağlı olduğu söylenebilir. 2000-2013 yılları arasında ithalat artış hızı ise yine durağan
olmakla beraber muhtemelen politika değişiklikleri nedeniyle ciddi bir iniş-çıkış
göstermiştir. Kısacası Türkiye’de toplam fındık ihracat tutarı kurdaki hareketlenmelere,
toplam fındık ithalat tutarı ise politika değişikliklerine bağlıdır denilebilir.
4. Veriler ve Metodoloji
Veriler
Çalışmada kullanılan veriler Dünya Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) ve Dünya
Ticaret Örgütü (WTO)’nün web sitelerinden temin edilmiştir. Türkiye, İtalya, Almanya,
ABD, İspanya, Gürcistan, Azerbaycan, Belçika, Avusturya, Fransa, Hollanda, Polonya,
Rusya, İsviçre ve İngiltere’nin, 2000-2013 arası yıllık fındık ihracat ve ithalat verileri;
http://www.fao.org/faostat/web sitesinden ve yine söz konusu ülkelerin 2000-2013
0
50
100
150
200
250
300
350
400
450
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013İhracat (Miktardaki % Artış) İthalat (Miktardaki % Artış)
32
yılları arası yıllık toplam ihracat ve ithalat verileri; http://stat.wto.org/adresinden temin
edilmiştir.2
Metodoloji
Sektörel bazda, ülkelerin uluslararası ticaretteki rekabet güçlerini ölçmede kullanılan
yöntemlerin başında Balassa tarafından geliştirilen Açıklanmış Karşılaştırmalı
Üstünlükler (RCA) yaklaşımı gelmektedir. Bu çalışmada rekabet gücünün ölçülmesi
amacıyla, Balassa’nın aşağıdaki gibi formüle ettiği yöntem esas alınmıştır.
EPax=(Xax/Xat)/(Max/Mat)
Burada; a: ülke, x: mal ya da sektör, t toplam, X ihracat ve M ithalat olmak üzere;
Xax: a ülkesinin ilgili sektör ihracatını,
Xat : a ülkesinin toplam ihracatını,
Max: a ülkesinin ilgili sektör ithalatını,
Mat: a ülkesinin toplam ithalatını temsil etmektedir.
Hesaplanan indeks değeri EPax>1 ise, ilgili sektörün ekonomik performansının
dünyadakinden yüksek, EPax<1 ise, düşük olduğunu göstermektedir.3
5. Analizler ve Yorum
Bu çalışmada analizlere dâhil edilen 15 ülke (Türkiye, İtalya, Almanya, ABD,
İspanya, Gürcistan, Azerbaycan, Belçika, Avusturya, Fransa, Hollanda, Polonya, Rusya,
İsviçre ve İngiltere) ihracat veya ithalat değerleri açısından fındık dış ticaretinde ön
sıralarda olan ülkelerdir.
Balassa (1977) endeksine göre söz konusu ülkelerin rekabet güçleri şöyledir.
Çizelge 5.1. Balassa Endeksine Göre Fındık Sektöründe Ülkelerin Rekabet Güçleri*
Yıl
Ülke 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 Ortalama
(RCA)
Türkiye 498 404 99 242 285 172 59 86 90 118 453 170 297 144 223
İtalya 2,92 2,51 3,09 3,39 3,66 1,9 0,95 2,62 2,39 1,86 1,93 1,93 2,52 1,89 2,4
İspanya 1,7 0,89 1,06 1,04 0,91 2,25 0,8 0,97 0,71 0,75 0,46 0,73 0,59 0,46 0,95
2Yani 2014 ve 2015 yıllarında ülkelerin fındık dış ticaret verileri bulunamamıştır.
3 BALASSA, B.(1977); “Revealed Comparative Advantage Revisited: An Analysis of Relative
Export Shares of The Industrial Countries (1953-1971)”, The Manchester School of Economic and
Social Studies, 45(4). s. 328.
33
ABD 0,56 0,36 0,25 0,91 0,82 1,00 0,38 0,78 0,91 0,76 0,32 0,54 0,75 0,59 0,64
Hollanda 0,36 0,63 0,64 0,66 0,43 0,63 0,76 0,63 0,72 0,64 0,51 0,55 0,71 0,68 0,61
İngiltere 0,07 0,04 0,06 0,15 0,11 0,11 0,25 0,26 0,55 0,42 0,38 0,38 0,32 0,26 0,24
Avusturya 0,56 0,36 0,16 0,11 0,09 0,13 0,11 0,33 0,13 0,19 0,28 0,25 0,32 0,25 0,23
Fransa 0,09 0,07 0,14 0,15 0,13 0,26 0,15 0,25 0,07 0,07 0,06 0,06 0,06 0,05 0,12
Almanya 0,05 0,04 0,05 0,1 0,07 0,08 0,08 0,07 0,07 0,05 0,06 0,09 0,11 0,08 0,07
Belçika 0,06 0,06 0,11 0,08 0,08 0,03 0,02 0,02 0,04 0,05 0,06 0,03 0,03 0,03 0,05
Polonya 0,03 0,04 0,09 0,01 0,01 0,02 0,01 0,01 0,01 0,03 0,02 0,01 0,14 0,1 0,04
İsviçre 0,01 0,02 0,01 0,01 0,01 0,00 0,01 0,01 0,02 0,02 0,01 0,01 0,02 0,03 0,01
Rusya 0,1 0,01 0,00 0,01 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,00 0,01
Kaynak: 1)FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 29.12.2016) ve
2) WTO (http://stat.wto.org/ Erişim Tarihi: 29.12.2016)
*Gürcistan ve Azerbaycan’ınönemli fındık üreticisi ve ihracatçısı olmalarına rağmen söz konusu iki
ülkede fındık ithalatı çok az ve yüksek oynaklığa sahip olduğu için bu ülkelere Balassa endeksi yaklaşımı
uygulanamamaktadır. Fakat her iki ülkenin de yüksek ihracat ve düşük ithalat değerlerinden dolayı
rekabet güçleri oldukça yüksektir denelebilir.
Çizelge 5.1’e göre Türkiye rekabet gücü açısından ülkeler sıralamasında birinci
sıradadır. Fakat Türkiye’nin rekabet gücünün 2000-2013 yılları arasında ciddi bir azalış
trendine sahip olduğu görülmektedir. Yani Türkiye lideri olduğu fındık sektöründeki
gücünü etkin bir şekilde kullanamamaktadır denilebilir. Çizelge 1’e göre dikkati çeken
bir diğer unsur ise ABD hariç diğer rekabet gücü yüksek olan ülkelerin de rekabet
güçlerinin zayıfladığıdır. Hatta çizelgeye göre genel olarak ithalatçı ülkelerin rekabet
gücü artarken üretici ve ihracatçı ülkelerin rekabet gücü azalmaktadır denilebilir.
Çizelge 5.1.’de rekabet gücü açısından ülkelerin RCA katsayılarının niceliğinden çok
söz konusu katsayılardaki değişim oranı daha sağlıklı sonuçlara ulaşmayı sağlayacaktır.
Türkiye’nin rekabet gücündeki değişim hızı ile diğer ülkelerin rekabet gücündeki
değişim hızı Grafik 5.1.’den görülebilir.
34
Grafik 5.1. Fındık İhracatçısı Ülkelerin Rekabet Gücündeki Değişim
Kaynak: 1)FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 30.12.2016) ve
2) WTO (http://stat.wto.org/ Erişim Tarihi: 30.12.2016)
Grafik 5.1’den başlıca fındık ihracatçısı ülkeler olan Türkiye, İtalya, İspanya ve
ABD’nin 2000-2013 yılları arası rekabet güçlerinin durağan fakat inişli-çıkışlı bir
yapıda olduğu görülmektedir. Söz konusu grafikteki derin dalgalanmalar sektörün lideri
olan Türkiye’nin bir anlamda fındık piyasasını etkin bir şekilde yönetemediğinin
kanıtıdır. Kısacası fındık dış ticaretinde istikrar yoktur ve bu da Türkiye’nin fındık
stratejisinin olmadığının göstergesidir. Tabi fındıkta rekoltenin her yıl ciddi olarak
değişmesinin sektörde istikrarsızlık yarattığı da unutulmamalıdır. Yine de fındık
piyasasının koordine edilerek özellikle fiyatlara istikrar kazandırılması kuşkusuz
Türkiye’nin elindedir.
Grafik 5.2. Fındık İthalatçısı Ülkelerin Rekabet Gücündeki Değişim
Kaynak: 1)FAO (http://www.fao.org/faostat/en/#data, Erişim Tarihi: 30.12.2016) ve
2) WTO (http://stat.wto.org/ Erişim Tarihi: 30.12.2016)
0
50
100
150
200
250
300
350
400
450
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013
Türkiye İtalya İspanya ABD
0
50
100
150
200
250
2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013
Almanya İsviçre Hollanda Fransa
35
Başlıca fındık ithalatçısı ülkeler olan Almanya, İsviçre, Hollanda ve Fransa’nın
rekabet güçlerindeki değişimin verildiği Grafik 5.2’den çıkarılabilecek en önemli sonuç,
söz konusu ülkelerin 2000-2013 yılları arası rekabet güçlerinin inişli-çıkışlı bir yapıya
sahip olduğu yani serilerin oynaklığının oldukça yüksek olduğudur. Grafiğe göre önemli
çikolata imalatçısı olan söz konusu ülkelerin dinamik bir strateji izleyerek fındık
ithalatını gerçekleştirdikleri ileri sürülebilir. Kısacası fındık ihracatında olduğu gibi
fındık ithalatında da istikrarsızlık hâkimdir.
Yukarıdaki son iki grafiğe bakılarak fındık ihracatında lider ülke olan Türkiye’nin
piyasayı düzenleyemediği, ithalatçı ülkelerinse piyasa dinamiklerini belirlediği
söylenebilir. Çünkü ithalatçı ülkelerin rekabet gücü serileri ihracatçı ülkelerin rekabet
gücü serilerinden daha oynaktır.
6. Sonuç
Türkiye fındık üretim alanı bakımından dünyada birinci sıradadır. Her ne kadar bazı
ülkeler dünya fındık piyasasında Türkiye’nin ezici üstünlüğünü kırmak için söz konusu
sektörü teşvik tedbirleri alsalar da Türkiye daha uzun yıllar bu alanda liderliği
bırakmayacak görünmektedir. Yine de sektörün durumunu belirleyebilmek için diğer
önemli üreticiler ve imalatçılar irdelenmelidir. Bu doğrultuda çalışmada yapılan
analizlerden şu sonuçlar elde edilmiştir.
Her şeyden önce fındık piyasasında rekabet üstünlüğü büyük ölçüde coğrafi
koşulların belirlediği ekili fındık arazisine bağlıdır. Fakat söz konusu sektörde
verimlilik de rekabet gücünü etkileyen diğer bir unsurdur. Nitekim Türkiye dâhil önemli
fındık ihracatçılarının 2000-2013 yılları arası rekabet gücü azalırken verimlilikte birinci
sırada olan ABD’nin aynı dönemde rekabet gücü artmıştır. Söz konusu dönemde
Türkiye’nin rekabet gücü yarı yarıya azalmış ve dünya fındık ihracatı ve ithalatında ise
istikrarsız bir dönem yaşanmıştır. Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler yaklaşımına
göre Türkiye, İtalya, Gürcistan ve Azerbaycan’ın fındık sektöründe rekabet gücü
yüksek ülkeler olduğu bulgulanmıştır. Diğer taraftan dünya fındık fiyatları artış trendine
sahip olsa da söz konusu bu artış fındık üreticisine yansımamıştır. Nitekim fındık
çiftçisi son yıllarda giderek daha da fakirleşmiştir. Bununla birlikte çalışmada yapılan
analizlere göre fındık fiyatını büyük ölçüde Türkiye’nin yıllık fındık rekoltesi
belirlemektedir. Son olarak Türkiye’nin fındık ihracatı 2000 yılından bu yana yavaş da
olsa bir artış trendi içerisindedir. Fındık ithalatı ise politika değişikliklerine bağlı olarak
inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir.
Fındık sektörü sadece iktisadi bir alan olarak düşünülmemelidir. Karadeniz Bölge
halkının temel geçim kaynağı olduğu için sektör sosyoekonomik bir öneme sahiptir.
Nihayetinde devlet fındık üreticisinin rekabet gücünün azalmasında en önemli pay
sahibi olan düşük verimliliği araştırma geliştirme faaliyetleriyle arttırmalıdır. Ayrıca
36
ürünün pazarlanmasının önündeki engeller çok yönlü tedbirlerle aşılmalı ve yeni
pazarlara giriş teşvik edilmelidir. Kısacası ülkemize döviz kazandırarak cari açığın
kapatılmasına katkıda bulunan fındık sektörümutlaka yönlendirilmelidir.Sivil toplum
örgütlerinin etkinliğini iyice yitirdiği ülkemizde fındık çiftçisi korunmaya muhtaçtır.
Kaynaklar
Akseki, U. (2012), Dünya Fındık Piyasasında Fiyat Oluşumu Ve Türkiye İçin
Alternatif Politikaların Belirlenmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Balassa, B. (1965),“Trade Liberalization and Revealed Comparative Advantage”,
Manchester School of Economic and Social Studies, 33(2), 99-123.
Balassa, B.(1977), “Revealed Comparative Advantage Revisited: An Analysis of
Relative Export Shares of The Industrial Countries (1953-1971)”, The Manchester
School of Economic and Social Studies, 45(4), 327-344.
Bayramoğlu, Z., Gündoğmuş, E. (2007),”Dünya Fındık Piyasasının Analizi”,
Ekonomik Yaklaşım, 18(65), 71-89.
Çamoğlu, S.M., Akıncı, M, Bozkurt, A.D. (2011), “Fındık Sektörü, Ekonomik ve
Yapısal Problemleri: Ordu İli Değerlendirmesi”, Uluslararası İktisadi ve İdari
İncelemeler Dergisi, 3(6), 27-48.
Devlet Planlama Teşkilatı (2001), Gıda Sanayii Özel İhtisas Komisyonu Raporu
Fındık İşleme Sanayii Alt Komisyon Raporu, (http://www.kalkinma.gov.tr/) Erişim
Tarihi: 30.12.2016
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı (2012), 2012 Yılı Fındık Raporu
(http://koop.gtb.gov.tr/), Erişim Tarihi: 30.12.2016
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı (2016), 2015 Yılı Fındık Raporu,
(http://koop.gtb.gov.tr/), Erişim Tarihi: 30.12.2016
Güney, O. İ. (2014),“Turkish Hazelnut Production and Export Competition”,
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tarım Bilimleri Dergisi, 24(1), 23-29.
Hatırlı, S.A., Öztürk, E., Aktaş, A.R. (2008), “Fındık Piyasasında Fiyat
Geçirgenliğinin Analizi”, Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 21(1), 139-143.
İstanbul Ticaret Odası (2006), Fındık Sektör Araştırması, (http://www.ito.org.tr/)
Erişim Tarihi: 30.12.2016
Kayalak, S., Özçelik, A. (2012),“Türkiye’de Fındık Üretim Alanlarının Artmasında
Desteklemelerin Etkisi”, Alınteri Dergisi, 23(2), 1-11.
37
Ordu Ticaret Borsası (2014), Fındık Sektöründeki Sorunlar Yeni Nesil Çözüm
Önerileri, (http://www.ordutb.org.tr/), Erişim Tarihi: 30.12.2016
Saka, G. (2013), Türkiye’de Fındık Dış Ticareti, Sektör Yapısı ve Sorunları,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Samsun Tarım İl Müdürlüğü (2006), Fındık Sektörünün Durumu, Sorunları ve
Çözüm Önerileri, (http://samsun.tarim.gov.tr/) Erişim Tarihi: 30.12.2016
Şahinli, M. A. (2014), ”Revealed Comparative Advantage and Competitiveness:
Turkey Agriculture Sector”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tarım Bilimleri Dergisi, 24(3),
210-217.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı (2000), Dünya Fındık Piyasasının Analizi ve Türkiye
İçin Optimum Politikaların Saptanması, (http://arastirma.tarim.gov.tr/) Erişim Tarihi:
30.12.2016
Toprak Mahsulleri Ofisi (2013), 2012 Yılı Fındık Sektör Raporu,
(http://www.tmo.gov.tr/), Erişim Tarihi: 30.12.2016
Toprak Mahsulleri Ofisi (2015), 2014 Yılı Fındık Sektör Raporu,
(http://www.tmo.gov.tr/), Erişim Tarihi: 30.12.2016
Türkiye İhracatçılar Meclisi (2010), Fındık ve Mamulleri Sektörü,
(http://www.iib.org.tr/) Erişim Tarihi: 30.12.2016
Uçar, Ö. (2014),“Türkiye Fındık İhracat Talebi”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Yalçın, H. (2009), Fındık Sektörünün Türkiye Ekonomisi ve İhracatındaki Yeri,
Önemi ve Sektörün Sorunları, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi.
Yavuz, F., Birinci, A., Peker, K., Atsan, T. (2005), “Econometric Modeling of
Turkey’s Hazelnut Sector: Implications on Recent Policies”, Turkish Journal of
Agriculture & Forestry, 29(1), 1-7.
Yavuz, F., Ercişli, S. (2006),“Outlook For Turkey’s Hazelnut Sector”, Outlook on
Agrıculture, 35(1), 73–78.
38
TÜRK GIDA SANAYİİNİN DIŞ TİCARET YAPISININ ANALİZİ
ANALYSIS OF FOREIGN TRADE STRUCTURE OF TURKISH FOOD
INDUSTRY
Güçgeldi BASHİMOV*
Reçep ÇİÇEK**
Ahmet AYDIN***
Özet
Gıda sanayisi Türk ekonomisinin önemli bir bileşenini oluşturmaktadır. Gıda sanayii
genel ekonomi içerisinde işyeri sayısı, istihdam ve yaratılan katma değer bakımından ağırlığı
olan bir sektördür. Günümüzde gıda sektörü Türkiye’nin dış ticaretinde önemli bir rol
oynamaktadır. Bu çalışmanın ana amacı Türk gıda sanayiinin dış ticaret yapısını analiz etmektir.
Bu bağlamda gıda sanayiinin rekabet gücü ve sektörün endüstri-içi ticaret düzeyi analiz
edilmiştir. Çalışmada Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler İndeksi, Açıklanmış Simetrik
Karşılaştırmalı Üstünlükler İndeksi, Net Ticaret İndeksi ve Grubel-Lloyd İndeksi kullanılmıştır.
Bu çalışmada 2001-2015 dönemi için Uluslararası Ticaret Merkezi’nin istatistiki verilerinden
yararlanılmıştır. Araştırma sonucunda Türkiye’nin gıda sektöründeki rekabet gücü yüksek
bulunmuştur. Ayrıca, kakao, yenilen çeşitli gıda müstahzarları, içecek ve tütün ürünlerinde
endüstri-içi ticaret düzeyinin yüksek olduğu saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Dış ticaret, Endüstri-içi ticaret, Gıda sanayii, Rekabet gücü
Abstract
Food industry is an important part of Turkish economy. Food industry has a great place
in general economy from the view point of the number of firms, employment and value added
created. Today, food industry plays an important role in Turkey’s foreign trade. The main
purpose of this study is to analyze the foreign trade structure of Turkish food industry. In study
*Ömer Halisdemir Üniversitesi, SBE Doktora Öğrencisi, [email protected]
* *Doç. Dr., Ömer Halisdemir Üniversitesi, İ.İ.B.F. İşletme Bölümü.
***Dr., Akdeniz Üniversitesi, Finike Meslek Yüksekokulu.
39
competitiveness and intra-industry trade level of the food industry were analyzed. The study
Revealed Comparative Advantage Index, Revealed Symmetric Comparative Advantage Index,
Net Trade Index and Grubel-Lloyd Index is used. In study used International Trade Centre
statistical data for the period 2001-2015. A study found that Turkey has the competitiveness in
the food industry. Also, it was found that the intra-industry trade level is high in cocoa,
miscellaneous edible product, beverages and tobacco products.
Key Words: Foreign trade, Intra-industry trade, Food industry, Competitiveness
1. Giriş
24 Ocak 1980 kararları ile liberizasyon politikalarının yoğun bir şekilde
uygulanmaya başlanması sonucu dış ticaret önemli niteliksel ve niceliksel değişime
uğramıştır. Türkiye 1980’li yıllardan itibaren ihracata dayalı büyüme modelini seçmiş
bulunmaktadır. İhracat ile kalkınmanın sağlanabilmesi ekonomide bazı koşulların yerine
getirilebilmesine bağlıdır (Saraçoğlu, 1997). Fakat, her şeyden önce yüksek ve kalıcı bir
ihracat artış hızının sağlanması gereklidir. Bunun için de dış pazarlarla rekabet
edebilmek gereklidir. Bu yüzden, gerek yerli, gerekse yabancı literatürde son yıllarda
rekabet ile ilgili yapılan araştırmalar oldukça önem kazanmış bulunmaktadır (Saraçoğlu
ve Köse, 2000: 1). Rekabet kavramı iktisat düşüncesinde her zaman merkezi bir öneme
sahip olmuştur. İktisat kuramının temel taşlarından biri olan ve birçok iktisadi teorinin
özünü oluşturan rekabet kavramının tanımlanması üzerinde iktisatçılar kesin bir fikir
birliğine varamamışlardır (Kırankabeş, 2006: 232). Kökeni karşılaştırmalı üstünlükler
teorisine dayanan uluslararası rekabet gücü çok genel anlamda, “bir ülkenin ürettiği bir
ürünü dünya fiyatlarından dünya piyasalarında satabilme, uluslararası pazarda etkili bir
ihracat payına sahip olabilme ve bu konumunu devam ettirebilme gücü” olarak
tanımlanabilmektedir (Saraçoğlu ve Köse, 2000: 1). Rekabet gücü kavramı ele alınan
alana (firma, endüstri ve ülke), rekabet gücünü belirlemede kullanılan ölçütlere ve bakış
açısına bağlı olarak (mikro veya makro) farklı biçimlerde tanımlanmaktadır (Aktan ve
Vural, 2004: 11).
Günümüzde uluslararası ihracat pazarlarını ele geçirebilmek, bu pazarlarda
tutunabilmek veya pazar payını artırabilmek için ülkeler arasında amansız bir yarış
vardır. Bu yarışta başarılı olabilmenin temel koşulu ise yüksek bir rekabet gücüne sahip
olmaktır (Seyidoğlu, 2015: 575). Dolayısıyla rekabet gücü çağımızda uluslar için hayati
bir öneme sahiptir. Geçmişte sadece firma düzeyinde düşünülen bu olgu, son
dönemlerde gittikçe yoğunlaşan küreselleşme ve bölgeselleşme eğilimlerinin etkisiyle
günümüzde uluslararası düzeyde önem kazanmıştır. Bu rekabet ortamından ülkelerin
rekabete açık sektörleri daha yoğun biçimde etkilenmektedir. Bu tür rekabete açık
sektörlerden biri de gıda sektörüdür. Gıda sektörüne yeni işletmelerin ya da yeni
40
ürünlerin giriş ve çıkışının, diğer imalat sektörlerine göre daha kolay olması bu
sektördeki rekabeti yoğunlaştırmaktadır (Kuşat ve Kösekahyaoğlu, 2011: 169).
Türkiye’de gıda sanayii imalat sanayinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Gıda sanayii katma değer, ihracat, istihdam ve iktisadi kalkınmaya önemli katkılarda
bulunan bir sektördür. Bu çalışmada Türk gıda sanayiinin dış ticaret yapısı analiz
edilmiştir. Çalışmada ilk olarak sektörün rekabet gücü ardından da endüstri-içi ticaret
yapısı incelenmiştir. Rekabet gücünün ölçümünde Açıklanmış Karşılaştırmalı
Üstünlükler, Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Net Ticaret İndeksi
kullanılmıştır. Endüstri-içi ticaretin ölçümünde ise literatürde sıklıkla kullanılan Grubel-
Lloyd indeksi kullanılmıştır.
2. Türkiye’de Gıda Sanayiinin Mevcut Durumu
Türkiye ekonomisinin en dinamik sektörlerinden olan gıda sektörü, üretim
değeri, istihdama sağladığı katkı ve ihracat performansı bakımından ülke ekonomisine
büyük katkı sağlamaktadır. Gıda sanayii, tarım sektöründen sağladığı bitkisel ve
hayvansal hammaddeyi, uygulanan işlem ve işlemlerle, raf ömrü uzun ve tüketime hazır
ürünlere dönüştüren imalat sanayi kolu olarak ifade edilmektedir (Bulu ve ark., 2007:
312). Gıda sanayiinin; tarımsal üretim artışı için güvence olması ve dengeli beslenme
için zemin oluşturması gibi iki önemli fonksiyonu bulunmaktadır. Ekonomik
kalkınmada tarım, sanayi ve hizmet kesimleri, birbirlerine sebep ve sonuç ilişkileri ile
sıkı sıkıya bağlıdır (Yulafcı ve Cinemre, 2005: 60).
Gıda sanayii, tarıma dayalı bir sanayi dalı olarak Türkiye’nin sanayileşme
sürecinde önemli görev üstlenmiştir. Türkiye’de sanayileşme süreci Cumhuriyet’in
kuruluşundan sonra gıda sektörü ile başlamıştır. Gıda sektörünün gerçek anlamda
gelişmesi ise 1963’te uygulanmaya başlayan planlı ekonomi sayesinde olmuştur. Bu
yıllarda kurulan modern tesislerde daha çok şeker, un ve bira üretilmiştir. (Susmuş ve
Ozan, 2011: 9). Sonraki yıllarda ise çay fabrikası, konserve fabrikaları, et ve süt
fabrikaları kurulmuştur. Meyve suyu ve dondurulmuş gıda fabrikalarının kuruluşu
1970’li yıllarda başlamıştır. 1980’li yıllarda çerez gıdalar yaygınlaşmış, 2000’li yıllarda
ise fonksiyonel gıdalar ortaya çıkmıştır (DPT, 2007: 52-53). Türkiye’de gıda
sektörünün büyük bir kısmını un ve unlu mamuller, meyve ve sebze işleme, et ve süt
işleme sanayi oluşturmakla birlikte şeker ve şekerli gıdalar, tütün ve alkollü içkiler gibi
sanayi dalları da bu sektör içerisinde yer almaktadır (Susmuş ve Ozan, 2011: 10).
Son 30 yılda gıda sanayi, imalat sanayi içinde en hızlı gelişme gösteren
sektörlerden biridir. Günümüzde gıda sanayinin imalat sanayi katma değeri içindeki
payı %12,9 ve üretim değeri oranı %15,5’dir. Gıda sanayinde çalışanların toplam imalat
sanayinde çalışanlar içindeki payı ise %12,4’dür (Özcan, 2015: 25). Gıda sektörünün
41
dış ticaterinde de son yıllarda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Özellikle 1980’li yıllardan
sonra ihracata yönelik modern gıda sanayi tesislerinin kurulmasıyla gıda ihracatı ivme
kazanmıştır. Bugün başta makarna olmak üzere, un ve unlu mamuller, dondurulmuş
sebze ve meyveler, domates salçası ve konserveler gibi gıda ürünleri üretimi giderek
artan ihraç ürünleri olarak göze çarpmaktadır. Bu bağlamda, son yıllarda ihracat
oranındaki payını her yıl artıran gıda sektörü, önemli ölçüde ülke ekonomisine döviz
girdisi sağlamaktadır (Bulu ve ark., 2007: 315). Günümüzde gıda sektörü dış ticaret
fazlası veren nadir sektörlerden biridir. 2003 yılında 2,6 milyar dolar olan gıda ihracatı
2013 yılında 10 milyar dolara ulaşmıştır (Özcan, 2015: 26).
Türkiye’nin gıda ürünleri ihracatında Orta Doğu, Avrupa Birliği ve Orta Asya
ülkeleri önemli pazarları oluşturmaktadır. Özellikle Orta Doğu ülkeleri 2008 yılından bu
yana Türkiye’nin en büyük ihraç pazarını oluşturmaktadır. Ancak Irak, Suriye gibi Orta
Doğu ülkelerinde son birkaç yıldır devam eden iç karışıklıklar sektörün bu ülkelere olan
ihracatını olumsuz etkilemektedir. Ayrıca, 2011 yılından bu yana Euro Bölgesinde baş
gösteren finansal kriz nedeni ile son yıllarda Avrupa pazarına yapılan ihracat da
gerileme eğilimi sergilemektedir. Bununla birlikte son yıllarda Orta Asya ve Uzak
Doğu Asya ülkeleri de sektör için cazip bölgeler haline gelmektedir.
24 Ocak kararlarından günümüze kadar geçen süreçte gıda ürünleri ihracatında
önemli gelişmeler elde edilmiştir, ancak sektörün rekabet gücünü olumsuz etkileyen
önemli sayılabilecek birçok yapısal sorunlar halen varlığını sürdürmektedir. Sektörde
faaliyet gösteren işletmelerin %95’inin KOBİ olması nedeniyle, işleme, üretim,
kapasite, teknoloji, araştırma ve geliştirme, maliyet, sermaye ve finansman, pazarlama
ve satış organizasyonu gibi birçok sorunlarla karşılaşıldığı görülmektedir (Anonim,
2012). Sektörün ihracat performansını olumsuz etkileyen belli başlı sorunları şu şekilde
sıralamak mümkündür (Artık, 2006; Akın, 2012; Özcan, 2015):
➢ Kayıt Dışılık: Gıda sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin genel olarak küçük
ölçekli yapıda olması ve bu işletmelerde ürün girdi, çıktı ve istihdam verilerinin net
olarak kayıt edilememesi kayıt dışını etkilemektedir. Gıda işletmelerinde yasa dışı
hammadde ve katkı maddesi kullanma, sigortasız eleman çalıştırma gibi kayıt dışı
yollara başvurulmaktadır. Bu ve benzeri uygulamalar ekonomide kayıt dışılığın
yaygınlaşmasına ve sektörde haksız rekabetin yaşanmasına yol açmaktadır.
Türkiye’de denetim ve ceza uygulamalarındaki eksiklerden dolayı sektörde kayıt
dışı üretim halen varlığını sürdürmektedir.
➢ Kapasite Kullanım Oranının Düşüklüğü: Gıda sektöründe karşılaşılan
sorunlardan bir tanesi de kapasite düşüklüğüdür. Gıda sektöründe faaliyet gösteren
işletmelerin birçoğu bugün tam kapasitede çalışamamaktadırlar. Gıda işletmelerinde
%60-%70 arasında kapasite kullanımı söz konusudur. Üretim kapasitesinin tam
olarak kullanılmaması, sermayenin verimliliğinin düşmesi ve etkin kullanılmaması
42
anlamına gelmektedir. Gıda sektöründen daha fazla katma değer elde edilebilmesi
için sektördeki kapasite kullanım oranları artırılmalı, kapasite kullanım oranlarında
dönemsel görülen dalgalanmalar azaltılmalıdır.
➢ Sermaye Yetersizliği: Gıda sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin en önemli
sorunlarından birisi de sermaye yetersizliği ve kredi maliyetlerinin yüksekliğidir.
İşletmeler para piyasalarından, özellikle ticari bankalardan uygun koşullarda kredi
temininde zorlandıklarından, faaliyetlerini genellikle öz kaynaklarından finanse
etmektedirler. Bunun sonucu olarak, sürekli işletme sermayesi sıkıntısı
yaşanmaktadır.
➢ Hammadde Fiyatlarının Yüksekliği: Gıda ürünleri ticaretinde hammadde fiyatları
rekabetçiliğin en önemli unsurudur. Hammadde fiyatlarındaki hızlı artışlar gıda
sektöründe üretim maliyetlerini artırmakta, bu da gıda ürünleri fiyatlarının tırmanışa
geçmesine neden olmaktadır. Gıda ürünlerinde fiyat artışları talebi daraltmakta ve
işletmelerin rekabet gücünü zayıflatmaktadır.
➢ Kalite Sorunu: Üretilen ürünlerin müşteri memnuniyetini yaratabilmesini sağlayan
en önemli unsurlardan biri ürün kalitesidir. Çetin rekabetin yaşandığı günümüzde
kaliteli mal üretimi işletmelerin en güncel sorunları arasında yer almaktadır. Çünkü
kaliteli üretim piyasa ekonomisinde var olmanın bir gereğidir. Bu nedenle tüm
işletmelerde olduğu gibi gıda işletmelerinde de kalite çok önemli bir kavramı
oluşturmaktadır. Ancak, gıda sektöründe faaliyet gösteren küçük ölçekli işletmelerin
ürün kalitesine yeterince önem vermemelerinden dolayı küresel pazarlarda rekabet
avantajı elde edilememektedir.
➢ Markalaşma Sorunu: Marka, pek çok sektörde işletmelerin en önemli varlığını
oluşturmaktadır. Zorlu rekabet koşullarında faaliyet gösteren işletmelerin
rakiplerinden farklılaşabilmesi ve pazar payını arttırabilmesi için markalaşma
olgusuna daha çok önem vermeleri gerekmektedir. Son yıllarda Türkiye’de gıda
sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin dar kapsamlı olsa da markalaşmaya
çalıştıkları görülmektedir. Ancak, çoğunluğunu küçük ölçekli işletmelerin
oluşturduğu gıda sektöründe markalaşma olgusunun istenilen düzeye ulaşamadığı
bilinmektedir. Bugün ekonomik refaha ve zenginliğe ulaşmak için Türkiye’nin
güçlü markalara ihtiyacı bulunmaktadır.
➢ AR-GE ve Teknoloji Yetersizliği:Bir ülkenin ve bir sektörün üretim kapasitesinin
en önemli belirleyicilerinden birisi kuşkusuz sahip olunan teknoloji düzeyidir.
Türkiye’de gıda sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin teknolojik gelişmişlik
düzeyi yetersiz seviyededir. Bu durum sektörde gelişmş teknoloji uygulamayan
(mandıra, değirmen, zeytin işleme vb.) küçük ölçekli işletmelerin sayıca
fazlalığından kaynaklanmaktadır. Söz konusu işletmelerin büyük bir kısmında
üretim işlemi profesyonel yöntemlerden uzak ve düşük teknoloji kullanımıyla
gerçekleştirilmektedir. Sektörde AR-GE faaliyetlerinin yaygınlaşması için
43
üreticilerin bu konuda bilgilendirilmesi ve desteklenmesi gerekmektedir. AR-GE
çalışmaları, gıda sektörünün uluslararası piyasada rekabet edebilmesi açısından
hayati önem arz etmektedir.
3. Literatür Araştırması
Bu bölümde tarım ve gıda ürünlerinin rekabet gücünü ve endüstri-içi ticaret
yapısını ölçen ulusal ve uluslararası çalışmalardan bazıları hakkında kısa bilgiler
sunulmaktadır.
Saraçoğlu ve Köse (2000) Bazı gıda ürünlerinde (makarna, bisküvi ve buğday
unu) Türkiye’nin Avrupa Birliği ülkeleri karşısındaki rekabet gücü analiz edilmiştir.
Araştırmada 1992-1997 dönemi için Karşılaştırmalı İhracat Performans (CEP) indeks
değerleri hesaplanmıştır. Araştırma sonucunda Türkiye’nin genel olarak makarna,
bisküvi ve özellikle buğday unu ihracatında rakip ülkeler karşısında karşılaştırmalı
avantaja sahip olduğu belirlenmiştir.
Fertö ve Hubbard (2001) çalışmalarında Macaristan ile Avrupa Birliği arasında
tarım ve gıda ürünleri ticaretinin endüstri-içi ticaret düzeyini analiz etmişlerdir.
Araştırmada Grubel-Lloyd indeksi kullanılmıştır. Analiz sonucunda Macaristan ile
Avrupa Birliği (AB) arasındaki tarım ürünleri dış ticaretinin daha çok dikey endüstri-içi
ticaret biçiminde gerçekleştiğini ortaya koymuşlardır.
Eşiyok (2005) Türkiye ve AB ülkeleri arasında tarımsal ürünlerin endüstri-içi
ticaret düzeyi incelenmiştir. Endüstri-içi ticaret düzeyinin belirlenmesinde Grubel-
Lloyd indeksinden yararlanmışlardır. Araştırma bulgularına göre Türkiye ile AB
arasında endüstri-içi ticartin yüksek olduğu ürünler arasında diğer gıda maddeleri,
alkollü ve alkolsüz içkiler, hayvansal ve bitkisel yağlar, yağlı tohumlar ve meyveler yer
almaktadır.
Leitão ve Faustino (2008) Portekiz gıda işleme sektörünün endüstri-içi ticaret
düzeyini analiz etmişlerdir. Endüstri-içi ticaret düzeyinin belirlenmesinde Grubel-Lloyd
indeksinden yararlanmışlardır. Ayrıca araştırmada gıda işleme sektörünün endüstri-içi
ticaretine etki eden faktörler de belirlenmeye çalışılmıştır. Analiz sonucunda kişi başına
gelir ve doğrudan yabancı yatırım endüstri-içi ticaret düzeyini olumlu yönde etkilediği
tespit edilmiştir.
Fırat ve Dirlik (2008) Türk gıda ve içecek sektörünün Avrupa Birliği ülkeleri
karşısındaki rekabet gücü analiz edilmiştir. Çalışmanın analiz aşamasında çeşitli rekabet
gücü indekslerinden yararlanılmıştır. Araştırma bulgularına göre Türk gıda sektörünün
karşılaştırmalı rekabet gücünün yıllar itibariyle bir düşüş gösterdiği belirlenmiştir.
Serin ve Civan (2008) Türkiye domates, zeytinyağı ve meyve suyu sektörlerinin
Avrupa Birliği piyasasındaki rekabet gücü ölçülmüştür. Araştırmada Balassa’nın AKÜ
44
indeksi ile birlikte çeşitli indekslerden yararlanılmıştır. Sonuç olarak zeytinyağı
sektöründe, Yunanistan Türkiye’ye karşı belirgin bir karşılaştırmalı üstünlüğe sahipken,
Türkiye İtalya karşısında 1999 yılına kadar sahip olduğu karşılaştırmalı üstünlüğü
kaybetmiştir. Domates sektöründe, Türkiye İspanya karşısında 1999 yılına kadar sahip
olduğu rekabet gücünü 2000 yılında kaybetmeye başlamıştır. Meyve suyu sektöründe,
Türkiye 1998 ve 1999 yılları dışında Yunanistan’a karşı; 2002 ve 2004 yılları dışında
İtalya’ya karşı rekabet gücüne sahiptir.
Erün (2010) yaptığı çalışmasında Türkiye’nin AB ile olan gıda ve canlı hayvan
dış ticaretinde endüstri-içi ticaretini analiz etmiştir. Araştırmada endüstri-içi ticaretin
ölçümünde Grubel-Lloyd indeksi kullanılmıştır. Araştırma sonucunda Türkiye ile AB-
15 ve AB-27 arasındaki gıda ve canlı hayvan dış ticaretinin daha çok dikey endüstri-içi
ticaret biçiminde gerçekleştiğini tespit etmiştir.
Szczepaniak (2013) Polonya’da tarım ve gıda ürünlerinin endüstri-içi ticaret
yapısı incelenmiştir. Analiz aşamasında Grubel-Lloyd indeksi kullanılmıştır. Sonuç
olarak tarım ve gıda ürünlerinde endüstri-içi ticaret düzeyinin yüksek olduğu
belirlenmiştir. Özellikle Polonya’nın Avrupa Birliği’ne üye olması ile birlikte tarım ve
gıda ürünleri ticaretinde endüstri-içi ticaret düzeyinin artış gösterdiği saptanmıştır.
Ignjatijevic ve ark. (2014) Tuna Nehir Havzası ülkelerinin gıda ürünlerindeki
rekabet gücü analiz edilmiştir. Araştırmada Balassa ve Vollrath tarafından geliştirilen
indeksler kullanılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre ele alınan ülkelerden Avusturya,
Bosna Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Moldova, Sırbıstan ve Ukrayna gıda
ürünlerinde rekabet gücüne sahiptir.
Ishchukova ve ark. (2014) çalışmalarında 1996-2012 dönemi için Rusya’nın
tarım ve gıda ürünlerinin endüstri-içi ticaret yapısını incelemiştir. Araştırma bulgularına
göre Rusya ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri arasında endüstri-içi
ticaret düzeyi yüksek iken, Rusya ve Afrika ve Güney Amerika ülkeleri arasında
endüstri-içi ticaret düzeyi oldukça düşüktür.
Şahinli (2014) Karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımı esas alınarak Türk tarım
sektörünün uluslararası rekabet gücü analiz edilmiştir. Çalışmada 601 adet tarımsal ürün
için Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler katsayısı hesaplanmıştır. Araştırma
bulgularına göre Türkiye 78 tarımsal üründe karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir.
Şahin (2015) Türkiye ve AB-15 ülkelerinin tarımsal gıda ürünlerindeki endüstri-
içi ticaret düzeyi belirlenmiştir. Araştırma 1996-2013 dönemini kapsamakta olup, analiz
aşamasında Grubel-Lloyd indeksinden yararlanılmıştır. Araştırma sonucunda
Türkiye’nin endüstri-içi ticaretinin düşük kaliteli dikey endüstri-içi ticaret şeklinde
gerçekleştiği saptanmıştır. AB-15 ülkelerinde ise dikey endüstri-içi ticaretin yüksek
olduğu belirlenmiştir.
45
Şahbudak ve Şahin (2016) Çin ve Bezilya’nın 2000-2014 yılları arasında
tarımsal gıda ürünlerinin endüstri-içi ticaret düzeyi incelenmiştir. Tarımsal gıda
ürünlerinde endüstri-içi ticaret seviyesini hesaplamak için Grubel-Lloyd indeksi
kullanılmıştır. Çalışma sonucunda Çin ve Brezilya’da tarımsal gıda ürünlerinin
endüstri-içi ticaret seviyesi düşük bulunmuştur.
4. Materyal ve Yöntem
Bu çalışmada ulusal ve uluslararası düzeydeki raporlar, araştırmalar ve
istatistiklerden ikincil veriler olarak yararlanılmıştır. Elde edilen veriler analiz edilmş ve
değerlendirilmiştir. Çalışmada Armonize Mal Tanım ve Kodlama Sistemi (Harmonized
Commodity Desctription and Coding System) HS 2 haneli ihracat ve ithalat verileri
kullanılmıştır. HS 2 haneli sınıflandırması içinde yer alan gıda sanayii ürünlerine ait
fasıllar Tablo 1’de sunulmaktadır. Araştırmada kullanılan veriler dolar bazında olup,
söz konusu veriler Uluslararası Ticaret Merkezi’nin istatistiki veri tabanından
derlenmiştir. Araştırma 2001-2015 dönemini kapsamaktadır.
Tablo 1. HS Sınıflandırmasına Göre Gıda Sanayii Ürünleri
Fa
sıl
Fasıl Adı
16 Et, balık, kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar
17 Şeker ve şeker mamulleri
18 Kakao ve kakao müstahzarları
19 Esasını hububat, un, nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar
20 Sebze, meyve, sert kabuklu meyvelerin diğer kısımlarından elde edilen müstahzarlar
21 Yenilen çeşitli gıda müstahzarları
22 Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke
23 Gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri
24 Tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş maddeler
Kaynak: INTRACEN veri tabanı
Türk gıda sanayiinin rekabet gücünün ölçümünde Açıklanmış Karşılaştırmalı
Üstünlükler, Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler ve Net Ticaret İndeksleri
kullanılmıştır. Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) indeksi ilk kez Liesner
(1958) tarafından ortaya atılmış, daha sonra ise Bela Balassa (1965) tarafından yeniden
tanımlanarak geliştirilmiş, bu nedenle Balassa indeksi olarak da adlandırılmaktadır.
Balassa, ayrıca ithalatın önemli bir yer tuttuğu ülkeler için de ihracat-ithalat oranı ile
hesaplama yapan ikinci bir indeks daha geliştirmiştir. Ancak zamanla bu indeksin
kullanımından tümüyle vazgeçmiştir (Erlat ve Erlat, 2004: 49). Dolayısıyla bu
çalışmada, Balassa’nın geliştirdiği indekslerden tümüyle ihracata dayanan birinci
indeksinin kullanılması uygun bulunmuştur.
Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) kavramı, belli bir malın
ihracatında, bir ülkenin gösterdiği performansın, bu malın “dünya” ihracatındaki
46
performansıyla karşılaştırılmasına dayanır. Eğer ülkenin performansı, “dünya”nın
performansından daha iyi ise, o ülkenin söz konusu malda karşılaştırmalı üstünlüğe
sahip olduğu sonucuna varılır (Erlat ve Erlat, 2004: 49). Günümüzde Balassa’nın AKÜ
indeksi bir ülkenin güçlü ve zayıf ihracatçı sektörlerini belirlemeye yönelik birçok
çalışmalarda kullanılmaktadır (Fertö ve Bojnec, 2007: 7). Balassa’nın AKÜ indeksi şu
şekilde formüle edilmektedir:
AKÜij = [(Xij
Xi) / (
Xwj
Xw)] (1)
Eşitlik 1’de, AKÜij, ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörü için açıklanmış karşılaştırmalı
üstünlükler indeksini, Xij ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörünün ihracatını, Xi ‘i’ ülkesinin toplam
ihracatını, Xwj ‘j’ sektörü dünya ihracatını ve Xw toplam dünya ihracatını
göstermektedir. AKÜ indeksi 0 ile ∞ arasında bir değer almaktadır. Eğer indeks değeri
birden büyükse o ülkenin ilgili sektörde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu söylenir.
Başka bir deyişle, o endüstrinin ülkenin toplam ihracatı içindeki payı, dünya
ticaretindeki payından daha büyüktür. Eğer indeks değeri birden az ise ülkenin ilgili
sektörde karşılaştırmalı dezavantaja sahip olduğu söylenir (Mushanyuri ve Mzumara,
2013: 38; Peker, 2015: 10).
Türk gıda sanayiin rekabet gücünün belirlenmesinde kullanılan ikinci bir ölçüt
Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler (ASKÜ) indeksidir. ASKÜ indeksi
aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir:
ASKÜij = AKÜij−1
AKÜij+1 (2)
ASKÜ indeksi -1 ile +1 arasında bir değer almaktadır. Eğer indeks değeri pozitif
ise ulke o üründe karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Eğer indeks değeri negatif ise ülke o
ürünün ticaretinde karşılaştırmalı dezavantaja sahiptir (Dalum ve ark., 1998; Laursen,
1998: 2).
Gıda sanayiinin rekabet gücünün ölçümünde kullanılan bir diğer ölçüt ise Net
Ticaret İndeksidir. Alternatif bir açıklanmış karşılaştırmalı üstünlük indeksi olarak da
bilinen net ticaret indeksi, ülkenin sadece kendi ticari performansının ölçümünü yapmak
amacıyla hesaplanmaktadır (Özçalık ve Okur, 2013: 212). Net Ticaret İndeksi şu şekilde
formüle edilmektedir:
NTİij = (Xij − Mij)/(Xij + Mij) (3)
47
Eşitlk 3’de, Xij “i” ülkesinin “j” sektörünün ihracatını ve Mij “i” ülkesinin “j”
sektörünün ithalatını göstermektedir. Net ticaret indeksi -1 ve +1 arasında bir değer
almaktadır (Amighini, 2005: 211). Net ticaret indeksinin pozitif değer alması söz
konusu ülkenin o mal ve hizmette açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğünün olduğunu,
negatif değer alması ise açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğünün bulunmadığını gösterir
(Özçalık ve Okur, 2013: 212).
Türk gıda sanayiinin endüstri-içi ticaret düzeyinin ölçümünde Grubel-Lloyd
indeksi kullanılmıştır. Grubel-Lloyd indeksi, bir sektörün veya ülkenin endüstri-içi
ticaret düzeyini ve aynı zamanda uzmanlaşma düzeyinin belirlenmesinde kullanılan
popüler bir yaklaşımdır (Hazners ve Jirgena, 2013: 63). Bilimsel çalışmalarda sıkça
kullanılan Grubel-Lloyd (GL) indeksi aşağıdaki şekilde formüle edilmektedir (Erlat ve
Erlat, 2004: 51):
GLij =(X𝑖j+Mij)−|Xij−Mij|
(Xij+Mij) (4)
Eşitlik 4’de, GLij ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörü için endüstri-içi ticaret düzeyini, Xij ve
Mij sırasıyla ‘i’ ülkesinin ‘j’ sektörünün ihracatını ve ithalatını ifade etmektedir. GL
indeksi 0 ile 1 arasında bir değer almaktadır. İndeks değerinin 1’e yaklaşması endüstri-
içi ticarete işaret ederken, 0’a yaklaşması ise endüstriler-arası ticarete işaret etmektedir.
Yani indeks değeri 0,50 ile 1 arasında ise endüstri-içi ticaret, 0 ile 0,50 arasında ise
endüstriler-arası ticaret söz konusu olmaktadır (Leitão ve Faustino, 2008: 52; Yılmaz,
2014: 253).
5. Bulgular
5.1. Gıda Sanayiinin Rekabet Gücü
Türk gıda sanayiinin uluslararası rekabet gücü Açıklanmış Karşılaştırmalı
Üstünlükler (AKÜ), Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler (ASKÜ) ve Net
Ticaret İndeksleri (NTİ) yardımıyla analiz edilmiştir. Gıda ürünlerine ait AKÜ indeks
değerleri Tablo 2’de sunulmaktadır. Buna göre HS 17 (Şeker ve şeker mamulleri), HS
18 (Kakao ve kakao müstahzarları), HS 19 (Esasını hububat, un, nişasta veya süt teşkil
eden müstahzarlar), HS 20 (Sebze, meyve, sert kabuklu meyvelerin diğer kısımlarından
elde edilen müstahzarlar), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda müstahzarları) ve HS 24 (Tütün
ve tütün yerine geçen işlenmiş maddeler) ürünlerinde AKÜ indeks değerinin 1’den
büyük olduğu görülmektedir. Bu da Türkiye’nin söz konusu ürünlerde rekabet gücüne
sahip olduğunu göstermektedir. Buna karşılık, HS 16 (Et, balık, kabuklu hayvanlar,
yumuşakçalar), HS 22 (Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke) ve HS 23 (Gıda sanayiinin
kalıntı ve döküntüleri) ürünlerinde AKÜ indeks değerinin 1’den küçük olduğu,
48
dolayısıyla Türkiye’nin bu ürünlerde rekabet gücüne sahip olmadığı görülmektedir.
Analiz sonucunda göze çarpan bir husus da HS 17, HS 20 ve HS 24 ürünlerine ait AKÜ
indeks değerlerinin azaldığıdır. Buna karşın, HS 18, HS 19 ve HS 21 ürünlerine ait
AKÜ indeks değerlerinde bir artış göze çarpmaktadır.
Tablo 2. AKÜ İndeks Değerleri
Yıll
ar
HS
16
HS
17
HS
18
HS
19
HS
20
HS
21
HS
22
HS
23
HS
24
2001 0,26 3,97 1,48 1,47 5,16 1,13 0,19 0,23 4,04
2002 0,21 1,63 1,22 1,51 4,18 1,19 0,18 0,10 3,27
2003 0,26 1,63 1,59 1,63 4,10 1,10 0,23 0,09 3,01
2004 0,23 1,56 1,66 1,60 4,86 1,03 0,30 0,05 2,91
2005 0,23 1,20 1,60 1,63 5,73 1,10 0,35 0,07 3,30
2006 0,15 1,30 1,64 1,70 4,34 1,37 0,30 0,04 3,61
2007 0,15 1,27 1,70 1,77 3,77 1,45 0,28 0,04 2,74
2008 0,12 1,28 1,45 1,84 3,49 1,47 0,26 0,12 2,51
2009 0,14 1,03 1,31 1,83 3,43 1,50 0,27 0,16 2,67
2010 0,20 1,14 1,49 2,22 4,14 1,55 0,35 0,06 2,65
2011 0,20 1,18 1,57 2,49 3,91 1,74 0,33 0,11 2,24
2012 0,19 1,15 1,51 2,56 3,64 1,52 0,32 0,22 2,33
2013 0,25 1,52 1,74 2,97 3,68 1,50 0,32 0,31 2,48
2014 0,24 1,71 1,54 2,91 4,08 1,41 0,35 0,24 2,82
2015 0,21 1,58 1,32 2,69 4,27 1,27 0,34 0,18 2,62
Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir.
Tablo 3’de Açıklanmış Simetrik Karşılaştırmalı Üstünlükler indeks değerleri
gösterilmiştir. Türkiye’nin gıda ürünlerinde rekabet gücünün yüksek olduğu ürünler
arasında; HS 17 (Şeker ve şeker mamulleri), HS 18 (Kakao ve kakao müstahzarları), HS
19 (Esasını hububat, un, nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar), HS 20 (Sebze,
meyve, sert kabuklu meyvelerin diğer kısımlarından elde edilen müstahzarlar), HS 21
(Yenilen çeşitli gıda müstahzarları) ve HS 24 (Tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş
maddeler) bulunmaktadır. Türkiye’nin gıda ürünlerinde rekabet gücünün düşük olduğu
ürünler arasında; HS 16 (Et, balık, kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar), HS 22
(Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke) ve HS 23 (Gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri)
bulunmaktadır.
Tablo 3. ASKÜ İndeks Değerleri
Yıll
ar
HS
16
HS
17
HS
18
HS
19
HS
20
HS
21
HS
22
HS
23
HS
24
2001 -0,59 0,60 0,20 0,19 0,68 0,06 -0,68 -0,63 0,60
2002 -0,65 0,24 0,10 0,20 0,61 0,09 -0,69 -0,82 0,53
2003 -0,58 0,24 0,23 0,24 0,61 0,05 -0,63 -0,84 0,50
2004 -0,62 0,22 0,25 0,23 0,66 0,02 -0,54 -0,90 0,49
2005 -0,62 0,09 0,23 0,24 0,70 0,05 -0,48 -0,86 0,54
2006 -0,73 0,13 0,24 0,26 0,63 0,16 -0,54 -0,92 0,57
2007 -0,75 0,12 0,26 0,28 0,58 0,18 -0,57 -0,93 0,47
2008 -0,78 0,12 0,18 0,30 0,55 0,19 -0,59 -0,79 0,43
2009 -0,76 0,02 0,13 0,29 0,55 0,20 -0,57 -0,73 0,45
2010 -0,67 0,07 0,20 0,38 0,61 0,21 -0,48 -0,88 0,45
2011 -0,67 0,08 0,22 0,43 0,59 0,27 -0,50 -0,81 0,38
49
2012 -0,68 0,07 0,20 0,44 0,57 0,21 -0,51 -0,64 0,40
2013 -0,61 0,21 0,27 0,50 0,57 0,20 -0,51 -0,53 0,43
2014 -0,61 0,26 0,21 0,49 0,61 0,17 -0,49 -0,62 0,48
2015 -0,65 0,23 0,14 0,46 0,62 0,12 -0,49 -0,70 0,45
Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir.
Net Ticaret İndeksine göre Türk gıda sanayiinin rekabet gücüne ait rakamlar
Tablo 4’de sunulmaktadır. Türkiye’nin karşılaştırmalı avantaja sahip olduğu ürünler
arasında HS 16 (Et, balık, kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar), HS 17 (Şeker ve şeker
mamulleri), HS 18 (Kakao ve kakao müstahzarları), HS 19 (Esasını hububat, un, nişasta
veya süt teşkil eden müstahzarlar), HS 20 (Sebze, meyve, sert kabuklu meyvelerin diğer
kısımlarından elde edilen müstahzarlar), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda müstahzarları), HS
22 (Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke) ve HS 24 (Tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş
maddeler) yer almaktadır. Türkiye söz konusu ürünlerde net ihracatçı ülkedir. HS 23
(Gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri) ürününde ise karşılaştırmalı dezavantaj söz
konusudur. Başka bir ifade ile Türkiye bu üründe net ithalatçı ülke konumundadır.
Analiz sonucunda dikkat çeken bir diğer husus da NTİ rakamlarının zamanla
azaldığıdır.
Tablo 4. NTİ Değerleri
Yıll
ar
HS
16
HS
17
HS
18
HS
19
HS
20
HS
21
HS
22
HS
23
HS
24
2001 0,96 0,93 0,12 0,63 0,96 0,01 0,46 -0,69 0,21
2002 0,95 0,77 0,00 0,67 0,93 -0,02 0,60 -0,85 0,30
2003 0,95 0,69 -0,05 0,64 0,95 0,01 0,58 -0,87 0,28
2004 0,94 0,71 0,03 0,64 0,95 -0,08 0,40 -0,95 0,33
2005 0,95 0,64 0,14 0,64 0,93 -0,08 0,48 -0,91 0,36
2006 0,90 0,75 0,19 0,61 0,90 -0,01 0,33 -0,94 0,46
2007 0,91 0,68 0,21 0,64 0,89 0,09 0,31 -0,96 0,36
2008 0,88 0,60 0,16 0,65 0,88 0,17 0,27 -0,87 0,29
2009 0,86 0,68 0,10 0,64 0,92 0,24 0,17 -0,79 0,31
2010 0,86 0,76 0,03 0,65 0,92 0,19 0,25 -0,93 0,31
2011 0,92 0,76 0,02 0,68 0,90 0,20 0,10 -0,89 0,25
2012 0,89 0,68 0,08 0,73 0,91 0,21 0,14 -0,82 0,27
2013 0,90 0,71 0,09 0,75 0,91 0,17 0,05 -0,77 0,28
2014 0,82 0,68 0,07 0,76 0,91 0,14 0,04 -0,78 0,31
2015 0,71 0,54 0,00 0,75 0,90 0,08 0,05 -0,82 0,26
Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir.
5.2. Gıda Sanayiinin Endüstri-İçi ticaret Yapısı
Tablo 5’de gıda sanayi ürünlerine ait endüstri-içi ticaret değerleri yer almaktadır.
Türkiye’nin gıda sanayi ürünlerinde endüstri-içi ticaretin yüksek olduğu ürünler
arasında HS 18 (Kakao ve kakao müstahzarları), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda
müstahzarları), HS 22 (Meşrubat, alkollü içkiler ve sirke) ve HS 24 (Tütün ve tütün
yerine geçen işlenmiş maddeler) bulunmaktadır. Başka bir ifade ile bu ürünlerin hem
ihracatı hem de ithalatı eş zamanlı olarak gerçekleşmektedir. Buna karşın, HS 16 (Et,
50
balık, kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar), HS 17 (Şeker ve şeker mamulleri), HS 19
(Esasını hububat, un, nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar), HS 20 (Sebze, meyve,
sert kabuklu meyvelerin diğer kısımlarından elde edilen müstahzarlar) ve HS 23 (Gıda
sanayiinin kalıntı ve döküntüleri) ürünlerinde ise endüstri-içi ticaret seviyesinin düşük
olduğu saptanmıştır. Diğer bir ifade ile bu ürünlerde ticaretin endüstriler-arası ticaret
şeklinde gerçekleştiği görülmektedir.
Tablo 5. Grubel-Lloyd İndeks Değerleri
Yıll
ar
HS
16
HS
17
HS
18
HS
19
HS
20
HS
21
HS
22
HS
23
HS
24
2001 0,04 0,07 0,88 0,37 0,04 0,99 0,54 0,31 0,79
2002 0,05 0,23 1,00 0,33 0,07 0,98 0,40 0,15 0,70
2003 0,05 0,31 0,95 0,36 0,05 0,99 0,42 0,13 0,72
2004 0,06 0,29 0,97 0,36 0,05 0,92 0,60 0,05 0,67
2005 0,05 0,36 0,86 0,36 0,07 0,92 0,52 0,09 0,64
2006 0,10 0,25 0,81 0,39 0,10 0,99 0,67 0,06 0,54
2007 0,09 0,32 0,79 0,36 0,11 0,91 0,69 0,04 0,64
2008 0,12 0,40 0,84 0,35 0,12 0,83 0,73 0,13 0,71
2009 0,14 0,32 0,90 0,36 0,08 0,76 0,83 0,21 0,69
2010 0,14 0,24 0,97 0,35 0,08 0,81 0,75 0,07 0,69
2011 0,08 0,24 0,98 0,32 0,10 0,80 0,90 0,11 0,75
2012 0,11 0,32 0,92 0,27 0,09 0,79 0,86 0,18 0,73
2013 0,10 0,29 0,91 0,25 0,09 0,83 0,95 0,23 0,72
2014 0,18 0,32 0,93 0,24 0,09 0,86 0,96 0,22 0,69
2015 0,29 0,46 1,00 0,25 0,10 0,92 0,95 0,18 0,74
Kaynak: INTRACEN verileri kullanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir.
Not: İndeks değerinin 0,50’den yüksek olması endüstri-içi ticarete işaret etmektedir.
6. Sonuç
Bu çalışmada Türk gıda sanayiinin dış ticaret yapısı incelenmiştir. Çalışmada
gıda ürünleri HS 2 haneli sınıflandırmaya göre incelenmiştir. Çalışma kapsamında gıda
sanayiinin rekabet gücü ve endüstri-içi ticaret yapısı analiz edilmiştir. AKÜ ve ASKÜ
indekslerine göre Türkiye HS 17 (Şeker ve şeker mamulleri), HS 18 (Kakao ve kakao
müstahzarları), HS 19 (Esasını hububat, un, nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar),
HS 20 (Sebze, meyve, sert kabuklu meyvelerin diğer kısımlarından elde edilen
müstahzarlar), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda müstahzarları) ve HS 24 (Tütün ve tütün
yerine geçen işlenmiş maddeler) ürünlerde rekabet gücüne sahip olduğu görülmektedir.
Buna karşılık, HS 16 (Et, balık, kabuklu hayvanlar, yumuşakçalar), HS 22 (Meşrubat,
alkollü içkiler ve sirke) ve HS 23 (Gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri) ürünlerinde
rekabet gücünün düşük olduğu tespit edilmiştir. Gıda ürünlerine yönelik hesaplanan
NTİ rakamlarına göre Türkiye HS 23 (Gıda sanayiinin kalıntı ve döküntüleri) ürün
grubu hariç diğer tüm ürünlerde net ihracatçı ülke konumundadır.
Endüstri-içi ticaret hesaplamalarına göre, Türkiye’nin HS 18 (Kakao ve kakao
müstahzarları), HS 21 (Yenilen çeşitli gıda müstahzarları), HS 22 (Meşrubat, alkollü
51
içkiler ve sirke) ve HS 24 (Tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş maddeler) endüstri-içi
ticaret seviyesinin yüksek olduğu saptanmıştır. Buna karşın, HS 16 (Et, balık, kabuklu
hayvanlar, yumuşakçalar), HS 17 (Şeker ve şeker mamulleri), HS 19 (Esasını hububat,
un, nişasta veya süt teşkil eden müstahzarlar), HS 20 (Sebze, meyve, sert kabuklu
meyvelerin diğer kısımlarından elde edilen müstahzarlar) ve HS 23 (Gıda sanayiinin
kalıntı ve döküntüleri) ürünlerinde ise endüstri-içi ticaret seviyesinin düşük olduğu
saptanmıştır. Araştırma sonucunda dikkat çeken bir husus da bazı gıda ürünlerine ait
indeks değerlerinin zamanla azaldığıdır. Bu durum Türkiye’nin söz konusu ürünlerde
sahip olduğu rekabet gücünün giderek zayıfladığını göstermektedir.
Türk gıda sektörü dinamik, gelişmeye açık ve potansiyel arz eden bir sektördür.
Türkiye sahip olduğu istihdam gücüyle ve işletme sayısıyla dünya piyasasında rekabet
edebilir niteliktedir. Ancak, küresel piyasalarda yaşanan gelişmeler ve maliyet
unsurlarında yaşanan darboğazlar sektörün başta işgücü, sermaye, enerji ve ulaşım
olmak üzere çeşitli konularda desteklenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Dünya
gıda pazarından Tükiye’nin payına düşeni alabilmesi için sektöre ilişkin sorunların
biran önce çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Rekabet gücünün artırılması için
üretim maliyetini minimize edecek önlemlerin alınması, marka oluşumunun teşvik
edilmesi ve kayıtdışı ekonomi ile etkin bir şekilde mücadele edilmesi gerekmektedir.
Ayrıca ihracatta pazar çeşitlendirmesine gidilerek rakiplerle mücadelede rekabet
avantajı yakalanabilir.
Kaynakça
Akın, F. (2012), “Gıda Ürünleri ve İçecek Sanayinin Ekonomik Özellikleri”, Gazi
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 14(3), 17-70.
Aktan, C.C., Vural, Y.İ. (2004), “Rekabet Gücü ve Rekabet Stratejileri”, Ankara: TİSK
Yayını.
Amighini, A. (2005), “China in the International Fragmentation of Production:
Evidence from the ICT Industry”, The European Journal of Comparative
Economics, 2(2), 203-219.
Anonim. (2012), “Gıda ve İçecek Sektörü”, İAOSB Haber Dergisi, İzmir.
Artık, N. (2006), “Gıda Sektörü, Sorunları ve Çözümleri, içinde: Türkiye’de Gıda
Sektörünün Analizi ve Sorunları”, İstanbul: İktisadi Araştırmalar Vakfı
Yayınları.
Bulu, M., Eraslan, İ.H., Barca, M. (2007), “Türk Gıda Sektörünün Uluslararası
Rekabetçilik Düzeyinin Analizi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi İ.İ.B.F.
Dergisi,9(1), 311-335.
52
Dalum, B., Laursen, K., Villumsen, G. (1998), “Structural Change in OECD Export
Specialization Patterns: De-specialization and ‘Stickiness’”, International
Review of Applied Economics, 12, 447-467.
DPT. (2007), “Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013)”, Gıda Sanayi Özel İhtisas
Komisyonu Raporu, Yayın No: 2720, ÖİK: 673.
Erlat, G., Erlat, H. (2004), “Türkiye’nin Orta Doğu Ülkeleri ile Olan Ticareti, 1990-
2002”, Ed. Ercan Uygur ve İrfan Civcir, GAP Bölgesinde Dış Ticaret ve Tarım,
Ankara: Türkiye Ekonomi Kurumu Yayını.
Erün, G. (2010), “Türkiye ile AB, Gıda ve Canlı Hayvan Sektörü Dış Ticaretinde
Endüstri-İçi Ticaret Analizi”, Ekonomi Bilimleri Dergisi, 2(1), 71-78.
Eşiyok, B.A. (2005), “Tarımsal Ürünlerde Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Analizi,
Endüstri-İçi Ticaret ve Rekabet Gücü”, Ankara: Türkiye Kalkınma Bankası
Yayınları.
Fertö, I., Hubbard, L.J. (2001), “Intra-Industry Trade in Agri-food Products between
Hungary and the EU”, American Agricultural Economics Association Annual
Meeting, 5-8 August, Chicago.
Fertö, I., Bojnec, S. (2007). Comparative Advantages in Agro-Food Trade of Hungary,
Croatia and Slovenia with the European Union,IAMO Discussion Paper No.
106, Germany.
Fırat, A., Dirlik, S. (2008), “Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri”, Ed.
Bekmez, S., Ankara: Nobel Yayınları.
Hazners, J., Jirgena, H. (2013), “Intra-Industry Trade in Latvian Agricultural
Commodities and Food Products”, International Conference on Economics and
Business Administration, 16-19 July, Greece.
Ignjatijevic, S., Matijaševic, J., Milojevic, I. (2014), “Revealed Comparative
Advantages and Competitiveness of the Processed Food Sector for the Danube
Countries”, Custos e Agronegocio, 10(3), 256-281.
INTRACEN. (2016), International Trade Statistics. http://www.intracen.org/itc/market-
info-tools/trade-statistics/ [Erişim Tarihi: 28.11.2016].
Ishchukova N., Maitah M., Smutka L., Malec K., Eldeeb, O. (2014), “Russia’s Intra-
Industry Trade in Agricultural Products”, The Social Sciences, 9(6), 379-385.
Kırankabeş, M.C. (2006). “Küresel Rekabet Gücü Boyutunda AB Ülkeleri ile
Türkiye’nin Karşılaştırmalı Analizi”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 16, 231-254.
53
Kuşat, N., Kösekahyaoğlu, L. (2011), “Şekerleme, Kakao ve Çikolata Alt Sektöründe
İnovasyon: Batı Akdeniz Bölgesinde Firmaları Yurtiçi ve Yurtdışı Piyasalarda
Güçlü ve/veya Zayıf Kılan Faktörler Üzerine Bir İnceleme”, Süleyman Demirel
Üniversitesi SBE Dergisi, 2(14), 167-188.
Laursen, K. (1998), “Revealed Comparative Advantage and the Alternatives as
Measures of International Specialization”, Danish Research Unit for Industrial
Dynamics (DRUID) Working Paper No: 98-30.
Leitão, N.C., Faustino, H.C. (2008), “Intra-Industry Trade in the Food Processing
Sector: the Portuguese Case”, Journal of Global Business and Technology, 4(1),
49-58.
Mushanyuri, B.E., Mzumara, M. (2013), “An Assessment of Comparative Advantage of
Mauritius”, European Journal of Sustainable Development, 2(3), 35-42.
Özcan, M. (2015), “Gıda Ürünleri ve İçecek İmalatı Sektörel Analiz Raporu”, Adana:
Çukurova Kalkınma Ajansı.
Özçalık, M., Okur, A. (2013), “Türk Tekstil ve Hazır Giyim Sektörlerinin Gümrük
Birliği Sonrası AB-15 Ülkeleri Karşısındaki Rekabet Gücü”, Celal Bayar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 11 (1), 205-223.
Peker, A.E. (2015), “Türkiye Hububat ve Baklagil Alt Sektörünün Avrupa Birliği Pazarı
Karşısındaki Rekabet Gücü”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5(2), 1-20.
Saraçoğlu, B. (1997), “Gümrük Birliğine Geçiş Sürecinde Türkiye’nin İhracat
Potansiyeli ve Rekabet Gücü”,MPM, III. Verimlilik Kongresi, 14-16 Mayıs
1997, Bildiriler, Yayın No: 599, 545-568
Saraçoğlu, B., Köse, N. (2000), “Bazı Gıda Sanayilerinin Uluslararası Rekabet Gücü:
Makarna, Bisküvi ve Un Sanayi”, Ankara: TEAE Yayın No: 39.
Serin, V., Civan, A. (2008), “Revealed Comparative Advantage and Competitiveness: A
Case Study for Turkey towards the EU”, Journal of Economic and Social
Research, 10(2), 25-41.
Seyidoğlu, H. (2015), “Uluslararası İktisat: Teori, Politika ve Uygulama”, Geliştirilmiş
20. Baskı, İstanbul: Güzem Can Yayınları.
Susmuş, T., Ozan, M.H. (2011), “Türk Gıda Sektörü Verilerinin Değerlendirilmesi
Başabaş Noktası ve Faaliyet Kaldıraç Analiz”, Dayanışma Dergisi, 111, 8-22.
54
Szczepaniak, I. (2013), “Development of Intra-industry Trade as a Measure of
Competitiveness of the Polish Food Sector”, Oeconomia Copernicana, 2, 147-
164.
Şahbudak, E., Şahin, D. (2016), “Measurement of Vertical and Horizontal Intra-
Industry Trade in Agricultural Food Products: The Case of China and Brazil”,
The Journal of Academic Social Science Studies, 42(3), 145-154.
Şahin, D. (2015), “Türkiye’nin Tarımsal Gıda Ürünlerinin Endüstri-İçi Ticaretinin
Analizi: AB-15 Ülkeleri ile Karşılaştırmalı Analiz”, Uluslararası Hakemli
Ekonomi Yönetimi Araştırmaları Dergisi, 4, 171-193.
Şahinli, M.A. (2014), “Revealed Comparative Advantage and Competitiveness: Turkey
Agriculture Sector”, YYÜ Tarım Bilimleri Dergisi, 24(3), 210-217.
Yılmaz, Ş.E. (2014), “Dış Ticaret Kuramlarının Evrimi”, 3. Baskı, Ankara: Efil
Yayınevi.
Yulafcı, A., Cinemre, H.A. (2005), “Samsun İli Gıda Sanayii İşletmelerinin Sorunları”,
OMÜ Ziraat Fakültesi Dergisi, 20(3), 60-63.
55
MÜZAKERELERDE ETİK AÇISINDAN AB-TÜRKİYE
İLİŞKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Nihal ARICAN KAYGUSUZ*
Gülşah KARAVARDAR**
Özet
Müzakere; bireyler, gruplar, kurumlar veya uluslararasındaki anlaşmazlıkların çözümünde veya birçok
konuda ortak bir karara varmak için kullanılan kapsamlı bir süreçtir. Kapsamlı ve karmaşık bir süreç
olarak karşımıza çıkan müzakereleri etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörlerden birisi de
etikle ilgilidir.
Etik, bireylerin ya da daha geniş manada toplumların doğrular ve yanlışlar bağlamın da ne
yaptığının ya da ne yapması gerektiğinin tanımlanmasından daha fazla bir anlam ifade etmektedir.
Bu çalışmada müzakere ve etik kavramı ele alınarak müzakere etiği üzerinde durulacaktır.
Müzakerelerde uygulanan en önemli etik konuları nelerdir açıklanacak ve ahlaki davranış boyutundan
bahsedilecektir. Müzakerelerde etik ikilemler, etik olmayan davranışların güdüleri ve müzakereyi
etkileyen konulara değinilecektir. Ardından, müzakerelerde kullanılan taktikler ve etik dışı davranışları
etkileyen faktörler açıklanacak ve neden müzakereciler etik konusunu öğrenmelidir sorusuna cevap
aranacaktır. Bu konulara ek olarak, müzakerelerde etik dışı davranışların müzakere sürecine etkileri ve
yarattığı sonuçlar üzerinde durulacaktır.
Son bölümde de, güncel birkaç müzakereye etik açıdan tarihsel bir bakış yapılacak ve sonuca
bağlanarak öneride bulunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Müzakere, Etik, Etik İkilemler, Ahlaki davranış
Ethicsin the Negotiations
Abstract
Negotiation; is a comprehensive process used to resolve disputes between individuals, groups,
institutions or nations, or to reach a common group in many matters. There are many factors that affect
negotiations which we confront as a comprehensive and complex process. One of these factors is related
to ethics.
Ethics is more meaningful than the definition of what individuals or in broad terms society do or must
do in the field of truths and wrongs.
In this study, the concept of negotiation and ethics will be discussed and the ethics of negotiation will
be emphasized. The most important ethical issues to be applied in negotiations will be explained and the
terms of moral behavior will be mentioned. Next, ethical dilemmas in negotiations, what is the motivation
for unethical behavior and its affects on negotiations will be examined. Then, the tactics used in
negotiations and the factors affecting unethical behaviors will be explained and the answer will be sought
as to why the negotiators should learn ethics.In addition to those issues, the effects of unethical behaviors
on the negotiation process and their consequences will be discussed.
*Nihal ARICAN KAYGUSUZ, Giresun Üniversitesi İşletme Y. L. Öğrencisi ([email protected]) **Doç. Dr. Gülşah KARAVARDAR, Giresun Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü Öğretim Üyesi
56
In the last part, some recent negotiations will be made ethical in historical perspective and suggested by
connecting to the result.
Keywords : Negotiation, Ethics, Ethical Dilemmas, Ethical behavior
Giriş
Günümüzde müzakere kavramı, sadece uluslararası ilişkilerde değil, genel olarak
bireylerin hem özel yaşamlarında, hem de iş yaşamlarında kullandıkları kapsamlı bir süreç
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle; iş yaşamında müzakereler bireyler, kurumlar veya
kurumlar arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde kullanılabileceği gibi, birçok konuda ortak bir
karara varmak için de kullanılabilmektedir.
Lewicki ve Robinson’a(1998:665) göre; bu alanda çalışan araştırmacılar, etkili bir
müzakereci olabilmek için etik olmayan bazı davranış tarzlarının uygun hatta gerekli
olabileceğini ileri sürmektedirler. Ancakbunun yanında Lax ve Sebenius (1986) da kimi
bireylerin kendilerini daha iyi hissetmek, bazılarının iseortaya daha iyi bir iş çıkarabilmek için
etik açıdan doğru olanı yapmak amacında olduklarınıbelirtmişlerdir.
Bununla birlikte, Çetin’e (2007:444-461) göre müzakere sürecinde kendi gücünü artırmak
ve amaçlarına ulaşmak içinkazanç, rekabet ve adalet gibi başlıca faktörler müzakerecileri etik
olmayan davranışlarda bulunmayasevk edebileceğini ifadeetmiştir.
Bu kapsamda çalışanların günlük müzakerelerde etik ve etikolmayan davranışlara
eğilimlerinin, müzakere sürecini etkileyen önemli değişkenlerden birisi olarakdikkat çektiği
söylenebilir.
Müzakere, Etik ve Müzakere Etiği Kavramlarına Bakış
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemli yayınların ve araştırmaların yapıldığı
görülmektedir. Latince’de “negotiari”, İngilizce’de “negotiation” kelimesi ile bilinen müzakere
kavramı(Curry, 2002:4), TDK sözlüğüne göre “çözüme bağlanması gereken bir sorun üzerinde
ilgili taraflarca görüş alış verişinde bulunma, görüşme, danışma” olarak tanımlanmaktadır
(TDK, 1997: 542).
Müzakere; iki veya ikiden fazla birey veya grubun, birbirlerinden farklı ihtiyaçlarını veya
beklentilerini kendi amaçları doğrultusunda karşılıklı olarak çözmek ve böylece sosyal bir
çatışmadan kaçınmak maksadıyla gerçekleştirdikleri bir anlaşma sürecidir (Pruitt ve Carnevale,
1993:2).
Müzakere, birbirinden bir takım şeyler elde etmek isteyen kişilerin, kurumların, devletlerin,
diğer tarafı ikna etmek ve etkilemek amacıyla, kendileri gibi düşünmelerini ve taleplerini kabul
57
etmelerini sağlamaya odaklanan bilgi ve hüner sergiledikleri bir iletişim ve karar verme
sürecidir. Müzakere bütün alternatif uyuşmazlık çözümü yollarının temelini oluşturur. ( Gedik-
Demirbilek –Atan,2014 ).
Etik; içinde yaşadığımız dünyanın doğasını tanımlamak, birlikte yaşamanın kurallarını
belirlemek anlamına gelen felsefeden kaynaklanmaktadır ( Ergeneli, 2006).
Etik, toplumsal hayat içinde önemli bir çalışma alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle son yıllarda bu konuda yapılan felsefi, dilbilimsel ve sosyolojik çalışmaların sayısında
önemli bir artış görülmektedir.
Şöyle ki etik, doğrular ve yanlışlar alanı üzerinde hüküm yürütme ve müzakere yapabilme
kapasitesinin geliştirilmesi ile ilgili tüm zihinsel faaliyetleri kapsamaktadır. İdeal anlamda etik,
evrensel olarak doğru davranışı tanımlayan bir olgudur. Bu olgu, bütün insanlar için iyiyi
kötüden ayırmaya yaramaktadır( TÜSİAD, Ankara, 2005, s. 42).
Müzakere etiği araştırmalarının çok eskiye dayanmadığı, bu konuda 1980’li yıllarla
birlikte önemli çalışmaların yapılmaya başlandığı görülmektedir. Günümüze kadar çeşitli
araştırmacılar tarafından müzakerelerde etik davranışlarına ilişkin yapılan çalışmalar da konuya
olan ilgiyi göstermektedir (Volkema, 1998: 218; Lewicki ve Robinson, 1998: 665; Robinson vd.
, 2000: 649; Volkema, 2004: 69, Erkuş, 2009).
Müzakere etiğinde bilinmesi gereken etik ve etik olmayan davranışların varlığıdır. Ancak
hangi davranışların etik olduğu ya da hangi davranışın etik olmadığı düşünülmesi gereken bir
olgudur. Çünkü, müzakerelerde etik davranışın bulunduğu duruma, kültüre ve bireysel normlara
ayrıca aradaki ilişki boyutuna göre değişim göstermesi gerekir. Fakat etik dışı davranış ve
taktikler ( blöf, yalan söyleme, durumu kendi lehine çevirebilmek adına yanlış bilgi verme,
aldatma- hile yapma ) durumu zorlaştırır ve izlenmesi gereken kurallar ve standartlar
zorlaşmaktadır.
Bu konuda Lewicki vd. (2001:164), müzakerelerdeki etik davranışların genel olarak
ortaya konmuş ahlaki kurallarla ve etik standartlarla ilişkilendirilmesi gerektiğini ifade
etmektedir.
Müzakere Süreci
Müzakere sürecinde öncelikli davranış amaç ve sonuç kavramlarını etik teoriler kapsamında
hazırlamaktır. Müzakere esnasında en iyi olana mı yoksa kural ve ilkelere uygun olana mı
uymak gerekmektedir yaklaşımını tarafların öncelikli olarak bilmesi ve bilgi akışını doğru
sağlaması gerekmektedir. Karşı taraf hakkında müzakere öncesi bilgi sahibi olmak müzakerenin
daha etkili ilerlemesini ve doğru taktiklerin kullanılmasını sağlamaktadır ( Ergeneli,2006).
58
Ayrıca taraflar tamamen açıklık ya da yalana yönelmek yerine orta yolu bularak
kendilerini de riske atmadan doğru zamanlama ve pozisyonla karşı tarafı ikna yoluna
gitmelidirler(Rubin & Brown, 1975 ).
Müzakerecilerin uyguladıkları taktik ve stratejileri değerlendirmenin üç standardı vardır:
Etik, mantık ve uygulanabilirliktir ( Missner, 1980 ).
Etik Olmayan Davranışın Güdüleri
Müzakere sürecinde müzakereciler, kendi gücünü artırmak ve amaçlarına ulaşmak için etik
olmayan davranışlarda bulunabilmektedir (Çetin, 2007:444-461).Kişisel davranışların ve
ekonomik sistemin birçok boyutu etik olmayan davranışları güdüler. Bunlar; kazanç, rekabet,
adalet, reklam olarak sıralanabilir fakat reklam etik konusuyla direkt yollu bir bağlantısı
olmadığı için genel olarak diğer üç konu üzerinde durulmaktadır.
Kazanç, müzakere esnasında bir tarafın avantajlı duruma geçmesi, kar ve yarar sağlaması
diye ifade edilebilir. Ayrıca müzakere sürecinde önemli bir unsurdur ve motivasyon açısından
önemlidir.
Rekabet, kıt kaynaklarla insanların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışması ve bu sebeple oluşan
duruma rekabet denilebilir. Müzakere esnasında çoğunlukla zorunlu rekabet ortamı oluşur.
Adalet, müzakere sürecinde dürüstlük, çıkarların etik davranış kurallarına göre ilerlemesini
sağlamak kapsamın da değerlendirilebilir. Ayrıca adil olma en önemli etik kurallarından biridir.
Müzakere esnasında dürüst olunmadığını hisseden müzakereci farklı tepkiler verebilir ve bu
tepkiler kötü sonuçlar doğurabilir. Bu kriterler müzakerecinin karar alırken kullanmaları
gereken etik kriterlerdir.
Etik Açıdan Yanlış Davranış Fonksiyonları
Etik açıdan taktikler genellikle iki gruba ayrılarak incelenebilir:
Doğrudan söyleme ( truth-telling) taktikleri ve amaç- sonuç ( means- ends) taktikleridir.
Bunlardan herhangi birini kullanmadaki amaç, müzakerecinin pazarlık ortamındaki gücünü
arttırmaktadır (Lewicki, Litterer, Minton, Saunders, 1994; s. 388).
Bilgi çok güçlü bir faktördür, çünkü müzakere tamamen verilen ve alınan bilgilere
(gerçekler, argümanlar, yasalar) dayanmaktadır. Bu yüzden taraflardan biri doğruyu söylememe
yolunu seçerse, bilgi alış verişi süreci olumsuz etkilenmektedir. Yalan söyleyen taraf
müzakerecinin “ dürüstlük” dengesini bozabilir. Blöf yapma, tehdit etme, yanlış bilgi verme vb.
taktikleri kullanarak yalan söyleyen müzakereci, karşı taraf karşısında avantajlı duruma
59
geçmektedir. Karşı taraf bir kez böylesine bir taktikle karşılaşırsa, müzakereciye olan güvenini
kaybeder ve her söylediğine inanıp inanmama çelişkisine düşebilir.
Amaç- sonuç ilişkisi etik açıdan yanlış olan ikinci grup davranışlara girmektedir. Bu
taktikler müzakereciye ek güç verir, doğruyu söyleme taktiklerinden farklı olarak gücün çeşitli
şekillerini kazandırabilir. Bunlar algılanan imaj, deneyim, pozisyon veya karşı tarafı
ödüllendirme veya cezalandırma yeteneğidir. Bu tür taktiklerden bahsedecek olursak; karşı
tarafa ödül, hediye veya rüşvet teklif etmek, karşı tarafın bilgilerini çalmak için casus
kullanmak, bilgilerini çalmak, karşı tarafı dinlemek veya gözetlemek, imajını sarsmak için
çabalamak, karşı tarafı suçlayıcı tavırlarla küçümsemek, aşağılamaya çalışmak, karşı tarafı
yanlış tanıtmak statüsünü sarsmak gibi sayılabilecek taktiklerdir.
Sonuç olarak, müzakereciler hem yalan söyleme, blöf yapma, yanlış bilgi verme, hem de
amaç- sonuç taktiklerini güç kazanmak için kullanırlar. Bu güce ise, ya bilgiyi değiştirerek ya
da karşı tarafın müzakere pozisyonunun otoritesini sarsarak elde ederler. Bu taktikleri
kullanmanın sonuçlarına, karşı taraf müzakerecisi ve gözlemciler katlanmak zorunda kalırlar.
Birçok çalışma da temel olarak kabul edildiği görülen davranışlar vardır. Bunlara
müzakerelerde etik olmayan davranışlar ve kullanılan bazı taktikler adı altında Tablo-1’de yer
verilmiştir.
Tablo 1.Müzakerelerde Etik Dışı Davranışlar ve Kullanılan Taktikler
Müzakerelerde Etik Dışı Davranışlar Kullanılan Taktikler
Geleneksel rekabetçipazarlık
Aşırı ilk yüksek teklifle müzakereye başlamak, acelesi
yokmuş gibi davranmak,
Karşı tarafın sosyal ilişkilerine saldırıda
bulunmak
Karşı tarafı başkalarının ve amirinin (patronunun) yanında
küçük düşürmek, amirinin (patronunun) yanında kötülemek
Boş vaatlerde bulunmak
Sahte tehditlerde veya boş vaatlerde bulunmak, ödün
vereceğini
söyleyerek karşı taraftan ödün istemek
Gerçeğe aykırı bilgi vermek
Karşı tarafa kasıtlı olarak yanlış bilgi vermek, müzakere
sürecineilişkin amirine yanlış bilgi vermek
Uygun olmayan yollardanbilgi toplamak ve
kullanmak
Rüşvet vermek, bilgi sızdırmak, casusluk yapmak, karşı
taraftan
birisini kandırarak bilgi almak
Tablo 1: Kaynakça: ( Lewicki, 2001:170)- ( Aktaran: Erkuş, 2009)
60
Müzakerelerde Etik Dışı Davranışları Etkileyen Faktörler
Müzakerecilerin etik dışı davranışlarını etkileyen faktörleri üç ana başlık altında
toplanabilmektedir. Kısaca bunlardan bahsetmek gerekirse;
Kişisel ve demografik faktörler; müzakerelerdeki etik davranışları etkileyen faktörlerin
başında gelmektedir. Aynı zamanda, güven taraflar arasında olumlu bir atmosfer yaratırken,
engelleri kaldırır ve iletişimi kolaylaştırır, aralarındaki ilişkiyi güçlendirir(Ross, W.and
LaCroix, J. 1996).
Müzakere sürecinde ki temel faktörlerden birisi de kültürdür. Kültür, müzakerecinin
değerlerini, düşüncelerini, davranışlarını, yaklaşımlarını etkileyen bir faktördür(Cohen, R.1993).
Bazı araştırmacılar, uluslararası müzakerelerde kültürün önemli bir değişken olarak ele
alınması gerektiğini vurgulamaktadır (Adler,1991:182; Lin, X. and Miller, S.J.2003). Çünkü
kültür, müzakerecinin bireysel özelliklerini etkilediği gibi, süreç içerisindeki davranışlarını da
etkileyebilir. Bu nedenle kültürel farklılıklar müzakerecilerin etik ve etik olmayan davranışları
arasında farklılıklar doğurabilmektedir. (Lewicki, Roy J., Saunders, David M. ve Minton, John
W. 2001).
Müzakerenin yapısı ve sürecinden kaynaklanan şartlar da etik dışı davranışların ortaya
çıkmasına neden olabilecek olan durumsal faktörler vardır. Volkema ve Fleury, müzakerelerde
ki etik dışı davranışların nedenlerini sürecin ve zaman kavramının bireyin davranışlarını
etkileyebileceğini belirtmektedir(Volkema ve Fleury, 2002: 384).Çünkü zaman baskısı ve
kısıtlaması, müzakerecileri anlaşma için zorlayıcı bir etkiye sahiptir. Stuhlmacher vd.(1998:97)
yaptıkları araştırmada müzakere sürecinde zaman baskısının işbirlikçi davranışı artırdığını
belirlemiştir. İşbirlikçi davranışlar gösteren bireyler etik dışı davranışlarda bulunmayabilirler.
Müzakere sürecinde taraflar arasındaki ilişki oldukça önemlidir. Bireylerin yabancılara karşı
etik dışı davranış sergileme olasılıkları daha yüksektir.(Schweitzer, Maurice E. ve CROSON,
Rachel T.A. 1999).
Lewicki ve Spencer(1991) da müzakerelerde uzun dönemli ilişkilerin etik dışı davranışları
azaltıcı bir etkiye sahip olduğunu ifade etmektedir (Aktaran Rivers,C. ve Lytle, A.L.
2007:21).Tarafların müzakere esnasında kullandıkları taktiklerin etik olup olmadığına karar
verebilmek için Lewicki ve Spencer (1990) ın yapmış olduğu araştırmaya göre hazırladıkları
taktikleri uyguladıkları kişilerden ortak noktalara ulaşmışlardır. bu taktikler doğru söyleme ve
amaç-sonuç prensiplerine dayanmaktadır. Önemli noktalara kısaca değinmek gerekirse;
müzakerede verilecek olan bilgilerin yanlış olması, tehdit içerikli olması, yalan söylenmesi, blöf
yapılması, hile yapılması, gerçeklerin saklanması, zaman sınırının varlığına rağmen yokmuş
gibi davranılarak baskı uygulanması, taleplerin yüksek tutularak hedeflerin gerçekleşme
olasılığının düşürülmesi, güvenin sarsılması gibi kavramlara ulaşmışlardır.
61
Müzakerelerde Etik Dışı Davranışların Müzakere Sürecine ve Sonuçlarına
Etkileri
Müzakerecilerin, süreç içerisindeki etik olmayan davranışlarının müzakere sürecine ve
sonuçlarına önemli etkileri bulunmaktadır. Ancak, müzakerelerin ekonomik sonuçlarının değil,
karşı tarafa güven vermek ve ilişkileri geliştirmek gibi sosyal sonuçlarının önemli olduğu
belirtilmektedir(Scroth, Holly A. 2008). Müzakerelerde tarafların etik olmayan davranışlar
içinde olmaları olumsuz sosyal sonuçlara neden olabilir. Tarafların etik olmayan davranışlar
göstermesi ve taktikleri kullanması, birbirine karşı olumsuz düşünce yaratırken, sürecin de
olumsuz yönde etkilenmesi kaçınılmaz olmaktadır. Bireylerin birbirlerine karşı katı davranışları
artabilir, gelecek müzakereler için fırsatlar kaçabilir ve karşı tarafla ilişkiler
zedelenebilir(Volkema vd.,2002).
Ayrıca bu tür davranışlar taraflar arasında olumsuzluk yaratırken arzu edilen sonuca ulaşmak
zorlaşacak, güven kaybı oluşacak ve her davranışa şüphe ile yaklaşılacaktır(Tenbrunsel,
1998:331).
Etik dışı davranışların diğer sonucu da müzakerecinin imajını olumsuz etkilemesidir.
Müzakerecinin etik konusunda kötü bir imaja sahip olması, güvensiz bir ortam yaratabilir,
dolayısıyla müzakere süreci ve sonuçları da olumsuz olabilir (Reitz vd.1998). Bunun yanında,
etik konusundaki olumsuz imajı müzakereciyi uzun dönemde etkileyecektir(Schweitzer,vd.
2005).
Etik olmayan taktikler kullanan müzakereciler olumlu ya da olumsuz sonuçlarla
karşılaşabilirler. Aslında bu taktiklerini ne kadar iyi uyguladıkları ve çevredekilerin bu davranışı
nasıl gördükleri ile ilişkilidir. Müzakerecinin taktiğinin doğru olup olmadığına, taktiğin
uygulanması esnasında nasıl karşılandığınagöre değişir.
Müzakereciler bu taktikleri kullanmanın kendilerinin tanıtımına ne kadar zarar verdiğini
genelde düşünemezler. Bu yüzden sonuçlar, çevredeki izleyicilerin, muhatapların bu taktikleri
ne kadar olumlu karşıladığına göre değişir. Bu sonuçlar olumlu veya olumsuz da olsa bu
müzakereciye olumlu ya da olumsuz geri dönecektir. İlk olarak taktiğin başarılı veya başarısız
olmasının sonuçları nasıl etkilediğini değerlendirilecektir.
Taktiğin müzakereciye sürekli olumlu sonuçlar doğurması ve kimsenin müzakerecinin
taktiklerinin etik olup olmadığına bakmaması adil olmayan yöntemin kullanımını arttırır çünkü
müzakereci bunun kendine bir zarar vermediğini düşünür. Oysa adil olmayan yöntemlerin
kullanımının cezalandırılması ve engellenmesi gelecekte de müzakerecinin stratejilerini
oluştururken adil olmayan taktiklerden uzak durmasını sağlar.
İkincil olarak taktiklerin sonuçları, müzakerecinin kendi üzerindeki etkisiyle değişebilir.
Mesela diğer müzakereciler bu adil olmayan davranış sonucunda çok büyük yara almışsa
62
müzakereci kendi biraz kötü hissedebilir. Diğer yandan bu taktiklerin kullanılması
müzakerecinin ününe büyük zarar verebilir ve müzakereciler çoğu zaman kısa zaman aralığını
düşünerek hareket ettikleri için bu sonucu ihmal ederler. Diğer yandan olumlu sonuçların
yaşanması halinde müzakereciler bu taktiklerin kullanılmasını işin bir parçasıymış gibi görmeye
başlarlar.
Son olarak müzakerecinin adil olmayan taktiğine göre rakibinin tavrı sonuçları değiştirir.
Eğer adil olmayan bir yöntem kullanıldığını rekabetçi diğer gruplar anlamazsa sadece
hissedecekleri şey müzakereyi kaybetmenin hayal kırıklığıdır. Fakat adil olmayan yollarla saf
dışı bırakıldıklarını anlarlarsa tepkileri çok büyük olabilir. Diğerleri böyle adil olmayan yollarla
saf dışı bırakıldıkları için kendilerini biraz ahmak hissedebilirler ve kızarlar. Bunun sonucunda
çoğu müzakereci bunu hazmedemez ve intikam almak için fırsat kollamaya başlarlar.
Görüldüğü gibi kısa dönemli getirileri olan adil olmayan taktikler, uzun dönemli düşmanlıklara
neden olabilir ve diğer müzakerecilerinde bundan haberdar olmalarına neden olabilir.
McCornack ve Levine (1990) adil olmayan yollarla elde edilen zaferler müzakereciler ve
hatta sosyal hayattaki insanlar üzerinde çeşitli etkilere neden olabilir. Söylenmiş basit bir yalan
bile bir ilişkinin tamamen bitmesine neden olabilir. Hele bu etik olmayan davranışın sonuçları
çok büyük ve ciddi ise gruplar arası güven ortamı da ciddi olarak zedelenebilir.
Sonuç olarak müzakerelerde etik olmayan davranışların, müzakere sürecini ve sonuçlarını
etik kuralların ihlaline göre olumlu ya da olumsuz olarak etkileyeceği söylenebilir. Olumsuz
sonuçların, hem ekonomik hem de sosyal açıdan ele alınması ve bu olumsuzlukları engelleyecek
şekilde tarafların davranması önem kazanmaktadır.
Türkiye ile AB Üyelik Sürecinde Gerçekleşen Müzakerelere Tarihsel Bir Bakış
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri 31 Temmuz 1959 yılında, Avrupa Ekonomik
Topluluğuna başvurması ile başlayarak, 12 Eylül 1963’de İnönü Hükümeti ve Topluluk
yetkilileri arasında imzalanan Ankara Anlaşması ile ivme kazanmaya başlamış ve 1 Aralık
1964’te yürürlüğe girmiştir.
Ankara Anlaşması uyarınca Türkiye ile AET ortaklığının 3 dönemi olmuştur. Bu dönemler;
1) Hazırlık Dönemi: ( 1964-1972) bu dönemler de amaç Türk ekonomisini güçlendirmek
ve Gümrük Birliği’ne geçişe hazır duruma getirmektir.
2) Geçiş Dönemi: 1 Ocak 1973’te Katma Protokol’ün yürürlüğe girmesiyle başlayan
dönemde hedeflenen durum Gümrük Birliği’nin kurulmasıdır.
63
3) Son Dönem: Bu dönemde asıl durum Ankara Anlaşması’ndaki 5. Maddeye dayanır. 5.
Madde şu şekildedir: “ Son dönem Gümrük Birliği’ne dayanır ve Akit Tarafların
ekonomi politikaları arasındaki koordinasyonun güçlendirilmesini gerektirir”.
Ortaklık rejimini Brüksel’deki sürekli yönetim organı durumunda olan Ortaklık Komitesi
yürütmektedir. TBMM ve Karma Parlamento Komisyonu ortaklığın demokratik denetimini
yapmakla yükümlüdürler.
Katma Protokol’ün 36. maddesine göre 1976 ile 1986 yılları arasında kademeli olarak
gerçekleşmesi gereken işçilerin serbest dolaşımı bir türlü hayata geçirilememiş, aksine 1974
yılında petrol krizinden sonra Batı Avrupa’da yaygınlaşan işsizlik, yabancı işçi alımının
durdurulmasına ve bir bölümünün ülkelerine geri gönderilmelerine yol açmıştır. 1980 yılında
Batı Almanya, Benelüks ülkeleri ve Fransa’nın Türk vatandaşlarına vize uygulamaya başlaması
soruna yeni bir boyut eklemiştir (Çayhan ve Ateşoğlu Güney, 1996:100).
1978 yılında iktidarda bulunan Ecevit hükümeti, Toplulukla olan ilişkilerini yeni bir
çerçevede düzenlemek ve ortadaki sıkıntıları gidermek için Türkiye’nin yükümlülüklerinin 5 yıl
süreyle dondurularak, mali destek talebinde bulunmuş fakat Topluluk talep edilenlerden sadece
beş yıllık dondurulacak olan dönemin kabul edildiğini açıklamıştır.
12 Eylül 1980 askeri darbesi Türkiye – AT ilişkilerinde siyasal yönden sorunlu dönemin
başlangıcıdır denilmektedir. 12 Eylül’ün ardından Türkiye’ye karşı ihtiyatlı bir tavır alan AT,
ilişkileri hemen askıya almak yerine gelişmeleri izlemeyi tercih etmiştir.
1981 yılında Topluluğun Türkiye’ye karşı olumsuz tutumu belirginleşmiş, Avrupa
Parlamentosu (AP), 22 Ocak 1982’de aldığı bir kararla KPK’nın AP kanadının iptal edildiğini
açıklamış, Komisyon ve Konsey’e de, Türkiye’de insan hakları ve demokratik özgürlükler
sağlanana dek, mali yardımın askıya alınması tavsiye etmiştir (Eralp, 1996:47; Çayhan ve
Ateşoğlu Güney, 1996:103).
14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye resmen tam üyelik başvurusunda bulunmuş ve özellikle
1987’den
sonra Topluluğa uyum konusunda oldukça önemli gümrük indirimleri olmuştur. Türkiye’nin
başvurusunu değerlendiren komisyon 1989 tarihinde reddini uygun bulmuştur. Gerekçeleri
arasında siyasal sorunlar, yüksek enflasyon, işsizlik, demokratikleşme ve insan hakları
konularında uyum sorunları yaşanacağı yönünde olmuştur. Komisyon’un raporu 5 Şubat
1990’da toplanan Bakanlar Konseyi tarafından aynen kabul edilmiştir.
6 Mart 1995’te yapılan 36. Ortaklık Konseyi toplantısında alınan Gümrük Birliği kararı 1
Ocak 1996’dan itibaren yürürlüğe girmiş olup Ankara Anlaşması’nın son dönemini başlatmıştır.
Ayrıca Türkiye, tam üye olmadan Gümrük Birliği’ne giren ilk ve tek ülkedir.
64
12 – 13 Aralık 1997’deki Lüksemburg Zirvesi’nde Avrupa Birliği genişleme ile ilgili
kararında, Başkanlık Bildirgesi’nin Türkiye’ye ayrılan 31-36. paragraflarında, Türkiye’nin tam
üyelik için ehil olduğu ve diğer adaylarla aynı kriterlere göre değerlendirileceği vurgulanıyor ve
Türkiye için bir Avrupa stratejisinin hazırlanacağı, bu stratejinin hangi alanlarda geliştirileceği
belirtiliyordu. Türkiye diğer adaylarla birlikte Avrupa Konferansına çağırılıyordu fakat AB’nin
uzun bir beklenti listesi de mevcuttur. Bu durumdan rahatsızlık duyan Türkiye konferansa
gitmeyi reddetmiş ve AB ile aralarında yine bir kritik döneme girilmiştir.
22 Temmuz 1998 tarihinde “Türkiye ile AB Arasındaki İlişkilerin Geliştirilmesi için
Strateji” başlıklı bir belgeyi Komisyon’a sunan Türkiye, Lüksemburg Zirvesi’nden sonra, en
azından ticari ve ekonomik işbirliğini amaçlayarak bu ilişkilerin siyasi alanda yaşanan
sıkıntılardan etkilenmesini önlemeye çalışmıştır (Kabaalioğlu, 1999:142).
10-11 Aralık 1999’da gerçekleşen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’yi ilgilendiren üç madde
mevcuttur. Bu maddelerde; Türkiye “aday” ilan edilmiştir ama, 13 aday ülke arasında sadece
Türkiye ile tam üyelik görüşmelerine başlanmamıştır. Çünkü AB Türkiye’yi Avrupalı gibi
görme konusundaki tereddütlerini giderememiştir.
7-9 Aralık 2000’de gerçekleşen Nice Zirvesinde Türkiye’ye AB’nin 10 yıllık genişleme
sürecinde yer verilmeyeceği kararı alınmıştır. Helsinki Zirvesinde adaylık verilen Türkiye için
bu olumsuz bir durum olup, adaylık askıya alınmıştır.
Türkiye’nin 2000’li yıllarda başardığı büyüme hızı Avrupa Birliği ortalamasının üstünde
olmasına karşın, bütçe açığı, dış borç, işsizlik gibi durumlardan dolayı AB ortalamasının altında
kalmaktadır. Türkiye’nin yüksek nüfus artışı da AB ülkeleri tarafından sorun olarak
görülmektedir.
Aynı zamanda, Türkiye’nin bazı komşu ülkelerle arasındaki ilişkiler Avrupa Birliği’yle
olan ilişkilerinde sık sık görüşülmektedir. Bu ilişkilerin başında Kıbrıs Sorunu, Türkiye-
Yunanistan ilişkileri, Türkiye- Ermenistan ilişkileri gelmektedir.
Bazı Avrupa Birliği üyeleri Türkiye’nin coğrafi konumu, tarihsel kimliğinin AB’ne
uygun olmadığını düşünmektedir. Türkiye’nin büyük ölçüde Asya kıtasında bulunması ve AB
üyeliğine kabul edilmesi halinde Fas gibi Avrupa’nın uç köşelerinde yer alan ülkelerinde AB’ye
katılmak isteyeceği ileri sürülmektedir.
Fakat Türkiye’nin Avrupa’da yer alan bölümünün birçok AB üyelerinin toplam
yüzölçümlerinden büyük olması, Türkiye’nin Avrupa’yla yüzyıllardır devam eden ilişkilerinin
bulunması, Türkiye’nin AB’ye üyeliğini istemeyenlere karşı durmaktadır. Ayrıca Asya’da
bulunan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2004’te AB’ye katılmasıyla istenmeyen ters görüşler tamamen
güncelliğini kaybetmiştir.
65
12-13 Aralık 2002 tarihli Kopenhag Zirvesi’nin Sonuç Bildirisi’nde, Türkiye’nin diğer
aday ülkelere uygulanan kriterler temel alınarak Birliğe katılacak olan bir aday ülke olduğunu
belirten 1999 tarihli Helsinki Kararı hatırlatılmış, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini karşılama
yönünde attığı adımlar memnuniyetle karşılanmıştır. Eğer, Aralık 2004’deki AB Konseyi,
Komisyon’un raporu ve tavsiyesi üzerine Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini karşıladığına
karar verirse, AB’nin Türkiye ile katılım müzakerelerini geciktirmeksizin başlatacağı
vurgulanmıştır. (Financial Times, 3 September 2003)
17 Aralık 2004 tarihinde Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye'nin katılma müzakerelerinin 3
Ekim 2005 tarihinde başlamasına karar vermişlerdir. Başlayacak müzakerelerin ne kadar sürede
tamamlanacağı konusunda kesin bir karar verilmemiştir.
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiyenin_Avrupa_Birligi_Üyelik_Süreci)
Türkiye’nin AB ile müzakereleri, Müzakere Çerçeve Belgesi kapsamında, toplumsal yaşamın
her alanını ele alan 35 fasıldan oluşmaktadır. Bu fasıllar AB konseyinin açılış ve kapanış
kriterlerini yerine getirme durumuna göre açılır ya da kapatılır.
Türkiye’nin katılım müzakerelerinde 16 fasıl müzakereye açılmış, bir tanesi geçici olarak
kapatılmıştır. Kapanan madde 25. Madde olarak belirtilmiştir. Açılan fasılları tarihleriyle
belirtmek gerekirse;
*25) Bilim ve Araştırma (müzakerelere geçici olarak kapanmıştır)(Avusturya,
12.06.2006)
2007 yılında Almanya ve Portekiz’in Dönem Başkanlığı sırasında açılan müzakere faslı sayısı
beştir.
*20) İşletme ve Sanayi Politikası (Almanya, 29.03.2007)
* 18) İstatistik (Almanya, 26.06.2007)
* 32) Mali Kontrol (Almanya, 26.06.2007)
* 21) Trans-Avrupa Ağları (Portekiz, 19.12.2007)
* 28) Tüketicinin ve Sağlığın Korunması (Portekiz, 19.12.2007)
2008 yılında Slovenya ve İrlanda’nın Dönem Başkanlığın da açılan toplam fasıl sayısı dört
olmuştur. İrlanda’nın Dönem Başkanlığında açılan fasıl olmamıştır. Aynı dönemde Türkiye ile
AB arasında “ Şirketler Hukuku” ve “ Fikri Mülkiyet Hukuku” fasıllarında müzakerelere
başlanmıştır.
* 6) Şirketler Hukuku (Slovenya, 17.06.2008)
* 7) Fikri Mülkiyet Hukuku (Slovenya, 17.06.2008)
* 4) Sermayenin Serbest Dolaşımı (Fransa, 19.12.2008)
66
* 10) Bilgi Toplumu ve Medya (Fransa, 19.12.2008)
2009 yılında ise Çek Cumhuriyeti ve İsveç’in Dönem Başkanlığında iki fasıl müzakereye
açılmıştır. 2 Ekim 2009 tarihinde İrlanda’da referandum yapılarak Lizbon Antlaşması kabul
edilmiştir ve Dönem Başkanlarının da imzasıyla yürürlüğe girmiştir.
* 16) Vergilendirme (Çek Cumhuriyeti, 30.06.2009)
*27) Çevre (İsveç, 21.12.2009)
Türkiye’nin AB üyeliğine destek veren ülkelerden biri olan İspanya’nın 2010 yılında Dönem
Başkanlığı’nda bir fasıl müzakereye açılmıştır.
* 12) Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı (İspanya, 30.06.2010)
Üç yıllık bir aradan sonra 5 Kasım 2013 tarihinde yapılan Hükümetler arası Katılım
Konferansında bir fasıl müzakereye açılmıştır.
* 22) Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu (Litvanya,05.11.2013)
14 Aralık 2015 tarihinde Brüksel’de gerçekleşen Katılım Konferansında da bir fasıl müzakereye
açılmış ve toplam fasıl sayısı 15’e yükselmiştir.
* 17) Ekonomik ve Parasal Politika (Lüksemburg, 14.12.2015)
30 Haziran 2016 tarihinde gerçekleşen Hükümetler arası Katılım Konferansı’nda bir fasıl
müzakereye açılmış ve fasıl sayısı 16 olmuştur. Fakat bir fasıl kapatılmıştır. 15 başlıkta ise
müzakereler devam etmektedir. AB Komisyonun tavsiyesi ile 8 başlıkta ise müzakereler askıya
alınmıştır.
* 33) Mali ve Bütçesel Hükümler (Hollanda, 30.06.2016)
http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?id=371#sthash.A4pvPz3m.dpuf
http://www.ab.gov.tr/65.html Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan bir diğer önemli gelişme 16 Mart 2015 tarihinde Türkiye-
AB Üst Düzey Enerji Diyaloğu'nun başlatılmasıdır. Türkiye’nin hem aday ülke olarak hem de
AB’nin enerji güvenliğine önemli katkılar sağlayan bir ülke olarak enerji alanındaki AB ile
uyum sağlanması hususunda önemli bir ilerleme kaydettiğine dikkat çekilirken, Üst Düzey
Enerji Diyaloğu kapsamında tarafların yılda en az bir kere bakanlar düzeyinde bir araya
geleceği belirtilmiştir. Türkiye-AB Üst Düzey Enerji Diyaloğu’nun AB müzakere sürecine
alternatif teşkil etmeyeceğinin, tam aksine süreci tamamlayacağı ve destekleyeceğinin ifade
edilmesi önemlidir.
29 Kasım 2015 tarihinde düzenlenen Türkiye-AB Zirvesi ikili ilişkilere ivme kazandırılması
açısından son derece önemlidir. Türkiye'yi Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun temsil
ettiği Zirveye 28 AB üye ülkesinin devlet ve hükümet başkanları ile AB Konseyi, AP ve Avrupa
Komisyonu başkanları katılmıştır. Zirvede katılım müzakereleri, vize serbestisi süreçleri,
Gümrük Birliği'nin güncellenmesi, üst düzey diyalog mekanizmalarının yanı sıra Türkiye'de
67
bulunan Suriyeli göçmenlere yönelik AB mali desteği, düzensiz göç ve terörizmle mücadele
konuları ele alınmıştır.
http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?id=371#sthash.A4pvPz3m.dpuf
İlk olarak 1959 yılında gündeme gelen AB üyelik süreci 2016 yılı da dahil olmak üzere
devam etmiş fakat sonuçlanamamıştır. Müzakerelerde gerekli etik kurallara uyulmadığı
görülmektedir. Müzakere sürecinde beklenen ve verilen sözlerin tutulmadığı, zaman kısıtının
önemsenmediği ve desteklenmesi gereken durumlarda zıt görüşlerle karşılaşıldığı
görülmektedir.
2016 yılında yaşanan mülteci olaylarıyla AB ilişkileri daha çok gerilmeye başlamıştır. 2017
yılında da birçok sorunla AB ilişkileri sınanacağa benzemektedir. Literaür kısmında bahsedilen
etik olmayan kurallar müzakerelerde uygulandığı için karşılıklı ilişkiler sarsılmaktadır.
Öncelikle karşılıklı ilişkileri müzakerelerde açılan fasılların yerine getirilmesi ve korumasıyla
sağlamlaştırmak gerekmektedir.Fakat Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerin tamamı Türkiye’nin
üyeliğine olumlu bakmadığı için müzakereler de etik davranışlarda bulunmamışlardır.
Türkiye’nin coğrafi durumunu avantaj olarak gören AB üye ülkelerinden bazıları ise
Türkiye’nin AB üyeliği için tam destek olmuşlardır.
Avrupa Birliği ile olan müzakerelerden bahsederken Kıbrıs Sorununu da ele almak gerekir.
Çünkü Kıbrıs sorunu AB ilişkilerini etkileyen sorunların başında gelmektedir.
Kıbrıs sorunu aslında AB tarafından ilk başlarda ilgilenilmesi gereken bir sorun olarak
görülmemiş, oysa 1974 harekâtından ve 1990’da Kıbrıs Rum Yönetiminin AT’ye tam üyelik
için başvurusundan sonra Kıbrıs sorunu AB’nin kendi iç sorunu haline getirilmiştir. Kıbrıs
Sorunu, GKRY’nin 4 Temmuz 1990’da Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB’ye tam üyelik
başvurusunda bulunması ve AB komisyonun olumlu görüşünün ardından AB’nin bir aktör
olarak devreye girmesi ile birlikte yepyeni bir boyut kazanmış; Kıbrıs sorunu
“Avrupalılaşmış”tır. GKRY’nin 2004 yılında AB’ye üye olmasıyla birlikte Türkiye’ye karşı bir
önkoşul haline gelmiştir. Rum-Yunan ikilisinin etkili propagandaları ve veto tehdidi nedeniyle
de Türkiye-AB ilişkilerini etkileyen en önemli sorunlar arasında görülmektedir.
Müzakereler de taraflar kendi gücünü artırmak ve amaçlarına ulaşmak için rekabet ortamı
oluşturmaya, olmayan durumları olmuş ya da olması muhtemel şekillerde anlatarak süreci zora
sokmaya çalışırlar. Böyle durumlarda etik kurallara uyulmadığı için etik dışı davranış sergilenen
müzakereler diye adlandırılabilir.
Etik dışı davranışlardan literatür kısmında bahsedilmiştir. Yalan söylemek, blöf yapmak,
yanlış bilgi vermek, talebin istenenden yüksek tutularak geri adım atılmasına sebebiyet vermek
gibi sayılabilecek davranışlar etik dışı davranışlardır. AB ile ilişkilerimizin iyi yönde
ilerlememesi için üyeliğimizi istemeyen ülkelerin de uyguladığı etik dışı davranışlar yapılan
müzakereleri olumsuz etkilemiştir.
68
Uçak Bileti Fiyatlarını Düşürecek Müzakereler
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Yıldırım, "AB yetkililerince Türkiye ile Avrupa
havacılığının entegre olmasını sağlayacak anlaşma için müzakere başladı" dedi.
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Avrupa Birliği (AB)
yetkililerinin, Türkiye ile Avrupa havacılığının entegre olması için anlaşma teklif ettiklerini
belirterek, “Anlaşmanın Türkiye’nin istediği kapsamda gerçekleşmesi durumunda, AB ile
Türkiye arasında hizmet veren havayolu şirketleri sınırsız uçuş gerçekleştirebilecektir. Böylece,
havayolu şirketleri arasındaki rekabet artacağından uçak bilet fiyatları da düşecek” demiştir.
Yıldırım, AB yetkililerinin, Türkiye’yi “havacılıkta AB’nin en büyük partneri” olarak
gördüklerini ve ilişkilerin özel hale getirilmesini istediklerini dile getirerek, bu amaçla AB
tarafından “Kapsamlı Havacılık Anlaşması” önerildiğini söylemiştir.
AB’nin 7 Aralık 2014’te açıklanan Havacılık Stratejik Belgesi’nde Türkiye’nin “anahtar
ülke” olarak tanımlandığına işaret eden Yıldırım, “Dolayısıyla anahtar ülke olarak gördükleri
Türkiye’ye küçük küçük anlaşma yerine kapsamlı bir anlaşma önerdiler. Amaç, Türkiye ile AB
havacılıkta bütünleşsin. Biz, havacılık sektörü ve devletin ilgili kurumlarının temsilcileriyle
daha önce bir toplantı yaptık. Bu toplantıda, böyle bir anlaşmanın sektör tarafından nasıl
karşılanacağını konuştuk. AB yetkilileriyle yapılan müzakere de, karşı tarafın bize tekliflerini
dinledik” değerlendirmesinde bulunmuştur. AB tarafından 6 bölgeye anlaşma önerildiğini dile
getiren Yıldırım, “Bunlar içinde Türkiye’ye en geniş kapsamlı anlaşmayı önerdiler. Bu ayın
başında yapılan toplantıda, bu anlaşmanın neleri kapsayacağı belirlendi. Şimdi Türkiye’den bu
teklife cevap bekliyorlar. Biz, cevap öncesi teknik hazırlıklara başladık” demiştir. (
31.01.2016)(http://www.yenimeram.com.tr/ucak-bileti-fiyatlarini-dusurecek-muzakere-basladi-
176055.htm)
Türkiye ile AB arasında yapılan müzakereler de verilen teklifi değerlendirdiklerini ve cevap
öncesi teknik hazırlıklar yapıldığını söyleyen Yıldırım; gelecekte olası durumları önceden
öngördüğü açıklamaların da bulunmuştur. Yapılan bu müzakereler görüldüğü üzere tarafların
kendi çıkarlarını ön planda tutması aynı zamanda Türkiye’nin bir aktarma merkezi haline
geleceğinin görülmesi ve bu durumlardan faydalanmak isteyen Avrupa ülkelerinin müzakere de
ılımlı teklifler ile Türkiye’ye gelmesi beklenen bir durumdur. Müzakere de etik dışı bir davranış
görülmemiştir.
69
Sonuç
Günümüzde teknolojik gelişmelerin, bilgiye ulaşmanın kolaylığı ve küreselleşmenin
etkileriyle örgütler arasındaki ilişkilerin karmaşıklaşması ve etik konuların önem kazanması,
günümüzde müzakereleri ve buna bağlı olarak müzakerelerde etik davranışları gündeme
getirmektedir.
Müzakere sürecine etki bireysel, kültürel ve durumsal faktörlerin çokluğu müzakerelerde etik
davranışların anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Müzakerelerde etik dışı davranışlar müzakere
sürecini doğal olarak da sonuçlarını olumsuz yönde etkilediği, taraflar arasında gelecekte iyi
ilişkiler kurulmasını engellediği görülmektedir. Fakat müzakerelerin doğası gereği taraflar
birbirlerini etkilemek, amaçlarına ulaşmak için bazı taktikler kullanmak ve davranışlar
sergilemek durumundadırlar.
Gelecekteki ilişkilerinin daha kuvvetli olmasını isteyen müzakerecilerin etik konusuna önem
vermeleri ve kurallar çerçevesinde ilişkilerini sürdürmeleri gerekmektedir. Yukarıdaki
çalışmamızda yapılan literatür taraması ve araştırmalar sonucunda uluslararası kurum ya da
kuruluşlar, özel sektörler, işletmeler kısacası müzakere etiğinin uygulanacağı her yerde bu
kavramların daha gelişmiş olduğu gözlenmektedir.
Müzakere etiğinin algılanmasına ilişkin müzakereye katılanların bazı davranışları daha kabul
edilebilir olarak algıladığı, bazılarının ise kabul edemediği söylenebilir. Bireylerin
müzakerelerde farklı etik dışı davranışlarda bulunma nedenlerinden birisinin de kültür olduğu
daha önce belirtilmişti. Örneğin; yanlış bilgilendirme davranışları katılımcılar tarafından
kültürlere göre daha kullanılabilir olarak algılanmaktadır.
Çalışmada katılımcıların müzakere etiği algılama düzeylerinin, müzakere sürecindeki çeşitli
davranışlara olan etkileri hakkında literatür taramasına yer verilmiştir. Müzakerenin
başlangıcında ki davranışlarla devam eden süreçte ki davranışlar farklılık gösterebilir. Özellikle
etik olmayan davranışları gösterme eğilimleri düşük olan katılımcıların, sorunlar karşısında
rasyonel davrandıkları ve anlaşmalara bağlı oldukları dikkat çekmektedir. Bu katılımcılar, etik
olmayan davranışların müzakere sürecini olumsuz yönde etkileyeceğini düşünüyor olabilirler.
Etik dışı davranışlara yatkınlık düzeyleri nispeten yüksek olan katılımcıların ise müzakere
sürecinde karşılaştıkları sorunlar karşısında duygusal hareket etmelerinin ve sorunlarla
yüzleşmekten kaçınmalarının müzakerelerde başarısız olma korkusu ile ilişkisi olabilir. Nitekim
bireylerin etik olmayan davranışlara yönelmelerinin başarısız olma korkusu ile yakından ilişkisi
bulunmaktadır. Öte yandan cinsiyetin de özellikle müzakerenin başlangıcındaki davranışları
etkileyen bir değişken olarak ele alınması gerektiği anlaşılmıştır.
70
Çalışmanın son bölümün de ülkemizin Avrupa Birliği ile olan müzakere süreci
incelenmiştir. Yaklaşık 60 senedir devam eden bu süreç müzakerelerde etik kurallara pek
uyulmadığı için hala sonuçlanamamıştır.
Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkilerinde birçok konu bulunmaktadır. Bu konulardan öne
çıkanları ele alacak olursak; Mülteci anlaşmasının uygulanması, Vize serbestisi, Gümrük
birliğinin genişletilmesi, Fiilen dondurulmuş katılım müzakereleri, Terörizmle mücadele, Kıbrıs
müzakerelerinin gidişatı… gibi sayılabilecek sorunlar vardır.
Vize serbestisi konusunda yaşanan sıkıntılarda karşılıklı olarak verilen sözlerin, taleplerin
yerine getirilmemesi sebebiyle sonuca varılamamış, işbirliği kurulamamıştır. Türkiye’den
istenen kriterlerin tümü yerine getirilmediği için Avrupa Parlamentosu’nun kararını bilmek
oldukça güçtür ve sonucun işleyişi hakkında konuşmak şuan zordur.
Gümrük birliği konusunda 2017 yılında yeniden müzakereler başlayabilir çünkü bu durum
Türkiye için oldukça önemli bir adımdır. Bu bağlamda Türkiye çalışmalar yapmış, bu
anlaşmanın modernizasyonu için uğraşmış ve doğal olarak talepte bulunmaktadır. Etik kuralları
düşünerek karşılıklı ilişkilerin iyi yönde ilerlemesi için yapılan isteklerin, taleplerin yerine
getirilmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliği öncelikle Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulması ile
daha sonra diğer sorunlara daha etik yaklaşımlarla ilerleme kaydedeceği düşünülmektedir.
Türkiye’nin şuan ki koşullarda ihtiyacı olan kavramlardan, etik kurallar, ahlaki çerçeve
doğrultusunda iş yürütme stratejisinin yeterli olmaması ya da daha doğru ifade etmek gerekirse
etik dışı davranışlar sergilemenin çok fazla görülmesi müzakere ortamlarında etik kuralların
öğrenilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır.
Ülkemizde de etik kavramının, ahlaki boyutların ve uygulanabilirliklerinin daha fazla olması
için daha çok araştırma ve eğitimin gerekli olduğu düşünülmektedir. Üniversitelerde ders olarak
işletmelerde işletme içi eğitim olarak hatta konuyla ilgili kamu spotları hazırlanarak bireylerin
geliştirilmesi sağlanabilir.
Kaynakça
Cohen,R.( 1993), An Advocates View’in Culture and Negotiation, California, SAGE Publications.
Curry, J.E. (2002). Uluslararası Müzakereler. İ s t a n b u l : BZD Yayın ve İletişim Hizmetleri.
Çayhan, E. ve Ateşoğlu Güney, N. (1996). Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları: NATO-AB-
Türkiye, Afa Yay.- Tüses Vakfı, İstanbul.
Çetin, C. (2007). Müzakere Teknikleri (2. Baskı). İstanbul: Beta Basım A. Ş.
ETHICS IN NEGOTIATION - Doç. Dr. AZİZE ERGENELİ March 2006, Ankara
Eralp, A. (1996). “Değişen Savaş-Sonrası Uluslararası Sistemde Türkiye ve Avrupa Topluluğu”,
Balkır, C. ve Williams, A.M. (der.) Türkiye ve Avrupa İlişkileriiçinde Sarmal Yay., İstanbul, 37-63.
71
Kabaalioğlu, H. (1999). “Turkey and the European Union-Converging or Drifting Apart?”,
Marmara Journal of European Studies, 7(1-2), 109-165.
Kopenhag Zirvesi sonrasında Almanya Başbakanı Schröder, Türkiye’nin AB üyelik tarihini 2007,
Komisyon üyesi Verheugen 2013, Almanya Dışişleri Bakanı Fisher 2014-2019 olarak tahmin etmişlerdir.
Türkiye’nin “ 2004 Aralık ayında AB’den bir tarih alacağı” sözü ihtiyatla karşılanmıştır. Bkz. Financial
Times, 3 September 2003.
Lax, D. A. ve Sebenius, J. K. (1986). The Manager as Negotiator. New York: Free Press.
Lewicki, R. J., & Spencer, G. (1990). Lies and dirty tricks. Paper presented at the meeting of the
International Association for Conflict Management, Vancouver, B.C.
Lewicki, R. J., & Spencer, G. (1991, August). Ethical relativism and negotiating tactics: Factors
affecting their perceived ethicality. Paper presented at the Academy of Management, Miami, FL.
Lewicki, R.J.Litterer J.A. ve D.M. Saunders; Negotiation, 2-d Ed., Irwin Inc. , Illinois,1994.
Lewicki, R.J. ve Robinson, R.J. (1998). Ethical and Unethical Bargaining Tactics: An Empirical
Study,Journal of Business Ethics, 17, 665–682.
LEWICKI, Roy J., SAUNDERS, David M. ve MINTON, John W. (2001), Essentials of
Negotiation (2th ed.), Boston: McGraw Hill, Irwin.
Lin, X. ve Miller, S.J. ( 2003), “ Negotiation Approaches: Direct and Indirect Effect of National
Culture”,International Marketing Review, Vol.20,286-303.
Mc Cormack, S.A., T.R. Levine; When Lies are Uncovered: Emotional and Relational Outcomes of
Discovered Deception. Communication Monographs, No: 57,1990 ss.119-138.
Missner, M.; Ethics of the Business System, Alfred Publishing Co., Sherman Oaks, CA.,1980.
Pruitt, D.G. & Carnevale, P.J. (1993). Negotiation in Social Conflict. Buckingam: Open University
Press.)
REITZ, H. Joseph, WALL, James A. ve LOVE, Mary S. (1998), “Ethics in Negotiation: Oil And
Water or Good Lubrication?”, Business Horizons, May–June, 5–14.
Rivers, C., Lytle, A.L. (2007), “ Lying, Cheating Foreigners!! Negotiation Ethics across Cultures”,
International Negotiation, Vol.12, No.1, pp.1-28.
Ross, W. Ve LaCroix, J.(1996), “ Multiple Meanings of Trust in Negotiation Theory and Research:
A Literature Review and Integrative Model”, International Journal of Conflict Management, Vol.7, No.4,
314-360.
ROBINSON, Robert J., LEWICKI, Roy J. ve DONAHUE, Eileen M. (2000), “Extending
andTesting a Five Factor Model of Ethical and Unethical Bargaining Tactics: Introducing theSINS
Scale”, Journal of Organizational Behavior, 21, 649-664.
Rubin, Jeffrey and Bert Brown, The Social Psychology of Bargaining and Negotiation, Academy
Press, Inc., New York, 1975.
SCHROTH, Holly A. (2008), “Helping You Is Helping Me: Improving Students’ Ethical Behaviors in
a Negotiation by Appealing to Ethical Egoism and the Reputation Effect”, Negotiation and Conflict
Management Research, 1(4), 389–407.
72
Schweitzer, M.E. ve Croson, R.T.A. (1999), “ Curtailing Deception: The Impact of Direct
Questions on Lies and Omissions”, The International Journal of Conflict Management, 10, 225-248.
SCHWEITZER, Maurice. E., DECHURCH, Leslie. A. ve GIBSON, Donald. E. (2005), “Conflict
Frames and The Use of Deception: Are Competitive Negotiators Less Ethical?” Journal of Applied Social
Psychology, 35, 2123–2149.
Stuhlmacher, A.F., Gillespie, T.L. ve Champagne, M.V. (1998), “ The Impact of Time Pressure in
Negotiation: A Meta- analysis”, The International Journal of Conflict Management, 9, 97-116.
TDK, (1997). Okul Sözlüğü. Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
TENBRUNSEL, Ann E. (1998), “Misrepresentation and Expectations of Misrepresentation in an
Ethical Dilemma: The Role of Incentives and Temptation”, Academy of Management Journal, 41, 330-
339.
Volkema, R.J. (1998), “ A Comparison of Perceptions of Ethical Negotiation Behavior in Mexico
and the United States”, The International Journal of Conflict Management,9,3,218-233.
Volkema,R.J.ve Fleury, M.T.L. (2002), “ Alternative Negotiating Conditions and The Choice of
Negotiation Tactics: A Cross- Cultural Comparison”, Journal of Business Ethic, 36,4, 381-398.
( https://prezi.com/rruohaznezpi/muzakere-etigi-iiii/ ( Müzakere Etiği Melisa GEDİK – Çisem
DEMİRBİLEK – YRD. DOÇ. DR. ÖZLEM ATAN 24.04.2014 )
(TÜSİAD, Devlette Etikten Etik Devlete: Kamu Yönetiminde Etik: Kavramsal Çerçeve ve Uluslararası
Uygulamalar Cilt 1, TÜSİAD, Ankara, 2005, s. 42 )
( Türkiye’de Toplumsal ve Yönetsel Etik Değerler ile İkilemler: Uygulamalı Bir Araştırma Erhan
ÖRSELLi Doktora Tezi Danışman: PROF. DR. Orhan GÖKÇE KONYA-2010 )
Yönetim ve EkonomiYıl:2009 Cilt:16 Sayı:1 Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F. MANİSAÇalışanların
Müzakere Etiği Algılamaları ve Müzakere Sürecindeki Davranışlarına Etkileri* Yrd. Doç. Dr. Ahmet
ERKUŞ Kara Harp Okulu, Sistem Yönetim Bilimleri Bölümü, ANKARA
Müzakere Teknikleri – Prof. Dr. Canan ÇETİN – Yrd.Doç.Dr. Mehmet Lütfi ARSLAN –
KİTAP,2014 )
( 9. Ulusal İşletmecilik Kongresi, 6-8 Mayıs 2010, Zonguldak ) Çalışanların Müzakerede Etik
Algılama Düzeylerininİzlenim YönetimiTaktikleri Üzerine Etkisi Çetin, C. (2007). Müzakere Teknikleri
(2. Baskı). İstanbul: Beta Basım A. Ş.
Tablo 1: Müzakerelerde etik dışı davranışlar ve kullanılan taktikler Kaynakça: (Lewicki, 2001:170) (
Aktaran: Erkuş,2009)
https://tr.wikipedia.org/wiki/Müzakere)
(http://www.yenimeram.com.tr/ucak-bileti-fiyatlarini-dusurecek-muzakere-basladi-176055.htm)
http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?id=371#sthash.A4pvPz3m.dpuf http://www.ikv.org.tr/ikv.asp?id=371#sthash.A4pvPz3m.dpuf http://www.ab.gov.tr/65.html
(https://tr.wikipedia.org/wiki/Türkiyenin_Avrupa_Birligi_Üyelik_Süreci)
http://www.abhaber.com/kibris-sorunu-ve-turkiye-ab-iliskileri/
http://www.tuicakademi.org/index.php/turk-dis-politikasi/1667-kibris-sorunu-ve-turkiye-ab-iliskileri
73
“ELİT” KAVRAMI ve OLUŞUM MEKANIZMALARI
Şahin BAĞIROV*
Özet:
Elit yönetim, yaratıcılık görevlerini yerine getiren yüksek, ayrıcalıklı tabakanın veya
tabakaların ve nüfusun kalan kütlesinin (non-yaratıcı, üreme görevler yapan) istenen sosyal
yapının zorunlu unsurları olduğunu iddia eden elit teorilerinin temel kavramıdır. Batı sosyoloji
ve politlogiyasında "elit"kavramı kesin değildir. Ondan geniş anlamda kullanılır: faaliyetleri
alanında en yüksek endeks almış adamları eklemek için; siyasi açıdan en aktif, iktidara meyil
eden adamları, toplumun azınlık organize bölümünü, hakim sınıf eklemek için; toplumda daha
büyük nüfuza, statüye, servete sahip olan adamları eklemek için; xarizimaya sahip olan,
"Tanrıdan ilham alan "adamları; toplumun sivil yaratıcı çoğunluğunun aksine, yaratıcı azlığını
eklemek için; toplumda daha önemli görevler üstlenen, daha fazla etkisi olan adamları eklemek
için; toplumun siyasi, ekonomik, kültürel hayatında önemli pozisyon yakalayan kişilerden
oluşan nispeten küçük grupları eklemek için (siyasi elit, ekonomik elit, kültürel elit); bürokratik
yönetim sistemindeki en kalifiye bilim adamları, yöneticiler ve yüksek görevlileri eklemek için;
istenilen sosyal grubun - profesyonel, etnik, mahalli grupların önde gelen temsilcilerini
(sporcular, teyyareçiler, hatta ovçuular eliti vb.), eklemek için. Herhangi bir durumda elit-kitle
haçalanması sosyal sturukturun tehlilinde başlıca metodolojik prensiptir.
Anahtar kelimeler: elit, oluşum, mekanizma, politika
Günlük söyleşide elitin iki anlamı vardır. Birincide, özünde yoğun, net ve maksimal
belirtilmiş çizgileri skala şeklinde temsil eder. Bu anlamda "elit "terimi "elit tohum", "elit atlar",
"spor eliti", "elit ordular " ve saire gibi oluşumlar kullanılır.
İkinci anlamda "elit "sözü en iyi, onun için en değerli grup, kalabalığın başında duran ve özel
nitelikleri hesabına onları kontrol etmek uygundur. Bu sözün anlamı kendisinde kölelik ve
feodal toplumların gerçeklerini yansıtıyordu, bazı durumlarda "elit "nın anlamına aristokrasi
taşıyordu. "Aristos "terimi "en iyi", "krut"- hükümdarlık, böylece "en iyilerin hükümdarlığı"
demektir.
*Dr., Azerbaycan Milli Bİlimler Akademisi Felsefe ve Hukuk Enstitüsü"Siyasi Teoriler" Şubesi
74
Siyasi bilimde ise "elit "terimi ancak birinci, nötr etik anlamda kullanılır. En yaygın şekilde
tayin edilen bu kavram, daha parlak belirtilmiş siyasi- yöneticilik keyfiyyetlerin ve
fonksiyonların temsilçilerini nitelendiriyor. Elit teorisi tarazlaşmağı istisna etmekle, ortak
değerlendirmeyi iptal etmekle, toplumda onların eşit bölünmesini, siyasi hayatta yarışma ve
konkurensiya, iyerarxlıq ve dinamizmi temsil eder (7, s.141).
Politoloqların bazıları "elit "terimini bilimsel saymırlar. Ve görüşlerini şöyle esaslandırırlar
ki, eğer bu terim hakim sınıfı bildirirse, hiçbir yeni içerik taşımaz. Yani, eğer onun yardımı ile
toplumun sınıf təbəqələşməsi yüzeyi elit-kitle haçalanması ile əvəzlənirsə, dönemi değil, çünkü
hakim üst tabakanın toplumun sınıf sturukturu ile, sosyo-politik sistemin hakimiyeti ile ilişkisini
inkar etmiyor. Siyasi çoğulculuk teorisinin bazı taraftarları bu terimin aleyhine çıkıyorlar. Onlar
elit anlayışının az örgütlü toplumlar hakkında çalıştırılmasını mümkün sayıyor, "sanayi ",
özellikle "postsenaye" toplumunun siyasi sisteminin analizi icin makul etmiyorlar. Amerika'nın
sol radikal sosioloqu R. Millsin özel konumunu hatırlatalım: Batı sosioloqları onu elitaya
kurumsal ilişkinin taraftarı sayarlar ve bunun belli bir temeli var. Fakat Millsin Amerikan
toplumunu elitaya ve kalabalığa ayırması aslında "devlet - inhisarçı Kapitalizim "sistemini
tutkuyla maskesini çəklini alır. Bu yüzden elit - kütle sistemini kabul eden araştırmacıların
"elitarçı "terimi işletmelerinin doğruluğu soru doğurur. Bu haçalanmaya analizi ve normatif
ilişkileri birbirinden ayırmak ve "elitarçı "terimi sadece o tətqiqarçılara ait gerekir ki, onlar
kendi idealini ve normunu elit sosyal strukturda görürler. Mills ise Amerikan toplumunun
elitarlığını kabul etmekle birlikte, Batı demokrasiyasının mehdudluğunu ifşa ediyor. Onun ideali
antielitardır (3, s.148).
"Siyasi elit "kategorisinin bilimsel kullanılması toplumda belirli taşıyıcıların siyasette yeri ve
rolüne göre. Siyasi elit teorilerine göre siyaset hukuki ve değerlendirme eşitliğinde veya belki
de toplumun ekonomisinden ve sosyal yapısına da avantaj-birincilik oluşturmaktadır. Bu
nedenle bu kavram ekonomik ve sosyal determinizmin fikirleri ile bağdaşmamaktadır,
marksizmin "siyasetin ekonomik ve sınıfsal çıkarların üst kuruluşu "olarak görüntülenir
ettirmesinin aksidir. Buna örnek olarak, Sovyet döneminde "siyasi elit "anlayışı kabul
edilemez," sahte bilim ", burjuva kalıntıları hesap edilerek kabul edilmiyordu.
Siyasi elitizm düşüncelerinin eski zamanlarda, Fransa'dan uzaklarda oluşmasına rağmen,
Fransız terimi "elit "siyasi bilimde ilk kez yirminci yüzyılın başlarında Sorelin ve Paretonun
eserlerinde yer aldı. Henüz kabile toplumunun çöküşü döneminde toplumu üst ve alt tabakaya,
asil ve siyah halka, aristokrat ve kalabalığa bölenler vardır. Bu açıdan bu fikirleri seri izlesek
görürüz ki, vaktiyle Konfüçyüs, Platon, Makivelli, Karley, Nitşenin eserlerinde de yer almıştır.
Fakat bu gibi elit teorileri ciddi sosyolojik açıdan esaslandırılmamış. İlk modern klasik elit
kavramları XIX yüzyılın sonu-XX yüzyılın başlarında ortaya çıkmıştır. I. bölümün ikinci
75
yarımfəslində belirtildiği gibi Qoantano Moska, Vilfredo Pareto ve Robert Mihelsin isimleri ile
ilgilidir.
Her toplumun sosyal durumuna ve rolüne göre mutlaka iki eşit gruplara bölünmesini
görkemli İtalyan sosyolog ve politoloqu Moska (1858-1941) eserlerinde kanıtlamaya
çalışıyordu. O, 1896 yılında "Siyasi bilimin temelleri "adlı eserinde yazıyor: "Ortaçağ'dan
tutmuş bugunku gelişmiş tüm toplumlarda iki sınıf vardır: idareeden sınıf ve yönetilen sınıf.
Birincisi, nispeten azınlık teşkil etse de tüm siyasi fonksiyonları hayata keçrir, hakimiyeti elde
tutar ve tüm yetkilerden ve imtiyazlardan istifade eder; ikincisi, küme oluşturur, birinci yandan
idare ediliyor, yönlendiriliyor ve onun siyasi organizma gibi etkinlikte kalmayı için maddi
yardımla donatılıyor "(3, s.179).
Moska siyasi elitanın şekillenmesini sorununu ve onun özel niteliklerini incelemiştir. O
şekilde düzenlendiğini, insanları yönetim becerisi, organizasyonu, kültürel, maddi ve entelektüel
üstünlüğü elitanın esas meyaridir. Fakat, hayat gösteriyor ki, hiçbir siyasi elitanın hepsine bu
yüksek nitelikler özgü değildir. İdarəedənlərin dayanışmasını ve toplumda egemen konumunu
kaydeden Moska, bu grubu siyasi sınıf adlandırmıştır.
Sınıf kademeli değişikliklere meyillidir. Onun gelişiminde iki akım vardır: aristokrat ve
demokratik. Birincisi siyasi sınıfın kalıtsal olmasına çalışır, yasal olmasa da, gerçek anlamda.
Aristokratik akım doğrudan, bu sınıfın "kapalı olmasına ve kristallaşdırılmasına ", cırlaşmasına,
bozulmaya ve bunun sonucu olarak, sosyal durgunluğuna yol açıyor. Bu ise, sıra toplumda yeni
sosyal güçlerin mücadelesinin aktivleşmesine ve hükümran pozisyon tutmalarına yardımcı
oluyor.
İkinci demokratik akım ise düşük tabakaların aktif ve yetenekli üyelerinden siyasi sınıfı
təzələməsində tezahür ediyor. Bu tazelik elitanın degenerasiyasını durdurur ve kontrol
yeteneğini artırır. Aristokratik ve demokratik tendensiyaların dengesi toplum için önemli ve
arzu edilir, çünkü ülkenin idarəedilməsində istikrarın ve sıralamalarının egemenliği ile birlikte,
yeni kuvvetler yönetime tazelik, kalite aşılayırlar.
Siyasi faktör hakkında konuşarak toplumun sosyal yapısında ekonominin rolünü gereği gibi
qiymətləndirmədiyinə göre Moskanın siyasi sınıf kavramı eleştiriye maruz kalmıştır.
Çağdaş çoğulcu topluma göre, uygun tutum yanlıştır. Fakat beklenmedik siyasi sınıf teorisi
totaliter ülkelerde yer aldı. Burada siyaset ekonominin ve toplumun başka sferalarının başında
olmakla Moskanın vaktiyle yazdığı "siyasi sınıf "- nomenklatur bürokrasi kurdu. Totaliter
ülkelerde "yönetim "sınıfının ekonomik ve sosyal egemenliğinin temel nedenlerinden biri
onların siyasi nomenklaturaya dahil olması ve iktidara katılma görüntülenir.
Moskanın düşüncelerinden habersiz olarak aynı zamanda Pareto (1848-1923) da siyasi
elitlerin teorisini yarattı. O da Moska gibi ısrar ediyordu ki, dünyayı sayıca az bir insanlar - elit
76
kontrol etmeli, bu işlemler temelde insanların psikolojik (doğuştan) ve sosyolojik (terbiye ve
tedrisle aşılanmış) yönlerden farklılaşırlar. O, "Genel sosyoloji hakkında "traktatında (bilimsel
teori) yazıyor: "teorisyenlerin hoşuna gitse de, gitmese de, onlar bilmelidirler ki, toplumda
insanlar aynı değildir: ister fiziksel, ister entelektüel, gerekse manevi yönden". Bu yönlerini
yoğunlaşması, başarılı ve etkili sonuçlar elde edilmesi böyle bir individlər koleksiyon oluşturur,
onlara elit denir (3, s.254).
Öyle ki, o bölünmüş toplumu idare edenlere veya onlara yönetimde yardım tanımla (iktidarda
olanlar); toplumu kontrol etmeyenlere (iktidarda olmayanlara) - kontrelita- hansılar ki, elitaya
mahsus cihetlerle zengindirler, ama kendi sosyal statüsüne, aşağı tabakaya mahsus olduğuna
göre hakimiyyete buraxılmayırlar.
Hakimiyyetde elitler içinde birliğe tercih ediyor ve kendi hakimiyeti için mücadele ediyor.
Toplumun gelişmesi ise genellikle bu iki tip elitanın- "tulku "ve "aslan" elit mücadelesi göre
değişir. "Tilki "- o insanlardır ki, "yumuşak" yönetime - iktidara avantaj verirlər- görüşmelere,
taviz vermeye, qılıqla tutumlarını savunmaya vb. "Aslanlar "- korkunç ve huysuz tabiatlı,
iktidarda özellikle şiddete ve güce tercih (3, s.40).
Toplumda meydana gelen değişiklikler, tedricen iktidarda olan tip elitanın hakimiyetini
zayıflatır ve silkeleyir. Yani "tilkilerin hakimiyeti kendi verimliliğini tarihin sakin axarında
gösterir, fakat qətiyyətlik ve şiddet göstermek zamanında önemini kaybediyor. Bu da toplumda
bir tepki getirir ve "aslan"lara yardımcı olan hakimiyeti kitlelerin aracılığıyla kendi eline
keçirsinler.
Siyasi elit teorisinin gelişimine R.Mihels de (1876-1936) yenilik getirmiştir. O, toplumda
elitanın varoluşunun sosyal mekanizmalarının tetkiki yapan. Moska ile dayanışma olarak,
Mihels teşkilatçılığın ve toplumun organizasyon yapılarının elitarlığın yükselmesinde rolünün
büyüklüğünden bahsediyor. O, öyle bir sonuca varmıştır, organizasyon toplumun elitarlığını
gerektirir ve moderniteyi barıştırdığını kaydetti yaratıyor.
Toplumda "Oleqarx tendensiyaların demir yasası "geçerlidir. Bu demektir ki, sosyal
ilerlemenin ayrılmaz parçası olan büyük kurumların gelişmesi ve kalkınması toplumun
idarəedilməsində oliqarxlaşmasına ve bu gibi büyük organizasyonları kontrol edebilen yeni bir
elitanın oluşmasına yol açıyor. Bu nedenle her zaman demokratik kurum iktidara gelse bile,
aslında ülkeyi oligarşik elitler grubu (grup) yönetiyor. Böyle büyük sözükeçən oligarşik gruplar
kendi çıkarlarını ve menfaatlerini koruma adına aralarında çeşitli anlaşmalar, görüşmeler ve
kayıtlar yaratırlar, gerekirse bazen birleşirler de. Fakat bir an bile kitlenin ve sıradan insanların
ilgisini güdmürlər, aksine tapdalayırlar (6, s.12).
77
Bu "yasanın "açıklaması üzerine Milhels karamsar bir sonuca varmıştır ki, demokrasinin
olanakları ve sosyal-demokratik partilerin faaliyetleri kaçınılmazdır. Əsilndə o demokrasiyi
kitlenin doğrudan yönetimde katılımı oxşadırdı.
Eserlerinde Moska, Pareto ve Mihels açık bir şekilde siyasi elitanı tasavvur etmişlerdir. Onlar
siyasi elitanın genel özelliklerini, ayarlarını inceleyip modern elit teorileri arayıb
değerlendirmeye imkan yaratmışlar (bu parametreler aşağıda kullanılacak).
Bunlara ait:
1) elit temsilcilerine ait müstakil özellikler;
2) elit katın içinde cereyan eden ilişkilerin mütəşəkkilliyi ve dayanışmanın derecesi;
3) elitanın- elit olmayanlar, kütle ile ilişkileri;
4) rekrutivləşmiş (dahil edilmiş) elit, yani nasıl ve kimlerden oluşmuş
5) elitanın toplumda rolü (yapıcı-ameli veya dekonstruktiv-sivil ameli), işlevleri ve topluma
etkisi (7, s.39)
II dünya müharibəsinədək elit teorileri İtalya, Almanya ve Fransa'da, savaştan sonra ise
ABD'de çok yaygındır. Bu teorilerin esas seçenekleri şunlardır; "Değerler "(Ortega i Qasset),
"Makiavellici" (Bernhem), yapısal-fonksiyonel teori (Keller). Elit teorilerinin genel yönleri
şunlardır: Tarihi ilerlemenin inkarı (tarih elitanın belirli tiplerinin hökmüranlığı ile seciyyelenen
sosyal döngüsü toplamı olarak alınır); halkın egemenliği fikrinin romantiklerin ütopik efsanesi
gibi eleştiri yapılması, eşitsizliğin toplumsal yaşamın doğal temeli sayılması; elitanın
devrilmesine yönelik sosyal devrimler bu devrimde yer alan kitlelerin gözlədiklərinə ters düşen
sonuçlara - bir elit ile başka, daha amansız E. ile əvələnməsinə götürür, müstebid ve totaliter
rejimlere yol açıyor. Elitaçılığın hükmü siyasi ilişkileri mütləqləşdirməkdir. Siyasi iktidara öyle
sosyal ilişkilerin temeli olarak bakılıyor ki, burada hökmüranliq ve tabecilik ilişkilerini daha da
mümkün kılıyor. Elitaçılığın sosyal kökleri antaqonist toplumun sömürücü azınlığa ve işletilen
çoğunluğa parçalanmasındadır. Elitarçılar tarihin toplumda üretken güçlerin yeterince
gelişmemesi ile ilgili belirli aşamasına genel kanun, "insan doğasının "ve bileşik üretimin
Texnaloji talepleri gibi bakılıyor.
Moska, Pareto ve Mixelsin elitler hakkında fikirleri önce teorik, daha sonra ise (özellikle
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra) deneysel araştırmalara ivme vermiş, ülkelerin idarəedilməsində
kullanılmıştır. Elit'in modern teorileri çeşitlidir. Fakat yukarıda incelediğimiz Makiavelli
okulunun (Moska, Pareto, Mihels vb.) Kavramları tarihsel birinci grup teoriler olmasıyla
birlikte, modern önemini kaybetmemiştir. Onları aşağıdaki fikirler birleştirir:
1. Elit temsilcilerine ait özel hususlar işlemler ki, doğuştan gelen yetenek, yetenek ve iktidara
gelmek ya da iktidar mücadelesi becerisi.
78
2. Elit'in grup dayanışması. Bu birlik nətinki onları profesyonel olarak, statusdan, sosyal
konumdan ve ilgiden bağlanır, ayrıca kendilerini elit bilince sahip, özel tabakaya ait, toplumu
yönetime layık temsilci olarak kabul ederler.
3. Herhangi bir toplumun moderniteyi barıştırdığını kaydetti demektir ki, orada mülkü
ayrıcalıklı yaratıcı azınlık ve yaratıcılıktan uzak çoxluq- pasif kitle mevcuttur. Böyle bölüm
insanın ve toplumun doğasından kaynaklanmaktadır. Elit'in özel içerikleri değişse bile, onun
kalabalığa karşı hükümran ilişkileri değişmezdir. Böylece, örneğin, tarihin sırasında aşiret
başkanları, krallar, mülkedarlar, halk komiserleri ve parti sekreterleri, Bakan ve başkanlar
değişir, ama hüküm ve tabecilik kalmaktadır.
4. Hakimiyet için mücadele zamanı elitlerin oluşumu ve değiştirilmesi. Hökmranlı ayrıcalıklı
yerini tutmaya psikolojik ve sosyolojik özelliklerine göre layık birçok kişi can atsalar da, ama
kimse gönüllü o yerleri terk etmek mümkün değildir. Demek ki, gizli veya açık mücadele hep
kaçınılmazdır.
5. Genel olarak, toplumda elitanın yapıcı, rehber ve hakim rolü. Her zaman etkili olmasa da,
elit sosyal sistemde yönetim işlevini götürüyor. Kendi imtiyazlarını, konumunu ve mirasını
kaybetmemek girişimine rağmen, elit kendi yüksek özelliklerini kaybeder, cırlaşmaya neden
olur ve gelecekte sekteye uğruyor (7, s.14).
Psikolojik faktörlerin şişirdilməsinə, antidemokratizm ve kütlenin yeteneğini ve aktivitesini
gerekli değerlendirmesine, toplumun tedrici gelişimini görmesine, mücadeleye arsız, edepsiz
yaklaşımına göre Makiavelli teorisi eleştiriye maruz kaldı. Şunu da söylemek gerekir ki, böyle
eleştiri asılsız değildir.
Değerli teoriler makiavelistlərin kusurlarını gidermeye cəhdedirlər. Onlar, Makavelli
teorisinin taraftarı gibi, elitanı toplumun başlıca yapıcı gücü hesap etmekle birlikte,
demokrasiye karşı konumlarını yumuşatır, elit teoriyi modern ülkelerin gerçek hayatlarına
uyarlamaya çalışıyorlar. Aristokratizmi savunma derecesine göre, kalabalığa münasebete göre,
demokrasiye münasebete göre vb. çeşitli değerli teoriler birbirinden hayli farklılaşırlar. Fakat
onlara ait bir takım genel direktivlər mevcuttur:
1. Elite ait toplumun en önemli alanlarında yüksek yeteneğe, beceriye ve yeteneğe göre
belirlenir. Elit-sosyal sisteminin en değerli unsurdur, sistemin ihtiyaçlarını gidermeye
yönlendirilmiş. Üretimin sırasında toplumun eski ihtiyaçları kaybolur, yerine yenileri gelir,
özellikleri ve değerlendirme isti¬qamətləri de değişiyor. Bu ise eski keyfiyyetlerin sıkılıp
olanlar, kendi modern tlblərə uygun olanları ile evezlenir. Öyle ki, tarihin sırasında aristokrasi,
ki, özünde manevi, kültürel ve maariflenmesi yansıttı, güncellendi, girişimcilere toplumun bu
gününün taleplerine uygun. Esnaf ise deyişirler menajer ve entelektüeller, çünkü bugün toplum
onlara muhtaçtır.
79
2. Elit nispeten sağlıklı yönetim fonksiyonlarının yerine getirilmesi üzerinde birleşir. Bu,
bencil bir grup insanların birleşmesi değil, genel refah uğruna bir yerde çalışan insanlardır.
3. Elit ile kitle arasındaki ilişkiler siyasi ve sosyal hökmranlığa değil, rehber gibi idareetmeni
kitlenin memnuniyetine ve tabeliliyinə ve hakimiyet başında duranların otoritesine göre. Elit'in
esas rolü çok bilen, kompetent büyüklerin küçüklere, tecrübesi az ve bilgisi az olanlara rehberlik
etmesine benziyor. Bu ise tüm vatandaşlarının çıkarlarına cevap verir.
4. Elit'in formalaşması- iktidar keskin mücadeleden çok, toplumun doğal seleksiyon yoluyla
en yetenekli temsilcilerin seçmesinin nəticəsidir.buna nedenle toplum bu tür seçme
mekanizmalarını tekmilleşdirmeli, rasyonel, etkin arama aparmalı, sonuçta elitanı her sosyal
katlarda aramalıdır.
5. Elitarlıq- herhangi bir toplumun etkili faaliyetinin şartıdır. O, emeğin doğal bölgüsüne
(yöneten ve icracı emek) göre ve demokrasiye aykırı değildir. Sosyal eşitlik yaşam şanslarının
eşitliği gibi anlaşılmalıdır, sonuçların, sosyal statünün eşitliği gibi değil. İnsanlar fiziksel,
entelektüel, yaşam enerjisi ve aktivliyinə göre çeşitli olduklarından, demokratik ülke onları aynı
başlangıç koşulları ile temin etmelidir. Son noktaya ise, onlar ayrı zamanda ve ayrı sonuçlarla
gelecekler. Kuşkusuz yeni sosyal "şampiyonlar "ve "autsayderler" oluşacak.
Değerli teorinin birkaç taraftarları cmiyyətə etkileyebilen nicel göstergelerini incelemeye
çalışmalar yapmışlardır. Öyle ki, N.A.Berdyayev çeşitli ülkelerin ve halkların gelişiminin
temelinde araştırma yaptı "elit katsayısı "nı icat etmiştir - (yüksek entelektüel sahip insanların
genel eğitimli insanlara oranı). Eğer elit katsayısı% 5 den yuxaridirsa demeli toplumda yüksek
gelişme potansiyeli mevcuttur. O söylüyordu ki, bu emsal 1% 'e düşer gibi, imparatorluk
uçuruma gidiyordu, toplumda ise durgunluk ve gelişmeden kalma hüküm sürüyordu. Elit ise
tabakaya ve kahinliyə çevrilirdi (7, s.13).
Modern neokonservatorlar bu teoriyi kabul ederek, ısrar ediyorlardı ki, elitarlıq demokrasi
için gereklidir. Fakat elitanın kendisi vatandaşlar için manevi ve ahlaki örnk olmalı, saygı
kazanmalı, bunun da sonucu olarak özgür seçimlerde belirtilmelidir.
Modern dünyada geniş yer almış demokratik elitizm teorisi (kavramı) değerlendirme
teorisinin temel hükümlerine göre. Onlarda Yozef Şumpeterin önerdiği demokrasiyi potansiyel
rehberlerin seçmenlerin güvenini kazanmak için rekabeti gibi anlatılıyor. Karl Manqeymin
yazdığı gibi, "demokrasinin özü ile antielitar akın getirmesine rağmen, sonuçta gerektirmez, elit
ve kitle ütopik derecede bərabərləşdirilsin. Biz anlıyoruz ki, demokrasi elitanın iptali ile
karakterize edilmez, ama o gerektirir, yeni yöntemle çekilmiş toplumda ortalı yeni
özünəanlayışlı elit eşit olsun ".
Ampirik çalışmaların sonucu olarak, demokratik elitizm tərfdarları kabul ederler ki, gerçek
demokrasi elitaya ihtiyaç duyduğu gibi, kitlenin politik faaliyetine de ihtiyaç duyuyor, çünkü
80
çok yüksek siyasi partiyalaşmalar demokrasinin istikrarını tehdit getirebilir. En önemlisi elitler
nüfus tarafından seçilmiş yüksek niteliklere sahip yönetici kadronun güvencesi gibi lazımdırlar.
Elit'in kalitesinden demokra¬tiyanın sosyal fiyatı bağlıdır. Rehber kat sadece yönetim
özelliklerine sahip olmalı, hatta demokratik değerleri savunmalı ve kütləlrə mahsus siyasi ve
ideolojik irrosionalizmin, duygusal narazılığın ve radikalizmin önüne almalıdır.
Kaynakça
1.Məmmədzadə İ.R. Küreselleşme ve modernleşme koşullarında felsefenin güncelliği
hakkında. Bakı, "Təknur", 2009, səh.220
2. R. Mehdiyev. Demokrasi yolunda: miras hakkında düşünürken. Bakü, "Doğu-Batı
", 2008, 791s. səh.154-15947.
3. Efendiyev ME Siyaset Bilimi. Bakü, "İlim", 2001, səh.491
4.Şükürov A. küreselleşmiş toplumlar: dün, bugün, yarın. Bakü, "Təknur ", 2006,
191s.
5. Нарта М. Теория элит и политика. М .: Прогресс, 1978. - 198 с.
6. Понеделков А.В. Политико-административная элита: генезис и проблемы ее
становления в современной России. М .: Росс. Акад. гос. службы при Президенте
РФ, 1995.- 64 с.
7.Политическая элита. политический ежегодник. Москва, «ОЛМА-ПРЕСС»,
2003, с.541. с.
8.Рахманов А.Б. Гаэтано Моска отец элитологии // Личность. Культура.
Общество. 2001.Т.З.Вып.З (9). - С.141-148.
9. Гаман-Голутвина Ö.B. Региональные элиты в постсоветской России Текст. /
О.В.Гаман-Голутвина // Российская Федерация. 1995. - № 10. - С.23-27.
10. Гаман-Голутвина О.В. Политическая элита: определение основных понятий
Текст. / О.В.Гаман-Голутвина // Полис. 2000. - № 3. -С.27-31.
81
KİTAP TANITIMI
JEO ENERJİK BAKIŞ: AB BAĞLAMINDA ENERJİ POLİTİKALARINDA JEO-ENERJİ ALANLARI
YAZARLAR:
Hasan SAYGIN ve Ceyhan ÇELİK
İstanbul Aydın Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2011,
179 Sayfa, ISBN: 978-605-4303-13-7.
Şebnem KÖSE
Enerji, günümüzde devlet politikalarının belirlenmesi ve dünyayı şekillendirmesi
bakımından çok önemli bir faktör haline gelmiştir. Hasan Saygın ve Ceyhan Çelik’in
Jeo-Enerjik Bir Bakış: AB Bağlamında Enerji Politikalarında Jeo-Enerji Alanları
başlıklı kitabı bugünkü enerjinin önemini, enerjinin uluslararası politikalara etkisini ve
dünya enerji güvenliğini incelemektedir. Kitap 3 ana bölümden oluşmaktadır.
Kitabın Birinci Bölümü Enerji Politiğine Giriş başlığıyla verilmektedir. Bu
bölümde devletlerin gücü ile enerji kaynakları arasındaki ilişki ele alınmaktadır.
Ülkelerin enerji politikalarına yaklaşımları, bunun uluslararası sisteme etkileri, alternatif
yeni yaklaşımların belirlenmesi işlenmektedir. Bu bağlamda, gücü elde etme
mücadelesinde temel unsur olarak görülen enerji kaynaklarının, Soğuk Savaş sonrası
dönemdeki mücadelenin ana teması olduğu belirtilmektedir. Günümüzde enerji
kaynaklarına ve enerji ulaşım yollarının kontrolüne sahip olmanın her zamankinden çok
daha fazla önem kazandığına ilişkin bilgiler verilmektedir. Petrol ve doğalgaz ile ilgili
mevcut olan Piyasa ve Kurumlar yaklaşımı ile Bölge ve İmparatorluklar yaklaşımı ele
alınmaktadır. Bu iki yaklaşımın özellikleri ve ayrıca farkları anlatılmaktadır.
Yaklaşımların yetersizliğinden bahsedilip, yeni bir perspektif olarak “Jeo-enerji Alanı”
ortaya koyulmaktadır.
Kitabın İkinci Bölümü AB ve Rusya Ekseninde Jeo-enerji Alanları başlığıyla
verilmektedir. Karşılıklı bağımlılığın yüksek olduğu AB - Rusya Jeo-enerji Alanı’nın
aktörleri arasındaki ilişkinin seyri, diğer alanları da doğrudan etkilemekte, hatta yeni
Jeo-enerji alanlarının oluşmasına neden olmaktadır. AB üye ülkelerin enerji üretim ve
Giresun Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Yüksek
Lisans Öğrencisi.
82
tüketim rakamları ile AB’nin petrol ve doğalgaz ithal ettiği ülkeler ve ithalat oranları
verilerek Birliğin Rusya’ya bağımlılığı gösterilmekte, bunun AB için sakıncaları dile
getirilmektedir.
Rusya, enerji kaynaklarını sadece devlete gelir sağlayan bir kaynak olarak değil,
dış politikada mutlaka kullanılması gereken stratejik bir unsur olarak görmektedir. Bu
bağlamda, kitapta ulusal ve uluslararası petrol ve doğalgaz şirketleri dile getirilirken
Rusya’da GAZPROM’un önemi dile getirilmektedir. Geçiş ülkesi Ukrayna ve
Belarus’taki boru hatları ile taşınan petrol ve doğalgaz anlatılırken, Rusya’nın bu geçiş
ülkeleriyle arasındaki enerji krizlerine değinilmektedir. Petrol ve doğalgaz krizleri, bu
önemli enerji kaynakları üzerinden gerçekleştirilen hesaplaşmalara dayandırılmaktadır.
Kitapta AB-Rusya Jeo-enerji Alanı’nda gündemdeki boru hatları projelerinin
ayrıntıları verilmektedir. Avrupa’ya enerji akışında Türk Boğazları’nın konumundan
bahsedilirken, Türkiye’nin aslında boğazların petrol taşıma kanalı olarak kullanılmaktan
kurtarılmasını istediği anlatılmaktadır. Bu isteği gerçekleştirecek mevcut projelere
ayrıntılı olarak yer verdikten sonra bu projelerin birbirine rakip projeler olduğunun altı
çizilmektedir. AB, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını, enerji arz güvenliğine yönelik bir
tehdit olarak görmekte, bu nedenle ortaya yeni Jeo-enerji Alanları çıkarmak
istemektedir. Bu bağlamda, kitapta AB-Norveç, AB-Kuzey Afrika, AB-Hazar
Havzası/Ortadoğu Jeo-enerji Alanlarından ayrıntılı olarak söz edilmektedir. Petrol
ihracatının %46,2’sini ve doğalgaz ihracatının da %55,3’ünü sadece AB’ye yapan
Rusya ise, ihracat yelpazesini genişletmek amacıyla Birliğe üye devletlere alternatif
Jeo-enerji Alanları yaratmaya çalışmaktadır. Bununla ilgili olarak Rusya-Türkiye/İsrail
ve Rusya-Uzakdoğu gibi Jeo-enerji Alanları anlatılmaktadır.
Kitabın Üçüncü Bölümü, Jeo-enerji Alanları ve Türkiye’nin Enerji Güvenliği
başlığıyla anlatılmaktadır. Türkiye, petrol ve doğalgaz rezervleri bakımından
çevresindeki ülkelere göre çok düşük miktarlarda kaynağa sahiptir. Ancak, dünyanın
ispatlanmış petrol rezervlerinin %72,7’si, doğalgaz rezervlerinin ise %71,8’i
Türkiye’nin yakın coğrafyasında yer almaktadır. Bu önemli jeopolitik konumu ile
üretici ülkeler ile tüketici ülkeler arasında doğal bir köprü işlevi görmektedir. Bu
bağlamda, incelediğimiz bu kitapta Türkiye’nin ana enerji politikaları ve stratejileri
verilmektedir. Türkiye’nin birincil enerji tüketiminde kaynakların payları verilerek,
petrol ve doğalgazın enerji ihtiyacındaki önemi vurgulanmaktadır. Petrol üretim ve
83
tüketim rakamları verilerek Türkiye’nin net bir petrol ithalatçısı olduğu söylenirken,
tükettiği doğalgazın ise neredeyse tamamını ithal eden Türkiye’nin bu konuda Rusya’ya
bağımlılığının her yıl katlanarak arttığı vurgulanmaktadır. Türkiye’nin 1980’li yıllarda
başlayan ve günümüzde de sürmekte olan özelleştirme politikaları nedeniyle, enerji
alanında çok başlı ve çok parçalı bir yapı içerisinde yönetilemez hale getirildiği dile
getirilmektedir. Enerjinin, kamusal hizmet anlayışıyla ele alınması gereken temel bir
altyapı hizmeti olarak görülmekten ve değerlendirilmekten çıkarılarak piyasalaştırılmış
olması eleştirilmektedir.
Türkiye’nin enerji tüketiminin 2020 yılında 282 milyon ton petrol eşdeğerine
yükseleceği tahmin edilmektedir. Ancak, çok düşük oranlarda petrol ve doğalgaz
rezervlerine sahip olan Türkiye’nin “21. Yüzyılın Enerji Merkezi” olma doğrultusunda
politika ve stratejilerini belirlemesi gerektiği vurgulanmaktadır. Türkiye’nin enerji
güvenliğini sağlaması amacıyla kaynak ve güzergâh çeşitliliğinin temininin hayati önem
taşıdığı dile getirilmektedir. Türk Boğazları’nın dar olması ve taşıma kapasitesini
doldurmuş olması nedeniyle Türk Boğazları’nı baypas edecek alternatif boru hattı
projeleri tartışılmaktadır. Bu bağlamda kitapta, Samsun (Ünye)-Ceyhan Petrol Boru
Hattı Projesi ile Burgaz-Dedeağaç Petrol Boru Hattı Projesi’nin son durumundan
bahsedilmektedir.
Bu bölümde ayrıca Türkiye’nin Güney Akım Projesi’ne onay verme sürecinden
söz edilmektedir. Türkiye için Irak-Türkiye Petrol Boru Hattı’nın öneminden söz
ederken, tam kapasite ile çalıştığında Türkiye’nin Bölgesel Enerji Merkezi olarak kilit
rolünü güçlendireceği söylenmektedir. Stratejik bir proje olan Nabucco Projesi için
Türkiye kilit ülke konumundadır. Türkiye için Nabucco, bir güven projesidir. Ayrıca,
Nabucco projesi Türkiye’nin AB yolunda en önemli ilerleme kriterlerinden biri olarak
değerlendirilmektedir. Son olarak ise Mavi Akım’ın Türkiye için olumlu ve olumsuz
yanları söylenirken, Türkiye’nin Mavi Akım projesindeki hatalarından
bahsedilmektedir.
Kitap için son bir değerlendirme yapacak olursak, verilen örnekler ve projelerin
son durumları hakkında bilgiler içermesi bakımından jeo-enerji alanının anlaşılmasını
ve yorumlanmasını güçlendirmektedir diyebiliriz. Elimizdeki bu kitap, dünya enerji
sektörünün, küresel siyasette ve ülkelerin stratejilerinde ne kadar belirleyici olduğunu
bizlere göstermesi açısından da önemli bir kaynaktır.
84
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi
YAYIM ŞARTLARI
1. Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, uluslararası
hakemli bir dergi olup, Bahar ve Güz olmak üzere yılda iki kez yayımlanmaktadır.
Gerektiğinde özel sayılar çıkarılabilecektir.
2. Dergide başta iktisat, işletme, siyaset bilimi, kamu yönetimi, uluslararası ilişkiler
ve maliye alanları başta olmak üzere finans, yönetim organizasyon, muhasebe, sayısal
yöntemler, yöneylem, pazarlama, eko-nometri, çalışma ekonomisi, siyasi tarih,
uluslararası hukuk vb. alanlardaki Türkçe ve İngilizce makaleler, kitap tanıtım ve
eleştirileri ile örnek olay çalışmaları yayınlanmaktadır.
3. Dergiye gönderilen makaleler daha önce bir başka dergide yayımlanmamış,
yayımlanmak üzere gönderilmemiş veya yayım için kabul edilmemiş olmalıdır.
Herhangi bir bilimsel toplantıda sunulmuş ve ya-yımlanmamış olan yazılarda,
toplantının adı, yeri ve tarihi dipnot olarak belirtilmelidir.
4. Makalelerdeki görüş ve bilimsel sorumluluklar yazar veya yazar-lara ait olup, dergi
ile hiçbir ilişkisi yoktur. Yazılar yayınlanmak üzere kabul edildiği takdirde dergi bütün
yayın haklarına sahip olur. Eserin yayımlanmasına karar verilmesi durumunda yazarlar
yayın haklarını dergiye devretmiş olurlar.
5. Dergiye gönderilen makaleler, ilgili editör tarafından şekil ve içe-rik yönünden ön
incelemeye alınmakta olup, genel olarak dergide ya-yınlanmaya uygun olup olmadığına
karar verilmekte ve daha sonra hakemlere gönderilmektedir. Makale o alandaki iki
hakeme gönderilir. Hangi makalenin hangi hakemlere gönderileceğine hakemlerin ve
ma-kalelerin ilgi alanlarına göre karar verilmektedir. Makaleyi değerlendiren
hakemlerin kimlikleri hakkında yazarlara, gönderilen makalenin kime ait olduğu
konusunda da hakemlere bilgi verilmez. Hakem raporları gizlidir.
6. Makalenin gönderildiği iki hakemden de olumlu görüş bildirilme-si durumunda
makale yayınlanmak üzere sıraya alınır. İki hakemden de olumsuz görüş bildirilmesi
durumunda makale hiçbir surette yayınlanmaz. İki hakemin birbirinden farklı görüş
bildirmesi durumunda makale üçüncü bir hakeme gönderilir; üçüncü hakemin vereceği
cevaba göre yayınlanmasına veya yayınlanmamasına karar verilir. Hakemlerden gelen
85
raporlara göre, makalenin aynen yayınlanmasına (kabul), düzeltme, ekleme veya
çıkarma istenmesine (düzeltme) veya yayınlanmamasına (ret) karar verilmekte olup bu
karar yazar veya yazarlara en çok 2 ay içerisinde bildirilmektedir.
7. Hakemlerin düzeltme yönünde görüş bildirmeleri durumunda ya-zara başvurulur
ve yazarın gerekli düzeltmeleri tamamlayarak gönder-mesi istenir. Düzeltme verilen
makaleler yazarı veya yazarları tarafın-dan belirtilen süre içerisinde düzeltilmedikçe
yayınlanmaz.
8. Gönderilen yazıların yayımlanma hakkı dergi yönetimine aittir. Dergide
yayımlanan yazılar, dergi yönetimin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde çoğaltılamaz ve
başka bir yerde (matbu olarak veya internet ortamında) tekrar yayımlanamaz. Dergiye
makale gönderen yazar, bu ilkeleri kabul etmiş sayılır.
YAZIM KURALLARI
1. Yayımlanan makalelerin uluslararası indekslere eklenmesinde so-run yaşanmaması
için özet ve anahtar kelimeler gerekmektedir. Bu sebeple dergiye gönderilecek
makalelerde mutlaka Türkçe - İngilizce Özet ve en az üç (3) en fazla beş (5) tane
Anahtar Kelime - Key Words bulunmalıdır. Ayrıca makalenin İngilizce başlığı, Türkçe
başlı-ğın altına eklenmelidir. Makaledeki tüm başlıklardaki kelimelerin sade-ce ilk
harfleri büyük yazılmalıdır.
2. Sayfa yapısı 17x24 olmalı ve çalışmanın tamamı 25 sayfayı aş-mamalıdır.
3. Çalışmanın ana başlığı tamamen büyük ve kalın harflerden, alt ba-lıkların sadece
ilk harfleri büyük ve tamamı kalın harflerden oluşmalıdır. Yazar (lar) sağa dayalı olarak
ad soyad belirtmeli, dipnot şeklinde çalıştıkları kurum ve e-posta adreslerini
vermelidirler.
4. Makale tam metin olarak word dosyası şeklinde gönderilmelidir. Kabul edilen
formatlar; doc, docx, jpeg, tiff, gif şeklindedir.
5. Makalede sayfa düzeni şu şekilde olmalıdır:
Metin boyutu
Dipnot ve Tablo boyutu
Paragraf aralığı
Paragraf girinti
86
Üst kenar boşluğu
Alt kenar boşluğu
Sağ kenar boşluğu
Sol kenar boşluğu
Satır aralığı
11 punto 9punto 6 nk 1.25 cm 3 cm 3 cm 2.5 cm 3.5 cm 1.25
5. Makalede Times New Roman yazı fontu kullanılmalıdır. Ancak bazı alanların
gereği olarak yazım esnasında özel font kullanılmış ise, bu fontlar makale ile birlikte
gönderilmelidir.
6. Kullanılan bütün kaynaklar makalenin sonunda "Kaynakça" adı altında
verilmelidir.
7. Yazım kurallarına uymayan makaleler değerlendirilmeye alınmayacaktır.
MAKALEDE KAYNAK GÖSTERME
Dergide, kaynak gösterme konusunda APA sistemi kullanılmakta-dır. Bu sebeple,
gönderilecek makalelerin aşağıdaki kaynak gösterme sistemine uygun olması
gerekmektedir:
Kitaplarda:
Metin içinde: (Goldgar, 2007: 13)
Eserin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:
Goldgar, A. (2007), Tulipmania: Money, Honor, and Knowledge in the Dutch Golden
Age, Chicago: University of Chicago Pres.
Makalelerde:
Metin içinde: (Hamilton, 1987: 153)
Makalenin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:
Hamilton, J. (1987), “Monetary Factors in the Great Depression”, Journal of
Monetary Economics, 19 (2), 145-169.
Tezlerde:
Metin İçinde: (Arıoğlu, 2007: 7)
Tezin kaynakçada yazımı şu şekilde olmalıdır:
87
Arıoğlu, E. (2007), Firma Büyüklüğü ile Hisse Senedi Getirileri Arasındaki İlişkinin
Farklı Yöntemlerle İncelenmesi: İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında Uygulamalı Bir
Analiz, Basılmamış Yüksek Li-sans Tezi.
TABLO VE ŞEKİLLER
1. Tablo ve şekil açıklaması, Tablo 1: …………………
şeklinde 0 punto ile yazılmalı ve ortalanmalıdır.
2. Tablo içi metinler 9 punto, satır aralığı tek, paragraf aralığı 3 nk olmalıdır.
3. Tablo sayfaya ortalanmalıdır.
T.C. GİRESUN ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
İKTİSADİ ve İDARİ BİLİMLER DERGİSİ
GÜRE YERLEŞKESİ
MERKEZ 28200-GİRESUN
Web: http://iibf.giresun.edu.tr/
E-İleti: [email protected]
TEL: (90) 454-310 1302