kent yoksulluĞu, sokak Çocuklari ve suÇ ( yüksek...

166
1 KENT YOKSULLUĞU, SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ ( Yüksek Lisans Tezi) Esra IŞIK Kütahya–2007

Upload: nguyenquynh

Post on 18-Mar-2019

215 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

1

KENT YOKSULLUĞU,

SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ

( Yüksek Lisans Tezi)

Esra IŞIK

Kütahya–2007

i

T.C. DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYOLOJİ ANABİLİM DALI

Yüksek Lisans Tezi

KENT YOKSULLUĞU, SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ

Danışman: Yrd. Doç. Dr. Musa ŞAHİN

Hazırlayan:

Esra IŞIK

200492050122

KÜTAHYA – 2007

ii

Kabul Onay Esra IŞIK’ın hazırladığı, “KENT YOKSULLUĞU, SOKAK ÇOCUKLARI VE

SUÇ” başlıklı Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin

ilgili maddelerine göre değerlendirilip kabul edilmiştir.

......./……/2007 Tez Jürisi Prof. Dr. Ali Rıza ABAY Yrd. Doç. Dr. Musa ŞAHİN Yrd. Doç. Dr. Recep YILDIZ Prof. Dr. Ahmet KARAASLAN

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

iii

Yemin Metni:

Yüksek lisans tezi olarak sunduğun “Kent Yoksulluğu, Sokak Çocukları ve Suç”

adlı çalışmamın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma

başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden

oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla

doğrularım.

Esra IŞIK

iv

ÖZGEÇMİŞ

1981 yılında Çanakkale’nin Çan ilçesinde doğdu. 2004 Haziranında

Dumlupınar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünü bitirdi. Aynı yıl

sosyoloji bölümünde tezli yüksek lisans programına başladı. Halen bölümde Araştırma

Görevlisi olarak görev yapmaktadır.

v

ÖZET

Ülkemizin en önemli sorunlarından bir tanesi sokak çocuklarıdır. Özellikle

1950’den sonra tarımda makineleşme ile plansız kentleşme ve iç göçler arttı. Kırsal

kesimden kentlere göç eden aileler, yoksulluk yüzünden parçalanmaya başladı.

Kent hayatı kırsal kesim insanı için önceleri çok cazipti. Kırsal kesim insanı

şehirde çalışmayı denedi; ancak iş sektörü bu insanlar için yeterli değildi. İşsizlik ve

kentsel yoksulluk yüzünden aileler çocukları üzerindeki kontrolü kaybetti ve böylece

sokak çocukları ortaya çıktı.

Elbette biz sokak çocuklarını sadece yoksullukla açıklayamayız. Yanlış

arkadaşlıklar, şiddet içeren medya programları, alkol ve uyuşturucu kullanımı sokak

çocuklarının diğer nedenleridir.

Ancak bu çalışmayla da ortaya koymaya çalıştığımız gibi sokak

çocuklarının en temel sebebi kentsel yoksulluktur.

vi

ABSTRACT

One of the important social problems of our country is the issue of homeless

kids. Especially after 1950, the rise of unplanned urbanization and rural-to-urban

migrations along with mechanization in farming lead the migrating families to

disintegrate because of poverty.

City life was very attractive for rural people before. They tried to work in

cities but working sector couldn’t enough for all this people. Because of unemployment

and urban poverty, families losed the control over their children and in this way the

problem of homeless children emerged.

Of course, only we cannot explain homeless children with poverty.

Unapproved friendships, media programmes including harshness, using alcohol and

drugs are other causes of homeless children.

But as we try to show in this work, rural poverty is the most important

reason of homeless children.

vii

İÇİNDEKİLER Sayfa

ÖZET............................................................................................................................ v

ABSTRACT................................................................................................................. vi

TABLOLAR VE ŞEKİLLER ...................................................................................... x

KISALTMALAR ......................................................................................................... xi

TEZ HAKKINDA........................................................................................................ xii

GİRİŞ ........................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM

KENT YOKSULLUĞU EKSENİNDE KAVRAMSAL VE KURAMSAL

ANALİZ

1.1. KENT YOKSULLUĞUNUN SOSYOLOJİK ANLAMI.....................................5

1.1.1. Türkiye’de Sanayileşme ve Kentleşme...................................................... 7

1.2. YOKSULLUK ...................................................................................................... 13

1.3. YOKSULLUKLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR ........................................... 15

1.3.1. Mutlak Yoksulluk ..................................................................................... 16

1.3.2. Göreli Yoksulluk....................................................................................... 16

1.4. YOKSULLUK KÜLTÜRÜ .................................................................................. 20

1.5. YOKSULLUK YAN KÜLTÜRÜ ....................................................................... 23

1.6. YOKSULLUK TİPLERİ ...................................................................................... 24

1.6.1. Fizyolojik Yoksulluk................................................................................. 25

1.6.2. Sosyo-Kültürel Yoksulluk......................................................................... 26

1.6.3. Değer Yoksulluğu ..................................................................................... 27

1.6.4. Etik Yoksulluğu ........................................................................................ 28

1.6.5. Çevresel Yoksulluk ................................................................................... 28

1.7. TÜRKİYE’DE YOKSULLUĞUN ARKA PLANI .............................................. 29

1.7.1 Osmanlı Döneminde Kent Yoksulluğu ve Mürtezika Sınıfı ...................... 32

1.7.1.1 Osmanlı Devletinde Sokak Çocukları ........................................... 33

1.7.1.2 Vakıflar ve Yoksulluk Yönetimi................................................... 35

1.7.2 Cumhuriyet Döneminde Kent yoksulluğu ve Sosyal Eşitsizlik ................. 36

1.8. YOKSULLUĞUN BİREYSEL VE TOPLUMSAL YANSIMALARI ................ 37

1.8.1.Bireysel Yansımalar ................................................................................... 38

1.8.1.1.Sekülerleşme ................................................................................. 39

viii

1.8.1.2. Yabancılaşma ............................................................................... 40

1.8.1.3. Farklılaşma................................................................................... 42

1.8.2. Toplumsal Yansımalar .............................................................................. 43

1.8.2.1 Gecekondulaşma ........................................................................... 44

1.8.2.2 Kentsel Kirlenme .......................................................................... 46

1.8.2.3 Toplumsal Kadercilik.................................................................... 47

1.8.2.4 Toplumsal Kirlenme ..................................................................... 48

1.8.2.4.1 Suç.................................................................................. 48

1.8.2.4.2 Sokak Çocukları ............................................................. 53

İKİNCİ BÖLÜM

SAPKIN YOKSULLUK, SOKAK ÇOCUKLARI ve SUÇ

2.1. SAPKIN YOKSULLUK....................................................................................... 56

2.1.1.Katlanılabilir Yoksulluk ............................................................................ 56

2.2. SOKAK ÇOCUKLARI ........................................................................................ 57

2.2.1. Sokakta Çalışan-Çalıştırılan Çocuklar ...................................................... 58

2.2.2. Sokakta Yaşayan Çocuklar ....................................................................... 63

2.3. YOKSULLUK VE SOKAK ÇOCUKLARI ........................................................ 65

2.3.1.Yoksulluğun Bir Sonucu Olarak Sokak Çocukları .................................... 66

2.4. SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ ......................................................................... 68

2.4.1. Türkiye’de Çocukların En Fazla İşledikleri Suçlar................................... 70

2.4.2. Cinsiyete Göre Suç Dağılımı .................................................................... 71

2.4.3. Yaş Gruplarına Göre Suç Dağılımı ........................................................... 73

2.5. ÇOCUKLARI SUÇA İTEN NEDENLER ........................................................... 74

2.5.1. Ailevi nedenler .......................................................................................... 76

2.5.1.1. Aile İçi Şiddet .............................................................................. 79

2.5.1.2. Boşanma....................................................................................... 81

2.5.1.3. Evlilik Dışı Çocuklar.................................................................... 85

2.5.2. Arkadaş Grupları....................................................................................... 87

2.5.2.1. Çeteler ve Organize Suç Örgütleri ............................................... 90

2.5.2.2. Ergenlik Döneminde Model Alınan Yanlış Arkadaşlar ............... 91

2.5.3. Demografik Nedenler................................................................................ 93

2.5.3.1. İç Göçler ve Gecekondulaşma ..................................................... 95

ix

2.5.3.2. Dış Göçler ve İkili Kültür Çatışması............................................ 97

2.5.4. Kitle İletişim Araçları ............................................................................... 99

2.5.4.1. Televizyon Programlarının Çocuk Suçluluğuna Etkisi................ 101

2.5.4.2. Şiddet İçeren Diziler ve Filmler .................................................. 103

2.5.4.3. Haber Programlarının Suça Etkisi................................................ 104

2.5.4.4. Sanal Ortam ve Suç...................................................................... 106

2.5.5. Bağımlılık Yaratan Maddeler ve Suç........................................................ 108

2.6. SOKAK ÇOCUKLARININ MARUZ KALDIĞI TEHLİKELER....................... 109

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SOKAK ÇOCUKLARININ TOPLUMA KAZANDIRILMASI

AÇISINDAN KÜTAHYA’ DA YOKSULLUK YÖNETİMİ

3.1. KÜTAHYA’DA KENT YOKSULLUĞU............................................................ 113

3.1.1 Nüfus Göstergeleri ..................................................................................... 113

3.1.2. İşsizlik Ve Sosyal Eşitsizlik ...................................................................... 114

3.1.3. Çocuk Nüfusu Ve Eğitim Durumu............................................................ 116

3.1.4. Sosyal Hizmet Ve Çocuk İlişkisi .............................................................. 118

3.1.5. Çalışan Çocuklar Ve Çocukların Sokağa İtilme Nedenleri....................... 120

3.2 SOKAK ÇOCUKLARI VE ÇOCUK SUÇ ORANLARI..................................... 121

3.2.1 Çocukların Suç Dağılımları........................................................................ 121

3.3. KÜTAHYA’DA YOKSULLUK YÖNETİMİ VE ÖRGÜTSEL YAPISI ........... 123

3.3.1.Kamu Örgütlenmesinin Yapısal Analizi .................................................... 124

3.3.1.1.Huzurevi........................................................................................ 126

3.3.1.2. Kız Yetiştirme Yurdu................................................................... 127

3.3.1.3. Erkek Yetiştirme Yurdu ............................................................... 127

3.3.1.4. Kütahya Çocuk Yuvası ................................................................ 128

3.3.1.5. Kütahya İli Sosyal Yardım Verileri ............................................. 128

3.3.1.5.1. Belediye......................................................................... 129 3.3.1.5.2. Vakıflar Bölge Müdürlüğü............................................ 130

3.3.2. Sosyal Hizmetler Ve Sokak Çocukları...................................................... 131

3.3.3. Sokak Çocuklarının Topluma Kazandırılması .......................................... 133

SONUÇ ........................................................................................................................ 135

KAYNAKÇA............................................................................................................... 138

DİZİN........................................................................................................................... 147

x

TABLOLAR VE ŞEKİLLER

Tablo 1.1. Kır ve Kent Nüfusu..................................................................................... 11

Tablo 2.1. Yıllara Göre 12-14 Yaş Grubundakilerin İşgücü Durumu, Türkiye ........ 62

Tablo 2.2. Yıllara göre suç türü .................................................................................. 70

Tablo 2.3. Çocukların Yaş Grupları, Suç Türleri Ve Mahkumiyet Durumları ........... 73

Tablo 3.1. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımına Göre, cinsiyet,

okur-yazarlık, eğitim durumu .................................................................... 114

Tablo 3.2. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre iş gücü

durumu ve cinsiyete ait verileri................................................................... 115

Tablo 3.3. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre

işgücünde olmayan nüfus ........................................................................... 116

Tablo 3.4. 2005 Yılı rakamlarına göre Kütahya ilindeki eğitim kurumları

ve bu kurumlarda eğitim gören öğrenci sayıları, okullardaki öğretmen

sayıları ve derslik sayıları ........................................................................... 117

Tablo 3.5. DİE’nin 2000 sonuçlarına göre Kütahya İlindeki 0-19 yaş

arasındaki çocuk nüfusu ............................................................................. 118

Tablo 3.6. Kütahya İl Emniyet müdürlüğü 2005/2006 yılında yaptığı

çalışmalar neticesinde sokakta çalışan çocukların dağılımı ....................... 120

Tablo 3.7. Kütahya İl Emniyet Müdürlüğünün verilerine göre 2005-2006

yıllarında 18 yaş altı çocukların suç dağılımları ...................................... 122

Tablo 3.8. Huzurevinde Mayıs 2004 itibari ile kalanların durumları ......................... 126

Tablo 3.9. Huzurevindeki oda tipleri, sayıları.............................................................. 127

Tablo 3.10. Mayıs 2004 itibari ile Kütahya Çocuk Yuvasında kalan çocukların

sayıları ve yaşları....................................................................................... 128

Şekil 3.1.Sosyal Hizmet Kurumlarının Örgütsel Yapıları ........................................... 125

xi

KISALTMALAR

Kısaltma Açıklama

ABD Amerika Birleşik Devletleri

a.g.e. Adı geçen eser

Bkz. Bakınız

Çev. Çeviren

DİE Devlet İstatistik Enstitüsü

DPT Devlet Planlama Teşkilatı

KİT Kamu İktisadi Teşebbüsleri

s. Sayfa

ss. Sayfalar arası

SHCEK Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu

STK Sivil Toplum Kuruluşları

T.C. Türkiye Cumhuriyeti

TUİK Türkiye İstatistik Kurumu

Yay. Yayınevi,Yayınları

xii

TEZ HAKKINDA

xiii

ARAŞTIRMANIN AMACI

Çocuk Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20

Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiştir. Bu sözleşmenin birinci maddesinde : “ Çocuğa

uygulanabilecek olan kanuna göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, on sekiz

yaşına kadar her insan çocuk sayılır.” ikinci maddesinde ise.’ bu sözleşmeye taraf olan

devletlerin hiçbir ayrım gözetmeksizin yetkileri altında bulunan her çocuğa sözleşmede

belirtilen hakları tanıyıp taahhüt etmeleri gereklidir.’ifadeleri yer alır. Bu maddelerle de

çocukların temel hakları koruma altına alınmıştır.

Çocuklar, bir ülkenin geleceği, bir toplumun teminatıdır. Çocukları

yetişkinlerden ayıran en önemli özellik, çocukların verdikleri kararlardan, yaptıkları

hatalardan dolayı kendilerinden önce yetişkinlerin sorumlu olmasıdır. Hayatı tanımaya,

hayatın gerçeklerini öğrenerek büyümeye çalışan çocuklar ailelerinin ve devletin

güvencesi altında yaşamalıdır. Geleceğini güvence altına almayan toplumlar çok ciddi

sorunlarla yüz yüze kalırlar. Bu nedenle sokak çocukları sorununu tüm boyutları ile ele

alarak bu sorunu ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Sağlık, eğitim,

beslenme, barınma gibi temel haklardan yoksun büyüyen sokak çocukları kendilerine

verdikleri zararın yanında çevrelerine de zarar vermektedirler. Bu nedenle sokak

çocukları konusunu ele alırken bu noktaları göz önünde bulunduracağız.

Tüm bu söylemlerin ışığında çalışmamızın amacı; sokak çocukları

sorunsalını tüm yönleri ile ortaya koymak, sokak çocuğu nedir, neden ortaya çıkmıştır,

sorularının yanıtlarını aramak diyebiliriz. Bu bağlamda sokak çocukları ve suç sorunu

kent yoksulluğu ekseninde analiz edilecektir.

Osmanlı Devleti’nden günümüze değişen toplumsal değerler çerçevesinde

şekillenen aile yapısı ve yoksulluk kültürü, kentleşme ile ortaya çıkan göç ve tüm

bunlarla bağlantılı olarak sokaklarda yaşam mücadelesi veren, suç batağında çırpınan

çocuklar, çalışmamızda sorunu ortaya koyarken değineceğimiz başlıca konulardır.

Araştırmamızın bir diğer basamağını ise sosyal hizmetler konusu

oluşturmaktadır. Bu konu Kütahya’daki sosyal hizmet kurumlarının yaptıkları

çalışmalar ekseninde ele alınacak ve bu bağlamda Kütahya’da sokak çocukları ve suç

sorununun boyutları kent yoksulluğu ile bağlantılı olarak analiz edilecektir.

xiv

ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ

Sokak çocukları, üzerinde pek çok sosyal bilimcinin çalışma yaptığı bir

konudur. Bu konuyu seçmemizin nedeni güncel bir sorun olmasının ötesinde ortaya

konulacak çözümlere yardımcı olmak ve bu sorunun çözümlenmesinde ilk aşama olarak

gördüğümüz sorunun tanımlanması açısından bir bakış açısı oluşturmaktır. Sokak

çocukları, sokakların çalışan çocukları, sokaklarda suç makinesine dönüşen çocuklar,

birbirinden farklı ve birbiri ile ilişkili sosyal gerçekliklerdir. Bu tanımlamaları

birbirinden ayıran ve birbirine yaklaştıran noktaları tespit etmek, ve buna göre çözüm

üretmek gerekir. Ayrıca henüz bu sorunun ciddi anlamda ortaya çıkmadığı

şehirlerimizde de alınacak önlemler adına faydalı olabilecek bir araştırma ortaya

koymak araştırmanın öne çıkan nedenlerinden biridir.

Ülkemizde sanayileşme ile birlikte ortaya çıkan göç, gecekondulaşma,

parçalanmış aileler, yoksulluk kültürü gibi sosyal sorunlarla doğrudan bağlantılı

olduğunu düşündüğümüz sokak çocukları sorununu araştırırken bu problemin ortaya

çıkardığı bir diğer problem olan suçlu çocuklar sorununa da değinerek çocukların

özellikle de sokak çocuklarının suça itilmesinin sebeplerini de inceleyerek konunun ne

denli kapsamlı ve önemli olduğunu göreceğiz. Buradan hareketle diyebiliriz ki bu

araştırmanın ortaya koyacağı değerlendirmeler; başta yoksulluk olmak üzere sokak

çocukları,suç ve yoksulluğun getirisi olan pek çok sosyal problem arasındaki bağlantıyı

görme ve çözüm projeleri geliştirme imkanı ve fırsatı verecektir. Daha öncede

değindiğimiz ve konumuzla bağlantılı olduğunu belirttiğimiz, aile, göç, sanayileşme,

gecekondulaşma gibi olgular yoksulluk çerçevesinde ele alınacak ve sokak çocukları

gerçeği ile ilişkilendirilerek bu sorunun tanımlanmasında yardımcı olacaktır. Aynı

zamanda bu sorunla ilgili olarak yapılan çalışmalar sosyal hizmetler başlığı altında

incelenerek konunun bir başka boyutuna değinilecektir.

ARAŞTIRMANIN HİPOTEZLERİ

Tarım toplumlarının en belirgin özelliği olan geleneksel yaşam tarzı ve

birliktelik duygusu kapitalist dönemdeki sanayileşme ile çözülmeye başlamıştır. Aile

fertlerinin, beraber üretip beraber tükettiği toprağa bağlı örgütlenme anlayışının ortadan

kalkması ile birlikte sınıfsal ve mekansal farklılıklar meşrulaşmış, ve zamanla bu

farklılıklar arasında sosyo-ekonomik yarılmalar meydana gelmiştir. Bu durum sosyal

xv

mesafeyi de olumsuz etkilemiştir. Bireylerin beklentilerinde de büyük değişikliklere

neden olan sanayileşme, kültürel, sınıfsal ve mekansal sorunların ortaya çıkmasına

zemin hazırlamıştır.

İşte bu sorunlardan biri aile içi ilişkilerin uğradığı erozyondur. Geleneksel

ailedeki bağlar ne denli kuvvetli ise sanayi toplumlarındaki aile içi bağlar o denli zayıf

ve kopmaya müsaittir. Kırsal alanlardan kentlere doğru zorunlu bir nüfus hareketi

ailenin üstlendiği roller de zorunlu olarak değişmesiyle sonuçlanmıştır. Göç eden aile

fertleri yeni rollerine adapte olmaya çalışırken aile olmanın sorumluluğunu terk etmeye

başlamışlardır. Gelenek ve modernlik arasında sıkışıp kalan bireyler, yoksulluğunda

omuzlarına yüklediği ağırlık altında ezilmişlerdir.

Bu nedenle toplumsal dönüşümün bir göstergesi olarak kentleşme süreci

salt sanayileşme ile açıklanabilecek bir durum değildir. Sanayileşmenin etkisi elbette ki

vardır; ancak asıl neden tarım sektöründeki yeniliklerle ortaya çıkan işsizlik ve kentsel

hayatın özendiriciliğidir.

Bütün bu söylemlerden hareketle ortaya koyacağımız çalışmamızın genel

hipotezi şudur:

Batıda tipi sanayileşmeyi destekleyen politikaların üretilmesi ve Batı

kaynaklı yardımlarla desteklenmesi; pazar ekonomisine geçiş esasına dayalı

makineleşme, topraktan beslenen köylünün işsiz kalmasına neden olmuştur. Böylece

kentlere göç eden kırsal nüfus, yaşanan toplumsal dönüşümün planlı ve koordineli

yürütülememesinden dolayı yoksullukla karşı karşıya kalınca, yoksulluğun özellikle de

kentsel yoksulluğun türevi olan sokak çocukları sorunu ortaya çıkmıştır.

Yan Hipotezler:

• Sanayileşme kentlere göçü cazip hale getirmiştir.

• Kentlerdeki sanayileşme hızı kentlere göç hızından daha yavaş bir seyir

izlediği için işsizlik ve yoksulluk ortaya çıkmıştır.

• Sanayileşmeden göçe bağlı yoksulluk sokak çocukları sorunsalını

oluşturmuştur.

• Yoksulluk aile içi ilişkileri aşındırmakta ve anomik davranışları ortaya

çıkarmaktadır.

xvi

• Yoksulluğun bir sonucu olarak aile kurumunda meydana gelen

parçalanmalardan en fazla çocuklar etkilenmektedir

• Sokaklarda yaşayan ve çalışan çocuklar başta şiddet ve cinsel istismar

olmak üzere pek çok problemle karşı karşıyadır.

• Osmanlı Devleti’nde sokak çocuklarının ciddi bir sosyal sorun

olmamasının en önemli nedeni toplumsal yapının önemli bir parçası olan

dayanışmacılık ve mevcut olan birliktelik ruhudur.

• Sokak çocukları her geçen gün suç batağına saplanmakta ve yapılan

çalışmalar bu çocukların topluma yeniden kazandırılması noktasında yetersiz

kalmaktadır.

• Gecekondulaşma kısmen sokak çocukları sorununa yol açan faktörlerden

biridir.

• Aile içi şiddet, medyada yer alan şiddet içerikli programlar ve sanal

ortamdaki şiddet içeren oyunlar çocukları suça teşvik etmektedir.

• Yanlış arkadaş seçimleri ve ailelerin bu konudaki duyarsızlıkları

çocukların suç işlemesinde etkilidir.

• Sokak çocukları sorununun olmadığı yahut ciddi boyutlara ulaşmadığı

şehirlerde bu konuda yapılacak ön çalışmalar sorunun ileride büyümesini önlemek adına

yararlı olacaktır.

• Özellikle metropollerde sokak çocukları sorunu daha ciddi boyutlardadır.

• Sokak çocukları küresel ölçekte bir sorundur.

• Sokak çocukları alkol, uyuşturucu gibi tehlikelerle karşı karşıyadır ve

işledikleri suçlar artmaktadır.

ARAŞTIRMANIN EVRENİ VE ÖRNEKLEMİ

Sokak çocukları küresel bir sorundur. Ancak Türkiye eksenli bir çalışma

yapacağımız için bu sorunu ortaya koyarken, toplumsal yapının değişmesi neticesinde

meydana gelen kurumlar arası farklılaşmalardan ve sosyal ilişkilerdeki kopmalardan

hareket ettik.

xvii

Bu nedenle çalışmamızın evreni Türkiye’dir. Bunun yanında tezimizde

Kütahya il merkezindeki, sokak çocuklarını, suç oranlarını, kentsel yoksulluğun

boyutlarını ve sosyal hizmet çalışmalarından da bahsetmeye çalıştık.

ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

Çalışmamıza başlarken öncelikle sınırlarımızı belirledik. Sokak çocukları

sorununu tanımlamak için nereden başlamamız gerektiğine karar verebilmek için bu

konuda yapılmış çalışmaları inceledik. Genel bir kaynak taramasından sonra sorunun

ortaya çıkmasında etkili olduğunu düşündüğümüz Türk toplumsal yapısındaki

dönüşümler ve kurumlar arasındaki değişimlerden yola çıkarak kuramsal çerçeveyi

oluşturduk. İlk olarak Türkiye’deki sanayileşme sürecinin nasıl yaşandığını, buna bağlı

olarak kentleşme olgusunu ve kentleşmeye bağlı ortaya çıkan kentsel yoksulluğu

açıkladık. Yoksulluk kuramları, Osmanlı Devleti’nde yoksulluk yönetimi, yoksulluğun

yol açtığı sosyal sorunlar yine çalışmamızın ilk bölümünde ele aldığımız konulardı.

İkinci bölümde ise sokak çocukları nedir, aile içi ilişkiler, arkadaş çevresi,

ve medyadaki şiddet içerikli programlar sokak çocuklarının ortaya çıkmasında ne kadar

etkilidir sorularına yanıt aradık. Üçüncü ve son bölümde ise Kütahya örnekleminden

hareketle Kütahya’da sosyal hizmet kurumlarını ve sokak çocukları sorununu inceledik.

Teorik bir çalışma olma özelliği taşıyan araştırmamız, aynı zamanda istatistiksel veriler

içermektedir.

xviii

TEZ METNİ

1

GİRİŞ

Başta yoksulluk olmak üzere yoksulluğun yol açtığı pek çok yan unsur

günümüz toplumlarının en önemli sorunlarından biri olan ‘ sokak çocukları’ ve çocuk

suçluluğunun artmasındaki temel etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Değişen

toplumsal koşullara bağlı olarak bu sorunu sadece ekonomik boyutuyla ele almak yanlış

olacağı gibi, daha öncede altını çizdiğimiz ekonomik boyutu görmezden gelmek de bizi

yanlış tespitlere götürür. Sokak çocukları sorunu ile ilgili çalışma yaparken tek bir

nedenden hareket etmek ve bu sorunu tek bir neden çerçevesinde değerlendirmek

yerine, farklı etmenleri bir arada sorgulayarak çok yönlü bir analiz yapmaya çalışacağız.

Fakat bu analizi yaparken de sorunun kaynağını oluşturduğuna inandığımız yoksulluk

ve yoksulluğa bağlı olarak ortaya çıkan sosyal sorunların daha fazla üzerinde durmaya

çalışacağız.

Yoksulluk sadece fakir ülkelerinin değil zengin ülkelerin de mücadele ettiği

bir sosyal gerçeklik olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle yoksullukla mücadele etmek

amacıyla her toplumun geliştirdiği farklı hizmetler vardır. Yoksulluk, kendi başına bir

sorun olmasının ötesinde, bizimde çalışmamızın temelini oluşturan ‘sokak çocukları’

gibi problemlerin de ortaya çıkmasında rol oynar. Yoksullukla mücadele eden ülkeler

bu nedenle yoksulluğun yol açtığı diğer sorunlarla da mücadele etmek zorunda kalırlar.

Toplumlar bir taraftan kendi içlerinde çalışmalar yaparken diğer taraftan, yoksulluğu

önleyebilmek için küresel ölçekte bir araya gelerek uluslar arası mücadele programları

düzenlerler. Bu programların temel özelliği tek bir ülkeyle sınırlandırılmadan,

yoksullukla mücadele eden her ülkeye destek sağlamaya yönelik olmasıdır. Özellikle

ekonomik olarak gelişmiş ülkelerin düzenlediği ve finanssal olarak desteklediği

yoksulluk projeleri, dünya gelirinin büyük bir kısmını kontrol eden bu ülkelerin bir

anlamda günah çıkarması olarak değerlendirilebilir.

Yoksulluk sadece parasal anlamda ele alınabilecek bir durum değildir. Aynı

zamanda özellikle son dönemde sosyal bilimcilerin de üzerinde durduğu bir kültüre de

kaynaklık eder. Yoksulluktan veya yoksulluğa bağlı olarak şekillenen yaşam

koşullarının insanlarca farklı kabulünden kaynaklanan bu yan kültür, yoksulluğun

kendisinden bile daha zor çözümlenecek durumlara yol açmaktadır. İleride daha

2

ayrıntılı olarak ele alacağımız bu yoksulluk yan kültürünün sokak çocukları ile ilişkisini

de ortaya koymaya çalışacağız.

Küreselleşme, kentleşme, göç, bozulan aile içi ilişkiler, artan şiddet, kentleri

çepeçevre saran gecekondular ve bu gecekondulardaki olumsuz yaşam koşulları, sokak

çocukları sorununa kaynak teşkil eden diğer önemli faktörlerdir. Aslında genel olarak

bakarsak bu faktörlerin çoğunun temelinde de yoksulluk yer alır.

Sanayileşme ile birlikte geleneksel dönem olarak adlandırdığımız tarım

toplumları döneminden, üretimin fabrikalarda yapıldığı, sermayenin önem kazandığı ve

aile içi ilişkilerin kopuklaşmaya başladığı döneme geçilmiştir. Bu geçiş toplumsal

yaşamda da bir takım çözülmeleri beraberinde getirmiştir. Bunun da ötesinde

sanayileşme sonrası ortaya çıkan bilgi toplumlarında özellikle aile değerlerinin uğradığı

tahribat daha da belirginleşerek, insanların çalışmak ve ilerlemek dışında pek az şeyi

düşünür hale geldikleri, yüz yüze ilişkilerin giderek kaybolduğu bir hayat tarzı

hâkimiyeti ortaya çıkmıştır.

Bilgiyi elinde bulunduranlar bir yandan dünya üzerinde istediği her yere

ulaşarak mevcut kaynakları özgürce kullanmışlar, bir yandan da keselerini

doldurmaktan geri kalmamışlardır. Yani birileri durmadan zenginleşirken geriye

kalanlar durmadan yoksullaşmışlardır. Yoksulluğun getirdiği kaos ortamı zamanla bu

zengin ülkeleri de tehdit eder boyuta ulaşınca yine yoksulluğa karşı mücadele de en

fazla ses onlardan çıkmıştır. Aynı zamanda bu kaos ortamını bertaraf etmek amacını

kullanarak, ellerinde bulundurdukları baskı araçlarını meşrulaştırma yoluna giden bu

ülkeler, kendi içlerinde var olan sorunları çözmek konusunda nedense bu kadar istekli

değillerdir. O nedenledir ki onca zenginliğe rağmen bu ülkeler yoksulluğun getirisi olan

pek çok sorunla boğuşmaktadır. Bu ülkelerde de gecekondulaşma, suç, sokaklarda

yaşayan çocuklar ve evsiz insanlar azımsanmayacak sayıdadırlar.

Bütün bu değerlendirmelere bakarak diyebiliriz ki gelişmiş ülkelerdeki

sokak çocukları sorunu diğer ülkelerdeki sorundan farklı olarak yoksullukla çok fazla

ilişkili değildir. Elbette ki gelişmiş ülkelerin sokaklarında yaşamla boğuşan çocuklar

yoksulluktan nasibini almış olsalar da bu sorun daha fazla çözülen aile bağları ve

dışlanmışlıkla ilişkili olarak algılanmalıdır. Yaşam standartlarının yüksek olduğu

ülkelerde toplumsal birliktelik, dayanışma, komşuluk, bireysel yardımlaşma, ailenin

3

kutsallığı gibi değerler çözülmektedir. İnsanların sosyal sorunların çözümünü devlete ve

sosyal dayanışma kurumlarına devrettiği bu toplumlarda, sokak çocukları sorunu fakir

ülkelerinden farklı bir seyir izlemektedir.

Çalışmamızda ele alacağımız diğer bir konu sokak çocukları ile ilişkili

olarak irdeleyeceğimiz göç unsurudur. Özellikle daha öncede bahsettiğimiz sanayileşme

ile birlikte daha iyi hayat koşulları istemiyle kırsal kesimlerden kentlere göç edenler,

sanayisi gelişmiş büyük şehirlerin çevresinde gecekondu dediğimiz, ne tam kırsal ne de

tam kentsel yaşamı sürdüren insanların yaşadığı, mekânların oluşmasına yol açmaktadır.

Bu belirsizlik ve aitsizlik duygusuna yoksulluk da eklenince, buralarda yaşayan

çocuklar ailelerinden ve toplumdan koparlar. Zaten suç çeteleri de özellikle böyle

çocukları hedef olarak görmektedirler.

Bu nedenle ülkemizdeki sokak çocuklarına ilişkin değerlendirmeler

yapacağımız bu çalışmada özellikle üzerinde duracağımız konu yoksulluk olacaktır.

Henüz istenilen refah düzeyine ulaşamamış olan ülkemizde açlıkla, işsizlikle mücadele

eden ailelerin içinde bulundukları durumdan en fazla çocuklar etkilenmektedir. Bu da

sokaklarda çalışan çocukları ortaya çıkarmaktadır. Yoksulluğun sokaklarda yaşamaya

zorladığı sokak çocuklarının sayısı da artmaktadır.

Yoksulluktan yola çıkarak çizmeye çalışacağımız tabloda, sosyal hizmetler

de önemli bir yer teşkil etmektedir. Sokak çocuklarının yeniden topluma kazandırılması

ve bunların temel ihtiyaçlarının karşılanması için mevcut kurumların çalışmalarını,

yeterliliklerini ortaya koymaya çalışacağız. Sokak çocuklarına karşı devlet ve sivil

toplum örgütleri kadar birey olarak bizler de sorumluyuz. Toplumsal duyarlılığımızı

arttırarak bu soruna kayıtsız kalmadığımız ölçüde çözüm adına yol alabiliriz.

İşte tüm bu söylemleri geniş olarak ele alacağımız çalışmamızın, sokak

çocukları gibi ciddi bir problemi tasvir etmek açısından önemli olacağı düşünülmelidir.

4

BİRİNCİ BÖLÜM

KENT YOKSULLUĞU EKSENİNDE KAVRAMSAL VE KURAMSAL ANALİZ

5

1.1. KENT YOKSULLUĞUNUN SOSYOLOJİK ANLAMI

İnsanların bireysel sorunları olduğu gibi, yeryüzündeki bütün devletlerin de

kendilerine has sorunları vardır. Bu sorunlar, bazen geçmişin getirdiği tarihsel

birikimlerin ürünü olabilir ya da söz konusu ülkenin coğrafi konumundan

kaynaklanabilir. Ancak asıl halledilmesi gereken dünyanın ortak problemleridir. Açlık,

susuzluk, işsizlik gibi sayabileceğimiz daha pek çok sorun çözüm beklemektedir.

Zengin ülkeler yeryüzü kaynaklarını özgürce kullanırken geri kalanlar varlıklarını

devam ettirebilmenin mücadelesini vermektedirler.

İlginç olan şudur ki, bu sorunlara karşı en fazla çözüm üretme çabasında

olan da yine bu sorunların pek çoğuna kaynaklık eden zengin devletlerdir. Örneğin söz

konusu yoksulluk olduğunda, dünya yeraltı ve yerüstü kaynaklarını fazlasıyla ve

adaletsizce kullanan devletler, bir araya gelerek açlıkla mücadele programları

hazırlamaya çalışırlar. Bunun nedeni vicdani bir arınma mıdır, yoksa başka hesaplar

mıdır, tartışılır. Ancak rahatlıkla söyleyebiliriz ki, yoksulluk sorunu yüzyıllardır

yaşanılan ve bir türlü çözümlenemeyen bir durum olarak yukarıda saydığımız diğer

sorunlara kaynaklık etmektedir. ”Ne var ki, yoksulluk bir ölçüde göreli bir sorundur. Ve

sözü edilen ülkelerde bile, geri kalan hepimizin yoksulluk diye tanımlayacağımız

koşullarda yaşayan çok insan bulunduğu apaçıktır.”(FRIEDMAN; 1988,307) Zengin

ülkeler bir taraftan yoksul ülkelere sözde yardım etmeye çalışırken diğer taraftan da

kendi ülkelerindeki bu insanlarının yoksulluklarıyla savaşırlar.

İtiraf etmek gerekir ki yoksulluk dediğimiz durum da tıpkı yaşam koşulları

gibi dönüşüme uğramıştır. Özellikle konu Türkiye olduğunda insanın nerde o eski

yoksullar diyesi geliyor. Elbette ki yoksulluk özlenilecek, desteklenilecek bir şey değil.

Burada anlatmaya çalıştığımız tezimizde de sıkça bahsedeceğimiz yoksulluğun yeni

yüzü, yani kentsel yoksulluktur. Kentsel yoksulluk, yoksulluğun boyut değiştirmiş ve

daha da karmaşıklaşmış halidir. İleride kentleşme ile de bağlantısını ortaya koyacağımız

kentsel yoksulluk iyi hesaplanmamış ve alt yapı olarak gerekli tedbirler alınmamış

toplumsal değişimin getirisidir.

Kent yoksulluğu, yoksulluktan farklı bir durumu ifade eder. Yoksullar,

toplumun bir parçasıdır. Yanı toplumsal yapıdan kopuk veya bağımsız değillerdir.

Yaşadıkları şartların bilincindedirler. Kentsel yoksullar ise toplumdan kopuk, güven

6

duygusundan yoksun ve bütünleşmeye karşı negatif tutum içindedirler. Kentsel

yoksulluk, ekonomik ve toplumsal alandaki değişimlerden ortaya çıkmıştır.

Yoksulluktan farklı olarak kentsel yoksulluk; ekonomik dönüşümler sebebiyle kırsal

kesimden kentlere göç edenleri istihdam edebilecek iş olanaklarının kısıtlı olması ve

dönüşümün yol açtığı toplumsal kırılmalardan, kurumlar arası ilişkilerin tam anlamıyla

şekillenememesinden doğan yoksulluk olarak tanımlanabilir. Kentsel yoksullara hemen

her toplumda rastlamak mümkündür. Çünkü sanayileşme tüm ülkeleri etkilemiş ve

kentleşmeyi arttırmıştır. Kentleşme; kentsel yoksullar, sokak çocukları, gecekondulular,

gibi kitlelerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Ancak kentleşme dediğimiz süreci

salt sanayileşme ile açıklamak da doğru olmaz. Sanayileşme kentleşmeyi hızlandırsa da,

kentleşmenin tek nedeni değildir.

Dünyanın her yerinde kentleşme ve kentleşmeye bağlı ortaya çıkan

problemler analiz edilirken yerel yapılar, yaşanılan toplumsal dönüşümler, tarihsel

birikimler ve geleneksel özellikler dikkate alınmak zorundadır. Çünkü batıda yaşanılan

ve modern kentlerin ortaya çıkmasında etkili olan sanayileşme gelişmekte olan

ülkelerde aynı aşamalardan geçmemiştir. Bu çalışmanın asıl konusunu oluşturan

Türkiye’deki sokak çocukları, kentsel yoksulluk ve getirisi olan sosyal sorunlar

ekseninde incelenecektir. Türkiye’de sanayileşme süreci, kentleşme ve kentsel

yoksulluktan hareketle ortaya koyacağımız sokak çocukları, toplumsal deneyimlerimiz

dikkate alınarak tanımlanacaktır.

Ancak tüm bunlardan önce kent ve kentleşme nedir sorusuna yanıt

aramamız gerekir. Kent farklı tanımlamalara açık bir kavramdır. Tanımlamayı yaparken

nüfus, üretim gibi ölçütlerden yola çıkabiliriz. “Belli bir yönetsel örgüt biriminin

sınırları içinde kalan yerlere kent, bu sınırların dışındaki alanlara köy denilmesini

gerektiren tanımlar, yönetsel sınır ölçütünü kullanan tanımlardır.” (ERKAN;2002,16)

Yönetsel ölçütlerden farklı olarak üretim tipinden hareketle bir tanım yapmak da

mümkündür. Üretim tipinden yola çıkarak, kent tarımsal etkinliklerden farklı olarak

özellikle sanayileşmenin yoğun olarak görüldüğü alanlardır, diyebiliriz.

(ERKAN;2002,17)

Aynı zamanda kentle ilgili kullanılan kavramlar vardır. Bu kavramların

başında kentleşme gelir. Kentleşme, kentlerin veya kentlerdeki nüfusun sayıca

7

artmasıdır. (KELEŞ;2000,19) Bu iki kavram tanım olarak farklı gibi görünse de birbiri

ile bağlantılı kavramlardır. Kentleşme bir süreci kent ise bu sürecin yaşandığı yerleşim

alanını ifade eder. Kentleşmeyi şehirleşme olarak da tabir edebiliriz. Netice itibariyle

hangisini kullanırsak kullanalım, bu süreç Türkiye’de oldukça karmaşık yaşanmış ve

sosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türkiye’de kentleşmeyi açıklarken

ekonomik ve siyasi gelişmelerden hareket etmemiz gerekir. “Kentleşme olgusu, bir

nüfus olayı olduğu kadar, temelinde sosyolojik, teknolojik ve ekonomik faktörlerin

bulunduğu karmaşık bir sürecin ortaya koyduğu bir olaydır. Sanayi devrimi ile bu süreç,

her ülkede, her zaman ve her bölgede farklı biçimde ve farklı oranda gerçekleşmiştir.”

(ÖZDEMİR;2004,102)

1.1.1.Türkiye’de Sanayileşme ve Kentleşme

Osmanlı İmparatorluğu tarımsal etkinliklere dayalı bir toplum modeli

çerçevesinde yapılanmıştır. Gelirlerinin büyük bir kısmını tarımdan elde eden Osmanlı

Devleti, azınlıkların elindeki birkaç küçük işletme ve yerel el sanatları atölyesi dışında

sanayileşme yolunda yatırım yapmamıştır. Ancak Batıda yaşanılan gelişmeler

karşısında, alınan tedbirlere rağmen devlet içinde bulunduğu dar boğazdan

çıkamamıştır. Batının ezici sanayisine dayanamayan Osmanlı, Batının ürettiği malları

sattığı bir pazar haline gelmiştir. Kurtuluş savaşına kadar artarak devam eden bu

olumsuz koşullar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla gerçekleştirilen yeni

atılımlarla aşılmaya çalışılmıştır. Uzun savaş dönemlerinde elinde olanı da kaybeden

halk yoksullaşmış, ihtiyaç duyulan kurum ve kuruluşlar da olmadığı için ülke tam bir

çıkmaza sürüklenmiştir. Böylesi bir dönemde sanayileşmeye ağırlık vermek için 1924

yılında Türkiye İş Bankasının kurulmuş, bunu 1925 yılında da sanayi kredisi için Sanayi

Bankasının kuruluşu izlemiştir. Aşar vergisinin kaldırılması, 1927 Teşvik-i Sanayi

Kanunu sanayileşmeye çalışan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk adımlarıydı. Ancak

Lozan Antlaşmasındaki “Ticaret Sözleşmesi” ve milli bir bankanın eksikliği atılımları

engelliyordu. 1930-1938 yıllarını kapsayan devletçilik döneminde devlet eliyle planlı

bir sanayileşme gerçekleştirmek için çalışmalar yapıldı. 1934-1938 yıllarını kapsayan “

Birinci Sanayi Planı” kapsamında yirmi fabrika kuruldu. 1936 yılında daha geniş

kapsamlı ikinci sanayi planı hazırlandı. Ancak İkinci Dünya savaşının başlamasına az

bir zaman kala bu plandan vazgeçildi ve “ İktisadi Savunma Planı” uygulandı. İkinci

Dünya savaşının yol açtığı yoksulluktan savaşa girmemesine rağmen etkilenen

8

halkımız, bu gelişmelerden Devletçilik politikasını sorumlu tutan politikacılara umut

bağladı. 1950 yılına gelindiğinde iktidarda artık Serbest Pazar Ekonomisini savunan bir

parti vardı.( Demokrat Parti Dönemi) Bu partinin kurduğu hükümetin ana hedefi tarıma

öncelik vererek, sanayileşmeyi özel sektöre bırakmaktı. Bu hedefler doğrultusunda

tarımda makineleşmeye hız verildi. Traktörün tarım sektörüne girmesiyle de ortaya

çıkan işsizlik, kırsal kesimde yaşayan insanları kentlere göç etmek zorunda bıraktı. 1954

yılına gelindiğinde ise elverişsiz hava koşulları, tarım sektöründeki sorunların artmasına

neden olunca hükümet sanayileşme politikasına yöneldi. Aynı sene devlet ve özel sektör

fabrikaların kurulup işletilmesinde ortak bir çalışmaya girdiler. 1984 yılında Özal

Hükümeti, yabancı sermaye girişini serbest bıraktı ve KİT’lerin özelleştirilmesi yoluna

gitti. Bu serbest piyasa ekonomisi ülkede bazılarını zenginleştirirken bazılarını da

olduklarından daha da fakirleştirdi. Ardında gelen ekonomik krizler, hükümet

değişiklikleri, ülke içinde sanayileşmenin istikrarsız bir yol izlemesine neden oldu.

(YALÇIN;2004,319-348)

Batıda sanayileşme kentleşmeyi arttıran en önemli faktördür. İşçi sınıfının

fabrikaların kurulduğu bölgelerde yaşamak için göç etmeye başlaması ile mevcut

kentlerin nüfusu artmış, kentleşme hız kazanmış ve yeni kentler ortaya çıkmıştır.

Gelişmiş ülkelerde yaşanılan sanayileşmenin bir sonucu olarak kentleşme ülkemizdeki

kentleşmeyle belirgin farklılıklar gösterir. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız

sanayileşme süreci Türkiye’de, Batıda olduğu gibi bir dönüşüme yol açmamıştır.

Kentleşmenin hız kazandığı yıllar özelikle 1950’lerden sonradır. Çünkü bu yıllarda

gerçekleştirilen ekonomik ve sosyal politikalar kentlerde yaşayan insan sayısının

artmasını sağlamış ve şehirleşme oranlarının diğer yıllara nazaran yükselmesine yol

açmıştır. (ERKAN;2002,85) Ancak yaşanılan toplumsal değişme sürecini özümsemek

ve bu sürece ayak uydurmak sanıldığı kadar kolay olmamıştır. Zaten bu dönemdeki

siyasi çalışmaların da çok fazla tutarlı olduğunu ve sonuçları hesap edilerek yapıldığını

söyleyemeyiz. İktidardakilerin sık sık değişmesi, planlamaların bir noktada tıkanmasına

ve sağlıklı yürütülememesine neden olmuştur.

Kurtuluş savaşı gibi bir savaşı yaşamış olan Türk Milleti yoksulluk ve

sefalet dolu yılları geride bırakma özlemiyle doluyken akabinde gelen İkinci Dünya

Savaşı, halkın daha da yoksullaşmasına yol açmıştır. Daha sonra sanayileşme

9

çabalarının bir uzantısı olan tarımda makineleşme göçü körüklemiştir. Kemal Karpat o

dönemi şu şekilde özetlemektedir:

“Adnan Menderes’in iktidara gelen Demokrat Parti’si, büyük oranda

Amerika Bileşik Devletleri’nin 1951 ile 1953 arasında sağladığı yardım sayesinde,

kısmen tarımsal üretimi arttırmak, kısmen de üst tarımsal kesimlerin taleplerine uymak

için büyük bir tarımsal mekanizasyona girişti. Bu dönemde tarıma giren yaklaşık 40,000

traktör 1,000,000 civarında çiftçiyi tarımdan çıkardı. Tarımın makineleşmesinin hızı

1953 ile 1957 arasında yumuşadı ve bundan sonra tedrici olarak arttı.”

(KARPAT;2003,104)

Bu üç yıllık süre işsizliğin ve yoksulluğun artmasında etkili olmuştur.

Tarımda çalışan ve işsiz kalan köylü kentlere göç etti. Bu göç kentleşme sürecinde

önemli bir faktördür. Bunun yanında, Kongar’ın da belirttiği tarım topraklarının

dağılımındaki eşitsizlik, tarımsal gelirlerin düşük olması, toprakların çok parçalı olması,

ekilebilir alanların sınırlara dayanması, itici öğeler olarak kentlere göçü ve kentleşmeyi

arttırmıştır. Çekici öğeler; sanayideki ücretlerin tarımdaki ücretlere nazaran yüksek

olması, kent yaşamının özendiriciliği, Osmanlı Döneminde kentlerde yaşayanların

ayrıcalıkları, eğitim, sağlık, ulaşım gibi hizmetlerin kırsal kesimlere oranla gelişmiş

olması kent hayatını cazip kılmaktadır. Yine özellikle doğu ve güneydoğudaki terör ve

şiddet, güvenlik gerekçesiyle bu bölgelerde yaşayan halkın göç etmesine yol açmıştır.

(KONGAR;2001,550-554) Ne var ki güvenlik gerekçesiyle gerçekleştirilen göçleri

sadece terör ekseninde değerlendirmek yeterli olmaz. Teröre ek olarak kan davaları,

toprak ağalarının, bazı aşiretlerin baskıları, göçün artmasındaki diğer bazı etmenlerdir.

(KARPAT;2001,105)

Türkiye’de kentleşme hükümetlerce de desteklenmiştir. Kentleşme

politikalarını genel haliyle kalkınma planlarında görebiliriz. I. Beş Yıllık Kalkınma

Planında (1963-1967) açıkça belirtilmese de, sundukları iş olanakları ile orantılı olarak

kentlerin büyümesi ve bölgeler arası dengelerin korunması istenmiştir. II. Beş Yıllık

Kalkınma Planında (1968-1972) daha açık ortaya koyulan kentleşmeden,

sanayileşmenin, ekonomik ve toplumsal gelişmenin bir sonucu olarak bahsedilmiş,

kentleşmenin neticesinde ortaya çıkan sorunlar ve bölgeler arası dengesizliklerin

giderilmesiyle ilgili, I. Plandan farklı olarak, daha ayrıntılı ilkelere yer verilmiştir. III.

10

Beş Yıllık Kalkınma Planında (1973-1977) tüketim alışkanlıklarının üzerinde

durulmuştur. Lüks tüketim mallarının yaygınlaşması nedeniyle sanayiye yönelik

yatırımların kısıtlandığı ve geri kalmış bölgeler sorununun yerel yönetim birimlerince

çözülebilirliği, planların bütünlüğü ilkesini ihlal edeceği için belli yörelere kalkınma

planları hazırlanmasının durdurulacağı söylenmiştir. IV. Planda (1978-1983) kentlerin

yaşanılabilir kılınmasına ağırlık verilmiştir. Ayrıca ilk kez doğal ve tarihsel çevrenin

korunmasının öneminden de bu planda bahsedilmiştir. V. Kalkınma Planında ( 1985-

1989) nüfus hareketleri devam ettiği sürece kentleşmenin yavaşlamayacağı kabul

edilmiş ve şehirleşmenin doğru şekilde yönetilmesi için alınabilecek tedbirler

sıralanmıştır. VI. Beş yıllık Kalkınma Planı (1990-1994) kentleşme hızının

yavaşlayacağı varsayımından hareketle şekillendirilmiştir. Kentlerde kaliteli ve sağlıklı

bir yaşam amacı ve kentler arası uzlaşmanın desteklenmesini öngören bu planda

birtakım ilkelere yer verilmiştir. VII. Kalkınma Planında (1996-2000) nüfusu bir

milyonu aşan kentlere göçü yavaşlatıcı politikaların uygulanması ve sanayileşmeyi

teşvik edici çalışmaların göçü engelleyebileceğine yönelik fikirler öne çıkarılmıştır.

(KONGAR;2001,502-503)

Kentleşme hükümet politikalarının bir sonucu olarak da değerlendirilebilir.

Hükümetler kentleşmeyi arttırıcı politikalar üretmişler ve kalkınma planları vasıtasıyla

kentleşmeyi desteklemişlerdir. (KELEŞ;2000,55-59) Kalkınma planlarıyla, kentleşme

ve sanayileşmenin devlet tarafından düzenli bir şekilde yürütülmesi amacına karşın hızlı

hükümet değişiklikleri, planların istenildiği gibi uygulanmasında birtakım pürüzlerin

çıkmasına yol açmıştır.

Hükümet uygulamalarıyla desteklendiğinin altını çizdiğimiz kentleşme,

sanayileşme ile orantılı yürütülmediği için ortaya çıkan sorunların çözümü zorlaşmıştır.

Hükümetler sanayi kuruluşlarının ülke ekonomisinin kalkınmasında ne kadar önemli

olduğu fikrinden hareketle sanayileşmeye hız verince, bu düşünce ile paralel olarak

kentleşmede önem kazanmıştır. Ancak yedinci planda üzerinde durulan göçün olumsuz

sonuçları ne yazık ki hesaplanmamış, kentler göçün ağır yüküne hazırlıklı olmadığı için

çarpık kentleşme, kentsel yoksulluk, suç oranlarında artış, sokak çocukları gibi pek çok

problemle yüz yüze kalınmıştır.

11

Tablo 1.1: Kır ve Kent Nüfusu

YIL Toplam Nüfus

Kent Nüfusu

Kent Nüfus Oranı (%)

Kır Nüfusu

Kır Nüfus Oranı (%) Dönemler

Şehirleşme Hızı

YEARS (1)

Total Population

Population (2)

Population (%) Population

Population (%) Periods Yüzde

1970 35.605.176 10.221.530 28,7 25.383.646 71,3 1965-1970 5,3 1975 40.347.719 13.271.801 32,9 27.075.918 67,1 1970-1975 5,4 1980 44.736.957 16.064.681 35,9 28.672.276 64,1 1975-1980 3,9 1985 50.664.458 23.238.030 45,9 27.426.428 54,1 1980-1985 7,7 1990 56.473.035 28.958.300 51,3 27.514.735 48,7 1985-1990 4,5 2000 67.420.000 38.660.969 57,3 28.759.031 42,7 2000 2,9 2001 68.407.000 39.708.871 58,0 28.698.129 42,0 2001 2,7 2002 69.388.000 40.823.268 58,8 28.564.732 41,2 2002 2,8 2003 70.363.000 41.924.098 59,6 28.438.902 40,4 2003 2,7 2004 71.332.000 43.036.058 60,3 28.295.942 39,7 2004 2,7

(Kaynak: www.die.gov.tr)

Yukarıdaki istatistiklere baktığımızda da özellikle 1950’lerden sonra

şehirleşme oranının artmış olduğunu görebiliriz. Özellikle 1980-1985 yılları arasında

7,7 ye ulaşan şehirleşme hızı daha öncede değindiğimiz V. Beş yıllık kalkınma planında

da ele alınmış ve netice olarak göç devam ettiği sürece kentleşme hızının düşmeyeceği

belirtilmiştir.

1997 nüfus sayımlarına bakacak olursak da, Türkiye’de kentleşme

oranlarında gelişmiş ülkeler düzeyinde bir artışın varlığından bahsedebiliriz. Nüfusun

yaklaşık üçte ikisinin kentlerde yaşadığı 2000’li yıllardaki bu durum, kentleşmenin

devam ettiğinin de bir göstergesidir.(KONGAR;2001,550)

Kırsal kesimde artan nüfusla orantılı olarak artmayan iş alanları, bu nüfusu

istihdam edemeyince ortaya çıkan işsiz kesim çoğu kez yasal olmayan para kazanma

yollarını seçmiştir. Bunun dışında kalanlar yoksullukla mücadele etmeye çalışırken bir

taraftan da toplumdan hızla uzaklaşmış, uzaklaştırılmışlardır. Kendilerini toplumun bir

parçası olarak görmedikleri, içinde yoksullardan farklı olarak kentsel yoksullar

dediğimiz yeni bir yoksulluk sınıfı ortaya çıkmıştır.

Kentsel yoksulluğun çizdiği sınırlarda sıkışıp kalan sadece bu insanlar

olmamıştır. Aynı zamanda kent dokusu da bozulmaya başlamış, şehirleri saran

gecekondular, alt yapı sorunları, hizmet alanındaki sıkıntılar, adeta hızlı kentleşmenin

beklenmeyen misafirleri gibi göç edenlerin bavulları içinde fark edilmeden gelip,

şehirlere yerleşmişlerdir. Kısaca; “Hızla kentleşen bir ülke olmak, gerçekte, hızla kırdan

12

kente göç anlamına gelmektedir. Kırdan kente göçenleri ise kentte önemli sorunlar

beklemektedir. Zira, kent, kırsal kökenlilerin yoğun talebi karşısında kendi bünyesinde

sağlıklı olmayan yapılaşmalara kucak açmıştır..” (AYTAÇ,AKDEMİR;2003,56)

Bu çözümsüzlük içinde en fazla zarar gören çocuklardır. Çalışmamızın

ilerleyen bölümlerinde de ayrıntılı olarak ele alacağımız, kentlerin yoksul çocukları,

kentleşmenin baş döndüren hızından ve ortaya çıkardığı yoksulluktan ötürü ne tam

çocukluklarını yaşayabilmişler ne büyüdüklerinin farkına varabilmişlerdir. Kentlere

eklenen her yeni hayat, aslında hayalleriyle birlikte kentsel yoksulluğun içerisinde yavaş

yavaş kaybolup gitmesinin başlangıcı olmaktadır. Köylerden şehirlere göç eden ve

şehirlerin çevrelerindeki alanlarda ikamet eden insanlar gördükleri ile yaşadıkları

arasındaki uçurumun derinliği karşısında bocalamakta, adeta sudan çıkmış balık misali

çırpınmakta, alışkın olmadığı kentsel yalnızlıkta, alışkın olduğu dayanışmacı, kırsal

yaşamın değerlerini aramaktadır.

“ Şehirlerde düzenli bir gelire sahip olmayan, dışlanan ve sınıf bile olmayan

insanların mevcudiyeti ne yazık ki göz yumulamayacak duruma gelinemeyecek

haldedir.” (AYTAÇ,AKDEMİR;2003,70) Bu noktada kentsel tabakalaşmanın en altında

yer alan yeni kentlilerin yaşamış olduğu uyum sorunu kültürel açmazları da beraberinde

getirmektedir. Entegrasyon süreci karşılıklı kültürel etkileşimle kolaylaşacak ve farklı

kimliklerin kaynaşmasına sebep olabilecekken, kentsel yalnızlık yaşayan yeni

kentlilerin entegrasyonunun ilk basamağını dışlanmak oluşturmaktadır. Bu dışlanma

beraberinde nefret ve öfkeyi, doğal olarak da kentlerde şiddeti doğurmaktadır.

“Yoksulluğun üzerlerini örttüğü hayatları yaşayan tüm bu dışarıdakiler, bir bakıma

kentin onlardan kurtulmaya çalıştığı bir yandan da kentin güvenliksiz yatağında yeniden

filiz verdikleri toplumsal bir sorunu oluşturmaktadırlar.“ (AYTAÇ,AKDEMİR;2003,69)

Toplumsal sorunun çözümünden ziyade çözümsüzlüğünün tartışıldığı

kentlerde, sonradan eklenen kırsal kesim insanı ile kentin yerlileri diye tabir

edebileceğimiz kent sakinleri arasındaki tutumlar oldukça kesin çizgilerle ayrılmıştır.

Gecekondu insanı asla onun gibi olamayacağını düşündüğü kent zenginine karşı öfkeyi,

keşkeleri, yaşarken kent zengini de kırsal kesimden kalkıp gelerek manzarasını bozan

bu potansiyel suç kitlelerini şehrin ahenkli vücudunda çıkmış yara olarak görür.

Dışarıdan bakıldığında görülmesi zor olan bu iç çatışma durumu, kentlerde artan şiddet

13

olayları ve suç oranlarındaki belirgin artışta kendini belli etmektedir. Kentleşme

dediğimiz süreç öylesine bir kaos ortamı yaratmıştır ki, aslında toplumsal gelişmeye

katkı sağlaması beklenen bir faktör toplumsal gelişmenin önünü tıkayan sorunlar

silsilesine yol açmıştır. Önemli olan yenilikleri sindirebilmek, değişime ayak

uydurabilmektir. Eğer değişim sadece belli bir kesimin artısı haline gelirse sözünü

ettiğimiz ikilik toplumda uçurumların oluşumuna neden olur

1.2. YOKSULLUK

Yoksulluk insanoğlunun yıllardır mücadele ettiği bir sorundur. Yoksulluğun

ortadan kaldırılmasına yönelik yapılan çalışmalar, yoksul insanlar için küresel ölçekteki

yardım kampanyaları, her geçen gün, artarak devam etmektedir. Dünya kaynaklarının

dengesiz kullanımı, gelir dağılımında eşitsizlik, yaşanılan savaşlar, bazılarının

zenginliğine zenginlik katarken bazılarını daha da yoksullaştırmıştır. Bu adaletsiz

durum suçu ve şiddeti tetiklemektedir. Bu çalışmada özellikle üzerinde durduğumuz

kentsel yoksulluk acilen çözümlenmesi gereken bir sosyal sorundur. Ancak bu noktada

belirtmemiz gereken kentsel yoksulluğun yoksulluktan farklı olduğu gerçeğidir.

Çalışmamızın başında da değindiğimiz bu farklılık, kentsel yoksulluğun, kentleşme

neticesinde ortaya çıkan olumsuz sosyo-ekonomik şartlara bağlı oluşmasından

kaynaklanır.

Yoksulluğun nedenleri çok değişik olabilir. Bir ülkedeki toprakların

verimsiz, su kaynaklarının yetersiz oluşu, kalabalık nüfus, çalışma alanlarının azlığı,

ardı ardına yaşanılan savaş, iç isyan vb. sebeplerden dolayı bozulan ekonomi ve

sayabileceğimiz buna benzer pek çok neden yoksulluğun ortaya çıkmasına etki eder.

Ama önemli olan toplum olarak yoksulluğu kabullenmek yerine çözüm yolları

geliştirmektir. Hiçbir şey yapmadan oturup bir kurtarıcı beklemek, yoksulluğu kader

olarak görmek, yoksulluğun mevcut topluma daha da yerleşmesine neden olur.

“ Çalışma, emek, alın teri yerine umuda yatırım yapan kültürlerde “cehalet”

ve “bilinçsizlik” alabildiğine kök salar. Dünyayı ve dünyevi olanı değersiz hale getiren

bir felsefe kabul görmeye başlar. Yoksulluğu kader haline dönüştüren de işte bu

felsefedir.” (DOĞAN;2004,111) Eğer bir topluma bu felsefe yerleşmişse, bu felsefenin

o toplumda yok edilmesi, yoksulluğun yok edilmesinden daha zordur. Daha sonra da

14

değineceğimiz, yoksulluk yan kültürü dediğimiz bu durum özellikle gecekonduların

olduğu, şehrin varoş kesimlerinde yaşatılmaktadır.

Görüldüğü üzere yoksulluk farklı durumların ifadesi olabilmektedir.

Genellikle para veya gıda yokluğunun işareti olarak tabir olunan yoksulluğun sınırlarını

genişletmek mümkündür. Kültür, hizmet, inanç yoksulluğundan söz edebiliriz. Ancak

yoksulluk en çok bireylerin beslenme, barınma gibi temel ihtiyaçlarının

karşılanamamasını akla getirir. Yoksulluk tanımlanırken de bu kriterlerden hareket

edilir.

Yoksulluk denildiği zaman net bir tanımdan bahsetmek kolay değildir. “Bu,

yoksulluğun zaman ve mekân göreliliğinin getirdiği olağan bir durumdur. Ayrıca,

kavram çok boyutluluğu da içermektedir.“(ÜNAL;2004,13) Fakat bu göreceliğin

verdiği net bir tanım zorluğuna karşın genel bir tanımdan bahsedebiliriz. Bireylerin

temel gereksinimleri olarak ifade edebileceğimiz, beslenme, barınma, sağlık gibi

ihtiyaçlarını karşılayamayacak durumda olmalarına yoksulluk denir. DPT’ nin yaptığı

yoksulluk çalışmasında fakirlik ya da yoksulluk şu şekilde açıklanmıştır;

“Yoksulluğu dar ve geniş anlamda olmak üzere iki türlü tanımlamak

mümkündür. Dar anlamda yoksulluk, açlıktan ölme ve barınacak yeri olmama durumu

iken, geniş anlamda yoksulluk, gıda, giyim ve barınma gibi olanakları yaşamlarını

devem ettirmeye yettiği halde, toplumun genel düzeyinin gerisinde kalmayı ifade

eder.“(www.die.gov.tr ;16.03.2006)

Bu tespitin yanı sıra üzerinde durulması gereken bir diğer nokta

yoksulluğun ölçülmesidir. Ölçüm yapılırken farklı verilerden ve farklı yöntemlerden

yararlanılır. Özelikle gelir düzeyinden hareketle yapılan ölçümlere daha sık rastlamak

mümkündür. Bu ölçümlerde insanların temel gereksinimlerini karşılayabilecekleri bir

yoksulluk sınırı belirlenir. Ortalama geliri bu sınırın altında kalanlar yoksul olarak tabir

edilir. En basit şekilde özetlemeye çalıştığımız bu yöntemin uygulanması elbetteki uzun

ve zahmetli araştırmaları gerektirmektedir. Yine günlük gelirden, hane halkı

büyüklüğünden, eğitim düzeyinden, iş durumlarından, tüketim harcamalarından

hareketle de yoksullukla ilgili çalışma ve ölçümler yapılabilmektedir. Bütün bu

ölçümler yapılırken, ölçümün yapıldığı ülkenin ekonomik ve sosyal koşulları göz

15

önünde bulundurulur ve bu özelliklerden hareketle anket, nüfus sayımı gibi

uygulamalarla yoksulluk ölçülür.

Yoksulluğun ölçülmesi ve tanımlanmasında önemli olan bir veri de çocuk

yoksulluğudur. Dünyanın her yerinde yaşanılan yoksulluk durumundan en fazla zarar

gören kesimi çocuklar oluşturur. En gelişmiş toplumlarda bile görülen çocuk yoksulluğu

ciddi boyutlara ulaşmıştır. “Yoksulluğun bir sonucu olan açlık özellikle çocuklar

arasında görülür. Food Research and Action Center’ın yaptığı bir araştırmaya göre

ABD’de 12 yaşın altındaki çocukların %13’ü açlık çekmekte, milyondan fazlası da açlık

tehlikesi yaşamaktadır.“(BENOKRAİTİS;1993,324) Yine “çocuklar ülke nüfusunun

%27’sini oluşturur; ama bunların %40’ı yoksuldur.” (EİTZEN, ZİNN; 1992,149)

Rakamlar dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkesinde bile böyle ise, Afrika gibi ülkelerde

nasıldır? tahmin etmek zor. İşte yoksulluğun vahametini görebilmek adına yoksulluğu

ölçmek ve tanımlamakta bu noktada önem kazanmaktadır.

1.3. YOKSULLUKLA İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

Yoksulluk tanımlanırken temel kavramlar üzerinden farklı tanımlamalar

yapılabilmektedir. Sadece besin eksikliği veya yokluğu anlamında kullanılmayan

yoksulluk aynı zamanda hizmetlerden yararlanamamak, uzun bir yaşam sürememek,

temiz su kaynaklarından faydalanamamak, sosyal dışlanma, gibi durumların da ifadesi

olabilmektedir. Bu nedenle yoksulluk nedir sorusuna yanıt aranırken bu temel

kavramlardan hareket edilmektedir. Bir anlamda yoksulluğun çeşitleri olarak da

değerlendirebileceğimiz bu kavramlar, yoksulluğun çok boyutluluğunun ortaya

çıkardığı bir çeşitliliktir.

Yoksullukla ilgili temel kavramlar denildiğinde ilk akla gelenler çoğu kez

mutlak yoksulluk ve göreli yoksulluk olmaktadır. Bunlara ek olarak yoksulluk

çeşitlerini ya da diğer bir ifade ile yoksullukla ilgili temel kavramları çoğaltabiliriz.

Gelir yoksulluğu, insani yoksulluk, subjektif yoksulluk, objektif yoksulluk vb.

yoksulluk çeşitleri de farklı; ama birbiriyle benzerlik gösteren, birbiriyle ilgili yoksulluk

çeşitleridir.

16

1.3.1. Mutlak Yoksulluk

Mutlak yoksulluk, bir insanın hayatını sağlıklı bir şekilde devem

ettirebilmesi için gerekli olan günlük besin ihtiyacının karşılanamaması durumunu ifade

eder. Bireylerin günlük alması gereken kalori miktarını alamaması halinde de mutlak

yoksulluktan bahsedebiliriz. Mutlak yoksulluk hane halkı sayısına, işsizliğe, yaş ve

cinsiyete bağlı olarak değişebilir.

Dünya Bankasının yaptığı çalışmalar neticesinde ortaya çıkan tabloya göre

bireyin alması gereken günlük besin miktarı 2400 k/ cal. olmalıdır. Belirlenen miktarın

altında kalori alan insanlar mutlak yoksullukla karşı karşıya kalmışlardır. Buna bağlı

olarak az gelişmiş ülkelerde mutlak yoksulluk sınırı 1 dolar, ülkemizde ve Doğu Avrupa

ülkelerinde mutlak yoksulluk sınırı, 4 dolar, sanayisi gelişmiş ülkelerde de 14.40 dolar

olarak belirlenmiştir.(CÖMERTLER;2004,58)

Yukarıda sözünü ettiğimiz mutlak yoksulluk sınırlarının sanayisi gelişmiş

ülkelerde daha yüksek olduğunu görebiliriz. Bu da sanayileşmenin ve gelişmenin arttığı

toplumlarda bireylerin günlük besin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için daha fazla gelire

sahip olası gerektiği anlamına gelir. Sanayileşen, buna bağlı olarak kentleşme

oranlarının hızla arttığı ülkelerde eğer bu dönüşümle paralel olarak artmayan iş

olanakları ve gelirler söz konusu ise, o ülkede yoksulluk kaçınılmaz bir durum olarak

ortaya çıkar.

1.3.2. Göreli Yoksulluk

Günlük karşılanması gereken kalori ihtiyacının yanında, bireylerin içinde

bulundukları sosyal gruba, yerleşim yerine göre bir karşılaştırma söz konusu olduğunda

daha yoksul olması durumunu ifade eder. Yoksulluk yaşanılan şartlar göz önünde

bulundurulduğunda değişkenlik gösterir. Bu nedenle yoksulluk araştırmaları yapılırken

yerleşim yeri, imkân ve olanaklara ulaşılabilirlik incelenir.

Bir sosyal grup veya bireyin yoksulluğunun diğer sosyal grup ve bireylerle

karşılaştırılarak incelenmesiyle göreli yoksulluk dediğimiz yoksulluk belirlenir. Yeterli

ve dengeli beslenmek insanların hayatını sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için

zorunludur. Ancak buna ek olarak besin tüketiminin yanında tüketilmesi gerekli olan

toplumsal kültürel gereksinimler de vardır. İşte bu gereksinimleri karşılanabilirliği diğer

bireyler yahut hane halkları ile karşılaştırmalı olarak analiz edildiğinde göreli yoksulluk

17

sonuçlarına ulaşılır. En fazla kullanılan temel yoksulluk kavramlarını başında gelen

göreli ve mutlak yoksulluğa ek olarak değinebileceğimiz diğer yaklaşımlar şunlardır;

Objektif Yoksulluk: “Objektif yoksulluk, yoksulluk/refah ölçütü olarak

askeri ihtiyaç düzeyinin normatif yaklaşımla belirlenmesini ifade eder.“

(ÜNAL;2004,14)Yoksulluğun ortaya çıkmasında etkili olan durumların tespit edilmesi

ve yoksulluğun ortadan kaldırılması için nelerin yapılabileceğinin incelenmesi için

belirlenmeye çalışılan bakış açıları objektif yoksulluğun kapsamında değerlendirilir.

Subjektif Yoksulluk: Subjektif yoksulluk belirlenirken esas alınan kriter

bireylerdir. Bireylerden hareketle bir ölçüt tanımlanır. İhtiyaçlarını asgari düzeyde ve

tercihleri doğrultusunda tespit eden bireylerin seçimlerinden yola çıkılarak toplum için

genel bir yaşam standardı oluşturulur ve bu standarttan hareketle yoksulluk sınırı çizilir.

Çizilen yoksulluk sınırının altında kalanlar yoksul olarak tabir edilir.

İnsani Yoksulluk: İnsanların çeşitli hizmetlerden faydalanabilirliği, daha

uzun ve sağlıklı bir hayat sürdürebilirliği, temiz su kaynaklarını kullanabilirliği ve bu

kaynaklara ulaşabilirliği durumu insani yoksullukla ilgilidir. Beslenme ve barınmanın

yanında her insanın, devletin eğitim, sağlık, iş güvencesi gibi hizmetlerinden

yararlanma hakkı vardır. Bunun yanında dünya su kaynaklarından herkesin yeteri kadar

faydalanabilmesi içinde gerekli çalışmalar yapılmalıdır. İşte bu noktada eğer bireyler bu

olanakları çeşitli nedenlerle kısmen veya hiç kullanamıyorsa o toplumlarda insani

yoksulluğun varlığından bahsedebiliriz.

Gelir Yoksulluğu: “Gelir yoksulluğunda, yoksulluk sınırı olarak bir asgari

gelir ve tüketim düzeyi söz konusudur.“(CÖMERTLER;2004,59) Bu tüketim ve gelir

düzeyine erişilememesi gelir yoksulluğunun var olduğu anlamına gelir.

Sosyo-Ekonomik Yoksulluk: Bu yoksulluk güven duygusundan yoksun

olma, aidiyet, girişimcilik, fırsatları değerlendirme gibi özgürlüklerin kısıtlanması,

psikolojik anlamda güçsüzlüğü ifade eden yoksulluk ölçütüdür.

Korunmasızlık: Bireylerin hayatlarını devam ettirebilmeleri için gerekli

olan beslenme, barınma, temiz su kaynaklarından yararlanma olanaklarının azlığı

dışında düzenli bir gelirlerinin olmaması, eğitim, sağlık gibi hizmetlerin yetersizliği,

sosyal güvencelerinin olmaması, aileler arası dayanışmanın yokluğu, iş gücüne

18

katılamama veya bu durumların kısıtlılığı korunmasızlık olarak değerlendirilir.

(ÜNAL;2004,15)

Yoksullukla ilgili kullanılan bu kavramlar aynı zamanda yoksulluk eşiğinin

belirlenmesinde de yardımcı olur. Yoksulluk eşiği olarak adlandırılan varsayımsal çizgi

yoksularla yoksul olmayanlar arasındaki ayrım kabul edilir. Yoksulluğun varolduğu

toplumlarda yaşam kalitesi düşer. Zaten bu düşüş yoksulluğun bir göstergesidir. Yine

nüfus artışındaki düzensizlikler de yoksulluğu etkileyen bir diğer husustur. Artan nüfusu

istihdam edebilecek düzenlemeler yapılmazsa yoksulluk ve getirisi olan birçok sorun

oluşur.

Yoksullukla mücadele bir anlamda ortaya çıkabilecek sorunların bertaraf

edilmesi anlamına gelir. Çalışmamızın konusu olan sokak çocukları olsun, suç

oranlarındaki artışlar olsun, toplumsal yabancılaşma ve aile kurumundaki çözülmeler

olsun hepsinin temelindeki faktörlerden biri olan yoksulluk sadece devletin politikaları

ile çözümlenemez. Üstelik yoksulluk çözümlenmedikçe kronikleşir ki bu da

yoksulluktan daha vahim bir durumun ortaya çıkması anlamına gelir. Amacımız her ne

kadar yoksulluğu ve sokak çocuklarını tanımlayabilmek olsa da bu çalışmada birkaç

öneriye de yer verebiliriz:

• Her şeyden önce yoksulluğun ortadan kaldırılması için yapılacak

çalışmalar koordineli ve planlı bir şekilde yürütülmelidir.

• Artan nüfus ve iş gücü talepleri dikkate alınarak yeni iş alanlarının

açılmasına öncelik verilmelidir.

• Yapılan ya da yapılması planlanan çalışmalar sivil toplum örgütleri ve

devlet işbirliği ile gerçekleştirilmeli, halkın da katılımı sağlanmalıdır.

• Kentleşme hızı dikkate alınarak hizmet kurumları arttırılmalı ve çarpık

kentleşmeyi önleyici tedbirler alınmalıdır.

• Gecekondulaşmanın olduğu yerlerde düzenlemeler yapılmalı ve bu

alanların şehir etraflarında oluşan birer çıkıntıdan ziyade şehrin birer parçası haline

dönüştürülmesi sağlanmalıdır.

19

• Sosyal hizmet kurumlarındaki aksaklıklar ve eksikler giderilmeli ve

ihtiyaçlar doğrultusunda sosyal hizmet kurumlarının kapasite ve olanakları

arttırılmalıdır.

• Sokaklarda yaşayan ve çalışan çocukların topluma yeniden

kazandırılması için caydırıcı tedbirler alınmalı ve bu çocukların eğitimlerini devam

ettirebilmeleri için devlet tarafından destek sağlanmalıdır.

• Ayrıca sokak çocuklarına psikolojik destek verilmesi için gerekli

birimler kurulmalı ve bu çocukların sokaklara dönmesi engellenmelidir.

• Yoksulluğun çözümlenmesinde ülke bütünlüğü dikkate alınarak özellikle

doğu illerine yatırım özendirilmeli ve bu illerdeki sanayi kuruluşlarının oluşumuna

öncelik verilmelidir.

• Tarım sektöründe çalışan kesimin hakları gözetilmeli ve iyileştirici

önlemler alınmalıdır.

• Aile kurumunun ne denli önemli olduğu unutulmamalı ve bunun devamı

adına çeşitli programlarla aile içi şiddet, kadının istismarı gibi olumsuzluklara karşı halk

bilgilendirilmelidir.

• Terör, kan davası gibi güvenliği tehdit eden durumların önlenebilmesi

için devlet, halk ve güvenlik birimleri ortak çalışmalar yaparak bu nedenlere bağlı göç

önlenmelidir.

• Yoksulluğun bir kültür haline dönüşmesi çok tehlikeli bir durumdur. Bu

nedenle kaderci bir anlayışı özendirici durumların medya aracılığı ile halka ulaşması

engellenmeli buna ek olarak kolay yoldan para kazanılabileceği, şiddetle istenilenlerin

elde edileceğini anlatan programlara karşı önlemler alınmalıdır.

• Sosyal güvencelerden tüm insanların yararlanabilmesi için düzenlemeler

yapılmalı, eğitim, sağlık gibi hizmetlerden halkın yeterince faydalanması sağlanmalıdır.

• Yolsuzluk, torpil, adam kayırma gibi olumsuzluklardan halkın zarar

görmesi engellenmelidir. Böylece halkın devlete ve kamu kurum ve kuruluşlarına ön

yargı ile yaklaşmasının önüne geçilmelidir. (IŞIK;2006,8-9)

20

1.4. YOKSULLUK KÜLTÜRÜ

Yoksulluk ve yoksulluk kültürü arasındaki belirgin farkları daha iyi

kavrayabilmek için öncelikle yoksulluk nedir sorusuna yanıt aramaya çalıştık.

Yoksulluğun tanımı, yoksulluğun ölçülmesi ve yoksullukla ilgili temel kavramlardan

hareketle çerçevesini çizmeye çalıştığımız yoksulluk, kültür haline dönüştüğü veya

dönüştürüldüğü zaman tehlikeli bir hal alır. Bu tehlikeli durumu daha iyi kavrayabilmek

için yoksulluk kültürü ne demektir? öncelikle buna bakmalıyız.

Yoksulluğun içinde bir de yoksulluk kültürü diye adlandırdığımız bir

oluşum vardır. Pek çok araştırmacıya göre yoksulların yaşam tarzları toplumun diğer

tabakalarına mensup olan bireylerden belirgin biçimde ayrılır ve bu yaşam tarzı diğer

toplumlardaki yoksulların yaşam tarzları ile karakteristik benzerlikler taşır. Sözünü

ettiğimiz benzerlikler bize, yoksulluğun kendine has bir kültürel yapılanmasının

varlığına işaret eder. Yoksulların paylaştığı kültürel kodlar yoksulluk kültürünün

parçasıdır. (HARALAMBOS, HOLBORN; 1995,149) Yoksulluk kültürü özellikle

kırsal kesimden kentlere göç eden ve kentlerin çevresinde varoş dediğimiz alanlarında

hayatlarını sürdürenlerin yaşattığı bir yoksulluk durumunu ifade eder. Gecekondularda

yaşayan bu insanlar toplumdan kopuk, güven duygusundan yoksundurlar.

Büyük toplumla kaynaşamayan, sefalet içinde yaşayan, yalnız ve dışlanmış

olan yoksullar, yoksulluk kültürünün devam ettirilmesi adına potansiyel grubu

oluştururlar. Her toplumun kendine has değerleri, kültürü, inançları, sadakatleri

mevcuttur. Bütün bu saydıklarımız temel kültürü oluşturur. Yoksulluk kültürünü

yaşayanlar temel kültürden sapma durumu ile karşı karşıyadırlar. Sapmanın yanı sıra

yeni kültür kalıpları oluşturan gecekondulular, işsiz ya da geçici işlerde çalışan,

evindeki eşyaları rehine veren, para kazandığında tasarruf etmek yerine harcayan, kısıtlı

yiyeceklerle yeterli beslenemeyen bir kesimdir. Bu kesim kalabalık ve alt yapı sorunu

olan mahallelerde, alkolü fazlaca tüketen, şiddete başvuran, eşleri tarafında sık sık terk

edilen, kısa yoldan köşeyi dönme hevesiyle kumar oynamak, çete kurmak, kavga etmek

gibi eğilimlere sahip olanlardır. (TÜRKDOĞAN;1996,18-19)

Yoksulluk kültürünün yaşandığı alanlarda sağlıklı aile yapılarından

bahsetmek zordur. Bugün bulduğunu bugün tüketen, geleceğe dair hiçbir planı ve

beklentisi olamayanlar, devlete ve kurumlara güvenmemekte ya da az

21

güvenmektedirler. Kısaca “ bir toplumda yoksul insanlar olduğu sürece problemleri de

olacaktır. Yoksulluk kültürü, sanayileşme süreci içine itilmiş toplumların yarattığı

çarpık düzenin neticesidir.” (TÜRKDOĞAN,1996,64) Bu çarpık düzen mevcut kültürün

gelecek nesillere aktarılması adına da sorunlara neden olmaktadır. Çünkü yoksulluk

kültürünün yaşandığı, yaşatıldığı yerlerde birliktelik ruhu ve sınıf olma bilincinden

bahsedilemez.

Yoksulluk kültürünün varolduğu yerleşim yerlerindeki evler genellikle tek

veya iki odalıdır. Gecekondu dediğimiz bu yerleşim alanlarında tek bir evde dört beş

kişi bir arada yaşamakta, bazen bu sayı daha da fazlalaşabilmektedir. Oldukça zor

koşullarda hayatlarını idame ettirme gayretinde olan bu insanlar, ev halkından her

bireyin ev ekonomisine katkı sağlamak için çalışmak zorunda kaldığı bir yaşamı

paylaşmaktadırlar.

Buraya kadar tasvir etmeye çalıştığımız yoksulluk kültürünün bir diğer

yüzünü de zenginlik kültürü oluşturur. Zenginlik kültürü de tıpkı yoksulluk kültürü gibi

toplumun ortak değerlerinden, kabullerinden, paylaşımlarından farklı olarak bir tarz

oluşturmak ve bu tarzın sınırları içinde dış dünyadan kopuk yaşamaktır. Zenginlik

kültürünü yaşayanlar kendi aralarında oldukça bağlı görünseler de, asıl olan onların

kendi aralarındaki bu bağ toplumsal bütünlükten bahis olduğunda söz konusu

olmamaktadır. Yeni zenginler olarak da tabir edebileceğimiz zenginlik kültürünü

yaşayan bu kesim, gününü gün etmekte, lüks tüketim mallarını kullanmakta, tatillerini

genellikle yurt dışında geçirmekte, gece klüpleri, tanınmış barlarda ardı ardına

şampanyalar patlatmakta, garsonlara bir ayda kazanabileceklerinden de daha fazla

bahşiş dağıtmaktadırlar. Gittikleri mekanlarda krallar gibi karşılanan ve son model

arabalarla dolaşan yeni zenginler çocuklarını da yurt dışında okutmakta, özel dersler

aldırmaktadırlar.

Türkdoğan’ın da bahsettiği bu yeni zenginler ya da zenginlik kültürünü

yaşayanlar eski zenginlerden bariz biçimde ayrılmaktadırlar. Bu iki grup maddi anlamda

benzerlikler gösterse de ciddi ölçüde farklılıkların da temsilciliğini üstlenmektedirler.

Eski zenginler genel kültüre yeni kazanımlar eklemek adına ne derece yaratıcıysa, yeni

zenginlerde mevcut kültürden koparak sadece kendilerinin içinde bulundukları bir koza

örmek konusunda o kadar maharetlidirler.(TÜRKDOĞAN;1996,32)

22

Zenginlik kültürünün kozasındakilerin parfüm kokulu, renkli ve markaları

dışına taşmış yaşantıları, ne kadar tüketirsen o kadar bizdensin anlayışıyla

çerçevelenmektedir. Moda olan gerçek olandır. Medya tarafından da yapılması, alınması

gerekenlerin allanıp pullanarak altın tepside sunulduğu günümüz Türk Toplumu, daha

sonra ayrıntılı olarak bahsedeceğimiz, geleneksel kodlardan uzaklaştıkça kırılmalarla,

parçalanmalarla, sosyal sapmalarla daha çok mücadele temek zorunda kalmaktadır.

Ancak her ne kadar yoksulluk ve zenginlik kültürü toplumun mevcut olan

ortak kültüründen sapmalar meydana getirse de, özellikle yoksulluk kültürünün pozitif

yanları da vardır. Yoksulluk kültürü meydana getirdiği yan kültürler aracılığı ile bir

kültürel denge yaratır. Buna ek olarak daha öncede bahsettiğimiz yoksulluk kültürünü

yaşayanların siyasi katılımlarının düşük olması ve kamu kurumlarına, politik

yapılanmalara karşı içinde bulundukları önyargılar, onları bazı siyasi kimliklerce

kullanılma ve siyasete alet edilmeleri konusunda korur, direnç yaratır.

(TÜRKDOĞAN;1996,83)

Özellikle üzerinde durduğumuz yoksulluk kültürünün Türkiye’deki

yansımasını özetlemeye çalıştık. Bu konuda yapılan çalışmaların başında gelen

isimlerden biri de Kemal Karpat’tır. Karpat’ın, “Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm”

adlı eserinde yoksulluk kültürüyle ilgili olarak beyan ettiği bir görüşüne de yer

vermeden olmaz. Türkdoğan’dan farklı olarak Karpat, bu eserinde Türkiye’de

gecekondu yerleşmelerinde yoksulluğun varolduğunun ancak kültür yoksulluğunun

olmadığının altını çizmiştir. Yine bu eserinde Karpat incelemelerini esas alarak

istisnalar dışında gecekonduların, suç, fahişelik, genç sapkınlığı, iktisadi tükenmişlik ve

radikalizm merkezleri olmadığını, sadece daha iyi şartlarda yaşamak arzusunda

olanların hayatlarını idame ettirdikleri birer alan olduğunu belirtmiştir.

(TÜRKDOĞAN;1996,52)

Buraya kadar bahsettiğimiz yoksulluk kültürünü kavram olarak ilk kullanan

Amerikalı antropolog Oscar Lewis olmuştur. Oscar Lewis, yoksulluk kültüründen

bahsettiği üç eserinde yoksulluk kültürünü bir alt kültür olarak değerlendirmiştir. Aynı

zamanda yoksulluk kültürü ile kapitalizm arasındaki ilişkiyi de net çizgilerle ortaya

koyan Lewis’e göre bu kültür nesilden nesile aktarılmaktadır.(ÖZBUDUN,2002,60-61)

İster yoksulluk isterse zenginlik alt kültürü olsun, her iki durumda olumsuz neticelere ve

23

durumlara yol açsa da, bazı araştırmacılara göre alt kültürel oluşumlar kültürel

zenginlik olarak değerlendirilmektedir.

Özellikle zenginlik alt kültürü günümüzde tüketimle özdeşleşmektedir. Her

şeyin hızla değiştiği bu çağda, medya aracılığı ile durmadan yeni şeyler almaya sevk

edilen insanlar, sanki ne kadar çok tüketirse o kadar önemli olabilecekleri anlayışlarıyla

kurgulanmışlardır.

1.5. YOKSULLUK YAN KÜLTÜRÜ

Yoksulluk kültürü kavramını ilk olarak Oscar Lewis’in ortaya attığını

söylemiştik. Lewis, yoksulluk kültürünü yüksek tabakada yer alanların istedikleri

hedeflere ulaştığını gören, aşağı sınıfın tepkiselliği, başarılı olmanın imkansız olduğunu

düşünmeleri, hayal kırıklıklarıdır diye tanımlıyor. Lewis’e göre bu kültür çocuklar

vasıtasıyla nesilden nesile geçer. Aşağı kültüre mensup çocuklar belli bir yaşa

geldiklerinde içinde bulundukları yoksulluk kültürünü içselleştirirler, psikolojik

anlamda destek görebilecekleri kimse olmadığı için, önlerine çıkan fırsatları

değerlendiremezler.(LEWİS;1974,52) Yoksulluktan farklı olarak, yoksulluğun

sanayileşme ve kapitalizmin dönüştürmesiyle aldığı yeni bir şeklin ifadesi olan

yoksulluk kültürü kavramını Orhan Türkdoğan, yoksulluk yan kültürü olarak ifade

etmiştir. Yoksulluk yan kültürü kavramı, yoksulluk kültürü kavramı ile aynı şeyi

anlatır.(bkz. TÜRKDOĞAN;1996)

Bana göre yoksulluk ile yoksulluk yan kültürü arasındaki belirgin farkı

görebilmek için verilebilecek en güzel örneklerden biri için Kurtuluş Savaşı

sonrasındaki yıllara bakmak gerekir. İşgale uğramış ve varını yoğunu, kendisine ait

olanları tekrar geri alabilmek uğruna tüketmiş olan bir milletin içinde bulunduğu

yoksulluk, toplumdan bağlarını kopartmadıkları ve gelecek adına ümitlerini yitirmek

yerine çok çalışıp tekrar ayağa kalkmak umudunu taşıdıkları için kültür haline

dönüşmemiştir. Ancak, Türk Toplumu yeniden yapılanma sürecine girdikten belli bir

süre sonra sanayileşme yolunda atılan adımların bir getirisi olan kentleşme, yoksulluk

yan kültürünün filizlendiği gecekonduların, dolaylı olarak da olsa, ortaya çıkmasına yol

açmıştır.

24

Yoksulluğun ya da Türkdoğan’ın tabiri ile yoksulluk alt kültürünün,

gelişmiş toplumlarda bile rastlanılan bir durum olması elbetteki şaşırtıcı değildir.

Özellikle bilginin değiştirip dönüştürücülüğünün yükselişte olduğu bu zamanda,

gelişmiş toplumlarda bile bu bahsettiğimiz değişim ve dönüşümlerin gerisinde kalan

veya yeterince faydalanamayan kesimler mevcuttur.

“Teknolojik yeniliklere en kolay tepki veren ekonomik sahadır. Yani

teknolojik yenilenme öncelikle ekonomik sahada değişim süreçlerini devreye sokar. Bu

sürece en geç katılan ise kültürel sahadır. İnsanlar kültürel miraslarını daha zor

değiştirirler.”(ERKAN;1998,94) Kısaca teknolojinin kuşattığı bir toplumda, kültürel

değerlerini ellerinden bırakmak istemeyen, ama buna rağmen diğerleri gibi yaşamak,

yaşayabilmek arzusunda olan bireyler, onlara öğretilenlerle, gördükleri arasında sıkışıp

kaldıkları için, belki de, etraflarına kabuk örme gayretine girişirken, diğerleri de, onları

görmezden gelme yolunu seçmişlerdir. Burada bahsolunan kültürün yoksulluk yan

kültürüne yol açtığı tezi değil, kültürün değişimi ya da değişimi kabullenişi yavaşlattığı

görüşüdür.

1.6. YOKSULLUK TİPLERİ

Yoksulluk sadece besin eksikliği anlamında kullanılmaz. Besin yokluğu,

temiz su kaynaklarının olmayışı, barınılan yerlerin sağlıksızlığı, vb. durumlara ek olarak

daha başka yoksulluk getirileri de vardır. Sosyo-kültürel yoksulluk, etik yoksulluğu,

değer yoksulluğu, çevresel yoksulluk gibi yoksulluk tipleri de yoksulluğun ortaya

çıkardığı durumlardır. Yoksulluğun insanların hayatındaki etkilerini tek bir kelimeyle

açıklamak istesek bu kelime şüphesiz ki “mahrumiyet” olurdu. İnsan olmanın getirisi

olan duygusal ve sosyal ihtiyaçlardan mahrum olma durumu yoksulluğun tanımında

kilit noktadır. Belirttiğimiz gibi insan sadece yiyip-içen bir varlık değildir. Toplumsal

gelişimin ön koşulu üretmektir. Üretici bireyler her anlamda gereksinimleri karşılanmış

bireyler anlamına gelir. Ertesi gün nerede kalacağını, nereden besin bulacağını düşünen,

hastalıklı, sağlıksız insanlardan oluşan bir ülkenin mevcudiyetini uzun süre muhafaza

etmesi beklenemez.

Devletler halkının gereksinimlerinin karşılanmasında birinci derece

sorumludur. Yaşamın devamı adına gereken besin, su, sağlık ihtiyacı karşılansa bile bu

yeterli olmaz. İnsanların psikolojik sağlıklarını bozan durumların ortadan kaldırılması,

25

kültürel değerlerin yaşatılması, ahlaki çöküntünün önüne geçilmesi de yoksulluğun

ortadan kaldırılması anlamına gelir.Yoksul insanların yaşadığı koşullar onları

toplumdan ve haliyle toplumu bir arada tutan değerlerden uzaklaştırır. Bu da bir tür

yoksulluk yani mahrumiyettir.

1.6.1. Fizyolojik Yoksulluk

İnsanların yaradılış özelliklerinden biri sahip oldukları iç dengedir. Bu iç

denge dediğimiz bütünsellik, insan iç organlarının, dokularının, hücrelerinin uyum

içinde işleyişi anlamına gelir. İç dengenin korunması bireylerin sağlıklı bir şekilde

varlıklarını sürdürebilmeleri adına çok önemlidir. Fizyolojik yoksulluk dediğimiz

yoksulluk tipi ise bu iç dengenin korunabilmesi için bireylerin alması gereken besin

ihtiyacını karşılayamamalarıdır. Fizyolojik yoksulluğu aslında sadece besin ihtiyacıyla

sınırlandırmamalıyız. Aynı zamanda temiz su yokluğu da fizyolojik yoksulluk olarak

değerlendirilebilir. Eğer insanlar almaları gereken kalsiyum, vitamin, mineral ve

proteinleri sağlayamazlarsa, vücuttaki uyum bozulur. Bütün bu gereksinimleri bizler

besinlerden alırız. Yeterli beslenememe halinde organlar fonksiyonlarını yerine

getiremez ve insan vücudu fizyolojik olarak deforme olur. Bu deformasyon sürekli

olursa sadece sağlık açısından değil buna ek olarak çevre ile ilişkiler açısından da

sorunlar ortaya çıkar.

Yeterli beslenemeyen ve neticesinde hastalanan her bireye yoksulluk

nedeniyle bu durumdadır demek yanlış olur. Fakat en fazla yoksul insanlarda fizyolojik

problemlere rastlanılmaktadır. Fizyolojik yoksullukla karşı karşıya kalanlar, içinde

bulundukları koşullar yüzünden çevreleriyle de sağlıklı ilişkiler kuramazlar. Çünkü

bedensel rahatsızlıklar insanların sosyal hayatlarını da etkilememektedir. Ayrıca bu

insanlar yoksulluk sorununu ortadan kaldırabilmek ve gerekli besinlere ulaşabilmek

adına bazen yasadışı yollara sapabilmektedirler.

Unutulmaması gereken her şeyden önce beslenebilmenin zorunluluğudur.

Su ve gıda olmadan yaşayabilmek mümkün değildir. Özelikle Afrika gibi çok yoksul

ülkelerde ölümlerin çoğu yeterli beslenememeye bağlı olarak ortaya çıkan

hastalıklardan, temiz su kaynaklarının olmaması yüzünden önlenemeyen salgınlardan

olmaktadır.

26

1.6.2. Sosyo-Kültürel Yoksulluk

Yoksulluk çok yönlü bir süreçtir. “Yoksulluk meselesi üzerinde kafa yoran

bir çok sosyolog, psikolog, siyaset bilimci meselenin yalnızca ekonomik kriterlerle

ölçülemeyeceği, yoksulluğun ekonomik görüntüsünün dışında bir muhtevasının da

olduğu görüşündedirler.”(AKBAL;2004,40) Buradan hareketle denebilir ki,

yoksulluğun bir diğer boyutu da sosyo-kültürel yoksulluktur. Fizyolojik yoksulluktan

farklı olarak sosyo-kültürel yoksulluk daha çok maddi olmayan yoksulluğun temsilidir.

Sosyo-kültürel yoksulluktan bahsetmeden önce sosyo-kültür nedir? Neden önemlidir?

Sorularına yanıt aramalıyız. Sosyo-kültür bir toplumu meydana getiren bireyler ve

gruplar arası ilişkileri belirleyen değerler bütünüdür. Maddi paylaşımlara ve katılımlara

ek olarak sosyal ve kültürel paylaşımlar ve katılımlar da bütünleşmede temel güç

kaynağıdır.

Sosyo-kültür, toplumsal bir birleştirici vazifesi görür. Süreklidir ve tarihidir.

Bütün bu özelliklerine ek olarak sosyo-kültür, sosyal statüler, roller, aileler aracılığı ile

devredilir. Bireylerin beklentilerinin, ihtiyaçlarının karşılanmasında, karakterlerin

şekillenmesinde onlara yol gösteren sosyo-kültür, grupları oluşturanların birleşmesinde

ve diğer gruplardan ayrılmasında belirleyici olan nitelikleri barındırır. Sosyo-kültür,

gelenekler, örfler, adetler, göreneklerle çerçevelenmiş, kültürel semboller, simgeleri

içeren, insanlara bazı davranışları, değerleri, düşünceleri aktaran bütünlüktür.

(NİRUN;1994,212-214)

Bütün bu açıklamaların ışığında sosyo-kültürel yoksulluğun ne olduğunu

daha iyi tespit edebiliriz. En basit haliyle, sosyo-kültürel yoksulluk, sosyal ve kültürel

hayattan, değerlerden yoksunluk olarak tanımlanabilir. Yoksul kimselerin önceliği

karınlarını doyurabilmektir. Daha sonra devlet hizmetlerden yararlanma, konut ihtiyacı,

güvenlik vb. istekler gelir. Tabi ki bu saydıklarımız bireyden bireye ve toplumdan

topluma farklılıklar gösterebilmektedir. Ancak bu listede değişmeyen tek şey ilk sırayı

oluşturan yeterli beslenme ihtiyacıdır. Yoksullar, besin yokluğu veya azlığının yanı sıra

sosyal hayata yeterince katılamama, yaratıcılıklarını ortaya koyma şansından mahrum

olma ya da yeterince bu şansa sahip olamama, güvensizlik, örneğin sevgi, sahiplenilme,

gibi psikolojik ihtiyaçların eksikliği, korunmasızlık, kültürel değerlerden kopuş, vb.

27

sorunlarla da mücadele etmek durumundadırlar ki bu da sosyo-kültürel yoksulluğa

işaret eder.

Sosyo-kültürel yoksulluğun bir diğer yönü de, siyasal yabancılaşmadır.

Yoksul insanlar siyasal konularda daha az katılımcı ve güvensizdir. Alt ve orta

sınıflarda siyasi sisteme karşı takınılan tavır üst sınıftan belirgin biçimde ayrılır. Yurttaş

kültürünün ya hiç gelişmediği ya da az geliştiği gözlenen yoksullarda, özellikle yoksul

çocuklarda öz denetim yeterince gelişememektedir. (AKBAL;2004,41)

1.6.3. Değer Yoksulluğu

Değer yoksulluğu, değerlerin yeterince yaşatılmaması, yaşanılmaması

anlamına gelmektedir. Peki nedir bu değerler? Yoksullar gün be gün toplumdan

uzaklaşmaktadırlar ve bu da toplumsal birlik ve bütünlük adına ciddi kırılmalara yol

açmaktadır. Neticede bireylerleri bir arada tutan en önemli faktörlerden biri paylaşılan

ortak değerlerdir. Bu değerlerin ortadan kalkması durumunda çatışmalar, şiddet,

kaçınılmaz olur. Yoksullukla karşı karşıya olanlar, hayatlarını devam ettirmek için

mücadele ederken farkında olmadan toplumdan kendilerini soyutlarlar. Çoğu kez

yoksulluklarının neden olduğu bir ümitsizlik onları çepeçevre sarar. İşte bu ümitsizlik

yoksulların toplumun diğer fertleri ile paylaşımlarını kısıtlar. Bazen bu diğerlerinin

illaki çevrede yer alanlar olması gerekmez. Aile içinde de, aileyi bir arada tutan saygı,

hoşgörü, güven, yardımlaşma gibi unsurlar yoksulluktan kaynaklanan sorunlar

yumağının arasında unutulup gider. Bu nedenledir ki aile içi şiddet, sokak çocukları, suç

vb. olumsuzlukların en fazla görüldüğü ortamlar, sevgi bağları zedelenmiş, hayatlarını

devam ettirebilmek adına birbirinden uzaklaşmış, yoksul kesimlerdir.

Değer yoksulluğu konusuna aslında sadece yoksul insanlar açısından

bakmakta yanlış olur. Sanayileşme ve kentleşmenin artması ile ne yazık ki yoksulluk

sorunu olmayan bireyler arası ilişkilerde de birtakım kopmalara neden oluştur.

Komşuluk, dayanışma, yardımseverlik eskiye oranla daha az önemsenir olmuştur.

İlginçtir ki aynı apartmanda karşı karşıya dairelerde oturanlar birbirlerinden habersiz

yaşantılarını devam ettirmekte, iki adım ötedeki olup bitenler hakkında en ufak bir

malumata sahip olmamaktadırlar. İşte tüm bunlar elimizden kayıp giden

değerlerimizdir.

28

1.6.4. Etik Yoksulluğu

Bilimin, teknolojinin hakim olduğu çağımızda, artık etik değerler eskiye

nazaran önemini yitirmiş görünüyor. Paranın aldığımız nefes kadar kıymetli olduğu bir

toplumda elbetteki onu elde edebilmek için ahlaki boyutunu sorgulamadan her şeyi

yapabilecek insanların sayısı göz önüne alındığında ne kadar zengin olursak olalım

aslında etik yoksulu kimseleriz demek pek de yanlış olamasa gerek.

Yoksulluk sadece beslenme, barınma, hizmet sıkıntısı olarak

algılanmamalıdır. İster zengin isterse fakir olsun, olanlara, yapılanlara ve en önemlisi

yaptıklarımıza ahlaki çerçeveden bakamıyorsak o zaman etik yoksulluk ile yüz yüzeyiz

demektir. Şehirleşme oranlarındaki artış, şehirlere yığılan kalabalık, iş kollarının şehir

nüfusunu istihdam edememesi bazı insanların kuralları hiçe sayarak illegal yollardan

diğerlerini sömürerek bir yerlere gelmesine neden olmuştur.

Çalışarak elde etmekten ziyade elde etmenin yüceldiği, torpil, adam

kayırma, tanıdık, amca, dayı senaryolarının oynandığı, bir toplumsal sistemde kolay

para kazanma duygusu ön plana çıkmaktadır.(DOĞAN;2004,117) Bilginin eğitimin, iyi

bir yerlere gelebilmek için yeterli olamayacağı kanaati yaygınlaştıkça öne çıkan anlayış

“üzümünü ye bağını sorma “ anlayışı olmaktadır.

1.6.5. Çevresel Yoksulluk

Kentleşme, sanayileşme ve durmaksızın artan şehir nüfusundan ve bunun

bir sonucu olarak artan yoksulluktan bahsederken yoksulluğun getirisi olan çevresel

yoksulluğa aslında biraz değindik. Ancak çevresel yoksulluğu sadece gecekondulaşma

olarak değil de, çarpık yapılanmanın doğaya verdiği zararlar ekseninde de ele almalıyız.

Kent çevresini saran varoşlar, yoksulluğun yaşandığı, yaşatıldığı en belirgin

mekanlardır. Kentsel dokuya zarar veren bu çarpık yapılaşma örneğine ek olarak, kent

içindeki trafik, sanayi kuruluşlarının atıkları ile kullanılamaz hale gelen su kaynakları ve

daha birçok kentsel getiri eklendiğinde tam anlamıyla bir çevresel yoksulluk söz konusu

olmaktadır.

Bilindiği gibi fiziksel ve sosyal çevrenin en fazla tahrip olduğu yerler

şehirlerdir. Hem nüfus hem de faaliyet bakımından kırsal alanlara nazaran daha yoğun

olan şehirler, doğaya ve canlılara zarar vermektedir. Ekolojik dengeyi bozan çarpık

29

şehirleşme, ormanların, yeşil alanların, konut yapımı için katledilmesine sebep

olmaktadır.(GÜRPINAR;1995,100)

Çevresel yoksulluk, hava kirliliği, denizlerin kirlenmesi, kullanılabilir su

kaynaklarının kirlenmesi, gürültü kirliliği, toprak kirliliği ve çöpler, sanayi atıkları gibi

canlıların yaşamını tehdit eden çevresel sorunların varlığı, doğanın yavaş yavaş

kaybedilmesi anlamına gelir. Bütün bu saydıklarımız daha önce de ifade ettiğimiz gibi

şehirleşmenin, özellikle de çarpık ve plansız şehirleşmenin birer neticesidir.

Aynı zamanda, endüstri kuruluşlarının artışı, turistik yerlerdeki arazilerin

bilinçsizce kullanımı, bazı otellerin çevreye verdiği zararlar, tarihi mekanların yeterince

korunmaması, tarıma elverişli toprakların tarım dışında amaçlar doğrultusunda yok

edilmesi ve toprak-insan ilişkilerinin bozulması çevresel yoksulluğa sebep olur.

(YAVUZ;1995,84) çevresel yoksulluk sadece günümüzde ortaya çıkan bir sorun

değildir. İnsanoğlu endüstrileşme ile birlikte doğaya daha fazla zarar vermeye başlamış

ve ortaçağdan günümüze kadar geçen süre içerisinde bu çevresel yıkım katlanarak

süregelmiştir.

Endüstrileşmenin ortaya çıktığı ilk yıllarda o zamanın ana maddesi olan

keresteye duyulan ihtiyaç ağaçların bilinçsizce yok edilmesine neden olmuştur.

Örneğin, “1300’lerde Fransa’da ormanlar yaklaşık 140 milyon dönümlük bir alanı

örtüyordu; bugünkünden yaklaşık 8 milyon dönüm daha çok.” (GİMPEL;2004,73) Daha

sonra kerestenin yerini alan kömür de hava kirliliğine yol açmıştır. Zamanla gelişen

sanayi ve teknoloji kirliliğin daha ciddi boyutlarda yaşanmasına yol açmıştır. Özellikle

günümüzde kimyasal atıklar doğa üzerinde geri dönüşümü imkansız tahribatlar

yapmaktadır.

1.7. TÜRKİYE’DE YOKSULLUĞUN ARKA PLANI

Buraya kadar ayrıntılı bir şekilde irdelemeye çalıştığımız yoksulluk,

insanların hayatta kalması adına ciddi tehlikeler oluşturmaktadır. Açlıktan ölmek,

hastalık durumunda tıbbi yönden yardım alamamak, sağlıksız ortamlarda yaşamak, tam

anlamıyla yeterli giyeceğe sahip olamamak gibi bedensel tehlikelere ek olarak, sosyal

ve psikolojik yönden de negatif durumların ifadesi olabilen yoksulluk, Bauman’ın

ifadesiyle, mutlu bir yaşamı ifade eden tüm imkanlardan yoksun bırakılmak, hayatın

sunmak zorunda olduğunu almamaktır. (BAUMAN;1999,59-60)

30

Küresel bir sorun olan yoksulluk, ülkemizde de ciddi anlamda

yaşanmaktadır. Gelir dağılımındaki eşitsizlikler, şehir ve bölge farklılıkları, yoksulluğun

boyutlarını göz önüne sermek adına ilginç veriler sunmaktadır. Türkiye’de yoksulluğun

arka planını ortaya koymadan önce kısaca dünyada yoksulluğun ortaya çıkmasında

etkili olduğunu düşündüğümüz birkaç noktayı da belirtmemiz gerekir. Küreselleşme

kapsamında yeniden şekillenen ve serbest pazarın ortaya çıktığı ekonomik model pek

çok insanın işsizlikle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.

1980’lerde İMF ve Dünya Bankasının da destekleriyle sermayenin

küreselleşmesi ve çok uluslu şirketler ve uluslar arası kredi kuruluşlarının dünyadaki

nüfusun yarısından fazlasının yaşamını etkileyen ekonomiyi belli başlı bir kesime

emanet etmesi neticesinde emek ucuzlamıştır.(CHOSSUDOVSKY;1999,42)

Küreselleşme, üretilen malların tüketilmesi için yeni çözümler sunmuştur. Neoliberal

politikalar kültür de dahil her şeyi pazarlanabilir hale getirmiştir. Her şeyin

pazarlanabilmesi bir tarafa üretilenler, uluslar arası arenada tek bir merkezden

dağıtılıyor, tüketim furyası artıyor ve zenginler sermayelerini büyütürken fakirler daha

da fakirleşiyorlardı. Bu arada etkisini yitiren sosyal devlet ulus aşırı şirketler için faydalı

olurken destek bekleyen yoksullar için zararlı olmuştur.

Ülkemizdeki yoksulluğa baktığımızda, dünyada yaşanılan bu gelişmelerin

etkilerini görebiliriz. Kurtuluş Savaşından sonra 1930’lu yıllardaki sanayi planları ve

1960’lardaki beşer yıllık kalkınma planları ile sanayileşme adına önemli atılımların

gerçekleştirildiği bir dönem yaşanmıştır. Bu esnada dünyayı etkisi altına alan

küreselleşmeden, o zamana kadar kapalı bir ekonomik yapı sergileyen Türkiye, ne yazık

ki olumsuz bir biçimde etkilenmiştir. 1980’li yıllarda, dışa kapalı olan ekonomimiz dışa

açılma stratejisi ile yeni bir şekil kazandı. Ancak bir süre başarılı seyreden büyüme bir

müddet sonra yolsuzluklar, kayıt dışı ekonomi, enflasyon, borçlanma gibi nedenlerle

gerilemeye başladı.(ÜNAL;2004;20-21)

Bu gerilemeye ek olarak yaşanılan stratejik dönüşüm başta işçi sınıfı olmak

üzere toplumun önemli bir kesiminin yoksullaşmasına neden oldu. Peki neden yeni bir

model arayışına girildi? Daha önce bahsetmeye çalıştığımız kapitalizmin içine düştüğü

krizin aşılması küreselleşme ve yeni pazarları bulunması ile çözümlenmeye çalışıldı.

Elbetteki yeni pazar arayışları ve dünyayı etkisi altına alan küreselleşme kapitalizmin

31

krizine çözüm olsa da Türkiye’de kapitalizm krizi fazlasıyla hissediliyordu. Bu yüzden

1980 sonrası dışa dönük bir ekonomik model benimsendi. Bu model ne yazık ki

yoksulluğu arttırdı ve isteneni gerçekleştiremedi. (BAŞKAYA;2004,169-170)

2000’li yıllara gelindiğinde ise Türkiye’de iki önemli kriz yaşandı. 2000’nin

Kasımında yeterince darbe alan ekonomi daha fazla ayakta kalamadı ve 2001 yılının

Şubat ayında büyük bir ekonomik çöküntü yaşandı. Bu krizlerin ardında ise bütçedeki

önlenemeyen açıklar, kamu harcamalarındaki savurganlıklar vardı.(DENİZ;2004,49-50)

Bütün bunlara ek olarak sosyal devletin giderek kamusal alandan çekilmesi, pazar

ekonomisi kavramının yaygınlaşması, toplumsal tüketime yönelik harcamaların

azaltılması ile yoksulluk ve işsizlik katlanarak artmıştır. (ALADA;2002,241) Bunların

yanında, lüks tüketim alışkanlıkları, kredi kartı harcamalarındaki aşırılık ve kredi kartı

mağdurlarının gün be gün çoğalması yoksulluğa yol açan diğer sebeplerdendir.

Türkiye’de yoksulluğun arka planını incelediğimizde en dar anlamıyla yukarıda

özetlemeye çalıştığımız tablo karşımıza çıkar. Sanayileşme çabaları, buna bağlı olarak

artan kentleşme, dünyadaki her ülkeyi öyle veya böyle etkileyen küreselleşme,

durmadan artan dış borçlar, kısa ömürlü iktidarlar ve bunun neticesinde artan enflasyon

oranları, kısılan sosyal harcamalar, devletin özel teşebbüsü destekleyici tutumu

neticesinde birdenbire zenginleşen kesime karşın fakirliği daha da artan kesim

arasındaki gelir dengesizliği…kısacası ülkemizde yoksulluk halen artmakta ve ciddi

boyutlarda sosyal sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.

Yoksulluğun ortadan kaldırılması için şüphesiz ki atılacak ilk adım istikrarlı

ve dışa bağımlı olmayan bir ekonomik yapılanma olmalıdır. Kendi kaynaklarından

yeteri kadar faydalanamayan ülkemiz gerekli yatırımları yaparak milli sermayeyi

güçlendirici tedbirler almak zorundadır. Aynı zamanda toplumsal dengelerin korunması

ve yoksullara yönelik sosyal hizmetlerin arttırılarak devlet desteğinin daha da hissedilir

hale getirilmesi yoksulluğun bertaraf edilmesi için şarttır. Eğitim, sağlık, altyapı gibi

hizmet sektörlerine ayrılan harcamalar da iyileştirilmelidir.

Özellikle sosyal hizmetler alanında ortaya çıkan özelleşmenin yarattığı

ikilik yukarıda sözünü ettiğimiz yoksulluğun en kilit noktalarından biridir. Üst gelir

gruplarına yönelik özel okullar, hastaneler, tüketim alanları hızla türerken alt gelir

gruplarına devlet tarafından sunulan kamu hizmetleri bütçelerinin kısılması,

32

hizmetlerinin kötüleşmesi, düşük maaşlar, varolan kapasiteyi karşılayamayan kurumlar

zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu büyütmektedir.(KEYDER;2000,35)

Konut sıkıntısı da yine bir diğer önemli sorundur. Zenginler son derece lüks

konutlarda olağan üstü güvenlik önlemleri içinde yaşamlarını sürdürürken yoksullar, alt

yapı eksiklikleri ile mücadele etmektedir. Seçim dönemlerinde verilen sözler

gecekondulaşmayı tetiklerken, bu durumdan rant elde edenler konut sıkıntısı

yaşanmasının diğer sorumlularıdır. “Toprağın tarımsal kullanımından kentsel kullanıma

geçilmesi, yani arsa olarak kullanılması, kentsel kullanım için toprak üzerinde alt yapı

yatırımlarının yapılması yol, yeşil alan gibi kamusal hizmetlerin sunulması arsa değerini

– toprağın sahibinin denetimi dışında –arttırmaktadır.”(ÖZER; 2006,464) Artan arsa

değerleri de yoksulların konut sahibi olabilme olasılıklarını ortadan kaldırmakta,

gettolaşmaya yol açmaktadır.

1.7.1. Osmanlı Döneminde Kent Yoksulluğu ve Mürtezika Sınıfı

Kent yoksulluğu ya da yoksulluk Osmanlı Devletinde özellikle son

dönemde karşımıza çıkmaktadır. Parlak imparatorluk yıllarının ardından Batıdaki

gelişmelere ayak uyduramayan ve sanayileşmeden faydalanamayan Osmanlı, sorunun

çözümünü teknolojik alan yerine sosyal alanda arama yolunu seçince gerilemeye

başlamıştır. Batılı devletlerin sanayiye öncelik verip, yeni pazar arayışlarına girdiği

dönemlerde, Osmanlı Devleti ticaretin önemini henüz kavrayamamış, çözüm yolunu

askeri alanda yapmaya çalıştığı yeniliklerde arıyordu.

Osmanlı, Fransa’da 1789 devrimleri ile ortaya çıkan teknolojik gelişmeleri

ve diğer ülkelerin bu devrimleri takip eden sanayileşme süreçlerini yakalayamamıştır.

Bunun nedeni her şeyden önce toplumsal yapıdan kaynaklanan farklılıktır. Özellikle

Osmanlının son dönemlerindeki çabaları neticesinde, Batıdaki bu gelişmeler ve

dönüşümler ülkemize getirilmeye çalışılmıştır. Ancak tepeden inmeci ve gerekli alt yapı

hazırlanmadan oluşturulmaya çalışılan bu sistem, Anadolu insanı ile İstanbullu

ikilemini belirginleştirmekten ve devletin çöküşünü hızlandırmaktan başka işe

yaramamıştır.

Batıdaki dönüşümü sosyal hayatta arayan Osmanlı Devleti, Avrupa’ya

eğitim için gönderdiklerinin, özellikle İstanbul’a taşıdığı batı tarzı hayatı çabucak

benimsemiştir. İstanbulluluğun yüceltildiği, partilerin, baloların ardı sıra düzenlendiği,

33

Paris’ten getirtilen son model kıyafetlerin lüks mağaza vitrinlerini süslediği bu dönemde

unutulan ne yazık ki devletin yalnızca İstanbul’dan ibaret olmadığı düşüncesidir.

Akabinde gelen birinci dünya savaşı, devlet kasasını artık bin bir güçlükle doldurabilen

ve gün be gün kötüleşen halkın yoksulluğuna tuz biber ekmiştir. İşte Osmanlı

Devletinde uzun yıllar kenetlenmiş halde yaşayan refah dolu halk artık yoksulluğun

faturasını ödemektedir.

Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu bu durum başlangıçta elbetteki böyle

değildi. Devletin yükseliş yıllarında daha sonrada ayrıntılı olarak ele alacağımız

vakıflar, lonca teşkilatı, ahilik, mahalle yönetimi, fakirlerin, düşkünlerin, kimsesizlerin

kollandığı bir sistemi oluşturmaktaydı. Özellikle vakıf sistemi içerisinde yoksullar, mali

durumu iyi olanlarca bağışlanan mülkler ve bu mülklerden elde edilen gelirler

vasıtasıyla gözetiliyordu.

Mürtezika sınıfı ise “vakıfların gelir ve menfaati, kendilerine şart kılınan

kimseler için kullanılan bir tabirdir.“(KAZICI;2003,8) Yoksullar ya da muhtaçlar sınıfı

da diyebileceğimiz bu sınıf, toplumsal dayanışmanın en güzel örneği olan vakıf sistemi

diye adlandırılan, yoksulluk gibi önemli bir sorunun ortadan kaldırılması için halkın

kendi arasında geliştirdiği yapılanmanın, koruduğu kimselerdir. Mürtezika sınıfı,

vakıflar aracılığı ile para ve yiyecek, giyecek gibi yardımlara nail olur. Osmanlı

Devletinde tebaanın şekillendirdiği bu yoksulluk yönetimi paylaşmanın, sosyal

sorumluluğun ve birlikte hareket etme kabiliyetinin yaşandığı, yaşatıldığı bir zemin

meydana getirmiştir.

1.7.1.1. Osmanlı Devleti’nde Sokak Çocukları

Osmanlı Devleti’nde aile kurumu çok önemliydi. Dolayısıyla çocuklar da

aileyi bir arada tutan unsur oldukları için son derece değerliydi. Gelecek adına da

çocukların kıymetinin farkında olan Osmanlı, çocukların eğitimine ve iyi şartlarda

yaşatılmalarına son derece dikkat etmiştir. Biraradalığın, dayanışmanın ve

yardımlaşmanın var olduğu bir toplum modeli ekseninde örgütlenen Osmanlı Devletini

uzun yıllar yaşatan bekli de bu değerler bütünlüğüydü.

Batıdaki teknoloji ve modernleşme ile karşı karşıya kalıncaya kadar

Osmanlı da sokak çocukları diye bir kesimin varlığından söz etmek doğru olmaz.

Toplumsal sistemin en küçük yerel yönetim birimi olan mahalle teşkilatı, aile

34

kurumunun önemsenmesi ve yüceltilmesi, lonca sistemi, sorumluluk anlayışı ve

oluşturulan kefaret zinciri, zengin kimselerin toplumsal yapıya olan duyarlılıklarının bir

yansımasını ifade eden vakıf ve imaretler, yüksek ahlak anlayışı, toplumun kendi içinde

oluşturduğu oto kontrol mekanizması, sokak çocuklarını oluşturacak bir alan

oluşumuna müsaade etmemekteydi. (ALADA;2002,249) Osmanlı toplum sisteminin

üstlendiği, kendi içinde yapılanan bu dayanışmacı oluşum sokak çocuklarının bir sorun

haline dönüşmesini engelleyerek, kimsesiz yahut fakir çocukların topluma

kazandırılmasında önemli rol oynamıştır.

Babasının velayetinde olan çocuk, eğitim açısından annesinin denetimine

tabiidir. Osmanlı’da eğer çocuğun ailesi yoksa korunup kollanması gereken çocuğa

amcaları, veya diğer büyükler bakarlar, geçimini temin ederlerdi. Yine devlet fakir

ailelere, dul kadınlara, ikiz yahut üçüz sahibi olan acizlere yardım ederdi. Günümüzde

sokaklara terk edilen pek çok çocuk suç çetelerinin ellerine düşmekte, köprü altında,

inşaatlarda, yaşamaya çabalamakta, devlet tarafından yerleştirildikleri yurtlar da yeterli

olmamaktadır. Ama Osmanlı Devletinde bu tür şeylere rastlamak pek olası değildi.

Çünkü evlilik dışı çocukların terk edilmesi durumunda, bu çocukları devlet başkalarına

emanet edip maaş bağlıyordu. Evlat edinme kurumunun da görüldüğü Osmanlı Devleti,

evlat edilenin, evlat edenin yasal mirasçısı olmasını da sağlamıştır.(ORTAYLI;

2004,97)

Bütün bu toplumsal sistem çocuklara karşı herkesin sorumlu olduğunun bir

göstergesidir. Evlat edinme kurumu, yoksul, aciz, kimsesiz çocukların rahat

yaşayabilmelerinin temini açısından çok önemlidir. “ Osmanlı toplumunda bu tip evlat

edinme yanında geniş bir ahretlik kurumu (hiçbir hakkı olmayan ve vazifeli olarak ev

halkına dahil edilen) çocuklar vardır. “(ORTAYLI;2004,97)

Özellikle aile kurumuna atfedilen değer, İslam Dininin de bu konudaki

destekleyici söylemleri, evlilik ve çocuk sahibi olmanın hem devletin bekası hem de

ahlaki unsurların devamı için gerekliliğini ortaya koymuştur. Osmanlı Devletinin

yükseliş yıllarında, devlet halk için vardı. Halk da bu anlayışa devlete karşı gösterdiği

sadakat ile karşılık veriyordu. O dönemlerdeki padişahların eğitime verdikleri önemi de

açılan medreselerden ve hocalarına duydukları derin saygıdan anlayabilmek

35

mümkündür. Eğitimin ve ailenin önemsendiği bir toplumda elbetteki sokak çocukları

olgusundan bahsetmek pek de mümkün olamaz.

1.7.1.2. Vakıflar ve Yoksulluk Yönetimi

Yoksulluk yönetiminde vakıflar önemli bir yere sahiptir. Osmanlı

toplumunda, lonca teşkilatı, ahilik kurumunun yanında vakıflar, yardımlaşmanın halkın

her kesiminde hissedilir kılınması adına çalışmışlardır. “ Hukuk Diliyle Vakıf ve

Dernek gönüllü olarak kamu yararına çalışan ve kar paylaşma amacı gütmeyen birer

hukuk tüzel kişisidir. Tüzel kişilik bir amaç için kurulur.”(BALOĞLU;1996,6)

Uygurlara kadar uzanan vakıf geleneği günümüzde de varlığını sürdürmektedir.

Elbetteki değişen şartlar ve koşullar karşısında bir takım dönüşümler geçiren vakıflar,

yoğun emek ve çabalar neticesinde oluşturulmuştur.

Vakıf sisteminde geliri yerine kendisinden faydalanılmak üzere bağışlanmış

olan binalara, arsalara vb. menkullere hayrat, gelir kaynağı olarak değerlendirilecek

olanlara ise akar denir. Vakfa bahşedilen mülklerin ne şekilde kullanılacağı vakfiye adı

verilen belge ile tespit edilir. Osmanlı ve Selçuklu Devletlerinde, yol, çeşme, hastane,

köprü gibi ihtiyaçlar vakıflar vasıtasıyla giderilmekteydi. Buna ek olarak, fakirlerin,

yetimlerin, kimsesizlerin gözetilmesi, öğrencilere burs, hocalara maaş verilmesi işlerini

vakıflar üstlenmişti. Aynı zamanda, Türk vakıf eserleri de sosyal ve ekonomik hayatın

yaşanıp yaşatıldığı mekanlar olarak varlık bulmuşlardır. Camilerin etrafına kurulan,

medrese, imaret, çeşme, kütüphane, sebil gibi yapılar halkın bir araya gelip

yardımlaştığı, tartıştığı, bilgi alışverişinde bulunduğu mekanlardır. Fakirler, yolcular bu

mekanlarda ağırlanmış, halk ve hocalar bu mekanlarda bir araya gelmişlerdir. Vakıf

sistemini bu derece sistemli hale getiren en önemli şey şüphesiz ki içinde barındırdığı

inanç sistemi olmuştur. Dünya malının dünyada kalacağı fikrinden yola çıkılarak, mutlu

ederek mutluluğa ulaşmayı hedefleyen bu inanç sistemi vakıf müessesine güç katmıştır.

(YEDİYILDIZ;www.os-ar.com,08.05.2006)

Yukarıda sözünü ettiğimiz vakıflar Osmanlı’da Tanzimat’a kadar varlığını

sürdürmüş, Tanzimat’tan sonra ise, ortaya çıkan ikilik vakıf sistemini bir noktada devre

dışı bırakmıştır. Vakıflar tam anlamıyla ortadan kalkmasa da, devlet sosyal

yardımlaşmayı batılılaşma çerçevesinde kendi bünyesinde kurgulamaya yönelmiştir.

Vakıflar bir yana sosyal dayanışmada bir diğer olgu olan lonca teşkilatı da batılılaşma

36

sürecine ayak uyduramamış ve yıkılmıştır.(GÜL;2004,353-354) Tarihi olarak

Selçuklulara dayanan vakıf sistemi Osmanlı devletinde uzun yıllar yoksulluk gibi bir

sorunu ortadan kaldırmaya yönelik ciddi bir görev üstlenmiş ve bu görevi de

başarmıştır. Zaten Osmanlıyı ayakta tutan değer yargılar arasında yardımseverlik ve

sosyal sorumluluk ve ahlak anlayışı önemli yer tutmuştur.

1.7.2. Cumhuriyet Döneminde Kent Yoksulluğu ve Sosyal Eşitsizlik

Osmanlı döneminde Batıdaki gelişmelere ayak uydurabilme çabaları ne

yazık ki toplumsal ikiliğe yol açmış, sosyal eşitsizlik daha da belirginleşerek taşrada

yaşayanlarla, Avrupalı olabilme çabasındaki İstanbullular arasında farklılaşmaya neden

olmuştur. Özellikle son dönemde bu ikilik devletin içinde bulunduğu durumun daha da

zorlaşmasına neden olmuştur. Birinci dünya savaşı ve kurtuluş savaşı yılları da en fazla

taşradaki insanın hayat şartlarını etkilemiş, halkı daha da yoksulaştırmıştır.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında devletçilik ilkesi çerçevesinde sanayileşme sürecine

giren genç Türkiye, 1950’li yıllara geldiğinde hızla artan nüfus ve kentlerle karşı

karşıya kalmıştır. Bu arada Batıda çok daha önceleri başlayan sanayileşme yavaş yavaş

yerini bilginin egemen olduğu bir modele terk etmektedir.

1980’li yıllarda pazar ekonomisine geçiş, sosyal devletin rollerini

kısıtlarken, yeni neoliberal düzen, tüm dünyayı etkisi altına almış, emek ucuzlamış,

küresel ölçekteki ulus aşırı şirketler yeni pazar arayışlarını hızlandırarak yoksul

ülkelerin bir anlamda yoksulluklarına yoksulluk katmıştır. Dünyadaki bu gelişmelerden

elbetteki ülkemiz de nasibini fazlasıyla almıştır. Tüketim furyası gerek medya sektörü

gerekse devletin dışa açılımcı politikasındaki eksikler sebebiyle artarken, sosyal

eşitsizlik de olabildiğince büyümüştür. 2000’li yıllara gelindiğinde ardı ardına yaşanan

iki büyük ekonomik kriz işsizliği ve yoksulluğu daha da körüklemiş, kentlerin çevreleri

daha önce de bahsettiğimiz, kırsal alandan göçüp gelen insanların oluşturduğu

gecekondularla dolup taşmıştır. Özellikle 1950’li yıllarda başlayan bu göç dalgasının

yarattığı olumsuzluklar günümüzde halen çözümlenemeyen alt yapı ve ekonomik

sorunlar nedeni ile katlanarak sürmektedir.

Cumhuriyet’in ilk yılları, uzun süren bir kurtuluş mücadelesinden çıkmış

yorgun Türk milletinin varını yoğunu tükettiği ve bir ülkeyi sıfırdan devraldığı

zamanlardı. Yolları, köprüleri, köyleri harap edilmiş olan Türkiye Cumhuriyet’i,

37

Atatürk’ün önderliğinde yeniden yapılanma sürecine girdi. Bu dönemde kendi

kaynaklarımızdan yararlanılarak baştan inşa edilmeye çalışılan ülkemiz, sonraki yıllarda

sıkça yaşanan hükümet değişiklikleri, İMF ve Dünya Bankasına bağımlı hale gelen

ekonomi, durmadan inip çıkan enflasyon oranları ve hızla artan nüfusu istihdam

edebilecek iş alanlarının eksikliği nedeni ile kentsel yoksullukla karşı karşıya kaldı.

Özellikle Özal hükümeti döneminde servetin paylaşımı fikri bazılarını zenginleştirirken

diğerlerini yoksullaştırmıştır. Devletin fabrika kurması için desteklediği ve her

mahallede bir zengin sloganıyla ortaya koyduğu model, bekleneni ya da bir diğer ifade

ile umut edileni verememiştir.

1.8. YOKSULLUĞUN BİREYSEL VE TOPLUMSAL

YANSIMALARI

Yoksulluk, bireysel ve toplumsal ölçekte sorunların ortaya çıkması anlamına

gelir. Eğer bir toplumda yoksulluk kontrol edilemeyecek boyutlara varmışsa bunun

anlamı, o toplumda suç oranlarında artış, çatışma, sokak çocukları, çarpık kentleşme,

gibi sorunların varolduğudur. Yoksulluk, bireyleri yasa dışı yollardan para kazanmaya

iter. Elbetteki buradan yoksul olan herkes illegal yollara başvuracaktır anlamı çıkmaz,

fakat yoksulluğun suçu arttırdığı da bir gerçektir. İnsanların her şeyden önce

beslenmeye, sağlıklı koşullarda barınmaya ihtiyacı vardır. Bedensel ihtiyaçlara ek

olarak bir de sosyal ihtiyaçların giderilmesi gerekir. Bireylerin çevreleri ve aileleriyle

kurdukları iletişim, kendilerine duydukları güven, inançları söz konusu olduğunda

içinde bulundukları yoksulluk, sosyalizasyonlarını negatif yönde etkiler.

Aslında ifade etmeye çalıştığımız nokta yoksulluğun sadece yoksul insanlar

için değil toplumun bütünü için bir tehlike olduğudur. Yoksul olmaktan ziyade, tüketim

toplumunda yoksul olmak daha vahim neticeler doğurur. Zorunlu ihtiyaçlarını bile

karşılayamayanlar ile kişisel zevklerini en iyi, en pahalı ve en moda olanla tatmin

edenlerin arasındaki mesafe büyüdükçe, kin, nefret, şiddet, kıskançlık, duyguları

davranışlara akseder. Birlik, bütünlük, saygı, duyarlılık gibi meziyetler yerini

ayrımcılık, kavga, zarar verme, dışlama gibi durumlara terk eder. “ Tüketim toplumunda

toplumsal aşağılanmaya ve “iç sürgüne” neden olan her şeyden önce, bireyin tüketici

olarak yetersizliğidir.” (BAUMAN;1999,60)

38

Günümüzde tüketimin belirleyiciliğinin söz konusu olmadığı toplumlar

bulmak mümkün gözükmemektedir. Ulaşılmaya çalışılanın bilgisayar klavyesindeki tek

tuş kadar yakın olduğu bir zamanda, kolay elde etmenin tahtından ettiği değerler,

günbegün kaybolmaktadır. İnsanları bir arada tutan değerler ortadan kalktıkça

paylaşılacak hiçbir şey kalmamaktadır. Yani bir tarafta yoksulluğun, bir tarafta yok olan

değerlerin körüklediği sosyal eşitsizlik açlıktan, bakımsızlıktan ve en önemlisi

sevgisizlikten kaybettiğimiz çocuklarımızın yüreklerinde geleceğe taşınmaktadır.

1.8.1. Bireysel Yansımalar

Yoksulluğun, özellikle de çalışmamızda açıklamaya çalıştığımız kentsel

yoksulluğun neden olduğu bireysel durumlar ruhsal ve psikolojik sorunlara yol açar.

Psikolojik anlamda çöküntü yaşayan yoksullar, içinde bulundukları hayat şartlarını

davranışlarına ve diğerleri ile olan ilişkilerine yansıtırlar. Güvensizlik, içe kapalılık,

sosyalleşememek gibi problemler yoksullukla yakından ilgilidir. Geçimini

sağlayabilmek için geçici işlerde çalışan yada yasal olmayan yollara başvuran, kolay

yoldan köşeyi dönme planları yapan yoksul insanlar hayal ettikleri şartlara

ulaşamayacakları fikrine kapıldıkları taktirde, umutlarını, mücadele ruhlarını

kaybederler. Çevrelerinde kendilerinden çok daha iyi koşullarda hayatlarını sürdürenleri

gördükçe isyan ederler, kin ve nefret duyguları kabarır.

Yoksul ailelerde ise, aile içi iletişim, saygı, sevgi yitirilir. Bu durum ‘tüm

yoksullar için geçerlidir’ diyemeyiz; fakat pek çok yoksul ailede, aile olmanın gerekleri

yaşam kavgasında kaybolup gitmektedir. Özellikle kırsal kesimden kentlere göç eden ve

kentlerin çevresinde bir iki odalı evlerde hayatlarını sürdüren kalabalık ailelerde her

birey çalışmak zorundadır. Çocuklar eğer okuyorlarsa okuldan arta kalan zamanlarda ya

da tatillerde aile bütçesine katkı sağlamaya çalışırlar. Yoksulluğun, imkanların

kısıtlılığının, başaramamanın, hayal kırıklıklarının, faturası genellikle kadınlara ve

çocuklara kesilir. Aile içi şiddet, iletişimsizlik, suça eğilim gibi durumlarında sıkça

yaşandığı kentlerin yoksul ailelerinde mutluluğu ve belki de kurtuluşu dışarıda arayan

çocuklar ergenlik çağlarında kendilerine model alabilecekleri ebeveynlerden yoksun,

geleceklerinden endişeli, bireyler olarak yetişmektedir.

39

Yoksulluğun neden olduğu bireysel yansımaları sadece yoksul insanlar da

görmemekteyiz. Aynı zamanda tüketim toplumunun değişmez aktörleri haline gelen

zenginler de çevrelerinde olup bitenler karşısında duyarsızlaştıkça insan olmanın

gereklerinden uzaklaşmakta, kentlerine sonradan gelip yerleşen gecekondu insanını

çoğu kez hem kendi hem de yaşadıkları şehir adına tehdit olarak algılamaktadırlar.

Bizden olan, bizim insanımız olan her iki kesim arasındaki sosyal eşitsizlik arttıkça

toplumsal ve bireysel dengeleri muhafaza etmek de güçleşmektedir.

1.8.1.1. Sekülerleşme

Dinsel söylemler açısından baktığımızda genel olarak her inanç sistemi

yoksulların korunup kollanması gerektiğini söyler. Özellikle İslam Dini, dünya malının

dünyada kalacağını, paylaşmanın, yoksul, yetim hakkı gözetmenin öbür dünyada

ödüllendirileceğini ifade eder. Buna karşın yoksulluk bir anlamda dini duyguların

zayıflamasına neden olabilmektedir. Aslında din-yoksulluk ilişkisine iki ayrı

pencereden bakmak mümkündür. Bazen yoksulluk dini duyguları körüklerken bazen de

bireylerin dinden uzaklaşmalarına sebep olabilir.

Aile dinselliğin yaşatıldığı en küçük toplumsal birimdir. Aile içerisinde

dinin, ibadetlerin, inançların mahremiyeti dikkat çekicidir. Bir çocuğun dinle ilk

tanışması ailede olur. Dini duyguları kuvvetli bir ailede yetişen çocuk, dinsel

yapılanmanın her aşamasına şahit olur.(SUBAŞI;2004,128) Kimi zaman yoksulluk söz

konusu olduğunda, yoksulluğun aşılabilmesi, rahat bir hayat sürebilmek ve ihtiyaçların

karşılanabilmesi adına dine bağlılık daha da su yüzüne çıkar. Bazen bireyler, yaratıcıya

kendilerini görüp gözetmesi için dua ederler, cefa dolu yaşamlarının aslında bir sınav

olduğunu ve öteki dünyada sabretmeleri karşılığında mükafatlandırılacaklarını

düşünürler. Bazen de içinde bulundukları şartlara şükredip zamanla her şeyin yoluna

gireceğini, bir şekilde önlerine onları kurtaracak, refaha ulaştıracak bir kapının

açılacağını umut ederler.

Eğer yoksullar çabalamak yerine içinde bulundukları durumu kabullenme

yolunu seçerek, bir gün bir yerde bir şekilde yoksulluktan kurtulacakları umudu ile

yaşamaya devam ederlerse bu yoksulluğun kader haline dönüştüğü anlamına gelir.

Zamanla bu durum çaresizlik ve umutların yitirilmesiyle içinden çıkılmaz bir hal alır.

Bütün bu bahsettiklerimiz dinle yakından ilgilidir. Elbette ki din insanları özellikle de

40

zenginleri yoksul olanlarına karşı sorumlu davranmaya, fakirleri de daha fazla

çalışmaya, şükretmeye davet eder. Ancak yoksulluğun bir diğer yüzü de şudur ki;

yaşanılan acılar, başarısızlık, hayal kırıklığı, içinde bulunulan şartların olumsuzluğu,

işsizlik ve buna benzer pek çok durum bireyleri isyan ettirir. Çevrelerinde iyi şartlarda

yaşayanları gördükçe dünyanın adaletsizliğine, kendilerini koruyup gözeteceğini

düşündükleri hiçbir şeyin olmadığına inanırlar ve bu onları dinden uzaklaştırır. Bu

nedenle yoksulluk bazen sekülerleşmeye sebep olabilmektedir.

Özetle, gerek Hıristiyanlık, gerekse Müslümanlık olsun ortak söylem

mülkün Allah’a ait olduğudur. Önemli olan çalışmaktır. Birey çalışarak kazandığını

emanet olarak görmeli ve bu emanete uygun bir hayat sürdürmelidir. Fakirler,

sabretmeli, zenginlerde şükretmelidir. İki büyük dindeki bu ortak söylem, kutsal

metinlerde de ortaya konmuştur.(BİLGİN;2003,234-235)Din ve yoksulluk ekseninde

değerlendirilmesi gereken dini duyguların çok güçlü olmadığı ve bireylerin dünyevi

değerlere daha fazla önem verdiği toplumlarda yoksulluk sorunu dine sarılmaktan çok

dinden kopuşu güçlendirebilir.

1.8.1.2. Yabancılaşma

Yabancılaşma, sosyolojik anlamda oldukça sık duyduğumuz, toplumsal

yapılar ve toplumsal dönüşümler için başvurulan bir kavramdır. Kavram, “en genel

çerçevesiyle bireylerin birbirinden ya da belirli bir ortam veya süreçten uzaklaşmalarını

anlatır.” (MARSHALL; 1999,798) Söz konusu kentleşme olduğunda bu kavram, kırsal

kesimlerden kentlere göç edenlerin, kentsel yaşama karşı takındıkları tavır ve

sergiledikleri davranışların ifadesi olarak kullanılabilir. Kent hayatı, sonradan gelip ona

dahil olanlar adına oldukça dönüştürücü olabilmektedir. Sadece fiziksel bir dönüşümden

ziyade bahsolunan kişisel bir yaklaşım gelişimidir.

Kentlere gelip, kent hayatına katılanlar, daha öncede belirttiğimiz gibi ne

tam kentli ne de tam köylü olabilmişlerdir. Şüphesiz ki yorucu mücadeleler neticesinde

sosyal ve ekonomik yönden iyi yerlere gelenler de mevcuttur. Fakat genel anlamda

baktığımızda kent çevrelerine yerleşen ve günübirlik işlerde gelecek teminatı

olmaksızın yaşayan insanların sayıca diğerlerinden fazlalığı göze çarpar. Yabancılaşma

kavramı işte tam bu noktada bu tip insanlarımızın hayata karşı duruşlarını ifade etmek

açısından kullanılabilir. Yoksulluğun, kentlerde kabuk değiştirmiş hali olan kentsel

41

yoksulluğa maruz kalan gecekondu insanı, toplumun, devletin kısacası kendi gibiler

dışında olan herkesin yapabileceği hiç bir şey kalmadığına inandığında ya içine kapanıp

umutsuzluklarıyla avunur ya da farklılaşmaya başlar. Genel kural ve kaidelerin yavaş

yavaş dışına çıkar. Bazen bu durum illegal davranışların doğmasına sebep olabilir.

Ancak önemli olan sergilenen illegal davranışlardan ziyade bunun benimsenerek

içselleştirilmesidir. Mesela hiçbir zaman çevresinde gördüğü kentliler gibi

olamayacağını kabullenen birey için yaptıklarını sorgulamak ve çevreyi dikkate alarak

hareket etmek gibi bir zorunluluk yoktur. Bu insanların bir araya gelerek kurguladıkları

yeni yaşam ne göç etmeden sürdürdükleri köy hayatı gibidir ne de göç ettikten sonra

kendilerini karşılayan ve zoraki içeriye buyur eden kent hayatı gibidir. Yabancılaşma

kavramı bu insanların işte tam bu noktada sergiledikleri duruşun etiketi olabilir. Evet,

onlar yabancıdır, yabancılıkları kent sakinlerinin tüketici kimliklerine, saatlerle

sıkıştırılmış hayatlarına, birbirlerine karşı mecburiyet ve iş dışındaki mesafelerine, köy

insanının ise yardım severliğine, tanıdık olmanın verdiği güven hissine, yokluk

karşısındaki sabır ve sükunetlerine sahip olamamanın getirisidir.

Anthony Giddens’ın, Goffman’dan aktardığı kavramı ile bakacak olursak

bu bir anlamda uygar kayıtsızlıktır. Giddens’ın bahsettiği uygar kayıtsızlık “modern

sosyal yaşantıya katılanlar arasında kamusal alanlarda tanımlanmaktadır. Buna göre,

caddede yürüyen kentli bireyler “yabancı” ile karşılaştıklarında öncesi birbirlerini

süzmekte daha sonra bakışlarını başka bir yönde odaklaştırarak devam etmektedir.”

(AKTARAN: ASLANOĞLU; 1998,78) Moderniteye ve dahası modernitenin

mekanlarına yani kentlere metropollere özgü olan bireyselcilik, kabullenme, sahiplenme

ve içselleştirme davranışlarını da silip süpürmüştür. Uygar kayıtsızlık, (yada uygar

ilgisizlik ) bu bağlamda bir davranış kalıbının ifadesidir.

“Yerel topluluğun her zaman için en geniş toplumsal örgütlenmenin temeli

olarak varolduğu modernlik öncesi kültürlerde “yabancı” (sözcüğü) bir “kişi”ye-

dışarıdan gelen ve potansiyel olarak şüpheli birine- işaret eder. Başka bir yerden gelip,

küçük bir topluluğun içine giren bir kişinin bu topluluk içinde uzun yıllar yaşadıktan

sonra bile, topluluk üyelerinin güvenini kazanmadığı bir çok durum olabilir. Modern

toplumlarda ise tersine, yabancılarla aynı biçimde bir etkileşime giremeyiz.”

(GİDDENS;1994,75)

42

Giddens bu durumun güven oluşturma ile ilişkili olduğunu ifade etse de

ülkemiz için güvenlik sorunsalı son birkaç yılda ciddi bir hal almıştır. Öyle ise bu

güvenlikten ziyade kentli ve köylü olmanın ayrıldığı o ince çizginin ifadesi olabilir.

Kent sakini için de yabancı olan gecekondulu, kentin bir parçası olmayı asla

başaramayacaktır. Bunda gecekondulaşmanın pozitif bir şekle bürünememesinin ve

sürekli sorunlar silsilesinin göbeğinde yer almasının da etkisi büyüktür.

1.8.1.3. Farklılaşma

Farklılaşma kavramını kullanan George Simmel, bu kavramı bireyin

evrimsel anlamda ilerlemesi ve evrimselleştirici yarar olarak betimlemiştir. Simmel’in

bahsettiği sosyal farklılaşma, toplumun büyümesi, karmaşıklaşması ile bireylerin

hareketlerinin daha rahatlaması, özgürlüklerinin artması ve ait oldukları gruplarla

bağlarının çözülmesi yani bireylerin bireyselleşmeleri anlamında yol kat etmeleri

manasına gelir. Simmel’e göre bu durum bireylerin yaşam imkanlarını arttıran bir

şeydir. Gelişmemiş toplumlarda insanlar bağlı oldukları gruplar aracılığı ile

nitelendirilirken, gelişmiş toplumlarda farklılaşan ve genişleyen çevre bireyin ilerlemesi

açısından pek çok seçenek sunar.(JUNG; 1995,45-48) Bu seçeneklere ek olarak Simmel

şehir insanının kendi dışındakilerle olan ilişkileri konusunda da sergilediği tutumu

açıklarken bireyselleşmenin bir diğer yönünü gözler önüne sermektedir. “ Metropoliten

insanın başkalarına yönelik davranışı resmiyet ve çekingenlik göstermektedir. Simmel,

bu çekingenliğin içsel boyutunun sadece kayıtsızlık olmadığına, aynı zamanda hafif bir

nefret veya en azından karşılıklı yabancılık duygusu ve iğrenme olduğuna inanıyordu. “

(WEBER;2000,35)

George Simmel’in bahsettiği sosyal farklılaşma bireyin topluma uyum

sürecinde farklılaşıp ayrışarak, bir uyum yakalayıp geliştiği noktasına odaklanır.

Ülkemiz açısından durum analizi yapılacak olursa, Simmel’in teorisinin, gelişim

anlamında bazı sorunlara kaynaklık ettiği kanaatindeyim. Simmel’in bahsettiği gibi

toplumsal yapıda meydana gelen değişimler (ki burada bahsolunan özellikle kentleşme

sürecidir) bireylerin bireysellikleri adına imkanlarını ve hareketlerini özgürleştirici

olabilir. Ancak bu durum, yardımlaşma güdüsü, biraradalığı sağlayan kültürel değerler

için risk alanı oluşturabilir. İnsanın bireyselliği ile yalnızlığı da artar. Kentlerde

yaşanılan ve sorunlara karşı bireyleri duyarsızlaştıran faktör budur. İnsanoğlu çevresel

43

değişime uyum sağlamak konusunda sıkıntı çekmekte ve bu da gecekondulaşma, sokak

çocukları, suç oranlarında artış gibi olumsuz şartlara sebep olmaktadır. Elbette ki

kentsel sorunların kökeni kentleşme değildir. Kentsel sorunların kökeni hazırlıksız ve

plansız kentleşmedir. Geleneksel değerlerle yoğrulmuş insanları kentlerin yalnızlığına

iten ekonomik koşullar, kentlerin parlak ışıklarından uzaktaki varoşlarda da onların

yakasını bırakmamaktadır.

George Simmel’in ifade etmeye çalıştığı sosyal farklılaşma bireyselleşme ve

özgürleşme adına rahatlatıcı görünse de unutulmaması gereken bireylerin

davranışlarında geleneksel bağların ne denli önemli olduğu gerçeğidir. Modernite

denilen süreç, bireye sınırsız imkanlar sunsa da, bireyin sıkıntılarına engel

olamamaktadır. Büyük kentlerdeki şatafatlı, rengarenk yaşamların ötesinde bu cazibeye

asla ulaşamayacak insanların varolduğunu bilmek bir anlamda toplumsal uçurumu da

kabullenmek anlamına geliyor ki, kentlerdeki hayatın tam tasviri budur.

Kırsal yaşamlarda bireylerin sıkıntılarını paylaşabilecekleri, yardım

görebilecekleri kendi dışındakiler yani diğerleri mevcuttur. Bu diğerleri bireyin dahil

olduğu bir sosyal grup, dini ve kültürel birlik veya geniş bir aile olabilir. Kentlerde ise

bireyler sadece ihtiyaçları doğrultusunda sosyal gruplarla ilişkiye geçerler. “Bu

bakımdan ele alındığında, yine kır ve kent ailesinin yapısal bir karşıtlık içinde

bulunduğu ve her ikisinden de ayrılan yönleri ile yeni kentlilerin ikisi ortasında yer

aldıkları görülmektedir. “(SENCER; 1979, 449-450) Arada kalmışlık tam anlamı ile

nereye ait olunduğu ve nasıl yaşanılacağı konusunda göç eden kır insanını sıkıntıya

sokmaktadır. “Toplumsal yaşamın ikili bir farklılaşma ve kutuplaşma sürecine girmesi

ve bu sürecin belirli etiketlerle hızla evrimleşmesi, mekana yansıyarak, bugün

karşılaştığımız belli başlı kentsel sorunları görüntüleştirmektedir.”(TOLAN; 1977,36)

1.8.2. Toplumsal Yansımalar

Buraya kadar yoksulluğun bireysel yansımalarından bahsetmeye çalıştık.

Yoksulluğun yol açtığı psikolojik ve sosyal tahribat kimi zaman öylesine derin

olmaktadır ki, yoksulluk ortadan kalksa bile neden olduğu sorunlar devam etmektedir.

Bu sorunların ortadan kaldırılması için her şeyden önce toplumun ve devletin el ele

vererek hayat şartlarını herkes için eşit ve yaşanılabilir hale getirmesi, kısacası sosyal

eşitsizlikleri ortadan kaldırması gerekmektedir.

44

Yoksulluk bireysel sorunların yanında toplumsal ölçekte de bazı negatif

durumlara neden olabilmektedir. Gecekondulaşmanın, çevresel kirlenmenin yoksullukla

yakından ilgisi vardır. Aşağıda daha ayrıntılı olarak ele alacağımız gecekondulaşma,

çevresel kirlilik netice itibari ile toplumsal ölçekte problemlerdir; ancak yansımaları

toplumsal olduğu kadar bireyseldir de. Yani özünde yoksulluğun ister toplumsal, isterse

bireysel yansımalarından bahsedelim, her ikisi de ötekini etkileyebilmektedir.

1.8.2.1. Gecekondulaşma

Yoksulluğun toplumsal yansımalarından belkide en önemlisi gecekondu

gerçeğidir. ”Gecekondu yapmaktaki temel amaç, göçen kimsenin satınalma gücü çok

kısıntılı olduğundan, olanak ölçüsünde ucuz konut sahibi olabilmektir.”

(KIRAY;1998,92) Gecekondular kentleşme ve yoksulluk bağlamında ele alındığında

ortaya çıkan tablo pek de iç açıcı olmamaktadır. İlk bakışta sadece ekonomik

yetersizliklerin bir sonucu olarak görünen gecekondular, uygulanan yanlış politikaların

neticesinde çarpık kentleşmenin en bariz ifadesi haline gelmiştir. Alt yapı eksiklikleri,

hizmet birimlerinin yetersizliği, sağlıksız koşullar gibi pek çok sorunla yüz yüze olan

gecekondu insanı, aynı zamanda yoksulluk kültürü olarak tabir ettiğimiz alt kültürün de

oluşumuna kaynaklık etmektedir. “Merkezi hükümetler, imar affı yasalarıyla

gecekondulaşmayı adeta teşvik etmekte; kısa vadeli çıkarlarını ön plana almakla

sorunların katlanarak çoğalmasına ve sonuçta çözümsüz hale gelmelerine seyirci

kalmaktadırlar.“(OKUTAN;1995,30) Gecekondulaşma görüldüğü üzere oldukça

karmaşık ve çarpık bir düzenin neticesi olarak varlığını sürdürmektedir.

“Gecekondunun sözlük anlamı ‘izinsiz olarak hemen bir gecede çatılıveren

yapı’ anlamındadır.“(ERKAN;2002,124) Ülkemizde gecekondu olgusunun ortaya çıkışı

II. Dünya Savaşı yıllarına rastlar. 1948 yılında kentlerde gecekondu sayısı, 25-30 bin,

1953 yılında 80 bin, 1960 yılında 240 bin, 1983 yılında 1,5 milyondu. 1945 ve 1960

yıllarında politikacıların gecekondulara artık olmuş bitmiş diyerek tapu dağıtmaları, bu

olguyu bir anlamda özendirici hale getirmiştir. Tarihsel açıdan bakıldığında

gecekondulaşma sürecini şu şekilde özetleyebiliriz. İlk olarak 1960‘lara gelene kadar,

yoksul aileler yaptıkları gecekonduları barınma ihtiyaçlarını karşılayabilmek için

kullanıyorlardı. 1960-1970 yıllarında gecekondular konut gereksinimini karşılamaktan

ziyade kiraya verilerek gelir elde etmek amacıyla kullanılmaya başlandı. 1970-

45

1980’lerden sonra iş iyice ticarete dökülmüş ve gecekondu bir sektör haline gelmiştir.

Artık gecekonduları satan firmalar vardı. Buna ek olarak şehirlerde memurluk, kapıcılık

yapan kimseler gecekondu yaparak bunları kiralamaya başladı. Gecekondunun borcunu

kira ile karşılayan bu insanlar sayesinde gecekondular sık sık el değiştirir oldu.

(KELEŞ;2000,385-394)

Gecekondulaşma gerçeği terimsel olarak Türkçe’ye yeni kavramlar da

kazandırmıştır. Gecekondu mahallesi, gecekondu halkı gibi bu yeni kavramlar bir

anlamda oralardaki yaşamı özetlemektedir.(KONGAR;2001,562) İkinci dünya

savaşından sonra hız kazanan sanayileşme, ülkemizde de kentleşmeyi arttırmıştır.

Ancak ülkemizdeki bu kentleşme hareketini karşılayacak yeterli konut bulunmaması ve

varolan konut arsalarının da fiyatlarının artması gecekonduların oluşumuna neden

olmuştur. Sanayileşmenin bir uzantısı olan serbest pazar ekonomisi konut sektöründeki

talepleri arttırınca, bu alandaki vurgunculuk da yeni bir boyut kazanmıştır. Kentlerde bir

taraftan büyük apartmanlar yükselirken, diğer taraftan kırsal kesimden kentlere göçüp

gelenlerin şehir çevrelerindeki gecekonduları çoğalarak artmıştır.(GÖRGÜLÜ;1998,21)

Gecekondulaşmanın hem zararlarından hem de faydalarından bahsedilebilir.

Kent dokusunu zedeleyen ve yoksulluğun yaşandığı, yaşatıldığı yerler olarak algılanan

bu mekânların, faydaları şunlardır; her şeyden önce gecekondulaşma, sanayileşme ve

serbest pazar ekonomisinin yarattığı konut açıklarının kapatılmasında sayısal olarak

alternatif bir çözümdür. Gecekondu yapım aşamasında yardımlaşma ve dayanışmayı

güçlendirir. Yaratıcı bir zekanın ürünü olan bu yerleşim mekanları son olarak, yapım

aşamasında bir ölçüde olsa da işsizliğe çözüm sunmaktadır. Zararlarına gelince,

gecekondular sanayi kuruluşlarına yakın, yaşamaya elverişli olmayan, kurak, kirliliğin

fazla olduğu arazilere yapılmaktadır. Alt yapı sorunlarının olduğu bu arazilerde kısa

sürede kurulan gecekondular ihtiyaçları karşılayacak niteliklerden yoksundur. Yine

önceleri ucuz gibi görünen bu yapılar eksiklikleri giderilmeye çalışıldıkça oldukça fazla

masrafa neden olmaktadır.(KELEŞ;2000,381-384)

Aslıda gecekondular, vatandaşlarca, istihdam ve maddi gelir elde etme adına

bir alternatif oluştursa da, uzun vadede, gecekondular yoksulluğun ve işsizliğin

yaşandığı yerlerdir.(DOĞAN;2003,141) Gecekondu insanları, içinde bulundukları

46

geçim sıkıntıları nedeniyle geleceğe yönelik beklentilerini yitirmekte, yaratıcılıklarını

yoksulluğun içinde kaybetmektedirler.(TÜRKDOĞAN;2002,517)

Gecekonduların batı ülkelerindeki bir diğer adı da slumdur. Ancak

ülkemizdeki gecekondu tipi yerleşmelerle aynı gibi görünse de slumları

gecekondulardan ayıran belli başlı özellikler mevcuttur. Genellikle tek katlı, tek odalı

olan ve toplumsal dönüşümün sonucu olarak ortaya çıkan gecekondular slumlarla

karşılaştırıldığında daha sağlıklı mekanlardır. Gecekondularda kalanlar kırsal kesimden

kentlere göçüp gelenler, slumlarda yaşayanlar ise kentlilerdir. Slumlarda çok katlı

yapılarda birden fazla aile bir arada yaşamaya çalışırken, gecekondularda kalabalıkta

olsa genel olarak tek aile yaşar. Kent içerisinde konumlanmış olan slumlara karşın

gecekondular kentlerin çevrelerini sarıp sarmalamaktadır.(KELEŞ;2000;376-377)

İstisnai durumlar dışında ayrıca , gecekondularda slumlara nazaran daha iyi yaşam

standartlarına ulaşma arzusunda olan insan toplulukları göze çarpmaktadır.

(KELEŞ;2000;52)

Kısacası gecekondular kentleşme neticesinde, kırdan kentlere göç edenlerin

kentlerin etraflarında oluşturdukları mekanlardır. Bu mekanlar yoksulluğun getirisi olan

sorunlarla boğuşmanın yanı sıra, kentsel kirlenmeye de neden olmaktadır. Daha sonra

ayrıntılı olarak ele alacağımız kentsel kirlenme hem gecekondularda yaşayanların

sağlıklarını hem de toplumun bütününü tehdit etmektedir.

1.8.2.2. Kentsel Kirlenme

Özellikle gecekondulaşma ve çarpık yapılanma kentsel kirliliği arttıran en

önemli nedenlerin başında gelmektedir. Çevre kirliliği ekolojik sistemin bozulması

anlamına gelir. Sanayileşme, doğanın tahrip edilmesi, yoğun kentleşmenin getirisi olan

hava kirliliği, su kaynaklarının gerektiği gibi değerlendirilememesi ve su kaynaklarının

kirliliği, çöplerin gelişi güzel dağılması doğaya büyük zararlar vermektedir. Bütün bu

saydıklarımız şehirleşmenin düzenli olarak planlanamamasından kaynaklanmaktadır.

Yine gecekondu bölgelerindeki yaşam koşulları çoğu kez sağlık açısından zararlı

olmaktadır.

Gecekondular kurulurken yok edilen ormanlık alanlar, aşırı betonlaşma,

denizlerin kirletilmesi, tarihsel değerlerin tahribatı kentsel kirlenmenin sonuçlarıdır.

Kentlerde nüfus arttıkça, insanların ihtiyaçları da artmaktadır. Özellikle büyük

47

şehirlerdeki otomobil sayılarının fazlalığı, fabrikalar, hava kirliliğine yol açar. Turizm

sektöründeki yenilikler ve kurulan tesislerin doğaya verdiği zararlar, yol ve otopark

yapımı için yok edilen yeşil alanlar kentsel kirliliğin neticeleridir.(ERKAN;2002,140-

148)

1.8.2.3 Toplumsal Kadercilik

Daha öncede bahsettiğimiz gibi yoksulluktan daha tehlikeli olanı

yoksulluğun kader haline dönüşmesi, dönüştürülmesidir. Eğer yoksulluğun kader haline

dönüşmesi herkesçe kabullenilirse, o zaman yoksulluğun ortadan kaldırılması adına

yapılacak bir şey kalmamıştır. Sosyal eşitsizliklerin fazlasıyla yaşandığı, zenginlerle

fakirlerin arasındaki uçurumun derinleştiği toplumlarda, yoksullar içinde bulundukları

şartlardan bir an önce kurtulmak adına bazen yanlış yollara sapabilirler. Bazen de bu

durum tam tersi bir seyir izler. Yoksul kimseler güç hayat şartlarının bir gün bir şekilde

ortadan kalkacağına ve kendilerinin de diğerleri, gibi iyi koşullarda yaşayacaklarına

inanırlar. Fakat bu onlar için sadece bir umut olmanın ötesine geçmez.

Yoksullar içlerinde taşıdıkları umutlarını yitirmezler; ancak hayallerine

ulaşmak için de hiçbir şey yapmazlar. Oturup, onları yoksulluktan kurtaracak birini ve

ya birilerini, beklerler. Kısacası varlarını, yoklarını kadere teslim etmiş olan bu

kimseler, bugün bulup bugün tüketirler, geçici işlerde çalışırlar. Eğer buraya kadar

bahsettiğimiz anlayış toplumun bütününe yayılırsa bu toplumsal kaderciliğe dönüşür.

Toplumsal kadercilik bireylerin yaratıcılıklarını, çalışma azimlerini yok eder

Örneğin Hindistan’daki kast sisteminde, kast tabakası dışında kalanlar

çektikleri cefa dolu hayatlarına katlanma yolunu seçmekte, eninde sonunda bu

yaşadıklarının tekrar dünyaya geldiklerinde ödüllendirilerek ortadan kalkacağına

inanmaktadırlar. Bu durum inançlarla ve toplumsal yapı ile de yakından alakalıdır.

Ancak Hindistan’dakilerin sahip oldukları bu kaderci anlayış, onları içe kapalı ve esnek

olmayan bir sınıfsallığa itmektedir.(DOĞAN;2003,110-111) Hangi ülkede veya

toplumda olursa olsun yoksulluğun kaderciliğe dönüşmesi, yoksulluktan kurtulma

çabalarını zorlaştırmaktadır. Bireyler daha iyi şartlarda yaşama isteklerini yitirdiklerinde

ya da bu isteklerini belli değerlerle gölgelediklerinde toplumsal kadercilik kaçınılmaz

hale gelir.

48

1.8.2.4. Toplumsal Kirlenme

Çalışmamızın başından beri açıklamaya çalıştığımız yoksulluk ve

yoksulluğun yol açtığı sorunlardan, sokak çocukları ve suç, toplumsal kırılmaların birer

yansımasıdır. Giderek artan sokak çocukları ve suç sorunlarının, biran önce

çözümlenmesi gerekmektedir. Yoksulluk, özellikle de kentsel yoksulluk toplumsal

bağların zayıflamasına, toplumu bir arada tutan değerlerin kaybolmasına neden olur. Biz

buna toplumsal kirlenme diyoruz. Bu başlık altında inceleyeceğimiz, sokak çocukları ve

suç konularını çalışmamızın ikinci bölümünde daha ayrıntılı ele alacağız.

Hızlı ve plansız kentleşme ile kırdan şehirlere göç edenlerin oluşturdukları

gecekondular, yoksulluğun yaşatıldığı alanlardır. Bu alanlarda aileleri bir arada tutan

sevgi, inanç, saygı gibi unsurlar, ekonomik koşulların olumsuzluğu nedeniyle

yitirilmekte, tabir yerindeyse, aile fertlerinin her biri kendi başlarının çaresine bakmak

zorunda kalmaktadır. Türk toplum yapısının özünde yardımseverlik, dayanışmacılık, bir

aradalık gibi değerler vardır. İslam dininin etkisiyle de bu değerler yüceltilmiş, aile

kurumuna özel bir önem atfedilmiştir. Ancak sanayileşmenin etkisiyle artık toplumsal

değerlere eskisi kadar sahip çıkılmamakta, insanlar gelişen teknolojinin de etkisiyle

yalnızlaşmakta, insan olmanın gereklerinden uzaklaşmaktadır. Tıpkı çevremiz gibi

yavaş yavaş tükettiğimiz insanlığımızın da faturası ne yazık ki ağır olmaktadır.

1.8.2.4.1. Suç

Yoksulluk ve suç birbirleriyle doğrudan bağlantılı olgulardır. Yoksulluğun

suç üzerinde tam anlamıyla olmasa da etkisi vardır. Ekonomik olanakların yetersiz

olduğu durumlarda, bireyler ihtiyaçlarını giderebilmek adına suç işlerler. Elbette ki bu

işlenen suçların özünde sadece ihtiyaçlarını gidermek düşüncesi yatmayabilir. Kimi

zaman lüks yaşama isteği ve güçlü olmak arzusu da insanları suça iter. Yeryüzünde

suçun varolmadığı hiçbir toplumdan yahut ülkeden bahsedemeyiz. Küçük veya büyük

çapta olsun suç, insanoğlu varolduğu ilk zamandan beri karşılaşılan bir durumdur.

Yunan düşünürleri de suçun üzerinde durmuşlardır. Örneğin Platon suçun,

tutkular, hazlar ve bilgisizlikten meydana gelen bir çeşit ruh hastalığı olduğunu

söylemiştir. Platon’a göre suçun önlenebilmesi için yapılacak şey aydınlatılmaktır.

Aristoteles’e göre ise, suçun nedenlerini fakirlik, devrim ve sosyal koşullarda aramak

gerekir. Aristoteles, suçlular üzerine yaptığı analizlerinde de, suçluları toplum düşmanı

49

olarak kabul etmekte ve cezalandırılmaları gerektiğini savunmaktadır. Yani bugüne

kadar pek çok bilim adamı suç konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüş ve suçu

açıklamaya çalışmıştır. Çünkü suç olgusu çok genel bir olgudur.(YAVUZER;1986,6)

Suç olgusunun genelliğine ek olarak aynı zamanda nisbiliği yani göreceli oluşu da bir

diğer noktadır. Suç, işlendiği mekana, işleniş sebebine, işleyen kişinin içinde bulunduğu

psikolojik duruma, yaşına göre değişir. Örneğin günümüzde ağır suçlar diye tabir edilen

bazı suçlar, geçmişte ağır suç kapsamında değerlendirilmezdi. Bunun tam tersi de

mümkündür. Geçmişte ağır suç sayılmayan bazı suçlar günümüzde ağır suç kapsamında

sayılmaktadır.(DÖNMEZER;1994,49)

İster ahlaki, ister biyolojik, isterse toplumsal bağlamda ele alınsın, suçun

nedenlerini genel olarak dört başlık altında değerlendirebiliriz:

• Biyolojik Nedenler

• Psikolojik Nedenler

• Sosyolojik Nedenler

• Sosyo-Psikolojik Nedenler (SOKULLU; www.kriminoloji.com,

18.05.2006)

Suçun biyolojik nedenleri arasında, körlük, sağırlık, topallık, çolaklık,

zayıflık, hastalık, gibi bedensel bozukluklarla yaş ve cinsiyet gibi biyolojik özellikler

etkilidir. Bedensel arızaların neden olduğu suçların genlerle ve kronik bozukluklarla

ilişkisini ortaya koyan çalışmalar mevcuttur.(DÖNMEZER;1994,117-118)Buna ek

olarak bedensel eksikliklerin iş bulma durumunu veya çalışmayı olumsuz yönde

etkilediği hallerde, bireylerin suç işleme oranlarının da arttığı bir gerçektir. Suçun

psikolojik nedenleri de suça kaynaklık eden önemli durumların oluşumuna zemin

hazırlar. Psikolojik sorun yaşayanlar, psikolojik rahatsızlığı olanlar suç işlemeye

meyillidirler. İnsanlar bedensel gelişimlerine ek olarak zihinsel anlamda da gelişirler.

Birtakım sebeplerden dolayı kişi eğer zihinsel gelişimini yeterli ölçüde

tamamlayamazsa, psikolojik rahatsızlıklar yaşar, bu rahatsızlıklar giderilmezse veya

önemsenmezse kişi toplumdan kendini soyutlar ve suç işlemeye yatkın biri olur.

50

Suçun nedenleri arasında şüphesiz ki en geniş kapsamlı olanı sosyolojik

nedenlerdir. Siyaset, ekonomi, çevre, kurumlar, arkadaş çevresi, aile, örf ve adetler, din,

eğitim, gibi sosyolojik konularla suç arasındaki bağlantıları ortaya koyan örnekler ve

çalışmalar mevcuttur. Sosyo-Psikolojik nedenler de suç üzerinde ekilidir. Bireyin içinde

yaşadığı sosyal çevrenin bireyin psikolojik yapısında yarattığı deformasyonlar suç

işleme eğilimini arttırır.

Çalışmamızın asıl konusu sokak çocukları olduğu için suç olgusunu uzun

uzadı ya anlatmak yerine sokak çocukları sorununun ortaya çıkmasında etkili olduğunu

düşündüğümüz çarpık kentleşme ile suç arasındaki bağlantıyı ortaya koymaya

çalışacağız. Genel olarak şehirleşme, gecekondulaşma, iç göçler, gelenek ve

göreneklerin şehirleşme sürecindeki yansımaları suçla bağlantılıdır. Kırsal kesimlere

nazaran kentlerde suç oranları daha fazladır. Şehirleşme sürecinde artan nüfus kontrol

mekanizmalarını zayıflatmakta ve yetersiz bırakmaktadır. Kırsal kesimlerde toplumsal

ilişkiler daha belirgin olduğu için bireyler suç konusunda daha duyarlı davranabilmekte,

gelenek ve göreneklerin ortaya çıkardığı sosyal kontrolde bir anlamda suçu önleyici

olabilmektedir. Çarpık kentleşmenin kente göç edip gelenlere hazırladığı sürprizler,

suçu tetikler. Kırsal kesimden şehirlere daha iyi şartlarda yaşamak umuduyla gelenlerin

aradıklarını bulamamaları, yoksulluk, hizmet alanlarındaki yetersizlikler, konut

sorunları, şehir hayatının hızlı temposuna ayak uyduramamak, bireyleri suça iter.

Kültürel farklılıklar, kolay yoldan köşeyi dönme hayalleri, entegrasyon zorlukları,

günden güne kopan aile bağları, sanayileşmenin neden olduğu çevresel zararlar ve buna

benzer pek çok problem suçu arttırır.

Kırsal kesimde yaşayanların alışkanlıkları, davranışları, şehirlerde

yaşayanlardan belirgin biçimde ayrılır. Kırsal kesim insanı, şehir insanına nazaran daha

dayanışmacı, oto kontrol mekanizması daha gelişmiş ve daha sahiplenicidir. Bütün bu

özellikler ve davranış kalıpları şehre göçle beraber anomik durumların oluşmasına yol

açar. Şehir hayatında kopuk ilişkilerle örülü olan toplumsal yapı kırsal kesimdeki

dayanışmacı ruhu da içinde kolayca eritebilmektedir. Göç edenlerin uyum sorunları,

ekonomik koşulların zorlayıcılığı, arada kalmışlıkları suç işleme oranlarının artışını

etkiler. Yine şehir insanını kalabalıklar içindeki yalnızlığı, iş hayatının yorucu temposu,

gelişen teknolojinin unutturduğu insanlar arası ilişkiler ve paylaşımlar bireyleri bazen

suça iter. (HANCI;www.kriminoloji.com,17.05.2006)

51

Suç denilince şüphesiz ki en fazla karşılaşılan suçlar mala karşı işlenilen

suçlardır. Özellikle son zamanlarda hemen her gün sayısız gasp, hırsızlık gibi olaylar

yaşanmaktadır. Bunun yanı sıra, cinayet, adam yaralama, dolandırıcılık, ırza geçme

suçları da, önemli oranlardadır. Kısaca söz ettiğimiz bu suçlar artan nüfusla, sanayi,

ekonomi ve siyasi alanda yaşanan dönüşümlerle büsbütün artmıştır. Sadece üreten

olmayan aynı zamanda tüketen de olan kitleler, büyük şehirlere göç edince, ihtiyaçların

karşılanması zorlaşmış, bu süreci hızlandıran tarım sektöründeki makineleşme işsizliği

körüklemiştir.(DÖNMEZER;1994,66) Ülkemizde yaşanılan toplumsal dönüşümlerin

yarattığı kırılmalar, lüks tüketim alışkanlıklarının yaygınlaşması, sosyal eşitsizlikler,

suça neden olmaktadır. Bir tarafta her istediğine fazlasıyla sahip olanlar diğer tarafta

temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayanlar, işte bu tablo var oldukça suç da kaçınılmaz

bir olgu olarak varlığını sürdürecektir.

Suç olgusunun nisbiliğinden daha önce bahsetmiştik. Suç çok karmaşıktır ve

bir takım faktörlere göre değişebilir. Suçun işlendiği çevre, suçu işleyenin cinsiyeti, yaşı

ve bunun gibi pek çok faktör suçun ortaya çıkışında bağımsız değişkenlerdir. Bu

bağımsız değişkenleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

• Cinsiyet

• Yaş

• Medeni Hal

• Meslek

• Öğrenim Durumu

• Suçun İşlendiği Yer ve İşleniş Zamanı

• Aile Yapısı ve Aileye ilişkin Özellikler

• Ekonomik Düzey

Yukarıda sözünü ettiğimiz tüm bu değişkenler suçun niteliğine göre farklılık

gösterebilir. Suç incelenirken ve suçla ilgili hüküm verilirken bu değişkenler dikkate

alınmak zorundadır.(İÇLİ;1993,18) Suç olgusu incelenirken bu değişkenler

çerçevesinde suçun işleniş tarzına, amacına, yönelik olduğu kişi veya kurumlara

bakılarak da suçun niteliği tespit edilir. Suçun niteliği dikkate alınarak Türk Ceza

52

Kanununda suçların sınıflaması yapılmıştır. Bu sınıflamaya göre suçları şu şekilde

sınıflamak mümkündür:

1. Vatana İhanet Suçları

2. Hürriyete karşı Suçlar

3. Devlet Yönetimine Karşı Suçlar

4. Adliyeye Karşı İşlenen Suçlar

5. Kanun Düzenine Karşı Suçlar

6. Kamu Güvenine Karşı Suçlar

7. Kamu Esenliğine Karşı Suçlar

8. Genel Ahlaka ve Aile Düzenine Karşı İşlenen Suçlar

9. Kişiye Karşı Suçlar

10. Mala Karşı Suçlar (İÇLİ;1993,8-11)

Yukarıda belirttiğimiz suç sınıflamaları en genel başlıklar halinde ele

alınmıştır. Bu genel başlıklar altında suçlar daha ayrıntılı biçimde tasnif edilmekte ve

Türk Ceza Kanununda belirtilmektedir. Örneğin yalan yere yemin etme suçu, adliyeye

karşı işlenen suçlar kapsamında değerlendirilir. Bunun yanında ırza geçme, zina,

kaçırmak, alıkoymak ise genel ahlaka ve aile düzenine karşı işlenen suçların içerisinde

sayılmaktadır. Suç olgusu çok yönlü bir sorunsaldır. Suç denildiği zaman bu olgunun

ahlaki, hukuki, ekonomik, siyasi, dini, kültürel boyutlarından bahsedebilir ya da suçu

analiz ederken bu etkenler çerçevesinde çalışabiliriz.

Bazı teorisyenlere göre suç ahlaki, bazılarına göre ise ekonomik temellidir.

Bu bağlamda sosyal yapı, sosyal süreç ve sosyal çatışma teorileri suç davranışı

açıklanırken devreye girer. Bu çalışmanın asıl amacı sokak çocukları sorununu ortaya

koymak olduğu için suç kavramı ile bağlantılı olarak sokak çocukları sorununu sosyal

yapı teorisi çerçevesinde değerlendirme yolunu seçtik. Çünkü sosyal yapıda meydana

gelen dönüşümler neticesinde ortaya çıkan kırılmalar toplumsal düzeni olumsuz yönde

etkilemekte ve sokak çocukları, suç, gecekondulaşma gibi olgulara zemin

hazırlamaktadır.

53

1.8.2.4.2. Sokak Çocukları

Yoksulluğun zarar verdiği en önemli kesim çocuklardır. Özellikle ergenlik

döneminde içinde bulundukları koşullardan fazlasıyla etkilenen çocuklar, suç işlemeye

daha meyilli olurlar. Bu nedenle ailelerin, çocukların yetişkinliğe geçtikleri bu dönemde

daha anlayışlı ve sabırlı olmaları gerekir. Yaşadıkları ekonomik güçlükleri

algılayabilmekte zorlanan çocuklar, isteklerinin karşılanması adına ısrarcı davranırlar.

Arkadaşlarıyla benzer koşullara sahip olmaya çabalarlar. Bunu gerçekleştiremedikleri

zamanda aileleri ile çatışmaya girerler. Kısacası çocuklar yetişkinlerden farklı olarak

daha kolay etkilenebilen bir yapıya sahiptirler. Korunmaya ve yol gösterilmeye ihtiyacı

olan çocuklar yoksulluk, çarpık kentleşme, yanlış arkadaş seçimi, aile kurumundaki

olumsuz dönüşümler, neticesinde sokaklarda hayatlarını sürdürmekte, hakları olan

eğitim, sağlık gibi hizmetlerden yararlanamamakta, suç işlemekte yani sokak çocukları

dediğimiz acı filmin gönülsüz kahramanlarını oynamaktadırlar.

Sokaklarda yaşayan, çalışan; köprü altlarında, izbe, terkedilmiş köhne

mekanlarda barınan bu çocuklar hayatlarını devam ettirebilmek için gasp, kapkaç,

yankesicilik adam yaralama vb. suçlara bulaşmaktadırlar. Buna ek olarak çetelerce

kullanılmakta, cinsel istismara uğramakta, tiner, bali, gibi uyuşturucu maddelerden

medet ummakta ve alkol bağımlısı olmaktadırlar. Sokaklarda yaşayan veya çalışan her

çocuk sözünü ettiğimiz bu durumlarla karşı karşıya olmasa da er yada geç sokakların

karanlığında kaybolmaya mahkumdur. Önemli olan bu çocuklara sahip çıkmak ve

onların hak ettiği hayatı yaşamalarını sağlamaktır.

Sokak çocukları sorununun ortaya çıkmasının nedenlerinden en önemlisi

kentsel yoksulluktur. Kente göç eden aileleri yaşadıkları uyum zorlukları, içinde

bulundukları olumsuz ekonomik koşullar, aile içindeki, denetim mekanizmasını

zayıflatmaktadır. Sokaklarda özgür ve istediği gibi bir hayat sürebileceği fikrine kapılan

çocuklarda evden kaçarak sokaklarda yaşamayı seçmektedirler. Buna ek olarak aile içi

şiddet, cinsel taciz, ailenin parçalanması, medyanın gösterdiği şatafatlı hayat, arkadaş

çevresinin etkisi çocukları sokağa iten diğer önemli faktörlerdir. Çalışmamızın ikinci

bölümünde daha ayrıntılı inceleyeceğimiz sokak çocukları gerçeği hem çocuklara hem

de topluma zarar vermektedir. Bu sorunun ortadan kalkması için öncelikle sosyal

54

dayanışma mekanizmaları geliştirmeli ve yoksulluğun önlenmesine yönelik çalışmalar

yapılmalıdır.

Sokak çocukları sorunu sadece devletin ya da siyasilerin sorunu değildir.

Toplumun her kesiminin bu soruna karşı duyarlı olması gerekir. Halkın, sivil toplum

örgütlerinin, planlı bir şekilde hareket etmesi zorunludur.

55

İKİNCİ BÖLÜM

SAPKIN YOKSULLUK, SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ

56

2.1. SAPKIN YOKSULLUK

Bu bölüme kadar yoksulluktan, yoksulluğun kentlerdeki şekil değiştirmiş

hali olan kentsel yoksulluktan bahsettik. Ancak birde sapkın yoksulluk olarak

adlandıracağımız ve maddi imkan kısıtlılığından ziyade, kentsel yoksulluğu yaşayan

bireylerin yoksulluğun etkisi ile sergiledikleri davranışların kalıplaşması ve

yaygınlaşması durumundan söz etmemiz gerek. Yoksulluk dediğimiz olgu fiziksel ve

sosyal ihtiyaçların karşılanamamasıdır. Bir mahrumiyeti ifade eden yoksulluk,

yaşandığı müddetçe bireylerin davranışlarını da etkileyerek onları değiştirir. Birey her

ne kadar bu değişime karşı direnç gösterse de şartların zorlayıcılığı, bireydeki direnci

kırar. Dayanma gücünün kırılması tam olarak yoksullukla ilgili değildir aslında.

Yoksulluğu yaşayanlar, yaşadıkları şartların değişmeyeceği fikrine inanırlarsa bu onları

sapkın yoksulluğa itebilir.

Her yoksulluk durumu sapkın yoksulluk değildir. Bir toplumda

dönüşümlerin, savaşların, ekonomik bunalımların yaşandığı geçiş dönemleri en fazla

halkı etkiler. Daha önce de bahsettiğimiz Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi halkın

yoksul düştüğü, varını yoğunu tükettiği zamanlar olabilir. Her şeye sıfırdan başlamanın

gerektiği bu zamanlar da halkın birbirine kenetlendiği sık görülen bir durumdur.

Nitekim sorunlar ancak bu şekilde aşılarak günümüze gelinmiştir. Kurtuluş Savaşı

yıllarında olsun, ekonomik buhranlarda olsun, karşılaşılan yoksulluk katlanılabilir

yoksulluk olma özelliği taşır. Yoksulluk kıskacında kalmış halk bu zamanlarda

değerlerine, inançlarına daha sıkı sarılmışlardır.

Bugün kentlerde görülen sapkın yoksulluk olduğu gibi insanlar, illegal

yollardan kazanç elde etmek yerine çalışarak kazanmayı seçmişlerdir. Şüphesiz ki o

dönemlerde de suç olayları görülmüştür; ama günümüzde ki ile kıyaslanamayacak

boyutta.

2.1.1. Katlanılabilir Yoksulluk

Katlanılabilir yoksulluk, şartlar ne olursa olsun yoksulluğun illegal

faaliyetleri meşrulaştırma aracı olarak görülmediği mahrumiyeti ifade eder. Yoksulluğu

yaşayanlar gereksinimlerini karşılamaktan mahrum olsalar bile, onları ayakta tutan

geleneksel ve dini değerlerin yitirilmediği ve aktarıldığı bir hayat sürdürebildikleri

sürece aşılamayacak sorun yoktur. Oysaki tam tersi olursa, yani yoksullukla karşı

57

karşıya kalanlar yoksulluğu toplumsal itiraz aygıtı olarak kullanırlarsa sapkın yoksulluk

dediğimiz yoksulluğun en tehlikeli hali ortaya çıkar. Bugün büyük kentlerde yaşanılan

kapkaç olayları, sokakları mesken tutan sokak çocukları da bunun bir neticesidir.

Nasıl olsa çalışarak kazanmak mümkün değil, fikrine sahip olanlar suçu

yaşadıkları yoksulluğu kullanarak meşrulaştırırlarsa sokaklarda güven içerisinde

yürüyebilmek imkansızlaşır. Köşeyi dönmeyi kafasına koyan herkes yoksulluğu bahane

ederek hareket etmeye başlar. Bu, aslında bizlere yabancı gelmeyen bir tasvir.

Metropollerde her gün yaşanılan gasp, hırsızlık, adam yaralama gibi suçların kökenine

inildiğinde çoğunda elde etme, sahip olma güdüsünün yattığı görülebilir.

Bu sahip olma arzusu kentsel yoksullukla baskınlaşır ve yitirilen değerlerin

de etkisi ile eyleme dökülür. Katlanabilir yoksulluğun, sapkın yoksullukla yer

değiştirdiği zaman bu zamandır. Her yoksul kent insanı için geçerli olmasa da artan suç

oranları, ortada ne kadar büyük bir sorun olduğunun ip uçlarını vermektedir. Varoş

insanı dışlandıkça, iş imkanları azaldıkça bahsettiğimiz sapkın yoksulluk bir zehir gibi

önce geleneksel değerleri, ananeleri, inançları ve son olarak vicdanımızı yok etmeye

devam edecektir.

2.2. SOKAK ÇOCUKLARI

Çalışmamızın ikinci bölümünü sokak çocuklarına ayırdık. Bu bölümde

sokak çocukları sorununu tüm yönleri ile ele almaya çalışacağız. Ekonomik şartlardaki

olumsuzluklar, kentleşme ve kentleşmenin sonucu ortaya çıkan kentsel yoksulluğun

getirisi olan, sokak çocukları, sayıları gün geçtikçe artan bir kitleye dönüşmektedir.

Sokak çocukları hem kendilerine hem de içinde bulundukları topluma ciddi zararlar

vermektedirler. Bu sorunu çözmenin ilk basamağını şüphesiz ki sokak çocukları

sorununu tanımlamak oluşturmaktadır. Ancak sorunun tanımlanmasının ardından

çözüm adına bir şeyler yapılabilir. Çünkü sokak çocukları, çok yönlü ve karmaşık bir

sorundur. Her şeyden önce sokaklarda yaşayan ve sokaklarda çalışan çocuklar arasında

belirgin farklılıklar mevcuttur. Yine sokak çocukları olarak tanımladığımız çocukların

bir kısmının ailesi yokken bir kısmının, tam anlamıyla olmasa da, en azından kendisi

ile ilgilenebilecek bir yakını vardır. Yani sokak çocukları ile ilgili yapılacak

çalışmalarda bu nüanslar göz önünde bulundurulmalıdır.

58

Her çocuğun sağlıklı bir ortamda büyümeye, yeterli beslenmeye, eğitim

hizmetlerinden yararlanmaya hakkı vardır. Bir toplum ancak bu koşullarda geleceğini

emanet edebileceği nesiller yetiştirebilir. Unutulmaması gereken çocukların korunmaya,

sahiplenilmeye ihtiyacı olduğudur. Tek başına bırakılan, horlanan, anlayışla

yaklaşılmayan, dışlanan, güven duygusu aşılanmayan çocuklar suç işlemeye, sokaklarda

yaşamaya, eğilimli hale gelirler. Kısacası bedensel ve psikolojik açıdan sağlıklı birer

birey olamazlar.

Çocukların, seçtikleri arkadaş grupları, içinde bulundukları çevre ve aile

ortamı, onların karakterlerinin şekillenmesinde birinci derecede etkili faktörlerdir.

Arkadaş gruplarının, aile fertlerinin yanlış davranışları, yoksulluk, şiddet, ilgisizlik

çocukları suça ve sokaklara iten en önemli nedenlerdir. Sokaklarda çalışan, sokaklarda

yaşayan, sokaklarda suç işleyen çocukların topluma yeniden kazandırılması için ilk

önce bu çocukları sokaklara iten nedenlerin ortadan kaldırılmasına çalışılmalı, aile

kurumunun önemi üzerinde durulmalı ve işsizliğe, kentsel yoksulluğa çözümler

üretilmelidir.

Yoksulluktan en fazla etkilenenin çocuklar olduğu unutulmamalıdır. Sırf

aile bütçesine katkı sağlasın diye çalışmaya itilen çocukların, sokaklardaki özgürlüğe,

kolay para kazanılabileceği fikrine alıştığı taktirde ailelerini terk ederek yeni yaşam

alanı olarak sokakları tercih ettiği bir gerçektir. Yine bu duruma ek olarak aile içi şiddet,

cinsel istismar, gibi sebeplerden dolayı sokaklarda yaşamayı seçenler, devlet

yurtlarından kaçıp sokaklara sığınanlar, arkadaş çevresinin etkisiyle sokaklarla

tanışanlar, sokak çetelerinin eline düşenler, kapkaç, gasp gibi yasadışı yollardan para

kazanmaya çalışanlar, adam öldürme, yaralama, tecavüz gibi ciddi suçları işleyenler ne

yazık ki bu ülkenin geleceği olan çocuklardır.

2.2.1. Sokakta Çalışan-Çalıştırılan Çocuklar

Sokakta yaşayan çocuklarla, sokakta çalışan veya çalıştırılan çocuklar ilk

bakışta birbiriyle aynıymış gibi görünse de, aslında çok farklı özelliklere sahip iki ayrı

grupturlar. Sokakta çalışan çocuklar genellikle okul harçlıklarını çıkartmak, aile

bütçesine katkı sağlamak amacıyla geçici işlerde çalışırlar. Yine bu çocukların bir kısmı

da meslek öğrenmek için aileleri tarafından oto tamircilerinin, kaportacıların,

berberlerin..vs. yanına çırak olarak verilirler. Bu iş kollarında çalışan çocuklar okuldan

59

ayrılmış ya da hiç okumamış çocuklardır. Sokaklarda çiçek, mendil satan, ayakkabı

boyacılığı yapan, arabaların camlarını silen çocuklar okulla işi bir arada yürütürler.

Sokak çocukları ile ilgili genel görüşlere baktığımızda ortaya çıkan tablo

pek iç açıcı değildir. Toplumun büyük çoğunluğu sokak çocukları denildiği zaman tiner,

bali kullanan, çevresine saldıran, kapkaç, gasp, hırsızlık gibi suçlara bulaşan, şiddete

eğilimli kesimi anlarlar. Oysaki yukarıda saydığımız olumsuz özellikler, sokak çocuğu

kategorisinde değerlendirilen bütün çocuklar için geçerli değildir. Özellikle kırsal

kesimden şehirlere göç eden ailelerin yaşadığı gecekondu mahallelerinde, aile içi

ilişkilerin tam anlamıyla deforme olmadığı yaşamlarda, çocuklar okul ihtiyaçlarını

karşılayabilmek, aile bütçesine destek olabilmek adına geçici ve günübirlik işlerde

çalışmakta, simit, mendil, su satmakta, çöp toplamakta, tatil günlerinde ayakkabı

boyamakta, kısacası suç işlemeden, suça bulaşmadan sokaklarda çalışmaktadırlar.

Geceleri evlerinde uyuyan, geleceği ile ilgili ümit besleyen bu çocuklar da sokak

çocuğu olarak tanımlanırlar.

Sokaklarda çalışan çocukları daha iyi anlayabilmek için şöyle bir sıralama

yapabiliriz;

1) Aileleri Olduğu Halde Sokakta Çalışan Çocuklar: Bu gruba dahil olan

çocuklar, daha öncede belirttiğimiz gibi aile bütçesine katkı sağlamak ya da kendi

ihtiyaçlarını karşılayabilmek için geçici işlerde çalışırlar. Ancak altını çizmemiz

gereken önemli bir husus bu çocukların bir kısmının ailesinin, bir kısmının da kendi

isteği ile çalıştığıdır. Yaşadığı ekonomik sıkıntıların farkında olan ve kendince ailesine

destek olmak isteyen, ihtiyaçlarını kendisinin karşılaması gerektiği düşüncesine sahip

çocuklar kendi istekleri ile çalışırlar.

Bazı ailelerde, çocukların özelliklede yetişkin çocukların katkılarına ihtiyaç

olduğu düşüncesi mevcuttur.(DOĞAN; http://yayim.meb.gov.tr) Bu aileler çocuklarını

çalışmaya sevk ederler. Onların kazanacağı para bir anlamda maddi sorunların

hafifletilmesi anlamına gelir. Çocuklar çalışmak taraftarı olmasalar bile annelerinin

özellikle de babalarının ısrarı, zorlamaları neticesinde çalışırlar.

Sözünü ettiğimiz bu çocuklar ailelerinin yanında kalmaktadırlar. Sokaklarda

yaşayan çocuklara nazaran suç işleme, cinsel istismara uğrama, çetelere katılma, gibi

60

olumsuz durumlarla karşılaşma riskleri daha düşük olmakla birlikte, buradan, tamamen

bu risklerden uzak oldukları anlamı çıkarılamaz.

2) Ailesi Olmayan Çocuklar: Bir aileye sahip olmayan ve sokaklarda

çalışan çocuklar denildiği zaman daha sorunlu bir grup akla gelmektedir. Bu çocuklar

kendisi ile ilgilenebilecek bir ebeveyne sahip değildirler. Hayatlarını sürdürebilmek için

gerekli olan şeyleri kendileri temin etmek durumunda oldukları için geçici işlerde

çalışırlar veya sık sık iş değiştirirler. Bu çocuklar ya aile içi şiddet, baskı gibi

nedenlerden ötürü evlerini terk etmişlerdir, ya da gerçekten kendisine bakabilecek bir

yakını olmadığından dolayı çalışmak durumunda kalmışlardır.

Ailesi olmayan çocukların durumları da farklılık gösterebilir. Örneğin;

- Bu çocukların bir kısmının anne-babası yoktur. Ya vefat etmiştir ya da

çocuk küçük yaşlarda çeşitli nedenlerden dolayı yuvaya bırakılmış, terkedilmiştir.

Yuvadan kaçan, yaşı dolduğu için yuvadan ayrılmak durumunda kalan bu çocuklar belli

bir eğitime tabi olmuş daha sonra da çeşitli sektörlerde çalışmaya başlamışlardır. Bu

çocuklardan yuvadan kaçanlar dediğimiz gruba dahil olanlar genellikle sokaklarda

yaşayan, suç işlemeye daha meyilli, bu gün bulduğunu bugün tüketen, eğitimini yarım

bırakmış çocuklardır.

- Ailesi olduğu halde bu sıralamaya dahil edebileceğimiz bir diğer grup

ise aile içi ilişkiler nedeniyle evini, yaşadığı şehri, köyü, kasabayı terk eden, sokaklarda

yatıp kalkan, geçici işlerde çalışan, çetelerce sömürülme, kullanılma riski yüksek, suç

işleyen ya da suç işlemeye meyilli olanlardır. Anne, babasından dayak yiyen, cinsel

tacize maruz kalan, dışlanan, aşağılanan, çeşitli işlerde çalışmaya zorlanan çocuklar

çözümü çoğu kez kaçmakta bulmuşlardır. Büyükşehirlerde yaşam savaşı veren bu

çocukların bir kısmı şanslı olmakta ve kendini geçindirebilecek bir iş bulabilmektedir.

Bir kısmı ise geçici işlerde çalışmakta, ileride ne olacakları konusunda en küçük bir

ümit taşımamaktadırlar.

Sokak çocukları daha önce de belirttiğimiz gibi ilk bakışta aynıymış gibi

görünse de birbirinden oldukça farklı sorunlar sebebiyle zor koşullarda yaşam

mücadelesi vermektedirler. Genellikle çevre tarafından serseri, işe yaramaz, zararlı,

görülen bu çocuklar toplumdan sökülüp atılması gereken bir çıban muamelesi görürler.

Oysaki hiçbir çocuk yaşadığı ve yaptığı kötü şeylerin tek sorumlusu değildir.

61

Özel günlerde, bayramlarda, rengarenk kıyafetler içinde etrafına gülücükler

saçan minik yürekler bizlere ne kadar keyif veriyorsa, sokakların tenha köşelerinde

ellerinde alkol şişeleri, bali poşetleri ile kendinden geçmiş minik yürekler de o derecede

içimizi acıtmalıdır. Anlık ahlarla geçiştirdiğimiz, bize veya sevdiğimiz insanlara zarar

verdiklerinde nefret ettiğimiz, akşam evimize gittiğimizde unutup bir sonraki

karşılaşmaya kadar hatırlamadığımız bu çocuklara her gün yenileri eklenmektedir.

Yoksulluk başta olmak üzere, eğitim sistemindeki eksiklikler ve ucuz

işgücünün tercih edilmesinden dolayı çocuklar çalışma hayatında yer almaktadır. Ama

bu çocukların çalıştıkları yerlerde çeşitli istismarlar, fiziksel ve ruhsal gelişimlerini

olumsuz etkileyebilecek şartlar söz konusu olabilir.(www.turkis.org.tr,31.08.2006)

Denetim eksiklikleri, ailelerin çocuk emeğine duydukları gereksinim, çocukların

çalışarak elde ettikleri ile kendini büyümüş ve işe yayar hissetmesi çalışan çocuk

sayısını arttırmaktadır.

Çalışan çocukları bekleyen tehlikeler çoğu zaman görmezden gelinmekte ya

da umursanmamaktadır. Oysaki çocukların uzun süre çalışmaları onların iş kazalarını,

çeşitli hastalıklara yakalanma riskini, arttırır. Kimyasal ürünleri kullanan iş kollarında

çalışmaları, çocukların kalp, karaciğer, akciğer... rahatsızlıklarına yakalanmalarına yol

açabilir.(www.turkis.org.tr) Bütün bunlara ek olarak daha sonra da bahsedeceğimiz kız

çocukların fuhuş sektöründe kullanılması da çalışan çocuklar sorununun bir diğer

yüzüdür.

Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göz atacak olursak 1992 yılından

2000 yılına gelininceye kadar çocukların iş alanlarındaki istihdamının giderek azaldığını

görebiliriz. Fakat azalma çocukların özelliklede 12-14 yaş grubundaki çalışan

çocukların tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmez. Eğitim alacakları, sokaklarda

oyun oynayacakları yaşlarda bedenlerinin ve ruhlarının kaldıramayacağı yükleri

taşımaya çalışan bu çocuklar ilerleyen zamanlarda ciddi ruhsal sorunlarla

karşılaşabilirler.

62

Tablo 2.1. Yıllara Göre 12-14 Yaş Grubundakilerin İşgücü Durumu,

Türkiye (Bin)

12-14 yaş grubu

YILLAR Cinsiyet Nüfus İstihdam %

Toplam 3.785 843 22,3

1992 Erkek 1.930 476 24,7

Kadın 1.855 367 19,8

Toplam 3.848 614 16,0

1993 Erkek 1.960 381 19,4

Kadın 1.888 233 12,3

Toplam 3.933 737 18,7

1994 Erkek 2.002 435 21,7

Kadın 1.931 302 15,6

Toplam 4.003 706 17,6

1995 Erkek 2.040 412 20,2

Kadın 1.963 294 15,0

Toplam 4.011 668 16,7

1996 Erkek 2.044 377 18,4

Kadın 1.967 291 14,8

Toplam 4.000 585 14,6

1997 Erkek 2.037 351 17,2

Kadın 1.963 234 11,9

Toplam 3.968 527 13,3

1998 Erkek 2.021 296 14,6

Kadın 1.947 231 11,9

Toplam 3.936 472 12,0

1999 Erkek 2.002 277 13,8

Kadın 1.934 195 10,1

Toplam 4.140 469 11,3

2000 Erkek 2.147 221 10,3

Kadın 1.993 248 12,4

(DİE-Hanehalkı İşgücü Anketleri,

www.calısma.gov.tr/calısan_cocuklar/yillara_gore.htm)

63

Yukarıdaki verilere ek olarak 2003 yılı II. Dönem HİA sonuçlarına göre

Türkiye genelinde;

• 12-17 yaş arası çalışan çocuk nüfusu 773 bindir.

• Bu çocukların % 57.2’si tarım, %20.5’i hizmet, %19.3’ü sanayi

sektöründe çalışmaktadır.

• %54.3’ünü erkeklerin oluşturduğu bu çocukların %33’ü (255 bin

kişi) kentsel yerlerdedir. (http://www.die.gov.tr)

2.2.2. Sokakta Yaşayan Çocuklar

Sokaklarda çalışan çocukların durumunu tasvir ederken, bir anlamda

sokakta yaşayan çocuklara da değindik. Ama sokaklarda yaşayan çocukların, sokaklarda

çalışan çocuklardan ayrıldığı noktaları tam olarak tespit etmedik. Sokaklarda yaşayan

çocuklar her şeyden önce sokaklarda çalışan çocuklardan daha fazla risk altındadır.

Çünkü sokaklarda çalışan çocukların en azından barınma, beslenme gibi ihtiyaçlarını

karşılama olasılıkları daha fazladır. Burada elbette ki bu ihtiyaçların tam anlamıyla

karşılanmasından bahsetmiyoruz. Ancak hayatlarını sokaklarda sürdüren çocuklar

çalışan çocuklar gibi geçici de olsa bir işe sahip olmadıkları için suç işleme, çevrelerine,

kendilerine zarar verme oranları daha fazla olmakla birlikte şiddete uğrama, su istimal

edilme, yasadışı işlerde kullanılma, cinsel istismarla karşı karşıya kalma gibi sorunlara

daha açıktırlar.

Sokaklarda yaşayan çocukların içerisinde de mutlaka çalışan fakat

gidebileceği bir evi olmadığı için sokaklarda, arsalarda, barınmaya çalışanlar

mevcuttur. Yine de bu çocukların arkalarında kendilerine sahip çıkacak iyi-kötü bir

aileleri olmadığı için çalıştıkları geçici işler onları kurtarmaya yetmemektedir.

Sokaklarda yaşayan çocuklara ait genel bir profil söz konusu olduğunda şöyle bir tablo

ortaya çıkar;

Bu çocuklar, aile kurumuyla tamamen bağlarını kopartmışlardır, maddi ve

manevi ihtiyaçlarını çevrelerinde bulunanlardan ve arkadaşlarından gidermektedirler.

Yaşamlarını sokaklarda sürdürdükleri için, sosyal ve fiziksel gelişimleri tehlike

altındadır. Madde kullanımına diğer çocuklara nazaran daha açıktırlar. Bazen yakın

çevreleri bazen de bulundukları yerde yaşayanlar tarafından şiddete maruz kalabilirler.

64

Özellikle son onbeş yılda sayıları katlanarak artan bu çocukların mekanları

metropollerin sokak araları, boş inşaatlar, köprü altları, metro girişleri...vs dir.(AKIN;

www.sosyalhizmetuzmani.org)

“Sokakta çalışan çocukların tamamına yakını bir ‘normal’ ailenin gözetimi

altında yaşamaktayken; sokakta yaşayan çocuklar aile bağını ve dolayısıyla koruyucu

otoritesini tümüyle kaybetmiştir”(KARATAY;2003,261) Eğitim kurumlarından, sağlık

güvencesinden faydalanamayan, aile sevgi ve şefkatinden yoksun büyümeye çalışan

sokak çocukları, toplumsal sorunların bir getirisidir. Bu toplumsal sorunların başında

şüphesiz ki kentleşme gelmektedir. Kentleşmenin yan getirisi olan yoksulluk, aile

kurumundaki bozulmalar, ülkemizde pek çok çocuğun yukarıda belirttiğimiz durumlarla

karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır.

İster sokakta yaşasın, isterse ailesi ile yaşadığı halde sokaklarda çalışsın

neticede sokak çocuğu diye tabir edilen bu çocuklar yetişkinlerin bile zor tahammül

ettiği koşullara zayıf bedenleri ile direnememektedir. “ Hepsinden daha vahim olanı da

şiddete, cinsel istismara maruz kalma, başkaları tarafından suç işlemeye zorlanma,

yaralanma, kronik-tehlikeli bulaşıcı hastalıklara yakalanma riski”dir.(AKBAŞ;2006,8)

Özellikle kız çocukları fuhuş batağına sürüklenmekte, daha ergenliklerini bile

yaşayamadan yetişkin birer kadın olmanın verdiği ağır sorumluluklarla karşı karşıya

kalmaktadırlar. HIV/AİDS, cinsel yolla bulaşan hastalıklar bu çocuklar için büyük

tehlike oluşturmaktadır.

“Çocuğun Ticari ‘Seks İşçiliği’, on sekiz yaşından küçük olanın

cinselliğinin nakdi ya da ayni karşılık için değiş tokuşu olarak tanımlanmaktadır.

Genelde bu, ‘Çocuk İşçiliği’nin en kötü koşullarda gerçekleştirilen türüdür.”

(KÜNTAY,ERGİNSOY; 2005,59) Kız çocukları kadar yaygın olmamakla birlikte

erkek çocuklarına da seks işçiliği yaptırıldığı görülmektedir. Ancak genel olarak evden

kaçarak sokaklarda yaşamayı tercih eden kız çocukları fuhuş batağına saplanır. Bu

çocuklar ya aile içi şiddet, baskı, cinsel tacizden dolayı ya da hayallerini

gerçekleştirmek için evlerini terk ederler. Özellikle son yıllarda devlet yurtlarından firar

eden genç kızların dramları da sık sık basında yer almaktadır. Devlet yetiştirme

yurtlarındaki koşullardan şikayetçi olduğu için bazen de arkadaş çevresinin etkisiyle

sokaklarda yaşamayı seçen bu genç kızların kadın simsarlarının eline düşmesi, seks

65

işçisi olarak çalıştırılması sık rastlanılan bir durumdur. Aslında sokaklarda yaşayan

çocuklarla ilgili yapılan çalışmalarda bu kızlarımızın durumları da göz önünde

bulundurularak çözüm üretilmesi şarttır.

2.3. YOKSULLUK VE SOKAK ÇOCUKLARI

Sokak çocuklarının ortaya çıkmasında etkili olan temel faktörlerden biri hiç

şüphesiz ki yoksulluktur. Ancak burada sözü edilen yoksulluk genel bir durumun

ötesinde özellikle sanayileşemeden artan kentsel yoksulluğun ifadesidir. Örneğin küçük

köy ve kasabalarda da yoksulluktan bahsedebiliriz. Fakat bu yerleşim yerlerinde yoksul

da olsalar aileler çocuklarına sahip çıkmaktadırlar. Bu da bize sokak çocukları

sorununun yoksulluktan ziyade kentsel yoksullukla ilintili bir durum olduğunu gösterir.

“Zira yoksulluk, ekonomik bir kategori olmanın yanı sıra, kişilerin içinde

yaşadığı, anlamlandırdığı, başa çıkmak için çeşitli yöntemler geliştirdiği toplumsal bir

durumdur.“(ERDOĞAN;2002,9-10)

Bu toplumsal durum büyük şehirlerdeki hayat şartları ile yakından ilgilidir.

Özellikle kırsal kesimden kentlere göç eden ailelerin yaşadıkları uyum sorunları, aile içi

ilişkilerin deformasyonunda büyük rol oynar. Küçük yerleşim yerlerinde yoksullukla

mücadele etmek daha kolaydır. Yardımlaşmanın, dayanışmanın, komşuluk ilişkileri ve

akrabalık bağlarının kentlere göre daha yoğun olduğu kırsal alanlarda bireyler içinde

bulundukları olumsuzluklara karşı durabilmektedirler. Bu karşı duruş kimi zaman

kabulleniş de olsa, en azından şehirlerdeki gibi vazgeçişleri beraberinde

getirmemektedir. Şehirlerdeki yoksulluk insanların ellerini, ayaklarını bağlayan

zincirlerden kurtulması için her yolu denemelerine sebep olabilmektedir. Seçilen yolun,

ister yasal, isterse yasadışı olsun gördükleri ile yaşadıkları arasındaki uçurumun bir an

önce kapanması için şarttır mantığı ön planda olduğu sürece, ahlaki boyutu

sorgulanmaz.

Yoksulluk, özellikle kentsel yoksulluk çocukları erken yaşlarda çalışmak

zorunda bırakmaktadır. Ailesinin zorlamasıyla ya da kendi isteği ile çalışan bu

çocukların pek azının düzenli bir işi vardır. Mendil satan, ayakkabı boyayan, araba camı

silen, belli noktalarda dilenen çocuklar kazançlarını ailelerinin ihtiyaçları için ya da

aileleri yoksa kendi hayatlarını devam ettirebilmek için kullanmaktadırlar. Sokak

çocukları diye tabir ettiğimiz bu çocuklara dünyanın her yerinde rastlamak mümkündür.

66

Zaten çocuk işçiliği geleneksel döneme kadar uzanan bir durumdur. Geleneksel

ailelerde her birey, çalışmak zorundadır. Aile hep birlikte üretir ve hep birlikte tüketir.

Gelişen teknolojiye bağlı olarak şekil değiştiren koşullarda çalışma hayatına yeni bir

boyut kazandırmış, artan nüfusa bağlı olarak köyden kente göç beraberinde çarpık

kentleşmeyi getirmiştir. Çarpık kentleşmeden etkilenen aileler kendi sorunları ile

boğuşurken, çocuklar ortaya çıkan boşluktan, çatışmalardan kurtulabilmek için

sokakları tercih eder olmuşlardır.

Ülkemizde de çok ciddi bir sorun haline gelen sokak çocukları ile ilgili

yapılan yasal düzenlemeler ne yazık ki bu çocukları sokaklardan kurtarmaya

yetmemektedir. Oysaki anayasamızda çocuk işçiliği ile ilgili pek çok yasal düzenleme

bulunmaktadır. Bu yasalara baktığımızda genel olarak çocuk istismarının önlenebilmesi,

sağlığını, gelişimini engelleyecek iş kollarında çalışmalarının önüne geçilebilmesinin

temel hedef olarak belirlendiğini görebiliriz. Fakat kentsel yoksulluğa tam anlamı ile

çözüm bulunamadığı için çocuklar sokaklarda çalışmaya devam etmektedirler.

Anayasamızın Yeni İş Kanununun 71. maddesi on beş yaşını doldurmamış

çocukların çalıştırılmasını yasaklamaktadır. Yine aynı madde on dört yaşını ve

ilköğretimini tamamlamış çocukların eğitim ve gelişimlerine engel teşkil etmeyecek

hafif işlerde çalışabileceklerini belirtir. 72. maddeye göre ise on sekiz yaşından küçük

çocuklar maden ocakları, tünel inşaatı gibi işlerde, çalışamazlar. 73. madde sanayide on

sekiz yaşından küçüklerin ve geceleri genç işçilerin çalışmasını yasaklar. Yine 85, 86 ve

87. maddelerde çocuk işçilerin ağır işlerde çalıştırılmamasını, on dört yaşından on sekiz

yaşına kadar çalışacak olan işçilerden sağlık raporu alınmasını öngörür. Bunlara ek

olarak, Hıfzısıhha Kanunu, Mesleki Eğitim Kanunu, İlköğretim ve Eğitim Kanunu,

Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Borçlar Kanunu, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar

Kanunu ve Sendikalar Kanunu ile çalışan çocuklarla ilgili düzenlemeler yapılarak

çalışma koşullarının düzenlenmesi amaçlanmıştır.(www.calışma.gov.tr )

2.3.1. Yoksulluğun Bir Sonucu Olarak Sokak Çocukları

Sokak çocukları sadece yoksulluk bağlamında analiz edilebilecek bir sorun

değildir. Yoksulluk bu soruna neden olan faktörlerden sadece bir tanesi olarak ele

alınabilir. Ancak çalışmamızın daha önceki bölümlerinde de açıklamaya çalıştığımız

gibi, yoksulluğun bambaşka bir boyutu olarak karşımıza çıkan kentsel yoksulluk, sokak

67

çocuklarının ortaya çıkmasında temel etkendir. Kentleşme dediğimiz süreç içerisinde

yaşanılan toplumsal dönüşümler, toplumsal yapının en küçük ve en önemli birimi olan

aile kurumunda derin tahribatlara neden olmuş, bu tahribatların en net yansıması da

çocuklar üzerinde görülmüştür.

Aile bütçesine destek olsun diye altından kalkamayacağı ağır işlerde

çalışmak zorunda bırakılan çocuklar, çalışan çocuklar sorununa; gelir dağılımındaki

adaletsizliğin, işsizliğin içinde dağılıp giden ailelerde sokaklarda yatıp kalkan, suça

bulaşan, sokak çocukları sorununa yol açmaktadır. Yoksulluk, özelliklede kentsel

yoksulluk, çocuklara fiziksel ve ruhsal açıdan zarar verir.

Erişkin birer birey olana kadar çocuklar anne ve babalarının sorumluluğu

altındadır. Bu nedenle çocukların manevi açıdan sevgiye, ilgiye ve anlayışa; maddi

açıdan yeterli ve dengeli beslenmeye ihtiyaçları vardır. Bu gereksinimler öncelikle

sağlıklı bir aile ortamında karşılanmalıdır. Yarın ne yiyeceğini düşünen, sürekli şiddet

ve yoksulluk tehdidi altında yaşayan aile bireyleri için ilk düşünülmesi gereken şey ne

yazık ki en son düşünülmekte, yaşanılan sıkıntılara çocuklar da dâhil edilerek, onlardan

da aile bütçesine katkı sağlamaları beklenmektedir.

Günümüzde sokaklarda çalışan çocuklar sorunu ile karşı karşıya isek de

bunun yanında bu çocukların bir kısmı evden kaçarak köprü altlarında yaşamayı tercih

ediyorsa bunun temel nedeni kentsel yoksulluktur. Maddi açıdan sorunsuz ailelerin

çocukları da evden kaçabilir, sokaklarda yaşamayı tercih edebilir, ancak bu çok düşük

bir olasılık olmakla birlikte yoksul ailelerdeki kadar sık görülen bir durum değildir.

Özellikle kırsal alanlardan kentlere göç edenler, kentlerdeki zor koşullara

uyum sağlamak konusunda başarılı olamamaktadırlar. Bunun nedeni Türkiye’de

sanayileşme hızının kırsal kesimlerden kentlere göçün hızı ile orantılı bir seyir

izlememesinden kaynaklanmaktadır. Geleneksel aileden koparak kentlere göçüp gelen

bireyler bu cazibe merkezlerinin görünmeyen yüzü ile karşı karşıya kaldıklarında ne

yapacaklarını şaşırırlar.

Bir tarafta işsizlik diğer tarafta gözlerinin önünde yaşanan lüks hayatlar, bu

ikilem arasında sıkışıp kalan insanlar kendilerine ve topluma ait değer yargıları

yitirmeye başlarlar. Değer yargılarını sürdüremedikleri için de görüp hiçbir zaman sahip

olamadıkları hayata ulaşabilmek için illegal yollara başvurmaya başlarlar.

68

Bu nedenle, suç ve boşanma oranlarındaki artışın, aile içi şiddetin, sokak

çocuklarının en önemli nedeni kentsel yoksulluktur. İçinde biriktirdiği öfkeyi,

dışlanmışlık hissini, en yakınında olanlara yani ailesine yansıtan birey, aile kurumuna

ve aile kurumunu bir arada tutan temel faktöre yani çocuklara zarar verir.

Bireylerin sahip oldukları aidiyet duygusu yitirildikçe nerede oldukları ve ne

oldukları soruları cevapsız kalır. Bu sorulara cevap bulabilmek için bir şekilde

kendilerini ifade etme, ben de varım diyebilme gereksinimi duyarlar. Kendi yaşam

standartlarında bu ifade pekte kolay olmamaktadır. Örneğin ergenlik çağındaki bir

çocuk rahat koşullarda yaşayanları merakla takip eder, onlardan ne gibi bir farkı

olduğunu bulmaya çalışır ve zamanla ailesini suçlamaya başlar. Bu nedenle özellikle

kimliğini oturttuğu bu kritik devrede çocuklar çevreleri ile sürekli bir çatışma

halindedir. Kendi içindeki çatışmalara bir de aile ortamında yaşanılan çatışmalar

eklenince, çoğu kez çocuklar aradıkları özgür ortamı sokaklarda bulmaktadırlar. Eğer

aile çocuğu çalışması için sokaklara teşvik etmişse, paranın verdiği mutluluğa kolay

alışan çocuk bir daha eve dönmek istemez. Belki de bu yüzden geçmişte değer

yargılarıyla ifade edilen aidiyet, günümüzde cepte taşınılan para ile ifade edilmektedir.

Ülkemizde ne yazık ki gelir dağılımında ciddi bir dengesizlik söz konusudur

ve “Türkiye’de gelir dağılımındaki adaletsizliğin sonucu olarak ortaya çıkan yoksulluk,

çocuk çalışmasının itici gücünü oluşturmaktadır.”(SERTER;1997,12) Çalışan

çocukların sokakların çirkin yüzü ile tanışma olasılıkları oldukça yüksektir. Fuhuş ve

suç çetelerinin özellikle bu tip çalışan, maddi olanakları kısıtlı, sokaklarda yaşayan ve

kalabalık ailelere mensup çocukları tuzaklarına düşürdükleri su götürmez bir gerçektir.

Kısaca ifade etmek gerekirse, sokak çocukları sorunu özellikle ülkemizin

hızlı bir kentleşme sürecine girdiği ellili yıllarda yaşanmaya başlamıştır. Artan iç

göçlere yaşanılan toplumsal dönüşümler eklenince kurumlar bireylerin artan

ihtiyaçlarına göre yeni bir yapılanmaya gidememiştir. Ayrıca mevcut işsizlik katlanarak

artınca ilk çözülme aile kurumunda başlamış, toplumun temelinde yaşanan bu sarsıntı

sokak çocukları gibi önemli bir soruna kaynaklık etmiştir.

2.4. SOKAK ÇOCUKLARI VE SUÇ

Sokak çocukları toplum tarafından genelde potansiyel suçlular olarak

görülür.Bunun en önemli nedenlerinden biri özellikle son zamanlarda sıklaşan hırsızlık,

69

fiziksel saldırı gibi suçlardaki artıştır. Sokaklarda yaşam mücadelesi veren çocukların

hepsi suça bulaşmasa da, özellikle tiner, bali gibi uçucu madde kullanan çocukların

çevrelerine zarar vermeleri tüm sokak çocuklarının suçlu olarak değerlendirilmelerine

yol açmaktadır.

Çocuk suçluluğu evrensel bir sorundur. Suç işleyen çocukların hepsi sokak

çocuğu değildir. Yani sokak çocukları sorununu kökten halletmiş olsak bile bu suçlu

çocuklar sorununu hallettiğimiz anlamına gelmez. Fakat bizim çalışmamızın temelini

sokak çocukları oluşturduğuna göre suçluluk kavramı ile sokak çocukları kavramını bir

araya getirerek bir analiz yapmamız gerekecektir. Bu nedenle çocuk suçluluğu

dediğimizde asıl vurguladığımız suç işleyen çocuklar değil suç işleyen veya suç

işlemeye meyilli sokak çocukları olacaktır.

“Tüm gelişmiş Batı ülkelerinde “Çocuk Suçluluğu” dendiğinde akla

hırsızlık gelmektedir.“(YAVUZER;1998,7) Ülkemize baktığımızda da çocukların en

fazla işlediği suçların çalma, gasp etme üzerine yoğunlaştığını görebiliriz. Normal

koşullarla elde edemediklerini illegal yollardan ele geçirebilmek ya da hayatlarını

sürdürebilmek için şart olan gereksinimleri alabilmek adına suça bulaşan çocuklar,

emniyet güçlerince yakalansalar bile yaşları tutmadığı için çoğu kez sokaklara serbest

bırakılmaktadırlar.

Ailevi nedenlerle, arkadaş çevresinin etkisiyle veya başka bir sebeple

sokaklarda yaşayan çocuklar suç işlemeye meyillidir. Sadece sokaklarda yaşayanlar

değil aynı zamanda sokaklarda çalışan çocukların da suça bulaşma olasılıkları fazladır.

Basit bir örnekle açıklamak gerekirse; bir aile düşünelim anne baba ve çocuktan oluşan.

Maddi olarak rahat bir yaşamları olsun. Bu ailemiz çocuklarına gerekli sevgiyi ilgiyi de

versinler. Şimdi tüm bunlara bakarak biz bu ailede yetişen çocuğun suç işlemeyeceği

varsayımında bulunabilir miyiz? Cevabimiz elbette ki hayır. Çünkü bir çocuğun

toplumsallaşmasındaki tek faktör aile değildir. Buna ek olarak böyle bir aile ortamında

büyüse bile çocukların ergenlik dönemleri son derece sorunlu geçmektedir.

Ergenlik dönemlerinde kendini keşfetme çabası bazen çocukları olumsuz

davranışlara itebilir. Şimdi başa dönelim. Sokaklarda yaşayan, ergenliğini anne ve

babalarının denetiminde ve anne babalarının yardımları olmaksızın geçiren bir çocuk

için doğru ya da yanlış ayrımı ne kadar kolay olabilir ki? Yanında anne ve babası

70

olduğu halde bir çocuğun çevresinden etkilenerek yanlış yapma olasılığı varken bir

sokak çocuğundan nasıl uyumlu davranış beklenebilir?

Elbette ki açıklamaya çalıştığımız sokak çocuklarının suç işlemesi

normaldir tezi değil. Sadece sokaklarda yaşayan veya çalışan çocuklar için hayatın ne

kadar zor olduğu ve bu çocuklar için yapmamız gereken çok şeyin bulunduğudur.

2.4.1. Türkiye’de Çocukların En Fazla İşlediği Suçlar

Suça neden olan pek çok etkenden bahsedebiliriz. Ancak bu etkenlerden en

baskın olanı şüphesiz ki çevresel olanlardır. Özellikle bahsettiğimiz suçluluk durumu

çocuklarla ilgiliyse bu durum çocuktan ziyade gerçek suçlunun aile, çevre veya

toplumsal yapıdaki çarpıklıklarda aranması gerektiği anlamına gelir.

Ülkemizde suç işlenme oranları giderek artmaktadır. Özellikle çocukların

işledikleri suçlar akıl almaz bir boyuta ulaşmıştır. Artık caddelerde rahat rahat

yürüyememekten şikayet eden insanların görüntüleri haber bültenlerinin alışık

olduğumuz kareleri arasına girmiştir. Özellikle sokaklarda gasp, yankesicilik gibi

olaylarda belirgin bir artış vardır. İstatistikler de bunu doğrulamaktadır.

Tablo 2.2. Yıllara göre suç türü

SUÇ TÜRÜ 1998 1999 2000 2001

2002

2003 2004

Adam öldürmek 142 118 83 82 57 62 45

Hırsızlık 309 214 147 91 136 83 51

Irza geçmek 59 42 28 43 54 27 30

Fiili Livata 50 23 31 19 34 22 27

Yaralama 15 10 7 6 6 5 7

Gasp 102 120 100 98 139 103 134

Diğer 29 57 32 19 31 27 40

Kaynak: www.die.gov.tr./cin/adaletIst.htm

Devlet İstatistik Enstitüsünün çalışmalarına bakacak olursak, 1998-2004

yılları arasında ıslah evine giren çocukların çoğu hırsızlık ve gasp suçu işlemiştir. Bu

suçları ne yazık ki adam öldürme ve ırza geçme suçları izlemektedir. Hırsızlık ve gasp

suçlarının gözle görünür şekilde fazla olması hiç şaşırtıcı değildir. Çünkü çocukların

hayalleri yetişkinlerden daha büyüktür. Bu hayallerini legal yollardan

71

gerçekleştiremeyen, aile sevgisinden uzak ve güvensiz çocuklar bir anlamda suç

işleyerek kendilerini ispatlama yolunu seçmektedirler. Buna ek olarak gereksinimlerini

karşılayacak en kolay yol hırsızlık ve gasptan geçmektedir. İleride daha ayrıntılı ele

alacağımız çeteler çocukların suç işlemelerindeki diğer bir etkendir.

Ankara Ticaret Odasının üç resmi kurumun verilerinden yararlanarak

hazırladığı rapor ise çocuk suçluluğunun ürkütücü boyutlarını göz önüne sermektedir.

Bu rapora göre;

• Mala karşı işlenen suçlardan % 25’ini çocuklar işlemekte ve bu

çocukların %80’i hırsızlıkla suçlanmaktadır.

• 100 cinayet vakasında şüphelilerin 9’unu çocuklar oluşturmaktadır.

• İntihar teşebbüsünde bulunan 100 kişiden 20 tanesini çocuklar

oluşturmaktadır.

• 2000 yılındaki veriler çocuk sanıkların sayısını 88 bin olarak gösterirken

bu rakam 2003 yılına gelindiğinde 124 bine çıkmıştır.

• 2005 Temmuz ayından itibaren cezaevindeki 100 kişiden 3’ü çocuktur.

(www.atonet.org.tr,)

2.4.2. Cinsiyete Göre Suç Dağılımı

“Cinsiyet ve suç ilişkisi ele alındığında bütün toplumlarda kadınların suç

işleme oranlarının erkeklerden düşük olduğu görülmektedir. Ancak kadın suçlu oranı

ülkeden ülkeye, sosyo-kültürel yapıdaki farklılıklara bağlı olarak değişmektedir.“

(İÇLİ;1993,23) Ülkemizde kadınlar genel olarak toplumsal yaşamda arka plana

itildikleri için erkekler kadar girişken ve aktif değillerdir. Ayrıca kadınların erkeklere

nazaran daha duygusal ve fiziki açıdan daha zayıf olmaları, itaatkar ve uysal

yetiştirilmeleri, onları bir nebze de olsa suçtan uzak tutabilmektedir. Elbette ki tüm bu

varsayımlar kadınların suç işlemediği anlamına gelmez.

“Tarih boyunca erkek suç oranları kadınlardan yüksek olmuştur. Sadece

kadınlara has bazı suç türleri (örneğin; fahişelik, çocuk düşürme gibi) bu durumun

dışında kalır.” (İÇLİ;1993,27) Buna ek olarak kadınların işledikleri suçlar erkeklerin

işledikleri suçlara nazaran daha düşük ehemmiyette olduğu için çoğu kez emniyet

72

organlarınca daha barışçıl metotlarla çözülmekte bu yüzden suç istatistiklerine

yansımamaktadır. (DÖNMEZER;1994,125)

Söz konusu çocuk suçlular olduğunda ise özellikle son yıllarda kız

çocuklarının da suç işleme oranlarında belirgin bir artış göze çarpmaktadır. Ancak kız

çocuklarının suç işleme oranları kadar suç mağduru olma oranları da yüksektir. Fuhuş

sektöründe kız çocukları belirgin ölçüde kullanılmaktadır. Çeşitli nedenlerle evden

kaçan kızların sonu ne yazık ki kötü olmakta, ya tecavüze uğrayarak öldürülmekte ya da

erkeklere pazarlanmaktadırlar. Çetelerin eline düşerek alınıp satılan, dilenmeye,

kapkaça zorlanan çocukların önemli bir bölümü de kız çocuklarıdır.

Suç oranlarının cinsiyete göre dağılımına baktığımızda ise karşımıza 2005

itibariyle şöyle bir tablo çıkıyor; (www.atonet.org.tr)

• Her yüz çocuk şüpheliden 87’si erkek, 13’ü kız.

• Hırsızlık suçuyla yakalanan 100 çocuğun 13’ü kız.

• Kız çocuklarının en fazla işledikleri suç yankesicilik ve her yüz şüpheli

kız çocuğunun 43’ü bu nedenle suçlanıyor.

• Şahsa karşı işlenen suçların faillerinden %14’ü kız çocuğu.

• İntihara teşebbüs eden çocukların %77’si kız çocuğu.

Bütün bu rakamlara ek olarak 2005 yılı itibari ile Emniyet Genel Müdürlüğü

tarafından açıklanan suç istatistikleri söyle;

2005 yılında işlenen 487 bin 762 suçtan 56 bin 675’ini çocuklar işlemiş. 35

bin 309 çocuk ise bu suçların mağduru olmuş. Bu suçlardan şahsa karşı işlenenlerin 3

bin 275’i kız çocukları tarafından, 21 bin 72’si erkek çocukları tarafından işlenmiş.

Mala karşı işlenen suçlardan 3 bin 391’ini kızlar, 25 bin 695’ini erkek çocuklar işlemiş.

Tüm bu rakamlar karmaşasının aslında basit bir açıklaması var. Ülkemizde

her geçen gün çocuk suçluluğu artmaktadır ve çocuklarımızı sokaklarda yaşamaktan,

sokaklarda çalışmaktan kurtarmadığımız sürece artmaya devam edecektir. Geçmiş

yıllara baktığımızda kız çocuklarının suç işleme oranlarının bariz bir biçimde yükseldiği

görülmektedir. Bunda şüphesiz ki aile içi şiddetin, yanlış arkadaşlıkların, medyada

73

gösterilen şaşalı hayatlara olan özentinin, kısacası kentsel yoksulluğun getirisi olan tüm

etkenlerin rolü büyüktür.

2.4.3. Yaş Gruplarına Göre Suç Dağılımı

Suçu etkileyen faktörlerden biri de yaş gruplarıdır. Bazı suçlar belli bir yaş

grubunda daha sık görülmektedir. Şu suçu sadece şu yaş grubundakiler işler diye bir

genelleme yapamasak da, suç istatistikleri bize birtakım ipuçları vermektedir. Söz

konusu suç işleyen çocuklar olduğunda en fazla işlenen suç türünün hırsızlık olduğu

görülmektedir. Çünkü “genellikle denilebilir ki, daha çok aktif olan, hareket ve şiddet

gerektiren suçlar gençler tarafından işlenmekte buna karşılık hile ile işlenen fiiller yaş

bakımından olgunluğu gerektirmektedir.”(DÖNMEZER;1994,121)

Çocuk ve çocuk ağır ceza mahkemelerinde sonuçlanan davalara göre çocuk

suçluların yaş gruplarına göre dağılımı şöyledir;

2005 yılında 12-15 yaş arasındaki toplam 6963 çocuğa hırsızlık suçu ile

dava açılmış, bunlardan 3508’i mahkum edilmiştir. Yine aynı suçtan 16-18 yaş arasında

23215 çocuk sanıktan 9212’ si mahkum edilmiştir. Bunun dışında çocukların yaş

grupları, suç türleri ve mahkumiyet durumları aşağıda belirtilmiştir.

Tablo 2.3. Çocukların Yaş Grupları, Suç Türleri Ve Mahkumiyet Durumları

YAŞ GRUBU 12-15 YAŞ 16-18 YAŞ

İSNAD EDİLEN SUÇ

TOPLAM

SANIK MAHKUMİYET

TOPLAM

SANIK MAHKUMİYET

Müessir Fiil 2262 736 7332 2262

Trafik Kanununa Muhalefet 242 118 3073 964

Gasp 241 37 1201 349

Irza Tasaddi 172 32 1232 158

Ateşli Silahlar Kanununa Muhalefet 138 25 790 172

Şahıs Hürriyetini Tahdit 85 11 575 83

Hükümete Karşı şiddet ve Mukavemet 34 12 608 105

Uyuşturucu Madde ile İlgili Suçlar 36 11 440 65

Adam Öldürme Cürümleri 42 10 380 115

Kız, Kadın ve Erkek Kaçırma 14 1 288 17

(Kaynak: www.adli-sicil.gov.tr)

74

Çeşitli suçlara bulaşmış çocuklar çoğu kez cezai müeyyideleri olmadığı için

serbest bırakılmaktadır. Bu nedenle istatistikler göründüğünden daha yüksek rakamları

içermektedir. Ancak özellikle son yıllarda çocuk suç oranlarındaki artışa ek olarak suç

işleme yaşının da hayli düştüğünü gözlemlemekteyiz. Özellikle gasp, hırsızlık gibi

suçlar söz konusu olduğunda daha doğru ve yanlışı bile tam olarak idrak edemeyecek

kadar küçük çocuklar suça bulaşmakta, daha doğrusu bulaştırılmaktadır.

“Emniyet Genel Müdürlüğü verilerine göre, her yıl 100 bine yakın çocuk

hakkında adli işlem yapılıyor. Çocuklar da suç işleme yaşı ise 10’un altına düştü.”

(www.ntvmsnbc.com) Bu veriler ne kadar içimizi acıtsa da ne yazık ki gerçek. Her

geçen gün birkaç çocuğumuz daha sokakların ve suçun karanlık yüzü ile tanışmaya

devam ediyor. Hem de sevgiye, ilgiye ve yardıma en çok ihtiyaç duydukları yaşlarda.

2.5. ÇOCUKLARI SUÇA İTEN NEDENLER

Çocukların suça itilme nedenlerini tek bir kelime ile açıklamak zorunda

olsaydık, bu kelime şüphesiz ki kentsel yoksulluk olurdu. Ancak belirtmemiz gerekir ki

kentsel yoksulluk gibi bir sorunla yüz yüze olmayan çocuklar da suç işlemektedir. Fakat

bu çalışmada bizi asıl ilgilendiren sokak çocukları olduğu için, suç olgusunu da sokak

çocuklarına göre incelememiz gerekiyor. Çocukları sokaklara iten nedenler aslında,

onları suça iten nedenlerin de çıkış noktasını oluşturmaktadır.

Hızlı ve çarpık kentleşmenin getirdiği yaşam koşullarına ayak uydurmakta

zorlanan aileler, kolaylıkla parçalanabilmektedirler. Aileyi bir arada tutan geleneksel

değerler bütünü günümüz koşullarına ve baş döndürücü değişim hızına ayak

uyduramamaktadır. Kırsal kesimde yaşayanlar arasındaki bağların kentlerde yaşayanlar

arasındaki bağlardan daha kuvvetli olduğu bir gerçektir. Bu nedenle kırsal kesimde

yaşanan yoksulluk daha az yıpratıcı olmaktadır. Komşuluk ilişkilerinin hala

bozulmadığı yerlerde birbirlerine az da olsa destek olan insanlar mutsuzlukları,öfkeleri

ve çaresizlikleri ile daha kolay başa çıkabilirler.

Kırsal kesimden maddi sıkıntılar ya da başka nedenlerle kentlere göçen

aileler, kent hayatına kolay kolay adapte olamazlar. Ayrıca “köy toplumunda edinilen

beceriler kentte işe yaramadığı gibi, değer yargıları ve deneyimler de yol gösterici

değildir.” (YÖRÜKOĞLU;2002,213) Tüm bu sıkıntılar arasında var olma mücadelesi

veren ailelerin çocukları da “ sokaklarda öteberi satar,karaborsacıların eline düşer,

75

kendini karakolda bulur. Dayak yer, örselenir, aşağılanır. İlk masum suçundan ağır ceza

gören çocuğun tutunacağı yol toplumdan öç almaktır. “(YÖRÜKOĞLU;2002,213)

Bu öç alma dürtüsünün bir diğer boyutu da yaşanılan hayata karşı duyulan

öfkeden kaynaklanıyor olabilir. Yani çocuk yukarıda bahsettiğimiz durumlardan hiç biri

ile karşılaşmamış olsa da gördüklerine sahip olamamanın verdiği öfkeyi çevresinden

çıkarmak isteyebilir. Aile içi geçimsizliklerin ayyuka çıktığı, ihtiyaçların hiçbir zaman

karşılanamadığı, ailenin her ferdinin çalışmak zorunda olduğu, sosyal hayattan kopuk

kalmış yaşantının ağırlığını daha küçük yaşlarda yüklenmek zorunda kalan çocuklar için

bazen sokaklar kurtuluş olabilmektedir. Anne ve babalarının kavgalarını ya da geçim

zorlukları ile ilgili öğütleri dinlemekten bunalan çocuk, para kazanmanın tadına

varmışsa hiç eve dönmemesi de söz konusu olabilir. Burada dikkat çekmek istediğimiz

husus sokakların bu çocuklar için cazip mekanlar haline gelmesinin yarattığı tehlikedir.

Çünkü çoğu kez anne ve babalarının bile koruyup kollayamadığı bu çocuklar sokaklarda

iyice savunmasız kalmakta ve suç işlemeye meyilli hale gelmektedirler. Sokaklar

yetişkin insanlar için bile ürkütücü olabilmektedir.

Özetle, sokak çocuklarını suça iten nedenler genel olarak hızlı ve düzensiz

kentleşme ile ortaya çıkan kentsel yoksulluğun ve bu kentsel yoksulluğu en üst seviyede

yaşayan kırsal kesimden göç eden insanımızın kente adaptasyon sorunlarından

kaynaklanmaktadır. Buna bağlı olarak şekillenen ya da mevcut şeklini koruyamayan

hayat tarzları en çok çocuklar üzerinde yıpratıcı etkiye sahiptir. Yani;

• Aile içi şiddet

• Yanlış arkadaş seçimleri

• Ailedeki geçimsizlik

• Şaşalı hayatlara duyulan özenti

• Erken yaşlarda çalışmak zorunda kalan çocuklar

• Yetiştirme yurtlarındaki eksiklikler

• Kolay para kazanmanın tadı

• Çocuklar üzerindeki kontrolün zayıflaması

• Yardımlaşma olgusunun yavaş yavaş ortadan kalkması

76

• Özellikle gecekondu bölgelerindeki zor yaşam koşulları

• Sevgi, ilgi ve anlayış eksikliği

• Gelir dağılımındaki adaletsizlik

• Çeteler

• İşsizlik, çocukları suç işlemeye meyilli hale getirtmekte veya suçun

kollarına itmektedir.

“Görüldüğü gibi suç işleyen çocuk yoktur, suça itilen çocuk vardır. Suça

yönelen çocuk, ailedeki ve toplumdaki düzensizliklerin bedelini ödeyen, sonra da

topluma ödeten çocuktur.“ Suç işleyen çocuklara ceza vererek, onları toplumun dışına

iterek tekrar suç işlemelerine yardımcı oluyoruz. Zaten yaşadığı hayat onu yeterince

toplumdan soyutlamışken bir de işlediği suçtan dolayı dışlanan çocuk artık nefret ve

öfkesini bir şekilde dışa vurur. “Suçlu denen çocuk daha baştan, vazgeçilmez bir çok

hakkından yoksun bırakılan, dolayısıyla yasadışı yollardan hakkını almaya zorlanan

çocuktur.” (YÖRÜKOĞLU;2002,214)

2.5.1. Ailevi Nedenler

Toplumun en küçük yapıtaşı olan aile, birlik, beraberlik ve dayanışmanın

temelini oluşturur. Geleneklerin, kültürün gelecek nesillere aktarılması adına bir

teminattır. Üstlendiği taşıyıcılık rolü tarihsel birikimlere katkı sağlar. “Aile, çocuklu

veya çocuksuz karı kocadan oluşan, az veya çok bir süresi olan bir birlik veya sosyal

örgütlenmedir. Sosyal sistemin en küçük birimi olan aile, iç organizasyonu bakımından

bir grup, toplum organizasyonu bakımından ise, temel bir kurumdur.”

(TÜRKKAHRAMAN; 2006,149)

“Aile kurumu sosyalizasyon sürecinin kaynağı durumundadır. İnsanın

kazandığı duygu, düşünce, inanç ve davranışların kökleri ailededir.”(NİRUN;1994,19)

Çocuk öncelikle eğitimini aileden alır. “ Çocuğun zeka ve kişilik gelişiminde, özellikle

ilk çocukluk döneminde anne ve baba davranışlarının büyük rolü olduğu görülmektedir.

Kişilik meseleleri açısından bu etki, daha da büyük önem taşımaktadır.”

(SUNGAR;1986,114) Dini ve ahlaki kazanımların kaynağı olan aile yaşanılan

toplumsal dönüşümlerden de en fazla etkilenen kurumdur. Geçmişten günümüze

77

geçirdiği değişimler bir yana ailenin değişmeyen tek özelliği şüphesiz ki çocuk

yetiştirme sorumluluğudur.

Özellikle sanayileşme sonrası aile kurumunda bariz deformasyonlar

görülmektedir. Artan boşanma oranları, gayri meşru ilişkilerin yaygınlaşması, aile içi

şiddetin artması ve saygının timsali olarak aile kurumunda saygının yitirilmesi, mikro

ölçekte aileyi bir arada tutan en kutsal değer olarak çocukları, makro ölçekte ise aile ile

şekillenen toplumu zedelemektedir.

Aile kurumundaki yanlış modeller ve yanlış davranışlar çocuğun suça

itilmesinde en önemli etkenlerden biridir. Ebeveynlerinden yoksun bir çocuk, yahut

ebeveynleri tarafından şiddete maruz kalan bir çocuk, ihtiyacı olan sevgiyi, anlayışı

dışarıda tatmin etmeye çalışır. Aşırı gevşek bir yetiştirme modeli ya da bunun tam tersi

aşırı disiplinci bir model çocuğu yanlış davranışlara iter.

Bütün bunların yanında aile yapısının da çocuk üzerindeki etkisi önemlidir.

Örneğin kırsal kesimdeki geniş ailelerde anne ve babanın yanında çocuk, ailenin diğer

fertleri tarafından da kontrol edilir. Amca, dayı, yenge,hala gibi akrabalar çocuğun

üzerinde etki sahibidirler. Baba da geniş aile yapısı içerisinde sadece eşine ve çocuğuna

karşı değil ailenin diğer büyüklerine karşı da sorumlu olduğu için şiddete yönelebilecek

davranışlarını rahatça sergileyemez. Karşılıklı bu kontrol mekanizması hem aile hem de

çocuk için oto kontrol oluşturur. Çocuk böyle bir yapılanma içerisinde kolay kolay

yanlışa yönelemez. Bu da suç işlemesini engeller.

İç göçler aile kurumunu zedelemektedir. Geniş aileden koparak kentlerde

tek başına kalan aileler, kent hayatının zorluklarına dayanmak konusunda pek başarılı

olamamaktadırlar. Bir yanda yoksulluk, diğer yanda kentlerin baş döndürücü büyüme

hızları. Bütün bunların arasında kaybolup giden aileler geleceğe dair taşıdıkları

ümitlerini yitirmektedirler. Kentleşmenin hızlı olması aynı zamanda hizmet

kurumlarında bir takım noksanlıkların da ortaya çıkmasına neden olur. Yeterli hizmeti

alamayan, düzenli bir işi olmayan ebeveynlerin kafası sürekli meşgul olduğu için

çocuklarına karşı yeterli ilgiyi veremeyebilirler. Hayatta karşılaştıkları başarısızlıklar

ve hayal kırıklıkları kimi zaman ebeveynleri içki, kumar,gibi kötü alışkanlıklardan

geçici umut ve mutluluk sağlama yoluna itebilir. Kimi zaman da illegal yollarla kolay

78

yoldan köşeyi dönme hevesine kapılmalarına neden olabilir. Tüm bu karmaşada

zedelenen , dağılma noktasına gelen aile çocuklarının suç işleme olasılıkları fazladır.

“Doğumdan itibaren çocuk, yaşamın her alanında yetersiz bir durumdan

daha yeterli duruma gelirken en büyük desteği anne ve babasından alır. Çocuklar birçok

davranışlarını anne-babayı taklit ederek yaparlar.”(DEMİR;2004,17) Eğer çocuğun

taklit edebileceği bir anne babası yoksa bu çocuğun yanlış modellere açık olabileceği

anlamına gelir. Sokaklarda yaşayan, çalışan ve sokaklarda suça bulaşan çocukların aile

yapılarında mutlaka bir olumsuzluk mevcuttur. Bu olumsuzluklar;

• Anne ve babanı ayrı olması.

• Ebeveynlerden birinin madde veya alkol bağımlısı olması.

• Anne ya da babanın üvey olması.

• Anne, baba ya da her ikisinin de vefat etmiş olması.

• Çocuğun aile içi şiddete ya da tacize maruz kalması.

• Çocuğun ebeveynleri tarafından çalışmaya zorlanması.

• Ebeveynlerin çocukla ilgilenmemesi.

• Yeterli beslenememe, ihtiyaçların karşılanamaması.

• Yaşadıkları yerin sağlıksız ve izbe bir mekan olması.

Yukarıda saydığımız olumsuz koşullara daha bir çok madde ekleyebiliriz.

Ancak genel hatları ile bu maddelerden biri veya bir kaçı çocuğun evini terk etmesine,

sokaklarda yaşamayı tercih etmesine, çetelerin ve insan tacirlerinin eline düşmesine

kısacası suç işlemesine, kullanılmasına yol açabilir. Bu yüzden aile kurumu, çocuğun

kendi ayakları üzerinde durup, yanlışı doğruyu tam olarak kavrayabilecek yaşa

gelinceye kadar korunup, kollanması adına hayati önem taşımaktadır.

Şimdi çocukları suça iten nedenlerden en önemlileri olduğunu

düşündüğümüz üç durumu analiz edeceğiz; Şiddet boşanma ve evlilik dışı ilişkiler.

Yetişkinler kendi sorunları ile o kadar meşgul olurlar ki bazen çocukların gerçekten

neye ihtiyacı olduğunu anlayamazlar. Bu da çocuğun ihtiyaçlarını temin etmek için suç

işlemesine, yasadışı işler yapmasına sebep olabilir.

79

2.5.1.1. Aile İçi Şiddet

Çocukları sokaklara ve haliyle suça iten ana nedenlerden bir tanesidir. “Aile

ortamları içindeki şiddette erkekler birincil yer tutmaktadır. Evdeki şiddeti, ailenin bir

üyesinin öteki üyelerine yönelttiği fiziksel suistimal olarak tanımlayabiliriz.”

(GİDDENS;2001,173) Aile içi şiddet kadına, çocuklara yönelik olabilir. Çok sık

görülmemekle birlikte erkeğe yönelik şiddete de rastlanmaktadır. Ülkemizde özellikle

kadına yönelik şiddet çok sık görülen bir problemdir.

Aile içi şiddetin çeşitli boyutları olabilir. Bu nedenle birkaç başlık altında

şiddet konusunu irdelemek daha sağlıklı olacaktır;

a. Kadına Yönelik Şiddet: Aile içi şiddetin en bariz yansıması kadına

uygulanan şiddettir. Bu şiddet davranışı genellikle fiziksel darp olmakla beraber,

psikolojik şiddet de kadına yönelik şiddetin bir diğer yüzüdür. “Evlilik içi fiziksel şiddet

ve dayak sık sık tekrarlama fikri olan bir davranış kalıbıdır. Bir kez dayak yiyen bir

kadının bu davranışla tekrar karşılaşma olasılığı oldukça yüksektir.”(AKTAŞ;1997,9)

Kadınlar ister fiziksel, isterse psikolojik (Aşağılama, Tehdit etme, Hor Görme,

Kıyaslama, Eve Kilitleme, Sosyal Haklarından Mahrum Etme...vs.) şiddete maruz

kalsınlar, bu kadınları olduğu kadar çocukları da olumsuz yönde etkiler.

Şiddete uğrayan kadınlar, kendilerine uygulanan şiddet devam etse bile aynı

ortamda ve aynı şartlarda yaşamayı sürdürmektedirler. Bunun en önemli nedeni,

kadınların aileden ayrıldıkları taktirde sığınabilecekleri yerin ve daha sonrasında

hayatlarını sürdürmeye yetecek ekonomik özgürlüklerinin olmamasıdır. Yine kadınlar

sosyal hayattan erkeklere nazaran daha kopuk yaşadıkları için kendilerini bekleyen

gelecekten korkmaktadırlar. Yine kadınların yetiştirilişi, onları eşlerine tam anlamıyla

itaate yönelttiği için, çoğu kez kendilerine şiddet uygulayan eşlerini haklı çıkaracak

sebepler bulmaktadırlar.

2003 Yılında yapılan Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasında, bu çalışmaya

katılan 15-49 yaş arasındaki kadınlardan %39’u eşlerinin kendilerini dövmeleri

hakkında en az bir tane haklı olduğunu düşündükleri neden bildirmişlerdir.

(www.ksgm.gov.tr) Kadına yönelik şiddettin yaşla, eğitim durumuyla, yaşanılan coğrafi

bölge ile,ekonomik durumla doğrudan bir bağlantısı kurulamaz. Çünkü hayat şartları,

yaşları, eğitimleri birbirinden çok farklı olan kadınlar da şiddete maruz kalmaktadır.

80

Kadına yönelik şiddet aile içi saygı ve güven ortamını derinden

sarsmaktadır. Gözünün önünde annesi şiddete maruz kalan bir çocuğun sağlıklı bir

ruhsal gelişiminden söz edilemez. Böyle bir ailede yetişen çocukta ya güven eksikliği ya

da acımasızlık ve nefretin geliştiği gözlemlenmektedir. Çocuklar çoğu kez şiddetle

karşılaştıklarında, ya içlerine kapanırlar ya da şiddetin var olduğu ortamdan uzaklaşmak

adına ellerine geçen her fırsatı değerlendirme yolunu seçerler. Annesi şiddete uğradığı

için evden kaçan, babasına ya da şiddet uygulayana şiddetle karşılık veren çocukları

sayısı azımsanmayacak orandadır.

Özellikle kentsel hayatın kısır döngüsünde sıkışıp kalan ailelerde, erkekler

başarısızlıklarının, çaresizliklerinin, sıkıntılarının bir yansıması olarak eşlerine,

çocuklarına şiddet uygulayabilmektedirler.

b.Çocuğa Yönelik Şiddet: Ülkemizde çocuklara yönelik şiddet haberleriyle

sık sık karşılaşıyoruz. Sokaklarda yaşam mücadelesi veren, suç işleyen, suça alet olan

çocukların büyük bir kısmı şiddet mağdurudur. “Ana baba dayağından sakat kalan, ölen,

sürekli işkence gören çocukların sayısı azalacak yerde artıyor.(...) Ortaçağ işkencelerine

benzer yöntemlerle çocuklar ana baba elinde sakatlanıyor ve ölüyorlar.“

(YÖRÜKOĞLU;2002,91)

Üstelik çocuğa yönelik aile içi şiddet sadece dayak ve işkence ile sınırlı

değil. Özellikle kız çocukları aile içi taciz ve cinsel istismar, hatta tecavüz gibi sapkın

davranışların hedefi olabiliyor. Bütün bu şiddet davranışları çocukların evden kaçması,

suç işlemesi hatta intiharı ile sonuçlanabiliyor. Şiddete uğrayan çocuklar bazen daha

olup biteni idrak edebilecek yaşta olmamakla birlikte bazen de tam kişiliklerini

kazanmaya başladıkları yaşlarda yeni ergenlik dönemlerinde olabiliyorlar.

“Bir çocuğu hayatının ilk yıllarında elde ettiği izlenimler çok güçlü etkiler

yapar. En önemli dersler bu devrede elde edilir. “(DÖNMEZER;1994,260) Aile ortamı

çocuk suçluluğu üzerinde doğrudan etkilidir;

• Şayet aile içinde hakaret, dayak söz konusu ise çocuk bunları taklit eder.

• Çocuğun evde yaşadığı kötü deneyimler onu,yanlış ortamlara itebilir.

• Ailenin çocuğa yönelik davranışları, çocukta onarılması zor ruhsal

sorunlara neden olabilir.

81

• Şiddete maruz kalan çocukta zihinsel ve fiziksel rahatsızlıklar meydana

gelebilir ve bunlar bazen kalıcı olabilir (DÖNMEZER;1994,257)

Şiddetin diğer önemli bir boyutu da bireylerin kendilerine uyguladıkları

şiddettir. Özellikle ergenlik çağındaki çocukların dikkat çekmek, içinde bulundukları

sıkıntılı durumlara karşı tepki göstermek ve hissettiklerini dışa vurmak amacıyla

kendilerine zarar verdikleri rastlanılan bir durumdur. Sokak çocuklarının pek çoğu da

jilet,bıçak ve benzeri aletlerle kollarını, vücutlarının çeşitli yerlerini kesmekte, bir nevi

kendilerine şiddet uygulamaktadırlar. Argoda faça atmak diye tabir edilen, kendini

kesmek, kendine zarar vermek durumu bir nevi dışa vurum taktiği olarak

değerlendirilebilir.

Şiddet çocuklara, kadınlara,yaşlılara yönelik olabilir. Yine şiddet fiziksel,

psikolojik, sözlü, ekonomik ve cinsel yönde uygulanabilir. Her kime yönelik veya her

ne şekilde olursa olsun şiddet tasvip edilmesi mümkün olmayan bir durumdur. Çünkü

şiddet sorunları çözmekten ziyade sorunların artmasına neden olur. Bir sorunu şiddetle

çözmeye çalışırken farkında olmadan bambaşka bir soruna kapı açmış oluruz.

Ülkemizde en fazla kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet yaygın olarak

görülmektedir. Son yıllarda da artan sokak çocukları sorunu, bu çocukların çevrelerine

karşı uyguladıkları şiddetin artmasına neden olmuştur. Karınlarını doyurabilmek için

çevrelerine zarar vermekten çekinmeyen bu çocukların davranışları bazen hiç suçu

olmayan tek yaptığı o sırada orada bulunmak olan insanların hayatına mal

olabilmektedir.

Özetle, ister kadına isterse çocuğa yönelik olsun, aile içi şiddetten en fazla

zarar gören şüphesiz ki çocuklardır. Çocukları sokaklardan, suç işlemekten kurtarmak

istiyorsak aile içi şiddeti önleme yollarını bulmalıyız.”Çocuklara kötü muamele tek bir

etkenle açıklanamaz ve yalnız psikopatolojik bir eğilim olarak kabul edilmemelidir.

Günümüzde artık zihinsel ve ruhsal yönden hastalıklı olmayan bireyin başkalarına zarar

vermeyeceği varsayımı geçerliliğini yitirmiştir.“ (KÜNTAY,ERGİNSOY;2005,44)

2.5.1.2. Boşanma

Sokak çocukları sorununun temelinde yatan nedenlerden biri aile içi ilişkiler

ve ailedeki olumsuz değişimlerdir. Tıpkı bunun gibi çocuğun suça itilmesinde de aile

çok önemlidir. Özellikle boşanma çocukları negatif yönde etkiler. “Boşanma evlilik

82

anlaşmasının sona ermesi demektir. Boşanma ile aile parçalanmakta, çocuk ya babanın

yanında, çoğunlukla da annenin yanında kalmaktadır.” (PEKER;1994,43) Boşanmanın

nedenleri çok çeşitli olabilir. “Ailenin yapı ve fonksiyonları toplumsal değişmeye

paralel olarak değişmektedir. Evrensel ve statik bir aile yapısından söz etmek

imkansızdır. Zaman sürecinde, aile üyelerinin sayısında, yapısında ve görevlerinde

sürekli değişmeler olmuştur.“ (ASLANTÜRK,ANMAN;1999,265) Değişen aile yapıları

bazen bu değişimlere ayak uydurmakta zorlanır. Ya da bu değişimler aile bağlarını

zayıflatabilir. İşte o zaman boşanmalarda artış olması kaçınılmazdır.

Boşanmayı sadece aile kurumundaki değişimlerle açıklayamayız. Toplumsal

yapıdaki eksiklikler, çatışmalar, kırılmalar ve dönüşümler de boşanma oranlarını

etkilemektedir. “Teknolojik ve ekonomik değişiklikler kadının rolünü de etkilemeye

başladı ve onu değiştirdi. Anne sütü yerine geçebilecek yiyeceklerin bulunması, kadını

çocuğunu emzirmek için evde kalmaktan kurtardı. Böylece kadınlar daha fazla boş

zaman ve özgürlüğe kavuştu.”(ÖZKALP;1993,125) Kadınlar böylece çalışma hayatında

daha fazla yer edinmeye başladılar. “ Kadının çalışma hayatına girmesi ve kendi

ayakları üzerinde durabilmesi, mutsuz evliliklerde boşanma oranını yükseltmektedir.

Ayrıca boşanma ile ilgili yasaların bu süreci kolaylaştırması boşanmayı arttıran

sebeplerden bir başkasını oluşturmaktadır.“ (BOZKURT;2005,275)

Tüm bunların yanı sıra boşanmanın diğer nedenleri ekonomik koşulların

zorlayıcılığı, aile içi şiddet, alkol- uyuşturucu kullanımı, uyumsuzluk, çevrenin etkisi,

eşlerin ihaneti, yaşam koşullarından memnuniyetsizlik, hastalık vs. olabilir. Her ne

sebepten olursa olsun boşanma denilen durumdan en fazla etkilenen şüphesiz ki

çocuklardır. Anne ve babanın ayrılma sürecinde yaşananlar çocukları fazlasıyla

hırpalamaktadır. Bu sürecin akabinde anne veya babanın evden ayrılması yani

boşanmanın gerçekleşmesi çocuklar üzerinde psikolojik travmaların oluşmasına yol

açabilir.

Ailenin parçalanması ile çocuğun olumsuz davranışlar kazanması, intihar

eğiliminin artması, sokaklara ve suça yönelmesi, zararlı alışkanlıklara açık hale gelmesi,

yanlış arkadaş seçmesi gibi sorunların arttığı bir gerçektir. “ Ailesiz kalmak, aile

ortamından yoksun kalmak ve aile dışında yaşamak çocuk ve gençlerin bir risk

ortamında kalmaları anlamına gelir. Aileden yoksun kalmak çocuk ve gençlerin yaşama,

83

bakılma, korunma, yetişme ve hayatta kalma olanaklarını sınırlar.”

(ŞENTÜRK;2004,192-193)

Çocuk yetişkin bir birey olana kadar hayatının her evresinde anne ve

babasına ihtiyaç duyar. Çocuğun dünyaya gözlerini açtığı ilk anda gördüğü anne ve

babasıdır. Yine çocuk ilk model olarak anne ve babasını seçer. Onları taklit eder, onlar

gibi davranmaya çalışır. İleriki yaşlarda da çocuğa yol gösterip, onu kötülüklerden

koruyacak kişilerin başında ailesi gelir. Aile kurumunun parçalanması demek çocuğun

en önemli dayanağının sarsılması demektir. Doğru olan mümkün olduğu kadar aile

kurumunu bir arada tutmaktır. Ancak boşanma kaçınılmazsa bile bu durumdan çocuğun

en az şekilde etkilenmesi sağlanmalıdır. “Ama ne yazık ki pek çok aile boşanma

aşamasına geldikleri zaman son derece hissi davrandıkları için, bu tip sorunları akıl,

mantık ve ilim yolu ile çözmeye çalışmamaktadır. Bunun zararını şüphesiz birinci

planda çocuklar çekmektedir. “ (ÇAKMAKLI;1996,40-41)

Boşanan ailelerde çocukların karşı karşıya kalabilecekleri durumları şu

şekilde maddeleştirebiliriz:

• Boşanma neticesinde çocuk ortaya çıkan maddi sorunlardan etkilenebilir.

• Boşanma sırasında yaşanan kötü olaylar çocuğun özgüvenini sarsar.

• Boşanmanın ardından genellikle ebeveynler çocuğa aşırı ilgi gösterir, bu

da çocuğun ebeveynlerine her istediğini yaptırabileceği düşüncesine kapılmasına yol

açar.

• Boşanmalardan sonra çocuk ortada kalabilir.

• Kendi sorunları ile boğuşan ebeveynler çocuğa yeteri kadar ilgi

göstermeyebilir. Bu da çocuğun ilgi ve anlayışı yanlış ortamlarda aramasına sebep

olabilir.

• Boşanma sonucunda ebeveynlerin tekrar evlenmesi gündeme gelebilir ve

çocuklar üvey anne ya da üvey baba gerçeği ile yüz yüze kalırlar.

• Çocuk evlilik kurumuna karşı önyargılar oluşturur bu da ileriki yaşamını

etkiler.

84

• Çocuk anne ve babasının dikkatini tekrar üzerinde toplamak için yanlış

davranışlara yönelebilir.

• Çocuklarda ruhsal dengesizlikler, uyum sorunları ve güvensizlik

oluşabilir.

Tüm bunlar çocuğun potansiyel suçlu olarak yetişmesinde etkili faktörlerdir.

“Çocuk suçluluğu ve parçalanmış aile arasındaki ilişki aranırken, aile bütünlüğünün

ortadan kalma sebeplerine; ölüm, boşanma, terk dışında çocuğun veya ebeveynlerinin

eğitim, çalışma vb. sebepler dolayısıyla aileden ayrılması dahil edilmelidir.“

(AKALIN;2005,52)

Boşanma çocuk için olduğu kadar toplum için de oldukça zararlı sonuçlar

meydana getirir. Çünkü sağlıklı bir toplumun temelinde sağlıklı insan ilişkileri yatar. En

küçük toplumsal birim olarak aile, sağlıklı bireylerin yetiştirilmesinde hayati bir

fonksiyonu yerine getirmekle yükümlüdür. Ancak aile kurumu kurtarılmayacak kadar

yıpranmışsa boşanma kaçınılmaz olabilir. Geçmiş yıllarda ve özellikle geleneksel

ailelerin yaygın bir biçimde görüldüğü kırsal kesimlerde boşanma pek hoş olmayan ve

onaylanmayan bir olay olarak görülmektedir.

“Bu daha çok, erkek ve kızın “namuslu”, “dürüst” olması dışında,

evlendikleri kimselerden çok fazla bir şey beklememeleri, köy cemaatlerinde “yuva

yıkma”nın çok kötü bir şey olduğu, kadın için de “yuvası yıkılmış” olmanın bir felaket

olduğu yolundaki yaygın inanç ve fertlerin üzerindeki sosyal baskı rol oynamaktadır.

(...) Boşanmayı haklı gösterecek en mühim sebep, “namus” meselesidir. (...) Bunun

yanında kırsal sektörde boşanmayı normal kılan bir başka faktör de kadının kısırlığıdır.

(ÇALIK;1994,74-75)

Kırsal kesimden kentlere göç dolaylı olarak boşanmayı arttıran bir diğer

etkendir. Kırsal kesimde aile kurumuna daha fazla önem verildiği ve yukarıda söz

ettiğimiz boşanmayı zorlaştıran etkenler, kentler söz konusu olduğunda ortadan

kalkmaktadır. Kadınların daha kısıtlı ve sosyal anlamda daha geri planda bir yaşam

sürdürdüğü kırsal kesimden kentlere göç eden ailelerde kadınların yaşadıkları dönüşüm

bariz bir biçimde boşanma oranlarını arttırmaktadır. Tek bir gelirle yaşamanın

neredeyse imkansız olduğu kentlerde, kadınında aile bütçesine katkı sağlamak adına iş

hayatına girmesi onu daha sosyal ve daha az sabırlı hale getirebilir. Kırsal kesimde

85

olduğu gibi kendisini kapatan gelenekler ve kurallardan da sıyrılan kadın bazen yaşadığı

en küçük olumsuzlukta bile evini terk edebilir hale gelmektedir. Bu her zaman böyle

olmasa da rastlanılan bir durumdur.

Erkek de ise şartlar daha farklı etkiler yaratmaktadır. Boğucu kent yaşamı,

işsizlik, evde onun kazancına muhtaç bekleyen eş ve çocukların varlığı, gözünün

önünde akıp giden rahat yaşamlara asla ulaşamayacağının tokat gibi yüzüne vurması ve

bunun gibi pek çok sorun onun evi terk etmesine sebep olabilir.

Çocuklara gelince, onlar parçalanmış ailelerin sokaklara armağan ettiği,

suça teşvik ettiği, hayatta yapayalnız bıraktığı birer miras olarak toplumsal yapının en

acı gerçekliğidir. Çocuklar kendi içlerinde biriktirdikleri korkularını başkalarına,

topluma, kendilerine zarar vererek atmaya çalışırlar. Hayata, aile diye bir kuruma,

çıkarsız sevgiye, anlayışa olan inançları o kadar sarsılmıştır ki, bu yüzden yetiştirme

yurtlarından kaçarlar, nefret ve intikamla büyürler, kendilerine uzatılan her eli

kendilerine zarar vereceği düşüncesi ile geri iterler, başlarını okşamaya kalksanız

vuracaksınız diye saldırmaya kalkarlar. Çocuklar bizlerin bu hale getirdiği birer

potansiyel suç makinelerine dönüşürler.

Bunun yanı sıra boşanmanın çocuklarda farklı etkiler yarattığının da altını

çizmemiz gerekir. Erkek ve kız çocuklar için boşanmış bir aileye sahip olmanın

zorlukları farklılık gösterebilir. “Boşanan ailelerde çocuklar genellikle annenin yanında

kaldığından, kızlar bir anne modelini sürekli görebilir, ancak erkek çocuklar baba

modelinden yoksun kalırlar. “(CÜCELOĞLU;1999,382) Akrabalar, ailenin diğer

fertleri bu boşluğu her ne kadar doldurmaya çalışsa da, babanın yerini alamazlar.

Çocukların sokaklarda değil de sıcak aile ortamında yaşaması için aile

kurumu başta olmak üzere toplumsal yapıdaki aksaklıkların giderilmesi için yapılacak

görevler sadece devlete ait değildir. Çünkü bu sorunlar hepimizi fazlasıyla

etkilemektedir.

2.5.1.3. Evlilik Dışı Çocuklar

Bir çocuğun sağlıklı bir yaşam sürebilmesi için sağlıklı bir aile ortamında

büyümesinin ne denli önemli olduğundan pek çok kez bahsettik. Çocuğun kişiliğinin ilk

tohumları ailede atılır. Bu tohumlar yeşerir ve zamanı gelince büyüyüp yeni meyveler

verir. İşte toplum da, bu büyüyüp yeşeren fidanlardan oluşur. Bu fidanlara gerekli özen

86

gösterilmezse, bakımı yapılmazsa kururlar, kırılırlar. Benzetmemiz durumu tam anlamı

ile ifade etmese de çocukların bir ülkenin yarınları için ne ifade ettiğini anlamamıza

yardımcı olduğunu sanıyorum.

Ailenin parçalanmasının çocuklara verdiği zararları açıklamaya çalıştık.

Fakat bundan daha kötü bir durumda hiç ailesi olmayan çocukların gördüğü zararlar.

Yarım bir aile hiç olmayan bir aileden iyidir; tezinden hareketle, evlilik dışı çocukların

karşılaştığı sıkıntıları hayal etmek bile insanı yeterince üzüyor. Evlilik kurumu eski

değerini yitirse de, Batı ile kıyaslandığında ülkemizde halen önemli görülmektedir. Bu

nedenle çocuk sahibi olmanın yolu evlilikten geçer. Toplumsal değerler, gelenekler, örf

ve adetler evlilik dışı ilişkileri pek hoş karşılamaz. Çocuk sahibi olmak için ön koşul

evliliktir.

Ancak değişen yaşam koşulları bireyleri geleneksel kalıplarından

çıkarmakta ve evliliğin olmazsa olmazlığını ortadan kaldırmaktadır. Bu tür ilişkilerden

meydana gelen çocuklara evlilik dışı çocuklar adını veriyoruz. Bazen kadın ve erkeğin

evliliği hiç düşünmediği halde sırf çocuk yüzünden evlendiğine şahit olabiliriz. Bu bir

anlamda sorunu çözmüş gibi görünse de, bazen içinde bulunulan durum evlilikle

çözümlenmeyecek kadar karmaşık olabilir. Aileleri tarafından evlenmelerine kesinlikle

onay verilmeyen, buna rağmen birlikte olup çocuk sahibi olan çiftlerin yolları camii

avlularına, apartman girişlerine ve hatta çöp konteynırlarına düşmektedir. Sanırım

neden bahsettiğimiz oldukça açık. Çocuk doğduktan sonra (ki bir şekilde çocuğun

yaşamına son verilmemiş, verilememiş ise) bireyler onu terk etmekten başka çıkar yol

bulamayabilirler. Bunun ahlaki boyutunu tartışmak yerine konumuzla ilgili olarak

çocuğun geleceğini sorgulamak daha anlamlı olacaktır.

Ailesi tarafından (ki aslında ortada tam olarak aile diyebileceğimiz bir

kurum yok) terk edilen çocuklar devlet güvencesine alınarak yetiştirme yurtlarına ve

çocuk yuvalarına yerleştirilmektedir. Reşit olana kadar buralarda barınan çocukların

eğitimlerini ve ihtiyaçlarını da bu kurumlar vasıtası ile devlet karşılamaktadır. Elbette ki

bu yurtların ne denli yeterli hizmet verdiği ve çocuk yurttan ayrılma yaşına geldiğinde

onu bekleyen hayat şartları tartışılır. Fakat önemli olan anne ve babasının dünyaya

getirip, daha sonra yapayalnız bıraktığı bu çocuklardaki ruhsal ve psikolojik

sorunlardır.”Çocuğun mutlu, açık ve korkusuz büyümesi için çevresinden belli sıcaklığa

87

gereksinimi vardır ki bunu ana-babasının dışında elde etmesi oldukça

güçtür.”(RUSSELL;1998,122)

Evlilik dışı çocuklar anne ve baba sevgisinden mahrum büyüdükleri için

zaten hayata bir sıfır mağlup başlarlar. Bir yurt, bir yuva yahut bir yurt görevlisi asla

anne ve babanın yerini tutamaz. Kaldıkları yerlerden kaçan, insan tacirlerinin eline

düşen, sömürülen, kullanılan, alınıp satılan, hırsızlığa, fuhuşa zorlanan bu çocuklara

sorsak herhalde dünyaya gelmek istemezlerdi.

Şüphesiz ki devletin kimsesiz çocuklara yönelik hizmetlerinde yapacağı çok

şey var; fakat asıl önemli olan anne ve babaların yapabilecekleri. Çocuğu dünyaya

getirmek sadece bir başlangıçtır. Zor olan çocuğa sahip çıkabilmek, onu korumak,

sevmek ve yanında olmaktır. Evlilik dışı çocuklarda en büyük sorumluluk (toplumsal

yapı göz önüne alındığında ) erkeğe düşmektedir. Ülkemizde bir kadının gayri meşru bir

ilişkiden hamile kalıp çocuk sahibi olduğunda karşı karşıya kalacağı yaptırımlarla, bir

erkeğin karşı karşıya kalacağı yaptırımlar mukayese edilemez. Çünkü toplum namus

konusunda kadına daha fazla sorumluluk yüklemektedir. Bu nedenle böyle bir durumda

erkeğin kadına destek olup, onun arkasında durması ve çocuğuna sahip çıkması son

derece önemlidir. Özellikle doğuda törelerin katı kuralları gölgesinde yaşayan insanlar

evlilik dışı ilişkilere karşı çok sert tavır almaktadır. Hatta söz konusu kadının rızası

olmadan gerçekleşen ilişkiler bile olsa. Kadın ya tecavüzcüsü ile evlendirilip hayatı

boyunca mutsuzluğa mahkum edilmekte ya da kadına, erkeğe ve hatta karnındaki

çocuğa ölüm cezası kesilerek ceza aile üyelerince infaz edilmektedir.

Gayri meşru çocuklardan bahsederken atlamamamız gereken bir diğer konu

evlat edinmedir. Ebeveynleri tarafından terk edilen çocukların bazıları çeşitli aileler

tarafından evlat edinilirler. Devletin çeşitli kriterler aradığı evlat edinme durumu

çocuğun yaşı ilerledikçe bir takım sorunların ortaya çıkmasına yol açabilir. “Birçok,

çalışmada çocuğun evlat alınma yaşının, sonucu etkileyen temel etmenlerden biri

olduğu saptandı. Bebekler ilk altı ay içinde evlatlık alınacakları eve yerleştirilirlerse,

buralara kolay alışırlar.“ (WOLFF;2004,160)

Ülkemizde evlat edinme çok yaygın görülen bir davranış değildir. Bunun

nedenlerinden bir tanesi ailelerin çevrelerinden gelebilecek tepkilerden çekinmesi olarak

88

ifade edilebilir. Buna ek olarak bir diğer neden gelişen tıp sayesinde artık çocuk sahibi

olmanın farklı ve kolay metotlarının ortaya çıkmasıdır.

Ülkemizde bir çocuğun evlat edinilebilmesi için, evlat edinecek kişi veya

kişilerde bir takım şartlar aranır. Eşlerin birlikte evlat edinmesi, en az beş yıllık evli

olmaları, ya da tek başına evlat edinen kişinin otuz yaşını doldurmuş olması, evlat

edinilenin evlat edinenden en az on sekiz yaş küçük olması bu şartlardan bazılarıdır.

(www.nvi.gov.tr)

2.5.2. Arkadaş Grupları

Çocukları suça iten nedenler arasında aile içi ilişkilerin yapısından, boşanma

faktöründen ve evlilik kurumunun öneminden bahsettik. Bütün bunlara ek olarak

arkadaş gruplarının önemine de değinmemiz gerekiyor. Çünkü çocuklar belli bir yaşa

geldikten sonra anne ve babasına yüklediği anlamları arkadaşlarına yüklemeye başlarlar.

Bu durum kimi zaman çocuğun ailesi ile çatışmasına bile neden olabilir. Çocukların

sosyal ve psikolojik gelişimlerini sağlıklı bir biçimde tamamlayabilmeleri için en az

içinde yaşadıkları aile ortamı kadar, kuracakları arkadaşlık ilişkileri de önemlidir.

“Arkadaşlık ilişkileri her ne kadar her çağda önemli olsa da ailelerin sayıca

küçülmesi, geniş aile ile ilişkilerin azalması, okulda geçen yılların artması, okul dışında

çok sayıda örgütlü biçimde faaliyet gösteren grupların gelişmesi ile özellikle

günümüzün bireyci toplumlarında giderek önem kazanmaktadır.” (HORTAÇSU;

2003,243)

Arkadaşlık ilişkilerinin önem kazanması bir taraftan oldukça iyi bir durum

gibi görünüyor olsa da, değişen toplumsal yapı içerisinde arkadaşlık kavramı da

bambaşka bir boyut kazanmıştır. Kavramın değişen boyutundan bahsetmeden önce,

kavramın analizini yapmalıyız. “Arkadaşlık modern kültürlerin ortak bir terimi olmakla

birlikte, bilim adamları tarafından fazla üzerinde durulmayan bir olgudur.(...) Fakat

arkadaşlık, dünyanın hiçbir yerinde akrabalıkla ilgili bir terim değildir. “

(MARSHALL;1999,39) Bu kavram daha çok bireylerin beraber olarak bir şeyler

yapmaktan hoşlandığı, vakit geçirdiği, konuşup tartıştığı, karşılıklı olarak güven

duygusu geliştirdiği, sırlarını paylaştığı, diğer bireyleri işaret eder.

89

İlk arkadaşlıklar çocukluğun ilk dönemlerinde kurulan ilişkilerdir. Bu genel

olarak çocuğun yakın çevresindeki diğer çocuklarla ( örneğin aynı apartmanda , aynı

mahallede yaşayan çocuklar, akraba çocukları ) sınırlıdır ve oyun üzerine kurulu bir

durumudur. Çocuğun yaşı ilerledikçe arkadaş seçimleri ve arkadaş seçenekleri değişime

uğrar. Kreş ve okul arkadaşlıkları oyun oynamaya bağlı birlikteliklerin farklı anlamlar

kazanmasına sebebiyet verir. Çocuk bu dönemde arkadaşlarını, arkadaşlarının kendi

hakkındaki düşüncelerini, onların anlattıklarını daha fazla önemsemeye başlar. Bu

durum kimi zaman çocuğun ailesinden uzaklaşmasına sebep olabilir. Çocuk için,

özellikle ergenlik döneminde, arkadaş ortamlarında kabul görmek, onaylanmak,

benimsenilmek, çok önemlidir. Yani yanlış arkadaşlık seçimleri çocukları yapmaması

gereken olumsuz davranışları yapmaya itebilir.

Pek çok çocuk suçlu, yanlış arkadaş seçimlerinin kurbanıdır. Sadece

arkadaşına bir şeyleri ispatlamak, onu yalnız bırakmamak için suça bulaşan çocukların

sayısı az değildir. “ Çocuğun arkadaş grubuna karşı çıkması çok zordur. İstemeyerek de

olsa grubun çoğunluğunun istediği davranışı yapmak zorunda kalır. Aksi taktirde

korkaklıkla, mızıkçılıkla suçlanır ki hiç bir çocuk bu duruma düşmek istemez.“

(PEKER;1994,54)

Aileler çocuklarının arkadaş seçimleri konusunda duyarlı davranmalı,

çocuğa baskı uygulamadan, onu kontrol etmelidir. Çocuğunun seçimlerine karşı

disiplinci bir tutum takınan ebeveynler, çocukları içinde bulundukları arkadaş

gruplarından uzaklaştırmak yerine, o grubun çocuğun gözünde daha cazip hale

gelmesine neden olabilirler. Doğru seçilmiş bir arkadaş çocuğun sosyal gelişiminde ne

denli önemli ise, yanlış seçilmiş bir arkadaş da o denli tehlikelidir.

Söz konusu sokak çocukları olduğu zamanda, kurulan arkadaşlıklar bazen

çok kötü sonuçlar doğurabilir. Aile içi ilişkilerin yıprattığı çocuklar bazen kurdukları

arkadaşlıkların da etkisi ile sokaklarda yaşamayı seçebilir. Zaten bir kaçış yolu arayan

bu çocuklar için sokaklarda yaşayan, suç işleyerek hayatını ikame ettiren bir arkadaş

örneği ve onun anlattıkları güven verici ve cazip gelebilir. Çocuk içinde yaşadığı

çıkmazdan kurtulmak için yanlış arkadaşların peşine takılarak daha da büyük yanlışlara

sürüklenebilir.

90

2.5.2.1 Çeteler ve Organize Suç Örgütleri

Özellikle son zamanlarda çeteler ve organize suç örgütlerinin sayısında

bariz bir artış göze çarpmaktadır. Metropollerde şebeke halinde çalışan bu örgütler

nedeniyle sokaklarda güven içerisinde yürüyebilmek neredeyse imkansız hale gelmiştir.

Organize suç örgütü dediğimiz zaman, suçun her türlüsünü işleyen, genellikle ekip

halinde çalışan hiyerarşik bir yapılanma aklımıza geliyor. “ Örgütlü suçlar kategorisi

içerisine bugün başta uyuşturucu madde cürümleri, kara parayı aklama fiilleri girmekte

ve mafia tipi örgütler tarafından söz konusu fiiller icra edilmektedir.”

(DÖNMEZER;1996,217) Elbette ki tek bir suçlunun yanında, grup halinde çalışan bu

suçluların, daha ürkütücü olduğunu itiraf etmek gerekiyor.

Çeteler ve suç örgütlerinin suç işleme metotları, işledikleri suçlar kadar

çeşitlilik göstermektedir. Araba hırsızlığı, uyuşturucu ticareti, kapkaç, gasp, haraç alma,

otopark mafyalığı ve daha sayabileceğimiz pek çok illegal faaliyetin arkasında bu

organize yapılanmaların çıktığına, haber bültenlerinde sık sık şahit olmaktayız. Ancak

madalyonun arka yüzünde daha acı bir tablo mevcuttur. Öyle ki bu suç örgütlerinin

bazıları çocukları kullanmakta ya da bu suç örgütlerinin bazıları çocuk sayılabilecek

yaşlardaki gençlerden oluşmaktadır. Bazen seçilen yanlış arkadaşların etkisiyle bazen de

zorla bu örgütlere üye olan çocuklar, hem kendi hayatlarını hem de diğer insanların

hayatını tehlikeye atmaktadır.

Dışlanan, ailesi tarafından sahip çıkılmayan ve her anlamda sağlıklı bir

ortamda yetişmeyen çocuklar bazen kendilerini içinde bulundukları arkadaş grubunda

ifade etme yolunu seçerler. “Başlangıçta oyun grubu olarak ortaya çıkan beraberlik,

ergenlik çağındaki gençlerin özellikleri nedeniyle giderek suçlu çetesine

dönüşebilmektedir.“ (YAVUZER;1994,47)Bu nedenle ergenlik dönemi olarak

adlandırılan devre çok önemlidir. “Ergenlik döneminin kendini arama,kurulu düzene

başkaldırma, çelişkiler ve belirsizlikler içinde bulunma şeklinde özetlenebilecek bazı

özellikleri, gençte onu destekleyecek, değerlerini paylaşacak ve bu ölçüde de

özdeşleşebilecek bir arkadaş grubu özlem ve ihtiyacını doğurmaktadır.“

(www.iem.gov.tr)

91

Her çocuğun şanslı doğmadığı bir gerçektir. Birisi sıcak bir ailede güven ve

huzur içerisinde büyürken, bir diğeri geleceğini kaybettiği sokaklarda ezilmişliğin,

sevgisizliğin intikamını alabilmek için tüm risklere rağmen yaşamaya çalışmaktadır.

Kısacası “Çocukların konumu alabildiğine değişiktir birbirinden. Bazıları öyle bir çevre

içinde yaşarlar ki, düşmanca izlenimlere kaynaklık eder bu çevre, dünyayı çocuğa

düşmanmış gibi gösterir. “ (ADLER;2004,55)Hayatı boyunca geçirdiği her günde bu

düşman dünyadan öç alabilmek için eline geçen her fırsatı değerlendiren çocuk, kendisi

ile aynı durumda olan diğerleri ile bir araya geldiği zaman tam bir suç makinesine

dönüşür.

Çeteler ve organize suç örgütlerine kendi rızası ile katılan çocuklar dışında,

bu örgütlerce kandırılarak kaçırılan ve kullanılan çocuklarda mevcuttur. Özellikle kırsal

kesimlerden kentlere göç eden ailelerin çocuklarını hedef olarak seçen bu örgütler bazen

kırsal alanlarda yaşayan çocukları da kaçırarak, kentlerde suça zorlamaktadır. Kırsal

alanlarda yaşayan çocukların kaçırılarak kentlere getirilmesinin sebebi, bu çocukların

ailelerinin kalabalık nüfuslu, çok çocuklu ve fakir olmalarıdır. Neticede çocuk sayısı

fazladır ve ailenin kaçırılan çocuğunun arkasını arayabilecek imkanları kısıtlıdır.

Kentlerde yaşayan ailelerin çocukları seçilirken aranılan temel kriterde gecekondu

bölgelerinde yaşayan, maddi sıkıntı çeken, geçim derdine düşen anne ve babanın

ilgilenemediği, sosyal çevreye uyum sıkıntısı çeken çocuklar olmasıdır. Gerek

kentlerden, gerekse kırsal kesimlerden kaçırılan çocuklar metropollere getirilerek

çetelerce fuhuşa, gasp ve kapkaça, dilencilik yapmaya zorlanılmaktadırlar.

2.5.2.2. Ergenlik Döneminde Model Alınan Yanlış Arkadaşlar

Çocuğun, özellikle ergenlik döneminde edindiği arkadaşlar, onun hayatında

yönlendirici olur. Ergenlik dönemi çocuğun bedensel ve duygusal anlamda geliştiği

hassas bir dönemdir. Ergenlikte çocuğun geçirdiği fizyolojik değişimler onu içine

kapanık, utangaç, sıkılgan biri haline getirebilir. “Bu çağın ani değişiklikler çağı olduğu

iyi bilinmeli ve değerlendirilmelidir. Aile istemese bile çocuk bu ani değişiklikler

nedeniyle sık sık tutum ve davranışını yeniden gözden geçirecektir. Sabırlı olmak

lazımdır. (5 kural hatırlanmalıdır, sevgi, tolerans, otorite, sabır, inanma)”

(ÇAKMAKLI; 1991,164)

92

“Öncelikle, çevremizdeki dünyaya bakışımızı oluşturan, aile içinde

yaşadığımız deneyimlerdir.“ (HEDGES;1997,147) Bu deneyimler yaşadığımız sürece

yol gösterici olur. Nasıl ki aileden elde edilen iyi kazanımlar fayda sağlıyorsa, kötü

kazanımlar da zarar getirir. Ailenin ergenlik döneminde çocuğa karşı davranışları,

çocuğun ileriki hayatında sergileyeceği tutumlarını etkiler. “Arkadaş çevresi de aynı

şekilde tutum oluşumuna etki eder. Müziğe, giyim ve saç biçimine, davranış tarzına ve

bunun gibi bir çok tutum objesine yönelik tutumlarımız arkadaş çevresinden etkilenir.”

(KAĞITÇIBAŞI;1999,120)

Ergenlik döneminde çocuğun sahip olduğu arkadaşlar bazen aile faktörünün

önüne geçebilir. Çocuk bu dönemde ailesi ile paylaşamadığı pek çok şeyi arkadaşları ile

paylaşır. Bu durumda ailenin çocuk üzerindeki kontrolünü azaltır. Özellikle kırsal

kesimden kentlere göç ederek, zor koşullarda geçim mücadelesi veren aileler

düşünüldüğünde, bu ailelerin hayat kavgasına dalarak çocuklarından uzaklaşması,

ergenliğinin sıkıntıları yaşayan çocukları daha da sorunlu hale getirir ve çocuk için

edinilen arkadaşlıklar vazgeçilmez ve sorgulanamaz bir hal alır. İşsizlik, aile içi

sıkıntılar, anne ve babanın ilgisizliği, anlayışsızlığı, çocuğun ihtiyaçlarının

karşılanamaması, aile bütçesine katkı sağlamak veya başka nedenlerden dolayı çalışmak

zorunda kalması, ergenlik çağının zorlayıcılığı ile birleştiğinde suç işleyen, evden

kaçan, sokaklar da yaşayan, alkol, uyuşturucu kullanan çocukların var olması

kaçınılmaz hale gelir.

Çocuklar ergenlik döneminde çevrelerinden fazlasıyla etkilenirler.

Yeniliklere, farklı deneyimlere daha açık bir hale gelirler. Daha önce yapmadıkları,

yapmayı düşünmedikleri davranışları, sırf arkadaşları tarafından dışlanmamak için

yapmaya başlarlar. Anne ve babalarının söyledikleri her söze karşılık verirler.

Büyüdüklerini düşündükleri için her konuda özgürce hareket edebilme haklarının

olduğunu varsayarlar. Tek başlarına her işin altından kalkabilecekleri fikrine kapılırlar.

Ailelerinin ve yakın çevrelerinin davranışlarına müdahale etmesinden, nasihat

işitmekten hoşlanmazlar ve böyle şeylere tepki gösterirler.

İşte ergenlik dönemi bu denli karmaşık ve anlaşılmaz bir dönemdir.

Özellikle aileler bu dönemde çocuklarını tanımakta zorluk çekerler. Hayatı boyunca

anne ve babasına sesini bile yükseltmemiş bir çocuk ergenliğin ortaya çıkardığı

93

fizyolojik ve psikolojik durumların sıkıntısıyla anne ve babasıyla bağırıp çağırarak

kavga edebilir. Ergenlik döneminde çocuğun davranışları en fazla arkadaşlarını

etkilediği söylenebilir. Daha öncede defalarca belirttiğimiz gibi, bu dönemde çocuklar

arkadaşlarının söylediklerine, onların yaptıklarına önem verirler. Çocuk için arkadaşları

her dönemde etkilidir; ancak özellikle bu dönemde bu etki daha da belirgin hale gelir.

Yakınında her istediğine sahip olan, rahat yaşayan, güzel giyinen, büyük ve

gösterişli evlerde oturan, arkadaşlarının varlığı çocuğun aklına neden ben onun gibi

değilim sorusunu getirir. Özellikle popüler kültür olarak adlandırdığımız ve son

dönemde varlığını baskın halde hissettiren yaşam biçimleri en fazla gençleri etkisi altına

almaktadır. Moda mekanlar, giyim tarzları, markalar, yeme alışkanlıkları, aktiviteler,

hatta konuşma biçimleri gençler arasında hızla benimsenmekte ve yaygınlaşmaktadır.

Kırsal kesimden gelip, gördükleri ile yaşadıkları arasında bocalayan çocuk için bu

alışılması ve içinden çıkılması hiçte kolay olmayan bir durumdur.

Çocuk ergenlikte “çevresinde daima “onun gibi olmak” istediği kişiler arar.

Böylece, özdeşleşme (identification) yaparak, kişiliğine biçim verirken, yetiştiği

çevrenin ekonomik ve sosyo-kültürel koşullarının etkisi altında, sorumluluk ve özerklik

arasında denge kurmak ister. “(YAVUZER;1993,111) Eğer çocuk model aldığı kişileri

yanlış seçerse yanlış davranışlarda bulunur. Özellikle ergenlik dönemindeki yanlış

arkadaşlar çocuğu suç başta olmak üzere illegal pek çok eyleme itebilir. Yani çocuk

denge kurmak isterken mevcut dengesini de bütünüyle yitirebilir.

Özetle çocukların ergenlik dönemi çok önemlidir. Bu dönemde model

alınan yanlış arkadaşlar çocuğa zarar verir. Çocuk ilk olarak anne ve babasını örnek alır,

onlar gibi davranmaya çalışır. Daha sonra çocuk sosyalleştikçe çevresinde yeni

modeller aramaya başlar, bu model bazen öğretmeni, meşhur bir pop şarkıcısı ve çoğu

kez arkadaşları olur.

2.5.3. Demografik Nedenler

Çocukları suça iten nedenler başlığı altında inceleyeceğimiz bir diğer konu

da demografik nedenler. Demografik nedenler olarak iç göçler, dış göçler,

gecekondulaşma ve kültür çatışmasından bahsedeceğiz. Sokak çocukları dediğimiz

sorunun ortaya çıkmasında, kentleşme ve iç göçlerin etkisinden uzun uzadıya bahsettik.

Özellikle 1950’kerden sonra ülkemizde hız kazanan iç göçler ve kentleşme süreci,

94

kentsel yoksullar diye tabir ettiğimiz marjinal grupların ortaya çıkmasına zemin

hazırlamıştır. Kentsel yoksulluk tek başına olmasa da, çocuk suçluluğunu da tetikleyen

bir durumdur.

Çocuk suçluluğunun tek bir nedenle açıklayamayız; fakat çocuk

suçluluğuna temel hazırlayan toplumsal koşulları analiz edebiliriz. İç göçler ve kültürel

çatışmalar yapacağımız bu analizde hareket noktamızı oluşturacaktır. Ancak bu

analizden evvel ülkemizde kentleşme olgusuna tekrardan kısaca değinmenin konunun

kavranması açısından faydalı olacağı kanaatindeyim.

Türkiye’de kentleşme sanayileşme ile bağlantılı olarak özellikle 1950’lerde

hız kazanmıştır. Kentleşmeyi tetikleyen faktörlerden daha önce söz etmiştik. Fakat ana

hatları ile bu kentleşmenin kırsal alanlarda güçleşen hayat koşulları, işsizlik ve kurulan

az sayıdaki sanayi kurumlarının kent çevrelerinde olmasından kaynakladığını

söyleyebiliriz. Kentleşme süreci, kırsal alan insanının olduğu kadar kent insanının da

yaşamını değiştirmiştir. Kısa sürede artan nüfus kentlerde alt yapı ve planlama

sorunlarını gün yüzüne çıkarmıştır ve buna ek olarak göçün en önemli sebeplerinden

biri olan işsizlik ne yazık ki kentlerde de insanımızın yakasını bırakmamış, mevcut iş

alanları nüfusu barındıracak yeterliliğe sahip olmadığı için göç edenler için onları

bekleyen hayat tam bir hayal kırıklığı olmuştur.”Kentleşmeye ilişkin sorunsal alanın

kökeninde aslında, kentsel yaşama ilişkin toplumsal eylem pratiğinin toplumsal

aktörlerce yaratılamayışı ve kültürel düzlemde biçimlenişini gerçekleştirememiş

kimlikler yatmaktadır.” (GENÇ; 1997,128)

Hayal kırıklıkları bir yana, kente uyum güçlükleri, göç eden insanımızın

özelliklede çocukların çeşitli problemlerle karşılaşması anlamına gelmekteydi.

Geleneksel değerlerle yetişen, büyük ailelerden gelen, köy insanımız şehirlerdeki

yalnızlıkla tanışınca tabir yerinde ise sudan çıkmış balık misali ne yapacağını şaşırmış,

buna birde yoksulluk eklenince aile bağları yavaş yavaş kopmaya başlamıştır. Bu tür

ailelerin çocukları için hayat daha da zordur. Ethem Çalık bu durumu şu şekilde

açıklamaktadır;

“Şehre yeni gelen ailelerde aile reisi ve çocuklar arasındaki kopukluk ve

çatışma, daha kuvvetli olmaktadır. Yeni bir çevreye gelen ve emeği ile çalışmak

zorunda olan büyükler, an’anelerinden kopmamakta, kopmak ihtiyacı da

95

hissetmemektedir. Onlar değişmeyi bozulma dejenere olma olarak idrak etmekte,

köydeki cemaat hayatını sürdürmek ve bu yeni çevrede yalnızlıktan kurtulmak için,

devamlı surette akraba ve hemşehri gruplarıyla münasebet kurmaktadırlar.(...)değişme

ve yeniliğe karşı daha hassas olan çocuklar ise bulundukları statüden memnun

değillerdir. Onlar kendilerini akranlarıyla başka ölçülerde mukayese etmektedir.

“(ÇALIK;1994,76)

Çalık’ın da bahsettiği gibi çocuklar için yeniliklere ayak uydurmak

yetişkinlere oranla daha kolaydır. Çocuklar gördüklerinden daha çabuk etkilenirler ve

gördüklerini daha çabuk öğrenirler. Ayrıca çocukların hayalleri daha büyük ve çeşitlidir.

Bu hayalleri gerçekleştirmenin yolu illegal yollardan geçse bile, çocuklar bunu tam

anlamıyla idrak edebilecek olgunluğa erişmişlerdir diyemeyiz.

Aileleri tarafından bütçeye katkı olsun diye sokaklarda çalışmaya itilen ya

da çalışmasına göz yumulan, dışlanan, şiddet gören ve terk edilen çocuklar suça açık

hale gelirler ki; özellikle kentlerde çocuk suçluluğu ne yazık ki günümüzde akıl almaz

boyutlara ulaşmıştır.

2.5.3.1. İç Göçler ve Gecekondulaşma

İç göçlerin yarattığı sıkıntılardan bahsettik. Bu bölümde iç göçlerin çocuk

suçluluğu üzerindeki etkilerini açıklamaya çalışacağız. “ Türkiye kırdan kente kitlesel

göç olgusu ile tanıştığı 1950’li yıllarda bu sürecin beraberinde getirdiği sarsıntılarla baş

edebilmesini sağlayacak bir dizi mekanizma geliştirmiştir. Kitlesel göç olgusunun

sarsıcı etkilerini hafifleten en temel kurum gecekondu olmuştur.”(ÖZER;2004,33)

Şehirleşmenin temel sorunlarından birini oluşturan konut yetersizliği bir anlamda

gecekondulaşma ile çözümleniyor gibi görünse de bu aslında yepyeni sorunların

başlangıç noktasıdır. Kent çevrelerini saran kaçak yapılaşmalar, kentsel dokuya zarar

vermiş, alt yapı sorunlarını arttırmış, buralarda yaşayan insanlar içinde sağlıksız

koşullara sahiplik yapmıştır. Yine gecekondulaşma marjinal sektörlerin doğmasına da

sebebiyet vermiştir. Gecekondu mafyası olarak adlandırılan kesim, gecekondulaşmadan

ciddi rantlar elde etmiştir. Gecekondulaşmada siyasilerin de payı yok değildir. Seçim

zamanı dağıtılan tapular, verilen sözlerin kimi zaman varoşları cazip kıldığı gerçeğini de

unutmamak gerekir.

96

Elbette ki kentleşmenin ve iç göçlerin tek negatif tarafı gecekondulaşma

değildir. “Şehir gittikçe artan bir çekim gücüne sahip olmakla beraber, kendisine

çektiklerini hergün biraz daha boğmaktadır. Kontrolsüz, plansız bir şehirleşme bir süre

sonra; hava ve su kirlenmesi trafik tıkanıklığı ve bir çok sosyal uyuşmazlık probleminin

ortaya çıkmasına neden olmaktadır."(ÜNSAL;1982,197) Sorunlar silsilesi içinde

büyümeye çabalayan çocukları bekleyen bir geleceğinde pek parlak olduğunu söylemek

güç. Zaten bunu her gün televizyonlarda izlediğimiz, gazetelerde okuduğumuz suç

makinesine dönüşmüş çocuk haberlerinden anlayabiliriz.

Kentleşme planlı ve koordineli uygulandığı zaman fayda sağlayacak bir

süreçtir. Ne yazık ki zamanında kontrol altına alınmadığı ve ileride ortaya çıkabilecek

sorunlar hesaplanmadığı için kentleşme ülkemize acı faturalar çıkarmıştır. Aslında her

şey tarım sektörüne gerekli önemin verilmemesi, topraklarımızın ne kadar değerli

olduğunun anlaşılamamasının neticesidir. Köylerde karnını doyuramayan insanımız

kentlerin yolunu tutmuştur. “Peki tüm bunlar olup biterken, kentlerimizde oluşacak iş

gücünü istihdam edecek endüstriyel bir gelişme sağlanabilmiş midir? Elbette hayır.

Dolayısıyla, kırdan kopan nüfusu kentlerimiz kucak açarak bekler durumda değildir.”(Y

ALÇIN;2004,119)

Köylerden kentlere göçen insanımızın kentlere uyum sürecinde yaşadıkları

pek çok filme de konu olmuş, çekilen Türk filmlerinde, taşı toprağı altındır diyerek

köylerden göçüp özellikle İstanbul’a gelen insanımızın yaşadıkları çelişkiler sık sık

halka yansıtılmıştır. Çok çocuklu ailelerin kentlerde dağılıp gittiği, acı dolu filmler bir

döneme damgasını vurmuştur. Ancak film deyip geçtiğimiz bu olayların gerçeği

yansıttığını da söylemek yanlış olmaz.

Filmlere bile konu olan göçler ve kentleşme süreci ülkemizin acı bir

tablosudur. Bu sürecin en mağdurları şüphesiz ki çocuklar olmuştur. Sadece anne veya

babanın çalışmasıyla geçinemeyen aileler, çocukları çalışmaları için sokaklara salmakta

bir sakınca görmemektedir. Bu çocuğun rızasıyla da olsa , bir yetişkin için bile son

derece tehlikeli olan sokaklar çocukları ya yutmakta ya da potansiyel suçlulara

dönüştürmektedir. Sadece sokaklar değil aynı zamanda parasızlık, yoksulluk çocukları

suç işlemeye iter. Hatta bazen aileler kendi elleri ile çocukları dilenmeye, kapkaça,

hırsızlığa teşvik etmektedirler.

97

2.5.3.2. Dış Göçler ve İkili Kültür Çatışması

İç göçler kadar dış göçler de çocuk suçluluğu üzerinde etkili olmaktadır.

Ülkemizde dış göçler 1960’larda ivme kazanmıştır ve o yıllar kadar yoğun olmasa da

günümüzde de halen devam etmektedir. Dış göçler dendiğinde aklımıza hep

Almanya’ya yapılan işçi göçleri gelmektedir. Tabi ki Almanya dışına da göç veren bir

ülke olmamıza karşın bir dönem Almanya’ya yapılan çok sayıdaki işçi göçü hafızalarda

yer etmiştir. Hatta “Alamancı” tabiri de o zamanlardan günümüze miras kalan bir

terimdir. Almanya’da çalışanlar için kullanılan bu terim bir dönemin adeta özeti gibidir.

Dış göçlerle iç göçler arasında da bir bağlantı kurulabilir. Kırsal kesimden

kentlere göç edenlerin bir kısmı bu göçü yurt dışına gidebilmek hayali ile yapmış, bir

kısmı da kentlerde karnını doyuramayacağının farkına varınca şansını dış ülkelerde

denemeye karar vermiştir. Yurt dışına göç edenlerin yazdıkları mektuplar ve anlattıkları

da dışa göçü cazip kılan bir unsurdur. Yine uzun yıllar yurt dışında çalışıp, ülkesine

zengin dönenler halkımız için birer örnek teşkil etmiştir.

“Türkiye’nin 1948’de başlayan Marshall Planı çerçevesinde aldığı dış

yardımlar sonucu sürekli birikerek büyük sorunlar çıkarmaya başlayan dış borç sorunu

dışa göçün önemli nedenlerindendir.“(YALÇIN;2004,128) Devlet işçi göçleri ile döviz

rezervini arttırmayı planlamış hatta bu işe yaramıştır. 1961 Anayasasından sonraki beş

yıllık kalkınma planında ülkedeki işsizliğin ortadan kaldırılması ve döviz akışı için öne

sürülen politikaları gerçekleştirmek amacıyla dış ülkelerle göç anlaşmaları imzalandı ve

bu anlaşmalardan ilki 1961 yılında Almanya ile imzalanan göç anlaşmasıdır.

(İÇDUYGU ve SİRKECİ; 1999,254-255)

Dış göç maddi ölçekte insanımıza kazandırsa da, manevi anlamda çok şey

kaybettirmiştir. Ülkesinde kazandığı davranış kalıpları, geleneksel değerleri beraberinde

götüren işçiler gittikleri ülkelerde uyum sorunu yani ikili kültür çatışması yaşamışlar,

hatta bu pek çok sosyal bilimciye de araştırma konusu olmuştur. Her zaman olduğu gibi

bundan en fazla etkilenenler çocuklardır. Evde ülkemize ait değerler ve geleneklerle

yaşayan, dışarıda ise daha özgür ve farklı bir kültürel yapılanmayla karşılaşan göç

çocuklarının bu ikilemin sonucu olarak suç işledikleri görülmektedir.

98

M. Fikret Gezgin Avusturya’daki Türk işçilerini analiz ettiği eserinde, yurt

dışına giden işçilerin ve ailelerinin karşılaştığı sorunları beş başlık altında analiz

etmiştir. Bu analizin dış ülkelerdeki Türk işçilerin karşılaştıkları sıkıntıların

kavramsallaştırılmasında oldukça faydalı olacağı kanaatindeyiz;

• Adaptasyon: Adaptasyon süreci Türk işçilerin çalıştıkları toplumda

yapmaları gereken işlere dair yaşadıklarını ifade eder. Daha açık bir ifade ile işçilerin iş

yerlerinde uyması gereken kurallar, ikamet edilen mekana dair zaruri görevler,

sağlık,güvenlik ve ücret konusundaki işlemler...vs hepsi adaptasyon sürecini ifade eder.

Bu süreç ilk başlarda sıkıntılı geçse de yurt dışında kalma süresiyle orantılı olarak

hafifler.

• Uyum: Göçmen işçilerimizin yaşadığı bir diğer sıkıntı da yaşadıkları

ülkenin diline, ülke sakinlerinin hayatlarına, içinde bulunduğu farklı kültürel kodlara

uyum sağlamasıdır. Bu uyum o ülkenin tüm değerlerini içselleştirip yaşamasından

ziyade, algılayıp farkında olabilmesidir.

• İntegrasyon: Bu kavram farklı görüşleri ve düşünceleri barındıran

karmaşık bir durumun ifadesidir. Bazen asimilasyon olarak da anlaşılan integrasyon

kavramını “işçilerin çalıştıkları ülkenin değerlerine dahil olmasıdır; diye özetleyebiliriz.

• Asimilasyon: Özellikle uzun yıllar yurt dışında çalışan işçiler ve aileleri

için geçerli olan asimile durumu, işçilerin kendi kültürel benliklerinin yaşadıkları

ülkenin kültürel potası içerisinde erimesi anlamına gelir.

• Akkültürasyon: Bu kavram kendi kültürünü de beraberinde götüren

işçilerimizin zamanla çalıştıkları ülkenin kültürüne dahil olması ile mevcut kültürlerini

değiştirmeleridir. Yani yaşanılan kültürel temaslar vasıtasıyla oluşan değişim

akkültürasyondur (GEZGİN;1994,45-80)

Özetle yurt dışına göç eden ailelerin devlete ve çevrelerine faydaları olduğu

gerçeğinin yanında, yaşadıkları kültürel çatışmalar da ciddi boyutlardadır. Küçük

yaşlarda yurt dışına giden “çocukların eğitimi ve öğretimindeki güçlükler, yurda

döndükten sonra ortaya çıkan uyumsuzluklar, bu sosyal problemler arasında dikkatleri

çekecek seviyeye ulaşmıştır. “ (ERDOĞMUŞ;1985,160) Sadece çocukların eğitimi

değil çocukların yaşadıkları ülkenin normlarına uyum aşamaları da sıkıntılı

99

olabilmektedir. Eğer çocuk daha etrafında olup bitenlerin farkında olamayacak kadar

küçük yaşlarda göçü yaşamışsa uyum süreci daha kolay olabilir; fakat bu defa da çocuk

için asıl sıkıntı kendi yurduna döndüğünde başlar. Kuralların gösterdiği farklılığı

kavraması, o kuralları kabulünden çabuk olsa da, bu ikilem yaşayıp, neyin doğru, neyin

yanlış olabileceğini algılamasında gösterdiği direnci ortadan kaldırmaz.

2.5.4. Kitle İletişim Araçları

Günümüz toplumlarında kitle iletişim araçlarının egemenliği tartışılamaz.

Teknolojinin bize sunduğu nimetlerin başında gelen kitle iletişim araçları hayatımızın

vazgeçilmezleri arasına girmiştir. Bu bireylerin ilişkilerine de yansımakta, artık özel

hayat başta olmak üzere mahremiyet gerektiren her şey kitle iletişim araçları vasıtasıyla

gözler önünde yaşanır hale gelmektedir. Faydaları olduğu kadar zararları da uzun yıllar

tartışılan televizyon, bilgisayar, telefon gibi araçların toplum üzerindeki yönlendiriciliği

her geçen gün artmaktadır.

Kitle iletişim araçları doğru kullanıldığında ve belli amaçlara hizmet

etmediği taktirde çok faydalı olabilir. Ancak kitleler üzerindeki yönlendiricilikleri

dikkate alındığında ne denli tehlikeli olabileceklerine de tarih boyunca defalarca şahit

olunmuştur. Örneğin Hitler’in kitle iletişim araçları ile fikirlerini halka nasıl yaydığını

sanıyorum ki bilmeyen yoktur. Yine bazı fikirlerin meşrulaştırılmasının yolu o fikirlerin

halka ulaştırılmasıyla mümkündür, bunun için de kitle iletişim araçlarından faydalanılır.

Bu araçlar vasıtasıyla insanlık dışı olaylar bile halkın gözünde bir anda büyük

kahramanlıklara, bu olayları gerçekleştirenlerde kahramanlara dönüşebilir.

Kitle iletişim araçlarının faydalarının da olduğundan söz ettik. Tüm

olumsuzluklarının yanında kitle iletişim araçları dünyada olup bitenleri anında bizlere

ulaştırır. Oturduğumuz yerden dünyanın bir ucunda yaşananlar hakkında bilgi sahibi

oluruz. Ayrıca görsel anlamda kitle iletişim araçlarının öğrenmeye de yararlı olduğu

gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Sadece halk için değil sermaye için de kitle iletişim

araçları olmazsa olmazdır. Ürünlerin pazarlanması, tanıtılması hep kitle iletişim araçları

vasıtasıyla yapılır. Bu nedenle ciddi bir reklam sektörü oluşmuş durumdadır.

Görselliğin insan üzerindeki tesirini keşfeden üreticiler bu sektöre büyük paralar

yatırmaktadır ve günümüzde her şey reklam malzemesi olarak kullanılabilir hale

gelmiştir. Bazen bir ölüm, bir çocuk, bir suç bile bu sektöre malzeme olur. Normalde

100

felaket diye adlandırabileceğimiz şeyler öyle allanıp pullanıp bizlere sunulur ki, bu

felaket oldu diye mutlu bile olabiliriz. Önemli olan ne olduğu değil, bize olanın nasıl

sunulduğudur.

Kitle iletişim araçlarının meşrulaştırıcılığından bahsettik. Aslında bu misyon

hiç de hafife alınabilecek bir şey değildir. Şiddet başta olmak üzere yaşanılan

çarpıklıklar, kötülükler kitle iletişim araçları sayesinde apaçık bizlere sunulur. Bizler

buna öylesine alışırız ki çıkan savaşlar, öldürülen, katledilen insanlar, işlenilen suçlar

karşısında duyarsız hale geliriz. Bir cinayet haberinin ardından sunulan komik bir haber

ya da bir magazin haberi, cinayet haberinin etkilerini kolayca ortadan kaldırabilir ve bu

ülkemizde olup bitenler hakkında daha az duyarlı, daha az düşünen, daha az eleştiren

bireyler haline gelmemizi sağlar. Zaten amaç mümkün olabildiği kadar halkı

hissizleştirmektir.

Başta televizyon olmak üzere tüm kitle iletişim araçları bireylere nasıl

davranmaları, ne yapmaları konusunda telkinlerde bulunur. Fakat bunu o kadar dolaylı

yoldan yapar ki, bizler farkına bile varamayız. Örneğin moda programları, dergilerdeki

boy boy, alabildiğine şatafatlı moda reklamları halkı pazarlanmak istenilen ürüne

yönlendirir. Bu durumdan şüphesiz en fazla etkilenen çocuklar ve gençlerdir. “Görsel

enformasyon çocuğu apansız yakalayıp yetişkin dünyasına sokmuştur.” (ÖZTÜRK;

2002,21) Bu sezonun moda renkleri, moda mekanları, moda ayakkabıları, moda

aksesuarları şunlardır diye bizlere sık sık aktarılanlardan ne kadar etkilendiğimiz

birbirinin aynısı gibi dolaşan insanların varlığı ile kanıtlanmaktadır. Yani medya

tüketime teşvik eder, makbul olan az soru soran, çok tüketen tek tip bireyler

yaratmaktır.

Ayrıca görsellik de çok önemlidir. Aktörler bizlerin yerine tartışır, aşk

yaşar, ağlar, kavga eder. Kitle iletişim araçları öylesine etkilidir ki bazen bize gösterilen

her şeyi gösterenlerden daha gerçekçi algılamamıza sebebiyet verir. Sevgilisinden

ayrılan birinin göz yaşlarına kanıp televizyon karşısında ağladığımız, çok ihtiyacı

olduğunu düşündüğümüz fakir bir delikanlıya Mısır’daki halasından miras kaldığı için

sevinç çığlıkları attığımız, özel hayatları malzeme yapıp ekran önünde kıyasıya kavga

ettirilenlere sinirlenip yastıkları tekmelediğimiz çok olmuştur. Elbette ki tüm bu

durumlar bir sonraki görsel şölene dek silinip gider. Peki ya silinmeyenler? İşte bu

101

bölümde kitle iletişim araçlarının bireylere, özelikle de çocuklara verdiği silinmesi

mümkün olmayan, kalıcı hasarlardan bahsedeceğiz.

2.5.4.1. Televizyon Programlarının Çocuk Suçluluğuna Etkisi

Günümüzde medyanın yetişkinler ve çocuklar üzerinde ne kadar büyük

etkiye sahip olduğundan bahsettik. Eskiye nazaran hayatımızın daha da vazgeçilmez

unsuru haline gelen kitle iletişim araçları bireylerin davranışlarını dahi

yönlendirmektedir. Yüz yüze ilişkilerin köreldiği, insanların birbirleriyle sadece

ihtiyaçları olduğu zaman konuşmaya tenezzül eder hale geldiği günümüz toplumlarında,

bizlerin yerine durmadan konuşan, fikir beyan eden birinin varlığını hiçte

yadırgamıyoruz aslında. Hatta onu alıp evimizin baş köşesine oturttuğumuz ve saatlerce

bıkmadan usanmadan dinlediğimiz oluyor.

Bahsettiğimiz şeyin televizyon olduğu gayet açık sanırım.”Televizyon

bilimsel ve teknolojik araştırmaların bir sonucu olarak icat edildi. Onun bir sosyal

iletişim aracı olarak gücü o kadar büyüktü ki sosyal ilişki biçimlerimizi ve

geleneklerimizin pek çoğunu değiştirdi.”(WİLLİAMS;2001,229)Bizleri eğlendiren ve

güldüren bu aracın, ne denli tehlikeli olabileceğini de atlamamak gerekiyor, özellikle de

söz konusu çocuklar olduğunda. “Çocuk ruhu boş bir plak gibidir ama bu plağa

istediğinizi kaydedemezsiniz. Çocuk istediklerini kaydeder, sizin vermek istedikleriniz

bir kenara yığılır. Hayatına asıl yön veren kendi seçtikleridir.“(ŞİRİN;1999,132) İşte bu

nedenle televizyonlarda yayınlanan şiddet içerikli programlar çocuğun psikolojisinde

derin tahribatlara neden olur. Çocuk yaşamı boyunca her sorunun şiddetle

çözümleneceği fikrine kapılır. Daha saldırgan ve daha sorumsuz hale gelir. Yine bazı

programlarda çocuğa sunulan renkli dünyalar, çocuğun kendi hayal gücünü

geliştirememesine sebep olur. Çocuk sosyal ilişkilerinden soyutlanır, yanlış tüketim

alışkanlıkları kazanır. (BALTAŞ; 1996,194)

Televizyon programlarının çocuk üzerindeki en önemli etkilerinden bir

diğeri çocuğu suça teşvik etmesidir. Bu tüm programlar için geçerli bir durum olmasa

bile, genel olarak çocuğun televizyondan etkilenerek pek çok olumsuz davranış

kazandığını söyleyebiliriz. Çocuk, televizyon ve suç bağlantısını daha iyi analiz

edebilmek için şöyle bir sıralama yapabiliriz:

102

• Bazı programlardaki şiddet, çocuğu kendine ve yakın çevresine zarar

verebilecek hareketlerde bulunmaya itebilir. Çünkü çocuğun hayranı olduğu bir

kahraman şiddet uyguluyorsa çocuk bundan etkilenecek ve model aldığı kişinin

davranışlarını tekrarlayacaktır. Çocuk için sevdiği, beğendiği kişinin yaptıklarını

tekrarlamak, onun gibi olmak demektir. Bu kişi bazen bir aktör, bazen de bir hayal

kahramanı olabilir. Çocuk için önemli olan hayranlık duyduğu kişi gibi olmaktır. Eğer

ki arkadaş çevresinde de onun hayranı olduğu kahraman beğeniliyorsa, söz konusu

etkilenme daha şiddetli bir hal alabilir. Örneğin çocuğun etkilendiği kişi hırsızlık

yapıyorsa ve bunun sonucunda alkışlanıp, sanki iyi bir şey için yapmış gibi

gösteriliyorsa, çocuğun zihninde “Hırsızlık yapmak övünülecek bir davranıştır.” fikri

oluşabilir.

• Yine bazı programlar çocukları sürekli tüketime teşvik eder. Çocuk bu

programlarda gördüklerine sahip olabilmek için her şeyi yapar hale gelir. Günümüzde

tüm değerlerin alınıp satılır olmasının, insanların sınırsız tüketime teşvik edilmesinin,

gelir dağılımındaki uçurum dikkate alındığında, ne kadar ciddi bir sorun olduğunu

görmemek imkansızdır. Mesela çocukların izledikleri çizgi film kahramanlarının

figürlerinin, çocuğun kullanabileceği her türlü malzemede yer alması, çocuk için

bunlara sahip olabilmeyi cazip hale getirir. Ayrıca, durmadan ortaya atılan moda

kavramı çocukları ve gençleri kısa zamanda etkisi altına alarak, tüketime teşvik eder.

Tüm bunları yapacak mali gücü olmayan çocuklar ve gençler için, her gün gözlerine

sokulan şatafatlı hayatı yaşayabilmenin bedeli bazen suça bulaşmak olabilir. “Reklamlar

da özentiye sebep olmakta, çocuklar kanaatkarsızlığa, tatminsizliğe ve isyana

sürüklenmekte, para, eğlence, lüks ve şöhret tutkusu artmaktadır. “(PEKER;1994,74)

Bu tutku bazen öyle boyutlara ulaşır ki, çocuk, kısa yoldan zengin ve şöhretli olabilmek

için evden kaçmayı bile göze alır. Zaten sık sık evden kaçan ve kötü insanlar tarafından

kandırılarak kullanılan gençlerin, çocukların haberlerine rastlıyoruz.

• Televizyonun tüketime teşvik etmekten başka üstlendiği bir diğer misyon

da her şeyi görünür kılmaktır. Mahremiyet, özel hayat gibi kavramlara medyanın

literatüründe pek rastlanmaz. Burada suçlanması gereken medya mıdır yoksa özel

hayatını uluorta ifşa edenler midir? Tartışılır. Fakat bizim için önemli olan her şeyi

görünür kılan medyanın çocuklara verdiği görünmeyen zararlar. Beğendikleri, hayranlık

duydukları ünlü insanların her gün çorap değiştirir gibi sevgili değiştirdiğini gören bir

103

çocuğa aile kurumunun kutsallığı ve mahremiyetini öğretmek nasıl mümkün olabilir ki?

Televizyonlardaki cinsellik kokan yayınlar da işin bir diğer boyutudur.

“Televizyonlarda seyredilen açık saçık aşk ve öpüşme sahneleri de

çocuklarda yaşlarına ve kişilik özelliklerine göre çeşitli problemler ortaya

çıkarabilmektedir. Bu tür filmler çocukları tahrik etmekte ve onlarda uyandırdığı taklit

unsurunun da etkisiyle bazılarını olumsuz cinsel davranışlara, hatta cinsel suçların

işlenmesine kadar götürebilmektedir.“ ( PEKER; 1994,73-74)

Özetle bazı televizyon programları çocuk suçluluğu ve çocuk psikolojisi

üzerinde olumsuz etkiye sahiptir. Çocuk, anne ve babasının davranışlarından,

çevresinden, arkadaşlarından nasıl etkilenip onları model alıyorsa, televizyonda

gördüklerinden de etkilenip, beğendiği aktörleri, şarkıcıları model alır. “ Televizyonun

“ekran esareti” getirdiği, beşeri ilişkileri dondurduğu, ahlaki değerleri aşındırdığı, lüks

tüketimi teşvik ettiği, insanları eve bağladığı söylenebilir.”(ERKAL;1998,209)

Televizyondaki yapımların bir diğer etkisi de çocuklarımızı kendi kültürümüzden

uzaklaştırmasıdır. “Televizyonda kadınlara, gençlere ve çocuklara yönelik yayınlara yer

verilmektedir. Bu yayınların önemli bir kısmı yabancı menşelidir. Yabancı kaynaklı

yayınlar ait olduğu toplumun tüketim ve davranış kalıplarının yaygınlaşması yönünde

etkili olmaktadır. “(DOĞAN; 1996,1316) Oysaki medya kültürel değerlerimizin

tanıtılması, gençler tarafından benimsenmesi adına çok önemli bir vasıta olma özelliği

taşır. Bu nedenle televizyon yayıncılığı çok büyük bir sorumluluk gerektirir.

2.5.4.2. Şiddet İçeren Diziler ve Filmler

Medyanın çocuk üzerindeki etkilerinden bahsettik. “Bireyin

sosyalleşmesinde medyanın etkisi giderek artmaktadır. Medya, çocuğa hem eleştirel

düşünmeyi kazandırabilir, hem de dikkat edilemediği zaman dogmatik bir birey

olmasına da yol açabilir. “(BAYRAK ve Diğerleri; 2005,287) Çocuklardaki merak ve

öğrenme duygusu, yetişkinlerden daha güçlüdür. Çocuk eğer uzun saatler boyunca

televizyon izliyor, izlediği programlarda ailesi tarafından kontrol edilmiyorsa, bu

çocuğun televizyondan gelebilecek her türlü olumsuz etkilenmeye açık olduğu anlamına

gelir. Sadece yetişkinlere yönelik bazı dizi ve filmleri izleyen çocuğun, gördüğü şiddet

içerikli sahneleri bilinç altına yerleştirmesi, çocuğu şiddete karşı duyarsızlaştırır. Şiddet

104

çocuk için normal, uygulanabilir bir olguya dönüşür. Çocuğun izlediği şiddet içerikli

dizi ve filmler arttıkça, çocuğun şiddete karşı hissettiği normallik duygusu pekişir.

Bunun yanı sıra “film kahramanları, çeşitli davranışlarıyla çocuktaki

saldırganlık dürtülerini harekete geçirebilmekte ve onu saldırgan kılabilmektedir.”

(VATANDAŞ;2003,46) Son yıllarda gençler arasında giderek yaygınlaşan saldırganlık

bunun bir kanıtıdır. Çocuk evde babasının annesine şiddet uyguladığına şahit oluyorsa,

izlediği dizilerde, filmlerde şiddet ödüllendirilen bir davranış olarak gösteriliyorsa, bu

durum çocukta hiçbir şeyin şiddet olmadan çözülemeyeceği fikrinin yerleşmesine yol

açar. Şiddet içeren, vurdulu kırdılı, bol kanlı, aksiyon dizileri ve filmleri medyada prim

yapmakta, yüksek reytingler almaktadır. Bunu keşfeden yapımcılar mafyavari dizilere,

özellikle son yıllarda, öncelik vermekte, neredeyse halk mafya dizileri ile yatıp kalkar

hale gelmektedir. Bu tür dizilerin kahramanlarına duyulan hayranlık o kadar ciddi

boyutlara ulaşmıştır ki, başta gençler olmak üzere bireyler, filmin veya dizinin

kahramanı gibi konuşmaya, giyinmeye ve davranmaya başlamışlardır.

Şiddeti bu kadar meşrulaştıran ve normalleştiren medyanın bundan kazancı

elbette ki vardır. Çünkü şiddet her zaman ilgi gören bir unsurdur. Merak uyandırır, etki

yaratır ve yönlendirir. “Medya yayınlarını “günahkarlık”a sürükleyen nedensellik zinciri

şöyledir: medya parayı reklamdan kazanmakta ve reklamverenler seyirci istemekte,

seyirci ise “şiddet ve cinsellik” ile avlanmaktadır” (BOSTANCI;1998,93) Günümüzde

gençler okullara ellerinde silahla ve bıçakla giriyorsa, tecavüz olayları bu kadar sık

yaşanıyorsa, şiddet çocukların oyunlarında yer alacak kadar yaygınlaşmışsa, daha

okuma yazma bile bilmeyen çocuklar silah markalarını ezbere biliyorsa, suçu birazda

çocuk üzerindeki kontrolünü yitiren ailelerde aramamız gerekiyor. Evinde birden fazla

televizyon bulunan çocuk, saatlerce internet kafelerden çıkmadığı halde bundan haberi

bile olmayan anne ve babalar da en az medya kadar suçludur.

2.5.4.3. Haber Programlarının Suça Etkisi

TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) 2006 yılında yaptığı Aile Yapısı

Araştırması, ülkemize ait ilginç tespitler sunmuştur. Bu araştırmanın bir bölümü de

Türk ailelerinin televizyon karşısındaki tavırlarını ve bakış açılarını ortaya koyan

verileri içermektedir. Araştırmaya göre ailelerin televizyon hakkındaki düşünceleri

şöyledir:

105

• Çalışmaya katılan ailelerin %16.4’ü çocuklarının her istediği zaman

program izleyebileceğini ifade etmişlerdir.

• %27.9’u televizyon yayınları ile ilgili şikayette bulunmuşlardır.

• %29.4’ü televizyonun aileye zaman ayrılmasını engellediğini

belirtmişlerdir.

• Televizyonun aile içi ilişkileri kötü yönde etkilediğini savunanların oranı

%61.1’dir.

• Ve son olarak televizyonu genellikle ailece izleyenlerin oranı %69.2’dir.

(www.tuik.gov.tr)

Veriler göstermektedir ki aileler genel itibariyle televizyon karşısında

çocuklarıyla beraber vakit geçirmektedirler. Anne ve babasıyla televizyon izleyen

çocukların yanlış programları izlemek konusunda ailesi tarafından daha kolay kontrol

edilebileceği düşünülse de, anne ve babaların bu konuda ne kadar hassas ve duyarlı

davrandığı tartışılır. Özellikle haber bültenlerinin etkileyiciliği göz önüne alındığında

çocukları bekleyen tehlikeye dikkat çekecek kadar ciddidir.

Haber bültenleri ve haber programları dünyada ve ülkemizde olup bitenleri

takip edebilmemiz adına faydalı programlardır. Ama dünyada ve ülkemizde her zaman

iyi şeylerin yaşanmadığını düşünürsek, bazen haberlerin de psikolojik olarak kötü

sonuçlara yol açabileceğini tahmin etmek pek de zor olmaz. Yanında anne ve babası

olsa bile çocuğun ayrıntıları ile cinayet, katliam, suç haberlerini izlemesi, bu durumları

doğal karşılar hale gelmesine, etkilenerek benzer davranışlara yönelmesine neden

olabilir.

Mustafa Ruhi Şirin’e göre çocuklar haberlerin etkilerine fazlasıyla

açıktırlar; çünkü televizyon çocukların haberleri yoğun bir biçimde almasını sağlar;

çocuklar televizyondaki haberlere inanırlar, verilen haberlerin önemli olduğunu

düşünürler, televizyon çocuklara haberleri vermek konusunda ulaşılması kolay bir

araçtır ve görüntülü, sesli olması, kullanılan dil bu etkilenmeyi arttıran

faktörlerdir.(ŞİRİN; 1999,148)

106

Haber programlarında sunulan kötü olaylar kadar son zamanlarda artan

magazinsel haberler de çocukları olumsuz etkilemekte ve suça teşvik etmektedir. Anne

ve babaların bu konuda bilinçli davranması, dikkat etmesi gerekir. Kendi çocuğunun

kontrolünü sağlayamayan ailelerin dışarıdan gelen kontrollere açık çocuklar

yetiştirdiklerini unutmamaları ve bu dış kontrollerin her zaman doğru yönde

olmayacağını bilmeleri şarttır.

2.5.4.4. Sanal Ortam ve Suç

Çocuk suçluluğuna etki eden bir diğer faktör sanal ortam diye

nitelendirdiğimiz internettir. İnternet insan yaşamında büyük kolaylıklar sağlayan bir

araç olarak oldukça faydalıdır. Dünyanın her yerinden, her türlü bilgiyi ister görüntülü,

isterse yazılı olarak bizlere ulaştıran internet, aynı zamanda iş hayatında da vazgeçilmez

bir yardımcıdır. Zamandan tasarruf sağlayan, bilgileri kolayca depolayan ve istenildiği

anda herkesin kullanımına açan bu araçla artık oturduğumuz yerden alışveriş bile yapar

hale geldik.

Bunca güzel taraflarına karşın internet, bilinçli ve yasal amaçlarla

kullanılmazsa büyük tehlikeler içerir. Eğer çocuk internet ortamına aile tarafından

denetlenmeden kolaylıkla girebiliyorsa bu, çocuğu internetten gelebilecek zararlara

açık hale getirir. Porno içerikli, bölücülük propagandası yapan siteler çocuğun ruh

sağlığını olumsuz etkiler. Buna ek olarak insanların birbiriyle sohbet etmesini sağlayan

ve chat siteleri olarak tabir edilen sitelerde çocuklar kötü emelleri olan diğer insanların

tuzaklarına düşebilir. Özellikle son yıllarda sık sık duyduğumuz bu durum ciddi bir risk

alanı oluşturmaktadır. Bu sitelerde kendini farklı ve yanlış tanıtan bireyler çocukları

çeşitli metotlarla etkileyerek onları istekleri doğrultusunda kullanmaktadır.

İnternetin yanında çocuklarımızı bekleyen bir başka tehlike de bilgisayar

oyunlarıdır. Şiddet içeren bu oyunların başında saatlerce bıkmadan usanmadan oturan,

internet kafelerde zamanını ve parasını bu oyunlara harcayan çocuklarda, şiddet bilinç

altına yerleşerek sıradanlaşır. Yine porno içerikli oyunlarda olayın bir diğer yüzüdür.

“Bu oyunların oynanması, bazı çocukları cinsel yönden aşırı uyarmakta, bazılarında

nefret ya da suçluluk duygusunun oluşumuna, bazılarında ise cinsel suç işlenmesine ya

da normalden sapan bir davranışa neden olabilmektedir.”(YAVUZER;2005,226)

107

Gerek bilgisayar oyunları gerekse internet çocukların gelişimine zarar

verebilir. Geçmişte sokaklarda top oynayan, ip atlayan, ağaçlara tırmanan çocuklar

günümüzde bilgisayar karşısında vakit geçirmektedir. Çocukların sosyal gelişimini de

olumsuz etkileyen bilgisayar, çocuğun arkadaşlarına ve ailesine vakit ayırmasını

engeller. Gerçek arkadaşlıkları sanal arkadaşlıklara tercih eden yeni nesiller için bu

durum es geçilemeyecek kadar önemlidir. Yine bilgisayara sahip olabilmek iyi bir gelir

seviyesini gerektirdiği için çocuklar arasında kıskançlık, özenti gibi duyguların

oluşumuna neden olabilir. Bu duygular çocuğu bilgisayara sahip olabilmek için

yapmaması gereken davranışları yapmaya itebilir.

Özellikle internet ortamını kullanarak bölücü ve illegal fikirlerini yaymaya

çalışan örgütler, sapkın gruplar, dini duyguları istismar ederek kendi amaçlarını

gerçekleştirecek bireylere ihtiyaç duyan yapılanmalar, çocukları ve gençleri hedef

almaktadırlar. Onlara çeşitli vaatlerle düşüncelerini aşılayan bu insanlar, çocukları ve

gençleri kullanmakta, onlara istediklerini yaptırmakta sonuç olarak da, isyankar, suç

işlemeye hazır gençlerin yetişmesine yol açmaktadırlar.

Bu konuda Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğünün düzenlediği

“İnternette Güvenlik Kampanyası” kapsamında şu tedbirlere yer verilmiştir:

• İnternet bağlantısı olan bilgisayar çocuğun kendi odasında değil,

ebeveynler tarafında kolaylıkla takip edilebilecek salon, oturma odası gibi yerlerde

bulundurulmalıdır.

• Çocuğun internette nerelere girdiğini öğrenmeye yarayan programlar

kullanılmalıdır.

• Çocukların internet vasıtasıyla bilinmeyen kişilerle temas kurması

engellenmelidir.

• Çocukların illegal sitelere girmemesi için anne ve babaların dikkatli

davranması gereklidir.(TUNA;2007,4)

Tüm bunlar çocukları ve gençleri bilgisayarın olumsuz etkilerinden uzak

tutar. Aslında bilgisayar ve internet hayatımızı kolaylaştırmanın yanı sıra eğitim

açısından da faydalıdır. Önemli olan çocuklarımıza bilgisayar ve internetin yararlı

taraflarını göstermektir.

108

2.5.5. Bağımlılık Yaratan Maddeler ve Suç

Alkol, sigara ve uyuşturucu maddeler ile suç arasında doğrudan bir ilişki

vardır. Bu maddeleri kullanan insanlar çoğu zaman bilinçlerini kaybettikleri için suç

işlemeye daha meyilli hale gelirler. Aynı zamanda bu tür maddeler bağımlılık yarattığı

için, bunları bulamadıkları zaman elde etmek için her şeyi yaparlar. Gençler arasında da

yaygın olarak görülen alkol ve sigara kullanımı, uyuşturucu madde kullanımına da

açılan bir yoldur.

İnsanlar hayatın zorlayıcı taraflarından, kişisel sıkıntılarından kaçış yolu

olarak gördükleri bu maddelerin zamanla esiri olurlar. Geçici rahatlama sağlayan alkol

ve uyuşturucular, kullananların hem bedenlerine hem de zihinlerine zarar verir. Bunları

kullananlar kendilerinden geçerler, düşünemezler, hareketlerini kontrol edemezler ve

saldırganlaşırlar. Şiddete meyilli hale gelirler. Fakat asıl tehlike gençler ve çocuklar

içindir. Özellikle ergenlik çağındaki çocuklar bu tür maddelere karşı açık hedeftirler.

“Kendi kimliğini oluşturma süreci, kaçınılmaz olarak keşif ve denemeyi içerir ve bu,

uyuşturucu denemeye kadar uzanabilir. (...)Bir grup olarak ergenler, sık sık risk alarak

sınırları zorlarlar.”(SCHWEBEL; 1998,28-29)

Bazen arkadaş ortamında, bazen de büyüklerinden özentiyle başlanılan alkol

uyuşturucu ve sigara fiziksel olduğu kadar ruhsal yönden de çocuklara zarar verir. Bu

zararların farkında bile olmayan gençler geçici mutlulukların verdiği hazla, zaman

içerişinde geriye dönemeyecekleri bir yola girerler.

Özellikle sokak çocukları bu tür maddeleri içinde bulundukları kötü

durumdan kurtulmak için kullanmaktadırlar. Umut Çocukları derneğinin başkanı Y.

Ahmet Kulca’ya göre sokak çocuklarının madde kullanımının ardında yatan nedenler

şunlardır: her şeyden önce tiner, bali gibi maddeler ucuz olduğu ve her yerde satıldığı

için ulaşılması kolaydır. Bu maddelere ulaşan çocuk, bu maddelerin verdiği geçici

rahatlama hissi ile güzel hayaller kurabilir, daha kolay hareket eder, fiziksel acılara daha

dayanıklı hale gelir ve kendini daha güçlü hisseder.(KULCA;2005)

İster sokak çocuğu olsun isterse ailesinin yanında yaşayan çocuklar olsun

günümüzde madde kullanımı artmaktadır. Örneğin sigara diyip geçtiğimiz ve çoğu kez

dikkate bile almadığımız madde uyuşturucunun ilk basamağını oluşturabilmektedir.

Aile içerisinde sigara kullanımı çocuğa olumsuz bir örnek teşkil eder. Babasının ya da

109

annesinin sigara içtiğine şahit olan çocuk, sigarayı iyi bir şeymiş gibi algılayabilir. Önce

sigara, sonra alkol, sonra uyuşturucu haplar derken çocuk zamanla madde bağımlısı

haline gelir. Elbette ki her sigara kullanan çocuk uyuşturucu kullanacak diyemeyiz;

fakat belirttiğimiz gibi madde bağımlılığı bazen tütün maddelerinin kullanımı ile

başlayabilmektedir.

Bağımlılık yaratan maddeler çok çeşitlidir ve insan bir kere bunlara alıştığı

zaman kolay kolay kurtulamaz. Özellikle de gençler bu tür maddeleri kullanmaya

başladıklarında zaman içerisinde bağımlı olurlar ve bu maddelere ulaşabilmek için her

şeyi yaparlar. Zaten uyuşturucu satıcıları da bunu çok iyi bildikleri için gençleri hedef

alırlar. Onlara sattıkları mal karşılığı her istediklerini yaptırabilirler ve genç bir süre

sonra uyuşturucunun ve uyuşturucu satıcısının kölesi haline gelir.

Sokaklarda yaşayan, çalışan çocuklar daha fazla risk altındadır. Özellikle

son zamanlarda haber bültenlerine sık sık konu olan tinerci ve balici çocuklar, genel

olarak bakıldığında ailesi olmayan veya ailesi varsa bile onlar tarafından kontrol

edilmeyen, ekonomik sıkıntı yaşayan, parçalanmış aile çocuklarıdır. Bu çocuklar ucuz

ve kolay ulaşılabilir olmasından dolayı tiner, bally gibi maddeleri tercih etmektedirler.

“Tiner, bally gibi isimlendirilen ve burun yolu ile solunarak kullanılan maddeler petrol

türevleridir ve genel olarak uçucu madde olarak bilinirler” (CEYLAN; 2007,54) Söz

konusu maddeler ciddi sağlık sorunlarına yol açmakta ve ciddi bir tedavi süreci

gerektirmektedir. “Bu maddelerin kullanımının çocuk yaşlarda başlaması, daha ağır

maddelerin kullanımına geçişte basamak oluşturması, uçucu madde kullanımını ve

bununla ilgili bozuklukların önemini arttırmaktadır. “(CEYLAN; 2007,55)

2.6. SOKAK ÇOCUKLARININ MARUZ KALDIĞI TEHLİKELER

Buraya kadar sokak çocukları kimdir, sokak çocuklarının ortaya çıkmasına

yol açan toplumsal ve ekonomik şartlar nelerdir konularını analiz etmeye çalıştık. Bu

konular içerisinde sokak çocuklarını bekleyen tehlikelerden de şüphesiz ki bahsettik.

Fakat genel olarak özetlememiz gerekirse sokak çocuklarını bekleyen ve sokak

çocuklarının maruz kaldığı tehlikeler şöyle özetlenebilir:

• Şiddet: Sokak çocukları, yaşamlarını sokaklarda sürdüren veya

günlerinin büyük bölümünü sokaklarda çalışarak (mendil satarak, araba camı silerek,

ayakkabı boyayarak...vs) geçiren çocuklardır. Kentleşme ile çoğalan metropollerde

110

zaten zor olan hayat şartları çocuklar için daha da büyük riskler taşır. Yetişkinlerin bile

tehlikelere açık olduğu sokaklar, çocuklar için başlı başına birer düşmandır. Sokak

çocukları, sokaklarda şiddete maruz kalabilirler. Aslında bu şiddet sadece sokaklarla

sınırlı değildir. Zaten öyle olsaydı, belki de bugün bu kadar çok sokak çocuğu olmazdı.

Bazen aile içi şiddet, okullardaki şiddette çocuklara zarar vermekte hatta onları

sokaklara itmektedir.

• Sağlık Sorunları: Sokak çocuklarının maruz kaldığı tehlikelerden bir

diğeri yaşadıkları sağlık sorunlarıdır. “Bu çocukların sağlıklı beslenmeleri sokak

ortamında mümkün olmamakta, elde ettikleri besinler sağlık açısından ciddi tehlikeler

oluşturmaktadır. “(İLDEŞ; 2004,457)Yoksul ortamlarda bile gerekli gıdayı bulamayan

çocuklar, sokaklara düştüklerinde başlı başına bir açlık problemi ile karşı karşıya

kalırlar. “ Sokağın her türlü pisliği içeren ortamında kapılan enfeksiyonlar geri dönüşü

olamayacak kronik hastalıklarla, büyüme ve gelişim bozukluklarına yol açmaktadır.

“(İLDEŞ; 2004,457)

Ayrıca “Sokak çocukları cinsel yolla geçen hastalıkların bulaşma riskine

açıktır; buna HIV de dahildir. Bulaşma, hastalıklı biriyle para için ya da zorla ilişkiye

geçmekle olabilir. “(ENNEW; 1998,24) Yine AIDS hastalığı da sokak çocukları için bir

diğer tehlikedir. Cinsel istismara açık olan sokak çocukları fuhuş sektöründe de

kullanılmaktadır.

Bütün bunlara ek olarak çalışan çocuklar kaldıramayacakları ağır işlerde

kullanıldıkları taktirde, vücutlarında fiziksel bozukluklar oluşabilir. Ergenlik çağındaki

çocuklar bedensel gelişimlerini tamamlamadıkları için çalışılan sağılıksız ortamlar

ileride tedavisi mümkün olmayan sağlık sorunlarına yol açabilir. Yine sokak çocukları

uyuşturucu madde ve alkol kullanımına açıktırlar. Elbette ki hepsi uyuşturucu veya

alkol kullanıyor diyemeyiz. Ama son yıllarda sokak çocukları arasında bali ve tiner

kullanımı yaygınlaşmıştır. Son olarak “baskı, yüklenilen ağır sorumluluklar, karşılaşılan

istismar ve ihmale yönelik davranışlar çocuklarda ciddi duygusal zedelenmelere, hatta

ruh sağlığının yitimine neden olabilmektedir.”(İLDEŞ; 2004,458)

• Suç Örgütleri Ve Çeteler: Daha önce de bahsettiğimiz bu konu sokak

çocuklarını bekleyen bir diğer tehlikedir. Uyuşturucu satıcılığından tutun da, gasp,

kapkaç ve dilencilikle köşeyi dönenler yaptıkları işlerde çocukları özellikle de sokak

111

çocuklarını kullanırlar. Çünkü bu çocukların arkasını arayan yoktur. Çocukların da

barınacak yere, karınlarını doyuracak besinlere ihtiyacı olduğu için kolaylıkla çetelerin

ve örgütlerin ağına düşmektedirler.

Özetle sokak çocukları toplumumuzun kanayan bir yarasıdır ve ne yazık ki

bu konuda yapılan çalışmalar çocukları sokağa düşmekten kurtarmaya yetmemektedir.

Sokaklarda yaşayan, çalışan çocuklar yukarıda açıklamaya çalıştığımız tehlikelilerle

karşı karşıya kalmaktadır ve neticede olarak çocuklar duygusal ve fiziksel yönden

sağlıksız birer birey olarak yetişmektedir. Sokaktaki çocuklar bir yana yapmamız

gereken daha sokaklarla tanışmamış çocuklar için önlem almaktır. Çünkü sokaktaki

çocuklar ne kadar kurtarılırsa kurtarılsın devamı geldikçe bu sorun tam olarak

çözümlenemez. Bunun için toplumsal sorunlar iyi analiz edilmeli ve gerekli tedbirler

alınarak hem sokaklardaki çocuklar yeniden topluma kazandırılmalı hem de çocukların

sokağa düşmesi engellenmelidir. Çünkü toplumumuzda ki her çocuktan bizler

sorumluyuz.

112

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SOKAK ÇOCUKLARININ TOPLUMA KAZANDIRILMASI AÇISINDAN

KÜTAHYA’DA YOKSULLUK YÖNETİMİ

113

3.1. KÜTAHYA’DA KENT YOKSULLUĞU

Kütahya ilinde yoksulluğun boyutlarını, sokak çocukları sorunsalını ve

sokak çocuklarının yeniden topluma kazandırılması adına belli misyonlar üstlenen

kurum ve kuruluşların personel durumları, çalışma yöntemleri ve sıkıntılarını

incelemeye çalışacağız. Kütahya ili tam anlamı ile metropol şehir özellikleri

sergilemese de, gelişime açık ve gelişen bir yerleşim alanıdır. Oldukça zengin bir

tarihsel geçmişe sahip olan Kütahya’da işsizlik, diğer iller gibi en önemli problemlerin

başında gelmektedir. Geleneksel ve kültürel değerlerin hala yaşatıldığı şehir

üniversitesi, tarihsel dokusu ve çinicilik sektöründeki ünüyle tanınmakta ve nüfusu

saydığımız bu özellikleriyle bağlantılı olarak artmaktadır.

Öncelikle Kütahya ilini tanımaya; daha sonraki bölümlerde ilimizin sokak

çocukları sorununda nasıl bir özellik sergilediğini analiz etmeye çalışacağız. Son olarak

Kütahya’daki sosyal hizmet kurumları, sivil toplum örgütleri hakkında bir

değerlendirme yapacağız.

3.1.1. Nüfus Göstergeleri

Kütahya, 11.977 Km² yüz ölçümüne sahip, %57.5’i dağ, %11’ ova, %31.5’i

platolardan oluşan, tarım arazileri 409.488 Ha, mera-çayır alanı 88.209Ha, orman alanı

612.592, toplam arazileri 1.187.500 Ha olan bir ildir. İlin 2000 yılı sayımlarına göre

nüfusu 656.903’dür. Bu nüfusun 318.869’u il ve ilçe merkezinde, 338.034’ü bucak ve

köylerde yaşamaktadır. Nüfus artış oranı 1990-2000 sayımına göre 12.81’dir. Nüfus

yoğunluğu Km²’ye 55 kişidir. Kütahya 75 belediyeden, 541 köyden ve 13 ilçeden

oluşmaktadır.(www.kutahya.gov.tr; 26.02.2007) “Kütahya ve çevresi, gerek fiziki

coğrafya şartları gerek beşeri ve iktisadi coğrafya şartları bakımından Ege, Marmara ve

İç Anadolu bölgeleri arasında bir geçiş teşkil eder.” (DÖNMEZ;1981-1982,1)

Yukarıdaki verilerden anlaşılacağı üzere Kütahya ilinde nüfus artış hızı

fazla olmamakla birlikte pek kalabalık bir yerleşim alanı olmadığı da söylenebilir. İlin,

2000 Genel Nüfus Sayımına Göre, cinsiyet, okur-yazarlık, eğitim durumu ise şu

şekildedir;

114

Tablo 3.1. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımına Göre, cinsiyet, okur-

yazarlık, eğitim durumu

DEĞERLER ERKEK KADIN

Toplam sayı 299 073 293 109

Okuma yazma bilmeyen 16 192 48 389

Okuma yazma bilen 282 880 244 713

Bir okul bitirmeyen 60 172 59 422

İlkokul 119 077 141 931

İlköğretim 10 166 5 849

Ortaokul 29 785 10 132

Ortaokul dengi meslek okulu 933 326

Lise 30 056 14 959

Lise dengi meslek okulu 18 563 6 327

Yükseköğretim 14 123 5 739

Mezuniyeti bilinmeyen 5 28

Okuma yazma durumu bilinmeyen 1 7

(kaynak; DİE, www.tuik.gov.tr, 26.02.2007)

Bu sonuçlar bize Kütahya’da okur yazarlık oranlarının pek çok ile nazaran

daha yüksek olduğunu göstermektedir. Fakat genel bir değerlendirme yapacak olursak,

2000 nüfus sayımına göre eğitim durumunun pek iç açıcı olmadığı söylenebilir. Fakat

üniversitenin de etkisi ile eğitim seviyesinde artış yaşanmaktadır.

3.1.2. İşsizlik ve Sosyal Eşitsizlik

Kütahya şehir olarak tam anlamıyla sanayileşmesini tamamlayamamıştır.

Üniversitenin varlığı ile son yıllarda artan iş olanakları ne yazık ki tek başına

Kütahya’daki işsizlik sorununa çözüm olmamaktadır. “Kütahya ili tarih boyunca uzun

bir süre tarım sektöründeki üretimi ile gelirini sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu

döneminde çinicilik, dokumacılık ve dericilik merkezi olmuştur. İmalat ve sanayileşme

sürecine gerçek anlamda Cumhuriyet döneminde geçilmiştir.” (ERCAN ve Diğerleri;

2002,319)

Genel olarak kapalı bir toplum modeli sergileyen Kütahya ilinde, şehirleşme

ve alt yapı sorunları tam anlamıyla çözümlenememiştir. Aslında turizm adına tarihsel

geçmişi ile potansiyel bir alan oluşturmasına karşın, Kütahya’daki tarihsel değerlerin

115

yeterince kullanılamaması ve tanıtılamaması pek çok insana iş kapısı açacak bir

sektörün ortaya çıkışını engellemektedir.

Kütahya’da 2005 rakamları ile özel sektöre ait 308 adet tesis mevcuttur.

Kamuya ait tesislerin sayısı 5’dir. Çalışan sayısı 103.356 iken iş isteyenlerin sayısı

5.402 olarak tespit edilmiştir. Çalışanlar emekli sandığı, SSK ve Bağ-Kur’a bağlıdır.

(www.kutahya.gov.tr) Kütahya Sanayi ve Ticaret Müdürlüğünün “Kütahya 2005

ekonomik ve Ticari Durum Raporu”ndan alıntılayarak aktardığımız bu rakamlar bize

Kütahya’nın gelişmekte olan bir il görüntüsü sergilediğini gösteriyor. 2000 Genel Nüfus

Sayımı sonuçlarına baktığımızda ise Kütahya’nın iş gücü durumu ve cinsiyete ait şu

verilerle karşılaşırız;

Tablo 3.2. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre iş

gücü durumu ve cinsiyete ait verileri

DEĞERLER TOPLAM ERKEK KADIN

Toplam Nüfus 525 699 264 942 260 757

12 yaş ve daha yukarı yaştaki nüfus ***** 187 622 127 805

İstihdam ***** 176 151 124 413

İşsiz ***** 11 471 3 392

İş gücünde olmayan ***** 77 319 132 951

Bilinmeyen ***** 1 1

(Kaynak; DİE, www.tuik.gov.tr)

Bu veriler bize Kütahya’da işsizlik rakamlarının azımsanmayacak oranlarda

olduğuna işaret etmektedir. Yine aynı yılın işgücünde olmayan nüfus sayımı sonuçları

şöyle bir tablo oluşturmaktadır;

116

Tablo 3.3. Kütahya ilinin 2000 Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre

işgücünde olmayan nüfus

DEĞERLER TOPLAM ERKEK KADIN

Toplam Nüfus 210 270 77 319 132 951

İş arayıp son üç ayda iş arama kanalı kullanmayanlar ***** 5 590 2 052

Öğrenci ***** 41 415 30 182

Ev kadını ***** ***** 96 061

Emekli ***** 24 642 3 723

İrad sahibi ***** 3 800 814

Diğer ***** 1 872 119

(Kaynak; DİE, www.tuik.gov.tr)

Görüldüğü gibi Kütahya ili iş gücü anlamında ciddi bir potansiyele sahiptir.

Fakat mevcut sanayi kolları ve sektörler söz konusu potansiyeli ikame edecek yeterliliğe

sahip değildir. Her gelişmekte olan şehir gibi Kütahya ilinde de nüfus arttıkça bu durum

bazı sıkıntıların ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Bugün İstanbul, Ankara, İzmir gibi

metropollerde rastladığımız sokak çocukları sorunu ileriki yıllarda Kütahya ili için de

söz konusu olabilir. Çünkü tezimizde en başından beri vurguladığımız kentsel

yoksulluk, büyüyen tüm iller için tehdit oluşturmaktadır.

Kütahya ilinde mevcut iş kolları büyümekte, hatta Güral Porselen gibi

dünya çapında iş yapan kurumlar yer almaktadır. Ancak bu kurumlar işsizliği ortadan

kaldırmaya yetmeyeceği için çalışan ve kazananlarla, çalışmayanlar arasındaki sosyal ve

ekonomik eşitsizlik büyüyecek, büyüdükçe de, kentsel sıkıntılar (gecekondulaşma, suç

oranlarında artış, sokak çocukları...) artacaktır. Kütahya’da başta çinicilik olmak üzere

şeker fabrikaları, un fabrikaları, gıda sanayi ve kömür sanayi vardır. Buna ek olarak

çimento, kiremit, mermer, maden, inşaat, süt ürünleri, kereste, makine üretimi yapan

kuruluşlar mevcuttur. Bu çeşitliliğe karşın sektörel büyüme tam anlamı ile

sağlanamadığından işsizlik görülmektedir.

3.1.3. Çocuk Nüfusu ve Eğitim Durumu

2005 Yılı rakamlarına göre Kütahya ilindeki eğitim kurumları ve bu

kurumlarda eğitim gören öğrenci sayıları, okullardaki öğretmen sayıları ve derslik

sayıları şöyledir;

117

Tablo 3.4. 2005 Yılı rakamlarına göre Kütahya ilindeki eğitim kurumları ve

bu kurumlarda eğitim gören öğrenci sayıları, okullardaki öğretmen sayıları ve derslik

sayıları

İlköğretim Adet

Resmi İ.Ö.O.

Okul sayısı 346

Derslik sayısı 2.858

Öğretmen sayısı 3.191

Öğrenci sayısı 65.897

Özel İ.Ö.O.

Okul sayısı 7

Derslik sayısı 118

Öğretmen sayısı 128

Öğrenci sayısı 1.410

Ortaöğretim

Genel Ortaöğretim

Okul sayısı 28

Derslik sayısı 494

Öğretmen sayısı 714

Öğrenci sayısı 12.643

Özel Lise

Okul sayısı 3

Derslik sayısı 38

Öğretmen sayısı 59

Öğrenci sayısı 664

Mesleki Teknik Ortaöğretim

Okul sayısı 37

Derslik sayısı 464

Öğretmen sayısı 844

Öğrenci sayısı 11.215

Yüksek Öğretim

Fakülte Sayısı 7

Yüksekokul 19

Enstitü 2

Öğrenci Sayısı 22.748

Öğretim Görevlisi Sayısı 722

Okur Yazar Olanların Nüfusa Oranı %98

Kaynak: (www.kutahya.gov.tr)

118

Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere Kütahya ilinde ciddi bir genç nüfus

söz konusudur. Bu genç nüfusun ileriki yıllarda potansiyel iş gücü olduğu göz önüne

alınırsa, Kütahya ilindeki iş olanaklarının arttırılmasının önemini daha net

kavrayabiliriz. Kütahya ilinin okur-yazarlık oranlarında da geçmiş yıllara nazaran

belirgin bir artış olduğu da aşikardır.

Kütahya İlindeki çocuk nüfusuna göz atacak olursak DİE’nin 2000

sonuçlarına göre 0-19 yaş arasındaki çocukların sayıları şöyledir;

Tablo 3.5. DİE’nin 2000 sonuçlarına göre Kütahya İlindeki 0-19 yaş

arasındaki çocuk nüfusu

YAŞ ARALIĞI KIZ ERKEK TOPLAM

0-4 26 398 27 568 53 966

5-9 26 103 27 592 53 695

10-14 29 176 30 702 59 878

15-19 33 368 35 210 68 578

(Kaynak; DİE, www.tuik.gov.tr)

3.1.4. Sosyal Hizmet ve Çocuk İlişkisi

Sosyal Hizmet kurumları bir ülkede hayati roller üstlenen kuruluşlardır.

Ülkemizdeki Sosyal Hizmetleri üç kategoride inceleyebiliriz. İlk olarak Sosyal Hizmet

dendiğinde Kamuya bağlı Sosyal Hizmetler akla gelir. Bunlar kamuya bağlı mahalli ve

merkezi birimler tarafından gerçekleştirilmektedir. Merkezi anlamda Sosyal Hizmet

veren ve Başbakanlığa bağlı olan kurumlar arasında Çocuk Esirgeme Kurumu, Vakıflar

Genel Müdürlüğü veya Bakanlıklar (Sağlık ve İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim

Bakanlığı..) sayılabilir. Yine yerel ölçekte Belediyelerin, İl Özel İdarelerinin ve Köy

İdarelerinin de Sosyal Hizmet Birimleri mevcuttur. İkinci olarak kamu dışında Sosyal

Hizmet veren gönüllü kuruluşlar, son olarak da özel kuruluşlar bulunmaktadır. (ABAY;

2004,594)

Sosyal Hizmet kuruluşları toplumsal yapıdaki kırılmaların önüne

geçilebilmesi ve onarılması noktasında çok önemlidir. Sosyal Hizmet vasıtasıyla “Genel

nüfus çocukluk ergenlik, gençlik ve yaşlılık olmak üzere evrelere ayrılarak kimsesiz ve

119

korumaya muhtaç olanlar devletin şefkat alanına alınır. Sosyal hizmet devletin ana

rollerinden biri haline gelir.”(ŞAHİN; 2004,661)

DİE’nin 2000 Nüfus Sayımı sonuçlarına göre ülkemizde 0-18 yaş arasındaki

çocuk nüfusunun %0,08’i koruma altına alınan çocuklardan oluşmaktadır ve bu yaklaşık

20.000 çocuk demektir. Koruma altına alınan çocukların bir kısmının anne ve babası

yoktur, bir kısmı anne ve babası tarafından terk edilmiştir, bir kısmının anne ve babası

belli değildir ve son olarak bir kısmı aileleri tarafından suistimal edilmektedir. (I. Sosyal

Hizmet Şurası, Ön Komisyon Raporları, 2004, Ankara)

Sosyal Hizmet Kurumlarının bir ailenin yerini tutmadığı gerçeği bir tarafa,

bu kurumların korunmaya muhtaç çocukların yeniden topluma kazandırılması ve eğitim

görmeleri adına ne denli önemli oldukları ortadadır. Ülkemizin bir sosyal devlet olduğu

fikrinden hareket edecek olursak, bu ülkede yaşayan her bireyin devlet güvencesinde

olması gerektiği sonucuna varırız. Türkiye’de sosyal hizmet kuruluşlarını iki başlık

altında inceleyebiliriz: İlk olarak devletin kendi bünyesinde yer alan SHÇEK, Emekli

Sandığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı, Belediyeler ve İl Özel İdareleri,

yoksulluk ve yardımları düzenlerler. İkinci grubu Sivil Toplum Kuruluşları oluşturur.

Sivil Toplum kuruluşları genellikle bağışlarla, gönüllü katılımlarla ve organizasyonlarla

çalışmalarını yürütür.

STK’lar devletin yeterli olmadığı pek çok alanda önemli çalışmalara ve

projelere imza atmaktadır. Örneğin Eğitim Gönüllüleri Vakfı pek çok çocuğun eğitime

kazandırılması adına düzenlediği kampanyalar ve geniş katılımcıları ile dikkat

çekmektedir. Fakat bu tür kuruluşların da kendi içinde yaşadıkları sorunlar olduğunu da

söyleyebiliriz. Bu sorunların en önemlisi kaynak sıkıntısıdır. (EMİROĞLU; 2004, 523)

Sosyal Hizmetlerin en fazla faal olduğu çalışmalar genel itibari ile

çocukların korunması ve eğitilmesi alanlarında yoğunlaşmaktadır. Aileleri tarafından

sahip çıkılmayan, terk edilen ve suça, çalışmaya itilen çocukların başta barınma olmak

üzere sağlık, eğitim gibi gereksinimleri sosyal hizmet kurumlarınca giderilir. Bu

noktada bu kurumlarla iş birliği yapan gönüllü kuruluşların da katkıları

unutulmamalıdır. Sokaklardan toplanan, aileleri tarafından kurumlara verilen ve

kimsesiz kalan çocuklar başta yurtlar olmak üzere kreşlerde, bakım evlerinde hayatlarını

devam ettirirler.

120

3.1.5. Çalışan Çocuklar ve Çocukların Sokağa İtilme Nedenleri

Kütahya ili sokak çocukları açısından metropollerle kıyaslandığında çok

fazla sorunlu bir şehir sayılmaz. Ancak büyüyen bir kent olarak Kütahya için gerekli

tedbirler alınmazsa sokak çocukları sorununun büyüyeceği aşikardır. Şehirlerdeki sokak

çocukları sorununun en temel nedeninin kentsel yoksulluk olduğundan bahsetmiştik.

Kütahya ilinde de yoksulluk sorunu beraberinde sokakta çalışan çocuklar sorununu

ortaya çıkarmıştır. özellikle maddi olanakları yetersiz ailelerin çocukları kendi

ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve ailelerine destek olabilmek için çalışmaktadır.

Kütahya geneline bakarsak çocukların Pazar yerlerinde poşet satıcılığı başta

olmak üzere çeşitli işleri yaptıkları göze çarpar. Ana caddelerde anneleri ile dilenen,

mendil satan, tartıcılık yapan çocukların varlıkları dikkat çekicidir. Sayıca fazla

olmamakla birlikte bu çocuklar daha şimdiden hayatın karanlık yüzü ile tanışmışlardır.

Kütahya İl Emniyet müdürlüğü 2006 yılında yaptığı çalışmalar neticesinde

70 çocuğun sokaklarda çalıştığını tespit etmiştir. Emniyet Müdürlüğünün, Kütahya

Merkez ve genelinde 13-25 Aralık 2006 tarihleri arasında Pazar yerlerinde, otogar ve

istasyon mevkiinde, Çarşı, Ulu Camii, Ali Paşa Camii civarında, Hisar Döner gazino

civarında, Maltepe Parkı, Azot Sitesi, Belediye Kültür Sarayı Parkında yaptığı

araştırmalar neticesinde ortaya çıkan istatistikler şöyledir;

Tablo 3.6. Kütahya İl Emniyet müdürlüğü 2005/2006 yılında yaptığı

çalışmalar neticesinde sokakta çalışan çocukların dağılımı

SOKAKTA ÇALIŞAN ÇOCUKLAR

YAPTIKLARI İŞ 2005 YILI 2006 YILI

Tartıcılık 08 -

Ayakkabı Boyacılığı 09 -

Poşet Satıcılığı 39 53

Mendil Satıcılığı 10 01

Araba Camı Siliciliği 03 -

Pazarda Arabacılık - 09

Poşet Satıcılığı ve Arabacılık - 06

Dilencilik - 01

TOPLAM 69 70

Kaynak: Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü

121

Bu rakamlar bize Kütahya ilinde 2005 yılından 2006 yılına kadar sokak

çocuklarının sayısında artışın olmadığını gösteriyor. Ancak poşet satıcılığı yapan

çocukların sayısında ciddi bir artış göze çarpıyor. Özellikle Pazar yerlerinde yapılan

poşet satıcılığı, arabacılık gibi işler çocuklar için cazip işlerdir. Bu alanda çalışan

çocuklar Pazar yerlerinde alışveriş yapan insanlara ısrarla poşet satmaya çalışmakta ve

bu poşetleri alanlar olduğu için çocuklar poşet satıcılığı yapmaya devam etmektedirler.

3.2. SOKAK ÇOCUKLARI VE ÇOCUK SUÇ ORANLARI

Kütahya’da sokak çocukları sayı bakımından çok olmasa da suç işleyen

çocukların sayısı azımsanmayacak orandadır. Fakat diğer illere bakacak olursak bu suç

oranlarının sevinilecek kadar düşük olduğu da söylenebilir. Özellikle İstanbul gibi

metropollere göre. 2005 ve 2006 yılı Emniyet verilerine göre Kütahya da 18 yaş altı

çocukların en fazla hırsızlık, müessir fiil ve trafik suçu işlediği göze çarpar.

Bütün işlenen suçlar elbette ki söz konusu çocuklar olduğu için tutuklama

ile sonuçlanmamıştır. Ancak yinede çocukların suç işlemesi, suça bulaşması ve aileleri

tarafından suça itilmesi başlı başına bir sorundur. Ve bu sorun sadece Kütahya iline

değil tüm şehirlerimize has bir durumdur. Şüphesiz ki suçun işlenmediği bir toplum

düşünmek hayalden öteye gidemez; ama önemli olan geleceğimizi emanet ettiğimiz

çocuklarımızı suçtan uzak tutabilmektir.

3.2.1. Çocukların Suç Dağılımları

Kütahya İl Emniyet Müdürlüğünden elde ettiğimiz veriler 2005-2006

yıllarında 18 yaş altı çocukların işledikleri suçların türlerini ve olay sayısı ile tutukluluk

durumunu kapsamaktadır. Bu verilere göre ilimizdeki 18 yaş altı çocukların suç

dağılımları şöyledir:

122

Tablo 3.7. Kütahya İl Emniyet Müdürlüğünün verilerine göre 2005-2006

yıllarında 18 yaş altı çocukların suç dağılımları

2005 YILI 2006 YILI

SUÇUN NEVİ Olay Sayısı

Toplam Şüpheli

Tutuklu Sayısı Serbest

Olay Sayısı

Toplam Şüpheli

Tutuklu Sayısı Serbest

Hırsızlık 59 71 3 68 74 100 4 96

İntihara Teşebbüs 71 71 - 71 41 30 - 30

Müessir Fiil 102 135 - 135 81 98 - 98

Taciz Ve Lisanen Hakaret 18 21 - 21 16 90 - 9

Çocuk Kaçırma - - - - 1 - - - Küçük Yaşta Kız Çocuğu Alıkoyma Ve Irza Geçme 8 12 4 8 2 1 1 -

İlaç / Gıda Zehirlenmesi 65 65 - 65 13 - - - 6136 Sayılı Kanuna Muhalefet 4 4 - 4 1 1 - 1

Izrar 8 14 - 14 3 3 - 3

Trafik Kazası 78 82 - 82 53 30 - 30

Adam Yaralama 37 48 5 43 24 21 1 20

Yangın 1 1 - 1 2 1 - 1 Küçük Yaşta Kız Çocuğu Alıkoyma 39 49 - 49 28 6 - 6 Küçük Yaşta Çocuğu Terk Etmek 79 77 - 77 12 2 - 2 Esrar Maddesi Bulundurmak Ve Kullanmak - - - - 1 1 - 1 Fuhuş İçin Yer Temin Etmek Fuhuşa Teşvik - - - - 2 - - - Gürültü Yaparak Rahatsız Etmek - - - - 1 1 - 1 Çocuklara Porno Film Seyrettirmek - - - - 1 - - - Dikkatsizlik Ve Tedbirsizlik Sonucu Yaralanmak - - - - 1 - - - Mesken Mah. İhlal Ve Bıçak Tehdidi 1 1 - 1 1 1 - 1

TOPLAM 570 651 12 638 358 305 7 299

Kaynak: Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü

Bu veriler Kütahya’da 2006’da 2005’e nazaran çocuk suçlarında belirgin bir

düşüş olduğunu göstermektedir. Bu sevindirici bir durumdur. Şüphesiz ki bunda

Emniyet Müdürlüğünün ve Kütahya’daki yönetimin etkisi büyüktür. Bu rakamlara ek

olarak 2005 yılında yapılan çalışmalarda uçucu, uyuşturucu ve psikotrop madde

kullandığı söylenen 27 kişi tespit edilmiştir. Bunlardan 16’sının 0-18 yaş grubundan,

11’inin 18 yaşından büyük olduğu belirlenmiştir. 18 yaş altındakilerin aileleri ve

123

kendileri ile yapılan görüşmeler ve çalışmalar neticesinde 2006 yılında bu maddeleri

kullanan çocuk tespit edilmemiştir. (Kaynak: Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü)

3.3. KÜTAHYA’DA YOKSULLUK YÖNETİMİ VE ÖRGÜTSEL

YAPISI

Her şehir gibi Kütahya’da da birtakım sosyo-ekonomik sıkıntılar

yaşanmaktadır. Özellikle büyümekte olan kentlerde gelir dağılımındaki adaletsizlik, iş

olanaklarının kısıtlı olması, hızla artan nüfus, çözümlenmesi gereken problemlerin

başında gelir. Kütahya ilinde özellikle üniversitenin kurulmasından sonra belirgin bir

nüfus artışı göze çarpmaktadır. Üniversitenin varlığı halk için yeni iş olanakları sunsa

da, bu yeterli olmamaktadır.

Genel itibari ile bakıldığında Kütahya İlinde halkın büyük çoğunluğu tarım

ve hayvancılık yaparak hayatlarını sürdürmektedir. Sanayi sektörü (özellikle madencilik

ve seramik) varolsa da işsizlik ve yoksulluk başta da belirttiğimiz gibi diğer şehirlere

benzer şekilde Kütahya’nın da ana sorunlarındandır.

Kütahya İlinde nüfus özellikle son yıllarda artmıştır. Nüfus artışı demek

ihtiyaçların da artması demektir. Bireylerin en temel ihtiyaçları beslenme ve barınmadır.

Bu ihtiyaçların giderilmesi için bireylerin çalışması gereklidir. Fakat iş olanaklarının

yetersizliği bu gereksinimlerin karşılanmasını zorlaştırmaktadır. İşte bu noktada

yoksulluğun yaşandığı kentlerde, yoksullar devlet tarafından bir şekilde

desteklenmelidir. Devlet bu insanlara çeşitli hizmetler sunarak, onların sıkıntılarını

hafifletmeye çalışırken, diğer yandan da yoksulluğu ortadan kaldırmaya yönelik

çalışmalar yapmalıdır. Bu devletin görevidir.

Devlet sözünü ettiğimiz problemleri Sosyal Hizmet Kurumları vasıtasıyla

çözümlemeye çalışır. Buna ek olarak Sivil Toplum örgütleri de üzerlerine düşen görevi

yaparlar. Eğer bir ülkede devlet, Sosyal Hizmet Kurumları ve Sivil Toplum Kuruluşları

arasındaki koordinasyon sorunsuz işliyorsa, o ülkede sıkıntıların aşılması daha kolay

olur. İşte buradan hareketle çalışmamızın son bölümünde Kütahya İlindeki Sosyal

Hizmet Kurumlarının organizasyonel yapılarını incelemeye çalışacağız.

124

3.3.1. Kamu Örgütlenmesinin Yapısal Analizi

Sosyal Hizmet Kurumları kimsesiz çocukların barındırılması, eğitimi,

korunması, yaşlı ve bakıma muhtaç insanların ihtiyaçlarının giderilmesi, çeşitli

sebeplerle devlete sığınan kadınların hayatlarını idame edebilmeleri için gerekli

tedbirlerin alınması gibi önemli görevler üstlenmişlerdir. Aynı zamanda yardıma

gereksinim duyan, yoksullara sosyal yardım ulaştırılması da bu kurumların yaptıkları

arasındadır. Sosyal yardım ister maddi, isterse manevi olsun toplumsal düzenin ve

refahın devamı adına gereklidir. “Günümüzde yoksunluk, insani yoksunluğun

oluşmasında en belirleyici faktör olması nedeniyle, sosyal yardım hizmetlerinin

odaklandığı temel sorun olmaktadır. Dolayısıyla, sosyal yardım hizmetleri, yoksulluğun

temel belirleyici olduğu bir alanda hizmet üretmek durumundadır.” (www.sydtf.gov.tr)

Ama daha önce kurumların çalışma düzenlerini anlayabilmek adına örgütsel yapılarını

incelememiz gerekir;

125

T.C.

VALİ

İL SOSYAL

HİZMETLER

KURULU

VALİ YARDIMCISI

İL SOSYAL

HİZMETLER

MÜDÜRÜ

İL MÜDÜR

YARDIMCILARI

• ÇOCUK YUVALARI

• YETİŞTİRME YURTLARI

• HUZUREVLERİ

Şekil 3.1.Sosyal Hizmet Kurumlarının Örgütsel Yapıları

Kütahya Sosyal Hizmet Kurumları da sosyal yardımlaşmanın devamı adına

üzerine düşenleri yapmaktadır. Bu kurumların görev ve sorumluluklarından daha

ayrıntılı bahsedeceğiz.

126

3.3.1.1. Huzurevi

Kütahya Sosyal Hizmet Kurumlarından Huzurevi, kendisine bakacak

kimsesi ve sosyal güvencesi olmayan, üzerine kayıtlı bir gayrimenkulu bulunmayan,

yaşlıların ücretsiz; ekonomik gücü olan yaşlıların da ücretli olarak kabul edildiği bir

birimdir. Her bireyin bir gün yaşlanacağı prensibinden hareketle, çevresi tarafından

sahip çıkılmayan veya sahip çıkacak kimsesi olmayan yaşlılarımıza hizmet sunan,

onların başta barınma, beslenme ve sağlık olmak üzere çeşitli gereksinimlerini

karşılayan huzurevi toplumsal huzur adına da önemli bir misyon üstlenmiştir. Huzur

evinde kalmak isteyen yaşlılarımız, huzurevine, Sosyal Hizmet İl Müdürlüğüne

başvurabilirler. Huzurevinde kalmak isteyen yaşlılarımızın, kabul edilebilmesi için bir

takım koşullar belirlenmiştir. Bu koşullar;

• 60 yaş ve üzerinde olmak

• Kendi ihtiyaçlarını (banyo, yeme-içme...) karşılayabilir durumda olmak

• Ruh sağlığı yerinde olmak

• Bulaşıcı hastalığı olmamak

• Uyuşturucu madde ve alkol bağımlısı olmamak

• Eğer herhangi bir mal varlığı ve sosyal güvencesi yok ise bunu raporla

saptamış olmak

Tablo 3.8. Huzurevinde Mayıs 2004 itibari ile kalanların durumları

Kalan Yaşlı Sayısı

Nitelikleri Ücretli ücretsiz Toplam Kapasite

Huzurevi Birimi 16 34 50 54

Özel Bakım Birimi 1 10 11 11

Toplam 17 44 61 65

Kaynak: (www.kutahyashcek.sitemynet.com)

Huzurevinde Mayıs 2004 itibari ile, toplam 50 yaşlı bulunmaktadır. bu

yaşlılarımızdan 16’sı ücretli, 34’ü ise ücretsiz barındırılmaktadır. Kütahya Huzurevinin

kapasitesi 65’tir ve Huzurevindeki oda tipleri şu şekildedir;

127

Tablo 3.9. Huzurevindeki oda tipleri, sayıları

ODA TİPLERİ ODA SAYILARI

C Sınıfı Oda (2 Kişilik) 19

D Sınıfı Oda (3 Kişilik) 5

D Sınıfı Oda (3+1 Kişilik) 1

Kaynak: (www.kutahyashcek.sitemynet.com)

3.3.1.2. Kız Yetiştirme Yurdu

Kütahya Kız Yetiştirme Yurdu 2028 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk

Esirgeme Kurumu Kanunundaki tanıma uygun kız çocuklarının yetiştirilmesi,

korunması ve bir iş, meslek sahibi yapılması ile yükümlü Sosyal Hizmet Kurumudur.

Diğer illerdeki kız yetiştirme yurtlarında olduğu gibi, Kütahya’daki Kız yetiştirme

Yurdunda da, söz konusu kanuna ilişkin maddelerde belirtilen; anne veya babası

olmayan, anne veya babası ya da her ikisi belli olmayan, anne veya babası tarafından

terk edilen, anne veya babası tarafından çeşitli tehlikelere, kötü alışkanlıklara karşı

savunmasız bırakılan 13-18 ve 18 yaş üzeri kız çocukların fiziksel ve ruhsal

gelişimlerini sağlıklı bir biçimde tamamlamalarını sağlamak amacını gerçekleştiren

kurumdur.

Yurttaki çocuklar reşit olana kadar devlet koruması altındadır. Ayrıca

yurtlardaki çocuklar 3413 sayılı yasa uyarınca Kamu Kurum ve Kuruluşlarındaki

%1’lik kadroya yerleştirilmektedirler. Yine yurtta kalanların orta öğretime devamları

halinde yurtta kalma süreleri 20 yaşına, yüksek öğretime devamları halinde ise yurtta

kalma süreleri 25 yaşına kadar uzatılabilmektedir. (www.kutahyashcek.sitemynet.com)

3.3.1.3. Erkek Yetiştirme Yurdu

Kütahya Erkek Yetiştirme Yurdu 110 kişi kapasiteli bir Sosyal Hizmet

Birimidir. Yurtta kalan erkek çocukların her türlü ihtiyaçları yurt yönetimi tarafından

belli bir düzen içerisinde karşılanmaktadır. Yurt binası 1968 yılında inşa edilerek

hizmete sokulmuştur. Bina üç katlı olup, geniş bir bahçeye ve bitişiğinde gençlerin oyun

oynayıp vakit geçirebilecekleri oyun ve futbol sahasına sahiptir.

128

Erkek yetiştirme yurdunda 1 müdür, 1 ayniyat saymanı, 1daktilograf, 1

sosyal çalışmacı, 1 hemşire, 2 öğretmen, 2 aşçı, 1 kaloriferci ve 11 hizmetli görev

yapmaktadır. Gerek kız yetiştirme yurdu gerekse erkek yetiştirme yurdundaki

çocuklarımıza ve gençlerimize belli miktarlarda harçlık verilmektedir. Bu çocukların

her türlü ihtiyaçları yurt tarafından karşılanmakta ve yurt yönetimince gençlere, ileride

iş bulmaları konusunda yardımcı olunmaktadır. (www.kutahyashcek.sitemynet.com)

3.3.1.4. Kütahya Çocuk Yuvası

Kütahya Çocuk Yuvası 1962 yılında 7560 m²’lik bir alana kurulmuş, 700

m²’lik bir binadır. Kurumda 06-12 yaş grubundaki çocuklara hizmet verilmektedir.

Çocuk yuvasında, 1 Sosyal Hizmet Uzmanı, 3 Öğretmen, 3 Çocuk Eğiticisi, 1 Hemşire

olmak üzere toplam 20 personel görev yapmaktadır. Yuvadaki çocuklar ders dışında

çeşitli sosyo-kültürel faaliyetlere de katılmaktadır. Bu faaliyetler çocukların ruhsal

gelişimleri açısından da oldukça büyük bir öneme sahiptir. Mayıs 2004 itibari ile

Kütahya Çocuk Yuvasında kalan çocukların sayıları ve yaşları şöyledir;

Tablo 3.10. Mayıs 2004 itibari ile Kütahya Çocuk Yuvasında kalan

çocukların sayıları ve yaşları

YAŞ GRUBU ÇOCUK SAYISI TOPLAM

0-6 --- --- ---

7-12 18 48 66

13+ -- -- --

TOPLAM 18 48 66

Kaynak: (www.kutahyashcek.com)

3.3.1.5. Kütahya İli Sosyal Yardım Verileri

“Kütahya modern ekonomik örgütlenmeden post modern ekonomik

örgütlenmeye geçemeyişin sıkıntılarını alt gelir gruplarında yoğun olarak yaşamaktadır.

Bu problem yoksulluğun yoğunluk kazanmasına neden olmaktadır.”(ŞAHİN;2004,655)

Kentte yaşanılan söz konusu yoksulluğun aşılması ve etkilerinin minimum düzeye

indirilmesi adına, fakir insanlara yapılan yardımlar önem kazanmaktadır. Özel

derneklerin yardımlarının ve bireysel yardımların yanında Belediye tarafından verilen

sosyal yardımlar ile Vakıflar Bölge Müdürlüğünün yaptığı çalışmalar dikkat çekicidir.

129

Fakir, sakat, kimsesiz insanların ihtiyaçlarının giderilmesi, yaşam

kalitelerinin arttırılması, hasta ve bakacak kimsesi olmayanların tedavi ettirilmesi gibi

amaçlar çerçevesinde yoğunlaşan sosyal yardımlar, toplum içindeki ekonomik dengenin

korunması ve farklılıkların tehdit edici bir şekle bürünmesinin önüne geçilmesi için

gereklidir.

Kütahya ilinde yardım yapılacak kişiler belirlenirken adil davranılması ve

gerçekten ihtiyacı olanlara ulaşılması son derece önemli bir parametredir. Bu nedenle

yapılan sosyal yardımlardan faydalanacak kişilerde bir takım kriterler aranır. Fakirlik

kriterleri olarak adlandırılan bu maddeleri özetleyecek olursak:

a. Hiç geliri olmayanlar (sürekli hastalığı olanlar, yaşlı olanlar, evinin

iaşesini temin edecek kimsesi olmayanlar, dul ve bakacak kimsesi olmayanlar, evi kira

olanlar, bakacak kimsesi olmayanlar, sosyal yardım almayanlar)

b. Gelir düzeyi 100 ile 200 YTL olanlar (evi kira olan, 3’den fazla çocuğu

olanlar, üniversitede çocuğu olanlar, sürekli hastalığı nedeniyle tedaviye muhtaç

olanlar)

c. Asgari ücretli ve emekli maaşı asgari ücret düzeyinde olanlar (evi kira

olanlar, maaşında haczi olanlar, 3’den fazla çocuğu olanlar, üniversitede okuyan çocuğu

olanlar, eşi cezaevinde olup iaşesini temin edecek kimsesi olmayanlar, resmi boşanma

sürecini tamamlamamış olanlar)

d. Çalışabilecek durumda olup da işsizlik nedeni ile çalışamayanlar (eşi

tarafından terk edilen bayanlar, bakıma muhtaç çocuğu olanlar, özründen dolayı

çalışamayanlar)

3.3.1.5.1. Belediye

Yukarıda saydığımız fakirlik kriterleri çerçevesinde Kütahya Belediyesince

Fakirlere yemek yardımı, asker maaşı yardımı, fakir maaşı yardımı, yakacak

yardımı, su indirimi yardımı, ev tamiri yardımı, sağlık yardımı, yol yardımı ve şartlara

göre geçici barınma evi yardımı yapılmaktadır. Belediyenin 2006 yılı sosyal yardım

verileri ise şöyledir:

130

- Kütahya Belediyesi 2006 yılında 43 ailenin evine 135 kişilik yemek

yardımı yapmış, bu yemek yardımı ailelerin bizzat evlerine götürülerek

gerçekleştirilmiştir. Yine 105 aileye belediye aş evinden 265 kişilik yemek dağıtılmış,

Ramazan ayında ise 9450 vatandaşa iftar yemeği verilmiştir.

- 560 kişiye 300 kg. yakacak (odun) yardımı yapılmıştır.

- 69 tane çocuk sünnet ettirilmiştir.

- 2400 öğrenciye kırtasiye yardımı yapılmıştır.

- 254 vatandaşa indirimli su verilmiştir.

- 205 vatandaşa ulaşım yardımı (en yakın ile gönderilmesi) yapılmıştır.

- 69 diyaliz hastası haftada 3-4 gün evlerinden alınarak hastaneye

götürülmüş, tedavileri tamamlandıktan sonra evlerine bırakılmışlardır.

- Zor durumda olan 90 kişiye ev tamiri yardımı yapılmıştır.

- Yine belediye 130 fakir aileye ayda yaklaşık 100 YTL olmak üzere

toplamda 165.685,99 YTL maaş ödemiştir.

- Bu ailelere ayni olarak (ilaç yardımı, kömür yardımı, kısa süreli

yardımlar, yiyecek yardımı) yapılan yardım tutarı toplamda 489.301,77 YTL’dir.

- Askerde oğlu olan ve maddi durumu iyi olmayan 50 aileye (aylık

yaklaşık 60-70 YTL olmak üzere) toplam 13.862 YTL yardım yapılmıştır. (Kaynak:

Kütahya Belediyesi)

3.3.1.5.2. Vakıflar Bölge Müdürlüğü

Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğüne Kütahya, Eskişehir, Afyonkarahisar

ve Uşak illeri bağlıdır. Bu illerdeki toplam taşınmaz sayısı 7261 adettir. 2006 yılı geliri

2.130.896,00 YTL’dir ve 2007 yılında 2.400.000,00 YTL gelir beklenmektedir.

Vakıflar Bölge Müdürlüğünün imarethanelerinden 2004 yılında 700 kişi faydalanmakta

iken bu sayı Ekim 2004 itibari ile 2500 kişiye Ocak 2006 itibari ile 3000 kişiye

çıkarılmıştır. Şuan 4 ilin her birinde 750’şer kişinin evine sıcak yemek servisi

yapılmaktadır. Ocak 2007 ayından itibaren Müdürlüğe bağlı illerin ilçe merkezlerinde

ihtiyaç sahiplerine her ay kuru gıda yardımı yapılmaktadır. Her ay kuru gıda yardımı

yapılan muhtaç sayısı 3750 kişidir. Bölge Müdürlüğünden yemek ve kuru gıda alan

131

muhtaç sayısı da 6750 kişidir. İhtiyaç sahiplerine yapılan yardım miktarı 3.678.360,00

YTL’dir.

Vakıflar Bölge Müdürlüğünce hiçbir sosyal güvencesi bulunmayan,

geçimini temin edemeyecek kadar fakir ve kimsesiz, ama ve yetim olanlara aylık 239.00

YTL muhtaç maaşı ödemesi yapılmaktadır. 2006 yılında, muhtaç maaşı kontenjanı 87

kişiden 170 kişiye çıkarılmıştır ve halen 95 kişiye maaş ödemesi yapılmaktadır.

Yine 2006-2007 öğretim yılından itibaren 88 öğrenciye (ortaöğretim) aylık

50 YTL burs verilmeye başlanmıştır. 2007 Nisan ayından itibaren bu sayı 169 kişiye

çıkarılmıştır. Bu burslar okulların açık olduğu 9 ay boyunca verilmektedir. Müdürlük

2006 yılında 42 adet cami için ilgili köy muhtarlıkları ve derneklere toplam 151.000,00

YTL yardım yapmıştır.

Bütün bu rakamlar bize sosyal yardıma ihtiyacı olan ne kadar insan

olduğunu göstermektedir. Kamu kurumlarınca, özel kuruluşlarca ve derneklerce yapılan

yardımlar yoksullukla ve kentsel yoksullukla mücadelede atılan önemli adımlardır.

Yoksulluktan en fazla etkilenen kesim çocuklardır. Çocukların iyi şartlarda ve mutlu

yetişebilmesi için her birey tıpkı sosyal hizmet kurumları gibi üzerine düşeni

yapmalıdır. “ Toplumsal bütünleşmeyi sağlayan mekanizmalar işlevlerini sürdürdükleri

oranda toplumsal yapı dayanışma ve birliktelik ve refah paylaşımı üretmeye devam

eder. Toplusal dengeyi oluşturan mekanizmalar sürekli aynı verimlilikte işlevselliğini

sürdüremez.” (ŞAHİN;2004,659) Bu nedenle bireysel yardımlar, özel derneklerde kamu

kurumları kadar önemlidir.

3.3.2. Sosyal Hizmetler ve Sokak Çocukları

Ülkemizin önemli sorunlarından biri olan sokak çocukları sorununu buraya

kadar analiz etmeye çalıştık. Hayatlarına çeşitli nedenlerden dolayı sokaklarda devam

eden ya da sokaklarda çalışmak durumunda kalan çocuklar, çok büyük tehlikelerle karşı

karşıya kalmaktadırlar. İstismara ve sömürüye açık olan sokaklarda, kendilerini

bekleyen bu tehlikelerden bihaber yaşayan çocuklarımızın sayısı da her geçen gün

artmaktadır.“Türkiye’de ilk sokak çocuklarına 1940’lı yıllarda İstanbul’da

rastlanmaktadır. “(GÜNEŞ,KALAYCI;2004,9) Daha sonra değişen sosyo-ekonomik

yapıyla paralel olarak artan iç göçler sokak çocuklarının sayısını arttırmış, özellikle

132

yaşanan geçim sıkıntısında bir alternatif çözüm yolu olarak görülen çocuk emeği,

çocukların sokaklara itilmesinde etkili olmuştur.

Sokak çocukları yani sokaklarda yaşayan, ailesi olmayan veya ailesi olduğu

halde ailesinin ya da kendi isteği ile sokaklarda çalışan çocukların bir şekilde

sokaklardan kurtarılması, sağlıklı koşullarda hayatlarının sürdürmelerinin sağlanması,

eğitimlerinin tamamlanması, gerekliyse rehabilite edilmeleri için başta devletin sosyal

hizmet kurumları olmak üzere tüm topluma önemli görev ve sorumluluklar

düşmektedir. Sosyal hizmet kurumları bu çocukların barınma, beslenme, eğitim sağlık

ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Ancak ne yazık ki ülkemizde sosyal hizmet kurumlarının

personel ve kaynak sıkıntısı mevcuttur.

Bu sıkıntılara karşın, kurumlar görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadır.

Özellikle son dönemlerde medyada da geniş yankı bulan yurtlardaki çirkin görüntüler,

bu kurumlarla ilgili yapılacak daha çok şeyin, kat edilecek daha çok mesafenin

olduğunu göstermektedir. Elbette ülkemizdeki her sosyal hizmet kurumu kötü ve

yetersizdir diye bir genelleme yapamayız; fakat belirttiğiz gibi bu kurumların personel

ve kaynak sıkıntılarının, koordinasyon eksikliklerinin bir an önce giderilmesi şarttır.

Çocuklara hizmet veren sosyal hizmet kurumlarını kısaca tanıtacak olursak;

- Çocuk Yuvaları: Çocuk yuvaları, 0-12 yaş arasındaki çocukların

barındırılması, korunması, söz konusu yaş grubundaki çocuklara sosyal ve psikolojik

destek verilmesi amacıyla kurulmuş yatılı birimlerdir.

- Yetiştirme Yurtları: Bu yurtlar 13-18 yaş arasındaki korunmaya muhtaç

çocuklara hizmet vermektedir. Çocukları korumak, eğitimlerini sağlamak, iş ve meslek

sahibi yapmak gibi görevler üstlenen yurtlar kız ve erkek yurtları olmak üzere ülkemizin

hemen her yerinde faaliyet göstermektedir.

- Çocuk ve Gençlik Merkezleri: Bu merkezler, aile içi sorunlar,

yoksulluk ve yoksulluktan kaynaklanan sıkıntılardan dolayı sokaklara düşen, kötü

alışkanlıklar edinen, çeşitli tehlikelere maruz kalan risk grubundaki çocukların rehabilite

edilmeleri ve topluma sağlıklı birer birey olarak yeniden kazandırılmaları amacıyla

kurulmuş yatılı ve gündüzlü sosyal hizmet kuruluşlarıdır.

133

- Engelli Çocuklara Yönelik Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri:

Engelli çocuklara hizmet veren bu rehabilitasyon merkezleri, bedensel ve zihinsel

özürlü çocuklarımızın eğitilmesi, onlara hayatlarını kolaylaştıracak çeşitli becerilerin

kazandırılması ve sosyalleşmeleri için gerekli olan eğitim ve yardımları sağlayan

kurumlardır. (I. Sosyal Hizmetler Şurası Ön Komisyon Raporları; 2004,23)

Yukarıda bahsettiğimiz tüm bu kurumlar başta sokak çocukları olmak üzere

sokak çocuğu olma riski taşıyan korunmaya muhtaç çocukların ihtiyaçlarını karşılamak

adına gerekenleri yapmaktadır. Yine Koruyucu Aile ve Evlat Edinme yönetmelikleri ile

de bu kurumlar çocukların aile ortamında ve aile desteği ile hayata hazırlanmalarına

yardımcı olmaktadırlar.

3.3.3. Sokak Çocuklarının Topluma Kazandırılması

Sokak çocuklarının sokaklardan kurtarılması kadar, topluma kazandırılması

ve onların sokaklara dönmelerinin engellenmesi de çok önemlidir. Özellikle suç işleyen

çocukların tekrar suç işlemelerinin önlenmesi ve yaşadıkları psikolojik sorunların

ortadan kaldırılması öncelikli görevdir. “ Sorunlara sadece idari karar ve uygulama

planlarıyla yaklaşım eksik olacaktır. Bütün bunları gerçekleştirmede en önemli güç

toplumsal katılımdır. Kent toplumu sorumluluk üstlenmek zorundadır”

(SULA;2004,558) Aile içi ilişkilerin zedelenmesi, yaşanılan ekonomik sıkıntılar,

çevresel uyum problemi gibi nedenlerden dolayı sokaklarda çalışan, yaşayan veya

sokaklara düşmeye meyilli çocukların topluma yeniden kazandırılması için yapılacakları

şu şekilde sıralayabiliriz;

- Öncelikle sokaklarda çalışan çocukların engellenmesi için, onları

sokaklarda çalışmanın para, dolayısıyla da özgürlük kazandıracağı fikrinden

uzaklaştırmak gerekmektedir. Sokak çocuklarıyla ilgili yapılan çalışmalar bizlere bir

şekilde sokaklardan kurtarılan çocukların kısa bir süre sonra yeniden sokaklara

döndüğünü göstermektedir.

- Eğer rehabilite edilen çocuk tekrar aynı koşullarda yaşamını

sürdürecekse bu söz konusu çocuğun sokaklara dönme riski yüksektir. Bu nedenle ilk

yapılması gereken, çocukları sokaklardan toplamaktan ziyade toplumsal yaşam

koşullarının iyileştirilmesi olmalıdır.

134

- Eğer çocuk bir şekilde suça bulaştıysa veya sömürüye, suistimale

maruz kaldı ise, bu çocuğu sadece koruma altına almak yeterli olmaz. Uzun yıllar çocuk

psikolojik destek görmeli ve kendine güveni sağlanmalıdır.

- Toplum bu çocuklara destek vermeli, onları potansiyel suç makinaları

gibi görmek yerine topluma yeniden kazandırılmaları adına üzerine düşenleri

yapmalıdır.

- Sosyal hizmet kurumlarının şartları iyileştirilmeli, eksiklikleri

giderilmeli, kapasiteleri arttırılmalı ve koordineli bir şekilde çalışmaları sağlanmalıdır.

- Hiçbir çocuk kaderine terk edilmemeli, ileride hayatlarını kurmalarını

sağlayacak iş ve meslek edindirme kursları ile çocukların beceri ve yetenekleri ortaya

çıkarılarak bu çocuklar desteklenmelidir.

- Emniyet birimleri ile devlet ortak çalışmalarla çocukları sömüren, suça

teşvik eden, kullanan kişileri engellemeli ve çocuklara karşı işlenen suçların cezaları

ağırlaştırılmalıdır.

- Töre ve namus cinayetlerine karşı alınan tedbirler arttırılarak madur

çocuklar ve gençler koruma altına alınmalıdır.

- Uyuşturucu, alkol gibi kötü alışkanlıklar kazanmış olan çocuklar özel

tedavilerle ve psikolojik destekle topluma yeniden kazandırılmalı, bu konudaki sorumlu

kuruluşlar sayıca arttırılmalıdır.

Yukarıda özetlediğimiz gibi aslında çocuklar için yapılacak çok görevimiz

var. En önemlisi de onları dışlamak yerine onlara kucak açmak. Çünkü çocuklar bizim

çocuklarımız ve kolayına kaçıp onları kaderine terk etmek, kısa vadeli çözümler

üretmek bizleri bu sorundan kurtarmaya yetmeyecektir.

135

SONUÇ

Bu tezde günümüzün en önemli sorunlarından biri olan sokak çocukları

sorununu tüm yönleri ile ortaya koymaya çalıştım. Sadece toplumumuza özgü olmayan

sokak çocukları özellikle son yıllarda artmaktadır. Temel hipotezimizde de belirttiğimiz

gibi sokak çocuklarının ortaya çıkmasında Batı tipi sanayileşmeyi destekleyen

politikaların üretilmesi ve tarım sektöründeki makineleşme ile artan iç göçler

neticesinde yaşanılan toplumsal dönüşümün planlı ve koordineli yürütülememesinden

dolayı yoksulluğun dönüşüme uğrayarak kentsel yoksulluğun oluşmasının etkisi

büyüktür.

Tezimin alt hipotezlerinden biri sanayileşmenin kentlere göçü cazip hale

getirdiğidir. Batıdaki sanayileşme her ülkeyi olduğu gibi ülkemizi de etkilemiştir. Uzun

yıllar tarıma dayalı bir model çerçevesinde şekillenen toplumumuz, 1950’lerde tarım

sektöründe makineleşmeye hız verilmesi ile kentleşme yolunda ilk ciddi adımlarını

atmıştır. Daha önce bir ailenin el birliği ile yaptığı işleri artık bir kişi traktör vasıtasıyla

daha kısa sürede yapabilmektedir. Bu durum aslında teknolojik anlamda iyi bir

atılımdır. Fakat hesaplanmayan ve sonuçları günümüze kadar ulaşan sıkıntı, ailenin

geriye kalan bireylerinin ne iş yapacağıdır. Kısaca tarımdaki yenilik artı iş gücü

doğurarak, bu iş gücünün kentlere göç etmesine zemin hazırlamıştır. Buna ek olarak

kentlerin çekiciliğinin, kırsal kesim insanında uyandırdığı yeni umutlarda ne yazık ki

kentsel hayatın bu göç dalgasına hazırlıklı olup olmadığı sorusunu unutturacak kadar

kuvvetlidir. Köylerde yapacak işi olmayan insanımız, çalışıp karnını doyurabileceği

umuduyla kentlere doğru yola koyulurken beraberinde götürdüğü değerlerinin bir

kısmını da köyde bıraktığını fark etmemiştir.

Bir diğer hipotezimizde de göstermeye çalıştığımız gibi köy insanı, göç

ettiği kentlerdeki sanayileşme hızının kentlere göç hızından daha yavaş seyir

izlemesinden dolayı işsizlik, dolayısıyla da yoksulluk sorunu ile yüz yüze kalmıştır.

Ortaya çıkan bu yoksulluk aile içi ilişkilerde belirgin değişimlerin yaşanmasına ve bu

değişimler neticesinde aile içi ilişkilerin yıpranmasına, anomik davranışların görülmeye

başlamasına sebep olmuştur.

136

Kent hayatına uyum sağlamakta zorlanan, gecekondu dediğimiz kentlerin

etrafını çepeçevre saran alanlarda yaşayan, en önemlisi de istediklerini gerçekleştirecek

fırsatı bir türlü yakalayamayan kırsal kesim insanı artık ne tam anlamıyla köylü nede

tam anlamıyla kentlidir. Geçim derdi, boğazlarını sıktıkça, yanı başlarındaki şatafatlı

hayat gözlerine girecek kadar yaklaştıkça, gecekondulularda nereye ait olduklarının

ikileminde daha fazla sürüklenir olmuşlardır. Bir taraftan da yoksulluğun neticesi olarak

aile içi ilişkiler aşınmış ve anomik davranışlar ortaya çıkmıştır. Aile bireylerinin

birbirlerine olan bağlılıkları, güvenleri ve en önemlisi destekleri, yoksulluk neticesinde

kaybolmaya başlamıştır. Bir diğer hipotezimizde belirttiğimiz gibi; bu durumdan en çok

etkilenen de şüphesiz ki çocuklardır. Çünkü ailelerinin içinde bulunduğu yoksulluk artık

eski yoksulluk değildir. Köylerde el birliği ile halledilen sıkıntılar, kentlerde herkesin

kendi sıkıntısı olup çıkıvermiştir. Umutlar, değerler, inançlar zedelenerek şükür ve

kanaatkârlığın unutulmasına sebep olmuştur. Bu yeni durum kentsel yoksulluktan başka

bir şey değildir. Gecekondu insanı, güvenmek, inanmak gibi kelimelerin anlamını

unuttukça köşeyi dönmek için her yol mubah fikri hızla yaygınlık kazanmıştır.

Kentsel yoksulluğun ilk kurbanı aile olmuştur. Ailenin sosyo-ekonomik

açıdan yaralanması, çocukları sokaklara itmiştir. Artan aile içi şiddet çocukların

psikolojik ve sosyal gelişimlerine zarar verirken aslında bu onlar için sığınacak yeni bir

alanın da varlığının ilk sinyalleridir. Çocuk dayaktan, kavgadan, yoksulluktan kaçacak

tek yer olarak sokağı görmüş ve sokak çocukları dediğimiz olgu ortaya çıkmıştır. Evini

terk eden, ebeveynleri tarafından çalışmaya itilen çocukları bekleyen tehlikeler ise

zannedildiğinden daha büyüktür. Onların kazanacağı iki kuruş ödenecek bedellerin

yanında hiçtir.

Çocukları sokaklara iten nedenler ne yazık ki sadece bu kadarla sınırlı

değildir. Çevresinde gördüğü rengârenk yaşantı çocukları yetişkinlerden daha fazla

etkilemiştir. Medya ve sanal dünya da bu rengârenk hayatın elçileri olmuşlar ve her şey

(hatta gizli kalması gerekenler bile) görünür kılınmıştır.

Netice ortadadır aslında. Sokaklarda suç işleyen, sokaklarda ölen,

sokaklarda tiner, bali kullanan, kendine zarar veren, çevreye saldıran gencecik bedenler.

Ülkemizde yaşanılan sıkıntıların temelini oluşturan gelir dağılımındaki adaletsizliğin,

sonuçları hesaplanmadan girişilen siyasi hareketlerin, bedelini neden çocuklar

137

ödemektedir? Çünkü çocuklar savunmasızdır, korunmaya gözetilmeye, sevgiye, ilgiye,

eğitime ve en önemlisi aileye ihtiyaç duyarlar. Tehlikelere en açık grup onlardır. Daha

çocukluklarını yaşamadan büyümek zorunda kalan küçük yürekleri, taşıyamayacakları

acıların altında ezildikçe kaybolan hayallerin hesabını sordukları sokaklarda yitip

giderler.

Bugün sokaklarda bu ülkenin geleceği dediğimiz çocuklarımız suç işliyorsa,

istismar ediliyorsa, bir mal gibi alınıp satılıyorsa, kullanılıyorsa bundan toplum olarak

hepimiz sorumluyuz. Bizler bu çocukların çalışmasına göz yumuyorsak, ekranlardaki

şiddete, her yerde peynir ekmek gibi satılan baliye aldırış etmiyorsak, maddi gücümüz

yerinde olduğu halde her şeyi devlete ve sosyal hizmet kurumlarına yüklüyorsak bir

şeyler yolunda değil demektir.

Osmanlı Devletinde bir çocuk kimsesizse o çocuk mahalledekiler tarafından

sahiplenilir, okutulur, barındırılır olmazsa vakıflar aracılığı ile ihtiyaçları karşılanırdı.

Komşuluk, akrabalık, dostluk değerliydi. Bugün insanlar yan dairelerinde kimin

yaşadığından bihaberler. Güven duygusu ortadan kalkmış durumda. Suç oranları almış

başını gidiyor. Yanlışın nerede olduğunu merak ediyorsanız ben söyleyeyim; yanlış

yozlaşan değerlerimizde, yavaş yavaş kaybettiğimiz insanlığımızda,

yardımseverliğimizde.

Sokak çocukları ya da sokakların çocukları, alt tarafı iki kelime, ama

altındakiler bu tezle anlatılamayacak kadar çok cümle ihtiva ediyor!...

138

KAYNAKÇA

KİTAPLAR

ABAY Ali Rıza, “Türkiye’de Kamusal Sosyal Hizmetlerin Algılanması ve

Uygulanması Sorunu”, Birinci Sosyal Hizmetler Şurası, SHÇEK Yay.,

Ankara, Nisan, 2004.

ADLER Alfred, İnsanı Tanıma Sanatı, Çev. Kamuran ŞİPAL, Say Yay., İstanbul,

2004.

AKBAL İsmail, “Demokrasi Açısından Yoksulluğun Değerlendirilmesi”, IV. Aile

Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma

Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.

AKTAŞ Aliye Mavili, Aile İçi Şiddet ve Önleme Yolları, Somgür Yay., Ankara, 1997.

ALADA Adalet B, “Küreselleşme, Yoksulluk ve Şiddet Bağlamında Sokak

Çocukları”, Yoksulluk Şiddet ve İnsan Hakları, TODAİ Yay., Ankara,

Mayıs, 2002.

ASLANOĞLU Rana A., Kent Kimlik ve Küreselleşme, Asa Yay., Bursa, 1998.

ASLANTÜRK Zeki, AMMAN M. Tayfun, Sosyoloji, M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yay.,

İstanbul, 1999.

AYTAÇ Ö., AKDEMİR İ.O, “Türkiye’de Yeni Kentli Yoksulluk Sorunu”, Yoksulluk,

Deniz Feneri Yay., İstanbul, Temmuz, 2003.

BALOĞLU Zekai, “Çağlar Boyu Vakıf Geleneği Olan Ülkede Yeni Bir Milli

Yaklaşım”, Türk Vakıfları, Tüsev Yay., İstanbul, 1996.

BALTAŞ Zuhal, ”Tv Yayınlarının Etkisi”, Basın Kendini Sorguluyor, Türkiye

Gazeteciler Cemiyeti Yay., İstanbul,1996.

BAŞKAYA Fikret, Sömürgecilik Emperyalizm Küreselleşme, Maki Yay., Ankara,

Mayıs, 2004.

BAUMAN Zygmunt, Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar, Çev. Ümit Öktem,

Sarmal Yay., İstanbul, Şubat, 1999.

139

BAYRAK Coşkun ve diğerleri, Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Pagem Yay., Ankara,

Ekim, 2005.

BENOKRAİTİS Nijole V., Marriage and Families, Prentice-Hall, Englewood Cliffs,

New Jersey, 1993.

BİLGİN Vejdi, “Dinlerin Yoksulluğu Algılayışı Üzerine Bir İnceleme”, Yoksulluk,

Deniz Feneri Yay., İstanbul, Temmuz, 2003.

BOZKURT Veysel, Değişen Dünyada Sosyoloji, Aktüel Yay., İstanbul, Şubat, 2005.

CHOSSUDOVSKY Michel, Yoksulluğun Küreselleşmesi, Çev. Neşenur Domaniç,

Çiviyazısı Yay., Ocak, 1999.

CÖMERTLER Nemciye, “ Kadının Penceresinden Yoksulluk”, IV. Aile Şurası “Aile

ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu

Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.

CÜCELOĞLU Doğan, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1999.

ÇAKMAKLI Kemal, Sorunlu Aileler, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yay.,

Ankara, 1996.

--------------, Aileler İçin Sosyal Hizmet, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yay.,

İstanbul, 1991.

DEMİR Gürcan ve Diğerleri, Anne-Baba El Kitabı, Kütahya Valiliği Rehberlik ve

Araştırma Merkezi Müdürlüğü, Ağustos, 2004.

DENİZ M. Bülent, “Değişen Tüketim Alışkanlıklarının Yoksullaşma Üzerinde Etkisi ve

İsraf Ekonomisi ”, IV. Aile Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C.

Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara,Mayıs, 2004.

DOĞAN D. Mehmet, “Türkiye’de Kadın ve Aile Anlayışı Konusunda Kitle İletişim

Vasıtalarının Tahrif Edici Tesirleri”, Medya II, Yeni Türkiye Yay, Ankara,

Kasım-Aralık, 1996.

DOĞAN İsmail, “Türkiye Yoksulluğunun Sosyo-Kültürel Zemini”, IV. Aile Şurası

“Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu

Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.

140

DOĞAN M. Cihangir, “Gecekondu Bölgelerinde İşsizlik ve Yoksulluk Problemi”,

Yoksulluk, Deniz Feneri Yay., İstanbul, Temmuz, 2003.

DÖNMEZ Yusuf, “Kütahya ve Çevresinin Fiziki Coğrafyası”, Kütahya, İ.Ü. Yay.,

İstanbul, 1981.

DÖNMEZER Sulhi, Kriminoloji, Beta Yay., İstanbul, Kasım, 1994.

EİTZEN Stanley, ZİNN M. Baca, Social Problems, Wordsworth Associates,

Massachusetts, 1992.

EMİROĞLU Metin, “Sosyal Hizmetler ve Sivil Toplum Kuruluşları Etkililiği”, Birinci

Sosyal Hizmetler Şurası, SHÇEK Yay, Ankara, Nisan, 2004.

ENNEW Judith, Sokak Çocukları ve Çalışan Çocuklar, Çev. Çiçek ÖZTEK,

UNİCEF Yay., Ankara, 1998.

ERCAN İzzet ve diğerleri, Kütahya 2002, Kütahya Valiliği İl Özel İdaresi Yay.,

Ankara, 2002.

ERDOĞAN Necmi, “Yoksulları Dinlemek”, Yoksulluk Halleri, Türkiye’de Kent

Yoksulluğunun Toplumsal Görünümleri, Demokrasi Kitaplığı Yay.,

İstanbul, Ağustos, 2002.

ERKAL Mustafa E., Etnik Tuzak, Der Yay., İstanbul,1998.

ERKAN Hüsnü, Bilgi toplumu ve Ekonomik Gelişme, Türkiye İş Bankası Yay.,

Eylül, 1998.

ERKAN Rüstem, Kentleşme ve Sosyal Değişme, Bilim Adamı Yay., Ekim, 2002.

FRIEDMAN Milton, Kapitalizm ve Özgürlük, Altın Kitaplar Yay., İstanbul, Kasım,

1988.

GEZGİN M. Fikret, İşgücü Göçü ve Avusturya’daki Türk İşçiler, İ.Ü. Yay., İstanbul,

1994.

GİDDENS Anthony, Modernliğin Sonuçları, Çev.Ersin Kuşdil, Ayrıntı Yay.,

İstanbul, Nisan, 1994.

------------, Sosyoloji, Ayraç Yay., Ankara, 2001.

141

GİMPEL Jean, Ortaçağda Endüstri Devrimi, Çev. Nazım Özüaydın, Tübitak Yay.,

Ankara, Kasım, 2004.

GÖRGÜLÜ Zekai, “Gecekondunun Yasal ve Niteliksel Dönüşümü Ya Da Hisseli

Bölüntülü Alanlar”, Göç, Kent ve Gecekondu, Birsen Yay., İstanbul, 1998.

GÜL Ahmet, “Sosyal Yardım Olgusu ve Sosyal Yardım Hizmetlerinin Gelişim Tarihi”,

IV. Aile Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile

Araştırma Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.

GÜRPINAR Ergun, Çevre Sorunları, Der Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 1995.

HARALAMBOS M., HOLBORN M., Sociology, Colins Educational, Harper Colins

Publishers, London, 1995.

HEDGES Patricia, Kişiliğinizi Tanımanın Yolları, Çev. Banu BÜYÜKKAL, Rota

Yay., İstanbul, Temmuz,1997.

HORTAÇSU Nuran, Çocuklukta İlişkiler, İmge Yay., Ankara, Şubat, 2003.

IŞIK Esra, “Kentsel Yoksulluk Bağlamında Sokak Çocukları”, V. Sokakta Çalışan ve

Yaşayan Çocuklar Sempozyumu, Sunulmuş, Yayınlanmamış Bildiri,

Gaziantep, 4 Kasım 2006.

İÇDUYGU A, SİRKECİ İ., “Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Göç Hareketleri”, 75

Yılda Köylerden Şehirlere, Tarih Vakfı Yay., İstanbul, Şubat, 1999.

İÇLİ T. GÜNŞEN, Türkiye’de Suçlular, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara, 1993.

İLDEŞ Nihal, “Hatalarımızla Yoksullaştırdığımız Çocuklarımız”, IV. Aile Şurası “Aile

ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu

Başkanlığı Yay., Gaziantep, Mayıs, 2004.

JUNG Werner, George Simmel Yaşamı, Sosyolojisi, Felsefesi, Ark Yay., Ankara,

Ekim, 1995.

KAĞITÇIBAŞI Çiğdem, Yeni İnsan ve İnsanlar, Evrim Yay., İstanbul, 1999.

KARATAY Abdullah ve Diğerleri, “Beyoğlu Bölgesinde Yaşayan Yoksul Aileler ve

Sokakta Çalışan Çocuklar”, Yoksulluk, Deniz Feneri Yay., İstanbul, Temmuz,

2003.

142

KARPAT Kemal H., Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm, Çev. Abdülkerim Sönmez,

İmge Yay., Ankara, Aralık, 2003.

KAZICI Ziya, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, Bilge Yay., İstanbul, Aralık, 2003.

KELEŞ Ruşen, Kentleşme Politikası, İmge Yay., Ankara, Ocak, 2000.

KEYDER Çağlar, İstanbul Küresel ile Yerel Arasında, Çev. Sungur Savran, Metis

Yay. 2000.

KIRAY Mübeccel, Kentleşme Yazıları, Bağlam Yay., Ankara, Kasım, 1998.

KONGAR Emre, 21. Yüzyılda Türkiye, Remzi Kitabevi, İstanbul, Ekim, 2001.

KÜNTAY Esin., ERGİNSOY Güriz, Ticari Seks İşçisi Kız Çocukları, Bağlam Yay.,

İstanbul, Kasım, 2005.

LEWİS Oscar, İşte Hayat, Çev. Vahit Çelikbaş, İstanbul, E Yay., 1974.

MARSHALL Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Çev. O. AKINBAY, D. KÖMÜRCÜ, Bilim

ve Sanat Yay., Ankara, 1999.

NİRUN Nihat, Aile ve Kültür, Atatürk Kültür Merkezi Yay, Ankara, 1994.

NİRUN Ata, Sistematik Sosyoloji Yönünden Aile ve Kültür, Atatürk Kültür Merkezi

Yay., Ankara, 1994.

OKUTAN Atakan, Türkiye’de Kentleşme ve Siyasi Yapı, Türk Demokrasi Vakfı

Yay., Ankara, Ekim, 1995.

ORTAYLI İlber, Osmanlı Toplumunda Aile, Pan Yay., İstanbul, Mart, 2004.

ÖZBUDUN Sibel, “Küresel Bir “Yoksulluk Kültürü” mü?”, Yoksulluk Şiddet ve

İnsan Hakları, TODAİ Yay., Ankara, Mayıs ,2002.

ÖZDEMİR Kerim, “Türkiye’de Kırsal Sanayiinin Kentlere Olan Göçler Üzerine

Etkisi”, Kentsel Ekonomik Araştırmalar Sempozyumu, DPT Yay., Mart,

2004, Cilt II.

ÖZER İnan, Kentleşme, Kentlileşme ve Kentsel Değişme, Ekin Kitabevi, Bursa, 2004.

143

--------------, “Türkiye’de Kentleşme ve Kentsel Değişme”, Türkiye’nin Toplumsal

Yapısı, Nova Yay., Ekim, 2006.

ÖZKALP Enver, Sosyolojiye Giriş, Anadolu Üniversitesi Yay., Eskişehir, 1993.

PEKER Hüseyin, 99 Soruda Çocuk ve Suç, Çocuk Vakfı Yay., Eylül, İstanbul, 1994.

RUSSELL Bertrand, Evlilik ve Ahlak, Çev. Vasıf ERANUS, Say Yay., İstanbul, 1998.

SCHWEBEL Robert, Hayır Demek Yetmez, Çev.Özlem Tüzel Akal, Optimist Yay.,

İstanbul, 1998.

SERTER Nur, “Sosyo-Ekonomik Sorunlar”, Sanayi Bölgelerinde Çalışan Çocukların

Sorunları, TİSK Yay., Kasım, 1997.

SUBAŞI Necdet, “Dindarın ve Yoksulun Yaşam Dünyası Aile Odaklı Stratejiler”, IV.

Aile Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma

Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.

SULA Havva, “Yoksulluk Göç ve Kentleşmenin Sonucu: Sokakta Yaşayan ve Çalışan

Çocuklar”, IV. Aile Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık

Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.

SUNGAR Ayhan ve diğerleri, Ruh Sağlığı, Tercüman Yay., İstanbul, 1986.

ŞAHİN Musa, “AB’ye Üyelik Sürecinde Kütahya’da Sosyal Hizmetin Durumu ve Yeni

Paradigma İhtiyacı”, Birinci Sosyal Hizmetler Şurası, SHÇEK Yay., Nisan,

2004.

ŞENTÜRK Ünal, “Çocuk Haklarını Öğrenmeyi Engelleyen Bir Olgu Olarak Ailenin

Parçalanması”, Birinci Sosyal Hizmetler Şurası, SHÇEK Yay., Ankara,

Nisan, 2004.

ŞİRİN Mustafa Ruhi, Televizyon Çocuk ve Aile, İz Yay., İstanbul, 1999.

TOLAN Barlas, Büyük Kent Sorunlarına Toplu Bir Bakış, Ankara İktisadi ve Ticari

İlimler Akademisi Yay., Ankara, 1977.

TÜRKDOĞAN Orhan, Aydınlıktakiler ve Karanlıktakiler, Timaş Yay., İstanbul,

Eylül, 1996.

------------, Türk Toplum Yapısı, Çamlıca Yay., İstanbul, Nisan, 2002.

144

TÜRKKAHRAMAN Mimar, Kurumlar Sosyolojisine Giriş, Alp Yay., Ankara Ekim,

2006.

ÜNAL Gülsen, “Türkiye’de Yoksulluk Kavramı ve Yoksulluk Araştırmaları”, IV. Aile

Şurası “Aile ve Yoksulluk” Bildirileri, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma

Kurumu Başkanlığı Yay., Ankara, Mayıs, 2004.

ÜNSAL Şamil, Şehircilik, Sosyoloji Konferansları, İstanbul Üniversitesi Yay.,

İstanbul, 1984.

VATANDAŞ Celalettin, Aile ve Şiddet Türkiye’de Eşler Arası Şiddet, Afyon

Kocatepe Üniversitesi Yay., Afyon, Mayıs, 2003.

YALÇIN Cemal,Göç Sosyolojisi, Anı Yay., Ankara, Ekim, 2004.

YALÇIN Durmuş ve Diğerleri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Cilt II, Can Yay.,

Ankara, 2004.

YAVUZ Fehmi, Çevre Sorunları Genellikle ve Ülkemiz Açısından, Ankara

Üniversitesi, Siyasal Bil. Fak. Yay., Ankara, 1995.

YAVUZER Haluk, Psiko-Sosyal Açıdan Çocuk Suçluluğu, İ.Ü. Yay., İstanbul, 1998

------------, Çocuk ve Suç, Remzi Kitebevi, İstanbul, Haziran, 1994.

YÖRÜKOĞLU Atalay, Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, Özgür Yay., İstanbul,

Ekim, 2002.

WOLFF Sula, Problem Çocuklar, Çev. O. ARAL, S. KARA, Say Yay., İstanbul, 2004.

WEBER Max, Şehir, Çev. Musa CEYLAN, Bakış Yay., İstanbul, Haziran, 2000.

DERGİ MAKALELERİ VE GAZETELER

AKALIN Nejat, “Çocuğun Suça İtilmesinde Toplumsallaşma Öğelerinin Etkisi”,

Evrensel Kültür, Sayı:157, Ocak, 2005.

BOSTANCI M. Naci, “Bütün Kötülüklerin Anası Medya Şiddet ve Cinsellik”, Türkiye

Günlüğü, Cedit Yay.,Ankara, Ocak-Şubat,1998.

CEYLAN Pınar, “Torbanın İçinden Sokağa Bakmak”, Alternatif, Yıl:1, Sayı:1, Ocak,

2007.

145

ÇALIK Etem, “Türkiye’de Aile Meselesi”, Türkiye Günlüğü, Sayı:30, Eylül-Ekim,

1994.

DÖNMEZER Sulhi, “Çağdaş Toplumda Şiddet ve Mafia Suçları”, Cogito, Yapı Kredi

Yay., , Sayı 6-7, Kış-Bahar, 1996.

GENÇ Ernur, “Kentleşme,Geleneksel-Modern Geriliminde Kimlikler ve Özgüllüğün

Farklı Biçimleri”, Türkiye Günlüğü, Ankara, Sayı:46, 1997.

TUNA Arda, “İnternette Yalnız Kalmasın”, Posta Gazetesi, 09.02.2007.

WİLLİAMS Raymond, ”Teknoloji ve Toplum”, Çev.Aytaç YILDIZ, Doğu Batı, Yıl:4,

Sayı:15, 2001.

İNTERNET KAYNAKLARI

AKBAŞ Abdurrahman, “Çocuklar Sokakta Solmasın”,

www.diyanet.gov.tr/turkish/sureliyayınoku,, 06.07.2006.

AKIN Mahmut, “Sokak Çocukları Sorununun Sosyo-Demografik Nedenleri”,

www.sosyalhizmetuzmani.org/sokakcocuklarisoruni.htm, 31.01.2005.

DOĞAN İsmail, “Çocuk Hakları Açısından Türkiye’de Çocuk Olgusu”,

http://yayim.meb.gov.tr/yayimlar/151/dogan.htm, 31.01.2005.

GÜNEŞ S., KALAYCI A.R., “Sokakta Yaşayan/Çalışan Çocuklar”, www.aile.gov.tr

27.12.2006.

HANCI İ. Hamit, “İç Göçler ve Çarpık Kentleşme”, www.kriminoloji.com, 17.05.2006.

KULCA Y. Ahmet, “Sokak Çocuğu Kimdir?”, www.umutcocukları.org.tr, 31.01.2005.

SOKULLU R. Füsun, “Suçun Nedenleri”, www.kriminoloji.com, 18.05.2006.

YEDİYILDIZ Bahaettin, “ Türk Kültür Sistemi İçinde Vakfın Yeri”, www.os-ar.com,

08.05.2006.

www.die.gov.tr ,12.03.2006.

www.die.gov.tr ,“2002 Yoksulluk Çalışması Sonuçları”, 16.03.2006.

www.turkis.org.tr/icerik/cocukiscilik.htm,“Çalışan Çocukların Sorunları ve Çözüm

Yolları”, 31.08.2006.

146

www.calısma.gov.tr/calısan_cocuklar/yillara_gore.htm,DİE-Hanehalkı İşgücü

Anketleri, 31.08.2006.

http://www.die.gov.tr, 31.08.2006.

http://www.calısma.gov.tr/calısancocuklar/ulusalmevzuat.htm,Çocuk İşçiliği İle İlgili

Ulusal Mevzuat, 31.08.2006.

www.die.gov.tr./cin/adaletIst.htm, 27.11.2006.

www.atonet.org.tr/turkce/bulten/bulten/.php3.sira=412 “Çocuk Suçlular Raporu”,

27.11.2006.

www.adli-sicil.gov.tr/istatistikler/1996/cocuk14a.htm, 20.12.2006.

www.ntvmsnbc.com/news/347420.asp, 19.12.2006.

www.ksgm.gov.tr, Kadına Yönelik Şiddet, 23.11.2006.

www.nvi.gov.tr, “Evlat Edinme”, 23.01.2007.

www.iem.gov.tr “Çocukların Suça Yönelmelerinde Ailenin Etkisi ve Önerilerimiz”,

24.01.2007.

www.tuik.gov.tr, Aile Yapısı Araştırması, 29.01.2007.

www.sydtf.gov.tr, “Yoksullukla Mücadelede Sosyal Yardımlar ve Devlet”, 24.03.2007.

www.kutahyashcek.com, 26.04.2007.

DİĞER KAYNAKLAR

Kütahya Belediyesi.

Kütahya İl Emniyet Müdürlüğü.

Kütahya Vakıflar Bölge Müdürlüğü.

147

DİZİN

A ABD .................................................................. xi, 15 Adaptasyon ..............................................................98 Almanya ..................................................................97 Anthony Giddens....................................................41 Asimilasyon.............................................................98

B Bauman....................................................................29 Beş Yıllık Kalkınma Planı .........................................9

Ç Çeteler ..........................................viii, 76, 90, 91, 110 Çocuk Suçluluğu ................................ix, 69, 101, 144

D Değer Yoksulluğu............................................. vii, 27 DPT ............................................................xi, 14, 142 Dünya Bankası.............................................16, 30, 37

E Entegrasyon .............................................................12 Ergenlik ............................viii, 69, 90, 91, 92, 93, 110

F Farklılaşma ...................................................... viii, 42

G Gecekondu............... 12, 21, 44, 45, 95, 136, 140, 141 George Simmel ..........................................42, 43, 141 Göreli Yoksulluk .............................................. vii, 16

İ İç Göç ...................................................... viii, 95, 145 İntegrasyon ..............................................................98 İnternet...........................................................106, 107

K Katlanılabilir Yoksulluk .................................. viii, 56 Kemal Karpat.......................................................9, 22 Kentleşme. vii, 6, 7, 9, 10, 13, 18, 28, 67, 94, 96, 109,

140, 142, 143, 145 Kurtuluş Savaşı............................................23, 30, 56

L Lewis .................................................................22, 23

M Marshall Planı..........................................................97 Mutlak Yoksulluk............................................. vii, 16

O Objektif Yoksulluk ..................................................17 Orhan Türkdoğan.....................................................23 Osmanlı Devleti.. vii, xiii, xvi, xvii, 7, 32, 33, 34, 137

P Platon.......................................................................48

R Rehabilitasyon .......................................................133

S Sanayi Bankası ..........................................................7 Sanayileşme.........................vii, xv, 2, 6, 7, 27, 31, 46 Sosyal Eşitsizlik................................... vii, ix, 36, 114 Sosyal Hizmetler ix, xi, 118, 119, 127, 131, 133, 138,

140, 143 Sosyo-Kültür............................................. vii, 26, 139 Subjektif Yoksulluk.................................................17 Suç...iii, viii, ix, 48, 49, 51, 52, 69, 71, 72, 73, 76, 90,

106, 108, 110, 121, 137, 143, 144

T Terör ........................................................................19 Toplumsal Yapı .....................................................143

V Vakıf........................................................35, 138, 142 Vakıf Geleneği.......................................................138 Varoş .......................................................................57

Y Yoksulluk Kültürü .................................................142