kayıp zamanın İzinde 3 guermantes tarafı - … · marcel proust 10 temmuz 1871'de...

686

Upload: doanngoc

Post on 16-Sep-2018

250 views

Category:

Documents


3 download

TRANSCRIPT

Kayıp Zamanın İzinde 3 GuermantesTarafı

I of Kayıp Zamanın İzinde

Marcel Proust

Yapı Kredi Yayınları (2000)

Derecelendirme:

Etiketler: Fransız Edebiyatı, Roman

"Kendi seçimimizle, iki güçten birine teslim olabiliriz: biri, kendiiçimizden, derin duygularımızdan kaynaklanır, öteki dışardan gelir.Birinci güç, beraberinde doğal olarak bir mutluluk, yaratan insanlarınhayatından yayılan mutluluğu getirir. Dışımızdaki insanları hareketegeçiren dürtüyü bizim içimize sokmaya çalışan diğer kuvvet ise,beraberinde haz getirmez...Zaafları, kaygıları, tutkularıyla bir madlende canlanan burjuvazi..."Guermantas Tarafı", dev yapıt "Kayıp Zamanın İzinde"nin bir başkabölümü.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

2

Kayıp Zamanın İzinde

Guermantes Tarafı

Kitap 3

Marcel Proust

Fransızca aslından çeviren: Roza HakmenŞiir çevirileri: Ahmet Güntan

Yapı Kredi Yayınları

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

3

Marcel Proust

10 Temmuz 1871'de Auteuil'de doğdu. Bütün yaşamınıetkileyecek astım krizlerinin ilkini 1881'de geçirdi. 1890'daHukuk Fakültesi'ne ve Siyasal Bilgiler Okulu'na kaydoldu. Aynıyıl Maupassant'la tanıştı. Arkadaşlarıyla birlikte Le Banquetyayınlarını kurdu; burada edebiyat eleştirileri yayımladı. 1893'te,Swann'ınBir Aşk'ının "eskizi" olabilecek nitelikte bir metin yazdı.1894'te Dreyfus olayı başladı. Marcel Proust, babasıyla birlikte,Dreyfus yanlıları arasında yer aldı. 1895'te felsefe lisansıdiplomasını aldı. 1898'te Dreyfus olayı büyüdü. Aynı yıl Zola'nın"J'accuse" adlı açık mektubu L'Aurore gazetesinde yayımlandı.Proust 1908'de büyük yapıtını (Kayıp Zamanın İzinde) yazmayakoyuldu. 1914'te Guermantes Tarafı'nı Grassef'ye hazırlamayabaşladı. 30 Kasım 1918'de Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesindeyayımlandı. 10 Aralık 1919'da bu kitap Goncourt ödülü aldı. 30Nisan 1921'de Guermantes Tarafı II ile Sodom ve Gomorrayayımlandı. Aynı yıl Proust Gallimard'a Sodom ve Gomorra II ileSodom III'ün elyazmalarını verdi. 1922'de Mahpus ile Kaçak(Sodom III) daktiloya çekilmeye başlandı. Proust, Ekim ayıbaşında bir bronşit krizi geçirdi, bunu zatürre izledi. Yazar, 18Ekim'de öldü.

Roza Hakmen

1956'da İzmir'de doğdu. 1974'te İzmir Amerikan Kız Koleji'ni,1979'da ODTÜ Ekonomi Bölümü'nü bitirdi. Başlıca çevirileri:Ernest Hemingway, Çanlar Kimin için Çalıyor; Mario Vargas Llosa,Kent ve Köpekler; Nina Berberova, Eşlik Eden: Soneçka

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

4

Antonovskaya; Juan Benet, Madrid'de Sonbahar; Oscar Wilde, DeProfundis; Marguerite Duras, Mavi Gözler Siyah Saçlar; AnthonyBurgess, Bir Elin Sesi Var; Carson McCullers, Yelkovansız Saat;Tama Janowitz, New York Köleleri. Mircea Eliade, MatmazelChristina; Anne Rice, Vampirle Konuşma; Miguel de CervantesSaavedra, Don Quijote; Marcel Proust, Çiçek Açmış Genç KızlarınGölgesinde, Guermantes Tarafı, Sodom ve Gomorra, Swann'larınTarafı.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

5

Shakespeare'in Yolculuğu'nun, Çocuğun Yazgısı'nın, SiyahYıldız'ın, Hayaletler ve Canlılar'ın, İmgeler Dünyası'nın ve nicebaşyapıtın yazarı, eşsiz dost Leon Daudet'ye minnet vehayranlıkla...

M. P.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

6

Guermantes Tarafı I

Kuşların sabah cıvıltıları Françoise'a tatsız geliyordu."Hizmetçilerin" her sözü yerinden sıçratıyordu onu; attıkları heradımdan rahatsız oluyor, ne yaptıklarını merak ediyordu;taşınmıştık çünkü. Eski apartmanımızın "altıncı katındakihizmetkârlar daha az hareket etmezlerdi elbette; ne var ki onlarıtanıdığından, gidiş gelişleri de Françoise için dostça şeyler halinegelmişti. Oysa şimdi sessizliğe bile sancılı bir dikkatleyaklaşıyordu. Daha önceki evimizin baktığı bulvar ne kadargürültülüyse, yeni semtimiz de o kadar sakin olduğu için, yoldangeçen bir adamın (uzaktan duyulduğunda bile, hafif olmaklabirlikte bir orkestra ezgisi gibi belirgin biçimde seçilen) şarkısı,sürgündeki Françoise'in gözlerini yaşlarla dolduruyordu. "Dörtbir yandan onca itibar gördüğümüz" bir apartmandan ayrılmakzorunda kaldığımıza üzülerek bavullarını Combray âdetleriuyarınca, ağlayarak toplamış olan ve eski evimizi olabilecek enmükemmel ev ilân eden Françoise'la alay etmiştim, ama ben de,eskiyi ne kadar kolay terk ediyorsam yeniyi de o kadar zorbenimsediğimden, bizi henüz tanımayan kapıcıdan ruhunubesleyecek saygı işaretlerini almadığı bir eve yerleşmenin, yaşlıhizmetkârımızı çöküşe yakın bir hale soktuğunu görünce, onayakınlaştım. Beni anlayabilecek bir tek o vardı; genç uşağınanlaması mümkün değildi elbette; hiç mi hiç Combray'li olmayanuşak için taşınmak, bir başka semtte oturmak, yeniliklerin insanıseyahat edermiş gibi dinlendirdiği bir tatil gibiydi; kendinisayfiyede sanıyordu; nezle olduğunda, pencerenin tamkapanmadığı bir tren vagonunda "üşütmüş" gibi, tatlı birizlenime, gezip görmüşlük duygusuna kapıldı; her hapşırışında,böyle iyi bir iş bulduğuna seviniyordu; bol bol seyahat eden bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

7

ailenin hizmetinde olmayı hep istemişti. Bu yüzden ben de gençuşağı aklımdan bile geçirmeden doğru Françoise'a gittim; benimkayıtsız kaldığım ayrılık sırasında onun gözyaşlarınagüldüğümden, üzüntümü buz gibi bir tavırla karşıladı; çünkü oda bu üzüntüyü paylaşıyordu. Sinirli bir yapıya sahip insanlarınsözde "hassasiyet"leriyle birlikte bencillikleri de artar; kendirahatsızlıklarına giderek artan bir dikkatle yaklaşır, aynırahatsızlıkları başkalarının sergilemesine tahammül edemezler.En küçük üzüntüsünü bile açığa vurmayı ihmal etmeyenFrançoise, ben acı çekerken, ıstırabımın merhamet uyandırdığını,hatta fark edildiğini görme zevkini tatmayayım diye, başınıçevirirdi. Ona yeni evimiz hakkında bir şey söylemek istediğimdede, aynı şeyi yaptı hemen. Ayrıca iki gün sonra, unutulan bazıgiysileri almak üzere eski evimize gitmesi gerektiğinde, benimtaşınma sonrası yükselen ateşim henüz düşmemişken, kendimi,öküz yutmuş bir boa yılanı misali, gözlerimin "sindirmek"zorunda olduğu uzun bir sandık yüzünden, acıyla yamulmuşhissederken, Françoise kadınca bir sadakatsizlikle, eskibulvarımızda boğulacak gibi olduğunu, giderken "tersidöndüğünü", hiç bu kadar kullanışsız bir merdiven görmediğini,"dünyaları verseler", üstüne milyonlar verseler –varsayımıbedavaydı– oraya dönmeyeceğini ve yeni evimizde her şeyin (yanimutfak ve koridorların) çok daha iyi "tanzim edilmiş" olduğunusöyleyerek geri geldi. Bu arada şunu belirtmek gerekir ki yenievimiz –buraya sağlığı pek iyi olmayan büyükannemin dahatemiz bir havaya ihtiyacı olduğu için, ama bu sebebi kendisindengizleyerek taşınmıştık– Guermantes Konağı'na ait bir daireydi.

İsim'lerin, kendilerine yüklediğimiz bilinmezliğin imgesini bizesunarak, bizim için hem gerçek bir yeri işaret ettiği, hem de busebeple bizi bilinmezle gerçeği özdeşleştirmeye zorladığı (o kadarki, bir şehre, içinde barındırması mümkün olmadığı halde artıkisminden koparıp atamadığımız bir ruhu aramaya gideriz) yaşta,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

8

bu İsim'ler, alegorik resimler gibi sadece kentlere, ırmaklara birkişilik kazandırmaz, sadece maddi dünyayı farklılıklarla bezeyipharikalarla donatmaz; sosyal dünyaya da bütün bunları katar;öyle ki, ormanların cinleri, ırmakların tanrıları olduğu gibi, herünlü şatonun, konağın, sarayın da kendi hanımı, perisi vardır.Bazen, isminin arkasına gizlenmiş olan peri, kendisini besleyenhayal gücümüzün gelişimine tabi olarak değişir; işte Mme deGuermantes'ın benim içimde yer ettiği hava da, bu şekilde, yıllarboyunca bir sihirli fener camının ve kilise vitrayınınyansımasından başka bir şey değilken, bambaşka rüyalar o havayısellerin köpüklü nemiyle doldurduğunda, renklerini yitirmeyebaşlamıştı.

Ne var ki, ismin tekabül ettiği gerçek kişiye yaklaşırsak, perisolup gider; çünkü isim artık bu kişiyi yansıtmaya başlar, oysa bukişide periden eser yoktur; o kişiden uzaklaşırsak peri yenidendoğabilir, ama yakınında durmaya devam edersek, peri ve onunlabirlikte isim de kesin olarak ölür; tıpkı peri Merlusine'in ortadankaybolduğu gün, Lusignan ailesinin de yok olduğu gibi. O zamanİsim, üst üste binmiş resimlerinin en altında, kaynağında hiçbirzaman tanımadığımız bir yabancının güzel portresinibulabileceğimiz İsim, yoldan geçen birini tanıyıp tanımadığımızı,selamlamamız gerekip gerekmediğini anlamak içinbaşvurduğumuz basit bir fotoğraflı kimlik kartı olmaktan öteyegitmez. Ama çok eski yıllardan kalma bir izlenim –tıpkı çeşitlisanatçıların sesini, tarzını koruyan müzik kayıt cihazları gibi–hafızamızın bu ismi, kulağımızda o zamanlar sahip olduğu özeltınısıyla işitmemizi sağlayacak olursa, görünürde değişmemişolan ismin tıpatıp aynı olan hecelerinin bizim için ifade ettiğiçeşitli hülyaları birbirinden ayıran uzaklığı hissederiz. Mazidekalmış bir ilkbaharda duyduğumuz tınıyı tekrar işittiğimizde, biran için, resim yaparken küçük tüplerden boya sıkar gibi, butınıdan, hatırladığımızı zannettiğimiz günlerin unutulmuş,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

9

esrarengiz, taze ve tam nüansını çıkarabiliriz; oysa bu tınıyı tekrarişitmeden önce yaptığımız, kötü ressamlar gibi, tek bir tuvalüzerine yayılan bütün geçmişimizi, iradi hafızanın geleneksel vehepsi birbirine benzeyen tonlarıyla boyamaktır. Buna karşılıkgeçmişi oluşturan anların her biri, tam tersine, o zamanın artıktanımadığımız renklerini kendine has bir uyum içinde kullanaraközgün bir yaratı ortaya çıkarırdı; bir tesadüf sayesinde meselaGuermantes ismi bunca yıl sonra bir anlığına bugünkündenapayrı bir tınıya, Mile Percepied'nin düğününde sahip olduğutınıya kavuşarak, genç düşesin kabarık fularına kadifegörünümünü veren o tatlı, fazlasıyla parlak, fazlasıyla yenieflatun rengi ve koparılması mümkün olmayan, yenidençiçeklenmiş bir Cezayir menekşesi gibi mavi bir tebessümleaydınlanmış gözlerini bana tekrar sunduğunda, bu renkler benihâlâ büyüler. O zamanki Guermantes ismi aynı zamanda, içioksijen veya başka bir gazla doldurulmuş küçük bir balon gibidir:Balonu patlatmayı, içindekini dışarı çıkarmayı başardığımda oyılın, o günün Combray havasını, meydanın köşesinde esiveren,hani o yağmurun habercisi, güneşi kâh havalandıran, kâhkilisenin kırmızı yünlü halısına kondurup parlak, pembeye çalanbir sardunya kırmızısına boyayan rüzgârın getirdiği akdikenkokusunun ve eğlence içinde asaleti koruyan, adeta Wagner'eözgü neşenin karıştığı havayı solurum. Ne var ki, başlangıçtakivarlığın, bugün ölü olan hecelerin içinden fırlayıp özgünbiçimine ve çizgilerine kavuştuğunu birdenbire hissettiğimiz bunadir anların dışında bile, günlük hayatın baş döndürücüfırtınasında, sadece pratik bir kullanıma sahip olan isimler, aşırıhızlı döndüğünden gri gibi görünen rengârenk bir topaç gibibütün renklerini kaybetmiş olsalar da, tahayyüle daldığımızzaman, düşünüp geçmişe dönebilmek için içindesürüklendiğimiz aralıksız hareketi yavaşlatmaya, durdurmayaçalıştığımızda, aynı ismin hayatımız boyunca gözümüzde

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

10

büründüğü çeşitli renkler, yan yana dizilmiş olarak, amatamamen belirgin bir biçimde yavaş yavaş gözümüzün önündebelirir.

Dadım bana o eski şarkıyı, Guermantes Markizi'ne Bin Teşekkürşarkısını –herhalde benim gibi o da kimin şerefine bestelenmişolduğunu bilmeden– söylediğinde ya da birkaç yıl sonra yaşlıMareşal Guermantes, Champs-Elysees'de beni görünce durup "Negüzel çocuk!" diyerek cebindeki şeker kutusundan bir çikolatavererek bakıcımı gurura boğduğunda, Guermantes isminingözümün önünde hangi biçimle belirdiğini bilmiyorum elbette.Bebeklik yıllarım artık benim benliğimde değiller, benimdışımdalar; onlarla ilgili olarak, sadece başkalarınınanlattıklarından bir şeyler öğrenebilirim, tıpkı doğumumuzdanönceki olaylar gibi. Ama daha sonraki yıllarda, bu isminbenliğimde var olduğu süre içinde, yedi sekiz farklı şekilbuluyorum art arda; birinciler en güzelleriydiler; savunulmasımümkün olmayan konumunu terk etmeye gerçeklik tarafındanzorlanan hayalim, her defasında birazcık daha beriye sığmıyor, birsüre sonra biraz daha geriye çekilmek zorunda kalıyordu. Ve Mmede Guermantes'la birlikte, evi de değişiyordu; bu ev de aynıisimden doğmuştu; duyduğum şu veya bu kelimeyle hülyalarımdeğişiyor, isim yıldan yıla zenginleşiyordu; ev, benim buhülyalarımı, bir bulutun veya gölün yüzeyi gibi yansıtıcı halegelmiş olan taşlarında bile yansıtıyordu. Turuncu bir ışıkşeridinden ibaret, derinliği olmayan, derebeyiyle hanımının,tepesinden vasallarının yaşamasına veya ölmesine kararverdikleri bir burç, yerini –havanın güzel olduğu öğlesonralarında annem ve babamla Vivonne Irmağı'nın yatağıboyunca yürüdüğümüz o "Guermantes tarafı"nın en ucunda–dalgalı bir araziye bırakmıştı; burada düşes bana alabalık avlamayı,araziyi çevreleyen alçak duvarları süsleyen mor ve kırmızısalkımlar halindeki çiçeklerin adını öğretirdi; daha sonra,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

11

atalardan kalan toprak, o şiirli malikâne olmuştu; burada yüceGuermantes soyu, çağları aşıp gelen, sararan, çiçekli bir kule gibiFransa üzerinde yükselmeye başlamıştı bile; oysa gökyüzünde,ileride Paris Notre-Dame ve Chartres katedrallerinin yükseleceğiyer henüz boştu; oysa Laon tepesinin zirvesinde, Ararat Dağı'nıntepesindeki Nuh'un Gemisi misali Tanrı'nın gazabı dinmiş midiye bakmak için endişeyle pencerelerden sarkan İlkPeygamberler ve Erdemlilerle dolu, toprakta çoğalacak olanbitkileri taşıyan, hayvanlarla dolup taşan, hayvanların kaçıpkulelere kadar sızdığı, çatıda sakin sakin dolaşan öküzlerinyüksekten Champagne ovasını seyrettiği katedralin şefi, yerinialmamıştı henüz; oysa günün sonunda Beauvais'den ayrılanyolcuyu, katedralin siyah, dallanıp budaklanmış kanatları, günbatımının altın fonu üzerinde açılıp dönerek izlemezdi henüz. BuGuermantes, bir romanın dekoru gibi, hayalimde canlandırmaktagüçlük çektiğim, bu sebeple keşfetmeyi daha da çok arzuladığım,birdenbire soyluluk özellikleriyle dolacak olan gerçek topraklarınve yolların arasına gömülmüş, gara sekiz kilometre uzaklıkta,hayalî bir peyzajdı; civardaki yerlerin adlarım, adeta Parnassos'unveya Helikon'un eteğinde kurulu yerlermiş gibi hatırlıyordum, –topografya biliminde– esrarengiz bir oluşumun maddi koşullangibi değerliydiler benim gözümde. Combray Kilisesi vitraylarınınalt kısmında yer alan armalar geliyordu gözümün önüne;armaların bölündüğü dörder parçadan her biri, bu ünlü soyunasırlar boyunca Almanya'nın, İtalya'nın ve Fransa'nın dört biryanından evlilikler yoluyla veya kazanarak elde ettiğisenyörlüklerle dolmuştu: Kuzey'in uçsuz bucaksız arazileri,Güneyin güçlü kentleri Guermantes'ta toplanıp birleşmiş,maddiyetlerini kaybederek yeşil burçlarını veya gümüşi şatolarınıGuermantes'ın mavi fonuna alegorik olarak çizmişlerdi. MeşhurGuermantes duvar halılarının bahsini duymuştum; bu kalınca,mavi ortaçağ halılarının, mor-kırmızı, efsanevi ismin üzerinde bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

12

bulut gibi, Childebert'in sık sık avlandığı eski ormanın bitimindebelirdiğini görüyordum; bana öyle geliyordu ki, yeryüzünün buen uzak, esrarengiz köşesinin, asırların ötesinin sırlarına, seyahatedercesine vakıf olmak için, Paris'te bir an Mme de Guermantes'ayaklaşmam yeterliydi; toprağın efendisi, gölün hanımı olan Mmede Guermantes'ın yüzünün ve sözlerinin, ulu ormanların, ırmakkıyılarının yerel büyüsüne, arşivlerinin eski gelenek kitabıylaaynı asırlık özelliklere sahip olması gerekiyordu sanki. Ama sonraSaint-Loup'yla tanışmıştım; şatonun adının, sadece XVII.yüzyıldan, ailesinin eline geçtiğinden beri Guermantes olduğunuöğrenmiştim ondan. Ailesi o tarihe kadar o yörede ikamet etmiştive unvanını bu bölgeden almamıştı. Guermantes köyü, şatodansonra kurulmuş ve adını da şatodan almıştı; şatonunperspektifini bozmamak amacıyla belirlenmiş olan ve sokaklarınçizgisini saptayan, evlerin yüksekliğini sınırlayan kurallar hâlâyürürlükteydi. Duvar halılarına gelince, Boucher'nin eseriydilerve XIX. yüzyılda meraklı bir Guermantes tarafından satın alınıpkırmızı saten ve pelüşle kaplanmış son derece çirkin bir salona,kendi yaptığı alelade av tablolarının yanına asılmışlardı. Saint-Loup bu ifşaatıyla şatoya Guermantes ismine yabancı bazıunsurlar katmıştı ve bunlar artık sırf hecelerin ahenginden duvarişçiliğini çıkartmama izin vermiyorlardı. O zaman, bu isminardındaki şato ve şatonun göle yansıyan aksi silinmiş, gözümdeMme de Guermantes'ı çevreleyen ev, Paris'teki konağı,Guermantes Konağı olmuştu; ismi gibi saydamdı ev de; çünküsaydamlığını bozan, tıkayan hiçbir maddi, donuk unsur yoktu.Nasıl ki kilise sadece tapmağı değil, aynı zamanda cemaati detanımlarsa, Guermantes Konağı da, düşesin hayatında yer alanherkesi kapsıyordu; ancak, hiç görmediğim bu yakınları, benimiçin ünlü ve şairane isimlerden ibarettiler; yine birer isimdenibaret olan insanlardan başkasıyla tanışmıyorlar ve düşesinetrafında giderek açılan muazzam bir hale oluşturarak, esrarını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

13

iyice artırıp güçlendiriyorlardı.Verdiği davetlerde, konukları bedensiz, bıyıksız, ayakkabısız

hayal ettiğim, konuşmalarında, sıradan, hatta insanca vemantıklı biçimde özgün tek bir söz hayal etmediğim için, buisimler fırtınası, Saksonya porseleninden yapılmış, Mme deGuermantes adlı heykelciğin etrafında bir hayaletler yemeği veyahortlaklar balosundan daha az maddeye sahip olduğundan,düşesin camdan konağının vitrin saydamlığını koruyordu. SonraSaint-Loup bana yengesinin rahibine, bahçıvanlarına aitanekdotlar anlattığında, Guermantes Konağı –bir zamanlar birLouvre'un olduğu gibi– Paris'in ortasında, tuhaf bir şekilde hâlâgeçerli olan çok eski bir hak sayesinde, miras yoluyla elde edilmişve üzerinde hâlâ feodal imtiyazlarını koruduğu arazileriyle çevrilibir şato haline gelmişti. Ama bu son ev de, Mme de Villeparisis'yekomşu olup Mme de Guermantes'in konağının bir kanadında,onunkine yakın bir daireye taşındığımızda yok olmuştu. Bugünbelki hâlâ örneklerine rastlanabilecek eski malikânelerdendi; bukonakların ön avlularında –belki kabaran demokrasi dalgasınıngetirdiği alüvyonlardı bunlar, belki de çeşitli mesleklerin,senyörün etrafında toplandığı daha eski zamanlardan bir miras–genellikle kenarlarda ardiyeler, atölyeler, hattâ mühendisleringüzellik anlayışının açık bırakmadığı katedrallerin kanatlarınabitişik dükkânlara benzeyen küçük bir kunduracı veya terzidükkânı, tavuk besleyip çiçek yetiştiren, ayakkabı tamircisi birkapıcı bulunurdu; en dipte, konağın "esas bölümünde" yaşayan"kontes", iki atın çektiği, eski, üstü açık arabasında, şapkasındakapıcı kulübesinin küçük bahçesinden kaçmış gibi görünenbirkaç latinçiçeği (ve arabacının yanında, semtin bütün aristokratkonaklarında inip kartvizit bırakan üniformalı uşağı) ile avluyaçıktığında, kapıcının çocuklarına ve o sırada avludan geçmekteolan burjuva kiracılara ayrım yapmadan tebessümler, küçük elhareketleriyle selamlar dağıtır, küçümseyici nezaketi ve eşitlikçi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

14

kibriyle hepsini birbirine karıştırırdı.Taşındığımız evde, avlunun dibindeki soylu hanımefendi, şık

ve hâlâ genç olan bir düşesti. Mme de Guermantes'tı bu; Françoisesayesinde kısa zamanda konağa ilişkin bilgi edindim. Çünkü(François'nı genellikle aşağıdakiler, alttakiler sözleriyle değindiği)Guermantes'lar, yaşlı hizmetkârımızın saplantısıydı; daha sabahannemin saçlarım tararken avluya yasak, dayanılmaz, kaçak birbakış fırlatır, "Aa, iki rahibe geldi; aşağıdakilere gidiyorlarmuhakkak" veya, "Ah, şu mutfak penceresindeki sülünleringüzelliğine bakın! Nereden geldiklerini sormaya gerek yok, dükava gitmiş belli ki," der, geceleyin ben yatmaya hazırlanırkeneşyalarımı verdiği sırada bir piyano sesi, bir şarkı kırıntısı duyacakolsa, "Alttakilerin misafiri var, eğleniyorlar," sonucunu çıkarırdı;artık ağarmış olan saçlarının çevrelediği düzgün hatlı çevresindebir an için gençliğinin canlı ve kibar tebessümü, yüzünün herçizgisini yerli yerine koyar, tıpkı bir kadrilden önceki gibi, yapay,titiz bir düzene göre yerleştirirdi.

Ama Guermantes'ların hayatının Françoise'in ilgisini en çokçeken, onu en çok tatmin eden, aynı zamanda en çok üzen ânı,araba kapısının iki kanadı birden açılırken düşesin üstü açıkarabasına bindiği andı. Bu an, genellikle hizmetkârlarımız öğleyemeği denilen, hiç kimse tarafından bölünmemesi gereken,şaşaalı kutlama törenini tamamladıktan az sonra yaşanırdı; öğleyemeği sırasında hizmetkârlar o kadar "dokunulmaz"dı ki, babambile zili çalma cesaretini gösteremez, zaten beş kere de çalsahiçbirinin zahmet etmeyeceğini, böyle bir münasebetsizliğinkesinlikle nafile olacağım, üstelik kendisinin de zararlı çıkacağınıbilirdi. Çünkü bu durumda (yaşlandığından beri her fırsatta bircenaze suratı takman) Françoise, bütün gün boyunca uzunşikâyetler listesini ve memnuniyetsizliğinin derin sebeplerinikolay kolay deşifre edilemeyecek şekilde sergileyen, çivi yazısına

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

15

benzer küçük kırmızı işaretlerle dolu bir çehre sunmayı ihmaletmezdi kendisine. Aslında bu şikayetleri ayrıntılı olarak ortayasavururdu, ama biz kelimeleri pek seçemezdik. Kendi ifadesiyle,bütün gün "fısır fısır söylenir" bunun bizim için sinir bozucu,"küçültücü", "kırıcı" olduğunu düşünürdü.

Ayinin son erekleri de tamamlandıktan sonra Hıristiyanlığın ilkdönemlerindeki gibi hem ayini yöneten, hem de cemaatin birüyesi olan Françoise, kendisine son bir kadeh şarap doldurur,boynundaki peçeteyi çözer, dudaklarındaki kırmızı su ve kahveizini silip peçeteyi katlar, bir halkaya geçirir, gayretkeşlikle, "Birazdaha üzüm alsanıza hanımefendi, üzümler çok güzel" diyen genç"uşağı"na sızlanan bakışlarla teşekkür eder ve derhal, "bu sefilmutfakta" havanın çok sıcak olduğunu bahane ederek pencereyiaçmaya giderdi. Pencerenin kolunu çevirip temiz havayısoluduğu sırada avlunun dibine ustaca kayıtsız bir bakış fırlatır,düşesin henüz hazır olmadığımı gizlice saptar, koşulmuş arabayıbir an küçümseyen, tutkulu bakışlarla süzer ve dünyevi şeylerebu bir anlık dikkati yönelttikten sonra, havanın tatlılığından,güneşin sıcaklığından zaten berraklığını tahmin etmiş olduğugökyüzüne çevirirdi bakışlarını; sonra damın köşesine, tambenim odamın bacasının üzerinde, Combray'deki mutfağındakuğurdayan güvercinlere benzeyen güvercinlerin her ilkbahardagelip yuvalarını yaptıkları yere bakardı.

"Ah, Combray, Combray!" diye haykırırdı. (Françoise'in buyakarıyı neredeyse şarkı söyler gibi, yüksek bir tonda dilegetirmesi, tıpkı çehresinin Arles'a özgü duruluğu gibi, aslındagüneyli olduğunu ve ayrıldığına yandığı memleketinin,sonradan benimsediği bir yer olduğuna düşündürebilirdi. Amabu düşünce hatalı olabilirdi; çünkü her bölgenin kendi "Güneyi"vardır ve öyle Savoie'lılarla, öyle Bretanya'lılarla karşılaşırız ki,uzun ve kısa hecelerde güneylilere has o tatlı değişikliklerin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

16

hepsini kendilerinde buluruz.) "Ah, Combray! Seni bir dahagörmek ne zaman kısmet olacak, canım memleketim? Bütüngünümü akdikenlerin, o güzelim leylaklarımızın altında,ispinozları, Vivonne'un fısıltıyla konuşur gibi mırıldanmasınıdinleyerek geçirmek ne zaman nasip olacak? Onun yerine yarımsaatte bir beni bu rezil koridorda koşturan küçük beyimizin lanetolası zilini dinliyorum. Bir de üstüne, geç varmışım diye lafişitiyorum; daha o zili çalmadan benim duymam gerekiyorherhalde; bir dakika geciksem, küplere biniyor. Ah Combray ah!Belki de sana ancak öldükten sonra kavuşacağım; beni bir taşparçası gibi mezara attıklarında. O zaman o bembeyaz, güzelimakdikenlerinin kokusunu duyamayacağım. Ama bana öylegeliyor ki, ölüm uykusunda da, hayatta bana cehennem azabıçektiren bu üst üste üç zil sesini duymaya devam edeceğim."

Françoise'in sözü, avluda dükkânı olan yelekçininseslenişleriyle kesilirdi; büyükannemin bir zamanlar, Mme deVilleparisis'yi ziyarete gittiğinde pek hoşuna giden yelekçiydi bu;Françoise'in da kalbinde en az o kadar yeri vardı. Bizim pencereninaçıldığını işitince, komşusunu selamlamak için dikkatiniçekmeye çalışırdı. O zaman Françoise'in genç kızlığındaki cilvesi,yaşla, keyifsizlikle, fırının ısısıyla ağırlaşmış emektar aşçımızınhomurdanan çehresini M. Jupien için aydınlatırdı; Françoiseyelekçiye büyüleyici bir çekingenlik, içtenlik ve terbiyekarışımıyla, zarif bir selam yollar, ama sesli bir karşılık vermezdi;çünkü annemin tembihlerine uymayıp avluya bakmakla birlikte,pencerede sohbet edecek kadar meydan okumaya da cesaretedemezdi; kendi deyişiyle, hanımdan "okkalı bir zılgıt" yemekistemezdi çünkü. M. Jupien'e, "Ne güzel atlar, değil mi?" demekistercesine koşulmuş arabayı gösterir, ama bir yandan, "Lanetkarı!" diye mırıldanırdı; yelekçinin sesini yükseltmeden,duyurabilmek için ellerini ağzına siper ederek, "İsteseniz sizin deolurdu, üstelik daha fazlası, ama siz bu tür şeylerden

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

17

hoşlanmıyorsunuz," diye cevap vereceğini bilirdi.Françoise, yaklaşık olarak, "Herkesin zevki ayrı, burada sadelik

sevilir," anlamına gelen mütevazı, kaçamak ve mutlulukla dolubir hareket yapıp, annem gelir korkusuyla pencereyi kapatırdı.Guermantes'lardan daha fazla ata sahip olabilecek olan bu "siz",aslında bizdik, ama Jupien "siz" demekte haklıydı; çünkütamamen kişisel olan izzetinefsin kimi hazları dışında (meseladurmadan öksürdüğü, evdeki herkesin mikrop bulaşacak diyekorktuğu zamanlarda, sinir bozucu bir kıkırdamayla nezleolmadığını iddia etmesi gibi) Françoise, tamamen bir hayvanayapışık halde yaşayan, hayvanın onlar için yakaladığı, yediği,sindirdiği ve olduğu gibi özümlenebilecek bir tortu halindesunduğu gıdalarla beslenen bitkilere benzer biçimde, bizimle birortakyaşam içindeydi; onun yaşaması için gerekli memnuniyetioluşturan küçük izzetinefis tatminlerini meziyetlerimizle,servetimizle, hayat şartlarımızla, konumuzla hazırlamak –bunabir de, eski geleneğe uygun öğle yemeği ibadetini ve sonundakipencere önü soluklanmasını serbestçe yerine getirme hakkını,alışveriş yapmaya giderken sokakta biraz oyalanma ve pazarlarıyeğenini ziyaret etme iznini eklemek– bizim görevimizdi.

Bu yüzden Françoise'in –babamın bütün onursal unvanlarınınhenüz bilinmediği bir apartmanda– ilk günlerde kendisinin cansıkıntısı dediği bir dert yüzünden çökmesi, anlaşılabilir; bu cansıkıntısı, nişanlılarından, köylerinden uzakta çok fazla "sıkılıp"sonunda intihar eden askerlerin veya Corneille'in kalemindençıkan, şiddetli anlamdaki sıkıntıydı. Françoise'in sıkıntısını kısasürede tedavi eden de Jupien olmuştu; çünkü Françoise'a ânında,bir araba almaya karar vermişiz gibi belirgin ve daha ince bir hazvermişti. "Bu Julien'ler," (Françoise yeni kelimeleri öncedenbildiği kelimelere benzetmeye meraklıydı) "çok iyi insanlar, çoknamuslu insanlar, yüzlerinde okunuyor zaten." Jupien gerçekten

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

18

de, eğer arabamız yoksa, istemediğimizden olmadığını anladı veherkese anlattı.

Françoise'in arkadaşı, bir bakanlıkta hizmetli olarak görevyaptığından, evinde pek kalmıyordu. Önceleri, büyükanneminkızı zannettiği "yumurcak" la yelekçilik yaparken, dahabüyükannem Mme de Villeparisis'yi ziyarete gittiğinde, henüzçocuk sayılacak yaştayken etek tamiri yapabilen kız, kadıngiyimine yönelip etekçi olunca, yelekçilik kârlı bir meslekolmaktan çıkmıştı. Önce bir terzinin yanında çırak olarak işebaşlayan, ufak tefek tamiratlar yapan, sökük bir volanı, düğme,çıt-çıt diken, bir beli kopçalarla ayarlayan kız, kısa zamandakalfalığa, sonra da ustalığa yükselmiş ve yüksek sosyetehanımlarından müşteriler edinmişti; işini kendi evinde, yanibizim avluda yürütüyordu; genellikle atölyedeki arkadaşlarındanbir iki kız da çırak olarak yanında çalışıyordu. O zamandan beri de,Jupien'in varlığına pek gerek kalmamıştı. Artık büyümüş olankızın hâlâ sık sık yelek dikmesi gerekiyordu elbette. Amaarkadaşlarının yardımı da olduktan sonra, kimseye ihtiyacıyoktu. Bu yüzden de amcası Jupien bir işe girmek istemişti.Önceleri eve öğle saatinde geliyordu; daha sonra, yardımcısıolduğu kişinin yerine geçtiğinde, ancak akşam yemeğine geliroldu. Neyse ki "asaleten tayini" bizim taşınmamızdan birkaç haftasonra gerçekleşti de, Jupien'in nezaketi, Françoise'in baştaki o zorgünleri fazla acı çekmeden atlatabilmesine yardımcı olacak kadaruzun süre devam edebildi. Aslında "geçiş dönemi ilacı" sıfatıylaFrançoise'a sağladığı yararın hakkımı vererek, şunu itiraf etmemgerekir ki, Jupien ilk görüşte benim pek hoşuma gitmemişti.Dolgun yanaklarının ve körpe teninin oluşturduğu izlenim yakınmesafede tamamen yok oluyor, merhametli, hüzünlü ve hülyalıbakışlarının ardındaki gözleri, insana çok hasta olduğunu veyayakın zamanda çok acı bir kayba uğradığını düşündürüyordu.Aslında hiç böyle olmadığı gibi, konuşmaya başladığı andan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

19

itibaren (ayrıca konuşması çok düzgündü) daha ziyade soğuk vealaycı oluyordu. Bakışlarıyla sözleri arasındaki bu uyuşmazlıktankaynaklanan sahtelik iticiydi; kendisi de bundan rahatsızgörünüyordu, herkesin fraklı olduğu bir gece davetinde ceketgiymiş veya bir prense cevap vermesi gereken, ama kendisiylenasıl konuşulacağını pek bilemeyen, bu zor durumdan sıyrılmakiçin cümlelerini neredeyse hiçe indirgeyen biri gibi. Jupien'incümleleri ise –yukarıdaki sadece bir benzetmedir– aksine, çokhoştu. Belki gözlerin çehreyi bu şekilde sular altında bırakmasınakarşılık olarak (kendisini tanıdıktan sonra insan buna dikkatetmiyordu artık). Jupien'in ender rastlanır türden bir zekâsıolduğunu kısa sürede farkettim; tanıdığım en kendiliğindenedebî zihinlerden birine sahipti; şöyle ki, muhtemelen kültürlüolmadığı halde, sırf aceleyle okuyuverdiği birkaç kitabınyardımıyla, en ustalıklı ifadeleri kavramış, benimsemişti. O günekadar tanıdığım en yetenekli insanlar, çok genç yaşta ölmüşlerdi.Bu yüzden Jupien'in de ömrünün kısa olacağından kuşkuduymuyordum. İyi yürekliydi, merhametliydi, müthiş ince,müthiş cömert duygulara sahipti.

Françoise'in hayatındaki rolü, kısa sürede vazgeçilmezolmaktan çıkmıştı. Françoise ona ihanet etmeyi öğrenmişti. Birsatıcı veya hizmetkâr, bize bir paket getirecek olsa, Françoisekendisiyle hiç ilgilenmiyormuş havasında, kayıtsız bir tavırla birsandalyeyi işaret ettikten sonra, bir yandan işine devam eder, biryandan da adamın mutfakta oturup annemden cevap beklediğibirkaç dakikayı öyle ustaca değerlendirirdi ki, gelenin, "bizdeyoksa, istemediğimizdendir" düşüncesi kafasına çakılmış olarakgitmediği, pek enderdi. Aslında paramız olduğunun bilinmesine,zengin bilinmemize bu kadar önem vermesinin sebebi,Françoise'in gözünde sırf zenginliğin, fazilet olmadanzenginliğin en yüce değer olması değildi, ama zenginlik olmadanfazilet de onun ideali olamazdı. Onun gözünde zenginlik bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

20

bakıma gerekli bir koşuldu; onsuz faziletin bir değeri, bir tadıolmazdı. Bu iki şeyi birbirinden ayıramadığından, sonunda herbirine diğerinin niteliklerini atfeder olmuştu; faziletten bir konforbekler, zenginlikte örnek alınacak bir ahlâklılık bulurdu.

Pencere aceleyle kapatıldıktan sonra (aksi takdirde annemin,"etmediği hakaret kalmaz"mış), Françoise içini çekerek mutfakmasasını toplamaya koyulurdu.

"La Chaise sokağında kalan Guermantes'lar var," derdi odahizmetkârı; "orada çalışan bir arkadaşım vardı, arabacı yamağıydı.Bir tanıdığım da –benim arkadaşım değil, arkadaşımın eniştesi–Guermantes Baronu'nun seyisiyle birlikte askerlik yapmış. Neysecanım, bana ne; babam değil ya!" diye de eklerdi; odahizmetkârımız, tıpkı moda şarkıları mırıldandığı gibi,konuşmalarına yeni çıkan esprileri serpiştirmeye de meraklıydı.

Artık yaşlanmış bir kadının yorgun ve zaten her şeyiCombray'den, çok uzaklardan gören gözlerine sahip olanFrançoise, bu sözlerdeki espriyi değil, bir espri olması gerektiğinianladı; çünkü konuşmanın gidişatıyla ilgisizdiler ve şakacı diyebildiği biri tarafından, iştahla söylenmişlerdi. Bu yüzden, "Ah, buVictor hep böyledir!" der gibi iyi niyetli, şaşkın bir tavırlagülümsedi. Mutluydu aslında, çünkü bu tür espriler duymanın,uzaktan da olsa, masum toplumsal zevklerle bağlantılı olduğunubiliyordu; bütün çevrelerde bu zevkler uğruna, soğuk almapahasına da olsa, hemen temizlenip süslenilir. Françoise ayrıcaoda hizmetkârını kendine dost sayıyordu; çünkü hizmetkârımızCumhuriyet'in din adamlarına karşı alacağı korkunç önlemlerikendisine sürekli olarak, öfkeyle haber verirdi. Françoise enacımasız hasımlarımızın, bize karşı çıkanlar, bizi ikna etmeyeçalışanlar değil, bizi üzebilecek haberleri büyüten veyauyduranlar olduklarını henüz anlamamıştı; bunlar, verdiklerihaberde üzüntümüzü biraz azaltabilecek bir haklılık unsuru

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

21

bulunmamasına dikkat ederler, işkenceyi sonuna kadargötürmek için hem korkunç, hem muzaffer göstermeyeçalıştıkları bir partiyi azıcık da olsa takdir etmemize yol açabilecekbir izlenim yaratmaktan kaçınırlar.

"Düşes bunların hepsiyle akraba olsa gerek," dedi Françoise, birparçaya andante bölümünden tekrar başlar gibi, konuşmaya LaChaise sokağı Guermantes'larından devam ederek. "Kimsöylediydi hatırlamıyorum, onlardan biri dükün bir kuziniyleevlenmiş. Ne olursa olsun, soy aynı soy. Büyük bir aileGuermantes'lar!" diye saygıyla eklerdi; bu ailenin büyüklüğünühem üyelerinin sayısına, hem ününün parlaklığına dayandırarak;Pascal'ın, Din'in doğruluğunu Akla ve Kutsal Kitabın yetkesinedayandırması gibi. Çünkü bu iki özelliği tanımlamak için sadece"büyük" kelimesini kullanan Françoise'in gözünde bu ikisi, tekbir özellik oluşturuyordu; kimi taşlar gibi, Françoise'in kelimedağarcığımda da yer yer rastlanan bu türden kusurlar, karanlıktançıkıp Françoise'in zihnine yansıyordu.

"Acaba Combray'den 40 kilometre uzaktaki GuermantesŞatosu'nun sahipleri mi bunlar? Öyleyse, Cezayirli[1] kuzinleriylede akrabadırlar." (Annemle ben, uzun süre bu Cezayirli kuzininkim olabileceğini düşündük durduk; sonunda Françoise'inAngers[2] kentini kastettiğini anladık. Uzaktaki şeyler bazenyakındakilerden daha tanıdık olabilir bizim için. Yılbaşlarındahediye gelen feci hurmalardan Cezayir kentini tanıyan Françoise,Angers'yi bilmiyordu. Françoise'in lisanı, özellikle yer adlan,Fransızca'nın kendisi gibi hatalarla doluydu.) "Uşaklarınasorayım diyordum... Ne diyorlardı ona?" dedi, konuşmasınıkeserek, protokole ilişkin bir soru sorar gibi; sonra kendi kendinecevap verdi: "Tamam, Antoine diyorlar." Antoine bir unvandısanki. "O bana işin doğrusunu söyleyebilirdi, ama tam bir lord,pek ukala; sanki dilini koparmışlar ya da konuşmasını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

22

öğrenmemiş. Konuşuyorsunuz, cevap bile vermiyor," diye ekledi,eski yazarlar gibi "cevap" diyen Françoise. Sonra sahtekârlıkladevam etti: "Ama ben kendi işime bakarım, âlemin işineburnumu sokmam. Ne olursa olsun, münasebetsizlik bunlar.Hem yürekli bir adam da değil." (Bu değerlendirme, Combray'decesaretin insanları vahşi hayvanlara dönüştürdüğü kanısındaolan Françoise'in, bu konudaki fikirlerinin değiştiğinidüşündürebilirdi, ama hiç ilgisi yoktu. Yürekli,çalışkan anlamınageliyordu sadece.) "Ayrıca eli de pek uzunmuş diyorlar, ama herdedikoduya inanmaya da gelmez tabii. Bunların bütünhizmetkârları kapıcı yüzünden işten ayrılıyor; kapıcılarkıskanıyor, düşesi dolduruyorlar. Neyse ne, ama bu Antoinetembelin teki; 'Antoinesse'i de ondan beter," diye ekledi Françoise;uşağın karısını tanımlayan bir dişi adı bulmak için, dilbilgisiyaratısında bilincine varmadan chanoine[3] ve chanoinesse[4]

örneğinden yararlanmış olmalıydı. Haksız da sayılmazdı. Notre-Dame yakınında hâlâ Chanoinesse adlı bir sokak vardır; Françoiseaslında, sokağa bu ismi (sadece piskoposluk kurulu üyelerioturduğu için) veren eski Fransızların çağdaşıydı. Hemenardından, bu şekilde oluşturulan dişi adlarına bir örnek dahagelirdi Françoise'dan: "Guermantes Şatosunun düşese ait olduğumuhakkak. Oralarda mairesse[5] hanımefendi, odur. Az şey mi?"

"Hiç az olur mu!" derdi, Françoise'in sözlerindeki espriyianlamayan uşak, inançla.

"Evladım, sen bunu bir şey mi sanıyorsun? Onlar gibi insanlariçin, başkan olmuş, başkan hanımı olmuş, solda sıfır kalır. Ah,Guermantes Şatosu benim olsa, Paris'te pek göremezlerdi beni.Beyefendiyle Hanımefendi gibi varlıklı insanların ilk fırsatta,kendilerini tutacak kimse yokken Combray'ye gitmeyip bu pisşehirde kalmaları, akıl alır şey değil. Hiçbir eksikleri olmadığınagöre, emekliye ayrılmak için ne bekliyorlar? Ölmeyi mi? Ah,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

23

benim sırf yiyecek kuru ekmeğim, kışın yakacak odunum olsa,şimdiye çoktan memleketimde, Combray'de, kardeşimin yoksulevinde olurdum. Orada insan hiç değilse yaşadığını hisseder,karşısında böyle sıra sıra evler yoktur, o kadar sessizdir ki, gecelerikurbağaların vıraklaması on kilometre öteden duyulur."

"Gerçekten çok güzel olmalı hanımefendi!" diye heyecanlahaykırırdı genç uşak; sanki bu sonuncu özellik, Venedik'tegondollar kadar Combray'ye özgüymüş gibi.

Zaten hizmetimize oda hizmetkârından daha sonra girmiş olanuşak, Françoise'la kendisini değil, Françoise'ı ilgilendirebilecekkonuları konuşurdu. Kendisine aşçı dendiğinde yüzünüburuşturan Françoise, kendisinden "mürebbiye" diye bahsedenuşağa, kimi ikinci sınıf prenslerin, kendilerine Ates diye hitapeden iyi niyetli gençlere olan teveccühünü beslerdi.

"En azından insan orada ne yaptığım, hangi mevsimdeyaşadığını bilir. Burası gibi değil ki; burada Paskalya'da da Noelgibi, bir tanecik düğünçiçeği bulunmaz; bu kocamış vücudumuayağa kaldırdığımda bir tek dua çanı olsun işitmiyorum. Oradainsan her saati duyar; küçücük bir çandır, ama insan, 'İşte,kardeşim tarladan geliyor,' der; güneşin alçaldığını görürsün; herlütuf için çan çalınır; lambanı yakmadan önce durup bakacakvaktin olur. Burada bir gündüz, bir gece; yatmaya gidiyorsun,hayvanlar gibi, ne yaptın deseler söyleyemezsin."

"Meseglise de çok güzelmiş diyorlar hanımefendi," diye arayagirerdi genç uşak; konuşma, sofrada Meseglise'den sözettiğimizitesadüfen hatırlayan uşağın keyfine göre, biraz soyut bir halegelirdi.

"Ah, Meseglise!" derdi Françoise; Meseglise, Combray,Tansonville isimleri her söylendiğinde dudaklarına yayılanaydınlık gülümsemeyle. Bu isimler kendi hayatının o kadar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

24

ayrılmaz bir parçasıydı ki, onlarla dışarıda karşılaştığında, birkonuşma içinde işittiğinde duyduğu sevinç, bir öğretmenin,öğrencilerin ismini kürsüden duymayı hiç beklemedikleri, çağınünlü bir kişisine değinerek sınıfta yarattığı neşeye benzerdi.Mutluluğunun bir kısmı da, bu yerlerin kendisi içinbaşkalarından fazla bir şey ifade ettiğini, birlikte çok şeyler yaptığıeski dostlar olduğunu hissetmesinden kaynaklanırdı; bu isimleriduyunca, esprili bir şey duymuş gibi gülümserdi; çünkü onlardakendisinden çok şey bulurdu.

"Evet, öyledir oğlum, Meseglise çok güzeldir," derdi, inceliklegülerek, "ama sen Meseglise'in sözünü nerede işittin ki?"

"Meseglise'in sözünü nerede mi işittim? Çok meşhur bir yer;anlattılar, çok anlattılar," diye cevap verirdi uşak, ne zaman biziilgilendiren bir şeyin başkaları için önemini nesnel bir biçimdeanlamak istesek, buna imkân bırakmayan kişilerin acımasızmuğlaklığıyla.

"Ah, ah! Emin olun, orada kiraz ağaçlarının altındaki hava, bufırının dibindekinden daha güzeldir."

Onlara Eulalie'den bile, iyi bir insanmış gibi sözederdi. ÇünküEulalie öldüğünden beri, Françoise, hayattayken onu hiçsevmediğini tamamen unutmuştu; zaten evinde ağzına atacaklokması olmayan, "açlıktan nefesi kokan", sonra da, hiçbir işeyaramadığı halde, zenginlerin iyiliği sayesinde "bir pozlartakman" insanların hiçbirini sevmezdi. Eulalie'nin her haftahalamdan "bahşişi koparmayı" becermesi artık onu üzmüyordu.Halama gelince, Françoise kendisini sürekli methederdi.

"Peki siz Combray'de, hanımefendinin bir akrabasının yanındamıydınız?" diye sorardı genç uşak.

"Evet, Mme Octave'ın yanındaydım. Ah, çocuklar, melek gibi birkadındı; onun evinde hiçbir şey eksik olmazdı; her şeyin en

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

25

güzeli, en iyisi olurdu; çok iyi kalpli bir kadındı; kekliklere,sülünlere, hiçbir şeye acımazdı; akşam yemeğine pat diye beş kişi,altı kişi gelse etin en iyisi, beyaz şarabı, kırmızı şarabı, ne lazımsaeksik olmazdı." (Françoise "acımak" fiilini La Bruyere gibiesirgemek anlamında kullanırdı.) "Akrabalar aylarca, senelercekalsa, bütün harçları hanımefendi üstlenirdi daima." (Bu sözlerinbizim için kırıcı bir yanı yoktu; çünkü Françoise, "harç"ın sadeceresmî işlerde kullanılmadığı, masraf anlamına geldiği dönemdenkalmaydı.) "Ah! Emin olabilirsiniz, o evden kimse aç ayrılmazdı.Muhterem Peder'in hep söylediği gibi, yüce Tanrı'yakavuşacağından emin olabilecek bir kadın varsa, o da kesinliklehanımefendiydi. Ah, zavallı hanımım, incecik sesiyle, 'Françoise,biliyorsunuz ben yiyemiyorum, ama istiyorum ki yiyormuşumgibi güzel yemekler olsun herkes için,' dediğini duyar gibiyimhâlâ. Kendisi için değildi tabii. Görseydiniz, bir torba kirazdandaha ağır değildi hanımım; yok gibiydi. O kadar söylerdim,doktora gitsin diye, dinlemezdi. Ah, ah, o evde hiçbir zaman öyleaceleyle yemek yenmezdi. Hanımefendi, hizmetkârlarının iyibeslenmesini isterdi. Burada daha bu sabah, bir şeyler atıştırmayabile vakit bulamadık. Her şey koşa koşa yapılıyor."

En çok da babamın kızarmış ekmeklerine kızıyordu. Babamınbunları poz olsun diye, Françoise'ı "dama taşı gibi oynatmak" içinyediğinden emindi. "Doğrusu ben de hiç böyle şey görmedim!"diye onaylıyordu genç uşak. Bunu adeta her şeyi görmüş gibi,bütün ülkeleri ve âdetlerini kapsayan bin yıllık tecrübelerinde,kızarmış ekmek yeme âdetine hiç rastlamamışçasına söylerdi."Tamam, tamam," diye homurdanırdı baş uşağımız, "ama bütünbunlar değişebilir pekala; Kanada'da işçiler grev yapacakmış,bakan geçen akşam beyefendiye bu iş için iki yüz bin frankaldığını söyledi." Uşak, bakanı katiyen suçlamıyordu; kendisi sonderece namuslu bir adamdı aslında, ama bütün politikacılarışüpheli kişiler olarak gördüğünden, rüşvet almayı en hafif

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

26

hırsızlık suçu kadar bile ağır bulmuyordu. Bu tarihî sözleri doğruişitip işitmediğini bile sorgulamıyor, suçlunun kendisininbunları babama söylemiş olmasını, babamın da onu kapı dışarıetmemesini tuhaf bulmuyor, şaşırmıyordu. Ne var ki Combrayfelsefesi, Françoise'in, Kanada'daki grevlerin kızarmış ekmek âdetiüzerinde etkisi olacağını ummasına izin vermiyordu. "Dünyadöndükçe," diyordu, "bize taban teptirecek efendiler, onlarınkaprislerini yerine getirmek için de hizmetkârlar olacaktır." Buaralıksız koşuşturma teorisine rağmen, annem on beş dakikadır,öğle yemeğinin uzunluğunu değerlendirirken Françoise'la aynıölçüleri kullanmıyor olacak ki, "Ne yapıyorlar, anlamıyorum ki,iki saattir sofradalar," diyordu. Sonra çekine çekine üç dört kerezili çalıyordu. Françoise, genç uşak ve baş uşak, zil seslerini cevapvermeyi hiç düşünmedikleri bir çağrı olarak değil, konserbaşlamadan az önce aranın birkaç dakika sonra biteceğinihissettiren, akort edilen çalgı sesleri gibi algılarlardı. Zil sesleritekrarlanıp daha ısrarlı bir hal almaya başladığında,hizmetkârlarımız da zilleri dikkate almaya başlarlar, fazlazamanları kalmadığını, birazdan tekrar işe başlayacaklarınıdüşünerek, diğerlerinden biraz daha kuvvetli bir zil sesindeiçlerini çekip harekete geçerlerdi; genç uşak kapının önünde birsigara içmek üzere aşağı iner, Françoise bizimle ilgili,"Gpirelendiler yine" türünden birkaç yorum yaptıktan sonraaltıncı kattaki odasına, eşyalarım toparlamaya çıkar, baş uşaksa,benim odamdan mektup kâğıdı alıp aceleyle özel mektuplarınıçiziktirirdi.

Uşaklarının bütün kurumuna rağmen, Françoise daha ilkgünlerden, Guermantes'ların bu konakta çok eski bir tarihten berioturmadıklarını, konağı yakın bir geçmişte kiraladıklarını vedairelerinin baktığı, benim bilmediğim taraftaki bahçeninoldukça küçük, bütün bitişik bahçelere benzer bir bahçeolduğunu bana haber vermişti; yani burada ne derebeyine ait

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

27

darağacı vardı, ne berkitilmiş değirmen, ne balık havuzu, nedirekli güvercinlik, ne derebeyine ait fırın, ne bölmeli tahılambarı, ne küçük şato, ne sabit, çekme, seyyar veya paralı köprü,ne de dikilitaş, ayrıcalık belgesi veya işaret olarak yığılmış taşlar.Ama tıpkı Balbec Körfezi benim için bütün esrarengizliğinikaybettiğinde, dünya üzerindeki tuzlu suların, diğerleriyle yerdeğiştirebilecek, herhangi bir bölümü haline geldiğinde, Elstir'in,mavi-gümüş armonileriyle Balbec'i Whistler'ın opal körfezinebenzeterek bir anda körfeze bir şahsiyet kazandırdığı gibi,Guermantes ismine bağlı son malikâne Françoise'in darbeleriyleyıkıldığında, babamın eski bir dostu, bir gün düşestensözederken şöyle dedi: "Saint-Germain muhitinin en yüksekmevkiine, Saint-Germain muhitinin en önde gelen evinesahiptir." Hiç şüphesiz Saint-Germain muhitinin en önde gelensalonu, evi, benim peşpeşe hayal ettiğim diğer malikânelerinyanında pek fazla bir şey sayılmazdı. Ama nihayet bu evin de (busonuncusu olacaktı), ne kadar mütevazı olursa olsun, kendimaddesinin ötesinde, gizli bir farklılığı vardı.

Mme de Guermantes'ı, sabahlan yaya, öğleden sonraları daarabayla çıkarken gördüğümde, isminin sırrını şahsındabulamadığımdan, bu sırrı salonunda, dostlarında aramaya iyicemecbur kalıyordum. Şüphesiz daha Combray Kilisesi'nde bile,düşes bana bir şimşek çakması gibi, başkalaşım içinde görünüpkaybolmuş, yıldırımla çarpılmış hayalimin yerini, Guermantesisminin ve Vivonne kıyısındaki öğleden sonraların rengine tekraroturtulması, bu renge nüfuz etmesi mümkün olmayan yanaklarıalmıştı; tıpkı kuğuya veya söğüte dönüşen, bundan böyle, tabiatkanunlarına boyun eğerek suyun üstünde süzülecek veyarüzgârda sallanacak olan bir tanrı veya peri gibi. Bununla birlikte,Mme de Guermantes'in yanından ayrılır ayrılmaz, bu kayıp,silinen resim, batan güneşin pembe-yeşil yansımalarının,kendilerini kıran kürek darbesinin ardından yeniden oluşması

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

28

gibi tekrar belirmiş, düşüncelerimle baş başa kaldığımda, isimçehrenin hatırasını kendine mal edivermişti. Oysa şimdi Mme deGuermantes'ı sık sık pencerede, avluda, sokakta görüyordum; hiçdeğilse ben, Guermantes ismini onunla bütünleştiremeyişimi,onu Mme de Guermantes olarak düşünemeyişimi, zihniministediğim eylemi sonuna kadar götüremeyişine yüklüyor,zihnimi suçluyordum; ama o da, komşumuz da aynı hatayıyapıyor gibiydi; üstelik bu hatayı, hiç huzursuz olmadan, benimkuruntularımın hiçbirine kapılmadan, hattâ bunun bir hataolduğunu aklından bile geçirmeden işliyordu. Mme deGuermantes, elbiselerinin modaya uygun olmasına büyük birözen gösteriyordu: Sanki diğer kadınlarla kendini bir tutup,herhangi bir kadının kendisiyle boy ölçüşebileceği, hattâ onugeçebileceği şık giyime özenmişti; sokakta, iyi giyimli bir kadınoyuncuyu hayranlıkla seyrettiğini görmüştüm; sabahları,yürüyüşe çıkmadan önce, erişilmez hayatını aralarında teklifsizcedolaştırarak bayağılıklarını iyice ortaya çıkardığı, sokaktakiinsanların fikri sanki kendisini yargılayabilirmiş gibi, aynasınınkarşısında kendisinden çok aşağı düzeydeki şık kadın rolünüoynayışını seyrediyordum; bir saray komedisinde, hafifmeşrephizmetçi kız rolünü oynamayı kabul eden bir kraliçe kadarikiyüzlülükten, alaycılıktan uzak bir inançla, tutkuyla,huysuzlukla ve kendine saygı duyarak oynuyordu rolünü;doğuştan gelen soyluluğunu mitolojik unutuşa gömerek,tülünün düzgün durup durmadığına bakıyor, kollarını,paltosunu düzeltiyordu; tıpkı tanrı-kuğunun, tanrı olduğunuhiç hatırlamadan, ait olduğu hayvan türüne özgü bütünhareketleri yapması, gagasının iki yanındaki cansız, bakışsızgözleriyle aniden tam bir kuğu gibi bir düğmenin veyaşemsiyenin üzerine atılması gibi. Ama nasıl ki bir yolcu, bir kentkendisini ilk görüşte hayal kırıklığına uğrattığında, belki demüzelerini gezerek, insanlarıyla ilişki kurarak, kütüphanelerinde

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

29

okuyarak kentin büyüsüne nüfuz edebileceğini düşünürse, bende Mme de Guermantes'in evine kabul edilsem, arkadaşlarındanbiri olsam, hayatına girsem, parlak turuncu örtüsünün altındakiisminin gerçekte, nesnel olarak, başkaları için neler içerdiğinianlayabileceğimi düşünüyordum; çünkü nihayet babamınarkadaşı, Guermantes çevresinin, Saint-Germain muhiti içindeözel bir yeri olduğunu söylemişti.

Bu çevrede yaşandığını varsaydığım hayat, tecrübeden o kadarfarklı bir kaynaktan doğuyor ve bana o kadar özel olmasıgerekirmiş gibi geliyordu ki, düşesin gece davetlerinde benim birzamanlar görüştüğüm, gerçek kişilerin bulunabileceğinihayalimden bile geçirmiyordum. Çünkü bu kişiler birdenbiremizaçlarını değiştiremeyeceklerine göre, orada da benim bildiğimkonuşmalara benzer konuşmalar yaparlardı; muhatapları belkitenezzül edip aynı insani dilde kendilerine cevap verirdi; Saint-Germain muhitinin en önde gelen salonundaki bir gecedavetinde, benim daha önce yaşadıklarımla tıpatıp aynı dakikalaryaşanırdı o zaman; oysa bu imkânsızdı. Şunu kabul etmek gerekirki, zihnim birtakım zorluklarla karşı karşıyaydı; Sağ Yaka'da yeralan, sabahları eşyaların temizlenişini odamdan işittiğim, yükseksosyetenin bu en önde gelen salonu, benim için kutsal ekmekteİsa'nın bedeninin bulunması kadar anlaşılmaz bir muammaydı.Ne var ki beni Saint-Germain muhitinden ayıran sınır çizgisitamamen hayalî olmakla birlikte, benim için son derece gerçekti;bu Ekvator'un öte yanına serili olan ve kapılarının açık olduğu birgün, benim gibi annemin de görüp pek berbat bir halde olduğunusöylemeye cesaret edebildiği Guermantes'ların paspasının bile,Saint-Germain muhitine ait olduğunu hissediyordum. ZatenGuermantes'ların bazen mutfak penceresinden görebildiğimyemek salonunun, karanlık koridorunun, kırmızı pelüşmobilyalarının benim gözümde Saint-Germain muhitininesrarengiz büyüsüne sahip olmamasına, zorunlu bir biçimde bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

30

muhitin bir parçası olmamasına, coğrafi olarak bu muhitte yeralmamasına imkân var mıydı? Bu yemek salonuna kabul edilmekdemek, Saint-Germain muhitine girmiş, havasını solumuş olmakdeğil miydi; sofraya geçmeden önce koridordaki siyah derikanepede Mme de Guermantes'la yan yana oturan insanlarınhepsi Saint-Germain muhitinden değil miydi? Hiç kuşkusuz,Saint-

Germain muhitinin dışındaki kimi gece davetlerinde, şıkinsanların bayağı çevresinin ortasında, birer isimden ibaret olanve hayalimizde canlandırmaya çalıştığımızda kâh şövalyelerarasında bir turnuva, kâh bir beylik ormanı görünümünebürünen kişilerden birinin, bütün ihtişamıyla boy gösterdiğinezaman zaman rastlanırdı. Ama burada, Saint-Germain muhitininbu en önde gelen salonunda, karanlık koridorda, onlardan başkakimse yoktu. Onlar tapmağı ayakta tutan, değerli bir maddedenyapılmış sütunlardı. En samimi toplantılarda bile Mme deGuermantes davetlilerini onların arasından seçebilirdi ancak; oniki kişilik yemek davetlerindeyse, kurulu sofranın etrafında biraraya geldiklerinde, Sainte-Chapelle Kilisesi altarının önündekisembolik ve takdis edici, altından havari heykellerine benzerlerdi.Konağın arkasında, yüksek duvarlar arasındaki, yaz mevsimindeMme de Guermantes'in akşam yemeğinden sonra portakal suyuve likör ikram ettiği küçük bahçeye gelince, gece saat dokuzla onbir arasında, buradaki –deri kanepe kadar büyük bir güce sahip–demir iskemlelerde oturup da bu sırada Saint-Germain muhitineözgü esintileri hissetmemenin, insanın Figig vahasında öğleuykusuna yatıp da Afrika'da olduğunu hissetmemesi kadarimkânsız olduğunu düşünemem mümkün müydü? Birtakımnesneleri, kişileri, başkalarından ayırt edip bir atmosferyaratabilmeyi ancak hayalgücü ve inanç başarabilir. Heyhat!Saint-Germain muhitinin bu güzel manzaraları, yer şekilleri, yerelözellikleri, sanat eserleri arasına adım atma ayrıcalığını, ben asla

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

31

tadamayacaktım herhalde. Ben kıyıdaki eski paspası, öndeki birminare, karadaki ilk palmiye, egzotik sanatın veya bitkiörtüsünün başlangıcı gibi açık denizden görüp (asla karaya çıkmaumudu olmadan) ürpermekle yetiniyordum.

Ne var ki, benim gözümde giriş kapısında başlayan GuermantesKonağı'nın ekleri, dükün gözünde çok daha geniş bir alanayayılıyor olsa gerekti; bütün kiracıları, fikirleri hiçbir önemtaşımayan çiftçiler, köylüler, millî servet kullanıcıları olarak görendük, sabahlan pencerenin önünde geceliğiyle sakal tıraşı olur,avluya hava sıcaklığına göre sadece gömlekle, pijamayla, tuhafrenklerde, uzun tüylü ekose ceketle, ceketinden daha kısa, açıkrenk bir mantoyla iner, satın almış olduğu yeni bir atı,seyislerinden birine tırıs yürütürdü. At bir değil, birkaç kereJupien'in vitrinini yıkınca, Jupien tazminat isteyerek dükükızdırdı. "Sırf Düşes Hanımefendi'nin konakta ve çevrede yaptığıiyilikleri düşünecek olsak, bu herifin bizden bir taleptebulunması, alçaklık sayılır," diyordu M. de Guermantes. AmaJupien, görünüşe bakılırsa düşesin yaptığı herhangi bir"iyilik"ten tamamen habersiz, direnmişti. Aslında düşes iyilikyapardı, ama herkese iyilik edilemeyeceğinden, bir kişiyi çokmemnun etmiş olmanın hatırası, bir başkası konusundasakınımlı davranmaya sebep olur ve bu yüzden ikinci kişininmemnuniyetsizliği iyice artar. Zaten dükün gözünde mahalle –hem de hatırı sayılır mesafelerde– hayır işlerinden başkabakımlardan da avlusunun bir uzantısı, atları için daha geniş birkoşu pistiydi. Yeni bir atın tek başına tırıs yürüyüşünügördükten sonra arabaya bağlatır, civardaki bütün sokaklarıgezdirirdi; seyis, dizginler elde, arabanın yanında koşar, arabayıdefalarca dükün önünden geçirirdi; dük dev gibi boyu, iricüssesiyle, açık renk giysiler içinde, ağzında purosu, başı havada,meraklı gözünde monokluyla kaldırımda, ayakta durur, sonra biranda arabacı koltuğuna atlayıp ah kendisi dener ve yeni

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

32

koşulmuş hayvanla Champs-Elysees'ye, metresiyle buluşmayagiderdi. M. de Guermantes avluda az çok kendi muhitindensayılan iki çifte selam verirdi: biri, akrabası olan bir karı-kocaydı;bunlar işçi karı-kocalar gibi, çocuklarına bakmak üzere hiçbirzaman evde bulunmazlardı; kadın sabahtan Schola Cantorum'a,kontrpuan ve füg öğrenmeye, kocası da atölyesine, ahşapheykeller ve deri üzerine çekiçle işlemeler yapmaya giderdi; ikinciçift, Norpois Baronu ve Baronesi'ydi; daima siyahlar giyinirler,kadın sandalye kiralayıcısı, kocası cenaze taşıyıcısı kıyafetinde,günde birkaç kere kiliseye gitmek üzere sokağa çıkarlardı. Bizimtanıdığımız eski büyükelçinin yeğenleriydiler; zaten babam da M.de Norpois'ya merdivende rastlamış, nereden geldiğinianlamamıştı; çünkü babam, böylesine saygıdeğer, Avrupa'nın enseçkin kişileriyle ilişkide bulunmuş ve muhtemelen boş asaletunvanlarını umursamayan bir şahsiyetin, bu silik, kilise yanlısı,dar görüşlü soylularla hiç görüşmediğini düşünüyordu.Guermantes Konağı'na kısa bir süre önce taşınmışlardı; Jupienavluda M. de Guermantes'la selamlaşan barona yaklaşmış veismini tam çıkaramadığından, "M. Norpois" diye hitap etmişti.

"Ne! Monsieur Norpois mı! Müthiş bir buluş! Pes doğrusu! Buadam yakında Vatandaş Norpois diyecek size!" diye haykırdı M. deGuermantes, barona dönerek. Kendisine "Sayın Dük" değil"Beyefendi" diyen Jupien'e kızgınlığını nihayet dilegetirebiliyordu.

M. de Guermantes'in bir gün babamın mesleğine ilişkin bir bilgiedinmesi gerekince, bizzat babama gidip gayet kibarca kendinitakdim etmişti. O günden sonra, genellikle babamdan komşusıfatıyla bir ricada bulunması gerekir, işini düşünen ve hiçkimseyle karşılaşmayı istemeyen babamın merdivenden indiğinigörür görmez, dük avluda yanındaki seyislerden ayrılıp babamınyanına gider, eski kral özel hizmetkârlarından kendisine miras

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

33

kalan hizmetseverlikle babamın pardösüsünün yakasını düzeltir,elini tutar ve hiç bırakmadan, hattâ değerli teninin temasınıkendisinden esirgemediğini ispat etmek için, bir kibar fahişeutanmazlığıyla okşayarak canı son derece sıkkın, kaçıpkurtulmaktan başka bir şey düşünmeyen babamı dış kapıya kadargötürürdü. Bir gün karısıyla birlikte arabayla çıkarken bizimlekarşılaşmış ve hararetle selamlamıştı; adımı karısına söylemişolmalıydı, ama düşesin ismimi de, çehremi de hatırlamasıihtimali var mıydı? Üstelik düşese sadece kiracılarından biri olaraktanıtılmak, ne berbat bir tanıtımdı! Düşesle Mme deVilleparisis'nin evinde karşılaşmak daha iyi bir tanıtım olurdubenim için; zaten Mme de Villeparisis, kendisini ziyaret etmemiçin büyükannemle haber göndermiş, edebiyatı meslek edinmeyidüşündüğümü de bildiğinden, evinde yazarlarla karşılaşacağımıda eklemişti. Ne var ki babam sosyeteye girmek için henüzfazlasıyla genç olduğumu düşünüyor ve sağlık durumum dakendisini endişelendirmeye devam ettiğinden, bana gereksiz yereyeni sokağa çıkma fırsatları sağlamaktan hoşlanmıyordu.

Mme de Guermantes'in üniformalı uşaklarından biriFrançoise'la sık sık sohbet ettiğinden, düşesin gittiği salonlardanbazılarının adını duymuştum, ama hayalimdecanlandıramıyordum; onun hayatının, ancak isminin ardındagörebildiğim hayatının bir parçası olmaları, bu salonların hayaledilemez olmalarına yetiyordu.

"Bu gece Parma Prensesi'nin davetinde gölge oyunu gösterisivar," diyordu uşak, "ama biz gitmiyoruz; çünkü hanımefendi beştreniyle iki günlüğüne Chantilly'ye, Aumale Dükü'ne misafirliğegidiyor; yanında oda hizmetçisiyle hizmetkârı gidiyorlar. Benburada kalıyorum. Parma Prensesi'nin hoşuna gitmeyecek bu;düşese yazdığı mektuplar dördü geçti."

"Yani bu sene Guermantes Şatosu'na gitmiyor musunuz?"

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

34

"İlk defa bu yıl gitmeyeceğiz; Beyefendinin romatizmalarıyüzünden, doktor kalorifer yapılana kadar şatoya gitmemiziyasakladı, ama daha önce her sene ocak ayma kadar kalırdık.Kalorifer hazır olmazsa hanımefendi belki birkaç günlüğüneCannes'a, Guise Düşesi'ne gidecek, ama daha belli değil."

"Peki tiyatroya gidiyor musunuz?""Bazen Operaya, bazen de Parma Prensesi'nin abonmanlı

gecelerine gidiyoruz; haftada bir oluyor; çok şıkmış, opera, piyes,her şey varmış. Hanımefendi abone olmak istemedi, ama yine degidiyoruz: bir defasında hanımefendinin arkadaşlarından birininlocasına, bir defasında başkasına; çoğunlukla beyefendininkuzeninin karısı Guermantes Prensesi'nin locasına gidiyoruz.Prenses Bavyera Dükü'yle kardeştir... Demek eve çıkıyorsunuz,"derdi üniformalı uşak; kendisi Guermantes'larla tanımlandığıhalde, genel olarak efendiler hakkındaki politik düşüncesisebebiyle, Françoise'a bir düşesin hizmetindeymişçesine saygılıdavranırdı. "Sağlığınız çok iyi hanımefendi."

"Ah, bu lanet olası bacaklar yok mu! Düzlükte yine neyse,"("düzlükte", avluda, Françoise'in dolaşmaktan hiç şikâyetçiolmadığı sokaklarda, yani düz yerlerde demekti), "ama bumerdivenler berbat. Hoşça kalın beyefendi; akşama belki tekrargörüşürüz."

Uşak Françoise'a, düklerin oğullarının, genellikle babalanölünceye kadar prens unvanı taşıdıklarını söylediğinden beri,Françoise uşakla sohbet etmeyi daha da çok istiyordu. Hiçşüphesiz, Fransa'nın derebeylik arazilerinde kalıtım yoluyladevam eden asalete tapınma, asalete karşı bir tür isyanla karışık vebu duyguyu kabullenmiş biçimde, Fransız halkında çok güçlüolmalı. Çünkü Napoleon'un dehasından, telsiz telgraftansözedildiğinde tamamen kayıtsız kalan, hareketlerini bir an bileyavaşlatmadan şöminedeki külleri boşaltmaya veya sofrayı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

35

kurmaya devam eden Françoise, bu ayrıntıları, GuermantesDükü'nün küçük oğluna genellikle Oleron Prensi dendiğiniduyar duymaz, "Ne kadar güzel!” diye haykırır ve bir vitraykarşısındaymışçasına hayranlıkla kalakalırdı.

Françoise sık sık düşese mektup getirmeye gelen AgrigentoPrensi'nin oda hizmetkârıyla da arkadaş olmuştu; hizmetkârFrançoise'a sosyetede Saint-Loup Markisi'yle Mile d'Ambresac'ınevliliğinden çok sözedildiğini, evliliğin neredeyse kesinleştiğinisöylemişti.

Mme de Guermantes'in hayatını aktardığı bu villalar, bu localar,bana düşesin kendi evi kadar periler âlemine ait yerler gibigeliyordu. Parma, Guermantes-Bavyera, Guise adları, düşesingittiği bütün sayfiyeleri, arabasının geride bıraktığı izle konağınabağlanan gündelik eğlenceleri, benzerlerinden ayırırdı. Bu isimlerbana, Mme de Guermantes'in hayatını sırayla bu sayfiyelerden,bu eğlencelerden oluştuğunu bildirirler, ama düşes konusundabeni aydınlatmazlardı. Her biri düşesin hayatına farklı bir saptamagetirir, ama bu da düşese değişik bir muamma katmaktan başkabir işe yaramazdı; düşesin kendi hayatının muamması hiçbirzaman gücünü kaybetmez, sadece diğer insanların hayatlarınındalgaları arasında, bir duvarla korunmuş, bir kabın içinekapatılmış halde yer değiştirirdi. Düşes Karnaval mevsimindeAkdeniz'e bakarak öğle yemeği yiyebilirdi, ama Mme de Guise'invillasında yerdi; Paris sosyetesinin kraliçesi bu villada beyaz pikeelbisesiyle, çok sayıda prensesin ortasında, diğerleri gibi birdavetliydi sadece ve bu yüzden de benim gözümde daha heyecanverici, başkalarıyla yer değiştirebildiği için daha kendine hastı;tıpkı büyük bir balerinin, bir dans adımının kaprisine boyuneğerek sırasıyla bütün balerin kardeşlerinin yerine geçtiği gibi;düşes bir gölge oyunu gösterisi izleyebilirdi, ama ParmaPrensesi'nin bir gecesinde izlerdi; bir trajedi veya opera

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

36

seyredebilirdi, ama Guermantes Prensesi'nin locasındaseyrederdi.

Bir insanın hayatının bütün ihtimallerini, tanıdığı, biraz önceyanından ayrıldığı veya biraz sonra buluşacağı insanlarınhatırasını o insanın bedeninde topladığımız için, Françoise'dan,Mme de Guermantes'in yürüyerek Parma Prensesi'ne öğleyemeğine gideceğini duymuşsam, öğleye doğru düşesi ten rengisatenden elbisesiyle, gün batımında bir bulut gibi, kıyafetiyleaynı tondaki yüzüyle merdivenden inerken gördüğümde,karşımda Saint-Germain muhitinin bütün hazlarını küçük birhacimde toplanmış halde, bir deniz kabuğunun pembe sedefli,parlak kapakları arasından görür gibi olurdum.

Babamın bakanlıkta A.J. Moreau adında bir arkadaşı vardı; buadam, kendisini diğer Moreau'lardan ayırmak için daimasoyadının önüne adının başharflerini koymaya büyük özengösterir, bu yüzden kendisine kısaca A.J. denirdi. İşte bu A.J. birgün bir yerden operada galaya bir davetiye bulmuş; davetiyeyibabama gönderdi; ilk hayal kırıklığımdan sonra hiçseyretmediğim Berma da, bu gecede Phaidra'nın bir perdesinioynayacağından, büyükannem babamdan davetiyeyi banavermesini rica etti.

Doğruyu söylemek gerekirse, birkaç yıl önce beni allak bullaketmiş olan Berma'yı izleme fırsatının, şimdi gözümde hiçbirdeğeri yoktu. Bir zamanlar sağlığa, huzura tercih etmiş olduğumşeye karşı ilgisizliğimi hüzünle farkettim. Hayalgücümün seçergibi olduğu değerli gerçeklik parçacıklarını yakındanseyredebilme isteğim, eskisine göre daha az tutkulu değildi. Nevar ki hayalgücüm artık onları büyük bir oyuncununtonlanmasında bulamıyordu; Elstir'e yaptığım ziyaretlerden beri,bir zamanlar Berma'nın oyununa, trajedi sanatına olan inancımı,kimi duvar halılarına, çağdaş resimlere aktarmıştım; inancım ve

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

37

arzum, artık Berma'nın tonlamasına ve jestlerine aralıksız birtapınmayı getirmediğinden, bu tonlama ve jestlerin kalbimdeki"sureti", tıpkı eski Mısır'da hayatta kalabilmeleri için süreklibeslenmeleri gereken ölülerin "suret"leri gibi, zamanla sararıpsolmuştu. Sanatı zayıflamış, ufalmıştı. Derin bir ruh taşımıyorduartık içinde.

Babamın davetiyesiyle Opera'nın geniş merdivenininbasamaklarını tırmandığım sırada, önümde gördüğüm bir adamı,duruşunu benzetip ilk anda M. de Charlus sandım; bir görevliyebir şey sormak üzere başını çevirdiğinde yanıldığımı anladım;buna rağmen, hem kıyafetinden, hem de kendisini bekletenkontrolörle ve görevli kızlarla konuşma şeklinden, bu adamı dahiç tereddüt etmeden, kafamda M. de Charlus'yle aynı sosyalsınıfa yerleştirdim. Çünkü her birinin kişisel özelliklerinerağmen, o dönemde aristokrasinin bu kesiminin züppe ve zenginerkekleriyle maliye veya sanayi dünyasının züppe ve zenginerkekleri arasında hâlâ çok belirgin bir farklılık vardı. Bu ikincisosyal sınıftan birinin, mevkiini kanıtlamak için kendi altındakibir kişiyle kestirip atan, yüksekten bir tonla konuştuğu birdurumda, büyük soylu tatlılıkla gülümser, sahte bir tevazu vesabır sergilemeyi, herhangi bir seyirciymiş gibi yapmayı,görgüsünün sağladığı bir imtiyaz sayardı adeta. Muhtemelenonun içinde taşıdığı özel küçük dünyanın aşılması imkânsızeşiğini bu şekilde, safça bir gülümsemenin ardına gizlediği andatiyatroya giren zengin bankacıların oğulları, bu büyük soyluyusıradan, önemsiz biri zannetmiyorlarsa, bunun tek sebebi, tam osırada Paris'te bulunan Saksonya Prensi'nin, Avusturyaİmparatoru'nun yeğeninin birkaç gün önce resimli dergilerdeçıkan portresine şaşırtıcı derecede benzemesiydi.Guermantes'ların çok yakın arkadaşı olduğunu biliyordum. Benkontrolörün yanma geldiğim sırada Saksonya Prensi'nin ya daöyle farz ettiğim kişinin, gülümseyerek, "Loca numarasını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

38

bilmiyorum, kuzinim onun locasını sormamı söylemişti,"dediğini duydum.

Belki Saksonya Prensi'ydi; belki "kuzinim onun locasınısormamı söylemişti,” derken hayalinde gördüğü suret,Guermantes Düşesi'ydi (ki bu durumda, düşesi hayal edilmesimümkün olmayan hayatının bir ânını yaşarken, kuzinininlocasında görebilirdim); gülümseyen, kendine has bakışları ve bubasit sözler, kâh bir mutluluk ihtimaliyle, kâh belli belirsiz birsaygınlıkla gönlümü (soyut bir tahayyülden çok daha fazla)okşuyorlardı. En azından kontrolöre bu cümleyi söylemekle,benim gündelik hayatımın bayağı bir gecesini, yeni bir dünyayaaçılması muhtemel bir geçide bağlıyordu; locanın zemin kattaolduğunu söyledikten sonra kendisine gösterdikleri koridornemli ve çatlaklarla doluydu, deniz altı mağaralarına, superilerinin mitolojik krallığına açılıyordu adeta. Önümdeki,uzaklaşmakta olan fraklı bir beyefendiydi sadece, ama ben onunSaksonya Prensi olduğu ve Guermantes Düşesi'nin yanına gittiğidüşüncesini, sanki beceriksiz bir reflektörle, tam onun üzerinedüşüremeden, çevresinde gezdiriyordum. Yalnız olduğu halde,bu onun dışındaki, elle tutulamayan, devasa, bir projeksiyon gibikesikli düşünce, sanki onun önünde gidiyor, Yunanlı savaşçınınyanında duran, diğer insanların göremediği Tanrıça gibi, ona yolgösteriyordu.

Kendi yerime doğru ilerlerken, Phaidra'nın tamhatırlayamadığım bir dizesini bulmaya çalışıyordum kafamda.Benim hatırladığım şekliyle, hecelerinin sayısı yanlıştı, amasaymaya çalışmadığım için, bana sanki bu dizedeki dengesizlikleklasik bir dize arasında herhangi ortak bir ölçü olamazmış gibigeliyordu. Bu korkunç cümleyi on iki hecelik bir dize halinegetirmek için altı heceyi atmak gerektiğini söyleseler,şaşırmazdım. Ama sonra birden dizeyi hatırladım; insanlıkdışı bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

39

dünyanın aşılmaz engelleri sihirli bir şekilde ortadan kalktı;dizenin heceleri derhal bir aleksandrenin ölçüsünü doldurdular;fazlalıklar, suyun yüzeyine çıkınca patlayan bir hava kabarcığıgibi kolayca, rahatça dağıldı. Mücadele ettiğim o canavar, tek birheceydi aslında.

Belirli sayıda ön koltuk, bürolarda satışa sunulmuş ve başkatürlü yakından görme fırsatını bulamayacakları kişileri seyretmekisteyen snoplar, meraklılar tarafından alınmıştı. Gerçekten de, bukişilerin genellikle gizlenen gerçek sosyete hayatının birparçasıydı alenen seyredilen; çünkü Parma Prensesi dostlarınılocalara, balkonlara kendi yerleştirmişti ve tiyatro, herkesin yerdeğiştiği, gidip bir arkadaşının, sonra bir başkasının yanınaoturduğu bir salon gibiydi.

Yanımda aboneleri tanımayan ve tanıdıklarını göstermek içinyüksek sesle adlarını sayan bayağı kimseler oturuyordu. Sonra dabu abonelerin, buraya, salonlara gider gibi geldiklerini ekliyorlar,yani sahnelenen oyunlara dikkat etmediklerini söylemekistiyorlardı. Halbuki olan, bunun tam tersiydi. Berma'yı izlemeküzere bir koltuk bileti alıp gelmiş olan parlak öğrencinin tekdüşünebildiği, eldivenlerini kirletmemek, kaderin kendisineuygun gördüğü komşusunu rahatsız etmemek, ona kendinisevdirmek, kaçak bakışları kesikli bir tebessümle takip etmek,salonda karşılaştığı bir tanıdığının bakışlarından küstahçakaçmaktır; uzun kararsızlıklardan sonra tanıdığının yanma gidipselamlamaya karar verir, ama yanma varamadan üç gong vuruşuyankılanır ve bunun üzerine, ayağa kaldırdığı, elbiselerini yırttığı,ayakkabılarını çiğnediği seyircilerin fırtınalı dalgalarınınarasından, Kızıldeniz'deki İbraniler gibi kaçar. Oysa yükseksosyete mensupları, aksine, (öne doğru çıkıntılı balkonunarkasına düşen) localarında, sanki bir duvarı olmayan, havayaasılı küçük salonlarda veya altın yaldız çerçeveli aynalardan,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

40

kırmızı koltuklardan rahatsız olmadan bir Bavyera kremasıyemeye gidilen, Napoliten tarzında döşenmiş küçük cafe'lerdeotururmuş gibi oturdukları için, bu opera sanatı tapınağınıtaşıyan sütunların yaldızlı gövdelerine ellerini kayıtsızcadayadıkları için, localara hurma ve defne dalları uzatan ikiheykelin adeta kendilerine sundukları aşırı saygıdanetkilenmedikleri için, oyunu dinlemek üzere zihni serbestolabilecek tek kişiler onlardı –tabii bir zihinleri olsaydı.

Başlangıçta sadece puslu karanlıklar vardı; bu karanlığın içindebirdenbire, görmediğimiz değerli bir taşın ışıltısı gibi, iki ünlügözün parıltısıyla veya kendisi görünmeyen bir hanımın, "İzinveriniz Monsenyör, pardösünüzü alayım!" diye haykırdığıAumale Dükü'nün, siyah fon üzerindeki bir IV. Henrimadalyonunu çağrıştıran eğik başıyla karşılaşıyordu insan;prens, "Çok rica ederim Madame d'Ambresac, hiç olur mu?" diyecevap veriyordu. Madame dAmbresac bu hafif itiraza rağmenpardösüyü alıyor ve bu şeref herkesi kıskandırıyordu.

Ama diğer localarda, hemen her yerde, bu karanlık diyardayaşayan beyaz tanrıçalar, koyu duvarlara sığınmışlardı;görünmezdiler.[6] Bununla birlikte, temsil ilerledikçe, belli belirsizbir insan şekline bürünen çizgileri, süsledikleri karanlığınderinliklerinden, usulca birbiri ardına beliriyor, ışığa yaklaştıkça,yarıçıplak bedenleri su yüzüne çıkıyor, dikey bir sınırda,alacakaranlık yüzeyde duruyordu; parlak çehreleri, tüylüyelpazelerinin güleç, köpüklü, hafif dalgalanmalarının ardından,inciler serpiştirilmiş, sanki dalgalar tarafından kıvrılmış kızılsaçlarının arasından görünüyordu; sonra ön koltuklarbaşlıyordu: deniz tanrıçalarının, sıvı, düz yüzeydeki berrak,yansıtıcı gözlerinin yer yer sınır olarak belirdiği karanlık vesaydam krallıktan ebediyen ayrılmış ölümlüler ülkesi. Kıyıdakiaçılır kapanır koltuklar, ön koltuklardaki canavar şekilleri, bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

41

gözlerde salt optik yasalara ve gelme açılarına göre yansıyordu; dışgerçekliğin iki kesimi vardır ki, son derece basit de olsa, bizimkinebenzer bir ruha sahip olmadıklarını bildiğimizden, onlara birtebessüm, hattâ bir bakış yöneltmeyi anlamsız buluruz: bunlar,madenler ve ilişkide bulunmadığımız insanlardır. Oysa sınırınberisinde, kendi diyarlarında, denin ışıltılı kızları, sık sıkgülümseyerek derinliklerin girinti çıkıntılarına asılı, sakallıyüzücülere veya başı dalgaların getirip bıraktığı parlak bir yosunlasüslü, parlak, düz bir çakıl taşı, gözleriyse neceftaşından tekerlerbiçimindeki, suda yaşayan bir yarı-tanrıya dönüyorlardı. Onlaradoğru eğilip şekerleme ikram ediyorlardı; bazen sular aralanıyor,geç kalmış, şaşkın bir Nereid, gülümseyerek karanlığınderinliklerinden çıkıp geliyordu; sonra, gösteri bittiğinde, artıkkendilerini yüzeye çekmiş olan melodik mırıltıları tekrar işitmeumudu kalmadığında, kız kardeşler hep birlikte dalarak geceniniçinde kayboluyordu. İnsanoğlunun eserlerini görmekuruntusunun, meraklı tanrıçaları eşiğine getirdiği, yaklaşılmasıimkânsız bütün bu barınakların arasında en ünlüsü, GuermantesPrensesi'nin locası namıyla bilinen loş kütleydi.

Prenses, küçük tanrıların oyunlarını uzaktan denetleyen yücebir tanrıça gibi, mahsus biraz geride, yanlamasına konmuş,mercan kayası gibi kıpkırmızı bir kanepenin üzerindeoturuyordu; yanındaki, muhtemelen ayna olan geniş, camsıyansıma, suların göz-kamaştırıcı billurunda bir ışının böldüğü,dik, karanlık ve sıvı bir bölgeyi hatırlatıyordu. Kimi deniz çiçeklerigibi hem tüy, hem taç olan, iri, beyaz, kanat gibi havlı bir çiçek,prensesin alnından aşağı, bir yanağı boyunca inmekte, yanağınkıvrımını cilveli, sevdalı, canlı bir kıvraklıkla izleyerek, adeta birmasal kuşunun yuvasındaki pembe bir yumurta gibi, yanağı yarıyarıya örtmekteydi. Prensesin saçlarının üzerinde, kaşlarına kadarinen, sonra daha aşağıda, boğazının hizasında devam eden, kimigüney denizlerinden çıkan beyaz deniz kabuklarından ve

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

42

aralarına serpiştirilmiş incilerden oluşan bir file vardı; dalgalarınarasından yeni çıkmış bu deniz mozaiği arasıra karanlığagömülüyor, o zaman bile, prensesin gözlerindeki parıltılı hareket,derinliklerden bir insan varlığını haber veriyordu. Prensesialacakaranlığın diğer dilberlerinden çok daha üstün kılangüzellik, bütünüyle ve tek başına, somut olarak ensesinde,omuzlarında, kollarında, endamında yer almıyordu. Amaendamının o harikulade, tamamlanmamış çizgisi, kesin birhareket noktasıydı; göz bu kaçınılmaz başlangıcı, olağanüstügüzellikte, ideal bir figürün koyu karanlıkta yansıyan hayaletigibi, kadının etrafına dolanan, görünmez çizgiler halindeuzatmaktan kendini alamıyordu.

Yanımda oturan kadın, birlikte olduğu adama, "GuermantesPrensesi," dedi, prenses unvanının gülünçlüğünü belirtmek içinp'nin üstüne basa basa. "İnciden yana cimrilik etmemiş. Banaöyle geliyor ki, benim o kadar çok incim olsa, böylesergilemezdim; biraz görgüsüzce buluyorum."

Bu arada, salonda kimler var diye bakan herkes, prensesi görüptanıdığında, kalbinde güzelliğin meşru tahtının yükselişinihissediyordu. Gerçekten de, Lüksemburg Düşesi'nin, Mme deMorienval'in, Mme de Saint-Euverte'in ve daha birçoklarınınyüzünü tanımak, iri, kırmızı bir burnun bir tavşan dudağına veyakırışık yanakların, ince bir bıyığa yakınlığı sayesindemümkündü. Aslında bu hatlar kendi başlarına dabüyüleyiciydiler; çünkü bir yazının itibari değerine sahiptilersadece ve ünlü, saygı uyandıran bir ismi ifade ediyorlardı; amaaynı zamanda, çirkinliğin aristokrat bir yanı bulunduğu, soylubir hanımın yüzü, seçkin olduktan sonra, güzel olmasa da olurfikrini de uyandırıyorlardı. Ne var ki prenses, tıpkı resimleriniisimlerinin harfleriyle değil, kendi başına güzel bir şekille, birkelebekle, bir kertenkeleyle, bir çiçekle imzalayan kimi ressamlar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

43

gibi, locasının köşesine, harikulade bir vücut ve yüz şekliyleimzasını konduruyor, böylece güzelliğin, imzaların en soylusuolabileceğini kanıtlıyordu; çünkü tiyatroya, sair zamanlardayakın çevresini oluşturan kişilerden başka kimseyi getirmeyenMme de Guermantes'in varlığı, aristokrasi meraklılarınıngözünde, locasının oluşturduğu, adeta prensesin Münih veParis'teki saraylarında sürdürdüğü özel, kendine has hayatın birsahnesini canlandıran tablonun gerçekliğinin en güvenilirbelgesiydi.

Hayalgücümüz, daima istenenden farklı bir şey çalan bozuk birlaternaya benzediği için, Guermantes-Bavyera Prensesi'ndensözedildiğini her duyduğumda, içimde kimi XVI. yüzyıleserlerinin hatırası sesini yükseltmişti. Şimdi, kendisini fraklı,şişman bir beyefendiye şekerleme ikram ederken görünce, onubu hatıradan arıtmam gerekiyordu. Tabii ki prensesin vemisafirlerinin başkalarına benzer yaratıklar olduğu sonucunukatiyen çıkarmıyordum bundan. Oradaki hareketlerinin sadecebir oyun olduğunu gayet iyi anlıyordum; (kuşkusuz önemlikısmını burada yaşamadıkları) gerçek hayatlarının sahnelerine birgiriş mahiyetinde, benim bilmediğim kurallar gereği, aralarındakararlaştırarak şekerleme ikram eder, ikramı reddeder gibiyapıyorlardı; bu jest, parmak ucunda bir eşarbın etrafında dönenbir balerinin hareketi gibi anlamını kaybetmiş, öncedenbelirlenmişti. Kimbilir, belki de şekerlemeleri ikram ettiği sıradaTanrıça alaylı bir tonda (gülümsediğini görüyordum çünkü),"Şekerleme alır mıydınız?" diyordu. Benim için ne önemi vardı?Bir tanrıçanın bir yarı-tanrıya söylediği bu sözlerdeki kasıtlıdüzlükte, Merimee ya da Meilhac tarzı, çok hoş bir incelikbulabilirdim; yarı-tanrıysa, her ikisinin de şüphesiz gerçekhayatlarına dönecekleri âna bıraktıkları yüce düşünceleri bilerekbu oyuna katılıyor ve aynı esrarengiz muziplikle, "Evet, bir kirazalırım," diye cevap veriyordu belki. Bu konuşmayı, Yeni Sosyete

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

44

Güzelinin Kocası'nın bir sahnesini dinler gibi, kulaklarımı dörtaçarak dinlerdim; bu oyunda benim için çok bildik olan,Meilhac'ın istese fazlasıyla yer verebileceği şiirselliğin, yücedüşüncelerin bulunmayışı, bana kendi başına bir zarafet, klasikbir zarafet gibi geliyor, bu yüzden daha da esrarengiz ve dahaeğitici görünüyordu.

"Şu şişman adam Ganançay Markisi," dedi komşum, bilgiç birtavırla; arkasında fısıldanan ismi yanlış duymuştu.

Palancy Markisi, boynunu uzatmış, başı eğik, iri, yusyuvarlakgözü monoklünün camına yapışmış, ağır ağır saydam karanlığıniçinde hareket ediyor, bir akvaryumun cam duvarının ardındayüzen, meraklı seyirci kalabalığından bihaber bir balık gibi, önkoltuklardaki seyircileri görmüyordu. Arasıra bütün haşmetiyledurup nefes alıyordu; kendisini görenlerin, onun acı mı çektiğini,uyuduğunu mu, yüzdüğünü mü, yumurtladığını mı, yoksasadece nefes mi aldığını anlamaları imkânsızdı. Kimseye onaözendiğim kadar özenmiyordum; çünkü tavırlarından locayaalışık olduğu belliydi, prensesin kendisine şekerlemeleriuzatmasına kayıtsızca izin veriyordu; bunun üzerine prenses onagüzel gözleriyle bir bakış fırlatıyordu; adeta bir elmasın içineoyulmuş olan bu gözler, böyle anlarda sanki zekâ ve dostluklaakışkanlaşıyorlar, ama aralarda, salt maddi güzelliklerine, madenîparıltılarına indirgenmiş haldeyken, en ufak bir refleksle hafifçeoynadıklarında, insanlıkdışı, yatay ve muhteşem alevleriyleparterin derinliklerini tutuşturuyorlardı. Bu arada, Berma'nınPhaidra 'dan oynayacağı sahne başlamak üzere olduğundan,prenses locanın ön tarafına geldi; o zaman, geçtiği farklı ışıkbölgesinde, sanki kendisi de bir tiyatro görüntüsüymüş gibi,kıyafetinin yalnız renginin değil, dokusunun da değiştiğinigördüm. Artık sular diyarına ait olmayan, suyu çekilmiş, yüzeçıkmış locada prenses bir Nereid olmaktan çıkıp Zaire veya

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

45

Orosmane rolünde harika bir trajedi oyuncusu gibi mavi-beyazbir türbanla göründü; sonra, ilk sıraya oturduğunda,yanaklarının pembe sedefini şefkatle sarmalayan masalkuşuyuvasının, yumuşacık, parlak, kadife gibi, dev bir cennetkuşuolduğunu gördüm.

Bu arada bakışlarım Guermantes Prensesi'nin locasından, ufaktefek, kötü giyimli, çirkin, gözleri çakmak çakmak bir kadınaçevrildi; yanındaki iki gençle birlikte birkaç koltuk ötemeoturdular. Sonra perde kalktı. Tiyatro sanatı ve Berma'ya karşı birzamanlar beslediğim duygulardan geriye hiçbir şey kalmadığını,ister istemez hüzünlenerek farkettim; o zamanlar, seyretmek içindünyanın öbür ucuna gidebileceğim müthiş olayın hiçbirayrıntısını kaçırmamak için zihnimi hazır tutardım, tıpkıgökbilimcilerin bir kuyruklu yıldızı veya bir tutulmayıayrıntılarıyla gözlemek amacıyla Afrika'ya, Antiller'eyerleştirdikleri hassas levhalar gibi; o zamanlar, bir bulut(sanatçının keyifsizliği, seyirciler arasında çıkan bir olay),temsilin en yoğun şekliyle gerçekleşmesini engeller diye tir tirtitrerdim; o zamanlar bir sunak gibi Berma'ya adanmış olantiyatroya gitmesem, temsili en iyi koşullarda seyretmişsaymazdım kendimi; o tiyatroda bana öyle gelirdi ki, sanatçınınbizzat atadığı beyaz karanfilli kontrolörler, kötü giyimli insanlarladolu parterin üzerindeki nefin oturtmalığı, üzerinde Berma'nınfotoğrafı olan programı satan görevli kızlar, meydandaki kestaneağaçları, bütün bu dostlarım, o zamanki duygularımın, Berma'ylaayrılmaz bir bütün olarak gördüğüm sırdaşları, Berma'nın küçükkırmızı perdenin altındaki görüntüsünün, ikinci planda da olsa,birer parçasıydılar. O zamanlar Phaidra, "İfşaat Sahnesi", Berma,benim gözümde mutlak bir varlığa sahiptiler. Gündelik yaşayışlardünyasının gerisinde yer alıyorlar, kendi başlarına varoluyorlardı; benim onlara doğru gitmem gerekiyordu; onlarıelimden geldiğince anlamaya çalışacak, gözlerimi, ruhumu, iyice

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

46

açsam da, çok azını sindirecektim. Ama hayat öyle güzelgeliyordu ki bana! Benim kendi hayatımın değersizliği hiçbirönem taşımıyordu; çünkü tıpkı giyinirken, çıkmak üzerehazırlanırken harcadığımız anlar gibi, onun ötesinde, daha somutolan, yaklaşılması zor ve bütünüyle ele geçirilmeleri imkânsız bugerçekler, Phaidra ve Berma'nın okuma üslubu, mutlak birbiçimde vardılar. O zamanlar, günün ve belki de gecenin herhangibir ânında zihnim tahlil edilmiş olsa, hatırı sayılır miktardabulunacak olan bu tiyatro sanatında yetkinlik üzerinetahayyüllerimle dolup taşıyordum, kendi elektriğini üreten bir pilgibiydim. Ve öyle bir an gelmişti ki, hasta hasta, öleceğimidüşünerek bile olsa, gidip Berma'yı seyretmem şart olmuştu.Oysa şimdi, tıpkı uzaktan bakılınca laciverttaşından oluşmuş gibigörünen, ama yakınma gelince bütün nesnelerle aynı sıradangörüş alanına giren bir tepe gibi, bütün bunlar mutlaklarındünyasından çıkmış, diğerlerine benzer şeyler haline gelmişti;ben orada bulunduğum için onlarla tanışıyordum; sanatçılarbenim tanıdığım insanlarla aynı türden, Phaidra'nın mısralarınımümkün olduğu kadar iyi ifade etmeye çalışan insanlardı;mısralarsa, artık her şeyden ayrı, yüce ve özel bir türoluşturmuyordu; iç içe bulundukları muazzam Fransızcamısralar malzemesinin içine tekrar karışmaya hazır, oldukçabaşarılı mısralardılar. İnatçı ve etkili arzumun nesnesi yok olduğuhalde, yıldan yıla değişen, bende, şiddetli, tehlikeye kayıtsız birtepki yaratan, sabit bir tahayyüle olan eğilimim devam ettiği için,iyice derin bir hayal kırıklığı yaşıyordum. Hasta olduğum haldeElstir'in bir tablosunu, gotik bir duvar halısını görmek üzere birşatoya gittiğim gece, Venedik'e gideceğim güne, Berma'yıseyretmeye gittiğim güne, Balbec'e doğru yola çıktığım güne okadar çok benziyordu ki, fedakârlığımın o andaki nesnesine kısabir süre sonra kayıtsız kalacağımı önceden hissediyor, şu andauğruna onca uykusuz geceye, onca sancılı krize katlanmaya razı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

47

olduğum bu tabloya, bu duvar halılarına, ileride, çok yakınındangeçsem bile, bakmayacağımı seziyordum. Çabamın ne kadar boşolduğunu, nesnesinin değişkenliğinden anlıyor, hiç ihtimalvermediğim halde ne kadar muazzam bir çaba olduğunugörüyordum; tıpkı nevrozlu bir hastaya yorgun olduğusöylendiğinde, yorgunluğunun iki kat artması gibi. Bu aradahayallerim, kendilerine bağlanabilecek her şeye itibar ediyordu.Daima belirli bir tarafa yönelen, aynı hayalin etrafındayoğunlaşan en tensel arzularımda bile, esas hareket ettirici güç,bir fikirdi; uğruna hayatımı feda edebileceğim bu fikrin tamkalbindeyse, Combray'deki bahçede kitap okuduğum öğledensonraların tahayyüllerinde olduğu gibi, mükemmeliyet fikribulunuyordu.

O zamanlar Arikia'nın, Ismene'nin, Hippolytos'un konuşma veoyunlarında dikkatimi çeken haklı sevgi veya öfke ifadelerinekarşı beslediğim hoşgörüden yoksundum şimdi. Sanatçılar – yineaynı sanatçılar oynuyordu– yine eskisi gibi zekice, kâh okşar gibibir ses tonuyla veya hesaplı bir belirsizlikle konuşuyor, kâhjestlerine trajik bir şiddet veya yalvaran bir yumuşaklıkkatıyorlardı. Tonlamaları, sese, "Yumuşa, bülbül gibi öt, okşa"veya aksine, "Çok öfkelen" diye komut veriyor ve taşkınlıklarıylaonu da alıp götürmek için sesin üzerine atılıyorlardı. Ama ses,onların üslûbunun dışında ve asi olduğundan, maddi kusurlarıveya güzellikleriyle, gündelik bayağılığı veya yapmacıklığıyla,yenilmez biçimde, sanatçının doğal sesi olmayı sürdürüyor,söylenen mısralardaki duygunun değiştirmediği bir akustik veyasosyal olgular bütünü sergiliyordu.

Aynı şekilde sanatçıların jestleri de, kollarına, peploslarına,"Görkemli olun," diyordu. Ne var ki boyun eğmeyen kollar,omuzla dirseğin arasında, rolden hiç haberi olmayan bir kasınşişmesine izin veriyorlardı; her günkü hayatın anlamsızlığını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

48

ifade etmeyi, Racine'e özgü nüansların yerine kas bağlantılarınıaçığa çıkarmayı sürdürüyorlardı; kolların kaldırdığı giysilerinkıvrımları, sadece dokumanın ruhsuz esnekliğinin yerçekimiyasasıyla çekiştiği bir düşey çizgiye göre düşüyordu tekrar. Osırada, yanımdaki ufak tefek hanım haykırdı:

"Bir tek alkış yok! Giyinip kuşanmış da! Ama çok yaşlanmış,oynayamıyor artık; insan bu durumda kenara çekilir artık."

Etraftakilerin "Şşt" sesleri üzerine, yanındaki iki genç, kadınısakinleştirmeye çalıştılar; öfkesi artık sadece gözlerindenfışkırıyordu. Zaten bu öfke ancak başarıya, şöhrete yönelebilirdi;çünkü onca para kazanan Berma borç içinde yüzüyordu. İşrandevularına da, arkadaş randevularına da gidemediğinden,bütün sokaklarda randevusunu iptal etmek için koşuşturanüniformalı uşakları, otellerde önceden ayırtılmış, hiç gidipkalmadığı daireleri, köpeklerini yıkamak için dünya kadarparfümü, bütün yönetmenlere vazgeçtiği işler için ödenecektazminat borcu vardı. Daha büyük masraflar olmasa, Kleopatrakadar şehvetli de olmadığından, telgraf ve kiralık faytonlarlaeyaletleri, krallıkları yiyip bitirmenin yolunu bulurdu. Ama ufaktefek hanım, şansı yaver gitmemiş bir oyuncuydu ve Berma'yaölümcül bir nefret besliyordu. Berma sahneye yeni çıkmıştı. Osırada –ne mucize!– tıpkı gece öğrenmek için boş yereuğraştığımız dersleri, uyuyup uyandıktan sonra içimizdebulmamız, ezbere bilmemiz gibi, tıpkı hafızamızın tutkulu birçabayla arayıp bulamadığı ölülerin yüzlerini, onlarıdüşünmediğimiz bir anda, hayattaki canlılıklarıyla gözlerimizinönünde bulmamız gibi, Berma'nın, özünü kavrayabilmek içinhırsla çabaladığım zaman benden kaçmış olan yeteneği, şimdi,yıllarca unutulduktan sonra, bu kayıtsızlık ânında, bir gerçekolarak apaçık ortaya çıkıp beni zorla kendine hayran ediyordu. Birzamanlar, bu yeteneği soyutlayabilmek için, duyduklarımdan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

49

rolün kendisini ayıklıyordum bir anlamda; Phaidra'yı oynayanbütün sanatçıların ortak paydası olan bu rolü bütündençıkarabilmek, böylece geride Mme Berma'nın yeteneğini tortuhalinde bulabilmek için, onu önceden iyice incelemiştim. Amabenim rolün dışında aradığım bu yetenek, onunla yekvücuttu.Aynı şekilde büyük bir müzisyen de (Vinteuilde böyle piyanoçalarmış) öyle büyük bir piyano virtüözüdür ki, sanatçınınpiyanist olup olmadığını bile bilemeyiz; çünkü (yer yer parlakgösterilerle taçlanmış parmak ustalıklarına yer vermediğinden, enazından ne düşüneceğini bilemeyen dinleyicinin yeteneği somutgerçekliğiyle, elle tutulur halde bulduğunu zannettiği notapatlamalarını araya sokmadığından) çalışı o kadar saydamlaşmış,yorumladığı şeyle o kadar dolmuştur ki, piyanistin kendisinigöremeyiz, o, bir şahesere açılan bir pencereden ibarettir artık.Arikia'nın, İsmene'nin, Hippolytos'un seslerini, mimiklerini,görkemli veya zarif bir süs gibi çevreleyen amacı ayırtedebilmiştim; ama Phaidra bu amacı içselleştirmişti; zihnimtamamen sindirilmiş, dışa taşmayan bu buluşları, bu oyunlarıüslubunun düz yüzeyinde, cimri sadeliğinde yakalayamamış,içinden çekip çıkaramamıştı. Berma'nın, içinde bir nebze olsuncansız ve zihne karşı gelen madde kalmamış olan sesi, çevresindebir gözyaşı bolluğu barındırmıyordu, oysa Arikia'nın, İsmene'ninmermerden seslerine işleyemeiniş olan gözyaşları, sesinüzerinden sel gibi akıyordu; tıpkı kemanının çok güzel bir tınısıolduğunu söylerken fiziksel bir özelliğini değil, ruh yüceliğiniövdüğümüz büyük bir kemancının çalgısı gibi, Berma'nın sesi de,en ufak hücrelerine varıncaya kadar, zarif bir esneklik kazanmıştıve tıpkı antik dünyada kaybolan bir superisinin yerinde, cansızbir pınar olması gibi, ayırt edilebilen, somut bir amaç, tuhaf, yerliyerinde ve soğuk duruluktaki bir tınıya dönüşmüştü. Berma'nın,sanki mısraların, tıpkı dudaklarının arasından sesini çıkardıklarıgibi, taşan suyun sürüklediği yapraklar misali göğsünün üzerine

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

50

kaldırdığı kolları; sahnedeki tavrı, ağır ağır oluşturduğu, daha dadeğiştireceği, arkadaşlarının jestlerinde izi görülendüşüncelerden farklı derinlikte, ancak iradi kökenini kaybetmişdüşüncelerden, bir tür parıltının içinde erimiş, bu parıltınıniçinde, Phaidra'nın kişiliğinin çevresinde kapsamlı, karmaşık,ama büyülenmiş seyircinin, sanatçının başarısı değil, hayatınverisi olarak algıladığı unsurları kıpraştıran düşüncelerdenmeydana gelen tavrı; hattâ bitkinlikleriyle, sadakatleriyle canlıvarlıkları andıran, etrafında kırılgan, üşüyen bir koza gibibüzüldükleri yarı pagan, yarı Jansenci ıstırap tarafındandokunmuş gibi görünen o beyaz tüller; bütün bunlar, ses,tavırlar, jestler, tüller, mısra denen fikir bedenini (bu beden, insanbedeninin aksine ışık geçirmez bir engel değil, arınmış,ruhanileşmiş bir giysidir) sarmalayan fazladan örtülerden başkabir şey değildi; onu gizleyeceklerine, içinde eridikleri, aralarınayayılmış olan ruhu daha da muhteşem bir şekilde yansıtıyorlardı;bütün bunlar, yarısaydam hale gelmiş çeşitli maddelerinakışından başka bir şey değildi; bu maddelerin üst üste gelmesisonucu, aralarından geçen, ortada hapsolmuş ışın, iyiceçeşitlenerek kırılıyor, bir km gibi içine saplandığı alevli maddedaha da genişliyor, değerleniyor, güzelleşiyordu. Yani Berma'nınyorumu, eserin etrafında, yine dehanın hayat verdiği ikinci bireserdi.

Benim izlenimim, doğruyu söylemek gerekirse, eskisindendaha hoş olmakla birlikte, farklı değildi. Ne var ki, artık buizlenimi tiyatro dehası konusunda önceden oluşmuş, soyut veyanlış bir fikirle karşılaştırmıyor, tiyatro dehasının zaten buolduğunu anlıyordum. Biraz önce, Berma'yı ilk seyredişimde hazalamayışımın sebebinin, tıpkı bir zamanlar Gilberte'le Champs-Elysees'de buluştuğumdaki gibi, ona fazlasıyla büyük bir arzuylagitmem olduğunu düşünmüştüm. İki hayal kırıklığı arasındakitek benzerlik belki de bu değildi; daha derin bir başka benzerlik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

51

daha vardı. Çok belirgin kişilikteki bir insan, bir eser (ya da biryorum), bizde apayrı bir izlenim uyandırır. "Güzellik", "üsluptaaçıklık", "patetik" fikirlerini beraberimizde getirmişizdir;gerektiğinde bunları, kurala uygun bir yeteneğin, bir çehreninsıradanlığında bulduğumuz yanılgısına kapılabiliriz; ama dikkatlizihnimiz, karşısında, kendisinde zihinsel karşılığı olmayan,içinden bilinmezi çekip çıkarması gereken bir şeklin ısrarınıbulur. Tiz bir ses, tuhaf bir şekilde soru yüklü bir tonlama duyar.Kendi kendine sorar: "Bu güzel mi? Bu hissettiğim şey, hayranlıkmı? Renklilik, soyluluk, güç bu mu?" Kendisine tekrar cevapveren, tiz bir ses, garip şekilde sorgulayıcı bir tondur,tanımadığımız, son derece somut, "üslupta açıklık" için hiç boşyer bırakılmamış bir varlığın yarattığı despotça izlenimdir. Buyüzden de, samimiyetle dinlediğimiz takdirde, bizi en çok hayalkırıklığına uğratan eserler, gerçekten güzel olanlardır; çünküfikirler koleksiyonumuzda, özel bir izlenime karşılık olabilecek birfikir yoktur.

Berma'nın oyunculuğu bana tam da bunu gösteriyordu. Soylu,zekice üslup, işte buydu. Açık, şiirsel, güçlü bir yorumundeğerini şimdi anlıyordum; daha doğrusu, bu sıfatların verildiğişey buydu; ama mitolojiyle hiçbir ilgisi olmayan yıldızlara Mars,Venüs, Satürn adlarının verilmesi gibi. Bizler, bir dünyadahisseder, başka bir dünyada düşünür ve adlandırırız; iki dünyaarasında bir uyuşma sağlayabilir, ama aradaki mesafeyikapatamayız. Berma'yı sahnede ilk seyredişimde, biraz da bumesafeyi, bu çatlağı aşmam gerekmişti; kulaklarımı dört açıpdinledikten sonra, "soylu yorum" ve "özgünlük" fikirlerinekavuşmakta biraz zorluk çekmiştim; ancak bir anlık bir boşluktansonra alkışlamaya başlamıştım; alkışlar sanki izlenimlerimden,duygularımdan kaynaklanmıyordu da, ben onları öncedenoluşmuş fikirlerime, "Nihayet Berma'yı seyrediyorum"düşüncesinin hazzına bağlıyordum. Belirgin biçimde kendine

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

52

özgü bir insanla, bir eserle güzellik fikri arasındaki fark, aşk vehayranlık fikirleriyle bunların bize hissettirdikleri arasında da,aynı boyutta mevcuttur. Bu yüzden de, onları tanıyamayız.Berma'yı seyretmek bana zevk vermemişti (Gilberte'i sevdiğimsıralar, onu görmenin zevk vermemesi gibi). Kendi kendime,"Demek ki ona hayran değilim," demiştim. Halbuki o sıradasanatçının oyunculuğunun derinliğine inmekten başka bir şeydüşünmüyor, başka bir şeyle ilgilenemiyor, oyunculuğununkapsadığı her şeyi alabilmek için zihnimi mümkün olduğuncaaçmaya çalışıyordum; şimdi hayranlığın zaten bu olduğunuanlamıştım.

Berma'nın yorumunun sadece ortaya koyduğu bu deha,Racine'in dehasından mı ibaretti gerçekten de?

Başta öyle zannettim; daha sonra yanıldığımı anladım. Phaidra'nın sahnelenen perdesi bittikten sonra, seyircilerin ısrarlı alkışlarısırasında öfkeli yaşlı komşum minik bedenini dikleştirip yandönerek yüz kaslarını dondurdu ve diğerlerinin alkışlarınakatılmadığını göstermek ve onun sansasyonel bulduğu, amafarkedilmeden geçip giden protestosunu daha da açıkça ortayakoymak amacıyla, kollarını göğsünde çaprazlamasınakavuşturdu. Phaidra 'dan sonraki oyun, yeni bir oyundu; eskidenolsa, ünlü olmadığından, bu temsilin dışında bir varlığıolmadığından, bana basit, sınırlı gelecek bir oyun. Öte yandan, birşaheserin sonsuzluğunun, sahnenin uzunluğuyla ve özel birolay için yazılmış bir oyun kadar iyi doldurduğu temsilinsüresiyle sınırlandığını görmenin hayal kırıklığınıyaşamıyordum. Sonra, seyircinin hoşlandığını hissettiğim, birgün meşhur olacak her tirada, geçmişte sahip olamadığı ününyerine gelecekte sahip olacağı ünü eklemeye başladım; birşaheseri ilk ortaya çıkışındaki cılızlığıyla, hiç duyulmamış adı,sanki sonradan konmuş gibi, yazarın diğer eserleriyle yan yana,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

53

aynı ışıkta birbirine karışmış gibi görünmezken hayalimizdecanlandırmak için gösterdiğimizin tersine bir zihinsel çabagösteriyordum. Bir gün bu rol, sanatçının en güzel rolleriarasında sıralanacak, Phaidra'nın yanında yer alacaktı. Kendibaşına herhangi bir edebî değeri olduğundan değil; Berma buoyunda Phaidra'daki kadar muhteşem olduğu için. O zamananladım ki, yazarın eseri, oyuncunun nazarında kendi başına pekbir önemi olmayan, kendi yorumlama şaheserini yaratmak içinkullanacağı bir malzemeden ibarettir; tıpkı Balbec'te tanıştığımbüyük ressam Elstir'in eşdeğerde iki tablosundan birinde özelliğiolmayan bir okul binasını, ötekindeyse kendi başına bir şaheserolan bir katedrali konu alması gibi. Ressamın evleri, yükarabalarını, insanları, hepsini homojen hale getiren çarpıcı bir ışıkoyununun içinde erittiği gibi, Berma da aynı şekilde erimiş, hepsidüzleştirilmiş veya vurgulanmış, vasat bir oyuncunun tane tanetelaffuz edeceği kelimelerin üzerine uçsuz bucaksız korku, sevgiörtüleri seriyordu. Şüphesiz her kelimenin kendine ait birtonlaması vardı ve Berma'nın söyleyişi, mısraların anlaşılmasınıengellemiyordu. Bir kafiyeyi, yani aynı anda hem bir öncekikafiyeye benzeyen, hem de farklı, önceki kafiyenin yol açtığı, amayeni bir fikrin çeşitliliğini getiren bir şey duyduğumuzda, biridüşünce, öbürü metrik olmak üzere iki sistemin üst üstebindiğini hissetmek, düzenli karmaşıklığın, güzelliğin ilkunsurlarından biri değil midir zaten? Ne var ki Berma kelimeleri,mısraları ve hattâ tiradları kendilerinden çok daha genişbütünlüklerin içine sokuyordu; kelimelerin, bu bütünlüğünsınırında mecburen durmalarını, birbirlerinin yolunukesmelerini görmek büyüleyiciydi; aynı şekilde bir şair de,kafiyeden önce, ağzından fırlayacak olan kelimeyi bir anduraksatmaktan, bir müzisyen, librettonun çeşitli sözlerini,karşıtlıklar oluşturan, sürükleyici tek bir ritm içindekarıştırmaktan hoşlanır. Berma da, hem Racine'in mısralarına,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

54

hem de çağdaş yazarın cümlelerine o geniş ıstırap, soyluluk,tutku imgelerini sokmayı beceriyordu; bunlar onunşaheserleriydiler ve tıpkı farklı modellerle yaptığı portrelerde birressamı tanıdığımız gibi, bu imgelerde de Berma'yı tanımakmümkündü.

Artık bir zamanlar olduğu gibi, Berma'nın hareketlerini, bir ansonra kaybolan ve bir daha hiç tekrarlanmayan bir ışıkta yarattığıgüzel bir renk oyununu durdurmayı, bir dizeyi yüz keretekrarlatmayı istemiyordum. Eski dileğimin, şairin, trajedioyuncusunun, yönetmen denilen büyük dekorasyonsanatçısının isteğinden daha talepkâr olduğunu anlıyordum; birdizenin üzerine uçarak yayılan büyünün, sürekli değişen buoynak jestlerin ve birbirini izleyen tabloların, tiyatro sanatınınhedeflediği, geçip gidiveren sonuç, anlık amaç, devingen şaheserolduğunu ve fazlasıyla tutkun bir seyircinin dikkatinin, onusabitleştirmek isterken bozacağını anlıyordum. Hattâ bir gündaha gelip Berma'yı tekrar seyretmek bile istemiyordum; onadoymuştum; oysa eskiden, hayranlığımın nesnesi ister Gilberteolsun, ister Berma, fazlasıyla hayran olduğum için kaçınılmazbiçimde hayal kırıklığına uğradığımda, bir gün öncekiizlenimlerimin benden esirgediği hazzı, ertesi günküizlenimlerimden, peşinen isterdim. Şimdi hissetmiş olduğum,belki daha verimli bir şekilde kullanabileceğim mutluluğuderinleştirmeye çalışmıyor, eski kolej arkadaşlarımdan bazılarıgibi, "Bence Berma kesinlikle birinci," diyordum; bir yandan da,benim bu tercihimin, verilen bu "birinciliğin", beni ne kadarrahatlatsalar da, Berma'nın dehasını belki de pek yansıtmadığınıbelli belirsiz seziyordum. ikinci oyun başladığı anda, Mme deGuermantes'in olduğu tarafa baktım. Prenses, zihnimin boşluktadevam ettirdiği harikulade bir hareketle başını locasının arkakısmına çevirmişti; ayaktaki misafirler de kapıya dönüktü;oluşturdukları iki kordonun arasından, muzafferane güveni ve

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

55

tanrıça ihtişamıyla, ama bu kadar gecikmiş olmanın ve herkesitemsilin ortasında ayağa kaldırmanın sahte ve gülümsermahcubiyetinden kaynaklanan, kendisine yabancı bir tatlılıkla,baştan aşağı beyaz muslinler içinde, Guermantes Düşesi locayagirdi. Doğru kuzinine yöneldi; ön sırada oturan sarışın bir genceeğilerek selâm verdi ve mağaranın dibinde yüzen kutsal denizcanavarlarına dönüp bu Jockey Kulübü yarı-tanrılarına –o andayerinde olmayı en çok istediğim kişiler onları, özellikle de M. dePalancy idi– kendileriyle on beş yıldır gündelik ilişki içindeolduğunu ima eden, teklifsiz bir dost selamı gönderdi. Dostlarınayönelttiği bu gülümser bakışın, tek tek hepsine elini uzatırkengözlerinde çakan mavi parıltının sırrını hissediyor amaçözemiyordum; bu bakışın prizmasını ayrıştırabilsem,kristallerini inceleyebilsem, o anda içinde görünen bilinmedikhayatın özünü ifşa edebilirdi belki. Guermantes Dükü,monoklünün neşeli yansımalarıyla, dişlerini açığa çıkarangülüşüyle, karanfilinin, plili göğüslüğünün beyazlığıyla, kaşları,dudakları ve frakı onların ışığına yer açmak için aralanarak,karısını izliyordu; kendisine yer açan, kendisinden aşağıdakideniz yaratıklarına, dimdik, başını kımıldatmadan, elini uzatıpomuzlarına bastırarak oturmalarını emretti ve sarışın gencinönünde yerlere kadar eğildi. Düşes, söylentiye göre"mübalağa"larıyla alay ettiği kuzininin (düşesin esprili, gayetölçülü ve Fransız bakış açısından, Alman şiiri ve heyecanı,tereddütsüz bu nitelendirmeye dahil oluyordu) bu gece, düşesin"kostüm" dediği tuvaletlerinden birini giyeceğini tahmin etmişve prensese zevk konusunda bir ders vermek istemiş gibiydi.Prensesin başından boynuna kadar inen harikulade, yumuşaktüylerin, deniz kabuğu ve incilerden oluşan filesinin yerine,düşesin saçlarında sade bir sorguçtan başka şey yoktu; kemerliburnunun ve ileri çıkık gözlerinin üzerinde, sorguç, bir kuşunsorgucunu andırıyordu. Boynu ve omuzları, kuğu tüyünden bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

56

yelpazenin dövdüğü kar gibi muslin dalgalarının içindençıkıyordu, ama sonra, göğüs kısmında çubuk ve top biçimindesayısız madenî ve elmas payetten başka süsü olmayan elbisesi,tam bir İngiliz titizliğiyle, vücudunu sımsıkı sarıyordu. Ama ikituvalet birbirinden bu kadar farklı olduğu halde, prenses o ânakadar oturduğu koltuğu kuzinine verdikten sonra, her ikisinin debirbirlerine dönüp, karşılıklı birbirlerini takdir ettikleri görüldü.

Mme de Guermantes, belki ertesi gün, prensesin biraz fazlakarmaşık saç modelinden sözederken hafifçe gülümseyecek, amayine de fevkalade güzel bir saç tuvaleti olduğunu ifade edecektimutlaka; kuzininin giyinme tarzını kendi zevkine göre birazsoğuk, biraz kuru, biraz terzice bulan prenses de, bu ciddisadelikte fevkalade bir incelik bulacaktı. Zaten ikisinin arasındakiuyum, eğitimlerinin kesin olarak belirlenmiş evrenselkütleçekimi, yalnız kıyafetlerindeki değil, tavırlarındaki zıtlıklarıda gideriyordu. Hareketlerindeki zarafetin ikisi arasına gerdiğigörünmez, mıknatıslı çizgilerde prensesin açık yürekli doğallığıson nefesini veriyor, öte yandan düşesin düzlüğü, bu çizgilereçekilip bükülüyor, tatlı ve büyüleyici oluyordu. Nasıl ki temsiledilmekte olan oyunda, Berma'nın ortaya koyduğu kişiselşiirselliği anlamak için, onun oynadığı ve bir tek onunoynayabileceği rolü herhangi başka bir oyuncuya vermekyeterliyse, aynı şekilde, gözlerini balkona kaldıran bir seyirci, ikilocanın birinde, Morienval Baronesi'nin, GuermantesPrensesi'ninkine benzediğini zannettiği saç tuvaletiyle olsa olsaacayip, özentili ve görgüsüz göründüğünü, ötekinde de,Guermantes Düşesi'nin tuvaletlerini ve zarafetini taklit etmekiçin gösterdiği, hem sabır gerektiren, hem pahalıya patlayançabanın, Mme de Cambremer'i, saçına dikine takılmış cenazearabası sorgucuyla, ip cambazlığı yapan dimdik, kupkuru, sipsivribir taşralı tiyatrocuya benzettiğini görebilirdi. Belki de Mme deCambremer'in bu salonda yeri yoktu aslında; localar (aşağıdan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

57

bakıldığında, içlerine insandan çiçekler doldurulmuş, salonunortasına kadife perdelerinin kırmızı bağcıklarıyla tutturulmuş irisepetler gibi görünen üst kat locaları bile), yılın en gözdekadınlarıyla doluydu ve geçici bir manzara oluşturuyorlardı; bumanzara yakında ölümlerle, skandallarla, hastalıklarla, kavgalarladeğişecekti, ama şu anda, dikkat, sıcak, başdönmesi, toz, zarafetve sıkıntı sebebiyle kıpırtısızdı; geriye bakıldığında bir bombanınpatlayışından veya bir yangının ilk alevinden önceki ânıngöründüğü gibi, bilinçsiz bir bekleyişle ve sakin bir uyuşuklukladolu, o sonsuz ve trajik ânı yaşıyordu.

Mme de Cambremer'in orada bulunmasının sebebi şuydu:Gerçek prenseslerin çoğu gibi snopluktan uzak olan ParmaPrensesi, buna karşılık, gururla ve sanat sandığı şeyleredüşkünlüğüne eşdeğer bir iyilik etme arzusuyla doluptaştığından, Mme de Cambremer gibi yüksek aristokratlarsosyetesine dahil olmayan, fakat prensesin hayır işleribağlamında ilişkide bulunduğu kadınlara, birkaç loca tahsisetmişti. Mme de Cambremer, gözlerini Guermantes Düşesi'ylePrensesi'nden ayırmıyordu; kendileriyle aslında bir ilişkisiolmadığı için, selam koparmaya çalışıyormuş gibi görünmekaygısı olmadan, rahatlıkla bakabiliyordu. Oysa on yıldan beri,bitmez tükenmez bir sabırla gerçekleştirmeye çalıştığı tek amaç,bu iki soylu hanımefendinin evine kabul edilmekti. Amacınamuhtemelen beş yıl içinde ulaşacağını hesaplamıştı. Ne var ki,affetmeyen bir hastalığa yakalanmıştı ve övündüğü tıp bilgisiylehastalığının amansız olduğuna kanaat getirdiğinden, o kadaruzun süre yaşayamamaktan korkuyordu. Hiç değilse bu gece,tanımadığı bütün bu kadınların, kendisini bir arkadaşlarınınyanında göreceğini düşünmek onu mutlu ediyordu; MmedArgencourt'un kardeşi, genç Beausergent Markisi, her ikiçevreyle de ilişki içindeydi; ikinci çevrenin kadınları, birinciçevrenin kadınlarının gözü önünde, markinin varlığıyla fiyaka

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

58

yapmaktan çok hoşlanırlardı. Marki, Mme de Cambremer'inarkasında, diğer localara göz atabilmek için yanlamasınayerleştirilmiş bir koltukta oturmaktaydı. Herkesi tanıyor, selamvermek için arkaya kaykılmış güzel endamının, sarışın, ince hatlıbaşının büyüleyici zarafetiyle dimdik bedenini hafifçedoğrultuyor, mavi gözlerinde bir tebessüm, hareketlerindesaygıyla karışık bir serbestlikle, bulunduğu eğik düzeydekidikdörtgene, eski oymabaskıların kibirli, saraylı soylularınıhatırlatan belirgin bir şekil çiziyordu. Sık sık bu şekilde Mme deCambremer'le tiyatroya gitmeyi kabul ederdi; salonda da, çıkıştaholde de, yiğitçe onun yanında durur, etraflarını saran dahasosyetik dostlarına selam vermekten kaçınır, beraberindeutanılacak kimseler varmışçasına, onları rahatsız etmekistemezdi. O sırada Guermantes Prensesi, Diana gibi güzel veçevik, ardında harikulade bir mantonun eteğini sürükleyerek,bütün başların çevrilip bütün gözlerin (herkesinkinden çok daMme de Cambremer'in gözlerinin) kendisini izlemesine sebepolarak yanından geçerse, M. de Beausergent, yanındaki hanımlakonuşmaya dalar, prensesin göz kamaştırıcı, dostça selamına,zoraki, tutuk bir tavırla, samimiyeti geçici olarak rahatsızlıkverebilecek birinin terbiyeli çekingenliği ve merhametlisoğukluğuyla karşılık verirdi.

Mme de Cambremer, locanın prensese ait olduğunu bilmesebile, Mme de Guermantes'in, ev sahibesine karşı nezakette kusuretmemek için sahnedeki ve salondaki gösteriye fazladan bir ilgigöstermesinden, onun locada misafir olduğunu anlayabilirdi.Ama bu merkezkaç kuvvetle eşzamanlı, aynı nezaket arzusununyol açtığı, tersine bir kuvvet, düşesin dikkatini kendi tuvaletine,sorgucuna, kolyesine ve prensese çevirmesine sebep oluyordu;düşes kendini prensese tabi, onun kölesi ilân eder gibiydi; sankiburaya sırf kuzinini görmeye gelmişti, locanın sahibinin keyfibaşka bir yere gitmek istese, onu izlemeye hazırdı ve salonun geri

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

59

kalanını, bakılacak tuhaf yabancılardan oluşmuş gibi görüyordu;oysa salonda çok sayıda dostu vardı ve başka haftalarda onlarınlocalarına misafir olur, onlara da aynı tekelci, göreci ve haftalıksadakati göstermekten geri kalmazdı. Mme de Cambremer bu gecedüşesi gördüğüne çok şaşırmıştı. Düşesin Guermantes'tan çokgeç bir tarihte döndüğünü bildiğinden, hâlâ orada olduğunuzannediyordu. Ama Mme de Guermantes'in, Paris'te ilginçbulduğu bir gösteri olduğu zaman, avdan dönenlerle birlikte çayiçtikten hemen sonra arabalarından birini hazırlatıp güneşbatarken yola çıkarak alacakaranlık ormanı, sonra yolu geçipCombray'ye vardığını, oradan trene binip gece Paris'te olduğunuduymuştu. Mme de Cambremer, hayranlıkla, "Belki deGuermantes'tan özel olarak Berma'yı seyretmeye gelmiştir," diyedüşünüyordu. Sonra da Swann'ın, M. de Charlus'yle ortak,muğlak jargonuyla, "Düşes Paris'in en soylu kimselerinden, enince, en seçkin kaymak tabakasından biridir," dediğinihatırlıyordu. Guermantes, Bavyera ve Conde isimlerinden ikikuzinin hayatlarını ve düşüncelerini çıkartan bense (artıkkendilerini görmüş olduğumdan çehreleri için aynı şeyiyapamıyordum), dünyanın en ünlü eleştirmeninden çok, onlarınPhaidra konusundaki yorumlarını merak ediyordum. Çünküeleştirmenin yorumunda ancak zekâ bulabilirdim; benimkindendaha üstün, ama aynı türden bir zekâ. Oysa GuermantesDüşesi'yle Prensesi'nin ne düşündüğünü (düşünceleri, bu ikişiirsel yaratığın tabiatı konusunda benim için paha biçilmez birbelgeydi), isimleri aracılığıyla hayal ediyor, düşüncelerine akıldışıbir büyü atfediyordum; Phaidra konusundaki fikirlerinde,Guermantes tarafında dolaştığım yaz öğleden sonralarınınbüyüsünü bulmayı umuyordum, bir hummalının susamışlığı veözlemiyle.

Mme de Cambremer, iki kuzinin ne tür tuvaletler giymişolduklarını görmeye çalışıyordu. Ben kendi adıma, tuvaletlerinin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

60

kendilerine özgü olduğundan hiç kuşku duymuyordum; hemkırmızı yakalı veya mavi devrik yakalı üniformanın bir zamanlarsadece ve sadece Guermantes'lara ve Conde'lere ait olduğu şekilde,hem de, daha önemlisi, bir kuşun tüylerinin, güzelliğinin birunsuru, bir süs olmasının yanısıra, bedeninin bir uzantısı oluşugibi. Bu iki kadının tuvaletleri, bana iç faaliyetlerinin bembeyazveya alacalı bir cisimleşmesi gibi görünüyordu; GuermantesPrensesi'nin yaptığı hareketleri gördüğümde, gizli bir düşünceyetekabül ettiklerinden şüphe etmediğim gibi, prensesin alnındanaşağı inen tüylerin, düşesin göz kamaştırıcı, payetli korsajının biranlamı olduğunu, sadece ona ait, anlamını merak ettiğim birkişisel özellik olduğunu düşünüyordum; tavuskuşu Iuno'dannasıl ayrılamazsa, cennetkuşu da bu kadınların birindenayrılamaz gibi geliyordu bana; diğerinin payetli korsajını da, tıpkıMinerva'nın taşıdığı parlak, püsküllü aigis zırhı gibi, başka hiçbirkadın ele geçiremezdi. Gözlerimi, soğuk alegorilerin resmedilmişolduğu tavandan çok bu locaya çevirdiğimde, sanki her zamanvar olan iri bulutların mucizevî biçimde yırtılması sayesinde,kırmızı bir tente altında, ışıklı, bulutsuz bir bölgede, göklerin ikidireği arasında tanrılar meclisinin, insanların temsiliniseyrettiğini görür gibi oluyordum. Bu anlık kutsamayı, tanrılartarafından tanınmıyor olma hissinin verdiği huzurla karışık birheyecan içinde seyrediyordum; düşes aslında bir kere kocasıylabirlikteyken beni görmüştü, ama şüphesiz hatırlamıyordu; ayrıcalocadaki konumu sebebiyle koltuk seyircilerinin isimsiz,ortaklaşa kolonilerini seyrediyor olması da benikaygılandırmıyordu; çünkü varlığımın onların arasında eridiğinimutlulukla hissediyordum. Birden, kırılma yasaları gereği, ikimavi gözün telaşsız akımında, bireysel varoluştan yoksun,tekhücreli bir hayvan olan benim bulanık şeklim, şüpheye yerbırakmayacak şekilde belirdiği anda, bu gözlerin bir ışıklaaydınlandığını gördüm: Tanrıçayken kadına dönüşen ve birden

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

61

bana bin kat daha güzel görünen düşes, locanın kenarına dayalıbeyaz eldivenli elini bana doğru kaldırdı ve dostluk işareti olaraksalladı; bakışlarım, prensesin gözlerinin alevleriyle, iradedışıakkoruyla karşılaştı; kuzininin kimi selamladığını görmek içingözlerini hareket ettirmesi, onun haberi olmadan gözlerintutuşmasına yetmişti; beni tanımış olan kuziniyse,tebessümünün ışıltılı, tanrısal sağanağını üzerime yağdırdı.

Artık her sabah, düşesin çıkış saatinden epey önce çıkıpyolumu uzatarak onun genellikle indiği sokağın, köşesindedikiliyor, düşesin geçeceği an yaklaştığında, dalgın bir tavırla, tersyöne bakarak yukarı doğru çıkıyor, kendisiyle aynı hizayageldiğimizde, gözlerimi, sanki görmeyi hiç beklemiyormuşumgibi ona çeviriyordum. Hattâ ilk günler, kaçırırım korkusuylaevin önünde beklemiştim düşesi. Dış kapı her açıldığında (arkaarkaya benim beklediğimden başka onca insan dışarı çıkarken),kapının sarsıntısı, kalbimde, dinmesi uzun zaman alantitreşimler halinde devam ediyordu. Tanımadığı büyük bir tiyatrooyuncusunu görmek için sanatçılar çıkışında "ağaç olan" hiçbirhayran, bir mahkûmu veya kahramanı aşağılamak ya daomuzlarında taşımak üzere bir araya gelmiş bekleyen,hapishanenin veya sarayın içinden her gelen seste, bekledikleriadamın çıkacağını zanneden hiçbir öfkeli veya tapınan kalabalık,benim bu soylu hanımefendinin çıkışını beklerken kapıldığımheyecanı duymamıştır; düşes, sade kıyafetiyle, (bir salona veyalocaya girerkenki tavrından çok farklı olan) yürüyüşündekizarafetle, sabah gezintisini –benim gözümde dünyada gezinenbaşka kimse yoktu– bir zarafet şiri, güzel havanın en değerli süsü,en benzersiz çiçeği haline getirmeyi bilirdi. Ne var ki üç günsonra, kapıcı çevirdiğim dolabı anlamasın diye çok daha uzağa,düşesin her zamanki güzergâhı üzerinde rasgele bir noktayagittim. Tiyatroya gittiğim geceden önce, havanın güzel olduğugünlerde öğle yemeğinden önce böyle küçük gezintiler yapardım

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

62

sık sık; yağmur yağdığı günler, hava biraz açılır açılmaz birazyürümek üzere çıkardım; birdenbire, hâlâ ıslak olan, ışığın yaldızlıcilaya dönüştürdüğü kaldırımın üzerinde, güneşin yakıpsararttığı sisle altın tozu serpilmiş gibi parlayan bir kavşağıntanrısal ışıltısında, arkasında mürebbiyesiyle bir yatılı öğrenciveya beyaz kollu bir sütçü kız görürdüm; olduğum yerde donupkalır, şimdiden yeni bir hayata doğru atılan kalbimin üzerineelimi bastırırdım; (bazen peşinden gittiğim) genç kızın giripkaybolduğu kapıyı, sokağı, saati, hatırlamaya çalışırdım. Neyse kiokşanıp geçen, arayıp bulacağıma kendi kendime söz verdiğim bugörüntülerin geçiciliği, hafızama çakılmalarım engellerdi. Bununbir önemi yoktu; hasta oluşuma, hâlâ oturup çalışma, bir kitababaşlama azmini gösteremeyişime daha az üzülürdüm; Parissokaklarının da Balbec yolları gibi, Meseglise ormanlarında birdengörüvermeyi o kadar istediğim, her biri bende, sadece kendisinindoyurabileceği kanısını uyandıran tensel bir arzu yaratan buyabancı dilberlerle çiçeklenmiş olduğunu öğrendiğimden beri,dünya bana daha hoş, hayat daha ilginç geliyordu.

Operadan döndükten sonra, ertesi gün için, birkaç gündürtekrar görmeyi umduğum görüntülere, uzun boyuyla, sarı,kabarık saçlarıyla, kuzininin locasından bana gönderdiğitebessümdeki sevgi vaadiyle, Mme de Guermantes'ınkini deekledim. Françoise'in tarifine göre düşesin izlediği yolu izleyecek,bu arada iki gün önce görmüş olduğum iki genç kızı tekrargörebilmek için bir okulla bir din dersinin dağılışını kaçırmamayaçalışacaktım. Ama bu arada, Mme de Guermantes'in pırıltılıgülümsemesini ve bende bıraktığı tatlı hissi arasırahatırlıyordum. Ne yaptığımı pek bilmeden, (bir kadının,kendisine hediye edilen değerli taştan düğmelerin bir elbiseninüzerinde nasıl duracağına bakması gibi) bu hisleri, uzunzamandır beslediğim, Albertine'in soğukluğunun, Gisele'invakitsiz gidişinin, ondan önce de, Gilberte'le kasıtlı ve fazla uzun

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

63

süren ayrılığın serbest bıraktığı hayalperest düşüncelerin (meselabir kadın tarafından sevilme, onunla ortak bir hayat yaşamadüşüncesinin) yanma yerleştirmeyi deniyordum; sonra budüşüncelere iki genç kızdan birinin veya ötekinin suretiniyaklaştırıyor, hemen ardından tekrar düşesin anısını uyarlamayaçalışıyorum. Bu düşüncelerin yanında, Mme de Guermantes'inOpera'daki anısı pek küçük bir şeydi, parıl parıl, upuzun birkuyruklu yıldızın yanında ufak bir yıldızdı; üstelik Mme deGuermantes'ı tanımadan çok önce, bu düşünceleri çok iyitanıyordum; anıya ise, aksine, bütünüyle sahip değildim; onuyakalayamadığım zamanlar oluyordu; içimde diğer güzel kadınsuretleriyle aynı sıfatla gezinirken, sonra yavaş yavaş,kendisinden çok daha eski olan hayalperest düşüncelerimin tekve kesin –diğer bütün kadın suretlerini dışlayan– çağrışımı halinegeldiği saatlerde, onu en iyi hatırladığım bu birkaç saat içinde, buanıyı tam olarak kavramaya çalışmalıydım; ama o sırada benimiçin ileride kazanacağı önemi bilmiyordum; Mme deGuermantes'la kendi içimde bir ilk randevu gibi hoştu sadece; birilk taslaktı, doğru olan, gerçek hayattan yola çıkarak yapılan,sahiden Mme de Guermantes olan tek taslaktı; oysa bu anı,kendisine dikkat etmeyi beceremeden elimde tutmamutluluğunu yaşadığım birkaç saat boyunca, beni büyülemişolsa gerekti; çünkü sevda düşüncelerimin, o sırada henüzserbestçe, acele etmeden, yorulmadan, bir zorunluluk veya kaygıolmadan, dönüp dolaşıp geldiği yer, hep bu anıydı; daha sonra, budüşünceler kendisini yavaş yavaş sabitleştirdikçe, onlardan dahafazla güç aldı, ama kendisi bulanıklaştı; kısa bir süre sonra da,artık bu anıyı bulamamaya başladım; tahayyüllerimde onutamamen çarpıtıyor olmalıydım; çünkü Mme de Guermantes'ı hergörüşümde, hayalimle gördüğüm arasında, her defasında farklıbir uçurum olduğunu farkediyordum. Tabii ki her gün Mme deGuermantes'in sokağın tepesinde belirdiği anda, hâlâ uzun

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

64

boyunu, kabarık saçların altındaki aydınlık bakışlı çehreyi, oradabulunmama sebep olan bütün bu şeyleri görüyordum; bunakarşılık, birkaç saniye sonra, beni oraya götüren bu karşılaşmayıbeklemiyormuş gibi görünmek amacıyla gözlerimi başka bir yöneçevirmişken, aynı hizaya geldiğimiz anda düşese baktığımdagördüğüm şey, açık havadan mı, ergenlik sivilcelerinden mikaynaklandığını bilmediğim, kırmızı beneklerle dolu, her günşaşırmış gibi yaparak verdiğim, görünüşe bakılırsa hoşlanmadığıselamıma gayet soğuk, Phaidra gecesinin kibarlığından uzak birkarşılık veren, somurtkan bir yüzdü. Buna rağmen, iki genç kızınanısının sevda düşüncelerime egemen olmak için, eşit şansasahip olmadan Mme de Guermantes'in anısıyla mücadele ettiğibirkaç günün sonunda, rakipleri elenirken sanki kendi kendineen çok ortaya çıkan, bu anı oldu; sonunda, netice itibarıyla hâlâiradi biçimde, adeta bile isteye seçerek bütün sevda düşüncelerimiaktardığım, Mme de Guermantes'in anısı oldu. Din dersindekikızları, sütçü kızı bir daha düşünmedim; bununla birlikte,sokakta aradığım şeyi, ne tiyatroda bir tebessümle vaat edilmişsevgiyi, ne de sadece uzaktan öyle görünen silueti ve sarı saçlaraltındaki aydınlık çehreyi bir daha bulmayı ummuyordum artık.Artık Mme de Guermantes'in nasıl biri olduğunu, onu nesindentanıdığımı, sorsalar söyleyemezdim; çünkü görünümünün birerparçası olan elbisesi ve şapkası gibi, çehresi de her gündeğişiyordu.

Günün birinde, karşıdan eflatun bir şapkanın altında, iki mavigözün etrafına simetrik olarak yerleşmiş güzel hatlardan oluşan,burun çizgisi ortadan kalkmış gibi görünen yumuşak, parlak birçehre gördüğümde, niçin mutlu bir sarsıntıyla, eve Mme deGuermantes'ı görmeden dönmeyeceğimi anlıyordum? Kestirmebir sokakta, lacivert bir berenin altında, profilden kuş gagasınabenzer bir burun, delici bir gözün böldüğü kırmızı bir yanakçizgisi, bir Mısır tanrıçası misali belirdiğinde, niçin aynı bir gün

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

65

önceki heyecanı yaşıyor, aynı kayıtsız tavrı takmıyor, aynı dalgınedayla gözlerimi başka yöne çeviriyordum? Bir defasındagördüğüm, sadece burnu kuş gagasına benzeyen bir kadın değil,adeta bir kuştu: Mme de Guermantes'in kıyafeti, beresinevarıncaya kadar, kürktendi; hiç kumaş görünmediği için,kendinden, doğal bir kürkü varmış gibiydi; kalın, düz, pas rengi,yumuşak tüyleri kürkü andıran kimi akbabalar gibi. Bu doğaltüylerin ortasındaki küçük kafanın kuş gagası aşağı kıvrık, ileriçıkık gözleri delici ve maviydi.

Bir gün, saatlerce sokakta Mme de Guarmantes'ı göremeden biraşağı bir yukarı dolaştıktan sonra, birdenbire, bu aristokrat vegözde semtin iki konağı arasına gizlenmiş bir peynircidükkânının dibinden, taze peynirlere bakmakta olan şık birkadının bulanık ve yabancı yüzü beliriyor, ben bu çehreyitanımaya vakit bulamadan, görüntünün geri kalanından dahabüyük bir süratle bana ulaşan bir şimşek gibi, düşesin bakışıçarpıyordu beni; bir başka gün, kendisiyle karşılaşamadan saatleron ikiyi vurduğunda, daha fazla beklemenin bir anlamıolmadığını anlıyor, hüzne boğularak evin yolunu tutuyordum;hayal kırıklığıma gömülmüş halde, uzaklaşmakta olan bir arabayagörmeden bakarken, ansızın, bir hanımın kapıdan çıkarkenbaşıyla yaptığı işaretin bana yönelik olduğunu, yuvarlak birşapkanın ya da uzun bir sorgucun altındaki gevşek ve solgun yada aksine gergin ve canlı hatları, tanımadığımı zannettiğim biryabancının çehresini oluşturan bu hanımın, selamına karşılıkbile veremediğim Mme de Guermantes olduğunu anlıyordum.Bazen de düşesi, eve döndüğümde, kapıcı kulübesinin köşesinde,araştıran bakışlarından nefret ettiğim iğrenç kapıcı, kendisinihararetle selamlar ve şüphesiz "rapor" verirken buluyordum.Guermantes'ların bütün hizmetkârları, pencerelerdeki perdelerinarkasına gizlenip duyamadıkları bu konuşmayı korkudantitreyerek gözetlerlerdi; düşes bu konuşmaların ardından,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

66

kapıcının ele verdiği şu veya bu hizmetkârın izinlerini kısıtlamayıihmal etmezdi.

Mme de Guermantes'in sunduğu onca farklı çehrenin,kıyafetinin bütününde kâh dar, kâh çok geniş, göreli ve değişkenbir alan kaplayan çehrelerin birbiri ardına görünmesi sebebiyle,aşkım, tenin ve kumaşın bu değişen bölümlerinden birine veya ,diğerine bağlı değildi; bu bölümler gününe göre başkalarıyla yerdeğiştiriyordu; düşes bunları neredeyse baştan aşağı değiştiripyenilese de heyecanım değişmezdi; çünkü onların ardında, yeniyakanın, yabancı yanağın ardında hep aynı Mme deGuermantes'in olduğunu hissediyordum. Benim sevdiğim,bütün bunları harekete geçiren görünmez insandı, oydu,düşmanlığı beni üzen, yaklaşması kafamı altüst eden, hayatınıele geçirmek, dostlarını kovmak istediğim kadındı. Mavi bir tüytaksa da, yüzü alev alev yansa da, hareketleri benim için öneminikaybetmezdi.

Benimle her gün karşılaşmanın Mme de Guermantes'in sinirinedokunduğunu kendim hissetmemiş olsam da, dolaylı olarak, busabah gezintilerine hazırlanmama yardım ederken Françoise'inyüzündeki soğukluktan, kınamadan ve acımadan anlardım.Eşyalarımı hazırlamasını söylediğim anda, yüzünün büzülmüş,bitkin çizgilerinde ters bir rüzgârın esmeye başladığınıhissederdim. Françoise'in güvenini kazanmaya hiçkalkışmazdım; başaramayacağımı hissederdim çünkü. Bizlerin,annemle babamın ve benim başımıza gelebilecek her türlütatsızlığı ânında bilirdi; sahip olduğu bu güç, benim için hepkaranlık kalmıştır. Belki doğaüstü bir güç değildi, Françoise'a özelbilgi edinme yolları tarafından açıklanabilirdi; aynı şekilde, ilkelkabileler, kimi haberleri, postayla Avrupa kolonisineulaşmalarından günlerce önce öğrenirler; bu haberler kendilerinetelepatiyle değil, tepeden tepeye, yakılan ateşler aracılığıyla

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

67

aktarılmıştır. Aynı şekilde, benim gezintilerim konusunda da,belki Mme de Guermantes'in hizmetkârları, hanımlarının her günbeni yolunda bulmaktan bıktığını söylediğini duymuşlar ve busözleri Françoise'a aktarmışlardı. Evet, annemle babam benimhizmetime Françoise'dan başka birini verebilirlerdi, ama bundanben kârlı çıkmazdım. Françoise bir bakıma diğerleri kadarhizmetkâr değildi. Hisleriyle, iyi kalpliliği ve merhametliliğiyle,sertliği ve kibirliliğiyle, kurnazlığı ve dar kafalılığıyla, beyaz tenive kırmızı elleriyle, ailesi "hali vakti yerinde"yken varını yoğunukaybedince kendisini çalıştırmak zorunda kalan köylü kızdı.Bizim evdeki varlığı, sayfiyenin yolcuya geldiği tersine biryolculuk sayesinde bizim eve taşınmış olan bir kır havası ve birçiftliğin elli yıl önceki sosyal hayatıydı. Tıpkı mahallî müzelerinvitrinlerinin, köylülerin bazı illerde hâlâ yaptığı, şeritli garipişlemelerle süslenmesi gibi, bizim Paris'teki dairemizi de,Françoise'in geleneksel ve yöresel bir duygudan kaynaklanan veçok eski kurallara tabi olan sözleri süslerdi. Françoiseçocukluğunun kiraz ağaçlarıyla kuşlarını, annesinin hâlâ görürgibi olduğu ölüm döşeğini, adeta renkli ipliklerle işlercesineresmetmeyi becerirdi. Ama bütün bunlara rağmen, Paris'te bizimhizmetimize girdiği anda, diğer katlardaki hizmetkârlarınfikirlerini, yorumlarım, yargılarını paylaşmaya başlamıştı –onunyerine başkası haydi haydi öyle yapardı bize göstermek zorundaolduğu saygının acısını çıkararak, dördüncü kat aşçısınınhanımına söylediği edepsizce sözleri bize aktarırken öyle birhizmetkâr tatmini duyuyordu ki, hayatımızda ilk defa, dördüncükattaki iğrenç kiracıyla aramızda bir tür dayanışma hissediyor,belki gerçekten de efendi olduğumuzu düşünüyorduk.Françoise'daki bu kişilik değişimi belki de kaçınılmazdı. Bazıhayatlar o kadar anormaldir ki, zorunlu olarak kimi kusurlara yolaçarlar, mesela kralın Versailles'da, dalkavukları arasındasürdüğü, bir firavun veya Venedik Dükü'nünki kadar garip hayat

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

68

ve kralınkinden de öte, dalkavukların hayatı gibi.Hizmetkârlarınki, hiç şüphesiz daha da korkunç bir garipliktedirve sadece alışkanlık bu garabeti bizden gizler. Ama ben,Françoise'ı kovsam bile, aynı hizmetkâra, daha da özel ayrıntılardabile, mahkûm olurdum. Daha sonra başka çeşitli hizmetkârlargirdi hizmetime; geldiklerinde bütün hizmetkârların ortakkusurlarına zaten sahip oldukları gibi, benim yanımda da süratlibir değişim geçiriyorlardı. Saldırı yasaları karşı saldırı yasalarınahükmettiğinden, kişiliğimin pürüzlerine takılıp yaralanmamakiçin hepsi kendi kişiliklerinin aynı yerinde aynı şekildesiperleniyor, buna karşılık, benim boşluklarımdan yararlanıpdolduruyorlardı. Ben bu boşlukların sebep olduğu çıkıntılarıtanımadığım gibi, boşlukları da tanımıyordum; çünkü adıüstünde, boşluktular. Ne var ki hizmetkârlarım yavaş yavaşbozularak bu boşlukları bana öğrettiler. Onların hiç sektirmedenedindikleri kusurlardan, ben mizacımın değişmez kusurlarınıöğrendim; onların kişiliği, bir anlamda kendi kişiliğiminnegatifini gösterdi bana. Annemle ben, bir zamanlarhizmetkârlardan "Hizmetçi soyu, hizmetçi takımı" diye sözedenMme Sazerat'yla çok alay etmiştik. Ama şunu itiraf etmem gerekirki, Françoise'in yerine bir başkasının gelmesini istemeyişiminsebebi, o başkasının da aynı ölçüde ve kaçınılmaz biçimde geneldehizmetkârlar soyundan ve özelde benim hizmetkârlarımtakımından olacağını bilmemdi.

Françoise'a dönecek olursak, hayatımda yaşadığım bütün onurkırıcı durumlarda, Françoise'in yüzünde taziyeler mutlakaönceden hazırdı; onun bana acımasına duyduğum öfkeyle,aksine bir başarı elde ettiğimi ileri sürmeye kalktığımda da,yalanlarım Françoise'in saygılı ama görünür şüpheciliğine veyanılmazlığının kesin bilincine çarpıp dağılırlardı. ÇünküFrançoise gerçeği bilirdi; susup gerçeği saklar ve sadecedudaklarını hafifçe oynatırdı; sanki ağzı doluymuş da, son bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

69

lezzetli lokmayı yutuyormuş gibi. Gerçeği saklar mıydı? Enazından ben uzun süre öyle sandım; çünkü o zamanlar, gerçeğibaşkalarından sözler aracılığıyla öğrenebileceğimizi sanıyordumhâlâ. Hattâ bana söylenen sözler, değişmez anlamlarını hassaszihnime öyle yerleştiriyorlardı ki, beni sevdiğini söyleyen birininsevmediğine inanmam mümkün değildi; tıpkı Françoise'in, birrahibin veya herhangi bir beyin, postayla sipariş verdiğimiztakdirde bize bütün hastalıklara karşı yüzde yüz etkili bir ilacıveya gelirimizi yüz katma çıkarmanın yolunu bedavagönderebileceğini gazetede okuduğunda, bundan kuşkuduymaması gibi. (Buna karşılık, doktorumuz nezleye karşı enbasit merhemi verecek olsa, daha büyük ıstıraplara o kadardayanıklı olan Françoise, burnuna çekmek zorunda olduğu ilacın"burnunu kavurduğunu", ölümden beter olduğunu iddia edereksızlanırdı.) Yine de, gerçeğin ortaya çıkması için söylenmesigerekmediğine, sözleri beklemeden, hattâ hiç dikkate almadan,yüzlerce işarette, hattâ tabiattaki hava değişikliklerinin kişiliklerdünyasındaki karşılığı olan kimi görünmez olaylarda bulmanınbelki de daha muhtemel olduğuna dair ilk örneği bana Françoiseverdi; (bu örneği ancak ileride, bu eserin son ciltlerinde görüleceğigibi, benim için daha değerli birisi tarafından verilen ikinci vedaha ıstıraplı örnekten sonra anlayacaktım). Bunun böyleolduğunu tahmin etmem mümkündü belki; çünkü o zamanlarbenim de gerçekle hiç ilgisi olmayan şeyler söylediğim, ama biryandan da gerçeği bedenimin ve hareketlerimin iradedışı sayısızifşaatıyla ortaya koyduğum olurdu sık sık (Françoise bunları çokiyi yorumlardı); tahmin etmem mümkündü belki, ama bununiçin o sırada zaman zaman yalancı ve düzenbaz olduğumubilmem gerekirdi. Oysa yalan ve düzen, herkeste olduğu gibibende de, o kadar dolaysız ve olağan biçimde, savunma amacıyla,özel bir yarar sağlamak için ortaya çıkardı ki, güzel bir idealesaplanmış olan zihnim, kişiliğimin bu acil ve sözü edilmeye

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

70

değmez görevleri gizlice yerine getirmesine izin verir, dönüpbakmazdı.

Françoise akşam bana sevecen davrandığında, odamdaoturmak için izin istediğinde, sanki yüzü saydamlaşmış gibigelirdi bana; içindeki iyiliği, samimiyeti görür gibi olurdum.Oysa, ancak daha sonra şahit olduğum boşboğazlık dönemleriolan Jupien'den, Françoise'in benim ciğeri beş para etmez biriolduğumu ve ona kötülük etmek için elimden geleni ardımakoymadığımı söylediğini öğrendim. Jupien'in bu sözleri,Françoise'la ilişkimin benim sık sık bakmaktan hoşlandığım,Françoise'in en ufak bir tereddüt geçirmeden beni taparcasınasevdiği ve övmek için hiçbir fırsatı kaçırmadığı suretinden o kadarfarklı, bilinmedik bir renkteki suretini çıkarıverdi ki karşıma,bizim gördüğümüz şeklinden farklı olan tek şeyin maddi dünyaolmadığını anladım; belki de her gerçeklik, bizim doğrudanalgıladığımızı zannettiğimiz ve görünmeyen, ama etkili fikirleraracılığıyla oluşturduğumuz gerçeklikten aynı derecede farklıydı;tıpkı ağaçların, güneşin, gökyüzünün, bizimkilerden farklıyapıda gözleri olan veya bu görevi yerine getirmek için gözdenbaşka organlara, ağaçlara, gökyüzüne ve güneşe görsel olmayankarşılıklar sağlayan organlara sahip varlıklar tarafındanalgılansalar, bizim gördüğümüz şekilde olmayacakları gibi.Jupien'in gerçek dünyaya ansızın açtığı bu çatlak, bu haliyle benikorkuttu. Üstelik bu, hiç umurumda olmayan Françoise'lailgiliydi. Bütün sosyal ilişkilerde aynı şey geçerli miydi? Aşk içinde geçerliyse, günün birinde bu beni nasıl bir umutsuzluğasürükleyebilirdi? Geleceğin muamması buydu. O sıradasözkonusu olan Françoise'dı sadece. Jupien'e söyledikleri gerçekdüşünceleri miydi? Acaba sırf Jupien'le benim aramı açmak için,belki de kendisinin yerine Jupien'in kızını almayalım diye mi öylesöylemişti? Kesin olan bir şey vardı, o da Françoise'in benisevdiğini mi, yoksa benden nefret mi ettiğini dolaysız ve emin bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

71

şekilde öğrenmenin imkânsızlığını anlamış olmamdı. İşte buşekilde, bir insanın benim zannettiğim gibi karşımızdameziyetleri, kusurları, tasarıları, bizim hakkımızdaki niyetleriyle(bir parmaklığın ardından bütün tarhlarını seyrettiğimiz birbahçe gibi) açık seçik, kıpırtısız durmadığı; asla nüfuzedemediğimiz, doğrudan tanımanın mümkün olmadığı,hakkında, sözlerin ve hattâ hareketlerin yardımıyla, hepsiyetersiz, üstelik de birbiriyle çelişen çok sayıda sanıyakapıldığımız bir gölge, içinde kâh nefretin, kâh sevgininparladığını aynı gerçeklikle hayal edebileceğimiz bir gölge olduğuyolundaki fikri, bana ilk önce Françoise vermiş oldu.

Mme de Guermantes'ı gerçekten seviyordum. Tanrı'danisteyebileceğim en büyük mutluluk, başına her türlü felâketigetirmesi, onun da, mahvolmuş, gözden düşmüş, beni ondanayıran bütün imtiyazları kaybetmiş halde, oturacak evi de,kendisine selam veren bir tek kişi de kalmamışken, gelip banasığınmasıydı. Bu sahneyi kafamda canlandırırdım. Havadaki veyakendi sağlığımdaki bir değişikliğin, çok eski izlenimlerin yazılıolduğu, unutulmuş bir tomarı bilincime çıkardığı gecelerde bile,içimdeki taze güçten yararlanacağıma, genellikleyakalayamadığım düşünceleri içimde çözmek için kullanacağıma,nihayet oturup çalışacağıma, yüksek sesle konuşmayı, hareketli,dışa dönük şekilde düşünmeyi, kısacası, nafile bir söylevi vejestleri, sefalet içindeki düşesin, zıt şartlar sonucu zengin vegüçlü bir kişiye dönüşmüş olan bana gelip yalvardığı, kısır vegerçekten uzak bir macera romanını tercih ediyordum. Bu şekildesaatler boyunca olaylar hayal ettikten, düşesi evimde ağırlarkensöyleyeceğim cümleleri telaffuz ettikten sonra, durumdeğişmiyordu; ne yazık ki gerçekte sevmek üzere seçtiğim kadın,belki de herkesten fazla sayıda çeşitli üstünlükleri şahsındatoplamış olan ve bu yüzden de gözünde en ufak bir itibaredinmeyi umut edemeyeceğim bir kadındı; çünkü soylu olmayan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

72

en zengin kişiden daha zengindi; üstelik kendine has cazibesiyleel üstünde tutuluyor, kraliçe muamelesi görüyordu.

Her sabah karşısına çıkmakla onu kızdırdığımı hissediyordum;ama iki üç gün kendimi tutup onu görmemeyi başarsam bile,benim için büyük bir fedakârlık olan bu mahrumiyeti Mme deGuermantes farketmeyebilir veya benim irademden bağımsızherhangi bir engele yorabilirdi. Zaten yoluna çıkmaktanvazgeçmem için, kendimi gidemeyecek hale getirmem gerekirdi;çünkü onunla karşılaşmaya, bir an için dikkatinin nesnesi, selamverdiği kişi olmaya duyduğum o sürekli yenilenen ihtiyaç, onuncanını sıkmanın üzüntüsünden daha güçlüydü. Bir süreliğineuzaklaşmam gerekirdi; buna cesaret edemiyordum. Arasıradüşünmüyor da değildim. O zaman Françoise'a bavullarımıhazırlamasını, sonra hemen ardından tekrar açmasınısöylüyordum. Demode görünme korkusu ve taklit şeytanı, endoğal ve en kendinden emin şekilleri bile değiştirdiği için de,Françoise kızının lugatından bir kelime kullanarak benim çatlakolduğumu söylüyordu. Bu durum hoşuna gitmiyor, benim hep"sallantıda" olduğumu söylüyordu; çünkü Françoise çağdaşlarlarekabet etmek istemediği zamanlarda Saint-Simon'la aynı dilikullanırdı. Şunu da belirtmek gerekir ki, benim efendi gibikonuşmam, daha da hoşlanmadığı bir şeydi. Bunun doğalkonuşma olmadığını ve bana yakışmadığını bilir, bunu "özentisize gitmiyor" diye ifade ederdi. Bir yere gideceksem, beni Mme deGuermantes'a yaklaştıracak bir yöne gitmeye cesaret edebilirdimancak. İmkânsız bir şey değildi. Mme de Guermantes'tankilometrelerce uzağa, ama onun tanıdığı birinin, düşesinilişkilerinde zor beğenir biri olarak tanıdığı, beni takdir edecekbirinin evine gitsem, sabahları sokakta, tek başıma, aşağılanmış,aktarmak istediğim düşüncelerden birinin bile asla onaulaşmadığını hissederken olduğumdan daha yakın olmazmıydım ona? Bu gezintilerim, yani yerimde saymalarım, sonsuza

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

73

kadar, bana hiçbir yarar sağlamadan devam edebilirdi; oysa yanmagideceğim dostu ona benden sözedebilir, istediğim şeyi eldeedemese bile, en azından ona bildirebilirdi; hiç değilse onunsayesinde, sırf düşese şu veya bu mesajı iletip iletemeyeceğinibirlikte düşüneceğimiz için olsa bile, yalnız ve dilsiz hülyalarımayeni, sözlü, etkin bir biçim verirdim, bu da bana bir ilerleme,neredeyse gerçekleşme gibi gelirdi. Onun bir "Guermantes" olaraksürdüğü esrarengiz hayatta yaptıklarına, yani sabittahayyüllerimin nesnesine müdahale etmek, dolaylı bir yoldan,adeta bir kaldıraç kullanır gibi, düşesin konağına, davetlerinegidebilen, onunla uzun sohbetler yapabilen birini araya sokarakda olsa, her sabah sokaktaki seyrimden daha uzak, ama daha etkinbir temas olmaz mıydı?

Saint-Loup'nun bana beslediği dostluk ve hayranlık, benimgözümde hak ettiğim şeyler değildi ve bunlara ilgisiz kalmıştım.Birden gözümde değer kazandılar; bunları Mme de Guermantes'abildirmesini isterdim; hattâ kendisinden böyle bir ricadabulunabilirdim. Çünkü âşık olduğumuz anda, sahip olduğumuzbütün bilinmeyen küçük ayrıcalıklarımızı sevdiğimiz kadınaduyurabilmeyi isteriz; hayatta zavallıların ve can sıkıcı insanlarınyaptığı gibi. Sevdiğimiz kadının bunlardan habersiz olması bizeıstırap verir; kendimizi teselli etmeye çalışır, bunlar hiçbir zamangörünür olmadığı için, belki de sevdiğimiz kadının, bizimle ilgilifikrine, bu bilinmeyen meziyetler ihtimalini eklediğinidüşünürüz.

Saint-Loup uzun zamandır Paris'e gelemiyordu; belki kendidediği gibi, mesleği icabı, belki de, daha büyük ihtimalle,metresinin çıkardığı sorunlar yüzünden; iki kere ayrılmanoktasına gelmişlerdi. Saint-Loup kendisini garnizonundaziyaret etsem çok mutlu olacağını sık sık söylüyordu; bugarnizonun adı, Saint-Loup Balbec'ten ayrıldıktan iki gün sonra,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

74

arkadaşımdan aldığım ilk mektubun zarfı üzerinde okuduğumda,beni çok mutlu etmişti. Tam bir kara manzarasının içinde yeralışından zannedileceği kadar Balbec'ten uzak olmayan, tipik biraristokrat ve asker kasabasıydı: etrafım çeviren geniş çayırlarda,güzel havalarda, uzakta çoğunlukla kesik kesik, sesli birbuğunun dolaştığı ve –tıpkı kavak ağaçlarından bir perdenin,kıvrımlarıyla göremediğimiz nehrin yatağını çizmesi gibi–tatbikat yapan bir alayın yer değişikliklerini gösterdiği;sokakların, caddelerin ve meydanların havasının bile sankimüzikal ve savaşçı, aralıksız bir titreşim edindiği; en takırtılı arabaveya tramvay gürültüsünün bile, sanrılı kulaklarda sessizliğinsonsuza dek tekrarlayıp durduğu, belli belirsiz borazan seslerihalinde uzayıp gittiği küçük bir kent. Paris'e fazla uzaksayılmazdı; eksprese binip eve dönebilir, annemle büyükannemigörebilir ve kendi yatağımda uyuyabilirdim. Bunu anladığım an,acı veren bir istekle allak bullak oldum; Paris'e dönmeyip kenttekalmaya karar verecek gücü kendimde bulamadım; ama birgörevlinin bavulumu bir faytona kadar götürmesini engelleyecekgücü de bulamadım; onun peşisıra yürürken eşyalarına nezareteden, hiçbir büyükannenin beklemediği bir yolcunun yoksunruhuna bürünmeden edemedim; ne istediğini düşünmektenvazgeçtiği için, ne istediğini bilirmiş gibi görünen bir insanınserbestliğiyle arabaya binmeyecek ve arabacıya süvarikarargâhının adresini vermeyecek gücü de bulamadım. Saint-Loup'nun, bu yabancı kentle ilk temasımda, kaygılarımıhafifletmek için, o gece benim ineceğim otelde kalacağınıdüşünüyordum. Bir nöbetçi Saint-Loup'ya haber vermeye gitti;ben karargâhın kapısında bekliyordum; kasım rüzgârıyla çınlayanbüyük gemiden, akşamın altısı olduğu için, durmadan adamlarikişer ikişer sokağa çıkıyor, geçici olarak durulan egzotik birlimanda karaya iner gibi sendeliyorlardı.

Saint-Loup sağa sola savrularak, monoklü önünde uçuşarak

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

75

geldi; adımı söylememiştim, şaşkınlığının ve sevincininmutluluğunu yaşamak için sabırsızlanıyordum.

Birden beni gördü ve kulaklarına kadar kızararak, "Tüh! Neaksilik!" diye haykırdı. "Biraz önce haftalık nöbeti devraldım,ancak bir hafta sonra çıkabileceğim!"

Akşam saatlerinde yaşadığım sıkıntıyı, Balbec'te sık sık farkedipyatıştırmış biri olarak herkesten iyi bildiğinden, bu ilk geceyiyalnız geçireceğim düşüncesi onu kaygılandırıyordu;yakınmalarını yarıda kesip bana dönüyor, tatlı tatlı gülümsüyor,biri doğrudan gözünden, öteki monoklünün ardından gelenşefkatli, ikili bakışlar yöneltiyordu bana; bütün bunlar, benigörmenin yarattığı heyecana bir anıştırmaydı; hâlâ anlamadığım,ama şimdi değer verdiğim önemli bir şeye, dostluğumuza da biranıştırmaydı.

"Aman Tanrım! Peki, nerede kalacaksınız? Doğrusu bizimyemek yediğimiz oteli tavsiye etmem; fuarın yanındadır, yakındaeğlenceler başlayacak, korkunç kalabalık olur. Yok, yok, FlandreOteli daha iyi olur; on sekizinci yüzyıldan kalma küçük birsaraydır, eski duvar halıları vardır. Tam 'eski, tarihî ev havasında'bir yer."

Saint-Loup bu "havasında" kelimesini her fırsatta "benzemek"anlamında kullanırdı; çünkü yazı dili gibi konuşma dili de zamanzaman kelimelerde anlam değişikliklerine, ifade inceliklerineihtiyaç gösterir. Tıpkı gazetecilerin, kullandıkları "ifadehoşlukları"nın hangi edebî akımdan kaynaklandığını bilmediklerigibi, Saint-Loup'nun kelime hâzinesi, hattâ konuşma tarzı dahiçbirini tanımadığı, ama dil kalıpları kendisine dolaylı olarakaşılanmış üç ayrı estetin taklidinden oluşuyordu. "Ayrıca," dedi,sözünü bağlayarak, "sizin aşırı duyarlı kulaklarınıza da oldukçauygun bir otel. Sizden başkası olmaz. Bunun pek önemli biravantaj olmadığını kabul ediyorum; yarın yeni bir müşteri

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

76

gelebilir tabii; bu oteli böyle geçici bir yarar yüzünden seçmeyedeğmez. Ama ben havası sebebiyle tavsiye ediyorum. Odalaroldukça sevimlidir, bütün mobilyalar eski ve rahattır; insana birgüven duygusu verir." Ama Saint-Loup kadar sanatçı olmayanbenim için, güzel bir evin verebileceği zevk yüzeyseldi, neredeysebir hiçti; başlamakta olan yürek daralmasını, bir zamanlarCombray'de annem bana iyi geceler dilemeye gelmediği zamanyaşadığım, Balbec'e gittiğim ilk gün vetiver kokan yüksek tavanlıodada hissettiğim daralmalar kadar ıstıraplı kaygılarımıyatıştırması mümkün değildi. Saint-Loup benim sabitbakışlarımdan bunu anladı.

"Ama bu güzel saray sizin umurunuzda bile değil, zavallıyavrucak, bembeyaz oldunuz; ben de salak gibi size duvarhalılarını anlatıyorum; sizin onlara bakacak haliniz mi olacak?Size verecekleri odayı biliyorum; ben çok neşeli bulurum, amasizin hassasiyetinizle durumun farklı olduğunu anlıyorum. Sizianlamadığımı düşünmeyin; ben aynı şeyi hissetmiyorum, amakendimi sizin yerinize koyabiliyorum."

O sırada, avluda bir atı denemekte olan ve onu sıçratmakla çokmeşgul olduğundan askerlerin selamlarına karşılık vermeyen,ama yoluna çıkanlara ağız dolusu küfreden bir astsubay, Saint-Loup'ya gülümsedi ve yanında bir arkadaşı olduğunu görünceselam verdi. At o anda, ağzından köpükler çıkararak şahlandı.Saint-Loup hayvanın başına doğru atılıp dizgininden tuttu,sakinleştirdi ve sonra yanıma geldi.

"Evet," dedi bana, "emin olun anlıyorum, çektiğiniz sıkıntı beniçok üzüyor; en çok da," diye ekledi, elini şefkatle omzumakoyarak, "yanınızda kalabilsem, belki sabaha kadar sohbet edereküzüntünüzü biraz hafifletebileceğimi düşündükçe üzülüyorum.Size kitap verebilirim, ama bu halde okuyamazsınız. Nöbetimibaşkasına devretmem imkânsız; üst üste iki kere aynı şeyi yaptım

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

77

zaten, benim kız geldiğinde."Kaşları sıkıntıyla ve bir doktor gibi derdime ne çare

bulabileceğini düşünmenin gayretiyle çatıldı."Koş benim odamın şöminesini yak," dedi geçmekte olan bir

askere. "Hadi, acele et, oyalanma."Sonra tekrar bana döndü; monoklü ve miyop bakışı

dostluğumuza anıştırmada bulunuyordu."Olamaz!" dedi. "Siz burada, sizi o kadar düşündüğüm bu

karargâhta! Gözlerime inanamıyorum; rüya görüyor gibiyim.Sonuç olarak sağlık durumunuz biraz daha iyi mi? Birazdan herşeyi uzun uzun anlatırsınız. Şimdi odama çıkalım; avluda pekuzun kalmayalım; felaket bir rüzgâr var; ben artık hissetmiyorumbile, ama siz alışık değilsiniz; üşütürsünüz diye korkuyorum.Çalışmalardan ne haber, başladınız mı? Başlamadınız ha! Netuhafsınız! Sizin yeteneğiniz bende olsa, herhalde sabahtanakşama kadar yazardım. Siz boş oturmayı daha çok seviyorsunuz.Ne yazık ki, her an çalışmaya hazır olanlar, benim gibi sıradaninsanlar; kabiliyetli olanlarsa çalışmak istemiyor! Sevgilibüyükanneniz nasıl diye soramadım bile! Proudhon'unuyanımdan hiç ayırmıyorum."

Uzun boylu, yakışıklı, azametli bir subay, ağır tören adımlarıylabir merdivenden indi. Saint-Loup selam verdi ve vücudununsürekli dengesizliğini, eli kepine değdiği sürece durdurdu. Amabunu öyle bir aceleyle yaptı, öyle sert bir hareketle doğruldu veselamını verdikten sonra elini öyle ani bir hareketle, omuzlarının,bacaklarının ve monoklünün duruşunu değiştirerek indirdi ki,b~. kıpırtısızlık ânından çok, yapılan aşırı hareketlerle yapılacakolanların birbirini etkisiz hale getirdiği, titreşimli bir kasılma ânıoldu. Bu arada subay, yaklaşmadan, sakin, iyi niyetli, vakur,üstün, kısacası Saint-Loup'nun temsil ettiği şeylerin tam tersi bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

78

tavırla, Saint-Loup gibi, ama acele etmeden, kepine elini değdirdi."Yüzbaşıyla bir şey konuşmam lazım," diye fısıldadı Saint-

Loup. "Siz bir zahmet beni odamda bekleyin; üçüncü kat, sağdanikinci oda, ben hemen gelirim."

Sonra koşar adım, dört bir yana uçuşan monoklünü izleyerekvakur ve ağır yüzbaşıya doğru gitti; yüzbaşı, o sırada getirilenatına binmeden önce, hareketlerinde hesaplı bir asaletle emirlervermekteydi; tarihî bir tablodan çıkmış, Birinci İmparatorlukdöneminde bir savaşa katılacakmış gibiydi; oysa evinedönüyordu sadece; Doncieres'de kalacağı süre için kiralamışolduğu ev, adı, sanki bu Napoleon bozmasına karşı öngörülmüşbir alaycılıkla, Cumhuriyet Meydanı olan bir meydandabulunuyordu. Merdiveni çıkmaya başladım; her adımda, çivilibasamaklarda kayacak gibi oluyordum; çıplak duvarlı,yataklardan ve katlanmış eşyalardan oluşan çift sıralı koğuşlarilişiyordu gözüme. Saint-Loup'un odasını gösterdiler. Kapalıkapının önünde bir an durdum; bir kıpırtı geliyordu kulağıma; birşey yerinden kımıldatılıyor, bir şey düşünüyordu; odanın boşolmadığını, içeride biri olduğunu hissediyordum. Meğerşöminede yanan ateşmiş sadece. Bir türlü rahat duramıyor,odunları, üstelik de çok beceriksizce yerinden oynatıyordu. İçerigirdim; şöminedeki ateş, odunların birini yuvarladı, bir başkasınıtüttürdü. Hareket etmediği zaman bile, kaba saba insanlar gibisürekli sesler çıkarıyordu; alevin yükselişini gördüğü an ateşingürültüsü olduğunu anlıyordum, ama duvarın öbür tarafındaolsam, sümküren, yürüyen birinin sesleri sanırdım. Nihayetoturdum. Liberty duvar kaplamaları ve eski, on sekizinci yüzyılAlman kumaşları sayesinde, oda, binanın geri kalanından yayılanağır, ekşi, esmer ekmeği hatırlatan kokudan korunuyordu. İşteburada, bu sevimli odada mutluluk ve huzur içinde yemekyiyebiliyor, uyuyabilirdim. Masanın üzerinde, aralarından

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

79

kendiminkini ve Mme de Guermantes'inkini tanıyabildiğimfotoğrafların yanında duran ders kitapları sayesinde, sonundaşömineye ahşan ve zorlu bir bekleyiş içinde uzanmış, sessiz vesadık bir hayvan gibi sadece arasıra ya dağılıp ufalanan ya da biralevle şöminenin duvarını yalayan bir kor parçasını düşüren ateşsayesinde, adeta Saint-Loup odadaymış gibiydi. Saint-Loup'nunsaatinin tiktaklarını duyuyordum; pek uzağımda olmasa gerekti.Tiktaklar sürekli yer değiştiriyordu; çünkü saati görmüyordum;sanki bir arkamdan, bir önümden, bir sağımdan, bir solumdangeliyor, bazen de çok uzaktaymış gibi kaybolup gidiyordu. Birdensaati masanın üzerinde gördüm. O zaman tiktağı sabit bir yerdenduymaya başladım; bir daha yer değiştirmedi. Onu oradanişittiğimi sanıyordum; işitmiyor, görüyordum; seslerin yeriyoktur. En azından biz onları hareketlere bağlarız ve böylece bizebu hareketleri haber vermek, hareketleri zorunlu ve doğal kılargörünmek gibi bir yararları olur. Tabii ki bazen kulakları sımsıkıkapatılmış bir hastanın, şu anda Saint-Loup'nun şöminesindehomurdanıp duran, hani harıl közler, küller üretip sonra dasepetine düşüren ateşe benzer bir ateşin gürültüsünüduymadığı, Doncieres'in ana meydanında melodisi düzenliaralıklarla yükselen tramvayların geçişini işitmediği olur. Ozaman hasta kitap okusa, sayfalar, bir tanrı tarafındançevrilircesine sessizce açılacaktır. Hazırlanan banyonun yoğunuğultusu yumuşar, hafifler ve bir cennet ışıltısı gibi uzaklaşır.Gürültünün geri çekilmesi, zayıflaması, bizim açımızdan bütünsaldırgan gücünü yok eder; biraz önce adeta tavanı başımızayıkan çekiç sesleri yüzünden çılgına dönmüşken, şimdi yolunüzerinde meltemle oynaşan yaprakların hışırtısı gibi uzaktangelen hafif ve okşayan seslere hoşnutlukla kulak veririz. Sesiniduymadığımız iskambil kâğıtlarıyla fal bakarız; o kadar ki, onlarıkarıştırmadığımızı, kendi kendilerine hareket ettiklerini ve bizimonlarla oynama arzumuzdan önce davranarak bizimle oynamaya

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

80

başladıklarını zannederiz. Bu bağlamda şöyle bir soru gelebilirakla: Acaba Aşk konusunda (hattâ Aşk'a yaşama aşkıyla şöhretaşkını da ekleyebiliriz; çünkü bu iki duyguyu tanıyan insanlarolduğu söylenir), gürültü karşısında, gürültünün kesilmesi içinyalvarmak yerine, kulaklarını tıkayan insanlar gibi mi davranmakgerekir; onlar gibi dikkatimizi, savunmamızı kendimize yöneltiphedef olarak sevdiğimiz dıştaki varlığı değil, onun yüzünden acıçekme kapasitemizi yok etmeyi mi seçmemiz gerekir?

Seslere geri dönecek olursak, işitme kanalını tıkayan bilyeleridaha da yoğunlaştıracak olursak, tepemizde gürültülü patırtılı birparça çalmakta olan genç kız, pianissimo çalmak zorunda kalır; bubilyelerden birini yağlı bir maddeye bulayacak olursak,zorbalığına derhal bütün evde boyun, eğilir, hattâ yasalarıdışarıya da uzanır. Artık pianissimo da yetmez, bilye piyanoyuânında kapattırır, müzik dersi ansızın sona erer; tepemizdeyürüyen beyefendi, birdenbire voltasına son verir; araba vetramvay trafiği, sanki bir devlet başkanı bekleniyormuş gibidurdurulur. Hattâ seslerin böyle hafiflemesi bazen uykuyukoruyacağı yerde engeller. Daha dün, hiç kesilmeyen sesler,sokaktaki ve evdeki hareketleri sürekli tarif ederek, sonunda sıkıcıbir kitap gibi bizi uyuturken, bugün, uykumuzun üzerineyayılan sessizlik yüzeyinde diğerlerinden daha kuvvetli bir darbe,bir iç çekiş gibi hafif, her türlü sesten kopuk, esrarengiz, kendiniduyurur; dile getirdiği açıklama talebi bizi uyandırmaya yeter.Hastanın kulak zarının üstündeki pamukları bir an için çıkaracakolursak, birdenbire ses, bütün ışığıyla, kızgın bir güneş gibi gözkamaştırarak tekrar görünür, dünyaya yeniden doğar;sürgündeki sesler kalabalığı hızla geri gelir; seslerin dirilişi, sankimüzisyen melekler ilahi okuyormuş gibi işitilir. Boş sokaklar biran için şarkıcı tramvayların süratli, birbirini izleyençamurluklarıyla dolar. Hattâ odanın kendisinde bile, hasta,Prometheus gibi, ateşi yaratmasa da, ateşin sesini yaratır. Pamuk

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

81

tamponları sıkıştırıp gevşetmekle, adeta dış dünyanın sesineeklediğimiz iki pedalın kâh birine, kâh diğerine basmış gibioluruz.

Ancak, anlık olmayan ses yitimleri de vardır. Tamamen sağırolan birisi, bir kap sütü ısıtırken bile göz hapsinde tutmakzorundadır; açık kapakta, bir kar fırtınasının yansımasınabenzeyen beyaz, uzak kuzey yansımasını görünce, bu uyarıcıişarete itaat edip, Tanrı'nın suları geri çekmesi gibi elektrik fişiniçekmek, akıllılık olur; çünkü kaynayan sütün yükselen, ihtilaçlıyumurtası vakit geçirmeden, yanlamasına birkaç yükselişlekabarmasını tamamlar, kaymağın kırıştırdığı, yarı yarıyadevrilmiş yelkenleri şişirip yuvarlar, fırtınanın ortasına sedeftenbir yelkeni sürer; elektrik kasırgası zamanında önlenirse, akımınkesilmesiyle bütün yelkenler kendi etraflarında fır dönüpmanolya yapraklarına dönüşerek sürüklenirler. Ama eğer hastagerekli önlemleri almakta gecikmişse, kısa sürede, bu sütkabarmasının ardından oluşan beyaz deniz kitaplarını, saatiniyutar; hasta, yaşlı hizmetçisinden imdat istemek zorunda kalır;hasta ünlü bir siyasetçi veya büyük bir yazar da olsa, hizmetçisiartık beş yaşında bir çocuktan fazla aklı kalmadığını söylerkendisine. Bir başka zaman, sihirli odanın kapalı kapısınınönünde, biraz önce orada olmayan birisi beliriverir; içeri girdiğiniişitmediğimiz bir ziyaretçidir bu; tıpkı küçük kuklatiyatrolarındaki gibi el kol hareketleri yapmaktadır sadece;konuşma dilinden usanmış insanlar için çok huzur verici birşeydir. Tamamen sağır olan kişi –bir duyunun yitimi, dünyayakazanımından daha fazla güzellik getirdiği için– sesin henüzyaratılmadığı, neredeyse cennet gibi bir Dünyada, büyük bir hazladolaşır şimdi. En yüksek şelaleler, sadece gözleri için, billurdanörtülerini yayarken, kıpırtısız denizden daha sessiz, Cennet'inçağlayanları kadar berraktır. Sağır olmadan önce ses onun için birhareketin sebebinin büründüğü algılanabilir şekil olduğundan,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

82

sessizce hareket eden nesneler, sebepsiz hareket eder gibidir; hertürlü ses özelliğinden sıyrıldıktan sonra, kendiliğinden birfaaliyet içinde görünürler, yaşıyor gibidirler; kendi kendilerinekıpırdar, durur, tutuşurlar. Kendi kendilerine, tarihöncesininkanatlı canavarları gibi havalanırlar. Sağır insanın yalnız,komşusuz evinde işler, zaten sakatlığının ilk aşamalarında dadaha temkinli, sessiz yapılırken, şimdi adeta gizlice, dilsizlertarafından, peri padişahına hizmet edercesine yapılır. Sağırinsanın penceresinden gördüğü yapı –kışla, kilise, belediyebinası– yine sahnedeki gibi, bir dekordan ibarettir. Bir günçökecek olursa, bir toz bulutu ve görünür molozlar yayacaktır;ancak, o kadar ince olmasa bile bir tiyatro sarayı kadar bile maddiolmadığı için, ağır yontma taşlarının devrilmesi, sessizliğinsaflığını herhangi bir sesin bayağılığıyla lekelemeden, sihirlievrene düşecektir.

İçinde bulunduğum küçük askerî odada hüküm süren, çokdaha göreli sessizlik ise, bir süre sonra bölündü. Kapı açıldı veSaint-Loup monoklünü düşürerek, hızla içeri girdi.

"Ah, Robert, odanız ne kadar rahat," dedim; "burada yemekyiyip yatmama izin verilse ne iyi olurdu!"

Gerçekten de böyle bir şey yasak olmasaydı, hüzündentamamen uzak bir huzur bulurdum orada; bin düzenli ve tasasıziradenin, bin kaygısız zihnin beslediği bu huzur, dikkat ve neşeortamı beni korurdu; kışla denen bu büyük cemaatte zamaneylem biçimine girdiğinden, saatleri haber veren hüzünlüçanların yerini borazanların neşeli savaş ezgileri almıştı; buborazanların çınlayan hatırası, kentin kaldırımlarında sürekliolarak, ufalanmış, toz halinde, havada asılıydı –dinleneceğindenemin olunabilecek, müzikal bir sesti; çünkü sadece yetkinin itaatemri değil, bilgeliğin de mutluluk emriydi!

"Ya! Demek tek başınıza otele gitmektense burada benim

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

83

yanımda kalmayı tercih ederdiniz," dedi Saint-Loup gülerek."Ah Robert! Benimle alay etmeniz büyük insafsızlık," dedim;

"bunun imkânsız olduğunu da, orada ne kadar ıstırap çekeceğimide biliyorsunuz."

"Doğrusu beni şımartıyorsunuz!" dedi. "Ben de tam bunu, bugece burada kalmayı tercih edeceğinizi düşünmüştüm.Yüzbaşıya da bunu sormaya gittim."

"İzin verdi mi yani?" diye haykırdım."Hemen.""Ah! Ona tapıyorum!""Yo, bu kadarı biraz fazla. Şimdi izin verin de emir erimi

çağırayım, akşam yemeğimizle ilgilensin," diye ekledi, bengözyaşlarımı gizlemek için arkamı dönerken.

Saint-Loup'nun çeşitli arkadaşları sık sık odaya giriyor, Saint-Loup onları kovuyordu.

"Hadi bakalım, dışarı."Kalmalarına izin vermesini rica ediyordum."Kesinlikle olmaz, kafanızı şişirirler; tamamen kültürsüz

yaratıklardır; at yarışından başka bir şey konuşamazlar, tımarhariç. Üstelik benim için de, o kadar arzuladığım bu değerlidakikaların tadını kaçırırlar. Şunu belirtmek isterim ki,arkadaşlarımın niteliksizliğinden sözediyorsam, askerî olan herşeyin entelektüellikten uzak olduğunu söylemek istemiyorum.Katiyen öyle değil. Komutanlarımızdan biri, hayran olunacak birinsan. Bize verdiği bir derste, askerlik tarihi, bir ispat gibi, bir türcebir gibi işleniyordu. Estetik olarak bile, kâh tümevarıma, kâhtümdengelimci öyle bir güzelliğe sahip ki, siz de etkilenirdiniz."

"Burada kalmama izin veren yüzbaşı mı?"

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

84

"Hayır, Tanrı'ya şükür değil; sizin yok yere 'taptığınız' adam,gelmiş geçmiş aptalların en büyüğüdür. Askerlerin yemeğiyle,kıyafetiyle ilgilenme konusunda ideal adamdır; astsubay kıdemliçavuş ve baş terziyle saatler geçirir. Böyle bir kafa yapısı vardır işte.Zaten herkes gibi o da sözünü ettiğim değerli komutanı hakirgörür. Bu komutan mason olduğu ve günah çıkarmaya gitmediğiiçin kimse kendisiyle görüşmüyor. Borodino Prensi, bu küçükburjuvayı asla evine kabul etmez. Esasen büyükdedesi küçük birçiftçi olan ve Napoleon Savaşları olmasa, kendisi de muhtemelençiftçi olacak bir adam için, büyük küstahlık. Aslında sosyetedekibelirsiz konumunun kendi de biraz farkında. Jockey Kulübünebile utancından gidemiyor, bu sözümona prens," diye eklediRobert; aynı taklitçi zihniyetle hem hocalarının toplumsalkuramlarını hem de ailesinin sosyete önyargılarınıbenimsediğinden, farkında olmadan demokrasi aşkıyla birinciimparatorluk soylularını küçümsemeyi birleştiriyordu.

Yengesinin fotoğrafına bakıyorum; Saint-Loup'nun, bufotoğrafın sahibi olduğuna göre belki de onu bana verebileceğidüşüncesi, arkadaşımı bana daha da fazla sevdirdi; fotoğrafınkarşılığında bana çok değersiz görünse de, yüzlerce iyilik yapmakistiyordum ona. Çünkü bu fotoğraf, Mme de Guermantes'la ogüne kadarki karşılaşmalarıma eklenen bir yenisiydi adeta; üstelikuzun bir karşılaşmaydı; sanki ilişkimizde ani bir gelişme olmuş,Mme de Guermantes bahçe şapkasıyla karşımda durmuş ve ilkdefa (o âna kadar geçiş hızının, benim izlenimlerimdekişaşkınlığın, hatıraların dayanıksızlığının hep gölgelediği) o yanakşişkinliğini, o ense kıvrımını, o kaşın ucunu seyretmeme izinvermişti; bunları seyretmek ise, benim için, hep kapalı elbiseylegördüğüm bir kadının boynuna, kollarına bakmak kadar hazveren bir keşif, bir lütuftu. Bana neredeyse bakılması yasak gibigelen bu hatları, fotoğrafta, benim için bir değeri olabilecek tekgeometri kitabında inceler gibi, inceleyebilirdim. Daha sonra

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

85

Robert'e bakarken onun da adeta yengesinin bir fotoğrafısayılabileceğini farkettim; benim için neredeyse aynı derecedeheyecanlı ve esrarengiz bir şeydi bu; çünkü Robert'in çehresi,doğrudan yengesinin çehresinin bir ürünü olmamakla birlikte,ikisinin ortak bir kökeni vardı. Benim hayalimdeki Combraygörüntüsüne iliştirilmiş olan Guermantes Düşesi'nin hatları,şahin gagası burnu, delici gözleri, Robert'in neredeyseyengesininkiyle çakışabilecek çehresinin de –düşesin aşırı incetenli, daha zayıf, benzer bir örneğinin– çiziminde kullanılmıştısanki. Robert'in yüzünde, Guermantes'lara, mitolojik çağlarda birtanrıçayla bir kuşun birleşmesinden doğmuş gibigöründüğünden, tanrısal kuş azametiyle, tek başına durduğudünyanın ortasındaki özel konumunu koruyan ve kaybolupgitmeyen bu soya özgü hatları, imrenerek seyrediyordum.

Robert, sebeplerini bilmediği duygulanışımdan etkilenmişti.Ateşin sıcaklığıyla Champagne şarabının yarattığı gevşeme debeni ayrıca duygulandırıyor, aynı anda alnıma ter damlaları,gözlerime yaşlar dolduruyordu; duygusallığım keklikleri ıslatıyorve onları yerken duyduğum hayranlık, ne türden olursa olsun birinançsızın, tanımadığı bir hayat tarzında, bu hayatın reddettiğinisandığı şeyi bulunca (mesela bir papaz evinde leziz bir yemekyiyen dinsizin) yaşadığı şaşkınlığa benziyordu. Ertesi sabahuyanınca, Saint-Loup'nun, çok yüksekte olduğundan bütünçevreyi gören penceresine gidip komşum kırlarla tanışmak içinmerakla baktım; bir gün önce, çok geç, onun karanlıkta uykuyadaldığı saatte geldiğim için kendisini görememiştim. Ama nekadar erken uyanmış olsa da, pencereyi açtığımda onu ancak –birşatonun penceresinden, göl tarafında göründüğü gibi– hâlâüzerinden çıkarmadığı yumuşak, beyaz, sisten sabahlığınabürünmüş olarak görebildim; neredeyse hiçbir şeyiseçemiyordum. Yine de, avluda atları tımar etmekte olan askerlerişlerini bitirmeden önce, onun sabahlığını atmış olacağım

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

86

biliyordum. Bu arada tek görebildiğim, şimdiden gölgelerindenkurtulmuş olan sırtı tam karargâhın karşısında yükselen, incecik,pürtüklü bir tepeydi. Delikli kırağı perdelerin ardında, beni ilk defagören bu yabancıdan gözlerimi ayırmıyordum. Ama karargâhagitmeyi alışkanlık haline getirdikten sonra, tepenin oradaolduğunu, dolayısıyla, görmediğim zaman bile, olmayan, ölmüşbirilerini düşünür gibi, yani var olduklarına artık pek inanmadandüşündüğüm Balbec Oteli'nden, Paris'teki evimizden daha gerçekolduğunu bilmek, şöyle bir sonuç doğurdu: Ben farkınavarmadığım zaman bile, Doncieres'e ait en küçük izlenimimdebile, tepenin yansıyan biçimi hep bir siluet halinde yerini aldı; ilkolarak da o sabah, (tepeye bakmaktan başka bir şey yapmak,dolaşmak, sis yüzünden imkânsız olduğundan) âdeta tepeyiseyretmek için bir gözlem merkezi olan bu rahat odada, Saint-Loup'un emir erinin hazırladığı kakaonun verdiği güzel sıcaklıkhissine damgasını vurdu. Tepenin şeklini emen, kakaonuntadıyla ve o zamana ait düşüncelerimin yapısıyla birleşen sis, benkendisini hiç mi hiç düşünmediğim halde, o zamanki bütündüşüncelerimi ıslattı; tıpkı sabit bir som altın renginin, Balbecizlenimlerimle bağdaşması, komşunun siyahımsı kumtaşındandış merdivenlerinin, Combray izlenimlerime bir grilik katmasıgibi. Sis sabahın ilerlemiş saatine kadar ısrar etmedi zaten; güneşonu önce birkaç okla çökertmeye çalışıp sonuç alamayarakpırlantalarla süsledi, ama sonunda hakkından geldi. Tepenin griyamacını sunduğu ışınlar, bir saat sonra ben kente indiğimde,ağaç yapraklarının kırmızısına, duvarlardaki seçim afişlerininkırmızı ve mavisine öyle bir coşkunluk katıyordu ki, beni decoşturuyor, üzerinde sevinçten zıplamamak için kendimi zortuttuğum kaldırımları şarkı söyleyerek arşınlatıyordu bana.

Ne var ki, ikinci günden itibaren, otelde kalmam gerekiyordu.Orada kaçınılmaz biçimde hüzünle karşı karşıya geleceğimiönceden biliyordum. Hüzün, doğduğumdan beri her yeni

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

87

odanın, yani her odanın yaydığı, solunması imkânsız bir kokugibiydi; yaşadığım odada ise, ben yoktum; düşüncem başka biryerde kalır, yerine alışkanlığı gönderirdi. Ama yeni bir ülkede,işlerimle ilgilenmek üzere bu daha duyarsız hizmetkârı,alışkanlığı görevlendiremezdim; ondan önce varırdım oraya; tekbaşıma giderdim; orada, yıllarca aradan sonra bulduğum, ama hiçdeğişmeyen, Combray'den beri, Balbec'e ilk gidişimde, açılmış birbavulun dibinde umutsuzca ağladığım zamandan beribüyümemiş olan "Ben"i, nesnelerle ilişkiye sokmam gerekirdi.

Yanılmışım oysa. Hüzünlenecek vaktim olmadı; çünkü bir anbile yalnız kalmadım. Eski saraydan geriye, çağdaş bir oteldekullanımı olmayan ve her türlü pratik yarardan kopunca,aylaklığın sanki can verdiği aşırı bir lüks kalmıştı: başladığınoktaya geri dönen, amaçsız dolaşmalarıyla her an karşımızaçıkan koridorlar, koridor kadar uzun, salon kadar süslü, binanınbir parçası olmaktan çok, orada oturuyormuş gibi görünen, hiçbirdaireye dahil edilememiş, ama benimkinin etrafında dolanıpduran ve derhal dostluklarını bana sunan holler –âdeta işsizgüçsüz, ama gürültücü olmayan komşular; kiralanan odalarınkapılarının önünde gürültü etmeden kalmalarına izin verilmiş,ne zaman yoluma çıksalar sessizce beni ağırlayan, geçmişin silikhayaletleri. Netice itibarıyla, o andaki hayatımızın kabı olan ve bizisadece soğuktan, başkalarının bakışından koruyan bir barınakkavramı, bu yapıya kesinlikle uygulanamazdı; bu odalartopluluğu, sessiz bir hayatları olmakla birlikte bir insanlarkolonisi kadar gerçekti ve içeri girdiğinizde, onlarla karşılaşmak,onlardan kaçınmak, onları ağırlamak zorundaydınız. Rahatsızetmemeye çalışır, on sekizinci yüzyıldan beri, resimli tavanınınbulutları altında, eski altından desteklerinin arasında yayılmayaalışmış büyük salona saygıyla bakardınız. Hiçbir simetri kaygısıgütmeden salonun etrafında koşuşturan, çentikli üç basamaklakolayca iniverdikleri bahçeye karmakarışık kaçışan sayısız şaşkın

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

88

küçük odaya karşı ise, daha teklifsiz bir merak duyardınız.Asansöre binmeden ve ana merdivende görünmeden çıkmak ya

da girmek istediğimde, artık kullanılmayan, daha küçük, özel birmerdiven, ustaca yerleştirilmiş, birbirine yakın basamaklarınıuzatıyordu bana; basamakların derecelenmesinde, genelliklerenklerde, kokularda, tatlarda karşımıza çıktığında bizde özel birtensel haz uyandıran türden, mükemmel bir orantı vardı. Amayukarı çıkmanın ve aşağı inmenin hazzını tadabilmek için,buraya gelmem gerekmişti; tıpkı bir zamanlar, genelliklefarkedilmeyen bir eylem olan nefes almanın sürekli bir hazolabileceğini öğrenmem için, Alpler'de bir yerleşime gitmemgerektiği gibi. Daha kendileriyle tanışmadan tanıdık olan bubasamaklara ilk kez ayak bastığımda, sadece uzun zamandırkullandığımız şeylerin bize sağladığı, her türlü çabadanbağışıklığı buldum; sanki benim henüz edinmediğim ve hattâbana ait olduklarında mecburen gücü azalacak olanalışkanlıkların huzuruna peşinen sahipti bu basamaklar; belki debu huzur, her gün ağırladıkları bir zamanki efendileri tarafındanverilmiş, katılmıştı onlara. Odalardan birini açtım; çifte kapıarkamdan kapandı; perdenin içeri hapsettiği sessizliğin üzerindebaşdöndürücü bir egemenliğim olduğunu hissettim; bakıroymalarla süslü, Direktuvar üslubunu temsil etmekten başka birişe yaramadığını sanmanın hatalı olacağı, mermer bir şöminedeateş yanıyor, alçak, ayaklı, küçük bir koltuk, halının üzerineoturmuşçasına bir rahatlıkla ısınmamı sağlıyordu. Duvarlar,odayı kucaklayarak dünyanın geri kalanından ayırıyor, odayıtamamlayan şeyleri içeri sokabilmek, içeride tutabilmek için,kitaplığın önünde açılıyor, iki yanındaki sütunların yüksektavanı hafifçe taşıdığı yatak için bir girinti ayırıyorlardı. Odakendisi kadar büyük iki ek odayla derinlemesine uzuyordu;bunlardan sonuncusunun duvarında, bu yerden beklenenağırlamaya hoş bir koku vermek üzere, süsen çiçeklerinden,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

89

baştan çıkartıcı bir tespih asılıydı; bu sonuncu odayaçekildiğimde kapılar, açık bıraktığım takdirde, uyumunubozmadan odayı üçe katlamakla kalmıyor, gözlerimeyoğunlaşmadan sonra yayılmanın zevkini tattırdıkları gibi,dokunulmazlığını koruyan ve artık kuşatılmış olmayanyalnızlığın zevkine, özgürlük duygusunu ekliyorlardı. Bu iç odabir avluya bakıyordu; ertesi sabah kendisini keşfettiğimde, hiçbirpencerenin ışık almadığı yüksek duvarlar arasına hapsolmuş, ikitanecik sararmış ağacı bulutsuz göğe eflatun bir huzur vermeyeyeten bu yalnız dilberin komşum olmasına çok sevindim.

Yatmadan önce odamdan çıkıp periler âlemindeki malikânemintamamını keşfetmek istedim. Uzun bir koridoru izleyerekyürümeye başladım; koridor uykum gelmediği takdirde banasunabileceği şeylerin hepsini sırayla önüme serdi: bir köşekoltuğu, bir epinet, bir konsolun üzerinde, sineraryalarla dolumavi bir çini vazo ve eski bir çerçeve içinde, pudralı saçlarına maviçiçekler serpiştirilmiş, elinde bir demet karanfil tutan, bir eskizaman hanımefendisinin hayaleti. Koridorun sonunageldiğimde, hiçbir kapının açılmadığı kör duvara safça, "Şimdi geridönmen gerekiyor, ama gördüğün gibi, burası senin evin sayılır,"derken, yumuşak halı da ondan geri kalmamak için atılıyor, geceuyuyamazsam pekala yalınayak gelebileceğimi, ayrıca kırlarabakan panjursuz pencerelerin de, bütün geceyi uykusuzgeçireceklerini ve kimseyi uyandırmaktan korkmadan, istediğimsaatte yanlarına gidebileceğimi söylediklerini ekliyordu. Birörtünün arkasında, tek başına, küçücük bir büfeyi yakaladım;duvar engelini aşamamış, kaçamayıp süklüm püklüm orayasaklanmıştı; ay ışığıyla mavileşmiş yuvarlak penceresindenkorkuyla bana bakıyordu. Yattım, ama pufla örtünün, küçüksütunların, ufak şöminenin varlığı, dikkatimi Paris'te gelmediğibir dereceye yükselterek, tahayyüllerimin olağan seyrinedalmamı engelledi. Uykuyu sarmalayan, etkileyen, değiştiren,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

90

hatıralarımızın şu veya bu dizisiyle aynı düzleme getiren de, buözel dikkat hali olduğundan, o ilk gece rüyalarımı doldurangörüntüler, uykumun genellikle yararlandığı hafızadantamamen farklı bir hafızadan alınmaydı. Uyurken her zamankihafızama sürüklenmeyi istediysem de, alışık olmadığım yatak,döndüğüm sırada pozisyonuma yöneltmek zorunda olduğumtatlı dikkat, rüyalarımın yeni seyrini doğrultmaya veya korumayayetiyordu. Uyku da, dış dünyanın algılanışı gibidir.Alışkanlıklarımızdaki bir değişiklik onu şiirselleştirmeye yeter;soyunurken istemeden yatağın üstünde uyuyakalmamız,uykunun boyutlarının değişmesine ve güzelliğininhissedilmesine yeter. Uyanır, saatin dördü gösterdiğini görürüz;sabahın dördüdür daha, ama biz bütün günün geçip gittiğinisanırız; bu birkaç dakikalık, peşinde koşmamış olduğumuz uyku,bize ilahi bir yasa gereği gökten inmiş gibi, bir imparatorun altıntopuzu kadar muazzam ve dopdolu gelir. Sabah, büyükbabamınhazır olduğunu ve Meseglise tarafına gitmek için benibeklediklerini düşünüp üzülürken, daha sonra her günpenceremin altından geçecek olan bir alayın borazan sesiyleuyandım. Ama iki veya üç kere –bunu özellikle belirtiyorum;çünkü insanların hayatını iyi tasvir edebilmek için, bu hayatıniçine gömüldüğü ve geceler boyunca, bir yarımadayı kuşatandeniz gibi onu saran uykuyla sarmalamak gerekir– araya girenuyku müziğin şokuna dayanacak kadar direnç gösterdi ve hiçbirşey duymadım. Bazı günler kısacık bir an direnci kırıldı; amahenüz uykunun kadife yumuşaklığı içinde olan bilincim, tıpkıönceden uyuşturulmuş, başta tamamen duyarsız olduğu yakmaişlemini son anda, hafif bir ısınma olarak algılayan bir organ gibi,sadece kendisini belli belirsiz, taptaze bir sabah cıvıltısıylaokşayan fifrelerin sivri uçlarını hissediyordu tatlı tatlı; sessizliğinmüziğe dönüştüğü bu kısa kesintiden sonra, daha süvarileringeçişi tamamlanmadan, bilincim tekrar uykuya dönüyor,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

91

fışkıran, çınlayan buketin açılmış son çiçeklerini bendenesirgiyordu. Bilincimin, bu fışkıran sapların okşadığı bölümü okadar dar, uyku tarafından o kadar kandırılmıştı ki, daha sonraSaint-Loup müziği duyup duymadığımı sorduğunda, borazansesinin, gün içinde, en ufak bir gürültünün ardından, kentinkaldırımlarından yükseldiğini işittiğim borazanlar kadar hayalîolmadığından emin olamıyordum. Belki de sesi, uyanmakorkusuyla, veya aksine uyanmayıp geçit törenini görememekorkusuyla, rüyamda duymuştum sadece. Çünkü çoğunlukla,sesin beni uyandıracağını düşündüğüm anda, aksine uyumayadevam etmişsem, bir saat boyunca, bir yandan uyuklarken biryandan uyandığımı zanneder, uykumun ekranında kendikendime, uykunun görmemi engellediği, ama benim şahitolduğumu sandığım sahneleri, ince gölgeler halinde oynatırdım.

Gündüz yapmamız gereken bir şeyi, uykumuzun gelmesiylebirlikte, ancak rüyada, yani yönü uyku tarafından değiştirildiktensonra, uyanıkken izleyeceğimizden farklı bir yol izleyerekgerçekleştirdiğimiz olur gerçekten de. Aynı olay tersine döner vebaşka şekilde sonuçlanır. Her şeye rağmen, uyurken içindeyaşadığımız dünya o kadar farklıdır ki, uyumakta güçlükçekenlerin her şeyden çok istediği, bizim dünyamızdançıkmaktır. Saatler boyunca gözleri kapalı, umutsuzca, gözleri açıkolsa düşünecekleri şeylere benzer düşünceleri evirip çevirdiktensonra, bir önceki dakikanın, mantık kurallarıyla ve şimdikizamanın gerçekliğiyle kesin bir çelişki içindeki bir düşünmebiçimiyle ağırlaşmış olduğunu farkettiklerinde, moralleriyükselir; bu kısa "kayboluş," belki birazdan içinden geçip gerçeğialgılamaktan kaçabilecekleri, gerçekten az çok uzakta, kendileriniaz çok "iyi" bir uykuya kavuşturabilecek bir mola verebileceklerikapının açık olduğu anlamına gelir. Zaten sırtımızı gerçekliğedöndüğümüzde, ilk karanlık mağaralara vardığımızda büyük biradım atmış oluruz; burada "kendi kendine telkin"ler, cadılar gibi,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

92

kuruntu mahsulü hastalıkların veya şiddetlenen sinirselhastalıkların cehennem kazanım kaynatmakta ve bilinçsiz uykusırasında yükselen krizlerin, uykuyu noktalayacak bir güçlepatlak vereceği saati kollamaktadırlar.

Oradan pek uzak olmayan özel bahçede, bilinmedik çiçekler gibibirbirinden çok farklı uykular boy atar: boruçiçeği, hintkeneviri,çeşitli eter türevleri uykusu, belladon, afyon, kediotu uykusu;kaderi belirlenmiş bir yabancının gelip onlara dokunduğu, açtığıve uzun saatler boyunca, hayran ve şaşkın bir yürekle,kendilerine has rüyalarının rayihasını yaydığı güne kadar kapalıkalan çiçekler. Bahçenin sonundaki manastırın açıkpencerelerinden, uykuya dalmadan önce öğrenilen ve ancakuyanıklığında bilinecek olan derslerin tekrarlandığı duyulur; öteyandan uyanmanın habercisi olan içimizdeki çalar saatintiktakları yankılanır; kaygımız bu saati öyle iyi ayarlamıştır ki,hizmetkârımız saatin yedi olduğunu söylemek üzere geldiğinde,bizi hazır bulur. Rüyalara açılan, aşk üzüntülerininunutuluşunun hiç durmadan mayalandığı ve arasıra, bulanıkanılarla dolu bir kâbusla bölünen, bozulan sürecine vakitgeçirmeden tekrar döndüğü bu odanın karanlık duvarlarında,uyandıktan sonra bile rüyaların hatıraları asılı kalır; ama öyle birkaranlığa gömülmüştür ki bu hatıralar, çoğu kez onları ancaköğleden sonranın ortasında, benzer bir düşüncenin ışınlarırastlantıyla üzerlerine vurduğunda farkederiz; bunların bazıları,uyuduğumuz sırada uyumlu bir belirginliğe sahip olduklarıhalde, kısa sürede öyle bambaşka bir hale gelirler ki, onlarıtanıyamadığımızdan, hızla tekrar toprağa gömmekten başka birşey yapamayız: fazlasıyla çabuk çürümüş bir ceset veya en ustatamircinin bile bir biçim veremeyeceği, bir şey çıkaramayacağıkadar zarar görmüş, neredeyse toza dönüşmüş bir eşya gibi.

Parmaklığın yanında yer alan taş ocağında, derin uykular,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

93

kafayı sert sıvalarla dolduran maddeleri bulurlar; öyle ki, uyuyankişiyi uyandırabilmek için, kendi iradesi, altın parıltılı bir sabahtabile, genç bir Siegfried gibi var gücüyle balta sallamak zorundadır.Biraz ötede, hekimlerin aptalca, uykusuzluktan daha yorucuolduklarım iddia ettiği, oysa aksine, düşünen kişinin süreklidikkatten kurtulmasına izin veren kâbuslar vardır: aslında ölmüşolan anne babamızın, yakında iyileşme umudunu dışlamayan,ağır bir kaza geçirdiği, uydurma albümleriyle kâbuslar. Annemizlebabamız iyileşinceye kadar, onları küçük bir fare kafesindetutarız; beyaz farelerden daha ufak, iri kırmızı beneklerlekaplıdırlar; her ikisi de, tepelerinde birer tüyle, bize Cicero'yuaratmayan nutuklar atarlar. Bu albümün yanında, uyanışındöner tekeri bulunur; onun yüzünden, birazdan, elli yıldır yıkıkolan bir eve girmek zorunda olmanın sıkıntısını yaşarız bir an;uyku uzaklaştıkça, bu resim, birçok başkası tarafından silinir vesonunda, ancak teker durduğunda ortaya çıkan ve açıkgözlerimizle göreceğimiz resimle çakışan resme varırız.

Bazı günler hiçbir şey duymazdım; bir çukura düşer gibi içinedüştüğümüz uykulardan birinde olurdum çünkü; böyleuykulardan çıkmak bizi mutlu eder; ağırlaşmış, yoğunlaşmışoluruz; Hercules'i besleyen superilerine benzeyen, biz uyurkenfaaliyetleri artan çevik hayati güçlerin bize getirdiği şeylerisindirmeye çalışırız.

Buna kurşun gibi bir uyku denir; böyle bir uykudanuyandıktan sonra birkaç saniye boyunca, sanki kendimiz de birkurşun adam gibiyizdir. Artık hiç kimse değilizdir. Öyleyse kayıpbir eşyayı arar gibi düşüncemizi, kişiliğimizi ararken nasıl olup dasonunda bir başkasını değil, kendi benliğimizi buluruz? Tekrardüşünmeye koyulduğumuzda, bizde cisimleşen kişilik, niçinöncekinden farklı bir kişilik değildir? Bu seçimi neyin zorunlukıldığını, olabileceğimiz milyonlarca insan arasından, niçin tam

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

94

da bir gün önce olduğumuz kişiyi bulduğumuzu anlayamayız.Gerçekten bir kesinti olduğunda (belki tam bir uyku uyunduğu,belki de rüyalar bizden tamamen farklı olduğu için), bize yolgösteren nedir? Gerçek bir ölüm hali olmuştur; kalbin durduğuve dilin ritmik gerilmelerinin bizi canlandırdığı zaman olduğugibi. Şüphesiz, kendisini daha önce bir tek kere görmüş olsak bile,oda, daha eski anıların asılı olduğu hatıralar uyandırır bizde; ya daiçimizde uyumakta olan bazı hatıraların bilincine varırız.Uyanıştaki diriliş –uyku denen sağaltıcı zihinsel bulanıklıknöbetinden sonra– temelde, unutulmuş bir ismi, bir dizeyi, birnakaratı bulduğumuzda olan şeye benzer. Belki ölümden sonraruhun dirilişi de bir hafıza olayı olarak düşünülebilir.

Uykum tamamlandığında, güneşli gökyüzü beni çekerken, kışbaşındaki bu aydınlık ve soğuk son sabahların serinliği de, benialıkoyardı; yaprakların artık adeta görünmez bir dokumaüzerinde, havada asılı kalmış bir iki yaldızlı veya pembe fırçadarbesiyle belirtildiği ağaçlara bakmak için başımı kaldırıpboynumu uzatır, vücudumu örtülerin arasından çıkarmazdım;başkalaşmakta olan bir pupa gibi, farklı bölümleri aynı ortamauygunluk göstermeyen, çifte bir yaratıktım; gözlerim için renkyeterliydi, ısıya gerek yoktu; oysa göğsümün derdi renk değil,ısıydı." Ancak şöminem yandıktan sonra yataktan kalkar, eflatunve yaldızlı sabahın o tatlı, şeffaf tablosuna bakardım; bu sabahvaktinde eksik olan ısıyı, yapay olarak ben ekler, iyi bir pipo gibiyanan ve tüten şöminemi karıştırırdım; ateş, tıpkı pipo gibi, hemmaddi bir rahatlığa dayandığı için bayağı, hem de ardında saf birgörüntünün silueti olduğu için ince bir haz verirdi. Banyobölmesi, siyah ve beyaz çiçekler serpiştirilmiş çiğ kırmızı bir duvarkâğıdıyla kaplanmıştı; bu çiçeklere alışıncaya kadar birazzorlanmam beklenirdi. Halbuki bana sadece değişik göründüler,kendileriyle çatışmaya değil, ilişkiye girmeye zorladılar beni,yataktan kalkışımın neşesini, şarkılarım değiştirdiler; beni

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

95

dünyaya bakmak üzere adeta bir gelinciğin ortasına zorlayerleştirdiler; anne babamın evinden farklı biçimde yönlenmiş,temiz bir havayla dolu bu yeni evden, bu iç açıcı paravandanbaktığımda, dünyayı Paris'tekinden çok farklı görüyordum. Bazıgünler büyükannemi görme isteği veya hasta olabileceğikorkusu, beni huzursuz ederdi; bazen Paris'te yarım bıraktığım,yürümeyen bir işi hatırlardım; bazen de, burada bile düşmeyibecerdiğim zor tir durum beni tedirgin ederdi. Bu kaygılardanbirisi uyumamı engelleyecek olursa, kederim karşısında acizkalırdım; ıstırabım o anda benim gözümde hayatın tamamınıdoldururdu. O zaman, otelden birini, Saint-Loup'ya bir notiletmek üzere karargaha gönderirdim; bir yolunu bulabilirse –bunun çok zor olduğunu biliyordum– bana uğramasını ricaederdim. Saint-Loup bir saat sonra gelirdi; zil sesini duyduğumda,kaygılarımdan kurtulduğumu hissederdim. Ben kaygılarımınkarşısında güçsüzsem, onların da Robert'in karşısında güçsüzolduklarını bilirdim; dikkatim kaygılarımdan uzaklaşır ve kararıverecek olan arkadaşıma dönerdi. Saint-Loup daha içeri girergirmez, sabahtan beri onca faaliyette bulunduğu açık, temizhavayla kuşatırdı beni; odamdan çok farklı olan bu hayati ortamaderhal uygun tepkilerle adapte olurdum.

"Sizi rahatsız ettiğim için bana kızmamışsınızdır umarım;kafamı kurcalayan bir şey var, tahmin etmişsinizdir."

"Yo, hayır, ben sadece beni görmek istediğinizi düşündüm, çokda hoşuma gitti. Beni çağırtmanıza çok sevindim. Peki ama neoldu? Bir sorun mu var? Size nasıl yardımcı olabilirim?"

Açıklamalarımı dinler, açık, kesin cevaplar verirdi; ne var ki dahakonuşmaya başlamadan önce, beni kendisine benzetmiş olurdu;onun böyle aceleci, uyanık ve memnun olmasına yol açan önemliişlerin yanında, biraz önce ıstırabımın bir an bile kesilmesine izinvermeyen sıkıntılar, ona olduğu gibi, bana da önemsiz gelirdi;

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

96

günlerce gözünü açamayıp doktor çağıran ve doktorun ustalıkla,hafifçe gözkapağını aralayıp gözündeki bir kum tanesini çıkararakgösterdiği, o anda iyileşen, rahatlayan bir hasta gibiydim. Saint-Loup'nun göndermeyi üstlendiği bir telgrafla, bütün dertlerimhallolurdu. Hayat bana o kadar farklı, o kadar güzel görünür, içimiöyle bir enerji fazlası kaplardı ki, harekete geçmek isterdim.

"Şimdi ne yapacaksınız?" derdim Saint-Loup'ya."Sizden ayrılmak zorundayım; kırk beş dakika sonra yürüyüş

başlayacak, bana ihtiyaçları var.""Buraya gelmek sizi çok mu sıkıntıya soktu?""Hayır, hiç sıkıntıya sokmadı; yüzbaşı çok nazik davrandı; siz

sözkonusu olduğunuza göre, mutlaka gitmem gerektiğinisöyledi; yine de suiistimal etmek istemem."

"Peki ben de hemen kalkıp sizin tatbikat yapacağınız yeregitsem; ilginç olurdu benim için, hem aralarda sizinle sohbetedebiliriz belki."

"Tavsiye etmem; uykusuz kalmışsınız, emin olun hiç üzerindedurulmaya değmeyecek bir şey için kendi kendinizi yemişsiniz,ama şu anda madem artık sizi huzursuz etmiyor, başınızı yastığakoyup uyuyun; uyku sinir hücrelerinizdeki madenî tuzlarınazalmasına çok iyi gelecektir; hemen uyumayın yine de; çünkübizim rezil müzik tam pencerenizin altından geçecek; ama ondansonra sükûnete kavuşursunuz sanırım; akşam yemektegörüşürüz."

Ne var ki daha sonra, alay m kırlardaki tatbikatım seyretmeyegittim sık sık; Saint-Loup'nun arkadaşlarının, akşamyemeklerinde geliştirdikleri askerî kuramlarla ilgilenmeyebaşlamıştım; günlerimin tek arzusu, çeşitli komutanlarını dahayakından görebilmekti: başlıca konusu müzik olan, hayatını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

97

konserlerde geçiren bir kişinin, orkestra üyelerinin hayatınagirebildiği cafe'lere gitmekten hoşlanması gibi. Tatbikat alanınavarabilmek için, uzun yürüyüşler yapmak zorundaydım. Gece,yemekten sonra, uyku isteği bir başdönmesi gibi başımıdüşürürdü arasıra. Ertesi gün borazan sesini hiç duymadığımıfarkederdim; tıpkı Balbec'te, Saint-Loup'nun beni Rivebelle'eyemeğe götürdüğü gecelerin sabahında, sahildeki konseriduymayışım gibi. Yataktan kalkmak istediğimde ise, büyük birhazla, kalkamadığımı farkederdim; kaslı ve besleyici kökçüklerin,yorgunluğumun algılanır kıldığı boğumlanmaları tarafındangörünmez ve derin bir toprağa bağlanmış hissederdim kendimi.İçimin güçle dolduğunu hissederdim; önümde uzanan hayatdaha uzun olurdu; Combray'deki çocukluğumun o güzelyorgunluklarına, Guermantes tarafında gezindiğimiz günlerinertesi sabahına dönmüş olurdum çünkü. Şairler, gençliğimizdeyaşadığımız bir eve, bir bahçeye girdiğimizde, bir an, o çokeskideki benliğimize kavuştuğumuzu iddia ederler. Bunlar sonderece tehlikeli ziyaretlerdir ve bunların sonucunda, eldeettiğimiz başarı kadar hayal kırıklığı da yaşarız. Çeşitli yıllardadenk düşen sabit yerleri kendi içimizde bulmak daha iyidir.Büyük bir yorgunluk ve ardından güzel bir gece uykusu, birölçüde bunu sağlayabilir bize. En azından bunlar, iç monoloğu –kendisi hiç kesilmediği halde– bir gün öncesinden hiçbiryansımanın, hiçbir hafıza ışıltısının aydınlatmadığı, uykunun endipteki, en karanlık dehlizlerine bizi indirmek için bedenimizintoprağını, özünü öyle iyi karıştırırlar ki, kaslarımızın içine daldığı,dallanıp budaklanarak taze hayatı emdiği yerde,çocukluğumuzun bahçesini buldururlar bize. Bu bahçeyi tekrargörmek için seyahate gerek yoktur; onu bulmak için derineinmek gerekir. Toprağın üstünü kaplayan şey artık üzerindedeğil, altındadır; ölü bir şehri ziyaret etmek için yolculuk yeterlideğildir, kazı yapılması gerekir. Yine de, kimi kaçak ve

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

98

beklenmedik izlenimlerin bizi geçmişe bu organik çözülmedençok daha başarıyla, daha kesin bir doğrulukla, daha hafif, dahamaddesiz, daha başdöndürücü, daha etkili, daha ölümsüz biruçuşla götürdüğünü ileride göreceğiz.

Bazen yorgunluğum daha da fazla olurdu; birkaç gün boyuncahiç uyuyamadan tatbikatı izlemiş olurdum. Böyle zamanlardaotele dönmek ne büyük mutluluktu! Yatağıma girerken, sevilenon yedinci yüzyıl romanslarımızı dolduran büyücülerden,cadılardan nihayet kaçıp kurtulmuş gibi hissederdim kendimi.Uykum ve ertesi günkü sabah keyfim, sevimli bir perimasalından farksız olurdu. Sevimli olduğu kadar belki sağaltıcıydıda. En şiddetli acıların bile bir sığmağı olduğunu, insanın daima,en kötü ihtimalle huzur bulabileceğini söylerdim kendi kendime.Bu düşünceler beni alıp çok uzaklara götürürdü. Saint-Loup'nungörevli olmadığı, ama dışarı da çıkamadığı günlerde, genelliklekarargâha, onu görmeye giderdim. Karargâh uzaktaydı; kentindışına çıkmak, kemerli köprüyü geçmek gerekirdi; köprünün ikiyanında muazzam bir manzara uzanırdı. Bu yüksek arazidehemen her zaman sert bir rüzgâr eser, durmadan bir rüzgârmağarası gibi uğuldayan avlunun üç kenarında yer alan binalarıdoldururdu. Robert bir işle meşgulse, onu odasının kapısındaveya yemekhanede beklerdim; pencereden, yüz metre aşağıda,çıplak, ama yer yer, genellikle hâlâ yağmurdan ıslak, güneşinaydınlattığı, yeni ekili tarlaların yarısaydam mine parlaklığındayeşil şeritler oluşturduğu kırlara bakar, Saint-Loup'nun banatanıştırdığı arkadaşlarıyla (daha sonra, Robert yokken de onlarıgörmeye gittim birkaç kez) sohbet ederken, ondan sözedildiğiolurdu; ne kadar sevildiğini farketmem fazla zaman almadı. Başkabölüklerden birçok gönüllü, yüksek aristokrat sosyetesini içinegirmeden, sadece dışarıdan gören genç, zengin burjuvalar, Saint-Loup'nun kişiliği hakkında bildikleri şeylerden ötürü onayakınlık duyarlardı; buna bir de, cumartesi akşamları Paris'e izinli

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

99

gittiklerinde sık sık Cafe de la Paix'de Uzes Dükü'yle, OrleansPrensi'yle yemek yerken görmüş oldukları genç adamın onlarıngözündeki itibarı eklenirdi. Ve bu yüzden de, Saint-Loup'nungüzel yüzünde, sarsak yürüyüşünde, selam verişinde,monoklünün sürekli uçuşmasında, aşırı yüksek keplerinin"çılgınlığı"nda, fazlasıyla ince ve fazlasıyla pembe bir kumaştanyapılmış pantolonlarında bir "şıklık" bulurlardı; alayın en şıksubaylarında, sayesinde karargâhta kaldığım azametli yüzbaşıdabile bulunmayan bir şıklıktı bu; yüzbaşı Saint-Loup'ylakarşılaştırıldığında aşırı kasıntılı, neredeyse basit kaçardı.

Aralarından biri, yüzbaşının yeni bir at aldığını söylerdi. "Kaç atisterse alsın; Pazar sabahı Akasyalar Yolu'nda Saint-Loup'yarastladım; ata binişinde bambaşka bir zarafet var!" diye cevapverirdi bir başkası; ne dediğini de bilirdi; çünkü bu gençler, aynısosyete mensuplarıyla görüşmemekle birlikte, para ve boş zamansayesinde, satın alınabilecek her türlü şıklığı tecrübe etmekkonusunda aristokrasiden farkı olmayan bir sınıfa aittiler. Olsaolsa, onların şıklığı, mesela kıyafet konusunda, Saint-Loup'nun,büyükannemin çok hoşuna giden o serbest, aldırışsız şıklığınakıyasla biraz daha özenli, biraz daha kusursuzdu. Bu büyükbankerlerin, sarrafların oğulları için tiyatro çıkışında istiridyeyedikleri sırada, yanlarındaki masada astsubay Saint-Loup'yugörmek bir heyecan kaynağıydı. Pazartesi günü izindendöndüklerinde karargâhta anlatacak ne çok şeyleri olurdu!Robert, aynı bölükten olan bir tanesini "çok kibarca"selamlamıştı; bir başkası ise, aynı bölükten değildi ama bunarağmen Saint-Loup'nun kendisini tanıdığı kanısındaydı; çünkümonoklünü iki üç kere ona doğru çevirmişti!

"Evet, kardeşim 'La Paix'de görmüş kendisini," derdi, izingününü metresinin evinde geçirmiş olan bir başkası; "hattâüzerinde fazlasıyla bol, pek iyi durmayan bir frak varmış."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

100

"Yeleği nasılmış?""Yeleği beyaz değil, eflatunmuş; palmiyeye benzer desenleri de

varmış; felaket bir şeymiş!"Kıdemlilerin (yani Jockey Kulübü'nü bilmeyen, Saint-Loup'yu

çok zengin subaylar kategorisine sokan ve bu kategoriye, iflasetmiş olsun olmasın, belirli bir hayat tarzını sürdüren, epeyceyüksek bir geliri veya borcu olan ve askerlere cömert davrananherkesi dahil eden halktan insanların) gözünde, Saint-Loup'nunyürüyüşü, monoklü, pantolonları, kepleri, aristokratça bir yanlarıolmamakla birlikte, son derece ilginç ve anlamlıydı. Buözelliklerde, alayın küçük rütbelileri arasında en sevileninetemelli yakıştırmış oldukları kişiliği ve tarzı buluyorlardı;davranışları kimseye benzemezdi, komutanların ne düşüneceğiniönemsemezdi; bu da, askerlere karşı iyi yürekliliğinin doğal birsonucu gibi geliyordu onlara. Koğuştaki sabah kahvesi, öğledensonra yataklardaki dinlenme, kıdemlilerden biri, aç ve tembelmangaya Saint-Loup'nun kepi konusunda hoş bir ayrıntıaktardığında, daha tatlı olurdu sanki.

"Çantamın yüksekliğindeydi.""Yapma moruk, yeme bizi, çantan kadar olamaz," diye araya

girerdi edebiyat diplomalı bir genç; bu dili kullanarak acemi gibigörünmemeye, bu itirazı yapmaya cüret ederek bayıldığı bir şeyitekrarlatmaya çalışırdı.

"Ya! Demek çantam kadar olamaz, öyle mi? Sen ölçtün galiba.Yarbay hücreye atmak ister gibi bakıyordu diyorum sana.Bizimkinin hiç umurunda değildi; gidiyor, geliyor, kafasınıeğiyor, kaldırıyordu, monoklü da hep önde. Bakalım yüzbaşı nediyecek. Hiçbir şey demeyebilir tabii, ama hiç hoşuna gitmeyeceğikesin. Aslında bu kep hiçbir şey değil. Evinde, şehirde, otuzdanfazla şapkası varmış."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

101

"Sen nereden öğrendin ki moruk, bizim tıraşçı onbaşıdan mı?"diye ukalaca sorardı genç üniversite mezunu, henüz öğrendiği vekonuşmasına serpiştirmekten gurur duyduğu yeni anlatımkalıplarını arka arkaya sıralayarak.

"Nereden mi öğrendim? Emir erinden oğlum!""O da halinden şikâyet etmiyordur herhalde!""Tahmin etmem! Benden daha çok avantası olduğu kesin!

Ayrıca bütün giysilerini, her şeyini ona veriyor, her şeyini.Kantinde yediklerini yeterli bulmuyormuş. Bizim Saint-Loupkantine gitmiş, aşçıya demiş ki: 'İyi beslenmesini istiyorum,parası önemli değil.'"

Kıdemli, sözlerinin önemsizliğini vurgusundaki enerjiyle, çokbeğenilen vasat bir taklitle telafi ederdi.

Karargâhtan çıktığımda biraz dolaşır, güneş battıktan hemensonra, Saint-Loup'yla arkadaşlarının yemeklerini yedikleri oteldeher akşam Saint-Loup'yla buluştuğumuz saate kadar, iki saatdinlenmek ve kitap okumak üzere, kendi otelime giderdim.Meydanda, gün batımı şatonun barut fıçısı damlarınakiremitlerin rengiyle uyumlu küçük pembe bulutlar yerleştirir,kiremitleri bir yansımayla yumuşatarak son bir rötuş yapardı.Sinirlerime öyle bir hayat dalgası hücum ederdi ki, hiçbirhareketim tüketemezdi onu; ayağım, meydanın kaldırımtaşlarına her değişinde zıplardı; sanki topuklarımda Mercurius'unkanatları varmış gibi gelirdi bana. Çeşmelerden biri kırmızı birışıkla parlar, ötekindeyse ay ışığı suyun rengini opaledönüştürmüş olurdu. İkisinin arasında, yumurcaklar, tıpkıyelyutanlar veya yarasalar gibi saatin gereklerine uyarak oyunoynar, çığlık atar, daireler çizerlerdi. Otelin yanında, şimdi içindeTasarruf Sandığı ve Kolordu'nun bulunduğu eski saraylar ve XVI.Louis'nin portakal serası, içeriden, solgun ve yaldızlı gaz

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

102

ampulleriyle aydınlatılırdı; henüz karanlık çökmediği haldeyakılmış olan içerideki ışıklar, gün batımının son yansımalarınınhenüz kaybolmadığı bu yüksek, geniş on sekizinci yüzyılpencerelerine, kızıl parıltılı saçlara sarı pullu bir takının yakıştığıgibi yakışır, beni şömineme ve lambama dönmeye ikna ederdi;otelin benim kaldığım cephesinde tek başına yanan,alacakaranlıkla mücadele halindeki lambama, zevk için,akşamüstü kahvaltısına gider gibi, hava tam kararmadandönerdim. Dışarıda yaşadığım duyum bolluğu odamda da devamederdi. Bize çoğunlukla düz ve boş gelen yüzeyleringörünümünü, şöminedeki sarı alevi, gün batımını, bir okulçocuğu gibi üzerine pembe burgular çiziktirdiği gökyüzünün tokmavi kâğıdını, üzerinde bir deste defter kâğıdı ve bir mürekkephokkasının Bergotte'un bir romanıyla birlikte beni beklediğiyuvarlak masanın garip desenli örtüsünü öyle şişirirdi ki, ozamandan beri, bunların hepsi, özel bir hayatla dopdoluymuş,onlara tekrar kavuşabilsem, bu hayatı içlerinden çekipçıkarabilirmişim gibi gelir bana. Biraz önce ayrıldığım, rüzgârgülüesen rüzgâra göre dönen karargâhı düşünürdüm mutlulukla.Suyun yüzeyine kadar çıkan tüpten nefes alan bir dalgıç gibi,benim için de bu karargahı, yeşil mineli kanalların bir ağ gibiyayıldığı kırlara hâkim bu yüksek gözlemevini merkez olarakhissetmek, adeta sağlıklı hayata, temiz havaya bağlı olmakdemekti; sundurmalarının altına, binalarının içine istediğimzaman, daima iyi karşılanacağımdan emin olarak gidebilmeyi,devamlı olmasını dilediğim değerli bir ayrıcalık sayardım.

Saat yedide giyinir ve Saint-Loup'nun yemeklerini yediği otelde,akşam yemeği için kendisiyle buluşmak üzere tekrar çıkardım.Oraya yürüyerek gitmeyi severdim. Koyu bir karanlık çökmüşolurdu; üçüncü günden itibaren de, akşam olur olmaz, karhabercisi, buz gibi bir rüzgâr esmeye başladı. Otele yürürken,Mme de Guermantes'in aklımdan bir an bile çıkmaması

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

103

beklenirdi; Robert'in garnizonuna sırf ona yaklaşabilmek içingelmiştim. Ama hatıralar, kederler, devingendirler. Bazı günler okadar uzaklaşırlar ki, kendilerini zor görür, gittiklerini zannederiz.O zaman başka şeylere dikkat ederiz. Ayrıca bu kentin sokaklarıhenüz benim için, hep yaşadığımız yerde olduğu gibi bir yerdenbir yere gitmeye yarayan yollardan ibaret değildiler. Bu yabancıdünyada yaşayanların sürdüğü hayat harikulade olmalıymış gibigelirdi bana; evlerin aydınlık pencereleri, içine girmediğimhayatların gerçek ve esrarengiz sahnelerini gözlerimin önüneserer, beni sık sık karanlığın ortasında uzun süre kıpırtısıztutardı. Bir yerde, ateşin kendine has niteliği, bir kestanecininküçük meyhanesini kızıl bir tablo halinde gösterirdi bana;palaskalarını iskemlelerin üstüne koymuş kâğıt oynayan ikiastsubay, bir sihirbazın, karanlığın içinden birdenbire kendilerinibir tiyatro sahnesindeki gibi ortaya çıkardığını, yoldan geçerkendurmuş, göremedikleri birinin gözünde, tam o anda, gerçektenoldukları gibi canlandırdığını, hayallerinden bile geçirmezlerdi.Küçük bir eskici dükkânında yarıya inmiş bir mum, ölgün kırmızıışığını bir gravüre yansıtarak bir sangine dönüştürür, bu arada irilambanın karanlıkla mücadele eden ışığı bir deri parçasınıesmerleştirir, bir hançerin üzerine ışıltılı payetler işler, aslındakötü birer kopya olan tabloların üstüne, geçmişin pasına, birustanın cilasına benzer değerli bir yaldız bırakır, kısacası ıvırzıvırla, kötü resimlerle dolu bu barakayı paha biçilmez birRembrandt'a dönüştürürdü. Bazen gözlerimi yukarıya, panjurlarıkapalı olmayan uçsuz bucaksız, eski bir apartman dairesineçevirirdim; burada ikiyaşayışlı erkeklerle kadınlar, her akşamgündüzkinden farklı bir ortamda yaşamaya tekrar adapte olarak,kaygan bir sıvının içinde, ağır ağır yüzerlerdi; karanlığınçökmesiyle birlikte lambaların havuzundan hiç durmadanfışkıran, odaları taş ve camdan duvarlarının tepesine kadardolduran sıvının ortasında bedenlerini hareket ettirdikçe, gevşek,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

104

yaldızlı anaforlar oluştururlardı. Yoluma devam ederdim; çoğukez katedralin önünden geçen karanlık, dar sokakta, tıpkı birzamanlar Meseglise yolunda olduğu gibi şiddetli bir arzu benidurdururdu; bu arzuyu tatmin etmek üzere bir kadın ortayaçıkıverecekmiş gibi gelirdi bana; karanlıkta birdenbire birelbisenin geçtiğini hissetsem, içimdeki arzunun şiddeti, bu hafifdokunuşun tesadüfi olduğuna inanmamı engellerdi; geçmekteolan ürkmüş bir kadını kucaklamaya çalışırdım. Bu daracık gotiksokağın benim için o kadar gerçek bir yanı vardı ki, orada birkadını sürükleyip ona sahip olabilseydim, bizi eski çağlarınşehvetinin birleştireceğine inanmamam, mümkün olmazdı; bukadın isterse her gece orada dikilen bir sokak orospusu olsun, kışmevsimi, kendi çevremden uzak oluşum, karanlık ve ortaçağ,yine de ona gizemini aktarırdı. Geleceği düşünürdüm: Mme deGuermantes'ı unutmaya çalışmak bana korkunç ama mantıklı veilk defa olarak mümkün, hattâ belki de kolay geliyordu. Busemtin mutlak sessizliğinde, önümden, herhalde evlerine dönençakırkeyif insanlardan gelen konuşmalar, gülüşmeler duyardım.Onları görmek için durur, sesi duyduğum tarafa bakardım. Amauzun süre beklemek zorunda kalırdım; çünkü etraftaki derinsessizlik, henüz uzakta olan sesleri aşırı bir netlikte ve güçteiletmiş olurdu. Sonunda gezintiye çıkanlar zannettiğim gibiönümden değil, arkamdan ve çok uzağımdan geçerlerdi. Belkisokakların kesişmesi, evlerin araya girmesi, kırılmayla bu işitmeyanılgısına yol açtığından, belki de yerini bilmediğimiz bir sesikonumlandırmak çok zor olduğundan, mesafe konusundaolduğu kadar, yön konusunda da yanılırdım.

Rüzgâr artardı. Yaklaşan karla pütür pütür, diken diken birrüzgârdı; ana caddeye çıkar ve küçük tramvaya atlardım;tramvayın sahanlığında bir subay, soğuğun çiğ renklere boyadığıyüzüyle, kaldırımdan geçen, görmüyormuş izleniminiuyandırdığı kaba askerlerin selamlarına karşılık verirdi; bu kış

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

105

başlangıcında sonbaharın ani sıçrayışıyla adeta daha kuzeyesürüklenmiş olan bu kentte, subayın yüzü, Bruegel'in neşeli,yiyip içip eğlenen, soğuktan donan köylülerinin kırmızı yüzünühatırlatırdı.

Zaten Saint-Loup ve arkadaşlarıyla buluştuğum otelde de,başlamakta olan fuar eğlenceleri sebebiyle, hem yöreden, hemuzaktan birçok insan bulunmaktaydı; avluyu bir baştan bir başageçerken, avluya bakan kızıllanmış mutfaklarda şişe geçirilmiştavuklar döner, kömürde domuzlar pişer, canlı İstakozlar,otelcinin deyimiyle "sonsuz ateş"e atılır, akın akın gelen (eskiFlaman ustalarının "Beytlehem Önünde Sayım" resimlerineyakışır) yeni kalabalıklar avluda gruplar halinde bekler, patronaveya yardımcılardan birine, otelde kalıp kalamayacaklarını sorar,görünüşleri beğenilmemişse, genellikle kentte başka bir kalacakyer tavsiye edilirdi kendilerine; bu arada bir garson, elinde,boynundan tuttuğu, çırpınan bir kümes hayvanıyla geçerdi. İlkgün arkadaşımın beni beklediği küçük odaya ulaşmak içingeçtiğim büyük yemek salonunda da, eski zamanların naifliği veFelemenklilerin abartısıyla canlandırılmış, İncil'den bir yemeksahnesini hatırlamamak mümkün değildi: sayısız balık,semirtilmiş piliç, dağ horozu, çulluk, güvercin, süslenippüslenmiş, dumanı tüterek, daha hızlı gidebilmek için parkeninüzerinde kayan, nefes nefese garsonlar tarafından dev konsolunüzerine bırakılıyor, hepsi derhal parçalara ayrılıyor, fakat –bengeldiğimde çoğu kişi yemeklerini bitirmek üzere olduğundan–yenmeden orada yığılı kalıyordu; sanki yemeklerin bolluğu veonları getirenlerin acelesi, yemek yiyenlerin taleplerinikarşılamaktan ziyade, lafzına titizlikle uyulan ama yerel hayattanalınma gerçek ayrıntılarla, safça canlandırılan kutsal metnegösterilen saygıyı ve şölenin ihtişamını, yiyeceklerin bolluğu vehizmetkârların çabasıyla gözler önüne sermek gibi estetik ve dinîbir kaygıyı ifade ediyordu. Hizmetkârlardan bir tanesi, salonun bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

106

ucunda, bir dolabın yanında kıpırtısız dikilmiş, hayallere dalmıştı;bana cevap verebilecek kadar sakin görünen tek garsonolduğundan, bizim masanın hangi odada olduğunu kendisinesormak üzere, geç kalanların yemekleri soğumasın diye yakılmışocakların (buna karşılık, salonun ortasında, tatlılar, bazen birördeğin kanatlarına binmiş, camdan gibi görünen, ama aslındabuzdan, her sabah heykeltıraş bir aşçı tarafından tam bir Ramanzevkiyle, kızgın demirle yontulan dev bir adamın ellerindedururdu) arasında ilerleyerek, diğer garsonlar tarafından yeredevrilme tehlikesini göze alarak, doğru bu hizmetkâra gittim;geleneksel olarak bu kutsal sahnelerde yer alan bir şahsiyeti görürgibi olmuştum kendisinde; onun saf ve kötü çizilmiş yassıyüzünün, ötekilerin henüz tasavvur bile edemediği ilahi birvarlığın mucizesini şimdiden sezmiş, şaşkın ifadesinin titiz birkopyasıydı. Şunu da ekleyelim ki, şüphesiz yakında başlayacakfuar eğlenceleri sebebiyle, bu figüranlara, hepsi meleklerarasından seçilip toplanmış bir göksel kadro ilave edilmişti. Ondört yaşındaki bir çehreyi çerçeveleyen sarı saçlarıyla genç birmüzisyen melek, doğruyu söylemek gerekirse hiçbir enstrümançalmıyor, bir gongun veya tabak yığınının yanında hayalkuruyordu; bu arada onun kadar çocuksu olmayan başkamelekler, salonun sonsuz mesafelerini süratle katediyor,bedenlerinden aşağı sarkan, primitiflerin sivri uçlu kanatlarınıandıran peçetelerinin sürekli hışıltısıyla rüzgârlar estiriyorlardı.Bu tanımlanamamış, palmiyelerden bir perdeyle örtülü, gökyüzühizmetkârlarının, uzaktan bakıldığında göklerin en yüksekkatından gelmiş gibi göründüğü bölgelerden kaçıp kendime yolaçarak Saint-Loup'nun masasının bulunduğu küçük salonavardım. Orada, yemeklerini daima birlikte yediği bazı arkadaşlarınıbuldum; bir iki tanesi haricinde hepsi soyluydu; onları dasoylular kolej yıllarından beri dostları olarak görmüşler ve seveseve arkadaşlık kurmuşlardı; böylece prensip olarak,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

107

cumhuriyetçi de olsalar, elleri temiz olduğu ve kiliseye gittiklerisürece burjuvalara düşman olmadıklarını kanıtlıyorlardı. Daha ilkgün, sofraya oturmadan önce Saint-Loup'yu yemek salonununbir köşesine çektim ve herkesin gözü önünde, ama kimseninduymayacağı şekilde dedim ki:

"Robert, bunu size söylemenin ne zamanı, ne de yeri aslında,ama bir dakika bile sürmez. Karargâhta soracaktım, unuttum;sizin masanızın üstündeki fotoğraf Mme de Guermantes'infotoğrafı değil mi?"

"Evet, sevgili yengemin fotoğrafı.""A, doğru ya; ne aptalım; daha önce biliyordum, hiç

düşünmemiştim; Tanrım, arkadaşlarınız sabırsızlanıyordu çabukkonuşalım; bize bakıyorlar; ya da başka zaman konuşuruz, hiçönemli değil."

"Önemli olmaz mı, siz devam edin, beklesinler, ne işleri var?""Katiyen olmaz; kibar davranmak isterim onlara; çok iyi

insanlar; zaten çok da önemli bir konu değil.""Oriane'ımız bir tanedir; tanır mısınız kendisini?"Bu "Oriane'ımız bir tanedir" sözü, Saint-Loup'nun Mme de

Guermantes'ı dünyada tek bulduğu anlamına gelmiyordu. Budurumda "bir tanedir", "Orian'ımız”ı tamamlayan bir ifadedir; herikinizin de tanıdığı, çok yakın dostunuz olmayan birine hakkındane diyeceğinizi bilemediğiniz bir insanı işaret eder. "Bir tanedir",giriş işlevi görür ve bu arada zaman kazanıp başka cümlelerbuluruz: "Sık sık görüşüyor musunuz onunla?", "Aylardırgörmedim kendisini", "Salı günü görüşeceğiz" veya "Pek gençsayılmaz artık".

"Onun fotoğrafı olması ne kadar hoşuma gitti bilemezsiniz;çünkü biz artık onun apartmanında oturuyoruz; kendisiyle ilgili

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

108

(size söylemeye utanacağım) inanılmaz şeyler öğrendim; buyüzden de çok ilgileniyorum onunla; ebedî bir açıdan tabii,anlıyorsunuz değil mi? Nasıl desem: Balzac'vari bir açıdan; zatensiz müthiş zekânızla ne demek istediğimi çoktan anlamışsınızdır.Neyse, uzatmayalım, arkadaşlarınız benim terbiyem hakkında nedüşünüyorlardır kimbilir!"

"Bir şey düşündükleri yok onların; onlara sizin fevkalade birinsan olduğunuzu söyledim; onlar sizden daha fazla çekiniyor."

"Çok naziksiniz. Bir şey soracağım: Mme de Guermantes sizitanıdığımı hiç bilmiyor, değil mi?"

"Hiçbir fikrim yok; yazdan beri görmedim onu; o yazlıktandöndüğünden beri ben izne çıkmadım."

"Mesele şu: Beni çok salak bulduğunu söylediler bana.""Hiç zannetmem; Oriane dâhi değildir, ama aptal da sayılmaz

doğrusu.""Biliyorsunuz, genellikle benimle ilgili iyi duygularınızı ilan

etmenizi istemem; çünkü izzetinefsim yoktur. Bu yüzdenhakkımda arkadaşlarınıza hoş şeyler söylemiş olmanıza daüzüldüm (hemen dönelim yanlarına). Ama Mme deGuermantes'a benim hakkımdaki düşüncelerinizi, hattâ biraz daabartarak iletebilirseniz, bana çok büyük bir iyilik etmişolursunuz."

"Tabii, memnuniyetle; benden istediğiniz bir tek buysa, hiç dezor değil, ama onun sizin hakkınızda ne düşündüğünün neönemi olabilir? Sizin umurunuzda bile olmaması gerekir; herneyse, konu buysa, herkesin önünde veya yalnız kaldığımızda dakonuşabiliriz; ayakta, böyle rahatsız bir konumda konuşurkenyorulmanızdan korkuyorum; baş başa kalma fırsatımız o kadarçok ki!"

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

109

Zaten Robert'le konuşma cesaretini bana veren de burahatsızlıktı; başkalarının varlığı benim için bir bahaneydi vesöyleyeceklerimi kısaca, kopuk kopuk söyleyebilmemisağlıyordu; bu sayede arkadaşıma düşesle akraba olduğunuunuttuğumu söylerken, yalanımı belli etmemem daha kolaydı;ayrıca, Mme de Guermantes'in, benim Robert'le dost olduğumu,zeki olduğum v.s. bilmesini niçin istediğim konusundaarkadaşımın bana soru sormasına da zaman kalmıyordu; böylesorulara ne cevap vereceğimi bilemeyi şaşkına dönerdim.

"Robert, o kadar zeki olduğunuz halde, insanın arkadaşınınhoşuna gidecek bir şeyi tartışması değil, yapması gerektiğinianlamamanız beni şaşırtıyor. Siz benden bir şey isteseniz –kibenden bir şey istemenizi çok da arzularım– emin olun hiçbiraçıklama beklemezdim sizden. Hattâ daha da ileri gideceğim; Mmede Guermantes'la tanışmak gibi bir arzum yok, ama sizi denemekiçin, Mme de Guermantes'la bir akşam yemeği yemek istediğimisöylemeliydim; isteğimi yerine getirmezdiniz, biliyorum."

"Getirirdim, hattâ getireceğim de.""Ne zaman?""Paris'e gider gitmez; herhalde üç hafta sonra.""Bakalım, zaten o istemeyecektir. Size ne kadar teşekkür etsem

azdır.""Rica ederim, bir şey değil.""Öyle demeyin, çok önemli; çünkü şimdi ne kadar iyi bir dost

olduğunuzu anlıyorum; sizden istediğim şey önemli olsa daolmasa da, tatsız olsa da olmasa da, gerçekten istesem de, sırf sizidenemek için istesem de, önemi yok, yapacağınızı söylüyor veböylece zekânızın da, kalbinizin de inceliğini gösteriyorsunuz.Aptal bir dost, tartışırdı."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

110

Zaten onun da yaptığı buydu; ama belki izzetinefsindenyakalamak istiyordum onu; belki de samimiydim ayrıca: benimgözümde meziyetin tek mihenktaşı, önem verdiğim tek şey, yaniaşkım konusunda, benim için ne kadar yararlı olunabileceğiydi.Sonra da, belki ikiyüzlülükle, belki de minnetten, çıkardan vetabiatın Mme de Guermantes'in hatlarından yeğeni Robert'e deaktardığı her şeyden kaynaklanan gerçek bir sevgi doluluğuyla,ekledim:

"Artık ötekilerin yanına dönmemiz gerekiyor, oysa sizesoracağım iki şeyden birini, önemsiz olanını sordum sadece; ötekibenim için daha önemli, ama kabul etmezsiniz diye korkuyorum;birbirimize sen diye hitap etmemiz sizi rahatsız eder mi?"

"Rahatsız etmek mi! Ne diyorsunuz! Mutluluk! Mutlulukgözyaşları! Görülmemiş saadet!"

"Çok teşekkür ederim size... sana. Önce siz başlayın! Bu benimiçin öyle bir mutluluk ki, isterseniz Mme de Guermanteskonusunda hiçbir şey yapmayabilirsiniz. Birbirimize sendememiz bana yeter."

"Her ikisini de yaparız."Yemekte Saint-Loup'ya tekrar, "Robert! Baksanıza," dedim, "bu

kesintili konuşma çok komik; aslında sebebini de bilmiyorum,size sözünü ettiğim hanımı hatırlıyor musunuz?"

"Evet.""Kimi kastettiğimi biliyorsunuz, değil mi?""Yapmayın! Siz beni sıfır numara ahmak, ebleh yerine

koyuyorsunuz.""Bana onun fotoğrafını veremez miydiniz?"Aslında sadece ödünç istemeyi tasarlamıştım. Ama tam

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

111

konuşacağım anda üzerime bir çekingenlik geldi, isteğimimünasebetsiz buldum ve belli etmemek için, sanki çok doğal birşeymiş gibi daha kabaca ifade edip abarttım.

"Olmaz, önce kendisinden izin almam gerekir," diye cevapverdi.

Hemen ardından kızardı. Bir art düşüncesi olduğunu, bana dabir art niyet yüklediğini, aşkıma ancak kısmen, belirli ahlâkkuralları çerçevesinde yardımcı olacağını anladım ve ondan nefretettim.

Oysa Saint-Loup'nun ikimiz yalnız değilken, arkadaşları dayanımızdayken bana ne kadar farklı davrandığını görmek beniduygulandırıyordu. Artan ilgisi ve nezaketi, kasıtlı olduğunudüşünsem, beni etkilemezdi; ama bunu ikimiz yalnızkensöylemeyip ben yokken hakkımda muhtemelen söylediğişeylerden ötürü, bilinçsizce yaptığını hissediyordum. Baş başagörüşmelerimizde elbette ki benimle sohbet etmekten zevkaldığını tahmin ederdim, ama bu zevk, hemen hiç ifade edilmezdi.Normal olarak dinlemekten hoşlandığı –ama hoşlandığını dilegetirmediği– sözlerimi şimdi dinlerken, sözlerimin arkadaşlarındabeklediği ve onlara hakkımda söylediklerine uygun bir etkiyaratıp yaratmadığını göz ucuyla kontrol ediyordu. Kızı sosyeteyeilk kez tanıştırılan bir anne, kızının konuşmalarını vedinleyenlerin tavrını ancak bu kadar büyük bir dikkatleizleyebilirdi. İkimiz yalnızken gülümsemekle yetineceği bir şeysöylesem, iyice anlaşılmış olmamasmdan korkuyor, "Ne dedin,ne dedin?" diyerek söylediğimi tekrarlatıyor, dikkat çekiyor,derhal ötekilere dönüp gülerek onlara bakınca istemeden onları dazorla güldürüyor, böylece onlara şüphesiz sık sık ifade ettiği,benim hakkımdaki fikrini bana ilk kez gösteriyordu. Öyle ki,kendimi bir an dışarıdan görüyordum, adımı gazetede okumuşveya aynaya bakmışım gibi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

112

Bu gecelerden birinde, Mme Blandais'yle ilgili oldukça gülünçbir hikâye anlatmak istedim, ama söze başlar başlamaz sustum;çünkü Saint-Loup'nun bu hikâyeyi bildiğini ve geldiğimin ertesigünü ben anlatmaya başladığımda, sözümü keserek, "Balbec'teanlatmıştınız," dediğini hatırlamıştım. Bu yüzden, Saint-Louphikâyeyi bilmediğini, çok merak ettiğini söyleyerek devametmem için üsteleyince şaşırdım. "Şu an hatırlayamadınız amabirazdan hatırlayacaksınız," dedim. "Yok canım, senkarıştırıyorsun, yemin ederim. Kesinlikle anlatmadın daha önce.Hadi." Ben hikâyeyi anlatırken de hayran bakışları tutkuyla kâhbana, kâh arkadaşlarına çevriliyordu. Ancak hikâyeyi bitirdiktensonra, herkes gülerken anladım ki, arkadaşlarına benim ne kadaresprili olduğumu göstereceğini düşündüğü için hikâyeyibilmiyormuş gibi yapmıştı. Arkadaşlık böyledir işte.

Üçüncü gece, ilk iki gece konuşma fırsatı bulamadığım birarkadaşı, benimle uzun uzun sohbet etti; alçak sesle Saint-Loup'ya bundan ne kadar zevk aldığını söylediğini işittim.Gerçekten de hemen bütün gece, önümüzde boşaltmadığımızSautemes şarabı kadehlerimizle, kendisiyle sohbet ettik; erkeklerarasındaki, temelinde fiziksel bir çekim olmadığı sürece,tamamen esrarengiz olan tek yakınlığın harikulade tülleri, bizidiğerlerinden ayırıyor, koruyordu. Balbec'te Saint-Loup'nunbenimle ilgili duyguları da bana böyle gizemli gelmişti; bu duygu,konuşmalarımızın ilginçliğiyle alakalı değildi, hiçbir maddibağlantısı yoktu, görünmez, elle tutulmazdı, buna rağmen,Saint-Loup, bu duygunun varlığını içinde bir ateş gibi, bir gaz gibihissediyordu; o kadar ki, bundan gülerek sözediyordu. Burada, birtek gecede, adeta bu küçük odanın sıcak havasında birkaçdakikada açan bir çiçek gibi doğan bu yakınlık, belki daha daşaşırtıcıydı. Robert Balbec'ten sözederken kendimi tutamayıp Miled'Ambresac'la evlenmeye gerçekten karar verip vermediğinisordum. Böyle bir karar olmadığı gibi, böyle bir şeyin hiç

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

113

sözkonusu bile olmadığını, kendisini hiç görmediğini ve kimolduğunu da bilmediğini söyledi. O anda bu evliliği haber verensosyete mensuplarından birkaçını görseydim, bana Miled'Ambresac'ın Saint-Loup'dan başka birisiyle, Saint-Loup'nun daMile d'Ambresac'tan başkasıyla evliliklerini bildirirlerdi. Onlaratam ters, üstelik de pek eski sayılmayacak tahminlerinihatırlatsam, çok şaşırırlardı. Bu küçük oyunun devam edebilmesive yalan haberleri çoğaltarak her isme mümkün olan en fazlasayıda yalan haber yığabilmesi için, tabiat bu tür oyuncuları,saflıkları ne kadar fazlaysa, o kadar zayıf bir hafızayla donatmıştır.

Saint-Loup'nun bana sözünü ettiği bir başka arkadaşı daaramızdaydı; Saint-Loup kendisiyle çok iyi anlaşıyordu; çünküoçevrede Dreyfus Davası'nın yeniden görülmesi taraftarı olan,ikisinden başka kimse yoktu.

"O Saint-Loup gibi değildir," dedi yeni arkadaşım; "o fanatiktir;hattâ iyi niyetli bile olduğunu söyleyemem. Başlangıçta,'Beklemekten başka yapılacak bir şey yok, benim çok iyi tanıdığımbir adam var orada, çok ince, çok iyi bir insan, General Boisdeffre;onun görüşünü hiç tereddütsüz kabul edebiliriz,' diyordu. AmaDreyfus'ü suçlu ilan ettiğini öğrenince, Boisdeffre onun gözündebütün değerini kaybetti; kilise yanlısı oluşu ve genelkurmayınönyargıları sebebiyle samimi bir yargıya varamadığım ileri sürdü,oysa kilise yanlılığı konusunda, en azından Dreyfusmeselesinden önce, kimse dostumuza yaklaşamazdı. Ondansonra, ne olursa olsun, gerçeği öğreneceğimizi, çünkü davanınSaussier'nin ellerinde olacağını, cumhuriyetçi bir asker olanSaussier'nin ise (arkadaşımız aşırı kralcı bir ailenin oğludur) kayagibi sağlam, vicdanı sarsılmaz bir adam olduğunu söylemeyebaşladı. Ama Saussier Esterhazy'nin masum olduğunu ilanedince, bu hükme de yeni açıklamalar, Dreyfus'ün değil, GeneralSaussier'nin aleyhine açıklamalar getirdi. Ordu yanlısı zihniyetin,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

114

Saussier'nin gözünü kör ettiğini ileri sürdü (dikkatinizi çekerim,kendisi kilise yanlısı olduğu kadar ordu yanlısıdır da; en azındanöyleydi, onun hakkında ne düşüneceğimi artık ben debilmiyorum çünkü). Ailesi onun bu fikirlere saplanmasına çoküzülüyor."

"Aslında," dedim, arkadaşına olduğu kadar Saint-Loup'ya dadönerek, kendimi soyutluyormuş gibi görünmemek vekonuşmaya Saint-Loup'yu da katmak için, "çevreye atfedilenönem, özellikle entelektüel çevre için geçerlidir. Düşüncesi neyseinsan odur; düşünce sayısı insan sayısından çok daha az olduğuiçin de, aynı düşünceyi paylaşan bütün insanlar benzerdir.Düşüncenin maddi bir yanı olmadığından, bir düşüncenin adamıetrafında sadece maddi olarak toplanmış insanlar, bu düşünceyihiçbir şekilde değiştirmezler."

Saint-Loup bu yakınlaşmayla yetinmedi. Şüphesizarkadaşlarına beni sergilemenin mutluluğuyla da katlanan bircoşkunlukla, beni aşırı bir gevezelikle, yarışta birinci gelen bir atgibi pohpohlayarak, "Biliyor musun, sen tanıdığım en zekiinsansın," deyip duruyordu. Sonra durup ekledi: "Sen ve Elstir.Kızmadın, değil mi? Kuruntuluyumdur, bilirsin. Benzetmeyapacak olursam: Balzac'a, 'Siz ve Stendhal, asrın en büyükromancılarısınız,' der gibi söylüyorum. Kuruntu işte, özündemüthiş bir hayranlık var. Değil mi? Sen Stendhal'i tutmaz mısın?"diye ekliyordu; benim hükmüme duyduğu safça güven, yeşilgözlerindeki gülümseyen, çocuksu denebilecek kadar sevimlisoru işaretinden okunuyordu. "Oh! İyi, görüyorum ki benimleaynı fikirdesin; Bloch Stendhal'den nefret ediyor; bence çoksaçma. Parma Manastırı her şeye rağmen, müthiş bir şeydir! Seninde aynı fikirde olmana sevindim. Parma Manastırı'nda en çok neyiseversin? Hadi söyle," diye zorluyordu beni, çocukça birtaşkınlıkla. Fiziksel gücü tehditkârdı, sorusu neredeyse

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

115

korkutuyordu insanı. "Mosca mı? Fabrice mi?" Çekinerek cevapveriyor, Mosca'nın biraz M. de Norpois'ya benzediğinisöylüyordum. Bunun üzerine genç Siegfried –Saint-Loup– birkahkaha tufanına boğuluyordu. Ben, "Ama Mosca çok daha zeki,o kadar ukala da değil," der demez, Robert bravo diye bağırıyor,hattâ alkışlıyor, katıla katıla gülüyor, "Bu kadar doğru olabilir!Mükemmel! Harikasın!" diye haykırıyordu.

O sırada Saint-Loup sözümü kesti; çünkü genç askerlerden biri,gülümseyerek beni gösterip, "Duroc, tıpatıp Duroc," diyordu.Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum, ama bu utangaççehredeki ifadenin iyi niyetliden de öte olduğunuhissediyordum. Ben konuşurken, diğerlerinin tasdiki Saint-Loup'ya fazla geliyor, tam bir sessizlik istiyordu. Birisi gürültüettiğinde batonunu vurarak müzisyenleri susturan bir orkestraşefi gibi, bozguncuyu azarladı: "Gibergue," dedi, "konuşulurkensessiz olun. Sonra söylersiniz söyleyeceğinizi. Hadi, devam edin,"dedi bana.

Ben rahat bir nefes aldım; en baştan başlatacağındankorkmuştum çünkü.

"Düşüncenin," diye devam ettim, "insanların çıkarlarına birkatkısı olamayacağı ve onların avantajlarından dayararlanamayacağı için, aynı düşünceyi paylaşan insanlar,çıkardan etkilenmezler."

"Şaşırıp kaldınız, değil mi çocuklar?" diye haykırdı Saint-Loup,ben sözümü bitirince; konuştuğum sırada ip üstündeyürüyormuşum gibi kaygılı bir dikkatle gözlerini bendenayırmamıştı. "Neydi söylemek istediğiniz Gibergue?"

"Beyefendinin bana komutan Duroc'u çok hatırlattığınısöylüyordum. Onu duyar gibiydim adeta."

"Ben de bunu çok düşündüm," dedi Saint-Loup; "çok benzerlik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

116

var aralarında, ama göreceksiniz, Duroc'ta olmayan yüzlerce şeyvardır onda."

Nasıl ki Saint-Loup'nun bu arkadaşının, Schola Cantorumöğrencisi ağabeyi, bütün yeni müzik eserleri hakkında babasının,annesinin, kuzenlerinin, kulüpten arkadaşlarının düşüncelerinekatiyen katılmayıp, tıpatıp Schola'nın diğer öğrencileri gibidüşünüyorsa, bu soylu astsubay da (ondan Bloch'a sözettiğimde,onunla ilgili olağanüstü bir düşünce edindi, çünkü kendisiyleaynı partiden olduğunu öğrenince duygulanmakla birlikte,kendisinden son derece farklı aristokrat kökeni, dinî ve askerîeğitimi yüzünden, onu uzak bir ülkenin yerlisi gibi büyüleyicibuluyordu) genelde bütün Dreyfus taraftarlarıyla, özelde deBloch'la, benzer bir "zihniyet"e sahipti yeni deyişle ve buzihniyetin üzerinde aile geleneklerinin ve mesleki çıkarlarınınhiçbir etkisi olamazdı. Aynı şekilde Saint-Loup'nun bir kuzeni de,genç bir doğulu prensesle evlenmişti; prensesin Victor Hugokadar, Alfred de Vigny kadar güzel şiirler yazdığı söyleniyor, bunarağmen, kavranması mümkün olmayan bir düşünce biçimine,Binbir Gece Masalları'ndaki bir saraya hapsolmuş bir doğuluprenses anlayışına sahip olduğu varsayılıyordu. Onayaklaşabilme imtiyazını elde eden yazarları bir hayal kırıklığı, dahadoğrusu bir mutluluk bekliyordu: Konuşması Şehrazad'ı değil,Alfred de Vigny veya Victor Hugo gibi bir dâhiyi çağrıştırıyordu.

Bu genç adamla, aslında Robert'in diğer arkadaşları ve Robert'inkendisiyle de olduğu gibi, özellikle karargâh, garnizondakisubaylar ve genelde ordu hakkında konuşmaktanhoşlanıyordum. Ortasında yemek yediğimiz, sohbet ettiğimiz,gerçek hayatımızı sürdürdüğümüz şeyleri, ne kadar küçükolurlarsa olsunlar, biz aşırı büyütülmüş bir ölçekte görürüz;onların böyle şişirilmesi sonucu, bu dünyada bulunmayan diğerşeyler onlarla mücadele edemez ve onlara kıyasla bir hayal kadar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

117

güçsüzleşir; ben de bu sayede karargâhtaki çeşitli şahsiyetlerle,Saint-Loup'yu ziyarete gittiğimde avluda veya sabah uyanıksam,alay penceremin altından geçerken gördüğüm subaylarlailgilenmeye başlamıştım. Saint-Loup'nun hayran olduğu okomutanla ve "estetik olarak bile" bayılacağım askerlik tarihidersiyle ilgili ayrıntılı bilgi edinmeyi istiyordum. Robert'ingevezeliğinin çoğu kez biraz kof olduğunu, ama bazen de gayetiyi kavrayabildiği derin fikirleri özümsemesindenkaynaklandığını biliyordum. Ne yazık ki ordu konusundaRobert'in kafası, o sırada özellikle Dreyfus Davası'yla meşguldü.

Bu konuda pek fazla konuşmuyordu; çünkü masadaki tekDreyfus taraftarıydı; diğerleri davanın yeniden görülmesineşiddetle karşıydılar; sofrada yanımda oturan yeni arkadaşım hariç–ki onun da fikirleri epeyce değişken görünüyordu. Yeniarkadaşım, üstün nitelikli bir subay olarak tanınan ve Dreyfusaleyhtarı olarak bilinmesine yol açan çeşitli günlük emirlerindeorduya karşı kıpırdanmaları karalamış olan albayın inançlı birhayranıydı ve komutanın, Dreyfus'ün suçluluğu konusundaşüpheleri olduğunu ve Picquart'a hâlâ saygı duyduğunudüşündürecek bazı sözleri ağzından kaçırdığını öğrenmişti. Enazından Picquart konusunda albayın göreli Dreyfus taraftarlığısöylentisi temelsizdi; her büyük dava konusunda oluşan venereden çıktığı belli olmayan bütün söylentiler gibi. Çünkü kısabir süre sonra aynı albay, eski istihbarat dairesi başkanınısorgulamakla görevlendirildiğinde, kendisine o güne kadargörülmemiş bir kabalık ve hoşgörüyle muamele etti. Ne olursaolsun, albaydan doğrudan bilgi edinmeyi göze alamayacağı halde,yeni arkadaşım Saint-Loup'ya nezaket göstermiş ve albayın,zannedildiği gibi fanatik, dar görüşlü bir Dreyfus aleyhtarı –enazından bir anlamda– olmadığını söylemişti; Katolik bir hanımın,Yahudi bir hanıma, papazının Rusya'daki Yahudi katliamınıkınadığını ve bazı Yahudiler'in cömertliğine hayran olduğunu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

118

bildirirken kullandığı ses tonuyla."Bu beni şaşırtmadı," dedi Saint-Loup; "zeki bir adam çünkü.

Ama her şeye rağmen doğuştan sahip olduğu önyargılar veözellikle de kilise yanlılığı, basiretini bağlıyor." Sonra bana döndü:"Oysa komutan Duroc, sana sözünü ettiğim askerlik tarihihocası, fikirlerimizi sonuna kadar destekliyormuş. Zaten tersiolsa çok şaşırırdım; çünkü üstün bir zekâya sahip olmaklakalmayıp radikal sosyalist ve masondur."

Hem Saint-Loup Dreyfus taraftarı inançlarını açıkçabelirttiğinde sıkıntılı anlar yaşayan arkadaşlarına kibarlık olsundiye, hem de geri kalanıyla daha çok ilgilendiğimden, yeniarkadaşıma, bu komutanın askerlik tarihini gerçekten estetikgüzellikte bir ispat haline mi getirdiğini sordum.

"Kesinlikle öyle.""Peki ama bununla neyi kastediyorsunuz?""Mesela, sanırım askerî bir anlatıcının metninde okuduğunuz

her şey, en küçük olgular, en küçük olaylar, hep bunlardançıkarılması gereken bir fikrin işaretleridir; bu fikir de çoğu kezbaşka fikirleri gizler; silinen yazıların üstüne yazılan yazılar gibi.Dolayısıyla, herhangi bir bilim veya sanat kadar düşünsel birbütündür ve zihni tatmin eder."

"Örnek verir misiniz? Sizi sıkmıyorum ya?""Öyle hemen anlatmak zor," diye araya girdi Saint-Loup.

"Mesela filanca birliğin bir harekâtını okurken... Daha ileri bilegitmeye lüzum yok, birliğin adı, terkibi dahi bir anlam taşır.Harekât ilk defa denenmiyor ve aynı harekâtta başka bir birlikortaya çıkıyorsa, bu, daha önceki birliklerin sözkonusu harekâttayok oldukları veya ağır kayıplara uğradıkları ve harekâtı başarıylayürütecek durumda olmadıkları anlamına gelebilir. Öte yandan,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

119

yok edilen birliğin nasıl bir birlik olduğunu araştırmak gerekir;eğer güçlü saldırılar için ayrılmış vurucu bir birlikse, onunbaşaramadığı şeyi daha düşük nitelikli yeni bir birliğin başarmaihtimali zayıftır. Ayrıca bir savaşın başında değilse, bu yeni birlikşuradan buradan toplanmış olabilir; bu da, savaşan ülkenin halensahip olduğu güç hakkında, düşmanın gücünden daha zayıfolacağı ânın ne kadar yakın olduğu hakkında bazı ipuçlarıverebilir; bu ipuçları da, birliğin girişeceği harekâtın kendisinefarklı bir anlam yükleyecektir; çünkü artık kayıplarını telafiedecek durumda değilse, başarıları onu aritmetik olarak nihaiyıkıma doğru götürecektir. Öte yandan, karşısındaki birliğinsayısı da daha az anlamlı değildir. Mesela çok daha zayıf birbirimse ve o güne kadar düşmanın birçok önemli biriminiharcamışsa, harekâtın niteliği değişir; çünkü savunulanmevzinin kaybıyla sonuçlandığı takdirde, bu mevziyi bir sürekorumuş olmak, eğer çok küçük bir kuvvetle, düşmanın önemlikuvvetleri tahrip edilmişse, büyük bir başarı sayılabilir. Tahminedebileceğin gibi, savaşan birliklerin incelenmesiyle böyle önemlişeyler ortaya çıkıyorsa, mevzinin kendisinin, hâkim olduğuyolların, demiryollarının, koruduğu erzak ve cephaneninincelenmesi daha da önemlidir. Genel coğrafi ahval diyebileceğimşey incelenmelidir," diye ekledi gülerek. (Hattâ bu ifadeden okadar memnun kaldı ki, aylar sonra bile, ne zaman aynı ifadeyikullanacak olsa, hep aynı şekilde güldü.) "Savaşan taraflardanbirinin harekâta hazırlandığı sırada, bir kolunun mevziyakınında, düşman tarafından bozguna uğratıldığını okursan,bundan çıkaracağın sonuçlardan biri, birinci ülkenin, saldırısınıgöğüslemek amacıyla düşmanın yaptığı savunma hazırlıklarıhakkında bilgi edinmeye çalıştığıdır. Bir noktaya yapılan özellikleşiddetli bir saldırı, bu noktayı ele geçirme isteğini ifade edebileceğigibi, düşmanı orada tutmak, onun saldırdığı yerde karşılıkvermemek istendiğini de ifade edebilir, hattâ bir aldatmaca olup,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

120

şiddeti artırarak bu bölgedeki birliklerin örneklenmesini gizlemekistendiği anlamına da gelebilir. (Napoleon'un savaşlarında klasikbir aldatmacadır bu.) Öte yandan, bir tatbikatın anlamını,muhtemel hedefini ve buna göre beraberinde veya ardındanhangi başka tatbikatların geleceğini anlamak için, bu konudakomutanlığın bildirdiği ve düşmanı yanıltmak, olası bir yenilgiyiörtmek amacıyla söylenmiş olabilecek şeylerden çok, ülkeninaskerî yönetmeliklerini incelemek, önemlidir. Bir ordunungiriştiği tatbikatın, yürürlükteki yönetmeliğin benzer koşullardabuyurduğu tatbikat olduğunu daima varsayabiliriz. Meselayönetmelik cepheden bir saldırının kanattan bir saldırıyladesteklenmesini buyuruyorsa ve bu ikinci saldırı başarısızlığauğramış ve komutanlık ikinci saldırının birinciyle bağlantısıolmadığını, sadece bir şaşırtma hareketi olduğunu ilerisürüyorsa, gerçeğin komutanlığın söylediklerinde değil,yönetmelikte aranması gerekebilir. Her ordununyönetmeliklerinin yanısıra, gelenekleri, alışkanlıkları vedoktrinleri de vardır. Askerî mücadele üzerinde sürekli etki veyatepki halinde bulunan diplomatik mücadelenin incelenmesi deihmal edilmemelidir. Görünürde önemsiz, o sırada yanlışanlaşılmış olaylar, düşmanın, bu olayların yoksun kaldığını eleverdiği bir yardıma güvenerek, aslında stratejik eyleminin sadecebir bölümünü gerçekleştirmiş olduğunu açıklayabilir. Yaniaskerlik tarihini nasıl okuyacağını bilirsen, sıradan okur içinkarmakarışık olan bir metin, mantıklı bir gelişim izler; tıpkı şaşkınmüze ziyaretçisi belirsiz renklerle serseme döner, migren ağrılarıçekerken, resimdeki kişinin üstündeki kıyafete, elinde netuttuğuna bakmayı bilen meraklı için son derece mantıklı olan birtablo gibi. Ama tıpkı bazı tablolarda, resmedilen kişinin elinde birkadeh tuttuğunu farketmenin yeterli olmadığı, ressamın elineniçin bir kadeh tutuşturduğunu, neyi simgelemek istediğinibilmek gerektiği gibi, askerî harekâtlar da, doğrudan hedeflerinin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

121

dışında, savaşı yöneten generalin zihninde, genellikle daha eskisavaşlar örnek alınarak düzenlenmiştir; bunlar yeni savaşların biranlamda geçmişi, kütüphanesi, bilgi hâzinesi, etimolojisi,aristokrat sınıfıdır. Dikkat edersen şu anda savaşların yerel, nasıldesem, mekâna ait kimliğinden sözetmiyorum. Bu da önemlidir.Bir savaş alanı, yüzyıllar boyunca tek bir savaşın alanı olmamıştır,olmayacaktır. Savaş alanı olmuşsa, demek ki iyi bir savaş alanıolmasını sağlayan belirli coğrafi, jeolojik koşulları, hattâ düşmanıengelleyecek kusurları (mesela araziyi ikiye bölen bir nehir) içindebarındırmaktadır. Bu yüzden savaş alanı olmuştur ve olacaktır da.Herhangi bir oda resim atölyesi olmaz; herhangi bir yer de savaşalam olmaz. Bazı yerlerin kaderi savaş alanı olmaktır. Neyse,aslında ben bundan değil, taklit edilen çarpışma türlerindensözediyordum; bir bakıma stratejik kalıplar, taktik kopyalar: Ulm,Lodi, Leipzig, Cannae çarpışmaları. Bundan sonra savaşlar olurmu, hangi milletler arasında olur, bilemiyorum, ama olursa, birCannae'nin, bir Austerlitz'in, bir Rosbach'ın, bir YVaterloo'nun vedaha nicelerinin (üstelik komutan tarafından bilinçli olarak)tekrarlanacağından hiç şüphen olmasın. Bazıları bunu açıkçasöylemekten hiç çekinmezler. Mareşal Schlieffen ve GeneralFalkenhausen, önceden Fransa'ya karşı bir Cannae Çarpışmasıhazırladılar: Hannibal tarzında, düşmanı cephede tutarak ikikanattan, özellikle Belçika'daki sağ kanattan ilerleme taktiğiyle;buna karşılık Bemhardi, Büyük Friedrich'in eğik düzenim,Cannae'den ziyade Leuthen'i tercih etti. Bazılarıysa görüşlerini bukadar açıkça ortaya koymazlar; ama şundan emin olabilirsin kidostum, Beauconseil, seni geçen gün tanıştırdığım bölükkomutanı (çok da parlak bir geleceği olan bir subaydır), Pratzensaldırısını gayet güzel çalışmıştır, bütün ayrıntılarıyla bilir, birkenarda hazır tutmaktadır ve bir gün uygulama fırsatı çıkarsafırsatı kaçırmayacak, eksiksiz bir örneğini sunacaktır bize.Rivoli'deki merkezin çökertilmesi mesela; bundan sonra savaş

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

122

olursa mutlaka tekrarlanacaktır. O da, Ilyada gibi zaman aşımınauğramamıştır. Şunu da eklemek istiyorum: 70'teki hataya tekrardüşmemek için cephe saldırılarına neredeyse mahkûmuz;saldırıda, hep saldırıda olmak zorundayız. Bu konuda kafamıkurcalayan bir tek şey var: Bu harikulade doktrine itiraz edenlerinhepsini geri zekâlı bulduğum halde, daha genç hocalarımdan biri,bir dâhi olan Mangin, bunun yerinin, tabii geçici olarak,savunmaya bırakılmasına taraftar. Austerlitz örneğinigösterdiğinde, cevap verirken zor durumda kalıyor insan;Austerlitz'de savunma, saldırının ve zaferin giriş bölümüniteliğindedir."

Saint-Loup'nun bu teorileri beni mutlu ediyordu. Bu teoriler,belki de Doncieres'deki hayatımda, hikâyelerini dinlerken içtiğimşarabın büyüleyici yansımalarıyla parıldayan bu subaylarla ilgiliolarak, Balbec'te kaldığım süre boyunca, şimdi gözümdeneredeyse yok denecek kadar ufalmış olan Okyanusya kral vekraliçesini, dört gurmeden oluşan küçük sosyeteyi, gençkumarbazı, Legrandin'in eniştesini bana dev boyutlardagöstermiş olan büyütmenin kurbanı olmadığımıdüşündürüyordu. Belki bugün hoşuma giden şeye, şimdiyekadar hep olduğu gibi, yarın kayıtsız kalmayacaktım; şu andakibenliğim yakında yok olmaya mahkûm değildi belki; çünküSaint-Loup savaş sanatıyla ilgili sözleriyle, bu birkaç geceyaşadığım ateşli ve geçici tutkuya, askerî hayata ilişkin her şeye,zihinsel ve kalıcı bir temel getiriyordu; bu benim için yeterincebağlayıcıydı ve kendimi aldatmak zorunda kalmadan, oradanayrıldıktan sonra da Doncieres'deki arkadaşlarımın çalışmalarıylailgileneceğimi ve çok geçmeden yanlarına döneceğimidüşündürüyordu bana. Bununla birlikte, bu savaş sanatınıngerçekten, kelimenin her anlamında bir sanat olduğundan iyiceemin olabilmek için, Saint-Loup'ya dedim ki:

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

123

"Söyledikleriniz, pardon, söylediklerin çok ilginç, ama kafamıkurcalayan bir şey var. Askerlik sanatına merak sarabileceğimihissediyorum, ama bunun için diğer sanatlardan o kadar farklıolmadığını, öğrenilen kuralın her şey demek olmadığınıdüşünmem gerekir. Çarpışmaların kopya edildiğini söyledin.Senin dediğin gibi çağımızın bir çarpışmasının altında daha eskibir çarpışmayı görmek, gerçekten de estetik bence; bu fikir nekadar hoşuma gitti, bilemezsin. Peki öyleyse, komutanındehasının hiçbir önemi yok mu? Kuralları uygulamaktan başkabir şey yapmıyor mu gerçekten? Yoksa eşit bilgiye sahip olduklarıhalde, maddi açıdan aynı belirtileri gösteren iki hastalıkvak'asında, küçücük bir şeyden, belki tecrübeden gelen, amayorumlanmış bir şeyden, birinde şunu, diğerinde bunuyapmaları, birinde ameliyat etmeleri, diğerinde ameliyattankaçınmaları gerektiğini hisseden büyük cerrahlar olduğu gibibüyük generaller de var mıdır?"

"Olmaz mı! Napoleon'un, bütün kurallar saldırmasınıgerektirirken saldırmadığı olmuştur; karanlık bir önseziengellemiştir onu. Mesela Austerlitz'i veya 1806'da Lannes'atalimatlarını düşün. Öte yandan bazı generaller, Napoleon'un birtatbikatını körü körüne taklit edip taban tabana zıt sonuçlaravarmışlardır. 1870'te on tane örneği bulunabilir. Düşmanın neyapabileceğinin yorumlanmasında bile, ne yaptığı, çok farklışeyler ifade edebilecek bir belirtidir sadece. Mantık ve bilgiyleyetinirsek, bunların her birinin doğru olma ihtimali eşittir; tıpkıbazı karmaşık durumlarda dünyadaki bütün tıp bilgisinin,görünmeyen tümörün lifli olup olmadığına, ameliyatınyapılması gerekip gerekmediğine karar vermek için yeterliolmayacağı gibi. Büyük bir hekim gibi büyük bir generalin dekararını belirleyen, Mme de Thebes tarzı (ne demek istediğimibiliyorsun) bir önsezi, bir kehanettir. Bir örnek verecek olursak,bir çarpışmanın öncesinde yapılan keşfin ne anlama

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

124

gelebileceğini söylemiştim. Ama on farklı anlama da gelebilir:mesela bir başka yere saldırmak niyetiyle düşmanda bir noktayasaldıracağınız zannını uyandırmak, gerçek harekâtınhazırlıklarını görmesini engelleyecek bir perde germek; düşmanıgerekli oldukları noktadan farklı bir yere birliklerini getirmeye,bağlamaya, sabitlemeye mecbur etmek; düşmanın kuvvetiniölçmek; düşmanı yoklamak; niyetini belli etmeye zorlamak. Hattâbazen bir harekâta akıl almaz sayıda birliğin dahil edilmesi, bununasıl harekât olduğunu kanıtlamaz; çünkü sadece bir şaşırtma bileolsa, bu şaşırtmanın başarılı olup gerçekten aldatabilmesi için,ciddi ciddi gerçekleştirilebilir. Keşke sana Napoleon'un savaşlarınıbu açıdan anlatacak vaktim olsaydı; emin ol ki bu bizimincelediğimiz, biz talimde uygularken senin utanmadan eğlenceolsun diye, gezinirken seyredeceğin (hasta olduğunu biliyorum,özür dilerim!) o basit klasik manevraların ardında, bir savaşta,genelkurmayın dikkatini, mantığını ve derin araştırmalarınıhissettiğinde, etkileniyor insan; tıpkı maddi bir ışık olan, amagemilere tehlikeyi işaret etmek için boşluğu tarayan, zihindenyayılan bir fenerin basit ışıkları karşısında etkilendiğimiz gibi.Belki de sana sadece savaş edebiyatından sözetmekle hataediyorum. Gerçekte, nasıl ki toprağın bileşimi, rüzgârın ve ışığınyönü, bir ağacın ne tarafa doğru uzayacağım belirlerse, bir savaşınhangi koşullarda yapıldığı, tatbikatın yapıldığı ülkenin özellikleride, generalin seçebileceği planlan bir bakıma belirler ve sınırlar.Öyle ki, sıradağlar boyunca, bir vadiler havzasında, kimi ovalarda,orduların yürüyüşü, neredeyse çığların zorunluluğu ve görkemligüzelliğiyle öngörülebilir."

"Şimdi de komutanın özgürlüğünü, planlarını öğrenmekisteyen düşmanın önsezisini, biraz önce bahşettiğin halde, gerialıyorsun.”

"Hayır, katiyen! Balbec'te birlikte okuduğumuz felsefe kitabını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

125

hatırlasana: gerçek dünyaya kıyasla ihtimaller dünyasınınzenginliği. İşte askerlik sanatı da böyledir! Belirli bir durumda,generalin aralarından seçim yapabileceği dört plandan biriniuygulama zorunluluğu doğmuştur tıpkı bir hastalığın, hekiminhazırlıklı olması gereken değişik biçimlerde gelişebileceği gibi.Üstelik insanoğlunun zayıflığı ve yüceliği de ayrıca belirsizlikkaynağıdır. Diyelim ki birtakım olağan nedenler (meselaulaşılmak istenen yan hedefler, fazla zaman olmaması, askersayısının azlığı, levazım kıtlığı), generalin, bu dört planarasından, diğerleri kadar kusursuz olmayan, ama daha azmasraflı, daha hızlı ve arazisi de, ordusunu besleyebilecek dahazengin bir ülke olan birinci planı tercih etmesine yol açtı.Mümkündür ki bu planı uygulamaya başlar; başlangıçta kararsızolan düşman kısa sürede niyetini anlayacaktır; karşısına çokbüyük engeller çıkar ve başarılı olamaz –buna insanoğlununzayıflığından doğan talih diyorum–; bu plandan vazgeçer veikinci, üçüncü veya dördüncü planı dener. Ama yinemümkündür ki, birinci planı sadece bir şaşırtma olarakdenemiştir –buna da insanoğlunun yüceliği diyorum–; düşmanısaldırıya uğrayacağını hiç ummadığı bir yerde gafil avlayacakşekilde sabitlemeyi amaçlamıştır. Mack, Ulm'da bu şekilde,düşmanı batıdan beklerken, hiç kaygılanmadığı kuzeydençevrildi. Aslında bu çok iyi bir örnek değil. Ulm kadar iyi birkuşatma savaşı örneğini gelecekte göremeyeceğiz; çünkü Ulmgenerallerin örnek alacakları klasik bir kalıp değildir sadece; birbakıma zorunlu bir biçimdir (başka seçenekler arasındazorunludur, yani çeşitlilik de vardır); adeta bir tür kristalleşmedir.Ama bütün bunlar bir şey demek değil; çünkü nihayet yapayçerçeveler. Tekrar bizim felsefe kitabına döneceğim; mantıkilkeleri, bilimsel yasalar gibidir bu da; gerçeklik onlara uyar, aşağıyukarı; ama unutma ki büyük matematikçi Poincare matematikbiliminin kesin doğruluğundan şüphe ediyor. Sana sözünü

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

126

ettiğim yönetmelikler de, netice itibarıyla tali bir önem taşır;ayrıca zaman zaman değişirler. Mesela biz süvariler, 1895'tebasılan Sahra Hizmeti'ne göre yaşıyoruz; halbuki zaman aşımınauğradı; çünkü süvari savaşının tek etkisinin, saldırının düşmanıkorkutması gibi manevi bir etki olduğunu ileri süren eski vegeçersiz doktrine dayanıyor. Oysa en akıllı hocalarımız, süvarisınıfının en nitelikli üyeleri, özellikle de sana sözünü ettiğimkomutan, aksine, sonucun kılıç ve mızrakla dövüşerek, kim dahadayanıklıysa, sadece manevi olarak, korkutarak değil, maddiolarak da üstün geleceği göğüs göğüse bir çarpışmaylaalınabileceğini düşünüyorlar."

"Saint-Loup haklı; bir sonraki Sahra Hizmetinde bu gelişmeninizlerini görebiliriz," dedi yeni arkadaşım.

"Onaylaman iyi oldu; çünkü senin fikirlerin arkadaşımıbenimkilerden daha çok etkiliyor görünüşe bakılırsa," dedi Saint-

Loup gülerek; belki arkadaşıyla aramda doğan yakınlıkkendisini biraz rahatsız ettiğinden, belki de böyle resmenbelirterek benimsediğini göstermenin kibarlık olacağınıdüşündüğünden. "Ayrıca yönetmeliklerin önemini azımsamış daolabilirim. Evet, yönetmelikler değişir. Ama değişinceye kadaraskerî duruma, savaş ve yığmak planlarına hükmederler. Eğeryönetmelikler yanlış bir stratejik anlayışı yansıtıyorlarsa,yenilginin ana kaynağı olabilirler. Bütün bunlar sana göre fazlateknik," dedi bana. "Aslında şundan emin olabilirsin: Savaşsanatının gelişimini en çok hızlandıran şey, savaşların kendisidir.Bir savaş biraz uzun sürerse, savaş esnasında taraflardan birinin,düşmanın başarı ve hatalarından çıkardığı derslerdenyararlandığını, düşmanın yöntemlerini mükemmelleştirdiğini,bu arada düşmanın da aşama kaydettiğini görürüz. Ama bütünbunlar geçmişte kaldı. Topçu kuvvetindeki müthişilerlemelerden sonra, gelecekteki savaşlar –eğer hâlâ savaş olursa–

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

127

o kadar kısa sürecek ki, daha bu dersten bir yarar sağlamayıdüşünemeden barış imzalanmış olacak."

"Bu kadar alıngan olma, " dedim Saint-Loup'ya, son sözlerindenönce söylediklerine karşılık olarak. "Seni can kulağıyla dinledim!"

"Alınmayıp izin verirsen," dedi Saint-Loup'nun arkadaşı,"söylediklerine bir şey eklemek istiyorum: Savaşlarıntekrarlanmasının, üst üste binmesinin tek sebebi komutanındüşüncesi değildir. Komutanın bir hatası (mesela düşmanıngücü konusunda düşük tahminde bulunmuş olması)birliklerinden aşırı fedakârlıklar istemesine yol açabilir; bazıbirlikler, bu istenenleri öyle bir feragatle yerine getirirler ki,onların oynadığı rol, filanca savaşta filanca birliğin oynadığı rolebenzer ve bunlar tarihe birbirinin yerini tutabilecek örneklerolarak geçer: 1870'e bağlı kalacak olursak, Saint-Privat'da Prusyamuhafız birliği, Froeschviller ve VVissembourg'da Cezayirli yerliaskerler."

"Birbirinin yerini tutabilecek, çok doğru! Harika! Çok zekisin,"dedi Saint-Loup.

Bu son örnekler de, özelden yola çıkarak geneli anlattıklarındahep olduğu gibi, ilgimi çekiyordu. Ama beni asıl ilgilendiren,komutanın dehasıydı; bu dehanın ne olduğunu, belirli birdurumda, dâhi olmayan bir komutan düşmana direnemezkendâhi komutanın kötüye giden savaşı lehine çevirmek için neyapacağını öğrenmek istiyordum; Saint-Loup'nun dediğinebakılırsa, bu çok mümkündü ve Napoleon tarafından birçok kezgerçekleştirilmişti. Askerî dehanın ne olduğunu anlayabilmekiçin ismini bildiğim generalleri karşılaştırmalarını istiyor,hangisinin en iyi komutan olduğunu, en fazla taktik yeteneğinesahip olduğunu soruyor, yeni arkadaşlarımı sıkmayı gözealıyordum; onlar bunu en azından belli etmiyorlar, sonsuz birsabır ve iyi niyetle sorularıma cevap veriyorlardı.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

128

Kendimi soyutlanmış hissediyordum; hem uzaklara yayılan,arasıra bulunduğumuz yerde olmanın hazzını artıran bir trendüdüğü veya neyse ki arkadaşlarımın kılıçlarını takıp dönmelerigerekeceği saate henüz uzak olan bir saatin çalındığınıduyduğumuz muazzam ve buz gibi geceden, hem de dışarıdakibütün kaygılardan, neredeyse Mme de Guermantes'inhatırasından; bu soyutlanmayı sağlayan, Saint-Loup'nun ve onakatılan arkadaşlarının iyiliğiydi, bu küçük yemek salonununsıcaklığı, yediğimiz lezzetli, özenle hazırlanmış yemeklerdi.Damağımı olduğu kadar, hayalgücümü de okşuyorlardı; bazenbesinlerin çıkarıldığı, yenmeyen küçük doğa parçası, içinde birkaçdamla tuzlu su kalmış olan pürtüklü istiridye kabuğu veya birüzüm salkımının boğum boğum, yaprakları sararmış dalı, birmanzara şiirselliği ve uzaklığıyla yiyecekleri hâlâ çevreler, yemekboyunca, kâh bir asmanın altındaki öğle uykusunun, kâh birdeniz yolculuğunun hatıralarını canlandırırdı; bazı gecelerse,yemeklerin bu kendilerine has özelliği, aşçıbaşı tarafından, birsanat eseri gibi doğal çerçeveleri içinde sunularak öne çıkarılmışolurdu; beyaz şarap ve baharatlarla pişirilmiş olan bir balık, uzuntoprak bir kapta getirilirdi; mavimsi ot tutamlarının üzerineyerleştirilmiş, bütün halinde, ama canlı canlı kaynar suyaatıldığından eğilip bükülmüş, deniz kabuklan, asalakhayvancıklar, yengeçler, karidesler ve midyelerden oluşan birçemberle çevrili balık, Bernard Palissy'nin bir seramiğinde yeralıyormuş gibi görünürdü.

"Kıskanıyorum, çok kızıyorum," dedi Saint-Loup yan şaka yarıciddi, arkadaşıyla sonu gelmeyen özel sohbetlerimi kastederek."Onu benden daha mı zeki buluyorsunuz? Benden daha çok museviyorsunuz onu? Demek artık ondan başkasını gözünüzgörmüyor?" (Bir kadını aşırı derecede seven ve kadınlara düşkünerkeklerden oluşan bir çevrede yaşayan erkekler, başkalarının okadar masum bulmayıp cüret edemeyecekleri şakaları rahatlıkla

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

129

yaparlar.)Konuşma genel konulara döndükçe, Saint-Loup'nun

kırılmasından korkulduğu için Dreyfus'ten sözetmektenkaçınılıyordu. Bununla birlikte, bir hafta sonra, arkadaşlarındaniki tanesi, böyle askerî bir ortamda yaşayıp bu kadar Dreyfustaraftarı, neredeyse ordu aleyhtarı olmasının tuhaflığınadeğindiler. Ben ayrıntıya girmek istemeyerek, "Çevrenin etkisisanıldığı kadar büyük değil aslında," dedim. Tabii ki buradakesmeyi düşünüyordum; birkaç gün önce Saint-Loup'yaanlattığım fikirleri tekrarlamaya niyetim yoktu. Bununla birlikte,en azından bu cümleyi neredeyse aynı kelimelerle söylemişolduğum için, "Zaten geçen gün de konuşmuştuk..." diyeekleyerek özür dilemek üzereydim. Ne var ki, Robert'in bana vebirkaç başka kişiye olan kibar hayranlığının öbür yüzünü hesabakatmamıştım. Hayranlığı, bu kişilerin fikirlerini o kadarbenimsemesiyle tamamlanıyordu ki, kırk sekiz saat geçtiğinde bufikirlerin kendine ait olmadığını unutmuş oluyordu. Bu yüzdende, benim mütevazı tezimle ilgili olarak, Saint-Loup, sanki bu tezezelden beri onun beyninde yer almış ve ben de onun arazisindeavlanıyormuşum gibi, bana sıcak bir hoşgeldin deyip onaylamasıgerektiğini düşündü.

"Tabii! Çevrenin önemi yoktur."Sözünü kesmemden veya sözlerini anlamamış olmamdan

korkar gibi de, hararetle devam etti:"Asıl etkili olan, entelektüel çevredir! Düşüncesi neyse insan

odur!"İyice hazmetmiş gibi gülümseyerek bir an durdu, monoklünü

düşürdü ve gözlerini birer burgu gibi bana dikerek:"Aynı düşünceyi paylaşan bütün insanlar benzerdir," dedi,

meydan okurcasına. Şüphesiz daha birkaç gün önce, içeriğini

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

130

aksine çok iyi hatırladığı konuşmayı benim yaptığımı hiçhatırlamıyordu.

Saint-Loup'nun restoranına her akşam aynı ruh halindegitmiyordum. Hatıralarımız, kederlerimiz, kendilerini hiçfarkedemeyeceğimiz ölçüde bizi terk edebildikleri gibi, geri dedönerler ve bazen uzun süre kalırlar. Bazı akşamlar, restoranagitmek üzere kentin bir ucundan ötekine yürürken Mme deGuermantes'ı öyle özlerdim ki, nefes almakta güçlük çekerdim;sanki göğsümün bir bölümü usta bir anatomi uzmanı tarafındankesilip çıkarılmış, yerine aynı boyutlarda manevi acı, özlem ve aşkkonmuştu. Dikişler ne kadar başarılı olursa olsun, bir insana olanözlem iç organların yerini aldığında, yaşamak zahmetlidir; özlemsanki organlardan daha fazla yer kaplar, varlığını süreklihissederiz; ayrıca, bedenimizin bir bölümünü düşünmekzorunda olmak, müthiş bir ikilemdir! Ne var ki, sanki bir yandanda değerimiz artar. En küçük bir esinti sıkıntıyla göğsümüzüsıkıştırır ama hoş bir baygınlıkla iç de geçirtir. Gökyüzünebakardım. Hava açıksa, "Belki o da kırdadır, aynı yıldızları o daseyrediyordur," derdim kendi kendime; kimbilir, belki derestorana vardığımda, Robert, "İyi bir haberim var: Yengemdenmektup aldım; seni görmek istiyor, buraya gelecek," diyecekti.Mme de Guermantes'ı sadece gökyüzünde düşünmüyordum.Tatlı bir esinti olsa, bana ondan bir haber getirdiğini sanıyordum;tıpkı bir zamanlar Meseglise'de buğdayların arasında Gilberte'tengetirdiği gibi; çünkü insan değişmez; bir insana atfettiğimizduyguların içinde, onun uyandırdığı, ama ona yabancı,küllenmiş unsurlar büyük yer tutar. Üstelik bir yanımız, daimabu özel duyguları gerçeğe yaklaştırmaya, yani daha genel birduyguyla birleştirmeye çalışır; tek tek insanlar ve bize verdikleriacılar, bütün insanlığın paylaştığı bu duyguya ortak olmamıza birfırsat teşkil eder sadece; benim de üzüntümü biraz hafifleten şey,onun evrensel aşkın küçük bir parçası olduğunu bilmemdi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

131

Şüphesiz, Gilberte'le ilgili olarak veya Combray'de gece annemodamda kalmadığında yaşadığım üzüntülere benzettiğim veBergotte'un bazı sayfalarından hatırladığım şeylerden, çekmekteolduğum ve Mme de Guermantes'a, soğukluğuna ve yokluğuna,bir bilginin kafasında sebeple sonucun birbirine bağlandığıaçıklıkta bağlı olmayan ıstırap içinde, Mme de Guermantes'ın buıstırabın sebebi olmadığı sonucunu çıkarmıyordum. Öyle yaygınfiziksel acılar vardır ki, hasta organın dışındaki bölgelere yayılarakgenişlerler, ama doktor acının tam merkezi olan noktayadokunduğunda, dağılıp tamamen yok olurlar. Oysa daha önce,acının yaygınlığı ona bizim gözümüzde öyle bir belirsizlik vekaçınılmazlık kazandırmıştır ki, bir açıklama bulamadığımız,hattâ yerini bile saptayamadığımız için, tedavisinin imkânsızolduğunu düşünmüşüzdür. Restorana doğru yürürken kendikendime derdim ki: "Mme de Guermantes'ı görmeyeli on dört günoldu." (On dört gün, sadece bana, Mme de Guermantessözkonusu olduğunda dakikaları sayan bana, muazzam bir şeygibi görünüyordu.) Benim için artık yalnız yıldızlar ve rüzgârdeğil, zamanın matematiksel bölünmeleri bile sancılı ve şiirseldi.Artık her gün, kararsız bir tepenin hareketli doruğu gibiydi benimiçin; bir yamacından, unutuşa inebileceğimi hissediyor, öbüryamacından, düşesi görme ihtiyacıyla sürükleniyordum. Bazenbirine, bazen ötekine yaklaşıyordum; sabit bir dengem yoktu. Birgün kendi kendime, "Belki bu akşam bir mektup gelmiştir,"dedim ve yemekte Saint-Loup'ya soracak cesareti buldum:

"Paris'ten hiç haber yok mu?""Var," dedi karamsar bir edayla, "haberler kötü."Kederli olanın kendisi olduğunu ve haberlerin metresinden

geldiğini anlayınca rahat bir nefes aldım. Ama çok geçmeden,bunun bir sonucunun da, Robert'in uzun bir süre beni yengesinegötüremeyeceği olduğunu kavradım.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

132

Metresiyle arasında bir kavga patladığını öğrendim; belkimektuplarda, belki de bir sabah bir trenle gelip onu görerek birsonrakiyle döndüğünde. O güne kadarki bütün kavgaları, bukadar ağır olmasalar bile, hep çözülmesi mümkün değilmiş gibigörünürdü. Çünkü metresi anlaşılmaz sebeplerle aksileşir,tepinir, ağlardı; karanlık bir odaya kapanan, yemeğe gelmeyen,hiçbir soruya cevap vermeyen ve artık söyleyecek laf bulamayıptokat attığınızda hıçkırıklarını iyice yükselten çocuklar gibi.

Saint-Loup bu dargınlık yüzünden müthiş ıstırap çekti; amabu, fazlasıyla basit ve dolayısıyla, bu ıstırap hakkında yanlış birfikir edinilmesine yol açabilecek bir ifade tarzı. Yalnız kaldığında,metresinin kendisini böyle enerjik gördüğünde hissettiğisaygıyla gittiğini düşünmekten başka çaresi yoktu; ilk birkaç saatyaşadığı iç daralmaları, tamiri mümkün olmayan kırgınlıkkarşısında sona erdi; iç daralmasının sona ermesi öyle hoş birşeydir ki, dargınlık, bir kez kesinleştikten sonra, onun gözündebir barışmanın büyüsünden bir şeyler kazandı. Bir müddet sonrakendisine ıstırap vermeye başlayan, ikincil bir acı, ikincil birterslikti; bunlar içindeki hiç bitmeyen kaynaktan fışkırıyor,düşünceleriyle besleniyordu: Metresi belki de yakınlaşmayı arzuediyordu; ondan bir mektup bekliyor olabilirdi pekala; belki buarada, intikam almak için filan gece, filan yerde bir şey yapacaktıve bu şeyin olmaması için, geleceğini haber veren bir telgrafçekmesi yeterliydi; belki onun kaybettiği zamandan başkalarıyararlanıyordu; birkaç gün sonra artık çok geç olacaktı, onubulamayacaktı, serbest olmayacaktı çünkü. Bu ihtimallerhakkında hiçbir bilgisi yoktu; metresinin suskunluğu, sonundaıstırabını öyle azdırdı ki, belki de Doncieres'de gizlenmiş veyaHindistan'a gitmiş olabileceğini bile düşündü.

Sessizliğin bir güç olduğu söylenir; bambaşka bir anlamda,sevilen kişinin emrinde, korkunç bir güçtür. Bekleyenin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

133

sıkıntısını artırır. Bir kişiye yaklaşmaya insanı en fazla davet edenşey, kendisini ondan ayıran şeydir; sessizlikse, aşılması enimkânsız engeldir! Sessizliğin bir işkence olduğu ve hapiste buişkenceye mahkûm edilenleri delirtebildiği de söylenir. Oysasevilen kişinin sessizliğine maruz kalmak, suskunluktan da ağır,en ağır işkencedir! Robert şöyle düşünüyordu: "Ne yapıyor ki hiçsesi soluğu çıkmıyor? Herhalde başkalarıyla aldatıyor beni."Şunları da düşünüyordu: "Ben ne yaptım ki böyle sesi soluğuçıkmıyor? Belki de benden nefret ediyor, hem de temelli." Sonrakendini suçluyordu. Ve böylece sessizlik onu gerçekten de,kıskançlık ve pişmanlıktan delirtiyordu. Zatenhapishanedekinden daha zalim olan bu sessizliğin kendisi birhapistir. Aradaki boş, ama terk edilenin gözlerinden çıkanışınların geçemediği hava dilimi, şüphesiz manevi, ama aşılmasıimkânsız bir duvardır. Sessizlik en feci ışıklandırmadır; bizeuzaktaki sevgiliyi bir değil, bin gösterir, her biri de bir başkaihanette bulunmaktadır. Bazen ani bir gevşeklik içinde Robertsessizliğin birazdan sona ereceğini, beklediği mektubungeleceğini zannederdi. Mektubu görürdü, gelmekte olduğunugörürdü; her sese kulak kabartırdı, susuzluğunu gidermişolurdu; "Mektup! Mektup!" diye mırıldanırdı. Bu şekilde hayalî birsevgi vahası görür gibi olduktan sonra, kendini yine sonsuzsessizliğin gerçek çölünde yerinde sayar halde bulurdu.

Sevgilisinden kopuşun bütün acılarını, birini bile atlamadan,önceden çekiyor, bazı anlardaysa, bu kopuşu engelleyebileceğinidüşünüyordu; bütün işlerini gerçekleşmeyecek olan bir sürgünegöre ayarlayan, ertesi gün nerede yer alacağını bilmeyendüşünceleri, bir hastanın, bedeninden söküldükten sonraatmaya devam eden kalbi gibi, bir süre kendilerinden kopukolarak hareket eden insanlara benziyordu. Ne olursa olsun,savaştan sağ dönülebileceği inancının ölüme meydan okumayayardımcı olması gibi, metresinin döneceği umudu da Saint-

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

134

Loup'ya küslüğe dayanma gücü veriyordu. Alışkanlık, insandayeşeren bitkiler arasında yaşamak için besleyici toprağa en azihtiyaç göstereni ve görünürde en ıssız kayanın üstünde ilkortaya çıkanı olduğu için, belki küslüğü, başlangıçta yalandansürdürerek sonunda gerçekten alışkanlık haline getirebilirdi. Nevar ki belirsizlik, bu kadının hatırasıyla birleşince aşka benzeyenbir ruh halini devam ettiriyordu Saint-Loup'da. Bununla birlikte,mektup yazmamaya zorluyordu kendini, (belki metresiyle belirlikoşullarda yaşamanın, onsuz yaşamaktan daha zalim bir işkenceolduğunu veya son görüşmelerinin ardından metresininkendisine beslediğini sandığı, aşk olmasa da en azından takdir vesaygıyı korumak için onun özür dilemesini beklemesi gerektiğinidüşünüyordu). Doncieres'e yeni bağlanan telefonla metresininyanına yerleştirdiği oda hizmetçisine haber sormak veya talimatvermekle yetiniyordu. Aslında bu telefon konuşmaları zahmetlioluyor ve daha fazla zamanını alıyordu; çünkü Robert'in metresi,edebiyatçı dostlarının başkentin çirkinliği konusundaki fikirleridoğrultusunda, ama daha çok da hayvanlarını, köpeklerini,maymununu, kanaryalarını ve Paris'teki ev sahibinin çığlıklarınaartık tahammül edemediği papağanını düşünerek, Versaillesyakınlarında küçük bir villa kiralamıştı. Bu arada Robert'inDoncieres'de geceleri gözüne bir an uyku girmiyordu. Birkeresinde benim odamda yorgunluğa yenik düşüp birazuyukladı. Ama ansızın konuşmaya başladı; koşmak, bir şeyiengellemek istiyor, "Sesini duyuyorum, siz nasıl... siz nasıl..."diyordu. Sonra uyandı. Rüyasında astsubay kıdemli çavuşunsayfiyedeki evindeymiş. Adam onu evin bir bölümünden uzaktutmaya çalışıyormuş. Saint-Loup, metresini çok arzuladığınıbildiği çok zengin ve çok ahlâksız bir teğmenin, kıdemli çavuşunevinde olduğunu tahmin etmiş. Sonra birdenbire, metresinin hazânında attığı kesik, düzenli çığlıkları çok net olarak işitmişrüyasında. Kendisini o odaya götürsün diye kıdemli çavuşu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

135

zorlamaya kalkmış. Kıdemli çavuş da gitmesine engel olmak içintutuyormuş onu; öyle münasebetsiz, sinirlenmiş bir havasıvarmış ki, Robert asla unutamayacağını söylüyordu.

"Saçma sapan bir rüya," diye ekledi; hâlâ nefes nefeseydi.Ama bunu izleyen bir saat boyunca, birçok kez metresine

telefon edip barışmayı teklif etmek üzere olduğunu açıkçagördüm. Babamın bir süredir telefonu vardı, ama bunun Saint-Loup'ya bir faydası olur muydu, bilmem. Zaten Saint-Loup'yla, nekadar seçkin ve soylu duyguları olursa olsun metresi arasındaarabuluculuk rolünü annemle babama, hattâ evlerindeki bir aletevermek, bana pek yakışık alırmış gibi gelmiyordu. Saint-Loup'nun gördüğü kâbus, zihninden biraz silindi. Dalgın ve sabitbakışlarıyla beni görmeye geldiği o birbirini izleyen, korkunçgünler, benim gözümde Robert'in, tepesinde durup metresininvereceği kararı merak ettiği sert yokuşun harikulade eğrisigibiydi.

Sonunda metresi kendisini affetmesini istedi. Saint-Loup,ayrılığın önlendiğini anladığı anda, barışmayı her bakımdansakıncalı bulmaya başladı. Zaten ıstırabı şimdiden azalmıştı veilişki yeniden başlarsa belki birkaç ay sonra tekrar karşılaşacağı biracıyı da neredeyse kabullenmişti. Tereddüdü uzun sürmedi.Tereddüt etmesinin belki de tek sebebi, metresinekavuşabilmesinin, yani kavuşmasının, nihayet kesinleşmişolmasıydı. Yalnız metresi, sükûnetine tekrar kavuşabilmek için,yılbaşında Paris'e gitmemesini rica ediyordu. Robert ise Paris'egidip de onu görmeme gücünü kendinde bulamıyordu. Öteyandan, metresi onunla birlikte seyahate çıkmaya razı olmuştu,ama bunun için de hatırı sayılır bir izin gerekiyor, YüzbaşıBorodino ise bu izni vermeye yanaşmıyordu.

"Yengeme yapacağımız ziyaretin bu yüzden ertelenecekolmasına da üzüldüm. Ben Paris'e herhalde Paskalya'da

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

136

gideceğim.""O zaman Mme de Guermantes'a gidemeyiz; çünkü ben o sırada

Balbec'te olacağım. Ama hiç önemli değil.""Balbec'te mi? Ama ağustosta gitmiştiniz Balbec'e.""Evet, ama bu yıl sağlığım nedeniyle daha erken gönderecekler."Saint-Loup'nun bütün korkusu, onun anlattıklarından sonra

metresi hakkında yanlış bir yargıya varmamdı. "Böyle haşinolmasının tek sebebi, fazla açık yürekli, duygularında fazlasıyladürüst olması. Ama çok soylu bir insandır. Öyle şiirsel inceliklerivardır ki, tahmin edemezsin! Her yıl Ölüleri Anma Günü'nüBrugge'de geçirir. 'Hoş', değil mi? Bir gün tanışırsanız göreceksin,bir azameti vardır..." Edebiyat çevrelerinde bu kadının etrafındakonuşulan dil Saint-Loup'nun da içine işlemiş olduğundan,eklerdi: "Yıldızlara ait bir şey var onda, hattâ kehanet diyebilirim;ne demek istediğimi anlıyorsundur; neredeyse rahip olan şair."

Yemek boyunca, kendisi Paris'e gelmeden önce Saint-Loup'nunyengesinden beni kabul etmesini istemesine izin verecek birbahane aradım. Bu bahaneyi bana, Elstir'in, Saint-Loup'yla birlikteBalbec'te tanıştığımız büyük ressamın tablolarını görme isteğimsağladı. Ayrıca bu bahanede bir doğruluk payı da vardı; çünküElstir'e yaptığım ziyaretlerde, resminin beni kendisinden dahaüstün şeyleri, gerçek bir buz çözülmesini, bozulmamış bir taşrameydanını, sahilde canlı kadınları, anlamaya ve sevmeyeyöneltmesini beklemiştim (kendisinden en fazla, derinleştirmeyibeceremediğim gerçekliklerin, mesela akdikenlerle dolu bir yolunportresini yapmasını isteyebilirdim; benim için güzelliğinikorusun diye değil, keşfetsin diye); oysa şimdi aksine, arzumukamçılayan, bu resimlerin özgünlüğü, cazibesiydi; özelliklegörmek istediğim, Elstir'in başka tablolarıydı.

Zaten bana onun en değersiz resimleri, ondan daha büyük

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

137

ressamların bile şaheserlerinden bambaşka bir şeymiş gibigeliyordu. Onun eserleri, sınırları aşılması imkânsız, benzersiz birmaddeden, kapalı bir krallık gibiydi. Elstir'le ilgili incelemelerinyer aldığı ender dergileri tek tek toplamış, bu yazılardan, peyzaj venatürmort yapmaya yakın bir tarihte başladığını, en baştamitolojik resimler yaptığını (bunlardan ikisinin fotoğrafınıatölyesinde görmüştüm), sonra da uzun süre Japon sanatındanetkilendiğini öğrenmiştim.

Değişik üsluplardaki en tipik eserlerinden bazıları taşradaydı. Engüzel peyzajlarından birinin bulunduğu, Les Andelys'teki bir ev,bana değirmentaşına harikulade bir vitray yerleştirilmiş birChartres köyü kadar değerli geliyor, o kadar hararetli bir seyahatisteği veriyordu; bu şaheserin sahibine, ana caddenin üstündekizevksiz evinin en dip köşesine bir astrolog gibi kapanmış,dünyanın aynalarından birini, yani bir Elstir tablosunuinceleyen, tabloyu belki binlerce frank karşılığında satın almışolan adama duyduğum yakınlık, önemli bir konuda bizimle aynışekilde düşünen insanlarla bizi kalplerimize, kişiliklerimizevarıncaya kadar birleştiren yakınlıktı. En sevdiğim ressamın üçönemli eseri ise, bu dergilerin birinde belirtildiğine göre, Mme deGuermantes'a aitti. Sonuç olarak Saint-Loup metresininBrugge'ye yapacağı seyahati haber verdiği akşam, yemekte,arkadaşlarının yanında, o anda aklıma gelmiş gibi şunlarısöylerken samimiydim:

"Baksana, izin verirsen, sözünü ettiğimiz hanımla ilgili son birşey söyleyeceğim. Elstir'i hatırlıyor musun, Balbec'te tanıştığımressam?"

"Tabii ki.""Benim ona ne kadar hayran olduğumu hatırlıyor musun?""Çok iyi hatırlıyorum; ona yazdığımız mektubu da

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

138

hatırlıyorum.""İşte, sözkonusu hanımla tanışmak istememin bir sebebi, en

önemlisi değil de, yan sebeplerinden biri... hangi hanımdansözettiğimi anladın, değil mi?"

"Tabii canım! Ne çok parantez açtın!""O hanımın evinde Elstir'in en az bir tane çok güzel resmi var.""Sahi mi? Bilmiyordum.""Elstir Paskalya'da Balbec'te olur herhalde; biliyorsunuz artık

yılın neredeyse tamamını sahilde geçiriyor. Balbec'e gitmedenönce o resmi görmeyi çok isterdim. Yengenizle o kadar içli dışlımısınız bilmem ama, siz Paris'te olmayacağınıza göre, sizolmadan benim gidip resmi görmem için izin isteyebilir miydinizacaba? Beni ustaca methederseniz, ricanızı geri çevirmeyebilirbelki."

"Tamamdır, ben onun adına garanti veriyorum; siz bu işi banabırakın."

"Robert, sizi o kadar çok seviyorum ki!""Beni sevmenize çok memnun oldum, ama bana söz verdiğiniz

ve yapmaya da başladığın gibi sen dersen daha memnunolacağım."

"Umarım sizin gidişinizle ilgili komplolar kurmuyorsunuzdur,"dedi, Robert'in arkadaşlarından biri. "Bakın, Saint-Loup'nun iznegitmesi hiçbir şeyi değiştirmemeli, biz buradayız. Belki sizin için okadar eğlenceli olmaz, ama onun yokluğunu unutturmak içinelimizden geleni yaparız."

Gerçekten de, Robert'in metresinin Brugge'ye tek başınagideceğini zannederken, daha önce itiraz eden YüzbaşıBorodino'nun astsubay Saint-Loup'ya Brugge'ye gitmesi için

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

139

uzun bir izin verdiğini öğrendik. Olay şöyle olmuştu: Gürsaçlarıyla iftihar eden prens, bir zamanlar III. Napoleon'un eskiberberinin çırağı olan, kentin en iyi berberinin devamlımüşterisiydi. Yüzbaşı Borodino'nun berberle arası çok iyiydi;azametli tavırlarına rağmen, halktan insanlara alçakgönüllüdavranırdı. Ne var ki berberin gözünde, hesabını eksiksiz ödeyen,birçok arabası ve binek atı olan Saint-Loup, şampuanlar, saçkesimleri vs. kadar "Portugal", "Eau des Souverains" şişeleri,maşalar, usturalar ve kayışlarla da kabaran, en az beş yıllık,ödenmemiş bir hesabı olan prensten daha yüksek bir mevkideydi.Saint-Loup'nun metresiyle birlikte gidememe meselesiniöğrenince, prens beyaz önlüklerle kıskıvrak bağlanmış, başıarkaya devrilmiş, boğazı bıçakla tehdit edilir haldeyken, heyecanlabu konuyu açtı. Genç bir erkeğin gönül maceralarının hikâyesi,yüzbaşı-prensten Napoleon'vari bir hoşgörü tebessümü kopardı.Ödenmemiş hesabını düşünmüş olması küçük bir ihtimal, amabir dükün tavsiyesi keyfini ne kadar kaçırırsa, berberin tavsiyeside o kadar keyiflendiriyordu kendisini. Daha çenesine sabunsürülmüş haldeyken, izin sözü verilmişti bile; aynı akşam da izniimzaladı. Berbere gelince, sürekli kendini methettiği ve buamaçla, olağanüstü bir yalan yeteneğinin yanısıra tamamenuydurma meziyetler geliştirmiş olduğu halde, bu sefer Saint-Loup'ya gerçekten önemli bir yardımda bulunmuşken, bununlaböbürlenmedi; sanki övüngenlik için yalan şartmış ve yalanagerek yoksa yerini tevazuya bırakırmış gibi, Robert'e bundan birkez olsun sözetmedi.

Robert'in bütün arkadaşları, Doncieres'de kalacağım süreboyunca, ayrıca ne zaman gelirsem geleyim, Robert yoksa, kendiarabalarının, atlarının, evlerinin ve boş saatlerinin emrimdeolacağını söylediler; bu gençlerin sahip oldukları konforu,gençliği ve sağlığı, benim zayıflığımın hizmetine samimiyetlesunduklarını hissediyordum,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

140

"Ayrıca niye her sene gelmiyorsunuz?" diye devam ettiler Saint-Loup'nun arkadaşları, kalmam için uzun ısrarlardan sonra. "Bizimküçük dünyamız hoşunuza gidiyor belli ki! Hattâ garnizondaolan biten her şeyle bir kıdemli kadar ilgileniyorsunuz."

Gerçekten de isimlerini bildiğim çeşitli subayları, kendilerincelayık oldukları takdire göre sıralamalarını hâlâ hevesleistiyordum; tıpkı bir zamanlar kolejde arkadaşlarıma Theâtre-Français oyuncularını sıraya dizdirdiğim gibi. Daima ön sırada yeralan generallerden biri, bir Galliffet ya da bir Negrier konusunda,Saint-Loup'nun bir arkadaşı, "Ama Negrier son derece sıradan birsubaydır," deyip yerine Pau veya Geslin de Bourgogne gibiyepyeni, dokunulmamış, çekici bir isim ortaya attığında, birzamanlar tükenmiş Thiron ve Febvre isimlerini geriyepüskürterek birdenbire bir çiçek gibi açılan, bilinmedik birAmaury'nin yarattığı sevinçli şaşkınlığı duyuyordum."Negrier'den de mi üstün? Hangi açıdan? Bir örnek versenize."Alayın daha alçak dereceli subayları arasında bile çok önemlifarklılıklar bulunmasını istiyor, bu farklılıkların sebebinde, askerîüstünlük denen şeyin özünü kavramayı umuyordum. Hakkındayorumlar duymayı en çok istediğim subaylardan biri, en sık onugördüğüm için, Borodino Prensi'ydi. Ama Saint-Loup da,arkadaşları da, bölüğünün kılık kıyafetinin kusursuz olmasınısağlayan yakışıklı subayın hakkım vermekle birlikte, adamınkendisini sevmiyorlardı. Tabii ki ondan, diğerleriyle ilişkikurmayan ve onların yanında vahşi bir çavuş gibi görünen kimialaydan yetişme, mason subaylardan sözettikleri gibisözetmiyorlar, ama M. de Borodino'yu diğer soylu subaylararasına katmıyorlardı; doğruyu söylemek gerekirse, yüzbaşı,Saint-Loup konusunda bile, diğerlerinden çok farklı bir tavırsergiliyordu. Onlar, Robert'in sadece astsubay olmasındanyararlanarak, dolayısıyla nüfuzlu ailesinin, başka koşullardaküçümseyeceği bir komutanın evine Robert'in davet edilmesine

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

141

sevineceği umuduyla, sofralarında genç bir astsubay çavuşayararlı olabilecek bir kodaman olduğunda, Saint-Loup'yu da davetetme fırsatını kaçırmazlardı. Bir tek Yüzbaşı Borodino'nun,Robert'le ilişkisi iş ilişkisi sınırları içindeydi, kaldı ki bu damükemmeldi. Bunun sebebi, dedesi, Napoleon tarafındanmareşalliğe getirilmiş ve prens-dük unvanı verilmiş ve ardındanyaptığı evlilikle imparatorun ailesine katılmış olan, babasıysa, III.Napoleon'un bir kuziniyle evlenmiş ve hükümet darbesindensonra iki kere bakanlık yapmış olan prensin, bütün bunlararağmen, Saint-Loup'nun ve Guermantes sosyetesinin gözündefazla değeri olmadığım hissetmesiydi; öte yandan, prens buçevrenin bakış açısını paylaşmadığından, onlar da prensingözünde pek önemli değildi. Saint-Loup'nun gözünde –Hohenzollern'lerle akraba olan– kendisinin gerçek bir soylu değil,bir çiftçi torunu olduğunu tahmin ediyor, buna karşılık kendiside Saint Loup'yu, kontluğu Napoleon tarafından onaylanmış –bunlara Saint-Germain muhitinde tasdikli kontlar denirdi– veimparatordan bir valilik, ardından da, devlet bakanı, "Monsenyör"diye hitap edilen, hükümdarın yeğeni olan Altes BorodinoPrensi'nin emrinde bir başka düşük görev talep etmiş bir adamınoğlu olarak görüyordu.

Belki Borodino, hükümdarın yeğeninden de öteydi. İlkBorodino Prensesi'nin, uğruna Elba Adası'na gittiği I.Napoleon'dan, İkincisinin de III. Napoleon'dan lütuflarınıesirgemedikleri söylenir. Yüzbaşının soğukkanlı çehresinde I.Napoleon'un, doğal yüz hatlarını olmasa bile, maskesinin hesaplıazametini bulmak mümkündü; öte yandan, özellikle hüzün veiyilik dolu bakışlarında, sarkık bıyıklarında III. Napoleon'uandıran bir şey de vardı; üstelik öyle çarpıcı bir benzerlikti ki bu,Sedan yenilgisinden sonra imparatorun birliklerine katılmakistediğinde, Bismarck'la görüşüp talebi reddedildikten sonra,gitmeye hazırlanırken, Bismarck tesadüfen delikanlının yüzüne

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

142

bakmış, bu benzerliği görünce birden heyecanlanıp fikirdeğiştirerek genç gönüllüyü çağırmış ve herkesinkini geriçevirdiği gibi geri çevirdiği isteğini yerine getirmişti.

Borodino Prensi, Saint-Loup'ya ve alaydaki diğer Saint-Germainsosyetesi üyelerine yaklaşmak için hiçbir şey yapmıyordu (oysasoylu olmayan, hoş adamlar olan iki teğmeni sık sık evine davetederdi); çünkü hepsine bir imparatora yakışır şekilde tepedenbakıyor ve astları arasında şöyle bir ayrım yapıyordu: bazıları, astolduklarını bilirlerdi ve ihtişamlı görünüşünün altında sade veneşeli bir adam yattığından, bunlarla görüşmeye bayılıyordu;diğerleriyse, kendilerini üstün zannederlerdi ki, bunatahammülü yoktu. İşte bu yüzden, alaydaki diğer bütün subaylarSaint-Loup'yu el üstünde tutarken, Borodino Prensi, kendisineMareşal X... tarafından tavsiye edilen (ve zaten örnek bir askerolan) Robert'e görev dahilinde kibar davranmakla yetiniyor, aslaevinde ağırlamıyordu; yalnız bir tek kere, özel bir durumda, adetadavet etmek zorunda kalmış, bu da benim orada olduğumdöneme rastladığından, beni de yanında getirmesini söylemişti.O gece Saint-Loup'yu yüzbaşının masasında gördüğümde, herbirinin tavırlarında ve şıklığında bile, bu iki aristokrasi, eskisoylularla Birinci İmparatorluk soyluları arasındaki farkı kolaycaseçebildim. Saint-Loup, ait olduğu sınıfın kusurlarını, zekâsıylane kadar reddetse de, kanında taşıyordu; en azından bir asırdanberi, gerçek bir yetkisi olmayan bu sınıfın gözünde, aldığıeğitimin bir parçası olan koruyucu kibarlık, binicilik veya eskrimgibi, ciddi bir amaç değil, eğlence olarak uğraşılan bir faaliyettir;işte bu yüzden, bu soylular sınıfının, teklifsizliğiyle gönlünüokşadığını, aldırışsızlığıyla şereflendirdiğini zannedecek kadarhakir gördüğü burjuvalarla karşılaştığında, Saint-Loup, kendisinetanıştırılan, ismini belki duymadığı her burjuvayla dostça elsıkışır, sohbet eder (bir yandan son derece rahat bir tavırla,ayağını tutarak sürekli bacak bacak üstüne atar, indirir, tekrar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

143

atar, arkaya doğru kaykılırdı) ve kendisine "azizim" diye hitapederdi. Oysa Borodino Prensi, aksine, şan ve şeref doluhizmetlerinin mükâfatı olan ve çok sayıda insana emredilen,insanları tanımayı gerektiren yüksek düzeydeki görevlerihatırlatan, babadan oğula geçen zengin mülklerle donanmış,unvanları anlamını hâlâ koruyan bir soylular sınıfındandı ve –belirgin bir biçimde, kendi bilincinde net olarak değilse bile, enazından tavır ve davranışlarıyla bunu ortaya koyan bedeniyle–sınıfını somut bir imtiyaz kabul ediyordu; Saint-Loup'nunomzunu tutup koluna gireceği burjuvalara Borodino Prensi,azametli bir nezaket gösterir, doğasında var olan güleryüzlüsaflığı ağırbaşlı bir ihtiyatlılıkla dengeler, hem samimi bir iyiniyetin, hem de kasıtlı bir kibrin izlerini taşıyan bir tondakonuşurdu. Bunun bir sebebi, şüphesiz, prensin babasının enyüksek mevkilerde görev yaptığı, Saint-Loup'nundavranışlarının, masadaki dirseğinin, ayağını tutan elinin hoşkarşılanmayacağı saraydan ve önemli büyükelçiliklerden, prensino kadar uzak olmamasıydı; ama daha da önemli bir sebebi, prensinbu burjuvaziyi Saint-Loup kadar hakir görmemesiydi; buburjuvazi, Napoleon'un mareşallerini, soylularını, III.Napoleon'un da bir Fould'yu, bir Rouher'yi çıkardığı, büyük birmadendi.

Şüphesiz, sadece bir bölüğe komutanlık yapan ve imparatoroğlu veya torunu olan M. de Borodino'nun zihninde babasının vededesinin kaygılarının, yönelecek bir nesneleri olmadığından,gerçek anlamda yaşamaya devam etmesi imkânsızdı. Ama nasıl kibir sanatçının zihni, söndükten yıllarca sonra kendi yaptığıheykeli biçimlendirmeye devam ederse, bu kaygılar da prenstecisim bulmuş, somutlaşmış, ete kemiğe bürünmüştü; yüzü bukaygıları yansıtırdı. Sesinde Napoleon'un sertliğiyle bir onbaşıyıazarlar, III. Napoleon'un dalgın hüznüyle sigarasının dumanınıüflerdi. Doncieres sokaklarından sivil kıyafetle geçerken, melon

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

144

şapkasının altından, gözünde çakan bir parıltı, yüzbaşıyıkimliğini gizleyen bir hükümdar halesiyle sarmalardı; astsubaykıdemli çavuşun odasına, ardında adeta Berthier ve Massenavarmış gibi astsubay kıdemli üstçavuş ve levazım astsubayıylagirdiğinde herkes korkudan titrerdi. Bölüğü için pantolon kumaşıseçerken, terzi onbaşıya, Talleyrand'ı bozguna uğratabilecek,İskender'i yanıltabilecek bakışlar fırlatırdı; bazen de, koğuşu teftişederken durur, güzel mavi gözleri dalar, bıyığım burar, adeta yenibir Prusya, yeni bir İtalya inşa eder gibi görünürdü. Ama III.Napoleon'luktan bir anda I. Napoleon'luğa geçer, çantalarıncilalanmamış olduğuna dikkat çeker, askerlerin yemeğini tatmakisterdi. Evinde, özel hayatında da, (mason olmamaları kaydıyla)burjuva subayların karılarına, büyükelçilere layık, kral mavisiSevres porseleninden bir sofra takımı (babasına Napoleontarafından hediye edilmişti ve yüzbaşının oturduğu, GezintiCaddesindeki taşra evinde daha da değerli görünüyordu; tıpkıturistlerin, eşyalarla donatılmış, müreffeh bir çiftlik evi olarakdüzenlenmiş eski bir konağın köy dolabında görmekten özelliklehoşlandıkları nadir porselenler gibi) çıkarmakla kalmaz,Napoleon'un başka armağanlarını da sunardı onlara: soylu vebüyüleyici bir tavır (bazı kişiler için soylu olmak, hayatı boyuncasürgünlerin en haksızına mahkûm olmak anlamına gelmese,davranışları da bir elçilik makamında hayranlık uyandırırdı), rahathareketler, iyi yüreklilik, zarafet ve yine kral mavisi bir mineninaltında şanlı görüntüleri gizleyen gözlerindeki, bakışındakiesrarengiz, aydınlık, yaşayan miras.

Prensin Doncieres'deki burjuva ilişkileri hakkında şunusöylemek gerekir: Yarbay çok güzel piyano çalar, başhekiminkarısı, konservatuarda birincilik ödülü almışçasına güzel şarkısöylerdi. Başhekim ve yarbay, eşleriyle birlikte, haftada bir gün M.de Borodino'nun evinde akşam yemeği yerlerdi. Bu onlar için birşerefti kuşkusuz; yüzbaşının, Paris'e izinli gittiğinde Mme de

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

145

Pourtales'nin, Murat'ların evinde yediğini bilirlerdi çünkü. Amakendi kendilerine, "Basit bir yüzbaşı, bizi evinde ağırlamaktan çokhoşlanıyor. Zaten gerçek bir dost," diyorlardı. Ne var ki uzunsüredir Paris'e daha yakın olabilmek için girişimlerde bulunan M.de Borodino, Beauvais'ye atandığında, evini taşıdı ve Doncieres'intiyatrosuyla genellikle öğle yemeklerini getirttiği küçük restoranıgibi, bu iki müzisyen çifti de tamamen unuttu; sık sık evineyemeğe gelmiş olan yarbay da, başhekim de, hayatları boyuncabir daha kendisinden hiçbir haber almadılar ve buna çok kızdılar.

Bir sabah, Saint-Loup büyükanneme mektup yazıp bendenhaberler verdiğini ve Doncieres'le Paris arasında telefon bağlantısıolduğuna göre, benimle konuşmasını önerdiğini itiraf etti.Kısacası, o gün büyükannem beni telefona çağırtacaktı; Saint-Loup dörde çeyrek kala sularında postanede olmamı tavsiye etti.Telefon kullanımı o dönemde şimdiki kadar yaygın değildi. Bunarağmen, alışkanlık, ilişkide olduğumuz kutsal güçlerin bütünesrarını o kadar kısa zamanda alıp götürür ki, telefon bağlantısıhemen sağlanamayınca, tek düşündüğüm, bunun fazlasıylauzun sürdüğü, hiç de pratik olmadığıydı; neredeyse şikâyettebulunacaktım; artık hepimizin düşündüğü gibi, benim de osırada ani değişimleriyle yeterince hızlı bulmadığım bu işlem,aslında olağanüstü bir peri masalıdır: Konuşmak istediğimizkişinin görünmez olsa da gerçek bir şekilde yanımızdabelirivermesi, birkaç saniyeden fazla zaman almaz; kendimasasından, oturduğu şehirden (büyükannem için bu Paris'ti)hiç kıpırdamadan, bizimkinden başka bir diyarda, belki farklı havakoşullarında, bizim bilmediğimiz, kendisinin bize söyleyeceğişartların ve kaygıların ortasında, birdenbire, bizim keyfimizinemrettiği bir anda, kendisini (ve ayrıca içine gömülü olduğuçevreyi) yüzlerce kilometre uzakta, kulağımızın dibinde bulur. Birbüyücüden dilekte bulunup büyükannesini veya nişanlısını, birkitabın sayfalarını çevirirken, gözyaşı dökerken, çiçek toplarken,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

146

doğaüstü bir aydınlıkta, yanıbaşında, ama bir yandan da çokuzakta, gerçekten bulunduğu yerde gören masal kahramanlarıgibiyizdir. Mucizenin gerçekleşmesi için tek yapacağımız şey,sihirli levhacığa dudaklarımızı yaklaştırmak ve seslenmektir –bazen biraz fazla uzun bir süre, kabul ediyorum her gün sesleriniişitip yüzlerini hiç görmediğimiz, kapılarını kıskançlıklakolladıkları başdöndürücü karanlıklardaki koruyucumeleklerimiz olan Esirgeyici Madonna'lara; yanımızdaolmayanların, görülmelerine izin verilmeden hemen yakınımızdabelirmelerini sağlayan Kadiri Mutlaklara; hiç durmadan sesküplerini dolduran, boşaltan, birbirine aktaran, görünmez âleminDanaos kızlarına; kimsenin bizi işitmediğini umarak birarkadaşımıza bir sırrımızı fısıldadığımız anda, merhametsizce,"Dinliyorum!" diye bağıran alaycı Furia'lara; Esrar'ın daima öfkelihizmetkârları, Görünmeyen'in şüpheci rahibeleri TelefonKızları'na!

Bizim sesimiz çmlar çınlamaz, yalnız kulaklarımızın açılabildiği,hayaletlerle dolu gecede hafif bir sesin –soyut bir sesin, ortadankaldırılan mesafenin sesinin– ardından, sevilen kişinin sesibizimle konuşur.

Konuşan, hemen yanıbaşımızdaki, odur, onun sesidir. Ama nekadar da uzaktır! Kimbilir kaç defa, bu sesi dinlerken yüreğimdaraldı; sanki sesi kulağıma bu kadar yakın olan kişiyi uzunsaatler süren bir yolculuk yapmadan görmenin imkânsızlığıkarşısında, en tatlı yakınlaşmanın görünüşündeki yanıltıcılığı,sevdiğimiz insanlar elimizi uzatsak tutuverecekmişiz gibi geldiğibir anda, aslında onlardan ne kadar uzakta olabileceğimizi, dahaiyi hissediyordum. O kadar yakındaki bu ses, fiilî bir ayrılığıniçinde, gerçek bir mevcudiyet! Ama aynı zamanda ebedî birayrılığın habercisi! Bu ses, kimbilir kaç defa, bu şekilde uzaklardanbenimle konuşan kişiyi görmeden dinlerken, bir kez inildi mi bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

147

daha çıkılmayan derinliklerden haykırıyormuş gibi geldi bana; birgün, bir ses böyle (tek başına, bir daha hiç görmeyeceğim birbedene ait olmadan) gelip kulağıma sonsuza dek yok olmuşdudaklardan çıkarken öpmek isteyeceğim sözleri fısıldayacağızaman içimi kaplayacak olan sıkıntıyı hissettim.

O gün Doncieres'de mucize maalesef gerçekleşmedi. Benpostaneye vardığımda, büyükannem aramıştı bile; kabine girdim;hat meşguldü; herhalde karşısında cevap verecek kimseolmadığım bilmeyen birisi, konuşuyordu; alıcıyı kulağımagötürdüğümde, tahta parçası, Polichinelle gibi konuşmayabaşladı; kukla oyunundaki gibi yerine bırakarak susturdum onu,ama tıpkı Polichinelle gibi, kulağıma yaklaştırdığım anda tekrargevezeliğe başlıyordu. Sonunda, başka çare kalmayınca, alıcıyıkesin olarak yerine takıp son saniyeye kadar gevezeliği sürdürenbu sesli parçanın çırpınmalarını bastırdım ve gidip görevliyibuldum; bana biraz beklememi söyledi; sonra konuştum vebirkaç saniyelik bir sessizlikten sonra, ansızın, çok iyi tanıdığımızannettiğim o sesi duydum; meğer yanılıyormuşum; çünkü ogüne kadar büyükannem benimle her konuştuğunda,söylediklerini, gözlerinin büyük bir yer kapladığı çehresinin açıkpartisyonu üzerinde izlemiştim; oysa sesin kendisini o gün ilkkez duyuyordum. Bu sesin de, bir bütün olduğu ve bana buşekilde tek başına, yüz hatları kendisine eşlik etmeden ulaştığıanda, oranları bana değişmiş gibi geldiğinden, ne kadar tatlı birses olduğunu keşfettim; ayrıca belki de hiç bu derece tatlıolmamıştı; çünkü uzakta ve mutsuz olduğumu hissedenbüyükannem, normal olarak, eğitim prensipleri uyarıncabastırdığı, gizlediği sevgisini kendini tutmadan gösterebileceğinidüşünmüştü. Sesi tatlıydı, ama aynı zamanda üzgündü de; enbaşta tatlılığı yüzünden, herhalde pek az insan sesinin olabildiğikadar, her türlü sertlikten, başkalarına karşı her türlü dirençten,her türlü bencillikten süzülüp arıtılmıştı neredeyse. İncelikten

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

148

öyle hassas bir hale gelmişti ki, her an çatlamaya, bir gözyaşıseline boğulmaya hazırmış gibiydi; bu ses karşımda tekbaşınayken, yüz maskesi olmadan gördüğümde, hayatı boyuncaonu çatlatmış olan kederleri ilk kez farkediyordum.

İçimi parçalayan bu yabancı duygunun tek sebebi, yalnızbaşına olan bu ses miydi? Hayır, bu sesin uzaklığının, bir başkauzaklığın, ilk kez benden ayrı olan büyükannemin uzaklığınınadeta bir simgesi, çağrışımı, doğrudan bir etkisi oluşuydu.Büyükannemin, hayatın olağan akışı içinde sürekli bana verdiğitalimatlar ve koyduğu yasaklar, ona olan sevgimi sıfırlayan itaatetme sıkıntısı veya isyan ateşi, o sırada ortadan kalkmışta, hattâbu gelecekte de devam edebilirdi (çünkü büyükannem artık beniyanında, hâkimiyeti altında istemiyor, Doncieres'de temellikalacağımı, en azından ziyaretimi mümkün olduğuncauzatacağımı umduğunu söylüyor, bunun sağlığım için de,çalışmalarım için de yararlı olabileceğini düşünüyordu); işte buyüzden, kulağıma yaklaştırdığım bu küçük çanın altındaki şey,gün be gün kendisini ezmiş olan muhalif baskılardan kurtulmuşve o andan itibaren karşı koyulmaz hale gelmiş olan, beniayaklandıran, karşılıklı sevgimizdi. Büyükannem, kalmamısöylemekle bende kaygılı ve çılgınca bir geri dönme ihtiyacıyaratmış oldu. Bundan böyle bana bağışladığı ve razı olacağınıdaha önce aklımdan bile geçirmediğim özgürlük, bana birdenonun ölümünden sonraki (benim onu hâlâ seveceğim, onunsabenden temelli vazgeçmiş olacağı zamanki) özgürlüğünolabileceği kadar hüzünlü geldi. "Büyükanne, büyükanne!" diyebağırdım; onu kucaklamak istedim; ne var ki yakınımdaki sadecebu sesti; büyükannem öldükten sonra belki beni ziyaret edecekolan hayalet kadar elle tutulamayan bir hayaletti. "Konuşbenimle," dedim, ama o anda iyice tek başıma kaldım ve sesi artıkduymaz oldum. Büyükannem beni işitmiyordu artık; benimleirtibatı kesilmişti; birbirimizle karşı karşıya, birbirimizi duyabilir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

149

halde değildik artık; ben karanlığın içinde körü körüneseslenmeye devam ediyor, onun da haykırışlarının kaybolupgittiğini hissediyordum. Yüreğimi oynatan sıkıntı, çok uzak birgeçmişte, küçücük bir çocukken bir gün kalabalığın içindebüyükannemi kaybettiğimde yaşadığım sıkıntıydı: onubulamayacağım kaygısından çok, onun da beni aradığını, benimkendisini aradığımı düşündüğünü hissetmenin sıkıntısı; aynısıkıntıyı ileride, artık cevap vermeyen, hiç değilse kendisinesöyleyemediğimiz her şeyi, acı çekmediğimizi duyurabilmeyi okadar istediğimiz insanlarla konuştuğumda da yaşayacaktım.Bana sanki şimdiden çok sevgili bir siluet, karanlığın içindekaybolmuş gibi geliyor, aygıtın karşısında tek başıma, boş yere,"Büyükanne, büyükanne," diye tekrarlamaya devam ediyordum;tek başına kalıp ölen karısının adını tekrarlayan Orpheus gibi.Postaneden çıkıp restorana giderek Robert'i bulmaya vekendisine, belki dönmemi gerektirecek bir telgraf alacağım için,ne olur ne olmaz, tren saatlerini öğrenmek istediğimi söylemeyekarar verdim. Oysa bu kararı vermeden önce son bir kez GeceninKızları'nın, Söz Ulakları'nı, çehresiz tanrıçaları yardıma çağırmakistemiştim, ama kaprisli Gardiyanlar bana harika Kapıları açmakistememiş, ya da muhtemelen açamamışlardı; herhalde âdetleriolduğu üzre, bıkmadan, usanmadan matbaanın saygıdeğermüridinden ve (Yüzbaşı Borodino'nun yeğeni olan)empresyonist resim meraklısı ve otomobil sürücüsü gençprensten nafile imdat istemişler, Gutenberg ve Wagram'dan[7]

yakanlarına cevap alamamışlardı; ben de çağrılan Görünmeyen'inilgisiz kalmaya devam edeceğini sezip oradan ayrıldım.

Robert'le arkadaşlarının yanına vardığımda, kalbimin artıkonlarla birlikte olmadığını, gitmeye kesin karar vermiş olduğumukendilerine itiraf etmedim. Saint-Loup bana inanmış göründü,ama daha sonra öğrendim ki meğer daha ilk anda kararsızlığımınsahte olduğunu ve ertesi gün beni orada bulamayacağını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

150

anlamış. Arkadaşları Saint-Loup'yla birlikte önlerindeki yemeklerisoğutarak Paris'e dönmek için hangi trene binebileceğimi tarifedearadıkları ve yıldızlı, soğuk gecede lokomotif düdüklerininduyulduğu sırada, onca gece bu restoranda arkadaşlarımındostluğunun ve trenlerin uzaktan geçişinin bana verdiği huzuruşüphesiz bulamıyordum. Oysa bu gece de, bir başka biçimde aynıgörevi yerine getirmekteydiler. Gidişim, tek başıma düşünmekzorunda olmayınca, beni eskisi kadar bunaltmamaya başlamıştı;bu iş için enerjik dostlarımın, Robert'in arkadaşlarının ve diğergüçlü yaratıkların, sabah akşam Doncieres-Paris arasındaki gidişgelişleri, büyükannemden uzun süreli ayrılığımın yoğunluğunuve dayanılmazlığım ufalayarak ileride her gün geri gelebilmeimkânına dönüştüren trenlerin en olağan, en sağlıklıdavranışlarını gösterdiklerini hissetmek, beni rahatlatmıştı.

"Sözlerinin doğruluğundan ve henüz gitmeyidüşünmediğinden kuşkum yok," dedi Saint-Loup gülerek, "amasen yine de gidiyormuşsun gibi yap ve yarın sabah erkendenbenimle vedalaşmaya gel; aksi takdirde seni göremeyebilirim;yarın öğle yemeğini şehirde yiyeceğim, yüzbaşı izin verdi; saatikide karargâha dönmüş olmam gerek; çünkü akşama kadaryürüyeceğiz. Öğle yemeğini buradan üç kilometre uzakta bir beyfendinin evinde yiyeceğim; saat ikide karargâhta olmamısağlayacak şekilde bırakır beni mutlaka."

Daha Saint-Loup sözünü bitirmemişti ki, otelden bana habervermeye geldiler; postaneden telefona çağrılıyordum. Postanekapanmak üzere olduğundan koşarak gittim. Görevlilerin banaverdiği cevaplarda sürekli "şehirlerarası" kelimesi geçiyordu.Kaygım doruğa varmıştı; arayan büyükannemdi. Postanekapanıyordu. Nihayet irtibat sağlandı. "Sen misin büyükanne?"Ağır İngiliz aksanıyla konuşan bir kadın sesi cevap verdi: "Evetama sesinizi tanıyamadım." Ben de konuşan sesi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

151

tanıyamıyordum; üstelik büyükannem bana "siz" demezdi.Nihayet her şey açıklığa kavuştu. Büyükannesi tarafındantelefona çağrılan gencin adı benimkiyle neredeyse aynıydı veotelin bir ek binasında kalıyordu. Büyükanneme aynı gün telefonetmeye çalışmış olduğumdan, beni çağırtanın o olduğundan biran bile kuşku duymamıştım. Oysa postaneyle otel tamamentesadüf eseri olarak, çifte bir hata yapmışlardı.

Ertesi sabah geç kaldığımdan Saint-Loup'yu bulamadım;yakındaki şatoya öğle yemeğine gitmişti bile. Saat bir buçuksularında, o döndüğünde orada olmak üzere karargâha doğru yolaçıkmıştım ki, bir caddede karşıdan karşıya geçerken benimgittiğim yönde ilerleyen iki kişilik bir gezinti arabası yakınımdangeçerek beni kenara çekilmek zorunda bıraktı; gözündemonokluyla bir astsubay kullanıyordu arabayı: Saint-Loup'ydu.Yanında da, evinde yemek yediği, benim de Robert'in akşamyemeklerini yediği restoranda bir kez karşılaşmış olduğumarkadaşı vardı. Yalnız olmadığı için Robert'e seslenmeye cesaretedemedim, ama durup beni de almasını istediğim için, biryabancının varlığından kaynaklandığı belli, hararetli bir selamvererek dikkatini çektim. Robert'in miyop olduğunu biliyordum;yine de beni gördüğü takdirde mutlaka tanıyacağınıdüşünürdüm; oysa selamı gördü ve karşılık verdi, ama durmadı;son hız uzaklaşarak, gülümsemeden, yüzünde tek bir kasoynamadan, tanımadığı bir askerin selamına karşılık verir gibi ikidakika boyunca elini kepinin kenarında tutmakla yetindi.Karargâha kadar koştum, ama epey yol vardı daha; vardığımdaalay avluda sıraya giriyordu; orada durmama izin vermediler;Saint-Loup'yla vedalaşamadığıma üzülüyordum; odasınaçıktığımda, gitmişti; onunla ilgili, alayın sıraya girmesiniseyreden, hasta askerler, yürüyüşten muaf tutulan acemi erler,edebiyat diplomalı genç ve bir kıdemliden oluşan gruptan bilgiedinebildim.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

152

"Astsubay çavuş Saint-Loup'yu gördünüz mü acaba?" diyesordum.

"Efendim, o aşağı indi," dedi kıdemli."Ben görmedim," dedi genç edebiyat mezunu."Görmedin ha!" dedi kıdemli, beni bir yana bırakarak. "Bizim

meşhur Saint-Loup'yu görmedin demek, yeni şalvarıyla ne kadarhavalı halbuki! Yüzbaşı gördüğünde ne yapacak bakalım, subayçuhası bu!"

"Ya! Subay çuhası ha! Sende de ne laflar var!" dedi gençedebiyatçı; hasta olduğundan odada kalmıştı, yürüyüşekatılmıyor ve biraz huzursuzca, kıdemlilere karşı küstahlıketmeye çalışıyordu. "Subay çuhası dediğin basbayağı çuha."

"Efendim?" dedi öfkeyle, şalvardan sözetmiş olan kıdemli.Edebiyat mezununun, şalvarın subay çuhasından olduğundan

şüphelenmesine gücenmişti, ama o Breton'du, Penguern-Stereden adında bir köyde doğmuş ve Fransızca'yı bir İngiliz veyaAlman kadar zor öğrenmişti; heyecanlandığı zaman, söyleyeceğikelimeleri bulmak için vakit kazanmak amacıyla iki üç "Efendim"der, bu hazırlıktan sonra konuşmasına girişir, diğerlerinden dahaiyi bildiği birkaç kelimeyi tekrarlamakla yetinirdi; ama aceleetmez, telaffuza alışkın olmayışına karşı önlemini alırdı.

"Ya! Demek basbayağı çuha?" diye devam etti söze; öfkesi,konuşmasının yoğunluğunu ve yavaşlığını giderek artırıyordu."Ya! Demek basbayağı çuha! Ben sana subay çuhası diyorsam,öyle söylüyorsam, madem söylüyorum, demek ki biliyorumherhalde. Bize öyle saçma sepet laflar etmenin lüzumu yok."

"Ya! Peki öyleyse," dedi genç edebiyatçı, bu kanıtlar karşısındayenik düşerek.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

153

. "Hah! İşte yüzbaşı geçiyor. Ama şu Saint-Loup'ya bir baksana;o bacağını atışı yok mu, sonra da kafasını! Hiç astsubay dermisin? Bir de monoklü; eh, o da her yana kaçıyor."

Varlığımdan rahatsız olmayan askerlere, ben de penceredenbakabilir miyim diye sordum. Bana engel olmadılar, amarahatlarını da bozmadılar. Yüzbaşı Borodino'nun atını tırıssürerek, ihtişamla geçtiğini gördüm; Austerlitz Savaşı'ndaymışgibi bir yanılsama içindeydi görünüşe bakılırsa. Yoldan gelenbirkaç kişi, alayın çıkışını seyretmek için karargâhınparmaklıklarının önünde toplanmışlardı. Atının üzerinde dimdikoturan, yüzü biraz yağ bağlamış, yanakları şahane birdolgunluktaki, aydınlık bakışlı prens, bir sanrıya tutsak düşmüşolsa gerekti, benim gibi; bana da tramvayın her geçişinden sonra,gürültüsünü izleyen sessizliği, belli belirsiz bir müzikal titreşim,baştan başa katediyormuş gibi gelirdi. Saint-Loup'ylavedalaşamadığıma üzülüyordum, ama yine de yola çıktım; çünkütek derdim, büyükannemin yanma dönmekti; o güne kadar, buküçük kentte, büyükannemin tek başınayken ne yaptığınıkafamda canlandırdığımda, benimle birlikteyken olduğu gibi,ama kendimi ayırarak hayal etmiş, bu ayrılığın onun üzerindekietkilerini hesaba katmamıştım; şimdiyse bir an önce onunkollarına atılarak daha önce hiç tahayyül etmediğim, sesinin biranda çağrıştırdığı bu hayaletten kurtulmam gerekiyordu:gerçekten benden ayrı, kaderine boyun eğmiş, daha öncekendisinde hiç bilmediğim bir yaşı olan ve Balbec'e gittiğimdeiçinde annemi hayal ettiğim boş dairede benden bir mektup almışolan bir büyükanne.

Heyhat! Büyükannem geleceğimi haber almadan salona giriponu kitap okurken bulduğumda, gördüğüm, bu hayaletti. Benorada duruyordum, daha doğrusu o bilmediğine göre henüzorada değildim; büyükannem, içeri girsek elindeki nakışı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

154

gizleyecek olan bir kadın gibi, benim yanımdayken hiç bellietmediği düşüncelere dalmıştı. Oradaki ben –kısacık bir dönüşânında birden kendi yokluğumuza şahit olabildiğimiz o geçiciimtiyaz sayesinde– seyahat paltosu ve şapkasıyla bir şahitten, birgözlemciden, evden birisi olmayan bir yabancıdan, bir daha hiçgörmeyeceğimiz yerlerin klişesini almaya gelen bir fotoğrafçıdanibarettim. O anda, büyükannemi gördüğümde, gözlerimdemekanik anlamda olan şey, gerçekten bir fotoğraftı.Sevdiklerimizi daima kesintisiz sevgimizin canlı sistemi, süreklihareketi içinde görürüz; sevgimiz, aziz varlığın çehresininsunduğu görüntülerin bize ulaşmasına izin vermeden önceonları kasırgasının içine kalır, sonra, öteden beri o insan hakkındasahip olduğumuz fikrin üzerine atar, ona yapıştırır, onunla üstüste bindirir. Büyükannemin alnına ve yanaklarına, zihninin enince, en yerleşik düşüncelerinin anlamını yüklediğime göre, heralışkın bakış bir ruh çağırma, sevdiğimiz her çehre de geçmişinaynası olduğuna göre, büyükannemde ağırlaşan, değişen şeyleridışlamamam mümkün müydü? Hayatın en ilgisizgörüntülerinde bile, düşünceyle yüklü olan gözümüz, tıpkıklasik bir trajedi gibi, olaya katkısı olmayan bütün görüntülerieler ve sadece hedefi anlaşılır kılabilecek olan görüntüleri tutar.Ama olaya bakan bizim gözümüz yerine tamamen maddi birmercek, bir fotoğraf levhası olsa, o zaman mesela FransızEnstitüsü'nün bahçesinde göreceğimiz şey, fayton çağırmayayeltenen bir akademisyenin dışarı çıkışı yerine, sanki sarhoşmuşya da yerler buzla kaplıymış gibi sendelemesi, arkayadevrilmemek için gayretleri, düşerken çizdiği parabol olacaktır.Aynı şekilde, talihin zalim bir hilesi, zeki ve saygılı sevgimizin,gözlerimizin asla görmemesi gereken şeyi bakışlarımızdangizleyebilmek için vaktinde koşup yetişmesini engellediği zamanda, sevgimiz geride kaldığında, olay yerine ilk varan ve kendihallerine bırakılmış olan bakışlarımız, fotoğraf filmi gibi mekanik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

155

olarak işler ve uzun zamandır var olmayan, ama sevgimizin bizimölümünden haberdar olmamızı hiç istemediği aziz varlığınyerine, sevgimizin günde yüz kere değerli ve yalancı birbenzerlikle örttüğü yeni varlığı gösterirler bize. Tıpkı uzunzamandır kendisini görmemiş olan ve görmediği yüzün her an,kendi zihninde kendisiyle ilgili var olan ideal görüntüye uygunolarak canlandıran bir hastanın, aynada çorak ve ıssız bir çehreninortasında, bir Mısır piramidi kadar devasa bir burnun eğik vepembe yükseltisini gördüğünde irkilmesi gibi, büyükannemikendi benliğimden ayırmayan, onu sadece kendi ruhumda, hepgeçmişin aynı yerinde, benzer, üst üste binmiş saydam anılarınardından görmüş olan ben de, birdenbire, yeni bir dünyanın,zamanın dünyasının, "iyi yaşlanıyor," diye sözettiğimizyabancıların yaşadığı dünyanın bir parçası olan salonumuzda,hayatta ilk kez ve sadece bir an (çok çabuk kayboldu çünkü),kanepenin üzerinde, kırmızı, hantal ve adi lambanın altında,tanımadığım, hasta, hayallere dalıp gitmiş, delimsi gözleri kitabınüzerinde gezinen, bitkin bir yaşlı kadın gördüm.

Mme de Guermantes'in Elstir'lerini gidip görme isteğime Saint-Loup, "Ben onun adına garanti veriyorum," diye cevap vermişti.Ve ne yazık ki gerçekten de onun adına ancak Saint-Loup garantiverebilmişti. Başkaları adına garanti vermek, onları oluşturanküçük görüntüleri zihnimizde düzenleyip kendi keyfimize göreoynattığımızda, kolaydır. Şüphesiz o anda bile, her birininkendimizinkinden farklı olan mizacından ileri gelen zorluklarıhesaba katar, karşıt eğilimleri etkisiz hale getirecek ve onunmizacı üzerinde etkili olabilecek çıkar, ikna, heyecan gibi şu veyabu çareye başvurmaktan geri kalmayız. Ne var ki, onun mizacınınbizimkinden farklılıklarını düşünen, yine bizim mizacımızdır;zorlukları ortadan kaldıran bizizdir; o etkin dürtülerin ölçüsünüayarlayan bizizdir. Zihnimizde öteki kişiye yaptırdığımız ve onunbizim istediğimiz şekilde davranmasını sağlayan hareketleri ona

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

156

gerçek hayatta yaptırmak istediğimizde her şey değişir; hesaptaolmayan, bazen aşılması imkânsız engellere çarparız. En güçlüengellerden biri, şüphesiz, sevmeyen bir kadında kendisini sevenerkeğe karşı duyduğu, bastırılması imkânsız, korkunç tiksintininyarattığı engeldir; Saint-Loup'nun Paris'e uğramadığı uzunhaftalar boyunca, yeğeninin mektup yazıp ricamı ilettiğinden hiçkuşku duymadığım yengesi, bir kez olsun beni evine, Elstir'intablolarını görmeye çağırmadı.

Apartmanda soğukluk belirtileri gösteren bir başka kişi deJupien'di. Doncieres'den döndüğümde, daha eve bile çıkmadan,girip kendisine merhaba demem gerektiğini mi düşünüyordu?Annem öyle olmadığını, Jupien'den böyle bir şeybeklenebileceğini söyledi. Françoise'ın dediğine göre Jupien'inböyle sebepsiz, ani huysuzlukları varmış. Kısa bir süre sonrageçermiş mutlaka.

Bu arada kış, sonuna yaklaşıyordu. Bir sabah, birkaç hafta sürenkarla karışık sağanaklardan, fırtınalardan sonra, şöminemde –deniz kıyısına gitme hevesimi kaçıran şekilsiz, esnek ve karanlıkrüzgârın yerine– duvara yuva yapan güvercinlerinkuğurdamasını duydum; besleyici çekirdeğini usulca yırtarakçıngıraklı, eflatun ve parlak çiçeğini fışkırtan bir ilk sümbül gibibeklenmedik ve sedefliydi ve açık bir pencere gibi hâlâ kapalı vekaranlık olan odama ilk güneşli günün ılıklığını, gözkamaştıncılığını, yorgunluğunu sokuyordu. O sabah, herhaldeFloransa ve Venedik'e gideceğim yıldan beri unutmuş olduğumbir müzikhol şarkısını mırıldandığımı farkettim birden. Hava,günlerin tesadüfüne bağlı olarak organizmamızı işte bu kadarderinden etkiler ve hafızamızın deşifre etmemiş olduğu yazılıezgileri, içine atıp unuttuğumuz karanlık kuyulardan çekipçıkarır, içimdeki bu müzisyene birazdan daha bilinçli birhayalperest eşlik etmeye başladı; hem de seslendirdiği ezgiyi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

157

hemen tanımadığı halde.Balbec'e gidip Balbec Kilisesini ilk gördüğümde, kilisenin

gözümdeki bütün büyüsünü yitirmesi, Balbec'e özgü sebeplerebağlı değildi, bunu hissediyordum; Floransa'da, Parma'da,Venedik'te de hayalgücüm, gözlerimin yerini tutarak bakmayıbeceremeyecekti. Bunu hissediyordum; aynı şekilde bir yılbaşıgününün akşamında, hava kararırken bir afiş direğinin önünde,bazı bayram günlerini özünde diğer günlerden farklızannetmenin bir yanılsama olduğunu keşfetmiştim. Bununlabirlikte, Kutsal Hafta'yı Floransa'da geçirdiğimi sandığımzamanın hatırasının, bu bayram haftasını adeta Çiçekler Şehri'ninatmosferi haline getirmesine, aynı anda hem Paskalya gününe birFloransa havası, hem de Floransa'ya bir Paskalya havasıkatmasına engel olamıyordum. Paskalya haftasına daha çokvardı, ama önümde uzanan günler dizisinde, bayram günleridiğerlerinin arasında daha belirgindi. Uzaktan, bir ışık-gölgeoyunu içinde gördüğümüz bir köyün kimi evleri gibi, bu günlerbir ışınla aydınlanmış, bütün güneşi üzerlerinde toplamışlardı.

Hava yumuşamıştı. Annemle babam da, bana dolaşmamıtavsiye ederek sabah gezintilerime devam etmem için bir bahanesağlamış oluyorlardı. Bu sabah gezintilerine, Mme deGuermântes'a rastladığım için son vermek istemiştim. Ama yineaynı sebeple, sürekli bu sabah gezintilerini düşünüyordum; buda gezintiye çıkmak için hiç durmadan Mme de Guermantes'lailgisi olmayan yeni sebepler bulduruyordu bana; Mme deGuermantes olmasaydı da aynı saatte dolaşmaya çıkacağımakolayca ikna oluyordum.

Ne yazık ki ben ondan başka kime rastlasam ilgisiz kalacağımhalde, onun, benden başka kime rastlasa tahammül edebileceğinihissediyordum. Sabah gezintilerinde, kendisinin de öyle bulduğubirçok sersemin ona selam verdiği oluyordu. Ama onların

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

158

görüntüsünü bir haz müjdecisi olmasa da en azından birtesadüfün sonucu olarak kabul ediyordu. Bazen onlarıdurdururdu da; çünkü insanın kendinden çıkma ihtiyacını,başkalarının ruhunun misafirperverliğini kabul etme ihtiyacınıduyduğu anlar olur; bu ruhun, ne kadar mütevazı ve çirkinolursa olsun, yabancı bir ruh olması şartıyla; oysa benimkalbimde yine kendisini bulacağını hissediyor, öfkeleniyordu. Buyüzden, aynı yolda yürümek için, onu görmekten başka birsebebim olduğu zaman bile, o geçtiği an, suçlu bir insan gibikorkudan titrerdim; bazen de, hamlelerimin aşırılığını telâfietmek için selamına belli belirsiz bir karşılık verir veya selamvermeyip gözlerimi dikip bakar, böylece onu daha dasinirlendirmiş ve üstüne üstlük, beni kaba ve terbiyesiz debulmasına yol açmış olurdum sadece.

Artık daha hafif, en azından daha açık renk elbiseler giyiyor veeski aristokrat konaklarının geniş cepheleri arasına sıkışmışdaracık dükkânların, yağ, meyve, sebze dükkânlarınınsundurmalarına, bahar gelmişçesine güneşe karşı tenteleringerildiği sokaktan aşağı yürüyordu. Uzaktan yürüyüşünü,şemsiyesini açışını, karşıdan karşıya geçişini seyrettiğim kadının,uzmanların görüşüne göre, bu hareketleri yapma ve harikuladebir şey haline getirme sanatında, yaşayan en büyük sanatçıolduğunu düşünüyordum. Bu arada o ilerledi; bu dağınıkşöhretten habersiz, ince, direngen ve şöhretten hiçbir şeyalmamış olan vücudu, incecik mor ipekliden bir eşarbın altındayana eğilir, gülmeyen açık renk gözleri dalgın dalgın önüne bakar,belki beni görürlerdi; dudağının kenarını ısırırdı; manşonunudüzeltişini, bir yoksula sadaka verişini, çiçekçi kadından birdemet menekşe alışını, büyük bir ressamın fırça sallamasını izlergibi bir merakla seyrederdim. Benim hizama geldiğinde, bazenhafif bir gülümsemeyle birlikte, selam verince, sanki benim içinçini mürekkebiyle bir resim, bir şaheser yapmış, bir de ithaf

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

159

eklemiş gibi olurdu. Her elbisesi bana doğal, zorunlu bir ortam,adeta ruhunun belirli bir yönünün yansıması gibi görünürdü.Öğle yemeğini dışarıda yiyeceği Büyük Perhiz günlerindenbirinde, sabah kendisiyle karşılaştığımda, üzerinde açık kırmızıkadifeden, yakası hafif oyuk bir elbise vardı. Mme deGuermantes'ın çehresi, sarı saçlarının altında, hülyalıgörünüyordu. Ben her zamanki kadar kederli değildim; çünküifadesindeki hüzün, rengin şiddetinin, kendisiyle dünyanın gerikalanı arasına çektiği duvar, beni rahatlatan bir mutsuzluk,yalnızlık havası veriyordu ona. Bu elbise, kendisindetanımadığım ve belki teselli edebileceğim bir kalbin lal rengiışınlarının, onun etrafında cisimleşmesiydi adeta; yumuşakdökümlü kumaşın gizemli ışığına sığınmış haliyle, banaHıristiyanlığın ilk çağlarından bir azizeyi hatırlatıyordu. Ö zaman,bu din şehidini bakışlarımla üzmekten utanıyordum. "Canım,nihayet, sokaklar herkese aittir."

"Sokaklar herkese aittir," diye tekrarlıyor, bu sefer bu kelimelerefarklı bir anlam yüklüyor, gerçekten de, çoğunlukla yağmurdanıslanmış olan, kalabalık ve İtalya'nın eski kentlerinde bazensokakların olduğu gibi değerli olan sokakta, GuermantesDüşesi'nin, gizli hayatımın bazı anlarını umumi hayata kattığını,büyük şaheserler gibi, karşılıksız, harikulade bir biçimdekendisini bütün gizemiyle herkese gösterdiğini, herkesle iç içeolduğunu görüyordum hayranlıkla. Bütün gece uyanık kaldıktansonra sabah gezintisine çıktığımdan, annemle babam öğledensonraları biraz yatıp uyumaya çalışmamı söylüyorlardı. Bunubecerebilmek için fazla kafa yormaya gerek yoktur, amaalışkanlığın çok faydası vardır, hattâ düşüncelerden kurtulmanında. Oysa benim için o saatlerde ikisi de imkânsızdı. Uykuyadalmadan önce uyuyamayacağımı o kadar uzun süredüşünürdüm ki, uykuya daldığımda bile düşünceleriminhepsinden kurtulmuş olmazdım. Düşünceler karanlıkta ölgün

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

160

bir ışıktı sadece, ama uykuma önce uyuyamayacağımdüşüncesini, sonra da bu yansımanın yansımasını, uyurkenuyumadığım fikrine kapıldığım düşüncesini yansıtmayayetiyordu; ardından, farklı bir kırılmayla, odama girenarkadaşlara, biraz önce uyurken, uyumadığımı zannettiğimianlattığım yeni bir uykuya, uyanışımı yansıtıyordu. Bu gölgelerçok belirsizdi; onları kavramak için çok hassas ve bir o kadar daanlamsız bir algı gerekirdi. Aynı şekilde, daha sonra Venedik'te,güneş battıktan çok sonra, hava tamamen kararmış gibiyken,adeta bir optik pedalin etkisiyle kanalların üzerinde uzayıp gidenson bir ışık notasının görünmez aksi sayesinde, saraylarınyansımalarının, suların alacakaranlık grisinin üstünde siyah birkadife gibi sonsuza dek yayılışını gördüm. Rüyalarımdan biri, birdeniz manzarasının, bir önceki gün hayalgücümüncanlandırmaya çalıştığı şekliyle, ortaçağdaki geçmişininsenteziydi. Uykumda, denizin, adeta bir vitrayın üzerindeki gibikıpırtısız dalgalarının ortasında, gotik bir kent görürdüm. Denizinbir kolu kenti ikiye bölerdi; yeşil sular ayaklarıma kadar uzanırdı;karşı kıyıdaysa bir doğu kilisesini ve XIV. yüzyılda bile orada olanevleri yalardı; o evlere doğru gitmek, çağları katetmek gibi birşeydi. Doğanın sanatı öğrendiği, denizin gotik olduğu bu rüyayı,imkânsıza yanaşmak istediğim, yanaştığımı sandığım bu rüyayıdaha önce de çok görmüşüm gibi geliyordu bana. Ama uykudahayal ettiklerimizin bir özelliği de geçmişte çoğalmak, yeniolduğu halde tanıdık görünmek olduğu için, yanıldığımıdüşünüyordum. Oysa aksine, bu rüyayı gerçekten de sık sıkgördüğümü farkettim.

Uykuya özgü güçsüzlükler bile benim uykuma yansırdı, amasembolik bir şekilde: karanlıkta arkadaşlarımın yüzleriniseçemezdim, çünkü uyurken gözler kapalıdır; rüyamda süreklisözlü olarak akıl yürüten ben, bu arkadaşlarla konuşmakistediğimde, sesim boğazımda düğümlenirdi, çünkü uykuda açık

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

161

seçik konuşulmaz; onların yanma gitmek ister, ama bacaklarımıhareket ettiremezdim, çünkü uykuda yürünmez de; sonrabirden, onların karşısına çıkmaktan da utanırdım, çünkü insançıplak uyur. Bizzat uykumun yansıttığı bu gözleri kör, dudaklarımühürlenmiş, bacakları bağlı, bedeni çıplak uyku figürü,Swann'ın bana hediye ettiği, Giotto'nun Kıskançlığı ağzında biryılanla betimlediği o müthiş alegorik resimlere benzerdi.

Saint-Loup Paris'e sadece birkaç saatliğine geldi. Bir yandan,yengesine benden sözetme fırsatı bulamadığı konusunda benitemin ederken, bir yandan da, kendisini safça ele vererek, "Orianehiç de kibar değil," dedi. "Benim bir zamanlarki Oriane'ım değilartık; değiştirdiler onu. Emin ol, onunla ilgilenmene değmez. Senonu fazlasıyla yüceltiyorsun. Seni Poictiers Yengemletanıştırmamı ister misin?" diye ekledi, bunun bana hiçbir zevkvermeyeceğini farketmeden. "Bak o, çok zeki bir genç kadındır,hoşuna gidecektir. Evlendiği kuzenim, Poictiers Dükü iyiçocuktur, ama ona göre biraz fazla basittir. Yengeme sendensözettim. Seni evine getirmemi istedi. Oriane'dan çok başka birgüzelliği vardır, hem de daha gençtir. Çok hoş bir insan, biliyormusun, iyi bir insan." Bunlar Robert'in yeni –bu yüzden dehararetle– benimsediği ifadelerdi ve sözkonusu kişinin incelikliolduğu anlamına geliyordu. "Dreyfus yanlısı olduğunusöyleyemeyeceğim; muhitini de gözardı etmemek gerekir, amayine de diyor ki: 'Ya masumsa, Şeytan Adası'nda olması nekorkunç olurdu.' Anlıyorsun, değil mi? Ayrıca eski mürebbiyeleriiçin de çok şey yapıyor; onlara hizmetkârların merdivenindençıkmalarını yasakladı. Emin ol çok iyi bir insandır. Aslında Orianeonun daha zeki olduğunu hissettiği için sevmiyor kendisini."

Françoise gerçi Guermantes'ların genç bir uşağına acımaklameşguldü –uşak nişanlısını görmeye gidemiyordu; düşesçıktığında bile imkânsızdı bu; çünkü kapıcı derhal yetiştirirdi–

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

162

ama yine de Saint-Loup'nun ziyareti sırasında evde olmadığınaüzüldü; artık kendisi de ziyaretlere gidiyordu. Kendisineihtiyacım olan her gün, mutlaka dışarı çıkıyordu. Bu çıkışlar hepkardeşini, yeğenini, özellikle de kısa bir süre önce Paris'e gelmişolan kendi kızını görmek içindi. Zaten Françoise'ın buziyaretlerinin ailevi niteliği de, hizmet alamamanın bendeyarattığı kızgınlığı artırıyordu; çünkü her birinden, Saint-Andredes-Champs'da öğretilen yasalara göre vazgeçilmez şeylerolarak sözedeceğini tahmin ediyordum önceden. Bu yüzdenmazeretlerini daima çok haksız bir öfkeyle dinliyordum;Françoise'ın, "Kardeşimi görmeye gittim, yeğenimi görmeyegittim," değil de, "Kardeşi görmeye gittim; yeğene (veya 'kasapyeğene') 'koşa koşa' bir merhaba demeye gittim," deyişi, buöfkemi doruğa çıkarıyordu. Kızma gelince, Françoise onunCombray'ye dönmesini istiyordu. Oysa kızı, şık insanlar gibikısaltmalar, ama bayağı kısaltmalar kullanarak, Combray'deIntran'sız[8] bir haftanın geçmek bilmeyeceğini söylüyordu.Françoise'ın dağlık bir bölgede oturan kızkardeşine gitmeyi ise hiçistemiyordu; çünkü "dağlar hiç ilginç değil" diyordu Françoise'ınkızı, ilginç'e korkunç ve yeni bir anlam yükleyerek. Meseglise'edönmeye yanaşmıyordu; orada "insanlar çok aptal"dı; pazarda,dedikoducu, görgüsüz kadınlar, kendisiyle bir akrabalıkpeydahlayıp, "Aa, rahmetli Bazireau'nun kızı değil mi bu?"diyeceklerdi. "Paris'te yaşamanın tadını aldıktan sonra", tekraroraya dönmektense ölmeyi tercih ederdi; geleneklere bağlı olanFrançoise ise, buna rağmen, taze "Parisli"nin, "Anneciğim, izinalamıyorsan bir telgraf çekiver," diyerek temsil ettiği yenilikçianlayışı sevecen bir gülümsemeyle karşılıyordu.

Havalar yine soğumuştu. Kızı, kardeşi ve kasap yeğenininCombray'ye gittiği haftayı evde geçirmeyi tercih eden Françoise,"Dışarı çıkmak mı? Ne diye? Soğuktan gebermek için," diyordu.Zaten Leonie Halamın fiziğe ilişkin öğretisini muğlak bir biçimde

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

163

devam ettiren son çömez olan Françoise, bu mevsimsizsoğuklardan, "Tanrı'nın gazabının artığı bu!" diye sözediyordu.Ama ben onun bu yakınmalarına baygın bir tebessümle karşılıkveriyordum sadece; benim için hava nasılsa güzel olacağından,bu kehanetlere kayıtsızdım; şimdiden sabah güneşinin Fiesoletepesinde parladığını görüyor, onun ışınlarıyla ısınıyordum;ışınların kuvveti gözkapaklarımı gülümseyerek açıp kapamamayol açıyor, yarıya inik gözkapaklarım, kaymaktaşından gecelambaları gibi pembe bir ışıltıya bürünüyordu. Çançiçekleriİtalya'dan çıkıp gelmekle kalmamış, İtalya'yı da beraberlerindegetirmişlerdi. Bir zamanlar yapacak olduğum seyahatinyıldönümünü kutlamak için vefalı ellerimden çiçekler eksikolmayacaktı; çünkü Paris'te hava tekrar soğuduğundan beri, birbaşka yıl, Büyük Perhiz'in sonunda yolculuğa çıkmayahazırlandığımız zaman olduğu gibi, Vecchio Köprüsü'nünnergisleri, fulyaları ve dağlaleleri, kestane ağaçlarını, bulvarlardakiçınarları, evimizin avlusundaki ağaçları sarmalayan sıvı ve soğukhavada, adeta berrak suyla dolu bir bardakta açar gibi, yapraklarınıaralamaya başlamışlardı.

Babam, M. de Norpois'yla bizim apartmanda karşılaştığındanereye gittiğini A.J.'den öğrenmiş olduğunu anlatmıştı bize.

"Mme de Villeparisis'ye gidiyormuş, çok yakın dostuymuşmeğer, hiç bilmiyordum. Çok hoş bir insanmış, üstün nitelikleriolan bir hanımmış. Gidip onu görmen gerekir," dedi bana."Aslında çok şaşırdım. M. de Guermantes'tan son derece seçkin birinsan olarak bahsetti; ben onu hep kaba saba bir adam olarakgörmüştüm. Meğer gayet bilgili, müthiş zevkli bir adammış,yalnız soyadıyla ve akrabalıklarıyla çok gurur duyarmış.Norpois'nın dediğine bakılırsa, yalnız burada değil, Avrupa'nınher yerinde çok önemli bir mevkii varmış. Avusturya imparatoru,Rus imparatoru yakın arkadaş gibi davranırmış kendisine. Üstat

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

164

Norpois, Mme de Villeparisis'nin seni çok sevdiğini, onunsalonunda ilginç kişilerle tanışabileceğim söyledi. Sendenövgüyle sözetti; Mme de Villeparisis'nin evinde görebilirsinkendisini; yazarlık konusunda da olsa sana yararlı öğütlerverebilir. Çünkü senin başka bir iş yapmayacağını görüyorum.Kimilerine göre iyi bir meslek olabilir; ben senin için başka şeylerdüşünmüştüm, ama yakında koca adam olacaksın; biz daimasenin yanında olmayacağız; eğilimlerini izlemene engelolmamalıyız."

Hiç değilse yazmaya başlayabilseydim! Ama bu projeye hangikoşullarda girişirsem girişeyim (maalesef artık içki içmeme, erkenyatma, uyuma, sağlıklı olma konularında da olduğu gibi),heyecanla da olsa, sistemli bir şekilde veya zevkle de olsa, birgezintiden kendimi mahrum edip erteleyerek, gezintiyi bir ödülolarak kenara ayırarak, sağlıklı olduğum saatlerden yararlanarakveya hasta olduğum bir günün mecburi hareketsizliğini fırsatbilerek de olsa, çabalarımın sonucu daima tek bir harfle bilelekelenmemiş, kimi iskambil numaralarında, kâğıtları önceden nekadar karıştırsak da, sonunda mutlaka çektiğimiz kâğıt gibikaçınılmaz, bomboş bir sayfaydı. Ben, ne pahasına olursa olsungerçekleşmek zorunda olan çalışmama, yatmama, uyumamaalışkanlıklarına alet oluyordum sadece; bu alışkanlıklara karşıkoymazsam, günün sunduğu ilk mazereti kabul edip onları kendihaline bırakırsam, sonuçta fazla bir zarar görmüyor, ne olursaolsun gecenin sonunda birkaç saat dinleniyor, biraz okuyor, fazlabir aşırılığa kaçmıyordum; ama onlara direnmeye, yatağa erkengirmeye, sadece su içmeye, çalışmaya kalkarsam, sinirleniyorlar,daha ağır çarelere başvuruyorlar, büsbütün hasta ediyorlardıbeni; alkol miktarını iki katına çıkarmak zorunda kalıyor, iki günboyunca yatmıyor, kitap bile okuyamıyordum; o zaman, karşıkoyarsa öldürüleceğinden korkup hırsız tarafından soyulmayıgöze alan biri gibi bir dahaki sefere daha mantıklı olmaya, yani bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

165

kadar uslu olmamaya söz veriyordum kendi kendime.Babam bu arada bir iki kere M. de Guermantes'a rastlamıştı; M.

de Norpois dükün üstün nitelikli bir adam olduğunusöylediğinden, artık sözlerini daha dikkatli dinliyordu. Avludakarşılaştıklarında, Mme de Villeparisis'den sözetmişler. "Teyzesiolduğunu söyledi; ismini Viparizi diye telaffuz ediyor.Olağanüstü zeki bir kadınmış. Hattâ salonu bir kültürtezgâhıymış," diye ekledi babam; kimi hatıratlarda bir iki defaokumuş olduğu, ama onun için somut bir anlamı olmayan buifadenin belirsizliğinden etkilenmişti. Annemin babama olansaygısı o kadar büyüktü ki, Mme de Villeparisis'nin salonunun birkültür tezgâhı olmasına babamın ilgisiz kalmadığını görünce,bunun önemli bir şey olduğu sonucuna vardı. Markizin ne kadardeğerli bir insan olduğunu öteden beri büyükannemden bildiğihalde, derhal hakkında daha olumlu bir fikir edindi. Biraz rahatsızolan büyükannem başlangıçta bu ziyarete olumlu yaklaşmadı,sonra da ilgisini kesti. Yeni evimize taşındığımızdan beri Mme deVilleparisis büyükannemi birçok kez davet etmişti. Büyükannemher defasında mektup yazıp şu sıra evden çıkmadığı cevabmıvermişti; artık mektuplarını, anlayamadığımız bir sebeptenötürü, asla kendisi mühürlemiyor, kapatma işini Françoise'abırakıyordu. Bana gelince, bu "kültür tezgâhı"nı pek kafamdacanlandırmadığımdan, Balbec'teki yaşlı hanımı bir "tezgâh"başında bulsam, şaşırmazdım; ki zaten öyle oldu.

Babam ayrıca, bağımsız üyeliğe adaylığını koymayı düşündüğüFransız Enstitüsü'nde büyükelçinin desteğinin kendisine çok oysağlayıp sağlamayacağını öğrenmeyi de çok istiyordu. Doğruyusöylemek gerekirse, M. de Norpois'nın desteğinden kuşkuduymaya cesaret edememekle birlikte, emin de değildi. Bakanlıktabazı kişiler M. de Norpois'nın bakanlıktaki tek Enstitü temsilcisiolmayı arzuladığından, böyle bir adayı mutlaka engellemeye

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

166

çalışacağını, üstelik tam o sırada başka bir adayı desteklediğindeniyice uygunsuz bulacağını söylediklerinde, babam iftiraettiklerini düşünmüştü. Bununla birlikte, M.Leroy-Beaulieuadaylığını koymasını tavsiye edip ne kadar şansı olduğunuhesaplarken, değerli iktisatçının, bu konuda güvenebileceğiüyeler arasında M. de Norpois'yı saymaması babamı etkilemişti.Babam soruyu eski büyükelçiye doğrudan sormaya cesaretedemiyor, ama benim Mme de Vileparisis'ye yapacağımziyaretten, seçilmesini garantileyerek döneceğimi umuyordu.Ziyaretin hemen yapılması gerekiyordu. M. de Norpois'nınyapacağı propaganda, gerçekten de babama Academie'nin üçteikisinin oylarını kazandırırdı; büyükelçinin dillere destanlütufkârlığı, böyle bir propagandayı iyice muhtemel kılıyordubabamın gözünde; M. de Norpois'yı hiç sevmeyen insanlar bile,kimsenin onun kadar yardımsever olamayacağım kabul ederdi.Ayrıca, bakanlıkta babamı, diğer görevlilerin hepsinden çok dahabelirgin bir biçimde korurdu.

Babamın bir başka karşılaşması ise, önce aşırı bir şaşkınlık,ardından aşırı bir öfke yarattı kendisinde. Göreli yoksulluğusebebiyle Paris'teki hayatı, bir hanım arkadaşında pek ender olarakkalmakla sınırlı olan Mme Sazerat'yı görmüş sokakta. Babamıncanını kimse Mme Sazerat kadar sıkmazdı; o kadar ki, annemsenede bir kere, tatlı bir sesle babama yalvarmak zorunda kalırdı:"Hayatım, Mme Sazerat'yı bir kere davet etmem lazım, fazlaoturmaz," hattâ, "Bak hayatım, senden büyük bir fedakârlıkisteyeceğim; Mme Sazerat'ya kısa bir ziyaret yapıver. Canınısıkmaktan hoşlanmam, bilirsin, ama büyük iyilik etmişolacaksın," derdi. Babam güler, biraz kızar ve ziyarete giderdi. MmeSazerat işte bu kadar canını sıktığı halde, sokakta karşılaştığındaşapkasını çıkararak yanına gitmiş, ama büyük bir şaşkınlıkla,Mme Sazerat'nın buz gibi bir selamla yetindiğini görmüş; bir suçişlemiş veya farklı bir yarımkürede yaşamaya mahkûm edilmiş

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

167

birine karşı mecburen kibarlık gösterir gibiymiş. Babam evekızgın ve şaşkın dönmüştü. Ertesi gün annem Mme Sazerat'ya birsalonda rastlamış. Mme Sazerat anneme elini uzatmayıp dalgın vehüzünlü bir edayla gülümsemiş; çocukken birlikte oyunoynadığı, ama daha sonra sefih bir hayat sürdüğü, veya birforsayla, hattâ daha da kötüsü, boşanmış bir adamla evlendiğiiçin bütün ilişkisini kestiği biri gibi davranmış. Oysa annemlebabam daima Mme Sazerat'ya büyük bir saygı gösterirler, aynısaygıyı kendisinde de uyandırırlardı. Ne var ki (annembilmiyordu ama) Mme Sazerat Combray'deki tek Dreyfustaraftarıydı. M.Meline'in arkadaşı olan babam, Dreyfus'ün suçluolduğuna kesinlikle inanıyordu. Davanın yeniden görülmesiyolunda bir dilekçeye imza atmasını isteyen meslektaşlarınıöfkeyle başından savmıştı. Benim farklı bir tutum benimsediğimiöğrendiğinde bir hafta konuşmamıştı benimle. Fikirleri herkestarafından biliniyordu. Hattâ milliyetçi olarak görülüyordu.Ailede cömertçe bir kuşkuyla coşabilecek tek kişi gibi görünenbüyükannem ise, Dreyfus'ün suçsuzluğu ihtimalinden hersözedildiğinde, o sırada anlamını çözemediğimiz bir şekilde başınısallıyordu, daha ciddi düşüncelerin ortasındayken rahatsızedilmiş biri gibi. Annemse, babama olan sevgisiyle benim zekâmaolan umudu arasında kalmıştı ve suskunlukla ifade ettiği birkararsızlık içindeydi. Son olarak da, (ulusal muhafız birliğindekigörevi orta yaşının kâbusu olduğu halde) orduya bayılanbüyükbabam, ne zaman Combray'de evin parmaklıklarınınönünden geçen bir alay görse, albayın ve bayrağın geçişi sırasındamutlaka şapkasını çıkarırdı. Bütün bunlar, babamlabüyükbabamın çıkar gütmeyen, şerefli yaşayışlarını gayet iyibilen Mme Sazerat'nın, onları Haksızlığın suçortakları olarakgörmesine yetiyordu. Kişisel suçlar affedilir, ama toplu bir suçakatılım asla bağışlanmaz. Mme Sazerat, babamın Dreyfus aleyhtarıolduğunu öğrendiği anda, kendisiyle onun arasına kıtalar ve

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

168

asırlar koymuştu. Bu da, yer ve zamanda böyle bir mesafe olunca,selamının babama varla yok arası görünmesini açıklıyordu;ikisini ayıran dünyaları aşması mümkün olmayan bir elsıkışmaya ve sözlere yanaşmaması anlaşılırdı.

Paris'e gelecek olan Saint-Loup, beni Mme de Villeparisis'ninevine götürmeye söz vermişti; kendisine söylemediğim halde,ben orada Mme de Guermantes'la karşılaşmayı umuyordum.Saint-Loup metresiyle birlikte bir restoranda öğle yemeğine davetetti beni; sonra da metresini bir provaya götürecekti. Kendisinisabah Paris dışındaki evinden alacaktık.

Saint-Loup'ya yemek yiyeceğimiz restoranın (para harcayangenç soyluların hayatında restoranın rolü, Arap masallarındakikumaş sandıklarının rolü kadar önemlidir), Aime'nin, Balbecmevsimine kadar şefgarson sıfatıyla çalışacağını söylediğirestoran olmasını tercih edeceğimi söylemiştim. Onca yolculukhayali kuran ve çok azını gerçekleştirebilen benim için, Balbecanılarımdan da öte, bizzat Balbec'in bir parçası olan birini tekrargörmek, çok hoştu; Aime oraya her yıl gidiyordu; benyorgunluğum veya derslerim yüzünden Paris'te kalmakzorundayken, o, uzun temmuz öğle sonralarında, müşterilerinakşam yemeğine gelmesini beklerken güneşin alçalıp denizdebatmasını, büyük yemek salonunun camekânlarının ardındanseyrediyordu; güneş batışı saatinde uzaktaki mavimsi gemilerinkıpırtısız kanatları, bir vitrindeki egzotik gece kelebekleriniandırırdı. Balbec'in güçlü mıknatısıyla teması sayesinde,şefgarsonun kendisi de benim için bir mıknatıs oluyordu.Onunla sohbet ederek şimdiden Balbec'le ilişkiye geçmeyi,olduğum yerde yolculuğun büyüsünün birazını yaşamayıumuyordum.

Evden sabah ayrılarak Françoise'ı bir önceki akşam genç uşakyine sözlüsünü görmeye gidemedi diye sızlanır halde bıraktım.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

169

Françoise, uşağı gözyaşları içinde bulmuştu; uşak neredeysegidip kapıcıyı tokatlayacakmış, ama işinden olmak istemediği içinkendini tutmuş.

Beni kapının önünde bekleyecek olan Saint-Loup'nun evinevarmadan önce, Combray'den beri görmediğimiz Legrandin'lekarşılaştım; artık saçlarına ak düşmüş olmakla birlikte, gençliğinive saflığını korumuştu. Beni görünce durdu.

"Oo!" dedi. "Siz şık bir beyefendi olmuşsunuz, redingotluüstelik! İşte bu, benim özgürlüğümle asla bağdaşamayacak birüniforma. Ama siz herhalde yüksek sosyeteyle düşüp kalkıyor,ziyaretler yapıyorsunuz! Benim gibi yarı yıkık bir mezarın önündehayaller kurmak için, boyunbağımla ceketim uygun.Ruhunuzun inceliğini takdir ettiğimi bilirsiniz; doğrusukendinizi kâfirlerin arasında inkâr etmenize çok üzüldüm.Salonların iğrenç, benim nefes alamadığım havasına bir dakikaolsun katlanmakla, geleceğinizi Peygamber'in nefretine, lanetineteslim ediyorsunuz. Ben olduğum yerden görüyorum: Siz 'ferahgönüllerle, şato sosyetesiyle düşüp kalkıyorsunuz; işte çağımızdaburjuvazinin kötü alışkanlığı bu. Ah, aristokratlar! TerörDönemi'nde Konvansiyon hepsinin kafasını kesmemekle çokkötü etti. Hepsi ya sefil namussuzlardır, ya da zavallı ahmaklar.Her neyse, zavallı yavrucak, madem hoşunuza gidiyor! Siz bir beşçayına giderken, yaşlı dostunuz bir kenar mahallede tek başına,mor gökyüzünde pembe ayın tırmanışını seyrederek sizden dahamutlu olacak. İşin doğrusu şu ki ben bu dünyaya ait değilim;kendimi sürgünde hissediyorum burada; beni burada tutmak,başka bir âleme kaçmamı önlemek için yerçekimi yasasınınbütün gücüyle uğraşması gerekiyor. Ben başka bir gezegeneaitim. Elveda, bu Vivonne köylüsünün, hattâ Tuna köylüsününeskiden kalma açıksözlülüğünü kötüye yormayın. Size değerverdiğimi kanıtlamak için, son romanımı göndereceğim. Ama

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

170

hoşunuza gitmeyecektir: sizin için yeterince yoz, yeterincedekadan değil, fazlasıyla içten ve dürüst bir roman; size, itirafetmiş olduğunuz gibi Bergotte lazım: gelişmiş zevkdüşkünlerinin bıkkın damaklarına kokuşmuşluk gerek. Sizingrupta beni yaşlı bir asker gibi görüyorlardır herhalde; benimhatam, yazılarımda yüreğimi ortaya koymam; modası geçti artıkbunun; ayrıca halk tabakasının hayatı sizin züppeleriilgilendirecek kadar seçkin değil. Arasıra İsa'nın sözlerinihatırlamaya çalışın: 'Böyle yap, yaşarsın.' Elveda dostum."

Legrandin'den ayrılırken kendisine pek kızgın değildim. Kimianılar, ortak dostlar gibidir, barıştırmayı bilirler;düğünçiçekleriyle dolu, feodal yıkıntıların üst üste yığıldığıkırların ortasındaki küçük tahta köprü, Vivonne'un iki yakasınıbirleştirdiği gibi Legrandin'le beni de birleştiriyordu.

Bahar geldiği halde bulvarlardaki ağaçların yeni yeniyapraklanmaya başladığı Paris'ten ayrılıp tren Saint-Loup'yla benimetresinin oturduğu banliyöde bıraktığında, bütün küçükbahçelerin, adeta bayraklarla donatılmış gibi, çiçek açmış meyveağaçlarının beyaz sunaklarıyla donanmış olduğunu görüphayran olduk. Belirli günlerde çok uzaklardan seyretmeye gelinenkendine has, şiirsel, geçici ve yerel kutlamalara benziyordu, ancakbu kutlamayı düzenleyen, tabiattı. Kiraz ağaçlarının çiçekleri,beyaz bir kılıf gibi dallara sımsıkı yapışık olduğundan, uzaktanbakınca, havanın hâlâ çok soğuk olduğu bu güneşli günde,henüz ne tam çiçeklenmiş ne de yapraklanmış ağaçların arasında,insan diğer yerlerde erimiş, çalılardan sonra orada hâlâ kalmışkarlar gördüğünü zannedebilirdi. Ama büyük armut ağaçları,bütün evleri, mütevazı avluları daha geniş, daha düz, daha parlakbir beyazlıkla sarmalıyordu; sanki köyün bütün evleri, bütünbahçe duvarları aynı tarihte ilk komünyonlarmıkutlamaktaydılar.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

171

Paris yakınındaki bu köylerde, XVII. ve XVIII. yüzyıllardankalma, o zamanlar kâhyalarla gözdelere ait olan "zevk köşkleri"ninbulunduğu parklar vardır. Bunlardan yolun aşağısında kalan birtanesini, bir bahçıvan, meyve ağaçları yetiştirmek içinkullanmıştı (ya da belki sadece o zamanlara ait çok büyük birmeyve bahçesinin planını korumuştu). Bu armut ağaçlan beşerlikümeler halinde, daha önce gördüklerimden daha aralıklıdikilmiş, daha az gelişmişti ve alçak duvarlarla birbirinden ayrılan,beyaz çiçeklerden büyük dörtgenler oluşturuyorlardı; ışık budörtgenlerin her bir kenarında farklı görünüyordu; öyle ki, budamsız, açık havadaki odaların hepsi, tıpkı Girit'te bulunabileceğihaliyle Güneş Sarayı'na ait gibiydi; insanların balık veya istiridyeyetiştirmek üzere böldüğü havuzları veya deniz parçalarını daandırıyorlardı: Işık, konumuna göre ağaç sıralarının üzerinde,baharda suların üzerindeki gibi oynaşıyor, dalların aralıklı, gökmavisiyle doldurulmuş kafesinin arasından, yer yer, güneşli vekabarık bir çiçeğin beyazlanan köpüğünü parlatarakdalgalandırıyordu.

Eski bir köydü burası; eski, harap, sarı belediye binasınınönünde, ödül direkleri ve flamalar yerine, üç büyük armut ağacı,sanki yerel bir halk bayramı için süslenmiş gibi, zarif beyazsatenlerle donanmıştı.

Robert hiç bu yolculuktaki kadar sevgiyle sözetmemiştimetresinden. Robert'in kalbine bir tek metresinin kök salmışolduğunu hissediyordum; ordudaki hayatı, yüksek sosyetedekikonumu, ailesi, bütün bunlar önemsiz değildi tabii, amametresine ilişkin en ufak şeylerin yanında birer hiçtiler. Onuniçin sadece metresine ilişkin şeylerin bir itibarı vardı, hem deGuermantes'lardan, dünyanın bütün krallarından daha büyük biritibarı vardı. Metresinin, özünde her şeyden üstün olduğunukendi kendine bu şekilde ifade ediyor muydu bilmem, ama Robert

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

172

bir tek onu ilgilendiren şeyleri düşünüyor, onlar içinkaygılanıyordu. Metresi yüzünden ıstırap çekebiliyor, mutluolabiliyordu, belki cinayet de işleyebilirdi. Onun gözündegerçekten ilginç, gerçekten heyecanlı olan tek şey, metresinin neistediği, ne yapacağı, çehresinin dar yüzeyinde, imtiyazlı alnındaolan biten, olsa olsa anlık ifadelerden okunabilen şeylerdi. Herkonuda son derece incelikli olan Robert, sırf metresine bakmayı,hizmet etmeyi sürdürebilmek için, parlak bir evlilik yapmayıtasarlıyordu. Metresine ne kadar bir değer biçtiği tahmin edilmeyekalkılsa, asla yeterince yüksek bir rakam hayal edilemezdisanıyorum. Onunla evlenmemesinin tek sebebi, pratik birsezgiyle, Robert'den bekleyecek hiçbir şeyi olmadığı anda onuterk edeceğini veya en azından keyfince yaşayacağını, metresiniancak yarının beklentisiyle elinde tutabileceğini hissetmesiydi.Çünkü Robert, metresinin belki de kendisini sevmediğinidüşünüyordu. Şüphesiz aşk denen genel hastalık –her erkeğiolduğu gibi– Robert'i de, arasıra sevildiğine inanmaya zorluyordu.Ama pratik olarak, metresinin kendisine olan aşkının, kendisiylesadece parası için beraber olmasını engellemediğini, kendisindenbekleyecek hiçbir şeyi kalmadığı anda, (Robert'e göre edebiyatçıdostlarının teorilerinin kurbanı olduğundan, kendisini sevdiğihalde) hiç vakit geçirmeden terk edeceğini hissediyordu.

"Yaramazlık yapmazsa, bugün kendisine hoşuna gidecek birhediye alacağım," dedi. "Boucheron'da gördüğü bir kolye. Şusırada benim için biraz pahalı, otuz bin frank. Ama zavallıyavrucak, hayatta pek fazla eğlencesi yok. Çok memnun olacak.Bana kolyeden sözetmiş, tanıdığı birinin belki hediyeedebileceğini söylemişti. Doğru olduğunu sanmıyorum, ama neolur ne olmaz diye Boucheron'la bana ayırsın diye anlaştım; ailekuyumcumuzdur. Onu göreceğine çok seviniyorum; aslında dışgörünüşü olağanüstü sayılmaz (tam tersim düşündüğü, bunusırf daha fazla hayranlık duyayım diye söylediği belliydi), ama

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

173

harikulade bir kafası vardır; belki senin yanında fazla konuşmayacesaret edemez; ben daha sonra senin hakkında banasöyleyeceklerini düşünüp şimdiden seviniyorum; öyle şeylersöyler ki sonsuza kadar derinleştirebilirsin; gerçekten bir kâhinyanı vardır!"

Metresinin oturduğu eve gitmek için küçük bahçelerinönünden geçiyorduk; her birinde kiraz ve armut ağaçlan çiçekaçmış olduğundan, ben durup bakmaktan kendimialamıyordum; şüphesiz daha dün, henüz kiralanmamış bir mülkgibi boş ve ıssız olan bu bahçeler, gece gelen, kafesin ardından,ağaçlı yolların köşesinde güzel beyaz elbiselerini gördüğümüz buyeni misafirlerle ansızın dolmuş, güzelleşmişti.

"Baksana, bütün bunları seyretmek, şiirselliğe kapılmakistediğini görüyorum," dedi Robert; "en iyisi sen burada dur,arkadaşımın evi çok yakında, ben gidip getireyim onu."

Onları beklerken mütevazı bahçelerin önünden geçerek birazgezindim. Başımı kaldırdığımda arasıra pencerelerde genç kızlargörüyordum; ama açık havada, alçak bir birinci kat hizasında bile,yer yer yapraklara asılı, yepyeni eflatun elbiseleriyle esnek vehafif, taze leylak salkımları esintiyle sallanıyor, yoldan geçerkengözlerini onların yeşil asma katlarına çevirenlere aldırmıyorlardı.Onlara bakınca, M. Swann'ın parkının girişinde, alçak beyaz çitinhemen ardında sıcak bahar öğleden sonralarında harikulade birtaşra duvar halısı gibi yerleştirilmiş mor yumakları görüyordum.Bir çayıra açılan dar bir yoldan yürüdüm. Combray'deki gibidiriltici, soğuk bir rüzgâr esiyordu; Vivonne kıyısında daolabilecek bitek, nemli köy toprağının ortasında, soğuğa rağmenbütün arkadaşları gibi randevusuna sadık, kocaman, beyaz birarmut ağacı, rüzgârla çırpınan, ama güneşin ışınlarıylacilalanmış, gümüş gibi parlayan çiçeklerini, cisimleşmiş ve elletutulur bir ışık perdesi gibi gülümseyerek sallıyor, güneşe

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

174

tutuyordu.Birdenbire, yanında metresiyle Saint-Loup göründü; Robert

için aşkın tamamı, hayatın bütün hoşlukları anlamına gelen,adeta Kutsal Sandık içinde esrarengiz biçimde saklanan kişiliğini,arkadaşımın hayalgücünün hiç durmadan araştırdığı, aslaçözemeyeceğini hissettiği, bakışların ve tenin perdesinin ardında,kendi içinde ne olduğunu merak ettiği bu kadını derhal tanıdım;"Rachel, ne zaman ki Tanrı'nın"dı bu; birkaç yıl önce (o dünyadakadınların konumu, eğer değişirse, çok hızlı değişir) genelevpatronuna, "Yarın akşam bana birisi için ihtiyacınız olursaçağırtırsınız" diyen kadındı.

Gerçekten de "çağırtılıp" o birisiyle odada tek başına kaldığızaman, kendisinden ne istendiğini o kadar iyi bilirdi ki, tedbirlikadın önlemi olarak veya alışkanlıkla kapıyı kilitledikten sonra,doktora muayene olacakmışçasına, çabucak bütün giysileriniçıkarmaya başlar, ancak o "birisi" çıplaklıktan hoşlanmadığı için,kulağı çok hassas olan ve hastanın üşütmesinden korkarak nefesalıp verişini ve kalp atışlarını kumaşın üstünden dinlemekleyetinen kimi doktorlar gibi kombinezonunu çıkarmasına gerekolmadığını söylerse dururdu. Bütün hayatı, bütün düşünceleri,bütün geçmişi, kendisine sahip olmuş bütün erkekler benim içintamamen önemsiz olan, anlatsa sırf kibarlıktan dinleyeceğim vebelki de duymayacağım bu kadına, Saint-Loup bütünendişelerini, ıstırabını, aşkını bağlamış ve onu –benim içinmekanik bir oyuncak olan şeyi– neredeyse hayatın kendisi kadardeğerli, sonsuz bir acı kaynağına dönüştürmüştü. Bu iki ayrıkişiyi görünce (çünkü ben "Rachel ne zaman ki Tanrı'nın"la birrandevu evinde tanışmıştım) anladım ki, erkeklerin uğrunayaşadığı, acı çektiği, birbirini öldürdüğü birçok kadın, kendiiçinde veya başkalarının gözünde, benim için Rachel neyse, oolabilirdi. Onun hayatıyla ilgili sancılı bir merak duyulabilmesi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

175

beni çok şaşırtıyordu. Robert'e onun nice yatak hikâyesinianlatabilirdim; bana bunlar dünyanın en önemsiz şeyi gibigeliyordu. Kimbilir Robert'i ne kadar üzerdi! Bunları öğrenebilmekiçin –üstelik de boş yere– neler vermezdi!

Bir insanın hayal gücünün, eğer kendisini önce hayal gücütamışsa, bu kadınınki gibi küçücük bir çehrenin ardına nelersığdırabileceğini anlıyordum; buna karşılık, tam tersine, sıradanbir şekilde tanışılmışsa, onca hayalin nesnesi olan bir şeyin,maddi, her türlü değerden yoksun, sefil unsurlarabölünebileceğini de görüyordum. Bana randevu evinde yirmifrank etmezmiş gibi gelen, benim için sadece yirmi frankkazanmak isteyen bir kadın olan şeyin, eğer başlangıçtaesrarengiz, merak edilecek, kavranması, elde tutulması zor birvarlık olarak hayal edilmişse, bir milyon franktan fazla,imrenilecek bütün mevkilerden fazla, hattâ aile sevgisinden fazladeğeri olabileceğini anlıyordum. Şüphesiz Robert'le ben aynı inceuzun çehreyi görüyorduk. Ama bu çehreye asla kesişmeyecekolan iki ters yoldan ulaşmıştık ve asla aynı yüzü göremeyecektik.Ben bu çehreyi, bakışlarıyla, tebessümleriyle, ağız hareketleriyle,dışarıdan, yirmi franka her istediğimi yapacak olan bir kadına aitbir şey olarak tanımıştım. Bu yüzden de bakışları, tebessümleri,ağız hareketleri bana sadece genel eylemleri belirten, bireysel biryanı olmayan şeyler gibi görünmüştü; onların ardında bir insanaramak gibi bir merakım olamazdı. Ama bana bir bakıma baştansunulmuş olan şey, rıza gösteren bu çehre, Robert için sayısızumutla, şüpheyle, tereddütle, hayalle ulaşmaya çalıştığı bir varışnoktasıydı. Evet, herkese olduğu gibi bana da yirmi frank karşılığısunulan şeye sahip olmak, başkalarına ait olmasını engellemekiçin o bir milyon franktan fazla harcamışta. Bu bedelinkarşılığında ona sahip olamaması, tek bir ânın tesadüfüne bağlıolabilir; teslim olmaya hazırmış gibi görünen kadın, belki birrandevusu, o gün hırçınlaşmasına yol açan bir sebebi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

176

olduğundan, bir anda kaçıp gidiverir. Eğer kadının karşısında,kadın bunu farketmese bile, duygusal bir erkek varsa, özellikle defarkındaysa, korkunç bir oyun başlar. Hayal kırıklığınıyenemeyen, kadından vazgeçemeyen erkek, ısrarla kadınınpeşine düşer; kadın kaçar; sonunda, erkek artık beklemeye cesaretedemediği bir gülümseme için, en büyük lütuflara ödenecekbedelin bin katanı öder. Hattâ bu durumda bazen, safça birdüşünce ve acı karşısında korkaklığın sonucu, bir kızı erişilmezbir ilaha dönüştürmek gibi bir çılgınlık yapmışsak, bu en büyüklütufların, hattâ ilk öpücüğün hiçbir zaman bağışlanmadığı daolur; platonik aşk konusunda verilen güvenceleri yalanlamak içinistekte bulunmaya bile cesaret edemeyiz. O zaman, en çoksevdiğimiz kadirim öpücüğünü hiç tadamadan. hayata vedaetmek, büyük bir ıstıraptır. Saint-Loup neyse ki Rachel'den bütünlütufları görmüştü. Tabii ki şimdi bunların herkese bir Louisaltını karşılığı sunulmuş olduğunu bilse, müthiş acı çekerdimutlaka; yine de onlara sahip olmaya devam edebilmek için o birmilyon frank verirdi; çünkü öğreneceği hiçbir şey, onu bu girdiğiyoldan vazgeçiremezdi –önemli şeyler insanın başına ancakkendisine rağmen, güçlü bir doğa yasasının etkisiyle gelebilir– veo bu çehreyi ancak kurduğu hayallerin ardından görebilirdi. Buzayıf yüzün kıpırtısızlığı, iki ayrı hava basıncının müthiş gücünemaruz kalmış bir kâğıt parçası misali, iki sonsuz tarafındandengeleniyormuş gibi geliyordu bana; bu iki sonsuz aynı çehreyevarıyor, ama bu çehre ikisini birbirinden ayırdığından,karşılaşmıyorlardı. İkimiz de, Robert de, ben de ona bakıyor, amaesrarın aynı tarafından görmüyorduk onu.

"Rachel ne zaman ki Tanrı'nın" bana önemsiz gelmiyordu;insanın hayal gücünün kuvveti, aşk acılarının dayandığıyanılsama çok büyük görünüyordu gözüme. Robert benimheyecanlandığımı anlamıştı. Beni duygulandıran şeyin, karşıbahçedeki armut ve kiraz ağaçlarının güzelliği olduğunu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

177

zannetsin diye gözlerimi o tarafa çevirdim. Aslında Rachel de benibiraz benzer biçimde duygulandırıyor, yalnız gözlerimizlegörmediğimiz, kalbimizle de hissettiğimiz şeyleri çıkarıyordukarşıma. Bahçede gördüğüm ağaççıkları yabancı tanrılarzannetmekle ben de, bir başka bahçede, yıldönümü yakındakutlanacak olan bir günde, bir insan şekli görüp "bahçıvan sanan"Mecdelli Meryem gibi yanılmamış mıydım? Öğle uykusuna, balıkavlamaya, kitap okumaya elverişli gölgenin üzerine harika birşekilde eğilmiş olan iri, beyaz yaratıklar, altın çağ anılarınınbekçileri, gerçeğin bizim sandığımız gibi olmadığı vaadinin veşiirin görkeminin, masumiyetin harikulade parıltısının gerçekteışıldayabileceğinin, layık olmaya çalışacağımız ödüllerolabileceğinin kefilleri, tanrıdan ziyade melek değil miydiler?Saint-Loup'nun metresiyle birkaç kelime konuştum. Köyüniçinden, kestirme bir yoldan geçtik. Evler çöplük gibiydi. Ama ensefil, bir barut yağmuruna tutulup yanmış gibi görünen evlerinbile yanında, lanetli kentte bir günlüğüne konaklayan esrarengizbir yolcu, ışıl ışıl bir melek ayakta durmuş, evin üzerinemasumiyetin kanatlarının göz kamaştırıcı korumasını germişti:çiçek açmış bir armut ağacı. Saint-Loup benimle birlikte önedoğru birkaç adım yürüdü:

"İkimiz, şenle ben, birlikte bekleyelim isterdim; hattâ seninleyalnız yemek yemeyi, teyzeme gidinceye kadar seninle yalnızolmayı tercih ederdim. Ama zavallı yavrucak, o kadar memnunoluyor ki, üstelik bana karşı öyle sevimli ki, bu isteğinireddedemedim. Aslında sen de hoşlanacaksın ondan, edebiyataçok düşkün, duyarlı bir insandır; ayrıca onunla restoranda yemekyemek bir zevktir; çok şeker, çok sadedir, her şeyden memnunkalır."

Oysa zannediyorum tam da o sabah ve muhtemelen bir defayamahsus olmak üzere, Robert şefkat üstüne şefkat koyarak ağır

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

178

ağır oluşturmuş olduğu kadının bir an için dışına çıktı vebirdenbire biraz uzağında bir başka Rachel, Rachel'in bir kopyası,ama ondan tamamen farklı olan ve basit bir sokak yosmasınısimgeleyen bir kadın gördü. O güzel meyve bahçesinden ayrılıpParis'e dönmek üzere trene binecektik ki, garda bizden birkaçadım önde yürüyen Rachel'i, kendisi gibi bayağı yosmalar tanıyıpseslendi; önce onu yalnız başına sanıp bağırdılar: "Hey, Rachel,sen de bizimle gelsene! Lucienne'le Germaine vagondalar, boş yerde var; hadi gel, birlikte patene gidelim." Yanlarındaki ikimanifaturacı çırağını, sevgililerini tanıştırmaya hazırlanırken,Rachel'in hafif utanmış hali karşısında merakla gözlerini birazuzağa çevirdiler ve bizi görüp özür dileyerek vedalaştılar; Rachelde biraz rahatsız ama dostça bir güle güle dedi. Samur kürkütaklidi yakalarıyla zavallı iki küçük yosmaydılar; görünüşleri aşağıyukarı Rachel'in, Saint-Loup'yla ilk tanıştığı zamanki görünüşügibiydi. Robert kızları tanımıyor, adlarını bilmiyordu; metresiyleçok samimi göründüklerini farkedince, Rachel'in, belki de hiçaklından geçmeyen, kendisiyle yaşadığı hayattan çok farklı,kadınlara bir Louis altını karşılığında sahip olunan bir hayatta, birzamanlar, hattâ belki şimdi de yer aldığını düşündü. Bu hayatıancak hayal meyal görebildi, ama onun ortasında kenditanıdığından çok farklı bir Rachel, bu iki yosmaya benzeyen birRachel, yirmi franklık bir Rachel gördü. Kısacası Rachel bir anonun gözünde ikiye bölünmüştü; kendi Rachel'inin birazötesinde küçük yosma Rachel'i, gerçek Rachel'i görmüştü; eğeryosma Rachel'e ötekinden daha gerçek denebilirse tabii. Belki de ozaman Robert içinde yaşadığı cehennemden, Rachel'e yılda yüzbin frank vermeye devam edebilmek için ismini satarak kârlı birevlilik yapma tasarısı ve zorunluluğundan kolaylıklakurtulabileceğini, bu çıraklar gibi kendisinin de, metresininlütuflarına pek az bir şey karşılığında sahip olabileceğinidüşünmüştür. Ama nasıl yapacaktı bunu? Rachel hiçbir kusur

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

179

işlememişti. Robert onu bu kadar hoşnut etmezse, o da bu kadarsevimli olmayacak, Robert'i o kadar duygulandıran, Rachel'in nekadar sevimli olduğunu belirtmeyi ihmal etmeyip ona debdebelibir hayat sağladığını, hattâ herhangi bir şey verdiğini, birfotoğrafın üzerindeki ithafın ya da bir telgrafın son cümlesinin,altının en küçültülmüş ve en değerli dönüşümü olduğunusöylemeyerek, biraz da gösterişle arkadaşlarına aktardığı o sözleriartık söylemeyecek, yazmayacaktı. Rachel'in bu enderiltifatlarının bir bedeli olduğunu söylemekten kaçınmasınıizzetinefsine, gururuna bağlamak yanlış olur –oysa bu kolaycımantık saçma bir şekilde, para ödeyen bütün âşıklara, nice kocayauygulanır. Saint-Loup, gururunu okşayacak her şeyi sosyetedesoylu ismi ve güzel yüzü sayesinde kolaylıkla ve hiçbir karşılıködemeden bulabileceğini, Rachel'le ilişkisinin ise, aksine, onubiraz sosyete dışına çıkardığını, sosyetede daha az tutulmasınasebep olduğunu farkedecek kadar zeki bir insandı. Sevdiğimizkadının bizi başkalarına tercih ettiğini gösteren işaretlerikarşılıksızmış gibi göstermeye çalışmak, bu tür bir gurur, aşkınbir türevinden başka bir şey değildir; kendimizi hem kendimize,hem de başkalarına, çok sevdiğimiz kadın tarafındanseviliyormuş gibi gösterme ihtiyacıdır. Rachel bizim yanımızageldi, iki kadın da kendi kompartımanlarına bindiler; ne var kikadınların taklit samurları ve çırakların yapmacık tavrı kadarLucienne ve Germaine adları da, yeni Rachel'i biraz daha devamettirdi. Robert bir an Pigalle Meydanında bir hayat düşündü:tanımadığı dostlar, acınacak bir iyi talih, saf eğlencelerle dolu öğlesonraları, sefahat âlemleri; Clichy Bulvarının ötesindekisokaklarda güneşin, kendisinin metresiyle gezindiği güneşliaydınlıktan çok farklı göründüğü bir Paris'ti bu; çünkü aşk veonun ayrılmaz bir parçası olan ıstırap, tıpkı sarhoşluk gibi, bizimgözümüzde her şeyi farklılaştırma gücüne sahiptir. Tasavvurettiği şey, adeta Paris'in ortasında başka bir Paris'ti; ilişkisi ona

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

180

yabancı bir hayatın keşfi gibi göründü; çünkü Rachel, her nekadar Robert'le birlikteyken biraz ona benziyorsa da, yine degerçek hayatının bir bölümünü yaşıyordu onunla; hattâRobert'in kendisine verdiği çılgınca meblağlar nedeniyle endeğerli bölümünü, arkadaşlarının ona imrenmesine yol açan vebir gün, yükünü tuttuktan sonra, kır evine çekilmesini veyabüyük sahnelere atılmasmı sağlayacak olan bölümünü. Robert,metresine, Lucienne'le Germaine'in kim olduğunu, onlarınkompartımanına binse, neler konuşacaklarını, Robert'le benolmasak, arkadaşlarıyla birlikte paten eğlencesinden sonra belkison eğlence olarak Olympia tavernasında noktalanacak bir gününasıl geçireceklerini sormak isterdi. O güne kadar kendisine hepsıkıcı gelmiş olan Olympia çevresi bir an Robert'de bir merak, biracı uyandırdı; bu bahar gününde, Robert'i tanımamış olsa belkiRachel'in gidip bir Louis altını kazanacağı Caumartin Sokağınavuran güneş, içinde belli belirsiz bir özlem yarattı. Ama Rachel'esoru sormanın ne anlamı vardı? Cevabının ya suskunluk, ya biryalan, ya da kendisini çok üzecek ve hiçbir açıklama getirmeyecekbir karşılık olacağını önceden biliyordu zaten. Rachel'in ikiyebölünüşü fazla uzun sürmüştü. Görevliler kapılarıkapatmaktaydılar; çabucak birinci mevki vagonlarından birinebindik; Rachel'in harikulade incileri, Robert'e onun çok değerli birkadın olduğunu hatırlattı; onu okşayıp kendi kalbine sokarak ogüne kadar –izlenimci bir ressamın fırçasından PigalleMeydanında gördüğü kısa an haricinde– hep yapmış olduğu gibiiçselleştirerek seyretti ve tren hareket etti.

Rachel'in bir "edebiyat düşkünü" olduğu doğruydu. Banakitaplardan, Art Nouveau'dan, Tolstoyculuktan sözetmeye, birtek Saint-Loup'ya fazla şarap içiyor diye sitem etmek için araveriyordu.

"Ah! Bir yıl boyunca benimle birlikte yaşasan görürdün, sana su

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

181

içirirdim, çok daha iyi olurdun.”"Tamam, anlaştık, çok uzaklara gideriz.""Ama biliyorsun, benim çok çalışmam gerek." (Rachel tiyatro

sanatını ciddiye alıyordu.) "Ayrıca ailen ne der?"Sonra Robert'in ailesi hakkında bana çok haklı görünen

eleştirilerde bulunmaya koyuldu; Saint-Loup şampanyakonusunda Rachel'e itaatsizlik etmekle birlikte, bu eleştirileretamamen katılıyordu. Onun adına şarap konusunda çokendişelenen ve metresinin onun üzerinde olumlu bir etkisiolduğunu hisseden bense, ailesini atlatmasını tavsiye etmeyehazırdım. Ben Dreyfus'ten sözetmek gibi bir düşüncesizlikedince, genç kadının gözleri yaşlarla doldu.

"Zavallı kurban," dedi hıçkırıklarını bastırarak," öldürecekleronu orada."

"Telaşlanma Zezette, geri dönecek, beraat edecek, yapılan hataanlaşılacak."

"Ama o orada ölmüş olacak! Evet, hiç değilse çocuklarının ismilekelenmemiş olacak. Ama kimbilir ne acılar çektiğini düşünmekbeni öldürüyor! Düşünebiliyor musunuz, dindar bir kadın olanRobert'in annesi, masum olsa bile Şeytan Adası'nda kalmasıgerektiğini söylüyor, korkunç bir şey değil mi?"

"Evet, kesinlikle doğru, öyle diyor" dedi Robert. "Annemdir, birşey demiyorum, ama Zezette'in duyarlılığına sahip olmadığı dakesin."

Aslında "çok hoş şeyler" olan bu öğle yemekleri hep çok kötügeçerdi. Çünkü Saint-Loup ne zaman metresiyle umumi bir yerdebulunsa, Rachel'in oradaki bütün erkeklere baktığını düşünüp içikararırdı; metresi de onun keyifsizliğini farkeder, belki bunukörükleyerek eğlenir, ama daha büyük ihtimalle, onun tavrına

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

182

kırılıp aptalca bir gururla, yumuşatmaya çalışıyormuş gibigörünmek istemez, gözlerini şu veya bu erkekten ayırmıyormuşgibi yapardı; kaldı ki bu, her zaman numara değildi. Tiyatrodaveya cafe'de yanlarında oturan beyefendinin, hattâ bindiklerifaytonun arabacısının hoş bir yanı olsa, Robert kıskançlığıyüzünden metresinden önce farkına varmış olurdu; derhal oerkeği Balbec'te bana sözünü ettiği, eğlence olsun diye kadınlarıbaştan çıkaran ve şerefini lekeleyen iğrenç adamlardan biri olarakgörür, metresine ona bakmasın diye yalvarır ve böylece adamıgöstermiş olurdu. Bazen metresi Robert'i kuşkularında o kadarzevkli bulurdu ki, sonunda sakinleşsin ve gidip biraz dolaşsındiye onu kızdırmayı keserdi; böylece kendisi de sözkonusuyabancıyla konuşacak, çoğunlukla buluşmak üzere sözleşecek,hattâ bazen geçici bir macera yaşayacak zamanı bulurdu.

Restorana girdiğimiz andan itibaren Robert'in kaygılı bir haliolduğunu gördüm. Çünkü Balbec'te gözümüzden kaçmış olan birşeyi hemen farketmişti: Aime, bayağı arkadaşlarının ortasında,mütevazı bir parıltıyla, elinde olmadan, belirli bir yaşta incesaçların ve bir Grek burnunun verdiği roman kahramanı havasınıtaşıyor, bu sayede diğer garsonlar kalabalığının arasındansivriliyordu. Hemen hepsi yaşlı olan diğer garsonlar, fevkaladeçirkin ve tipik riyakâr papaz, günah çıkaran yalancı sofu, en çokda eski komedyen görünümünde adamlardı; artık yüzü şekerebulanmış bu eski komedyenleri ancak eski, kullanılmayan küçüktiyatroların alçakgönüllü bir tarihselliği olan fuayelerindesergilenen portre koleksiyonlarında, uşak veya büyük rahiprollerindeki resimlerinde görmek mümkün; işte bu restoransanki, seçerek istihdam ve belki de bir tür babadan oğula geçenatama sayesinde, bu kasıntılı tipi adeta bir kâhinler kuruluhalinde muhafaza etmekteydi. Ne yazık ki Aime bizi tanıdı vesiparişimizi almaya o geldi; bu arada operet rahipleri alayı diğermasalara doğru ilerliyordu. Aime bana büyükannemin sağlığını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

183

sordu; ben de ona karısıyla çocuklarını. Ailesine bağlı bir adamolduğundan, haberlerini heyecanla verdi. Zeki, enerjik, amasaygılı bir tavrı vardı. Robert'in metresi ona tuhaf bir dikkatlebakmaya koyuldu. Fakat Aime'nin, hafif miyop olduğundanadeta gizli bir derinlik kazanan çukur gözleri, kıpırtısız çehresindehiçbir duyguyu ele vermedi. Balbec'e gitmeden önce uzun yıllarçalıştığı taşra otelinde, güzel bir resme benzeyen, şimdi birazsararmış ve yorgun olan, yıllar boyunca, Prens Eugene'i temsileden bir gravür gibi hep aynı yerde, hemen her zaman boş olanyemek salonunun dibinde görülen yüzü, herhalde meraklıbakışlara pek maruz kalmamıştı. Dolayısıyla uzun bir süre,şüphesiz takdir eden olmadığından, yüzünün sanatsaldeğerinden haberi olmadı; zaten soğuk bir mizacı olduğu için,buna dikkat çekmeye de yanaşmazdı. Olsa olsa, o şehre bir kereuğramış Parisli bir kadın yolcu, ona bakmış, trene binmeden önceodasında servis yapmasını istemiş ve bu vefalı koca ve taşrahizmetkârı hayatının yarısaydam, tekdüze ve derin boşluğunakimsenin asla öğrenmeyeceği, ertesi günü olmayan birmaceranın sırrını gömmüş olabilirdi. Buna rağmen Aime, gençoyuncunun gözlerinin nasıl ısrarla üzerine dikildiğini farketmişolmalı. Robert'in farkettiği ise çok kesindi; arkadaşımın yüzündebir kırmızılığın toplandığını görüyordum; birdenheyecanlandığındaki gibi canlı değil, soluk, parçalanmış birkırmızılık.

"Şefgarson çok mu ilginç Zezette?" diye sordu metresine,Aime'yi epey sertçe gönderdikten sonra. "Onunla ilgili birinceleme yapmak ister gibisin."

"İşte başladık, emindim zaten!""Ne demek başladık, hayatım? Yanıldıysam, tamam, geri

alıyorum. Ama Balbec'ten tanıdığım bu aşağılık herif konusundaseni uyarmaya hakkım var herhalde (yoksa umurumda olmazdı);

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

184

dünyanın gelmiş geçmiş en edepsiz adamlarından biridir."Rachel görünüşe bakılırsa Robert'e itaat etti ve benimle edebiyat

konuşmaya başladı; Robert de konuşmaya katıldı. Onunla sohbetetmekten sıkılmıyordum; çünkü benim beğendiğim eserleri çokiyi biliyor, yaklaşık aynı şekilde değerlendiriyordu; ne var ki ben,Mme de Villeparisis'den onun yeteneksiz olduğunuduyduğumdan, bu kültürünü pek önemsemiyordum. Çok çeşitlikonularda ince espriler yapıyordu; edebiyat topluluklarının,ressam atölyelerinin jargonuna sıkıcı bir şekilde özenmese,gerçekten hoş olabilirdi. Bu konuşma biçimini her konuyayaymaktaydı; mesela, eğer izlenimciyse bir resimden,Wagner'inse bir operadan, "Ah! Çok iyi," diye sözetmeyi alışkanlıkhaline getirdiğinden, bir gün bir genç adam kendisini kulağındanöptüğünde, Rachel'in ürpermiş gibi yapmasından etkilenerekutangaçlık taslayınca, Rachel, "Bir duyum olarak bence çok iyi,"demişti. Ama beni en çok şaşırtan, Robert'in deyişlerini (belki debunlar Rachel'in tanıdığı edebiyatçılardan Robert'e geçmiştiaslında) birbirlerinin yanında sanki zorunlu bir dilmiş gibi,herkese ait olan bir özgünlüğün boşluğunu farketmedenkullanmalarıydı.

Rachel yemek yerken ellerini öyle beceriksizce kullanıyordu ki,sahnede rol yaparken pek sakar olacağım düşündürüyorduinsana. Sadece aşkta, erkek cinsine olan aşırı sevgileri sayesindekendilerininkinden çok farklı olan erkek vücudunun en çokhoşuna giden şeyi derhal tahmin eden kadınların dokunaklısezgisiyle beceri kazanıyordu.

Tiyatro konusu açılınca ben konuşmanın dışında kaldım;çünkü Rachel bu konuda fazlasıyla kötü niyetliydi. Gerçi Berma'yımerhametli bir ses tonuyla savundu (Saint-Loup'ya karşısavunması, onun yanında sık sık Berma'ya saldırdığını dakanıtlıyordu). "Yo, hayır, çok yetenekli bir kadın," diyordu. "Tabii

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

185

ki yaptıkları artık bizi etkilemiyor, bizim aradığımız şeye denkdüşmüyor çünkü, ama çıkış yaptığı dönemi düşünerekdeğerlendirmek gerekir; ona çok şey borçluyuz. Çok iyi şeyleryaptı biliyorsun. Üstelik öyle iyi bir kadm ki, altın gibi bir kalbivardır; kendisi doğal olarak bizi ilgilendiren şeylerdenhoşlanmıyor, ama oldukça etkileyici bir yüze ve keskin bir zekâyasahiptir." (Parmaklar bütün estetik yargılara aynı şekilde eşliketmezler. Bir resim söz konusu olduğunda, güzel bir çalışmaolduğunu, adeta canlı izlenimi uyandırdığını belirtmek için,başparmağı havaya kaldırmakla yetinilir. Ama "keskin zekâ" dahakarmaşıktır. İki parmak, daha doğrusu iki tırnak kullanmakgerekir, sanki bir toza fiske vurur gibi.) Fakat –bu istisna dışında–Saint-Loup'nun metresinin en tanınmış oyunculardan, bir alayve üstünlük havasında sözetmesi, sinirime dokunuyordu;çünkü ben, onun bu sanatçılardan daha yeteneksiz olduğunusanıyordum (bu konuda yanılmaktaydım). Benim kendisinivasat bir sanatçı zannedip onun küçümsediklerini ise aksine çoktakdir ettiğimi pekala anladı. Ama buna kırılmadı; çünkü onunkigibi henüz kabul görmemiş bir büyük yeteneğin, ne kadarkendinden emin olsa da, alçakgönüllü bir yanı vardır ve beklenensaygı gizli yeteneklerle değil, edinilmiş olan konumla orantılıdır.(Bundan bir saat sonra, tiyatroda Saint-Loup'nun metresininböylesine katı hükümler giydirdiği bu sanatçılara büyük bir saygıgösterdiğini farkedecektim.) Bu yüzden, suskunluğum herhaldekafasında hiçbir şüpheye yer bırakmadığı halde, akşam yemeğinibirlikte yiyelim diye çok ısrar etti, benim dışımda kimseninsohbetinden bu kadar hoşlanmadığım söyledi. Henüz öğleyemeğinden sonra gideceğimiz tiyatroda olmasak da, sankitrupun eski portrelerinin sergilendiği bir fuayede gibiydik;garsonların hepsi, bir üstün oyuncular nesliyle birliktekaybolmuş olan çehrelere sahipti; akademisyene de benziyorlardı;bir tanesi bir büfenin önünde durmuş, M. de Jussieu'ye yaraşır bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

186

yüz ifadesiyle ve tarafsız bir merakla, armutları incelemekteydi.Onun yanında duran başka bazı garsonlar, bir yandan başkalarınaduyurmadan kendi aralarında kısa konuşmalar yaparak biryandan halka meraklı ve soğuk bakışlar fırlatan Fransız Enstitüsüüyeleri gibi, gözlerini salonda gezdiriyorlardı. Bunlar müdavimlerarasındaki ünlü çehrelerdi. Bu arada biz de kırış kırış burunlu,riyakâr ağızlı, Rachel'in deyişiyle "papaz havasında" yeni birtanesini birbirimize gösteriyor, yeni seçtiğimiz örneği ilgiyleseyrediyorduk. Ama bir süre sonra Rachel, belki Aime'yle yalnızkalabilmek için Robert'i göndermek amacıyla, yan masalardanbirinde bir arkadaşıyla yemek yiyen genç bir borsacıya kaş gözişaretleri yapmaya koyuldu.

"Zezette, o adama öyle bakma rica ederim," dedi Saint-Loup.Yüzündeki biraz önceki kararsız kırmızılıklar, genişleyen vearkadaşımın gergin hatlarını koyulaştıran kan rengi bir buluthalinde yoğunlaşmıştı. "Bizi bu şekilde teşhir edeceksen benyemeğimi ayrı yiyip seni tiyatroda beklemeyi tercih ederim."

O sırada gelip Aime'ye bir beyefendinin kendisiyle arabasınınkapısında konuşmak istediğini haber verdiler. Hep tedirgin olanve metresine bir aşk mesajı iletileceğinden korkan Saint-Loupcamdan baktı ve kupa arabasının içinde, siyah çizgili beyazeldivenleri ve yakasında çiçeğiyle M. de Charlus'yü gördü.

"Görüyor musun?" dedi bana alçak sesle. "Ailem burada bilepeşimi bırakmıyor. Senden rica ediyorum, benim yapmamimkânsız, ama sen şefgarsonu iyi tanıdığına göre (bizi ele vereceğikesin) arabaya gitmemesini söyleyiver. Hiç değilse benitanımayan bir garson gitsin. Dayıma beni tanımadığını söylersegelip cafe'nin içine bakmaz; kendisini tanırım, bu tip yerlerdennefret eder. Onun gibi, alışkanlıklarını hâlâ sürdüren bir eskihovardanın sürekli bana ders vermesi, gelip casusluk yapmasıiğrenç bir şey doğrusu!"

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

187

Aime benim talimatım üzerine, kendisinin meşgul olduğunu,gelemeyeceğini söylemek üzere bir komiyi gönderdi; Saint-LoupMarkisi'ni sorarlarsa da, tanımadığını söyleyecekti. Araba birazdangitti. Ne var ki fısıltıyla yaptığımız konuşmaları duymamış olanRachel, Robert'in bakışıyor diye sitem ettiği gençle ilgilikonuşulduğunu zannederek hakaret yağdırmaya başladı.

"Hadi bakalım! Şimdi de bu genç adam mı mesele? İkaz ettiğinçok iyi oldu! Bu koşullarda yemek yemek ne kadar zevkli! Siz onakulak asmayın," diye ekledi bana dönerek; "biraz delidir, ayrıcakıskançlık taslamayı şıklık zannediyor, soyluluk zannediyor."

Sonra ayakları ve elleriyle kızgınlık işaretleri yapmaya başladı."Ama Zezette, asıl tatsız olan benim durumum. Adama bizi rezil

ediyorsun; kendisine pas verdiğini zannedecek; üstelik berbat biradam gibi görünüyor."

"Bence aksine, çok hoş; bir kere gözleri çok güzel; ayrıcabakışlarından kadınları ne kadar sevdiği de belli."

"Sen çıldırmışsın, hiç değilse ben gidene kadar sus!" diyehaykırdı Robert. "Garson, paltomu getir."

Onunla birlikte çıkıp çıkmamam gerektiğini bilemiyordum."Hayır, yalnız kalmaya ihtiyacım var," dedi bana. Metresiyle

konuştuğu tonda, bana da aynı derecede kızmış gibikonuşuyordu. Öfkesi, bir operada, librettoda birbirinden anlamve yapı bakımından tamamen farklı olan birçok repliğinsöylendiği, hepsini aynı duygu içinde toplayan tek bir müzikcümlesi gibiydi. Robert gittikten sonra metresi Aime'yi çağırıpçeşitli şeyler sordu. Sonra Aime'yi nasıl bulduğumu bana sordu.

"Hoş bir bakışı var, değil mi? Bakın, benim istediğim, onun nedüşündüğünü öğrenmek, bana sık sık servis yapması, seyahateçıkarken onu da yanımda götürmek. Ama o kadar. Hoşumuza

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

188

giden herkesi sevmek zorunda olsaydık pek feci bir şey olurdu.Robert yok yere kuruntulara kapılıyor. Bütün bunlar benimkafamda olup bitiyor; Robert'in huzursuz olmaması gerekir." (Buarada hâlâ Aime'ye bakıyordu.) "Bakın, şu siyah gözlere bakın, ogözlerin altında ne olduğunu merak ediyorum."

Birazdan gelip Robert'in Rachel'i özel bir bölmede beklediğinihaber verdiler; restoranı tekrar baştan başa geçmeden, bir başkakapıdan girip yemeğini bitirmek üzere oraya geçmişti. Böyleceyalnız kaldım; sonra Robert beni de çağırttı. Metresi bir divanauzanmış, Robert kendisini okşar, öpücüklere boğarkengülüyordu. Şampanya içiyorlardı. Rachel arasıra ona, "Merhabasize!" diyordu; yeni öğrendiği bu söz ona şefkat ve esprinindoruğu gibi geliyordu. Az yemek yemiştim, kendimi rahathissetmiyordum;

Legrandin'in sözlerinden etkilenmemekle birlikte, baharın builk öğle sonrasına bir restoranın özel bölmesinde başladığımı vetiyatro kulislerinde bitireceğimi düşünmek beni üzüyordu.Rachel geç kalıyor mu diye saatine baktıktan sonra banaşampanya ikram etti, doğu sigaralarından birini uzattı ve benimiçin göğsündeki güllerden birini çıkardı. O zaman kendi kendimeşöyle düşündüm: "Günüm boşa geçti diye üzülmeme gerek yok;bu genç kadının yanında geçirdiğim saatler boşa geçmiş sayılmaz:bir gül, parfümlü bir sigara ve bir kadeh şampanya çok zarif vekarşılığı kolay ödenemeyecek şeyler." Böyle düşünmemin amacı,bu sıkıntılı saatlere estetik bir nitelik kazandırarak bu zamanıhaklı çıkarmak, kurtarmaktı. Sıkıntımı giderecek bir mazereteihtiyaç duymamın, estetik bir şey bulmadığımı zatenkanıtladığını düşünmem gerekirdi belki de. Robert'le metresi ise,birkaç dakika önceki kavgalarını da, kavgaya benim şahitolduğumu da hiç hatırlamıyor gibiydiler. Bu kavgaya hiçbirşekilde değinmediler, bir mazeret aramadılar; aynı şekilde o andaki

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

189

tavırlarının zıtlığının üzerinde de durmadılar. Onlarla birlikteiçtiğim şampanyadan ötürü, Rivebelle'deki sarhoşluklarıma birazbenzeyen, ama herhalde aynısı olmayan bir sarhoşluk gelmiştiüzerime. Sarhoşluğun hem güneş veya seyahatten yorgunluktanşarap sarhoşluğuna çeşitli türleri, hem de deniz derinliklerinibelirten ölçüler gibi ayrı derinlik ölçüleri bulunması gereken farklıdereceleri, içimizde, tam bulunduğu derinlikte, farklı bir insanıortaya çıkarır. Saint-Loup'nun bulunduğu bölme küçüktü, amabu bölmeyi süsleyen tek ayna, sanki sonsuz bir derinlikte otuztane odayı yansıtıyordu; çerçevenin tepesine yerleştirilmiş olanelektrik ampulü herhalde gece yakıldığında kendine benzer otuzyansımayla birlikte, içki içen kişiye, tek başına bile olsa,sarhoşlukla coşan duygularıyla aynı anda etrafındaki alanın daçoğalıp katlandığı hissini veriyor, bu küçücük odada kapalıolduğu halde, sınırsız ve ışıklı eğrisiyle, "Jardin de Paris"nin ağaçlıyollarından çok daha büyük bir alana hükmettiği izleniminiyaratıyordu. O esnada bizzat bu içki içen kişi olarak aynada onuaradığımda, birden bana bakan çok çirkin bir yabancı gördüm.Sarhoşluğun mutluluğu, tiksintisinden daha baskındı;neşemden veya meydan okuma duygusuyla ona gülümsedim,aynı şekilde karşılık verdi. Duyumların çok baskın olduğu o ânıngeçici ve güçlü etkisi altına girmiştim; o kadar ki, belki de teküzüntüm, gördüğüm bu korkunç benliğimin son gününüyaşamakta olabileceği, hayatım boyunca bu yabancıyla bir dahahiç karşılaşmayabileceğim düşüncesiydi.

Robert, benim metresinin gözüne daha fazla girmekistemeyişime kızıyordu.

"Bu sabah karşılaştığın, züppelikle astronomiyi birbirinekarıştıran şu adamı anlatsana, ben tam hatırlamıyorum,"diyordu, göz ucuyla metresine bakarak.

"Canım, söylediğinden başka anlatacak bir şey yok işte."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

190

"Amma sıkıcısın! Öyleyse Françoise'ın Champs-Elysees'dekihikâyelerini anlat, Rachel'in çok hoşuna gidecek."

"A, evet! Bobbey, Fançoise'dan çok sözetti bana," dedi Rachel;sonra Saint-Loup'nun çenesini tutup ışığa çevirerek, hayalgücükısır olduğundan, tekrar, "Merhaba size!" dedi.

Tiyatro sanatçıları benim gözümde üslup ve oyunlarıyla birsanatsal gerçeğin tek temsilcileri olmaktan çıktığından beri,onların kendileriyle ilgilenir olmuştum; eski bir komik romanınkahramanlarını seyreder gibi, oyundaki saf genç kızın, salonayeni giren genç bir soylunun çehresini görünce, oyundakendisine aşkını itiraf eden yakışıklı delikanlıyı dalgın dalgındinleyişini, öte yandan delikanlının, sevda tiradının yaylımateşinin ortasında, yan taraftaki locada oturan yaşlı hanıma,muhteşem incilerine çarpılarak ateşli bir bakış fırlatışınıgörmekten hoşlanıyordum; böylece, özellikle de sanatçıların özelhayatları hakkında Saint-Loup'nun verdiği bilgiler sayesinde,sözlü oyunun ardında sessiz ve anlamlı ikinci bir oyununoynanışını seyrediyordum; aslında sıradan olmakla birlikte sözlüoyun da ilgimi çekiyordu; çünkü sahne ışıklarının altında,oyuncunun yüzüne makyaj ve kartondan bir başka yüzün,ruhuna bir rolün repliklerinin yapışmasıyla, bir oyununkahramanları olan o geçici ve canlı kişiliklerin bir saatliğinefilizlenip geliştiğini hissediyordum; bu kişilikler de çekicidir,onları sever, takdir eder, kendilerine acır, tiyatrodan çıktığımızdatekrar bulmak isteriz, ama onlar artık dağılıp oyundaki formunasahip olmayan bir oyuncuya, oyuncunun yüzünü göstermeyenbir metne, mendille silinen renkli bir pudraya dönüşmüşler,kısacası, kendilerinden hiçbir iz taşımayan unsurlar olmuşlardıryeniden; temsilin sona ermesiyle hiç vakit geçirmedençözülmeleri, tıpkı sevdiğimiz bir kişinin yok olması gibi, bizibenliğin gerçekliğinden şüpheye düşürüp ölüm konusunda

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

191

düşündürür.Programın bir bölümü benim için son derece üzücüydü.

Rachel'in ve arkadaşlarının çoğunun nefret ettiği bir genç kadın,sahnede ilk kez boy gösterecek, eski şarkılar söyleyecekti; kendiside, yakınları da, geleceğe dönük bütün umutlarını bu ilk resitalebağlamışlardı. Kadının aşın derecede çıkık, neredeyse gülünçdenebilecek bir poposu ve güzel ama fazlasıyla cılız bir sesi vardı;sesi heyecandan iyice kısılmıştı ve iriyarı bedeniyle çelişiyordu.Rachel, salonda bulunan çok sayıda erkek ve kadın arkadaşını,utangaç olduğu bilinen şarkıcı adayının moralini alaylarıylabozmakla görevlendirmişti; böylece genç kadının iyice kafasıkarışacak, bu müthiş fiyaskodan sonra müdür kendisiyleanlaşma imzalamayacaktı. Zavallı kadının ilk notalarıyla birliktebu iş için toplanmış kimi seyirciler gülerek birbirlerine kadınınarkasını göstermeye başladılar; komplodan haberdar birkaç kadınyüksek sesle güldüler; her ince nota, rezalete dönüşmekte olankasıtlı kahkahaları artırıyordu. Makyajının altında mutsuzluktanter döken zavalh kadm önce direnmeye çalıştı, sonra etrafına,seyircilere, üzgün, gücenmiş bakışlar fırlattı; bunun üzerine iyiceyuhalanmaya başladı. Önceden haberli olmayan kimi güzeloyuncular da, taklit içgüdüsüyle, esprili ve cesur görünmearzusuyla kervana katıldılar; diğerleriyle şeytanca bakışıpsuçortaklığı yapıyor, kahkahalarla, çılgınca gülüyorlardı; o kadarki, ikinci şarkının sonunda, programda daha beş şarkı olmasınarağmen yönetmen perdeyi indirtti. Tıpkı büyükamcamınbüyükannemi kızdırmak için büyükbabama konyak içirdiğizamanlarda büyükannemin ıstırabını düşünmemeye çalıştığımgibi, bu olayı da daha fazla düşünmek istemiyordum; kötülükbana fazlasıyla acı veren bir kavramdı. Oysa mutsuzluğa üzülmekbelki de pek doğru değildir; çünkü direnmek zorunda olanmutsuz kişi, hayalimizde baştan yarattığımız ıstıraba acımayıdüşünmez; aynı şekilde kötülük de muhtemelen kötü yürekli

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

192

kişinin ruhunda, bize hayal ettiğimizde çok acı veren o katıksız vehaz veren acımasızlığı içermez. Nefret kötülüğü ilham eder, öfkekızıştırıp harekete geçirir, ama bütün bunların pek neşeli bir yanıyoktur; kötülükten zevk almak için sadist olmak gerekir; kötüyürekli insan, kötü birine acı çektirdiğini düşünür. Rachel hiçşüphesiz işkence ettiği şarkıcının hiç ilginç olmadığını, onuyuhalatmakla, gülünç olanla alay edip beğeninin intikamınıaldığını, kötü bir meslektaşına bir ders verdiğini düşünüyordu.Her şeye rağmen bu olaydan hiç sözetmemeyi tercih ettim;çünkü engelleyecek ne cesareti, ne de gücü gösterebilmiştim;olayın kurbanıyla ilgili iyi bir şey söyleyerek şarkıcı adayınınişkencecilerini harekete geçiren duyguları zalimliğin tatmininebenzetmek, benim için dayanılmaz olurdu.

Öte yandan, temsilin ilk bölümü, bir başka açıdan beniilgilendirmişti. Saint-Loup'nun Rachel konusundakiyanılgısının, o gün sabah vakti çiçek açmış armut ağaçlarınınaltında metresine bakarken, ikimizin algıladığı görüntülerarasında bir uçurum oluşturan yanılsamanın niteliğini birazanlamamı sağlamıştı. Baştaki küçük oyunda, Rachel'in neredeysefigüran denebilecek bir rolü vardı. Ama bu şekilde bakıldığında,Rachel başka bir kadındı. Yüzü, uzaklığın (sahnenin uzaklığıolması şart değildi, dünya da zaten daha büyük bir tiyatrodanbaşka bir şey değildir) şekil verdiği, yakından bakıldığında dağılıpçözülen yüzlerdendi. İnsan onun yarandayken bir nebülözden,çillerden ve minik sivilcelerden oluşan bir samanyolundan başkahiçbir şey göremiyordu. Arada yeterli bir mesafe olduğundabütün bunlar görünmez oluyor, silinen, dağılan yanaklarınarasından bir hilal gibi incecik, kusursuz bir burun çıkıyorduortaya; öyle ki, insan Rachel'i başka koşullarda, yakındangörmemişse, onun ilgisini üzerinde toplamak, her arzuladığındagörmek, yanında tutmak isterdi. Benim için bu şartlar geçerlideğildi, ama Saint-Loup onu ilk kez sahnede gördüğünde, böyle

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

193

olmuştu. Ona nasıl yaklaşabileceğini, onunla nasıltanışabileceğim düşünmüş, içinde harikulade bir âlem –Rachel'inyaşadığı dünya– açılıvermişti; etrafa olağanüstü ışınlar yayan,ama Robert'in içine giremeyeceği bir âlem. Yıllar önceki o gece,olayın geçtiği taşra kentinin tiyatrosundan çıkarken ona mektupyazmanın çılgınlık olacağını, nasılsa cevap vermeyeceğinidüşünmüştü; Robert'in içinde, o çok bildik gerçekliklerden üstünbir dünyada, arzunun, hülyanın güzelleştirdiği bir dünyadayaşayan bu kadın için servetini, ismini feda etmeye hazırdı;birden sanatçıların kapısından, oyunda rol alan, hoş şapkalartakmış, neşeli oyuncular grubunun çıktığını görmüştü.Oyuncuları tanıyan gençler, kapıda onları beklemekteydiler.İnsan sayısı, insanların oluşturabileceği bileşimlerin sayısındanaz olduğundan, tanıyabileceğimiz insanların hiçbirininbulunmadığı bir salonda, bir daha görme fırsatını hiç eldeedemeyeceğimizi sandığımız bir kişi bulunur; hem de o kadardenk düşer ki, tesadüfe Tanrı'nın parmağı karışmış gibidir; oysaorada değil, başka bir yerde olsak, muhtemelen başka bir tesadüfbunun yerini alır, başka arzular doğardı ve bu arzularıdestekleyecek bir başka eski tanıdıkla karşılaşırdık. Saint-Loupkendisini tiyatro çıkışında görmeden önce, rüyalar âleminin altınkapıları Rachel'in üzerine kapanmıştı; bu yüzden çilleriylesivilcelerinin pek bir önemi olmadı. Yine de hoşuna gitmedi;çünkü artık yalnız olmadığı için, tiyatroda onun karşısındaolduğu zamanki hayal kurma gücüne sahip değildi. Ne var kiRachel, Saint-Loup artık bunu algılayamasa da, gözlerimizinonları göremediği saatlerde bile çekim güçleriyle bizi yönetenyıldızlar gibi, Robert'in hareketlerini düzenlemeye devamediyordu. Bu yüzden, ince hatları Robert'in hafızasında yer bileetmemiş oyuncuya yönelik arzusu, Robert'in, tesadüfen oradabulunan eski arkadaşının üzerine atılmasına ve yüz hatlarıolmayan çilli kadına kendini takdim ettirmesine sebep oldu;

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

194

nasılsa ikisi aynı kişiydi; daha sonra, aslında bu ikisinden hangisiolduğunu anlayacağını düşündü. Rachel'in acelesi vardı; bu ilkgörüşmede Saint-Loup'yla konuşmadı bile; ancak aradan günlergeçtikten sonra, Saint-Loup onu arkadaşlarından ayırıp birliktedönmeyi başarabildi. Saint-Loup âşık olmuştu bile. Hayal kurmaihtiyacı, hayal edilen kişi tarafından mutlu edilme arzusu, pekfazla zamana gerek kalmadan, bütün mutluluk ihtimallerimizidaha birkaç gün önce sahnede beklenmedik, yalancı ve ilgisiz birgörüntüden ibaret olan birine bağlayıvermemize sebep olur.

Perde indikten sonra kulise geçtiğimizde, orada dolaşmakgözümü korkuttuğundan, heyecanla Saint-Loup'yla konuşmakistedim; böylelikle, benim için yeni olan bu yerlerde nasıl bir tavırtakınılacağını bilmediğimden, tavrım tamamen konuşmamızıntekelinde olacaktı; konuşmaya kendimi tamamen kaptırdığım,dalgın olduğum düşünülecek ve aklım söylediklerimdeolduğundan nerede bulunduğumu bile farketmediğim için,orada takınmam gereken yüz ifadelerini takınmamış olmamdoğal karşılanacaktı; vakit kaybetmemek için, aklıma gelen ilkkonuya sarıldım:

"Biliyor musun," dedim Robert'e, "Doncieres'den ayrıldığımgün sana veda etmeye gitmiştim, sonra konuşma fırsatımızolmadı. Sokakta görüp selam verdim sana."

"Hiç hatırlatma," diye cevap verdi, "çok üzüldüm; garnizonunçok yakınında karşılaştık, ama zaten geç kalmış olduğum içinduramadım. Emin ol çok canım sıkıldı."

Demek beni tanımıştı! Elini kepine götürerek, yüzünde benitanıdığını belirten bir bakış olmaksızın, duramadığı içinüzüldüğünü gösteren bir hareket yapmaksızın verdiği soğukselamı hâlâ görür gibiydim. Belli ki, o sırada benimseyiverdiğibeni tanımama senaryosu, meseleyi basitleştirmişti. Ama bukadar hızla, ilk izlenimini bir refleksle açığa vurmadan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

195

toparlanmış olması, beni çok şaşırttı. Daha Balbec'te bilefarketmiştim: Saydam teninin kimi duyguların ani hücumunugizleyemediği çehresindeki saf samimiyetin yanısıra, bedeni,görgü kuralları uyarınca birçok duygu ve düşünceyi saklamaküzere başarıyla eğitilmişti; garnizon hayatında, sosyetehayatında, mükemmel bir oyuncu gibi birbiri ardına birçok farklırolü oynayabiliyordu. Bu rollerden birinde beni çok seviyor, bananeredeyse bir ağabey gibi davranıyordu; daha önce ağabeyimolmuştu, şimdi de öyleydi, ama bir anlığına, beni tanımayan birbaşka kişi olmuş, elinde dizginler, gözünde monokl, bana ne birbakış, ne bir gülümseme yönelterek elini kepinin siperliğinegötürüp kurala uygun bir askerî selâm vermişti!

Sahnede hâlâ dikili duran, aralarından geçtiğim dekorlar, böyleyakından görüldüğünde, onları kaim hatlarıyla resimleyen ustaressamın hesaba kattığı mesafe ve ışıklandırmanın bütünkatkısından yoksun kalınca, sefil görünüyorlardı; Rachel de,kendisine yaklaştığımda, en az bu kadar etkili bir yıkıcı gücemaruz kaldı. Güzel burnunun kanatları, tıpkı dekorun çekiciliğigibi, salonla sahne arasındaki perspektifte kalmıştı. Başkabirisiydi; onu bir tek kimliğinin sığındığı gözlerindentanıyabiliyordum. Biraz önce o kadar parlak olan bu genç yıldızınbiçimi, ışıltısı kaybolmuştu. Buna karşılık, sanki aya yaklaşmışımda pembe ve altın yaldızlı görünümünü kaybetmiş gibi, Rachel'inbiraz önce dümdüz olan yüzünde, artık çıkıntılardan, lekelerden,çatlaklardan başka bir şey görmüyordum.

Gazetecilerin, oyuncularla dost olan, şehirdeki gibi sağa solaselam veren, sohbet eden, sigara içen sosyete insanlarınınortasında, siyah kadife başlıklı, ortanca rengi bir etek giymiş,yanakları bir VVatteau albümü sayfası gibi kırmızıya boyanmışbir delikanlı görünce, çok hoşuma gitti; gülümseyen dudakları,havaya çevrilmiş gözleri, avuçlarıyla çizdiği zarif şekiller ve hafif

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

196

sıçrayışlarıyla, aralarında bir deli gibi esrik rüyasını kovaladığıceketli, redingotlu makul insanlardan o kadar başka türden biryaratık gibi görünüyordu, onların hayatının kaygılarına o kadaryabancı, onların uygarlığının alışkanlıklarından o kadar dahaeski, doğa yasalarından o kadar kurtulmuştu ki, onun kanatlı,kaprisli ve boyalı oynaşmalarının çizdiği doğal arabeskleridekorların arasında izlemek, bir kalabalığın arasında yolunuşaşırmış bir kelebek görmek kadar insanı dinlendiren, iç açıcı birşeydi. Ama o sırada Saint-Loup, metresinin, birazdan yer alacakperde arası dansının bir figürünün son provasını yapan budansçıyla ilgilendiğini düşündü ve yüzü karardı.

"Başka bir yöne bakabilirdin," dedi asık bir yüzle. "Biliyorsun kibu dansçıların, üstünde oynadıkları ip kadar değerleri yoktur, oipin üstüne çıkıp geberseler de daha iyi olurdu; ayrıca seninkendileriyle ilgilendiğini anlatıp böbürlenecek tipte insanlardır.Zaten duydun, gidip giyinmeni söylediler sana. Yine geçkalacaksın."

Üç beyefendi –üç gazeteci– Saint-Loup'nun öfkeli halini görüpgülünç bularak söylediklerini işitebilmek için yaklaştılar. Ötekitarafa bir dekor yerleştirilmekte olduğundan, iyice onların yanınasıkıştık.

"Aa, ama tanıyorum ben onu, arkadaşım o benim!" diyehaykırdı Saint-Loup'nun metresi, dansçıya bakarak. "Çok başarılıdoğrusu, şu küçücük ellere bak, onlar da bütün vücudu gibi dansediyor!"

Dansçı yüzünü Rachel'e çevirince, olmaya çalıştığı havaperisinin altından insan kişiliği göründü; gözlerinin katı, gribuzu, sert, boyalı kirpiklerinin arasında titreşip parladı ve birgülümseme, allıkla macunlanmış yüzünün ortasında, ağzını ikiyana doğru uzattı; sonra, genç kadını eğlendirmek için,beğendiğimiz şarkıyı hatırımız için mırıldanan bir şarkıcı gibi,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

197

avuçlarıyla yaptığı hareketleri tekrarlamaya, bir taklitçi inceliği veçocuk neşesiyle kendi kendini taklit etmeye koyuldu.

"Ah! Bu kendini taklit etme numarası çok hoş!" diye haykırdıRachel, alkışlayarak.

"Yalvarırım hayatım," dedi Saint-Loup çaresizce, "kendini böyleteşhir etme, öldüreceksin beni; yemin ederim bir tek kelime dahasöylersen seninle soyunma odana gelmeyip gideceğim buradan;hadi, yaramazlık yapma." Sonra bana dönüp Balbec'ten beriyaptığı gibi üstüme titreyerek, "Puro dumanının ortasındadurma, rahatsız olacaksın," dedi.

"Ah! Gitsen ne kadar sevinirim!""Bak söylüyorum, bir daha dönmeyeceğim.""Bunu ummaya cesaret edemiyorum.""Bak Rachel, uslu durursan o kolyeyi sana hediye etmeye söz

vermiştim, biliyorsun, ama maden böyle davranıyorsun...""İşte! Ben de senden bunu beklerdim zaten. Bana bir söz

vermiştin; tutmayacağını düşünmem gerekirdi. Zenginliğinleböbürleniyorsun, ama ben senin gibi menfaatçi değilim. Kolyenumurumda değil. Onu bana hediye edecek başka biri var zaten."

"Başka kimse hediye edemez onu sana; Boucheron'a benayırttırdım onu; benden başka kimseye satmayacağına söz verdi."

"Anlaşıldı, bana şantaj yapmaktı niyetin; önceden bütünönlemleri almışsın. Dedikleri doğruymuş: Marsantes, MaterSemita, ırkın kokusu geliyor insanın burnuna,” diye cevap verdiRachel. Değindiği bu etimoloji kaba bir yanlışlığa dayanıyordu;çünkü semita "Yahudi" değil, "patika" anlamına gelir, amamilliyetçiler, Dreyfus taraftarı fikirlerinden dolayı Saint-Loup'yabu yorumu yakıştırıyorlardı; oysa o bu fikirleri metresine

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

198

borçluydu. (Mme de Marsantes'a Yahudi yakıştırmasınıherkesten çok Rachel'in yapması abesti; sosyete etnograflarıSaint-Loup'nun annesinde Levy-Mirepoix'larla akrabalığındanbaşka hiçbir Yahudilik bulamıyorlardı.) "Ama her şey bitmiş değil,bundan emin olabilirsin. Bu koşullarda verilmiş bir sözün hiçbiranlamı yok. Bana karşı kalleşçe davrandın. Boucheron bundanhaberdar olacak, kolyesi için de değerinin iki katını alacak.Yakında haberlerimi alacaksın, merak etme."

Robert yüzde yüz haklıydı. Ne var ki şartlar daima o kadarkarışıktır ki, yüzde yüz haklı olan kişi bir kere yanılmış olabilir.[9]

Elimde olmadan Robert'in Balbec'te söylemiş olduğu tatsız, amason derece masum sözleri hatırladım: "Böylece onun üzerindeüstünlük sağlıyorum."

"Kolye konusunda söylediklerimi yanlış anlamışsın. Sana resmîbir söz vermemiştim. Seni terk etmem için ne lazımsa yaptığınagöre tabii ki hediye etmem kolyeyi; bunun neresi kalleşlik,menfaatçilik, anlamıyorum. Zenginliğimle böbürlendiğim doğrudeğil; meteliği olmayan bir zavallı olduğumu hep söylüyorumsana. Böyle yorumlamakla haksızlık ediyorsun hayatım. Benimnerem menfaatçi? Senden başka menfaat düşünmediğimi gayetiyi biliyorsun."

"Tabii, tabii, devam et," dedi Rachel alayla, umursamadığınıbelli eden bir hareket yaparak. Sonra dansçıya döndü:

"Ah, ellerini gerçekten harika kullanıyor! Ben kadın olduğumhalde onun bu yaptığını yapamam." Sonra Robert'in kasılmışyüzünü dansçıya göstererek, "Bak nasıl acı çekiyor," dedi alçaksesle; Saint-Loup'ya olan gerçek şefkat duygusuyla tamamenilgisiz, sadistçe bir acımasızlığın anlık coşkusuna kapılarak.

"Bana bak, son defa söylüyorum, yemin ederim, sonra neyaparsan yap, bir hafta sonra istediğin kadar pişman ol, geri

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

199

dönmeyeceğim; sabrımı taşırma, dikkat et, dönüşü yok bunun,sonra pişman olacaksın, iş işten geçmiş olacak."

Belki de haklıydı, metresinden ayrılmanın ıstırabı, belirlikoşullarda onun yanında olmak kadar zalimce gelmiyordu ona.

"Yavrucuğum," dedi sonra bana dönüp, "orada durma diyorumsana, öksürmeye başlayacaksın."

Hareket etmemi engelleyen dekoru gösterdim. Şapkasınahafifçe dokunup gazeteciye dedi ki:

"Beyefendi, puronuzu söndürür müsünüz lütfen? Dumanarkadaşımı rahatsız ediyor."

Metresi onu beklemeyip soyunma odasına giderken döndü:"O küçük eller kadınlara da aynı şeyleri yapıyor mu?" diye

seslendi sahnenin dibinden dansçıya, yapmacık bir saf genç kızmasumiyetiyle, şarkı söyler gibi. "Sen kendin de kadın gibisin;sen, ben ve kız arkadaşlarımdan biri, çok iyi anlaşabiliriz gibimegeliyor."

"Bildiğim kadarıyla burada sigara içmek yasak değil; insanhastaysa evinde oturur," dedi gazeteci.

Dansçı Rachel'e gizemli bir şekilde gülümsedi."Ah, yapma, delirtiyorsun beni!" diye haykırdı Rachel. "Çok

eğleneceğiz birlikte!""Yine de beyefendi, pek nazik sayılmazsınız," dedi Saint-Loup

gazeteciye; sesi hâlâ terbiyeli ve yumuşaktı; kapanmış bir olayısonradan yorumlayan birinin gözlemci tavrını takınmıştı.

O sırada Saint-Loup'nun, benim görmediğim birine işaretedermiş gibi veya bir orkestra şefi gibi, kolunu dimdik havayakaldırdığını gördüm; gerçekten de –bir senfoni veya balede,batonun basit bir hareketinden başka bir geçişe gerek kalmadan,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

200

zarif bir andanteyi şiddetli ritmlerin izlemesi gibi– söylediği okibar sözlerden sonra, eliyle gazetecinin yanağına okkalı bir tokatpatlattı.

Artık diplomatların ahenkli konuşmalarının, barışıngüleryüzlü sanatlarının ardından savaşın öfkeli coşkusugeldiğine göre, bir darbe yenilerini doğurduğundan, hasımlarıkanlar içinde yüzerken görsem fazla şaşırmazdım. Ama benimanlayamadığım (bazı insanların, iki ülke arasında daha sadece birsınırın düzeltilmesi sözkonusuyken savaşın patlak vermesiniveya sadece karaciğerinde bir urdan sözedilen hastanınölüvermesini usulsüzlük olarak görmesi gibi), Saint-Loup'nunnasıl olup da bir incelik içeren bu sözlerin ardından, katiyen busözlerden çıkmayan, bu sözlerin haber vermediği bir hareketyapabildiğiydi; o kol yalnız insanların hukukunu değil,nedensellik ilkesini de çiğneyerek havaya kalkmıştı; öfkedenkendiliğinden doğmuş, ex nihilo[10] yaratılmış bir hareketti.Bereket versin tokadın şiddetiyle sendeleyen, benzi solan ve bir anduraksayan gazeteci, karşılık vermedi. Arkadaşlarına gelince, birtanesi derhal kafasını çevirip dikkatle kulis tarafına, besbelli oradabulunmayan birine bakmaya koyulmuştu; İkincisi gözüne tozkaçmış gibi yapıp gözkapağını ovuşturarak acı çekercesineyüzünü buruşturuyordu; üçüncüsü de ileri doğru atılıp haykırdı:

"Aman Tanrım, perde açılıyor galiba, yerimizi kapacaklar!"Saint-Loup'yla konuşmak istiyordum, ama o, dansçıya olan

hiddetiyle öyle dolup taşmıştı ki, öfkesi tam gözbebeklerininyüzeyine gelip yapışmıştı; bir iç iskelet gibi yanaklarını geriyordu;öyle ki, içindeki kargaşa, dışında mutlak bir dokunulmazlıklaifade bulduğundan, benden gelecek tek bir kelimeyi karşılayıpcevaplayacak gevşekliğe, açıklığa sahip değildi. Gazetecininarkadaşları olayın kapandığını görünce yanma döndüler; hâlâtitremekteydiler. Yine de onu bırakıp gitmiş olmanın utancıyla,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

201

hiçbir şeyin farkına varmadıklarını zannetmesini istiyorlardı. Buyüzden biri gözündeki toz, öteki perdenin açıldığını sanıpyanılması, üçüncüsü de geçerken gördüğü birinin, kardeşiyleşaşılacak benzerliği üstünde ısrarla duruyorlardı. Hattâduygularını paylaşmadı diye arkadaşlarına biraz surat bile astılar.

"Nasıl olur, sen çok şaşırmadın mı? Gözlerin iyi görmüyor musenin?"

"Demek ki hepiniz ödlekmişsiniz," diye homurdandı tokatyiyen gazeteci.

Uydurdukları senaryoya göre ne demek istediğini anlamazmışgibi görünmeleri gerektiği halde –onlar bunu düşünmeyip– kendikendileriyle çelişkiye düşerek, böyle durumlarda âdetten olan bircümleyi yapıştırdılar: "Sen zıvanadan çıktın ama, alınmasana,gemi azıya aldın!"

Sabah çiçek açmış armut ağaçlarının karşısında, Robert'in"Rachel ne zaman ki Tanrı'nın"a olan aşkının nasıl bir yanılsamaüzerine kurulu olduğunu anlamıştım. Bu aşktan doğanıstıraplarınsa, aksine, ne kadar gerçek olduğunu da anlıyordum.Bir saattir kesintisiz yaşamakta olduğu ıstırap yavaş yavaşbüzüldü, Robert'in içine girdi; gözlerinde serbest ve yumuşak biralan belirdi. Saint-Loup'yla ikimiz tiyatrodan çıkıp önce birazyürüdük. Gabriel Caddesi'nin, bir zamanlar sık sık Gilberte 'ingelişini seyrettiğim bir köşesinde azıcık oyalandım. Birkaç saniyeboyunca, bu uzak duyguları hatırlamaya çalıştım; Saint-Loup'yu"jimnastik" adımlarıyla yakalayacaktım ki, oldukça kılıksız biradamın epeyce yakın mesafede durup kendisiyle konuştuğunufarkettim. Robert'in yakın bir arkadaşı olduğuna hükmettim; buarda birbirlerine daha da yaklaşıyormuş gibi görünüyorlardı;birdenbire, gökyüzünde bir yıldız olayının görünmesi gibi,yumurta biçiminde cisimlerin başdöndürücü bir hızla şekildenşekle girip Saint-Loup'nun önünde oynak bir takımyıldız

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

202

oluşturduklarını gördüm. Adeta bir sapan tarafından fırlatılan bucisimler, en az yedi taneymiş gibi geldi bana. Oysa Saint-Loup'nun iki yumruğuydular sadece; görünürde ideal vedekoratif olan bu bileşimin içindeki yer değiştirme hızlarıylaçoğalmışlardı. Bu ustalıklı oyun, aslında Saint-Loup'nun attığı birdayaktı; dayağın estetik değil, saldırgan bir niteliği olduğunu,kılıksız adamın görünümünden anlayabildim: aynı anda bütündirencini, çenesini ve bol miktarda da kan kaybetmiş gibiydi. Sorusormak üzere kendisine yaklaşan insanlara yalan yanlışaçıklamalarda bulundu; başını çevirdi ve Saint-Loup'nun kararlıadımlarla uzaklaşıp bana doğru yürüdüğünü görünce durup hınçve bitkinlikle, ama kızgınlıktan uzak bir tavırla onu seyretti.Saint-Loup ise, bir fiske bile yemediği halde kızgındı; yanımageldiğinde gözleri hâlâ öfkeyle parlıyordu. Olayın, tahminiminaksine, tiyatrodaki tokatlarla hiçbir ilgisi yoktu. Adam dolaşmayaçıkmış ateşli biriydi ve Saint-Loup'nun ne kadar yakışıklı bir askerolduğunu görüp kendisine teklifte bulunmuştu. Arkadaşım artıkgirişimde bulunmak için akşam karanlığını bile beklemeyen bu"çete"nin küstahlığına bir türlü inanamıyor, kendisine yapılanteklifleri gazetelerin, gündüz vakti Paris'in merkezî bir semtindeyapılan silahlı bir soygundan sözettikleri hiddetle anlatıyordu.Oysa dayak yiyen adam bir bakıma affedilebilirdi; çünkü arzubasit bir kaldıracın yardımıyla hızla hazza yaklaştığından,güzelliğin kendisi bile bir tür rıza gibi görülebilir. Saint-Loup'nungüzelliğiyse tartışılmazdı. Biraz önce attığı yumrukların,kendisine yanaşan türden adamlara bir yararı vardır: ciddi olarakdüşünmelerine yol açar; ne var ki bu düşünme çok kısasürdüğünden kendilerini düzeltip adli cezalardan kaçınmalarınısağlamaz. Bu yüzden, Saint-Loup dayağını fazla düşünmedençektiği halde, bu türden bütün dayaklar, yasalara yardımcı olsalarda, huyları türdeşleştirmeyi başaramaz.

Bu olaylar ve şüphesiz kafasına en çok takılan olay, Robert'de

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

203

herhalde biraz yalnız kalma isteği doğurmuştu. Çünkü bir süresonra, birbirimizden ayrılarak benim Mme de Villeparisis'ninevine tek başıma gitmemi rica etti; beni orada bulacaktı, amabirlikte gitmek istemiyordu; öğleden sonranın bir kısmını birliktegeçirdiğimizin anlaşılmamasını, Paris'e yeni gelmiş izleniminiuyandırmayı tercih ediyordu.

Mme de Villeparisis'yle Balbec'te tanışmadan önce tahminettiğim gibi, onun yaşadığı çevreyle Mme de Guermantes'inmuhiti arasında büyük bir fark vardı. Mme de Villeparisis, soylubir ailenin evladı olup aynı derecede soylu bir evlilik yaptıklarıhalde, yüksek sosyetede pek önemli bir konumu olmayankadınlardandı; bu kadınların salonlarında, yeğenleri veyagörümceleri olan birkaç düşesin ve hattâ ailenin yaşlıakrabalarından hükümdar sıfatı olan birkaç kişinin dışında,burjuvalardan, taşra soyluları veya yozlaşmış soylulardan oluşanüçüncü sınıf bir topluluk bulunur; bunların varlığı da zatenuzun bir süre önce, akrabalık veya çok eskiye dayanan birsamimiyet yüzünden görev diye gelmek zorunda olmayan şık vesnop kişileri, salonlarından uzaklaştırmıştır. Tabii ki Mme deVilleparisis'nin Balbec'te, babamın o sırada M. de Norpois'ylabirlikte yaptığı İspanya yolculuğu konusunda, niçin bizden bilefazla bilgisi olduğunu, birkaç dakika içinde anlamam zor olmadı.Buna rağmen, Mme de Villeparisis'nin büyükelçiyle yirmi yılıaşkın ilişkisinin, en parlak kadınların büyükelçi kadar saygıdeğerolmayan âşıklarım açıkça teşhir ettiği bir çevrede, markizingözden düşmesine sebep olduğunu düşünmek abesti; kaldı kibüyükelçi muhtemelen uzun bir süredir, markiz için eski birdosttu sadece. Mme de Villeparisis'nin bir zamanlar başkamaceraları da mı olmuştu? O zamanlar şimdikinden (belkirenkliliğini biraz da o ateşli ve harcanmış yıllara borçlu olandingin ve dindar yaşlılığından) daha tutkulu bir kişiliğe sahipolduğu için, uzun süre yaşadığı taşrada kimi skandalları

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

204

önleyememiş miydi? Yeni nesiller, bilmedikleri bu skandallarınetkisini, aksi takdirde her türlü vasat unsurdan arınmış olacak birsalonun karışık ve kusurlu bileşiminde mi görüyorlardı sadece?Yeğeninin kendisine atfettiği "dedikoduculuk", o zamanlar bazıdüşmanlar kazanmasına mı sebep olmuştu? Onu erkeklernezdinde kazandığı kimi başarıları kadınlardan intikam almak içinkullanmaya mı itmişti? Bütün bunlar mümkündü; bu varsayımıçürütecek olan da, Mme de Villeparisis'nin edepten, iyilikten,incelikle, sağduyuyla –yalnız ifadesinde değil, tonlamasında dabüyük bir zarafetle– sözetme biçimi değildi; çünkü bazı erdemlerhakkında güzel konuşmakla kalmayıp büyüsünü hisseden vemükemmelen kavrayan (hatıratlarında bu konuda başardıtanımlamalar yapabilecek) kişiler, genellikle bu erdemleriuygulayan sessiz, silik, yontulmamış nesilden doğmuşlardır,ama kendileri onun bir parçası değillerdir. O nesil bu kişilerdeifade bulur, ama onlarla devam etmez. Onun sahip olduğukişiliğin yerinde, eyleme geçmeyen bir duyarlılık ve zekâ buluruz.Mme de Villeparisis'nin hayatında, ismini gölgelemiş olan bu türskandallar olsun veya olmasın, sosyetedeki düşüşünün sebebi,bir sosyete kadınından çok, ikinci sınıf bir yazara özgü bu zekâydıkesinlikle.

Şüphesiz, Mme de Villeparisis'nin özellikle övdüğü meziyetler,ağırbaşlılık, ölçülülük gibi, coşkudan epeyce uzak meziyetlerdi;ne var ki, ölçülülükten gereğince sözedebilmek için, ölçülü olmakyeterli değildir; pek ölçülü olmayan bir coşkuyu içeren kimiyazarlık nitelikleri gerekir. Mme de Villeparisis'nin bazı büyüksanatçıların dehasını kavrayamadığım Balbec'te farketmiştim;onları incelikle alaya alıyor, anlama yetersizliğine esprili ve zarifbir şekil veriyordu. Ama bu espri ve zarafet, Mme de Villeparisis'devarmış oldukları düzeyde, –en yüce eserlerin değerini bilmemeyönünde kullanılsalar da, bir başka düzlemde– kendileri, gerçekbirer sanatsal nitelik haline geliyordu. Bu niteliklerinse, her tür

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

205

sosyetik konum üzerinde, doktorların deyimiyle seçici birhastalıklı etkileri vardır; öyle bozguncu bir etkidir ki bu, ensağlam, en yerleşik konumlar bile birkaç yıl zor dayanırlar ona.Sanatçıların zekâ dediği şey, onların her şeyi yargıladığı bakışaçısını benimseyemeyen şık sosyeteye tam bir özenti gibi gelir;sanatçıların bir ifadeyi seçerken, bir paralellik kurarkenkapıldıkları özel cazibeyi asla anlayamayan sosyete onlarınyanında bir yorgunluk, bir rahatsızlık duyar ki, bu da çokgeçmeden soğukluğa dönüşür. Oysa Mme de Villeparisis,konuşmasında ve daha sonra yayınlanan hatıralarında, sonderece sosyetik bir tür zarafet ortaya koymaktaydı. Çok değerliolayların, derinleştiremeden yanından geçmiş, bazen farkına bilevarmamış ve yaşadığı, esasen gayet yerinde ve hoş bir biçimdetasvir ettiği yıllardan, sadece en havai şeyleri hatırlamıştı. Ama bireser, sadece entelektüel olmayan konuları ele alsa bile, yine dezekânın bir eseridir ve bir kitapta veya kitaptan pek az farkı olanbir sohbette, kusursuz bir havailik izlenimini yaratabilmek için,tamamen havai bir insanın sahip olamayacağı bir miktar ciddiyeteihtiyaç vardır. Bir kadın tarafından yazılmış, şaheser kabul edilenkimi hatıratlarda, hafif zarafetin örneği olarak gösterilencümleler, bana daima yazarın böyle bir hafifliğe ulaşabilmek içinbir zamanlar mutlaka biraz ağır bir bilgiye, can sıkıcı bir kültüresahip olduğunu, genç kızken muhtemelen arkadaşlarınıngözünde çekilmez bir yazar bozuntusu olduğunudüşündürmüştür. Bazı edebî niteliklerle sosyetede başarısızlıkarasında o kadar zorunlu bir bağlantı vardır ki, bugün Mme deVilleparisis'nin hatıralarını okurken, yerinde bir sıfat, birbiriniizleyen benzetmeler yardımıyla okur, Mme Leroi gibi bir snobun,bir büyükelçiliğin merdivenlerinde yaşlı markize verdiği, saygılıama buz gibi selamı, Guermantes'lara giderken belki Mme deVilleparisis'ye de bir kartvizit bıraktığını, ama bütün o doktor venoter hanımlarının arasmda alçalma korkusuyla asla salonuna

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

206

ayak basmadığını tahmin edebilir. Mme de Villeparisis de belkiilkgençliğinde bir yazar bozuntusu olmuş, bilgisinin verdiğisarhoşlukla kendisi kadar zeki ve kültürlü olmayan sosyetemensuplarına yaralanan kişinin asla unutmadığı iğneli sözlerdokundurmaktan kendini alamamıştı.

Kaldı ki, yetenek, sosyetede başarıyı sağlayan farklı niteliklere,sosyetenin "komple bir kadın" dediği şeyi oluşturmak amacıylayapay olarak eklenen takma bir uzantı değildir. Genellikle birçokniteliğin eksik olduğu belirli bir manevi yapının canlı ürünüdür;bu yapıda baskın olan duyarlılığın bir kitapta farkedilmeyengöstergeleri, hayatın içinde oldukça belirgin bir biçimdehissedilebilir: örneğin bazı meraklar, bazı hayaller, sosyeteilişkilerini artırmak, geliştirmek veya sadece sürdürmek amacıyladeğil, sırf kendi zevki için, belli yerlere gitme arzusu gibi. Mme deVilleparisis'yi Balbec'te bu insanların arasına sıkışmış haldegörmüştüm; otelin lobisinde oturanlara bir göz bile atmıyordu.Ama bu çekimserlik, ilgisizlikten değilmiş gibi gelmişti bana;zaten hep böyle bir köşeye çekilmediğini de öğrenmiştim. Evinekabul edilmeye katiyen hakkı olmayan şu veya bu kişiyi, yakışıklıbulduğundan veya sırf eğlenceli biri olduğunu duyduğu için,hattâ tanıdığı insanlardan farklı göründüğünden, tanımaya canatarmış; o çlönemde, kendisini hiç serbest bırakmayacaklarzannıyla henüz takdir etmediği bütün tanıdıkları, kesinlikleSaint-Germain muhitine ait insanlarmış. Dikkatini çeken ve böylebir davetin değerini takdir edemeyecek bohemleri, burjuvalarıöyle ısrarla davet etmek zorunda kalırmış ki, bir salona, evsahibesinin kabul ettiği insanlardan çok geri çevirdikleriyle değerbiçmeye alışkın snopların gözünde değeri giderek düşmüş.Şüphesiz Mme de Villeparisis, gençliğinin bir dönemindearistokrasinin kaymak tabakasına ait olmanın tatmininden sıkılıpbir bakıma eğlence olsun diye çevresindeki insanları şaşırtıpkızdırmış, kendi konumunu bile isteye bozmuşsa da, o konumu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

207

kaybettikten sonra, önemsemeye başlamıştı. Düşeslere onlardanüstün olduğunu göstermek istemiş, onların söylemeye,yapmaya cesaret edemediği her şeyi söylemiş ve yapmıştı. Ne varki, yakın akrabası olanların dışındaki düşesler artık evinegelmemeye başlayınca kendini küçülmüş hissetmişti; yineüstünlük kurmak, ama artık zekâdan başka bir yoldan üstünlükkurmak istiyordu. Kendinden uzaklaştırmak için onca çabaharcadığı bütün snopları cezbetmeyi istiyordu. Kimbilir kaçkadının hayatı (esasen pek bilinmeyen hayatlardır bunlar; çünküher birinin, yaşına bağlı olarak, adeta farklı bir dünyası vardır veyaşlıların ketumluğu, gençlerin geçmişle ilgili bir fikiredinmelerini ve sürecin tamamını kavramalarını engeller), buşekilde birbirine zıt dönemlere bölünmüş, son dönem, ikincidönemde fütursuzca havaya savrulmuş şeyleri tekrar ele geçirmeçabasıyla geçmiştir! Ne şekilde havaya savrulmuştur bunlar?Gençlerin bunu düşünebilmesi daha da zordur; çünkügördükleri, yaşlı ve saygıdeğer bir Villeparisis Markizi'dir vebugünün, beyaz peruğuyla son derece vakur görünen ciddi anıyazarının bir zamanlar eğlenceye meraklı, geceyarısıyemeklerinde boy gösteren, belki o zamanlar, şimdi mezarlarındayatan erkeklere hazlar yaşatan, belki servetlerini yiyip bitiren birkadın olduğunu, akıllarından geçirmezler. Ayrıca Mme deVilleparisis'nin, soyluluğuyla doğuştan sahip olduğu konumusebatkâr ve doğal bir ustalıkla ayaklar altına almış olması, o çokeski dönemde bile, konumuna büyük bir değer vermediğianlamına gelmez katiyen. Aynı şekilde nevrozlu bir hasta daiçinde yaşadığı inziva ve hareketsizliği sabahtan akşama kendisipekiştiriyor olabilir, ama bu, içinde bulunduğu koşullan çekilirbuluyor demek değildir; kendisini hapseden ağa vakitkaybetmeden bir ilmek daha atarken, aslında sadece balolar, avlar,yolculuklar hayal etmesi mümkündür. Sürekli olarak hayatımızışekillendirmek için uğraşırız, ama ister istemez, olmaktan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

208

hoşlanacağımız insanın değil, olduğumuz insanın hatlarını, birresim gibi kopya ederiz. Mme Leroi'nın küçümseyici selamları, birbiçimde, Mme de Villeparisis'nin gerçek mizacını ifade ediyorolabilirdi, ama arzularıyla katiyen çakışmıyordu.

Hiç şüphesiz, Mme Leroi, Mme Swann'ın çok sevdiği bir deyişlemarkizden "bucak bucak kaçarken", Mme de Villeparisis, kraliçeMarie-Amelie'nin bir gün kendisine, "Sizi kızım gibi severim,"dediğini hatırlayıp teselli bulmaya çalışabilirdi. Ama bu tür gizli,bilinmeyen kraliyet incelikleri sadece markiz için mevcuttu veeski bir konservatuar birincilik ödülü kadar tozluydu. Gerçeksosyete üstünlükleri, hayat yaratanlar, aynı gün içinde onlarcabaşkası ortaya çıktığı için, bu üstünlüklerden yararlanan kişininelinde tutmaya, açığa vurmaya çalışmadığı üstünlüklerdir. Mmede Villeparisis kraliçenin bu sözlerini hatırlasa da, Mme Leroi'nınsahip olduğu daimi davet edilme gücüyle seve seve değişirdi; tıpkıbir restoranda dehası ne utangaç çehresinin hatlarında, ne de havıdökülmüş ceketinin modası geçmiş kesiminde yazılı,tanınmamış bir büyük sanatçının, sosyetenin en arkasırasındaki, ama yan masada iki kadın oyuncuyla yemek yiyen,patronun, şef garsonun, garsonların, komilerin, hattâyamakların mutfaktan gruplar halinde çıkıp dalkavukça,kesintisiz bir yarış halinde, peri masallarındaki gibi selamlamaküzere koşuşturduğu, şişeleri kadar tozlu, mahzenden gelirken,gün ışığına çıkmadan bileğini burkmuşçasına eğri bacaklı veşaşkın içki sorumlusunun yöneldiği genç sarrafla seve seve yerdeğiştireceği gibi.

Bununla birlikte, şunu da belirtmek gerekir ki, Mme deVilleparisis'nin salonunda Mme Leroi'nın yokluğu ev sahibesiniüzse de, misafirlerinin büyük bir çoğunluğu tarafındanfarkedilmezdi bile. Bu davetliler, Mme Leroi'nın, sadece şıksosyetenin bildiği özel konumundan tamamen habersizdiler ve

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

209

bugün markizin hatıralarını okuyanlar gibi, onlar da, Mme deVileparisis'nin davetlerinin Paris'in en seçkin toplantılarıolduğundan kuşku duymazlardı.

Saint-Loup'dan ayrılıp M. de Norpois'nın babama tavsiyesiüzerine Mme de Villeparisis'ye yaptığım bu ilk ziyarette, markizi,harikulade kanepe ve koltukların Beauvais döşemelerininmorumsu pembe, olgun frambuazları hatırlatan rengini ortayaçıkaran sarı ipek kaplamalı salonunda buldum. Guermantes'lara,Villeparisis'lere ait çeşitli portrelerin yanısıra, kraliçe Marie-Amelie'nin, Belçika kraliçesinin, Joinville Prensi'nin, Avusturyaimparatoriçesinin –modellerin kendileri tarafından hediyeedilmiş– portreleri asılıydı salonda. Mme de Villeparisis, siyahdantelden bir eski zaman bonesiyle (Bretanyalı bir otelcinin, artıkmüşterileri ne kadar Parisli olsa da, hizmetkârların Bretanyabaşlıklarıyla bol yenlerini değiştirmemeyi daha uygun bulmasıgibi, markiz de bir yerel veya tarihsel renk duygusuyla hâlâkullanıyordu bu boneyi) küçük bir tezgâhın başındaoturmaktaydı; önünde, fırçaların, paletinin ve başlanmış birsuluboya çiçek resminin yanında, bardakların, fincantabaklarının, kâselerin içinde katmerli güller, zinyalar,baldırıkaralar duruyordu; o sırada akın eden misafirler yüzündenresmetmeye ara verdiği çiçekler, bir XVIII. yüzyıloymabaskısındaki çiçekçi tezgâhım donatır gibiydiler. Markizşatosundan dönerken üşüttüğü için kasten biraz ısıtılmış olansalona girdiğimde, içeride, Mme de Villeparisis'nin, tarihî kişilerinkendisine elyazılarıyla kaleme alarak gönderdikleri ve yazmaktaolduğu hatıratında kanıt mahiyetinde kopyalarının yer alacağımektupları sabah birlikte sınıflandırdığı bir arşivci ve markizinmiras yoluyla Montmorency Düşesi'nin bir portresine sahipolduğunu öğrenip Fronde ayaklanmaları konulu eserinin birlevhasına bu portrenin röprodüksiyonunu basmak üzerekendisinden izin almaya gelmiş olan ciddi ve çekingen bir tarihçi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

210

vardı; daha sonra bu konuklara eski arkadaşım Bloch dakatılmıştı; Bloch şimdi genç bir oyun yazarıydı ve markiz,düzenleyeceği matinelerde ücretsiz oynayacak sanatçılar bulmasıiçin ona güveniyordu. Sosyal kaleidoskopun dönmekte olduğuve Dreyfus davasının yakında Yahudileri toplumsal hiyerarşininen alt basamağına hızla sürükleyeceği bir gerçekti. Ne var ki,Dreyfus kasırgası ortalığı kasıp kavursa da, dalgalar en yoğunşiddetine fırtınanın başında ulaşmazlar. Ayrıca Mme deVilleparisis, ailesinin büyük bir bölümü Yahudiler'e veripveriştirdiği halde, o âna kadar davaya tamamen yabancı kalmış,üzerinde bile durmamıştı. Son olarak da, ait oldukları topluluğutemsil eden önemli Yahudiler tehdit altında olduğu halde, Blochgibi kimsenin tanımadığı genç bir adam, dikkatiçekmeyebiliyordu. Bloch şu sıralar çenesini ortaya çıkaran bir"keçi sakal" bırakmıştı; kelebek gözlük takıyor, uzun redingotgiyiyor, elinde bir papirüs rulosu gibi dürülmüş bir eldiventaşıyordu. Rumenler, Mısırlılar ve Türkler, Yahudiler'den nefretedebilir. Ama bir Fransız salonunda, bu uluslar arasındaki farklarpek belirgin değildir; çölün derinliklerinden çıkmışçasına,vücudu sırtlan gibi eğik, boynu yana yatık, hararetli selamlarvererek salona giren bir Yahudi, doğu zevkini mükemmelendoyurur. Yalnız bu Yahudi'nin "sosyete" mensubu olmamasışarttır; aksi takdirde kolaylıkla bir lord edası takınır ve tavırları okadar Fransızlaşır ki, latinçiçeği gibi beklenmedik yönlerdeuzayan, asi burnu, Salomon tipinden çok Moliere'in Mascarille'inigetirir akla. Oysa Bloch, Saint-Germain muhiti jimnastiğiyle biresneklik edinmediği gibi, İngiltere veya İspanya'yla melezleşereksoyluluk da kazanmadığı için, Avrupalı kıyafetine rağmen,egzotizm meraklılarının gözünde, Decamps'ın Yahudiler'i kadartuhaf ve seyretmesi hoştu. Yüzyılların ötesinden gelip günümüzParis'ine, tiyatrolarımızın koridorlarına, bürolarımızda gişelerinardına, cenazelere, sokaklara hiç bozulmamış, kapalı bir topluluk

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

211

olarak uzanan, çağdaş saç biçimlerini stilize eden, redingotukendi içinde eriten, unutturan, disiplin altına alan, sonuç olarak,Dareios'un sarayının kapılarını koruyan bir Susa anıtının frizindetören giysileriyle resmedilmiş Asurlu yazıcıların görünümünükorumuş bir ırkın hayran olunacak gücünü ortaya koyuyordu.(Bir saat kadar sonra, Bloch, M. de Charlus'nün kendisine adınınbir Yahudi adı olup olmadığını sormasını, Yahudi düşmanlığınayoracaktı; oysa sorunun ardındasadece estetik bir merak ve yerelrenk düşkünlüğü yatıyordu.) Aslında, ırkların sürekliliğindensözetmek, Yahudiler'den, Yunanlılar'dan, İranlılar'dan aldığımızizlenimi yanlış yansıtır; bütün bu ulusları çeşitlilikleriylebırakmak gerekir. Antik resimlerden, eski Yunanlılar'ın yüzlerinitanırız; bir Susa sarayının alınlığında Asurlular'ı görmüşüzdür.Sosyetede şu veya bu gruba ait doğulularla karşılaştığımızda,ispiritizma gücüyle gördüğümüz doğaüstü yaratıklarınkarşısında zannederiz kendimizi. Bizim bildiğimiz, yüzeysel birgörüntüden ibarettir; oysa işte bu görüntü derinlik kazanmış, üçboyutlu olmuş, kıpırdamaktadır. Zengin bir bankerin kızı ve şusıra çok gözde olan genç Yunanlı hanım, tarihî ve estetik birbalede Helenistik sanatın etten kemikten simgeleri olanfigüranlara benzer; tiyatroda sahneye konan oyunlar bugörüntüleri bayağılaştırır; oysa bir Türk hanımın, bir

Yahudi'nin bir salona girişiyle izlediğimiz gösteri, aksine, bugörüntüleri canlandırarak, bir medyumun çabasıyla çağrılmışyaratıklarmışçasına tuhaflaştırır. Sanki karşımızda o şaşırtıcımimikleri yapan, daha önce sadece müzelerde belli belirsizgördüğümüz, hem önemsiz, hem de deneyüstü bir hayattankoparılmış olan eski Yunanlılar'm, eski Yahudiler'in ruhudur(daha doğrusu, bu tür maddeleşmelerde, en azından bugünekadar, ruhun indirgendiği küçücük şeydir). Kaçan Yunanlıhanımda boş yere yakalamaya çalıştığımız, bir zamanlar birvazonun kenarında beğendiğimiz bir resimdir. Bana öyle

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

212

geliyordu ki, Mme de Villeparisis'nin salonunun ışığındaBloch'un klişelerini alsaydım, ruhların fotoğraflarındagördüğümüz, insana ait değilmiş gibi geldiğinden şaşırtıcı, yinede insana fazlasıyla benzediğinden aldatıcı olan bir Yahudi ırkıgörüntüsü elde ederdim. Daha genel bir açıdan baktığımızda da,bir arada yaşadığımız insanların konuşmalarının boşluğu bilebizde doğaüstü bir izlenim yaratır; bu zavallı gündelikdünyamızda, ruh çağırmak üzere bir masanın etrafına dizilir gibietrafında toplandığımız, ağzından sonsuzluğun sırrını duymayıbeklediğimiz bir dâhi, onun yerine –Bloch'un dudaklarından birazönce çıkan cümlenin aynısını– "Silindir şapkama dikkat edinlütfen," sözlerini telaffuz eder.

"Sevgili beyefendiciğim," diyordu Mme de Villeparisis, özellikleeski arkadaşıma hitap ederek ve benim girişimle bölünmüş olankonuşmasına devam ederek, "bakanları kimse görmek istemezdi.O sırada çok küçük olduğum halde, hâlâ hatırlıyorum, kralbüyükbabama, M. Decazes'yi, babamın Berry Düşesi'yle dansedeceği bir baloya davet etsin diye yalvarmıştı. 'Benim hatırım içinFlorimond,' diyordu kral. Biraz sağır olan büyükbabam, M. deCastries diye işitmiş ve bu ricayı çok doğal bulmuştu. Davetedilmesi istenen kişinin M. Decazes olduğunu anlayınca bir anisyan etti, ama kralın isteğine boyun eğip aynı akşam M.Decazes'ye mektup yazarak ertesi hafta verilecek baloya katılmaşerefini kendisine bahşetmesini rica etti. Çünkü o zamanlarterbiye diye bir şey vardı beyefendiciğim; bir ev sahibesi aslakartvizitini gönderip altına da elyazısıyla 'bir fincan çaya' veya'danslı çaya' ya da 'müzikli çaya' diye eklemekle yetinmezdi. Fakatnezaket biliniyorsa, densizlik de bilinirdi. M. Decazes daveti kabuletti, ama balodan bir gün önce, büyükbabam rahatsızlandığınıbildirerek baloyu iptal etti. Krala itaat etmiş, ama M. Decazes'yibalosunda ağırlamamıştı... Evet beyefendi, M. Mole'yi gayet iyihatırlıyorum; zeki bir adamdı; M. de Vigny'yi Academie'ye kabul

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

213

ederek de bunu kanıtladı, ama aşırı resmî bir adamdı, kendisinikendi evinde, yemeğe elinde silindir şapkasıyla inerken görürgibiyim hâlâ."

"Ya! Tehlikeli biçimde beğeniden incelikten uzak bir döneminiyi bir göstergesi; herhalde o zamanlar kendi evinde elindeşapkasıyla gezmek yaygın bir âdetti," dedi Bloch; eski zamanaristokratlarının hayatına ait ayrıntıları bir görgü tanığındanöğrenmek gibi ender bulunur bir fırsattan yararlanmak istiyordu;bu arada markizin dönemsel sekreteri sayılabilecek arşivci, Mmede Villeparisis'ye duygulu gözlerle bakıyor, bakışlarıyla bizlere,"İşte böyledir o; her şeyi bilir, herkesi tanımıştır; istediğinizisorabilirsiniz, olağanüstüdür," demek istiyordu adeta. •

"Yok canım," dedi Mme de Villeparisis; birazdan tekrarresmetmeye başlayacağı baldırıkaraların batırılmış olduğu bardağıyakınma yerleştirerek; "sadece M. Mole'nin âdetiydi. Babamıevinde şapkasıyla hiç görmedim; kralın eve geldiği zamanlarınharicinde pek tabii; çünkü kral her yerin efendisi olduğundan, evsahibi kendi salonunda misafir konumundadır."

"Aristoteles ikinci bölümde der ki..." diye söze girmeye çalıştı M.Pierre, Fronde tarihçisi, ama o kadar çekinerek konuşmuştu ki,kimse ilgilenmedi. Birkaç haftadır bütün tedavilere karşı direnensinirsel bir uykusuzluk çektiği için artık hiç yatmıyor,yorgunluktan çöktüğünden, ancak çalışmaları gerektirdiğindeevden dışarı çıkıyordu. Başkaları için çok basit olan, ama kendisiiçin aydan geliyormuşçasına fazla çabaya malolan bu gezilere sıksık kalkışamadığından, herkesin hayatının, daima kendi anihamlelerine azami yararı sağlayacak şekilde düzenlenmediğinigördükçe şaşırıyordu. Bazen VVells'in kahramanı gibi, zorla ayağadikilip redingotunu giyerek gittiği bir kütüphaneyi kapalıbuluyordu. Neyse ki Mme de Villeparisis'yi evinde bulmuştu;portreyi görecekti.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

214

Bloch tarihçinin sözünü kesti."Sahi mi?" dedi, Mme de Villeparisis'nin, kralın ziyaretlerindeki

protokol konusunda söylediklerine cevaben. "Hiç bilmiyordumbunu." (Sanki bilmemesi garipmiş gibi.)

"Bu tür ziyaretlerden laf açılmışken, dün sabah yeğenimBasin'in yaptığı aptalca şakayı biliyor musunuz?" dedi Mme deVilleparisis arşivciye. "Kendini takdim edeceğine, İsveç kraliçesidiye haber gönderdi."

"Ya! Resmen öyle söylemiş ha! Çok hoş gerçekten!" diyehaykırdı Bloch kahkahayı basarak; bu arada tarihçi ağırbaşlı birçekingenlikle gülümsüyordu.

"Çok şaşırdım, çünkü sayfiyeden daha birkaç gün öncegelmiştim; biraz rahat edeyim diye Paris'te olduğumun kimseyebildirilmemesini istemiştim; İsveç kraliçesinin nasıl hemenöğrendiğini merak ettim; ayrıca biraz nefes almam için bana ikigün izin vermemesine de şaştım," dedi Mme de Villeparisis;misafirleri, ev sahibesi için İsveç kraliçesinin ziyaretinin kendibaşına hiç de anormal bir şey olmamasına hayret etmekteydiler.

Şüphesiz Mme de Villepaıisis sabah hatıratının belgeleriniarşivciyle birlikte incelemişse, o sırada da, hatıralarının ileridekiokur kitlesini temsil edebilecek nitelikte, ortalama bir topluluküzerindeki işleyişini ve büyüsünü, topluluğun haberi olmadandenemekteydi. Mme de Villeparisis'nin salonunu, gerçekten şıkbir salondan ayırt etmek mümkündü; şık bir salonda, onun kabulettiği birçok burjuva bulunmaz, buna karşılık Mme Leroi'nıncezbettiği türden seçkin hanımlar görülebilirdi; oysa bu farkıhatıratında görmek mümkün değildir; yazarın kimi sıradanilişkileri, hatıralarda anılmaları için bir sebep olmadığından, yokoluvermiştir; salonuna gelmeyenlerin eksikliği de farkedilmez,çünkü bir hâtıratın mecburen sınırlı olan kapsamında az sayıda

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

215

insan yer alabilir ve eğer bu insanlar hükümdar soyundan kişiler,tarihî şahsiyetlerse, hatıratın okur kitlesinde uyandırabileceğiazami seçkinlik izlenimine ulaşılmış demektir. Mme Leroi'nındeğerlendirmesine göre, Mme de Villeparisis'nin salonu üçüncüsınıf bir salondu ve Mme Leroi'nın yargısı da Mme deVilleparisis'yi incitiyordu. Ama bugün Mme Leroi'nın kimolduğunu bilen pek kimse kalmamıştır, onun yargısı yok olupgitmiştir; Homeros'un ve Pindaros'un zamanından berideğişmemiş olan ve gıpta edilecek mevkin, kraliyet veya yarıkraliyet soyu, kralların, Milletlerin liderlerinin ve ünlü kişilerindostluğu olarak gören gelecek kuşakların nazarında, XIX.yüzyılın en seçkin salonlarından biri, İsveç kraliçesinin, AumaleDükü'nün, Broglie Dükü'nün, Thiers'in, Montalembert'in,Monsenyör Dupanloup'nun girip çıktığı Mme de Villeparisis'ninsalonu olacaktır.

Bütün bu gıpta edilecek şeyler, Mme de Villeparisis'nin şimdikisalonunda ve arasıra ufak tefek düzeltmeler yaptığı anılarında birmiktar bulunuyor ve bu sayede geçmişe de yayılabiliyordu.

Ayrıca arkadaşına gerçek bir mevki sağlayamayan M. deNorpois, buna karşılık kendisine ihtiyacı olan ve gözünegirmenin tek etkili yolunun Mme de Villeparisis'nin evine gidipgelmek olduğunu bilen yabancı ve Fransız devlet adamlarını,markizin salonuna getirirdi. Avrupa çapındaki bu değerlişahsiyetleri belki Mme Leroi da tanırdı. Ama sevimli ve yazarbozuntusu edasından kaçınan bir kadın olarak, başbakanlarlaDoğu meselesini, romancı ve felsefecilerle aşkın özünükonuşmamayı tercih ederdi. Bir keresinde, kendisine, "Aşkhakkında ne düşünüyorsunuz?" diye soran özenti bir kadına,"Aşk mı? Sık sık yaparım ama asla sözünü etmem," diye cevapvermişti. Evinde ünlü edebiyatçıları ve politikacıları ağırladığında,Guermantes Düşesi gibi onlara poker oynatmakla yetinirdi. Onlar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

216

da genellikle bunu, Mme de Villeparisis'nin kendilerini katılmakzorunda bıraktığı, genel fikirlerin, yüce konuların tartışıldığıkonuşmalara tercih ederlerdi. Oysa sosyetede gülünç kaçabilecekbu konuşmalar, Mme de Villeparisis'nin "Anılar"ına, Corneilletarzı trajedilerde olduğu kadar hâtıratlarda da başarılı olanmükemmel pasajlar, politik incelemeler sağlamıştır. Zaten gelecekkuşaklara ancak Mme de Villeparisis'lerin salonları aktarılabilir;çünkü Mme Leroi'lar yazmayı bilmez, bilseler de vakitleri olmaz.Mme de Villeparisis'lerin edebî yeteneği Mme Leroi'lardaküçümsemeye yol açarsa da, buna karşılık Mme Leroi'larınküçümsemesi, yazarlığa özenen hanımlara edebiyatçılığıngerektirdiği boş vakti sağladığından, Mme de Villeparisis'lerinedebî yeteneğine büyük yararı olur. İyi yazılmış birkaç kitabınolmasını isteyen Tanrı, bunun için bu küçümsemeyi MmeLeroi'ların yüreğine üfler; çünkü bilir ki, onlar Mme deVileparisis'leri yemeğe davet edecek olsa, Mme de Villeparisis'lerderhal yazı masalarının başından kalkarak saat sekizde yolaçıkmak üzere arabalarını hazırlatırlar.

Kısa bir süre sonra, uzun boylu, yaşlı bir hanım, ağır törenadımlarıyla içeriye girdi; kenarları kıvrık hasır şapkasının altındaMarie-Antoinette tarzı devasa bir beyaz saç tuvaleti vardı.Kendisinin, hâlâ Paris sosyetesinde görülebilen ve Mme deVilleparisis gibi soylu bir aileden gelen, fakat geçmişin karanlıkdönemlerinde kaybolmuş, ancak o dönemden kalma yaşlı birçapkından öğrenebileceğimiz sebeplerden ötürü, evlerinde sadecebaşkalarının istemediği, düzeysiz kişileri ağırlama durumunadüşmüş üç kadından biri olduğunu henüz bilmiyordum. Buhanımlardan her birinin kendi "Guermantes Düşesi", görev icabıziyaretine gelen seçkin bir yeğeni vardı, ama hiçbiri, diğer ikisinin"Guermantes Düşesi"ni kendi salonuna cezbedemezdi. Mme deVilleparisis bu üç hanımla çok sıkı fıkıydı, ama onları sevmezdi.Belki bu hanımların kendisininkine çok benzeyen konumları,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

217

hoşuna gitmeyen bir manzara sunuyordu markize. Ayrıca,oynattıkları skeçlerle bir salon görüntüsü yaratmaya çalışan buküskün, edebiyatçılığa özenen hanımlar arasında bir rekabet vardıve pek sakin sayılmayan hayatları boyunca epeyce azalmış olanservetleri, onları ince hesaplar yapmak, bir sanatçının karşılıkbeklemeden yaptığı yardımdan yararlanmak zorunda bırakıyor,bu rekabeti bir tür hayat mücadelesine dönüştürüyordu. ÜstelikMarie-Antoinette saçlı hanım, Mme de Villeparisis'yi hergördüğünde elinde olmadan Guermantes Düşesi'nin kendi cumatoplantılarına gelmediğini düşünüyordu. Onun da tesellisi, aynıcuma toplantılarında, kendi Guermantes Düşesi olan PoixPrensesi'nin, iyi bir akraba sıfatıyla hiç eksik olmadığı ve Mme dePoix'nın, düşesin yakın arkadaşı olduğu halde, Mme deVilleparisis'nin evine hiç gitmediğiydi.

Buna rağmen, Malaquais Rıhtımındaki konaktan TournonSokağı ve La Chaise Sokağı'ndaki, Faubourg Saint-Honore'dekisalonlara uzanan güçlü ve nefret edilen bir bağ, üç düşküntanrıçayı birleştirirdi; bu tanrıçaların hangi aşk macerası, hangigünahkâr saygısızlık yüzünden bu cezaya çarptırıldığını, birsosyete mitolojisi sözlüğünün sayfalarını çevirerek öğrenmeyiçok isterdim. Onları aynı zamanda hem birbirlerinden nefret ediphem de görüşmeye iten ihtiyaçta, ortak bir soylu başlangıcın vebenzer bir gözden düşüşün payı büyüktü belki de. Ayrıca her biriiçin diğerleri, misafirlerine kibarlık etmenin rahat bir yoluydu.Kızkardeşi bir Sağan Dükü'yle veya Ligne Prensi'yle evlenmişolan, çok önemli bir unvana sahip bir hanıma takdim edilen birmisafirin, son derece kapalı bir muhite girmiş olduğunuzannetmemesi mümkün müydü? Üstelik gazetelerde, bu sözdesalonların, gerçek salonlardan çok daha fazla sözü edilirdi.Arkadaşlarının sosyeteye kendilerini tanıtmalarını rica ettiklerisosyetik yeğenler bile (başta Saint-Loup olmak üzere), "SiziVilleparisis Teyzeme veya X... Teyzeme götüreyim, ilginç bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

218

salondur," derdi. Bunun, sözkonusu arkadaşları bu hanımlarınşık yeğenlerinin veya görümcelerinin evlerine sokmaktan çokdaha kolay olacağını bilirlerdi. Çok yaşlı erkekler, onlardan bilgialmış olan genç kadınlar, bu yaşlı hanımların şık salonlara kabuledilmemesinin sebebinin, davranışlarındaki aşırı ahlâksızlıkolduğunu söylemişlerdi bana; bunun şıklığa bir engel teşkiletmediğini söyleyip karşı çıktığımda da, bugün aklımızagelebilecek ahlâksızlık boyutlarını kat kat aştıkları cevabınıalmıştım. Dimdik oturan bu ciddi hanımların ahlâksızlığı,anlatanların ağzında benim hayal edemediğim bir boyuta,tarihöncesinin, mamutlar çağının boyutlarına ulaşıyordu.Kısacası, beyaz, mavi veya pembe saçlı bu üç Parça, sayısız erkeğinmakûs kaderinin ipliğini eğirmişlerdi. Ben bugününinsanlarının, o efsanevi dönemin ahlâksızlıklarını abarttıklarınıdüşünüyordum; aynı şekilde eski Yunanlılar'ın da İkaros'u,Theseus'u ve Hercules'i yaratırken örnek aldıkları adamlar, uzunsüre sonra onları tanrılaştıran adamlardan pek farklı değillerdi.Ama bir insanın ahlâksızlıklarının muhasebesi, ancak o kişi buahlâksızlıkları artık sürdüremeyecek durumdayken,uygulanmaya başlayan ve tek başına çekilen toplumsal cezanınbüyüklüğüne göre işlenen suçun boyutlarının ölçüldüğü,tahmin edildiği ve abartıldığı zaman yapılır. "Sosyete" denilensembolik şekiller sergisinde gerçekten hafifmeşrep, tam birerMessalina olan kadınlar, daima en az altmış beş yaşında, mağrur,ciddi hanımlardır; mümkün olduğunca çok sayıda insanı misafirederler, ama istedikleri kişileri ağırlayamazlar; davranışları birazkusurlu bulunabilecek kadınlar, onların evine gitmeye razıolmaz; papa kutsadığı "altın gül"ü daima onlara verir vearalarında, Lamartine'in gençliği üzerine Academie tarafındanödüllendirilmiş bir eser yazmış olanı da vardır. Mme deVilleparisis, beyaz Marie-Antoinette saçlı hanıma, "Merhaba Alix,"dedi; yaşlı hanım salonda kendisi için yararlı olabilecek bir parça

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

219

olup olmadığını anlayabilensek için içerideki topluluğu delicibakışlarla incelemekteydi; böyle biri varsa, kendisi bulupçıkarmak zorundaydı; çünkü Mme de Villeparisis'nin kurnazlıkedip onu kendisinden saklamaya çalışacağından şüphesi yoktu.Mme de Villeparisis, gerçekten de kendi evinde sahnelenecekskeçi, yaşlı hanımın Malaquais Rıhtımı'ndaki konağında daoynatır korkusuyla Bloch'u takdim etmekten özenle kaçındı.Zaten yaptığı da bir misillemeden ibaretti. Yaşlı hanımın evindebir önceki gün Mme Ristori şiir okumuştu; İtalyan sanatçıyı Mmede Villeparisis'den çalmış olan hanım, markizin bu olayı, olupbitmeden önce duymaması için gerekeni yapmıştı. Mme deVilleparisis meseleyi gazetelerden öğrenip gücenmesin diye de,sanki bir suçluluk hissetmiyormuş gibi, kendisi anlatmak üzeregelmişti. Benim takdim edilmemin, Bloch'un tanıtılması gibimahzurlu olmadığına hükmeden Mme de Villeparisis, rıhtımlıMarie-Antoinette'e ismimi söyledi. Yıllar önce şık ve seçkingençleri büyülemiş olan, şimdi sahte edebiyatçıların verilikafiyelere göre yazılmış şiirlerde övdüğü Coysevox tanrıçalarınıhatırlatan endamını yaşlılığında korumak amacıyla mümkünolduğu kadar az hareket eden –ve zaten, gözden düştükleri içinsürekli insanlara yaklaşmak zorunda kalan herkese ortak omağrur ve dengeleyici, katı duruşu benimsemiş olan– yaşlıhanım, soğuk bir azametle hafifçe başını eğdikten sonra başka birtarafa dönüp sanki hiç yokmuşum gibi bir daha benimleilgilenmedi. Mme de Villeparisis'ye, "Gördüğünüz gibi böyle birilişkiye kalmadım; genç oğlanlar beni ilgilendirmiyor –hiçbiraçıdan, dedikodunun lüzumu yok," demek ister gibiydi çiftamaçlı tavrıyla. Ama on beş dakika sonra, gitmek üzerekalktığında, ortadaki karışıklıktan yararlanıp kulağıma ertesicuma günü locasına gitmemi fısıldadı; üç yaşlı hanımdan biri deorada olacaktı; –zaten bir Choiseul olarak doğmuş olan– yaşlıhanımın ismini duyunca çok etkilendim.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

220

"Beyefendi zan'ederim saygıdeğer Montmorency Düşesihakkında bir şeyler yazacaktınız," dedi Mme de Villeparisis Frondetarihçisine; kendisi farkında olmasa da, huysuz ifadesi, yaşlabirlikte bükülmüş, sertleşmiş bedeni, eski aristokratların adetaköylüleri andıran tonunu taklit etme isteği, müthiş kibarlığınaöfkeli bir hava veriyordu. "Size portresini göstereyim, bendeki,Louvre'daki kopyanın orijinalidir."

Fırçasını çiçeklerin yanma bırakıp ayağa kalktığında ortayaçıkan, boyalarla üstünü kirletmemek için beline bağlamış olduğuküçük önlük, bonesinin ve kocaman gözlüklerinin yarattığıköylü kadın izlenimini güçlendiriyor, hizmetkârlarının, çay vepastaları getirmiş olan uşağın, doğunun en ünlümanastırlarından birinin başrahibesi olan MontmorencyDüşesi'nin portresini aydınlatması için zili çalıp çağırdığıüniformalı uşağın lüksüyle tam bir tezat oluşturuyordu. Herkesayağa kalkmıştı. "İşin ilginç tarafı," dedi markiz, "birçoğumuzunbüyükteyzelerinin başrahibelik yaptığı bu manastırlara, Fransızkrallarının kızlarının kabul edilmemesiydi. Çok kapalımanastırlardı." - "Kralların kızları kabul edilmez miydi, niye peki?"diye sordu Bloch, hayretler içinde. "Çünkü Fransız hanedanı,yaptığı uygunsuz evlilikten sonra yeterince soylu sayılmıyordu."Bloch'un şaşkınlığı giderek artmaktaydı. "Uygunsuz evlilik mi,Fransız hanedanı ha? Nasıl olur?" - "Canım, Medici'lerle yapılanevliliklerden sözediyorum," dedi Mme de Villeparisis, büyük birdoğallıkla. "Portre güzel, değil mi? Ayrıca mükemmel durumda,"diye de ekledi.

"Sevgili dostum," dedi Marie-Antoinette saçlı kadın,"hatırlayacak olursanız, size Liszt'i getirdiğimde, bunun kopyaolduğunu söylemişti."

"Liszt'in müzik konusundaki bir yorumu karşısında saygıylaeğilirim, ama resim konusunda asla! Zaten o sırada bunamaya

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

221

başlamıştı; ayrıca böyle bir şey söylediğini de hatırlamıyorum.Ama onu bana getiren siz değildiniz ki. Sayn-VVittgensteinPrensesi'nin evinde en az yirmi kere yemek yemiştim kendisiyle."

Alix'in hamlesi başarılı olamamıştı; susup hiç kıpırdamadanayakta duruyordu. Pudra tabakalarıyla sıvanmış yüzü taştangibiydi. Soylu bir profili olduğundan, mantosunun gizlediği,üçgen, yosunlu bir kaidenin üzerindeki, aşınmış bir parktanrıçasına benziyordu.

"Ah, işte güzel bir portre daha!" dedi tarihçi.Kapı açıldı ve Guermantes Düşesi içeriye girdi."Aa, merhaba," dedi Mme de Villeparisis, başıyla bir selam bile

vermeden, önlüğünün cebinden elini çıkarıp yeni gelenmisafirine uzatarak; sonra derhal onunla ilgilenmeyi bırakıptarihçiye döndü. "La Rochefoucauld Düşesi'nin portresidir o..."

Genç bir hizmetkâr, üstünde bir kartvizit olan bir tepsiyleiçeriye girdi; atak tavırlıydı, çok güzel bir yüzü vardı (ama yüzü,bu kadar mükemmel olabilmesi için o kadar titizlikleyontulmuştu ki, biraz kızarık burnu ve hafif alevlenmiş teni,sanki biraz önce heykeltıraşın açtığı çentiklerin izini taşıyorgibiydi).

"Saygıdeğer Markizle görüşmek üzere daha önce de birçok kezgelmiş olan beyefendi."

"Misafirim olduğunu söylediniz mi?""Konuşmaları duydu.""Pekala, öyle olsun, alın içeri. Bana takdim ettikleri bir bey," dedi

Mme de Villeparisis. "Evime gelmeyi çok istediğini söylemişti.Asla izin vermezdim gelmesine. Ama beş keredir zahmet edipgeliyor; insanları gücendirmemek gerek. Beyefendi," dedi bana,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

222

"ve siz beyefendi," diye ekledi Fronde tarihçisine işaret ederek,"sizlere yeğenim Guermantes Düşesi'ni takdim edeyim."

Tarihçi de benim gibi yerlere kadar eğildikten sonra, bu selamınardından samimi bir cümle gelmesi gerektiğine kanaat getirmişolacak ki, gözleri parladı, tam ağzını açacakken, Mme deGuermantes'in tavrı karşısında donup kaldı; düşes, vücudunungeri kalanından bağımsız olan gövdesini abartılı bir nezaketle önedoğru fırlatıp geri çekmiş, yüzünde, bakışlarında, karşısında biriolduğunu farkettiğini gösteren hiçbir belirti olmamıştı; hafifçe iççektikten sonra, tembel dikkatinin mutlak hareketsizliğinikanıtlayan bir kesinlikle burun kanatlarını oynatıp tarihçinin vebenim görüntümüzün kendisinde uyandırdığı izlenimindeğersizliğini ortaya koymakla yetindi.

Münasebetsiz misafir içeri girip saf ve coşkulu bir edayladümdüz Mme de Villeparisis'ye doğru yürüdü; Legrandin'di bu.

"Beni kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim hanımefendi,"dedi, "çok" kelimesinin üstünde ısrarla durarak; "yaşlı ve yalnızbir adama son derece az bulunur ve ince bir mutluluk tattırmışoldunuz; emin olun ki bunun sonucunda..."

Beni görünce kalakaldı."Beyefendiye La Rochefoucauld Düşesi'nin, Özdeyişler'in

yazarının karısının güzel portresini gösteriyordum; aileden kalanbir portredir."

Mme de Guermantes Alix'e selam verip bu yıl da geçmişyıllardaki gibi ziyaretine gidemediği için özür diledi. "HaberleriniziMadeleine'den alıyorum," diye ekledi.

"Bugün öğle yemeğinde bendeydi," dedi Malaquais Rıhtımı'ndaoturan markiz; Mme de Villeparisis'in asla bu cümleyikuramayacağını bilmenin tatminini yaşıyordu.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

223

Ben bu arada Bloch'la sohbet etmekteydim; babasının kendisinekarşı tavırlarının değişmiş olduğu konusunda kulağımagelenlerden, benim hayatımı kıskanır korkusuyla, onunkinindaha mutlu bir hayat olduğunu düşündüğümü söyledimkendisine. Bu sözlerim aslında kibarlıktan ibaretti. Ne var kikibarlık, izzetinefislerine fazlasıyla düşkün olanları, çok şanslıolduklarına kolayca ikna eder veya bu konuda başkalarını iknaetme arzusu yaratır kendilerinde. "Evet, gerçekten de şahane birhayatım var," dedi Bloch, sonsuz bir mutlulukla. "Üç tane yakınarkadaşım var, bir tane daha istemem katiyen; tapılası birmetresim var; mutluluğun doruğundayım. Zeus Baba pek azinsana bu kadar saadet bağışlamıştır." Sanıyorum asıl istediği,kendini methedip beni kıskandırmaktı. İyimserliğinde belkiorijinal olma isteği de vardı. Evinde verdiği, benim gidemediğimbir dans partisiyle ilgili olarak, "Güzel miydi?" diye sorduğumda,herkes gibi, "Yok canım, önemli bir şey değildi," türünden beylikbir cevap vermek istemediği açıkça belli oldu; çok düz bir tonda,bir başkasından sözediliyormuş gibi kayıtsızca karşılık verdi: "A,evet, çok güzeldi; daha başarılı olamazdı. Gerçektenharikuladeydi."

"Bu söylediğiniz beni gerçekten çok ilgilendiriyor," dediLegrandin Mme de Villeparisis'ye; "ben de geçen gün kendikendime, ifadenizdeki sağlamlığı ve açık seçikliği kendisindenaldığınızı düşünüyordum; çelişkili iki terim kullanaraksöyleyecek olursam, kısa ve özlü hızınız ve ölümsüzsaptamalarınız ona çok benziyor. Bu akşam söylediğiniz her şeyinot etmeyi isterdim, ama aklımda tutacağım. Sözleriniz,yanılmıyorsam Joubert'in deyişiyle, hafızayla iyi geçiniyor.Joubert'i hiç okumadınız mı? Ah, sizi tamsa çok beğenirdi! Buakşamdan tezi yok, size eserlerini gönderme cesaretini bulacağımkendimde; onun düşünce biçimini size sunmaktan büyük şerefduyacağım. Onun ifade biçimi sizinki kadar kuvvetli değildi. Yine

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

224

de zarafetten yoksun değildi."Legrandin'i hemen selamlamak istemiştim, ama o sürekli

olarak benden mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyordu;herhalde hiçbir fırsatı kaçırmadan, çok incelikli ifadelerle Mme deVilleparisis'ye yağdırdığı iltifatları işitmeyeyim diye.

Markiz, sanki Legrandin kendisiyle alay etmeye kalkmış gibigülümseyerek omuz silkip tarihçiye döndü.

"Bu da meşhur Marie de Rohan, Chevreuse Düşesi; ilk evliliğiniM. de Luynes ile yapmıştı."

"Şekerim, Mme de Luynes bana Yolande'ı hatırlatıyor; Yolandedün bana geldi; akşam boş olduğunuzu bilsem, size habergönderirdim; Mme Ristori de habersiz geldi ve yazarın yanındakraliçe Carmen Sylva'dan şiirler okudu; o kadar güzeldi ki!"

"Ne büyük kalleşlik!" diye geçirdi aklından Mme de Villeparisis."Demek geçen gün fısıltıyla bunu söylüyordu Mme deBeaulainourt'la Mme de Chaponay'ye." - "Boştum ama gelmezdimzaten," diye cevap verdi. "Mme Ristori'yi ben zamanındadinlemiştim; artık çöktü. Ayrıca Carmen Sylva'nın şiirlerinden denefret ederim. Ristori buraya bir kere geldi, Aosta Düşesigetirmişti kendisini; Dante'nin Cehennem'inden bir ilahi okudu.Bakın o alanda eşsizdir."

Alix bu darbeye cesaretini kaybetmeden direndi. Mermerdenyapılmış gibiydi. Bakışları delici ve boş, burnu soylu bir yaybiçimindeydi. Ama bir yanağı pul pul olmuştu. Belli belirsiz,tuhaf, yeşil ve pembe lekeler çenesine yayılmaktaydı. Bir kışmevsimine daha dayanamayabilirdi.

"Beyefendi, resimden hoşlanırsanız, Mme de Montmoency'ninportresine bakın," dedi Mme de Villeparisis Legrandin'e, yenidenbaşlayan iltifatların önünü kesmek amacıyla.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

225

Legrandin'in uzaklaşmasını fırsat bilen Mme de Guermantes,alaylı ve soran bakışlarla teyzesine onu işaret etti.

"M, Legrandin," dedi alçak sesle Mme de Villeparisis; "Mme deCambremer diye bir kız kardeşi varmış; herhalde sen de benim gibitanımıyorsundur."

"Tanımaz olur muyum! Gayet iyi biliyorum," diye haykırdıMme de Guermantes, eliyle ağzını kapatarak. "Daha doğrusutanımıyorum da, Basin'in nereden aklına esmiş bilmem, Tanrıbilir nerede kocasıyla tanışmış ve o şişman kadına beni ziyaretetmesini söylemiş. Ziyaretini size anlatmam mümkün değil.Londra'ya gittiğini anlattı, British Museum'daki tabloları tek teksaydı. Sizden çıktığımda gidip o hilkat garibesine kartvizitimibırakacağım. Kolay bir iş zannetmeyin; çünkü ölüm döşeğindeolduğu bahanesiyle daima evdedir; akşam yedide de gitseniz,sabah dokuzda da gitseniz çilekli turta ikram etmeye hazırdır."Teyzesinin soru soran bir bakışı üzerine, "Ama gerçekten öyle,hilkat garibesi kadın," dedi Mme de Guermantes. "Çekilmez birkadın, 'kalemşor' diyor, bu tür kelimeler kullanıyor." - "'Kalemşor'ne demek?" diye sordu Mme de Villeparisis yeğenine. "Ne bileyimben!" diye haykırdı düşes, yapmacık bir öfkeyle. "Bilmek deistemiyorum. Ben bu dili konuşmuyorum." Teyzesininkalemşörün anlamım gerçekten bilmediğini farkedince, dilkonusunda tutucu olduğu kadar bilgili de olduğunu göstermezevkini tatmak ve Mme de Cambremer'den sonra teyzesiyle dealay etmek için, "Biliyorum aslında," dedi; yapmacık öfkesininkalıntılarının bastırdığı hafif bir gülüşle; "herkesin bildiği bir şey;kalemşor yazar demek, eli kalem tutan demek. Ama korkunç birkelime. İnsanın tüyleri diken diken oluyor. Böyle bir kelimeyibana asla söyletemezler... Ağabeyi demek! Yeni anlıyorum.Aslında şaşırtıcı değil. Kız kardeşi de aynı dalkavukçaalçakgönüllülüğe, aynı gezici kütüphane bilgilerine sahip. Onun

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

226

kadar yağcı ve sıkıcı. Bu akrabalığa iyice aklım yattı.""Gel otur, birer çay içelim," dedi Mme de Villeparisis Mme de

Guermantes'a; "kendin servis yap; büyükninelerinin portrelerinigörmene gerek yok; benim kadar sen de biliyorsun onları."

Mme de Villeparisis birazdan oturup resim yapmaya koyuldu.Herkes ona yaklaştı; ben de bundan yararlanıp Legrandin'inyanma gittim ve Mme de Villeparisis'nin evinde oluşundasuçlanacak bir şey bulmadığımdan, kendisini hem ne kadarinciteceğimi, hem de incitme niyetiyle hareket ettiğim izlenimiuyandıracağımı düşünmeden konuştum: "Beyefendi, sizi deburada bulduğuma göre, bir salonda bulunmam mazurgörülebilir herhalde." M. Legrandin'in bu sözlerden çıkardığısonuç (en azından birkaç gün sonra hakkımdaki hükmü), benimsadece kötülükten zevk alan, doğuştan kötü yürekli biriolduğumdu.

"Hiç değilse söze iyi günler dileyerek başlama nezaketinigösterebilirdiniz," diye cevap verdi, elini uzatmadan, kendisindenhiç beklemediğim sinirli ve bayağı bir ses tonuyla; bu sesin,normal olarak söyledikleriyle hiçbir mantıklı bağı yoktu;hissettiğiyle daha doğrudan ve çarpıcı bir ilişkisi vardı.Hissettiklerimizi daima gizlemeye kararlı olduğumuz için, neşekilde ifade edeceğimizi hiç düşünmeyiz. Ansızın içimizdekiiğrenç, yabancı bir yaratık sesini yükseltir; bu sesin bazen öyle birtonu vardır ki, kusurumuzun veya kötü alışkanlığımızın buiradedışı, imalı ve neredeyse karşı konulmaz itirafını duyan kişiyi,kimin işlediğini bilmediği bir cinayeti itiraf etmekten kendinialamayan bir caninin ani, dolaylı ve tuhaf açıklaması kadarkorkutabilir. Şüphesiz, idealizmin, öznel olsa bile, büyük birfilozofun açgözlülüğüne veya inatla Academie'ye adaylığınıkoymasına engel olamayacağını pekala biliyordum. Yine deLegrandin'in, bütün ihtilaçlı öfke veya kibarlık gösterileri bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

227

dünyada iyi bir mevki edinme arzusu tarafından yönlendirildiğihalde, sık sık başka bir dünyaya ait olduğunu hatırlatmasınagerek yoktu gerçekten.

"Doğal olarak, bir yere gideyim diye üst üste yirmi keresıkıştırdıkları zaman," diye devam etti alçak sesle, "özgürlükbenim de hakkım olduğu halde, dağ adamı gibidavranamıyorum."

Mme de Guermantes oturmuştu. Adına unvanı eşlik ettiği için,somut varlığına düklüğü de ekleniyor, etrafına yayılıyor, salonunortasında, oturduğu pufun çevresinde Guermantes ormanlarınınloş, yaldızlı serinliğini estiriyordu. Aralarındaki benzerliğindüşesin çehresinde daha okunabilir olmamasına şaşıyordumsadece; düşesin yüzünün bitkiyi çağrıştıran bir yanı yoktu; olsaolsa –sanki Guermantes ismiyle armalanmış olmaları gerekirmişhissini uyandıran– yanaklarının kızarıklığı, açık havada atüzerinde yapılan uzun gezintilerin sonucuydu, ama suretideğildi. Daha sonraları, kendisine karşı ilgisiz kaldığımda, düşesinbirçok özelliğini yakından tanıdım; özellikle de (başından berifarkına varmadan büyüsüne kapıldığım şeyi o an için yeterlibulmamın sonucu) gözlerini: Fransa'da bir öğle sonrasının uçsuzbucaksız, açık, parlamadığı zaman bile aydınlık olan mavi göğü,bir tablodaki gibi hapsedilmişti bu gözlerde; bir de sesini: bu kısıksesi insan ilk duyduğunda, neredeyse basit bulurdu; bu seste,tıpkı Combray Kilisesi'nin basamaklarında veya meydandakipastanede olduğu gibi, taşra güneşinin tembel, kaygan yaldızıyayılırdı. Ama o ilk gün hiçbir şeyi ayırt edemiyordum; tutkuludikkatim, az da olsa kavrayabileceğim, Guermantes isminden birşeyler bulabileceğim her şeyi derhal buharlaştırıyordu. Ne olursaolsun, Guermantes Düşesi adının, herkes için onu tanımladığınıdüşünüyordum; bu ismin tanımladığı akıl almaz hayatı, bubeden başarıyla içinde barındırıyor, şimdi de farklı insanların

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

228

arasına sokuyordu; dört bir yandan kendisini kuşatan busalonun üzerindeki etkisi o kadar belirgindi ki, bu hayatınuzantısının kesildiği yerde, köpürerek bir sınır çizdiğini görür gibioluyordum: mavi Çin ipeklisinden, şişkin eteğinin halınınüzerinde çizdiği çemberde, düşesin açık renk gözbebeklerinde,gözlerini dolduran kaygıların, anıların, anlaşılmaz, aşağılayan,neşeli ve meraklı düşüncelerin ve bu gözlere yansıyan yabancıgörüntülerin kesişme noktasında. Belki kendisiyle Mme deVilleparisis'nin evinde bir akşam davetinde karşılaşsam, böyle,markizin bir "gün"ünde gördüğüm zamanki kadarheyecanlanmazdım; kadınlar için bu çaylar, gezmelerininortasında kısa bir moladan ibarettir; alışverişlerini yaparkentaktıkları şapkayla birbiri ardına girdikleri salonlara dışarınınhavasını taşırlar ve akşamüzeri saatlerinde Paris'i, dışarıdakifayton gürültülerinin duyulduğu yüksek, açık pencerelerdendaha çok aydınlatırlar; Mme de Guermantes'in başında,peygamberçiçekleriyle süslü, basık ve düz bir hasır şapka vardı;peygamberçiçekleri bana, kimbilir kaç kez canlılarını topladığımCombray kırlarındaki, Tansonville'in çitine bitişik bayırdakigeçmiş yılların güneşlerini değil, La Paix Sokağı'nın, biraz önceMme de Guermantes'in içinden geçtiği sırada, alacakaranlıktakikokusunu ve tozunu hatırlatıyordu. Düşes gülümsermiş gibi,küçümser ve dalgın bir tavırla dudaklarım büzmüş, esrarengizhayatının en uç antenine benzeyen şemsiyesinin ucuyla halınınüzerine yuvarlaklar çiziyor, sonra, insanın baktığı şeyle kendisiarasındaki her tür temas noktasını yok etmekle işe başlayan okayıtsız dikkatle, gözleri hepimize sırayla çevriliyor, ardındankanepeleri, koltukları inceliyordu, ama o sırada, tanıdık,neredeyse insani olan bir nesnenin, önemsiz de olsa varlığınınuyandırdığı insanca yakınlıkla yumuşuyordu bakışları; bumobilyalar bizim gibi değillerdi; bir bakıma onun dünyasının birparçasıydılar, teyzesinin hayatıyla bağlantılıydılar; sonra bakışları

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

229

Beauvais mobilyadan, üzerinde oturan kişiye çevriliyor ve ozaman tekrar bir kavrayışa bürünüyor, Mme de Guermantes'ın,teyzesine olan saygısından dile getirmediği, ama adetakoltukların üzerinde bizim yerimize bir yağ lekesi veya toztabakası gürmüşçesine bir kınamayı yansıtıyordu.

Büyük yazar G... içeri girdi; Mme de Villeparisis'ye angaryaolarak gördüğü bir ziyaret yapmak üzere gelmişti. Onugördüğüne çok sevinen düşes, buna rağmen yanına çağırmadı,ama yazar doğal olarak onun yanına gitti; düşesin cazibesi,inceliği, sadeliği, onu yazarın gözünde zeki bir kadın halinegetiriyordu. Zaten terbiye icabı da yanma gitmesi gerekirdi;çünkü hoş ve ünlü bir adam olduğundan, Mme de Guermantesonu sık sık öğle yemeklerine –hattâ bazen kocası ve kendisiylebaşbaşa– davet ederdi; sonbahar mevsiminde de, busamimiyetten yararlanıp Guermantes'ta kimi geceler yazarlatanışmak isteyen bazı meraklı prens ve prenseslerle birlikte akşamyemeğine çağırırdı. Düşes, bekâr olmaları şartıyla bazı seçkinerkekleri evinde ağırlamaktan hoşlanırdı; onlar da, evli olsalar biledüşes için bu şartı daima yerine getirirlerdi; hepsinin karıları azçok bayağı olduğundan, sadece Paris'in en zarif ve şıkdilberlerinin bulunduğu bir salonda yersiz kaçacakları için,erkekler hep yalnız davet edilirdi; dük, alınganlıkların önünegeçmek için bu gönülsüz dullara, düşesin kadın misafir kabuletmediğini, kadınların arkadaşlığına tahammül edemediğiniaçıklardı, sanki doktor reçetesiymiş, ağır kokuların olduğu birodada durmaması, fazla tuzlu yememesi, arabada ters yöndeoturmaması ya da korse takmaması gerektiğini söylermiş gibi.Gerçi bu seçkin erkekler Guermantes'ların evinde ParmaPrensesi'ni, Sağan Prensesi'ni (kendisinden sözedildiğini sık sıkduyan Françoise, dilbilgisi kuralları gereği adının dişileştirilmesigerektiğine hükmedip, Sagante haline getirmişti) ve dahabirçoklarını görürlerdi, ama onların varlığı, ya aileden ya da

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

230

dışlayamadıkları çocukluk arkadaşları oldukları söylenerek mazurgösterilirdi. Guermantes Dükü'nün, düşesin tuhaf hastalığı,kadınlarla görüşememesi konusunda yaptığı açıklamalarla iknaolan veya olmayan bu seçkin erkekler, bu sebebi eşlerineiletirlerdi. Eşlerin bazıları, bu hastalığın, kıskançlığı gizlemek içinbir bahane olduğunu, düşesin bir hayran topluluğuna tek başınahükmetmek istediğini düşünürlerdi. Daha saf olanlarıysa,düşesin belki garip bir tarzı, hattâ rezaletlerle dolu bir geçmişiolduğunu, kadınların onun evine gitmek istemediğini, onun dabu mecburiyete keyfince bir yakıştırmada bulunduğunudüşünürdü. En akıllıları da, kocalarının, düşesin zekâsını yeregöğe koyamadığını duydukça, düşesin zekâca diğer kadınlardançok üstün olduğuna, hiçbir konuda konuşmayı beceremeyenkadınların yanında sıkıldığına hükmederlerdi. Düşes, gerçektende, hükümdar soyundan geldikleri için özel bir cazibeleri olmadığısürece, kadınların yanında sıkılırdı. Ne var ki dışlanan eşler,düşesin edebiyat, bilim ve felsefe konuşabilmek için sadeceerkekleri davet ettiğini düşündüklerinde yanılıyorlardı. Çünküdüşes, en azından parlak entelektüellerle bu konuları aslakonuşmazdı. Tıpkı büyük askerlerin kızlarının, en kibirlikaygılarının yanısıra, orduya ilişkin konularda saygıyı eldenbırakmamaları gibi, aynı aile geleneği gereği, Thiers, Merimee veAugier'yle dostluk etmiş kadınların torunu sıfatıyla Mme deGuermantes da, her şeyden önce salonunda zeki insanlara bir yerayırması gerektiğini düşünür, öte yandan, geçmişteki bu ünlüadamların Guermantes'ta hem tepeden bakan, hem de samimiağırlanış tarzından kendisine kalan bir alışkanlıkla, bu yetenekliinsanları, bildik dostlar olarak görür, yetenekleri gözünükamaştırmaz, onlarla eserleri hakkında, zaten kendilerinin deilgisini çekmeyecek olan konuşmalara girişmezdi. Ayrıca,Merimee, Meilhac ve Halevy'yle benzer türdeki zekâsı, düşesin, birönceki dönemin sözlü duygusallığının tersine, şatafatlı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

231

cümleleri, yüce duyguların ifadesini kesinlikle dışlayan birkonuşma tarzını benimsemesine, bir şair veya müzisyenleberaberken, sadece yenilen yemekler veya oynayacakları iskambiloyunu hakkında konuşmayı bir zarafet kuralı saymasına sebepolmuştu. Durumun farkında olmayan bir üçüncü kişi için buçekimserlik anlaşılmazdı, hattâ bir muammaydı. Mme deGuermantes kendisine filanca ünlü şairle birlikte davetedilmekten hoşlanıp hoşlanmayacağını sorduğunda, söylenensaatte, merak içinde gelirdi. Düşes şaire, dışarıdaki havadansözeder, sonra sofraya geçilirdi. "Bu şekilde pişmiş yumurtayısever misiniz?" diye sorardı düşes şaire. Şair onaylar, düşes de onakatılırdı; çünkü evindeki her şey, Guermantes'tan getirttiğikorkunç elma şarabı bile, düşese çok leziz gelirdi; "Beyefendiyebiraz daha yumurta verin," diye emrederdi uşağa; bu aradaüçüncü kişi, kaygılar içinde, şairin yola çıkışından önce binbirzorluğa rağmen bir görüşme ayarlamış olan şairle düşesinherhalde konuşmak niyetinde oldukları konulara girmelerinibeklerdi. Ama yemek devam eder, tabaklar birbiri ardına kaldırılır,bu arada Mme de Guermantes da ince espiriler yapma, hoşhikâyecikler anlatma fırsatı bulurdu. Şair, dükten de, düşesten de,şairliğini hatırladıklarını belirten bir işaret gelmeden, yemeğiniyemeye devam ederdi. Birazdan yemek biter, şiir hakkında tekkelime edilmeden, herkes sevdiği halde, benim Swann sayesindeönseziyle bildiğim bir salanımla, kimse şiirden sözetmedenvedalaşılırdı. Bu sakınım bir kibarlıktan ibaretti. Ama üçüncü kişi,biraz düşünecek olursa bunda son derece hüzünlü bir şeylerbulurdu; o zaman Guermantes muhitinin yemekleri, utangaçâşıkların havadan sudan sözederek, itiraf etseler daha mutluolacakları büyük sır, çekingenlikten, terbiyeleri izinvermediğinden veya beceriksizlikten ötürü kalplerindendudaklarına ulaşamadan geçirdikleri ve sonra da birbirlerindenayrıldıkları saatleri hatırlatırdı. Aslında şunu da belirtmek gerekir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

232

ki, konuşulması boşuna beklenen derin konulardakisuskunluğu, düşesin tipik bir özelliği sayılabilirse de, mutlakdeğildi. Mme de Guermantes gençliğini bugün yaşadığı ortamdanbiraz farklı, yine aristokrat, ama bu kadar parlak ve bilhassa bukadar kof olmayan, çok kültürlü bir muhitte geçirmişti. Bumuhit, düşesin şimdiki havailiğine daha sağlam, görünmese debesleyici bir temel oluşturmuştu; hattâ düşes (ukalalıktan nefretettiği için çok ender olarak) arasıra bu temelden Victor Hugo'danveya Lamartine'den bir deyiş bulup çıkartır, güzel gözlerindeduyarlı ve içten bir bakışla söylediği, duruma son derece uyguncümle, karşısındakileri şaşırtır, büyülerdi. Hattâ bazen kasıntıdanuzak, yerinde ve sade bir tavırla, Academie üyesi bir oyun yazarınabilgece bir tavsiyede bulunduğu, oyunundaki bir durumuyumuşattırdığı, bir çözümü değiştirttiği olurdu.

Tıpkı Combray Kilisesi'nde, Mile Percepied'nin düğünündeolduğu gibi, Mme de Villeparisis'nin salonunda da, Mme deGuermantes'in fazlasıyla insani, güzel yüzünde, ismindekibilinmeyeni bulmakta zorluk çeksem bile, en azındankonuştuğunda, derin, esrarengiz sohbetinde bir ortaçağ duvarhalısının, bir gotik vitrayın özgünlüğünü bulacağımıdüşünüyordum. Ama kendisini sevmesem bile, adı Mme deGuermantes olan birinden duyacağım sözlerin beni hayalkırıklığına uğratmaması için, bu sözlerin incelikli, güzel ve derinolması yetmezdi; isminin son hecesinin mor-kırmızı rengini, tabaşından beri şahsında bulamadığıma şaşırdığım, düşüncesinesığınmak zorunda bıraktığım rengi yansıtmaları gerekirdi.Şüphesiz Mme de Villeparisis'nin, Saint-Loup'nun, hiç deolağanüstü bir zekâya sahip olmayan kişilerin, bu Guermantesismini temkinsizce, ziyarete gelecek olan veya birlikte yemekyiyecekleri herhangi bir kişinin ismiymiş gibi, bu isimde sararmışorman görüntülerinin, esrarengiz bir taşra köşesinin varlığınıhissetmezmiş gibi telaffuz ettiklerini duymuştum. Ama bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

233

yapmacık bir davranış olsa gerekti, klasik şairlerin derinamaçlarını, var oldukları halde bize göstermemeleri gibi; ben debu yapmacık davranışı taklit etmeye kendimi zorlayarak, sonderece doğal bir tonda, başkaları gibi bir isimmişçesine,"Guermantes Düşesi" diyordum. Ayrıca, herkes, düşesin çok zekibir kadın, konuşmasının esprili olduğunu, son derece ilginç,kapalı bir yakın çevre içinde yaşadığını söylüyordu; bu sözlerbenim hayallerimin suçortağıydılar. Çünkü onlar zeki bir çevre,esprili konuşma dediklerinde, benim hayal ettiğim, katiyen enzeki kişilerinki de dahil, bildiğim türden bir zekâ değildi; o yakınçevreyi kesinlikle Bergotte gibi kişilerden oluşturmuyordumhayalimde. Hayır, benim zekâdan anladığım, kelimeleresığmayan, altın yaldızlı, orman serinliği sinmiş bir melekeydi.Mme de Guermantes'in (bir filozof ya da eleştirmen sözkonusuolduğunda "zeki" kelimesine yüklediğim anlamda) en zekicesözleri söylemesi bile, benim bu kadar özel bir meleke beklentimi,yemek tariflerinden, şato mobilyalarından, bana hayatınıdüşündürecek komşularından veya akrabalarından sözetmekleyetineceği, sıradan bir sohbetten daha büyük bir hayal kırıklığınauğratabilirdi.

"Basin'i burada bulacağımı sanıyordum, sizi ziyaret etmeyidüşünüyordu," dedi Mme de Guermantes teyzesine.

"Kocanı günlerdir görmedim," dedi Mme de Villeparisisgücenmiş, kızmış bir ses tonuyla. "Kendini İsveç kraliçesi olaraktanıtmak gibi sevimli bir şaka yaptığından beri görmedim, ya dabelki bir kere gördüm."

Mme de Guermantes gülümseme niyetine tülünün kenarınıısırırmış gibi dudaklarının köşesini büzdü.

"Dün akşam kraliçeyle birlikte Blanche Leroi'nın evinde yemekyedik; görseniz tanımazsınız; dev gibi olmuş; eminim birhastalığı var."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

234

"Ben de biraz önce bu beylere senin onu kurbağaya benzettiğinisöylüyordum."

Mme de Guermantes, âdet yerini bulsun diye, güldüğünübelirten boğuk bir ses çıkardı.

"Böyle güzel bir benzetme yaptığımı bilmiyordum, ama budurumda öküz kadar irileşmeyi başarmış olan kurbağayabenziyor. Daha doğrusu tam öyle de sayılmaz; çünkü bütünşişmanlığı karnına yığılmış; hamile bir kurbağa daha ziyade."

"Ha-ha! Çizdiğin görüntü çok komik," dedi Mme de Villeparisis;esasen yeğeninin esprililiğiyle, misafirlerinin yanında epeycegurur duyuyordu.

"Her şeyden çok da keyfî," diye cevap verdi Mme deGuermantes, bu seçilmiş sıfatı Swann gibi alayla vurgulayarak;"itiraf etmem gerekir ki doğum yapan kurbağa görmedim hiç. Herneyse, esasen bir kral peşinde de değil bu kurbağa; eşininölümünden sonra eskisinden çok daha şen şakrak görüyorumkendisini; önümüzdeki hafta eve akşam yemeğine gelecek. Sizemutlaka haber vereceğimi söyledim."

Mme de Villeparisis anlaşılmaz bir şeyler homurdandı."Evvelki gün akşam yemeğinde Mme de Mecklembourg'da

olduğunu biliyorum," diye ekledi. "Hannibal de Breauteoradaymış. Gelip anlattı, oldukça da komik anlattı doğrusu."

"O yemekte Babal'den çok daha esprili biri varmış," dedi Mme deGuermantes; M. de Breaute-Consalvi'yle çok samimi olduğuhalde, ondan takma adıyla sözederek yakınlığını göstermekkonusunda ısrarlıydı. "M. Bergotte varmış."

Bergotte'a esprili gözüyle bakılabileceği hiç aklımdangeçmemişti; üstelik Bergotte bana zeki insanlar soyuna karışmışgibi görünüyordu; yani M. de Breaute'nin düşesi güldürerek

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

235

kendisiyle akıl almaz bir şeyi yaptığı, tanrıların dilinde, Saint-Germain muhiti insanları arasındaki bir sohbeti sürdürdüğü birtiyatro locasının bordo perdeleri arasında görmüş olduğum oesrarengiz âlemden, sonsuz uzaklıktaydı. Dengeninbozulduğunu ve Bergotte'un M. de Breaute'nin üstüne çıktığınıgörmek beni üzdü. Ama Mme de Guermantes'in Mme deVilleparisis'ye söylediklerini işitince, Phaidra temsilinin gecesi,Bergotte'la karşılaşmaktan kaçındığıma, yanma gitmediğimedaha da çok üzüldüm.

"Tanışmak istediğim tek insan, Bergotte," diye ekledi düşes;düşeste, tıpkı manevi bir gelgit ânında olduğu gibi, ünlüentelektüellere ilişkin bir merak dalgası yükselirken aristokratsnopluğunun çekilişini görmek, her zaman mümkündü. "Çokbüyük bir zevk olur benim için."

Yanımda Bergotte'un, sağlaması çok kolay olsa da, Mme deGuermantes'in hakkımda kötü bir izlenim edinmesine yolaçacağını sandığım varlığı, demek ki aksine, locasına gitmem içinbana işaret etmesi ve bir gün büyük yazarı evine öğle yemeğinegötürmemi rica etmesi sonucunu doğuracaktı.

"Pek kibar değilmiş; M. de Cobourg'a takdim etmişler kendisini,tek kelime konuşmamış," diye ekledi Mme de Guermantes; butuhaf özelliği, bir Çinli'nin burnunu kâğıtla sildiğini anlatır gibiaktarıyordu. "Bir tek kere bile 'Monsenyör' diye hitap etmemiş,"dedi; eğlenceli bulduğu bu ayrıntı, onun gözünde, birProtestanın Papa Hazretleri'yle görüştüğünde karşısında dizçökmeyi reddetmesi kadar önemliydi.

Bergotte'un bu kendine has özellikleri ilgisini çekiyor, bunlarıkınanacak şeyler olarak görmüyor, aksine, ne tür bir meziyetolduğunu tam olarak kendisi de bilmemekle birlikte, bir meziyetsayıyordu. Bergotte'un özgünlüğünü anlamanın bu tuhafbiçimine rağmen, daha sonraları benim de, Mme de

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

236

Guermantes'in çoğu kişiyi şaşırtarak, Bergotte'u M. deBreaute'den daha esprili bulmasına bir bakıma hak verdiğim oldu.Bu bozguncu, ayrıksı ve her şeye rağmen doğru yargılar, buşekilde diğerlerinden üstün, ender kişiler tarafından sosyetedeetkili kılınır ve gelecek neslin ebediyen eskisine tutunacak yerdeoluşturacağı yeni değerler hiyerarşisinin ilk taslaklarını çizer.

Belçika maslahatgüzarı ve Mme de Villeparisis'nin yeğenininkocası Argencourt Kontu, topallayarak içeri girdi; hemenardından iki genç, Guermantes Baronu ve Altes ChâtelleraultDükü geldi; Mme de Guermantes bu sonuncuya, "Merhaba sevgiliChâtellerault'cuğum," dedi dalgın bir tavırla, pufundankıpırdamadan; genç dükün annesinin yakın arkadaşıydı; gençdük de bu yüzden, çocukluğundan beri düşese büyük bir saygıbeslerdi. Bu uzun boylu, ince, tenleri ve saçları altın sarısı, tipikGuermantes görünümlü iki genç, geniş salonu dolduran baharakşamı ışığının yoğunlaşması gibiydiler. O günlerin modasınauyup silindir şapkalarını yanıbaşlarına, yere bıraktılar. Frondetarihçisi onların belediye binasına girdiğinde şapkasını neyapacağını bilemeyen köylüler gibi çekindiklerini zannetti.Kendilerine yakıştırdığı tutukluğa ve utangaçlığa karşıiyilikseverlikle yardıma koşması gerektiğini düşündü.

"Yok, yok," dedi, "yere koymayın, yıpratırsınız."Guermantes Baronu gözbebeklerinin düzlemini yan döndüren

ve çiğ, keskin bir mavi renk yansıtan bir bakışla iyi niyetlitarihçiyi dondurdu.

Mme de Villeparisis'nin biraz önce bana tanıştırdığı baron, "Bubeyefendinin adı ne?" diye sordu.

"M. Pierre," diye cevap verdim alçak sesle."Pierre ne?"

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

237

"Soyadı Pierre; çok değerli bir tarihçi.”"Ya! Demek öyle.""Bu beylerin yeni âdeti bu; şapkalarını yere koyuyorlar," diye

açıkladı Mme de Villeparisis. "Ben de sizin gibi bir türlüalışamıyorum. Yine de yeğenim Robert'in âdetine bunu tercihederim; o şapkasını hep sofada bırakır. İçeri öyle girdiğini görüncesaatçiye benzediğini söylüyorum kendisine; saatleri kurmaya mıgeldi diye soruyorum."

"Saygıdeğer markiz, biraz önce M. Mole'nin şapkasındansözediyordunuz; yakında Aristoteles gibi şapkalarla ilgili kitapyazabileceğiz," dedi Fronde tarihçisi; Mme de Villeparisis'ninmüdahalesiyle biraz rahatlamıştı, ama sesi hâlâ o kadar zayıftı ki,benden başka kimse söylediğini duymadı.

"Sevgili düşes gerçekten olağanüstü," dedi M. d'Argencourt, G...ile konuşmakta olan Mme de Guermantes'ı göstererek. "Birsalonda gözde bir erkek varsa, mutlaka onun yanındadır. Tabii kiher zaman pirler bulunmuyor salonlarda. Her gün bir M. deBorelli, bir Schlumberger veya bir d'Avenel olmuyor. Ama ozaman da M. Pierre Loti veya M. Edmond Rostand oluyor. Düngece Doudeauville'lerde (bu arada şunu belirtmedengeçemeyeceğim, düşes zümrüt tacıyla, kuyruklu pembeelbisesiyle muhteşemdi), bir yanında M. Deschanel, öbür yanındaAlman büyükelçisi vardı; Çin konusunda kafa tutuyordu onlara;saygılı bir mesafeden onları seyreden, söylediklerini duyamayansıradan seyirciler, acaba savaş mı çıkacak diye merak ediyordu.Gerçekten de meclise başkanlık eden bir kraliçe gibiydi."

Herkes resim yapışını seyretmek üzere Mme de Villeparisis'yeyaklaşmıştı.

"Bu çiçeklerin rengi gerçekten semavi bir pembe," dediLegrandin, "yani gök pembesi demek istiyorum. Gök mavisi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

238

olduğu gibi gök pembesi de vardır çünkü. Ama," dedi fısıltıyla,markizden başka kimseye duyurmamaya çalışarak, "ben yine desizin kullandığınız ipeksi, canlı nar pembesini tercih ederim. Ah!Pisanello'yla Van Huysum'u, onların titiz, ölü bitkikoleksiyonlarını çok geride bırakıyorsunuz."

Bir sanatçı, ne kadar mütevazı olursa olsun, daima rakiplerineyeğlenmeyi kabul eder ve sadece onların hakkını yememeyeçalışır.

"Böyle düşünmenizin sebebi, onların bizim artık bilmediğimiz,o zamana ait çiçeklerin resmini yapmış olmalarıdır, ama ikisi deson derece bilgiliydi."

"Ah! O zamana ait çiçekler; ne kadar ustalıklı bir ifade!" diyehaykırdı Legrandin.

"Gerçekten de kiraz ağacı çiçekleriniz çok güzel... ya daormangülü," dedi Fronde tarihçisi; çiçeğin türü konusunda birtereddüdü vardı, ama sesi güvenliydi; çünkü şapka meselesiniunutmuş sayılırdı.

"Hayır, bunlar elma ağacı çiçeği," dedi Guermantes Düşesi,teyzesine dönerek.

"Oo, bakıyorum kır hayatını iyi biliyorsun; benim gibi sen deçiçekleri tanıyorsun."

"Ah, evet, doğru! Ama ben elma ağaçlarının çiçek açma mevsimigeçti sanıyordum," dedi Fronde tarihçisi rasgele, kendini mazurgöstermek için.

"Yok canım, aksine; daha çiçek açmadılar; ancak bir on beş günsonra, belki üç hafta sonra çiçeklenirler," dedi arşivci; Mme deVilleparisis'nin mülklerinin yönetimine yardımcı olduğundan,kır hayatına ilişkin daha çok bilgisi vardı.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

239

"Evet, üstelik Paris yakınlarında çok erken çiçek açarlar.Normandiya'da, mesela beyefendinin babasının arazisinde," dedidüşes, Châtellerault Dükü'nü göstererek, "deniz kıyısındaharikulade elma bahçeleri vardır, bir Japon paravanını hatırlatırlar;ancak mayısın yirmisinden sonra çiçeklenirler."

"Ben hiç göremiyorum," dedi genç dük; "saman nezlesi yapıyorbende; inanılmaz bir şey."

"Saman nezlesi mi? Daha önce hiç duymamıştım," dedi tarihçi."Moda hastalık bu," dedi arşivci."Yılma bağlı, ağaçların elma verdiği bir yılsa, etkilemeyebilir.

Normandiya atasözünü bilirsiniz. Elma yılıysa..."[11] dedi M.d'Argencourt, tam bir Fransız olmadığından, kendine Parisli süsüvermeye çalışarak.

"Haklısın," dedi Mme de Villeparisis yeğenine, "bunlargüneydeki elma ağaçlarından geldi. Bu dalları bana kabul etmemricasıyla bir çiçekçi gönderdi. Monsieur Valleneres," dedi arşivciyedönerek, "bir çiçekçinin bana elma dalı göndermesi sizi şaşırttımı? Ama yaşlı bir hanım olsam da, çok insan tanırım, dostlarımvardır," diye ekledi gülümseyerek; çoğunluk bunu sadeliğineyorduysa da, bence bu kadar önemli kişilerle ilişkisi varken birçiçekçinin dostluğuyla böbürlenmeyi ilginç buluyordu.

Bloch da gelip Mme de Villeparisis'nin yaptığı çiçek resimlerinitakdir etmek üzere ayağa kalktı.

"Sayın markiz," dedi tarihçi, sandalyesine otururken, "Fransatarihini onca kez kana bulayan devrimlerden bir tanesi dahapatlak verse de –doğrusu bu zamanda belli de olmaz," diye ekledi,hiç tahmin etmediği halde, salonda "bozguncu" var mı gibisindenetrafa ihtiyatla göz gezdirerek– "böyle bir yeteneğiniz ve beşlisanınız olduktan sonra, sizin için hiç farketmez, işin içinden

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

240

daima sıyrılırsınız."Fronde tarihçisi biraz dinlenmekteydi; çünkü uykusuzluğunu

unutmuştu. Ama birdenbire altı gündür hiç uyumadığınıhatırlayınca zihninden kaynaklanan ağır bir yorgunlukbacaklarını sardı, omuzlarını çökertti; kederli yüzü bir ihtiyarınyüzü gibi aşağı sarktı.

Bloch hayranlığını ifade etmek için bir hamle yapacak oldu, amadirseğiyle elma dalının durduğu vazoya çarpıp devirdi ve suolduğu gibi halının üzerine döküldü.

"Gerçekten de çok maharetli elleriniz var," dedi tarihçi markize;O sırada bana sırtını dönmüş, Bloch'un sakarlığını

farketmemişti.Ne var ki Bloch, bu sözlerin kendisine söylendiğini sandı ve

sakarlığının utancını küstahlıkla gizlemeye çalıştı."Hiç önemi yok," dedi; "ıslanmadım."Mme de Villeparisis zili çaldı; bir oda hizmetkârı halıyı silip cam

kırıklarını toplamak üzere geldi. Markiz gençleri ve GuermantesDüşesi'ni düzenleyeceği matineye davet edip düşese tembihledi:

"Gisele'le Berth'e (Auberjon ve Portefin Düşesleri) söyle, saatikiden önce gelip bana yardım etsinler." Sanki fazladan tutulangarsonlara meyve tabaklarını hazırlamak üzere erken gelmelerinisöylüyordu.

Hükümdar soyundan gelen akrabalarına da, M. de Norpois'yada, tarihçiye, Cottard'a, Bloch'a, bana gösterdiği kibarlığıgöstermiyordu; bizim merakımıza sunulacak bir yanı olmaktanbaşka ilginç yanları yoktu sanki gözünde. Çünkü kendisinin, bukişilerin nazarında az çok parlak bir kadın değil, babalarının veyaamcalarının alıngan ve kollanan kız kardeşi olduğunu ve

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

241

onlardan çekinmesine gerek olmadığını biliyordu. Konumunungücü veya zayıflığı konusunda kandıramayacağı, hikâyesiniherkesten iyi bilip şanlı soyuna herkesten çok saygı gösteren buinsanların karşısında kendini göstermenin hiçbir yaran olmazdı.Her şeyden önemlisi de, onlar markiz için artık meyvevermeyecek, işe yaramaz kalıntılardı; yeni dostlarını kendisinetanıştırmayacak, zevklerini onunla paylaşmayacaklardı. Onlardanelde edebileceği tek fayda, akşamüzeri davetinde boy göstermeleriveya onlardan sözedebilme imkânıydı, daha sonra hatıratında dasöz edeceği gibi; zaten bu davetler bir bakıma hatıratının provası,küçük bir topluluk karşısında ilk kez yüksek sesle okunuşuydu.Bütün bu soylu akrabaları sayesinde ilgilerini çektiği, gözlerinikamaştırdığı, kendine bağladığı insanların, Cottard'larm,Bloch'ların, ünlü oyun yazarlarının, her türden Frondetarihçilerinin dostluğu, Mme de Villeparisis için –şık sosyetenin,markizin evine gitmeyen kesiminin yokluğu yüzünden– hareket,yenilik, eğlence ve hayat demekti; bir takım sosyal avantajlarıkendisine sağlayanlar, bu insanlardı (bu yüzden de kendilerinizaman zaman hiç tanışmadıkları Guermantes Düşesi'ylekarşılaştırdığına değiyordu); çalışmaları ilgisini çeken değerlikişilerle akşam yemekleri, yazarın markizin evinde sahnelediği biropera-comique veya bir pandomim, ilginç gösteriler için localartüründen avantajlardı bunlar. Bloch gitmek üzere ayağa kalktı.Yüksek sesle, devrilen vazo olayının hiç önemli olmadığınısöylemişti, ama alçak sesle söylediği şey farklı, düşündüğü iseçok farklıydı: "Bir vazoyu misafirleri sırılsıklam etme, hattâyaralama tehlikesi olmadan yerleştirmeyi becerecek şekildeyetiştirilmiş hizmetkârlar yoksa, insan bu tür lükslereözenmemeli," diye homurdanıyordu, kimseye duyurmadan.Bloch, bir sakarlık yapmış olmayı kendine yediremeyen,yaptığında da asla bunu kabullenmeyen, bu yüzden bütün günümahvolan, alıngan ve "sinirli" insanlardandı. Küplere biniyordu,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

242

kötümserdi, bir daha sosyeteye bulaşmak istemiyordu. Birazeğlencenin gerekli olduğu bir andı. Neyse ki bir iki saniye sonraMme de Villeparisis kendisini alıkoyacaktı. Markiz, belkidostlarının fikirlerini ve Yahudi düşmanlığının tırmanmaktaolduğunu bildiğinden, belki de dalgınlıktan, salonda bulunanlaraBloch'u tanıştırmamıştı. Sosyete âdetlerini bilmeyen Bloch ise,giderken görgü kuralları gereği, ama fazla kibarlık etmedenkendilerine selam vermesi gerektiğini sanıyordu; başını birçokkez eğdi, sakallı çenesini takma yakasına gömdü ve soğuk,memnuniyetsiz bir ifadeyle kelebek gözlüklerinin ardındansırayla hepsine baktı. Ama Mme de Villeparisis onu durdurdu;kendisiyle evinde sahnelenecek küçük gösteri hakkındakonuşması gerekiyordu; ayrıca M. de Norpois'yla tanışma zevkinitatmadan gitmesini de istemiyordu (eski büyükelçinin hâlâgelmemiş olması markizi şaşırtmaktaydı); aslında bu tanışmagereksizdi; çünkü Bloch zaten sözünü ettiği iki sanatçıyı, kendişöhretleri yararına, Avrupa'nın en seçkin kimselerininbulunduğu bir davette, markizin evinde ücretsiz şarkı söylemeyeikna etmeye kararlıydı. Hattâ fazladan, "çakır gözlü, Hera kadargüzel”, plastik güzelliğin bilinciyle lirik mensur şiirler okuyacakbir trajedi oyuncusu da önermişti. Ama oyuncunun adınıduyunca Mme de Villeparisis bu öneriyi geri çevirmişti; Saint-Loup'nun metresiydi bu oyuncu.

"Çok iyi haberlerim var," dedi markiz kulağıma; "sanıyorum buiş iyice aksamaya başladı, yakında ayrılacaklar herhalde. Bütün bumeselede çok çirkin bir rolü olan bir subaya rağmen," diye ekledi.(Robert'in ailesi, berberin ricası üzerine Brugge'ye gitme izniniveren M. de Borodino'ya müthiş kızıyor, utanç verici bir ilişkiyidesteklemekle suçluyordu.) "Çok kötü bir insan," dedi Mme deVilleparisis, Guermantes'ların en yozunun bile iffetli tonuyla."Çok, çok kötü," diye tekrarladı, "çok" kelimesini üç ç ile telaffuzederek. Subayın bütün sefahat âlemlerine üçüncü kişi olarak

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

243

katıldığından hiç kuşku duymadığı belliydi. Ama markizin enbaskın özelliği sevimliliği olduğu için, imparatorluğuumursamayan bir kadın olarak Borodino Prensi ismini alaylı birabartıyla telaffuz ettiği korkunç yüzbaşıya karşı çatık kaşlı sertlikifadesi, bana yönelttiği tatlı bir gülümseme ve aramızda bellibelirsiz bir suç ortaklığına işaret eden samimi bir göz kırpışıylason buldu.

"Saint-Loup-en-Bray'yi çok severim," dedi Bloch; "çünkühuysuzun teki olmakla birlikte, son derece terbiyeli bir insandır.Özellikle onu değil de, terbiyeli insanları seviyorum; o kadar azbulunuyor ki böyleleri," diye devam etti, kendisi terbiyedentamamen yoksun olduğu için sözlerinin ne kadar kötü birizlenim yarattığını farketmeden. "Mükemmel eğitiminin çokçarpıcı bulduğum bir kanıtını sizlere anlatmak istiyorum. Birkeresinde kendisini genç bir adamla birlikte gördüm; güzeltekerlekli arabasına binmek üzereydi; yulaf ve arpayla beslenmiş,keskin kamçıyla kızıştırmaya gerek olmayan iki ata muhteşemkolanlarını kendi eliyle geçirmişti. Bizi tanıştırdı, ama gençadamın ismini duyamadım; çünkü insan tanıştırıldığı kişininismini asla duymaz," diye ekledi gülerek; babasının bir esprisiydibu. "Saint-Loup-en-Bray alçakgönüllülüğünü korudu, gençadam için aşırı bir zahmete girmedi, katiyen utanmış görünmedi.Meğer, birkaç gün sonra tesadüfen öğrendim ki, genç adam SirRufus Israels'in oğluymuş!"

Bu hikâyenin sonu, başından daha az şaşırtıcıydı; çünküdinleyenler anlamamıştı. Bloch'un ve babasının nazarındaneredeyse kraliyet ailesinden bir kişi, Saint-Loup'nun, karşısındatir tir titremesi gereken bir şahsiyet olan Sir Rufus Israels,Guermantes muhitinin nezdinde, aksine, sosyetenin tahammülettiği, sonradan görme bir yabancıydı; dostluğuyla gururlanmakşöyle dursun, utanılabilirdi ancak!

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

244

"Bunu Sir Rufus Israels'in vekilinden öğrendim," dedi Bloch;"kendisi babamın arkadaşıdır; olağanüstü bir insandır. Ah! Sonderece ilginç bir kimsedir!" diye ekledi; insanın sadece kendine aitolmayan fikirleri dile getirirken sergilediği kararlı enerji veheyecanlı vurguyla. "Peki, söylesene," dedi Bloch bana, alçaksesle, "Saint-Loup'nun serveti aşağı yukarı ne kadardır? Tahminedersin ki bunu soruyorsam, aslında servetin kendisi umurumdaolduğundan değil, Balzac'vari bir bakış açısıyla soruyorum;anlıyorsun, değil mi? Ne gibi yatırımları olduğunu da mıbilmiyorsun, Fransız hisse senetleri mi, yabancı mı, arazi mi?"

Kendisine hiçbir bilgi veremedim. Bloch alçak sesle konuşmayıkesip çok yüksek sesle pencereyi açmak için izin istedi; sonracevap beklemeden pencereye yöneldi. Mme de Villeparisis, kendisinezle olduğu için pencere açmanın mümkün olmadığını belirtti."Ya! Peki, sizi rahatsız edecekse..." dedi Bloch, hayal kırıklığıyla."Ama burası gerçekten sıcak!" Sonra gülerek bakışlarınıçevresinde gezdirdi, hazır bulunanlardan Mme de Villeparisis'yekarşı destek bekledi. Bu terbiyeli insanların hiçbirinden, aradığıdesteği bulamadı. Hiç kimseyi ayartamamış olan alev alevbakışları teslimiyetle eski ciddiyetlerine kavuştular; bu bozgununüzerine, "En az yirmi iki derece var," dedi. "Yoksa yirmi beş mi?Öyleyse hiç şaşmam. Ter içinde kaldım. Üstelik ben AlpheiosIrmağı'nın oğlu bilge Antenor gibi terimi durdurmak içinbabamın dalgalarına dalma, sonra cilalı bir küvete girip kokuluyağlar sürünme imkânına da sahip değilim." Sonra, başkalarınınkullanımı için, uygulanması insanın kendi yararına olacak tıpteorileri geliştirme ihtiyacıyla ekledi: "Madem sizin için dahasağlıklı olduğunu düşünüyorsunuz, öyle olsun. Bense tamaksini düşünüyorum. Aslında bu yüzden nezle oluyorsunuz."

Bloch, M. de Norpois'yla tanışma önerisini büyük bir sevinçlekarşılamıştı. Onu Dreyfus Davası konusunda konuşturmaktan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

245

hoşlanacağını söylüyordu."Benim pek bilmediğim bir zihniyet bu; bu olağanüstü

diplomatla bir mülakat yapmak epeyce ilginç olurdu," dedi alaylıbir tonda; kendisini büyükelçiden daha değersiz gördüğüizlenimini uyandırmak istemiyordu.

Mme de Villeparisis, Bloch'un bu sözleri yüksek sesle söylemişolmasına hayıflandı, ama milliyetçi fikirleri, deyim yerindeysekendisini zincire vurmuş olan arşivcinin, bu sözleri işitemeyecekkadar uzakta olduğunu görünce pek önemsemedi. Bloch'unherhalde gözünü kör etmiş olan terbiyesizliğiyle, şeytana uyupbabasının esprisine gülerek sorduğu soru, markizi daha çokdehşete düşürdü.

"Kendisi, yazdığı bilgece bir incelemede, Rus-Japon savaşınınRuslar'ın zaferi, Japonlar'ınsa yenilgisiyle sonuçlanacağınıçürütülmez kanıtlarla ortaya koymamış mıydı? Biraz bunamışgaliba, değil mi? Yanılmıyorsam oturacağı sandalyeye nişan alıp,tekerlek üstünde kayar gibi giderken gördüğüm oydu."

"Hayır efendim, katiyen! Bir saniye lütfen," diye ekledi markiz;"neden hâlâ gelmedi, anlamıyorum."

Zili çaldı, hizmetkâr geldiğinde, eski dostunun vaktininçoğunu onun evinde geçirdiğini kesinlikle gizlemediği, hattâbelirtmekten hoşlandığı için, dedi ki:

"Gidin M. de Norpois'ya gelmesini söyleyin; çalışma odamdabirtakım evrakları dosyalıyordu; yirmi dakika sonra geleceğinisöylemişti; bir saat kırk beş dakikadır bekliyorum. Size Dreyfus

Davası'ndan da, istediğiniz diğer her konudan da sözeder," dediBloch'a, somurtkan bir tonda; "olan biteni pek tasvip etmiyor."

M. de Norpois'nın o sıradaki bakanla arası iyi değildi; Mme deVilleparisis'nin evine hükümet adamlarını getirmek gibi bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

246

küstahlıkta bulunmuyordu tabii (markiz her şeye rağmenyüksek aristokrasiye mensup bir hanımefendi sıfatını koruyor vediplomatın mecburen sürdürdüğü ilişkilerin dışında ve üstündetutuyordu kendini), ama olan biten her şeyden Mme deVilleparisis'yi haberdar ediyordu. Aynı şekilde yönetimdekisiyaset adamları da Mme de Villeparisis'yle tanıştırılmayı M. deNorpois'dan istemeye cesaret edemezlerdi. Yine de birçoğu kritikkoşullarda M. de Norpois'nın desteğine ihtiyaç duyduklarında,onu bulmaya Mme de Villeparisis'nin sayfiye evine gitmişlerdi.Adresi bilinirdi. Şatoya gidilirdi. Şatonun sahibesiylegörüşülmezdi. Ama akşam yemeğinde markiz, "Beyefendi, sizirahatsız ettiklerini biliyorum," derdi. "İşler düzeldi mi?"

"Çok mu aceleniz var?" diye sordu Mme de Villeparisis Bloch'a."Yo, hayır, kendimi pek iyi hissetmediğim için gitmek

istemiştim; hattâ Vichy'ye tedaviye gitmeyi düşünüyorum,safrakesemden rahatsızım da," dedi Bloch, bu kelimeleri şeytancabir alayla telaffuz ederek.

"Ya, yeğenim Châtellerault da oraya gidecek, ayarlayıp birliktegitsenize. Hâlâ burada mı o? Çok hoş çocuktur, emin olun," dediMme de Villeparisis, belki de iyi niyetle, kendisinin tanıdığı ikiinsanın arkadaşlık etmemeleri için hiçbir sebep olmadığımdüşünerek.

"Şey... O ister mi, bilmem ki, kendisini tanımıyorum...neredeyse; şurada, biraz ileride," dedi Bloch, şaşkınlık ve sevinçiçinde.

Uşak M. de Norpois'ya iletmesi gereken haberi eksik bildirmişolacak ki, diplomat dışarıdan geldiği ve ev sahibesini henüzgörmediği izlenimini uyandırmak için sofadan rasgele (tanır gibiolduğum) bir şapkayı alıp geldi; büyük bir nezaketle Mme deVilleparisis'nin elini öptü ve uzun bir ayrılıktan sonra gösterilen

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

247

ilgiyle hatırını sordu. Villeparisis Markizi'nin önceden bukomedyaya inanılma ihtimalini tamamen ortadan kaldırdığındanhabersizdi; zaten markiz de fazla uzatmayıp M. de Norpois'ylaBlocjı'u yandaki bir salona götürdü. Bloch, M. de Norpoisolduğunu henüz bilmediği bu kişiye gösterilen nezaketi vebüyükelçinin ölçülü, zarif, saygılı selamlarını görünce, bütün bumerasim karşısında bir eziklik hissedip kendisine asla böyledavranılmayacağım düşünerek öfkelenmiş ve rahat görünmekaygısıyla bana, "Kim bu geri zekâlı?" demişti. Belki de aslında M.de Norpois'nın nezaket gösterileri, Bloch'un en olumlu yönüne,çağdaş bir çevrenin daha dolaysız açıkyürekliliğine tersdüştüğünden, kısmen gerçekten gülünç geliyordu kendisine. Neolursa olsun, bu nezaketin gösterildiği kişi Bloch olduğu anda,gülünç görünmediği gibi, çok da hoşuna gitti.

"Sayın büyükelçi," dedi Mme de Villeparisis, "sizi beyefendiyletanıştırmak istiyorum. Monsieur Bloch, saygıdeğer NorpoisMarkisi." M. de Norpois'ya oldukça sert davrandığı halde, ısrarla"Sayın büyükelçi" diye hitap ederdi; hem muaşeret kurallarıgereği, hem büyükelçilik görevine, markinin kendisine aşıladığıabartılı saygısından dolayı, hem de belirli bir erkeğe karşı, seçkinbir kadının salonunda, diğer müdavimlerine senli benlidavranışıyla açıkça çeliştiğinden, âşığı olduğunu derhal ele verendaha resmî, daha törensel bir tavır sergilemek için.

M. de Norpois mavi gözlerini beyaz sakalına indirdi, uzunboyuyla adeta Bloch isminin temsil ettiği şöhret ve itibarkarşısında eğilircesine saygılı bir selam verdi ve "Çok memnunoldum," diye mırıldandı; genç muhatabıysa, bir yandanduygulanıp bir yandan da ünlü diplomatın fazla ileri gittiğinidüşünerek, telaşla karşı çıktı: "Ne demek, o şeref bana ait!" Ne varki, M. de Norpois'nın, Mme de Villeparisis'nin hatırına, kendisinetanıştırdığı herkesle tekrarladığı bu merasim, markize bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

248

durumda yetersiz geldi ve Bloch'a döndü:"Merak ettiğiniz her şeyi sorun kendisine," dedi; "daha rahat

ederseniz yan tarafa geçin; sizinle sohbet etmekten büyük zevkalacaktır. Dreyfus Davası hakkında konuşmak istiyordunuzyanılmıyorsam," diye ekledi, bunun M. de Norpois'nın hoşunagidip gitmeyeceğini hiç düşünmeden; tıpkı tarihçi görsün diyeaydınlatmadan önce Montmorency Düşesi'nin portresinden, birfincan çay ikram etmeden önce çaydan izin almayışı gibi.

"Yüksek sesle konuşun," dedi Bloch'a, "biraz sağırdır, amaistediğiniz her şeyi anlatır size; Bismarck'ı, Cavour'u çok iyitanırdı. Öyle değil mi beyefendi?" dedi bağırarak. "Bismarck'ı iyitanırdınız."

"Tezgâhta bir şeyler var mı?" diye sordu M. de Norpois, dostçaelimi sıkıp aramızda bir mutabakatı ima ederek. Bundanyararlanıp, saygısızlık etmiş olmamak için yanma alma gereğiduyduğu şapkadan kendisini kurtardım kibarca; rasgele aldığışapkanın benimki olduğunu farketmiştim. "Kılı kırk yardığınız,biraz tumturaklı bir çalışmanızı göstermiştiniz bana. Size fikrimiaçıkça belirtmiştim; kâğıda aktarılmaya değer bir şey değildi. Yenibir şey hazırlıyor musunuz bizlere? Yanlış hatırlamıyorsamBergotte'a pek düşkündünüz." - "Aa! Bergotte'u kötülemeyin!"diye haykırdı düşes. "Ressam olarak yeteneğini inkâr etmiyorum;kimse bunun farkında değil sayın düşes. M. Cherbuliez gibifırçayla olmasa da hakkâk kalemiyle veya aside yedirme baskıylabüyük tablolar yaratmayı biliyor. Ama bana öyle geliyor kizamanımızda türler karıştırılıyor; romancının yapması gerekenise, kapak veya süs resimleriyle ince ince uğraşmaktan ziyade, birolay örgüsü oluşturup kalpleri yüceltmektir. Babanızı pazar günübizim A.J.'nin evinde göreceğim," diye ekledi bana dönerek.

Büyükelçinin Mme de Guermantes'la konuştuğunu görünceMme Swann'ın evine kabul edilmem konusunda benden

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

249

esirgediği yardımı, belki düşesin evine gitmem konusunda yapardiye bir an umutlandım. "Hayran olduğum bir başka sanatçı daElstir," dedim. "Guermantes Düşesi'nin evinde olağanüstütabloları varmış, özellikle de o harikulade turp demeti; sergidegörmüştüm, tekrar görmeyi çok isterdim; bir şaheser!" Gerçektende ünlü biri olsam ve en çok sevdiğim resmi sorsalar, o turpdemetini söylerdim.

"Şaheser mi!" diye haykırdı M. de Norpois hem şaşırıp hem dekınayarak. "Bir tablo olma iddiasında bile değildir, bir taslaktır o."(Haklıydı.) "Bu çırpıştırmaya şaheser diyorsanız, Hebert'in veyaDagnan-Bouveret'nin Madonna'sına ne diyeceksiniz?"

"Robert'in metresini reddettiğinizi duydum," dedi Mme deGuermantes teyzesine, Bloch büyükelçiyle yan salona geçtiğinde;"bence çok iyi ettiniz, kaçıracağınız bir şey yok; korkunç bir şey,biliyorsunuz, zerre kadar yeteneği yok; üstelik de gülünç."

"Siz nereden tanıyorsunuz sayın düşes?" dedi M. d'Argencourt."Aa, bilmiyor musunuz? Herkesten önce benim evimde bir

gösteri yapmıştı. Doğrusu gurur duyulacak bir şey değil," dediMme de Guermantes gülerek, ama hazır oyuncudan sözedilirken,gülünçlüğünü gören ilk kişi olduğunu belirtmektenmemnundu. "Hadi, ben artık gideyim," diye ekledi yerindenkıpırdamadan.

Kocasının içeri girdiğini görmüştü ve bu sözleriyle, kendisiylebu yaşlanmakta olan, ama hâlâ bir delikanlı hayatı süren iriyarıadam arasındaki, genellikle sorunlu ilişkiyi değil, birlikte birdüğün ziyareti yapar gibi görünmelerinin gülünçlüğünü imaediyordu. Dük, mükemmel bir nişancı olarak hep on ikidenvurduğu hedeflerin ortasındaki siyah yuvarlağı andıran küçükyuvarlak gözbebeklerinin nazik, muzip ve batan güneşinışınlarından hafifçe kamaşmış bakışlarını çay masasının

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

250

etrafındaki kalabalık topluluğun üzerinde gezdirerek, sanki bukadar parlak bir grubun karşısında gözü korkmuş, elbiselere basıpkonuşmaları bölmekten çekinirmiş gibi şaşkın ve temkinli birağırlıkla ilerliyordu. Dudaklarında hafiften çakırkeyif, sabit bir iyiyürekli Yvetot kralı[12] gülümsemesiyle, göğsünün kenarında birköpekbalığının yüzgeci gibi dalgalanan yarı açık elini, eskidostlarının ve kendisine tanıştırılan yabancıların, aralarında farkgözetmeden sıkmasına izin vererek, fazladan hiçbir hareketyapmasına, babacan gezintisini kesintiye uğratmasına gerekkalmadan, bütün tembelliği ve ihtişamıyla herkesin gayretlinezaketini karşılıyor, "İyi akşamlar canım, iyi akşamlar azizdostum, memnun oldum Monsieur Bloch, iyi akşamlarArgencourt," diye mırıldanmakla yetiniyordu; benim yanımagelip adımı duyduğunda en çok bana iltimas gösterdi, "İyiakşamlar sevgili komşum," dedi; "babanız nasıl? Ne kadar efendibir insan! Kendisiyle çok iyi dostuz biliyorsunuz," diye ekledigururumu okşamak için. Kendisini başını sallayıp küçükönlüğünün altından elini uzatarak selamlayan Mme deVilleparisis, dükün büyük bir sevgi gösterisinde bulunduğu tekkişi oldu.

Zenginliğin giderek azaldığı bir dünyada müthiş varlıklı olan vebu müthiş servet kavramını şahsında sabit bir biçimdeözümlemiş olan dükte, büyük soylu gururuna paralı adamgururu da eklenmişti; soyluluğun ince terbiyesi, zenginliğinverdiği kendini beğenmişliği bastırmaya ancak yetiyordu.Kadınlar arasındaki, karısını mutsuz eden süksesinin sadeceisminden ve servetinden kaynaklanmadığı anlaşılıyordu; birYunan tanrısının hatlarının saflığını ve kararlılığını taşıyanprofiliyle, hâlâ çok yakışıklı bir erkekti.

"Gerçekten sizin evinizde gösteri yaptı mı?" diye sordu M.d'Argencourt düşese.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

251

"Tabii canım, elinde 'bi' demet zambak, ayrıca elbisesininüstünde de zambaklarla gelip şiir okudu." (Mme de Guermantesda Mme de Villeparisis gibi bazı kelimeleri koyu bir köylüaksanıyla söylüyor, ama teyzesi gibi r'leri yuvarlamıyordukatiyen.)

M. de Norpois, Bloch'u mecburiyet altında, sohbetedebilecekleri küçük bölmeye götürmeden önce, yaşlı diplomatınyanına gidip babamın Academie üyeliği konusunu açtım yavaşça.Önce bu konuşmayı başka bir zamana bırakmak istedi. Ama benBalbec'e gideceğimi söyleyip itiraz ettim. "Ne! Yine mi Balbec'egidiyorsunuz? Desenize, siz tam bir seyyah olmuşsunuz!" Bununüzerine söyleyeceklerimi dinlemeye razı oldu. Leroy-Beaulieu'nün adı geçince, M. de Norpois şüpheli bir edayla baktıbana. M. Leroy-Beaulieu'ye babam hakkında kırıcı laflar etmişolabileceğini ve ekonomistin de sözlerini babama aktarmışolmasından kuşkulandığını düşündüm. Hemen ardından,babama karşı derin bir sevgiyle coştu. Sonra konuşmanın hızıyavaşladı; birdenbire, sanki istemediği halde, susmak içingösterdiği ikircikli çabalar karşı konulması imkânsız inancınayenik düşmüşçesine, kelimeler ağzından fışkırdı: "Hayır, hayır,"dedi heyecanla, "babanızın üyeliğe başvurmaması gerekiyor.Kendi iyiliği için, kendi çıkarı açısından, kendi değerine olansaygısı nedeniyle başvurmaması gerekiyor; çünkü babanız çokdeğerli bir insan, böyle bir maceraya atılırsa kendi değerinitehlikeye atmış olacak. Babanız bundan çok daha iyisine layık.Aday gösterilirse kaybedeceği çok şey olur, kazanacağı hiçbir şeyde olmaz. Tanrı'ya şükür babanız bir hatip değil. Sevgilimeslektaşlarımın nazarında ise önemli olan tek şey budur;konuşulan şey hep tekrarlanan beylik laflar olsa da bu böyledir.Babanızın hayatta önemli bir hedefi var; bu hedefine, yolunudeğiştirip çalıları aralamakla vakit kaybetmeden, dosdoğruilerlemeli; isterse bunlar, zaten çiçekten çok dikenden oluşan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

252

Akademos'un bahçesinin çalıları olsun. Üstelik birkaç oydanfazlasını toplaması da mümkün değil. Academie, adaylarınıbünyesine kabul etmeden önce bir staj yaptırmaktan hoşlanır. Şuanda yapılacak bir şey yok. Sonrası için konuşmuyorum.Academie'nin bizzat gelip babanızı çağırması gerekir. Academie,Alpler'in ötesindeki komşularımızın 'Fara da se'[13] sloganınıbaşarıdan çok fetişizmle uygular. Leroy-Beaulieu bana bukonudan hiç hoşuma gitmeyen bir biçimde sözetti. Ayrıca banailk bakışta babanızla bir çıkar ortaklığı varmış gibi geldi, öyle mi?..Belki de Bismarck'ın dediği gibi pamuk ve madenlerle uğraşmayaalışık olduğundan tartılmaz şeylerin rolünü azımsadığınıkendisine fazlaca hissettirdim. Her şeyden önce kaçınılmasıgereken, babanızın müracaat etmesidir: 'Principiis obsta'.[14] Biremrivaki yaparsa, arkadaşlarını zor durumda bırakmış olur.Bakın," dedi ansızın, samimi bir edayla mavi gözlerini banadikerek, "şimdi söyleyeceğim şey, babanızı o kadar seven biriolarak benim ağzımdan duyacağınız için sizi çok şaşırtacak. Bende zaten tam da bu sebeple, onu sevdiğim için (biz ikimiz ayrılmazdostuz, Arcades ambo[15]), yönetimde kalırsa vatanınaverebileceği hizmetleri, önleyebileceği tehlikeleri bildiğim için,sevgimden, saygımdan, vatanseverliğimden ötürü, ona oyvermeyeceğim! Zaten bunu babanıza da ima ettim." (Gözlerinde,Leroy-Beaulieu'nün sert, Asurlu profilini görür gibi oldum.)"Dolayısıyla ona oy vermem, bir tür döneklik olur." M. de Norpoismeslektaşlarının birer fosil olduğunu birçok kez tekrarladı.Bunun çeşitli nedenlerinden bir tanesi, M. de Nor-pois'nın da, herkulüp ya da akademi üyesi gibi, diğer üyelere kendisininkine zıtbir kişilik yüklemekten hoşlanmasıydı. "Ah, keşke benim fikrimgeçerli olsaydı!" diyebilmenin yararından çok, elde etmiş olduğumevkii daha güç ve daha gururlandırıcı gösterebilmenin zevkiiçin. "Size söyleyeceğim şu ki," diye bağladı konuşmasını,"hepinizin çıkarları açısından, babanızın on veya on beş yıl sonra

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

253

parlak bir zaferle seçilmesini tercih ediyorum." Bu sözlerinkaynağı bana, kıskançlık değilse bile, yardım etme isteğininkesinlikle olmaması gibi geldi; daha sonra bu sözler, olayınkendisiyle birlikte bir başka anlama bürünecekti.[16]

"Kimden sözettiğimizi biliyor musunuz Basin?" dedi düşeskocasına.

"Doğal olarak tahmin ediyorum," dedi dük. "Eh, üstünsanatçılar soyundan dediğimiz oyunculardan biri değil elbette."

"Bundan daha komik bir şey tasavvur etmeniz mümkün değil,"dedi Mme de Guermantes M. d'Argencourt'a.

"Hattâ gülünçlü diyebiliriz," diye araya girdi M. de Guermantes;dükün tuhaf kelime hâzinesi, sosyete mensupları tarafından zekibir adam, edebiyatçılar tarafındansa sersemin teki olaraknitelendirilmesine yol açardı.

"Robert'in nasıl olup da ona âşık olduğunu bir türlüanlayamıyorum," dedi düşes. "Bu tür şeyleri asla tartışmamakgerektiğini biliyorum tabii," diye ekledi, filozofça, hayalkırıklığına uğramış duygusal biri gibi sevimli bir şekilde dudakbükerek. "Herhangi biri herhangi bir şeyi sevebilir, biliyorum.Hattâ," diye ekledi, –gerçi yeni edebiyatla hâlâ alay ediyordu amayine de bu edebiyat belki gazetelerin yaygınlaştırmasıyla veya bazısohbetler aracılığıyla biraz içine işlemişti– "aşkın güzelliği de bu;aşkı 'esrarengiz' kılan şey bu."

"Esrarengiz ha! Doğrusu bunun benim için biraz aşırıolduğunu itiraf etmek zorundayım sevgili kuzinim," dediArgencourt Kontu.

"Olur mu! Aşk, son derece esrarengizdir," dedi düşes; yüzündehem kibar bir sosyete kadınının tatlı tebessümü, hem de birkulüp erkeğine Valkyrie'nin gürültüden ibaret olmadığını iddia

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

254

eden bir Wagner hayranının uzlaşmaz inancı vardı. "Esasen birinsanın bir başka insanı niçin sevdiğini bilemeyiz; hiç dezannettiğimiz sebepten ötürü olmayabilir," diye ekledigülümseyerek; böylece ileri sürdüğü düşünceyi yorumuyla biranda reddetti. "Zaten aslında hiçbir zaman hiçbir şeyi bilemeyiz,"diye bağladı, şüpheci ve yorgun bir tavırla. "İşte bu yüzden deâşıkların seçimini asla tartışmamak daha akıllıca'dır."

Ne var ki kendi koyduğu bu ilkeyi, hemen ardından Saint-Loup'nun seçimini eleştirerek çiğnedi.

"Ben yine de gülünç bir insanın çekici bulunabilmesineşaşırıyorum."

Saint-Loup'dan sözettiğimizi duyan ve Paris'te olduğunuanlayan Bloch, Robert'i öyle korkunç bir şekilde kötülemeyekoyuldu ki, herkes isyan etti. Bloch kin duymaya başlamıştı; buduygusunu tatmin etmek için hiçbir şeyin karşısındagerilemeyeceğini hissediyorduk. Yüksek manevi değerlere sahipolduğunu ve (şık bir spor kulübü zannettiği) La Boulie'ye gideninsanların idam edilmesi gerektiğini prensip olarak belirttiktensonra, onlara indireceği her darbe övgüye değer geliyordukendisine. La Boulie üyesi bir arkadaşı aleyhine açmak istediğidavadan sözedecek kadar ileri gitti. Bu davada yalan ifade vermeyidüşünüyordu, ama öyle bir ifade verecekti ki, sanık yalanolduğunu kanıtlayamayacaktı. Bloch bu şekilde arkadaşını iyiceumutsuzluğa düşürmek, çıldırtmak niyetindeydi (bu projeyihiçbir zaman uygulamadı). Bunda ne kötülük olabilirdi ki; buşekilde cezalandırmak istediği kişi şıklıktan başka bir şeydüşünmeyen bir La Boulie adamı değil miydi; bu tür adamlarakarşı da her türlü silahı kullanmak, özellikle kendisi, Bloch gibi biraziz için, mubah değil miydi?

"Peki, Swann'a ne diyeceksiniz?" diye itiraz etti M. d'Argencourt;kuzininin söylediği sözlerin anlamını nihayet kavramış,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

255

doğruluğundan etkilenmiş ve örnek olarak, kendisinin hoşunagitmeyen kişilere âşık olmuş insanlar aramıştı hafızasında.

"Yo! Swann'ın durumu kesinlikle farklı," diye karşı çıktı düşes."Evet, seçimi her şeye rağmen çok şaşırtıcıydı; çünkü kadınzavallı bir aptaldı, ama gülünç değildi; zamanında çok da güzeldi."

"Çok, çok," diye homurdandı Mme de Villeparisis."Güzel değil miydi sizce? Çok çekici tarafları vardı, gayet güzel

gözleri, güzel saçları vardı, fevkalade giyinirdi, hâlâ da güzelgiyinir. İğrenç bir kadın olduğunu kabul ediyorum tabii, amabüyüleyici bir güzelliği vardı. Charles'ın onunla evlenmesi yine debeni çok üzdü; çünkü çok gereksiz bir hareketti."

Düşes dikkate değer bir şey söylediğini düşünmüyordu, ama M.d'Argencourt gülmeye başlayınca cümlesini tekrarladı; belkiesprili bulduğundan, belki de sadece kontun gülüşü kendisinesevimli geldiği için; esprinin çekiciliğine yumuşaklığın cazibesinide katmak için, M. d'Argencourt'a tatlı tatlı bakıyordu. Sözünedevam etti:

"Öyle değil mi? Zahmetine değecek bir hareket değildi, amanihayet cazibesi olan bir kadındı; bir erkeğin onu sevmesini çokiyi anlıyorum, ama Robert'in küçük sevgilisi emin olun ki sonderece gülünç. Biliyorum, söylediklerime Augier'nin meşhurnakaratıyla karşı çıkılabilir; 'Sarhoş olduktan sonra, şişenin neönemi var!' Doğrusunu isterseniz Robert sarhoş olmuş olabilir,ama şişenin seçiminde hiç de zevkli davranmadığı bir gerçek! Birkere, salonun ortasına bir merdiven koydurmak gibimünasebetsizce bir istekte bulundu, düşünebiliyor musunuz?Felaket bir şey, değil mi? Basamakların üzerinde yüzükoyunyatacağını söyledi. Zaten okuduklarını da bir duysaydınız! Bir teksahnesini biliyorum, ama böyle bir şeyi tasavvur etmek imkânsız;adı Yedi Prenses'ti."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

256

"Yedi Prenses mi! Vay, vay, vay, bu ne snobizm!" diye haykırdıM. d'Argencourt. "Ben oyunun tamamını biliyorum. Yazarıoyunu krala göndermiş; o da hiçbir şey anlamadığı için, bendenaçıklamamı rica etmişti."

"Müneccim Peladan'ın eseri mi acaba?" diye sordu Frondetarihçisi, inceliğini ve güncelliğini göstermek için, ama o kadaralçak sesle konuştu ki, sorusu duyulmadı bile.

"Ya! Yedi Prenses'i biliyorsunuz demek?" dedi düşes M.d'Argencourt'a. "Tebrik ederim doğrusu! Ben sadece bir tanesiyletanıştım, diğer altı tanesiyle tanışma arzusu da kalmadı içimde.Hepsi benim gördüğüme benziyorsa!"

"Ne kuş beyinli kadın!" diye düşündüm; bana karşı soğuk tavrısinirimi bozmuştu. Maeterlinck'i zerre kadar anlamadığınıgörmekten buruk bir haz alıyordum. "Demek her sabah böyle birkadın uğruna kilometrelerce yürüyormuşum, ben gerçekten deçok safım! Artık sırt çeviren ben olacağım, o değil." Kendikendime söylediğim sözler bunlardı; düşündüklerimin tam tersi;kendi kendimizle kalamayacak kadar huzursuz olduğumuz ve birmuhatabımız olmadığı için, bir yabancıyla konuşur gibisamimiyetsizce kendimizle sohbet etme ihtiyacı duyduğumuzanlarda kendimize söylediğimiz, konuşmuş olmak içinsöylenmiş sözlerdi.

"Anlatmam mümkün değil," diye devam etti düşes,"gülmekten katılırdınız. Biz de gülmekten geri kalmadık zaten,hattâ biraz fazla güldük; kızcağızın hiç hoşuna gitmedi; aslındaRobert de bu yüzden bana çok kızdı. Esasen pişman da değilim;eğer başarılı olsaydı, küçük hanım belki tekrar gelirdi; bu daMarie-Aynard'ın ne kadar hoşuna giderdi bilmem."

Robert'in annesi, Aynard de Saint-Loup'nun dul eşi Mme deMarsantes'ı, kuzini Guermantes-Bavyera Prensesi'nden ayırmak

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

257

için, aile içinde kendisine Marie-Aynard denirdi; prensesin de adıMarie'ydi ve karışıklığı önlemek için yeğenleri, kuzenleri,enişteleri, onun da adına ya kocasının adını, ya da kendi göbekadını ekleyip Marie-Gilbert veya Marie-Hedwige diye sözederlerdiprensesten.

"Ayrıca bir gün önce bir prova oldu ki, öyle böyle değildi!" diyealayla devam etti Mme de Guermantes. "Bir cümleyi, hattâ tam bircümle de değil, çeyreğini söyleyip sonra duruyordu;abartmıyorum, beş dakika boyunca susuyordu, düşünebiliyormusunuz?"

"Vah vah vah!" diye haykırdı M. d'Argencourt."Ben son derece kibar bir şekilde bunun insanları biraz

şaşırtabileceğini ima etmek cüretini gösterdim. Kelimesikelimesine şöyle cevap verdi: 'Bir şeyi daima insan kendisidüşünüp söylüyormuş gibi söylemek gerekir.' Düşünecekolursanız, müthiş bir cevap!"

"Ben fena şiir okumadığını sanıyordum," dedi iki gençten biri."Ne okuduğu konusunda en ufak bir fikri yok," dedi Mme de

Guermantes. "Zaten dinlememe gerek kalmadı. Elindezambaklarla görmem yetti! Zambakları görünce yeteneksizolduğunu hemen anladım!"

Herkes güldü."Teyzeciğim, geçen günkü İsveç kraliçesi şakama kızmadınız,

değil mi? Sizden aman dilemeye geldim.""Hayır, kızmadım, hattâ açsan bir şeyler yemene de izin

veriyorum.""Hadi Monsieur Valleneres, genç kızlığı siz üstlenin," dedi Mme

de Villeparisis arşivciye, aralarındaki bir espriyi tekrarlayarak.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

258

M. de Guermantes şapkasını halının üzerine bırakıp gömülmüşolduğu koltukta doğruldu; uzatılan küçük pasta tabaklarınızevkle inceledi.

"Seve seve; bu soylu topluluğa biraz alışmaya başladığıma görebir babatatlısı yiyebilirim, çok leziz görünüyorlar."

"Beyefendi genç kız rolünde fevkalade başarılı," dedi M.d'Argencourt, taklitçi bir anlayışla Mme de Villeparisis'ninesprisini tekrarlayarak.

Arşivci pasta tabağını Fronde tarihçisine uzattı."Görevinizi mükemmelen yerine getiriyorsunuz," dedi tarihçi

çekinerek, herkesin yakınlığını kazanmaya çalışarak.Bu yüzden de daha önce kendisi gibi davranmış olanlara gizlice

bir mutabakat bakışı fırlattı."Teyzeciğim," dedi M. de Guermantes Mme de Villeparisis'ye,

"ben geldiğim sırada oldukça yakışıklı bir bey çıkıyordu dışarıya,kimdi o? Herhalde tanışıyoruz ki hararetli bir selam verdi, amaben çıkaramadım; biliyorsunuz isimleri hep karıştırırım, çoktatsız bir şey," dedi kendinden memnun bir edayla.

"M. Legrandin.""Ya! Oriane'ın bir kuzininin annesinin genç kızlık soyadı

yanılmıyorsam Grandin'di. Hatırladım, Grandin del'Eprevier'lerdendiler."

"Hayır," dedi Mme de Villeparisis, "hiç ilgisi yok. Bunlar sadeceGrandin. Grandin'den sonra soyluluk eki yok. Tek dertleri de buzaten. Bunun kız kardeşinin adı Mme de Cambremer."

"Canım, teyzemin kimden sözettiğini gayet iyi biliyorsunuzBasin," diye haykırdı düşes kızarak. "Geçen gün nereden aklınızaestiyse bana ziyarete gönderdiğiniz o devasa otobur kadının

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

259

ağabeyi bu. Tam bir saat oturdu kadın; delirmek üzereydim. Oysabaşta, tanımadığım, üstelik de ineğe benzeyen bir kişinin evimegirdiğini gördüğümde onu deli zannetmiştim."

"Ama Oriane, gününüzü sormuştu bana, kabalık edemezdimne de olsa; üstelik abartıyorsunuz, ineğe benzemiyor," dedi düksızlanır gibi, ama etrafındakilere gizlice gülümsemeyi de ihmaletmedi.

Karısının belagatini itirazla teşvik etmek gerektiğini bilirdi;mesela bir kadının bir ineğe benzetilmesine sağduyu itirazetmeliydi (Mme de Guermantes'in en güzel deyişleri bu şekilde,ilk bulduğu imgenin daha da ileri götürülmesiyle ortayaçıkmıştı). Dük de hiç belli etmeden ona yardımcı olmak içinsaflıkla kendine düşeni yapıyordu; tıpkı bir tren vagonunda bulkarayı al parayı oynatan bir üçkâğıtçının gizli ortağı gibi.

"Evet, kabul ediyorum, ineğe benzemiyor, birçok ineğebenziyor," diye atıldı Mme de Guermantes. "Yemin ederimşapkayla salonuma giren ve bana nasıl olduğumu soran bu ineksürüsünü görünce allak bullak oldum. Bir yandan içimden, 'İneksürüsü, yanılıyorsun, benimle bir ilişkin olamaz; çünkü sen birinek sürüsüsün' demek geçiyordu; öte yandan da hafızamıkurcalayınca, sizin bu Cambremer'in Prenses Dorotea olduğunuzannettim; bir keresinde evime geleceğini söylemişti, o da epeycesığırsıdır, yani neredeyse bir inek sürüsüne Prenses Hazretleridiye hitap edip üçüncü tekil şahıs kullanacaktan. Ayrıca kamı daİsveç kraliçesine benziyor. Esasen bu zorla saldırı uzaktanatışlarla, saldırı sanatı kuralları uyarınca hazırlanmıştı.Bilemiyorum ne kadar zamandır, kartvizitleri bombardıman gibiyağıyordu; bütün mobilyaların üstünde tanıtım kılavuzu gibikartvizit buluyordum. Bu reklamın amacından haberim yoktu.Evde 'Cambremer Markisi ve Markizi'nden başka şey görmekmümkün değildi; altında da hatırlamadığım, zaten asla

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

260

kullanmamaya da kararlı olduğum bir adres.""Ama bir kraliçeye benzemek gurur verici bir şey," dedi Fronde

tarihçisi."Aman beyefendi, zamanımızda kral veya kraliçe olmak pek

matah bir şey değil!" dedi M. de Guermantes; hem özgürlükçü veçağdaş bir anlayışa sahip olma iddiası bulunduğundan, hem deçok önem verdiği kraliyet ilişkilerinin üzerinde duruyormuş gibigörünmek istemediği için.

Ayağa kalkmış olan Bloch ve M. de Norpois yanımızagelmişlerdi.

"Kendisine Dreyfus Davası'ndan sözettiniz mi beyefendi?" dediMme de Villeparisis.

M. de Norpois gözlerini havaya kaldırdı, ama Dulcinea'sınınkendisini itaat etmeye zorladığı kaprislerin aşırılığını göstermekister gibi de gülümsüyordu. Bununla birlikte Bloch'a büyük birnezaketle, Fransa'nın korkunç, belki de ölümcül bir dönemgeçirmekte olduğunu anlattı. Bu, M. de Norpois'nın herhaldeateşli bir Dreyfus aleyhtarı olduğu anlamına geldiğinden (oysaBloch, Dreyfus'ün masum olduğuna inandığını söylemiştikendisine), büyükelçinin nezaketi, muhatabına hak verirmiş,aynı fikirde olduklarından şüphe etmezmiş, hükümeti devirmekiçin onunla suç ortaklığı yapıyormuş gibi tavırları Bloch'ungururunu okşuyor, merakını kamçılıyordu. M. de Norpois'nınbelirtmediği, ama zımnen ikisinin üzerinde anlaştığını kabul edergibi göründüğü önemli noktalar nelerdi; davayla ilgili, ikisinibirleştirebilecek düşüncesi neydi? Bloch, kendisiyle M. de Norpoisarasında mevcutmuş gibi görünen esrarengiz anlaşma, sadecesiyaseti kapsamadığı için iyice şaşkındı; Mme de VilleparisisBloch'un edebî çalışmalarından M. de Norpois'ya uzun boylusözetmişti.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

261

"Siz zamanımızın adamı değilsiniz," dedi eski büyükelçi; "sizitebrik ederim; çıkar gütmeyen çalışmaların artık var olmadığı,halka sadece müstehcenlik veya saçmalıkların satıldığı bu çağa aitdeğilsiniz. Hükümetimiz hükümet olsaydı, sizinki türündençabalar teşvik edilirdi."

Bloch bu dünya çapındaki çöküntüden tek başına kurtulduğuiçin gurur duyuyordu. Yine de daha ayrıntılı bir açıklamayla, M.de Norpois'nın hangi saçmalıklardan sözettiğini öğrenmekisterdi. Bloch birçok kişiyle aynı doğrultuda çalışmalar yaptığıkanısındaydı; bu kadar istisnai olduğunu düşünmemişti. TekrarDreyfus Davası'na döndü, ama M. de Norpois'nın düşüncesiniaçığa çıkarmayı başaramadı. O sıralar adları gazetelerde sık sıkgeçen subaylar hakkında konuşturmaya çalıştı diplomatı;subaylar aynı davaya karışmış siyaset adamlarından daha çokmerak uyandırıyordu; çünkü onlar gibi tanınmış değillerdi veözel kıyafetleriyle, farklı bir hayatın, adeta dindarca korunan birsuskunluğun içinden yeni ortaya çıkmışlar, konuşmuşlardı; birkuğunun çektiği tekneden inen Lohengrin gibi. Bloch, tanıdığımilliyetçi bir avukat sayesinde Zola davasının birçok oturumunuizlemişti. Mahkemeye liselerarası yarışmaya veya bakaloryakompozisyon sınavına gider gibi yanında bir sandviç stoku ve birtermos dolusu kahveyle, sabahtan gidiyor, akşama kadarkalıyordu; alışkanlıklarındaki bu değişikliğe bir de kahve vedavanın heyecanı eklenince, sinirleri iyice uyarılıyor,mahkemeden çıkarken, olan bitenle öyle kendinden geçmişoluyordu ki, akşam eve vardığında tekrar o güzel rüyaya dalmakistiyor, derhal her iki tarafın da gittiği bir restorana koşuparkadaşlarını buluyor, gün içinde olanlarla ilgili bitmez tükenmezkonuşmalara katılıyor, kendisine iktidar hayalleri yaşatanbuyurgan bir tonda ısmarladığı akşam yemeğiyle, erkendenbaşlayan, öğle yemeği yenmeyen günün açlığını veyorgunluğunu gideriyordu. Sürekli olarak deneyim ve imgelemin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

262

iki ayrı düzlemi arasında gidip gelen insanoğlu, tanıdığı kişilerindüşünsel hayatının derinine inmek, hayatını hayal etmekdurumunda kaldığı kişileri de tanımak ister. M. de Norpois,Bloch'un sorularına şöyle cevap verdi:

"Devam etmekte olan davaya karışmış iki subay var;kendilerinden bana bir zamanlar, yargısına çok güvendiğim veikisine de çok değer veren M. de Miribel sözetmişti: biri YarbayHenry, diğeri de Yarbay Picquart."

"Ama," diye atıldı Bloch, "Zeus kızı tanrıça Athena, her birininzihnine, ötekinin kafasında olanın tersini yerleştirmiş. İki aslangibi birbirleriyle mücadele ediyorlar. Yarbay Picquart ordudayüksek bir mevki sahibiydi, ama Moira'sı onu karşı tarafa yöneltti.Milliyetçilerin kılıcı onun nazik bedenini doğrayacak; o beden,etobur hayvanlara, ölülerin toprağıyla beslenen kuşlara yemolacak."

M. de Norpois cevap vermedi.M. de Guermantes, M. de Norpois'yla Bloch'u göstererek, "O

köşeye çekilmiş ne konuşup duruyorlar?" diye sordu Mme deVilleparisis'ye.

"Dreyfus Davası'nı.""Aman Tanrım! Söz açılmışken, kim ateşli bir Dreyfus taraftarı

olmuş, biliyor musunuz? Hayatta bulamazsınız. YeğenimRobert! Hattâ Jockey Kulübü'nde marifetleri öğrenildiğinde olayçıktı, resmen yuhalandı. Bir hafta sonra adaylığı oylanacak ya..."

"Eh, tabii," diye araya girdi düşes, "eğer hepsi Gilbert gibiyse; oöteden beri bütün Yahudiler'i Kudüs'e geri yollamak gerektiğiniiddia etmiştir."

"Ya! Demek Guermantes Prensi tıpatıp benim görüşlerimipaylaşıyor," dedi M. d'Argencourt.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

263

Dük karısıyla övünür, ama onu sevmezdi. Son derece kendinibeğenmiş bir adam olarak, sözünün kesilmesinden nefret ederdi;ayrıca karısına hoyratça davranmak gibi bir alışkanlığı da vardı.Hem kendisiyle konuşulan kötü koca, hem de sözü dinlenmeyeniyi hatip öfkesiyle eli ayağı titreyerek kasıldı kaldı ve düşeseherkesi zor durumda bırakan bir bakış fırlattı.

"Ne diye şimdi Gilbert'den ve Kudüs'ten sözediyorsunuz?" dedisonunda. "Mesele o değil. Ama," diye ekledi, biraz daha yumuşakbir tonda, "kabul edersiniz ki, bizlerden birinin, hele hele babasıon yıl başkanlık yapmış olan Robert'in, Jockey Kulübü tarafındanreddedilmesi olacak şey değil. Ne yaparsınız hayatım, adamlarınyüzü gözü karıştı, gözleri faltaşı gibi açıldı. Doğrusu kabahatbulamıyorum kendilerine; bilirsiniz şahsen hiçbir ırka karşıönyargım yoktur, çağımıza yakışmadığını düşünüyorum çünkü;ben zamana ayak uydurma iddiasında bir insanım, ama yine deinsaf yani! İnsanın ismi Saint-Loup Markisi ise, Dreyfus taraftarıolamaz; daha ne diyeyim size!"

M. de Guermantes, "İnsanın ismi Saint-Loup Markisi ise"sözlerini abartılı bir vurguyla söylemişti. Oysa "GuermantesDükü" olmanın çok daha önemli bir şey olduğunu gayet iyibiliyordu. Ne var ki, izzetinefsi, Guermantes Dükü unvanınınüstünlüğünü abartma eğiliminde olsa da, belki zevk sahibiolmanın kurallarından çok hayalgücünün yasaları, buüstünlüğü azaltıyordu gözünde. Her insan uzaktan gördüğü,başkalarında gördüğü şeyi daha güzel görür. Hayalgücündeperspektifi düzenleyen genel yasalar, diğer insanlar gibi dükleriçin de geçerlidir. Yalnız hayalgücünün değil, dilin kuralları daöyledir. Bu durumda, dilin iki kuralı geçerli olabilirdi. Bunlardanbir tanesi, insanın doğuştan ait olduğu kastın üyeleri gibi değil,zihinsel olarak ait olduğu sınıfın insanları gibi konuşmasınısağlar. Bu kural uyarınca M. de Guermantes, ifadesinde,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

264

soyluluktan sözedeceği zaman bile, "İnsanın ismi GuermantesDükü ise" diyen küçük burjuvalar sınıfına bağlı olabilirdi; oysakültürlü bir adam, bir Swann, bir Legrandin, asla böyle bir ifadekullanmazdı. Bir dük, konusu yüksek sosyetenin yaşantısı daolsa, tezgâhtarlara yaraşır romanlar yazabilir; soylulukunvanlarının bu alanda hiç faydası yoktur; öte yandan bir halkadamının yazdıkları, aristokrat sıfatına layık görülebilir. Buörnekte M. de Guermantes'ın, "İnsanın ismi... ise" ifadesini hangiburjuvadan duymuş olduğu konusunda herhalde en ufak birfikri yoktu. Ne var ki dilin bir kuralı daha vardır: Tıpkı zamanzaman kimi hastalıkların ortaya çıkıp, sonra kayboluşu, bir dahada izine rastlanmayışı gibi, nasıl olduğu pek bilinmez ama, belkikendiliğinden, belki de tohumu bir seyahat battaniyesininhavıyla taşınıp demiryolu bayırına düşerek Amerika'danFransa'ya gelen zararlı ot misali, bir tesadüfle, birtakım ifadekalıpları ortaya çıkar ve aynı dönem içinde, bu konuda oturup biranlaşmaya varmamış insanlar tarafından kullanılır. Nasıl ki biryıl, Bloch'tan, kendinden sözederken, "En sevimli, en parlak, enaklı başında, en müşkülpesent insanlar, zeki ve hoş buldukları,vazgeçemeyecekleri bir tek kişi olduğunu farkettiler, o daBloch'tu" ifadesini duyduğum gibi, onu tanımayan birçok gencinağzından da sadece isim değişmek kaydıyla aynı ifadeyiduyduysam, aynı şekilde "İnsanın ismi... ise"yi de sık sık işittim.

"Ne yaparsınız," diye devam etti dük, "kulüpte hâkim olan kafayapısını düşünürseniz, anlaşılmayacak bir yanı yok."

"Annesinin fikirleri, sabahtan akşama kadar FransızVatanseverler Cephesi'yle kafamızı şişirdiği düşünülecek olursa,çok komik aslında," diye cevap verdi düşes.

"Evet ama bir tek annesi yok ki ortada, bizi uyutmayın canım.Robert'in üzerinde çok daha etkili olan bir ukala haspa var, feci birkadın, üstelik de Dreyfus beyefendinin ırkdaşı. Düşüncelerini

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

265

aynen Robert'e aktarmış bulunuyor.""Sayın dük, belki bilmiyordunuz ama bu tür düşünceleri

tanımlayan yeni bir kelime var," dedi, davaya tekrar bakılmasınınaleyhindeki komitenin sekreteri olan arşivci. "'Zihniyet' deniyor.Anlamı tamamen aynı ama hiç değilse kimse ne demekistediğinizi anlamıyor. Müthiş bir buluş, son moda bu."

Arşivci, bu arada Bloch'un adını duymuş, onun M. deNorpois'ya sorular soruşunu endişeyle izliyordu; bu ise markizdefarklı ama en az o kadar ciddi bir endişe uyandırmaktaydı.Arşivcinin karşısında korkusundan Dreyfus aleyhtarı kesilenmarkiz, evine "Sendika"ya bağlı sayılabilecek bir Yahudi'yi kabulettiğini arşivci öğrendiği takdirde kendisine yönelteceği sitemleridüşünüp telaşlanıyordu.

"Ya! Zihniyet, bunu not edeyim, kullanırım" dedi dük. (Mecazianlamda söylemiyordu, dükün "alıntı"larla dolu küçük bir notdefteri vardı, önemli yemek davetlerinden önce defterini gözdengeçirirdi.) "Zihniyet hoşuma gitti. Böyle yeni kelimeler atıyorlarortaya, bazıları tutmuyor. Geçenlerde okuduğum bir yazıda biryazardan 'özgün' diye bahsediliyordu. Anlayabilene aşkolsun.Sonra bir daha hiç rastlamadım."

"Ama zihniyet özgünden daha çok kullanılıyor," dedi Frondetarihçisi konuşmaya karışmış olmak için. "Eğitim bakanlığındakomisyon üyesiyim, orada birçok kez kullanıldığını duydum;üyesi olduğum Volney Kulübü'nde, hattâ M.Emile Ollivier'ninyemek davetinde de."

"Ben eğitim bakanlığı mensubu olma şerefine sahip değilim,"diye cevap verdi dük sahte bir tevazuyla, ama gururundan,ağzının geniş bir tebessümle yayılmasını engelleyemedi; gözlerineşeyle parlayarak etrafındakilere göz gezdirdi; zavallı tarihçi bualaylı bakışları görünce kızardı; "ben eğitim bakanlığı mensubu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

266

olma şerefine sahip değilim," diye tekrarladı, kendi sesinidinlemekten haz duyarak, "Volney Kulübü üyesi de değilim(sadece Union ve Jockey kulüplerine üyeyim)... siz JockeyKulübü'ne üye değil misiniz beyefendi?" diye sordu tarihçiye;tarihçi bu soruda bir küstahlık kokusu aldığı halde anlayamayıptir tir titremeye başladı; "Hattâ ben M.Emile Ollivier'nin yemekdavetlileri arasında bile olmadığımdan, itiraf etmem gerekir kizihniyet kelimesini bilmiyordum. Eminim siz ide benimle aynıdurumdasınız Argencourt... Dreyfus'ün ihanetinin niçinkanıtlanamadığını biliyorsunuz değil mi? Milli savunmabakanının karısının âşığıymış; böyle bir rivayet dolaşıyor."

"Ya! Ben başbakanın karısı diye biliyordum," dedi M.d'Argencourt.

"Bu dava konusunda hepinizi birbirinizden daha can sıkıcıbuluyorum," dedi Guermantes Düşesi; sosyetede kimseninkendisini yönetmesine izin vermeyeceğini göstermeyi asla ihmaletmezdi. "Bu davanın Yahudiler açısından benim için hiçbirsonucu olması mümkün değil; sebebi de çok basit: Zaten hiçbirYahudi'yle ilişkim yoktur ve daima bu mutlu cehalet içindeyaşamaya niyetliyim. Fakat öte yandan, asla tanışmayacağımız,Durand veya Dubois diye birtakım hanımların, muhafazakâroldukları, Yahudi tüccarlardan alışveriş etmedikleri veyaşemsiyelerinin üzerine 'Yahudiler'e Ölüm' yazısını yazdırdıklarıbahanesiyle Marie-Aynard veya Victumienne tarafından bizedayatılmasına da tahammülüm yok doğrusu. Geçen gün Marie-Aynard'a gittim. Salonu eskiden çok hoştu. Şimdi, hayatımızboyunca kaçtığımız ne kadar insan varsa, sırf Dreyfus aleyhtarıoldukları için, oradalar; kim olduğu belli olmayanlar da cabası."

"Yo, hayır, milli savunma bakanının karısı. En azındanherkesin diline pelesenk olan laf bu," diye önceki konuya devametti dük; konuşmalarında devrim öncesinden kaldığını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

267

düşündüğü bu tür deyimlere yer verirdi. "Her neyse, benim,şahsen, kuzenim Gilbert'le zıt düşüncelere sahip olduğumbiliniyor. Ben onun gibi feodal değilimdir; eğer arkadaşımsa,yanımda bir zenciyle dolaşırım, onun bunun ne düşündüğü deumurumda olmaz; buna rağmen kabul edersiniz ki insanın ismiSaint-Loup ise, Voltaire'den, hattâ yeğenimden daha aklı başındaolan herkesin fikirlerinin tersini savunamaz. Hele hele kulübeüyelik müracaatından bir hafta önce, hassasiyet cambazlığıdiyebileceğim bu tür şeylere hiç kalkışmaz! Olur şey değil! Yokyok, kafasına bu olmayacak saçmalıkları sokan, o küçük fahişesimutlaka. Böylelikle 'entelektüeller arasında yer alacağına iknaetmiştir çocuğu. Entellektüeller bu beyler için bayağılıksimgesidir. Zaten oldukça hoş, ama şeytanca bir kelime oyununada sebebiyet verdi."

Sonra dük alçak sesle, düşes ve M. d'Argencourt'a MaterSemita'yı aktardı; espri gerçekten de Jockey Kulübü'nde kulaktankulağa dolaşıyordu; çünkü bütün gezgin tohumlar arasında ensağlam kanatlara sahip olanı, kaynağından en uzak mesafelereyayılabileni, bir espridir.

"Bu konuda beyefendiden açıklama isteyebiliriz, uzman olduğuanlaşılıyor," dedi tarihçiyi göstererek. "Ama en iyisi bu konuyuhiç konuşmamak; zaten iddia tamamen asılsız. Ben kuzinimMirepoix kadar iddialı değilim; o, sülalesini İsa'dan öncesine, Levikabilesine kadar dayandırıyor; bense ailemizde asla bir tek damlaYahudi kanı olmadığını iddia ediyorum. Yine de kendimizikandırmayalım, sevgili yeğenimin o parlak fikirleri epeycededikoduya yol açacak, bundan hiç şüphem yok. ÜstelikFezensac hasta olduğu için, her şey Duras'nın yönetimindeolacak; o da biliyorsunuz zorunluluk çıkarmaya bayılır," dedi dük;kimi kelimelerin tam anlamını asla öğrenemediğinden,zorunluluğu zorluk yerine kullanıyordu.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

268

"Her şey bir yana," diye araya girdi düşes, "bu Dreyfus masumolsa bile, öyle davranmadığı kesin. Adasından yazdığı mektuplarne kadar ahmakça, ne kadar tumturaklı! M. Esterhazy ondan dahamı iyidir bilmiyorum ama, hiç değilse zarif, renkli cümlelerkuruyor. M. Dreyfus'ün taraftarlarının pek hoşuna gitmiyordurherhalde bu durum. Sanık değiştirememeleri talihsizlik tabii!"

Herkes kahkahalarla gülmeye başladı. "Oriane'in esprisiniduydunuz mu?" diye sordu dük açgözlülükle Mme deVilleparisis'ye. "Evet, çok komik." Dük bununla yetinmedi:"Doğrusu ben komik bulmuyorum; daha doğrusu komik olupolmaması benim için farketmiyor. Espri benim umurumda değil."M. d'Argencourt itiraz ediyordu. "Söylediklerinin tek kelimesi biledoğru değil," dedi düşes alçak sesle. "Herhalde mecliste hiçbiranlamı olmayan çok parlak söylevler dinlediğim içindir. Oradaözellikle mantığı takdir etmeyi öğrendim. Herhalde bir dahaseçilmemiş olmamın da sebebi bu. Bir şeyin komik olupolmaması beni etkilemiyor." - "Basin, Joseph Prudhomme'luk[17]

yapmaya kalkmayın hayatım; siz de gayet iyi biliyorsunuz ki sizinkadar espri meraklısı bir kişi daha yoktur." - "Bırakın da sözümübitireyim. Belli bir tür şaklabanlığa karşı duyarsız olduğum içindirki, karımın esprilerine genellikle çok değer veririm. Çünküçoğunlukla çok yerinde bir gözlemden kaynaklanır nükteleri.Karım bir erkek gibi mantık yürütür, düşüncelerini bir yazar gibiifade eder."

Bloch, M. de Norpois'yı Albay Picquart konusunda sıkıştırmayaçalışıyordu.

"Hükümet meselede bir bit yeniği olduğunu düşündüğü anda,albayın ifadesinin alınmasının bir zorunluluk haline geldiğişüphe götürmez," diye cevap verdi M. de Norpois. "Bu görüşüsavunmam, birçok meslektaşımın çığlık çığlığa ayağa kalkmasınayol açtı, biliyorum; ama bence albayın konuşmasına izin vermek,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

269

hükümetin göreviydi. Böyle bir açmazdan kaçamakla kurtulmayakalkışırsanız batağa saplanırsınız. Bu ifade, ilk oturumda albayınkendisi hakkında çok olumlu bir izlenim yarattı. Avcı birliklerinino gösterişli üniformasıyla, bütün yakışıklılığıyla gelip de sonderece sade bir üslupla, açıksözlülükle gördüklerini, kendidüşündüklerini anlattığında, 'Bir asker olarak şerefim üzerineyemin ederim, benim kanım budur,' dediğinde," (bunlarısöylerken M. de Norpois'nın sesi yurtseverlikle hafifçe titremişti),"güçlü bir izlenim yarattığı kesin."

"Tamam işte, Dreyfus'ten yana; en ufak bir şüphem kalmadı"diye düşündü Bloch.

"Ne var ki, başlangıçta kazandığı bütün olumlu yaklaşımları,arşiv sorumlusu Gribelin'le yüzleştiğinde kaybetti; sözünün eri,emektar memur,” (M. de Norpois sözlerini en içten duygu veinançların enerjisiyle vurgulayarak devam etti): "amiriningözlerinin içine bakarak, hiç korkmadan kafa tuttuğunda, itirazkabul etmeyen bir tavırla, 'Albayım, benim asla yalansöylemediğimi, her zamanki gibi şu anda da doğruyu söylediğimibiliyorsunuz,' dediğinde durum değişti; M. Picquart daha sonrakioturumlarda elinden geleni ardına koymadı ama ne yaptıysa işeyaramadı."

"Yo, hayır, kesinlikle Dreyfus aleyhtarı, anlaşıldı," dedi Blochkendi kendine. "Peki ama, Picquart'ın yalan söyleyen bir hainolduğunu düşünüyorsa, nasıl olur da açıklamalarınıönemsermiş, etkileyici, içten bulurmuş gibi sözeder? Yok, aksine,elini vicdanına koyup konuşan namuslu bir adam olarakgörüyorsa, Gribelin'le yüzleşmesinde yalan söylediğini nasılvarsayabilir?"

M. de Norpois'nın Bloch'la aynı görüşü paylaşıyorlarmış gibikonuşmasının sebebi, belki de aşırı bir Dreyfus aleyhtarıoluşuydu; öyle ki, hükümetin Dreyfus aleyhtarlığını yeterli

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

270

bulmuyor ve bu yüzden de Dreyfus taraftarları kadar düşmankesiliyordu hükümete. Belki de M. de Norpois'nın siyasettebağlandığı amaç, başka bir düzlemde yer alan, daha derin bir şeydive onun bakış açısından, Dreyfus taraftarlığı, ciddi dış meselelerekafa yoran bir yurtseveri meşgul etmemesi gereken, önemsiz birayrıntı gibi görünüyordu. Belki de, M. de Norpois'nın siyasalsağduyu ilkeleri sadece biçime, usule, uygunluğa ilişkinmeseleler için geçerli olduğundan, temel sorunları çözmedeyetersiz kalıyorlardı, tıpkı felsefede saf mantığın varoluşa ilişkinmeseleleri çözümleyememesi gibi; öte yandan, bu sağduyusunedeniyle bu tür konulan irdelemeyi tehlikeli buluyor veihtiyatlılığından, yalnızca ikincil sorunlardan sözetmeyi tercihediyor da olabilirdi. Bloch'un yanılgısı, M. de Norpois'nın, bukadar ihtiyatlı bir kişiliğe ve tamamen biçimsel bir düşüncebiçimine sahip olmasa bile, istese, Henry'nin, Picquart'ın, Paty deClam'ın davada oynadıkları rol konusundaki gerçeğisöyleyebileceğini düşünmesiydi. M. de Norpois'nın bütünayrıntılarda gerçeği bildiğinden Bloch'un şüphe etmesiimkânsızdı. Bakanları tanıdığına göre, gerçeği de bilmemesimümkün müydü? Bloch siyasal gerçeğin bilinçli bir zihintarafından yaklaşık olarak tasarlanabileceğini düşünüyordukuşkusuz; ama tıpkı halkın büyük çoğunluğu gibi o da, bugerçeğin esasen tartışılmaz ve somut biçimde cumhurbaşkanınınve başbakanın gizli dosyasında bulunduğuna ve onların da bukonuda bakanlara bilgi verdiğine inanıyordu. Oysa siyasal gerçekbirtakım belgeler içerse bile, genellikle bu belgeler bir röntgenfilmi kadar değer taşır; sıradan insan, hastalığın bu filmde açıkçayazılı olduğunu zanneder, oysa aslında röntgen filmideğerlendirmede kullanılacak birçok unsurdan sadece birtanesidir; hekim bu unsurların hepsi üzerinde mantık yürütecekve teşhisini koyacaktır. Bu yüzden de, bilgi sahibi insanlarlayakınlaşıp siyasal gerçeğe ulaştığımızı zannettiğimizde, siyasal

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

271

gerçek elimizden kaçar. Dreyfus davasına bağlı kalacak olursak,daha sonraki bir tarihte, Henry'nin itirafı ve ardından intiharı gibiçarpıcı bir olayda bile, aynı somut olay, Dreyfus taraftarı bakanlartarafından bir türlü yorumlandı, sahtekârlığı kendileri açığaçıkarıp sorgulamayı yürütmüş olan Cavaignac ve Cuignettarafından ise tam ters bir biçimde yorumlandı; hattâ bununla dakalmadı, aynı derecede Dreyfus taraftarı olan bakanlar bile, aynıbelgelere bakarak, üstelik de aynı anlayışla karar verdikleri halde,Henry'nin olaydaki rolünü birbirlerine tamamen zıt şekillerdeaçıkladılar: Kimileri Henry'yi Esterhazy'nin suçortağı olarakgördü, kimileri de bu rolü Paty de Clam'a yükleyerek karşıdüşüncedeki Cuignet'nin savını benimsediler yandaşlarıReinach'la anlaşmazlığa düştüler. Bloch'un M. de Norpois'dan teköğrenebildiği şu oldu: Genelkurmay başkanı M. de Boisdeffre'in,M. Rochefort'a gizli bir rapor hazırlattığı doğruysa, demek kimeselenin son derece tatsız bir yanı vardı.

"Şundan hiç şüpheniz olmasın ki, milli savunma bakanı,yüksek sesle telaffuz etmese bile, içinden, genelkurmaybaşkanına lanetler yağdırdı. Bana sorarsanız resmî bir yalanlamagereksiz sayılmazdı. Ama milli savunma bakanı yemekdavetlerinde bu konuda sözünü hiç sakınmıyor. Bazı konulardaçalkantı yaratmak son derece sakıncalıdır; çünkü bir süre sonradurumun hâkimiyeti elden kaçabilir."

"Ama o belgelerin sahte olduğu açıkça belli," dedi Bloch.M. de Norpois buna cevap vermeyip Prens Henri d'Orleans'ın

gösterilerini tasvip etmediğini belirtti:"Zaten bu tür gösteriler olsa olsa mahkemenin sükûnetini

bozar, hangi tarafa yönelik olursa olsun, üzücü sonuçlara yolaçacak karışıklıkları desteklerler. Hiç kuşkusuz, ordu aleyhtarıentrikalara dur demek gerekir, ama yurtseverliğe hizmetedeceklerine, yurtseverliği kullanmaya niyetli sağcılar tarafından

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

272

desteklenen bir kavgaya da ihtiyacımız yok. Fransa, Tanrı'yaşükür, bir Güney Amerika cumhuriyeti değil ve bu ülkede birpronunciamierito[18] generaline ihtiyaç duyulmuyor."

Bloch M. de Norpois'yı Dreyfus'ün suçluluğu konusundakonuşturmayı da, hukuk mahkemesinde devam etmekte olandavadan çıkacak karar konusunda bir tahminde bulundurmayı dabaşaramadı. Buna karşılık, M. de Norpois kararın sonuçlarıkonusunda ayrıntıya girmekten hoşlanır gibiydi.

"Hüküm giyerse," dedi, "muhtemelen karar bozulur; çünkü bukadar çok sayıda tanığın ifade verdiği bir davada avukatlarınbaşvuracağı şekil noksanlıkları olmaması imkânsızdır. Son olarakda Prens Henri d'Orleans'ın yaptığı çıkışın babasının beğenisineuygun olduğunu hiç mi hiç sanmıyorum."

"Chartres Dükü Dreyfus taraftarı mı sizce?" diye sordu düşesgülümseyerek, gözleri yusyuvarlak açılmış, yanakları pespembe,burnu pasta tabağında, dehşete düşmüş gibi bir ifadeyle.

"Hayır, katiyen; benim söylemek istediğim, ailesinde siyasal biranlayış bulunduğu; bunun en güzel örneği, olağanüstü bir insanolan Prenses Clementine'dir; oğlu Prens Ferdinand da aynıanlayışı değerli bir miras gibi korumuştur. Bulgaristan Prensi,asla tutup da binbaşı Esterhazy'yi kucaklamazdı."

"O basit bir eri kucaklamayı tercih ederdi," diye mırıldandı Mmede Guermantes; düşes, Joinville Prensi'nin evindeki akşamyemeği davetlerinde Bulgaristan Prensi'yle sık sık karşılaşırdı; birkeresinde prensin kıskanç olup olmadığı sorusuna, "KıskanırımMonsenyör, bileziklerinizi mesela," diye cevap vermişti.

"Mme de Sagan'ın bu geceki balosuna gitmiyor musunuz?" diyesordu M. de Norpois Mme de Villeparisis'ye, Bloch'la görüşmesininoktalamak amacıyla.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

273

Büyükelçi Bloch'tan hoşlanmamış değildi; daha sonrabizlere,şüphesiz, Bloch'un aslında kullanmaktan vazgeçtiği haldeyine de konuşmasında izleri görülen neo-Homerik tarzından yolaçıkarak, biraz da safça, şöyle demişti: "Oldukça hoş bir delikanlı,özellikle de biraz eski moda, fazla ciddi konuşma tarzınıbeğendim. Neredeyse Lamartine ya da Jean-Baptiste Rousseaugibi, Musa'lardan 'âlim hemşireler' diye sözedecek. Günümüzgençliğinde pek ender görülüyor böyleleri, hattâ bir öncekikuşakta bile azdı. Biz gençliğimizde biraz romantiktik tabii." Nevar ki M. de Norpois muhatabını ilginç bulmakla birliktekonuşmanın fazlasıyla uzadığı kanısındaydı.

"Hayır efendim, ben artık balolara gitmiyorum," diye cevapverdi markiz, tatlı bir yaşlı hanımefendi gülümsemesiyle. "Yasizler, siz gidiyor musunuz? Sizin yaşınız uygun," diye ekledi, M.de Châtellerault'yu, arkadaşını ve Bloch'u bakışlarıyla sorusunadahil ederek. "Ben de davet edildim," dedi, şakadan gururduyarmış gibi yaparak. "Hattâ buraya kadar gelip davet ettiler."(Davet eden, Sağan Prensesiydi.)

"Benim davetiyem yok," dedi Bloch, Mme de Villeparisis'ninkendisine bir davetiye vereceğini ve Mme de Sagan'ın da, bizzatgelip davet ettiği bir hanımın arkadaşını ağırlamaktan mutlulukduyacağım düşünerek.

Markiz cevap vermeyince Bloch da ısrar etmedi; çünkü onunlakonuşacağı daha ciddi bir mesele vardı ve iki gün sonrası içinmarkizden randevu istemişti. İki gencin, Royale Sokağıkulübünden, artık yolgeçen hanıma döndüğü gerekçesiyle istifaettiklerini duymuştu ve Mme de Villeparisis'den kendisini okulübe sokmasını rica edecekti.

"Bu Sagan'lar epeyce özenti, ikinci dereceden snoplar değillermi?" diye sordu alaylı bir tavırla.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

274

"Yok canım, kendi türünde bundan âlâsını bulamazsınız," dediM. d'Argencourt; Paris esprilerinin hepsini öğrenmişti.

"Demek ki," dedi Bloch yarı alaylı, "mevsimin büyükolaylarından, sosyete kurultaylarından biri!"

Mme de Villeparisis neşeyle Mme de Guermantes'a sordu:"Bilmem, Mme de Sagan'ım balosu büyük bir sosyete olayı mı?""Bana sormayın," dedi düşes alayla, "ben henüz sosyete olayı

denilen şeyin ne olduğunu anlamış değilim. Zaten sosyetemeselelerinden pek anlamam."

"Ya! Ben tam tersini düşünüyordum," dedi Bloch, Mme deGuermantes'in sözlerini ciddiye alarak.

Sonra, Dreyfus davasında ismine en sık rastlanan subaylarlailgili sayısız soru sormaya devam ederek M. de Norpois'yı çıldırttı;büyükelçi, Albay Paty de Clam'ın ilk bakışta kendisine kafası birazbulanık biri gibi göründüğünü, büyük ölçüde serinkanlılık vesağduyu gerektiren, son derece nazik bir iş olan soruşturma işiniyürütmek için onun seçilmiş olmasının pek de yerinde bir kararsayılamayacağını belirtti.

"Sosyalist partinin yaygara kopardığını, Paty de Clam'ınkellesini, Şeytan Adası mahkûmunun da derhal salıverilmesiniistediğini biliyorum. Ama bence henüz 'M.Gerault-Richard veortakları' yüzünden böyle yüz kızartıcı durumlara maruz kalacakkadar da alçalmadık. Bu dava başından beri bir düğüm. Her ikitarafta da gizlenecek aşağılık namussuzluklar olduğunu inkâretmiyorum. Hattâ sanığın, çıkar gütmedikleri söylenebilecekkimi savunucularının, iyi niyetli olabileceklerini de kabulediyorum! Ama biliyorsunuz cehennemin yolları iyi niyettaşlarıyla döşenmiştir," diye ekledi keskin bir bakışla. "Önemliolan şu ki, hükümet, sol hiziplerin elinde olmadığı gibi, inanın

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

275

bana ordu olmayan bilmem hangi başkomutanlık ordusununihtarlarına eli kolu bağlı boyun eğmek durumunda da olmadığıizlenimini uyandırıyor. Hiç şüphe yok ki, yeni bir olgu ortayaçıkarsa, davanın yeniden görülmesi yoluna gidilecektir. Sonuçgün gibi ortada. Davanın yeniden görülmesini istemek, açıkkapıyı zorlamaktan farksız. O gün hükümet ya açık seçikkonuşacak ya da temel ayrıcalığından vazgeçecek. Saçma sapansözler yeterli olmayacak. Dreyfus için yargıç bulmak gerekecek.Bu da o kadar zor bir iş değil; gerçi kendi kendimizi suçlamayı peksevdiğimiz sevgili Fransa'mızda, gerçeği ve adaleti duymak içinManş'ı geçmenin zorunlu olduğunu düşünmek veyadüşündürmek alışkanlık haline geldi (ki bu da çoğunlukla SpreeIrmağına varmanın dolambaçlı bir yolundan başka bir şeydeğildir), ama Berlin'den başka yerde de yargıçlar var.[19] Pekihükümet harekete geçtiğinde, siz bu hükümeti destekleyecekmisiniz? Hükümet sizi yurttaşlık görevinizi yerine getirmeyeçağırdığında onun saflarında yerinizi alacak mısınız? Onunyurtseverlik çağrısına sağır kalmayıp, 'Burada!' demeyi bilecekmisiniz?"

M. de Norpois bu soruları Bloch'a öyle bir şiddetle yöneltiyorduki, arkadaşımın hem gözü korkuyor, hem de gururuokşanıyordu; çünkü büyükelçi ona hitap ederken adeta birpartinin tamamına hitap ediyor, Bloch'u, sanki bu parti kendisinesırlarını açmış, alınacak kararların sorumluluğunuyüklenebilirmiş gibi sorguya çekiyordu. "Boyun eğmezseniz,"diye devam etti M. de Norpois, Bloch'un toplu cevabınıbeklemeden, "davanın yeniden görülmesini sağlayacak olankararnamenin henüz mürekkebi bile kurumadan, bilmem hangiyalan sloganın peşine takılıp boyun eğmez ve kendinizi kısır birmuhalefet içine hapsederseniz –bazıları siyasette ultima ratio[20]

kabul ediyorlar bunu– küsüp çekilir, gemilerinizi yakarsanız sizzararlı çıkarsınız. Siz bozguncuların esiri misiniz? Onlara teminat

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

276

mı verdiniz?" Bloch ne cevap vereceğini bilemiyordu. M. deNorpois cevap vermesine zaman bırakmadı. "Eğer cevabınızhayırsa, ki öyle olduğunu umuyorum, ve eğer liderlerinizin vearkadaşlarınızın bazılarında maalesef eksik olan şey, siyasidüşünce, az da olsa sizde varsa, ceza dairesi incelemelere başladığıgün, bulanık suda balık avlayanların yönetimine girmezseniz, sizkazanırsınız. Bütün kurmayların olaydan bir zarar görmedensıyrılabileceğini söylemiyorum, ama en azından bir bölümününnifak saçmadan, kavgaya yol açmadan görünüşü kurtarmalarıbile bir şey. Hiç şüphesiz kuralı koymak ve fazlasıyla uzun olancezalandırılmamış suçlar listesini burada kapatmak, hükümetedüşer; pek tabii, sosyalistlerin veya bilmem hangi başıboş askerinkışkırtmalarına boyun eğmeden," diye ekledi, Bloch'un gözlerininiçine bakarak, belki muhafazakârların hepsinde bulunan biriçgüdüyle, rakip taraftan kendine destek sağlama içgüdüsüyle."Hükümetin eylemi, nereden gelirlerse gelsinler, olmayacakvaatlere aldırmadan gerçekleşmeli. Hükümet, Tanrı'ya şükür, neAlbay Driant'ın, ne de öteki kutupta, M. Clemenceau'nunemrinde. Profesyonel kışkırtıcıları bastırıp bir daha dabaşkaldırmalarını engellemek gerekir. Fransa'nın çok büyükçoğunluğu düzenli bir işleyişten yana! Bu konuda inancım tam.Ne var ki, kamuoyunu aydınlatmaktan korkmamak gerekir;sevgili Rabelais'nin çok iyi bildiği koyunlardan bazıları, gözlerikapalı suya atlarsa, o suyun bulanık olduğunu, bizden olmayan,aşağılık bir soy tarafından, tehlikeli dibini gizlemek amacıylakasten bulandırılmış olduğunu kendilerine göstermek gerekir.Ayrıca hükümet temel hakkını kullandığında, yani adaletiharekete geçirdiğinde, istemeye istemeye pasifliğini bozuyormuşizlenimini de uyandırmamalıdır. Hükümet bütün önerilerinizikabul edecektir. Hukuki bir hata ortaya çıkarsa, ezici birçoğunluğu garantileyecek ve hız almak için gerileyebilecektir."

"Siz beyefendi," dedi Bloch, diğerleriyle birlikte tanıştırıldığı M.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

277

d'Argencourt'a dönerek, "şüphesiz Dreyfus taraftarı olmalısınız;yurtdışında herkes Dreyfus taraftarı."

"Bu mesele Fransızların kendilerinden başka kimseyiilgilendirmez, öyle değil mi?" dedi M. d'Argencourt, küstahlığınözel bir türünden yararlanarak, yani muhatabına, biraz önce tamters bir fikir ileri sürdüğünden, paylaşmadığı açıkça belli olan birfikir yükleyerek.

Bloch kızardı; M. d'Argencourt gülümseyerek etrafındakileregöz gezdirdi; gülümseyişi, diğer konuklara yöneldiğinde Bloch'akarşı düşmanca olduysa da, en sonunda gülümseyişiniarkadaşıma yönelterek içtenlikle yumuşattı; böylece Bloch'unbiraz önce duyduğu sözlere kızma bahanesini de elinden aldı, amabu, sözlerin acımasızlığını değiştirmiyordu. Mme de Guermantes,M. d'Argencourt'un kulağına duyamadığım bir şey söyledi, amaherhalde Bloch'un diniyle ilgili bir şeydi; çünkü o sırada düşesinyüzündeki ifadede, hakkında konuşmakta olduğu kişi tarafındanfarkedilme korkusunun yarattığı tedirginlikle sahtelik, temeldefarklı olduğunu hissettiği bir insan topluluğunun uyandırdığımeraklı ve kötü niyetli neşe vardı. Bloch bu sefer ChâtelleraultDükü'ne sarıldı: "Beyefendi, siz Fransız'sınız; yurtdışında ne olupbittiği Fransa'da asla bilinmez diye iddia edilse de, yurtdışındaherkesin Dreyfus taraftarı olduğunu biliyorsunuzdur mutlaka.Zaten sizinle konuşulabileceğini biliyorum, Saint-Loupsöylemişti." Ama herkesin Bloch'a karşı tavır aldığını hisseden vebirçok yüksek sosyete mensubu gibi korkak olan genç dük, sankisoyaçekimle M. de Charlus'den kendisine geçmiş olan yapmacıkve iğneleyici bir tavırla şöyle cevap verdi: "Sizinle Dreyfuskonusunu konuşamayacağım için özür dilerim beyefendi;prensip icabı sadece Yafetoğulları[21] arasında konuştuğum birmesele bu." Bloch haricinde herkes gülümsedi; gerçi Bloch'un,Yahudi kökeniyle, biraz Sina'ya bağlı olan yanıyla ilgili alaylı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

278

cümleler kurmak gibi bir alışkanlığı vardı, ama herhalde hazırdabulunmayan bu cümlelerden biri yerine, içindeki çarkın işleyişiBloch'un ağzına bir başka cümle yerleştiriverdi. Duyulan cümleşuydu: "Nereden öğrendiniz? Kim söyledi?" Sanki bir forsanınoğluydu. Oysa pek Hıristiyan diye yutturulamayacak soyadı veçehresi gözönüne alınırsa, şaşkınlığı biraz safçaydı.

M. de Norpois'nın söyledikleriyle tam olarak tatmin olmayanBloch, arşivcinin yanma giderek M.Paty de Clam veya M. JosephReinach'ın, Mme de Villeparisis'nin evine arasıra gelip gelmediğinisordu. Arşivci cevap vermedi; o milliyetçiydi ve markize, yakındasosyal bir savaş patlayacağını ve markizin ilişkilerinde daha seçici,daha ihtiyatlı olması gerektiğini söyleyip duruyordu. Bloch'unbilgi toplamak üzere gelmiş gizli bir Sendika ajanı olabileceğinidüşünerek, derhal Mme de Villeparisis'ye gidip Bloch'un sorduğusoruları markize aktardı. Mme de Villeparisis Bloch'un en azındanterbiyesiz olduğuna, ayrıca M. de Norpois'nin konumu açısındanda tehlikeli olabileceğine karar verdi. Arşivci markizde biraz olsunkorku uyandıran tek kişi olduğu ve fazla başarıyla olmasa damarkize inançlarını aşıladığı için (M. Judet'nin Petit Journal'dakiyazısını her sabah markize okurdu), Mme de Villeparisis arşivciyimemnun etmek istiyordu. Bu yüzden Bloch'a bir daha evinegelmemesini bildirmek istedi ve kendi sosyete repertuarında,soylu bir hanımefendinin birini evinden kovması sahnesinibuldu doğal olarak; bu sahnede hiç de zannedildiği gibi havayakalkmış bir parmak, ateş fışkıran gözler yoktu. Bloch vedalaşmaküzere markizin yanma gittiğinde, kocaman koltuğunagömülmüş olan markiz, yarı uyku halinden biraz sıyrılır gibiyaptı. Donuk bakışlarında ancak bir incinin zayıf, büyüleyiciparıltısı kadar bir canlanma oldu. Bloch'un veda sözleri markizinçehresinde güç bela, baygın bir tebessüm yaratabildi ancak; ne tekbir söz söyledi, ne de elini uzattı. Bu sahne Bloch'un şaşkınlığınıiyice artırdı, ama çevresinde bu sahneye tanık olan insanlar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

279

bulunduğundan, uzamasının kendisi için sakıncalı olacağınıdüşünerek markizi zorlamak amacıyla kendisine el uzatılmadığıhalde, o elini uzattı. Mme de Villeparisis dehşete düştü. Amaşüphesiz bir yandan arşivciyi ve Dreyfus aleyhtarlarını o andamemnun etmek istediği gibi, bir yandan gelecek için de hazırlıkyapmak istediğinden, gözkapaklarını indirip gözlerini yarı yarıyakapatmakla yetindi.

"Uyuyor galiba," dedi Bloch, markizin kendisini desteklediğinihissederek kızgın bir tavır takman arşivciye. "İyi günlerhanımefendi," diye bağırdı Bloch.

Markizin hafif dudak hareketi, ağzını açmak isteyen, amagözleri artık gördüğü şeyi tanımayan, ölüm döşeğindeki birinsanı hatırlatıyordu. Sonra, markizin hafifçe bunadığına kanaatgetiren Bloch uzaklaşırken, Mme de Villeparisis yeniden canbulmuş gibi, enerji saçarak Argencourt Markisi'ne döndü. Blochbirkaç gün sonra, merak içinde, bu garip olayı açıklığakavuşturmak amacıyla tekrar markizi ziyarete geldi. MarkizBloch'u çok iyi karşıladı; çünkü iyi bir kadındı, arşivci o sıradayoktu, markiz, Bloch'un evinde oynatacağı skeçe önem veriyorduve son olarak da, istediği soylu hanımefendi rolünü oynamıştı;zaten bu rol de herkesin takdirini toplamış, aynı gece çeşitlisalonlarda konuşulmuştu, ama anlatılan olayın gerçekle hiçbirilgisi kalmamıştı.

"Sayın düşes, Yedi Prenses'ten sözediyordunuz; biliyorsunuzbu... nasıl desem, yerginin yazarı (gerçi bununla gurur duyuyordeğilim ama), benim hemşerimdir" dedi M. d'Argencourt, sözüedilen bir eserin yazarım ötekilerden daha iyi bilmenin tatminiylekarışık bir alayla. "Evet, Belçikalı'dır, meslekten," diye ekledi.

"Sahi mi? Yo, hayır, Yedi Prensesle herhangi bir ilginiz olmaklasuçlamıyoruz sizi. O saçmalığın yazarına benzememeniz sizinaçınızdan da, hemşerileriniz açısından da büyük şans. Ben çok

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

280

hoş Belçikalılar tanıyorum: siz, biraz çekingen ama çok esprili birkişi olarak kralınız, akrabalarım Ligne'ler ve daha birçokları;bereket versin sizler Yedi Prenses'nin yazarıyla aynı dilikonuşmuyorsunuz. Aslında size bir şey söyleyeyim mi? Bunukonuşmak bile gereksiz; çünkü hiçbir önemi yok. Bunlar karanlıkgörünmek isteyen, icabında fikirleri olmadığını gizlemek içingülünç olmayı göze alan insanlar. Altında bir şeyler olsaydı, kimiaşırılıklardan korkmadığımı söylerdim size," diye ekledi ciddi birifadeyle; "yeter ki bir düşünce olsun içinde. Bilmem Borelli'ninoyununu gördünüz mü? Bazılarını çok rahatsız etti, ama ben, çokağır eleştirilere maruz kalacak da olsam," diye ekledi, böyle birtehlikenin pek olmadığını farketmeyecek, "itiraf ediyorum ki, çokilginç buldum. Ama o Yedi Prensesi Aralarından biri yeğenimdenlütuflarını esirgemiyor olabilir, ama aile duygumu da bu kadarzorlayamam..."

Düşes sözünü yarıda kesiverdi; içeri girmekte olan hanım,Marsantes Vikontesi, yani Robert'in annesiydi. Mme deMarsantes, Saint-Germain muhitinde melek kadar iyi kalpli veuysal, üstün bir insan olarak görülürdü. Bunu birindenduymuştum; beni şaşırtması için özel bir neden yoktu;vikontesin Guermantes Dükü'nün öz ablası olduğunubilmiyordum o sırada. Daha sonraları, yüksek sosyetede nezaman vitraylardaki ideal azizeler gibi hüzünlü, tertemiz, kurbanedilmiş, kutsal sayılan kadınlarla hoyrat, sefih, aşağılık erkeklerinaynı soydan türediğini duysam, hep çok şaşırmışımdır.Guermantes Dükü'yle Mme de Marsantes gibi yüzleri birbirinetıpatıp benzeyen iki kardeşin ortak, tek bir kafa yapısı, tek biryüreği olması gerekirmiş gibi geliyordu bana; tıpkı iyi ve kötüanları olabilen, ama dar görüşlü bir kafa yapısına sahipse engingörüşleri olması, katı yürekliyse yüce bir özveride bulunmasıbeklenemeyecek tek bir insan gibi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

281

Mme de Marsantes, Brunetiere'in[22] konferanslarını izliyordu.Saint-Germain muhitini coşturuyor, azizelere yakışır hayatıyla,herkese örnek oluyordu. Ne var ki güzel burnunun ve keskinbakışlarının yapısal benzerliği, yine de Mme de Marsantes'ı kardeşidükle aynı zihinsel ve manevi sınıfa sokmaya itiyordu beni. Sırfkadın olmanın, belki ayrıca mutsuz olup herkes tarafındanbeğenilmenin insanı kendi ailesinden bu kadar farklıkılabileceğine inanamıyordum; yırtıcı erkeklerin kız kardeşlerindebütün erdemlerin ve güzelliklerin toplandığı Charlemagneefsaneleri gibi bir şeydi bu. Bana öyle geliyordu ki, eski şairlerkadar özgür olmayan doğa, neredeyse sadece ailenin ortakunsurlarından yararlanabilirdi; aptal ve kaba bir adamı oluşturanmalzemeye çok benzer bir malzemeyle, aptallıkla ilişkisi olmayanparlak bir zihin, kabalığın izini bile taşımayan bir azize meydanagetirebilecek kadar büyük bir yaratıcılık atfedemiyordum doğaya.Mme de Marsantes ince beyaz ipekliden, iri hurma dallarıyla vesiyah kumaştan çiçeklerle süslü bir elbise giymişti. Üç hafta öncekuzeni M. de Montmorency'yi kaybetmişti; yine de, yaskıyafetiyle olmak şartıyla, ziyaretlere, fazla kalabalık olmayanyemek davetlerine gidiyordu. Mme de Marsantes soylu birhanımefendiydi. Ruhu, soyaçekimden ötürü, bütün yüzeyselliğive kalıplarıyla saray hayatının havailiğiyle doluydu. Mme deMarsantes babasıyla annesinin ölümüne uzun süre üzülecekgücü kendinde bulamamıştı, ama bir kuzeninin ölümündensonra, bir ay boyunca yas kıyafetleri giymemesi düşünülemezdi.Bana karşı son derece nazik davrandı; çünkü hem Robert'inarkadaşıydım, hem de Robert'in çevresinden değildim. Bu iyiyürekliliğine sahte bir çekingenlik eşlik ediyordu: terbiyeningerektirdiği gibi fazla yer tutmamak, gevşekken bile dik durmakiçin, arasıra dağılan eteğini toplarmış gibi sesini, bakışlarını,düşüncelerini kesikli bir geriye, kendine çekme hareketi. Buterbiyeyi de fazla ciddiye almamak gerekir aslında; bu hanımların

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

282

birçoğu, davranışlarında çocuksu denebilecek, kuralcı bir kibarlığıkorudukları halde, sefahate kolaylıkla dalarlar. Mme deMarsantes'ın konuşması biraz sinir bozucuydu; çünkü ne zamansoylu olmayan birinden, örneğin Bergotte'tan, Elstir'densözedecek olsa, Guermantes'lara özgü bir tonlamayla, kelimeyivurgulayarak, altını çizerek, iki ayrı tonda uzatarak, "M.Bergotte'la, M. Elstir'le tanışma şerefine erdim; büyük şerefduydum," diyordu; belki alçakgönüllülüğü takdir edilsin diye,belki de M. Guermantes gibi artık kullanılmayan ifadelerdenhoşlandığı, insanların yeterince "şeref" duymadığı günümüzüngörgüsüzce âdetlerine itiraz etmek istediği için. Bu iki sebeptenhangisi doğru olursa olsun, Mme de Marsantes, "şerefine erdim;büyük şeref duydum," derken, çok önemli bir işlevi yerinegetirdiği ve değerli kişilerin adlarına (yakında olsalar, kendilerinişatosunda ağırlayacağı gibi) gerekli kabulü göstermeyi bildiğinikanıtladığı kanısında olduğu hissediliyordu. Öte yandan,kalabalık bir ailesi olduğu, ailesini çok sevdiği, ağır konuştuğu,açıklamalardan hoşlandığı ve aradaki akrabalıkları açıklamakistediği için, (insanları şaşırtmak gibi bir isteği hiç olmadığı veaslında sadece insanı duygulandıran köylülerden, olağanüstü avbekçilerinden sözetmekten hoşlandığı halde) ikide bir Avrupa'daimparatorun vasalı olan aileleri tek tek saymak durumundakalıyordu; kendisi kadar soylu olmayanlar bu yüzden onu aslabağışlamıyorlar, biraz entelektüel olanlarsa, bunu aptallık kabuledip alaya alıyorlardı.

Köyde ise, herkes Mme de Marsantes'a tapardı; hem yaptığıiyilikler nedeniyle, hem de, daha önemlisi, kuşaklar boyunca,Fransız tarihinin en soylularından başkasının kanı karışmamışolan kanının soyluluğu, davranışlarından, halkın "poz" dediği herşeyi kaldırdığı ve kendisine kusursuz bir sadelik kazandırdığı için.Zavallı, yoksul bir kadını hiç çekinmeden kucaklar ve ona gidipşatodan bir araba odun almasını söylerdi. Mükemmel bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

283

Hıristiyan olduğunu söylerdi herkes. Robert'i müthiş zengin birkızla evlendirmek istiyordu. Soylu hanımefendi olmak, soyluhanımefendiyi, yani biraz da sadeliği oynamak demektir. Sonderece pahalıya patlayan bir roldür bu; çünkü sadeliğin hoşagitmesi için, başkalarının, isteseniz sade olmayabileceğinizi, yanimüthiş zengin olduğunuzu bilmesi şarttır. Daha sonraları, Mmede Marsantes'ı görmüş olduğumu anlattığımda, "Eskiden nekadar güzel bir kadın olduğunu anlamışsınızdır," dediler bana.Ancak, gerçek güzellik o kadar özel, o kadar farklı bir şeydir ki,gördüğümüzde güzellik olduğunu anlayamayız. Mme deMarsantes'ı gördüğüm gün benim düşündüğüm, minicik birburnu, masmavi gözleri, uzun bir boynu olduğu ve hüzünlügöründüğüydü.

"Birazdan senin tanışmak istemediğin bir kadının ziyaretimegeleceğini sanıyorum," dedi Mme de Villeparisis GuermantesDüşesi'ne; "rahatsız olma diye önceden haber vermek istedimsana. Zaten merak etmene gerek yok; bir tek kereliğine, bugüngeliyor, bir daha gelmeyecek. Swann'ın karısı."

Mme Swann, Dreyfus davasının ulaştığı boyutları görünce,kocasının kökeni kendi aleyhine işler korkusuyla, mahkûmunmasumiyetinden bir daha asla sözetmesin diye yalvarmıştıSwann'a. Kocası yanında olmadığı zamanlar, daha da ileri gidipateşli bir milliyetçi kesiliyordu; esasen yaptığı, Mme Verdurin'iizlemekten ibaretti; Mme Verdurin'in içinde burjuvaziye özgü ogizli Yahudi düşmanlığı uyanmış ve gerçek bir azgınlıkderecesine ulaşmıştı. Yeni yeni kurulmakta olan Yahudi düşmanısosyete kadın derneklerinin bazılarına girmek, Mme Swann içinkazançlı olmuş, birçok aristokratla ilişki kurmuştu. GuermantesDüşesi'nin ise, bu aristokratları taklit etmek şöyle dursun,Swann'la yakın dostluğuna rağmen, Swann'ın hiçbir zamangizlemediği arzusuna, karısını kendisiyle tanıştırmasına hep karşı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

284

koymuş olması, ilk bakışta tuhaf görünebilir. Ne var ki, ileridegöreceğimiz gibi, bu, düşesin kendine özgü kişiliğinin birsonucuydu; Mme de Guermantes şu veya bu şeyi yapması"gerekmediğine" hükmeder, sosyeteye özgü, son derece keyfîolan "özgür irade"sinin verdiği kararı zorbalıkla kabul ettirirdi.

"Uyardığınız için teşekkür ederim," diye cevap verdi düşes."Gerçekten de çok tatsız olurdu benim için. Ama kendisinigördüm, tanıyorum, vaktinde kalkarım."

"Emin ol Oriane, çok hoş, çok tatlı bir kadın,” dedi Mme deMarsantes.

"Eminim öyledir, ama kendi gözümle görüp emin olmama hiçgerek yok."

Mme de Villeparisis, konuyu değiştirmek için, "Lady Israels'edavetli misin?" diye sordu düşese.

"Tanrı'ya şükür tanışmıyoruz," diye cevap verdi Mme deGuermantes. "Marie-Aynard'a sormak lazım. O tanışıyorkendisiyle; sebebini de hep merak etmişimdir."

"Gerçekten de tanıştım kendisiyle,” dedi Mme de Marsantes;"hatalarımı kabul ederim. Ama artık tanımamaya kararlıyım.Meğer en kötülerinden biriymiş, gizlemiyormuş da üstelik. Zatenhepimiz aşın güven duyduk, gereğinden fazla konukseverlikgösterdik. Bir daha o milletten hiç kimseyle görüşmeyeceğim.Kapımızı bizimle aynı kanı taşıyan eski taşralı akrabalarımızakapattık, Yahudiler'e açtık. Şimdi görüyoruz nasıl teşekkürettiklerini. Ne yazık ki benim konuşmaya hakkım yok; çünküsevgili oğlum çılgın bir genç olduğu için akla gelecek her türlüsaçmalığı yapıyor," diye ekledi, M. d'Argencourt'un Robert'e üstükapalı değindiğini duyarak. "Robert'ten söz açılmışken, sizgörüşmediniz mi?" diye sordu Mme de Villeparisis'ye. "Bugüncumartesi olduğundan, belki bir günlüğüne Paris'e gelir diye

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

285

düşünmüştüm; gelse mutlaka size uğrardı."Aslında Mme de Marsantes, oğlunun izin alamayacağını

düşünüyordu; ama izin almış olsa bile Mme de Villeparisis'yiziyarete gelmeyeceğini bildiği için, onu burada bulmayı beklermişgibi yaparak, oğlunun yapmadığı bütün ziyaretleri alınganteyzesine affettirmeyi umuyordu.

"Robert buraya uğrayacak ha! Tek bir satır haber bile almadımRobert'ten; Balbec'ten beri görmedim galiba kendisini."

"O kadar çok işi var ki, çok meşgul," dedi Mme de Marsantes.Şemsiyesinin ucuyla halının üzerinde çizdiği daireye bakan

Mme de Guermantes'in kirpikleri görünmez bir tebessümledalgalandı. Dük karısını ne zaman fazlasıyla aleni şekilde yüzüstübıraksa, Mme de Marsantes öz kardeşine karşı yengesinin tarafınıtutar, düşesi hararetle savunurdu. Bu korumalar düşeste minnetve hınç uyandırırdı; Robert'in deliliklerine pek de kızmazdı. Osırada kapı tekrar açıldı ve Robert girdi içeri.

"Aa, tam da Saint-Loup'yu anıyorduk," dedi Mme deGuermantes.

Sırtı kapıya dönük oturan Mme de Marsantes oğlunun içerigirdiğini görmemişti. Gördüğünde, anne yüreği gerçektenneşeyle kanat çırptı adeta; Mme de Marsantes'ın bedeni doğruldu,yüzü dalgalandı, hayran bakışlarını Robert'e dikti:

"Demek geldin! Ne güzel! Ne hoş bir sürpriz!"

"Ah! Tam da Saint-Loup'yu anıyorduk,[23] anladım," dediBelçikalı diplomat, kahkahalarla gülerek.

"Çok hoş," dedi Mme de Guermantes soğuk bir tavırla; bu türkelime oyanlarından nefret ederdi; bunu da kendiyle alay edermişgibi bir havada söylemişti. "Merhaba Robert," dedi; "doğrusu sen

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

286

yengeni iyice unuttun."İkisi bir süre kendi aralarında sohbet ettiler; herhalde benden de

sözetmiş olacaklar ki, Saint-Loup annesinin yanma giderkenMme de Guermantes da bana döndü.

"Merhaba, nasılsınız?" dedi.Mavi bakışlarının ışığını üzerime yağdırdı; bir an tereddüt etti;

bir çiçek dalına benzeyen kolunu uzattı; bedeni öne eğilip hızladoğruldu; yana yatırılan, bırakıldığında doğal konumuna dönenbir çalı gibi. Saint-Loup onun bu hareketlerini çakmak çakmakgözlerle izliyor, yengesinden biraz daha fazlasını kopartabilmekiçin uzaktan çaresizce çabalıyordu. Konuşmanın bu kadarlakalmasından korkarak yanımıza gelip konuşmayı sürdürdü vebenim yerime cevap verdi:

"Pek iyi değil, biraz yorgun bu aralar; aslında seni daha sık görsedaha iyi olabilir; senden gizleyecek değilim, seni görmek onu çokmutlu ediyor."

"Ya! Çok naziksiniz," dedi Mme de Guermantes, paltosunututmuşum gibi kasıtlı bir kayıtsızlıkla. "İltifat ediyorsunuz."

"Ben annemin yanma gidiyorum; al, iskemlemi sana vereyim,"dedi Saint-Loup, beni yengesinin yanına oturmaya zorlayarak.

İkimiz de susuyorduk."Sizi arasıra sabahlan görüyorum," dedi düşes, sanki

bilmediğim bir şeyi söyler gibi, sanki ben onu görmüyormuşumgibi. "Sağlık açısından çok yararlı."

"Oriane," dedi Mme de Marsantes alçak sesle, "Mme de Saint-Ferreol'u ziyaret edeceğinizi söylüyordunuz; zahmet olmazsabeni akşam yemeğine beklememesini söyler misiniz? Robertgeldiğine göre evde kalırım. Hattâ bir ricada daha bulunsam:

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

287

geçerken söyler misiniz, Robert'in sevdiği purolardan alsınlarhemen, 'Corona' marka, hiç kalmadı evde."

Robert yaklaştı; sadece Mme de Saint-Ferreol adını duymuştu."Mme de Saint-Ferreol da kim?" diye sordu, şaşkın ve kararlı bir

tavırla; Robert sosyeteye ilişkin her şeyden habersizmiş gibigörünmekten hoşlanırdı.

"Hayatım, çok iyi biliyorsun kim olduğunu," dedi annesi;"Vermandois'nın kız kardeşi; o çok sevdiğin bilardo takımınıhediye etmişti sana."

"Demek Vermandois'nın kız kardeşi, hiç bilmiyordum. Ah!İnanılmaz bir ailem var," dedi Robert, hafifçe bana dönüpfarketmeden Bloch'un, fikirlerini benimsediği gibi, tonlamasınıda taklit ederek; "ailem duyulmadık insanlarla, Saint-Ferreol gibiisimleri olan insanlarla tanışıyor," diye devam etti, her kelimeninson hecesini vurgulayarak, "baloya gidiyor, faytonla geziyor,masallardaki gibi bir hayat sürüyor. İnanılır gibi değil."

Mme de Guermantes'ın boğazından hafif, kısa ve belirgin birses, adeta yutulan zoraki bir tebessümün sesi geldi; yeğenininesprisine akrabalığın mecbur ettiği oranda katıldığınıgösteriyordu. O sırada Faffenheim-Munsterburg-WeinigenPrensi'nin, geldiğini M. de Norpois'ya bildirdiğini haber verdiler.

Mme de Villeparisis, "Haydi gidip getirin prensi beyefendi,"deyince, eski büyükelçi Alman başbakanını karşılamaya gitti.

Ama markiz giderken durdurdu M. de Norpois'yı."Bir dakika beyefendi; imparatoriçe Charlotte'un minyatürünü

göstermem gerekir mi kendisine?""Ah! Eminim bayılır," dedi büyükelçi inançlı bir ses tonuyla, bu

talihli başbakanı bekleyen lütfü kıskanırmış gibi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

288

"Çok yerleşik düşünceleri olduğunu biliyorum," dedi Mme deMarsantes, "Yabancılarda ender rastlanan bir şey. Ama gayet iyibiliyorum. Yahudi düşmanlığının timsali adeta."

Prensin isminde –bir müzik parçasının ilk notalarına benzeyen–ilk hecelerin açıldığıyla, vurgulu, tereddütlü tekrarıyla, Germencoşkusu, özentili saflığı, ağır "zarafeti" korunuyor, XVIII. yüzyılAlmanya'sının solgun ve ince ince işlenmiş yaldızlarınınardındaki bir Ren vitrayının gizemini sergileyen, koyu mavimineden "Heim" üzerine, yeşilimsi dallar gibi yayılıyorlardı. Buismi oluşturan çeşitli adların arasında, daha küçücükkenbüyükannemle gittiğimiz, Goethe'nin gezintileriyleşereflendirdiği bir dağın eteğindeki küçük bir Alman kaplıcakasabasının adı da vardı; kaldığımız Kurhofta, yöredeki bağların,Homeros'un kahramanlarına yakıştırdığı sıfatlar gibi bileşik,çınlayan adları olan şarapları içilirdi. Bu yüzden, prensin adınıduyduğum anda, daha kaplıcayı hatırlamadan, prens gözümdeküçüldü, insanca boyutlar kazandı, belleğimdeki küçük yerikendisi için oldukça büyük bularak teklifsizce, basitçe, bütünrenkliliği, hoşluğu, hafifliğiyle ve bir tür yetkiyle, zorunluluklaoraya yapıştı. Üstüne üstlük, M. de Guermantes prensin kimolduğunu açıklarken unvanlarından birçoğunu da sayınca,aralarında içinden nehir geçen bir köyün adını tanıdım; herakşam kaplıca tedavisinden sonra, kayıkla sivrisineklerinarasından geçip o köye giderdim; epeyce uzak olduğundanhekimin gidip görmeme izin vermediği bir ormanın da adımtanıdım. Aslında senyörün egemenliğinin komşu araziyeyayılması ve haritada yan yana okuyabileceğimiz adları, unvanlarısayılırken tekrar bir araya getirmesi anlaşılır bir şeydi. İşte buyüzden, Kutsal İmparatorluk prensinin ve Franken şövalyesininsiperliğinin altında benim gördüğüm, akşam üzeri güneşininışınlarını birçok kez seyretmiş olduğum, aziz bir yöreninçehresiydi; en azından, Ren senyörü, palatin elektörü prens içeri

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

289

girmeden önce gördüğüm buydu. Birkaç dakikada, içinde cücecinlerin, superilerinin yaşadığı orman ve nehirden, Luther'in, II.Ludvvig'in anılarını barındıran eski şatonun yükseldiği büyülüdağdan elde ettiği gelir sayesinde, prensin beş tane Charronotomobili, biri Paris'te, biri Londra'da iki konağı, pazartesileriOpera'da, salıları Theâtre-Français'de birer locası olduğunuöğrendim. Kendisi kadar şiirsel kökenli olmayan, ama kendisiyleaynı servete sahip, aynı yaştaki insanlardan farklı görünmüyordubana –farklı olduğunu kendi de düşünmüyor gibiydi. Onlarlaaynı kültürü, aynı ülküyü paylaşıyordu; mevkii onu mutluediyordu, ama sadece kendisine sağladığı avantajlar nedeniyle;hayatta bir tek şeyde gözü vardı, o da Manevi ve Siyasi BilimlerAkademisi muhabir üyeliğine seçilmekti; Mme de Villeparisis'ninevine geliş nedeni de buydu.

Karısı Berlin'in en kapalı sosyete çevresinin başında bulunanprens, markize takdim edilme ricasında bulunmuştu, amabaşlangıçta bunu istemiş değildi. Yıllardır Fransız Enstitüsü'negirme arzusuyla kıvrandığı halde, ne yazık ki lehinde oykullanacak gibi görünen Akademi üyelerinin sayısı asla beşigeçmemişti. M. de Norpois'nın tek başına en az on oya sahipolduğunu ve ustaca anlaşmalarla buna başka oylar daekleyebileceğini biliyordu. Bu yüzden de, M. de Norpois'ylaRusya'da, her ikisi de büyükelçiyken tanışmış olan prens, eskidiplomatı ziyaret etmiş, onu kazanmak için elinden geleniyapmıştı. Ama incelik üstüne incelik yaptıkça, markiyi Rusnişanlarıyla donattıkça, dış siyasete ilişkin makalelerde andıkça,karşısında, nankör, bütün bunlara önem vermiyormuş gibigörünen bir adam, adaylığını bir adım bile ilerletmeyen, kendisineoy vereceği vaadinde bile bulunmayan bir adam bulmuştu.Şüphesiz M. de Norpois, prensi sonsuz bir nezaketle ağırlıyor,hattâ rahatsız olmasını, "kapısına kadar gelme zahmetinekatlanmasını" istemeyerek kendisi prensin konağına gidiyor,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

290

Töton şövalyesi, "Sizinle aynı Akademi'de yer almayı çok isterim,"dediğinde kendine güvenen bir tavırla, "Ah! Benim için büyükmutluluk olur!" diye cevap veriyordu. Hiç şüphesiz, karşısındasaf biri, bir Doktor Cottard olsa, şöyle düşünürdü: "Canım, adambenim evimde; gelmek için kendisi ısrar etti, çünkü benikendisinden daha önemli bir şahsiyet kabul ediyor; Akademi'yegirmemin onun için mutluluk olacağını söylüyor; kelimelerin debir anlamı var nihayet! Herhalde bana oy vermeyi teklifetmiyorsa, böyle bir şeyi düşünmediğinden etmiyor. Benimnüfuzumu çok fazla sözkonusu ettiğine göre, bana her şeyinhazır geldiğini, istediğim kadar oy alabileceğimi düşünüyorolmalı; işte bu yüzden oy vermeyi teklif etmiyor; tek yapacağımşey adamı sıkıştırmak; burada, ikimiz yalnızken, 'Öyleyse, banaoy verin/ derim, o da vermek zorunda kalır." Ne var ki FaffenheimPrensi saf bir adam değildi; Doktor Cottard'ın "usta bir diplomat"diyeceği türden bir insandı ve M. de Norpois'nın da en az kendisikadar usta bir diplomat, bir adayı oyuyla hoşnut edebileceğinikendi kendine düşünebilecek bir adam olduğunu bilirdi. Prenshem büyükelçi, hem de dışişleri bakanı sıfatıyla, şimdiki gibikendisi adına değil, ülkesi adına, nereye kadar gitmek istediğini vekendisine neyi söyletemeyeceklerini önceden bildiği konuşmalaryapmıştı. Diplomasi dilinde sohbet etmenin teklif etmekanlamına geldiğini biliyordu. Bu yüzden de M. de Norpois'nınSaint-Andre nişanını almasını sağlamıştı. Ama nişan törenininardından M. de Norpois'yla yaptığı görüşme hakkındahükümetine bilgi vermesi gerekse, raporunda, "Yanlış bir adımatmış olduğumu anladım," diye bir açıklama yapabilirdi. Çünküyine Enstitü'den sözetmeye başladığı anda, M. de Norpois da yineşöyle demişti:

"Bu beni çok mutlu eder; meslektaşlarım adına çok mutlu eder.Onları düşünmüş olmanızın kendileri için büyük bir şerefolduğu kanısındayım. Çok ilginç bir adaylık bu, alışılmışın biraz

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

291

dışında. Biliyorsunuz Akademi çok görenekçidir; birazcık yeni birses getiren her şey onu korkutur. Şahsen bu tutumu kınıyorum.Bunu kimbilir kaç kere meslektaşlarıma ima ettim! Tanrı beniaffetsin, bir keresinde örümcek kafalı ifadesi bile ağzımdan çıkmışolabilir," diye eklemişti gülümseyerek, dehşete düşmüş gibi birtavırla, alçak sesle, neredeyse tiyatrodaki gibi kenarda kendikendine konuşurcasına; ardından da, yarattığı izlenimideğerlendirmek isteyen eski bir oyuncu gibi, mavi gözleriyleprense yandan, hızlı bir bakış fırlatmıştı. "Tahmin edebileceğinizgibi, saygıdeğer prens, sizin kadar seçkin bir şahsiyetin baştankaybedilmiş bir oyuna girişmesine izin veremem. Meslektaşlanınbu kadar geri kafalı olmaya devam ettiği sürece, bana sorarsanızçekimser kalmak akıllılık olur. Şundan emin olmanızı isterim ki,bir mezarlığa dönüşmeye yüz tutan bu kurumda, birazcık dahayeni, birazcık daha canlı bir anlayışın belirmeye başladığınıgörsem, sizin için bir ihtimal doğduğunu tahmin etsem, sizebunu ilk haber veren ben olurum."

"Saint-Andre nişanı hataydı," diye düşündü prens;"görüşmelerde en ufak bir ilerleme sağlanmadı; istediği budeğilmiş. Doğru reçeteyi bulamadım."

Prensle aynı ekolden yetişmiş olan M. de Norpois'nın dayürütebileceği bir mantıktı bu. Norpois tarzı diplomatların,anlamsız diyebileceğimiz resmî bir söz karşısında, bilgiççe birbudalalıkla kendinden geçişlerini alaya alabiliriz. Oysa buçocukluklarının bir karşılığı vardır: Diplomatlar bilir ki, Avrupa'daya da başka yerde, barış dediğimiz dengeyi sağlayan terazide, yüceduyguların, güzel söylevlerin, yakarıların ağırlığı pek azdır; asılağırlık, belirleyici olan ağırlık, başka bir şeyde, hasmın mübadeleyoluyla bir isteği yerine getirme imkânı bulunupbulunmadığında yatar. Örneğin büyükannem gibi çıkargütmekten uzak bir insanın anlayamayacağı, gerçeğin bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

292

türüyle, M. de Norpois, Prens von***, sık sık yüz yüze gelmişti.Savaşın eşiğine geldiğimiz ülkelerde maslahatgüzarlık yapmışolan M. de Norpois, olayların izleyeceği seyri kaygıyla beklerken,gelişmelerin kendisine "Barış" ya da "Savaş" kelimeleriyle değil,görünürde sıradan, ama aslında korkunç veya kutlu bir kelimeylebildirileceğini gayet iyi bilirdi; bu kelimeyi, diplomat, şifreyibildiğinden derhal çözebilir, Fransa'nın haysiyetini ayaktatutmak amacıyla, aynı derecede sıradan bir başka kelimeyle cevapverir ve düşman ülkenin bakanı bu kelimenin ardında derhal"Savaş" kelimesini görürdü. Hattâ kaderin "Savaş" veya "Barış"kelimesini yazdıracağı görüşme, genellikle bakanın odasındadeğil, eski bir gelenek uyarınca, birbirleriyle görüşmedensözlenen kişilerin ilk görüşmelerine Gymnase tiyatrosunun birtemsilinde, tesadüfi bir karşılaşma süsü verilmesi gibi, bu önemligörüşme de, bir kaplıca kasabasında, hem bakanın, hem de M. deNorpois'nın, termal kaynaktan şifalı su içmeye gittikleri birparkın bankında gerçekleşirdi. Zımni bir anlaşmayla, tedavisaatinde buluşurlar, önce birlikte biraz/yürürlerdi; görünürdezararsız olan bu gezintinin bir seferberlik emri kadar trajikolduğunu her ikisi de bilirdi. İşte prens de, Enstitü'ye adaylıkbaşvurusu gibi özel bir meselede, diplomatlığı sırasındayararlandığı tümevarım yöntemini, üst üste binen simgelerinardındakini okuma yöntemini kullanmıştı.

Şüphesiz, bu tür hesaplardan, sadece büyükannemin ve onunender rastlanan benzerlerinin habersiz olduğu ileri sürülemez.Önceden belirlenmiş mesleklerde çalışan ortalama insanların birbölümü de, büyükannemin asla çıkar gütmemesindenkaynaklanan cehaletini, sezgiden yoksun oldukları içinpaylaşırlar. Görünürde son derece masum davranış veya sözlerindürtüsünü çıkarda, yaşama gerekliliğinde aramak için, genelliklekadın veya erkek kapatmalara kadar inmek gerekir. Her erkek bilirki, para vereceği bir kadın, "Paradan sözetmeyelim," dediğinde, bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

293

sözü tıpkı müzikte ilk ölçünün boşa sayılması gibi, gözardıetmelidir; daha sonra kadın, "Beni çok üzdün, gerçeği benden hepgizledin, artık dayanamayacağım," dediğinde de, bu sözleri, "Birbaşkası daha fazla para öneriyor," diye yorumlaması gerekir.Üstelik bu, sosyete kadınlarına oldukça benzer bir yosmanındilidir. Külhanbeyleri daha çarpıcı örnekler sunarlar. Ne var ki, M.de Norpois ve Alman prens, külhanbeyleriyle tanışıklıkları olmasada, uluslarla aynı düzlemde yaşamaya alışıktılar; uluslar da,büyüklüklerine rağmen, bencil ve kurnaz varlıklardır, ancakzorla, çıkarlarını düşünerek yola getirilebilirler; çıkar, uluslarıcinayete kadar itebilir, bu cinayet de genellikle semboliktir; çünküçarpışmakla çarpışmamak arasındaki basit bir tereddüt, bir ulusiçin "yok olmak" anlamına gelebilir. Ama bütün bunlar çeşitliresmî ve diplomatik kayıtlarda belirtilmediği için, halk genelliklebarışçıdır; savaşçıysa, içgüdüsel olarak, nefret yüzünden, kinyüzünden savaşçıdır, Norpois'lar tarafından uyarılan devletbaşkanlarının kararlarını belirleyen nedenlerle değil.

Ertesi kış, prens ağır hastalandı; iyileşmekle birlikte, kalbi kalıcıbir zarar gördü. "Kör şeytan!" dedi kendi kendine. "Enstitükonusunda hiç vakit kaybetmemem gerekir; fazla oyalanırsam,aday olamadan ölebilirim. Bu da çok tatsız bir şey olur."

Prens, Revue de s Deux Mondes'a, son yirmi yılın siyasetiyleilgili bir inceleme yazısı yazdı; bu yazıda M. de Norpois'yı birkaçkere, övgüyle anıyordu. M. de Norpois prensi ziyarete gidipteşekkür etti. Minnetini nasıl ifade edeceğini bilemediğini deekledi. Prens, bir kilidi açmak için çeşitli anahtarlar deneyen birigibi, "Bu da değilmiş," dedi kendi kendine ve M. de Norpois'yıgeçirirken soluğunun biraz tıkandığını hissederek, "Lanet olsun!Bu adamlar beni Enstitü'ye almadan ben ölüp gideceğim. Aceleetmek gerek," diye düşündü.

Aynı gece, Opera'da M. de Norpois'yla karşılaştı:

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

294

"Aziz büyükelçi," dedi, "bu sabah minnetinizi nasıl ifadeedeceğinizi bilemediğinizi söylüyordunuz; abartılı bir cümleydi,çünkü bana katiyen minnet borçlu değilsiniz, ama bennezaketsizlik edip söylediklerinizi ciddiye alacağım."

Prens eski büyükelçinin inceliğini ne kadar kestirebiliyorsa, M.de Norpois da prensin inceliğini o kadar kestiriyordu. FaffenheimPrensi'nin bir ricada değil, bir teklifte bulunacağını derhal anladıve kibar bir gülümse eyle söyleyeceklerini dinlemeye hazırlandı.

"Beni çok patavatsız bulacaksınız, eminim. Birazdananlayacağınız gibi çok farklı şekillerde, fakat derinden bağlıolduğum iki kişi vardır; kısa bir süre önce Paris'e yerleştiler vetemelli burada yaşamak niyetindeler: birisi karım, öbürü degrandüşes Jean. İngiltere kralı ve kraliçesi onuruna birkaç yemekdaveti verecekler; en büyük hayalleri de, tanımadıkları halde, herikisinin de büyük hayranlık beslediği bir kişiyi, davetlilerinetanıştırabilmek. Onların bu isteğini yerine getirmek için neyapabileceğimi doğrusu hiç bilemiyordum; biraz önce, müthiş birtesadüf eseri, sizin bu kişiyi tanıdığınızı öğrendim; adetamünzevi hayatı yaşadığını, birkaç kişi, happy feiv[24] dışındakimseyle görüşmek istemediğini biliyorum; ama banagösterdiğiniz teveccühle, siz destek olursanız, eminim, benikendisine takdim etmenize, grandüşesle prensesin dileklerinikendisine iletmeme izin verecektir. Belki İngiltere kraliçesi içinverilecek yemek davetine ve kimbilir, canını fazla sıkmazsak,Paskalya tatilini geçirmek üzere bizimle Beaulieu'ye, grandüşesJean'ın şatosuna gelmeye razı olur. Sözünü ettiğim kişi,Villeparisis Markizi. İtiraf ederim ki, onunki gibi bir kültürtezgâhının müdavimlerinden biri olma umudu, Enstitü'yebaşvurmaktan vazgeçmeyi daha kolay düşünmemi sağlayacak,beni teselli edecek. Onun salonunda da zekice konuşmalar,incelikli sohbetler yapılıyor."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

295

Prens, kilidin artık direnmediğini, nihayet bu anahtarın kilididöndürdüğünü kelimelere sığmaz bir mutlulukla hissetti.

"Aziz prens, ikisi arasında bir seçim yapmanıza hiç gerek yok,"diye cevap verdi M. de Norpois; "Enstitü'yle hiçbir şey, sözünüettiğiniz salon, yani gerçek bir akademisyen beşiği olan bu salonkadar uyuşamaz. Dileğinizi sayın Villeparisis Markizi'neileteceğim; bunu bir onur kabul edeceğinden eminim. Yemekdavetinize katılması konusuna gelince, evinden dışarı pek azçıktığından, biraz daha zor olabilir. Ama ben sizi takdim ederim,siz davanızı kendiniz savunursunuz. Akademi'den vazgeçmenizekesinlikle gerek yok; ben de zaten iki hafta sonra Leroy-Beaulieu'ye öğle yemeğine davetliyim, ardından da önemli biroturuma katılacağız; onsuz bir seçim düşünmek mümkündeğildir; daha önce de sizden sözetmiştim kendisine, sizi gıyabengayet iyi tanıyor pek tabii. Bazı itirazlar ileri sürmüştü. Ne var kibir sonraki seçim için benim grubumun desteğine ihtiyacı var;girişimimde direnmeye niyetliyim; aramızdaki samimi bağdankendisine açıkça sözedeceğim, aday olduğunuz takdirde bütünarkadaşlarımdan size oy vermelerini rica edeceğimi desaklamayacağım kendisinden." Prens bu noktada rahat bir nefesaldı. "Dostlarım olduğunu da bilir. Sanıyorum onun desteğinigarantilersem, seçilme ihtimaliniz epeyce yüksek olur. Benimkendisiyle görüşeceğim günün akşamı, altı sularında Mme deVilleparisis'nin evine gelin; hem sizi tanıştırırım, hem de öğlenkigörüşme hakkında size bilgi veririm."

Faffenheim Prensi, Mme de Villeparisis'yi ziyarete işte buşekilde gelmişti. Prens konuşmaya başladığında derin bir hayalkırıklığı yaşadım. Bir dönemin kendine özgü, genel özelliklerinin,milliyetten daha baskın olduğunu biliyordum; öyle ki,Minerva'nın bile aslına uygun portresinin verildiği, resimli biransiklopedide, peruğu ve kırmalı yakalığıyla Leibniz,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

296

Marivaux'dan ya da Samuel Bernard'dan pek farklı değildir; ama birmilliyetin kendine has özelliklerinin, bir sınıftan daha baskınolacağını hiç düşünmemiştim. Bu özellikler şimdi karşımdakendilerini göstermekteydi; daha önce düşündüğüm gibi elflerindokunuşunu, Kobold'ların dansını işiteceğim bir konuşmaaracılığıyla değil de, bu şiirsel kökeni bir o kadar onaylayan birbağlam değişikliğiyle: Kısa boylu, kırmızı yüzlü, göbekli RenSenyörü, Mme de Villeparisis'nin önünde eğilerek, "İyi künler,saykıteğer Markiz," dedi, Alsace'lı bir kapıcının şivesiyle.

"Bir fincan çay ister misiniz, ya da bir parça turta? Turta çoklezzetli," dedi Mme de Guermantes bana dönerek; mümkünolduğunca kibar davranmak istiyordu. "Ben kendi evimmiş gibiev sahipliği yapıyorum burada," diye ekledi; alaylı tonu, sankiboğuk bir kahkahayı bastırıyormuş gibi, gırtlaktan çıkarıyordusesini.

"Beyefendi," dedi Mme de Villeparisis M. de Norpois'ya,"unutmazsınız değil mi, birazdan prense Akademi konusunda birşey söyleyecektiniz?"

Mme de Guermantes başını eğip bileğini döndürerek saatebaktı. "Aman Tanrım! Teyzemle vedalaşmam gerek; daha Mme deSaint-Ferreol'a uğrayacağım; akşam yemeğine de Mme Leroi'yagideceğim."

Benimle vedalaşmadan ayağa kalktı. Mme Swann'ın içerigirdiğini görmüştü; Mme Swann benimle karşılaşmaktan epeycerahatsız olmuş gibiydi. Herhalde bana herkesten önce kendisinin,Dreyfus'ün masumiyetinden emin olduğunu söylediğinihatırlıyordu.

"Annemin beni Mme Swann'la tanıştırmasını istemiyorum,"dedi Saint-Loup bana. "Eski bir fahişe. Kocası Yahudi, kalkmışbize milliyetçilik taslıyor. Aa, bak, Palamede Dayım geldi."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

297

Mme Swann'ın varlığı, birkaç gün önceki bir olay yüzünden,özel bir önem taşıyordu benim için; bu olayın, çok daha sonraortaya çıkacak olan ve zamanı geldiğinde ayrıntılarıylagöreceğimiz sonuçları sebebiyle aktarılması gerekiyor. Buziyaretten birkaç gün önce, hiç beklemediğim bir ziyaret de banayapılmıştı: Büyükamcamın eski uşağının tanımadığım oğluCharles Morel, beni görmeye gelmişti. Bu (evinde pembeli hanımıgörmüş olduğum) büyükamcam, bir önceki yıl ölmüştü. Uşağıbirçok kez, gelip beni görmek istediğini belirtmişti; ziyaretininamacını bilmemekle birlikte, onu seve seve kabul ederdim; çünküFrançoise'dan öğrendiğime göre, amcamın hatırasına derin birsaygı besliyor, her fırsatta mezarını ziyaret ediyordu. Ne var kiuşak sağlık nedenleriyle memleketine gitmek zorundakaldığından ve uzun süre kalmayı düşündüğünden, kendi yerineoğlunu göndermişti bana. İçeriye giren on sekiz yaşlarındaki,yakışıklı delikanlıyı görünce şaşırmıştım; kılık kıyafeti zevkliolmasa da varlıklıydı ve uşaktan başka her şeye benziyordu. Zatendaha baştan, hizmetkârlık geçmişiyle ilişiğini kesmek isteyerek,kendinden hoşnut bir gülümsemeyle konservatuar birincisiolduğunu söyledi. Ziyaretinin amacı şuydu: Babası, AdolpeAmcamın yadigârlarından bazılarını bir kenara ayırmıştı; bunlarıannemle babama göndermenin yakışık almayacağmı, ama benimyaşımdaki bir genci ilgilendirebileceklerini düşünmüştü. Bunlar,amcamın tanıdığı ünlü kadın oyuncuların, kibar yosmalarınfotoğrafları, aile hayatından kaim bir duvarla ayırdığı eski hovardahayatının son görüntüleriydi. Genç Morel bana fotoğraflarıgösterirken benimle bir eşitiyle konuşur gibi konuştuğunufarkettim. Bana "siz" demek, "beyefendi"yi mümkün olduğuncaaz kullanmak, babası benim annem babamla konuşurken daima"üçüncü şahsı" kullanmış birisi için, büyük bir zevkti.Fotoğrafların hemen hepsi, "En iyi dostuma," türünden birithafla imzalanmıştı. Daha nankör ve uyanık bir oyuncu,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

298

"Dostlarımın en iyisine," diye yazmıştı; öğrendiğime göre, bu onaamcamın katiyen en iyi dostu olmadığını, kendisine en fazlaküçük hizmette bulunmuş olan, kullandığı bir dostu,mükemmel bir insan, neredeyse yaşlı bir ahmak olduğunusöyleme imkânı sağlıyordu. Genç Morel köklerinden kaçmaya nekadar çalışsa da, Adolphe Amcamın, yaşlı uşağının gözünde kutluve çok büyük olan gölgesinin, oğlunun çocukluğunu vegençliğini de neredeyse kutsal bir gölge gibi kapladığıhissediliyordu. Ben fotoğraflara bakarken Charles Morel de benimodamı inceliyordu. Ben fotoğrafları koyacak bir yer ararken, "Nasıloluyor da odanızda amcanızın tek bir fotoğrafını göremiyorum?"dedi; sesinde sitem yoktu, çünkü zaten sözleri yeterince sitemdoluydu. Yüzümün kızardığını hissederek, "Bende hiç fotoğrafıyok galiba," diye kekeledim. "Ne, sizi o kadar seven AdolpheAmcanızın bir tek fotoğrafı bile yok sizde ha! Bizim pederde biryığın var; onlardan bir tanesini göndereyim size; umarım başköşeye, size zaten amcanızdan kalmış olan şu komodinin üstünekoyarsınız." Şunu belirtmek gerekir ki, odamda annemin veyababamın bile bir fotoğrafı bulunmadığından, Adolphe Amcamınfotoğrafının da olmamasında bir gariplik yoktu. Ama kolaycatahmin edilebileceği gibi, bakış açısını oğluna da aşılayan Morel'ingözünde, ailenin önemli şahsiyeti amcamdı ve annemle babamonun parıltısının ancak bir nebzesini taşıyorlardı. Ben dahailtimaslıydım; çünkü amcam her gün uşağına benim bir Racine,bir Vaulabelle olacağımı söyler, Morel de beni az çok manevi birevlat, amcamın seçmiş olduğu bir oğul gibi görürdü. Morel'inoğlunun tam bir "talih avcısı" olduğunu çok çabuk farkettim. Ogün bana, biraz da besteci olduğunu ve birkaç dizeyi müziğeuyarlayabildiğim söyleyerek, "aristo" sosyetede önemli bir mevkiiolan şair tanıdığım var mı diye sordu. Bir isim verdim. Bu şairineserlerini bilmiyordu, ismini de hiç duymamıştı; not etti. Kısa birsüre sonra öğrendim ki, şaire bir mektup yazıp eserlerinin fanatik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

299

bir hayranı olduğunu, onun bir sonesini bestelediğini ve ***Kontesi'nin evinde bir dinleti düzenlerse sevineceğini belirtmiş.Yani biraz fazla acele edip planlarını ortaya çıkarmış. Şair deincinip cevap vermemiş.

Bununla birlikte, Charles Morel'de, hırsın yanısıra daha somutgerçeklere de belirgin bir eğilim vardı. Avluda, bir yelek dikmekteolan Jupien'in yeğenini görmüştü; bana sadece "fantezi" biryeleğe ihtiyacı olduğunu söylediği halde, genç kızdan epeyceetkilendiğini hissettim. Aşağı inip onu tanıştırmamı hiççekinmeden rica etti: "Ama ailenizle ilişkimden sözetmeden,anlıyorsunuz değil mi? Babam konusunda ketumdavranacağınıza güveniyorum; değerli bir sanatçı dostumdersiniz sadece, anlıyorsunuz değil mi? Esnaf üzerinde iyi birizlenim bırakmakta yarar var." Gerçi kendisini fazlatanımadığımdan –bunu anlayışla karşılıyordu– "aziz dostum"diyemesem de genç kızın yanında kendisine, "elbette azizüstadım değil ama... isterseniz aziz sanatçı" diye hitapedebileceğimi ima etmişti, ama ben dükkânda Saint-Simon'undeyişiyle onu "nitelemekten" kaçındım ve onun "siz"lerine"siz'lerle karşılık vermekle yetindim. Birkaç kadife parçasıarasından seçtiği, o kadar parlak, o kadar cırtlak bir kırmızıydı ki,çok zevksiz olduğu halde, o yeleği sonradan hiç giyemedi. Gençkız tekrar iki çırağıyla birlikte çalışmaya koyuldu, ama bana öylegeldi ki etkilenme karşılıklı olmuş ve genç kız "benim çevremden"(yalnız daha şık ve daha zengin) zannettiği Charles Morel'den çokhoşlanmıştı. Babasının bana gönderdiği fotoğraflar arasında,Elstir'in Miss Sacripant (yani Odette) portresinin de bir fotoğrafınıbulunca çok şaşırdığımdan, Charles Morel'i dış kapıya geçirirkendedim ki: "Bana bir konuda bilgi verebilir misiniz acaba? Amcambu hanımı yakından mı tanırdı? Amcamın hayatının hangidöneminde yer almış olabileceğini kestiremiyorum; M. Swann'lailişkili olarak ilgimi çekti de..." - "Neredeyse unutuyordum;

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

300

babam da zaten bu hanıma dikkatinizi çekmemi tembih etmişti.Siz amcanızı son gördüğünüzde, bu kibar fahişe de evindeymiş,öğle yemeğinde. Babam sizi içeriye alıp almamak konusunda birtereddüt geçirmiş. O hafifmeşrep hanım sizden çok hoşlanmış,tekrar görmek istemiş. Ama babamın söylediğine göre, tam osırada aile içinde küslük olmuş, bir daha da amcanızıgörmemişsiniz." Bu esnada, Jupien'in yeğeniyle uzaktanvedalaşmak üzere gülümsedi. Genç kız Charles Morel'in zayıf amadüzgün çehresini, ipeksi saçlarını, neşeli gözlerini seyrediyor veherhalde beğeniyordu. Bense Charles Morel'in elini sıkarken MmeSwann'ı düşünüyor, bundan böyle onu "Pembeli hanım"laözdeşleştirmem gerekeceğini büyük bir şaşkınlıklafarkediyordum; çünkü ikisi benim hafızamda birbirinden çok ayrıve farklıydılar.

M. de Charlus az sonra Mme Swann'ın yanma oturdu.Bulunduğu her toplantıda erkeklere karşı aşağılayıcı olan vekadınlar tarafından pohpohlanan M. de Charlus, hemen gidip enşık kadınla bütünleşir, kendisini onun tuvaletiyle kaplanmış gibihissederdi. Baronun redingotu veya frakı, onu büyük birrenkçinin başarılı portrelerinden birine benzetirdi: yanındakiiskemlede, kıyafet balosuna giyeceği parıltılı bir manto bulunanbir siyahlı adam portresi. Genellikle bir prensesle yaptığı bu başbaşa sohbet, M. de Charlus'ye hoşlandığı bir ayrıcalık sağlardı.Bunun sonuçlarından biri, örneğin bir kutlamada, bütün erkeklerarkada sıkışırken, bir tek baronun, öndeki bir sıra hanımınarasında bir iskemlede oturmasına ev sahibelerinin izinvermesiydi. Ayrıca, yanındaki büyülenmiş hanıma çok yükseksesle eğlenceli bir şeyler anlatmaya o kadar dalmış gibi görünürdüki, gidip diğerlerini selamlamaktan, dolayısıyla bazı görevleriyerine getirmekten de bağışık tutulurdu. Seçtiği güzelin parfümduvarının ardında, sanki bir tiyatronun ortasında locadaymışgibi, balonun ortasında yalıtılmış olurdu ve kendisini deyim

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

301

yerindeyse arkadaşının güzelliği ardından selamlamak üzeregelenlere çok kısa bir karşılık verip bir hanımla sohbetinibölmemesi mazur görülürdü. Hiç şüphe yok ki Mme Swann,baronun kendini bu şekilde beraberinde sergilemek istediğikadınlar sınıfından olamazdı kesinlikle. Yine de M. de CharlusMme Swann'a bir hayranlık, kocasına da dostluk beslediğini bilirve kendi de, hazır bulunanlar arasındaki en güzel kadıntarafından itibarının lekelenmesinden gurur duyardı.

Esasen Mme de Villeparisis, M. de Charlus'nün ziyaretine tamolarak sevinememişti. Baron, teyzesine çok kusur bulmaklabirlikte onu çok severdi. Ama bazen de, öfkenin, hayalîkırgınlıkların etkisiyle, içgüdülerini bastırmayıp teyzesine aşırısert mektuplar yazar, o güne kadar farketmemiş gibi göründüğüufacık şeyleri mesele yapardı. Birçok örnek arasından, Balbec'tekitatilim sırasında öğrenmiş olduğum şu olayı aktarabilirim: Mmede Villeparisis Balbec'teki tatilini uzatmak istediğinde, yanındagetirdiği para yetmez endişesiyle, cimri olduğu ve gereksizmasraflardan çekindiği için Paris'ten para gönderilmesini deistememiş, M. de Charlus'den üç bin frank borç almıştı. Baron, biray sonra, teyzesine önemsiz bir nedenle kızıp borcunu telgrafhavalesiyle göndermesini istemişti. Eline geçen para, iki bindokuz yüz doksan küsur franktı. Birkaç gün sonra teyzesiyleParis'te görüştüğünde, dostça sohbet ederlerken, çok yumuşakbir şekilde, bankanın bir hata yaptığını belirtmişti. "Yok canım,hata yok," diye cevap vermişti Mme de Villeparisis, "telgrafhavalesinin masrafı altı frank yetmiş beş santim." - "Ya! Bilerekyapılmışsa mesele yok," demişti M. de Charlus. "Ben belkibilmiyorsunuzdur diye söylemiştim; olur da banka size benimkadar yakın olmayan başka kişilere de aynı şeyi yaparsa canınızsıkılır diye." - "Yo hayır, hiçbir hata yok." M. de Charlus, "Aslındaçok haklısınız," diye neşeyle konuyu kapatmış ve teyzesinin elinisevecenlikle öpmüştü. Gerçekten de teyzesine katiyen kızmamış,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

302

bu küçük cimriliğe gülüp geçmişti. Ne var ki bir süre sonra,teyzesinin bir aile meselesinde kendisini oyuna getirmek,kendisine karşı "bir komplo düzenlemek" istediğini zannetmiş,teyzesi de doğrusu aptallık edip zaten yeğeninin kendine karşısuçortağı gibi gördüğü kimi işadamlarının arkasına gizlenince, M.de Charlus şiddet ve küstahlıkla dolup taşan bir mektup yazmıştı."İntikam almakla yetinmeyeceğim," diye de altına bir notdüşmüştü; "sizi gülünç duruma düşüreceğim. Yarından tezi yok,gidip herkese telgraf havalesi olayını, size verdiğim üç binfranklık borcun altı frank yetmiş beş santimini düştüğünüzüanlatacağım; şerefinizi iki paralık edeceğim." Bunun yerine, ertesigün, gerçekten çok çirkin cümlelerin bulunduğu o mektubuyazdığına pişman olarak gidip Mme de Villeparisis'den özürdilemişti. Zaten telgraf havalesi olayını kime anlatabilirdi ki?İstediği intikam değil, gerçekten barışmak olduğu için, o sıradameseleyi saklardı saklamasına. Ama daha önce herkese anlatmıştızaten; teyzesiyle arası çok iyi olduğu halde, bir kötü niyetiolmadan, güldürmek amacıyla ve boşboğazlığın canlı timsaliolduğu için anlatmıştı. Anlatmıştı ama Mme de Villeparisis'ninbundan haberi yoktu. Teyzesi de, kendisine iyi ettiğini söylediğihalde, olayı yayarak şerefini lekelemeye niyetli olduğunumektuptan öğrenince, yeğeninin o sırada kendisini kandırdığını,şimdi de seviyormuş gibi yapıp yalan söylediğini düşünmüştü.Bütün bu olaylar yatışmıştı, ama ne biri, ne öteki, karşısındakininkendisi hakkındaki düşüncelerim tam olarak bilemiyordu.Şüphesiz bu, sık sık tekrarlanan dargınlıkların biraz özel birtürüydü. Bloch'la arkadaşları arasındaki dargınlıklar farklı bircinstendi. M. de Charlus'yle, Mme de Villeparisis'den çok başkainsanlar arasındakiler, ileride görüleceği gibi, apayrı bir türdendi.Buna rağmen, şunu unutmamak gerekir ki, insanların birbirlerihakkındaki fikirleri, dostluk ve aile ilişkileri sadece görünürdesabit, aslındaysa, deniz gibi hep hareketlidir. Bu yüzden de,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

303

mükemmel bir çift gibi görünen karı-kocaların boşanacağıyolunda dedikodular dolaşır, hemen ardından birbirlerindensevgiyle sözettikleri duyulur; içtikleri su ayrı gitmeyen ikidosttan biri, öteki hakkında söylemediğini bırakmaz, daha bizşaşkınlığımızı yenemeden, ikisi barışmış olurlar; kısacık bir süreiçinde, uluslar arasındaki ittifaklar altüst oluverir.

"Aman Tanrım, dayımla Mme Swann kızıştılar," dedi Saint-Loup bana. "Annem de bütün masumiyetiyle aralarına girmez mi!Herkesi nasıl bilirsin? Kendin gibi."

M. de Charlus'yü seyrediyordum. Kır saçlarının küçük perçemi,monoklünün havaya kaldırdığı kaşının altında gülen gözü vekırmızı çiçekler takılı yakası, ihtilaçlı ve göz alıcı bir üçgenin üçhareketli köşesini oluşturuyordu sanki. Kendisine selamvermeye cesaret edememiştim; çünkü beni gördüğüne dair birişaret vermemişti. Oysa yüzü bana dönük oturmadığı halde, benigörmüş olduğundan emindim; baron, bir dizi Mme Swann'ınmenekşe rengi harikulade paltosunun dalgalan arasındakaybolmuş, bir yandan ona bir şeyler anlatırken, bir yandan daaynasızların gelmesinden korkan bir seyyar satıcı gibi, kaçamakbakışlarla salonun dört bir yanını taramış, kim var kim yoksahepsini görmüştü mutlaka. M. de Châtellerault gelip kendisineselam verdiğinde, M. de Charlus'nün yüzünde, genç dükü,karşısında bulduğu andan önce gördüğünü ele veren en ufak birbelirti olmadı. Bunun gibi biraz kalabalık toplantılarda, M. deCharlus'nün dudaklarında neredeyse sürekli olarak, belirli biryönü veya hedefi olmayan bir tebessüm bulunurdu; böylece,baronu selamlamaya gelenleri bir anlamda hazır bekleyengülümsemenin alanına girdiklerinde, onlara yönelik bir nezakettaşımazdı bu tebessüm. Benim her şeye rağmen gidip MmeSwann'ı selamlamam gerekiyordu. Ama o benim Mme de

Marsantes'ı ve M. de Charlus'yü tanıyıp tanımadığımı bilmediği

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

304

için, beni kendilerine takdim etmesini isterim endişesiyle olsagerek, epeyce soğuk davrandı. Ben de bunun üzerine M. deCharlus'ye yöneldim ve ânında pişman oldum; çünkü benimutlaka görmüş olmalıydı, ama hiçbir şekilde belli etmiyordu.Önünde durup eğildiğimde, bedenine yaklaşmamı engelleyen,öne upuzun uzattığı kolunun ucundaki bir tek, piskoposyüzüğünden yoksun parmak, sanki kutsal yüzük yeriniöptürmek amacıyla sunulmuş gibiydi ve adeta baronun haberiolmadan, sorumluluğu bana yüklenen bir zorlamayla,gülümsemesinin sürekliliğine, isimsiz ve boş yayılımına nüfuzetmişti. Bu soğuk tavrı, Mme Swann'ın kendi soğukluğundanvazgeçmesi için itici bir dürtü olmadı.

"Ne kadar yorgun ve huzursuz görünüyorsun!" dedi Mme deMarsantes, M. de Charlus'yü selamlamaya gelmiş olan oğluna.

Gerçekten de Robert'in bakışları bir an derinlere dalıyor, sonraderhal, dibe varmış bir dalgıç gibi yüzeye çıkıyordu. DeğdiğindeRobert'e bunca acı veren, o yüzden de hemen kaçtığı, amabirazdan tekrar döndüğü bu dip, metresinden ayrılmış olduğudüşüncesiydi.

"Olsun," diye ekledi annesi, Robert'in yanağını okşayarak,"olsun, yavrumu görmek yine de çok güzel."

Ama bu şefkati Robert'i sinirlendirmiş gibi görününce, Mme deMarsantes oğlunu salonun bir ucuna, sarı ipek kaplı, birkaçBeauvais koltuğun mora çalan döşemelerinin, bir düğünçiçeğitarlasında kızıla boyanmış süsenler gibi toplaştığı bir girintiyegötürdü. Mme Swann yalnız kalınca, Saint-Loup'yla arkadaşolduğumu da anladığından, yanma gitmem için işaret etti.Kendisini o kadar uzun süredir görmemiştim ki, nekonuşacağımı bilemiyordum. Halının üstündeki şapkalararasında kendiminkini hiç gözden kaybetmiyor, bir yandan da,Guermantes Dükü'ne ait olmadığı halde, astarında düklük tacının

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

305

G'si bulunan şapkanın kimin şapkası olabileceğini merakediyordum. Bütün konukları tanıyor, şapkanın sahibi olabilecekbirini göremiyordum aralarında.

"M. de Norpois ne kadar cana yakın," dedim Mme Swann'a, eskibüyükelçiyi göstererek. "Gerçi Robert de Saint-Loup, onun içinbaşbelası diyor ama..."

"Çok haklı," diye cevap verdi Mme Swann.Mme Swann'ın bakışlarının, benden gizlediği bir yerlere

kaydığını görünce, onu soru yağmuruna tuttum. O da, belkikimseyi tanımadığı bu salonda biriyle çok meşgul görünmektenmemnun olarak, beni bir köşeye çekti.

"Bakın, M. de Saint-Loup herhalde size şunu söylemekistemiştir," dedi bana; "ama sakın kendisine söylemeyin,boşboğazlık ettiğimi düşünmesini istemem; onun fikrine çokdeğer veririm; bilirsiniz benim 'özüm sözüm birdir.' GeçenlerdeCharlus, Guermantes Prensesi'ne akşam yemeğine gitmiş;bilmem nasıl, sizden söz açılmış. M. de Norpois da onlara –aptalcabir şey, sakın bunu kendinize dert etmeyin; zaten kimse deüstünde durmamış, kimin söylediği belli çünkü– sizin yarı isterikbir dalkavuk olduğunuzu söylemiş."

Babamın M. de Norpois gibi bir arkadaşının, benle ilgili olarakböyle ifadeler kullanması karşısındaki şaşkınlığımı çok daha önceanlatmıştım. Çok eskilerde kalmış o günde, Mme Swann veGilberte'ten sözederkenki heyecanımın, beni hiç tanımadığınızannettiğim Guermantes Prensesi tarafından bilinmesine daha daçok şaşırdım. Her hareketimiz, her sözümüz, her tavrımızla, onudoğrudan görmemiş, duymamış olan insanlar arasında,geçirgenliği sonsuz değişken olan ve bizim tarafımızdanbilinmeyen bir ortam bulunur. Yayılmasını şiddetle arzuettiğimiz önemli bir sözümüzün (örneğin benim bir zamanlar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

306

Mme Swann'la ilgili olarak herkese, her fırsatta söylediğim,ektiğim bunca tohumdan bir tanesi mutlaka filizlenir diyedüşündüğüm coşkulu sözler) çoğunlukla bu arzumuzyüzünden derhal hasıraltı edildiğini tecrübeyle öğrenmişken,bizim bile unutmuş olduğumuz ufacık bir sözümüzün, hattâbizim tarafımızdan telaffuz edilmemiş, farklı bir sözün iletilirkençarpıtılmasıyla ortaya çıkmış bir sözün, hiçbir engel tanımadanmuazzam mesafeler katedebileceği –sözkonusu olaydaGuermantes Prensesi'ne ulaşacağı– ve bizi harcayarak tanrılarınşölenini şenlendireceği aklımızdan bile geçmez doğal olarak.Davranışımız hakkında bizim hatırladığımız şeyi en yakınımızbilmez; unuttuğumuz, hattâ hiç söylememiş olduğumuz bir sözise, bir başka gezegende kahkahalara yol açar; bizimhareketlerimizin başkalarındaki izlenimiyle bizdeki izlenimiarasındaki benzemezlik, bir resimle, o resmin siyah bir çizgininyerine bir boşluk, beyaz bir çizginin yerine anlaşılmaz bir siluetgörünen kötü bir kopyası arasındaki fark kadar büyüktür. Esasen,kopyada çıkmamış olan şeyin, bizim sırf kendimizi hoş tutmakiçin gördüğümüz gerçekdışı bir çizgi olması, bize eklenmiş gibigörünen şeyinse, aslında çok temel bir özelliğimiz olduğu içingözümüzden kaçması da muhtemeldir. Öyle ki, bize hiçbenzemiyormuş gibi gelen bu garip suret, bazen bir röntgenfilminin, kuşkusuz insanı pek güzel göstermeyen, ama derin veyararlı gerçeğini içinde barındırır. Elbette bu, o surete bakıncakendimizi tanımamız için bir sebep teşkil etmez. Aynada güzelyüzüne ve alımlı gövdesine bakıp gülümseme alışkanlığı olanbiri, kendisine röntgen filmini gösterdiğinizde, kendi suretiolduğu söylenen bu kemik yığını karşısında, tıpkı bir sergiyigezerken, bir genç kadın portresine bakıp da katalogda, "Uzanmışhecin devesi" yazısını okuyan bir adam gibi, bir yanlışlıkolduğundan kuşkulanacaktır. Daha sonraları, kişinin kendisitarafından çizilen suretiyle başkaları tarafından çizilen sureti

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

307

arasındaki sapmayı, kendimden başkalarıyla da ilgili olarakfarkettim; kendi çektikleri bir dizi fotoğrafın ortasında memnunmesut yaşayıp giderken, normal şartlarda kendilerinin görmediğikorkunç resimlerden bir tanesi, "Bu sizsiniz," diye tesadüfengösterildiğinde, şaşkınlıktan donakalıyorlardı.

Birkaç yıl önce olsa, M. de Norpois'ya "hangi konuda" öyleyaltaklandığımı Mme Swann'a söylemekten mutluluk duyardım;çünkü "konu", kendisiyle tanışma arzumdu. Ama şimdi böyle birduygum yoktu, Gilberte'i sevmiyordum artık. Öte yandan, MmeSwann'ı çocukluğumdaki Pembeli Hanım'la bir türlüözdeşleştiremiyordum. Bu yüzden, o an kafamı kurcalayankadından sözettim.

"Biraz önce Guermantes Düşesi'ni gördünüz mü?" diye sordumMme Swann'a.

Ama düşes kendisine selam vermediği için, Mme Swann daonu, varlığı farkedilmeyecek kadar önemsiz biri olarakgörüyormuş izlenimini uyandırmak istedi.

"Üzgünüm, farketmemişim," diye kestirip attı, İngilizce'dentercüme edilmiş bir ifade kullanarak.

Oysa ben yalnız Mme de Guermantes'la değil, yakınındakiherkesle ilgili bilgi almak istiyordum, ama tıpkı Bloch gibi,konuşmalarında karşısındakine kendini beğendirmeye değil,bencilce, kendilerini ilgilendiren konuları açıklığa kavuşturmayaçalışan insanların patavatsızlığıyla, Mme de Guermantes'inhayatını kafamda tam olarak canlandırabilmek için, Mme deVilleparisis'yi Mme Leroi konusunda sorguya çektim.

"Evet, biliyorum," dedi, yapmacık bir küçümsemeyle, "zenginbir odun tüccarının kızıdır. Şimdi sosyeteye girip çıktığındanhaberdarım, ama ben yeni insanlarla tanışamayacak kadaryaşlandım artık. Zamanında o kadar ilginç, o kadar hoş insanlar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

308

tanıdım ki, Mme Leroi'nın bana bir şey katacağını sanmıyorumdoğrusu."

Markizin nedimeliğini üstlenmiş olan Mme de Marsantes beniprense takdim ediyordu ki, M. de Norpois da gelip son derecesevecen sözler söyledi hakkımda. Belki zaten takdim edilmişolduğuma göre, bana, itibarını hiçbir şekilde sarsmayacak olan birkibarlıkta bulunmak işine gelmişti; belki ünlü de olsa biryabancının, Fransız salonlarından pek haberdar olmadığını vekendisine bir yüksek sosyete delikanlısının takdim edildiğinizannedebileceğim düşünmüştü; belki de bir ayrıcalığınıkullanmak, bir büyükelçi sıfatıyla kendi tavsiyesinin ağırlığınıhissettirmek, ya da altesin de hoşuna gidecek bir geleneği, birprense takdim edilmek için iki kişinin gerekli olduğunuhatırlatmak, eskiye bağlılığının zevkini çıkarmak istemişti.

Mme de Villeparisis, Mme Leroi'yla tanışmadığına üzülmesigerekmediğini benim önümde M. de Norpois'ya da onaylatmaihtiyacı duyarak büyükelçiye seslendi.

"Sayın büyükelçi, Mme Leroi'nın önemsiz biri olduğu, benimevime girip çıkan insanlardan çok daha aşağı düzeyde olduğu veonu davet etmemekte haklı olduğum doğru değil mi?"

M. de Norpois, karşılık olarak, belki başına buyrukluğundan,belki yorgunluktan, çok saygılı, ama anlamdan yoksun bir selamvermekle yetindi.

"Beyefendi," dedi Mme de Villeparisis gülerek, "öyle gülünçinsanlar var ki! Bugün ziyaretime gelen bir bey, benim elimiöpmenin kendisine genç bir kadının elini öpmekten daha fazlazevk verdiğine inandırmaya çalıştı beni, düşünebiliyormusunuz?"

Bunun Legrandin olduğunu hemen anladım. M. de Norpois,sanki bu çok doğal bir tensel arzuymuş ve bunu hisseden kişiye

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

309

kızılamazmış, neredeyse, bağışlamaya, hattâ Voisenon veya OğulCrebillon tarzı sapkın bir hoşgörüyle desteklemeye hazır olduğubir roman başlangıcıymış gibi, hafifçe göz kırparak gülümsedi.

"Şu gördüklerimi pek çok genç kadının eli yapamaz," dedi prens,Mme de Villeparisis'in suluboyalarını göstererek.

Ardından markize, Fantin-Latour'un yeni sergisindeki çiçeklerigörüp görmediklerini sordu.

"Birinci sınıf resimler, günümüzün deyişiyle parlak birressamın, bir palet ustasının elinden çıkmış resimler," dedi M. deNorpois; "bununla birlikte Mme de Villeparisis'nin çiçekleriylekıyaslanamayacakları kanısındayım; markizin resimlerindeçiçeklerin renkleri çok daha canlı, daha gerçek."

Eski büyükelçinin eski âşık kayırıcılığıyla, karşısındakini övmealışkanlığıyla, bir arkadaş topluluğunda kabul gören fikirlerdoğrultusunda konuştuğu varsayılsa bile, sosyete insanlarınınsanatsal yargılarının nasıl bir gerçek zevk yoksunluğu üzerinekurulduğunu kanıtlamaya, bu sözler yeterdi; bu yargılar o kadarkeyfîdir ki, bir hiç yüzünden en saçma sapan noktalara varabilirve bu arada da kendilerini durduracak, gerçekten hissedilmişherhangi bir duyguya, izlenime rastlamazlar.

Mme de Villeparisis, alçakgönüllülükle, "Çiçekleri tanımamdaövünülecek bir yan yok, ben hep kırlarda yaşadım," diye cevapverdi. "Ne var ki," diye kibarca ekledi, prense hitaben, "çok küçükyaşta, etraftaki diğer taşralı çocuklardan biraz daha ciddi bilgilere,kavramlara sahip olduysam, bunu sizin milletinizden son derecedeğerli bir insana, M. de Schlegel'e borçluyum. KendisiyleBroglie'de tanışmıştım; Cordelia Teyzem (Mareşal Castellane'ıneşi) götürmüştü beni oraya. Çok iyi hatırlarım, M. Lebrun, M. deSalvandy ve M.Doudan, M. de Schlegel'i çiçekler hakkındakonuştururlardı. Ben küçücük bir kızdım, söylediklerini tam

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

310

anlayamazdım. Ama benimle oynamayı severdi; ülkenizedöndüğünde, faytonla Val Richer'e yaptığımız, benim onunkucağında uyuyakaldığım bir gezinin hatırası olarak, çok güzelbir botanik kitabı göndermişti bana. O kitabı hiç kaybetmedim;çiçeklerin, o kitap olmasa hiç farketmeyeceğim özelliklerinigörmeyi öğretmiştir bana. Mme de Barante, Mme de Broglie'ninkendi gibi güzel ve yapmacıklı bazı mektuplarını yayınladı;aralarında M. de Schlegel'in kimi sohbetlerini de bulmayıummuştum. Ama Mme de Broglie doğada sadece dinî kanıtlararayan bir kadındı."

Annesiyle birlikte salonun bir ucunda bulunan Robert beniyanma çağırdı.

"Yaptıkların için sana nasıl teşekkür edeceğim?" dedim. "Yarınbirlikte bir akşam yemeği yiyebilir miyiz?"

"Yarın, olabilir, ama Bloch da gelsin; onunla kapının önündekarşılaştım; ilk anda soğuk davrandı, çünkü iki mektubunu, hiçistemediğim halde cevapsız bırakmıştım (bu yüzden kırıldığınıkendisi söylemedi ama, ben anladım); fakat sonra o kadar yakınlıkgösterdi ki, böyle bir dosta nankörlük etmem mümkün değil.Aramızdaki dostluğun, en azından onun açısından ebedîolduğunu hissediyorum."

Robert'in pek fazla yanıldığını sanmıyorum. Bloch'un öfkeliyergileri, genellikle karşılıksız bırakıldığını zannettiği büyük birsevginin sonucuydu. Başkalarının hayatını pek düşünmediğiiçin de, karşısındakinin hasta veya yolculukta olabileceği aklınabile gelmez, bir haftalık bir suskunluğu derhal kasıtlı birsoğukluğa yorardı. Bu yüzden, arkadaş olarak, daha sonra dayazar olarak, en şiddetli kızgınlıklarının bile, aslında pek derinolmadığını düşünmüşümdür hep. Öfkesine buz gibi birağırbaşlılıkla karşılık verildiğinde iyice çileden çıkar, karşısındakibir bayağılık yaparsa saldırılarını iki katma çıkarır, ama içten bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

311

yakınlık karşısında genellikle teslim olurdu. "Senin içinyaptıklarıma gelince," diye devam etti Saint-Loup, "aslında bir şeyyapmış değilim; yengem senin ondan kaçtığını, tek kelimekonuşmadığını söylüyor. Ona bir hıncın mı var acaba diyedüşünmüş."

Bu sözlere kansaydım bile, Mme de Guermantes'ı tekrargörmek, kendisine bir hınç beslemediğimi söylemek, dolayısıylaonu, aslında kendisinin benden hoşlanmadığını söylemekzorunda bırakmak yolundaki girişimlerim, çok yakındagerçekleşeceğini sandığım Balbec'e gidişimiz tarafındanengellenirdi. Ne var ki, düşesin bana evindeki Elstir'lerigöstermeyi bile teklif etmediğini hatırlamam yeterliydi. Zatenhayal kırıklığına uğradığım bile söylenemezdi; bana tablolardansözetmesini beklememiştim kesinlikle; düşesin bendenhoşlanmadığını, beni seveceğini ummamın yersiz olduğunubiliyordum; olsa olsa, kendisini Paris'i terk etmeden tekrargöremeyeceğime göre, iyi yürekliliği sayesinde ondanyumuşacık, güzel duygularla ayrılmayı, Balbec'e giderkenyanımda kaygı ve üzüntüyle karışık bir anı yerine, bu eldeğmemiş, sonsuza kadar sürebilecek duyguyu götürmeyiumabilirdim.

Mme de Marsantes Robert'le sohbetini ikide bir keserek banadönüyor, oğlunun kendisine benden ne kadar çok sözettiğini,beni ne kadar sevdiğini söylüyordu; bana gösterdiği yakınlığaneredeyse üzülüyordum, çünkü kaynağının, oğlunu kızdırmakorkusu olduğunu hissediyordum; henüz oğluylagörüşememişti, onunla yalnız kalmak için sabırsızlanıyor,Robert'in üzerinde benim kadar nüfuzu olmadığını düşünerekbeni idare etme ihtiyacı duyuyordu. Daha önce benim Bloch'abüyükamcası M.Nissim Bernard'ın haberlerini sorduğumuişitmiş olan Mme de Marsantes, bunun bir ara Nice'te yaşayan M.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

312

Bernard olup olmadığım sordu."Öyleyse, M. de Marsantes benimle evlenmeden önce Nice'te

tanışmışlar," dedi. "Kocam bana kendisinden mükemmel birinsan, hassas ve cömert bir adam olarak sık sık sözederdi."

Bloch bunu duysa, "İnanılır gibi değil, demek bir kez olsun,büyükamcamın söylediği yalan değilmiş," diye düşünürdü.

Bütün bu süre boyunca, keşke Mme de Marsantes'a Robert'inkendisini beni sevdiğinden çok daha fazla sevdiğini, o banadüşmanca da davransa, Robert'i annesi aleyhinde etkilemeye,annesinden soğutmaya çalışacak yapıda bir insan olmadığımısöyleyebilsem, diye düşünüyordum. Ama Mme de Guermantesgittiğinden beri daha rahatça gözleme fırsatı bulduğum Robert'iniçinde yeniden bir öfkenin kabardığını, kasılmış, kararmışçehresine yayıldığını o sırada farkettim. Öğleden sonra yaşanansahneyi hatırlayıp, metresinin kendisine o sertlikle davranmasınaitirazsız izin verdiği için benim karşımda küçük düştüğünühissetmiş olmasından korkuyordum.

Kolunu boynuna dolamış olan annesinden sert bir hareketleayrılarak, beni Mme de Villeparisis'nin yeniden başına geçtiğiçiçekli küçük tezgâhının arkasına sürükledi ve kendisini izleyerekküçük salona geçmem için işaret etti. Hızla oraya gidiyordum ki,M. de Charlus, belki çıkışa yöneldiğimi zannederek, sohbetetmekte olduğu M. de Faffenheim'ın yanından birden ayrılarakhızla döndü ve karşımda durdu. İçinde bir G harfiyle düklük tacıbulunan şapkayı almış olduğunu endişeyle farkettim. Küçüksalonun kapısında, yüzüme bakmadan şöyle dedi:

"Madem artık sosyeteye girip çıkmaya başladınız, beni de ziyaretederseniz memnun olurum. Yalnız biraz zor olacak," diye ekledi,kayıtsızca, hesaplı bir tavırla; sanki benimle uygun koşullanayarlama fırsatını bir kez kaçırsa, gerçekleşmesi mümkün

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

313

olamayacak bir memnuniyetmiş gibi. "Pek evde bulunmam;önceden yazmanız gerekir. Ama bunu size rahat rahat açıklamayıisterim. Birazdan çıkıyorum. Benimle biraz yürür müsünüz?Fazla vaktinizi almam."

"Beyefendi, dikkatinizi çekerim," dedim; "yanlışlıklakonuklardan birinin şapkasını almışsınız."

"Şapkamı almama bir itirazınız mı var?"Biraz önce benim de başıma aynı şey gelmiş olduğundan, onun

da şapkasını bir başkası aldığı için şapkasız sokağaçıkamayacağına göre rasgele gözüne ilişen bir şapkayı aldığını,benimse bu oyunu açığa çıkararak kendisini zor durumdabıraktığımı düşündüm. Bu yüzden ısrar etmedim. Önce Saint-Loup'yla birkaç kelime konuşmam gerektiğini söyledim. "O salakGuermantes Dükü'yle konuşuyor şu anda," diye de ekledim. "Busöylediğiniz çök hoş, ağabeyime ileteceğime." - "Ya! M. de Charlus'nün ilgisini çekeceğini mi düşünüyorsunuz?" (Bir ağabeyi varsa,onun da soyadının Charlus olması gerektiğini düşünmüştüm.Saint-Loup bu konuda Balbec'te bazı açıklamalarda bulunmuştu,ama hepsini unutmuştum.) "Size M. de Charlus 'den sözedenoldu mu?" dedi baron küstah bir tavırla. "Siz Robert'in yanmagidin. Bu öğlen, şerefini iki paralık eden bir kadınla birliktedüzenledikleri âleme sizin de katıldığınızı biliyorum. Soyadımızırezil etmekle zavallı annesini de, hepimizi de ne kadar üzdüğünüona anlatmak için, üzerindeki nüfuzunuzu kullanmanız iyiolurdu."

O aşağılık öğle yemeğinde sadece Emerson'dan, Ibsen'den,Tolstoy'dan sözettiğimizi, genç kadınınsa, Robert'e sadece suiçmesi için ısrar ettiğini söylemek isterdim cevap olarak.Gururunun incindiğini sandığım Robert'i birazcık olsunavutabilmek için, metresini haklı çıkarmaya çalıştım. O sıradaRobert'in, metresine çok kızgın olmakla birlikte, kendini

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

314

suçladığını bilmiyordum. İyi bir erkekle kötü bir kadın arasındaki,taraflardan birinin yüzde yüz haklı olduğu kavgalarda bile, kötükadının bir konuda haksız olmadığı izlenimini uyandırabilecekufacık bir şey vardır her zaman. Kötü kadın bunun dışındaki diğerbütün konuları bir yana bıraktığından, iyi erkek, kadına birazcıkolsun ihtiyaç duyduğunda, ayrılık moralini bozduğunda, zaafıonu kuruntulara gark edecek, kendisine yöneltilen saçma sapansitemleri hatırlayıp acaba bu sitemlerin haklı bir yanı var mı diyedüşünecektir.

"Sanıyorum şu kolye olayında hatalı davrandım," dedi Robert."Herhangi bir kötü niyetim yoktu elbette, ama başkalarıkendilerini bizim yerimize koymaz ki. Rachel'in çok zor bir hayatıolmuş. Ben, onun gözünde, her şeye rağmen her istediğiniparayla elde edebileceğini zanneden, yoksulun mücadeleedemeyeceği zenginim; mesele ister Boucheron'u etkilemekolsun, ister mahkemede bir davayı kazanmak. Evet, benim daimaonun iyiliğini istediğim düşünülürse, çok acımasız davrandı.Ama şimdi gayet iyi anlıyorum; benim ona, parayla kendisini eldetutabileceğimi hissettirmeye çalıştığımı zannetti; oysa kesinlikleöyle değil. O ki beni o kadar sever, kimbilir neler düşünüyordur!Zavallı yavrucak, bir bilsen, öyle incelikleri vardır ki, anlatamamsana, benim için ne hoş şeyler yapmıştır. Kimbilir ne kadarmutsuzdur şu anda! Ne olursa olsun, beni dangalağın teki olarakgörmesini istemem; ben hemen Boucheron'a, kolyeyi almayagidiyorum. Kimbilir, belki de benim bu davranışımı görüncekendi hatalarını kabul eder. Anlıyorsun değil mi? Benimdayanamadığını, şu anda onun acı çekiyor olması. İnsan kendiçektiği acıyı bilir, önemli değildir. Ama onun acı çektiğinidüşünmek ve gözünde canlandıramamak insanı delirtiyor; onaböyle acı çektireceğime, bir daha hiç görmemeye bile razı olurum.Eğer öylesi gerekiyorsa, bensiz mutlu olsun; yeter ki mutluolsun. Biliyor musun, ona ilişkin her şey benim gözümde dev

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

315

boyutlar kazanıyor, adeta evrenselleşiyor; hiç vakit kaybetmedenkuyumcuya, oradan da kendisinden özür dilemeye gideceğim.Ben oraya varıncaya kadar benim hakkımda neler düşünecekkimbilir? Bari geleceğimi bilse! Ne olursa olsun, sen oraya, evinegelebilirsin; belli olmaz, belki de her şey yoluna girer. Belki de,"dedi gülümseyerek, böyle bir rüyaya inanmaya cesaretedemezmiş gibi, "üçümüz birlikte kırda akşam yemeği yeriz. Amaşimdilik bilemeyiz, onu idare etmeyi hiç beceremiyorum; zavallıyavrucak, belki de yine inciteceğim onu. Hem ayrıca kararı kesinde olabilir.”

Robert birden beni annesinin yanma sürükledi."Hoşçakal," dedi annesine; "benim gitmem gerekiyor. Bir daha

ne zaman izinli gelebileceğimi bilmiyorum; herhalde bir aydanönce olmaz. Öğrenir öğrenmez mektup yazar, haber veririm."

Robert, anneleriyle birlikte sosyete toplantılarındabulunduklarında, başkalarına dağıttıkları gülücüklerle selamlanannelerine karşı sert ve sabırsız bir tavırla dengelemelerigerektiğini] düşünen evlatlardan değildi şüphesiz. Ailesine karşıkabalığın doğal olarak tören ciddiyetini tamamladığını düşüneninsanlar m bu iğrenç intikamı son derece yaygındır. Zavallı annene derse desin, oğlu, oraya istemediği halde, zorla götürülmüş vebunu pahalıya ödetmek istermiş gibi, annesinin çekinereksöylediği şeye derhal alaylı, keskin ve acımasız bir itirazla karşılıkverir; annesi, her ne kadar oğlunu yatıştırmayı beceremese de, otatlı mizacıyla, bu üstün yaratığın fikrine katılır hemen; onunyokluğunda herkese oğlunu metheder; oğluysa en sertsaldırılarını bile annesinden esirgemez. Saint-Loup katiyen bu türbir evlat değildi; ne var ki Rachel'in yokluğunun yarattığı yürekdaralması, annesine, farklı nedenlerle de olsa, tıpkı bu evlatlarkadar zalimce davranmasına yol açıyordu. Söylediği sözlerin Mmede Marsantes'ı, oğlu geldiğinde gizleyemediği kanat çırpışını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

316

andıran bir çırpınmayla irkilttiğim gördüm; ama şu anda Robert'ebakarken çehresi kaygılı, gözleri hüzünlüydü.

"Ne, gidiyor musun Robert? Gerçekten mi? Canım oğlum! Senigörebileceğim tek gündü bugün!"

Sonra sesini biraz alçaltarak, doğal bir tonla, oğlunda acıklı birmerhamet uyandırabilecek veya gereksiz yere kızdıracak her türüzüntüyü sesinden silmeye çalışarak, sadece sağduyudankaynaklanan bir cümleymişçesine, ekledi:

"Bu yaptığın hiç hoş değil, biliyorsun herhalde."Ama Mme de Marsantes özgürlüğüne tecavüz etmediğini

oğluna göstermek için öyle bir utangaçlık, eğlencesini engelledidiye kendisine sitem etmemesi için öyle bir şefkat ekliyordu ki buyalınlığına, Saint-Loup ister istemez içinde bir yumuşamaihtimali, yani geceyi metresiyle birlikte geçirmesine bir engelhissetti. Bu yüzden de öfkelendi:

"Özür dilerim ama hoş olsa da olmasa da, durum bu."Sonra da şüphesiz kendisinin hakkettiğini düşündüğü

sitemleri annesine yöneltti; bencil insanlar işte bu şekilde hepson sözü söylerler; baştan kararlarının kesin olduğunuaçıkladıktan sonra, bu karardan vazgeçmeleri için içlerindekiduyguya çağrıda bulunulduğunda, bu duygu ne kadar etkiliyse,kendilerini direnmek zorunda bırakanlar, o kadar suçlu bulurlar,öyle direnen kendilerini değil; öyle ki, bu katılıkları, acımasızlığınen uç noktasına varabilir, üstelik de acı çekecek, haklı olacak kadardüşüncesiz gördükleri insanın suçluluğu o oranda artar veböylece, alçakça, karşılarındaki insanda, merhametine aykırıhareket etme acısını uyandırırlar. Zaten Mme de Marsantes da,oğlunu tutamayacağını hissederek ısrar etmekten vazgeçti.

"Ben gidiyorum," dedi Robert bana; "anne, fazla tutmayın onu,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

317

birazdan birini ziyaret etmesi gerekiyor."Benim varlığımın Mme de Marsantes'a zevk veremeyeceğini

pekala hissediyordum; yine de, oğlunu ondan ayıran bueğlencelerde benim de payım olduğunu düşünmesin diye,Robert'le birlikte çıkmamayı tercih ettim. Oğlunun davranışınabir özür bulmak isterdim; arkadaşıma olan sevgimden çok,annesine duyduğum merhametten ötürü. Ama ilk konuşan Mmede Marsantes oldu:

"Zavallı çocuk," dedi, "eminim onu üzdüm. Biliyor musunuzbeyefendi, anneler çok bencil olur; oysa Robert'in o kadar azeğlencesi var ki; Paris'e çok ender gelebiliyor. Ah Tanrım, henüzgitmemiş olsaydı, peşinden koşardım, tabii ki onu tutmak içindeğil, ona kızmadığımı, hak verdiğimi söylemek için. Gidipmerdivene baksam, rahatsız olur muydunuz?"

Birlikte gittik."Robert! Robert!" diye seslendi. "Yok, gitmiş, iş işten geçti."Birkaç saat önce, Robert metresiyle yaşayabilsin diye nasıl her

şeyi yapmaya hazırsam, şimdi de onları ayırma görevini seve seveüstlenirdim. Bu durumlardan birinde ailesi benden nefret eder,ötekinde de Saint-Loup hain bir arkadaş olarak görürdü. Oysabirkaç saatlik bir fark dışında ben aynı insandım.

Tekrar salona döndük. Saint-Loup'nun geri gelmediğini görenMme de Villeparisis'yle M. de Norpois arasında, fazlasıyla kıskançbir eşin veya fazlasıyla sevecen bir annenin (başkaları için gülünçolan) davranışları karşısında gözlerde okunan ve "Eyvah, olayçıktı galiba," anlamına gelen şüpheci, alaylı ve pek merhametliolmayan bir bakışma geçti.

Robert, aralarındaki anlaşma gereğine hediye edilmemesigereken harikulade mücevherle metresine gitti. Ama zaten sonuç

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

318

değişmedi; çünkü metresi kolyeyi istemedi, daha sonra da birtürlü kabul etmedi. Robert'in bazı arkadaşları, metresinin çıkargütmediği yolundaki bu kanıtların, Robert'i kendine bağlamakiçin bir oyun olduğunu düşünüyorlardı. Oysa metresi parayadüşkün değildi; belki sadece hesap yapmadan harcayabilecekkadar para istiyordu. Yoksul zannettiği insanlara yerli yersiz, akılalmaz para yardımları yaptığını gördüm. Robert'in arkadaşları,Rachel'in çıkar gütmediğini gösteren bir davranışını kötü niyetlisözlerle lekelemeye çalışır, "Şu anda Rachel Folies-Bergere'inkulisinde olmalı. Bu Rachel bir bilmece, tam bir muamma,"derlerdi. Zaten metres olduklarına göre çıkarcı sayılabilecek birçokkadının, böyle bir hayatın ortasında filizlenen bir incelikle,âşıklarının cömertliğine, kendiliklerinden yüzlerce küçük sınırkoyduklarına şahit oluruz.

Robert, metresinin hemen hemen bütün sadakatsizliklerindenbihaberdi ve Rachel'in gerçek hayatıyla, her gün Robertkendisinden ayrıldıktan sonra başlayan hayatıyla kıyaslandığındaönemsiz birer hiç olan şeylere kafa yoruyordu. Neredeyse hiçbirihanetinden haberi yoktu. Bunlar kendisine söylense de,Robert'in Rachel'e olan güveni sarsılmazdı; çünkü en karmaşıktoplumların bağrında görülen büyüleyici bir doğa yasası gereği,insan sevdiğiyle ilgili olarak tam bir cehalet içinde yaşar. Sevdalıbir yandan şöyle düşünür: "O bir melek, asla kendini banavermez, ölmekten başka çıkar yol yok artık benim için, oysa beniseviyor; o kadar seviyor ki, belki... yo, hayır, imkânsız!"Arzularının taşkınlığıyla, bekleyişin kaygısıyla bu kadının önünene mücevherler koyar, onun tasalanmasını önlemek için nasılkoşup borç para alır! Bu arada, tıpkı bir akvaryumun önündegezinen ziyaretçilerin sözleri gibi cam bölmenin öteki tarafınageçmeyen konuşmalarda, insanlar birbirlerine şunları söyler: "Okadını tanımıyor musunuz? Tebrik ederim doğrusu; kimbilir kaçkişiyi soydu, mahvetti. Tam bir dolandırıcıdır. Müthiş kurnazdır!"

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

319

Bu son sıfat tamamen yanlış olmayabilir; çünkü aslında bukadına âşık olmayan, sadece hoşlanan şüpheci adam bilearkadaşlarına, "Yo, hayır azizim, kesinlikle bir yosma değil o," der."Hayatında bir iki macera yaşamamıştır demiyorum, ama paraylasatın alman bir kadın değil, almıyorsa da müthiş pahalıdır. Onunbedeli ya elli bin franktır, ya da hiçbir şey." Bu adam onun için ellibin frank harcamış, bir kere de sahip olmuştur, ama kadın, hiçpara ödemeden sahip olduğuna inandırabilmiştir adamı; bunuyaparken de, adamın kendi izzetinefsinden yararlanmıştır. İşte buşekilde sosyetede en ipliği pazara çıkmış, en kötü şöhretli insan,bir başkası tarafından sadece harikulade, tatlı bir doğal azbulunurluğun içinde ve koruması altında görülür. Paris'te Saint-Loup'nun artık selâmlaşmadığı, sesi titremeden, kadınsömürücüsü diye nitelendirmeden sözünü edemediği ikinamuslu adam vardı; bunlar, Rachel'in mahvettiği adamlardı.

"Bir tek şey yüzünden kendime kızıyorum," dedi Mme deMarsantes çok alçak sesle; "o da, Robert'e hiç hoş davranmadığınısöylemiş olmam. Onun gibi tatlı, eşi bulunmaz bir evlada,kendisini tek gördüğüm gün, çirkin davrandığını söyledim; böylebir şey söyleyeceğime sopa yeseydim daha iyiydi; zaten fazla bireğlencesi yokken, bu geceki eğlencesinin bu haksız sözleryüzünden berbat olacağından eminim. Ama ben sizi daha fazlatutmayayım beyefendi, aceleniz var sizin."

Mme de Marsantes'ın o âna kadar söylediği her şey Robert'leilgiliydi. Samimiydi. Ama ardından samimiyeti bırakıp tekrarsoylu hanımefendi oldu:

"Sizinle sohbet etmek çok ilginçti, çok memnun oldum, kıvançduydum. Teşekkür ederim! Teşekkür ederim!"

Sonra da alçakgönüllü bir tavırla, sanki benimle konuşmakhayatta tattığı en büyük zevklerden biriymiş gibi, minnet dolu,esrik gözlerle baktı bana. Bu harikulade bakışlar, beyaz, dallı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

320

elbisesinin üstündeki siyah çiçeklere çok yakışıyordu; işini bilenbir soylu hanımefendiye aittiler.

"Ben hemen gitmiyorum; M. de Charlus'yü beklememgerekiyor; birlikte çıkacağız."

Bu son sözlerimi Mme de Villeparisis de işitti. Sözlerime canısıkılmış gibiydi. Bu tür bir duyguya ilişkin olabilecek sözlerolsaydı, o sırada Mme de Villeparisis'de panik gibi görünen şeyin,edep duygusu olduğuna hükmederdim. Ama böyle bir varsayımo sırada aklımdan bile geçmedi. Mme de Guermantes'tan, Saint-Loup'dan, Mme de Marsantes'tan, M. de Charlus 'den, Mme deVilleparisis'den hoşnuttum; düşünmüyor, neşe içinde, olurolmaz konuşuyordum.

"Yeğenim Palamede'le birlikte mi çıkacaksınız?" diye sordumarkiz.

Mme de Villeparisis'nin çok değer verdiği bir yeğeniyle dostolman çok olumlu bir etki yaratabilir düşüncesiyle, "Kendisiylebirlikte çıkmamı istedi benden," dedim sevinçle. "Çok mutluoldum. zaten tahmin ettiğinizden daha yakın arkadaşız,hanımefendi; daha da iyi dost olabilmemiz için ne olsa yapmayada hazırım."

Mme de Villeparisis, biraz önce canı sıkılmışken, bunun üzerinetelaşlandı."Siz onu beklemeyin," dedi kaygılı bir tavırla; "M. deFaffenheim'la sohbet ediyor. Size söylediği şeyi unutmuştur bile.Hadi gidin, çabuk, sırtı dönükken fırsattan faydalanın."

Ben kendi adıma Robert ve metresiyle buluşmak için hiç desabırsızlanmıyordum. Ama Mme de Villeparisis benim gitmemi okadar çok istiyor gibiydi ki, belki de yeğeniyle konuşacağı önemlibazı meseleler olduğunu düşünerek kendisine veda ettim. Onunyanında, bütün ihtişamı, asaleti ve ağırlığıyla, M. de Guermantesoturmaktaydı. Dükün, sanki bir potada eritilip tek bir insan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

321

külçesi haline gelmişçesine, bütün uzuvlarında sürekli var olanmuazzam servetinin bilinci, bu pahalı adama olağanüstü biryoğunluk kazandırıyordu adeta. Kendisine veda ettiğimde kibarcayerinden kalktı; eski Fransız terbiyesiyle hareket eden, doğrulan,karşımda dikilen otuz milyonluk durgun ve yoğun kütleyiduyumsadım. Phidias'ın baştan aşağı altından yonttuğusöylenen Olympia'daki Zeus heykelini görür gibiydim karşımda.Cizvit eğitiminin M. de Guermantes üzerindeki, en azındanbedeni üzerindeki etkisi buydu işte; dükün zihni üzerindeyse, bukadar güçlü bir egemenliği yoktu. M. de Guermantes kendiesprilerine güler, ama başkalarının nükteleriyle neşelenmezdi.

Merdivenden inerken, arkamdan bana seslenildiğini duydum."Böyle mi beklediniz beni, beyefendi?"M. de Charlus'ydü seslenen."Biraz yürüsek sizin için sakıncası olur mu?" dedi sertçe, avluya

vardığımızda. "Uygun bir fayton buluncaya kadar yürüyeceğiz.""Benimle konuşmak mı istiyordunuz efendim?""A, evet, gerçekten de size söyleyeceğim bazı şeyler vardı, ama

söyleyip söylemeyeceğimden emin değilim. Söyleyeceklerimin,size çok büyük yararlar sağlayabilecek bir başlangıç noktasıoluşturabileceği kanısındayım şüphesiz. Ne var ki, benimhayatımda, insanın huzura önem vermeye başladığı bu yaşımda,büyük vakit kaybına, her türden rahatsızlıklara yol açacağını dasezer gibiyim; sizin için bunca zahmete girmeme değecek birinsan olup olmadığınızı bilemiyorum; karar verecek kadar iyi detanımıyorum sizi maalesef. Balbec'te 'yüzücü' kılığının ve espadrildenen o nesneleri giymenin kaçınılmaz aptallığını bir kenarabıraksak da, sizi oldukça vasat bulmuştum. Zaten belki de siziniçin yapabileceklerimi zahmete değecek kadararzulamıyorsunuzdur; tekrar açıkça belirteyim beyefendi, benim

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

322

için bu," dedi, kelimelerin üstüne basa basa, "bir zahmettenibaret."

Ben de, eğer öyleyse, böyle bir şeyi katiyen düşünmemesigerektiğini söyledim. Konuşmanın bu şekilde kesilmesindenhoşlanmamış gibiydi.

"Bu kibarlığınızın bir anlamı yok," dedi soğuk bir tavırla."Zahmete değecek bir insan için sıkıntıya katlanmak en büyükzevktir. Nitelikli insanlar için, sanatları incelemek, antikacılık,koleksiyonculuk, bahçecilik gibi zevkler, başka bir şeyin yerinitutan, işlevini yerine getiren oyalanmalardır sadece. Diogenes gibifıçımızın içinde yaşar, bir insan ararız. Ehveni şer kabilindenbegonya yetiştirir, porsuk ağaçlarını budarız; çünkü begonyalarve porsuklar bize karşı koymazlar. Ama aslında, zahmetedeğeceğinden emin olsak, zamanımızı bir insana harcamayıtercih ederdik. Bütün mesele budur; siz kendinizi biraztanıyorsunuzdur herhalde. Zahmete değer misiniz, değmezmisiniz?"

"Sizin için bir sıkıntı kaynağı olmayı katiyen istemem efendim,"dedim, "ama benim arzularımı soracak olursanız, inanın sizdenbana gelecek her şey benim için çok büyük bir mutlulukolacaktır. Benimle böyle ilgilenmeniz, bana yarar sağlamakistemeniz, çok duygulandırdı beni."

M. de Charlus beni çok şaşırtarak bu sözlerime neredeyse içinidökerek teşekkür etti. Balbec'te de beni şaşırtmış olan, tonununsertliğiyle çelişen o kesintili teklifsizliğiyle, koluma girerekkonuştu:

"Yaşınızın verdiği düşüncesizlikle," dedi, "zaman zaman,aramızda aşılması imkânsız bir uçurum açabilecek sözlersöylemeniz mümkündür. Biraz önce söylediğiniz sözler ise,aksine, beni duygulandıran, beni çok şey yapmaya, belki sizin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

323

için fazla olacak şeyler yapmaya teşvik edebilecek türdensözlerdi."

M. de Charlus, benimle kol kola yürüdüğü ve küçümsemeylekarışık olmakla birlikte sevgi dolu bu sözleri söylediği sırada,gözlerini, kâh kendisini Balbec'te, Casino'nun önünde ilkgördüğüm sabah, hattâ yıllar önce Tansonville Parkı'nda, pembeakdiken çalısının orada, o sırada metresi sandığım Mme Swann'ınyanında dikkatimi çekmiş olan o yoğun sabitlikle, delici sertlikleyüzüme dikiyor, kâh çevrede dolaştırarak o saatte çok sık geçenfaytonları inceliyordu; bakışları o kadar ısrarlıydı ki, birçokarabacı, faytonunun kiralanmak istendiğini zannedip durdu.Ama M. de Charlus onları hemen başından savıyordu.

"Hiçbiri bana uygun değil," dedi, "önemli olan, faytonlarınfenerleri ve hangi semte döndükleri. Size yapacağım teklifinmenfaatten tamamen uzak, yardımsever niteliği konusundakafanızda herhangi bir yanılgıya yer kalmamasını istiyorumbeyefendi."

Konuşma üslubunun ne çok bakımdan Swann'ınkinebenzediği, Balbec'tekinden de fazla çekmişti dikkatimi.

"İlgimin 'ahbap eksikliği'nden, yalnızlık ve can sıkıntısıkorkusundan kaynaklandığını düşünmeyecek kadar zekiolduğunuzu varsayıyorum. Size ailemden sözetmeme de gerekyok; çünkü sizin yaşınızdaki bir küçük burjuvanın" (bu kelimeyibir tatmin duygusuyla vurguladı) "Fransa tarihini bilmesibeklenir. Hiçbir şey okumayan ve bir uşak kadar cahil olanlar,benim çevremin insanlarıdır. Bir zamanlar kralın odahizmetkârları büyük soylular arasından seçilirdi; şimdiyse büyüksoylular birer oda hizmetkârı düzeyinde. Ama sizin gibi gençburjuvalar okuyor; Michelet'nin ailem konusundaki o güzelsatırlarım bilirsiniz mutlaka: 'O güçlü Guermantes'ları bütünihtişamlarıyla görür gibiyim. Paris'teki sarayına tıkılmış zavallı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

324

Fransa kralı onların yanında nedir ki?' Benim kişisel değerimegelince, konuşmaktan pek hoşlanmadığım bir konudurbeyefendi; bununla birlikte, belki sizin de haberiniz olmuştur,Times'da büyük yankı uyandıran bir makalede değinilmişti:teveccühüyle beni daima şereflendirmiş olan ve bir akrabalıkilişkisi sürdürmeyi çok isteyen Avusturya imparatoru,geçenlerde, gazetelerde de yayımlanan bir konuşmasında, sayınChambord Kontu'nun, eğer yanında Avrupa siyasetininiçyüzünü benim kadar iyi bilen birisi olsa, bugün Fransa kralıolacağını belirtmişti. Değersiz yeteneklerimin değil, belki bir günöğreneceğiniz koşulların sayesinde, bir tecrübe hâzinesine, birtür gizli ve paha biçilmez dosyaya sahip olduğumu sık sıkdüşünmüşümdür beyefendi; bundan kendi adıma yararlanmayıasla düşünmedim, ama benim otuz yıldan uzun bir sürede eldeettiğim ve belki de tek başıma sahip olduğum şeyi birkaç aydadevredeceğim bir genç için, sonsuz değerli olacaktır. Günümüzdeyaşamış olsa bir Guizot'nun öğrenmek için yıllarını vereceği,sayesinde kimi olayların gözünde bambaşka bir görünümebürüneceği birtakım sırları öğrenmekten duyacağınız zihinselzevkten hiç sözetmiyorum. Üstelik bu değindiğim olaylar sadeceolmuş bitmiş şeyler değil, aynı zamanda koşulların birbirlerinezincirlenişi." (Bu, M. de Charlus 'nün en sevdiği terimlerdenbiriydi ve genellikle bu sözleri telaffuz ederken iki elini dua edergibi, ama parmaklarım bükmeden kavuşturur ve ellerini buşekilde birleştirmekle sanki belirtmediği koşulları ve onlarınbirbirlerine zincirlenişini anlatmak isterdi.) "Size yalnız geçmişindeğil, geleceğin de bilinmeyen bir açıklamasını sunacağım."

M. de Charlus konuyu değiştirip bana Bloch hakkında sorularsordu; Mme de Villeparisis'nin evinde, dinlemezmiş gibigöründüğü halde, onun hakkında konuşulduğunu duymuştu.Söylediklerinden apayrı tutmayı çok iyi becerdiği o ses tonuyla,sanki bambaşka şeyler düşünüyormuş da, sırf kibarlıktan,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

325

kurulmuş gibi konuşurmuşçasına, arkadaşımın genç olupolmadığını, yakışıklı olup olmadığını ve buna benzer şeylersordu. Bloch onu duymuş olsa,

M. de Charlus 'nün Dreyfus taraftarı mı, aleyhtarı mı olduğunuM. de Norpois'dan çok daha fazla, hem de çok farklı nedenlerlemerak ederdi. M. de Charlus, Bloch'la ilgili bütün bu sorularısorduktan sonra, "Kendinizi yetiştirmek istiyorsanız,arkadaşlarınızın arasında birkaç yabancı olması iyidir," dedi.Bloch'un Fransız olduğunu söyledim. "Ya!" dedi M. de Charlus."Ben Yahudi olduğunu sanıyordum.” Bu bağdaşmazlığınbelirtilmesi, M. de Charlus 'nün rastladığım insanların hepsindençok daha koyu bir Dreyfus aleyhtarı olduğunu düşündürdü bana.O, aksine, Dreyfus'ün ihanetle suçlanmasına karşı çıktı. Ama şuşekilde: "Zannederim gazeteler Dreyfus'ün vatanına ihanet suçuişlediğini yazıyor; galiba öyle diyorlar, gazetelere dikkat etmemben; gazeteyi elimi yıkar gibi okurum, ilgi göstermeyedeğmediğini düşünürüm. Her neyse, aslında böyle bir suç yokortada; arkadaşınızla aynı milletten olan Dreyfus, Yahuda'yaihanet etmiş olsaydı, vatanına ihanet etmiş olurdu, amaFransa'yla ne ilgisi var?" Bir savaş çıksa, Yahudiler'in de diğeryurttaşlar gibi cepheye gideceklerini söyleyerek itiraz ettim."Olabilir, üstelik bu bir ihtiyatsızlık da olabilir. Senegal'den,Madagaskar'dan asker getirtsek, Fransa'yı canla başlasavunacaklarını sanmam; bu da çok doğal bir durumdur.Dreyfus'ün konukseverlik kurallarını çiğnemekten hükümgiymesi daha doğru olurdu. Neyse, bu konuyu bir yanabırakalım. Arkadaşınızdan beni sinagogda güzel bir törene, birsünnete, Yahudi ilahileri dinlemeye götürmesini rica edebilirsinizbelki. Belki de bir salon kiralayıp bana Tevrat'tan bir temsilsunabilir; Saint-Cyr'li kızların XIV. Louis'yi eğlendirmek içinRacine'in Mezmurlar'dan esinlenerek yazdığı sahnelerioynayışları gibi. Böyle bir şey ayarlayabilirsiniz belki; komik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

326

bölümler de olabilir hattâ. Örneğin Davud'un Golyat'ı yaralayışıgibi arkadaşınızın da babasını yaralayacağı bir çarpışma. Epey hoşbir fars olurdu. Hattâ hazır başlamışken, iyice azıp yaşlıhizmetçimin deyimiyle, anası olacak aşifteyi de bir güzelpataklayabilir. Gayet iyi olur bence, bizim de hoşumuza gider,değil mi sevgili dostum? Biz egzotik gösterilerden hoşlanırız; oAvrupa dışı yaratığı bir güzel dövmek, yaşlı bir namussuzdanhakkettiği dayağı esirgememek olur." M. de Charlus, bu korkunç,neredeyse çılgınca sözleri söylerken kolumu acıtacak kadarsıkıyordu. Baronun, biraz önce Moliere'i hatırlatan konuşmasınıandığı yaşlı hizmetçiye yaptığı inanılmaz iyilikler hakkındaailesinin anlattıkları aklıma geliyordu; aynı yürekte barınan iyilikve kötülük arasındaki ilişkilerin bugüne dek pek incelenmediğinive ne kadar çeşitli olsa da, bu ilişkileri saptamanın ilginç olacağımdüşünüyordum.

M. de Charlus'ye, Mme Bloch'un hayatta olmadığını, M.Bloch'un da, pekala gözlerinin oyulmasıyla sonuçlanabilecek biroyundan ne kadar hoşlanacağını bilemediğimi söyledim. M. deCharlus 'nün canı sıkılmış gibiydi. "İşte bu kadın ölmekle büyükhata etmiş," dedi. "Gözlerin oyulmasına gelince, zaten Yahudicemaatinin gözleri kördür, İncil'deki gerçekleri görmez. Ne olursaolsun, düşünsenize, bütün o zavallı Yahudiler'in, Hıristiyanlar'ınaptalca şiddeti karşısında tir tir titredikleri şu sıralarda, benim gibibirinin onların oyunlarıyla eğlenmeye tenezzül etmesi, onlar içinne büyük şeref!" Tam o sırada yoldan geçmekte olan M. Bloch'ugördüm; herhalde oğlunu karşılamaya gidiyordu. O bizigörmüyordu, ama ben kendisini takdim etmeyi önerdim M. deCharlus'ye. Baronda nasıl bir öfke uyandıracağımıdüşünememiştim: "Bana takdim mi edeceksiniz! Sizde değerkavramı pek yok belli ki! Benimle tanışmak o kadar kolay değildir.Bu durumda hem takdim edenin gençliği, hem de takdim edilenkişinin seviyesizliği yüzünden, çifte bir münasebetsizlik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

327

sözkonusu üstelik. Olsa olsa, taslağını çizdiğim Asya gösterisi birgün bana sunulursa, bu iğrenç adama birkaç gönül alıcı sözsöyleyebilirim. Ama ancak oğlundan sıkı bir dayak yemiş olmasışartıyla. Hattâ memnuniyetimi belirtecek kadar ileriye bilegidebilirim."

Zaten M. Bloch da bizimle hiç ilgilenmiyordu. Mme Sazerat'ya,büyük memnuniyetle karşılanan hararetli selamlar vermeklemeşguldü. Buna şaşırmıştım; çünkü Mme Sazerat bir zamanlarCombray'de, genç Bloch'u evlerine kabul ettikleri için annemlebabama kızmıştı; keskin bir Yahudi düşmanıydı. Ama Dreyfustaraftarlığı, bir hava akımı gibi, M. Bloch'u birkaç gün önce MmeSazerat'ya uçurmuştu. Arkadaşımın babası Mme Sazerat'yıbüyüleyici bulmuş, Yahudi düşmanlığı ise, özellikle gururunuokşamıştı; çünkü bunu, imanının içtenliğinin, Dreyfus taraftarıfikirlerinin doğruluğunun bir kanıtı olarak görüyor, MmeSazerat'nın, kendisini evinde ziyaret etmesine verdiği izin böylecegözünde daha büyük bir değer kazanıyordu. Hattâ MmeSazerat'nın onun yanında, düşüncesizce, "M. Drumont,revizyonistleri, Yahudiler ve Protestanlar'la aynı kefeye koyuyor.Çok hoş bir karışım doğrusu!" demiş olması bile, M. Bloch'ugücendirmemişti. Eve döndüğünde M. Nissim Bernard'a gururla,"Bernard, biliyor musun, kadın önyargılı!" demişti. Ama M.Nissim Bernard cevap vermemiş, bir meleğin ifadesiyle gözlerinihavaya dikmekle yetinmişti. Yahudiler'in uğradığı felaketlereüzülen, Hıristiyanlar'la dostluklarını hatırlayan, ileridegöreceğimiz nedenlerden ötürü yıllar geçtikçe yapmacık, özentilitavırlar edinen M. Nissim Bernard, bir opalin içine hapsolmuşsaçlar gibi pis pis kıllarla kaplı, Ön-Raffaellocu'larm fırçasındançıkmış bir kurtçuğa benzemişti.

Hâlâ kolumu tutmakta olan baron, "Bütün bu Dreyfusmeselesinin bir tek sakıncası var," diye devam etti: "Du Chameau,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

328

[25] de la Chamellerie, de la Chamelliere gibi birtakım beylerlehanımların akın etmesiyle sosyeteyi mahvediyor (yüksek sosyetedemiyorum; çünkü sosyete uzun zamandır bu övgü dolu sıfatıhakketmiyor); bu ne idüğü belirsiz insanlara kuzinleriminevlerinde bile rastlıyorum; neymiş: Yahudi düşmanı FransızVatanseverler Cephesi derneğine üyeymişler; sanki siyasidüşünceler insana birtakım sosyal mevkilere gelme hakkıkazandırırmış gibi."

M. de Charlus 'nün bu havai tutumu, Guermantes Düşesi'yleakrabalığını iyice vurguluyordu. Aralarındaki benzerliğe dikkatiniçektim. Benim düşesi tanımadığımı zannettiği için, Opera'daki,benden gizlenmek ister gibi göründüğü geceyi hatırlattımkendisine. M. de Charlus beni kesinlikle görmediğini öyle ısrarlasöyledi ki, az sonraki küçük bir olay, belki fazla gururluolduğundan benimle birlikte görülmekten hoşlanmadığınıdüşündürmese, kendisine inanırdım.

"Gelelim size ve sizinle ilgili projelerime," dedi. "Bakınızbeyefendi, birtakım erkekler arasında, size anlatmamam gerekenbir gizli dostluk var ki, şu anda aralarında Avrupa'nın dörthükümdarı da bulunuyor. Aralarından birinin, Almanimparatorunun yakınları, kendisini kapıldığı boş hayallerdenkurtarmak istiyorlar. Bu son derece ciddi bir şey; bizi savaşa bilesürükleyebilir. Evet, kesinlikle öyle beyefendi. Bir şişenin içindeÇin prensesinin bulunduğuna inanan adamın hikâyesinibilirsiniz. Onunki bir delilikti. Tedavi ettiler. Ama deli olmaktankurtulunca aptal oldu. Bazı hastalıkları tedavi etmeyekalkışmamak gerekir; çünkü daha vahim başka hastalıklara karşıbizi korurlar. Kuzenlerimden birinin midesi hastaydı; hiçbir şeyisindiremiyordu. En büyük mide uzmanları kendisini tedavietmeye çalıştı; hiçbir sonuç alınamadı. Ben onu bir hekimegötürdüm (o da oldukça ilginç bir insandı; hakkındasöylenecek

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

329

çok şey vardır). Bu hekim, hastalığın sinirsel olduğunu derhalanladı; hastasını ikna etti, ne isterse korkmadan yemesini söyledi;gerçekten de dediği gibi oldu. Ne var ki kuzenimde nefrit de vardı.Midesinin mükemmelen sindirdiği şeyleri sonunda böbrek dışarıatamaz oldu; kuzenim de, kendisini bir perhiz uygulamayamecbur eden hayalî bir mide rahatsızlığıyla uzun yıllaryaşayabilecekken, kırk yaşında, midesi sağlam, ama böbreği iflasederek öldü. Siz kendi hayatınızın çok daha ilerisine geçerseniz,geçmişin çok değerli adamlarından birine yardımsever bir cin,insanlığın hiç haberi yokken buhar ve elektrik yasalarını açıklasaadamın gelebileceği yerlere gelebilirsiniz belki, kimbilir? Aptallıketmeyin, kibarlık olsun diye teklifimi geri çevirmeyin. Şunuunutmayın ki, size büyük bir iyilikte bulunuyorsam, sizin debana en az o kadar büyük bir iyilikte bulunacağınızıdüşündüğüm içindir. Sosyete mensupları çok uzun zamandırilgimi çekmez oldu; artık hayatta tek bir tutkum var, o da kendibildiklerimi, henüz bakir olan, faziletle coşabilecek bir ruhunyararına sunarak hayatta yaptığım hataları affettirmeye çalışmak.Ben çok büyük kederler yaşadım beyefendi; bir gün belkianlatırım size; hayal edilebilecek en güzel, en soylu, enmükemmel insan olan karımı kaybettim. Size sözünü ettiğimmanevi mirasa layık olmayan demeyeyim ama, gereken değeriveremeyecek genç akrabalarım var. Kimbilir, bu mirasıdeğerlendirebilecek, hayatını yönlendirip yüceltebileceğim kişisiz olabilirsiniz belki. Ayrıca benim hayatım da değer kazanır.Belki size önemli diplomatik meseleleri öğretirken ben de tekrarkendimden hoşnutluk duyar, nihayet ilginç bir şeyler yapmayabaşlarım; sizin de bunda yan yanya payınız olur. Ama bunuanlayabilmek için sizi sık sık, çok sık, her gün görmem gerekir."

M. de Charlus 'nün bu beklenmedik, hararetli tekliflerindenyararlanıp beni düşesle karşılaştırmasını rica etmek istiyordum,ama tam o sırada kolum elektrik çarpmış gibi bir sarsıntıya uğradı.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

330

M. de Charlus, daha bir saniye önce "gizemli kâhini" olduğu"kozmik" yasalan altüst eden bir nedenden ötürü, kolunu benimkolumdan hızla çekmişti. Bir yandan konuşurken bir yandan dagözleriyle çevreyi kolaçan ettiği halde, yandaki bir sokaktan çıkanM. d Argencourt'u ancak görmüştü. Bizi görünce Belçikalıbakanın sanki canı sıkıldı, bana kuşkulu bir bakış (neredeyseMme de Guermantes'in Bloch'a bakışı gibi, başka ırktan birineyöneltilen türden bir bakış) fırlattı ve bizimle karşılaşmamayaçalıştı. Ama

M. de Charlus, onun tarafından görülmemeye çalışmadığınıısrarla belirtmek ister gibi özel olarak seslendi ve son dereceönemsiz, sıradan bir şey söyledi. Ayrıca, M. d'Argencourt'un benitanımamış olabileceği endişesiyle, benim Mme de Villeparisis'nin,Guermantes Düşesi'nin, Robert de Saint-Loup'nun yakın dostuolduğumu, kendisinin de büyükannemin eski dostu olduğunuve büyükanneme olan sevgisinin birazını torununa yöneltmefırsatı bulduğu için mutluluk duyduğunu söyledi. Bununlabirlikte, Mme de Villeparisis'nin evinde şöyle bir tanıştırıldığım M.d'Argencourt'un, M. de Charlus kendisine ailemden uzun uzadıyabahsettiği halde, bana bir saat öncesine nazaran daha soğukdavrandığı gözümden kaçmadı; o günden sonra da, uzun sürebenimle her karşılaşmasında aynı tavrı sergiledi. O akşam beni hiçde sıcak olmayan bir merakla inceledi; hattâ yanımızdanayrılırken bir tereddüt geçirip elini uzattığında, sanki bunuyapabilmek için büyük bir güç harcamak zorunda kalmış gibiydi;zaten uzatır uzatmaz da elini geri çekti.

"Bu aksiliğe üzüldüm," dedi M. de Charlus. "Argencourt soylubir ailedendir ama terbiyesi kıttır, vasat bile denemeyecek birdiplomattır, berbat bir kocadır, hovardadır, bir oyun kişisi kadarsinsidir ve gerçekten yüce olan bazı şeyleri anlayacak yeteneğiyoktur, ama mahvedecek yeteneği fazlasıyla vardır. Bizim

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

331

dostluğumuzun da, eğer bir gün gerçekleşirse, böyle yüce bir şeyolacağını ve kalıcı olmak üzere kurulan şeyleri aylaklıktan,sakarlıktan veya fesatlıktan ötürü yıkan bazı eşek kafalılarıntekmelerinden dostluğumuzu korumak için sizin de benim kadarçaba göstereceğinizi umuyorum. Ne yazık ki sosyetemensuplarının çoğu, bu kalıpta insanlardır."

"Guermantes Düşesi çok zeki bir kişi gibi görünüyor. Biraz öncesavaş ihtimalinden sözediyorduk. Bu konuda özel bilgilere sahipyanılmıyorsam."

"Hiçbir bilgiye filan sahip değil," diye kestirip attı M. de Charlus."Kadınlar, ayrıca erkeklerin birçoğu da, size anlatmak istediğimkonulardan hiçbir şey anlamazlar. Yengem kendini hâlâkadınların siyaseti etkilediği Balzac romanları çağında zanneden,hoş bir insandır. Şu anda kendisiyle görüşmeniz sizi ancakolumsuz yönde etkileyebilir; sosyeteden herhangi biriylegörüşmeniz de öyle. Argencourt denen salak sözümü kestiğindetam da bu konuyu ele almak üzereydim. Benim için yapmanızgereken ilk fedakârlık –size bağışlayacağım her armağan için birfedâkârlık isteyeceğim– sosyeteyle görüşmemenizdir. Biraz öncesizi o gülünç toplantıda gördüğümde sizin adınıza üzüldüm.Benim keyfimin yerinde göründüğünü söyleyeceksiniz, amabenim için bu bir sosyete toplantısı değil, bir aile ziyareti. İleride,başarılı bir adam olduğunuzda, arada bir canınız isterse sosyeteyeuğramanızda bir sakınca olmayabilir. O zaman size ne kadaryararlı olabileceğimi söylememe gerek yok. GuermantesKonağının ve kapıları önünüzde ardına kadar açılması yararlıolabilecek diğer bütün konakların kapılarına 'Açıl susam açıl'diyebilecek kişi benim. Karan verecek olan benim, zamanını daben belirleyeceğim. Şu anda siz bir mürit adayısınız. Yukarıdakivarlığınız utanç vericiydi. Her şeyden önce densizliktenkaçınmanız gerek."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

332

M. de Charlus, Mme de Villeparisis'nin evindeki toplantıdansözettiğinden, markizle akrabalığının derecesini, markizin hangisoydan geldiğini sormak istedim, ama soru ağzımdan farklı birşekilde çıktı, Villeparisis ailesini sordum.

"İşte bu soruya cevap vermek pek kolay değil," dedi M. deCharlus; sesi kelimelerin üzerinde kayar gibiydi. "Hiçliğin nedemek olduğunu sormanızla aynı şey neredeyse. Canının heristediğini yapabilecek durumda olan teyzem, M.Thirion diyesıradan bir adamla evlenerek Fransa'nın en köklü soyadını hiçliğegömmek gibi bir çılgınlık yaptı. Bu Thirion, tıpkı romanlardaolduğu gibi, tükenmiş bir aristokrat soyunun adım almaktahiçbir sakınca görmedi. La Tour d'Auvergne'i düşünüpdüşünmediğini, Toulouse ve Montmorency arasında kararsızlıkgeçirip geçirmediğini tarih yazmıyor. Sonuçta, başka bir seçimyaptı ve Monsieur de Villeparisis adını aldı. Bu soy 1702'den beritükenmiş olduğundan, ben bu seçimi yapmakla,alçakgönüllülükle, Villeparisis'li bir beyefendi olduğunubelirtmek istediğini, Paris yalanlarında küçük bir yerleşim olanVilleparisis'de noter veya berber olduğunu düşündüm. Amateyzem bunu kabul etmiyordu –zaten artık hiçbir şeyin kabuledilmediği bir yaşa yaklaştı. Bu markiliğin ailede bulunduğunuiddia etti; tek tek hepimize mektup yazdı; işleri kuralına göreyürütmek istedi, neden bilmem. İnsan hakkı olmayan birsoyadını alıyorsa, en iyisi meseleyi bu kadar büyütmemektir;sevgili dostumuz sözde M. Kontesi'nin yaptığı gibi; o, MmeAlphonse Rothschild'in öğütlerine rağmen, bu sayede daha fazlagerçeklik kazanmayacak bir unvan için kiliseye bağışlardabulunmayı reddetmişti.

İşin komiği, teyzem o tarihten itibaren, merhum Thirion'unherhangi bir akrabalığı olmayan gerçek Villeparisis'lerle ilgilibütün tabloları toplamaya başladı. Teyzemin şatosu,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

333

Villeparisis'lerin gerçek olsun, sahte olsun, bütün portrelerininistiflendiği bir yer haline geldi; bu giderek artan akında, hiç deyabana atılmayacak kimi Guermantes'lar ve Conde'ler herhaldeortadan kayboldu. Resim tüccarları her yıl yeni Villeparisisportreleri bulup getirir kendisine. Hattâ kır evindeki yemeksalonunda Saint-Simon'un bir portresi vardır; sebebi de yeğenininilk evliliğini M. de Villeparisis'yle yapmış olması; oysa Hatıralar'ınyazarının, konuklara M. Thirion'un büyükdedesi olmamasındandaha ilginç gelecek unvanları bulunabilir."

Mme de Villeparisis'nin aslında sadece Mme Thirion olduğunuöğrenmem, salonunun karışık bileşimini gördüğümde kafamdabaşlayan düşüşünü tamamladı. Unvanı ve soyadı bile yenisayılabilecek bir kadının kraliyet üyeleriyle dostluklarınıkullanarak çağdaşlarını ve gelecek kuşakları yanıltmasınıhaksızlık olarak görüyordum. Mme de Villeparisis tekrarçocukluğumdaki yerini almıştı zihnimde; aristokrasiyle ilgisiolmayan biriydi ve çevresindeki bu soylu akrabalar onayabancıydı. Daha sonraki günlerde, bize karşı nezaketini hepsürdürdü. Onu arasıra ziyarete gidiyordum; o da bana zamanzaman küçük armağanlar gönderiyordu. Ama kendisini katiyenSaint-Germain muhitinden biri gibi görmüyordum; bu muhitleilgili bir şey öğrenmek istesem, Mme de Villeparisis başvuracağımson insanlardan biri olurdu.

"Şu anda," diye devam etti M. de Charlus, "sosyeteye giripçıkmakla sadece konumunuza zarar vermiş, zekânızı vekişiliğinizi çarpıtmış olursunuz. Ayrıca arkadaşlıklarınızın daözellikle denetlenmesi gerekir. Aileniz açısından bir sakıncasıyoksa, metresleriniz olabilir; bu beni ilgilendirmez, hattâ sizi bukonuda olsa olsa teşvik edebilirim çapkın delikanlı; bu çapkındelikanlının yakında tıraş olması gerekecek," dedi çenemedokunarak. "Ama erkek arkadaşların seçimi daha önemli bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

334

konudur. On genç erkekten sekizi, size asla tamir edemeyeceğinizzararlar verebilecek edepsizler, alçaklardır. Bakın yeğenim Saint-Loup sizin için iyi bir arkadaş olabilir icabında. Geleceğinizaçısından size herhangi bir yararı olamaz, ama o konuda benyeterliyim zaten. Kısacası, benden sıkıldığınızda onunlagezmenizde bir sakınca yok gibi geliyor bana. En azından gerçekbir erkektir; zamanımızda her yerde karşımıza çıkan, yarın bir günmasum kurbanlarını giyotine götürebilecek o kadınsı tiplerden,kumbaralardan değildir." (Bu argo kelimenin, "kumbara"nınanlamını bilmiyordum, bilen biri de en az benim kadar şaşırırdı.Sosyete mensupları argo konuşmaktan hoşlanırlar; bazı unsurlarıolan insanlar da, bu kusurlarından sözetmekten hiççekinmediklerini göstermeyi severler. Onların gözünde bu,masumiyetlerinin kanıtıdır. Oysa ölçüyü kaçırmışlardır; birşakanın hangi noktadan sonra fazlasıyla özel, fazlasıyla kabaolacağını, saflıktan çok yozlaşmanın kanıtı olacağınıfarkedemezler.) "O ötekiler gibi değildir; çok kibar, çok ciddidir."

Bu "ciddi" sıfatına gülümsemekten kendimi alamadım; M. deCharlus 'nün tonlamasıyla, "erdemli", "derli toplu" gibi bir anlamkazanıyordu, bir işçi kıza yakıştırıldığı zaman yüklendiği anlamgibi. O sırada yan yana giden bir fayton geçti; genç arabacıyerinden kalkmış, arabanın arkasına geçmişti; minderlerinüzerine oturmuş, oradan sürüyordu arabayı; hafif çakırkeyifgibiydi. M. de Charlus hemen arabayı durdurdu. Arabacımüzakereye başladı:

"Ne tarafa gidiyorsunuz?""Sizin gittiğiniz yöne." (Buna şaşırmıştım; çünkü M. de Charlus

aynı renk feneri olan birçok faytonu daha önce geri çevirmişti.)"Ama tekrar yerime çıkmak istemiyorum. Arabanın içinde

kalsam sizin için farkeder mi?"

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

335

"Hayır, yalnız körüğü indirin. Her neyse, teklifimi düşünün,"dedi M. de Charlus benden ayrılmadan önce, "size düşünmek içinbirkaç gün süre veriyorum; cevabınızı yazın. Tekrar söylüyorum:Sizi her gün görmem gerekir; ayrıca bana sadakat, ketumluk sözüvereceksiniz; doğruyu söylemek gerekirse, öyle bir insanabenziyorsunuz zaten. Ama hayatım boyunca o kadar çok kezgörünüşe aldandım ki, artık tedbirimi almak istiyorum. İnsaf! Birhâzineyi hangi ellere teslim ettiğimi iyice bilmem gerekir nihayet.Her neyse, size yaptığım teklifi aklınızdan çıkarmayın; siz şuanda, ne yazık ki o güçlü kaslarına sahip olmadığınız Herculesgibi, iki yolun kavşağındasınız. Erdeme giden yolu seçmediğinizehayatınız boyunca hayıflanmak zorunda kalmamaya gayretedin." Arabacıya dönüp, "Ne, siz hâlâ körüğü indirmediniz mi?"dedi. "Şu makasları ben katlayayım en iyisi. Zaten arabayı dabenim sürmem gerekecek herhalde; siz halinize bakılırsa..."

Sonra faytona, arabacının yanına zıpladı ve fayton hızla hareketetti.

Bense, eve döndüğümde, biraz önce Bloch'la M. de Norpoisarasında geçen konuşmanın bir benzerine, yalnız daha sert, tersve acımasız bir konuşmaya denk geldim: Bizim Dreyfus taraftarıolan uşağımızla Guermantes'ların Dreyfus aleyhtarı olan uşağıtartışmaktaydılar. Üst düzeyde, Fransız Vatanseverler CephesiDerneğiyle İnsan Hakları Derneği entelektüelleri arasında çatışandoğrularla karşı-doğrular, halkın en alt katmanlarına kadaryayılıyordu. M. Reinach, kendisini hiç görmemiş insanlarınhislerine göre durumu idare ediyordu; oysa kendisi için DreyfusDavası çürütülmesi imkânsız bir teoremden ibaretti ve gerçektende bu teoremi, o güne kadar görülmemiş, şaşırtıcı bir akıla siyasetbaşarısıyla (bazılarına göre Fransa'ya karşı bir başarıyla) "ispat"etti. İki yıl içinde Billot'nun bakanlığının yerine Clemenceau'nunbakanlığını koydu; kamuoyunu baştan aşağı değiştirdi; Picquart'ı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

336

hapisten çıkarıp Savunma Bakanlığına getirdi. Belki kitleleriustaca idare eden bu mantık uzmanının kendisini de atalarıyönetiyordu. En fazla doğruyu içeren felsefi sistemleriyaratıcılarına benimseten, son tahlilde duyguya dayalı birnedenken, Dreyfus Davası gibi basit bir siyasi meselede bu türnedenlerin, akıl yürüten kişi farkında olmadan akimahükmetmemesi mümkün müdür? Bloch, Dreyfus taraftarlığının,kendi mantıksal seçimi olduğunu zannediyordu; oysaburnunun, teninin ve saçlarının, ırkı tarafından belirlendiğinibiliyordu. Şüphesiz akıl daha özgürdür, ama o da kendi koymadığıbirtakım yasalara tabidir. Guermantes'ların uşağıyla bizimuşağımızın durumu, özel bir vakaydı. Fransa'yı yukarıdan aşağıyaikiye bölen Dreyfus taraftarlığı ve aleyhtarlığı akımlarınındalgaları, epeyce sessiz olmakla birlikte, nadir yankıları çokiçtendi. Bilerek Dreyfus Davasından uzak durulan bir sohbetinortasında birisi, genellikle yanlış, ama daima arzulanan siyasi birhaberi çekinerek bildirdiğinde, tahminlerinin konusundan,arzularının yönünü kestirmek mümkün olurdu. Böylece, biryanda çekingen bir havarilik, diğer yanda ahlâki bir öfke, kimiayrıntılar üzerinde çatışırdı. Eve döndüğümde tartışmalarınıduyduğum iki uşak bu kurala bir istisna teşkil ediyordu. Bizimuşak Dreyfus'ün suçlu olduğunu, Guermantes'ların uşağıysa,masum olduğunu söylemeye getirdi. Gerçek düşüncelerinigizlemek için değil, fesatlıklarından ve oyun hırsından böyleyapıyorlardı. Bizim uşak, davanın yeniden görüleceğinden eminolamadığından, görülmemesi ihtimalini gözönündebulundurarak, Guermantes'ların uşağının haklı bir davanınkazanıldığı sevincini yaşamasını önceden engellemek istiyordu.Guermantes'ların uşağıysa, davanın yeniden görülmesi istemireddedildiği takdirde, bizim uşağın, masum bir insanın ŞeytanAdası'nda tutulmasına daha çok üzüleceğini düşünüyordu.Kapıcı ikisini seyrediyordu. Guermantes'ların hizmetkârları

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

337

arasına nifak sokan kişinin kapıcı olmadığı izlenimini edindim.Eve çıktığımda büyükannemin rahatsızlığı iyice artmıştı.

Büyükannem bir süredir hastalığının ne olduğunu pekbilememekle birlikte, sağlığından şikâyetçiydi. Aslında yalnızyaşamadığımızı, başka bir âleme ait, aramızda uçurumlarbulunan, bizi tanımayan ve bizi anlaması imkânsız bir varlığazincirlerle bağlı olduğumuzu, hastalandığımızda farkederiz; buvarlık, bedenimizdir. Yolda karşımıza çıkan bir haydutun, bizimderdimize olmasa da kendi kişisel çıkarlarına duyarlılıkgöstermesini sağlayabiliriz. Oysa bedenimizden merhametdilenmek, bir ahtapotla konuşmaktan farksızdır; sözlerimiz onuniçin suyun sesi kadar anlamsızdır; onunla birlikte yaşamayamahkûm olmak, korkunç bir şeydir bizim için. Büyükanneminrahatsızlıkları, daima bize yönelmiş olan dikkatinden kaçardıgenellikle. Rahatsızlıkları kendisine çok acı verdiğinde ise,iyileştirebilmek için boş yere anlamaya çalışırdı rahatsızlıklarını.Bedeninin sahnesi olduğu hastalık olayları kendi zihni içinkaranlık ve kavranmaz olmakla birlikte, onlarla aynı maddeselâleme ait varlıklar için açık seçik, anlaşılır şeylerdi; insan aklı,bedeninin kendisine söylediği şeyi anlayabilmek için, bu kişilerebaşvurmak durumundadır; tıpkı bir yabancının bize verdiğicevapları anlayabilmek için, tercümanlık etmek üzere onunlaaynı ülkeden birini arayıp bulmamız gibi. Bu kişiler bedenimizlekonuşabilir, öfkesinin ciddi mi olduğunu, yoksa yakındayatışacağını mı söyleyebilir bize. Büyükanneme bakmak üzereçağırdığımız Cottard, büyükannemin hasta olduğunusöylediğimiz an, alaylı bir gülümsemeyle, "Hasta mı? Diplomatikbir hastalık değil umarım?" diyerek bizleri kızdırdıktan sonra,hastanın çarpıntısını yatıştırmak için süt rejimi önerdi. Amabitmez tükenmez sütlü çorbaların bir etkisi olmadı; çünkübüyükannem çorbaya çok fazla tuz ekiyordu; tuzun zararları odönemde bilinmiyordu (Widal henüz keşiflerini

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

338

gerçekleştirmemişti). Tıp, hekimlerin birbirini izleyen, çelişkilihatalarının bir özeti olduğundan, en iyi hekimlere başvururken,birkaç yıl sonra yanlışlığı ortaya çıkacak bir doğruya başvurmaihtimalimiz yüksektir. Yani tıbba inanmak, çılgınlıkların enbüyüğüdür denilebilirdi, eğer tıbba inanmamak daha büyük birçılgınlık olmasaydı; çünkü uzun vadede hataların üst üsteyığılmasından, birtakım doğrular ortaya çıkmıştır. Cottardbüyükannemin ateşini ölçmemizi tavsiye etmişti. Gidip birtermometre getirdik. Tüp hemen hemen boydan boya boştu.Cıvayı, küçük kabının dibine büzüşmüş o gümüşi semenderi zorfarkedebiliyorduk. Ölü gibiydi. Cam çubuğu büyükanneminağzına yerleştirdik. Uzun süre bırakmamız da gerekmedi; küçükbüyücü falına bir çırpıda bakıverdi. Onu kulesinin orta yerinde,kıpırtısız, asılmış kalmış halde bulduk; kendisine sorduğumuz,büyükannemin ruhunun kendini yoklayarak aslaçıkaramayacağı sayıyı kesin olarak gösteriyordu: 38, 3". İlk kez birendişeye kapıldık. Kaçınılmaz işareti silmek için termometreyihızla salladık; sanki kaydedilen ısıyla birlikte büyükanneminateşini de düşürebilirmişiz gibi. Heyhat! Aklı olmayan küçükfalcının bu cevabının keyfî olmadığı çok açıktı; çünkü ertesi güntermometre büyükannemin dudakları arasına tekraryerleştirildiğinde, bizim için görünmez olan bir gerçeğin kesinliğive sezgisiyle donanmış olan küçük kâhin, neredeyse hiç vakitkaybetmeden, adeta tek bir sıçrayışla, yine aynı noktada hiçkıpırdamadan durdu ve parlak çubuğuyla yine aynı 38,3 sayısınıgösterdi. Başka bir şey söylemiyordu, ama ne kadar dilesek,istesek, yalvarsak da, hiçbirine kulak asmayacak gibiydi; uyarı vetehdit niteliğindeki son sözüydü bu.

Bunun üzerine, onu cevabını değiştirmeye zorlamak amacıyla,aynı âlemden bir başka yaratığa başvurduk; bu ondan daha güçlü,bedeni sorgulamakla kalmayıp emir de verebilen bir yaratıktı: osırada henüz kullanılmayan aspirinle aynı türden bir ateş

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

339

düşürücü. Termometreyi bir daha yükselmek zorunda kalmazumuduyla 37,50,nin altına indirmemiştik. Büyükanneme ateşdüşürücüyü verdikten sonra tekrar termometreyi yerleştirdik. Birarka aracılığıyla daha yüksek bir yetkiliden aldığımız emrigösterdiğimizde emre söylenecek bir şey bulamayan ve, "Tamam,bir şey diyemem, madem öyle, geçin," diyen acımasız bir bekçigibi, külyutmaz görevli bu sefer hiç kıpırdamadı. Ama hırçınlıkla,"Ne yararı olacak bunun size?" der gibiydi. "Madem kininletanışıklığınız var, tamam, bir defa, on defa, yirmi defakıpırdamama emri verecek bana. Sonra sıkılacak; ben onu iyitanırım. Hep böyle sürmez bu. O zaman ne geçecek elinize?"

O sırada büyükannem, insan vücudunu kendisinden daha iyitanıyan bir yaratığın varlığını hissetti içinde; tükenmiş soylarınbir çağdaşı, düşünen insanın ortaya çıkışından çok önceki ilkişgalciydi bu; bu bin yıllık müttefiğin başını, kalbini, dirseğini,biraz da sertçe yokladığını hissetti; mekânları tanıyor, birazdanbaşlayacak tarihöncesi savaş için her şeyi örgütlüyordu. Birdakika sonra Python ezilmiş, kimyasal madde ateşi yenmişti;büyükannem bütün hayvanların ve bitkilerin üzerindenâlemlerin ötesine geçip kendisine teşekkür edebilmeyi isterdi.Bitkilerin bile yaradılışından önce var olan bir maddeyle, buncayüzyılın ötesinden gerçekleşen bu buluşmanın etkisi altındaydı.Bu arada termometre, daha eski bir tanrı tarafından geçici olarakyenilmiş bir Parça gibi, gümüş iğini kıpırtısız tutuyordu. Ne yazıkki insanın kendi içinde kovalayamadığı esrarengiz hayvanlarıavlamak üzere eğittiği daha güçsüz bazı yaratıklar, bize her günacımasızca, düşük ama oldukça sabit bir albümin sayısıgetiriyorlardı; bu da bizim algılayamadığımız süreğen bir durumlailişkili gibi görünüyordu. Bergotte, bana, Doktor du Boulbon'dan,beni sıkmayacak, görünürde garip de olsalar zekâmın özelliklerineuyan tedaviler bulabilecek bir hekim, diye sözettiğinde, zekâmıbaskı altına almaya beni zorlayan kuruntulu içgüdümü

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

340

sarsmıştı. Ne var ki fikirler içimizde bir değişim geçirirler;başlangıçta karşılarına çıkardığımız direnişi kırarlar ve onlar içinvar olduğunu bilmediğimiz, hazır zihinsel hâzinelerle beslenirler.Tanımadığımız biri hakkında duyduğumuz sözlerin bizde büyükbir yetenek, bir tür dâhi izlenimini uyandırdığı her durumdaolduğu gibi, ben de artık Doktor du Boulbon'a zihniminderinliklerinde sınırsız bir güven tanıyordum; gerçeği birbaşkasından daha keskin bir gözle görebilen insanların bizdeuyandırdığı güvendi bu. Doktor du Boulbon'un daha ziyadesinirsel hastalıklar konusunda uzman olduğunu, Charcot'nunölmeden önce, kendisine, nöroloji ve psikiyatriye hâkim olacağınısöylediğini biliyordum elbette. "Ah, bilemiyorum, olabilir tabii,"dedi o sırada yanımızda olan Françoise; du Boulbon'un da,Charcot'nun da adını ilk kez duyuyordu. Ama bu onun, "Olabilir,"demesine engel değildi. Françoise'ın "olabilir"leri, "belki"leri,"bilemiyorum"ları böyle durumlarda insanı çileden çıkarırdı.İnsanın içinden şöyle cevap vermek geçerdi: "Tabii kibilemezdiniz; çünkü konuyla ilgili hiçbir bilginiz yok; hiçbir şeybilmediğinize göre olabilir veya olamaz demeniz bile abes. Herneyse, artık Charcot'nun du Boulbon'a ne dediğini bilmediğinizisöyleyemezsiniz; artık biliyorsunuz; çünkü biz size söyledik;söylediğimiz kesin olduğuna göre de 'belki'lerinizin,'olabilirlerinizin hiçbir anlamı yok."

Beyin ve sinir hastalıkları konusundaki özel uzmanlığınarağmen, du Boulbon'un büyük bir hekim, üstün yetenekli,yaratıcı ve derin bir zekâya sahip bir insan olduğunu bildiğimden,onu çağıralım diye anneme yalvardım; hastalığı doğru görürseiyileştirebilir umudu, ikinci bir hekime danışırsak büyükannemikorkuturuz endişesine baskın çıktı sonunda. Annemin kararvermesine sebep olan şey, büyükannemin, farkında olmadanCottard'dan destek bularak artık hiç sokağa çıkmaması, hattâneredeyse yataktan kalkmamasıydı. Büyükannemin bize Mme de

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

341

Sevigne'nin Mme de La Fayette'le ilgili mektubuyla cevap vermesinafileydi: "Sokağa çıkmak istemeyişini delilik diyeyorumluyorlardı. Böyle acele karar veren bu insanlara, 'Mme de LaFayette deli değil' demekle yetiniyordu. Sokağa çıkmamakta haklıolduğunu göstermek için ölmesi gerekti." Çağrılan du Boulbon,sözlerini aktarmadığımız Mme de Sevigne'yi olmasa da, enazından büyükannemi hatalı buldu. Büyükannemi muayeneedeceği yerde, o harikulade bakışlarını büyükanneme dikerekBergotte'tan sözetmeye başladı; bu bakışlarda, belki hastayıdikkatle, derinlemesine incelermiş gibi, doğal görünen, amaherhalde otomatikleşmiş olan bir yanılgı ya da hastada buizlenimi uyandırma isteği, belki de bambaşka bir şey düşünmekteolduğunu göstermeme veya hastayı nüfuzu altına alma arzusuvardı.

"Ah! Gerçekten de hanımefendi, olağanüstü bir yazar; kendisinisevmekte çok haklısınız! Peki en sevdiğiniz kitabı hangisidir? Ya?Gerçekten de en iyi kitabıdır denilebilir. En azından en güzelyazılmış romanıdır; Claire çok hoş bir karakterdir; peki erkekkahramanlardan hangisine en çok yakınlık duyarsınız?"

Başlangıçta, kendisi tıptan sıkıldığı için büyükannemi buşekilde edebiyat hakkında konuşturduğunu, ayrıca belki açıkfikirliliğini de sergilemek istediğini, hattâ daha tedaviye yönelikbir amaç güttüğünü, hastaya güven vermek, endişelenmediğinigöstermek, aklını hastalıktan başka şeylere yöneltmek istediğinidüşündüm. Ama daha sonra anladım ki, bir ruh hastalıklarıuzmanı, beyin araştırmacısı olarak, sorularıyla büyükanneminbelleğinin tam yerinde olup olmadığını anlamak istemişti.Ardından, adeta istemeye istemeye, karamsar ve sabit bakışlarlahayatı hakkında birkaç soru sordu büyükanneme. Sonrabirdenbire, sanki gerçeği görmüş ve ne pahasına olursa olsun onaulaşmaya kararlıymış gibi, sözlerine zorla yol açarmış,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

342

kapılabileceği son tereddütlerden kurtulurmuş, bizimyapabileceğimiz bütün itirazları bir yana itermiş gibi bir hareketyaparak, büyükanneme aydınlık bakışlarla, çekinmeden, nihayetayakları yere basarmışçasına baktı ve kelimeleri tatlı, büyüleyicibir tonla vurgulayarak, zekâsı bütün tonlamalarım inceliklebelirterek (zaten ziyareti boyunca sesi hep doğallığım korumuş,tatlılığını kaybetmemişti; gür ve dağınık kaşlarının altındakialaycı gözleri iyilikle doluydu) konuştu:

"Er veya geç iyileşeceksiniz hanımefendi; hiçbir hastalığınızınolmadığını anlayacağınız ve normal hayatınıza döneceğiniz gün,tamamen size bağlı olarak, bugün bile olabilir. Yemekyemediğinizi, sokağa çıkmadığınızı söylemiştiniz, değil mi?"

"Ama doktor bey, biraz ateşim var."Bu Boulbon büyükannemin eline dokundu."Şu anda yok en azından. Üstelik bu mazeret değil. 39" ateşi

olan veremlileri açık havaya çıkardığımızı, aşırı beslediğimizibilmiyor musunuz?"

"Ama biraz albüminim de var.""Bunu sizin bilmemeniz gerekirdi. Benim zihinsel albümin diye

tanımladığım şey var sizde. Hepimizin bir rahatsızlık sırasındaküçük bir albümin krizi olmuştur; doktorumuz bunu bizebildirmekle, kalıcı hale getirmiş olur. Hekimler ilaçlarlaiyileştirdikleri her hastalık için (en azından bunun arasıragerçekleştiği ileri sürülüyor), sağlam olan insanlarda on hastalıkortaya çıkarıyorlar; kendilerine bütün mikroplardan bin kat dahaetkili olan bir hastalık etkenini, hasta oldukları fikrini aşılayarak.Her türlü mizacı etkileyen böyle bir kanı, özellikle sinirli mizaçlarüzerinde müthiş güçlü bir etki yapar. Arkalarında açık bir pencereolduğunu söyleyin, hapşırmaya başlarlar; çorbalarına manyezikattığınızı söyleyin, karma ağrılarına tutulurlar; kahvelerinin her

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

343

zamankinden daha ..oyu olduğunu çıtlatın, bütün gece gözlerineuyku girmez. Hanımefendi, gözlerinizi görmem, kendinizi ifadeetme tarzınızı duymam, hattâ size çok benzeyen kızınızı vetorununuzu görmem, nasıl bir mizaçla karşı karşıya olduğumuanlamama yetmedi mi sanıyorsunuz?"

"Doktor bey izin verirse, büyükannen Champs-Elysees'ninsakin bir köşesinde, senin bir zamanlar oyun oynadığın o defneağaçlarının yakınında biraz oturabilir belki," dedi annem, dolaylıbiçimde du Boulbon'a danışarak; sesinde, benimle yalnız konuşsaolmayacak bir çekingenlik, bir saygı vardı. Doktor büyükannemedöndü ve bilgili olduğu kadar kültürlü de olduğundan dedi ki:

"Champs-Elysees'ye, torununuzun sevdiği defne ağaçlarınınoraya gidiniz hanımefendi. Defne sağlığınıza iyi gelecektir. Defnearıtır. Apollon, Python adlı yılanı öldürdükten sonra Delphoi'yeelinde bir defne dalıyla girmişti. Böylelikle, zehirli canavarınölümcül tohumlarından korunmak istemişti. Gördüğünüz gibi,defne, antiseptiklerin en eskisi, en kutlusu, hattâ –korunmadaolduğu gibi tedavide de değerli olduğu için eklemek istiyorum–en güzelidir."

Hekimlerin bilgisinin büyük bir bölümü kendilerine hastalartarafından öğretildiği için, hastaların bu bu bilgisinin herkesteeşit olduğunu düşünmeye eğilimlidirler ve daha önce tedaviettikleri kişilerden öğrendikleri bir şeyle, yanında bulunduklarıhastayı şaşırtacaklarım sanırlar. İşte bu yüzden Doktor duBoulbon, sohbet etmekte olduğu köylüyü, bir kelimeyi onunşivesiyle söyleyerek şaşırtmayı uman bir Parisli'nin alaycıgülümsemesiyle, büyükanneme dedi ki: "Herhalde rüzgârlıhavalar sizi en güçlü uyku ilaçlarından daha iyi uyutuyordun" -"Aksine beyefendi; rüzgâr uykumu kesinlikle engeller." Hekimleralıngandır. "Ah!" diye mırıldandı du Boulbon kaşlarını çatarak;sanki ayağına basmışlar gibi, büyükannemin fırtınalı gecelerde

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

344

uykusuzluk çekmesi kendisine yapılmış kişisel bir hakaretmişgibi. Bununla birlikte, aşırı gururlu bir insan değildi; "üstünzekâlı" bir insan olarak inançla tıbbı birbirine karıştırmamayı dagörev bildiğinden, hemen filozofça sükûnetine kavuştu.

Bergotte'un arkadaşının kaygılarını gidermesini şiddetlearzulayan annem, doktorun söylediklerini desteklemek amacıyla,büyükannemin sinirsel bir hastalığı olan kuzininin, yedi yılboyunca Combray'deki yatak odasına hapsolduğunu, haftadaancak bir veya iki kez ayağa kalktığını anlattı.

"Doğrusu bunu bilmiyordum, ama tahmin edebilirdimhanımefendi."

"Ama doktor bey, ben katiyen onun gibi değilimdir; aksine,doktorum beni yatakta tutamaz," dedi büyükannem; belkidoktorun teorilerine biraz sinirlendiğinden, belki de doktorhepsini çürütür umuduyla yapılabilecek bütün itirazları karşısınaçıkarmak, böylece doktor gittikten sonra iyimser teşhisineherhangi bir şüphe duymayacağından emin olmak istediği için.

"Pek tabii hanımefendi, bu kelimeyi kullandığım için kusurabakmayın ama, insan bütün akıl hastalıklarına birden sahipolamaz; sizde bu yok, başkaları var. Dün bir sinir hastalıklarıkliniğini ziyaret ettim. Bahçede adamın biri bir bankın üzerineçıkmış, Hint fakirleri gibi hiç kıpırdamadan ayakta duruyordu;boynunu mutlaka çok acı verecek şekilde, eğik tutuyordu. Neyaptığını kendisine sorduğumda, hiç hareket etmeden, başınıçevirmeden cevap verdi: 'Doktor bey, ben aşırı romatizmalıyım,soğuk algınlığına da çok yatkınımdır; biraz önce çok fazla hareketettim; öyle aptalca ısınırken, boynum fanilama dayalıydı. Şimdihararetim düşmeden boynumu fanilamdan ayırırsam mutlakaboynum tutulur, hattâ bronşit bile olabilirim.' Gerçekten deolurdu. 'Siz çok başarılı bir nevrozlusunuz, işin aslı bu, ' dedimona. Öyle olmadığım kanıtlamak için bana nasıl bir gerekçe

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

345

gösterdi biliyor musunuz? Klinikteki bütün hastalarda tartılmatakıntısı varmış, hattâ bütün günlerini tartılmakla geçirmesinlerdiye teraziye asma kilit takmak zorunda kalmışlar; oysa kendisitartılmayı hiç istemediğinden, teraziye zorla çıkarıyorlarmış.Diğerlerinin takıntısı kendisinde yok diye seviniyor, kendisininbaşka bir takıntısı olduğunu ve onu başka takıntılardan butakıntısının koruduğunu düşünmüyordu. Bu karşılaştırmayagücenmeyin hanımefendi; çünkü soğuk algınlığı korkusuylaboynunu kıpırdatmaya cesaret edemeyen o adam, zamanımızınen büyük şairidir. O zavallı manik hasta, benim tanıdığım enyetkin zekâdır. Sinirli bir yapınız olduğunun söylenmesi sizikızdırmasın. Siz yeryüzünün tuzu biberi olan o harikulade veyürekler acısı soydansınız. Bütün yüce şeyleri bize sinirli mizaçlarvermiştir. Dinleri kuran, şaheserleri yaratan onlardır, başkalarıdeğil. Dünya kendilerine neler borçlu olduğunu, hele hele onlarınbütün bunları dünyaya verebilmek için ne acılar çektiğini, aslabilmeyecek. Güzel müziklerin, güzel resimlerin, binlerce inceliğintadını çıkarırız, ama onları yaratanlara nelere malolduğunu, neuykusuzluklara, gözyaşlarına, ihtilaçlı gülmelere, kurdeşenlere,astımlara, sara nöbetlerine, hepsinden beter olan ölümkorkusuna malolduğunu bilmeyiz; bu korkuyu belki siz detanıyorsunuzdur hanımefendi," diye ekledi büyükannemegülümseyerek; "çünkü itiraf edin ki geldiğimde içiniz pek rahatdeğildi. Kendinizi hasta, belki vahim derecede hastasanıyordunuz. Kendinizde kimbilir hangi hastalığın belirtilerinibuluyordunuz. Üstelik yanılmıyordunuz, bu belirtiler sizdevardı. Sinirli bir yapı, dâhi bir taklitçidir.

Mükemmelen taklit edemeyeceği tek bir hastalık yoktur. Buyapı, sindirim bozukluğundan doğan şişkinlikleri, hamileliğinbulantılarını, kalp hastalıklarının ritm bozukluğunu, vereminkronik ateşini insanı yanıltacak kadar iyi taklit eder. Hekimi bilekandırabildiğine göre, hastayı kandırmaması mümkün müdür?

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

346

Rahatsızlıklarınızla alay ettiğimi zannetmeyin sakın; burahatsızlıkları anlamasam, tedavi etmeye de kalkışmazdım.Bakınız, itiraf ancak karşılıklı olursa işe yarar. Sinir hastalıklarıolmasa büyük sanatçılar olmazdı demiştim; dahası," diye eklediciddiyetle işaret parmağını havaya kaldırarak, "büyük alimler deolmazdı. Şunu da belirtmek isterim ki, sinirsel hastalığı olmayanbir hekim, bırakınız iyi, ortalama bir sinir hastalıkları uzmanı bileolamaz. Sinir hastalıkları alanında fazla saçmalamayan bir hekim,yarı iyileşmiş bir hastadır; tıpkı eleştirmenlerin artık şiiryazmayan şairler, polislerin artık hırsızlık yapmayan hırsızlarolmaları gibi. Ben, hanımefendi, sizin gibi albümin hastasısanmıyorum kendimi; beslenme, açık hava sinirsel bir korkuyaratmıyor bende, ama kapım kapalı mı diye bakmak için yirmikere yataktan kalkmadan uyuyamam. Dün boynunuçeviremeyen bir şairle karşılaştığım o kliniğe bir oda tutmayagitmiştim; çünkü, aramızda kalsın ama, ben tatillerimi,başkalarının hastalıklarını tedavi etmeye çalışırken çok yorulupkendi rahatsızlıklarımı artırdığımda, kendimi orada tedavi ederekgeçiririm."

"Peki, doktor bey, benim de benzer bir tedavi görmem gereklimi?" dedi büyükannem korkuyla.

"Gerek yok hanımefendi. Dediğiniz belirtiler benim sözlerimkarşısında boyun eğeceklerdir. Ayrıca yanımızda çok güçlü birisivar ki, onu bundan böyle doktorunuz olarak tayin ediyorum. Oda sizin rahatsızlığınız, aşırı sinirsel etkinliğiniz. Bu yapınızıtedavi edebilirim, ama bunu yapmaktan kaçınacağım. Ona sözgeçirmem yeterli. Masanızda Bergotte'un bir eserini görüyorum.Sinirsel yapınız tedavi edilse, onu sevemezdiniz. Peki ben, onunsize verdiği hazzı, aynı hazzı katiyen veremeyecek olan bir sinirselsağlamlıkla değiştirme hakkını kendimde bulabilir miyim? Buhazzın kendisi, etkili bir ilaçtır, belki de ilaçların en kuvvetlisidir.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

347

Yo hayır, ben sizin sinirsel enerjinize kızmıyorum. Sadece benidinlemesini istiyorum; sizi ona emanet ediyorum. Yüz seksenderecelik bir dönüş yapsın. Şimdiye kadar sizin gezmenizi,yeterince beslenmenizi engellemek için harcadığı gücü, sizeyemek yedirmeye, kitap okutmaya, sokağa çıkarmaya, her şekildeeğlendirmeye harcasın. Yorgun olduğunuzu söylemeyin bana.Yorgunluk önyargıya dayalı bir düşüncenin organikuygulamasıdır. İşle onu düşünmemekle başlayın. Küçük birrahatsızlığınız olursa eğer, ki herkesin başına gelebilir, sankiböyle bir rahatsızlığınız yokmuş gibi olacak; çünkü sinirselenerjiniz, M. de Talleyrand'ın çok derin bir sözle ifade ettiği gibi,sizi hayalî bir sağlıklı insan haline getirmiş olacak. İşte bakınşimdiden sizi iyileştirmeye başladı bile; bir kez olsun arkanızayaslanmadan dimdik dinliyorsunuz beni; gözleriniz canlı,renginiz sağlıklı; yarım saat oldu, hiç farketmediniz.Hanımefendi, sizi saygıyla selamlıyorum."

Doktor du Boulbon'u geçirdikten sonra annemin yalnız olduğuodaya girdiğimde, haftalardır göğsümü sıkıştıran keder uçupgitti; annemin sevincini açığa çıkaracağını ve benim sevincimigöreceğini hissettim; bir bakıma, henüz kapalı olan bir kapıdanbirinin girip bizi korkutacağını bildiğimiz zaman hissettiğimizkorkuya benzeyen, yakınımızda bir insanın duygulanacağı ânınbekleyişine tahammül etmenin imkânsızlığın hissettim; annemebir şey söylemek istedim, ama sesim çatladı, gözyaşlarınaboğularak uzun süre başım annemin omzunda ağladım, acıyıtattım, kabullendim, sevdim; çünkü acının hayatımdan çıktığınıbiliyordum artık; koşullar yüzünden gerçekleştirme aşamasınageçemediğimiz erdemli tasarılar da bizi aynı şekilde coşturur.

Françoise, sevincimizi paylaşmayarak beni çok kızdırdı.Guermantes'ların genç uşağıyla ispiyoncu kapıcı arasında kopankorkunç kavgadan ötürü çok sarsılmıştı kendisi. Düşesin bütün

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

348

iyi yürekliliğiyle araya girip iyi kötü ikisini barıştırması ve uşağıbağışlaması gerekmişti. Çünkü düşes iyi kalpliydi, dedikodularada kulak asmasa, yanında çalışmak bir nimet sayılabilirdi.

Büyükannemin hastalığı bir süredir biliniyor, duyanlar habersoruyordu. Saint-Loup şöyle bir mektup yazmıştı: "Sevgilibüyükannenin rahatsız olduğu şu günlerde, onun hiç ilgisiolmayan bir konuda, sana, sitemi de aşan sözler söylemekistemiyorum. Fakat kalleşçe bir davranışını unutacağımı,riyakârlığını ve ihanetini bağışlayacağımı nezaketen bilesöylemem, yalan olur." Ama büyükannemin önemsiz birrahatsızlığı olduğunu düşünen, belki de rahatsızlığındantamamen habersiz olan kimi arkadaşlarım ertesi gün kendileriniChamps-Elysees'ye götürmemi, oradan da bir ziyarete, bir kırevinde hoşuma gidecek bir akşam yemeğine katılmamıönermişlerdi. Bu iki eğlenceden vazgeçmem için artık bir nedenkalmamıştı. Büyükanneme Doktor du Boulbon'un sözüne uyupçok gezmesi gerektiği söylendiğinde, hemen Champs-Elysees'densözetmişti. Kendisini oraya götürmek benim için kolay olurdu;büyükannem oturup biraz kitap okur, ben de arkadaşlarımlanerede buluşacağımızı kararlaştırırdım; sonra, fazlaoyalanmazsam, onlarla birlikte Ville-d'Avray trenine binecekvaktim olurdu. Kararlaştırdığımız saatte büyükannem kendiniyorgun hissettiğinden çıkmak istemedi. Ama du Boulbon'dantalimat almış olan annem, büyükanneme kızıp sözünüdinletecek gücü kendinde buldu. Büyükannemin tekrar sinirselzaafiyetine yenik düşüp bir daha ayağa kalkamayacağınıdüşünmek bile neredeyse ağlatıyordu annemi. Dışarı çıkmaya bukadar uygun, böyle güzel ve sıcak bir hava kolay kolaybulunmazdı. Güneş yer değiştirdikçe balkonu parça parça ediyor,oynak muslinlerini aralıklara serpiştiriyor, yontma taşın üzerindeılık bir kılıf, belli belirsiz bir yaldızlı hale oluşturuyordu. Françoisekızma telgraf çekmeye fırsat bulamadığından, yemekten hemen

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

349

sonra dışarı çıktı. Daha önce büyükannemin dışarı çıkarkengiyeceği mantoyu onarması için Jupien'e uğraması bile lütufsayılırdı. Ben de tam o sırada sabah gezintimden döndüğüm için,Françoise'la birlikte yelekçiye gittim. "Sizi buraya küçük bey migetirdi," dedi Jupien Françoise'a, "yoksa siz mi onu getirdiniz,yoksa talih rüzgârı mı ikinizi birden attı dükkânıma?" Jupientemel eğitim görmediği halde, M. de Guermantes'ın onca çabasınarağmen çiğnediği sözdizimi kurallarına doğal güdüsüyle uyardı.Françoise gittikten, manto da onarıldıktan sonra, büyükannemingiyinmesi gerekti. Annemin yardımını inatla reddedenbüyükannemin tek başına hazırlanması inanılmaz bir süre aldı;bense, artık hasta olmadığının bilinciyle, hayatta oldukları süreceakrabalarımıza karşı takındığımız, onlara herkesten az değervermemize yol açan o garip ilgisizlikle, bu kadar uzun süredehazırlanmasını, arkadaşlarımla buluşacağımı, akşam yemeğineVille d'Avray'ye gideceğimi bildiği halde beni geciktirmesini çokbencilce buluyordum. Sabırsızlıktan, iki kere neredeyse hazırolduğu söylendikten sonra, önceden aşağı indim. Ben konağınbuz gibi duvarlarını katiyen ısıtmayan, dışarının sıvı, şırıltılı, ılıkhavasını bir sarnıcı açmışçasına içeriye dolduran aralık, camlıkapıya yaklaştığımda, nihayet büyükannem bana yetişti ve böyledurumlarda genellikle yaptığı gibi geciktiğinden dolayı özürdilemedi; acelesi olan, eşyalarının yarısını unutmuş biri gibikızarmıştı, dalgındı.

"Madem arkadaşlarınla buluşacaksın, keşke başka bir mantogiyseydim. Bununla biraz sefil bir halim var."

Yüzünün ne kadar kırmızı olduğunu görünce şaşırdım ve geçkaldığı için çok acele ettiğini anladım. Champs-Elysees'ye gelipGabriel Caddesi'nin başında faytondan indiğimizde, büyükannembana hiçbir şey söylemeden dönüp, eskiden bir gün Françoise'ıbeklediğim yeşil kafesli, eski, küçük kulübeye yöneldi. Herhalde

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

350

midesi bulandığı için eliyle ağzını kapatan büyükannemiizleyerek parkın ortasındaki küçük panayır tiyatrosununbasamaklarını çıktığımda, daha önce de "markiz"in yanındagördüğüm park bekçisi yine oradaydı. Tıpkı panayır sirklerindesahneye çıkmak üzere hazırlanmış, pudraya bulanmışpalyaçonun bizzat kapıda durup giriş paralarını toplaması gibi,"markiz" de yine ücretleri tahsil ettiği kontrol noktasında, beyazpudrayla sıvanmış koskocaman, girintili çıkıntılı yüzüyle, kızılperuğunun tepesinde kırmızı çiçekli, siyah dantelli küçükberesiyle oturmaktaydı. Ama beni hatırladığını sanmıyorum.Bekçi de üniformasıyla uyum içindeki yeşillikleri denetlemeyibırakıp "markiz"in yanma oturmuş, sohbet etmekteydi.

"Hâlâ buradasınız," diyordu. "Emekliye ayrılmayıdüşünmüyorsunuz."

"Ne diye emekliye ayrılayım ki beyefendi? Söyler misiniz bana,buradan daha iyisini, daha rahatını nerede bulacağım? Üstelikburada hep hareket var, oyalanıyorum; benim küçük Paris'imdirburası; müşterilerim olan bitenden haberdar eder beni. Meseladaha beş dakika önce çıkan bir müşterim var. Kendisi yargıçtır;hem de çok yüksek bir mevkide. İnanın beyefendi," diye haykırdı"markiz" heyecanla, görevli sözlerinin doğruluğuna itiraz edergörünse, iddiasını şiddete başvurarak savunmaya hazırmış gibibir edayla, "tam tamına sekiz yıldır, dikkat edin, her gün, hiçaksatmadan saat 3 dediniz mi buradadır; hep terbiyeli, sesini aslayükseltmeden, hiçbir tarafı kirletmeden, yarım saatten fazla kalır,hem gazetelerini okur, hem de ihtiyacını giderir. Gelmediği bir tekgün oldu. O sırada farketmedim, ama akşam olduğunda birdendedim ki kendi kendime: Aa, bizim beyefendi gelmedi; belki deölmüştür.' Bir tuhaf oldum; ben iyi insanlara bağlanırım böyle.Onun için de ertesi gün yine kendisini görünce çok sevindim;dedim ki: 'Beyefendi, dün başınıza bir şey mi geldi?' O da kendi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

351

başına bir şey gelmediğini, karısının öldüğünü söyledi; o kadarallak bullak olmuş ki, gelememiş. Üzgün görünüyordu tabii;yirmi beş yıldır evliymişler, düşünsenize; yine de tekrar geldiğinememnun gibiydi. Küçük alışkanlıklarını bozmak onu sarsmıştıbesbelli. Ben de biraz moral /ermeye çalıştım, dedim ki: 'Kendinizibırakmayın beyefendi. Eskisi gibi gelin yine; size bu kederligünlerinizde küçük bir eğlence olur."

"Markiz" sözlerine daha tatlı bir ses tonuyla devam etti; çünküağaçlarla çimenlerin koruyucusunun, kendisini itiraz etmeyiaklından bile geçirmeden, safça dinlediğini farketmişti; bekçi,daha ziyade bir bahçıvan aletine veya simgesine benzeyen kılıcını,zararsız bir şekilde kınında tutuyordu.

"Üstelik," dedi "markiz", "ben müşterilerimi seçerim; kendideyimimle salonlarıma herkesi kabul etmem. Gerçekten de salonabenzemiyor mu, çiçeklerle filan? Çok kibar müşterilerim olduğuiçin, her zaman ya biri, ya başkası, güzel bir leylak dalı, birkaçyasemin veya gül getirir; gül en sevdiğim çiçektir."

Hiçbir zaman leylak da, güzel güller de getirmediğimiz için,hanımefendi belki bize iyi gözle bakmıyordur düşüncesiyleyüzüm kızardı; olumsuz bir yargıdan kaçabilmek –ya da gıyabenyargılanabilmek– için çıkış kapısına yöneldim. Ne var ki hayattasadece güzel güller getiren insanlara iyi davranılmıyor; "markiz"benim sıkıldığımı düşünerek seslendi:

"Size bir kabine açmamı istemez miydiniz?"Ben teklifini geri çevirdim."Gerçekten, istemez misiniz?" diye ısrar etti gülümseyerek.

"Samimi söylüyorum, ama biliyorum tabii, insanın bu türihtiyaçları olması için para ödememesi yeterli değil."

O sırada kötü giyimli bir kadın aceleyle içeri girdi; onun ihtiyacı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

352

vardı belli ki. Ama "markiz"in çevresine ait değildi; "markiz"snopça bir acımasızlıkla tersledi onu:

"Boş yerimiz yok hanımefendi.""Uzun sürer mi?" diye sordu zavallı kadın; sarı çiçeklerinin

altında yüzü kıpkırmızıydı."Başka bir yere gitmenizi tavsiye ederim hanımefendi;

gördüğünüz gibi sırada bekleyen bu iki beyefendi var," dedi"markiz", beni ve bekçiyi göstererek; "tek kabinem var; diğerlerionarımda... Kötü müşteri olduğu suratından belliydi," dedi"markiz". "Buranın tarzına uygun değil; temizlik, saygı nedirbilmez bunlar; ondan sonra hanımefendinin arkasından bir saatben temizleyecektim içeriyi. Onun iki kuruşuna kalmadım."

Nihayet, yarım saati aşkın bir sürenin sonunda büyükannemçıktı; bu kadar uzun süre içeride kalma münasebetsizliğini birbahşişle telafi etmeye çalışmayacağını düşünerek, "markiz"in hiçşüphesiz büyükanneme karşı takınacağı küçümseyici tavırdanpayımı almamak için, hemen çıkıp ağaçlık bir yola girdim, amabüyükannem bana yetişebilsin diye ağır ağır yürüyordum. Azsonra yanıma geldi. Büyükannemin, "Seni çok beklettim; umarımarkadaşlarını yakalarsın," diyeceğini sanıyordum, ama o tekkelime konuşmadı; ben de biraz hayal kırıklığına uğrayarak ilkkonuşan olmak istemedim; nihayet başımı kaldırıp baktığımdagördüm ki, yanımda yürümekle birlikte, başını öteki tarafaçevirmişti. Hâlâ midesi mi bulanıyor acaba diye endişelendim.Daha dikkatli bakınca, yürümekte zorluk çektiğini farkettimşaşırarak. Şapkası çarpılmış, mantosu kirlenmişti; dağınık,perişan bir görünüşü vardı; yüzü kırmızı ve kaygılıydı; arabaçarpmış ya da hendekten çıkarılmış biri gibiydi.

"Bulantın mı var diye korktum büyükanne; kendini daha iyihissediyor musun?" dedim.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

353

Cevap vermezse beni endişelendireceğini düşünmüş olmalı."Bekçiyle 'markiz' arasındaki bütün konuşmaları duydum,"

dedi. "Tam Guermantes'lara, Verdurin'lerin küçük yuvasınayaraşır bir konuşmaydı. Tanrım! Ne zarif ifade ettiler meseleleri."[26] Sonra da kendi markizinden, Mme de Sevigne'den bir alıntıyıekledi özenle: "Onları dinlerken, bana bir vedalaşmanınmutluluğunu hazırlıyorlar sandım."

İşte bana söylediği sözler bunlardı; bu sözlerde büyükanneminbütün inceliğini, alıntı yapma merakım, ezberindeki klasikleribulmak mümkündü; hattâ her zamankinden de fazla, adetabütün bunlara hâlâ sahip olduğunu göstermek ister gibi. Ne varki, bu cümleleri, işitmekten çok tahmin ettim; çünkübüyükannem homurdanır gibi bir sesle, dişlerini kusmakorkusuyla açıklanamayacak kadar fazla sıkarak konuşmuştu.

"Hadi," dedim, hafif bir tonla, rahatsızlığını fazla ciddiye alırmışgibi görünmemek için, "madem biraz miden bulanıyor, evedönelim istersen; hazımsızlık çeken bir büyükanneyi ChampsElysees'de dolaştırmak istemem."

"Arkadaşlarınla buluşacaksın diye ben de söylemeye cesaretedemiyordum," diye cevap verdi. "Zavallı yavrucak! Ama mademsen de istiyorsun, daha iyi olur."

Bu kelimeleri nasıl telaffuz ettiğini kendisi farkeder diyekorkuyordum.

"Hadi," dedim sertçe, "konuşmakla kendini yorma; hele midenbulanıyorsa, çok saçma, en azından eve dönünceye kadar bekle."

Hüzünle gülümseyip elimi sıktı. Hemen tahmin ettiğim şeyibenden gizlemesine gerek olmadığım anlamıştı: büyükannemhafif bir kriz geçirmişti.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

354

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

355

Guermantes Tarafı II

Birinci Bölüm

Büyükannemin hastalığı. - Bergotte'un hastalığı. - Dük ve doktor. -Büyükannemin çöküşü. - Ölümü.

Gezintiye çıkmış kalabalığın arasından, tekrar GabrielCaddesi'nin karşı kaldırımına geçtik. Büyükannemi bir bankaoturtup fayton aramaya gittim. En önemsiz insanları yargılarkenbile yüreğine yerleştiğim büyükannem, şimdi kendisini banakapamış, dış dünyanın bir parçası olmuştu; durumuyla ilgilidüşüncelerimi, kaygımı, yoldan geçen insanlardan da çok, ondangizlemek zorundaydım. Bu konuda konuşurken, büyükanneme,yabancı bir insana duyacağım güvenden fazlasını duyamazdım.Küçüklüğümden beri ona açtığım, sonsuza dek emanet ettiğimdüşüncelerimi, üzüntülerimi şimdi bana geri veriyordu.Büyükannem henüz ölmemişti. Ben şimdiden yalnızdım.Guermantes'lara, Moliere'e, küçük yuvayla ilgili sohbetlerimizeyaptığı göndermeler bile, sanki dayanıksız, sebepsiz,gerçekdışıydı; çünkü belki de yarın artık var olmayacak, bir anlamifade etmeyecekleri bir insandan, büyükannemin yakındadönüşeceği –onları kavrayamayacak– hiçlikten çıkmışlardı.

"Beyefendi, anlıyorum, ama benden randevu almamışsınız,numaranız yok. Zaten bugün muayene günüm de değil. Sizin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

356

kendi doktorunuz vardır herhalde. Onun yerini ben alamam;ancak o bakmamı isterse olabilir. Meslek ahlâkı meselesi bu..."

Tam bir faytona işaret ediyordum ki, meşhur Profesör E...'yerastlamıştım; babamın, büyükbabamın arkadaşı sayılırdı, enazından tanışıyorlardı; Gabriel Caddesi'nde oturan profesör, evinegirmek üzereyken, ani bir dürtüyle, büyükanneme çok değerlitavsiyelerde bulunabileceğini düşünerek kendisinidurdurmuştum. Ama acelesi olan profesör, mektuplarını aldıktansonra beni başından savmak istedi; onunla, ancak asansörebirlikte binerek konuşabildim; asansörün düğmelerine kendisibasmak için ısrar etti, özel takıntısıydı bu.

"Ama beyefendi, büyükannemi kabul etmenizi istemiyorumsizden; zaten söyleyeceklerimden de anlayacaksınız, gelecekdurumda değil; ben yarım saat sonra, eve döndüğümüzdeuğramanızı rica ediyorum."

"Evinize uğramak mı? Beyefendi ne diyorsunuz! Akşamyemeğine ticaret bakanına davetliyim, ondan önce yapılacak birziyaretim var, derhal giyinmem gerekiyor; üstüne üstlük, frakımyırtıldı, ötekinin de nişanları takacak iliği yok. Çok rica ederim,asansörün düğmelerine dokunmayın, kullanmayıbilmiyorsunuz; insanın her konuda dikkatli olması gerekir. İlikmeselesi iyice geciktirecek beni. Yine de, ailenizin hatırına,büyükanneniz hemen gelirse kabul ederim. Ancak öncedensöyleyeyim, kendisine en fazla on beş dakika ayırabilirim."

Derhal geri dönmüştüm; hattâ asansörden çıkmamıştım bile;Profesör E..., bana kuşkuyla bakarak, kendisi indirmişti beniaşağıya.

Ölüm saatinin belirsiz olduğunu söyleriz, evet, ama bunusöylerken, bu saati belirsiz ve uzaktaki bir boşluk içinde hayaleder, başlamış olan günle herhangi bir ilişkisi olabileceğini,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

357

ölümün –ya da bizi, bir daha bırakmamak üzere ilk kısmi elegeçirişinin– o öğleden sonra, hiç de belirsiz olmayan, her saatinkullanımının önceden belirlenmiş olduğu o öğleden sonragerçekleşebileceği anlamına da gelebileceğini düşünmeyiz. Aylıktoplam temiz hava ihtiyacımızı alabilmek için, gezintimizelzemdir; yanımıza alacağımız paltonun, çağıracağımız arabacınınseçiminde kararsızlık geçirmişizdir; faytondayızdır, önümüzdebütün bir gün vardır, ama gün kısadır, çünkü bir hanımarkadaşımız ziyaretimize geleceği için, eve geç dönmekistemiyoruzdur; havanın ertesi gün de bu kadar güzel olmasınıisteriz; içimizde bir başka düzlemde, geçit vermeyen bir karanlığınortasında yol alan ölümün, sahneye çıkmak üzere tam o günü,birkaç dakika sonra, aşağı yukarı arabanın Champs-Elysees'yevaracağı ânı seçmiş olduğu, aklımızdan bile geçmez. Geneldeölümün kendine has ayrıksılığının korkusunu kafasındanatamayan kişiler, bu tür bir ölümde –ölümle bu tür bir ilkkarşılaşmada– tanıdık, bildik, gündelik bir görünüme büründüğüiçin, güven verici bir şeyler bulabilirler belki. Öncesinde güzel biröğle yemeği yenmiş, tıpkı sağlıklı insanlar gibi sokağa çıkılmıştır.Ölümün ilk darbesi, açık bir arabada eve dönüşle üst üste biner;büyükannem ne kadar hasta olsa da, netice itibarıyla birçok kişisaat altıda, Champs-Elysees'den döndüğümüz sırada, harikuladebir havada, açık bir arabada geçerken kendisini selamladıklarınısöyleyebilirlerdi. Concorde Meydan'ına doğru gitmekte olanLegrandin, şaşkın bir tavırla durup şapkasını çıkararak bize selamverdi. Ben henüz hayattan kopuk olmadığımdan, Legrandin'inalıngan olduğunu büyükanneme hatırlatarak, selamına karşılıkverip vermediğini sordum. Herhalde beni oldukça düşüncesizbulan büyükannem, "Ne farkeder? Ne önemi var?" demek istergibi, elini havaya kaldırdı.

Evet, az önce, ben fayton ararken, büyükannemin GabrielCaddesi'nde bir bankta oturduğu, biraz sonra da açık bir arabada

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

358

geçtiği söylenebilirdi. Ama doğru bir saptama olur muydu bu?Bankın, bir caddede durmak için –o da belirli denge koşullarınatabi olduğu halde– enerjiye ihtiyacı yoktur. Oysa canlı birvarlığın, bir bankta veya arabada, arkasına yaslanmış bile olsa,dengede durabilmesi için, (her yönde etkili olduğundan)farketmediğimiz hava basıncı gibi, normal olarak farkınavarmadığımız bir kuvvet gerilimine ihtiyaç vardır. Belki içimiztamamen boşaltıldıktan sonra hava basıncına maruz bırakılsak,yok olmadan önceki an, artık hiçbir şeyin dengelemediği okorkunç ağırlığı hissedebilirdik. Aynı şekilde, içimizde hastalığınve ölümün uçurumları açıldığında, dünyanın ve kendibedenimizin, üzerimize çullanırken yarattıkları kargaşaya karşıkoyma imkânımız kalmadığında da, kaslarımızın düşüncesine,hattâ iliklerimize işleyen titremeye dayanmak bile, normal olaraksadece bir şeyin ters konumu sandığımız bir kıpırtısızlık içindebulunabilmek bile, eğer başımızın dik, bakışlarımızın sakinolmasını istiyorsak, hayati bir enerji gerektirir, müthiş yorucu birmücadeleye dönüşür.

Legrandin'in bize öyle şaşkınlıkla bakmasının nedeni,faytonun koltuğunda otururmuş gibi görünen büyükannemin,diğer yoldan geçenlere olduğu gibi, Legrandin'e de, uçurumdanaşağı kayıyormuş, batıyormuş, devrilen bedenini güç bela tutanminderlere umutsuzca tutunuyormuş gibi, saçları darmadağın,bakışları kaybolup gitmiş ve gözbebeklerinin artık taşıyamadığıgörüntülerin saldırısına karşı koyamıyormuş gibi görünmesiydi.Büyükannem, benim yanımda olduğu halde, o bilinmeyen âlemedalmış gibi görünmüştü; biraz önce onu Champs-Elysees'degördüğümde de, o âlemin ortasında aldığı darbelerin izinitaşıyordu, güreştiği görünmez meleğin eli, şapkasını, yüzünü,mantosunu çarpıtmıştı.

Sonraları, bu kriz ânının büyükannemi herhalde tamamen

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

359

hazırlıksız yakalamadığını, hattâ belki de o ânı çok öncedenöngördüğünü, onun bekleyişi içinde yaşadığını düşündüm.Şüphesiz, o ölümcül ânın ne zaman geleceğini bilmiyordu; aynıtürden bir şüpheyle, sevgililerinin sadakati konusunda kâhsaçma umutlara, kâh haksız vehimlere kapılan âşıklar gibi,kuşkudaydı. Ama büyükanneme sonunda tokat gibi inen butürden ciddi hastalıklar, çok ender istisnalar dışında daima,hastayı öldürmelerinden uzun bir süre önce bedenine yerleşir vebu süre boyunca da, "girişken" bir komşu veya kiracı gibi çabucakkendilerini tanıtırlar. Korkunç bir tanışmadır bu; yol açtığıacılardan çok da, hayata getirdiği kesin kısıtlamaların garipyeniliği sebebiyle korkunçtur. Bu durumda insan, ölüm ânındadeğil, aylar, bazen yıllar önce, hastalığın bütün iğrençliğiylebedenine yerleştiği andan itibaren, kendini ölmüş olarak görür.Hasta, beyninde gidip gelişlerini işittiği Yabancı'yla tanışır.Onunla göz aşinalığı yoktur tabii ki, ama düzenli olarak yaptığıgürültülerden, alışkanlıklarını çıkartır. Hırsız mıdır, uğursuzmudur? Bir sabah, sesi duyulmaz olur. Gitmiştir. Ah, keşketemelli gitmiş olsa! Akşama geri döner. Niyeti nedir? Doktor,sorguya çekildiğinde, tıpkı tapınılan bir sevgili gibi, bir güninanılan, bir gün şüphelenilen yeminlerle cevap verir. Aslındadoktor, sevgiliden ziyade, sorguya çekilen hizmetkâr rolü oynar.Onlar sadece üçüncü kişilerdir. Asıl sıkıştırdığımız, bize ihanetetmek üzere olduğundan kuşkulandığımız, hayatın kendisidir;onun eskisi gibi olmadığını, değiştiğini hissettiğimiz halde, hâlâona inanırız; tam inanmasak da, nihayet bizi terk ettiği günekadar kuşkuda kalırız.

Büyükannemi Profesör E../nin asansörüne bindirdim; hemenbizi karşılayıp çalışma odasına aldı. Ama orada, çok acelesi olduğuhalde, kurumlu tavrı değişti; alışkanlıklar bu kadar güçlüdür işte;profesörün alışkanlığı, hastalarına kibar, hattâ sevimlidavranmaktı. Büyükannemin çok kültürlü olduğunu bildiği ve

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

360

kendi de öyle olduğu için, iki üç dakika boyunca, ona bu güneşliyaz mevsimiyle ilgili güzel dizeler okudu ezberden. Büyükannemiiyi görebilmek için, onu bir koltuğa oturtup kendisi de sırtınıışığa vermişti. Büyükannemi titizlikle muayene etti; hattâ benimbir ara dışarı çıkmam gerekti. Muayenesine biraz daha devam etti,bitirdikten sonra da, on beş dakika dolduğu halde, tekrar dizelerokumaya koyuldu. Hattâ oldukça incelikli birkaç espri de yaptı;bunları başka bir gün dinlemeyi tercih ederdim; yine de doktorunneşeli tavrı içimi tamamen ferahlattı. O zaman hatırladım ki,Senato başkanı M. Fallieres, yıllar önce bir yalancı kriz geçirmiş veüç gün sonra görevinin başına dönerek rakiplerini kızdırmıştı;epey ilerideki bir tarihte de, cumhurbaşkanlığına adaylığınıkoymaya hazırlandığı söyleniyordu. M. Fallieres örneğinihatırladığım esnada, Profesör E../nin bir esprisini noktalayangürültülü bir kahkahasıyla düşüncelerim bölününce,büyükannemin hızla sağlığına kavuşacağından hiç kuşkumkalmadı. Profesör sonra saatini çıkardı, beş dakika geciktiğinigörüp telaşla kaşlarını çattı ve bir yandan bizimle vedalaşırken, biryandan da hizmetkârını çağırıp derhal frakını getirmesini söyledi.Önce büyükannemi dışarı çıkarıp kapıyı tekrar kapattım vebilgine gerçeği sordum.

"Büyükannenizin durumu umutsuz," dedi. "Üremiden ilerigelen bir kriz geçirmiş. Üreminin kendisi, mutlaka ölümcül birhastalık değildir, ama bu vaka bana umutsuz görünüyor.Söylememe gerek yok, yanıldığımı umuyorum elbette. Ayrıcadoktorunuz Cottard olduğuna göre, son derece güvenilirellerdesiniz. İzninizle," dedi, bir oda hizmetçisi, kolundaprofesörün siyah frakıyla odaya girince. "Biliyorsunuz ticaretbakanına yemeğe davetliyim, daha önce de yapılacak bir ziyaretimvar. Ah! Hayat sizin yaşınızda sanıldığı gibi toz pembe değil."

Sonra kibarca elini uzattı. Ben kapıyı kapattım; bir hizmetkâr

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

361

büyükannemle beni hole geçirirken öfkeli kükremeler işittik. Odahizmetçisi nişanlar için ilik açmayı unutmuştu. Bir on dakikadaha uzayacaktı iş. Ben sahanlıkta durumu umutsuz olanbüyükanneme bakarken, profesör hâlâ bağırıp çağırıyordu. Herinsan yalnızdır gerçekten. Evimize dönmek üzere tekrar yolakoyulduk.

Güneş batmak üzereydi; faytonumuzun, oturduğumuz sokağakadar geçtiği yol boyunca uzanan, bitmez tükenmez bir duvar,alev alev olmuştu; batan güneşin duvara yansıttığı, atın vearabanın gölgeleri, bir Pompei seramiğindeki cenaze arabası gibi,kızılımsı zeminde siyah şekiller çiziyordu. Sonunda eve vardık.Hastayı merdiven başındaki boşluğa oturtup anneme habervermek üzere yukarı çıktım. Büyükannemin hafif bir baygınlıkgeçirdiğini, biraz rahatsız olduğunu söyledim. Daha benimağzımdan ilk sözler çıkarken, annemin çehresi umutsuzluğundoruğuna ulaştı, ama bir yandan da öyle bir teslimiyet ifadesivardı ki, yıllardır bu ifadeyi, belirsiz ve nihai bir gün için, içindehazır beklettiğini anladım. Bana hiçbir şey sormadı; görünüşebakılırsa, tıpkı fesatlığın başkalarının acılarını abartmaktanhoşlanması gibi, annem de sevgisinden, annesinin, özellikle aklıetkileyebilecek bir hastalığa ciddi şekilde yakalandığınıkabullenmek istemiyordu. Annem tir tir titriyor, yüzü, gözyaşıdökmeden ağlıyordu; hemen koşup doktoru çağırmalarınısöyledi, ama Françoise kim hasta diye sorduğunda, cevapveremedi, sesi boğazında düğümlendi. Yüzünü çarpıtan hıçkırığıbastırarak, benimle birlikte, koşa koşa aşağı indi. Büyükannemaşağıda, girişteki kanepede beklemekteydi, ama bizi duyarduymaz doğruldu, ayağa kalktı, anneme neşeyle el salladı. Bendaha önce, merdivende üşütmesinden korktuğumu söyleyerek,başını beyaz dantel bir örtüyle sarmalamıştım. Büyükanneminçehresindeki değişimi, ağzındaki çarpılmayı annem pekfarketmesin istemiştim; önlemlerim gereksizmiş: Annem

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

362

büyükanneme yaklaştı, Tanrı'sının elini öper gibi elini öptü,kucaklayıp asansöre kadar taşıdı; gösterdiği sonsuz dikkatte,beceriksizce bir hareket yapıp canını acıtma korkusunun yanısıra,en değerli bildiği şeye dokunmaya layık olmadığını hissedenkişinin alçakgönüllülüğü de vardı, ama bir kez olsun gözlerinikaldırıp da hastanın yüzüne bakmadı. Belki büyükannemin,görünüşü kızını endişelendirebilir diye düşünüp üzülmesiniistemediği için bakmamıştı. Belki yüz yüze gelmeye cesaretedemediği aşırı bir ıstıraptan korkuyordu. Belki saygısından,kutlu saydığı çehrede zihinsel bir zayıflığın izini görmenin küfürolacağını düşünüyordu. Belki de daha sonra annesinin gerçekçehresini, zekâ ve iyilikle ışıldayan haliyle, bozulmamış haliylehatırlayabilmek istiyordu. İkisi bu şekilde yan yana,büyükannem başörtüsüne saklanarak, annem gözlerini çevirerekyukarı çıktılar.

Bu sırada, gözlerini büyükannemin, kızının bakmaya cesaretedemediği, değişmiş yüz hatlarından ayırmayan, şaşkın,patavatsız ve uğursuz bakışlarını üzerine diken bir kişi vardı:Françoise. Büyükannemi içtenlikle severdi oysa (hattâ ağlayarakannesinin kollarına atılmasını beklediği annemin soğuk tavrıkarşısında hayal kırıklığına uğramış, neredeyse sinirlenmişti),ama daima her şeyin en kötüsünü düşünmeye eğilimliydi,çocukluğundan kalan iki özelliği vardı ki, birbirini dışlamalarıgerekirmiş gibi geldiği halde, bir arada bulunduklarında daha dagüçleniyorlardı: Biri, farketmemiş gibi görünmenin daha incelikliolacağı, fiziksel bir değişim karşısındaki duygularını, hattâ sancılıkorkularını gizlemeye çalışmayan, halktan insanlarıngörgüsüzlüğüydü; diğeri de tavukların boynunu koparma fırsatıçıkıncaya kadar kızböceklerinin kanatlarını yolan bir köylününacımasız hoyratlığı ve acı çeken bir canlıyı seyretme merakınıgizlemesine sebep olacak edepten yoksun oluşuydu.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

363

Büyükannem, Françoise'ın mükemmel bakımıyla yatırıldıktansonra, çok daha kolay konuşabildiğini farketti; üreminin yolaçtığı küçük damar yırtılması ya da tıkanması, çok hafif olmuştuherhalde. Bunun üzerine, annemi yalnız bırakmamak, hayattageçirdiği en korkunç dakikalarda, ona yardımcı olmak istedi.

"Doğrusunu istersen kızım," dedi, bir eliyle annemin elinitutup, öbür elini de, bazı kelimeleri telaffuz ederken hâlâ çektiğihafif güçlük bundan kaynaklanıyormuş izlenimini uyandırmakiçin, ağzının önünde tutarak, "annene pek acımıyor gibisin!Hazımsızlık çekmeyi kolay sanıyorsun galiba!"

O zaman annemin gözleri ilk defa, büyükannemin yüzününgeri kalanını görmek istemeyerek, gözlerine kenetlendi tutkuylave yerine getirmemiz mümkün olmayan o yalancı vaatlerisıralamaya koyuldu:

"Anneciğim, yakında iyileşeceksin; kızın garanti veriyor sana."Sonra bütün sevgisini, annesinin iyileşmesi yolundaki isteğini

ve düşüncelerini, bütün varlığını bir öpücükte, dudaklarınınucunda toplayarak, annesinin aziz alnına alçakgönüllülükle,saygıyla kondurdu.

Büyükannem örtülerin sürekli aynı tarafa, sol bacağınınüstüne alüvyon gibi yığıldığından ve onları kaldıramadığındanşikâyetçiydi. Oysa buna kendisinin sebep olduğunufarkedemiyordu (bu yüzden, Françoise'ı her gün, yatağınıüstünkörü düzeltmekle, haksız yere suçladı). Çırpınarak bir yanadoğru ittiği, ince yünden, köpüklü örtüler yığını, tıpkı birkörfezin, gelgitin arka arkaya yığdığı kumlarla (bir mendirekyapılmazsa) kısa zamanda kumsala dönüşmesi gibi, bir taraftabirikiyordu.

Annemle ben (yalanımız basiretli ve kırıcı Françoise tarafındanönceden keşfedildiği halde), büyükannemin çok hasta olduğunu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

364

söylemekten bile kaçmıyorduk; adeta böyle bir şey, olmayandüşmanlarının hoşuna gider korkusuyla, sanki pek o kadarrahatsız olmadığını düşünmek, daha sevecen bir davranışmışgibi, kısacası, Andree'nin Albertine'i çok sevemeyecek kadar fazlaacıdığını düşünmeme yol açan içgüdüsel duyguyla böyledavranıyorduk. Büyük buhranlarda, tek tek yurttaşlardankitlelere, aynı olaylar tekrarlanır. Bir savaşta, ülkesini sevmeyenkişi, ülkesi hakkında kötü konuşmaz, ama ülkeninmahvolduğunu düşünür, üzülür, olaylara karamsar bakar.

Françoise, uykusuz kalabilme, en zor işleri yapabilme yetisiyle,bize müthiş bir yardımda bulunuyordu. Gecelerce uykusuzkaldıktan sonra yattığında, uyuduktan on beş dakika sonrakendisini uyandırmak zorunda kalsak, zahmetli işleri dünyanınen basit işiymiş gibi yapabildiğine o kadar mutlu oluyordu ki,surat asmak şöyle dursun, çehresinde memnuniyet vealçakgönüllülük okunuyordu. Yalnız ayin ve kahvaltı saatinde,büyükannem can çekişiyor bile olsa, Françoise geç kalmamak içinvaktinde sıvışırdı. Genç uşağının kendi yerini almasını istemiyor,buna izin de vermiyordu. Françoise şüphesiz Combray'den,herkesin bizlere karşı görevleri konusunda, çok yüce fikirlergetirmişti beraberinde; herhangi bir hizmetlimizin bize "kusuretmesine" tahammül edemezdi. Bu onu o kadar soylu, o kadarbuyurgan, o kadar başarılı bir eğitimci haline getirmişti ki, enahlâksız hizmetkârlarımız bile, hayata bakışlarını süratledeğiştirir, düzeltir, hizmetkârların esnaftan almaları âdet olankomisyonu bile almaz olurlar, –o zamana dek ne kadar tembelolsalar da– en küçük bir paketi dahi, taşıyıp yorulmayayım diye,elimden kaparlardı. Ancak, Françoise'ın yine Combray'de edindiği–ve Paris'e getirdiği– bir alışkanlık da, işinde herhangi bir yardımatahammül edememesiydi. Bir destek görmek, ona hakaret gibigelirdi; haftalar boyunca günaydınlarına Françoise'dan cevapalamamış, hattâ tatile giderken Françoise'dan bir veda sözü

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

365

işitememiş, üstelik bunun sebebini de hiç anlayamamışhizmetkârlar olmuştur; aslında tek sebep, Françoise'ın rahatsızolduğu bir gün, onun işini biraz hafifletmek istemiş olmalarıdır.Büyükannemin ağır hasta olduğu sırada ise, Françoise göreviniözellikle sahipleniyordu. Bu gala günlerinde, rolün asli sahibisıfatıyla, rolünü kimselere kaptırmak istemiyordu. Bu yüzden deonun kenara ittiği genç uşağı ne yapacağını bilemiyordu; Victorgibi yazı masamdan kâğıt almakla yetinmeyip, ayrıcakitaplığımdan da şiir kitaplarımı alıp götürmeye koyulmuştu.Günün yarısını şiir okumakla geçiriyordu; hem şiirleri yazanşairlere hayran olduğundan, hem de vaktinin geri kalanında,köydeki arkadaşlarına yazdığı mektupları alıntılarla süslemekmaksadıyla. Arkadaşlarının bu şekilde gözünü boyamakta amacıtabii ki. Ne var ki, düşüncelerinde pek tutarlılık olmadığından,benim kitaplığımda bulduğu şiirlerin herkes tarafından bilinen vesık sık atıfta bulunulan şeyler oldukları hükmüne varmıştı. Öyleki, çok şaşırtmayı umduğu bu köylü arkadaşlara yazdığımektuplarda, kendi düşüncelerinin arasına, "çok gezen çok bilir",hattâ "iyi günler" der gibi, Lamartine'in dizelerini serpiştiriyordu.

Büyükannem çok acı çektiği için, morfin almasına izin verdiler.Ne yazık ki, morfin, ağrılarını dindirmekle birlikte, albümini deartırıyordu. Büyükannemin bedenine yerleşen hastalığaindirdiğimiz darbeler, hep hedefini şaşırıyordu; sonunda darbeyiyiyen büyükannem, arada kalan zavallı bedeni oluyor, şikâyeti dehafif bir iniltiden öteye geçmiyordu. Üstelik, ona çektirdiğimizağrıları telafi edecek bir yardımda da bulunamıyorduk kendisine.Kökünü kazımak istediğimiz hastalığı, sıyırıp geçmiştik olsa olsa;onu iyice azdırmaktan, belki de tutsağın mahvınıhızlandırmaktan başka bir şey değildi yaptığımız. Albüminin çokyüksek olduğu günlerde, Cottard kısa bir tereddütten sonramorfin vermeyi reddediyordu. Öylesine basit, öylesine sıradanolan bu adam, düşünüp taşındığı, içinde iki ayrı tedavinin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

366

tehlikeleri çekişirken, sonunda birinde karar kıldığı bu kısasürelerde, hayatının geri kalanında bayağı olan ve yurdunkaderinin belirlendiği sırada, bir anlık bir tereddütten sonra,askerî açıdan en akıllıca sonuca varıp, "Doğuya dönün," diyereketkileyici kararlar veren bir generalin yüceliğine sahipti. Tıbbiaçıdan, bu üremi krizine son verme umudu ne kadar az olursaolsun, böbreği yormamak gerekiyordu. Öte yandan, morfinverilmediğinde büyükannemin ağrıları dayanılmaz oluyordu;inlemeden yapması çok zor olan bir hareketi durmadan yapmayaçalışıyor, tamamlayamıyordu; ağrı büyük ölçüde, organizmanın,kendisini kaygılandıran yeni bir durumun bilincine varma,duyarlılığı bu duruma uyarlama ihtiyacıdır bir anlamda. Ağrınınbu nedenini, herkes için rahatsızlık olmayan rahatsızlıklardafarkedebiliriz. Keskin kokulu bir dumanla dolu bir odaya, iki kabasaba adam girse, işlerine bakarlar; yapısı daha hassas olan birüçüncüsü, sürekli rahatsızlık belirtir. Kokuyu duymamayaçalışacağına, burun delikleri hiç durmadan, kaygıyla kokuyualmaya, her defasında, incinen koku alma duyusuna, biraz dahakesin bir bilgiyle, bu kokuyu yerleştirmeye çalışır. Herhalde bunedenle, büyük bir dert, insanın şiddetli bir diş ağrısındanyakınmasını önler. Büyükannem böyle şiddetli ağrılar çekerken,geniş alnı morarıp terden sırılsıklam oluyor, beyaz saç tutamlarıalnına yapışıyordu; bizim odada olmadığımızı zannettiğinde, "Ah!Korkunç bir şey bu!" diye haykırıyordu, ama annemi görünce,derhal bütün enerjisini, yüzündeki acının izlerini silmek içinharcıyor, ya da aksine, aynı şikâyetleri tekrarlayıp, anneminduymuş olabileceği sözlere başka bir anlam verecek açıklamalarekliyordu:

"Ah kızım! Bu güzel, güneşli havada gezmek varken yataktaolmak, korkunç bir şey; sizin bu tedavinize sinirimdenağlıyorum."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

367

Ne var ki, bakışlarındaki sızlanmayı, alnından akan terleri,kollarıyla bacaklarının, derhal bastırdığı, ani çırpınmalarınıengelleyemiyordu.

"Ağrım yok, ters yatmışım, onun için şikâyet ediyorum;saçlarının dağılmış, midem bulanıyor, duvara çarptım."

Yatağın ayakucunda, bakışlarıyla bu acılı alnı, hastalığıbarındıran bu bedeni delip geçerse, sanki sonunda hastalığaulaşıp zaptedebilirmiş gibi bu ıstıraba perçinlenmiş olanannemse, şöyle diyordu:

"Merak etme canım anneciğim, senin böyle acı çekmene izinverecek değiliz, bir çaresini bulacağız, birazcık sabret, izin verirmisin, seni hiç kıpırdatmadan bir öpeyim?"

Sonra da çömelerek, neredeyse diz çökerek yatağın üzerineeğiliyor, alçakgönüllülük sayesinde, tutkuyla kendini sunuşunukabul ettirmesi daha mümkünmüşçesine, bir Komünyon kâsesiuzatır gibi, bütün varlığını topladığı çehresini büyükannemeuzatıyordu; bu çehre öyle tutkulu, öyle kederli, öyle sevecenkırışıklıklarla işlenmişti ki, bu kıvrımların oraya bir öpücükle mi,bir hıçkırıkla mı, yoksa bir tebessümle mi oyulduğuanlaşılmıyordu. Büyükannem de, kendi yüzünü annemeuzatmaya çalışıyordu. Yüzü o kadar değişmişti ki, herhaldesokağa çıkacak gücü olsa, görenler ancak şapkasının tüyündentanıyabilirlerdi kendisini. Yüz hatlarını, bütün gücünüharcayarak, heykel kalıbının dökülmesi sırasında olduğu gibi, birmodele uydurmaya çalışıyordu sanki. Bu heykeltıraşlık çalışmasısona ermek üzereydi; büyükannemin yüzü, zayıfladığı gibisertleşmişti de. Yüzüne yayılan damarlar, mermerin değil de,ondan daha pürtüklü bir taşın damarlarına benziyordu. Zorluklanefes aldığı için daima öne eğik olan, aynı zamanda yorgunluktaniçe kapanmış, yıpranmış, ufalmış, korkunç şekilde anlamlı yüzü,ilkel ve neredeyse tarihöncesine ait bir heykeldeki vahşi bir mezar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

368

bekçisinin, sert, morumsu kızıl, umutsuz çehresini andırıyordu.Ama eser henüz tamamlanmamıştı. Daha sonra onu kırmak veardından da –onca zorlukla, sert kasılmalarla korunmuş olan– omezara inmek gerekecekti.

Hangi çareye başvuracağımızı bilemediğimiz anlardan birinde,büyükannem çok fazla öksürüp hapşırdığı sırada, uzman hekimX...'in, üç günde meseleyi halledeceğini ileri süren birakrabamızın tavsiyesine uyduk. Sosyete insanları, doktorlarıhakkında böyle konuşur, biz de, Françoise'ın gazetelerdekiilanlara inanması gibi onlara inanırız. Uzman hekim, Aiolos'untulumu gibi bütün hastalarının nezleleriyle dolu çantasıyla geldi.Büyükannem muayene olmayı kesinlikle reddetti. Biz de, boş yerezahmet etmiş olan doktora karşı mahcubiyetimizden, hiçbirrahatsızlığımız olmadığı halde, doktorun, sırayla hepimizinburunlarını muayene etme teklifini geri çevirmedik. Doktorsa,aksine rahatsız olduğumuzu, ister migren veya karın ağrısıolsun, ister kalp ya da şeker hastalığı, hepsinin aslında teşhisedilememiş burun hastalıkları olduğunu ileri sürüyordu. Herbirimize, "Bakın bu boynuzcuğu tekrar görmem iyi olur. Fazlageciktirmeyin. Hemen yakıveririz, kurtulursunuz," diyordu.Evet, aklımız başka yerdeydi. Yine de, "İyi ama, nedenkurtulacağız?" diye merak etmekten kendimizi alamadık.Kısacası, hepimizin burnu hastaydı; aslında doktorun tekyanılgısı, şimdiki zaman kullanmış olmasıydı: Ertesi gün,muayenesi ve geçici pansumanı etkisini gösterdi. Hepimiz nezleolduk. Sokakta öksürük nöbetleriyle sarsılan babamarastladığında da, cahil bir adamın, hastalığın kendimüdahalesinden kaynaklandığını zannetmesine güldü geçti. Obizi muayene ettiğinde biz zaten hastaydık.

Büyükannemin hastalığı, çeşitli insanların bizi şaşırtanaşırılıkta veya yetersizlikte bir yakınlık göstermelerine yol açtı;

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

369

her iki durumda da, bizim hiç düşünemeyeceğimiz bağlantıları,hattâ dostlukları, bize hangi fırsatlarla açıkladıkları da, aynıderecede şaşırtıcıydı. Hiç durmadan haber sormaya geleninsanların gösterdiği ilgi, daha önce büyükannemin yanındahissettiğimiz yüzlerce kederli duygudan ayırmadığımız, yeterincesoyutlamadığımız hastalığın ciddiyetini ortaya koyuyordu.Telgrafla haber verdiğimiz kız kardeşleri, Combray'denayrılmadılar. Kendilerine eşsiz oda müziği seansları sunan birsanatçı keşfetmişlerdi; bu müziği dinlemenin, hastanınbaşucunda bulunmaktan daha etkili bir saygı duruşu, sancılı birruhsal yücelme olacağını düşünüyorlardı, ama biçim olarak yinede tuhaf geliyordu insana. Mme Sazerat anneme mektup yazdı,ama aralarındaki nişan aniden bozulduğu için (kopuşun nedeni,Dreyfus taraftarlığıydı) temelli ayrılmış olan insanların ifadesiyle.Buna karşılık Bergotte, her gün uğrayıp yanımda uzun saatlergeçiriyordu.

Bergotte, zahmete katlanmak zorunda olmayacağı, sabit bir evebir süre boyunca devamlı gitmekten hep hoşlanırdı zaten. Amaeskiden, sözü hiç kesilmeden konuşmak üzere gelirdi, şimdiysekonuşması beklenmeden, uzun uzun susmaya geliyordu. Çünküçok hastaydı; kimileri, büyükannem gibi idrarında albüminolduğunu söylüyordu, kimileri de bir tümörü olduğunu. Giderekzayıf düşmekteydi; bize gelirken merdiveni zor çıkıyor, inerkendaha da zorlanıyordu. Tırabzana tutunduğu halde sık sıksendeliyordu; dışarı çıkma alışkanlığını, imkânını tamamenkaybetmekten korkmasa, sanırım evinden çıkmazdı; kendisini ozinde "keçi sakallı adam" olarak tanıyalı, daha pek uzun zamanolmamıştı oysa. Artık hiçbir şeyi göremiyor, hattâ konuşmakta dazorlanıyordu sık sık.

Ama bir yandan da, o güne kadar ortaya koymuş olduğu eserler,Mme Swann'ın öncülüğünde çekingen çabalarla tanıtılmaya

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

370

çalışıldıkları dönemde, sadece entelektüeller tarafındanbilinirken, şimdi aksine, herkesin gözünde yücelmiş, güçlenmiş,olağanüstü bir güçle, geniş kitlelere yayılmıştı. Şüphesiz, biryazarın ancak ölümünden sonra ün kazandığı olur. Oysa Bergottehenüz hayattayken, kendisi henüz varmadığı ölüme doğru ağırağır yol almaktayken, eserlerinin Şöhret'e doğru yol alışınıizliyordu. Ölü bir yazarın ünü, hiç değilse kendisine yorgunlukvermez. Adının şaşaası, mezartaşında son bulur. Ebedî uykununverdiği sağırlıkla Şöhret tarafından rahatsız edilmez. AncakBergotte için, karşıtlık henüz tam olarak sağlanmamıştı.Gürültüden rahatsız olacak kadar canlıydı henüz. Zorlukla da olsahâlâ kıpırdıyor, öte yandan eserleri, sevdiğimiz, ama taşkıngençlikleri ve gürültülü eğlenceleri bizi yoran kızlar gibisıçrayarak, her gün yatağının ayakucuna yeni hayranlarsürüklüyordu.

Şimdi bize yaptığı ziyaretler, benim açımdan, birkaç yıl gecikmişsayılırdı; çünkü ona eskisi kadar hayran değildim. Bu durum,şöhretinin artmasıyla çelişkili değildi aslında. Bir yazarın eserinintam olarak anlaşılıp muzaffer olması, hemen her zaman, henüztanınmamış başka bir yazarın, güç beğenir birkaç zihinde,hâkimiyetini tamamlamakta olan akımın yerine yeni bir akımkoymaya başlamasından sonra gerçekleşir. Bergotte'un tekrartekrar okuduğum kitaplarında, cümleler gözlerimin önündekendi fikirlerim kadar, odamdaki eşyalar, sokaktaki arabalar kadaraçık seçikti. Her şey, hep gördüğümüz şekliyle olmasa bile, enazından, artık görmeye alıştığımız şekliyle betimlenmişti. Oysayeni ortaya çıkan bir yazarın eserlerinde, nesneler arasındakiilişkiler, benim bildiğim bağlantılardan o kadar farklıydı ki,yazdıklarından neredeyse hiçbir şey anlamıyordum. Şöylediyordu mesela: "Sulama boruları bakımlı yolları takdirleizliyorlardı" (bu kadarı kolaydı, o yollar boyunca kayarakilerliyordum) "yollar beş dakikada bir Briand ve Claudel'den

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

371

hareket ediyordu," dediğinde hiçbir şey anlamıyordum; çünküben bir şehir adı beklerken, karşıma bir insan adı çıkıyordu. Yinede, cümlenin hatalı olmadığını, benim sonuna kadar dayanacakgüç ve hızdan yoksun olduğumu hissediyordum. Tekrar birhamle yapıyor, nesneler arasındaki yeni ilişkileri görebileceğimyere varabilmek için uğraşıp didiniyordum. Her defasında,cümlenin yaklaşık yarısına geldiğimde, daha sonra askerliktesırığa tırmanırken olduğu gibi, başa dönüyordum. Buna rağmen,jimnastikten sıfır alan, sakar bir çocuğun, daha becerikli birçocuğa olan hayranlığını besliyordum yeni yazara. Bu noktadanitibaren de, anlaşılırlığı bana yetersizlik gibi görünen Bergotte'udaha az takdir etmeye başladım. Öyle bir dönem olmuştur ki,Fromentin'in resimlerinde pekala tanıdığımız nesneleri, Renoir'inresimlerinde tanıyamamışızdır.

Günümüzün zevk sahibi insanları, Renoir'in büyük bir XVIII.yüzyıl ressamı olduğunu söylerler. Ama bunu söylerken, Zaman'ıve Renoir'ın büyük bir sanatçı olarak kabul görmesi için, XIX.yüzyılın ortasına kadar, ne çok vakit geçmesi gerektiğiniunuturlar. Bu şekilde kabul görebilmek için, özgün ressamlar,özgün sanatçılar, göz doktoru gibi çalışırlar. Onların resimleriyle,yazılarıyla tedavi, her zaman hoş değildir. Tedavi bittiğinde hekimbize, "Şimdi bakınız," der. İşte o zaman, (bir kez değil, her yeniözgün sanatçı ortaya çıktığında tekrar yaratılan) dünya, bizeeskisinden tamamen farklı, ama tamamen açık seçik görünür.Sokaktan geçen kadınlar, eski kadınlardan farklıdır; çünkü birerRenoir'dırlar, bir zamanlar kadın olarak görmeyi reddettiğimizRenoir'lardırlar. Arabalar da birer Renoir'dır, su da, gökyüzü de; ilkbaktığımızda ormandan başka her şeye, örneğin çok sayıdadeğişik tondan oluşan, ama bir ormana özgü tonlardan yoksunolan bir duvar halısına benzettiğimiz ormanda gezinmek istercanımız. Yeni yaratılan, geçici evren, böyledir işte. Yeni bir özgünressamın veya yazarın başlatacağı, bir sonraki jeolojik felakete

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

372

kadar, var olmaya devam edecektir.Benim için Bergotte'un yerini alan evren, anlaşılmazlığıyla

değil, izlemeye alışık olmadığım, son derece tutarlı ilişkilerinyeniliğiyle yoruyordu beni. Tekrar tekrar düştüğümühissettiğim, hiç değişmeyen nokta, yapılması gereken her güçhareketin benzerliğini ortaya koyuyordu. Zaten binde bir, yazarıncümlesini sonuna kadar izleyebildiğimde de, gördüğüm şey, herdefasında, eskiden Bergotte'ta bulduğum tuhaflığa, doğruluğa,büyüleyiciliğe benzer, ama daha da güzel bir şeydi. Aynı şekildeyeni bir dünyayı, şimdi Bergotte'un yerini alan yazardanbeklediğim yenilenmeye benzer bir yenilenmeyi, bana dahabirkaç yıl önce Bergotte'un sunduğunu düşünüyordum. Bundanyola çıkarak, Homeros zamanından beri ilerlememiş olan sanatla,sürekli ilerleyen bilim arasında daima yaptığımız ayrımda birgerçek payı var mıdır acaba, diye soruyordum kendi kendime.Belki de sanat bu bakımdan, aksine, bilime benziyordu; bana heryeni özgün yazar, kendinden önce gelenden daha ilerideymişhissini veriyordu; yirmi yıl sonra, bugün yeni olan yazarı hiçyorulmadan izleyebileceğim zaman, bir başka yazarın ortayaçıkmayacağını ve onun karşısında bugünkü yazarın, kısazamanda Bergotte'un yanında yer almayacağını kim ilerisürebilirdi?

Yeni yazardan Bergotte'a söz ettim. Sanatının kaba, kolaycı veboş olduğunu ileri sürmesinden çok, kendisini gördüğünü,insanı yanıltacak kadar Bloch'a benzediğini anlatması, beni yeniyazardan soğuttu. Daha sonra sayfaların üzerinde hep buçehrenin suretini görür oldum ve anlama zahmetine katlanmakzorunda hissetmemeye başladım kendimi. Bergotte'un onunhakkında kötü konuşması, sanıyorum başarısınıkıskanmasından çok, eserini tanımamasından kaynaklanıyordu.Bergotte neredeyse hiçbir şey okumuyordu. Zaten düşüncesinin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

373

büyük bölümü, beyninden kitaplarına geçmişti. Sanki kitaplarameliyatla bedeninden alınmış gibi zayıflamıştı. Hemen bütündüşündüklerini dışarı çıkardığından, üretici güdüsü artıketkinliğe itmiyordu kendisini. Nekahetteki bir hastanın, birloğusanın bitkisel hayatını sürüyordu; güzel gözleri, denizkıyısında uzanmış, hayale dalmış, sadece minik dalgalara bakanbir adamın gözleri gibi hafif kamaşmış, kıpırtısızdı. Eskisineoranla onunla sohbet etmeye daha az hevesli oluşumdan ötürü,vicdan azabı duymuyordum aslında. Bergotte alışkanlıklarınadamıydı; o kadar ki, en lüks alışkanlıklar da, en basitleri de, birkez edindi mi, bir süreliğine vazgeçilmez oluyordu onun için. İlkgelişine neyin sebep olduğunu bilmiyorum, ama sonra her gün,bir önceki gün gelmiş olduğu için geldi. Bizim eve, cafe'ye gidergibi, kendisiyle konuşulmasın diye, –çok ender olarak da– kendikonuşabilmek için geliyordu; kısacası, bu devamlılıktan birsonuç çıkarılmak istense, üzüntümüzden etkilendiğine veyabenimle sohbet etmekten hoşlandığına dair bir işaretbulunamazdı. Buna rağmen, hastasına bir saygı gösterisisayılabilecek her şeye karşı duyarlı olan annem, Bergotte'un budevamlılığına ilgisiz kalmıyordu. Her gün bana, "Çok teşekküretmeyi sakın unutma," diye tembihliyordu.

Kocasının ziyaretlerine ücretsiz bir ek –bir ressamın hanımarkadaşının, iki poz verme seansı arasında ikram ettiğiakşamüzeri kahvaltısı gibi, kibar, kadınca bir yakınlık– olarak,Mme Cottard da ziyaretimize geldi. Kendi oda hizmetçisini,hizmetimize sunmayı teklif etmek için gelmişti; bir erkekhizmetkârı tercih edersek, "keşfe koyulacaktı"; biz tekliflerini geriçevirince, "kaçamak" yapmadığımızı umduğunu belirtti; MmeCottard'ın çevresinde bu kelime, bir daveti kabul etmemek içinileri sürülen uydurma mazeret anlamına gelir. Evinde aslahastalarından söz etmeyen profesörün, sanki kendi karısıhastaymış gibi üzüldüğü konusunda, bizi temin etti. İleride

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

374

anlaşılacağı gibi, bu doğru olsaydı bile, kocaların en vefasızı ve enminnet bileni olan bir adam için, hem pek az, hem de aşırı bir şeysayılırdı.

Lüksemburg Grandükü vârisi de, aynı derecede yararlıtekliflerde bulundu; üstelik tarzı çok daha duygulandırıcıydı(keskin bir zekâ, sonsuz bir içtenlik ve az bulunur bir ifadeyeteneği karışımı). Kendisiyle Balbec'te, teyzesi LüksemburgPrensesi'ni ziyarete geldiğinde, henüz Nassau Kontu'ykentanışmıştan. Birkaç ay sonra, bir başka Lüksemburg Prensesi'ningüzeller güzeli kızıyla, çok büyük bir un fabrikasının sahibi olanbir prensin tek çocuğu sıfatıyla aynı zamanda müthiş zengin deolan bir kızla evlenmişti. Bunun üzerine, çocuğu olmayan veyeğeni Nassau Kontu'nu çok seven Lüksemburg Grandükü,Millet Meclisi'ne de onaylatarak, yeğenini grandük vârisi ilanetmişti. Bu tür bütün evliliklerde, servetin kaynağı, etkili nedenolduğu gibi, engeldir de. Nassau Kontu'nu, tanıdığım en parlak,en üstün nitelikli gençlerden biri olarak hatırlıyordum; daha ozamandan, nişanlısına kaygılandırıcı, tutkulu bir aşkla bağlıydı.Büyükannemin hastalığı sırasında bana sürekli yazdığımektuplar, beni çok duygulandırdı; annem de heyecanlanıpannesinin bir sözünü kederle tekrarlıyordu: Sevigne bundan iyiifade edemezdi.

Annem, altıncı gün, büyükannemin yakarılarına boyun eğipyanından ayrıldı ve dinlenmeye gider gibi yaptı. Büyükannemuyusun diye, Françoise'ın, yanından hiç kıpırdamamasınıistiyordum. Benim yalvarmalarıma rağmen, Françoise odadançıktı; büyükannemi seviyordu; ileri görüşlülüğü vekaramsarlığıyla, ondan umudunu kesmişti. Kısacası, onamümkün olan her türlü bakımı, hizmeti vermek isterdi. Ne var ki,elektrikçinin geldiği haber verilmişti kendisine; bu elektrikçi,uzun yıllardır aynı işyerinde çalışan, patronunun kayınbiraderi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

375

olan ve yıllardan beri işlerini yaptığı apartmanımızda, özellikleJupien'den saygı gören bir adamdı. Elektrikçiyi büyükannemhastalanmadan önce çağırmıştık. Ben adamı gerigönderebileceğimizi veya bekletebileceğimizi düşünüyordum.Ama Françoise'ın protokolü buna izin vermiyordu; bu namusluadama karşı kabalık etmiş olurdu; büyükannemin durumuönemini kaybetmişti. On beş dakika sonra, öfkeyle Françoise'ıaramaya mutfağa gittiğimde, servis merdiveninin sahanlığında,elektrikçiyle sohbet eder halde buldum; servis merdivenininkapısı açıktı; bizlerden biri gelecek olursa vedalaşıyormuş gibiyapma imkânı sağlama avantajı olan bu sistemin, korkunç birhava cereyanına sebep olmak gibi bir dezavantajı da vardı. Bununüzerine Françoise elektrikçiyle vedalaştı, ama unutmuş olduğubirkaç selamı karısına ve eniştesine göndermek için arkasındanhaykırmayı da ihmal etmedi. Tipik bir Combray kaygısı olannezakette kusur etme kaygısını, Françoise dış siyasette biletaşırdı. Aptallar, toplumsal olayların büyük boyutlarının, insanruhuna derinlemesine nüfuz edebilmek için mükemmel bir fırsatsağladığını zannederler; oysa aksine, bu olayları kavramanın,ancak bir kişiliğin derinliklerine inerek mümkün olacağınıanlamaları gerekir. Françoise,

Combray'deki bahçıvana, savaşın, cinayetlerin en mantıksızıolduğunu, yaşamaktan başka hiçbir şeyin değeri olmadığını, binkere söylemişti. Ama Rus-Japon savaşı patlak verdiğinde, "zavallıRuslarca" yardım etmek üzere savaşa girmemekle çara ayıpettiğimizi düşünüyor, "ittifak yaptık madem..." diyordu."Hakkımızda hep iyi şöyler söyleyen" II. Nikolay'a karşı bir kabalıksayıyordu bunu; Jupien'in ikram ettiği bir kadeh içkiyi, "hazmınıbozacağını" bile bile, reddetmesini engelleyen kuralın bir başkasonucuydu bu da; aynı kural gereği, büyükannemin ölümü anmeselesi olduğu halde, onca zahmete katlanmış olan iyi yüreklielektrikçinin yanma bizzat gidip özür dilemese, Japonya

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

376

konusunda tarafsız kalan Fransa'ya yüklediği kabalığın aynısını,kendisi yapmış olacaktı.

Neyse ki, Françoise'm, birkaç haftalığına Paris'ten ayrılmasıgereken kızından çabuk kurtulduk. Combray'de hastalarınailelerine yapılan, "küçük bir yolculuk belki iyi gelirdi, havadeğişikliği, iştahı yerine gelir," gibi tavsiyelere, Françoise'ın kızı,kendi kafasından özel olarak uydurduğu, benzersiz bir buluşeklemişti ve kendisini her gördüğümüzde bıkmadan,başkalarının da kafasına sokmak istercesine, tekrarlıyordu:"Başından beri radikal bir tedavi görmesi gerekiyordu." Şu veya butedavi türünü tavsiye etmiyordu, yeter ki radikal bir tedavi olsun.Françoise'a gelince, büyükanneme pek fazla ilaç verilmediğinigörüyordu. Françoise'a göre ilaçlar, insanın midesinimahvetmekten başka bir işe yaramadığı için, o bundanmemnundu, ama kendini küçük düşmüş gibi hissediyordu.Françoise'ın Güney'de yaşayan –görece varlıklı– akrabalarının kızı,ergenlik çağındayken hastalanmış ve yirmi üç yaşında ölmüştü;kızın ailesi, bu birkaç yıl boyunca, varını yoğunu ilaçlara, çeşitlidoktorlara, bir kaplıcadan ötekine gezmeye yatırmış, sonunda kızölmüştü. Françoise, kızın annesi babası açısından, sanki yarışatlarına veya bir şatoya sahiplermiş gibi, bunu bir lüks olarakgörüyordu. Onlarsa, bütün üzüntülerine rağmen, bunca masrafetmiş olmaktan ötürü, bir gurur duyuyorlardı. Hayatta hiçbirşeyleri kalmamıştı, en önemlisi de, en değerli varlıkları olan kızlarıyoktu artık, ama onun uğruna en zengin insanlar kadar, hattâdaha fazla para harcadıklarını tekrarlamaktan hoşlanıyorlardı.Kızcağızın, aylar boyunca, günde birkaç kere altına yatırıldığıültraviyole ışınları, onlar için en büyük gurur kaynağıydı. Okederli haliyle, adeta şeref duyarak kibirlenen babasının, arasıra,kızından, uğruna varını yoğunu kaybettiği bir opera yıldızı gibisöz ettiği oluyordu.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

377

Françoise da böyle zengin bir sahneleme karşısında duyarsızkalmıyordu; büyükannemin hastalığının sahnelenmesiyse, onabiraz yoksulca geliyordu; küçük bir taşra tiyatrosundasahnelenen bir hastalığa yakışır çaptaydı.

Bir ara, üremi büyükannemin gözlerine vurdu. Birkaç günboyunca hiçbir şey göremedi. Ancak gözleri, kesinlikle bir körüngözleri değildi, hiç değişmemişlerdi. Göremediğini, ancak, kapıyıaçtığımızda yüzüne yerleşen garip gülümsemeden anlayabildim;elini tutup kendisiyle konuşuncaya kadar sürdürdüğü bugülümseme, fazlasıyla erken başlıyor, basmakalıp, sabit birşekilde dudaklarına yapışıyor, ama her yerden bakıldığında,cepheden görülmeye çahşıyordu daima; çünkü artık onuayarlamaya, zamanını, yönünü belirlemeye, derleyip toparlamayayardımcı olacak, içeri giren kişinin hareketlerine veya ifadesinegöre değiştirecek bir bakış yoktu; çünkü yalnız kalmıştı, gözlerdebir gülümseme eşlik etmiyordu kendisine; bu yüzden de,ziyaretçinin bütün dikkati, bu gülümsemenin üzerindetoplanıyor, beceriksizliğiyle aşırı bir önem kazanan tebessüm,abartalı bir sevecenlik izlenimi yaratıyordu. Sonra görmebozukluğu tamamen ortadan kalktı; göçebe hastalık, gözlerdenkulaklara geçti. Büyükannem, birkaç gün boyunca sağırdı. Birisi,o işitmeden, aniden girecek korkusuyla, ikide birde (duvartarafında yattığı halde) başını sertçe kapıya çeviriyordu. Ne var ki,boyun hareketi beceriksizceydi, çünkü insan bu bağlamdeğişikliğine, seslere bakmaya değilse bile, gözlerle dinlemeye,birkaç günde alışamaz. Nihayet ağrıları azaldı, ama konuşmagüçlüğü arttı. Büyükanneme hemen her söylediğini tekrarlatmakzorunda kalıyorduk.

Büyükannem, artık söylediklerini anlamadığımızı hissedip tekkelime konuşmayı reddediyor, hiç kıpırdamıyordu. Benigördüğünde, birden nefessiz kalmış gibi irkiliyor, benimle

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

378

konuşmak istiyordu, ama ağzından sadece anlaşılmaz seslerçıkıyordu. O zaman yetersizliğine yenilerek başı tekrar yastığadüşüyor, yüzü ciddi ve mermer gibi, elleri çarşafın üstündekıpırtısız veya parmaklarını mendile silmek gibi tamamen pratikbir işle meşgul, yatakta dümdüz uzanıyordu. Düşünmekistemiyordu. Sonra sürekli bir telaş haline geçti. Hep kalkmakistiyordu. Ancak biz, felçli olduğunu farkeder korkusuyla,elimizden geldiğince kalkmasını engelliyorduk. Kendisini bir ikidakika yalnız bıraktığımız bir gün, odaya girdiğimde, onugeceliğiyle ayakta, pencereyi açmaya çalışırken buldum.

Balbec'te bir gün, suya atlamış olan dul bir kadım, karşıkoymasına rağmen kurtardıklarında, büyükannem, (belkiorganik hayatımızın karanlık, ama geleceği yansıtırmış gibigörünen muammasında zaman zaman yakaladığımızönsezilerden biriyle) umutsuz bir insanı, istemiş olduğuölümden koparmak, onu ıstırabına geri döndürmek kadar büyükbir zulüm düşünemediğini söylemişti.

Büyükannemi tutacak vakti ancak bulabildik; annemleneredeyse hoyratça mücadele etti; sonra, yenilip zorla bir koltuğaoturtulduğunda, istemekten, üzülmekten vazgeçti, çehresitekrar kaskatı kesilip duygusuzlaştı ve omuzlarına attığımız kürkmantonun geceliğinin üzerinde bıraktığı tüyleri titizlikleayıklamaya koyuldu.

Bakışları tamamen değişti; çoğunlukla kaygılı, şikâyetçi,şaşkın, eski bakışlarından tamamen farklı bakışlar, bunamış birihtiyarın aksi bakışlarıydı gözlerindeki.

Françoise, saçlarının taranmasını ister mi diye sora sora,sonunda bu isteğin büyükannemden geldiğine inandırdıkendini. Fırçalar, taraklar, kolonya, omzuna bir örtü getirdi."Madame Amedee'nin saçlarını taramam kendisini yormaz, insanne kadar halsiz olsa da, taranabilir," diyordu. Yani ne kadar halsiz

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

379

olsanız da, başka birisi, kendi açısından, sizi tarayabilir. Ancakodaya girdiğimde gördüğüm şey, büyükannemi sağlığınakavuşturuyormuşçasına bir mutluluk içindeki Françoise'ın zalimellerinin arasında, bir tarağın temasına dayanacak gücü olmayan,gözyaşları gibi dökülen yaşlı saçların altında, bırakıldığı konumdaduramayan, bitmeyen bir fırtınaya kapılmış, kâh güçsüzlükle,kâh acıyla devrilen bir baştı. Françoise'ın işini bitirmek üzereolduğunu hissedip, sözümü dinlemez korkusuyla, "Yeter,"diyerek bir an önce bu duruma son vermeye cesaret edemedim.Buna karşılık, Françoise, büyükannem taranmış saçlarına baksındiye, masum bir acımasızlıkla aynayı yüzüne tutmaya kalkınca,hemen atıldım. Önce, aynayı vaktinde elinden kaptığım içinsevindim; özenle aynalardan uzak tuttuğumuz büyükannemin,hiç aklına gelmeyecek bir suretini, yanlışlıkla görmesiniengellemiştim. Ama heyhat! Hemen ardından, öylesineyorulmuş o güzel alnını öpmek üzere eğildiğimde, bana şaşkın,güvensiz, dehşete düşmüş bir ifadeyle baktı: beni tanımamıştı.

Doktorumuzun dediğine bakılırsa, beyin kanamasınınarttığının işaretiydi bu. Kanı almak gerekiyordu. Cottardtereddütteydi. Françoise bir an "haşarat" şişesi çekileceğini umdu.Bu uygulamayı benim sözlüğümde aradıysa da bulamadı."Haşarat" yerine "hacamat" deseydi, yine bulamazdı, çünkü "h"harfine bakmıyordu, aradığı kelime "hacamat" da değildi,"haşarat" da; "haşarat" diye telaffuz ediyor, ama "aşarat" diyeyazıyor, dolayısıyla öyle yazıldığını zannediyordu. Ancak Cottard,Françoise'ı hayal kırıklığına uğratarak, pek de fazla sonuç almayıummadan, sülük kullanmayı tercih etti. Birkaç saat sonra,büyükannemin odasına girdiğimde, ensesine, şakaklarına,kulaklarına yapışmış küçük siyah yılanlar, Medusa'nınkileriandıran kanlı saçlarının arasında kıvranıyordu. Ama solgun,yatışmış, tamamen kıpırtısız yüzünde, ardına kadar açılmış, ışılışıl sakin gözleri, yine eski güzel gözleriydi (belki hastalanmadan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

380

öncekine oranla daha da zekâ yüklüydüler; çünkü konuşamadığı,kıpırdamaması gerektiği için, düşüncesini, alman birkaç damlakan sayesinde, sanki kendiliğinden ürermiş gibi, tekrar doğabilendüşünceyi, bütünüyle gözlerine aktarıyordu); yağ gibi yumuşakve sıvı olan bu gözlerde yeniden yakılan ateşse, hastanınkarşısındaki, tekrar fethedilmiş evreni aydınlatıyordu. Sükûneti,artık umutsuzluğun değil, umudun bilgeliğiydi. Biraz iyileştiğinianlıyor, tedbirli olmak istiyor, kıpırdamıyordu; kendini daha iyihissettiğini anlayayım diye bana güzel bir tebessüm armağanedip, hafifçe elimi sıkmakla yetindi.

Büyükannemin kimi hayvanları görmekten, hele hele onlaradokunmaktan ne kadar iğrendiğini biliyordum. Sülüklere çokönemli bir yarar uğruna katlandığını biliyordum. Bu yüzden deFrançoise'ın bir çocukla oynarmış gibi gülerek, "Aa!Hanımefendinin üstünde koşuşan hayvancıklara bakın," deyipdurması beni çileden çıkarıyordu. Üstelik, hastamıza, sankibunamış, çocukluğuna geri dönmüş gibi davranmak dasaygısızlıktı. Ama çehresi bir Stoacının sakin yürekliliğinebürünmüş olan büyükannem, Françoise'ı sanki hiç işitmezgibiydi.

Ne yazık ki, sülükler çıkarıldığı anda, kanama, daha da artaraktekrar başladı. Büyükannem bu kadar kötü bir durumdayken,Françoise'ın ikide bir ortadan kaybolmasına şaşırıyordum. Meğerbir matem kıyafeti sipariş etmiş, terziyi bekletmek istemiyormuş.Kadınların çoğunun hayatında, her şey, en büyük üzüntü bile,bir prova meselesine dönüşür.

Birkaç gün sonra, geceyarısı annem gelip beni uyandırdı.Önemli olaylarda, büyük bir acıya boğulmuş insanların,

başkalarının küçük sıkıntılarına gösterdiği şefkatli ilgi veanlayışla konuştu:

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

381

"Seni uykundan ettim, kusura bakma.""Uyumuyordum," diye cevap verdim uyanarak.Yalan söylemiyordum. Uyanmanın bizde yarattığı asıl değişim,

bizi bilincin aydınlık canlılığına sokmaktan çok, zihnimizinüstünde dinlendiği, suların süt beyaz dibini hatırlatan, dahasüzülmüş ışığın anısını unutturmaktır. Daha bir saniye önceüzerinde gezindiğimiz hafif dumanlı düşüncelerin bizde yarattığıhareket, bu düşüncelere uyanıklık adını yakıştırmamız içinkesinlikle yeterlidir. Ama o sırada uyanış, hafızanınmüdahalesiyle karşılaşır. Biraz sonra, artık hatırlamadığımız budüşünceleri, uyku olarak nitelendiririz. Uyanış ânında, uyuyankişinin geride bıraktığı uykunun tamamını aydınlatan o parlakyıldız ışıdığında, birkaç saniye boyunca geridekinin uyku değil,uyanıklık olduğunu düşündürür; daha doğrusu, birakanyıldızdır bu, kendi ışığıyla birlikte yalancı hayatı, aynızamanda rüya manzaralarım da alıp götürür ve uyanan kişinin,"Uyudum," diye düşünmesini sağlar sadece.

Annem, sanki beni acıtmaktan korkarcasına yumuşak bir sesle,kalkmanın benim için çok büyük yorgunluk olup olmayacağınısordu ve ellerimi okşayarak ekledi:

"Zavallı yavrucak, artık güvenebileceğin bir tek babanla annenvar."

Odaya girdik. Yatağın üstünde, yarım daire biçiminde eğilmiş,büyükannem olmayan bir yaratık, adeta onun saçlarım tepesinetakıp çarşaflarının arasına girmiş bir hayvan, sesli sesli soluyor,inliyor, çırpınmaları örtüleri sarsıyordu. Gözkapakları kapalıydı;açıldıkları için değil, tam kapanamadıkları için, aradan donuk,çapaklı, organik bir hayalin ve içsel bir ıstırabın karanlığınıyansıtan gözbebeğinin bir köşesi görünüyordu. Bütün buçırpınma, görmediği, tanımadığı bizlere yönelik değildi. Ama

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

382

orada hareket eden şey, bir hayvandan başka bir şey değilse,büyükannem neredeydi? Oysa, artık çehresinin geri kalanıylaorantısız olan, ama kenarında hâlâ bir beni bulunan burnununşeklini, eskiden olsa, örtülerin kendisini rahatsız ettiği anlamınagelecek, ama şimdi hiçbir anlam taşımayan bir hareketle örtüleriiten elini tanımak mümkündü.

Annem büyükannemin alnını ıslatmak için biraz su ve sirkegetirmemi söyledi bana. Büyükannemin, saçlarım geriye itmeyeçalıştığını gören annem, bir tek bu şekilde ferahlayacağınıdüşünüyordu. Ama o sırada kapıdan işaret ederek beni çağırdılar.Büyükannemin can çekişmekte olduğu haberi derhal bütünapartmana yayılmıştı. Özel durumlarda hizmetkârların yükünühafifletmek için getirtilen ve ölümü bir kutlamaya benzetenfazladan hizmetkârlardan biri, Guermantes Dükü'ne kapıyıaçmıştı; dük, holde beni çağırtıyordu, kendisinden kaçamadım.

"Beyefendiciğim, acı haberi şimdi öğrendim. Saygıdeğerbabanızın elini sıkıp üzüntümü bildirmek istiyordum."

O anda babamı rahatsız etmenin çok güç olacağını söyleyereközür diledim. M. de Guermantes, tam seyahate çıkmak üzereykenziyaretimize gelmiş gibiydi. Ama o, bize gösterdiği nezaketinönemini o karar çok hissediyordu ki, gözü başka hiçbir şeyigörmüyor, salona mutlaka girmek istiyordu. Genel olarak, birisinişereflendirmeye karar verdiğinde, bütün formaliteleritamamlamaya özen gösterir, bavulların veya tabutun hazırolmasına aldırmazdı.

"Dieulafoy'yı çağırttınız mı? Ah! Hata etmişsiniz. Üstelik banasöylemiş olsaydınız, benim hatırım için gelirdi; benim hiçbiristeğimi reddetmez, oysa Chartres Düşesi'ni reddetmişti.Gördüğünüz gibi, hükümdar kanı taşıyan bir prensesten yükseğeyerleştiriyorum resmen kendimi. Zaten ölüm karşısında hepimizeşitiz," diye ekledi; büyükannemin kendisiyle eşit konuma

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

383

geldiği konusunda beni ikna etmek için değil de, belki Dievlafoyüzerindeki nüfuzuna ve Chartres Düşesi'nden önde gelişineilişkin uzun bir konuşmanın pek uygun kaçmayacağınıhissettiğinden.

Zaten tavsiyesi de beni şaşırtmamıştı. Guermantes'lardaDievlafoy adının, daima rakipsiz bir yiyecek dükkânı gibi (yalnızbiraz daha saygıyla) anıldığım biliyordum. Guermantes doğumlu,yaşlı Mortemart Düşesi (düşesler söz konusu olduğunda, niçinhemen hemen her zaman "yaşlı... düşesi" ya da gençse, tamtersine, şakacı, VVatteau'msu bir edayla "küçük... düşesi"dendiğini anlamak mümkün değildir), ağır hastalıklarda, gözkırparak, neredeyse kurulmuş gibi, "Dieulafoy, Dieulafoy" diyesalık verirdi; dondurmacı gerektiğinde "Poire Blanche", küçükpastalar gerektiğinde "Reba tet, Rebattet" der gibi. Ama ben,babamın biraz önce Dieulafoy'yı çağırttığından habersizdim.

Tam o sırada, büyükannemin nefes almasını kolaylaştıracağıumulan oksijen tüplerini sabırsızlıkla bekleyen annem, M. deGuermantes'ı bulmayı aklından bile geçirmediği hole geldi. Düküherhangi bir yere saklayabilmeyi isterdim. Ama o, hiçbir şeyinbundan önemli olamayacağından, annemi daha fazla memnunedemeyeceğinden ve kendi kusursuz centilmen şöhretinisürdürmek için bu kadar şart olamayacağından hiç kuşkuduymadan, zorla kolumdan tuttu ve benim bir tecavüzkarşısındaymışım gibi, "Beyefendi, beyefendi, beyefendi," diyetekrarlayarak kendimi savunmama rağmen, anneme doğrusürükleyerek, "Beni saygıdeğer annenize takdim etme lütfunubağışlar mısınız?" dedi, anne kelimesinde ölçüyü biraz kaçırarak.Aslında bunun annem için bir lütuf olduğundan o kadar emindiki, duruma uygun bir yüz ifadesi takınmakla birlikte,gülümsemekten de kendini alamadı. Dükün adını söylemektenbaşka yapabileceğim bir şey yoktu; bunun üzerine derhal yerlere

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

384

kadar eğilip hoplamaya koyuldu; selam töreninin tamamınıgerçekleştirmeye başlıyordu. Hattâ sohbet etmeyi düşünüyordu,ama acıya boğulmuş olan annem, bana derhal gelmemi söyleyip,M. de Guermantes'in cümlelerine cevap bile vermedi; dük,ziyaretçi olarak ağırlanmayı beklerken, tam tersine, kendini holdetek başına bulunca, çaresiz dışarı çıkacakken, o anda Saint-Loupiçeri girdi; Paris'e o sabah gelmiş ve haberi alınca hemenkoşmuştu. Dük, "Ah! Bu çok iyi işte!" diye neşeyle haykırarakyeğenini bir düğmesinden tuttu, neredeyse düğmeyikoparıyordu; tekrar holden geçmekte olan annemin varlığınaaldırdığı bile yoktu. Saint-Loup, içten üzüntüsüne rağmen, banailişkin duyguları gözönüne almayacak olursa, sanırım benigörmekten kurtulduğuna üzülmedi. Dayısı tarafındansürüklenerek gitti; dükün kendisine söylenecek çok önemli bazışeyleri vardı ve bu sebeple Doncieres'e gitmesine ramakkaldığından, böyle bir zahmetten kurtulduğuna inanamayarakseviniyordu. "Doğrusu, seni bulmak için bir tek avluyu geçmemgerektiğim söyleselerdi, hayatta inanmazdım. Arkadaşın M.Bloch'un deyimiyle, abes derecede komik." Bir yandan omzundantuttuğu Robert'le uzaklaşırken, bir yandan da konuşmaya devamediyordu: "Ne olursa olsun, ayağım uğurluymuş besbelli; ne şansbendeki!" Guermantes Dükü terbiyesiz bir adam değildi katiyen.Ne var ki, kendini başkasının yerine koymayı beceremeyeninsanlardandı; doktorların çoğu ve cenaze taşıyıcıları gibi,yüzünde bir matem ifadesiyle, "Çok acılı bir an," dedikten veicabında sarılıp dinlenmenizi tavsiye ettikten sonra, ölümdöşeğini ya da cenazeyi, az çok sınırlı bir sosyete toplantısı gibigören, birkaç dakika bastırdıkları bir neşeyle, gündelikmeselelerinden söz edebilecekleri, kendilerini biriyletanıştırmasını isteyebilecekleri veya "dönüş" için arabalarında "biryer teklif edebilecekleri" tanıdıklar arayan insanlardandı.Guermantes Dükü, yeğeniyle buluşmasını sağlayan bu "talih

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

385

rüzgârından" pek memnun kalmakla birlikte, annemin aslındason derece doğal olan tavrına o kadar şaşırmış ki, daha sonra,babam ne kadar kibarsa, annemin de o kadar kaba olduğunu,zaman zaman "dalıp giderek" söylenenleri bile işitmediğini vekendisine sorulursa, biraz rahatsız, hattâ belki de aklından zoruolduğunu söylemiş. Her şeye rağmen, bunun kısmen "duruma"bağlı olabileceğini de kabul ederek, annemin olaydan çok"etkilenmiş" göründüğünü de belirtmiş. Ama tamamlamasıengellenen selamların ve geri geri giderek eğilmelerin devamı hâlâbacaklarındaydı ve zaten annemin üzüntüsünü anlayabilmekteno kadar uzaktı ki, cenazeden bir önceki gün, bana annemieğlendirmeye çalışmıyor muyum diye sordu.

Büyükannemin din adamı olan, benim tanımadığım birkayınbiraderi, mensubu olduğu tarikatın Avusturya'dakibaşkanına telgraf çekip istisnai bir lütuf olarak izin aldı ve o güngeldi. Kedere boğulmuş halde, yatağın yanında dualar okuyor, buarada delici gözlerim hastadan hiç ayırmıyordu. Büyükanneminbilincinin yerinde olmadığı bir ara, rahibin kederi beni üzdü,kendisine baktım. Rahip benim merhametime şaşırdı ve bununüzerine çok garip bir şey oldu. Acılı düşüncelere dalmış bir insangibi, ellerini yüzünde kavuşturdu, ama benim, gözlerimi başkabir yöne çevireceğimi düşünerek, parmaklarını hafifçe araladığınıfarkettim. Tam ben gözlerimi başka tarafa çevirirken, benimıstırabımın samimi olup olmadığını gözlemek için ellerininsiperinden faydalanmış olan keskin gözüyle karşılaştım. Günahçıkarma hücresinin loşluğunda pusuya yatmış gibiydi sanki.Benim kendisini gördüğümü farkederek, derhal aralık bıraktığıkafesi sımsıkı kapadı. Kendisini daha sonra da gördüm; aramızdao ânın hiç sözü edilmedi. Beni gözetlediğini farketmediğim,zımnen kararlaştırılmış oldu. Ruh doktorları gibi rahiplerin de,sorgu yargıcını hatırlatan bir yanı vardır daima. Zaten, ne kadaraziz bir dostumuz olsa da, hangi dostumuzun bizimkiyle ortak

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

386

geçmişinde, mutlaka unutmuştur diye düşünmeyi tercihettiğimiz dakikalar yoktur ki?

Doktor bir morfin iğnesi yaptı ve nefes almayı birazkolaylaştırmak için, oksijen tüplerini istedi. Tüpler annemin,doktorun, hemşirenin ellerindeydi; biri bittiğinde, yenisiniveriyorduk. Ben birkaç dakikalığına odadan çıktım. Tekrargirdiğimde, sanki karşımda bir mucize vardı. Büyükannem,kesintisiz, alçak bir mırıltının eşlik ettiği, bütün odayı dolduran,hızlı, melodik, neşeli, uzun bir şarkı sunuyordu sanki bizlere. Çokgeçmeden anladım ki, bu da biraz önceki hırıltı kadar bilinçsiz,tamamen kurulmuş gibi bir şeydi. Belki çok az da olsa, morfininsağladığı bir rahatlamayı yansıtıyordu. Başlıca nedeni, hava artıkbronşlardan aynı şekilde geçmediği için, soluk alışında meydanagelen ton değişikliğiydi. Büyükannemin, hem oksijenin, hem demorfinin etkisiyle rahatlayan soluğu, artık zorlanmıyor,inlemiyor, canlı, hafif, patenlerle kayarcasına, harikulade havayadoğru ilerliyordu. Belki de bu şarkının içinde, bir kamışın flütsesine karışan rüzgâr gibi farkedilmeyen soluğa, ölümyaklaştığında ortaya çıkan, artık hiçbir şey hissetmeyen hastadaıstırap ya da mutluluk işaretleri görmemiz gibi bir yanılgıya yolaçan, daha insani birkaç iç çekiş ekleniyor, hafiflemiş göğüstenoksijene kavuşmak üzere çıkan, yükselen, sonra alçalıp tekrar ileriatılan bu uzun cümleye, ritmini değiştirmeden, daha melodik birvurgu katıyordu. Sonra, o kadar yükselen, öylesine güçleuzatılan, mutluluk içinde bir yakarı mırıltısının karıştığı bu şarkı,bir an geliyor, kuruyan bir pınar gibi sanki tamamen sonaeriyordu.

Françoise, büyük bir üzüntüsü olduğunda, bu üzüntüsünüifade etmek gibi son derece gereksiz bir ihtiyaç duyardı, ama bunuifade etmenin son derece basit becerisine sahip değildi.Büyükannemin hayatından umudunu tamamen kesince,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

387

Françoise bize kendi duygularını aktarmaya koyuldu. Lahanaçorbasını fazla kaçırdığında, "Midemde bir ağırlık var sanki,"dediği tonda, "Bir tuhaf oldum," deyip duruyordu; her ikidurumda da hissettiği, onun sandığından daha doğaldı.Böylesine belli belirsiz ifade ettiği halde, gerçekten çok üzgündü;ayrıca, Combray'de kalması gereken kızının (taze Parisli, artıkküçümseyerek "dağ başı" dediği Combray'de "görgüsüzleştiğini"düşünüyordu), Françoise'ın müthiş bir şey olacağını düşündüğücenaze törenine yetişme ihtimalinin pek olmaması da,üzüntüsünü artırıyordu. Bizim yabancılara pek fazlaaçılmadığımızı bildiğinden, ne olur ne olmaz diye, öncedenJupien'i haftanın her gecesi için tekeline almıştı. Jupien'in cenazesaatinde serbest olmayacağını biliyordu. Hiç değilse dönüşte"anlatmak" istiyordu.

Birkaç gecedir, babam, büyükbabam ve bir akrabamız, geceleribüyükannemin başında bekliyor, evden dışarı hiç çıkmıyorlardı.Aralıksız sadakatleri, sonunda bir kayıtsızlık maskesinebürünüyor, bu ölüm döşeğinin başındaki, sonu gelmeyenaylaklık, tren vagonlarında uzun yolculukların ayrılmaz birparçası olan konuşmaları yapmalarına sebep oluyordu. Zaten buakrabamız (büyükhalamın yeğeni), layık olduğu ve geneldegördüğü saygı kadar büyük bir sevgisizlik uyandırıyordu bende.

Ağır hastalık durumlarında daima "hazır" bulunurdu, ölümdöşeğindekilere o kadar bağlıydı ki, aileler güçlü kuvvetligörünümüne, bas bariton sesine ve lağımcı sakalına rağmen,sağlığı kaldırmaz bahanesiyle, cenazeye gelmesin diye,alışılagelmiş dolaylı sözlerle yalvarırlardı daima. En büyük acınınortasında bile başkalarını düşünen annemin, akrabamızın hepduymaya alışık olduğu şeyleri, bambaşka bir şekildesöyleyeceğini önceden biliyordum:

"Bana söz verin, 'yarın' gelmeyeceksiniz. 'Onun' için yapın

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

388

bunu. Hiç değilse 'oraya' gitmeyin. O, gelmemenizi rica etmiştisizden."

Hiçbir şey kâr etmiyordu; "eve" ilk elen hep o olurdu; bu yüzdende, bir başka çevrede, kendisine bizim bilmediğimiz bir takma adyakıştırılmıştı: "çiçek ve çelenk gönderilmemesi". Ve "her şeye"gitmeden önce de, "her şeyi" düşünmüş olurdu mutlaka; buyüzden de kendisine, "Size teşekkür etmiyoruz," denirdi.

"Ne?" diye yüksek sesle sordu büyükbabam; birazsağırlaştığından, akrabamızın babama söylediği bir şeyiduymamıştı.

"Hiç," dedi akrabamız. "Bu sabah Combray'den mektup aldımdiyordum; hava çok kötüymüş, halbuki burada güneş neredeyseaşın sıcak."

"Oysa barometre çok düşük," dedi babam."Hava nerede kötüymüş dediniz?" diye sordu büyükbabam."Combray'de.""Eh, şaşırmadım doğrusu; ne zaman burada hava kötü olsa,

Combray'de güzel olur, burada güzel olunca da, orada kötü olur.Aman Tanrım! Combray deyince aklıma geldi; Legrandin'e habervermeyi akıl eden oldu mu?"

"Evet, merak etmeyin, haber verildi," dedi akrabamız; aşırı gürsakalı yüzünden kararmış yanaklarından, bunu düşünmüşolmanın mutluluğuyla, belli belirsiz bir gülümseme geçti.

O sırada, babam bir hamle yaptı; ben büyükannemde iyiye ya dakötüye doğru bir gidiş olduğunu sandım. Ama Doktor Dieulafoygelmişti sadece. Babam, sanki bir oyuncu temsil vermeye gelmişgibi, yan taraftaki salona gitti doktoru ağırlamaya. Kendisinitedavi için değil, saptama yapmak üzere, adeta noter sıfatıyla

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

389

çağırtmıştık. Doktor Dieulafoy gerçekten büyük bir hekim,mükemmel bir profesör olabilirdi; başarıyla yürüttüğü bu rollere,bir de kırk yıl boyunca rakipsiz sürdürdüğü bir başkasınıeklemişti; ukala rolü, Scaramuccia[27] rolü, görmüş geçirmişihtiyar rolü kadar özgün olan bu rol, gelip hastanın cançekiştiğini veya öldüğünü saptamaktı. İsmi de zaten, bu görevine büyük bir ağırbaşlılıkla yerine getireceğini, önceden haberverir nitelikteydi; hizmetçi gelip, "M. Dieulafoy" dediğinde, insankendini Moliere'in evinde sanırdı. Tavrının ağırbaşlılığına,büyüleyici endamının esnekliği de, farkettirmeden katkıdabulunurdu. Kendi başına aşırı güzel olan yüzünün yarattığı etki,acılı koşullara yakışır bir ifadeyle azalırdı. Profesör, asil siyahredingotuyla, gösterişsiz bir üzüntüyle içeri girer, yapmacıkzannedilebilecek tek bir başsağlığı dileğinde bulunmaz, inceliğeaykırı en ufak bir hareketi de olmazdı. Ölüm döşeğinin başında,büyük soylu olan, Guermantes Dükü değil, oydu. Büyükannemi,yormadan ve kendisini tedavi etmekte olan hekime saygıgösterisi olarak, aşırı bir ihtiyatla muayene ettikten sonra, alçaksesle babama birkaç kelime söyleyip annemin önünde saygıylaeğildi; babamın, anneme, "Profesör Dieulafoy," dememek içinkendini zor tuttuğunu hissettim. Ama o, rahatsızlık vermekistemediğinden, başını çevirmişti bile; kendisine verilen ücretialarak, inanılmaz bir zarafetle odadan çıktı. Verilen parayıgörmemiş gibiydi adeta, hattâ biz bile, bir an, acaba verdik mi diyekuşkuya düştük; öylesine bir hokkabaz ustalığıyla yokedivermişti, ama bu arada yakası ipekten, uzun redingotlu, soylubir merhamet ifade eden güzel yüzlü, büyük danışman hekimciddiyetinden de, hiçbir şey kaybetmemişti, tam tersine,ağırbaşlılığı artmıştı. Ağırlığı ve zindeliği, kendisini bekleyen dahayüz hastası da olsa, acelesi varmış gibi görünmek istemediğiniortaya koyuyordu. Çünkü profesör, inceliğin, zekânın ve iyiliğincanlı timsaliydi. Bu seçkin şahıs, artık hayatta değil. Başka

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

390

hekimler, başka profesörler belki ona yetişmiş, hattâ onu aşmışolabilir. Ama bilgisi, fiziksel yetenekleri, yüksek eğitimi sayesindedoruğa ulaştığı "görevi", sürdürebilecek kimse çıkmadığı için,artık yerine getirilmiyor. Annem, M. Dieulafoy'yı farketmemiştibile; onun gözü, büyükannem haricinde hiçbir şeyi görmüyordu.Hatırlıyorum da (şimdi biraz ileri atlıyorum) mezarlıkta annem,doğaüstü bir görüntü, bir hayalet gibi çekinerek mezara yaklaşıpkendisinden uzaklaşmış olan, uçup gitmiş bir varlığıseyredercesine baktığı sırada, babam, "Üstat Norpois eve de,kiliseye de, mezarlığa da geldi, kendisi için çok önemli birtoplantıyı kaçırdı; bir iki kelime söylesen çok duygulanır," demiş,annemse, büyükelçi karşısında eğildiğinde, hiç ağlamamış olançehresini tatlılıkla öne eğmekten başka bir şey yapamamıştı. İkigün önce –hastayı can çekişirken bıraktığımız yatağın başucunabirazdan döneceğim– ölmüş olan büyükannemin başınıbeklediğimiz sırada, hortlakları büsbütün inkâr etmeyenFrançoise, en ufak bir gürültüde ürküyor, "O gibi geldi bana,"diyordu. Oysa bu sözler, annemde korku değil, sonsuz bir şefkatuyandırıyordu; annem, arasıra annesiyle birlikte olabilmek için,ölülerin geri gelmesini çok isterdi.

Büyükannemin ölüm döşeğine geri dönecek olursak:"Kız kardeşlerinin çektiği telgrafı biliyor musunuz?" dedi

büyükbabam akrabamıza."Evet, Beethoven'i duydum; çerçevelense yeridir; pek

şaşırmadım doğrusu.""Zavallı karım, kardeşlerini ne kadar severdi," dedi

büyükbabam, gözyaşlarını silerek. "Onlara da kızmamak lazım.Hep söylemişimdir, zırdeli onlar. Ne o, oksijen verilmiyor muartık?"

Annem, "Ama o zaman annem nefes alamayacak," dedi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

391

Doktor cevap verdi:"Hayır, merak etmeyin, oksijenin etkisi daha bir süre devam

eder, daha sonra tekrar veririz."Bana öyle geliyordu ki, ölmekte olan biri için böyle bir şey

söylenmezdi; olumlu etki devam edeceğine göre, demek yaşamasıiçin bir şeyler yapılabilirdi. Oksijenin ıslığı birkaç dakika boyuncaduyulmadı. Ama alınıp verilen solukların mutlu iniltisi hâlâyükseliyor, hafif, düzensiz, yarıda kesilerek, durmadantekrarlanıyordu. Arasıra, her şey bitmiş gibi soluklar kesiliyordu;belki uyuyan bir insanın nefes alışındaki oktav değişiklikleriyüzünden, belki de doğal bir kesilme, anestezinin sonucu, nefestıkanıklığında bir artış, kalpte bir zayıflama yüzünden. Doktortekrar büyükannemin nabzını tuttu, ama yeni bir şarkı, kurumuşbir ırmağa katılan bir kol gibi, yarım kalmış cümleyebağlanmaktaydı bile. Bu yeni şarkı, başka bir perdeden, aynıbitmez tükenmez coşkuyla başlıyordu. Kimbilir, belki debüyükannem farkında olmadan, acıyla bastırılan onca mutluluk,onca sevgi, şimdi uzun süre sıkıştırılmış hafif gazlar gibi dışarıçıkıyordu. Sanki bize söylemek istediği her şey dökülüyor, böyleuzun uzadıya, sabırsızlıkla, içini açarak bize hitap ediyordu.Yatağın ayakucunda, bu can çekişmenin her soluğuyla çırpınan,ağlamayan, ama zaman zaman gözyaşlarıyla sırılsıklam olanannem, yağmurun dövdüğü, rüzgârın birbirine dolaştırdığıyapraklar gibi bilinçsiz ve perişandı. Büyükannemi öpmeden öncegözlerimi kurulamamı söylediler.

"Ama artık göremiyor sanıyordum," dedi babam."Belli olmaz," diye cevap verdi doktor.Dudaklarım büyükanneme dokunduğunda, belki bir refleksle,

belki de kimi sevgiler, bağlanmak için neredeyse duyulara ihtiyaçduymadıkları şeyleri, bilinçsizliğin perdesinin ardından

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

392

tanıyabilecek, aşırı bir duyarlığa sahip olduklarından, ellerikıpırdadı, vücudu baştan başa ürperdi. Büyükannem birdendoğruldu, canını savunan bir insan gibi zorlu bir çaba gösterdi.Françoise, bu görüntüye dayanamayarak hıçkırıklara boğuldu.Doktorun söylediklerini hatırlayıp Françoise'ı odadan çıkarmakistedim. Tam o sırada, büyükannem gözlerini açtı. Gözyaşlarınısaklamak için Françoise'ın üzerine atıldım; annemle babam busırada büyükannemle konuşurdu. Oksijenin sesi kesilmişti;doktor yataktan uzaklaştı. Büyükannem ölmüştü.

Birkaç saat sonra, Françoise, o güne kadar hepbüyükannemden daha genç görünen, yeni kırlaşmaya başlamış ogüzel saçları, son bir kez, bu sefer acıtmadan tarayabildi. Bu saçlar,şimdi, aksine, yıllardır ıstırabın eklediği kırışıklıklardan,kasılmalardan, şişlerden, gerginliklerden, gevşemelerdenkurtulup tekrar gençleşmiş olan çehrenin üzerine yaşlılık tacınıoturtuyor gibiydi. Ailesinin kendisine bir eş seçtiği, o çokeskilerde kalmış günlerde olduğu gibi, zarif yüz hatları saflık veitaati yansıtıyor, yanakları, yılların yavaş yavaş yok ettiği iffetli birumutla, bir mutluluk hayaliyle, hattâ masum bir neşeyleparlıyordu. Can çekilirken, hayatın düş kırıklıklarını daberaberinde götürmüştü. Büyükannemin dudaklarına birgülümseme yayılmış gibiydi. Ölüm, büyükannemi bu sonyatağına, ortaçağ heykeltraşı gibi, bir genç kız görünümündeyatırmıştı.

İkinci Bölüm

Albertine'in ziyareti. - Saint-Loup'nun birkaç arkadaşı için kârlı bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

393

evlilik umudu. - Parma Prensesi karşısında Guermantes zekâsı. - M.de Charlus'ye garip bir ziyaret. - Kişiliğini giderek daha az

anlıyorum. - Düşesin kırmızı ayakkabıları.

Sonbaharda herhangi bir pazar günü olmasına rağmen, benyeniden doğmuştum; hayat, önümde, el değmemiş haldeuzanıyordu, çünkü birkaç günkü ılık havanın üstüne, o sabahsoğuk bir sis inmiş, ancak öğleye doğru dağılmıştı; havadaki birdeğişiklik ise, dünyayı da, bizi de yeniden yaratmaya yeter. Birzamanlar, şöminemde uğuldayan rüzgârın kapağa vuruşunu, Dominör senfoni'nin başındaki ünlü yay vuruşları gibi, esrarengizbir kaderin karşı koyulmaz çağrısıymışçasına, heyecanladinlerdim. Doğadaki bütün ani ve kökten değişimler, arzularımızınesnelerin yeni şekline uydurarak, benzer bir dönüşüm sunarlarbize. Sis, uyandığım andan itibaren, beni, havanın güzel olduğugünlerdeki merkezkaç insandan, içine kapanık, ateşin başını vepaylaşılan yatağı arzulayan bir adam, bu farklı dünyada yerleşikbir Havva arayan üşümüş Adem haline getirmişti.

Yaklaşık bir yıl önce, Doncieres'de, fiziksel, zihinsel ve manevihayatta bulduğum özgünlüğün tamamını, kırda bir sabahın tatlıgri rengiyle bir fincan kakaonun tadına yüklüyordum; çorak, –görünmez olduğunda bile hep var olan– bir tepenin uzunbiçimiyle tanımlanan bu özgünlük, bende diğer zevklerdenbelirgin biçimde farklı bir dizi haz uyandırıyordu; bunlarıarkadaşlarıma kelimelerle anlatmam mümkün değildi, çünkü buhazları içimde düzenleyen, girift bir biçimde birbirlerine dolaşarakişlenmiş duygular, anlatabileceğim somut şeylerden çok dahafazla ve benden habersiz olarak belirliyorlardı onları. Bubakımdan, o sabah, sisin beni içine soktuğu yeni dünya, öncedentanıdığım (bu onun gerçekliğini iyice vurguluyordu) ve birzamandır unutmuş olduğum (buysa bütün tazeliğini geri

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

394

getiriyordu) bir dünyaydı. Bu sayede, belleğime yerleştirmişolduğum sis tablolarından bazılarını, özellikle "Döncieres'deSabah" tablolarını seyredebildim; bunlardan biri, karargâhtaki ilkgünüme aitti, öteki de, Saint-Loup'nun beni bir günlüğünegötürdüğü, yakındaki bir şatoya; şafak vakti, tekrar yatmadanönce perdelerini açtığım pencereden, birincisinde bir süvari,İkincisindeyse (geri kalan kısmı tamamen sisin tekdüze, sıvıyumuşaklığına gömülmüş bir gölle ormanın, incecik kıyışeridinde) bir kolanı parlatmakta olan bir arabacı, silik bir freskte,gölgelerin esrarengiz boşluğuna kendini uydurmak zorundakalan gözün güçlükle seçtiği şaşırtıcı karakterler gibigörünmüşlerdi bana.

Bugün bu anıları yatağımdan seyrediyordum; birkaçgünlüğüne Combray'ye gitmiş olan annemle babamınyokluğundan yararlanarak, akşama, Mme de Villeparisis'ninevinde oynanacak küçük temsili seyretmeye gideceğim için, buarada tekrar yatmıştım. Annemle babam dönmüş olsalar, gitmeyecesaret edemeyebilirdim; annem, büyükannemin anısınabeslediği titiz saygıyla, yas belirtilerinin samimi ve özgür iradesonucu olmasını istiyordu; benim çıkmamı engellemezdi, amatasvip de etmezdi. Oysa Combray'deyken kendisine danışacakolsam, aksine, hüzünlü bir sesle, "Ne istersen yap, ne yapmangerektiğini bilecek kadar büyüksün," diye cevap vermez, beniParis'te yalnız bıraktığı için pişmanlık duyarak, benim kederimikendi kederine göre ölçerek, kendisi için reddedeceği eğlenceleribana uygun bulur, her şeyden önce benim sağlığımı ve ruhsaldengemi düşünen büyükannemin, bu eğlenceleri bana tavsiyeedeceğini düşünürdü.

Suyla çalışan yeni kaloriferi, sabahtan yakmışlardı. Arada birhıçkırık gibi sesler çıkaran tatsız gürültüsünün, Doncieresanılarımla hiçbir ilgisi yoktu. Ama o öğleden sonra, içimde uzun

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

395

bir süre bu anılarla birlikte olduğu için, aralarında öyle bir bağkuruldu ki, kaloriferin sesini (alışkanlığımı biraz kaybetmişken)ne zaman yeniden duyacak olsam, bana bu anıları hatırlatacaktı.

Evde Françoise'dan başka kimse yoktu. İncecik bir yağmur gibiyağan gri ışık, hiç durmadan, pazar gezintisine çıkmış insanlarıgümüşe bulayan saydam ağlar örüyordu sanki. Yayınlanmaküzere bir makale gönderdiğimden beri, her gün aldırmayı ihmaletmediğim he Figaro'yu, ayakucuma atmıştım; makalem hâlâçıkmamıştı; hava güneşli olmadığı halde, ışığın yoğunluğundan,henüz ikindinin ortasında olduğumuzu anlıyordum.Penceredeki tül perdeler, güzel havalardakinden farklı olarak,hafif ve kırılgan, kızböceklerinin kanatları ve Venedik camı gibihem yumuşak, hem kolay kırılırdılar. Sabah Mile de Stermaria'yabir mektup göndermiş olduğumdan, o pazar günü yalnız olmak,iyice ağır geliyordu bana. Annesinin, nafile, üzücü denemelerdensonra, nihayet metresinden ayırmayı başardığı ve zaten birzamandır artık sevmediği kadını unutsun diye Fas'a gönderilmişolan Robert de Saint-Loup, bir gün önce elime geçen kısa birmektup yazmış ve çok kısa bir tatil için yakında Fransa'yageleceğini haber vermişti. Paris'e sadece şöyle bir uğrayacağı için(ailesi herhalde Rachel'le tekrar barışmasından korkuyordu), benidüşündüğünü göstermek amacıyla, Tanca'da Mile daha doğrusuMme de Stermaria'ya (evlenip üç ay sonra boşanmıştı) rastladığınıhaber veriyordu. Robert de, Balbec'te kendisine söylediklerimihatırlayıp, genç hanımdan benim adıma bir randevu istemişti. Oda, Bretanya'ya dönmeden önce Paris'e uğrayacağını, o sıradabenimle bir akşam yemeği yemekten büyük mutlulukduyacağını söylemişti. Robert, Mme de Stermaria'nın Paris'evarmış olması gerektiğini, vakit geçirmeden mektup yazmamısöylüyordu.

Saint-Loup'dan, büyükannemin hastalığı sırasında beni

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

396

kalleşlik ve ihanetle suçladığından beri, hiçbir haber almadığımhalde, mektubu beni şaşırtmamışta. Ne olduğunu o sırada çok iyianlamıştım. Robert'i kıskandırmaktan hoşlanan Rachel –ayrıcaRachel'in bana kızmak için başka nedenleri de vardı–, Robert'inyokluğunda kendisiyle ilişki kurmak için sinsice girişimlerdebulunduğum konusunda Saint-Loup'yu ikna etmişti. Robert'in,bunun doğruluğuna hâlâ inanıyor olması muhtemeldi, ama artıkRachel'e tutkun olmadığından, doğru olup olmaması hiçfarketmiyordu, hâlâ var olan tek şey, dostluğumuzdu. Robert'itekrar gördüğüm bir gün, bu sitemlerinden söz etmeyidenediğimde, özür diler gibi, iyi niyetli ve sevecen birgülümsemeyle yetinip konuyu değiştirdi. Bundan kısa bir süresonra, Paris'te arasıra Rachel'i görmeye devam etti yine de.Hayatımızda önemli bir rol oynamış olan kadınların, birdenbire vekesin olarak hayatımızdan çıktığı enderdir. Temelli hayatımızdançıkmadan önce, arasıra hayatımıza tekrar girerler (o kadar ki,bazıları bunu yeni bir aşk başlangıcı zannederler). Rachel'insürekli para istemesinin verdiği yatıştırıcı mutluluk sayesinde,ayrılık, kısa sürede Saint-Loup'yu daha az üzer olmuştu. Aşkıuzatan kıskançlık, hayalgücünün diğer biçimlerinden çok dahafazla şeyi barmdıramaz içinde. Seyahate çıkarken, yanımıza zatenyolda kaybolacak olan üç dört hayalî görüntü (VecchioKöprüsü'nün zambaklarıyla dağlaleleri, sislerin arasında İranüslubundaki kilise, vs.) alsak, bavulumuz yeterince dolar.Metresimizden ayrıldığımızda, onu biraz unutuncaya kadar,kafamızda tasarladığımız, yani kıskandığımız üç dört muhtemelâşığın kapatması olmamasını isteriz. Kafamızdatasarlamadıklarımız ise, hiçbir anlam ifade etmez. Ayrıldığımızmetresin, sık sık bizden para istemesi, hayatının tamamıhakkında, yüksek ateş raporları, hastalığı hakkında ne kadar birfikir verirse, ancak o kadar bir fikir verebilir. Buna rağmen, yüksekateş raporları, hasta olduğunun göstergesidir; para istemesiyse,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

397

terk edilen veya terk eden metresin, zengin bir koruyucuanlamında pek matah bir şey bulamamış olduğu konusunda,epeyce belirsiz olmakla birlikte, bir tahmine imkân verir. Buyüzden her talep, kıskanan erkeğin acısının yatışmasındankaynaklanan bir sevinçle karşılanır ve derhal para gönderilmesiylesonuçlanır; çünkü erkek biraz kendine gelip yerini alacak kişininadını metanetle öğrenebileceği güne kadar, kadının, âşıklar(aklından geçen üç âşıktan biri) hariç, hiçbir şeyi eksik olmasınister. Arasıra Rachel'in gece epeyce geç vakitte gelip, sabaha kadareski âşığının yanında uyumak için izin istediği oluyordu. Robertiçin çok hoş bir duyguydu bu; kendisi yatağın yarısındanfazlasını kaplasa da, Rachel'in hiç rahatsız olmadan uyuduğunugörmek bile, her şeye rağmen ne kadar yakın bir birliktelik içindeyaşamış olduklarını düşündürüyordu ona. Rachel'in, onun eskidost vücuduyla yan yanayken, başka herhangi bir yerdeolduğundan daha rahat ettiğini, otelde bile olsalar, onunyanındayken, kendini birtakım alışkanlıklarının olduğu, daha iyiuyuduğu, eskiden beri tanıdığı bir odadaymış gibi hissettiğinianlıyordu. Robert, kendi omuzlarının, bacaklarının, bütünvarlığının, uyku tutmadığından veya yapılacak işleri olduğundançok fazla kıpırdadığı zamanlarda bile, Rachel için, rahatsızlıkduymayacağı kadar alışılmış şeyler olduğunu vefarkedilmelerinin dinlenme duygusunu artırdığını hissediyordu.

Biraz geriye dönecek olursam, Saint-Loup'nun bana Fas'tanyazmış olduğu mektup, açıkça yazmaya cesaret edemediği şeyisatır aralarında okuduğum için, beni iyice heyecanlandırmıştı."Onu rahatlıkla bir restoranda özel bir odaya davet edebilirsin,"diyordu. "Çok sevimli bir insan, mükemmel bir kişiliğe sahip; çokiyi anlaşacağınızdan ve harika bir gece geçireceğinden eminim."Annemle babam, hafta sonunda, ya cumartesi ya da pazar günüdönecekleri ve ondan sonra her akşam evde yemek zorundakalacağım için, derhal Mme de Stermaria'ya mektup yazıp,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

398

cumaya kadar istediği günü seçmesini teklif etmiştim. Aynıgünün akşamı, sekiz sularında bir mektup alacağım cevabınıvermişti. Öğleden sonra bir ziyaretçi imdadıma yetişse, saat sekizekadar önümde uzanan saatler çabuk geçerdi. Saatler sohbetlesarmalandığında, artık onları ölçmek, hattâ görmek mümkündeğildir, kaybolup giderler; sonra birdenbire, çevik, yokedilivermiş zaman, onu elimizden kaçırdığımız noktanın çokuzağında, tekrar karşımıza çıkıverir. Ama eğer yalnızsak, henüzuzakta olan ve durmadan beklediğimiz ânı karşımıza çıkarankaygı, bir saatin tik-taklarının sıklığı ve değişmezliğiyle saatleri,dostlar arasında olsak saymayacağımız bütün dakikalara böler,daha doğrusu bu dakikalarla çarpar. Mme de Stermaria'nınyanında ne yazık ki ancak birkaç gün sonra yaşayacağım tutkuluhazla (sürekli geri gelen arzum yüzünden) kıyasladığımda, tekbaşıma geçireceğim bu öğleden sonra, bana pek boş ve hüzünlügörünüyordu.

Arasıra, yukarı çıkan asansörün sesini duyuyordum, ama busesi, bir İkincisi izliyordu; benim beklediğim, bizim katta durmasesi değil de, ondan çok farklı, asansörün daha yukarı katlaradevam etmek üzere çıkardığı ses; bu ses, ben bir ziyaret beklerken,sık sık bizim katın ıssızlığını ifade ettiğinden, daha sonraları,hiçbir ziyaretçiyi istemediğim zamanlarda bile, hep kendi içindeacıklı, adeta terk edilme hükmüyle yüklü bir ses olarak kaldıbenim için. Daha saatler boyunca ezelî görevine devam edecekolan bezgin, uysal, gri gün, sedef şeritlerini dokuyor, benitanımayan bu günle baş başa, yalnız kalacağımı düşünmek, beniüzüyordu; daha iyi görebilmek için pencere kenarına oturmuş,işini yapan, odada kim olduğuyla hiç ilgilenmeyen bir işçi kızgibiydi. Ansızın, ben zili duymadığım halde, Françoise kapıyı açıpAlbertine'i içeri aldı; Albertine gülümseyerek sessizce girdi;dolgun bedeninde, bir daha hiç gitmediğim Balbec'te geçirilengünleri, kendilerini yaşamaya devam etmem için hazırlanmış

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

399

şekilde taşıyordu. Hiç şüphesiz, ne kadar önemsiz bir ilişki olursaolsun, ilişkilerimizin değiştiği bir insanı ne zaman tekrar görsek,iki dönemin karşılaşması gibi bir şey olur. Bunun için, eski birsevgilimizin bizi arkadaş sıfatıyla ziyarete gelmesine gerekyoktur; belirli bir hayat tarzının günlük seyri içinde tanıştığımızbirisinin, bu hayat sona ereli daha bir hafta bile olsa, Paris'teziyaretimize gelmesi yeterlidir. Albertine'in gülen, soran,çekingen bütün yüz hatlarında, şu soruları okuyabiliyordum:"Mme de Villeparisis'den ne haber? Dans hocasını hatırlıyormusunuz? Ya pastacıyı?" Oturduğunda, sırtı sanki şöyle diyordu:"Tüh, burada falez yok; yine de Balbec'teki gibi yanıbaşınızaoturmama izin verirsiniz, değil mi?" Bana Zaman aynasını tutanbir sihirbaza benziyordu. Bu bakımdan, ender olarakgörüştüğümüz, ama bir zamanlar bizimle daha yakın bir ilişkiiçinde bulunmuş bütün insanlar gibiydi. Ancak, Albertineörneğinde bundan başka bir şeyler de vardı. Tabii ki Balbec'te bile,günlük karşılaşmalarımızda onu görünce, daima şaşırırdım, okadar değişkendi çünkü. Ama şimdi onu tanımakta güçlükçekiyordum. Hatları, kendilerini sarmalayan pembe buğudansıyrılmış, bir heykel gibi ortaya çıkmıştı. Yüzü başka bir yüzdü,daha doğrusu, artık bir yüzü vardı; bedeni büyümüştü. Kendisinisarmalayan ve Balbec'te, gelecekteki şeklinin, ardında zor seçildiğikılıftan, neredeyse hiçbir şey kalmamıştı geriye.

Albertine, bu sefer Paris'e her zamankinden erken dönmüştü.Genellikle, ancak baharda gelirdi; öyle ki, zaten birkaç haftadır ilktomurcukların ardından çıkan fırtınalar yüzünden heyecaniçindeyken, duyduğum mutlulukta, Albertine'in dönüşüylegüzel havaların gelişini birbirinden ayırmazdım. Albertine'inParis'te olduğunu ve bana uğradığını duyduğum anda, onutekrar deniz kıyısındaki bir gül gibi görürdüm. O sırada beni elegeçiren arzu, Balbec'te duyduğum arzu muydu, yoksa Albertine'eolan arzum mu, tam bilemiyorum; belki de Albertine'e

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

400

duyduğum arzu, Balbec'e sahip olma arzumun tembel, gevşek,tamamlanmamış bir biçimiydi, sanki bir şeye maddeten sahipolmak, bir kentte sürekli oturmak, manen sahip olmakla birmişgibi. Ayrıca Albertine, maddeten bile, hayalimde denizin ufkundasallanırken değil de, karşımda kıpırtısız dururken, çoğu kez banapek zavallı bir gül gibi gelirdi; yapraklarındaki kusurlarıgörmemek ve sahilde soluk aldığımı zannedebilmek için,gözlerimi kapatmak isterdim.

Daha sonra olacakları o sırada bilmediğim halde, şimdisöyleyebilirim. Elbette ki, insanın, hayatını, posta pulları, eskienfiye kutuları, hattâ tablolar ve heykeller yerine, kadınlaruğruna feda etmesi, daha mantıklıdır. Ancak, başkakoleksiyonlardan örnek alarak değişiklik yapmamız, bir değil,birçok kadına sahip olmamız gerekir. Bir genç kızın, bir sahille, birkilise heykelinin örülü saçlarıyla, bir oymabaskıyla, onu hergörüşümüzde, sevimli bir tabloyu sevmemize sebep olanherhangi bir şeyle oluşturduğu büyüleyici bileşimlerin hiçbiri,pek kalıcı değildir. Bir kadınla sürekli birlikte yaşamaya başlayın,onu sevmenize yol açan şeylerin hiçbirini göremez olursunuz;şüphesiz, birbirinden ayrılan bu iki unsuru, kıskançlık tekrarbirleştirebilir. Uzun bir süre birlikte yaşadıktan sonra, Albertine'isadece sıradan bir kadın olarak görecektim, ama onun Balbec'tesevdiği birisiyle gizli bir ilişkisi, sahili ve dalgaların kıyıyıdövüşünü tekrar onunla birleştirmeye yetebilirdi. Ne var ki, buikincil karışımlar, artık gözlerimizi kamaştırmaz, kalbimizi etkiler,kalbimize zarar verirler. Mucizenin, bu kadar tehlikeli bir biçimdeyenilenmesini arzulanır bulmamız mümkün değildir. Amayıllarca sonrasına atlıyorum. Bu noktada, akıllılık edip, eskidürbünler biriktirir gibi kadın koleksiyonu yapmadığıma pişmanolmam gerekiyor sadece; bu eski dürbünler camekânın ardındaasla yeterince kalabalık görünmez, yeni ve daha az bulunur birdürbünü bekleyen, boş bir yer vardır daima.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

401

Albertine, normal sayfiye düzeninin aksine, bu yıl doğrudanBalbec'ten geliyordu; üstelik, her zamankine göre çok daha erkenayrılmıştı Balbec'ten. Onu görmeyeli uzun zaman olmuştu.Paris'te görüştüğü kişileri, ismen bile tanımadığım için,Albertine'in beni görmeye gelmediği dönemlerde, kendisindenhiç haberim olmazdı. Bu dönemler, çoğunlukla epey uzunolurdu. Sonra, günün birinde, Albertine ansızın ortaya çıkıverir,pembe görüntüsü, sessiz ziyaretleri, arada geçen zamanda neleryapmış olabileceği konusunda bana pek bilgi vermezdi; bu aradönemler, hayatının, gözlerimin nüfuz etmeyi pek dedüşünmediği karanlıklarına gömülürdü.

Oysa bu sefer, bu hayatta yeni şeyler olduğuna dair birtakımişaretler vardı sanki. Ama belki de bu işaretlerden, Albertine'inyaşında, insanın çok çabuk değiştiği sonucunu çıkarmakgerekiyordu sadece. Daha fazla zekâ belirtisi gösteriyorduörneğin; Sophokles'e "Sevgili Racine" dedirtmek gerektiğinihararetle savunduğu günü kendisine hatırlattığımda,kahkahalarla ilk gülen, o oldu.

"Andree haklıydı, çok aptalmışım," dedi; "Sophokles'in,'Muhterem beyefendi,' diye yazması gerekirdi." Andree'nin"muhterem beyefendi"siyle "beyefendiciğim"inin de, kendi"sevgili Racine"i ve Gisele'in "sevgili dostum"u kadar komikolduğunu, ama en büyük aptallığın, Sophokles'in ağzındanRacine'e mektup yazdıran öğretmenlere ait olduğunu söyledim.Albertine bu noktada beni izleyemez oldu. Bunda ne gibi biraptallık olduğunu anlamıyordu; zekâsı aralanıyordu, amagelişmemişti. Kendisinde daha çekici yenilikler vardı; yatağımınyanma oturan aynı güzel genç kızda farklı bir şeyler olduğunuhissediyordum; bakışların ve yüz hatlarının, olağan iradeyi ifadeeden çizgilerinde, bir yön değişikliği, yüz seksen derecelik birdönüş olmuştu; sanki Balbec'te, bu öğleden sonrakine simetrik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

402

ama ters bir çift oluşturduğumuz, onun yattığı, benimse yanındaoturduğum, çok eskide kalmış bir akşamda çarptığım engelleryıkılmıştı. Şimdi kendisini öpmeme izin verip vermeyeceğiniöğrenmek istememe rağmen cesaret edemeyerek, gitmek üzereher ayağa kalkışında, biraz daha kalmasını rica ediyordum. Bunuelde etmek de pek kolay değildi; çünkü yapacak hiçbir işi olmadığıhalde (olsa hemen fırlardı), Albertine dakik bir insandı ve ayrıcabana karşı pek sevecen değildi, arkadaşlığımdan artık pekhoşlanmıyor gibiydi. Buna rağmen, her defasında saatine bakıp,benim ricam üzerine tekrar oturuyordu; saatlerdir yanımdaydı veben kendisine hiçbir şey sormamıştım; ona söylediğim sözler,daha önceki saatlerde söylediklerime bağlanıyor, düşündüğüm,arzuladığım şeyle asla birleşmeyip paralel kalıyordu. Söylediğimizşeylerle düşündüklerimiz arasında herhangi bir benzerliğiengellemekte, arzunun üstüne yoktur. Zaman giderek azalır,oysa kafamızı kemiren konuya tamamen yabancı konulardan sözederek zaman kazanmaya çalışır gibiyizdir. Telaffuz etmekistediğimiz cümle, bir hareketle tamamlanabilecekken, hattâ(doğrudanlığın zevkini tadabilmek ve doğuracağı tepkilerkonusundaki merakımızı gidermek için) tek kelime söylemeden,izin almadan bu hareketi yapabilecekken, biz sohbet ederiz.Şüphesiz Albertine'i sevmiyordum katiyen; o, dışarıdaki sisin kızıolarak, değişik havanın bende uyandırdığı ve mutfak sanatlarıylaanıtsal heykel sanatlarının tatmin edebileceği arzularınarabulucusu olan hayalperest arzumu doyurabilirdi ancak;çünkü bu arzu, aynı anda hem kendi tenime farklı ve sıcak birmadde eklemeyi, hem de uzanmış bedenime, bir noktasındanfarklı bir bedeni birleştirmeyi hayal ettiriyordu bana; tıpkı BalbecKatedrali'nin, kadının yaratılışını, soylu ve dingin bir biçimde,neredeyse antik bir friz gibi betimleyen Romanesk alçakkabartmalarında, Havva'nın, bedenine neredeyse dik uzandığıAdem'in kalçasına sadece ayaklarından bağlı olması gibi; giriş

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

403

sundurmasının cephesini baştan başa kaplayan bukabartmalarda, iki küçük melek, papazlar gibi her yerde Tanrı'yıizler; bu küçük meleklerde, XIII. yüzyılın ortasında hâlâ hayattaolan, son uçuşlarını sürdüren, yorgun, ama kendilerindenbeklenebilecek zarafette kusur etmeyen –kış mevsimininhabersiz yakalayıp esirgediği kanatlı, dönen yaz yaratıklarınabenzer– Herculaneum Amores'lerini buluruz.

Arzumu tatmin ederek beni bu tahayyülden kurtaracak olan veherhangi başka bir güzel kadında pekala arayabileceğim bu hazzıtatma ihtimalim konusundaki iyimser varsayımımın –düşündüğüm tek şeyi Albertine'den gizlediğim bu bitmeztükenmez gevezelik sırasında– neye dayandığını soracak olsalar,bu varsayımın (Albertine'in sesinin, unuttuğum özellikleri,benim için kişiliğinin çizgilerini bir kez daha ortaya koyarken)Albertine'in kelime hâzinesinde, en azından şimdi kullandığıanlamda, yer almayan kimi kelimelerin ortaya çıkışma bağlıolduğunu söyleyebilirdim. Bana Elstiı'in aptal olduğunusöylediğinde, ben haykırarak itiraz edince, gülümseyerek şöylecevap verdi:

"Yanlış anladınız; ben bu örnekte aptallık ettiğini söylemekistiyorum; yoksa son derece kalburüstü bir kişi olduğunu pekalabiliyorum."

Aynı şekilde, Fontainebleau'daki golf sahasının şıklığını daşöyle ifade etti:

"Seçme bir yer."Benim yaptığım bir düellodan söz ederken, şahitlerim

hakkında, "Elit şahitler," dedi ve yüzüme bakıp, bıyıkbırakmamın, "münasip" olacağını belirtti. Hattâ daha da ilerigiderek (bu noktada şansımın iyice yüksek olduğunudüşündüm) bir yıl önce bilmediğine yemin edebileceğim bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

404

terim kullandı ve Gisele'le en son, "fi tarihinde" görüştüğünüsöyledi. Aslında Albertine'in, daha ben Balbec'teyken, insanın halivakti yerinde bir aileden geldiğini derhal ortaya koyan ve birannenin, kızma büyüdükçe, önemli olaylarda kendimücevherlerini vermesi gibi, yıldan yıla aktardığı, gayet düzgünifade kalıpları vardı. Albertine, bir gün bir yabancının verdiğihediyeye teşekkür ederken, "Mahcup oldum," dediğinde, artıkküçük bir çocuk olmadığı anlaşılmıştı. Mme Bontemps kocasınabakmaktan kendini alamamış, o da, "Elbette, on dördüne bastı,"demişti.

Albertine, tarzı pek hoş olmayan bir genç kızdan söz ederken,"Güzel olup olmadığı bile anlaşılamıyor, yüzü bir karış allıklakaplı," dediğinde, evlenme çağma geldiği iyice belirgin bir biçimdeortaya çıkmıştı. Henüz bir genç kız olduğu halde, kendiçevresinin ve sınıfının kadınlarına özgü tavırlar takınmayabaşlamıştı; birisi yüzünü gözünü oynattığında, "Bakamıyorum,benim de içimden aynısını yapmak geçiyor," taklit yaparakeğlenildiğinde, "İşin komik tarafı, onu taklit ettiğinizde gerçektenona benziyorsunuz," diyordu. Bütün bunlar, toplumsaldağarcığından çıkardığı şeylerdi. Ne var ki Albertine'in çevresi,kendisine "kalburüstü" kelimesini, babamın tanımadığı,zekâsının methini işittiği bir meslektaşı hakkında, "Kalburüstübir şahsiyet olduğunu söylüyorlar," derken kullandığı anlamdasağlayabilecek bir çevre değilmiş gibi geliyordu bana. "Seçme"tabirini, golf sahası için kullanılmış olsa bile, Simonet ailesiyle hiçbağdaştıramıyordum; önüne "doğal" sıfatı eklenmiş haliyle,Darwin'in araştırmalarından asırlarca öncesine ait bir metinlebağdaşmayacağı gibi. "Fi tarihinde" ise, daha da hayra alamettibana sorulursa. Nihayet, bilmediğim, ama benim gözümdebütün umutlara izin verecek nitelikteki büyük değişimlerinkanıtını, Albertine'in, fikirleri önem taşıyan bir insanınhoşnutluğuyla söylediği şu sözlerde buldum:

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

405

"Kanımca, olabilecek en iyi şey buydu... Sanırım en iyi çözüm,en şık çözüm bu."

Bu o kadar yeniydi, eskiden tanımadığı arazilerde öyledolambaçlar çizildiğini hissettiren bir birikimdi ki, "kanımca"sözünü işitir işitmez, Albertine'i kendime çektim ve "sanırım" dayatağa oturttum.

Şüphesiz, çok okumuş bir erkekle evlenen kültürsüz kadınlarınçeyizlerinde, bu tür terimler de olabilir. Zifaf gecesini izleyenbaşkalaşımdan kısa bir süre sonra da, ziyaretlere gittiklerinde, eskiarkadaşlarına karşı daha ölçülü davrandıklarında, bir insanınentelektüel olduğunu belirtirken, entelektüel kelimesini tekyerine iki l ile telaffuz ederlerse, artık kadın olduklarını şaşkınlıklafarkederiz, ama bu gerçekten bir değişimin işaretidir; tanıdığımAlbertine'in kelime hâzinesiyle yeni deyişleri arasında, dünyalarkadar fark varmış gibi geliyordu bana –eski dağarcığında enbüyük cesaret göstergeleri, tuhaf bir insanla ilgili olarak, "Tam birtip," Albertine'e kumar oynaması teklif edilse, "Kaybedecek paramyok," arkadaşlarından biri haksız olduğunu düşündüğü birsitemde bulunduğunda da, "Ya! Harikasın[28] doğrusu!"demesiydi; bu son örnekteki cümle, neredeyse Meryem'in ilahisiMagnificat'ın kendisi kadar eski bir burjuva geleneğiylebenimsenen ve biraz kızgın, haklarından emin bir genç kızın,"doğal olarak", yani dua etmeyi, selam vermeyi öğrendiği gibiannesinden öğrendiği için kullandığı bir ifadedir. Bütün bunlarıAlbertine'e öğreten Mme Bontemps, ona aynı zamanda,Yahudiler'den nefret etmeyi, giyimde, insanı daima derli toplu,seçkin gösteren siyaha itibar etmeyi de öğretmişti; daha doğrusu,açıkça öğretmemişti de, yeni doğmuş saka kuşlarının ötüşünün,anne babalarının cıvıltılarını örnek alarak biçimlenmesi, böylecekendilerinin de gerçek birer saka kuşu olmaları gibi, Albertine'eörnek olarak onu biçimlendirmişti. Her şeye rağmen, "seçme",

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

406

bana dışarıdan edinilmiş gibi, "sanırım" da yüreklendirici geldi.Albertine artık farklıydı, dolayısıyla da belki farklı davranır, farklıtepki verirdi.

Kendisine artık âşık olmadığım gibi, Balbec'tekinin tersine,bana beslediği dostça duyguları incitmekten korkmam dagereksizdi; çünkü böyle bir dostluk yoktu artık. Uzun zamandırbana karşı tamamen ilgisiz olduğu, kuşkuya yer bırakmıyordu.Albertine'in gözünde, bir zamanlar ait olmayı o kadar istediğim,sonra kabul edilmeyi başardığımda da, öylesine mutlulukduyduğum "küçük çete"nin, artık kesinlikle bir parçasıolmadığımı farkediyordum. Ayrıca, Albertine, Balbec'teki gibi biraçık yüreklilik ve iyilik sergilemediği için, pek utanmıyordum da;buna rağmen, sanıyorum karar vermemi sağlayan, son birfilolojik keşif oldu. Albertine'i yatağımın köşesine oturttuktansonra, asıl arzumu gizleyen yüzeysel konuşmalar zincirine yenihalkalar eklemeye devam ederek, küçük çetenin diğerlerindendaha ufak tefek, ama yine de oldukça güzel bulduğum birüyesinden söz ettiğimde, Albertine, "Evet," dedi, "küçük birmusume'ye[29] benzer." Hiç kuşku yok ki, ben Albertine'itanıdığımda "musume" kelimesini bilmiyordu. Muhtemelen,olaylar olağan seyrini takip etse, bu kelimeyi hiçbir zamanöğrenmeyecek, benim açımdan da bir sakıncası olmayacaktıöğrenmemesinin; çünkü bunun kadar tüyler ürpertici birkelimedaha yoktur. İnsan bu kelimeyi işittiğinde, sanki ağzınaaşırı büyük bir dondurma parçası almış gibi bir diş ağrısı hisseder.Ama Albertine o kadar güzeldi ki, onun ağzında, "musume" bilebana çirkin gelemezdi. Buna karşılık, dışsal bir başlangıcın değilsebile, en azından içsel bir evrimin belirtisiymiş gibi geldi bana. Neyazık ki, Albertine akşam yemeğine gecikmeden eve dönecekse,ben de kendi akşam yemeğime yetişmek üzere yataktankalkacaksam, ona güle güle demem gerekiyordu artık. YemeğimiFrançoise hazırlıyordu, yemeğin bekletilmesinden hoşlanmazdı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

407

ve zaten Albertine'in, annemle babam evde yokken bana bu kadaruzun, her şeyi geciktirecek bir ziyaret yapmış olmasını, kendineait kurallar dizisine aykırı buluyor olsa gerekti. Ne var ki,"musume" karşısında bu sebeplerin geçerliliği kalmadı, aceleyleşöyle dedim:

"İnanır mısınız, ben hiç gıdıklanmam; bir saat boyuncagıdıklasanız, hiç hissetmem bile."

"Sahi mi?""Kesinlikle öyle."Bunun, bir arzunun beceriksizce ifade edilişi olduğunu anlamış

olacak ki, istemeye cesaret edemediğimiz, ama sözlerimizden,bizim için yararlı olabileceğini anladığı bir tavsiyede bulunmayıteklif eden biri gibi, kadınca bir alçakgönüllülükle sordu:

"Denememi ister misiniz?""Deneyin isterseniz, ama boylu boyunca yatağa uzanırsanız

daha rahat olur.""Böyle mi?""Hayır, iyice bırakın kendinizi.""Çok ağır değil miyim?"Tam Albertine bu cümleyi bitirirken, kapı açıldı ve elinde bir

lambayla Françoise içeri girdi. Albertine, iskemleye oturacak vaktiancak buldu. Françoise, belki de kapıyı dinlemiş, hattâ anahtardeliğinden bakmış ve bizi utandırmak için bu ânı seçmişti.Aslında, böyle bir varsayıma gerek yoktu; Françoise, içgüdüsüyleyeterince sezdiği şeyden, gözleriyle emin olmaya tenezzületmemiş olabilirdi; çünkü benimle ve annem babamla bir aradayaşaya yaşaya, korku, temkin, dikkat ve kurnazlık, sonunda bizeilişkin içgüdüsel ve neredeyse kâhince bir bilgi kazandırmıştı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

408

Françoise'a; gemicinin denizi, av hayvanının avcıyı, hekiminolmasa bile, çoğu kez hastanın hastalığı tanıması gibi.Françoise'ın hakkımızda bilebildikleri, tıpkı ilkçağ insanlarınınneredeyse hiçbir bilgi edinme imkânına sahip olmadıkları gözönüne alınınca, birtakım konularda ileri derecedeki bilgileri gibi,haklı olarak insanı afallatabilirdi (Françoise'ın bilgi edinmeimkânları da onlarınkinden fazla sayılmazdı; akşam yemeğindekikonuşmalarımızın ancak yirmide birini oluşturan, uşağın havadayakalayıp mutfakta yalan yanlış aktardığı birkaç kelimedenibaretti). Bununla birlikte, Françoise'ın hataları, ilkçağinsanlarınınkiler gibi, Platon'un inandığı fabllar gibi, maddikaynakların yetersizliğinden çok, yanlış bir dünya görüşüne veönyargılara dayanıyordu. İşte böylelikle, halen günümüzde bile,böceklerin yaşantısına ilişkin en büyük keşiflerin, hiçbirlaboratuvara, aygıta sahip olmayan bir bilgin tarafından yapılmışolması mümkündür. Hizmetkârlık konumundan kaynaklanansıkıntılar, Françoise'ın, bilgi birikiminin nihai hedefi olan –vesonuçları bize bildirerek bizi şaşırtmayı amaçlayan– sanat içingerekli bilgiyi edinmesine engel olmamıştı, ama baskı bununla dayetinmeyip, daha fazlasını yapmıştı; engeller, gelişmeyi,durdurmak şöyle dursun, adamakıllı desteklemişlerdi. Françoise,fazladan her tür yardımdan, örneğin konuşma üslubunun vetavrın desteğinden yararlanmayı da ihmal etmezdi şüphesiz.Kendisine bizim söylediğimiz ve inanmasını istediğimiz hiçbirşeye inanmadığı halde, kendi konumundaki herhangi bir kişininanlattığı en saçma sapan, aynı zamanda bizim fikirlerimize aykırıdüşebilecek şeyleri, en ufak bir kuşku duymadankabullendiğinden, bizim iddialarımızı dinleme şekli,inanmadığını ne kadar açık ederse, aşçının birinin, efendilerinitehdit ettiğini ve onlara herkesin önünde "aşağılık" diyerek bintürlü lütuf elde ettiğini bize anlatma şekli de, (zira dolaylı anlatımkendisine, bize en ağır hakaretleri, cezalandırılma korkusu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

409

olmadan yağdırma fırsatı verirdi), aşçının sözlerinin, Françoise'ıngözünde Tanrı kelamı olduğunu ortaya koyardı. Hattâ, "Benefendi olsam, sinirlenirdim," diye de eklerdi Françoise. Dördüncükatta oturan hanımı aslında ne kadar sevmesek de, bu kadar kötübir örneği, inandırıcı olmayan bir fablı dinlemiş gibi omuzsilkerek karşılamamızın bir faydası olmazdı; anlatıcının ses tonu,en tartışılmaz, en sinir bozucu iddianın nobranlığına,keskinliğine bürünmeyi becerirdi.

Her şeyden önemlisi de, nasıl ki yazarlar siyasal özgürlük veyaedebî anarşi rejiminin gerektirmeyeceği bir yoğunlaşma gücüne,çoğu kez bir hükümdarın veya şiir sanatının zorbalığı tarafından,katı vezin veya din devleti kuralları tarafından kıskıvrakbağlandıklarında ulaşırlarsa, aynı şekilde Françoise da, bize açıkçakarşılık veremediğinden, Teiresias gibi konuşur, yazacak olsa,Tacitus gibi yazardı. Doğrudan ifade edemediği her şeyi,kendimizi suçlamadan kaçamayacağımız bir cümleye, hattâ bircümleden de daha azma, bir sessizliğe, bir eşyayı bir yere koyuşşekline yüklemeyi becerirdi.

Örneğin, Françoise'dan düşmanlıkla söz edilen ve mektubunyazıldığı kişinin de, yazanla aynı düşmanlığı beslediğini açıkeden, bu yüzden de Françoise'ın görmemesi gereken birmektubu, yanlışlıkla masamın üzerinde, başka mektuplarınarasında bırakacak olsam, akşam endişeyle eve dönüp doğruodama gittiğimde, son derece düzenli bir yığın halinde üst üstekonmuş mektupların en üstünde, meşum mektup, Françoise'ında gözüne çarpmamış olması imkânsız bir şekilde, her şeydenönce gözüme çarpar, Françoise tarafından en tepeye, neredeyseayrı bir yere, bir lisan kadar anlamlı bir belirginlikle yerleştirilmişolur, daha kapıdayken bir çığlık gibi beni yerimden sıçratırdı.Seyirciyi, Françoise'in yokluğunda haberdar etmeyi amaçlayan budekorları düzenlemeyi o kadar iyi becerirdi ki, daha sonra

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

410

Françoise içeri girdiğinde, onun her şeyi bildiğini seyirci zatenbiliyor olurdu. Cansız bir nesneyi bu şekilde konuşturmada,Irving'in ve Frederick Lemaître'in, hem dâhiyane, hem de sabırlıustalığına sahipti. Elindeki lambayı, Albertine'in ve benimüzerimde tutup, genç kızın bedeninin yatak örtüsünde bıraktığı,hâlâ görülebilen çukurların teki bile karanlık kalmayacak şekildeyatağı aydınlattığı sırada, Françoise, "Adalet Suçu Aydınlatırken"ihatırlatıyordu. Albertine'in çehresi bu aydınlatmadan zararlıçıkmıyordu. Yanaklarında, Balbec'te beni büyülemiş olan güneşliparlaklığı, ışık ortaya çıkarıyordu. Albertine'in açık havada bazensönük, solgun görünen yüzü, lambanın ışığıyla aydınlandıkça,aksine öyle parlak, lekesiz renklere boyanmış, dirençli ve kayganyüzeyler sergiliyordu ki, kimi çiçeklere özgü, belirgin ten renginiandırıyordu. Françoise'in beklenmedik girişine şaşırıp haykırdım:

"Ne, lamba yakma saati geldi mi? Aman Tanrım, bu ışık nekadar göz alıyor!"

Amacım, şüphesiz, ikinci cümleyle şaşkınlığımı gizlemek,birincisiyle de gecikmiş olmama bir mazeret bulmaktı. Françoise,acımasızca, birden fazla anlama çekilebilecek bir cevap verdi:

"Söndürüyüm mü?"

"Düreyim mi?"[30] dedi Albertine kulağıma; beni hem efendihem suçortağı kabul ederek, teklifsiz bir kıvraklıkla, bir dilbilgisisorusu kisvesi altında, bu psikolojik önermeyi ima etmesi, benibüyüledi.

Françoise odadan çıkıp Albertine tekrar yatağıma oturduktansonra, "Neden korkuyorum biliyor musunuz?" dedim. "Böyledevam edersek, sizi öpmekten kendimi alamayacağım."

"Güzel bir felaket olurdu."Bu davete hemen uymadım. Bir başkası olsa, daveti gereksiz bile

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

411

bulabilirdi; çünkü Albertine'in telaffuzu o kadar tensel, o kadartatlıydı ki, konuşurken bile insanı öper gibiydi. Onun bir kelimesibir lütuftu; sohbeti, insanı öpücüklere boğuyordu. Oysa bu davetbenim için çok hoştu. Aynı yaşta bir başka güzel kızdan gelse,yine hoşuma giderdi, ama Albertine'i elde etmenin şimdi bu kadarkolay olması, bende zevkten fazlasını uyandırıyordu; güzelliğindamgasını taşıyan suretlerle bir yüzleşmeydi. İlk önce Albertine'isahilde, neredeyse deniz fonu üzerine çizilmiş gibi hatırlıyordum;varlığı, sahneye çıkması beklenen oyuncuyla mı, o anda yerinialan dublörle mi, yoksa sadece bir yansımayla mı karşı karşıyaolduğumuzu bilemediğimiz tiyatro görüntülerinden daha gerçekdeğildi benim için. Sonra, gerçek kadın, ışık demetinden sıyrılıpbana gelmiş, ama o zaman da, sihirli tabloda varsayılan sevdakolaylığını gerçek dünyada katiyen göstermediğini anlamıştım.Ona dokunmanın, onu öpmenin mümkün olmadığını, onunlasadece konuşulabileceğini öğrenmiştim; eski zaman sofralarınıno yenmesi imkânsız süsleri, o yeşimtaşından üzümler ne kadarüzümse, Albertine de benim için o kadar kadındı. Ve işte şimdi de,üçüncü bir düzlemde çıkıyordu karşıma: kendisini ikincitanıyışımda olduğu kadar gerçek, ama birincisindeki kadar kolay;bu kolaylık, onca zamandır öyle olmadığını zannettiğimden, dahada harikuladeydi. Hayat (başlangıçta sandığım kadar düz ve basitolmayan hayat) hakkımdaki bilgi fazlalığım, şimdilikbilinemezciliğe varıyordu. İnsanın başta muhtemel sandığı şey,ardından yanlış çıktığına, üçüncü aşamada da doğrulandığınagöre, insan neyi iddia edebilirdi ki? (Ne yazık ki, Albertine'le ilgilikeşiflerimin sonuna gelmemiştim henüz.) Ne olursa olsun,hayatın birbiri ardına sergilediği düzlemlerin çeşitliliğiniöğrenmenin, romanları andıran çekiciliği (bunun tam tersi birçekiciliği, Saint-Loup, Rivebelle'deki akşam yemeklerinde,hayatın sakin bir çehreye yerleştirdiği maskelerin altında, birzamanlar dudaklarını değdirdiği yüz hatlarını bulduğunda

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

412

tadardı) olmasaydı bile, Albertine'in yanaklarını öpmeninmümkün olduğunu bilmek, benim için, belki de onları öpmektendaha büyük bir zevkti. Bedenimizin, sadece bir et parçası olduğuiçin yapıştığı bir kadına sahip olmakla, bazı günler, arkadaşlarıylabirlikte sahilde gördüğümüz, niye o günlerde görüp de başkagünler görmediğimizi bilmediğimizden, bir daha göremeyizkorkusuyla ürperdiğimiz genç kıza sahip olmak arasında nebüyük fark vardır! Hayat sizi kırmayıp küçük kızın romanınıhiçbir şeyi atlamadan ifşa etmiş, onu görmeniz için önce bir optikaygıt, sonra bir başkasını vermiş, tensel arzuya, bu arzuyu yüzkat artıran, çeşitlendiren, manevi, doyurulması daha zor isteklereklemiştir; tensel arzu, sadece bir et parçasını ele geçirmeninpeşinde olduğunda, uyuşukluklarından çıkmayıp onu yalnızbırakan bu manevi istekler, acıklı bir şekilde dışlandıklarınıhissettikleri bütün bir anılar bölgesini ele geçirmek söz konusuolduğunda, tensel arzunun yanında, fırtınada kabaran bir denizgibi yükselip onu büyütürler, ancak maddesiz bir gerçekliğintamamlanmasına, istenen biçimde mümkün olmayanözümlenmesine kadar onu izleyemeyip yarı yolda beklerler vedönüşünde tekrar ona eşlik ederler; karşıma ilk çıkan kadının, nekadar körpe olurlarsa olsunlar, isimsiz, gizemsiz ve büyüsüzyanaklarını öpmek yerine, onca zamandır hayalini kurduğumyanakları öpmek, sık sık seyredilen bir rengin tadıyla, lezzetiyletanışmak gibi olacaktı. Albertine'in deniz üzerindeki profili gibi,hayatın dekoru içinde basit bir resim olan bir kadıngörmüşüzdür; daha sonra bu resmi dekordan koparıpyanıbaşımıza koyabilir, bir stereoskopun camlarının arkasındangeçirir gibi, yavaş yavaş hacmini, renklerini görebiliriz. İşte buyüzden de, ilginç olan kadınlar, biraz zor olan, hemen sahipolamadığımız, hattâ sahip olabileceğimizi baştan bilemediğimizkadınlardır sadece. Çünkü onları tanımak, onlara yaklaşmak,onları fethetmek, insan suretinin şeklini, boyutunu,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

413

belirginliğini çeşitlendirmektir; hayat dekorunda bir siluetinceliğine yeniden büründüğü zaman, tekrar görülmesi güzelolan bir kadının vücudunun, hayatının değerlendirilmesinde, birgörecelik dersidir. Önce randevuevinde tanışılmış kadınlar ilginçdeğildir, çünkü onlar değişmezler.

Öte yandan Albertine, benim özellikle sevdiğim bir dizidenizmanzarasının izlenimleriyle çevrelenmişti. Bana öylegeliyordu ki, Albertine'in iki yanağını öpmekle, bütün Balbecsahilini öpmüş olurdum.

"Gerçekten sizi öpmeme izin veriyorsanız, daha sonraya bırakıpzamanımı iyi seçmeyi tercih ederim. Yalnız o zaman izinverdiğinizi unutmayacaksınız. Sizden bir 'öpücük bonosu'istiyorum."

"İmzalamam gerekir mi?""Peki şimdi bir bono alsam, daha sonra bir tane daha alabilecek

miyim?""Bu bonolarınız çok komik, arasıra bir bono veririm size.""Peki, bir şey daha soracağım, Balbec'te, henüz sizinle

tanışmadığımız günlerde, gözlerinizde çoğunlukla sert, kurnazbir bakış olurdu, o sırada ne düşündüğünüzü söyler misinizbana."

"Ya! Hiç hatırlamıyorum.""Size yardımcı olayım, bir gün arkadaşınız Gisele, yaşlı bir

beyefendinin oturduğu iskemlenin üstünden atlamıştı. O andane düşündüğünüzü hatırlamaya çalışın."

"Gisele en az görüştüğümüz arkadaşımızdı; bizim çetedensayılırdı, ama tam olarak değil. Terbiyesiz ve bayağı olduğunudüşünmüşümdür herhalde."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

414

"Ya! Hepsi bu mu?"Albertine'i öpmeden önce, sahilde, kendisini henüz

tanımazken gözümde sahip olduğu gizemle onu tekrardoldurabilmeyi, daha önceleri yaşadığı ülkeyi onda bulabilmeyiisterdim; en azından, bu ülkeyi tanımasam da, onun yerine,Balbec'teki hayatımıza ait bütün hatıraları, penceremin altındakıyıya çarpan dalgaların sesini, çocukların bağrışlarınıkoyabilirdim. Ama bakışlarımı yanaklarının o güzel pembeyuvarlağında, tatlı eğimli yüzeyleri, hareketli sıralar halindeuzanan, sarp yamaçlarıyla yükselip kıvrıla kıvrıla vadiler halindealçalan güzel siyah saçlarının ilk kıvrımlarında sona erenyanaklarında gezdirdiğimde, kendi kendime şöyle demişolmalıyım: "Balbec'te başaramadığım şeyi nihayetgerçekleştireceğim, Albertine'in yanaklarının, bu bilinmeyengülün tadını öğreneceğim. Hayatımız boyunca nesnelere veinsanlara katettirebileceğimiz alanların sayısı pek fazlaolmadığına göre de, diğer hepsinin arasından seçtiğim bu körpeçehreyi, ta uzaklardaki çerçevesinden çıkarıp bu yeni düzlemetaşıdığımda, onu nihayet dudaklar aracılığıyla tanıdığımda, kendihayatımı bir anlamda tamamlanmış sayabilirim belki." Böyledüşünmemin sebebi, dudaklar aracılığıyla tanımak diye bir şeyolduğunu zannetmemdi; bu kösnül gülün tadını öğreneceğimidüşünüyordum, çünkü denizkestanesi ve hattâ balina kadarbasit bir yaratık olmadığı kuşku götürmeyen insanın, bunarağmen birtakım temel organlardan, özellikle de öpmeye yarayanbir organdan yoksun olduğunu düşünmemiştim. İnsan, buolmayan organın yerini dudaklarla doldurur ve böylece, sevdiğiniboynuzdan, sivri bir dişle okşamak zorunda kalmaktan, birazdaha doyurucu bir sonuç alabilir belki. Ne var ki, cazip bulduklarışeyin tadını, damağa götürmek için yaratılmış olan dudaklar,nerede hata yaptıklarını anlamadan, uğradıkları hayal kırıklığınıitiraf etmeden, nüfuz edilmesi imkânsız, arzulanan yanağın

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

415

yüzeyinde gezinmek ve duvarına çarpmakla yetinmekzorundadırlar. Zaten o anda, tenle temas ettiklerinde, dudaklar,daha usta ve yetenekli olsalar bile, doğanın kendilerine menettiğilezzeti yine tadamazlardı; çünkü besinlerini bulamadıkları buıssız bölgede, yalnızdırlar, önce bakışlar, sonra da koku almaduyusu, çoktan onları terk etmiştir. Bakışlarımın öpmesini teklifettiği yanaklara ağzım yaklaştıkça, yer değiştiren bakışlarım, yeniyanaklar görür oldu; yakından, adeta büyüteç ardındangöründüğünde, boyundaki iri pürtükler, çehrenin kişiliğinideğiştiren bir gürbüzlük sergiliyordu.

Yakından baktığımızda, bize neredeyse kuleler kadar yüksekgörünen evlerin hepsini bir katedralin dibine yığan, aynı anıtlara,bir askerî birlik gibi kâh sıralar halinde, kâh dağıtarak, kâhsıklaşmış saflar halinde manevra yaptıran, Piazzetta'nın birazönce birbirinden uzak olan iki sütununu birbirine yaklaştıran,yakındaki Santa Maria della Salute Kilisesi'ni uzaklaştıran, önplanda yer alan, belirgin tondaki bir köprü kemerinin altına, birpencerenin aralığına, bir ağacın yapraklarının arasına, solgun vegiderek açılan bir fon üzerinde, uçsuz bucaksız bir ufku sığdıran,aynı kiliseyi, sırayla diğer bütün kiliselerin arkadlarıylaçerçeveleyen, fotoğrafçılıktaki yeni uygulamalardan başka hiçbirşey yoktur ki, tıpkı bir öpücük gibi, belirli bir görünümüolduğunu sandığımız nesneden, her biri farklı, ama her biri aynıderecede geçerli bir bakış açısına ait olduğu için, yine aynı olanyüz ayrı nesne çıkarsın. Kısacası, nasıl ki Balbec'te Albertine banabirçok kez farklı göründüyse, şimdi de –adeta bir insanın, çeşitlikarşılaşmalarımızda bize sunduğu bakış açısı ve renkfarklılıklarının hızım çok fazla artırarak, hepsini birkaç saniyeyesığdırmak ve böylece, bir insanın kişiliğini çeşitlendiren süreci,deneysel olarak yeniden yaratıp içerdiği olasılıkların hepsini, birkılıftan çıkarırcasına birbirinden çıkarmak istemişim gibi–dudaklarımdan yanağına giden kısa yolculukta, on ayrı Albertine

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

416

görüyordum; bu bir tek genç kız, birçok başı olan bir tanrıçagibiydi, ona yaklaşmaya kalktığımda, son gördüğüm baş, yerinibir başkasına bırakıyordu. Bu başa dokunmadığım sürece, hiçdeğilse onu görüyordum, hafif bir koku, ondan bana ulaşıyordu.Ama ne yazık ki –öpmek için dudaklarımızın yapısı ne kadaryanlışsa, burun deliklerimizin ve gözlerimizin konumu da, okadar yanlıştır– ansızın gözlerim artık görmez, ardından, ezilenburnum hiçbir koku almaz oldu ve arzulanan gülün tadını hâlâöğrenemediğim halde, bu berbat işaretlerden, nihayetAlbertine'in yanağını öpmekte olduğumu anladım.

Balbec'teki sahnenin (katı bir cismin döndürülmesiylesimgelenen) tersini oynadığımız, ben uzanmış, o ise ayakta,hoyratça bir saldırıdan kurtulabilecek ve hazzı kendi keyfinceyönlendirebilecek durumda olduğu için mi, bir zamanlar o kadarsert bir ifadeyle reddettiği şeye, şimdi bu kadar kolaylıkla sahipolmama izin veriyordu? (Şüphesiz, o bir zamanlarki ifadesiyle,şimdi dudaklarım yaklaştığında yüzünün büründüğü şehvetliifade arasındaki fark, çizgilerdeki ufacık bir sapmadankaynaklanıyordu, ama bu sapmaya, yaralı birini öldüren biradamın hareketiyle, kurtaran bir adamın hareketi arasındaki,harikulade bir portreyle berbat bir portre arasındaki büyük farkısığdırmak mümkündü.) Albertine'in tutumundaki budeğişikliği, bu geçtiğimiz aylarda, Paris'te veya Balbec'te,istemeden benim yararıma çalışmış olan bir velinimete borçluolup olmadığımı bilmiyor, ama bu değişikliğin temel nedeninin,pozisyonlarımız olduğunu düşünüyordum. Oysa Albertine,başka bir neden ileri sürdü; açıklaması tam olarak şöyleydi: "Osırada, Balbec'te, sizi tanımıyordum henüz, kötü niyetlerinizolabileceğini düşünmem doğaldı." Bu sebep karşısında şaşırıpkaldım.' Albertine, şüphesiz içtenlikle konuşmuştu. Kadınlar, birarkadaşlarıyla baş başayken, bir yabancının kendilerinidüşürmeyi tasarladığı bilinmez hatayı, kollarının, bacaklarının

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

417

hareketlerinde, bedenlerinin duyumlarında tanımakta, büyükgüçlük çekerler.

Her durumda, hayatında, bir süre önce Balbec'te aşkımdandehşetle esirgediği şeyi, anlık ve tamamen fiziksel arzumakolaylıkla sunmuş olmasını açıklayabilecek ne gibi değişikliklermeydana gelmiş olursa olsun, o akşam Albertine'de çok dahaşaşırtıcı bir değişiklik oldu; onun okşamaları, mutlaka farketmişolacağı şekilde beni doyuma ulaştırdığında, Gilberte'in, benzer biranda, Champs-Elysees'de, defne ağaçlarının arkasında yapmışolduğu gibi, Albertine'in de tiksintiyle, edep duygusu incinerekgeri çekilmesinden korkmuştum.

Beklediğimin tam tersi oldu. Daha onu yatağıma yatırdığım veokşamaya başladığım anda, Albertine, daha önce kendisinde hiçgörmediğim iyi niyetli bir uysallığa, neredeyse çocukça birsadeliğe bürünmüştü. Bu bakımdan ölümü izleyen âna benzeyenhaz öncesi ânı, onun bütün olağan kaygılarını, iddialarını alıpgötürmüş ve gençleşmiş yüz hatlarına, adeta çocukluğunmasumiyetini vermişti. Ayrıca, şüphesiz her insan, yeteneğiansızın sınandığında, alçakgönüllü, çalışkan ve sevimli olur; helebu yeteneğiyle bize büyük bir haz verebiliyorsa, kendisi de mutluolur, bize bu hazzı tam olarak tattırmak ister. Ancak, Albertine'inbu yeni yüz ifadesinde, yarar gözetmemeden, bir profesyonelinbilincinden ve cömertliğinden daha fazla bir şeyler, görgükurallarına uygun ve beklenmedik bir tür sadakat vardı; kendiçocukluğundan da geriye, soyunun gençliğine gitmişti. Fizikselbir rahatlamadan fazla bir şey istememiş ve nihayet elde etmişolan benim tersime, Albertine, bu maddi hazzın bir ahlâkduygusundan bağımsız olduğunu ve bir şeyi noktalayacağınızannetmenin bayağılık olacağını düşünüyor gibiydi. Biraz önce okadar acelesi olduğu halde, şimdi, herhalde öpücüklerin aşkanlamına geldiğini, aşkın da her türlü görevden üstün olduğunu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

418

düşündüğünden, akşam yemeğini kendisine hatırlattığımdaşöyle cevap veriyordu:

"Önemli değil canım, daha çok vaktim var."Biraz önce yaptıklarından hemen sonra kalkmaya, görgü

kuralları gereği çekiniyor gibiydi; tıpkı Françoise'in, Jupien'inikram ettiği bir kadeh şarabı, içmek istemediği halde, kibarca birneşeyle kabul etmesi gerektiğim düşündüğünde, ne kadarönemli bir görev kendisini bekliyor olsa da, son yudumu içeriçmez kalkmaya cesaret edememesi gibi. Albertine –bu belki,ileride göreceğimiz bir başka nedenle birlikte, haberim olmadanonu arzulamama yol açan şeylerden biriydi– Saint-Andre-des-Champs'da taştan , bir modeli bulunan Fransız köylü kızının canlıbir örneğiydi. Albertine'de, yakında can düşmanı haline gelecekolan Françoise'in, ev sahibine ve yabancılara karşı nezaketini,edepliliğini, yatağa saygısını buluyordum.

Büyükhalamın ölümünden sonra, mutlaka acıklı bir sestonuyla konuşması gerektiğini düşünen Françoise, kızı,evlenmesinden önceki birkaç ay boyunca, nişanlısıyla gezerkenkoluna girmese, bunu büyük kabalık olarak değerlendirirdi.

Yanımda kıpırtısız yatan Albertine, şöyle diyordu:"Saçlarınız çok güzel, gözleriniz çok güzel, çok kibarsınız."

Saatin geç olduğunu söyledikten sonra, "Bana inanmıyormusunuz?" diye eklediğimde, verdiği cevap belki doğruydu, amasadece iki dakikadan beri ve birkaç saatliğine:

"Size her zaman inanıyorum."Bana, benden, ailemden, çevremden söz etti. "Annenizle

babanızın, çok saygıdeğer insanlarla tanıştığını biliyorum. Siz deRobert Forestier ve Suzanne Delage'la arkadaşsınız." İlk anda, buisimler bana kesinlikle hiçbir şey ifade etmedi. Ama birdenbire,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

419

gerçekten de Robert Forestieı'yle Champs-Elysees'de oyunoynadığımı hatırladım; daha sonra kendisini hiç görmemiştim.Suzanne Delage'a gelince, Mme Blandais'nin yeğeninin kızıydı;annesiyle babasının evinde, bir keresinde dans dersine gidecek,hattâ bir de salon komedisinde küçük bir rol alacaktım. Amagülmek tutar, burnum kanar korkusuyla gitmemiş, dolayısıylakendisini hiç görmemiştim. O sıralarda anladığım kadarıyla,Swann'ların sorguçlu mürebbiyesi, Delage'ların hizmetinde debulunmuştu, ama belki de kendisi değil, kız kardeşi veya birarkadaşı söz konusuydu. Albertine'e, Robert Forestieı'yle SuzanneDelage'ın, hayatımda pek yer tutmadıklarını söyleyerek itirazettim. "Olabilir, anneleriniz arkadaş, bu da sizin hakkınızda birfikir veriyor. Suzanne Delage'la, Messine Caddesi'nde sık sıkkarşılaşıyorum, şık bir kız." Annelerimiz, sadece MmeBontemps'ın hayalinde tanışıyordu; Mme Bontemps, benimRobert Forestieı'yle bir zamanlar oyun oynadığımı ve dediğinebakılırsa, benim kendisine şiirler okuduğumu duymuş, buradanda, aile ahbabı olduğumuz sonucunu çıkarmıştı. Mme Bontemps,annemin ne zaman adı geçse, mutlaka, "Aa, evet, Delage'ların,Forestier'lerin çevresindendir," der, annemle babama, haketmedikleri bir olumlu puan verirmiş.

Zaten Albertine'in sosyal kavramları son derece saçmaydı.Soyadları iki n ile yazılan Simonnet'leri sadece bir tek n ile yazılanSimonet'lerden değil, diğer bütün insanlardan aşağıdagörüyordu. Birisinin ailenizden olmadığı halde, sizinle aynısoyadını taşıması, onu küçümsemeniz için çok iyi bir gerekçedir.İstisnalar da vardır tabii. İki Simonnet, (insanın, herhangi birkonu hakkında konuşma ihtiyacı hissettiği ve zaten iyimserduygularla dolu olduğu bir toplantıda, mesela mezarlığa giden bircenaze alayında tanışmışlarsa), soyadlarının aynı olduğunuöğrenince, karşılıklı bir teveccühle ve sonuç alamadan, aralarındabir akrabalık bağı bulmaya çalışabilirler. Ama bu bir istisnadır

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

420

sadece. İnsanların birçoğu, pek şerefli değildir, ama bunu yabilmeyiz ya da aldırmayız. Ancak, ses benzerliği yüzünden,onların mektupları bize gelir veya bizim mektuplarımız onlaragiderse, bu kişilerin değeri hakkında, çoğu kez haklı bir kuşkubeslemekle başlarız işe. Karıştırılmaktan korkar, bize onlardanbahsedildiğinde, hoşlanmadığımızı belirten bir dudak büküşüyleuyarırız karşımızdakini. Kendi adımızın gazetede onları belirtmekiçin kullanıldığını gördüğümüzde, adımızı gasp etmişler gibi gelirbize. Toplumun diğer üyelerinin günahlarına ilgisiz kalırız.Adaşlarımızın günahlarıysa, olduklarından da ağırdır bizimgözümüzde. Diğer Simonnet'lere beslediğimiz nefret, bireyselolmayıp, atalarımızdan miras kaldığı için, daha da şiddetlidir. İkikuşak sonra, dedelerimizin diğer Simonnet'lerle ilgili olarak,küçümseyici dudak büküşünü hatırlarız sadece; nedeninibilmeyiz; her şeyin bir cinayetle başladığını öğrensek, şaşırmayız.Bu durum, hiçbir akrabalıkları olmayan iki Simonnet'nin (sık sıkrastlandığı gibi) evlenmelerine kadar, böyle devam eder.

Albertine, bana Robert Forestier'yle Suzanne Delage'dan sözetmekle kalmayıp, bedenlerin yaklaşmasının, en azındanbaşlangıç aşamasında, aynı kişiye karşı özel bir riyakârlığa vegizliliğe yol açmadan önce yarattığı, sırlarını âçmayı görev bilmeduygusuyla, kendi ailesi ve Andree'nin bir amcasıyla ilgili bir olayıda, kendiliğinden anlattı; Balbec'te bu konuda tek kelimesöylemeyi reddetmişti, ama şimdi, benden hâlâ bazı şeylerigizliyormuş gibi görünmemesi gerektiği kanısındaydı. Şimdi enyakın arkadaşı, ona benim aleyhimde bir şey anlatsa, gelip banaaktarmayı görev bilirdi. Evine dönmesi için ısrar ettim; sonundagitti, ama kabalığımdan, benim adıma o kadar utanmıştı ki, evineüstümüzde sadece bir ceketle gittiğimiz bir hanımın, bizi bukıyafetle kabul etmekle birlikte, tasvip etmemesi gibi, neredeysebeni mazur göstermek için gülüyordu.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

421

"Niye gülüyorsunuz?" diye sordum."Gülmüyorum, size gülümsüyorum," diye cevap verdi

sevecenlikle. "Sizi bir daha ne zaman göreceğim?" diye ekledi,biraz önce yaptığımız şeyin, genelde yakın bir arkadaşlığınödüllendirilmesi olduğuna göre, hiç değilse, daha önceden varolan, değerli bir arkadaşlığın, birbirimize açmamız, itiraf etmemizgereken ve giriştiğimiz şeyin tek açıklaması olabilecek birdostluğun başlangıcı olmamasını kabul edemezmiş gibi.

"Madem izin veriyorsunuz, ilk fırsatta size haber gönderirim."Her şeyi, Mme de Stermaria'yı görme ihtimaline bağlı kılmak

istediğimi söylemeye cesaret edemedim."Ne yazık ki son dakikada haber vermem gerekecek, önceden

bilemiyorum," dedim. "Serbest olduğumda, gece haber versemolur mu?"

"Yakında pekala olabilecek; çünkü teyzeminkinden ayrı birgirişim olacak. Ama şu anda imkânsız. Ben yine de yarın veyaöbür gün öğleden sonra gelirim. Müsaitseniz kabul edersiniz."

Kapıya geldiğimizde, benim kendisinden önce davranmadığımaşaşırarak yanağını uzattı; artık öpüşmemiz için bayağı bir fizikselarzuya hiç gerek olmadığını düşünüyordu. Biraz önceki kısailişkimiz, bazen mutlak bir yalanlığın ve yüreğin seçiminin yolaçtığı türden bir ilişki olduğundan, Albertine, yatağımın üzerindebirbirimize verdiğimiz öpücüklere, anlık bir kararla, bir duygu, birortaçağ halk ozanının yorumunda, bir şövalyeyle sevgilisinin,öpücüklerle simgelenen duygusunu, geçici olarak eklemesigerektiğini sanmıştı.

Saint-Andre-des-Champs heykeltraşının giriş sundurmasınayontmuş olabileceği Picardie'li genç kız benden ayrıldıktan sonra,Françoise, beni sevince boğan bir mektup getirdi; çünkü mektup

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

422

Mme de Stermaria'dandı, çarşamba günü, birlikte akşam yemeğiyemeyi kabul ediyordu. Mektup Mme de Stermaria'dandı, yanibenim için, gerçek olanından çok, Albertine'in gelişinden öncebütün gün düşünmüş olduğum Mme de Stermaria'dandı. Aşkınkorkunç aldatmacası, başlangıçta bize dış dünyadan bir kadınladeğil, beynimizin içindeki bir taşbebekle oyun oynatmasıdır;zaten bu taşbebek, daima elimizin altında bulunan, sahipolabileceğimiz tek kadındır; neredeyse hayalgücünün keyfiliğikadar mutlak olan hatırının keyfiliği, hayalimdeki Balbec'le gerçekBalbec ne kadar farklıysa, gerçek kadından o kadar farklıyaratmıştır onu; yavaş yavaş gerçek kadını, bu sahte yaratıyabenzemesi için zorlar, kendi ıstırabımızı artırırız.

Albertine beni o kadar geciktirmişti ki, Mme de Villeparisis'ninevine gittiğimde, komedi oynanıp bitmişti bile; büyük haberi,Guermantes Dükü ve Düşesi' nin, kesinleştiği söylenen ayrılığınıkonuşarak hareket etmekte olan davetli kalabalığının çevresindendolaşmak istemediğimden, ev sahibesini selamlamak üzere,ikinci salonda bulduğum boş, bir berjere oturmuş bekliyordumki, herhalde en ön sıradaki koltuklarda yer almış olduğu birincisalondan, bütün ihtişamıyla, uzun boyuyla, iri, siyah kabartmagelinciklerle süslü sarı satenden uzun bir elbise içinde, düşesçıktı. Görüntüsü artık beni hiç heyecanlandırmıyordu. Annem,bir gün, (beni üzmekten korktuğu zamanlar hep yaptığı gibi)ellerini alnıma bastırıp, "Mme de Guermantes'ı görmek içinyaptığın gezintilere bir son ver; bütün apartmanın alay konusuoldun. Ayrıca, bak büyükannen ne kadar hasta; sana zerre kadaraldırmayan bir kadının yoluna dikilmekten daha ciddi konularınvar," demiş ve bir anda, bulunduğunuzu hayal ettiğiniz uzakdiyardan sizi geri getirip gözlerinizi açan bir ipnotizmacı veya sizigörev ve gerçeklik duygusuna davet ederek, hoşlandığınız hayalîhastalığı iyileştiren hekim gibi, beni fazla uzun sürmüş birrüyadan uyandırmıştı. O günü, vazgeçtiğim bu hastalığa son kez

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

423

veda etmeye hasretmiş, saatler boyunca, ağlayarak Schubert'inElveda'sını söylemiştim:

...Elveda Meleklerin ilahi kız kardeşi,Uzağa çağırıyor seni gurbetin seslenişi.

Sonra bitmişti. Sabah gezintilerime öyle kolay son vermiştim ki,ileride yanlış çıktığım göreceğimiz bir teşhiste bulunmuş vehayatım boyunca, bir kadım artık görmemeye kolaylıklaalışacağıma hükmetmiştim. Daha sonra, Françoise, Jupien'in işibüyütmek istediğini ve mahallede bir dükkân aradığınısöylediğinde, ona bir dükkân bulma isteğiyle (ve dahayataktayken, bir plajı andıran ışıltılı haykırışını işittiğim sokaktaaylak aylak dolaşıp, sütçü dükkânlarının açılmış demirkepenklerinin ardında, beyaz kollu, genç sütçü kızları görmeninmutluluğuyla), gezintilerime tekrar başlayabilmiştim.Gezintilerime başlarken çok da rahattım; çünkü artık Mme deGuermantes'ı görmek amacıyla sokağa çıkmadığımınbilincindeydim; tıpkı bir âşığı varken aşırı temkinli davranan birkadının, âşığından ayrıldığı günden itibaren mektuplarınıortalıkta bırakması, işlemeye son verdiği an, korkmaktan davazgeçtiği bir kabahatin sırrını, kocasının öğrenmesi tehlikesinigöze alması gibi.

Beni üzen şey, hemen hemen bütün evlerde, mutsuzinsanların yaşadığını görmekti. Birinde bir kadın, kocası kendisinialdattığı için sürekli ağlıyordu. Bir diğerinde, durum tamtersineydi. Bir başka evde, ayyaş oğlundan öldüresiye dayak yiyençalışkan bir anne, ıstırabını komşulardan gizlemeye çalışıyordu.İnsanlığın yarısı ağlıyordu. Bu ağlayan yarıyı tanıdığımda, o kadarsinir bozucu buldum ki, acaba (sadece meşru mutluluk

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

424

kendilerinden esirgendiği için aldatan ve kanlarından ya dakocalarından başkalarına karşı sevimli ve vefalı olan) aldatan eşlermi haklı diye düşündüm. Bir süre sonra, sabah gezintilerimedevam etmek için, Jupien'e yardımcı olmak gibi bir nedene deihtiyacım kalmadı. Atölyesi Jupien'in dükkânından incecik birbölmeyle ayrılan, avlumuzdaki marangozun, çok gürültü ettiğiiçin, yönetici tarafından işyerinden atılacağını öğrendik. Jupienbundan iyisini bulamazdı; atölyenin, doğramaları koymak için,bodrum katında, bizim mahzenlere açılan bir odası da vardı.Jupien oraya kömürünü yığacak, bölmeyi yıkıp koskocaman, tekbir dükkân sahibi olacaktı. Jupien, M. de Guermantes'in istediğikirayı çok yüksek bulduğundan, dük belki yeni bir kiracıbulamayıp kirayı indirir umuduyla, dükkâna bakılmasına izinveriyordu; kapıcının, ziyaret saatinden sonra da, "Kiralık" ilanınıdükkânın kapısında bıraktığını farkeden Françoise, bunda birtuzak kokusu aldı: Kapıcı, Guermantesların genç uşağınınnişanlısını oraya çekmeyi (orada bir aşk yuvası bulacaklardı),sonra da onları basmayı umuyordu.

Ne olursa olsun, ben, artık Jupien'e dükkân bulmama gerekkalmadığı halde, öğle yemeğinden önce gezintiye çıkmayısürdürdüm. Bu gezintilerim sırasında, sık sık M. de Norpois'ylakarşılaşıyordum. Bazen, bir meslektaşıyla sohbet ederken benigörüp, tepeden tırnağa inceledikten sonra, hiç tanımıyormuşgibi, gülümsemeden, selam vermeden, bakışlarını muhatabınaçevirdiği oluyordu. Böyle önemli diplomatların bir tür bakışıvardır ki, amacı, sizi gördüklerini değil, görmediklerini vemeslektaşlarıyla ciddi bir meseleyi konuştuklarını bildirmektir.Evin yakınında sık sık karşılaştığım, uzun boylu bir kadın, banakarşı daha teklifsizdi. Kendisini tanımadığım halde, bana doğrudönüyor, dükkân vitrinlerinin önünde –boş yere– beni bekliyor,beni öpecekmiş gibi gülümsüyor, kendinden geçmiş gibiyapıyordu. Tanıdığı birine rastlayacak olursa, bana karşı buz gibi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

425

bir tavır takmıyordu. Uzun süredir bu sabah gezintilerinde,önemsiz bir gazete bile alacak olsam, yapacağım iş neyse, ona göreen kestirme yolu seçiyor, düşesin gezintilerinin olağan güzergâhıdışındaysa üzülmüyor, aksine içindeyse, kaygılanmıyor,saklanmıyordum; çünkü bu yol artık, nankör bir kadından,kendisi istemediği halde, onu görme lütfunu kopardığım yasakyol gibi görünmüyordu bana. Ama benim iyileşmemin, Mme deGuermantes'a karşı normal bir tavır takınmamı sağlayarak, aynışekilde, onun açısından da aynı işlevi göreceğini, bana karşı artıkumurumda olmayan bir sevecenliği, dostluğu, onun içinmümkün kılacağım düşünmemiştim. O güne kadar, bahtsız biraşkın değdirdiği nazar karşısında, bütün dünya beni onayaklaştırmak için birlik olsa, çabaları boşa giderdi, insanlardandaha güçlü olan periler, böyle durumlarda, biz yürekten, "Artıksevmiyorum," diyeceğimiz güne kadar, hiçbir şeyin faydaetmeyeceğini açıklamışlardır. Beni yengesinin evine götürmedidiye, Saint-Loup'ya kızmıştım. Oysa bir büyüyü bozmak, herkeskadar onun için de imkânsızdı. Mme de Guermantes'ı sevdiğimsürece, başkalarının bana gösterdiği kibarlıklar, ettikleri iltifatlarbeni üzerdi; yalnız ondan gelmedikleri için değil, o bunları hiçöğrenmediği için de. Halbuki bilse de, hiçbir yararı olmazdı. Birsevginin ayrıntılarında bile, bir uzaklaşma, bir akşam yemeğiteklifinin reddi, istemeden, bilinçsizce gösterilen bir sertlik,bütün kozmetiklerden ve en güzel kıyafetlerden daha fazla işeyarar. Yüksek bir mevki edinme sanatı, bu anlamda öğretilseydi,sosyetede sonradan mevki edinenler çok olurdu.

Mme de Guermantes, kafası, benim tanımadığım ve belkibirazdan başka bir davette buluşacağı dostlarının anılarıylameşgul bir halde, benim bulunduğum salondan geçtiği sırada,beni (sadece kibar davranmaya çalışan, gerçekten ilgisiz bir kişigörünümündeydim; oysa onu sevdiğim günlerde, ilgisiz bir tavırtakınmaya ne kadar gayret eder, ama başarılı olamazdım)

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

426

berjerimde otururken gördü; yolunu değiştirip yanıma geldi veOpera'daki gecenin, artık sevmediği biri tarafından sevilmenincan sıkıcı duygusu tarafından silinmeyen gülümsemesiylekonuştu:

"Rahatsız olmayın lütfen, sizin yanınızda biraz oturmama izinverir misiniz?" dedi, aksi takdirde berjerin tamamını kaplayacakolan geniş eteğini, zarif bir hareketle toplayarak.

Düşes benden daha uzun boylu ve elbisesinin bütün hacmiyle,olduğundan da daha iriydi; belli belirsiz, sayısız ayva tüyününadeta yaldızlı bir buğu gibi çevrelediği, harikulade, çıplak kolu vekokusu burnuma gelen sarı saçlarının örgüsü, neredeyse banadeğiyordu. Pek yer olmadığından, bana doğru dönemiyordu;bana değil, kendi önüne bakarken, ifadesi tıpkı bir portre gibihülyalı ve yumuşaktı.

"Robert'den haber alıyor musunuz?" diye sordu.O sırada Mme de Villeparisis yanımızdan geçti."Aa! Bu saatte mi geldiniz beyefendi? Zaten zor görüyoruz sizi."Sonra yeğeniyle konuştuğumu farkederek, belki de

sandığından daha sıkı fıkı olduğumuzu düşünerek, ekledi:"Neyse, Orianela sohbetinizi bölmeyeyim." (Çünkü

arabuluculuk, bir ev sahibesinin görevleri arasında yer alır.)"Çarşamba akşamı Oriane'la birlikte yemeğe gelmez miydiniz?"

Çarşamba, Mme de Stermaria'yla yemeğe çıkacağım gündü,teklifini geri çevirdim.

"Peki cumartesi?"Annem ya cumartesi ya da pazar günü geleceğinden, akşam

yemeklerini onunla yememem hoş olmazdı; bu yüzden yinereddettim.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

427

"Ya! Sizi ağırlamak pek kolay değil doğrusu.""Neden beni hiç ziyarete gelmiyorsunuz?" dedi Mme de

Guermantes, Mme de Villeparisis sanatçıları tebrik etmek ve yıldızsanatçıya, sadece yirmi franka alındığından, sunan el sayesindedeğer kazanan bir demet gül vermek üzere uzaklaştığında. (Bir tekkere şarkı söyleyenler için ödediği azami bedel buydu zaten.Bütün gündüz ve gece davetlerinde katkısı olanlara ise, markiztarafından resmedilmiş güller verilirdi.) "Hep başkalarının evindegörüşmek, tatsız bir şey. Madem benimle teyzemin evindeyemeğe katılmak istemiyorsunuz, benim evime akşam yemeğinegelsenize."

Herhangi bir bahaneyle, gidişlerini mümkün olduğuncageciktirmiş, nihayet çıkmakta olan kimi davetliler, düşesin, ikikişinin ancak sığabildiği bir kanepede oturmuş, genç bir erkeklesohbet ettiğini görünce, kendilerine yanlış bilgi verildiğini,ayrılmak isteyenin düşes değil, benim yüzümden dük olduğunudüşündüler. Sonra, hiç vakit kaybetmeden, bu haberi yaymayakoyuldular. Ben bu haberin yanlışlığını, herkesten iyi bilecekdurumdaydım.

Yine de, henüz gerçekleşmemiş bir ayrılığın yaşandığı, böylezor bir dönemde, düşesin bir köşeye çekileceği yerde, bu kadar aztanıdığı birini evine davet etmesine şaşırmıştım. Daha önce,düşesin beni kabul etmesini aslında sadece dükün istemediği veşimdi dük kendisini terk ettiğine göre, Mme de Guermantes'in da,etrafına hoşlandığı insanları toplamakta bir sakınca görmediğigibi bir kuşkuya kapıldım.

İki dakika önce, Mme de Guermantes'in benden, ziyaretinegitmemi rica edeceğini, hele akşam yemeğine davet edeceğinisöyleseler, şaşkınlıktan donup kalırdım. Guermantes'larınsalonunun, benim bu isimden çıkardığım özelliklere sahipolamayacağını her ne kadar bilsem de, benim bu salona girmemin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

428

yasaklanmış olması, ona, tasvirini bir romanda okuduğumuz yada suretini bir rüyada gördüğümüz salonlardaki türden biryaşama biçimi yakıştırmama sebep olmuştu ve diğer bütünsalonlara benzediğinden emin olduğum halde, bambaşka hayaletmeme yol açıyordu; bu salonla benim aramda, gerçekliğin sonaerdiği sınır olan bir engel vardı. Guermantes'larda akşam yemeğiyemek, adeta uzun süredir arzulanan bir yolculuğa çıkmak, biristeği, kafamdan gözlerimin önüne geçirip bir rüyayla tanışmakgibi bir şeydi. Hiç değilse, ev sahiplerinin başkalarına göstermekistemedikleri birini, "Gelin, bizim dışımızda hiç kimseolmayacak," diyerek, onu dostlarının arasında görme korkularını,biçareye yükleyerek, hattâ istemeyerek vahşi ve kayırılmış olanzavallının tecritini, sadece en yakın dostlara tanınan, imrenilecekbir imtiyaza dönüştürmeye çalışarak çağırdıkları akşamyemeklerinden biri olduğunu düşünebilirdim. Ama aksine, Mmede Guermantes'in, sahip olduğu en hoş şeyleri bana tattırmakistediğini hissettim; bana adeta Fabrice'in teyzesinin evinegitmenin morumsu güzelliğim, Kont Mosca'ya takdim edilmemucizesini sunar gibi, şöyle dedi:

"Cuma akşamı bir dost toplantımız var, serbest misiniz?Gelseniz: hoş olurdu. Parma Prensesi gelecek, çok tatlı birinsandır; zaten hoş insanlarla karşılaşacak olmasanız, sizi davetetmezdim."

Sürekli bir yükselme hareketi içinde olan, orta seviyedekisosyete çevrelerinde sırt çevrilen aile, küçük burjuvazi ve kendibakış açısından, üstünde hiçbir şey olmadığı için yükselmesi demümkün olmayan, yüksek aristokrasi gibi hareketsiz çevrelerde,aksine, önemli bir rol oynar. "Villeparisis Teyze"nin ve Robert'inbana gösterdikleri yakınlık, belki de hep kendi içlerinde, aynıdostların arasında yaşayan Mme de Guermantes ve arkadaşlarınıngözünde beni, aklımdan bile geçmeyen, meraklı bir dikkatin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

429

nesnesi haline getirmişti.Düşesin bu akrabalarıyla ilişkisi, ailevi, gündelik, basit ve

zannettiğimizden çok farklıydı; kendimizi bu ilişkinin içindebulacak olursak, hareketlerimiz, toz zerresinin gözden, sudamlasının soluk borusundan dışarı atılması gibi atılmak şöyledursun, biz kendimiz unuttuktan yıllarca sonra hâlâkonuşulabilir, yorumlanabilir, değerli bir elyazmalarıkoleksiyonunda kendi mektubumuzu bulmuş gibi şaşıracağımızsarayda kayıtlı olabilir.

Basit sosyete insanları, kapılarını aşın bir istilaya karşı korumakdurumunda olabilirler. Ama Guermantes'ların kapısı için budurum söz konusu değildi. Bir yabancının, bu kapının önündengeçme ihtimali yok gibiydi. Düşes, binde bir kendisine bir yabancıgösterilmişken, bu kişinin kendisine sağlayacağı sosyal itibarıdüşünmezdi, çünkü bu, onun alabileceği değil, verdiği bir şeydi.Bu yabancının sadece gerçek meziyetlerini düşünürdü; benim bumeziyetlere sahip olduğumu ise, Mme de Villeparisis ve Robert,kendisine söylemişlerdi. Şüphesiz, akrabalarının istediklerizaman beni evlerine getirtemediklerini farketmiş olmasa, onlarainanmazdı; bu, benim sosyeteye meraklı olmadığımıgösteriyordu, yani düşesin gözünde, bir yabancının "hoşinsanlar"dan olduğunu gösteren bir işaretti.

Düşesin, hiç sevmediği kadınlardan söz ederken, bunlardanbiriyle ilgili olarak, örneğin görümcesinin adı geçecek olsa,yüzünün nasıl ânında değiştiği, görülmeye değerdi. "Ah!Büyüleyici bir kadındır!" derdi, kesin, kendinden emin bir tavırla.Göstereceği tek sebep, bu hanımın, Chaussegros Markizi'ne veSilistre Prensesi'ne tanıştırılmayı reddetmesi olurdu. Aynıhanımın, kendisine, yani Guermantes Düşesi'ne de tanıştırılmayıreddetmiş olduğunu eklemezdi. Oysa böyle bir şey olmuştu ve ogünden beri de düşesin zihni, tanışılması bu kadar zor olan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

430

hanımın evinde neler olup bittiğiyle meşguldü. Evine kabuledilmeye can atıyordu. Yüksek sosyete mensupları, peşlerindenkoşulmasına o kadar alışıktırlar ki, kendilerinden kaçan kişi,onlara üstün bir varlık gibi görünür ve bütün dikkatleri onunüzerinde toplanır.

Mme de Guermantes'in zihninde (kendisini sevmektenvazgeçtiğimden beri), beni davet etmesinin gerçek nedeni,akrabaları benimle görüşmek istediği halde, benim onlarınpeşinden koşmamam mıydı? Bilmiyorum. Nedeni ne olursaolsun, davet etmeye bir kez karar verdikten sonra, beni sahipolduğu en iyi şeylerle şereflendirmek ve evine bir daha gitmemiengelleyebilecek, sıkıcı olduklarını bildiği dostlarını dauzaklaştırmak arzusundaydı. Düşesin, adeta yıldızların arasındayürürken yolunu değiştirip benim yanıma oturarak akşamyemeğine davet etmesini neye yoracağımı bilememiştim,bilmediğim sebeplerin bir sonucuydu bu. Bu konuda bize bilgiverebilecek özel bir duyudan yoksun olduğumuzdan, –benimdüşesle tanışıklığım gibi– çok az tanışıklığımız olan insanların,bizi sadece gördükleri ender anlarda düşündüklerini sanırız. Oysabizi içine gömdüklerini düşündüğümüz bu ideal unutuş,kesinlikle keyfidir. Öyle ki, güzel bir gecenin sessizliğinebenzeyen yalnızlığın sessizliğinde, sosyete kraliçelerini sonsuzbir mesafede gökyüzünde yollarına devam ederken hayalettiğimiz sırada, yukarıdan, üzerine, Venüs veya Koltuktakımyıldızında bilinmediğini sandığımız ismimizin kazılmışolduğu bir göktaşı gibi, bir akşam yemeği daveti ya da fesat birdedikodu düştüğünde, tedirginlik ya da hazla irkilmektenkendimizi alamayız.

Belki de Mme de Guermantes, Ester Kitabı'na bakılırsa,gayretkeşliklerini kanıtlamış uyruklarının adlarının yazılı olduğukayıtları okutan Pers kralları gibi, arasıra iyi niyetli kişiler listesine

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

431

başvurduğunda, benimle ilgili olarak, "Akşam yemeğine davetedeceğimiz biri, " demişti. Ama başka düşünceler dikkatinidağıtmış,

(Kederin fırtınası vurunca hükümdaraSürükler durur onu hep yeni konulara)

daha sonra, beni sarayın kapısındaki Mordekay gibi, tek başımagördüğünde, belleği tazelenmişti ve Asuerus gibi düşes de, benilütuflara boğmak istiyordu.

Bu arada, şunu da belirtmem gerekir ki, Mme de Guermantesbeni davet ettiğinde yaşadığım şaşkınlığı, buna zıt türde bir başkaşaşkınlık izleyecekti. Bu ilk şaşkınlığı gizlemeyip, aksinesevincimi abartarak ifade etmenin, alçakgönüllülük veminnettarlık olacağını düşünmüştüm; son bir gece davetinegitmeye hazırlanan Mme de Guermantes, evine davet edilmektenduyduğum şaşkınlığı görünce, onun kim olduğunu tambilmiyor olabileceğim endişesiyle, adeta bir gerekçe gösterir gibi,"Biliyorsunuz, ben sizi çok seven Robert de Saint-Loup'nunyengesiyim, zaten daha önce de burada karşılaşmıştık," dedi.Bildiğimi söyledim, ayrıca, "bana hem Balbec'te, hem de Paris'tebüyük yakınlık gösteren" M. de Charlus'yü de tanıdığımı ekledim.Mme de Guermantes çok şaşırdı; bakışları, sanki doğrulamak için,içindeki kitabın daha eski bir sayfasına başvurur gibiydi. "Ne!Palamede'i tanıyor musunuz?" Bu isim, Mme de Guermantes'inağzında müthiş bir tatlılığa bürünüyordu; çünkü bu son dereceseçkin, ama kendisi için kayınbiraderi, birlikte büyüdüğü birkuzeni olan kişiden, farkında bile olmadığı bir sadelikle sözediyordu. Guermantes Düşesi'nin, benim için bulanık birgrilikten ibaret olan hayatına, bu Palamede adı, genç kızlığında,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

432

Guermantes bahçesinde onunla oyun oynadıkları uzun yazgünlerinin aydınlığını getiriyordu sanki. Ayrıca, hayatlarının buçok eskilerde kalmış günlerinde, Oriane de Guermantes ve kuzeniPalamede, şimdikinden çok farklıydılar; özellikle kendinitamamen sanatsal zevklere vermiş olan M. de Charlus, bu yanınıdaha sonra öyle bastırmıştı ki, düşesin o sırada kullanmaktaolduğu san ve siyah süsen çiçekleriyle süslü, dev yelpazeyi onunresimlediğini öğrenince, çok şaşırdım. Düşes, bana, kuzeninin birzamanlar kendisi için bestelediği küçük bir sonatını degösterebilirdi. Baronun, asla sözünü etmediği bütün buyeteneklere sahip olduğundan, tamamen habersizdim. Bu arada,M. de Charlus'nün, ailede kendisine Palamede denilmesindenhoşlanmadığını da belirtelim. Meme'den hoşlanmaması, anlaşılırbir şeydi. Bu aptalca kısaltmalar, aristokrasinin kendi şiirselliğinianlamayışının bir işaretidir (Yahudilik'te de aynı anlayışsızlıkvardır; Lady Rufus Israels'in Moise adlı yeğenine, sosyetedeherkes "Momo" derdi); ayrıca, aristokrasiye ilişkin şeylere önemvermiyormuş gibi görünme kaygılarını da gösterir. Oysa M. deCharlus, bu konuda daha şiirsel bir hayalgücüne ve sergilediği birgurura sahipti. Ama Meme'den hoşlanmayışının sebebi, budeğildi; çünkü Palamede gibi güzel bir isimden dehoşlanmıyordu. İşin gerçeği şu ki, prens soyundan geldiğinidüşündüğü, bunu bildiği için, ağabeyinin ve yengesinin,kendisinden, "Charlus" diye söz etmelerini isterdi; kraliçe Marie-Amelie'nin veya Orleans Dükü'nün, oğullarından, torunlarından,yeğenlerinden, kardeşlerinden, "Joinville, Nemours, Chartres,Paris" diye söz etmeleri gibi.

"Şu Meme gizliliğe ne kadar meraklı!" diye haykırdı düşes."Kendisine sizden uzun boylu söz ettik; sanki sizi hiç görmemişgibi, tanışmaktan büyük mutluluk duyacağını söyledi. Siz dekabul edersiniz ki, biraz tuhaf doğrusu! Hattâ, çok sevdiğim veeşsiz değerine hayran olduğum bir kayınbirader hakkında bunu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

433

söylemem pek hoş değil ama, zaman zaman biraz da deli."Bu kelimenin M. de Charlus için kullanılması, beni çok şaşırttı;

bu yarı deliliğin, belki de bazı şeyleri, örneğin Bloch'tan, kendiannesini dövmesini isteme projesine niçin o kadarheyecanlandığını açıklayabileceğini düşündüm. M. deCharlus'nün, yalnız söylediği şeyler yüzünden değil, söylemeşekli yüzünden de biraz deli sayılabileceğini anladım. Bir avukatıya da oyuncuyu ilk dinlediğimizde, ses tonlarının,söylediklerinden son derece farklı olmasına şaşırırız. Amaherkesin bunu son derece doğal bulduğunu farkedince,başkalarına da, kendi kendimize de bir şey söylemez, yeteneğinitakdir etmekle yetiniriz. Olsa olsa, bir Theâtre-Françaisoyuncusuyla ilgili olarak, "Havaya kaldırdığı kolunu bir andaindireceğine, niçin en az on dakika süren duraklamalarla, kesikkesik, küçük hareketlerle indirdi?" veya bir Labori'yle ilgili olarak,"Ağzını açtığı andan itibaren, niçin en basit şeyleri söylemek içinbile, trajik, beklenmedik sesler çıkardı?" diye düşünürüz. Amaherkes baştan bunu kabul ettiği için, irkilmeyiz. Aynı şekilde,insan düşününce, M. de Charlus'nün, kendisinden, normalkonuşmayla ilgisi olmayan, abartılı bir tonda söz ettiğinifarkediyordu. Sanki insanların sürekli kendisine, "Canım niye bukadar bağırıyorsunuz? Niye bu kadar küstahsınız?" demesigerekirdi. Ne var ki, herkes zımnen bunu kabullenmiş gibiydi.Böylece siz de halkaya katılıyor, o nutuk çekerkenalkışlıyordunuz. Ama bir yabancının, baronu duyduğunda,delinin biri bağırıyor zannettiği anlar olmuştur mutlaka.

Düşes, sadelikle birleştirdiği hafif densizlikle, sözüne devametti: "Karıştırmadığınızdan emin misiniz? KayınbiraderimPalame'den söz ediyorsunuz, değil mi? Esrarengiz olmaktan nekadar hoşlansa da, bu bana biraz fazla geldi!"

Kesinlikle emin olduğumu, M. de Charlus'nün herhalde ismimi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

434

yanlış anladığını söyledim."Neyse, ben gidiyorum," dedi Mme de Guermantes, gittiğine

üzülürmüş gibi. "Ligne Prensesi'ne uğramam gerekiyor birkaçdakikalığına. Siz gitmiyor musunuz? Sosyeteden hoşlanmıyormusunuz yoksa? Haklısınız doğrusu, çok sıkıcı. Keşke ben demecbur olmasaydım! Ama kuzinimdir, ayıp olur. Bencilliğimden,kendi adıma üzülüyorum; çünkü yoksa sizi de götürür, hattâsonra evinize bırakırdım. Öyleyse hoşça kalın, cuma akşamıgörüşeceğimiz için seviniyorum."

M. de Charlus'nün, M. d'Argencourt'un karşısında bendenutanmış olması, anlaşılabilirdi. Ama kendi yengesine, üstelik dekendisini o kadar takdir eden birine, beni tanımadığınısöylemesini, hem teyzesini, hem de yeğenini tanıdığıma göre,son derece doğal olan bir şeyi inkâr etmesini, anlayamıyordumdoğrusu.

Mme de Guermantes'in, belli bir açıdan bakıldığında, gerçek biryüceliğe sahip olduğunu söyleyerek, bu konuyu kapatacağım:Başkalarının kısmen unutacağı şeyleri, o, tamamen silip atardı.Sabah gezintileri sırasında kendisini tedirgin edişime, izleyişime,peşine düşüşüme hiç rastlamamış, her günkü selamlarıma sabrıtaşarak karşılık vermemiş, Saint-Loup beni davet etmesi içinyalvardığında, başından hiç savmamış olsa, bana bundan dahasoylu, doğal ve kibar davranamazdı. Geçmişe yönelikaçıklamalara, yumuşatıcı sözlere, anlamlı gülümsemelere,anıştırmalara takılıp kalmadığı, şu andaki nezaketinde, geriyedönmeden, tereddüt etmeden, azametli endamı kadar gururlu birdüzlük sergilediği gibi, birisine karşı geçmişte hissetmişolabileceği kızgınlıklar öylesine kül olmuş, bu küller belleğinden,ya da en azından tavrından o kadar uzağa savrulmuştu ki,başkaları için eskiden kalan bir soğukluğa ve eleştirilere bahaneolacak bir şeyi, harikulade bir sadelikle her ele alışında, yüzünü

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

435

seyretmek, insanda bir tür arınma izlenimi uyandırıyordu.Mme de Guermantes'in bana karşı ne kadar değişmiş olduğuna

şaşırmıştım, ama kendimde, ona karşı çok daha büyük birdeğişiklik olduğunu görmek, beni daha da çok şaşırttı. Sürekliyeni projeler tasarladığım, yaşama gücümü, sadece beni düşesedavet ettirebilecek ve bu ilk mutluluktan sonra da, giderek dahatalepkâr olan yüreğime daha birçok mutluluk sağlayacak biriniaramakta bulduğum bir dönem yok muydu? Doncieres'e, Robertde Saint-Loup'yu görmeye, hiçbir çare bulamadığım içingitmiştim. Şimdi de, onun bir mektubunun yol açtığısonuçlardan ötürü heyecan içindeydim, ama Mme deGuermantes yüzünden değil, Mme de Stermaria yüzünden.

Bu akşam davetiyle ilgili, son olarak da şunu ekleyelim ki, ogece, birkaç gün sonra yalanlanan, beni şaşırtmaktan gerikalmayan, Bloch'la bir süre bozuşmamıza yol açan ve kendiiçinde, açıklamasını bir sonraki cildin (Sodom I) sonundabulacağımız, garip çelişkilerden birini oluşturan bir olay meydanageldi. O gece, Mme de Villeparisis'nin evinde, Bloch bana, M. deCharlus'nün sevecen tavrını sürekli methetti; M. de Charlus,kendisiyle sokakta karşılaştığında, tanırmış gibi, tanımakistermiş gibi, kim olduğunu gayet iyi bilirmiş gibi, gözlerininiçine bakıyormuş. Bloch, Balbec'te, aynı M. de Charlus'den büyükbir öfkeyle söz etmiş olduğundan, önce bu sözlere gülümsedim.Bloch'un, tıpkı babasının Bergotte'u tanıyışı gibi, baronu,"tanışmadan tanıdığını" düşündüm sadece. Onun sevecen birbakış zannettiği şeyin, aslında dalgın bir bakış olduğunahükmettim. Ama sonunda Bloch o kadar ayrıntıya girdi, M. deCharlus'nün iki ya da üç kez yanma gelecekmiş gibi olduğunu okadar kesinlikle belirtti ki, arkadaşımdan barona söz ettiğimi,onun da Mme de Villeparisis'ye yaptığım bir ziyaretten dönerken,Bloch hakkında ayrıntılı sorular sorduğunu hatırlayıp, Bloch'un

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

436

yalan söylemediği, M. de Charlus'nün, ismini, benim arkadaşımolduğunu vs. öğrendiği sonucuna vardım. Bu yüzden de, bir süresonra, tiyatroda, M. de Charlus'ye, Bloch'u tanıştırmayı teklifettim ve onun onayı üzerine arkadaşımı getirmeye gittim. AmaM. de Charlus, Bloch'u gördüğü anda yüzünde beliren şaşkınlığıderhal bastırdı ve onun yerini şiddetli bir öfke aldı. Bloch'a eliniuzatmadığı gibi, arkadaşım kendisine ne söylediyse, son dereceküstahça bir tavırla, sinirli ve kırıcı bir ses tonuyla karşılık verdi. Okadar ki, söylediğine bakılırsa, o âna kadar baronun hepgülümsemiş olduğu Bloch, benim, M. de Charlus'nün protokolmerakını bilerek, arkadaşımı yanma götürmeden önce ondanbahsettiğim kısa konuşmada, kendisini tavsiye edeceğime,aleyhine sözler söylediğimi sandı. Bloch, her an gemi azıyaalmaya hazır bir ata binmeye ya da kendisini sürekli taşlık kıyıyafırlatan dalgalara karşı yüzmeye çalışmış gibi, bitkin bir haldeyanımızdan ayrıldı ve benimle altı ay konuşmadı.

Mme de Stermaria'yla akşam yemeği randevumdan öncekigünler, güzel değil, dayanılmazdı. Çünkü genellikle,hedefimizden bizi ayıran zaman ne kadar kısaysa, daha kısaölçüler kullandığımız ya da sırf ölçmeyi düşündüğümüz için,bize o kadar uzun gelir. Papalığın, zamanı asırlarla ölçtüğü, hattâbelki de, hedefi sonsuzluk olduğu için, ölçmeye bile kalkmadığısöylenir. Benim hedefim sadece üç günlük mesafedeolduğundan, ben zamanı saniyelerle ölçüyor, okşamanın, sözkonusu kadına tamamlatamadığımız için çılgına döndüğümüzokşamaların (diğer okşamaların hiçbiri değil, özellikle buokşamaların) başlangıcı olan hayallere dalıyordum. Neticeitibarıyla, genelde, bir arzunun nesnesine ulaşma zorluğunun,arzuyu artırdığı doğruysa da (imkânsızlık için aynı şey geçerlideğildir, çünkü imkânsızlık arzuyu öldürür), öte yandan,tamamen fiziksel bir arzu söz konusu olduğunda, bu arzunun,yakın ve belirli bir zamanda gerçekleşeceğinden emin olmak,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

437

belirsizlik kadar coşku verir insana; hiçbir şüpheye yer olmaması,kesin bir hazzın bekleyişini, neredeyse kaygılı bir şüphe kadardayanılmaz kılar; çünkü bu bekleyişi, çok yönlü bir gerçekliğedönüştürür ve önceden tasarımların sıklığıyla, zamanı, kaygıkadar incecik dilimlere böler.

Benim ihtiyacım olan şey, Mme de Stermaria'ya sahip olmaktı;arzularım, günlerdir, kesintisiz bir faaliyet içinde, hayalimde buhazzı, sadece bu hazzı hazırlamışlardı; başka bir haz (başka birkadının vereceği haz) hazır olamazdı, çünkü haz, bir ön isteğingerçekleşmesinden başka bir şey değildir ve bu istek hep aynıkalmaz, hayallerin yüzlerce değişik bileşimine, belleğinrastlantılarına, cinsel isteğin derecesine, en son doyurulanları,gerçekleşmenin hayal kırıklığı biraz unutuluncaya kadardinlenen arzuların, kullanılabilirlik sırasına göre değişir; genelarzuların geniş yolundan ayrılmış, özel bir arzunun patikasınasapmıştım artık; bir başka randevuyu isteyebilmek için, uzun birmesafe katedip anayola dönmem ve başka bir patikaya sapmamgerekirdi. Mme de Stermaria'ya, yemek randevusunu verdiğimBoulogne Ormanı'ndaki adada sahip olmak; işte her an hayalettiğim haz buydu. Bu adada, Mme de Stermaria'sız bir akşamyemeği yesem, bu haz doğal olarak yok olurdu; ama onunlabirlikte de olsa, başka bir yerde bir akşam yemeği yemek, bu hazzıbelki büyük ölçüde azaltırdı. Ayrıca, bir hazzı tasarlarken temelaldığımız tavırlar, kadından, buna uygun kadın türünden öncegelir. Hazzı da, yeri de bu tavırlar belirler; bu yüzden de, değişkenzihnimize, başka haftalarda dudak bükeceğimiz bir kadını, biryeri, bir odayı getirirler sırayla. Tavrın kızları olan kadınlarınbazıları, yanlarında huzur bulduğumuz geniş yataktan ayrıdüşünülemezler; bazılarıysa, daha gizli bir niyetle okşanmak için,rüzgârda yapraklar, gece vakti suda kıpraşmalar isterler, onlarkadar hafif ve oynaktırlar.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

438

Şüphesiz, Saint-Loup'nun mektubunu almadan çok önce,henüz Mme de Stermaria söz konusu değilken, Boulogne Ormanıadası, bana haz için yaratılmış bir yer gibi gelmişti; çünkü orayagidip, yaşayacak hiçbir hazzım olmamasına hüzünlendiğimolmuştu. Yaz mevsiminin son haftalarında hâlâ şehri terketmemiş olan Parisli hanımlar, adanın bulunduğu gölün kıyılarıboyunca gezinirler; mevsimin son balosunda âşık olunan, birsonraki ilkbahardan önce, hiçbir gece davetinde bulunamayacakolan genç kızı görme umuduyla, nerede aranacağını, hattâ hâlâParis'te olup olmadığını bile bilmeden, bu kıyılarda dolaşılır.Sevilen varlığın gidişinin arifesinde, belki de ertesindeolduğunuzu hissederek, kıpraşan suyun kenarında, dahaşimdiden, ilk kırmızı yaprağın son bir gül gibi açtığı o güzel, ağaçlıyolları izlersiniz; ufku dikkatle incelersiniz, yuvarlak yapılarınaltında, ön plandaki balmumundan insanların, fondaki boyalıtuvale, yanıltıcı bir derinlik ve hacim görüntüsü verdiğipanoramaların tersine bir hile vardır burada: Bakışlarımız, bakımlıparktan Meudon'un ve Valerien tepesinin doğal yükseltilerine,kesintiye uğramadan geçer, nereye sınır çizeceğini bilemez veyapay hoşluğunu, kendinden çok uzağa yansıttığı bahçecilikeserine, gerçek kırları da dahil eder; bir botanik bahçesinde, özgürolarak beslenen ve her gün, kanatlı gezintilerinin keyfine göre,komşu ormanlara egzotik bir nota konduran nadir kuşlar gibi.Yaz mevsiminin son eğlencesiyle kış sürgünü arasındakigünlerde, şüpheli karşılaşmaların ve sevda hüzünlerinin buromansı âlemini, kaygıyla, baştan başa dolaşırsınız; coğrafyaevreninin dışında yer aldığını öğrenseniz, pek şaşırmazsınız, tıpkıVersailles'da, çevresinde bulutların Van der Meulen tarzında, mavigökyüzünde toplaştığı bir gözlemevi olan tepedeki terasta, buşekilde doğanın dışına yükselmişken, büyük kanalın sonunda,doğanın tekrar başladığı yerde, deniz gibi göz kamaştıran ufuktapek seçilemeyen köylerin adının Fleurus veya Nijmegen

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

439

olduğunu öğrenseniz, şaşırmayacağınız gibi.Son gezinti arabası da geçtiğinde, sevdiğiniz kadının artık

gelmeyeceğini acıyla hisseder, adaya yemeğe gidersiniz; geceninmuammalarını cevaplamaktan çok, durmadan hatırlatan, hışırhışır kavakların tepesinde, pembe bir bulut, yatışmış gökyüzüneson bir canlı renk sürer. Birkaç yağmur damlası, ilk çağlardankalmış, ama ilahi çocukluğuyla hep zamanın rengini koruyan vebulutlarla çiçeklerin suretini sürekli unutan suyun üzerine,sessizce düşer. Sardunyalar, renklerinin ışığını yoğunlaştırarak,koyulaşan alacakaranlıkla boş yere mücadele ettikten sonra,uykuya dalan adayı bir sis sarar; kıyı boyunca, nemli karanlıktagezinirsiniz; olsa olsa bir kuğunun sessizce geçişi, gece,yatağında uyuyor sandığınız bir çocuğun, bir an ardına kadaraçılan gözleri ve gülümseyişi gibi, sizi şaşırtır. O zaman, kendiniziyalnız hissettiğinizden ve çok uzaklarda zannedebileceğinizden,yanınızda bir sevgili olmasını daha da çok istersiniz.

Yazın bile çoğunlukla sisli olan bu adaya Mme de Stermaria'yışimdi havalar bozmuşken, sonbahar biterken götürmek, benimiçin ne büyük mutluluk olacaktı! Pazar gününden beri devameden hava, hayalgücümün yaşadığı ülkeyi zaten grimsi ve denizeait kılmamış olsaydı bile –başka mevsimlerde hoş kokulu,aydınlık, İtalya'ya ait kılması gibi– birkaç gün sonra Mme deStermaria'ya sahip olacağım umudu, tekdüze bir özlem içindekihayalgücümde, saatte yirmi kere bir sis perdesi yaratmaya yeterdi.Ne olursa olsun, bir önceki günden bu yana Paris'i bile kaplamışolan sis, aklıma sürekli, yemeğe davet ettiğim genç kadınınmemleketini getirmekle kalmıyor, muhtemelen akşamolduğunda Boulogne Ormanı'm, özellikle göl kıyısınıParis'tekinden de yoğun biçimde sarmalayacağından, benimgözümde Kuğu Adası'nı, Mme de Stermaria'nın solgun siluetinihayalimde daima bir giysi gibi saran o sisli deniz havasıyla,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

440

Bretanya Adası'na dönüştüreceğini de düşündürüyordu.Şüphesiz gençken, benim Meseglise tarafındaki gezintilerimsırasındaki yaşımda, arzumuz ve inancımız, bir kadınınkıyafetini, bireysel bir özellikle, sarsılmaz bir özle donatır.Gerçekliğin peşinden koşarız. Ama onu elimizden kaçırdıkça,hiçlikle karşılaştığımız bütün bu nafile çabaların ardında, somutbir şeyin varlığını farkederiz, aradığımız şey de budur zaten.Sevdiğimiz şeyi ayıklamaya, tanımaya başlar, hileyle de olsa,bulup elde etmeye çalışırız. O zaman, kaybolan inancın yerine,iradi bir yanılsama aracılığıyla, kıyafeti koyarız. Evden yarımsaatlik mesafede, Bretanya'yı bulamayacağımı gayet iyibiliyordum. Ama adanın karanlıklarında, suyun kenarında Mmede Stermaria'yla sarmaş dolaş gezerken, bir manastıra giremediğiiçin, bir kadına sahip olmadan önce, hiç değilse ona rahibekıyafeti giydiren birinin yaptığını yapacaktım.

Mme de Stermaria'yla birlikte dalgaların şıpırtısını dinlemeyibile umabilirdim; çünkü randevunun bir gün öncesinde fırtınaçıkmıştı. Ertesi gün için (bu mevsimde ada ıssız, restoran bomboşolduğu halde) özel odamızı ayırtmak ve mönüyü kararlaştırmakamacıyla adaya gitmek üzere tıraş olmaya başlayacakken,Françoise, Albertine'in geldiğini haber verdi. Balbec'te kendisiylegörüşecekken, kendimi asla yeterince yakışıklı bulmadığım, ozamanlar, uğruna, şimdi Mme de Stermaria için girdiğim kadarzahmete ve heyecana katlandığım Albertine'in, beni tıraşsızçenemle, çirkin bir halde görmesine aldırmadan, kendisini hemenkabul ettim. Mme de Stermaria'ran, ertesi akşamki davettemümkün olduğunca iyi izlenimler edinmesini istiyordum. Buyüzden de, Albertine'den, derhal benimle adaya gelip, mönüyühazırlamama yardımcı olmasını rica ettim. Her şeyimiziverdiğimiz kadının yerini, bir başkası o kadar hızlı doldurur ki, birgelecek umudu olmadan, her şeyimizi yeniden, sürekli verişimizekendimiz de şaşırırız. Albertine'in iyice aşağıya, gözlerine kadar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

441

inen yassı beresinin altındaki gülümseyen, pembe çehresi,teklifim üzerine bir tereddüt geçirir gibi oldu. Herhalde başka birprogramı vardı, ama ne olursa olsun, benim için kolaylıkla fedaetti; buna çok memnun oldum, çünkü yemek siparişini bendençok daha iyi hazırlayabilecek, genç bir ev hanımının yanımdaolması, benim için çok önemliydi.

Albertine'in, Balbec'te benim için çok başka şeyler ifade ettiği sugötürmez. Ne var ki, tutkun olduğumuz bir kadınla aramızdakisamimiyet, o sırada yeterli bulmasak da, o anda bize acı çektireneksikliklere rağmen, o kadınla bizim aramızda, aşkımızdan, hattâaşkımızın hatırasından daha uzun ömürlü sosyal bağlaroluşturur. O zaman, bizim için başka kadınlara ulaşmanınaracından, yolundan başka bir şey olmayan kadının isminin, birzamanlarki benliğimiz için başlangıçta neler ifade ettiğinihafızamızdan öğrenince şaşırır, güleriz; tıpkı arabacıya CapucinesBulvarı'nda veya Bac Sokağı'nda bir adres verip, sadece oradagöreceğimiz kadını düşünürken, bu isimlerin, manastırları birzamanlar o bulvarda bulunan Fransisken rahibelerine ve Seine'deişleyen araba vapuruna ait olduğunu farkettiğimizde şaşırıpgülmemiz gibi.

Şüphesiz, Balbec'teki arzularım, Albertine'in bedenini öyleolgunlaştırmış, öyle taze ve hoş lezzetleri onda toplamıştı ki,Boulogne Ormanı'na yolculuğumuz sırasında, rüzgâr titiz birbahçıvan gibi ağaçlan sallar, meyveleri yere düşürür, kuruyaprakları süpürürken, Saint-Loup'nun yanılmış olması veyabenim mektubunu yanlış anlamış olmam ve Mme deStermaria'yla akşam yemeğinin bir sonuç vermemesi ihtimaliolsaydı, aynı gece çok geç bir saatte Albertine'e randevu verebilir,tamamen hazla dolu bir saat boyunca, şimdi dolup taştığı bütüngüzelliklerini, merakımın bir zamanlar tahmin etmeye çalıştığı,ölçüp biçtiği bedeni kollarımda tutarak, Mme de Stermaria'ya

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

442

duyduğum bu aşk başlangıcının heyecanlarını ve belki deüzüntülerini unutabilirdim, diye düşünüyordum. Ve tabii ki,Mme de Stermaria'nın bu ilk gecede, benden bütün lütuflarınıesirgeyeceğini varsayabilseydim, kendisiyle birlikte geçireceğimgeceyi epeyce hayal kırıklığıyla canlandırırdım kafamda.Tanımadan arzuladığımız bir kadına, henüz neredeyse bir yabancıolan kendisinden çok, çevresini saran, kendine özgü hayatısevdiğimiz bir kadına duyduğumuz aşkın başlangıcında, içimizdebirbirini izleyen iki aşamanın, gerçekler âlemine, yani artıkbenliğimize değil, onunla randevularımıza, ne kadar tuhaf birbiçimde yansıdığını, tecrübelerimden gayet iyi biliyordum.Onunla henüz hiç konuşmamışken, gözümüzde temsil ettiğişiirselliğin çekiciliğine kapılmışken, tereddüt ederiz. O muolacaktır, yoksa bir başkası mı? Sonra, bir de bakarız, hayalleronun etrafında sabitleşir, onunla ayrılmaz bir bütün oluşturur.Yakında gerçekleşecek olan ilk randevunun, bu doğmakta olanaşkı yansıtması gerekir. Hiç de öyle olmaz. Sanki maddi hayatın dailk aşaması olması gerekliymiş gibi, onu sevdiğimiz halde, sonderece sıradan sözler söyleriz: "Ortam hoşunuza gider diyedüşündüğüm için bu adaya davet ettim sizi. Aslında sizesöyleyecek özel bir şeyim de yok. Ama rutubet çok, üşütürsünüzdiye korkuyorum." - "Yok canım." - "Kibarlığınızdan itirazediyorsunuz. Soğuğa karşı bir on beş dakika daha mücadeleetmenize izin veriyorum hanımefendi; size işkence etmekistemem; on beş dakika sonra, zorla geri götüreceğim sizi. Benimyüzümden nezle olmanızı istemiyorum." Sonra da kendisinehiçbir şey söylememiş olarak, geri götürürüz onu; hiçbir şeyinihatırlamayız, olsa olsa bir bakışı kalmıştır aklımızda, ama onutekrar görmekten başka bir şey de düşünmeyiz, ikincigörüşmedeyse (artık tek anımız olan o bakışı da bulamayız, amabuna rağmen, yine –daha da aşırı biçimde– onu tekrar görmektenbaşka bir şey düşünmeyiz), birinci aşama geçilmiştir. Aradaki

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

443

sürede hiçbir şey olmamıştır. Bununla birlikte, restoranınrahatlığından söz edeceğimiz yerde, çirkin bulduğumuz, amahayatının her dakikasında, kendisine bizden söz edilmesiniistediğimiz bu yeni kadına, kendisini şaşırtmayan şu sözlerisöyleriz: "Kalplerimiz arasında üst üste yığılmış bütün engelleriaşabilmek için, çok uğraşmamız gerekecek. Sizce başarabilirmiyiz? Düşmanlarımızın hakkından gelebilir miyiz, mutlu birgelecek umabilir miyiz sizce?"

Ama bu çelişkili konuşmalar, önce sıradan, sonra aşka değinensözler olmayacaktı aramızda; Saint-Loup'nun mektubunagüvenebilirdim. Mme de Stermaria, daha ilk geceden kendini banaverecekti; bu yüzden de, gecenin devamında teselli olarakAlbertine'i evime çağırmama gerek kalmayacaktı. Hiç gerek yoktu;Robert hiçbir zaman abartmazdı, mektubu da çok açıktı.

Albertine, kafamın meşgul olduğunu sezdiğinden, azkonuşuyordu. Sık, yüksek ağaçların altında, adeta denizaltındakiyeşilimsi bir mağarada biraz yürüdük, tepemizdeki kubbeyirüzgârın dövdüğünü, yağmurun ıslattığını işitiyorduk. Yerde,ayaklarımın altında ezilen kuru yapraklar, midye kabukları gibitoprağa gömülüyordu, denizkestanesi gibi dikenli kestaneleribastonumla itiyordum.

Dallarda çırpınan son yapraklar, rüzgârı ancak saplarınınuzunluğu ölçüsünde izleyebiliyor, ama bazen, saplarındankopunca, yere düşüp koşarak rüzgârı yakalıyorlardı. Hava böyledevam ederse, ertesi gün adanın iyice ırak bir diyar, en azındanbomboş olacağını düşünüyordum sevinç içinde. Tekrar arabayabindik; fırtına dindiğinden, Albertine, Saint-Cloud'ya kadardevam etmek istedi. Aşağıdaki kuru yapraklar gibi, yukarıdakibulutlar da rüzgârı izliyordu. Gökyüzünde, adeta konik bir kesitialınmış, pembe, mavi ve yeşil tabakaları görünen göçmenakşamlar, daha güzel iklimlere doğru yol almaya hazırlanmışlardı.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

444

Ben yolda kendisini beklerken, Albertine, kaidesinin üzerindeyükselen, sanki kendisine adanmış büyük bir ormandayapayalnız duran, öfkeli sıçrayışlarıyla ormanı yarı-hayvansı,yarı-kutsal, mitolojik bir korkuyla dolduran, mermerden birtanrıçayı daha yakından görebilmek için, bir tepeciğe tırmandı.Böyle aşağıdan bakıldığında, Albertine'in kendisi de, geçen günyatağımda, boynundaki pürtükler, çok yakınındaki gözleriminbüyütecinde görünürken olduğu gibi iri ve tombul değil, titizlikleyontulmuş ve ince görünümüyle, Balbec'teki mutlu anlarınpasını taşıyan, küçük bir heykele benziyordu. Tekrar eve dönüptek başıma kaldığımda, öğleden sonra Albertine'le bir gezintiyaptığımı, iki gün sonra Mme de Guermantes'in evinde akşamyemeği yiyeceğimi ve Gilberte'in bir mektubuna cevap vermemgerektiğini, üçünün de geçmişte sevdiğim kadınlar olduğunuhatırlayıp, sosyal hayatımızın, bir zaman büyük bir aşkaduyduğumuz ihtiyacı tespit edebileceğimizi sandığımız, yüzüstübırakılmış taslaklarla dolu bir atölyeye benzediğini düşündüm,ama bazen, taslak çok eski değilse, tekrar ele alıp ilk baştatasarladığımızdan çok farklı, belki de daha önemli bir eser halinegetirebileceğimiz, hiç aklıma gelmedi.

Ertesi gün, hava soğuk ve yağışsızdı; kış mevsimi kendinihissettiriyordu (aslında mevsim o kadar ilerlemişti ki, çıplakkalmış Boulogne Ormanı'nda, yeşil altından birkaç kubbe bulmuşolmamız, bir mucizeydi). Uyandığımda, Doncieres'dekikarargâhın penceresinden gördüğüm donuk, lekesiz, bembeyaz,neşe içinde güneşe asılı, şeker elyafı gibi yoğun ve yumuşak sisinaynısını gördüm. Sonra güneş saklandı, sis öğleden sonra daha dayoğunlaştı. Hava erkenden karardı; hazırlanıp giyindim, amahenüz çıkmak için çok erkendi; Mme de Stermaria'ya bir arabagöndermeye karar verdim. Onu yolda benimle birlikte gitmeyemecbur etmiş olmamak için, arabaya binmeye cesaret edemedim,ama kendisini almak için izin isteyen bir not yazıp arabacıya

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

445

verdim. Arabacının dönmesini beklerken, yatağıma uzanıpgözlerimi biraz kapadım, sonra tekrar açtım. Perdelerin üstünde,giderek kararan, incecik bir ışık şeridi kalmıştı sadece. Bu anlamsızsaati, hazzın derin dehlizini tanıyordum; Balbec'te bu karanlık vehoş boşluğu tanımayı öğrenmiştim; şimdiki gibi odamdayalnızken, herkes akşam yemeğine inmişken, perdelerin üzerindehavanın kararışını hüzünlenmeden seyreder, az sonra, kutupgeceleri kadar kısacık bir gecenin ardından, Rivebelle'in parıltılarıarasında, günün daha göz alıcı biçimde yeniden doğacağınıbilirdim. Yatağımdan aşağı atlayıp siyah kravatımı taktım,saçlarımı taradım, gecikmiş bir hazırlığın son hareketleriniyaptım; aynı hareketleri, Balbec'te, kendimi değil, Rivebelle'degöreceğim kadınları düşünerek yapar, bir yandan da odamın eğikaynasında önceden kendilerine gülümserdim; bu yüzden, buhareketler, ışıklarla, müzikle karışık bir eğlencenin habercileriolarak kalmışlardı. Sihirli işaretler gibi, bu eğlenceyi çağırır, hattâönceden gerçekleştirirlerdi; onlar sayesinde, eğlenceningerçekliğiyle ilgili kesin bir kavramım olur, esritici, havaibüyüsüyle ilgili, eksiksiz bir neşe duyardım; tıpkı Combray'de,temmuz ayında, eşya sandıklarına inen çekicin sesini duyduğumzaman, karanlık odamın serinliğinde sıcağa, güneşe sevinmemgibi.

Bu yüzden de, görmek istediğim, tam olarak Mme de Stermariadeğildi artık. Geceyi onunla birlikte geçirmek zorunda olduğumiçin, annemle babamın dönüşünden önceki bu son gecemin boşolmasını, Rivebelle kadınlarını tekrar görebilmeyi tercihediyordum. Ellerimi son bir kez yıkadım ve mutlulukla eviniçinde dolaşarak, karanlık yemek odasında kuruladım. Yemekodasının aydınlık hole bakan kapısının açık olduğunu zannettim,ama kapalı kapının aydınlık aralığı sandığım şey, annemgelmeden önce yerine yerleştirilecek olan duvara dayalı biraynada, havlumun beyaz yansımasıydı. Evimizde bu şekilde

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

446

keşfettiğim bütün seraplar geldi aklıma; hepsi görsel değildi; ilkgünler, komşumuzun bir köpeği olduğunu sanmıştım, oysaduyduğum uzun, neredeyse insani havlama, musluğun heraçılışında, mutfaktaki su borularının birinden gelen sesti. Katsahanlığının kapısı da, merdivendeki hava cereyanıyla, kendikendine, ağır ağır kapanırken, Tannhauser uvertürününsonlarına doğru, Hacılar korosuna eklenen kışkırtıcı, inleyencümlelerin kesintilerini icra ederdi. Tam havlumu yerinekoymuştum ki, bu şaşırtıcı senfoni parçasını bir kez daha duymafırsatını elde ettim: Zil çalmıştı; bana Mme de Stermaria'nıncevabını getiren arabacıya holün kapısını açmak üzere koştum.Cevabın, "Hanımefendi aşağıda," ya da "Hanımefendi sizibekliyor," olacağını sanıyordum. Ama arabacının elinde birmektup vardı. Mme de Stermaria'nın ne yazdığına bakmadanönce, bir tereddüt geçirdim; o kalemi elinde tuttuğu sürece,yazdığı not farklı olabilirdi, ama şimdi, kendisinden sıyrılmış,yoluna tek başına devam eden ve onun artık katiyendeğiştiremeyeceği bir kaderdi. Sise sövüp saymasına rağmen,arabacıya, aşağı inip biraz beklemesini söyledim. O gider gitmez,zarfı açtım. Vikontes Alix de Stermaria başlıklı karta, davetlim,şöyle yazmıştı: "Maalesef bir aksilik yüzünden bu gece sizinleBoulogne Ormanı adasına yemeğe gelemeyeceğim. Oysa buyemeği dört gözle bekliyordum. Size Stermaria'dan daha ayrıntılıbir mektup yazacağım. Affınıza sığınıyorum. Saygılar."Geçirdiğim sarsıntıyla sersemlemiş, donup kalmıştım. Kart vezarfı, silah ateşlendikten sonra yere düşen sıkı gibi, ayaklarımındibine düşmüştü. Yerden alıp yazdığı cümleyi inceledim."Benimle Boulogne Ormanı adasına yemeğe gelemeyeceğinisöylüyor. Benimle başka bir yerde yemek yiyebileceği sonucuçıkartılabilir bundan. Evine gitmek gibi bir saygısızlıktabulunmayacağım, ama yine de bu şekilde anlaşılabilir." Zihnim,dört gün öncesinden Mme de Stermaria'yla birlikte Boulogne

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

447

Ormanı adasına yerleşmiş olduğu için, onu geri getiremiyordumbir türlü. Arzum, saatlerdir izlemekte olduğu eğilimi ister istemezsürdürüyor, henüz arzumu bastıramayacak kadar taze olan buhabere rağmen, içgüdüsel olarak, hâlâ gitmeye hazırlanıyordum,sınavda başarısız olan bir öğrencinin, bir soruyu daha cevaplamakistemesi gibi. Sonunda, Françoise'a, aşağıya inip arabacıyaparasını ödemesini söylemeye karar verdim. Koridoru geçtim,onu bulamayınca, yemek odasına girdim; birdenbire, ayaklarımındaha önce parkenin üzerinde çıkardığı ses kesildi ve sessizlik,daha sebebini anlayamadan, bana bir boğulma, kapalı kalmaduygusu verdi. Annemle babamın dönüşüne hazır olsun diye,halıları çivilemeye başlamışlardı; mutlu sabahlarda, bütün odüzensizlikleri içinde, güneşin, sizi kırda öğle yemeğinegötürmeye gelmiş bir arkadaş gibi beklediği ve üzerlerineormanın bakışını kondurduğu o güzel halılar, şimdi aksine, aileceyaşamak, yemek yemek zorunda olacağım için artık serbestçeçıkamayacağım kış hapsinin ilk düzenlemesiydi.

"Aman beyefendi, dikkat edin, düşmeyin, daha çivilenmedihalılar," diye bağırdı Françoise. "Işık yakmam gerekirdi. Eylülünsonuna geldik bile, güzel havalar bitti artık."

Kış yakındı: pencerenin köşesinde Gaile'nin bir cam işiniandıran, katılaşmış kardan bir damar; hattâ Champs Elysees'debile, beklenen genç kızlar yerine, sadece yapayalnız serçeler.

Mme de Stermaria'yı görememenin yarattığı umutsuzluğuartıran, ben pazar gününden beri her saatimi bu akşam yemeğiiçin yaşamışken, cevabından anladığım kadarıyla, bu davetin,onun aklıma herhalde bir kere bile gelmemiş olmasıydı. Dahasonra, bir gençle, saçma sapan bir aşk evliliği yaptığını öğrendim;herhalde onunla o sırada görüşüyordu ve bu yüzden de yemekdavetimi unutmuştu. Çünkü hatırlamış olsaydı, gelemeyeceğinibildirmek için, zaten aramızda kararlaştırmadan göndermiş

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

448

olduğum arabayı beklemezdi şüphesiz. Sisli bir adada, feodal birgenç bakire hayallerim, henüz var olmayan bir aşkın yolunuaçmıştı. Şimdi hayal kırıklığım, öfkem, kendini vermeyi reddedenkadını tekrar ele geçirmek konusunda umutsuzluğa kapılanarzum, duyarlılığımı da işin içine katarak, o âna kadar sadecehayalgücümün, daha gevşek bir şekilde sunduğu muhtemel aşkısabitleştirebilirdi.

Sırf son dakikada kaçıp gittikleri için cazibeleri artan, tekrargörmek için şiddetli bir arzu duyduğumuz, hepsi birbirindenfarklı ne çok genç kız ve kadın çehresi vardır anılarımızda! Üstelikunuttuklarımızın sayısı daha da fazladır. Mme de Stermaria'ylailgili daha çok şey vardı ve şimdi onu sevmem için, son derececanlı olan, ama fazlasıyla kısa sürmüş, bu yüzden de hafızanın,yokluğunda sürdürme gücünü bulamayacağı izlenimleriyenilemek üzere, kendisini tekrar görmem yeterliydi. Koşullar,olayı başka şekilde belirledi ve kendisini tekrar görmedim.Sevdiğim kadın o olmadı, ama olabilirdi. Çok yakında yaşayacağımbüyük aşkı, belki de aşkların en zalimi haline getiren şeylerdenbiri de, o geceyi hatırladıkça, çok basit kimi koşullardeğiştirilebilse, bu aşkın başka birine, Mme de Stermaria'yayönelmiş olabileceğini düşünmemdi; yani çok kısa bir süre sonrabana bu aşkı yaşatan kişiyle bağlantılı olması –buna inanmayı çokisteyeceğim, inanmaya gerek duyacağım halde– mutlak biçimdegerekli ve önceden belirlenmiş değildi.

Françoise, kendisi şömineyi yakmadan yemek odasındaoturmakla hata ettiğimi söyleyip gitmiş, beni tek başımabırakmıştı. Akşam yemeğini hazırlayacaktı; annemle babam dahagelmeden, bu akşamdan itibaren, hapis günlerim başlıyordu.Büfenin köşesine dayanmış olan, henüz açılmamış, kocaman birrulo halindeki halılar gözüme ilişti; kafamı oraya sokup halılarıntozunu ve gözyaşlarını yutarak, yas tutarken başlarını külle örten

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

449

Yahudiler gibi, hıçkırmaya başladım. Tir tir titriyordum; yalnıziçerisi soğuk olduğundan değil, aynı zamanda kimi gözyaşları,damla damla, incecik bir yağmur gibi, delici, soğuk, hiçdinmeyecekmişçesine dökülürken, (tehlikeye karşı ve itirafetmek gerekir ki, direnmeye çalışmadığımız, hafif bir hoşluğuolan) ciddi bir ısı düşüşüne yol açtığı için. Ansızın bir sesduydum:

"Girebilir miyim? Françoise yemek odasında olduğunu söyledi.Benimle birlikte bir yerlere yemeğe gitmek ister misin diyesormaya geldim; rahatsız olmazsan eğer; çünkü dışarıda koyu birsis var."

Benim hâlâ Fas'ta ya da denizde, yolda sandığım Robert deSaint-Loup'ydu, o sabah gelmişti.

Arkadaşlık hakkında düşündüklerimi daha önce belirtmiştim(bu düşünceleri oluşturmama yardım eden de, istemeden Robertde Saint-Loup olmuştu Balbec'te); o kadar değersiz bir şeydir ki,dâhi denebilecek insanların, örneğin Nietzsche'nin, arkadaşlığabir zihinsel değer yükleyecek ve bu yüzden de, zihinsel takdirinolmadığı arkadaşlıklardan kaçınacak kadar saf olabilmelerine akılerdiremem. Evet, kendine karşı namusluluğu, bir vicdan meselesiyaparak Wagner'in müziğinden kopmaya kadar götüren biradamın, yapıları gereği, bulanık ve yetersiz ifade biçimleri olan,genelde hareketlerle ve özelde de arkadaşlıklarla gerçeğinkavranabileceğim düşünmüş olması, işini bırakıp bir arkadaşınıgörmeye giderek, onunla birlikte Louvre'un yandığına dair yalanbir habere ağlamakta, herhangi bir anlam bulunabilmesi, benidaima şaşırtmıştır. Balbec'te, manevi hayata arkadaşlıktan daha azzarar veren, en azından yabancı kalan, genç kızlarla oyun oynamazevkini edinmiştim; oysa arkadaşlığın bütün çabası, benliğimizintek gerçek ve (sanat aracılığıyla hariç) aktarılması imkânsızyanını, yüzeysel bir benliğe feda etmemiz yolundadır; bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

450

yüzeysel benlik, diğeri gibi mutluluğu kendinde bulmaz,dışındaki birtakım durumlar tarafından desteklenmekte, yabancıbir kişiliğin içinde, bir hasta gibi barınmakta, bulanık birduygusallık bulur, korunmaktan memnun, takdirle etrafa huzursaçar, kendi benliğinde birer kusur olarak görüp düzeltmeyeçalışacağı meziyetlere hayran olur. Ayrıca, arkadaşlığıküçümseyenler, yanılgılara kapılmadan, ama pişmanlık daduyarak, dünyanın en iyi dostları olabilirler, tıpkı içinde birşaheseri barındıran ve çalışmak amacıyla yaşaması gerektiğinidüşünen bir sanatçının, buna rağmen, bencil görünmemek veyaolmamak için, anlamsız bir dava uğruna, hayatını fedaedebileceği, üstelik feda etmemeyi yeğlemesinin nedenleri,çıkardan bağımsız olduğundan, büyük bir cesaretle feda edeceğigibi. Ama arkadaşlık hakkımdaki düşüncelerim ne olursa olsun,sırf bana verdiği zevkten söz edecek bile olsak, ki bu dayorgunlukla can sıkıntısının arasında bir şeylere benzeyen, çokvasat bir şeydi, bize gerekli olan tahriki, kendi içimizdebulamadığımız sıcaklığı sağlayarak belirli zamanlarda değerkazanmayacak, bizi güçlendirmeyecek kadar ölümcül bir iksirolmadığı söylenebilir.

Şüphesiz, Saint-Loup'dan, bir saat önce arzuladığım şeyi, banaRivebelle kadınlarını göstermesini istemekten, şimdi çokuzaktım; Mme de Stermaria'nın yarattığı üzüntünün bendebıraktığı iz, hemen silinmeyi reddediyordu, ama tam mutluolmam için yüreğimde hiçbir neden kalmamışken Saint-Loup'nun gelişi, şüphesiz dışımda olan, ama bana kendilerinisunan, benim olmaya can atan iyiliğin, neşenin, hayatın gelişiydiadeta. Onu gördüğümde attığım çığlığa, sevinç gözyaşlarıma, obile bir anlam veremedi. Zaten diplomat, kâşif, havacı ya da Saint-Loup gibi asker olan arkadaşlardan daha çelişkili biçimde sevgidolu bir şey olamaz; ertesi gün şehir dışına, oradan da Tanrı bilirnereye gitmeden önce, bize hasrettikleri gecede yaşadıkları

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

451

duyguların, bu kadar ender ve kısa oldukları halde, onlar için nebüyük bir zevk olduğunu görüp şaşırır, bu kadar hoşlarınagittiğine göre niçin uzatmadıklarını veya daha sıktekrarlamadıklarını da anlayamayız. Bizimle yedikleri bir yemekkadar doğal bir şey, bu seyyahlara, bizim bulvarlarımızın birAsyalı'ya verdiği tuhaf, az bulunur hazzı verir. Birlikte yemeğegitmek üzere çıktık; merdiveni inerken, her akşam Robert'lebuluşmaya, restorana gittiğim Doncieres'i ve unuttuğum oküçük yemek salonlarım hatırladım. Daha önce hiç aklımagelmemiş olan bir tanesini hatırladım; Saint-Loup'nun akşamyemeklerini yediği otelde değildi, çok daha mütevazı, hanla ailepansiyonu arası bir işletmenin restoranıydı, servisi, patronkadınla hizmetçilerinden biri yapardı. Kar yüzünden oradakalmıştım. Zaten Robert o gece otelde yemeyecekti, ben de dahauzağa gitmek istememiştim. Yemeğimi yukarıya, her yanı ahşap,küçük bir odaya getirdiler. Yemek sırasında lamba sönünce,hizmetçi iki mum yaktı. Ben, tabağımı uzattığımda pek iyigöremiyormuş gibi yaparak, o tabağıma patates koyarkenyardımcı olmak bahanesiyle çıplak kolunu tuttum. Kız kolunuçekmeyince, okşadım, sonra tek kelime söylemeden kızı kendimeçektim ve mumu söndürdüm; sonra da biraz para vermekisteyerek, üstümü aramasını söyledim. Bunu izleyen günlerde,fiziksel hazzı tatmak için, yalnız o hizmetçi kız değil, o ücra, ahşapyemek odası da şartmış gibi geldi bana. Oysa Doncieres'denayrılıncaya kadar, alışkanlık ve arkadaşlık yüzünden, her akşamRobert'le arkadaşlarının yemek yediği restorana gittim yine.Üstelik Robert'le arkadaşlarının akşam yemeklerini yedikleri ooteli bile, uzun zamandır hiç düşünmemiştim.Deneyimlerimizden neredeyse hiç yararlanmayız; biraz huzurveya zevk barındırabileceğini düşündüğümüz saatleri, yazakşamlarının alacakaranlığında, kış mevsiminin erkenden çökengecelerinde, öyle yarım bırakırız. Ama bu saatler, tamamen kayıp

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

452

sayılmazlar. Aynı şekilde geçip gidecek olan, aynı derecede hafifve düz, yeni haz anlan, kendi şarkılarım söylediklerinde, busaatler, kalabalık bir orkestranın dayanağını, yoğunluğunukatarlar şarkıya. Böylece, ancak arasıra bulduğumuz, amavarlığını sürdüren türden, örnek bir mutluluğa kadar uzanırlar;söz konusu örnekte bu mutluluk, her şeyi bir yana bırakıp,anıların etkisiyle, bir doğa tablosunda seyahat vaatlerinibarındıran rahat bir ortamda, uykudaki hayatımızı bütünenerjisiyle, bütün şefkatiyle hareketlendirecek, bize kendiçabamız veya sosyete eğlenceleri sayesinde bulabileceğimizzevkten çok farklı, içten bir zevk verecek bir arkadaşla akşamyemeği yemekti; kendimizi tamamen ona vereceğimiz bu ânınduvarları arasında doğan, orada kapalı kalan dostluk sözleri, belkiertesi gün tutulmayacaktır, ama ben bu sözleri Saint-Loup'yarahatlıkla verebilirdim; çünkü o, epeyce bilgelik ve dostluğunderinleştirilemeyeceğine dair bir önseziyle birleşen bir cesaretle,ertesi gün gitmiş olacaktı.

Merdivenden inerken Doncieres gecelerini yeniden yaşamıştım;buna karşılık, sokağa çıktığımızda, sis tarafından söndürülmüşgibi görünen sokak lambalarının, ancak çok yakından, peksolgun olarak seçilebildiği, neredeyse zifirî karanlık, beni ansızın,tam olarak çıkartamadığım bir akşam vakti, Combray'yevarışımıza alıp götürdü; kent o sıralar, çok seyrek lambalarlaaydınlatılırdı, yer yer bir mumdan daha fazla ışık vermeyenlambacıkların yıldızlar gibi parladığı, beşiği hatırlatan, nemli, ılıkve kutsal bir karanlıkta, el yordamıyla ilerlerdik. Combray'deki bubelirsiz yılla, biraz önce perdelerin üstünden tekrar gözümdecanlanan Rivebelje geceleri arasında, ne büyük farklar vardı! Bufarkları algıladığımda duyduğum heyecan, tek başıma kalmışolsam, verimli olabilir, bu eserin tamamında tarihçesi aktarılangörünmez yönelim kendini ortaya koyuncaya kadar geçireceğimgereksiz yılların kaybını önleyebilirdi. O gece böyle bir şey olsaydı,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

453

bindiğimiz bu araba, koltuğunda otururken Martinville'in çankulelerinin –kısa bir süre önce bulup düzelterek boş yere LeFigaro'ya gönderdiğim– tasvirinin taslağını kafamdaoluşturduğum Doktor Percepied'nin arabasından dahahatırlanmaya değer olurdu benim için. Geçmiş yılları tekraryaşarken, kesintisiz bir süreklilik içinde, gün be gün değil de, birsabah veya akşam vaktinin serinliğinde ya da güneşinde donupkalmış, kapalı, kıpırtısız, değişmez, kayıp, her şeyden uzak biryerin gölgesi altındaki anısında yaşadığımız için midir ki, yalnızcadışımızda değil, rüyalarımızda ve gelişen kişiliğimizde deaşamalandırılmış olan, bizi hayatımız boyunca, yavaş yavaş, birzamandan çok farklı bir diğerine yönelten değişiklikler ortadankalkıverir? Farklı bir yıldan alınmış bir başka anıyı tekraryaşadığımızda, boşluklar dev unutuş yüzeyleri sayesinde, iki anıarasında adeta yükseklik farkından kaynaklanan bir uçurum,solunan havayla çevre renklendirmesinin, karşılaştırılmasımümkün olmayan nitelikleri arasındaki bağdaşmazlığı buluruz.Ama biraz önce sırayla yaşadığım Combray, Doncieres ve Rivebelleanıları arasında, bir zaman farkından çok daha fazla bir fark,maddenin aynı olmadığı iki ayrı evren arasındaki farkıhissediyordum şu anda. Rivebelle'e ait en sıradan anılarımınbenim nazarımda işlenmiş olduğu maddeyi, bir eserde taklitetmek istesem, o âna kadar Combray'nin koyu ve kaba kumtaşınabenzeyen maddeyi, bir anda, yarısaydam, yoğun, serinletici,titreşimli hale getirmem, pembe damarlar eklemem gerekirdi.

Ne var ki, Robert arabacıya gerekli açıklamayı yaptıktan sonrayanıma geldi. Ortaya çıkan fikirler, kaçıp gittiler. Bunlar, arasırayalnız başına bir ölümlüye, bir yolun dönemecinde, hattâuyuduğu sırada odasında görünmeye tenezzül eden, o uyurkenkapının eşiğinde ayakta durup, Meryem Ana'ya gebe kalacağınıhaber veren Cebrail gibi, müjdelerini getiren tanrıçalardır. Ama ikikişi olduğunuz anda yok oluverirler, topluluk içindeki insanlar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

454

asla onları göremez. Ben de kendimi tekrar arkadaşlığın içindebuldum.

Robert, geldiğinde, dışarıda yoğun bir sis olduğu konusundabeni uyarmıştı zaten, ama biz sohbet ederken, sis iyicekoyulaşmıştı. Artık, adanın üstüne çökmesini ve Mme deStermaria'yla beni sarmalamasını istediğim, hafif sis değildi.Sokak lambalarının ışığı, iki adım uzakta görünmez oluyor, etrafı,kırın ortasındaki, bir ormandaki, daha çok da, gitmeyi istediğimılık ve nemli bir Bretanya adasındaki koyu karanlık kaplıyordu;insanın ıssız hanı buluncaya kadar yirmi kere ölüm tehlikesigeçirdiği bir kuzey denizi kıyısındaki kadar kaybolmuş hissettimkendimi; sis, artık istenen bir serap olmaktan çıkmış, mücadeleyigerektiren bir tehlike olmaya başlamıştı; öyle ki, yolumuzu bulupgideceğimiz yere sağ salim varıncaya kadar, yabancı diyarlardakişaşkın yolcunun güçlüklerini, endişelerini ve –onu kaybetmetehlikesiyle karşı karşıya olmayan kişi için son derece anlamsızolan– güvenliğin verdiği mutluluğu yaşadık. Maceralıyolculuğumuz sırasında bir tek şey, bende yarattığı öfkelişaşkınlık yüzünden, keyfimi kaçıracak gibi oldu. "Biliyormusun," dedi Saint-Loup, "Bloch'a senin kendisini pek o kadar dasevmediğini, bazı yönlerini bayağı bulduğunu anlattım. Benböyleyim işte, her şeyin net olmasını isterim," diye sözünübitirdi, kendinden hoşnut ve tartışma kabul etmeyen bir tavırla.Afallamıştım. Saint-Loup, hem kendisine, bir dost olaraksadakatine beslediğim sonsuz güveni, Bloch'a söyledikleriyleboşa çıkarmıştı, hem de, bana öyle geliyordu ki, yalnız sahipolduğu meziyetler değil, kusurlar da, kibarlığı samimiyetsizliğekadar vardırabilen o olağanüstü terbiyesi ve görgüsü de, böyle birdavranışı engellemeliydi. O muzaffer edası, yapmamamızgerektiğini bildiğimiz bir şeyi itiraf ederek, bir rahatsızlığımızıbelli etmemeye çalıştığımız zaman takındığımız tavır mıydı; birdüşüncesizliğin ifadesi miydi; bilmediğim bir kusurunu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

455

meziyete dönüştüren bir budalalık mıydı; bana karşı, kendisinibenden vazgeçmeye iten, geçici bir kızgınlık nöbeti miydi; yoksabeni zor durumda bırakacak da olsa, tatsız bir şey söylemekistediği Bloch'a karşı geçici bir kızgınlığın ifadesi miydi? Ayrıca,bana bu bayağı sözleri söylerken, çehresi, Robert'de hayatta yalnızbir ya da iki kere gördüğüm, aşağı yukarı yüzünün ortasındanbaşlayıp, dudaklarına vardığında ağzını yamultan, korkunç biralçaklık, geçici ve herhalde atalarından kalma, neredeyse hayvansıbir kabalık ifadesi veren, feci bir bükülmeyle çarpılmıştı. Herhaldeancak iki yılda bir yaşadığı böyle anlarda, dedelerinden birininkişiliğinin onda yansımasıyla, kendi benliği kısmen siliniyorolmalıydı. Robert'in kendinden hoşnut tavrı kadar, "Her şeyin netolmasını isterim," sözleri de aynı kuşkuyu yaratıyor ve aynıeleştiriyi hak ediyordu. Her şeyin net olmasını istiyorsa, insanınkendisiyle ilgili olarak açıksözlülük nöbetleri geçirmesigerektiğini, işin kolayına kaçıp başkalarının sırtından erdemliolmaması gerektiğini söylemek istiyordum kendisine. Amaarabamız, geniş, camlı, parıl parıl cephesi tek başına karanlığıdelmeyi beceren restoranın önünde durmuştu bile. Sisin kendiside, içeriden taşan rahat aydınlıkta, efendilerinin duygularınıyansıtan uşakların sevinciyle, kaldırımın üzerinde girişi işareteder gibiydi; zarif nüanslarla sedeflenerek, İbraniler'e kılavuzlukeden ışıklı direk gibi, yolu gösteriyordu. Restoran müşterilerininbirçoğu da Yahudi'ydi. Bloch'la arkadaşları da, uzun zamanboyunca, hiç değilse yılda bir kez tutulan dinî oruç kadar açlıkyaratan, kahve ve siyasal merak orucunun sarhoşluğuyla,akşamları buluşmak üzere buraya gelmişlerdi. Her tür zihinselheyecan, kendisine ilişkin alışkanlıklara parlak bir değer, üstünbir nitelik kattığından, biraz gelişmiş bir zevk, mutlaka çevresinebu şekilde birleştirdiği, her bireyin, hayatta aradığı başlıca şeyolan saygıyı diğer üyelerde bulduğu bir topluluğu çeker. Böyletopluluklarda, küçük bir taşra kasabasında bile olsa, müzik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

456

tutkunları bulursunuz; zamanlarının ve paralarının büyükbölümü, oda müziği seanslarında, müzik sohbetleri yapılantoplantılarda, müzikseverlerle karşılaşılan, müzisyenlerle yanyana bulunan cafe'lerde harcanır.

Havacılığa tutkun olan kimileriyse, havaalanının tepesindekibarın garsonunun gözüne girmeye çalışır, rüzgârdan korunmuşbu barda, adeta bir deniz fenerinin camdan kafesiiçindeymişçesine, o sırada görevli olmayan bir havacınıneşliğinde, cambazlıklar yapan bir pilotun gösterilerini, bir saniyeönce görünmeyen bir başkasının, anka kuşunun kanatgürültüsüyle birden yere inişini izlerler. Zola Davası'nın geçiciheyecanlarını devam ettirmek, irdelemek üzere toplanan arkadaşgrubu da, aynı şekilde bu cafe'yi çok önemsiyordu. Ne var ki,müşterilerin diğer bölümünü oluşturan genç soylular,kendilerine iyi gözle bakmıyorlar ve cafe'nin, ilkinden,yeşilliklerle süslü, ince bir bölmeyle ayrılan ikinci salonunutercih ediyorlardı. Bu genç soylular, Dreyfus ve taraftarlarına haingözüyle bakıyorlardı; oysa yirmi beş yıl sonra, fikirlerinsınıflandırılması ve Dreyfus taraftarlığının, tarihte bir tür şıklıkkazanması için yeterli zaman geçtiğinde, aynı genç soyluların,Bolşevikleşen, valsçı oğulları, kendilerini sorguya çeken"entelektüellere", o dönemde yaşamış olsalar, mutlakaDreyfus'ten yana olacaklarını söyleyeceklerdi; üstelik, parladıklarıgün sönen başka yıldızlar olan Kontes Edmond de Pourtales veyaGalliffet Markizi gibi, Dreyfus Davası'nın da ne olduğunu pekbilmeden. O sisli gecede, ileride, bu geriye dönük Dreyfus taraftarıgenç entelektüellerin babalan olacak olan soylular, henüz bekârdelikanlılardı. Şüphesiz, her birinin ailesi, oğulları için kârlı birerevlilik tasarlamıştı, ama bunların hiçbiri gerçekleşmemişti henüz.Şimdilik potansiyel durumdaki, aynı anda birçoğu tarafındanarzulanan bu kârlı evlilik (görünürde birçok "yağlı kuyruk" vardıelbette, ama yine de yüklü çeyizlerin sayısı, taliplerin sayısından

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

457

çok daha azdı), bu gençlerin arasında bir rekabet yaratmaktanöteye gitmiyordu.

Saint-Loup'nun, arabacıya, yemekten sonra gelip bizi almasıiçin talimat verdiği sırada, içeriye tek başıma girmem, benim içintalihsizlik oldu. Bir kere, alışık olmadığım döner kapıya adımımıattığım anda, hiç çıkamayacağımı sandım. (Bu arada, meraklılarıiçin belirtelim ki, bu döner kapıya, bütün zararsız görünümünerağmen, İngilizce'deki revolving door teriminden ötürü, rovelverkapı denmektedir.) O gece, patron dışarı çıkıp ıslanmayı da,müşterilerini bırakmayı da göze alamıyor, girişin yanında durupgelenlerin, ancak zorlukla, kaybolma korkusuyla gidecekleri yerevarabilmiş insanların mutluluğuyla aydınlanarak dile getirdiklerineşeli yalanmaları dinlemenin zevkini tadıyordu. Ne var ki,camdan kanatların arasından çıkmayı beceremeyen bir yabancıyıgörünce, güleryüzlü konukseverliği kayboldu gitti. Bu alenîcehalet göstergesi, dignus est intrare[31] kelimelerini telaffuzetmeyi hiç istemeyen bir mümeyyiz gibi, kaşlarını çatmasınasebep oldu. Bu kadar talihsizlik yetmezmiş gibi, bir de gidiparistokrasiye ayrılmış salona oturduğumda, patron gelip sertçebeni oradan kaldırdı ve bütün garsonların da derhal benimsediğibir kabalıkla, öteki salonda bir yer gösterdi. Yeni yerim hiçhoşuma gitmedi; oturduğum bank zaten insanlarla dolu olduğugibi, tam karşımda, Yahudilere ayrılmış, döner olmayan bir kapıvardı ve ikide bir açılıp kapandığından, feci bir soğuk havadalgasının altındaydım. Ama patron, "Hayır efendim, sizinyüzünüzden herkesi rahatsız edemem," diyerek, yerimideğiştirmeyi reddetti. Zaten kısa bir süre sonra da, gecikmiş,rahatsız edici yemek müşterisini unuttu, kendini yeni gelenmüşterilere kaptırdı; her gelen, birasını, soğuk tavuk kanadınıveya grogunu (yemek saati çoktan geçmişti) istemeden önce,eski romanlarda olduğu gibi, bu sıcak ve güvenli sığınağagirdiğinde, macerasını anlatarak, kendine düşen payı ödüyordu;

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

458

içerisiyle kurtulunan ortam arasındaki zıtlık, restoranda, birkamp ateşinin başındaki şakalaşmaların neşesiyle dostluğununhüküm sürmesine sebep oluyordu.

Müşterilerden biri, Concorde Köprüsü'ne vardıklarınızannederek, arabayla Invalides'in etrafında üç tur attıklarını, birdiğeri, Champs-Elysees Caddesi'nden aşağı inmeye çalışırkenarabasının Rond-Point'de bir ağaçlığa girdiğini, kırk beş dakikadaancak çıkabildiğini anlatıyordu. Ardından, sisle, soğukla vesokaklardaki ölüm sessizliğiyle ilgili sızlanmalara sıra geliyordu;bunlar, benim yerim haricinde sıcak olan salonun hoş atmosferi,görmemeye alışmış olan gözleri kırpıştıran bol ışık ve kulaklaratekrar faaliyete geçme imkânı veren sohbetler yüzünden, büyükbir neşeyle dile getiriliyor ve karşılanıyordu.

Suskun kalmak, gelenler için bir eziyetti. Başlarından geçen, birtek kendilerine özgü zannettikleri olayları anlatmaya canatıyorlar, sohbete girebilecekleri birini arıyorlardı. Patron bile,mesafe duygusunu kaybediyordu; hiç çekinmeden, gülerek,"Sayın Foix Prensi, Saint-Martin Kapısı'ndan gelirken üç kereyolunu kaybetmiş," diyerek bir tiyatro temsilindeymişçesine,ünlü aristokratı, başka bir günde, yeşilliklerle süslü bölmeyenazaran aşılması çok daha zor bir engelle ayrılacağı Yahudi biravukata gösterdi. "Üç kere ha! İnanılır gibi değil!" dedi avukatşapkasına dokunarak. Prens, yakınlaşma çabasıyla söylenmiş busözlerden hoşlanmadı. Prensin ait olduğu aristokratlartopluluğunun tek faaliyeti, birinci sınıf olmadıkları sürece,soylulara bile yönelen bir küstahlıktı adeta. Selamlara karşılıkvermemek; kibar bir adam, aynı hatayı tekrarlayacak olursa, sinsibir tavırla bıyık altından gülmek veya öfkeyle kafasını arkayadoğru fırlatmak; kendilerine bir hizmette bulunmuş yaşlı biradamı tanımazlıktan gelmek; el sıkışmayı ve selamlaşmayı sadecedüklere ve düklerin tanıştırdığı çok yakın dostlarına ayırmak: işte

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

459

bu gençlerin ve özellikle de Foix Prensi'nin tavırları böyleydi.İlkgençliğin düzensiz hayatı, bu tavırları kamçılardı (budönemde, burjuvalar bile nankör, kaba görünür: insan, birvelinimetine, karısını kaybettiğinde, aylar boyunca bir mektupyazmayı unutur, sonra da, işi kolaylaştırmak için, kendisiyleselamı keser), ama böyle bir tavır, özellikle de, had safhada bir kastsnobizminden kaynaklanırdı. Mamafih, tıpkı belirtileri orta yaştahafifleyen kimi sinirsel hastalıklar gibi, gençliklerinde tahammüledilmez delikanlılar olan kişilerde, bu snobizm, genellikle yaşlabirlikte bu kadar düşmanca ifade edilmez olurdu. Gençlik geçipgittikten sonra, küstahlığa hapsolmaya devam edildiği çokenderdir. Bir tek küstahlığın var olduğu zannedilirken, birden,insan prens de olsa, müziğin, edebiyatın, hattâ milletvekilliğininde var olduğu farkedilir. İnsani değerlerin sırası değişir ve birzamanlar dik dik bakılan kişilerle sohbete girilir. Bu kişilerden,bekleme sabrını gösterebilmiş, yeterince –deyim yerindeyse– iyikarakterli olanlarının, yirmi yaşındayken, sertçe kendilerindenesirgenen iyi niyet ve yakınlığı, kırk yaşında görmektenhoşnutluk duyabilmeleri için, iyi şanslar dilemek gerekir!

Foix Prensi'yle ilgili olarak, yeri gelmişken şunu belirtmekgerekir ki, sayıları on ikiyle on beş kişi arasında değişen bir yakınçevresi, bir de dört kişilik, daha sınırlı bir arkadaş grubu vardı. Oniki-on beş kişilik çevrenin belirgin bir özelliği, sanıyorum prenshariç, bu gençlerden her birinin, iki ayrı yönü olmasıydı. Borçiçinde yüzen bu gençler, esnafın, tüccarın gözünde, kendilerine,"Saygıdeğer kont, saygıdeğer marki, saygıdeğer dük..." demektenpek hoşlandıkları halde, beş para etmez adamlardı. Bu durumdan,meşhur kârlı evlilikler, "vurgunlar" sayesinde sıyrılmayıumuyorlardı; göz diktikleri yüklü çeyizlerin sayısı da dördü veyabeşi geçmediğinden, birçoğu, aynı nişanlı adayını ele geçirmekiçin, gizlice hazırlıklarını yapıyorlardı. Sır o kadar iyi saklanıyorduki, aralarından biri, cafe'ye geldiğinde, "Sevgili dostlarım, hepinizi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

460

çok sevdiğimden, Mile d'Ambresac'la nişanlandığımızı ilanediyorum," dediği zaman, herkesten haykırışlar yükseliyor,birçoğu, bu nişanın kendileriyle yapılacağından hiç kuşkuduymadıkları için, ilk anda, öfke ve şaşkınlıklarını ifade eden birnidayı bastıracak soğukkanlılığı, kendilerinde bulamıyorlardı;Châtellerault Prensi, Mile d'Ambresac'ın nişanlandığının, amakendisiyle, Châtellerault'yla nişanlandığının yakındaduyurulacağını zannettiğinden, şaşkınlık ve umutsuzluklaçatalını düşürüyor, "Eee, evleneceğine memnun musun Bibi?"diye haykırmaktan kendini alamıyordu. Oysa, babasınınAmbresac'lara, Bibi'nin annesinin aleyhine, ustalıkla neleranlattığını, Tanrı biliyordu. "Eee, evleneceğine memnunmusun?" diye Bibi'ye tekrar sormaktan kendini alamıyordu;Bibi'yse, nişan "neredeyse resmileştiğinden" beri, nasıl bir tavırtakınacağını düşünmek için bol bol vakit bulduğundan, dahahazırlıklı, gülümseyerek cevap veriyordu: "Evleneceğimememnun değilim, canım hiç istemiyordu evlenmeyi; harikuladebulduğum Daisy d'Ambresac'la evleneceğime memnunum." Bucevabın verilmesine kadar geçen süre içinde, M. de Châtelleraulttekrar yerine oturmuştu, ama hiç vakit kaybetmeden, 2 ve 3numaralı yağlı kuyruklar olan MUe de la Canourque veya MissFoster'a doğru çark etmek, Ambresac'la evliliğini bekleyenalacaklılardan, sabretmelerini rica etmek ve son olarak da,kendisinin Mile d'Ambresac'ın büyüleyici bir hanım olduğunubildirdiği kişilere, bu evliliğin Bibi için iyi olacağını, ama kendisionunla evlense, ailesiyle, bütün akrabalarıyla bozuşacağınıaçıklamak gerektiğini düşünüyordu. Mme de Soleon'un, işi,kendilerini evine kabul etmeyeceğini söylemeye vardırdığını ilerisürecekti.

Ne var ki, tüccar, restoran sahibi gibi kişilerin gözünde önemsizşahıslar olan bu iki yönlü varlıklar, yüksek sosyetenin içinegirdikleri anda, artık servetlerinin çöküşüyle, durumlarını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

461

düzeltmek için giriştikleri hazin uğraşlarla değerlendirilmezlerdi.Tekrar saygıdeğer prens, saygıdeğer dük olurlar, kaç kuşaktırsoylu olduklarına göre sayılırlardı. Neredeyse milyarder olan,görünürde her şeyi şahsında toplamış olan bir dük, onlardansonra gelirdi; çünkü onlar soylarının reisleri olarak, bir zamanlarpara basma vs. haklara sahip oldukları küçük ülkelerinhükümdarları olmuşlardı. Bu cafe'de, çoğu kez, biri içerigirdiğinde, diğeri başını önüne eğer, gireni kendisine selamvermek zorunda bırakmazdı. Çünkü hayalci servet arayışı içinde,bir bankeri yemeğe davet etmiş olurdu. Bir yüksek sosyetemensubu, ne zaman bu şartlarda bir bankerle ilişkiye geçse,banker kendisine bir yüz bin frank kaybettirir; buna rağmen,yüksek sosyete mensubu, başka bankerlerle temas kurmayısürdürür. Mum yakmaya ve hekimlere danışmaya devam edilir.

Ancak, zengin Foix Prensi, yaklaşık on beş gençten oluşan buşık çevrenin yanısıra, Saint-Loup'nun da aralarında bulunduğu,dört kişilik, daha kapalı ve sıkı bir arkadaş grubuna da dahildi. Budört genç, her yere mutlaka birlikte davet edilir, kendilerindenjigololar dörtlüsü diye söz edilir, gezintilerde hep bir aradagörülürler, şatolarda kendilerine yan yana odalar verilirdi; öyle ki,hepsi de çok yakışıklı olduğundan, samimiyetleri, söylentilere yolaçardı. Saint-Loup konusunda, bu söylentileri resmenyalanlayabilecek durumdaydım. Ancak, garip olan şu ki, dahasonra bu söylentilerin, doğru ve dördü için de geçerli olduğuanlaşıldığı halde, her biri, diğer üçünden tamamen habersizdi.Oysa her biri, diğerleri konusunda bilgi edinmeye uğraşmıştı,belki bir isteği veya daha ziyade bir hıncı tatmin etmek, bir evliliğiengellemek, sırrını açığa çıkardığı arkadaşı karşısında üstünlükkazanmak için. Bu dört Platoncu'ya, diğerlerinin hepsinden dahaPlatoncu bir beşincisi eklenmişti (dörtlü gruplar daima dörtkişiden daha kalabalıktır). Ne var ki, dinsel kaygılar kendisiniuzun süre engellemişti; ta ki, dörtlü dağıtıldıktan çok sonra,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

462

kendisi bir aile babasıyken, bir yandan Lourdes'da, bir sonrakiçocuğunun oğlan veya kız olması için dua ederken, bir yandan daaskerlerin üstüne atlayıncaya kadar.

Prensin, konumuna rağmen, kendi önünde söylenen sözlerinona hitaben söylenmiş olmaması, öfkesini biraz yatıştırdı. Ayrıca,bu gecenin istisnai bir yanı vardı. Zaten avukatın, Foix Prensi'yleilişki kurma şansı, soylu beyefendiyi cafe'ye getirmiş olanarabacınınkinden fazla değildi. Bu yüzden de prens, sis sayesinde,adeta dünyanın bir ucundaki, rüzgârın uğuldadığı veya sisegömülmüş bir sahilde karşılaşılan bir yol arkadaşı olanmuhatabına, yine de kurumlu bir tavırla ve ortaya konuşarak,"Mesele kaybolmak değil, yolunu tekrar bulamamak," diye cevapvermekte bir sakınca görmedi. Bu düşüncenin doğruluğu,patrona ilginç geldi; çünkü bu gece birçok kez duymuştu ifadeedildiğini.

Zaten patronun, daima duyduğu ya da okuduğu şeyi öncedenbildiği bir metinle karşılaştırmak gibi bir alışkanlığı vardı ve aradabir fark göremediğinde, içinde bir hayranlık duygusu kabarırdı.Bu anlayışın üzerinde önemle durulması gerekir, çünkü siyasetkonuşmalarına, gazetelerin okunmasına uygulandığında,kamuoyunu oluşturur ve böylece çok büyük olaylara imkânverir. Birçok Alman cafe sahibi, sadece müşterilerine ya dagazetelerine duydukları hayranlıkla, Agadir Olayı'nda, Fransa,İngiltere ve Rusya'nın, Almanya'yı "kışkırttıklarını" söyleyerek,bir savaşı mümkün kılmışlardı; ne var ki, savaş patlamadı.Tarihçiler, halkların hareketlerini, kralların iradesiyleaçıklamaktan vazgeçmekle hata etmemişlerdir, ancak, krallarıniradesinin yerine, sıradan yurttaşın psikolojisini koymalarıgerekir.

Bulunduğum cafe'nin sahibi, siyaset konusunda, ezber hocasızihniyetini, bir süredir sadece Dreyfus Davası'na ilişkin birkaç

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

463

parçaya uygulamaktaydı. Bilinen terimleri, bir müşterininkonuşmasında veya bir gazetenin sütunlarında bulamadığızaman, makalenin can sıkıcı veya müşterinin samimiyetsizolduğu sonucuna varıyordu. Foix Prensi'ne ise, o kadar hayranoldu ki, neredeyse prensin cümlesini tamamlamasına vakitbırakmadı. "Çok güzel söylediniz sayın prens, çok güzelsöylediniz, çok doğru, çok doğru!" diye haykırdı (bu sözlerinanlamı, netice itibarıyla, hata yapmadan ezbere okunmuşdemekti); Binbir Gece Masalları'nın ifadesiyle, "sınırsız birtatminle ferahlayarak". Ama prens, küçük salonda gözdenkaybolmuştu bile. Daha sonra, en garip olayların ardından bilehayat devam ettiğinden, sis denizinden çıkanların kimi içkilerini,kimi de yemeklerini ısmarlamaya koyuldular; bunların arasında,günün olağandışı özelliğinden ötürü büyük salondaki iki masayayerleşmekte sakınca görmeyen Jockey Kulübü üyeleri de vardı,çok yakınımda oturuyorlardı. İşte böylece felaket, küçük salonlabüyük salon arasında bile, sis denizinde uzun süren yanılmalarsonunda, restorandaki rahatlığın uyardığı bütün bu insanlararasında, herhalde Nuh'un gemisinde hüküm süren yakınlığabenzer, bir tek benim dışında bırakıldığım bir yakınlık yaratmıştı.

Ansızın, patronun yerlere kadar eğildiğini, istisnasız bütünşefgarsonların koşuşturduğunu gördüm; bütün müşterilerdönüp bakıyordu. "Çabuk Cyprien'i çağırın, sayın Saint-LoupMarkisi'ne bir masa ayarlayın!" diye haykırıyordu patron; Robertonun gözünde, Foix Prensi nezdinde bile gerçek bir itibarı olan,büyük bir soylu olmakla kalmayıp, hayatını doludizgin yaşayanve bu restoranda çok para harcayan bir müşteriydi aynı zamanda.Büyük salondaki müşteriler merakla bakıyor, küçüksalondakilerse, birbirleriyle yarışırcasına, ayaklarını silenarkadaşlarına sesleniyorlardı. Ama Robert, tam küçük salonagirecekken, büyük salonda beni gördü. "Aman Tanrım!" diyebağırdı. "Ne işin var senin orada, üstelik tam karşında kapı açık,"

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

464

deyip, patrona öfkeli bir bakış fırlatınca, patron kabahatigarsonlara yükleyip, "Hep söylüyorum kapıyı kapalı tutmalarını,"diyerek, kapıyı kapamak üzere koştu.

Robert'in yanma gidebilmek için, hem kendi masamdakileri,hem de önümdeki masalarda oturanları rahatsız etmek zorundakaldım. "Niye kalktın yerinden? Burayı küçük salona tercih miettin? Ama yavrucuğum, donacaksın burada. Şu kapıyı lütfeniptal edin," dedi patrona. "Derhal saygıdeğer marki, bundan sonragelen müşteriler küçük salondan geçerler, olur biter." Gayretiniiyice gösterebilmek için, bir şefgarsonla birçok garsonu, bu işlemiyerine getirmekle görevlendirdi; bir yandan da, talimatı harfiyenyerine getirilsin diye, yüksek sesle tehditler savuruyordu. Beniçeri girdiğimden beri değil de, ancak Saint-Loup'nun gelişindensonra gösterildiğini unutayım diye, bana aşırı saygı gösterilerindebulunuyor, bir yandan da, bu saygının, zengin aristokratmüşterisinin bana gösterdiği dostluktan kaynaklandığınızannetmeyeyim diye, son derece kişisel bir yakınlığı ifade eden,küçük gülücükler gönderiyordu gizlice.

Arkamdaki bir müşterinin sözleri, bir an başımı çevirmemesebep oldu. "Tavuk kanadı, pekala, biraz da şampanya, ama fazlasek olmasın," sözleri yerine, "Gliserini tercih ederim. Evet, sıcakolursa daha iyi olur," dendiğini duymuştum. Kendine böyle birmönüyü reva gören çilecinin kim olduğunu merak etmiştim.Garip gurme beni görmesin diye, hemen başımı Saint-Loup'yaçevirdim. Tanıdığım bir hekimmiş meğer; bir hastası, sisi fırsatbilip onu bu cafe'de kıstırarak, bir şey danışıyordu. Hekimler deborsacılar gibi, "ben" diye konuşurlar.

Bu arada, Robert'e bakarak, şunları düşünüyordum: Bu cafe'deve hayatta da, birçok yabancı, entelektüel, her türden acemiressam vardı ki, her biri, iddialı pelerinlerinin, 1830'dan kalmakravatlarının ve hepsinden çok da, beceriksiz hareketlerinin yol

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

465

açtığı gülüşmelere ses çıkarmayan, hattâ aldırmadıklarınıgöstermek için bu gülüşmelere bilerek çanak tutan, oysa gerçekbir zihinsel ve manevi değere, yoğun bir duyarlığa sahipinsanlardı. Bunlar –özellikle Yahudiler, tabii uyum göstermemişolanları, diğerleri söz konusu olamazdı– garip, gülünç birgörünüme tahammül edemeyen insanların hoşuna gitmezdi(Albertine'in Bloch'tan hoşlanmaması gibi). İnsan genelliklesonradan farkederdi ki, saçlarının fazla uzun, burunlarının vegözlerinin fazla iri, hareketlerinin teatral ve kesik kesik olması gibidezavantajları bulunduğu halde, kendilerini bunlara dayanarakyargılamak çocukluktu; zihinleri ve yürekleri geniş, yakındantanındıklarında, yürekten sevilebilecek insanlardı. ÖzellikleYahudiler arasında, annesiyle babası yürekten cömert, açık fikirlive samimi olmayanları, pek enderdi; öyle ki, onların yanında,Saint-Loup'nun annesiyle Guermantes Dükü,duygusuzluklarıyla, sadece skandalları kınayan yüzeyseldindarlıklarıyla ve kaçınılmaz biçimde (biricik değer verilen şeyolan zekânın beklenmedik yollarından) muazzam bir paraevliliğine varan bir Hıristiyanlığı ailece övmeleriyle, pek kötü birahlâki tablo çizerlerdi. Ne var ki, Saint-Loup'da, ailesinin kusurlarınasıl birleşip yeni bir meziyetler bütünü yaratmışsa, büyüleyicibir fikir ve gönül açıklığı hâkimdi. O zaman da, Fransa'nınölümsüz şânı için şunu belirtmek gerekir ki, bu meziyetler, isteraristokrat olsun, ister halktan, safkan bir Fransız'dabulunduğunda, ne kadar değerli olursa olsun, bir yabancıdabulamayacağımız bir zarafetle filizlenirler –açılırlar diyemeyiz,çünkü ölçülülük ve kısıtlama, ısrarla varlığını korur. Zihinsel veahlâki meziyetler, başkalarında da vardır şüphesiz; onlaraulaşmak için önce hoşa gitmeyen, rahatsız eden, komik şeyleriaşmak gerekse de, bu, meziyetlerin değerini azaltmaz. Yine de,dürüstçe yargılandığında güzel bulunan, zihin ve yürektarafından değerli görülen şeyin, her şeyden önce göze hoş

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

466

gelmesi, zarif renklere, kusursuz bir biçime sahip olması, içindekimükemmeliyeti madde ve biçimde de sergilemesi, güzel ve belkide yalnızca Fransızlara ait bir şeydir. Saint-Loup'ya bakıyor ve içgüzelliklere açılan bir dehliz görevini yüklenen fiziksel birçirkinliğin olmamasının, burun kanatlarının, Combrayçevresinde, kır çiçeklerine konan küçük kelebeklerin kanatlarıgibi kusursuz ve zarif olmasının, güzel bir şey olduğunudüşünüyordum; sırrı XIII. yüzyıldan beri kaybolmamış,kiliselerimizle birlikte yok olup gitmeyecek olan gerçek opusfrancigenum,[32] Saint-Andre-des-Champs'ın taştanmeleklerinden ziyade, çehreleri, ünlü sundurmadaki kadargeleneksel bir incelik ve açıklıkla, ama yaratıcı olmaya devamederek yontulmuş, soylu, burjuva veya köylü Fransızlardır diyedüşünüyordum.

Patron, kapının kapanmasını ve yemek siparişini (herhaldekümes hayvanları pek iyi olmadığından, sığır eti yememiz içinçok ısrar etmişti) bizzat denetlemek üzere gitti; sonra dönüpsayın Foix Prensi'nin, saygıdeğer markiden, gelip yakındaki birmasada yemek yemek üzere izin istediğini bildirdi. "Ama hepsidolu," diye cevap verdi Robert, bizimkinin önünü tıkayanmasalara bakarak. "Onu hiç merak etmeyin; saygıdeğer markiarzu ederlerse, bu beylerden yerlerini değiştirmelerini rica ederim.Saygıdeğer marki istedikten sonra mesele değil!" - "Sen karar ver,"dedi Saint-Loup bana; "Foix iyi çocuktur, canını sıkar mı bilmem,birçok kişiden daha akıllıdır." Robert'e, prenstenhoşlanacağımdan emin olduğumu, ama onunla yemek yemefırsatı bulmuşken, bu kadar mutluyken, baş başa olmayı daistediğimi söyledim. "Ah, sayın prensin mantosu ne kadar güzel!"dedi patron, biz karar vermeye çalışırken. "Evet, biliyorum omantoyu," diye cevap verdi Saint-Loup. Robert'e, M., deCharlus'nün beni tanıdığını yengesinden gizlediğini anlatmak veniçin böyle bir şey yapmış olabileceğini sormak istiyordum, ama

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

467

M. de Foix'nin gelişi beni engelledi. Prens, dileğinin kabul edilipedilmediğini öğrenmek için gelmiş, iki adım ötemizdeduruyordu. Robert bizi tanıştırdı, ama benimle konuşacağı şeylerolduğundan, baş başa kalmayı tercih ettiğini arkadaşındangizlemedi. Prens, ayrılmadan önce bana selam verip Saint-Loup'yu işaret ederek, adeta daha uzun olmasını istediği birtanışma bu kadar kısa oldu diye, onun adına özür diler gibi,gülümsedi. O sırada Robert, ansızın aklına bir şey gelmiş gibi,bana, "Sen otur, yemeğe başla, hemen döneceğim," diyerek,arkadaşıyla birlikte küçük salonda gözden kayboldu.Tanımadığım şık gençlerin, Balbec'te tanıştığım, büyükanneminhastalığı sırasında bana son derece ince bir yakınlık göstermişolan genç Lüksemburg Grandükü vârisi (eski Nassau Kontu)hakkında, gayet abes ve kötü niyetli hikâyeler anlattıklarınıduymak, beni çok üzdü. Bir tanesinin iddiasına göre, grandükvârisi, Guermantes Düşesi'ne, "Karım geçerken herkesin ayağakalkmasını istiyorum," demiş, düşes de, "Karın geçerken ayağakalkılması gerekiyorsa, büyükannesinden sonra büyük birdeğişiklik olacak, onun için erkekler yatardı," diye cevap vermiş(böyle bir cevap, espriden yoksun olacağı gibi, gerçekten de uzakolurdu; çünkü genç prensesin büyükannesi, hayatı boyunca,dünyanın en namuslu kadını olmuştu). Sonra, grandükvârisinin, bu yıl Balbec'e, teyzesi Lüksemburg Prensesi'ni ziyaretegittiğini anlattılar; Grand Hötel'e inmiş ve otel müdürüne(arkadaşım olan), mendireğe Lüksemburg flamasını çekmedi diyeşikâyette bulunmuş. Bu flama, İngiltere veya İtalya bayraklarıkadar tanınıp kullanılmadığından, bulunup getirtilmesi birkaçgün sürmüş, genç grandük de buna çok sinirlenmiş. Buhikâyenin tek kelimesine bile inanmamakla birlikte, Balbec'e gidergitmez otel müdürünü sorguya çekip, tamamen uydurmaolduğunu onaylatmaya söz verdim kendi kendime. Saint-Loup'yu beklerken, restoran sahibinden ekmek istedim. "Derhal

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

468

sayın baron." - "Ben baron değilim," diye cevap verdim, şakadanüzülmüş gibi yaparak. "Ah, afedersiniz, sayın kont!" İkinci biritirazda bulunmaya vaktim olmadı –olsaydı, şüphesiz ardından"Sayın Marki" olacaktım–, çünkü Saint-Loup gerçekten de dediğikadar çabuk döndü; kolunda beni ısıtmak için almış olduğunuanladığım, prensin kocaman, vikunya yününden mantosunututuyordu. Bana rahatsız olmamam için uzaktan işaret ederekgeldi; onun oturabilmesi için masanın çekilmesi ya da benim yerdeğiştirmem gerekirdi. Robert, büyük salona girer girmez,duvarlar boyunca bütün salonu çepeçevre dolaşan ve benimharicimde, Jockey Kulübü'nden, Robert'in tanıdığı, küçüksalonda yer bulamamış üç dört gencin de oturduğu kırmızı kadifebankların üstüne sıçrayıverdi. Masalar arasında, belli biryükseklikte, elektrik telleri geriliydi; Saint-Loup hiç aldırmadan,engelli koşudaki bir yarış atı gibi, ustaca üzerlerinden atlıyordu;bunun sırf benim için, beni çok basit bir hareketi yapmazahmetinden kurtarmak için yapılmasından ötürü utanıyordum,ama aynı zamanda arkadaşımın bu cambazlıkta gösterdiğiustalığa da hayran olmuştum; hayran olan bir tek ben değildim;patron ve garsonlar da, şüphesiz bu kadar aristokrat ve cömertolmayan bir müşteri sergilese, pek hoşlanmayacakları bu gösterikarşısında, koşu alanındaki atyarışı meraklıları gibibüyülenmişlerdi; bir komi, felç inmiş gibi kıpırtısız, elinde yantaraftaki müşterilerin beklediği bir tabakla, duruyordu; Saint-Loup, arkadaşlarının arkasından geçmesi gerektiğinde, arkalığınüstüne çıkıp dengesini koruyarak yürüyünce, salonun arkatarafından ölçülü alkışlar duyuldu. Nihayet benim hizamageldiğinde, hükümdar tribününün önüne varan bir komutanınşaşmazlığıyla, bir anda hızını kesti ve eğilerek, kibarca, saygıylavikunya mantoyu bana uzattı; hemen ardından da, yanımaoturup benim kıpırdamama mahal bırakmadan, hafif ve sıcak birşal halinde mantoyu omuzlarıma yerleştirdi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

469

"Aklıma gelmişken söyleyeyim," dedi Robert, "dayım Charlus,seninle bir şey konuşacakmış. Seni yarın akşam evinegöndereceğime söz verdim kendisine."

"Ben de zaten sana dayından söz edecektim. Ama yarın akşam,yengen Guermantes Düşesi'ne yemeğe gideceğim."

"Evet, yarın Oriane'in evinde müthiş bir ziyafet var. Ben davetlideğilim. Ama Palamede Dayım senin gitmeni istemiyor. İptaledemez misin? Etmesen de, sonra Palamede Dayıma git. Senimutlaka görmek istediğini sanıyorum. Saat on bir civarında oradaolabilirsin pekala. On birde, unutma, ben ona haber veririm.Dayım çok alıngandır. Gitmezsen kızar sana. Zaten Oriane'indavetleri hep erken biter. Sadece yemek yersen, rahatlıkla on birdedayımda olabilirsin. Aslında benim Oriane'ı görmem gerekiyordu;Fas'taki görevimi değiştirmek istiyorum. Bu konularda çokyardımseverdir; General de Saint-Joseph'e de sözü geçer, bukonudaki yetkili o. Ama sen bir şey söyleme kendisine. ParmaPrensesi'ne çıtlattım, gerisi gelir. Ah, Fas o kadar ilginç ki! Sanaanlatacak çok şeyim var. Çok zeki insanlar var orada. Zekâbenzerliğini hissediyorsun."

"Sence Almanlar bu işi savaşa vardıracaklar mı?""Hayır, durumdan hoşnut değiller; esasında çok da haklılar.

Ama imparator barıştan yana. Bize boyun eğdirmek için, hepsavaş istiyorlarmış gibi yapıyorlar. Poker oynar gibi. II.Wilhelm'in ajanı Monako Prensi, boyun eğmezsek Almanya'nınbize saldıracağını gizlice haber vermeye geliyor. Biz de boyuneğiyoruz. Ama boyun eğmesek, savaş filan olmayacak.Günümüzde bir savaş olsa, ne kadar evrensel bir şey olacağınıdüşünmek yeterli. Tufan' dan, Tanrıların Şafağı'ndan daha büyükbir felaket olurdu. Yalnız daha kısa sürerdi."

Robert, kendine benzer bütün yolcular gibi, ertesi gün birkaç

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

470

aylığına şehir dışına gideceği ve Fas'a (ya da başka bir yere)dönmeden önce, Paris'e sadece iki günlüğüne uğrayacağı halde,bana dostluktan,, tercihlerden, özlemden söz etti; o geceki yürekyangınıma atıverdiği kelimeler, kalbimde tatlı hülyalar uyandırdı.Ender baş başa sohbetlerimiz, özellikle de o geceki sohbetimiz,hafızamda hep ayrı bir yer tutmuştur. Benim için olduğu gibi,onun için de dostluğun gecesiydi bu. Oysa benim o andahissettiğim dostluk (bu yüzden biraz da vicdan azabıduyuyordum), korkarım ki onun bulmak isteyeceği dostluktanuzaktı. Onun sıçrayarak ilerleyip zarif bir şekilde hedefineulaşmasını seyretmekten duyduğum haz henüz geçmemişken,bu hazzın, duvar boyunca, bankın üzerinde yapılan herhareketin, belki Saint-Loup'nun kişiliğinin, ama daha çokdoğuştan ve eğitimle soyundan aldığı yapısının içinde, biranlamı, bir sebebi olmasından kaynaklandığını hissediyordum.

Güzellik alanında değil de, davranışlarda şaşmaz bir zevk, yani,yeni bir durumda, şık insanın –tıpkı bilinmedik bir parçayıçalması istenen bir müzisyen gibi– durumun gerektirdiğiduyguyu, hareketi hemen kavrayıvermesini ve en uygun işleyişi,tekniği uygulamasını sağlayan bir zevk ve birçok genç burjuvayı,hem görgü kurallarına aykırı davranıp başkalarının gözündegülünç duruma düşme, hem de arkadaşlarının gözüne fazlasıylanazik görünme korkusuyla felce uğratacak herhangi bir kaygıolmadan, kaygı yerine, Robert'in şüphesiz kendi yüreğinde hiçhissetmediği, kalıtımla bedenine geçmiş olan, atalarınındavranışlarını, karşılarındaki kişinin ancak gururunu okşayabilir,çok hoşuna gidebilir diye düşündükleri bir teklifsizliklebiçimlendirmiş bir küçümsemeyle bu zevkin kullanılmasına izinveren bir kendine güven; onca maddi imkânı hiçe sayarak (burestorandaki bol keseden harcamaları, onu başka yerlerde olduğugibi burada da en popüler, en sevilen müşteri haline getirmişti vebu konumu, yalnız bütün hizmetkârların değil, en seçkin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

471

gençlerin de ona yakınlık göstermesiyle, iyice vurgulanıyordu),arkadaşımın, sırf bana daha zarif ve daha hızlı bir biçimdeulaşabilmesini sağladığı için hoşuma giden, görkemli bir yolmisali, gerçek ve simgesel anlamda ayaklarıyla çiğnediği bordobanklar gibi, bu imkânları da çiğnemesine yol açan soylu bircömertlik; işte hepsi aristokrasinin özünde bulunan bu özellikler,benimki gibi donuk ve karanlık değil, anlamlı ve saydam olan bubedenin ardında, bir sanat eserinin ardında onu yaratan çalışkan,etkin gücün yansıması gibi, yansıyor ve Robert'in duvar boyuncagerçekleştirdiği çevik koşunun hareketlerini, bir frizin üzerineyontulmuş atlıların hareketleri kadar anlaşılır ve büyüleyicikılıyordu. Robert, "Heyhat!" diye düşünebilirdi. "Gençliğimi,soyluluğu küçümseyerek, sadece adalete ve zekâya saygıduyarak, mecburi arkadaşlıkların dışında, sırf güzel konuşuyorlardiye, beceriksiz, kötü giyimli dostlar seçerek geçirmeye değermiydi, sonunda ortada görünen, değerli bir anı olarak saklanantek benliğim, benim irademle, çabalayarak, hak ederek, istediğimgibi biçimlendirdiğim benliğim değil, benim eserim olmayan,hattâ ben bile olmayan, hep küçümsediğim, yenmeye çalıştığımbir benlik olduktan sonra; en yakın dostumu böyle sevmemedeğer miydi, bende bulacağı en büyük haz, benim kendimden çokdaha genel bir şeyi keşfetmek, onun söylediği ve samimi olarakdüşünemeyeceği gibi bir arkadaşlık hazzı değil, zihinsel vekayıtsız bir haz, bir tür sanat hazzı olduktan sonra?" Saint-Loup'nun zaman zaman bunu düşünmüş olmasındankorkuyorum bugün. Eğer öyleyse, yanılmış. Aksine, Robert,bedeninde doğuştan var olan esneklikten daha yüce bir şeylerisevmemiş, onca zaman, soylulara özgü kibirden kopukyaşamamış olsa, çevikliğinde bile daha fazla bir özen, bir ağırlık,davranışlarında önemli bir bayağılık olurdu. Tıpkı Mme deVilleparisis'nin, konuşmasında ve hatıratında –aslında zihinselolan– havailik duygusunu yaratabilmek için, çok ciddi olması

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

472

gerekmesi gibi, aynı şekilde Saint-Loup'nun bedeninin de,aristokratlığı böylesine barındırabilmesi için, aristokratlığın, dahayüce hedeflere yönelen zihnini terk etmesi, bedeninde eriyerek,bilinçdışı, soylu çizgiler halinde sabitlenmesi gerekiyordu. Budurumda, zihinsel seçkinliği, fiziksel seçkinlikten yoksundeğildi; fiziksel seçkinliği ise, zihinsel karşılığı olmasa, eksikkalırdı. Bir eserin, düşüncelerin yüksek niteliğini yansıtması için,sanatçının, düşüncelerini eserinde doğrudan ifade etmesinegerek yoktur; hattâ Tanrı'ya en büyük övgünün, Yaradılış'ı, biryaratıcıdan vazgeçebilecek kadar mükemmel bulan ateistin inkârıolduğu söylenmiştir. Ayrıca, duvar boyunca bir koşu frizisergileyen bu genç süvaride takdir ettiğim şeyin, sadece bir sanateseri olmadığını da biliyordum; benim uğruma terk ettiği(Navarra kraliçesi, VII. Charles'ın torunu Catherine de Foix'ninsoyundan gelen) genç prens, önüme serdiği soyluluğu ve serveti,üşüyen bedenimi vikunya mantoyla sararken sergilediğigüvende, beceride ve nezakette yaşamaya devam edenküçümseyici, esnek ecdadı, bütün bunlar, onun hayatındabenden daha eski dostlar sayılmaz mıydı? Ben bunların bizi daimaayıracağını zannederken, Robert aksine, ancak yüksek bir zekâdüzeyinde, hareketlerinin yansıttığı ve mükemmel dostluğungerçekleştiği o en üstün serbestlikle yapılabilecek bir seçimle,onları bana feda ediyordu.

Bir Guermantes'in teklifsizliğinin –Robert'de, kalıtımsal kibir,gerçek bir manevi alçakgönüllülüğün bilinçdışı zarafetedönüşmüş kılıfı olduğundan, bu teklifsizlik kibarlık halindesergilenirken– nasıl bayağı bir kurumu ortaya koyabildiğim,henüz yanlış anladığım kişilik kusurlarının, aristokratalışkanlıklarıyla üst üste bindiği M. de Charlus'de değil,Guermantes Dükü'nde görebilmiştim. Oysa dük de,büyükannemin bir zamanlar Mme de Villeparisis'nin evindekarşılaştığında hiç hoşlanmadığı bayağı bütünlüğün içinde, yer

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

473

yer köklü bir asalete sahipti; bunu Saint-Loup'yla geçirdiğimgecenin ertesi günü, dükün evine akşam yemeğine gittiğimdegördüm.

Bu asaleti, dükte de, düşeste de, tıpkı ilk seyrettiğimde, Berma'yımeslektaşlarından ayıran farkı göremeyişim gibi, ikisiniteyzelerinin evinde gördüğümde farketmemiştim; üstelikayrıntılar, amaçlar ne kadar gerçek ve zihin tarafından ne kadarkavranır olursa, o kadar belirginleştiğinden, Berma'da, sosyetemensuplarına kıyasla, çok daha çarpıcıydı. Bununla birlikte,sosyal farklar ne kadar küçük olursa olsun (o kadar ki, Sainte-Beuve gibi kılı kırk yaran bir tasvirci, Mme Geoffrin'in, MmeRecamier'nin ve Mme de Boigne'in salonları arasındaki inceayrımları ortaya koymak istediğinde, hepsi öyle benzeşir ki,yazarın haberi olmadan bu incelemelerden çıkan temel gerçek,salon hayatının boşluğudur), tıpkı Berma örneğinde olduğu gibive aynı nedenle, Guermantes'lar gözümde ilginçliğiniyitirdiğinde, bir damlacık halindeki özgünlüklerini hayalgücümartık buharlaştırmaz olduğunda, bütün belirsizliğine rağmen, buözgünlük benim için elle tutulur hale geldi.

Düşes, teyzesinin evinde bana kocasından söz etmemişti;ortalıkta dolaşan boşanma söylentilerini de düşünerek, dükün,yemek davetine katılıp katılmayacağını merak ediyordum.Merakım uzun sürmedi. Holde ayakta bekleyen ve (o güne kadarbeni herhalde aşağı yukarı marangozun çocukları gibi, yani belkiefendilerinden biraz daha yakınlık duyarak, ama dükün evinekabul edilmesi imkânsız biri olarak gördüklerinden) şüphesiz, budevrim niteliğindeki değişikliğin sebebini merak eden üniformalıuşakların arasından, M. de Guermantes'in süzülüverdiğinigördüm; beni kapıda karşılamak ve pardösümü bizzat almaküzere tetikteymiş meğer.

"Mme de Guermantes sizi görünce müthiş sevinecek," dedi,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

474

ikna edici bir ses tonuyla. "İzin verin de pılı pırtınızı alayım." (Halkdilini kullanmayı hem babacan, hem de komik buluyordu.)"Karım, bugün için söz verdiğiniz halde, belki gelmezsiniz diyebiraz kaygılanıyordu. Sabahtan beri birbirimize, 'Görürsünüz,gelmeyecek,' diyorduk. Mme de Guermantes'ın, benden dahadoğru bir tahminde bulunduğunu itiraf etmem gerekir. Kolaygörüşülen biri değilsiniz, ben, bizi atlatacağınızdan emindim."

Anlatılanlara bakılırsa, dük o kadar kötü bir koca, hattâ hoyrattıki, tıpkı fesat kimselere, tatlı sözler söylediklerinde minnetduyulması gibi, dükün de, düşesin üzerine koruyucu kanatlarınıgerip, onu kendinin ayrılmaz bir parçası kabul edercesinesöylediği, "Mme de Guermantes" sözlerinden ötürü, kendisineminnet duyulurdu. Bu arada, dük, teklifsizce elimden tutup banayol göstermeyi ve salona götürmeyi görev bildi. Bir köylününağzından duyduğumuz bir halk deyişi, belki de kendininbilmediği yerel bir geleneğin, tarihî bir olayın izini taşıyorsa, hoşagidebilir; aynı şekilde, M. de Guermantes'in gece boyunca banagöstereceği bu nezaket de, asırlar öncesinin, özellikle XVII.yüzyılın alışkanlıklarının bir devamı olarak, çok hoşuma gitti.Eski zamanların insanları, bize sonsuz uzaklıktaymış gibi gelirler.Onlara, resmen ifade ettiklerinin ötesinde, derin niyetler atfetmecesaretimiz yoktur; Homeros'un bir kahramanında, kendihislerimize benzer bir duyguyla ya da Cannae Çarpışması'nda,düşmanın, ordusunun bir kanadını yarmasına izin veripdüşmanı arkadan kuşatan Hannibal'de, ustalıklı bir aldatmacataktiğiyle karşılaştığımızda şaşırırız; epik şairi ve generali,hayvanat bahçesinde gördüğümüz bir hayvan kadar,kendimizden farklı zannederiz adeta. XIV. Louis'nin sarayındanbir şahsiyetin, kendinden aşağı mevkide, kendisine hiçbir yararıdokunamayacak birine yazdığı bir mektupta kibarlık belirtilerinerastladığımızda bile şaşırırız; çünkü bu büyük soylularda,kendilerini yöneten, ama asla doğrudan ifade etmedikleri, koca bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

475

inançlar dünyası bulunduğunu, özellikle de, terbiye icabı kimiduyguları yaşıyormuş gibi göstermek ve bazı kibarlıkları büyükbir titizlikle yerine getirmek gerektiği inancını, birdenbiregörüveririz.

Geçmişin bu hayalî uzaklığı, belki de büyük yazarların bile,Ossian gibi vasat yutturmacıların eserlerinde, dahiyane birgüzellik bulmalarını anlayabilmemizin nedenlerinden biridir.Eski bir Kelt ozanının, çağdaş fikirleri olabilmesine o kadarşaşırırız ki, eski bir Gael baladı sandığımız bir metinde, çağdaş biryazıda rastlasak ustalıklı deyip geçeceğimiz bir fikirlekarşılaştığımızda, hayran oluruz. Yetenekli bir çevirmen, eski biryazarın az çok sadık bir çevirisine, çağdaş bir yazarın imzasıyla,ayrıca yayınlansa, en fazla hoş bulunabilecek birkaç pasajeklediğinde, şaire heyecan verici bir yücelik kazandırır; şairböylece birçok yüzyıla birden hitap eder. Aynı çevirmen, kendiimzasıyla yayınlanacak olsa, ancak vasat bir kitap yazabilecekniteliktedir. Çeviri olarak yayınlandığında, bir şaheserin çevirisigibi görünür. Geçmiş, uçucu değildir, olduğu yerde durur. Birsavaş başladıktan aylar sonra, acele etmeden çıkarılan yasalar,savaşı kuvvetle etkileyebileceği gibi, çözülemeyen bir cinayettenon beş yıl sonra, bir yargıcın cinayeti aydınlatacak ipuçlarınıbulabileceği gibi, yüzyılların ardından, ücra bir yörede yer adlarınıyerlilerin âdetlerini inceleyen bir bilgin, Hıritiyanlık'tan çoköncesine ait, Herodotos zamanında bile anlaşılamayan, hattâbelki unutulmuş olan, oysa bir kayaya verilen adda, bir dinîayinde, şimdiki zamanda bile, yoğun, çok eski ve sağlam biroluşum gibi varlığını sürdüren bir efsane bulabilir. M. deGuermantes'in, çoğu kez bayağı olan davranışlarında değilse bile,en azından bu davranışları yöneten zihninde de, bu kadar eskiolmayan, saray hayatına ait bir oluşum bulunmaktaydı. Birazsonra dükle salonda tekrar buluştuğumda, bu oluşumu, eski birkoku gibi tekrar hissedecektim. Çünkü doğrudan salona

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

476

girmemiştim.Holden geçtiğimiz sırada, M. de Guermantes'a, Elstir'lerini

görmeyi çok istediğimi söylemiştim. "Emrinize amadeyim.Demek M. Elstirle de dostsunuz? Onunla bu kadar ilgilendiğiniziönceden bilmediğime çok canım sıkıldı. Kendisiyle biraztanışıklığım var, kibar bir adam, büyüklerimizin efendi bir insandedikleri türden biri; kendisinden yemeğe gelme şerefini banabağışlamasını rica edebilirdim. Eminim geceyi sizinle birliktegeçirmekten büyük mutluluk duyardı." Bu şekilde çabagösterdiğinde, hiç de devrim öncesi eski rejim adamı olamayandük, daha sonra, istemeden öyle oluyordu. Bana tablolarıgöstermeyi teklif ettikten sonra, her kapının önünde inceliklegeri çekilerek, yolu göstermek için öne geçmek zorundakaldığında özür dileyerek eşlik etti; bu sahne (Saint-Simon'unanlattığına göre, Guermantes'ların bir atasının, kendisinikonağında, bir soylunun havai görevlerini, aynı titizlikle yerinegetirerek ağırladığından beri), bize ulaşıncaya kadar, birçokGuermantes tarafından, birçok ziyaretçi için oynanmış olmalıydı.Düke, tablolarla biraz yalnız kalmanın beni çok mutlu edeceğinisöylediğimde, kibarca çekilmiş ve kendisini salondabulabileceğimi söylemişti.

Ne var ki Elstir'lerle baş başa kalınca, yemek saatini tamamenunuttum; yine Balbec'te olduğu gibi, bu büyük ressama özgübakışın yansıması olan ve sözlerinin katiyen ifade etmediği,bilinmeyen renklerden oluşan dünyanın parçalarıyla karşıkarşıyaydım. Duvarın, Elstir'in hepsi birbiriyle benzeşikresimleriyle kaplı bölümleri, bir sihirli fenerin ışıklı görüntülerigibiydi; bu durumda, fener, sanatçının beyniydi ve sadecesanatçıyı tanıyarak, yani henüz renkli camlardan hiçbiritakılmadan, sadece lambanın üzerindeki feneri görerek, bubeynin garipliğini tahmin etmek mümkün değildi. Resimler

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

477

arasında, yüksek sosyete mensuplarına en gülünç gelenlerdenbazıları, benim için en ilginç olanlarıydı; çünkü yarattıkları optikyanılsamalarla, nesneleri, ancak mantık aracılığıylatanıyabildiğimizi kanıtlıyorlardı. Arabayla yolda giderken,kimbilir kaç kez, birkaç metre ötemizde başlayan, uzun, aydınlıkbir sokak görmüşüzdür; oysa karşımızdaki, bizde derinlikyanılsamasını uyandıran, çiğ bir ışıkla aydınlanmış bir duvardır.Şu halde, sembolizm hilesiyle değil de, izlenimin köküneiçtenlikle dönerek, bir nesneyi, ilk yanılsamanın şimşeğindezannettiğimiz şekliyle betimlemek mantıklı değil midir? Yüzeylerve hacimler, onları tanıdığımızda hafızamızın kendilerine zorlayüklediği nesne adlarından bağımsızdırlar aslında. Elstir,hissettiği şeyden, bildiği şeyi ayıklamaya çalışıyordu; onunçabası, çoğu kez, görüş dediğimiz akıl yürütmeleri bileşiminieritmek olmuştu.

Bu "korkunç" şeylerden hiç hoşlanmayan kişiler, Elstir'in,Chardin'i, Perroneau'yu, kendilerinin, yüksek sosyetemensuplarının sevdiği onca ressamı takdir etmesine şaşırırlardı.Elstiı'in de kendi hesabına, gerçeklik karşısında (bazı araştırmalarakendi özel düşkünlüğüyle) bir Chardin'le, bir Perroneau'yla aynıçabayı gösterdiğini, dolayısıyla, kendi çalışmasına ara verdiğinde,onlarda aynı türden çabaları, bir anlamda kendi eserinin habercisiolan denemeleri takdir ettiğini anlamazlardı. Ne var ki, sosyetemensupları, Chardin'in resmini sevmelerine, en azından rahatsızolmadan bakmalarına imkân veren Zaman perspektifini, düşünceyoluyla Elstir'in eserine eklemezlerdi. Oysa daha yaşlı olanları,aradan yıllar geçtikçe, Ingres'in bir şaheseri kabul ettikleri şeyle,korkunçluğunu sonsuza dek sürdüreceğini zannettikleri şey(örneğin Manet'nin Olympia'sı) arasındaki, aşılması imkânsızuçurumun giderek kapanışına ve sonunda iki tablonun,neredeyse ikiz hale gelişine şahit olduklarını düşünebilirlerdi.Ancak, insanlar, genele gitmeyi bilmedikleri ve daima geçmişte

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

478

örneği görülmemiş bir deneyimle karşı karşıya olduklarınıdüşündükleri için, hiçbir zaman ders almazlar.

Tabloların (Elstir'in daha gerçekçi ve önceki bir dönemine ait)iki tanesinde aynı beyefendiyi görmek, beni heyecanlandırdı;birinde kendi salonunda ve fraklıydı, ötekindeyse, ceket vesilindir şapkayla, su kenarında, hiçbir işi olmadığı belli bir halkşenliğindeydi; bu da, beyefendinin, Elstir'in sadece sık kullandığıbir model değil, tıpkı bir zamanlar Carpaccio'nun resmetmektenhoşlandığı, ünlü Venedikli –birbirine tıpatıp benzeyen– soylulargibi, resimlerinde yer vermekten hoşlandığı bir dostu, belki birhamisi olduğunu gösteriyordu; aynı şekilde, Beethoven da,sevdiği eserlerinin başına Arşidük Rudolfun aziz isminiyazmaktan hoşlanırdı. Su kenarındaki bu şenliğin, büyüleyici biryanı vardı. Nehir, kadınların elbiseleri, teknelerin yelkenleri,hepsinin sayısız yansımaları, Elstir'in harikulade bir öğlesonrasından aldığı bu kesitte, yan yana resmedilmişti. Sıcakyüzünden ve nefes nefese kaldığından, dans etmeye bir an aravermiş bir kadının elbisesindeki büyü, duran bir yelkenlininyelkeninde, küçük limandaki suda, tahta iskelede, yapraklarda vegökyüzünde de, aynı şekilde parıldıyordu. Nasıl ki Balbec'tegördüğüm resimlerden birinde, laciverttaşından gökyüzününaltında, katedralin kendisi kadar güzel görünen hastane,teorisyen Elstir'den, zevk sahibi, ortaçağ aşığı Elstir'den dahaatılgan davranıp, "Gotik diye bir şey yoktur, şaheser diye bir şeyyoktur, üslupsuz hastane, görkemli kapıya denktir," der gibiyse,aynı şekilde, şimdi de şunları işitiyordum sanki: "Gezintiyeçıkmış bir amatörün bakmaktan kaçınacağı, doğanın, gözlerininönünde oluşturduğu şiirsel tablonun dışında bırakacağı, birazbayağı kadın da güzeldir; onun elbisesi de, teknenin yelkeniyleaynı ışık tarafından sarmalanmıştır; hiçbir şey bir diğerindendaha değerli değildir, sıradan elbise de, kendi başına güzel olanyelken de, aynı şeyi yansıtan iki aynadır; bütün değer, ressamın

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

479

bakışındadır." İşte bu resimde ressam, kadının sıcaktan bunalıpdans etmeye ara verdiği, ağacın bir gölgeyle çepeçevre sarıldığı,yelkenlerin altın yaldızlı bir cila üzerinde kayar gibi göründüğübir anda, saatlerin hareketini ölümsüz bir biçimde durdurmayıbaşarmıştı. Ama tam da bu sebeple, o an, böylesine bir güçleüzerimize yüklendiğinden, bu son derece sabit resim, son derecegeçici bir izlenim uyandırıyordu; kadının birazdan gideceğini,teknelerin gözden kaybolacağını, gölgelerin yer değiştireceğini,havanın kararacağını, hazzın bittiğini, hayatın geçtiğini, yanyana onca ışıkla gösterilen anların, bir daha geri gelmediğinihissediyordu insan. Elstiı'in ilk dönemlerinde yaptığı, mitolojikkonulu, yine bu salonda bulunan bazı suluboya. resimlerde de,ânın niteliğinin, bambaşka bir yanını buluyordum. "Gelişmiş"sosyete mensupları, Elstir'in bu tarzına "kadar" geliyorlar, amadaha öteye gitmiyorlardı. Bunlar Elstiı'in en başarılı eserlerideğildiler kuşkusuz, ama daha o zamandan, konunun elealınışındaki samimiyet, resmi soğukluktan kurtarıyordu.Örneğin Musa'lar, fosilleşmiş, ama mitolojik çağlarda, arasırageceleri bir dağ patikasında, ikili üçlü gruplar halinde geçerkengörülebilen bir türden varlıklar gibi resmedilmişlerdi. Bazen, yinebir zooloğun gözünde, kendine özgü bir niteliği olan bir soydan(cinselliği olmayışıyla dikkati çeken) bir şair de, bir Musa'ylabirlikte dolaşıyordu; doğada, farklı türlerden yaratıkların, dostçabir arada yaşaması gibi. Bu suluboya resimlerden birinde, dağdayaptığı uzun yürüyüşten bitkin düşmüş bir şairi, yoldakarşılaştığı, yorgunluğuna acıyan bir Kentaur, sırtında taşıyordu.Resimlerin birçoğunda, (mitolojik sahnenin, efsanevikahramanların minicik bir yer kapladığı, adeta kaybolduğu)muazzam görünüm, dağların tepelerinden denize kadar, güneşinbelirli eğimiyle, gölgelerin geçici sadakatiyle, saatten de öte, tamdakikayı gösteren bir kesinlikle resmedilmişti. Böylece, sanatçı,bir ânı yakalayarak, masaldaki simgeye bir tür yaşanmış tarihsel

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

480

gerçeklik kazandırıyor, onu belirgin bir geçmişte resmediyor, ogeçmişe aktarıyordu.

Elstir'in resimlerine bakarken, gelen misafirlerin aralıksız zilleri,tatlı bir ninni gibi beni uyutmuştu sanki. Ama ardından gelen veepeydir süren sessizlik, –o kadar hızlı olmasa da– Lindoro'nunmüziğinin ardından gelen sessizliğin, Bartolo'yu uykusundanuyandırdığı gibi, nihayet daldığım hayallerden uyandırdı beni.Beni unutup sofraya oturmuş olmalarından korkarak, aceleylesalona yöneldim. Elstir'lerin bulunduğu odanın kapısında, yaşlımı, yoksa saçları pudralı mı olduğunu anlayamadığım birhizmetkâr, bir İspanya elçisi edasıyla beklemekteydi, ama bana,bir krala göstereceği saygıyı gösterdi. Daha bir saat oyalanmışolsam da, halinden beni bekleyeceğini hissettim ve dehşet içinde,yemeği ne kadar geciktirdiğimi düşündüm; üstelik de saat onbirde, M. de Charlus'nün evinde olacağıma söz vermiştim.

İspanya elçisi beni salona götürdü (yolda kapıcının hışmındanbir türlü kurtulamayan genç uşakla karşılaştım; kendisinenişanlısından haber sorduğumda, mutluluktan uçarak, ertesigün ikisinin de izinli olduklarını, bütün günü birliktegeçireceklerini söyledi ve saygıdeğer düşesin iyi yürekliliğineövgüler yağdırdı); M. de Guermantes'ı canı sıkkın bulmaktankorkuyordum. Aksine, beni kısmen sahte ve kibarlıktankaynaklandığı belli olan, ama bir yandan da, hem gecikmedenötürü iyice acıkmış olduğundan, hem de salonu dolduran bütündavetlilerin aynı sabırsızlığı paylaştığını bildiğinden, samimi birsevinçle karşıladı. Sonradan öğrendim ki, beni kırk beş dakikakadar beklemişler. Guermantes Dükü, bu genel işkenceyi ikidakika daha uzatmanın pek bir şey fark ettirmeyeceğini vekibarlık yüzünden sofraya oturmayı bu kadar geciktirdiğine göre,derhal oturulmazsa, geç kalmadığıma, benim yüzümdenbeklemediklerine beni inandırarak, bu kibarlığı tamamlayacağını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

481

düşünmüş olmalı ki, sanki yemeğe daha bir saat varmış,davetlilerin bazıları henüz gelmemiş gibi, Elstir'leri nasılbulduğumu sordu. Ama aynı zamanda, daha fazla vakitkaybetmemek için, midesindeki krampları belli etmeden, düşeslebirlikte tanıştırma faslına girişti. Etrafımdaki değişikliği, ancak ozaman farkettim; o güne kadar –Mme Swann'ın salonundakistajım hariç– hem Combray'de, hem de Paris'te, ailemin evinde,bana çocuk muamelesi yapan asık suratlı burjuvaların yakoruyucu, ya da savunmadaki tavırlarını görmeye alışıktım;şimdiyse, Parsifal'in kendini birden çiçek-kızların arasındabulması gibi, bambaşka bir dekorda yer alıyordum. Beniçevreleyen, hepsi dekolte giyimli (tenleri, kıvrım kıvrım birmimoza dalının iki yanında veya bir gülün iri yapraklarınınaltında açığa çıkıyordu) hanımlar, selam verirken, sanki sırfutandıklarından beni öpmüyorlarmışçasına, okşayan bakışlarlauzun uzun süzüyorlardı. Oysa birçoğu, son derece ahlâklıkadınlardı; ama hepsi değil, birçoğu; hafifmeşrep olanlarsa, ennamuslularına bile, anneme gelecekleri gibi itici gelmiyordu.Ahlâklı dostların, apaçık ortada göründüğü halde inkâr ettiğidavranış hafiflikleri, Guermantes çevresinde başarıyla korunanilişkilerden çok daha az önemli gibi görünüyordu. Bir evsahibesinin vücudunun, her isteyenin emrinde olduğu,bilmezden geliniyordu, yeter ki "salonu" el değmemiş olsun.

Dük (uzun zamandır öğrenebileceği ya da öğretebileceği bir şeykalmamış) davetlilerinden hiç çekinmeyip, benden, ne tür birüstünlüğüm olduğunu bilmediğinden, XIV. Louis'ninsarayındaki büyük soyluların, burjuva bakanlara duyduğusaygıya benzetilebilecek bir saygı duyarak, çok çekindiği için, belliki davetlilerim tanımayışınını, onlar için değilse bile, benim içinhiçbir önemi olmadığını düşünüyordu ve ben dük yüzünden,davetliler üzerinde yaratacağım izlenim konusundakaygılanırken, o, sırf onların ben-, de yaratacağı izlenimle

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

482

ilgileniyordu.Daha en başta, küçük çaplı çifte bir karışıklık oldu. Salona ilk

girdiğim anda, M. de Guermantes, düşese selam vermeme bilevakit bırakmadan, beni oldukça ufak tefek bir hanımın yanmagötürdü; kendisine hoş bir sürpriz yapmak, adeta, "İştearkadaşınız; bakın, ensesinden tutup getirdim onu size," demekister gibiydi. Zaten dük beni iterek hanımın karşısına çıkarmadanönce de, o, yumuşak bakışlı, iri siyah gözleriyle, bizitanıyamayan, eski bir ahbabımıza yönelttiğimiz bilgiçtebessümlerden gönderip durmuştu bana. Ben de gerçektenkendisini tanıyamadığımdan, ona doğru ilerlerken, tanıştırılıp buzor durumdan kurtuluncaya kadar bir karşılık vermek zorundakalmamak için, başımı çevirmiştim. Bu sırada, hanım, banayönelik tebessümünü kararsız bir dengede tutmaya devamediyordu. Sanki bir an önce bu gülümsemeden kurtulmak için,benim, "Ah, hanımefendi! Ne güzel sürpriz! Annemkarşılaştığımıza ne kadar sevinecek!" dememi bekliyordu. O,benim her şeyi bilerek kendisini selamlamamı ve bir sol diyez gibisonsuza dek uzayan tebessümüne bir son verebilmeyi ne kadarsabırsızlıkla bekliyorsa, ben de onun adını öğrenebilmek için, okadar sabırsızlanıyordum. Fakat M. de Guermantes, tanıştırmaişini, en azından benim açımdan, o kadar kötü yaptı ki,sanıyorum sadece benim adımı söyledi; yarı-yabancının kimolduğunu hâlâ bilmiyordum; o da, samimiyetimizin benim içinkaranlık olan nedenleri, kendisi için son derece açık olduğundan,ismini söylemeyi akıl edemedi. Zaten ben yanma varır varmaz,elini uzatacağına, teklifsizce elimi ellerinin arasına alıp, onunaklımdan geçen güzel anılardan ben de onun kadarhaberdarmışım gibi bir tonda konuştu benimle. Anladığımkadarıyla oğlu olan Albert'in, gelemediğine ne kadar üzüleceğinisöyledi. Eski arkadaşlarım arasında adı Albert olan birinihatırlamaya çalıştım; Bloch'tan başkası gelmedi aklıma, ama

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

483

karşımdaki hanım Mme Bloch olamazdı, çünküBloch'un annesi yıllar önce ölmüştü. Onun kafasında

canlandırdığı, ikimizle ilgili ortak geçmişi boş yere tahmin etmeyeçalışıyordum. Sadece bir tebessümü geçiren iri, yumuşakgözbebeklerinin yarısaydam kehribarının ardında, bu geçmişiseçemiyordum; tıpkı, üzerine güneş vurmuş bile olsa, siyah bircamın arkasındaki görüntüyü seçemeyişimiz gibi. Babamın çokyorulup yorulmadığını, bir gün Albert'le birlikte tiyatroya gitmekisteyip istemediğimi, sağlığımın biraz daha iyi olup olmadığınısordu; içinde bulunduğum zihinsel karanlıkta sendeleyerekverdiğim cevaplar arasında, bir tek bu gece kendimi pek iyihissetmediğim açık seçik anlaşılınca, annemle babamın diğerarkadaşlarında hiç alışık olmadığım zahmetlere girerek, bizzatbana bir iskemle uzattı. Muammayı çözecek ipucunu, nihayetdük verdi; "Sizi çok hoş buluyor," diye fısıldadı; kulağım, busözleri ilk kez duymuyormuş gibi bir izlenime kapıldı.Lüksemburg Prensesi'yle tanıştığımızda, Mme de Villeparisis'nin,büyükannemle bana söylediği sözlerdi bunlar. O zaman her şeyianladım; karşımdaki hanımın Lüksemburg Prensesi'yle ortakhiçbir yanı yoktu, ama onu bize sunan kişinin kullandığı dilden,yaratığın türünü çıkardım. Bu bir prensesti. Ne ailemi, ne de beni,katiyen tanımıyordu, ama dünyanın en soylu sülalesinden gelenve en büyük servetine sahip biri sıfatıyla (Parma Prensi'ninkızıydı ve kuzeni olan bir prensle evlenmişti), Yaradan'a olanminnetini, ne kadar yoksul veya mütevazı soydan olursa olsun,hemcinsine, onu küçümsemediğini göstererek ifade etmekistiyordu. Aslında gülümseyişinden bunu tahmin edebilirdim;Lüksemburg Prensesi'nin, sahilde, Acclimatation Parkı'ndaki birgeyiğe verecekmiş gibi büyükanneme vermek üzere, küçükçavdar ekmekleri alışını görmüştüm. Ama bu, takdim edildiğim,hükümdar soyundan ikinci prensesti henüz; büyük soylularınnezaketinin genel hatlarını kavramamış olmam, mazur

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

484

görülebilirdi. Zaten bu kibarlığa fazla bel bağlamamamkonusunda, beni kendileri uyarma zahmetine katlanmışlardı:Opera-Comique'te bana hararetle el sallayan Guermantes Düşesi,kendisine sokakta selam verdiğimde, öfkeli bir ifade takınmıştı;günün birinde, birine bir Louis altını verip, onunla hesaplarınıtemelli kapattıklarını düşünen insanlar gibi. M. de Charlus'yegelince, onun iniş çıkışları, daha da çelişkiliydi. Ayrıca, ileridegöreceğimiz gibi, başka bir türden prensler ve hükümdarlar datanıdım: kraliçe rolü oynayan ve hemcinsleri gibi değil,Sardou'nun oyunlarındaki kraliçeler gibi konuşan kraliçeler.

M. de Guermantes'in beni tanıştırmak için bu kadar acele etmişolmasının sebebi, bir toplantıda, hükümdar soyundan birprensesin tanımadığı birinin bulunmasının, asla kabul edilemez,bir saniye bile uzatılmaması gereken bir durum oluşuydu. Saint-Loup'nun, kendini büyükanneme takdim ettirmekteki acelesi deaynı sebepten kaynaklanıyordu. Zaten Guermantes Dükü veDüşesi'nin, yüksek sosyete terbiyesi adı verilen, yüzeyselolmayan, dıştan içe bir dönüşümle, yüzeyselin öz ve derin halegeldiği, saray hayatının kalıtımla edinilen bir alışkanlığıyla, enazından ikisinden birinin çoğu kez ihmal ettiği, iyilik, dürüstlük,merhamet ve adalet gibi görevlerden daha temel bir görev olarak,kayıtsız şartsız kabul ettikleri görev, Parma Prensesi'ne daimaüçüncü şahsı kullanarak hitap etmekti.

Hayatımda henüz Parma'ya gidememiş olduğumdan (yıllarönceki bir Paskalya tatilinden beri arzuladığım bir şeydi bu), zatenyoğun ve fazlasıyla tatlı adının cilalı duvarları arasında, küçük birİtalyan kasabasının meydanındaki esintisiz bir yaz gecesi kadarboğucu atmosferinde, dünyanın geri kalanından soyutlanmış bueşsiz kentin en güzel sarayına sahip olduğunu bildiğim ParmaPrensesi'yle tanışmak, benim kafamda tasarlamaya çalıştığımşeyin, Parma'da gerçekten bulunan şeyin yerini, birdenbire, ben

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

485

yerimden kımıldamadan gerçekleşen kısmi bir varış gibi,alıvermeliydi; Giorgione'nin kentine yapılan yolculuk cebirinde,bu bilinmeyeni içeren bir ilk denklemdi prensesle tanışmak. Nevar ki, yıllardır bu Parma Prensesi ismine –bir parfüm ustasınındüz bir yağlı madde kütlesine yaptığı gibi– binlerce menekşeninkokusunu yedirmiş olmama karşılık, o âna kadar en azındanSanseverina olduğundan kuşku duymayacağım prensesi görürgörmez, ikinci bir işlem devreye girdi; gerçeği söylemek gerekirse,ancak birkaç ay sonra tamamlanan bu işlem, prensesin ismindenmenekşe özü yağının ve Stendhal kokusunun, yeni kimyasalyoğurmalar yardımıyla, tamamen atılıp, bunların yerine, kendinihayır işlerine vermiş, son derece alçakgönüllü nezaketinden, bunezaketin kaynağında ne yüce bir gururun bulunduğu hemenanlaşılan, ufak tefek, esmer bir kadının görüntüsününyedirilmesiydi. Zaten birkaç farklılık dışında diğer soyluhanımefendilere benzeyen prenses, Stendhal'le, örneğin Paris'te,Europe semtindeki Parme Sokağı kadar ilgisizdi; bu sokak, Parmaadından çok, yakınındaki sokaklara benzer ve Fabrice'in öldüğüManastırdan çok, Saint-Lazare Garı'nın bekleme salonunu getirirakla.

Prensesin nezaketinin iki nedeni vardı. Bunlardan birincisigenel olup, hükümdar atalarının kızı sıfatıyla aldığı eğitimleilgiliydi. Sadece Avrupa'nın bütün kraliyet aileleriyle akrabaolmakla kalmayıp –Parma Düklüğü sülalesinin tersine– saltanatsüren herhangi bir prensesten daha zengin olan annesi, dahaküçücükken, İncil'e uygun bir snobizmin gururlu vealçakgönüllü ilkelerini aşılamıştı kızma; şimdiyse, kızının bütünyüz hatları, omuzlarının eğimi, kol hareketleri, şu sözleri tekrarlargibiydi: "Unutma ki Tanrı, senin, bir tahtın basamaklarındadoğmanı istediyse, bundan yararlanıp, Yüce Tanrı'nın (şükürlerolsun!) soyunla ve servetinle seni üstün kıldığı kişileri horgörmemen gerekir. Aksine, yoksullara iyi davran. Senin ataların,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

486

647'den beri Kleve ve Jülich prensleriydiler; Tanrı, sonsuzinayetiyle seni Süveyş Kanalı hisselerinin neredeyse tamamının,Royal Dutch hisselerinden de, Edmond de Rothschild'inkilerin üçkatının sahibi kıldı; soybilimciler, senin soy zincirini doğrudanHıristiyan takviminin 63'üncü yılına dayandırıyorlar; yengelerinarasında iki imparatoriçe bulunuyor. Bu yüzden, konuşurkenasla böylesine önemli imtiyazları hatırlarmış gibi görünme;güvenilmez olduklarından değil de (soyun köklülüğünüdeğiştirmek mümkün değildir çünkü, petrole ihtiyaç da, daimaolacaktır), başkalarından daha soylu olduğunu ve birinci sınıfyatırımların bulunduğunu herkes bildiği için, bildirmene gerekolmadığından. Bedbahtların yardımına koş. Tanrı'nın inayetisayesinde üstün olduğun herkese, mevkini sarsmadanverebileceğin her şeyi sun; yani para yardımı yap, hattâhemşirelik et, ama asla davetlerine çağırma; bunun, onlara hiçbiryararı olmayacağı gibi, senin itibarını sarsarak, hayırseverdavranışının etkisini de azaltır."

İşte bu yüzden, prenses bir iyilik yapamadığı zamanlarda bile,sessiz lisanın bütün görünür işaretleriyle, kendisini, aralarındabulunduğu kişilerden daha üstün görmediğini belli etmeye, dahadoğrusu bu kanıyı uyandırmaya çalışıyordu. Herkese, terbiyeliinsanların, kendilerinden aşağıdaki kişilere gösterdiği sevecenkibarlıkla davranıyor, her an bir yardımda bulunma isteğiyle, yeraçmak için iskemlesini itiyor, eldivenlerimi tutuyor, gururluburjuvaların tenezzül etmediği, hükümdarların severek, eskihizmetkârlarınsa içgüdüyle, meslek alışkanlığıyla sunduğuküçük hizmetleri sunuyordu bana.

Parma Prensesi'nin bana gösterdiği nezaketin ikinci nedeni,daha özeldi, ama bana duyduğu esrarengiz bir yakınlıktankaynaklanmıyordu katiyen. Ne var ki, bu ikinci nedeni o andairdelemeye fırsat bulamadım. Hattâ, tanıştırma işini bir an önce

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

487

bitirmek istermiş gibi görünen dük, beni çiçek-kızların birdiğerine doğru sürüklemişti bile. Bu hanımın adınıöğrendiğimde, Balbec'e pek uzak olmayan şatosunun önündengeçtiğimi söyledim kendisine. Sanki daha mütevazı görünmekister gibi, alçak sesle, ama duygulu, özel bir haz fırsatını kaçırmışolmanın üzüntüsüyle yüklü bir tonda, "Ah! Şatoyu sizegezdirebilmek benim için ne büyük mutluluk olurdu!" dedi vedokunaklı bir bakışla ekledi: "Umarım bir fırsat daha çıkar. Aslındaşunu da söylemem gerekir ki, teyzem Brancas'nın şatosu ilginizidaha çok çekerdi; Mansard'ın eseridir, bölgenin incisidir."Kendisinin, şatosunu gezdirmekten mutluluk duyacağı gibi,teyzesinin de Brancas şatosunda beni ağırlamaktan aynı derecedehoşnut olacağını ısrarla belirten bu hanımefendinin, özellikledünyanın, yaşamayı bilmeyen para babalarının eline geçmekteolduğu bu çağda, soyluların, hiçbir yükümlülük doğurmayansözlerle, derebeylerine özgü konukseverliğin yüce geleneklerinisürdürmeleri gerektiğini düşündüğü açıktı. Ayrıca, kendimuhitinin bütün üyeleri gibi, o da, muhatabım en memnunedecek sözleri söyleme, onu kendi gözünde yüceltme, mektupyazdığı kişilerin bundan gurur duyduğuna, ziyaret ettiği kişilerişereflendirdiğine, herkesin onunla tanışmaya can attığınainandırma gayreti içindeydi. Doğruyu söylemek gerekirse,başkalarında, kendilerine ilişkin böyle hoş düşünceler yaratmaisteği, bazen burjuvazide bile gözlenir. Burjuvazide bu olumlueğilimi, bir kusuru telafi eden bireysel bir özellik olarak, ne yazıkki en güvenilir dostlarda değil, ama en azından, en hoş hanımarkadaşlarda buluruz. Ne olursa olsun, bu eğilim, burjuvazide tekbaşına filizlenir. Aristokrasinin hatırı sayılır bir bölümündeyse,aksine, bu kişilik özelliği, bireysel olmaktan çıkmıştır; eğitimlegeliştirilerek, alçalma korkusu olmayan, rakip tanımayan,canayakınlıkla insanları mutlu edebileceğini bilen ve bunuyapmaktan haz duyan, gerçek bir soyluluk düşüncesiyle

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

488

beslenerek, sınıfsal bir özellik haline gelmiştir. Bu özelliğefazlasıyla zıt kişisel kusurları yüzünden onu yüreğindebarındıramayan kişiler bile, izlerini, farkında olmadan,kullandıkları kelimelerde veya beden hareketlerinde taşırlar.

"Çok iyi kalpli bir kadındır," dedi M. de Guermantes, ParmaPrensesi'yle ilgili olarak; "ayrıca, 'soylu hanımefendi' olmayı

kimse onun gibi beceremez."Ben hanımlara takdim edildiğim sırada, bir beyefendi, çeşitli

telaş belirtileri gösteriyordu; Kont Hannibal de Breaute-Consalvi'ydi bu. Geç geldiğinden, davetliler hakkında bilgi alacakvakti olmamış, ben salona girdiğimde de, düşesin muhitindenbiri olmadığımı görüp, bu salona girebildiğime göre, son dereceolağandışı unvanlara sahip olduğuma hükmederek, benigörmekten çok, ne tür bir insan olduğumu anlamasına yardımcıolacağını düşündüğü monoklünü, kemer biçimindeki kaşlarınınaltına yerleştirmişti. Mme de Guermantes'in, gerçekten üstünolan kadınların değerli ayrıcalığına, bir "salona" sahip olduğunu,yani arasıra, kendi muhitinin insanları arasına, keşfettikleri birilaç ya da yarattıkları bir şaheser sayesinde yıldızı parlayan önemlişahısları kattığını biliyordu. Saint-Germain muhiti, düşesin,İngiltere kralı ve kraliçesi onuruna verilen davete M. Detaille'ı daçağırma cesaretini göstermiş olmasının etkisi altındaydı hâlâ. Bugarip dâhiyle tanışmaktan müthiş bir zevk duyacak olan zekiSaint-Germain kadınlarının, davet edilmemiş olmalarındanötürü, teselli bulmaları zordu. Mme de Courvoisier, davette M.Ribot'nun da bulunduğunu ileri sürüyordu, ama bu, Oriane'in,kocasını büyükelçilik görevine tayin ettirmeye çalıştığı kanısınıuyandırmaya yönelik bir uydurmacaydı sadece. Son olarak da, bukadar rezalet yetmiyormuş gibi, M. de Guermantes, SaksonyaMareşali'ne yaraşır bir kibarlıkla, Comedie-Française'in fuayesinegitmiş ve Mile Reichenberg'den, gelip kralın karşısında şiir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

489

okumasını rica etmişti; gerçekleşen bu gösteri, sosyetedavetlerinde daha önce hiç görülmemiş bir olaydı. Esasenyürekten desteklediği bunca beklenmedik olayı hatırlayan vekendisi de bir salon için bir övünç kaynağı, aynı GuermantesDüşesi gibi, ama erkek cinsiyetinde bir kutsama olan M. deBreaute, benim kim olduğumu merak ederek, araştırmaları içinönünde uçsuz bucaksız bir alan açıldığını hissediyordu. Bir an, M.Widor ismi geçti zihninden, ama benim orgcu olamayacak kadargenç olduğuma, M. VVidor'un da "kabul" edilecek kadar parlakolmadığına hükmetti. Benim, sözünü işitmiş olduğu yeni İsveçateşesi olmam daha muhtemel görünüyordu; kendisini birçokkez, gayet iyi ağırlamış olan Kral Oscar'dan haber sormayahazırlandı; ne var ki, dük beni tanıştırmak üzere adımısöylediğinde, bu ismin kendisine tamamen yabancı olduğunugören M. de Breaute'nin, orada bulunduğuma göre, meşhur biriolduğumdan hiç şüphesi kalmadı. Tam Oriane'in yapacağı şeydibu; düşes, salonuna ünlüleri, elbette yüzde biri geçmeyecekoranda, cezbetme sanatında ustaydı; bu oran aşılacak olsa,salonunun itibarı azalırdı. Bu durum karşısında, M. de Breautedudaklarını yalamaya koyuldu, hassas burun delikleri oynamayabaşladı; iştahını kabartan, sadece lezzetinden kuşku duymadığıakşam yemeği değil, benim varlığımın mutlaka ilginç kılacağı veertesi gün Chartres Dükü'nün öğle yemeği davetinde, kendisinedikkat çekici bir sohbet konusu sağlayacak olan toplantınınniteliğiydi aynı zamanda. Benim kansere karşı denenen yeniserumun mucidi mi, yoksa Theâtre-Français'nin, provalarısürmekte olan yeni ön oyununun yazarı mı olduğumkonusunda bilgi edinememişti henüz, ama son dereceentelektüel, "seyahat anılarına" son derece meraklı biri olarak,karşımda durmadan eğiliyor, mutabakat işaretleri, monoklününardından tebessümler gönderiyordu bana; belki değerli birşahısta, kendisinin, yani Breaute-Consalvi Kontu'nun gözünde,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

490

zihinsel imtiyazların da soyluluk kadar saygıya layık olduğuizlenimini uyandırırsa, bu şahsın kendisine daha çok değervereceği gibi bir yanılgı yüzünden; belki de sırf hoşnutluğunuifade etme ihtiyacı ve güçlüğü içinde, benimle hangi dilikonuşması gerektiğini bilemediğinden, kısacası, salıyla karayaçıktığı bilinmez bir diyarın "yerlilerinden" birininkarşısındaymışçasına, bir kazanç sağlama umuduyla, bir yandanyerlilerin âdetlerini merakla gözleyip dostluk gösterilerini kabuleder, onlar gibi çığlıklar atmayı ihmal etmezken, bir yandan da,incik boncuk karşılığında devekuşu yumurtası ve baharat değiştokuşu yapmaya çalışırcasına. Kontun sevincine elimdengeldiğince karşılık verdikten sonra, daha önce Mme deVilleparisis'nin evinde karşılaşmış olduğum, bana markizinkurnaz bir tilki olduğunu söyleyen Châtellerault Dükü'yle elsıkıştım. Dük, sapsarı saç lan, kemerli profili, yanaklarındacildinin bozuk olduğu noktalarla, tam bir Guermantes'tı; busülalenin XVI. ve XVII. yüzyıllardan kalma portrelerinde bilegörülen, bütün özelliklerine sahipti. Ama artık düşese âşıkolmadığım için, onun bir delikanlıda tekrar cisimleşmişolmasının, benim için çekici bir yanı yoktu. ChâtelleraultDükü'nün burnunun oluşturduğu çengeli, uzun süreincelediğim, ama artık hiç ilgimi çekmeyen bir ressamın imzasıgibi görüyordum. Sonra Foix Prensi'yle de selamlaştım veardından, zavallı parmaklarımı, kemiklerimi ufalayacak olan birmengeneye, Alman usulü bir tokalaşmaya terk ettim; bu elsıkışına eşlik eden alaylı ya da babacan gülümsemenin sahibi, M.de Norpois'nın arkadaşı, Faffenheim Prensi'ydi; bu muhite özgülakap düşkünlüğüyle, herkes kendisinden Prens Von diye sözeder, hattâ kendisi de "Prens Vön" veya yakınlarına yazdığında,"Von" diye imza atardı. Bu lakap, birkaç kelimeden oluşan birismin uzunluğu yüzünden ortaya çıktığı için, yine anlaşılır birkısaltmaydı aslında. Bir başka muhitte Kikim'lerden geçilmediği

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

491

gibi, Elisabeth yerine kâh Lili, kâh Bebeth denmesi, bu kadaranlaşılır değildi. İnsanların, genelde epeyce aylak ve havaioldukları halde, "Montesquiou" diyerek vakit kaybetmektense,"Quiou" demelerinin sebebi anlaşılabilir. Ama kuzenlerindenbirine, Ferdinand yerine Dinand adını takmakla ne kazandıkları, okadar açık değildir. Ayrıca, Guermantes'ların isim takarken,mutlaka bir heceyi tekrarladıklarını zannetmek de hatalı olur.Örneğin, ikisi de aşırı derecede şişman olan MontpeyrouxKontesi'yle Velude Vikontesi'ne, daima "Minik" ve "Minnoş"denirdi; o kadar yerleşik bir alışkanlıktı ki bu, ne hanımlar bundanzerrece alınır, ne de başkaları tebessüm etmeyi aklından geçirirdi.Mme de Montpeyroux'yu gözü gibi seven Mme de Guermantes,kontes ağır bir hastalığa yakalanacak olsa, kız kardeşine, gözündeyaşlarla, "Minik çok hastaymış diye duydum," derdi. Saçlarına,hep kulaklarını tamamen kapatacak şekilde bant takan Mme deL'Eclin'den, daima "aç kursak"[33] diye söz edilirdi. Bazen, birkadından söz ederken, kocasının adına ya da soyadına bir a harfieklemekle yetinilirdi. Adı Raphael olan, Saint-Germain muhitininen cimri, en iğrenç, en taş yürekli adamının, harikulade, kayadançıkan çiçeği hatırlatan karısı da, Raphaela diye imza atardı; amabunlar, sayısız kuraldan birkaç örnek sadece, yeri gelirse başkabazı kuralları da ileride açıklayabiliriz.

Daha sonra, dükten, beni Agrigento Prensi'ne takdim etmesinirica ettim. M. de Guermantes, "Nasıl olur, müthiş Gri-gri'yitanımıyor musunuz?" diye haykırıp, adımı prense söyledi.Françoise'in sık sık andığı prensin adı, bana daima saydam bircam gibi gelirdi; bu camın altında, mor deniz kıyısında, altındanbir güneşin eğik ışınlarının vurduğu, antik bir kentin pembe,kübik yapılarını görür, –kısacık bir mucize eseri Paris'e uğramışbulunan– kendisi de bir o kadar Sicilya'ya ait ve şanla şereflecilalanmış olan prensin, gerçekten bu kentin hükümdarıolduğundan kuşku duymazdım. Heyhat! Tanıştırıldığım, zarafet

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

492

zannettiği hantal bir laubalilikle, tek ayağı üzerinde dönerek beniselamlayan bayağı ve şaşkın adam, isminden, sahip olduğu, amaüzerinde hiçbir izini taşımadığı, hattâ belki hiç bakmamış olduğubir sanat eserinden olabileceği kadar bağımsızdı. AgrigentoPrensi, prenslere özgü ve Agrigento'yu düşündürebilecek herşeyden o kadar yoksundu ki, kendisinden büsbütün farklı olan,şahsına hiçbir şekilde bağlanmayan isminin, her insanda olduğugibi, bu adamda da olabilecek, en ufak bir şiirselliği bile kendineçekmiş ve ardından da o büyülü hecelerine hapsetmiş olduğudüşünülebilirdi. Böyle bir işlem, eğer gerçekleşmişse, başarılıolduğu kesindi; çünkü GuermantesTarın akrabası olan buadamdan, çekilip çıkarılabilecek tek bir büyüleyici zerrekalmamıştı. Öyle ki, aynı anda hem dünya yüzündeki tekAgrigento Prensi'ydi, hem de belki Agrigento Prensi'ne dünyadaen az benzeyen oydu. Bir yandan da, Agrigento Prensi olmaktançok hoşnuttu; ama bir bankerin çok sayıda maden hissesinesahip olmaktan hoşnut oluşu, hissedarı olduğu madenin,Ivanhoe madeni ya da Primerose madeni gibi güzel bir ismetekabül edip etmediğine veya Premier madeni gibi basit bir adıolmasına aldırmayışı gibi. Bu arada, anlatması bu kadar uzunolan, ama salona girdiğim an başlayıp, sadece birkaç dakika sürentanıştırmalar sona erer ve Mme de Guermantes, bana neredeyseyakarır gibi bir tonda, "Eminim Basin, sizi böyle, bir konuktanötekine götürerek yordu; dostlarımızla tanışmanızı istiyoruz,ama sık sık gelin diye, sizi yormayı da hiç istemiyoruz," derken,dük, beceriksiz ve korkak sayılabilecek bir hareketle, (benimElstir'leri seyrederek geçirdiğim bir saat boyunca vermek istediği)yemek servisi başlayabilir işaretini verdi.

Şunu eklemem gerekir ki, davetlilerden birisi, M. de Grouchy,eksikti; genç kızlık soyadı Guermantes olan eşi, tek başınagelmişti; kocası, bütün gününü geçirdiği av partisinden,doğrudan gelecekti. Waterloo Savaşı'nın başlangıcındaki

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

493

yokluğu, haksız yere Napoleon'un yenilgisine sebep gösterilen,Birinci İmparatorluk döneminde yaşamış Grouchy'nin torunuolan M. de Grouchy, mükemmel bir soydan geliyordu, ama bu,kimi asalet meraklılarının gözünde yetersizdi. Örneğin, uzunyıllar sonra, kendisi söz konusu olduğunda aynımüşkülpesentliği sergilemeyen Guermantes Prensi, yeğenlerine,"Zavallı Mme de Guermantes," derdi, (Mme de Grouchy'nin annesiGuermantes Vikontesi'ni kastederek), "çocuklarını evlendiremedibir türlü!" - "Ama amcacığım, büyük kızı, M. de Grouchy'yleevlendi ya." - "Ben ona koca demem! Neyse, François Dayı'nın,küçük kızı istediği söyleniyor, böylece hepsi evde kalmamış olurbari."

Yemek servisinin başlaması için talimat verilir verilmez, yemeksalonunun çifte kapısı, aynı anda birçok sesle birlikte, geniş,dairesel bir hareketle açıldı; bir uşak, başmabeyinci edasıyla ParmaPrensesi'nin önünde eğildi ve duyurusunu yaptı: "Hanımefendisofraya buyurabilirler." Uşağın ses tonu, "Hanımefendiölüyorlar," der gibiydi, ama bu, toplulukta bir üzüntü yaratmadı;çiftler, birbiri ardına, yazın Robinson'da[34] olduğu gibi, şenşakrak bir havada yemek salonuna doğru ilerleyip, yerlerinegeldiklerinde birbirlerinden ayrılarak, üniformalı uşaklarıntuttukları sandalyelere oturuyorlardı; son olarak, Mme deGuermantes, kendisine sofraya kadar eşlik etmem için banadoğru geldi ve en ufak bir çekingenlik hissetmekten korkmamafırsat bırakmadan, müthiş kas becerisiyle kendiliğinden birzarafet kazanmış bir avcı gibi, herhalde benim yanlış taraftadurduğumu görerek, etrafımda öyle bir ustalıkla döndü ki,kolunu kendi kolumun üzerinde ve kendimi de, doğal birbiçimde, kararlı ve soylu bir hareketler ritminin içinde buldum.Bu hareketlere büyük bir rahatlıkla boyun eğdim; çünküGuermantes'lar, tıpkı evinde, bir cahilin evindekine göre daharahat ettiğimiz, gerçek bir bilginin, bilgiye önem vermeyişi gibi,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

494

bu hareketlere önem vermezlerdi; başka kapılar açıldı ve dumanıtüten çorba geldi; sanki yemek, ustalıkla donatılmış bir kuklatiyatrosunda veriliyordu ve genç davetlinin geciken girişiyle,ustanın bir hareketi üzerine, bütün çarklar harekete geçmişti.

Dükün bu muazzam, ustalıklı, itaatkâr ve debdebeli, hemmekanik, hem insani mekanizmayı harekete geçiren işareti,azametli ve buyurgan değil, çekingen bir işaretti. Bu hareketinkararsızlığı, ona tabi olan gösterinin etkisini benim gözümdeazaltmadı. Çünkü dükün işaretinin tereddütlü ve kararsızolmasının sebebinin, yemeğe başlamak için sadece benimbeklendiğimi ve uzun süre de beklenmiş olduğumu bana bellietmeme kaygısı olduğunu seziyordum; tıpkı Mme deGuermantes'in, ben onca resme baktıktan sonra, peşpeşetanıştırmaların beni yormasından ve rahat etmemiengellemesinden korkması gibi. Yani, gerçek asaleti ortayaçıkaran,bu hareketteki asalet yoksunluğuydu; tıpkı dükün kendilüksüne karşı kayıtsızlığı, kendi başına bir önemi olmayan, amadükün onurlandırmak istediği bir konuğuna karşı ise, aksine, çokilgili oluşu gibi.

Şunu da ifade etmek gerekir ki, M. de Guermantes, bazıbakımlardan son derece sıradan bir insandı, hattâ fazla zengin biradamın gülünçlüğüne, öyle olmadığı halde, bir sonradangörmenin gururuna sahipti. Ama nasıl ki, bir memur veya rahip,vasat yeteneklerinin (bir dalganın ardından bütün denizingelmesi gibi), dayandıkları güçler, yani Fransız Devleti ve KatolikKilisesi tarafından, sonsuza dek çoğaltıldığını görürse, aynışekilde, M. de Guermantes'ı taşıyan da, bir başka güç, gerçek biraristokrat kibarlığıydı. Bu kibarlık, birçok kişiyi dışlıyordu. Mmede Guermantes, Mme de Cambremer i ya da M. de Forcheville'ievine kabul etmezdi. Ama benim durumumda da olduğu gibi,birisi Guermantes muhitine kabul edilmeye elverişli

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

495

görüldüğünde, bu kibarlık, bu tarihî salonlardan, içlerindekiharikulade mobilyalardan (böyle bir şey mümkünse) dahamuhteşem, sade bir misafirperverlik hazinesi ortaya çıkarırdı.

M. de Guermantes, birisini hoşnut etmek istediğinde, o kişiyigünün kahramanı haline getirmek için, koşullardan vemekândan ustalıkla yararlanmayı bilirdi. Şüphesiz,Guermantes'ta olsak, "kibarlıkları" ve "lütufları" başka bir biçimebürünürdü. Akşam yemeğinden önce, ikimiz birlikte baş başagezintiye çıkalım diye, bir araba hazırlatırdı. Şekli ne olursa olsun,tavırları insanı duygulandırıyordu; tıpkı o döneme ait hatıratlarıokurken XIV. Louis'nin, kendisinden ricada bulunmaya gelmişkişilere iyilikle, güleryüzle, hafifçe eğilerek karşılık verişindenduygulanmamız gibi. Buna rağmen, her iki durumda da,kavranması gereken şey, bu kibarlığın, kelimenin anlamındanöteye gitmediğidir.

Zamanının asalet düşkünleri tarafından, teşrifata yeterinceönem vermemekle suçlanan, hattâ Saint-Simon'un, Valois'lıPhilippe'le, V. Charles'la vs. karşılaştırıldığında, pek arka sıralardayer alan bir kral olarak nitelendirdiği XIV. Louis, kraliyetsoyundan prensler ve büyükelçiler, hangi hükümdarlara önceliktanıyacaklarını bilsinler diye, büyük bir titizlikle kaleme alınmıştalimatlar yazdırırdı. Bazı durumlarda bir anlaşmaya varılamaz veörneğin XIV. Louis'nin oğlu Monsenyörün filanca yabancıhükümdarı, ancak dışarıda, açık havada kabul etmesikararlaştırılır, böylece şatoya girerken, birinin diğerine önceliktanıması önlenirdi; palatin elektörü, Chevreuse Dükü'nü akşamyemeğine davet ettiğinde, ona öncelik tanımamak için,hastaymış gibi yapıp, kendisiyle yatarak yemek yemiş, böylecemeseleyi çözüvermişti. Sayın dük, I. Philippe'e hizmet etmektenkaçınınca, o da, kendisini çok seven ağabeyi kralın tavsiyesiyle,bir bahane bulup yataktan kalkışma kuzeninin yardımcı olmasını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

496

sağlamış ve gömleğim giydirmeye zorlamıştı. Ne var ki, derinduygular, yüreğe ilişkin şeyler söz konusu olduğunda, kibarlığagelince son derece kah olan görevler, tamamen değişirdi. XIV.Louis, en çok sevdiği insanlardan biri olan kardeşi öldüktenbirkaç saat sonra, Montfort Dükü'nün deyimiyle, I. Philippe"henüz soğumamışken", opera şarkıları söylemiş, kederinigizlemekte güçlük çeken Burgonya Düşesi'nin hüzünlügörünümüne şaşırmış ve eğlencelerin derhal başlamasınıisteyerek, saraylılar tekrar oyuna dönsünler diye, BurgonyaDükü'ne, bir brelan[35] partisi başlatması için emir vermişti. İşteM. de Guermantes'in da, yalnız sosyetedeki bilinçli hareketlerindedeğil, en irade dışı konuşmalarında, kaygılarında, zamankullanımında bile, aynı zıtlığı bulmak mümkündü;Guermantes'lar, diğer insanlardan daha fazla üzülmüyorlardı,hattâ gerçek duyarlıklarının, başkalarından az olduğu bilesöylenebilir; buna karşılık, adlarına Le Gaıılois'nın sosyetesütunlarında, isimlerinin geçmemesinden suçluluk duyacakları,inanılmaz sayıdaki cenaze sebebiyle, her gün rastlanırdı. Nasıl kibir seyyah, Ksenophon'un veya Aziz Paulus'un görmüşolabileceği toprakla kaplı evleri, terasları, neredeyse farksızbiçimde bulursa, aynı şekilde ben de, kibarlığıyla insanıduygulandıran, katılığıyla isyan ettiren, en küçükmecburiyetlerin kölesi, en kutsal sözleşmeleri çiğneyen M. deGuermantes'ta, aradan iki yüzyıldan fazla zaman geçmiş olmasınarağmen, XIV. Louis dönemi saray yaşantısına özgü, vicdanmeselelerini, duygu ve ahlâk alanından çıkarıp, salt biçim sorunuhaline getiren sapmayı, hiç bozulmamış bir biçimdebuluyordum.

Parma Prensesi'nin bana gösterdiği nezaketin ikinci nedeni,daha özeldi. Prenses, Guermantes Düşesi'nin evinde gördüğü herşeyin ve herkesin, kendi evindekilerden üstün nitelikli olduğuna,daha görmeden kaniydi. Doğruyu söylemek gerekirse, diğer

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

497

herkesin evinde de, sanki aynı şey geçerliymiş gibi davranırdı; enbasit bir yemek, en sıradan çiçekler karşısında, hayranlıklakendinden geçmekle kalmaz, hemen ertesi gün, yemeğin tarifinialmak veya çiçeğin türünü incelemek üzere, aşçıbaşısını veyabaşbahçıvanını göndermek için izin isterdi; bunlar, dolgunmaaşları, kendilerine ait arabaları, hepsinden önemlisi de, meslekiiddiaları olan kişilerdi ve gelip burun kıvırdıkları bir yemeğintarifini öğrenmeyi ya da kendilerinin ne zamandır prenses içinyetiştirdikleri kadar güzel, rengârenk alacalı, iri çiçekli olmayan birkaranfil türünü, örnek olarak incelemeyi, son derece küçültücübuluyorlardı. Ne var ki, prensesin, herkesin evinde, en ufak şeylerkarşısında düştüğü şaşkınlık, sahte olduğu ve üstünmevkiinden, servetinden ötürü, eski öğretmenlerininyasakladığı, annesinin gizlediği, Tanrı'nınsa katlanılmaz bulacağıbir gurura kapılmadığını göstermeyi amaçladığı halde,Guermantes Düşesi'nin salonunu sürprizler ve hazlarla dolu,ayrıcalıklı bir yer olarak görüyordu gerçekten de. Aslında, genelolarak bakıldığında, ama bu ruh halini açıklamakta oldukçayetersiz kalacak biçimde, Guermantes'lar, aristokrat sosyeteningeri kalanından epeyce değişiktiler: daha yapmacık ve dahabenzersizdiler. İlk görüşte bende tam tersine bir izlenimuyandırmışlardı; onları bayağı, bütün erkeklere ve bütünkadınlara benzer bulmuştum, ama bunun nedeni, onları dahaönceden, Balbec, Floransa ve Parma'yla ilgili de olduğu gibi, birerisim olarak görmüş olmamdı. Elbette ki bu salonda, daha önceSaksonya porseleninden heykelcikler olarak hayal ettiğim bütünkadınlar, aslında, kadınların büyük çoğunluğuna daha fazlabenziyorlardı. Ama tıpkı Balbec ve Horansa gibi, Guermantes'larda, başlangıçta, adlarından çok benzerlerini hatırlattıkları içinimgelemimizi hayal kırıklığına uğrattıktan sonra, daha küçük birölçekte de olsa, zihne, kendilerini farklılaştıran kimi özelliklersunabiliyorlardı. Dış görünüşleri, tenlerinin bazen mora çalan,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

498

özel bir pembelikteki rengi, erkeklerinin bile, yumuşacık altıntutamlar halindeki, yapışkanotuyla kedi tüyü arası, inceciksaçlarının, neredeyse ışık saçan sarışınlığı (bu ışıl ışıl parıltıya birzekâ parıltısı da eşlik ederdi; çünkü Guermantes teni ve saçlarınınyanısıra, tıpkı Mortemart zekâsı gibi, Guermantes zekâsı dadenirdi), –XIV. Louis öncesinden beri var olan– daha incelikli vebunu kendileri duyurdukları için, herkes tarafından daha da fazlakabul gören bir toplumsal nitelik; bütün bunlar, ne kadar değerliolursa olsun, aristokrat sosyetenin maddesi içinde, yer yerrastlanan Guermantes'ların, tanınır, ayırt edilmesi ve izlenmesikolay olmalarını sağlıyordu; tıpkı jaspı ve oniksi dolaşan sandamarlar, daha çok da, yosunlu akiğin kenarlarında esnek ışınlarmisali uzanan dağınık telleriyle, ışıklı saçları andıran yumuşakdalgalanmalar gibi.

Guermantes'lar –en azından bu isme layık olanları– yalnızcaolağanüstü nitelikte bir tene, saçlara ve saydam bakışlara sahipolmakla kalmayıp, duruşları, yürüyüşleri, selam verişleri, elsıkışmadan önce karşılarındakine bakışları ve tokalaşmalarıyla da,sosyetenin diğer mensuplarından, bunların önlüklü bir çiftçidenfarklı olduğu kadar farklıydılar. Kibarlıklarına rağmen insan şöyledüşünürdü: Bizim yürüyüşümüzü, selam verişimizi, bir yerdençıkışımızı, kendileri tarafından yapıldığında kırlangıcın uçuşuveya gülün eğilişi kadar zarifleşen bütün bu hareketleri gördükçe,her ne kadar gizleseler de, "Onlar bizden başka bir türden insanlar,bizse yeryüzünün efendileriyiz," diye düşünmeye hakları yok muaslında? Daha sonra, Guermantes'ların, beni, gerçekten de farklıtürden bir insan olarak gördüklerini anladım, ama bu, onlarda birimrenme uyandırıyordu; çünkü benim bilmediğim ve onların enönemsedikleri özellikler olarak saydıkları kimi meziyetleresahiptim. Daha da sonra, bu görüşlerinin yarı yarıya samimiolduğunu ve Guermantes'larda küçümseme veya şaşkınlığın,hayranlık ve imrenmeyle bir arada bulunduğunu hissettim.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

499

Guermantes'lara özgü fiziksel esneklik, çifte bir esneklikti; buesnekliklerden biri, sürekli hareket halindeydi ve onun sayesinde,örneğin bir Guermantes erkeği, bir hanımıselamlayacakken/kendisinin, enerjik biçimde telafi edilen,asimetrik hareketlerin değişken dengesinden oluşan bir siluetiniedinirdi; bacaklarından biri, hafifçe aksardı, belki mahsus, belkide, avlanırken sık sık kırıldığından, öteki bacağa yetişebilmekamacıyla gövdeye bir eğrilik ilettiği için; omuzlardan birininkalkıklığı, gövdedeki eğriliği telafi eder, bu arada göze yerleşenmonokl, saç tutamı selam vermek üzere eğildiği anda, kaşlardanbirini havaya kaldırırdı; öteki esneklikse, bir deniz kabuğununveya teknenin üzerine sonsuza dek damgasını vurmuş olandalganın, rüzgârın veya dümen suyunun şekli gibi, adetasabitlenmiş bir hareketlilik biçiminde üsluplaşmıştı; dışarı çıkıkmavi gözlerin altında, kadınlarda, arasından boğuk bir sesinçıktığı, fazlasıyla ince dudakların üstünde, bu esneklikle kıvrılankemerli burun, bu soya, Yunanca uzmanı, asalak soybilimcilerin,XVI. yüzyılda iyi niyetle yakıştırdıkları efsanevi kökenihatırlatırdı; şüphesiz eski olan bu soy, yine de soybilimcileriniddia ettiği gibi, mitolojik çağlarda, bir nympha'nın ilahi bir Kuştarafından döllenmesine dayanmıyordu.

Guermantes'lar, fiziksel bakımdan olduğu kadar, zihinselaçıdan da özeldiler. "Marie Gilbert"in, arabayla gezmeyeçıktıklarında, kraliyet soyundan olmakla birlikte, kendisi kadarsoylu olmadığı gerekçesiyle karısını soluna oturtan, geri kafalıkocası Prens Gilbert (ama o bir istisnaydı ve kendisi yokken, aileiçinde alay konusu, yenileri hiç eksik olmayan anekdotlarınkahramanıydı) haricinde, Guermantes'lar, aristokrasinin"kaymak tabakası" arasında yaşadıkları halde, soyluluğa hiç önemvermezmiş gibi yaparlardı. Doğruyu söylemek gerekirse, birGuermantes oluşuyla, bir ölçüde farklı ve daha hoş bir şey halinegelen Guermantes Düşesi'nin kuramına göre, zekâ her şeyin o

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

500

kadar üzerindeydi ve düşes, siyasal alanda o kadar sosyalistfikirlere sahipti ki, insan, aristokrat yaşantısının sürdürülmesinisağlamakla görevli, daima görünmez olan, ama belli ki kâh sofada,kâh salonda, kâh tuvalette gizlenen, unvanlara aldırmayan bukadına "Saygıdeğer düşes" diye hitap etmeyi hizmetkârlarına,okumaktan başka bir şeyden hoşlanmayan ve insanlara pek saygıduymayan bu kadının kendisine de, saatler sekizi vurduğundagörümcesine akşam yemeğine gitmeyi ve dekolte bir kıyafetgiymeyi ihmal etmemesini hatırlatan Çin'in, konağının neresindesaklandığım merak ederdi.

Aynı aile Çin'i, Mme de Guermantes'a, düşeslerin, en azındankendisi gibi mültimilyoner olan, en önde gelen düşeslerindurumunu, yani ilginç şeyler okuyabileceği saatleri, sıkıcıçaylara, dışarıda yemeklere, sosyete toplantılarına feda etmeyi,yağmur gibi, tatsız zorunluluklar olarak sunardı; Mme deGuermantes da, bunları, eleştirel ve canlı tutumuyla kabul eder,ama kabul edişinin sebeplerini araştıracak kadar da ileriyegitmezdi. Kaderin garip bir cilvesiyle, Mme de Guermantes'inuşağının, zekâdan başka şeye değer vermeyen bu kadına, daima"Saygıdeğer düşes" diye hitap etmesi, düşesi rahatsız etmezmişgibiydi nedense. Kendisine basitçe "Hanımefendi" demeyiuşağından rica etmeyi hiç düşünmemişti. İyi niyet sınırlarınızorlayarak, düşesin dalgınlıkla bu hitabı duymadığı, farketmediğidüşünülebilir. Ne var ki, düşes sağırmış gibi yapsa da, dilsizdeğildi. Kocasına ne zaman bir haber iletecek olsa, uşağa,"Saygıdeğer düke hatırlatın..." derdi.

Aile Çin'inin başka işleri de vardı: ahlâk konuşmaları yaptırmakmesela. Şüphesiz, kimi Guermantes'lar, diğerlerine göre özelliklezeki, kimileri de, özellikle ahlâklıydı ve genellikle bunlar, aynıkişiler değildi. Ne var ki, özellikle zeki olanlar –dolandırıcılıkyapmış olan, oyunda hile yapan ve diğerlerinden çok daha hoş,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

501

bütün yeni ve haklı fikirlere açık olan bir Guermantes bile– ahlâkkonusunda, özellikle ahlâklı olanlardan daha da güzelkonuşurlar, aile Çin'inin, Mme de Villeparisis'nin ağzındankonuştuğu anlarda markizin kullandığı ifade tarzını kullanırlardı.Benzer durumlarda, Guermantes'ların, birdenbire, markizleneredeyse aynı modası geçmiş, saf ve markizden daha çekiciolduklarından, daha duygulandırıcı bir tonu benimseyerek, birhizmetçi hakkında, "Özünün iyi olduğu belli, bayağı bir kız değil,iyi bir ailenin kızı olsa gerek, doğru yoldan katiyen ayrılmadığıkesin," dedikleri görülürdü. Böyle zamanlarda, aile Çin'itonlamaya dönüşürdü. Ama bazen de, düşeste de, mareşaldedesinde de aynı olan bir dış görünüşe, bir yüz ifadesine, bir türelle tutulmaz çırpınmaya dönüşür, Barkas ailesinin Kartacalı ciniolan Yılan'a benzerdi; sabah gezintilerimde birçok kez, Mme deGuermantes'ı tanımadan, küçük bir sütçü dükkânının dibindenbana baktığını hissederek kalbimin çarpmasına sebep olan şey,buydu. Aynı Cin, yalnızca Guermantes'ları değil, ailenin düşmankolu ve Guermantes'lar kadar soylu oldukları halde, onların tamzıttı olan Courvoisier'leri (hattâ Guermantes'lar, GuermantesPrensi'nin, sanki önemli tek şey buymuş gibi, süreklisoyluluktan söz etme takıntısını, büyükannesinin birCourvoisier olmasıyla açıklarlardı) de ilgilendiren bir durumamüdahale etmişti. Courvoisier'ler, zekâya Guermantes'lar kadaröncelik tanımadıkları gibi, zekâ hakkında aynı düşüncelere desahip değildiler. Bir Guermantes için (kendisi aptal bile olsa), zekiolmak demek, sözünü sakınmamak, kötü sözler söyleyebilmek,karşısındakinin gözünün yaşına bakmamak, ayrıca resim, müzik,mimarlık konusunda eşit derecede kafa tutabilmek, İngilizcekonuşabilmek demekti. Courvoisier'lerin zekâ hakkımdakigörüşü bu kadar olumlu değildi ve kendi muhitlerinden olmadığısürece, birinin zeki olması, "herhalde annesini de babasını daöldürmüş" olması anlamına gelirdi neredeyse. Onların gözünde

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

502

zekâ, hiç tanımadıkları birtakım insanların, en saygm salonlarınkapılarını zorlamak için kullandıkları bir "maymuncuk" tu veCourvoisier'ler; "bu gibileri" evine kabul etmenin, sonundamutlaka insanın başını belaya soktuğunu bilirlerdi. Yükseksosyete mensubu olmayan zeki insanların en önemsiz iddialarınabile, Courvoisier'ler, sistematik bir kuşkuyla karşılık verirlerdi. Birkeresinde, biri, "Ama Swann, Palamede'den gençtir," demiş, Mmede Gallardon da, "Hiç değilse kendisi öyle söylemiş, söylediğinegöre, emin olun bir çıkarı vardır," diye cevap vermişti. HattâGuermantes'ların evlerinde ağırladığı, iki çok seçkin yabancıhanımdan söz edilirken, bir tanesinin, daha büyük olduğu içinsalona önce alındığı söylendiğinde, Mme de Gallardon, "Peki ama,gerçekten o daha mı büyük?" diye sormuştu; bu tür insanlarınyaşı olmazmış gibi bir kesinlikle değil de, büyük bir olasılıkla birmedeni halleri, dinleri, belirli gelenekleri olmadığından, aralarındaancak bir veterinerin ayrım yapabileceği, aynı sepetin içindekiyavru kediler misali, aşağı yukarı aynı yaştaymışlar gibi. AslındaCourvoisierier, hem dar görüşlülükleri, hem de kötü kalpliliklerisayesinde, bir bakıma soylular sınıfının bütünlüğünü,Guermantes'lardan daha iyi korurlardı. Guermantes'a yakınyerlerde oturan köklü sülalelerden kişilere karşı küstaholmalarının yanısıra, (Ligne'ler, La Tremoîlle'lar gibi birkaç aileninharicinde, kraliyet ailelerinin altındaki bütün aileleri, bulanık,önemsiz bir kitle olarak gören) Guermantes'lar, Courvoisieı'lerinçok önemsediği bu ikincil değerlere dikkat etmedikleri içindir ki,bu değerlerin yokluğuna da aldırmazlardı. Kendi yaşadıklarıkentte pek yüksek bir mevki sahibi olmayan, ama parlak evlilikleryapmış, zengin, güzel, düşesler tarafından sevilen kimi kadınlar,"anne baba"lardan pek haberdar olunmayan Paris'te, mükemmelve şık birer ithal maddesi sayılırdı. Ender de olsa, bu türkadınların, Parma Prensesi kanalıyla ya da kendi cazibelerisayesinde, bazı Guermantes'ların evine kabul edildiği olurdu.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

503

Oysa Courvoisierterin onlara yönelik öfkesi, asla yatışmazdı.Kendi anne babalarının, anne babalarıyla Perche'te görüşmektenhoşlanmadığı kişilerle, kuzinlerinin evinde, saat beşle altıarasında karşılaşmak, Courvoisier'ler için giderek artan birhiddetin kaynağı ve bitmez tükenmez ünlemlerin konusu halinegelirdi. Örneğin, büyüleyici G... Kontesi, Guermantes'ların evineayak bastığı anda, Mme de Villebon'un çehresi, tam tamına,

Bir tek kişi kalsa geriye, işte o kalan ben olurum!

dizesini okuması gerekse, bürüneceği ifadeye bürünürdü;aslında bu dizeyi de bilmezdi. Courvoisier'lerden olan bu hanım,hemen hemen her pazartesi, G... Kontesi'nin birkaç adımötesinde, kremayla dolu eklerler yemişti, ama boş yere. Mme deVillebon, kuzini olan bir Guermantes'in, Châteaudun'de ikincisınıf sosyeteye bile dahil olmayan bir kadını, nasıl olup da evindeağırladığını aklının almadığını, gizlice itiraf ederdi. Mme deVillebon, sözlerini, "Kuzinimin, ilişkileri konusunda bu kadarmüşkülpesent olmasına gerek yok doğrusu; hiçbir şeye aldırdığıyok aslında," diye noktalarken, bu kez yüzü bir başka ifadeye,çaresizlik içinde gülümseyen, sinsi bir ifadeye bürünürdü; birbilmece oyunu oynansa, bu ifadeye yakıştırılacak olan dize,kendisinin yine doğal olarak bilmediği şu dize olurdu:

Şükürler olsun! Hiç ümidim kalmadı talihten artık!

Bununla birlikte, biraz ileriye atlayıp, şunu da belirtelim ki,Mme de Villebon'un Mme G...'yi küçümsemekteki sebatıtamamen boşuna olmadı. Bu horgörü, Mme G...'nin nazarındaMme de Villebon'a, esasen hayalî olan öyle bir itibar kazandırdı ki,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

504

o dönemin balolarının en güzel ve en zengin kızı olan MmeG...'nin kızı, evlenme çağma geldiğinde, bütün dükleri geriçevirmesi herkesi şaşırttı. Sebebi, Grenelle Sokağı'nda her hafta,Châteaudun anısına maruz kaldığı hakaretleri hatırlayanannesinin, aslında kızına koca olarak bir tek kişiyi istemesiydi, kio da Villebon'ların oğluydu.

Guermantes'larla Courvoisierlerin buluştuğu tek nokta, aslındason derece geniş bir yelpazesi olan mesafe koyma sanatıydı.Guermantes'ların tavırları, hepsinde tıpatıp aynı değildi. Amaörneğin bütün Guermantes'lar, gerçekten Guermantes olanları,kendilerine takdim edildiğinizde, tanışmayı adeta bir tören halinegetirirlerdi, sanki size ellerini uzatmaları, sizi şövalye ilan etmekkadar müthiş bir şeymiş gibi. Bir Guermantes, yirmi yaşında bileolsa, büyüklerinin yolunda ilerlediğinden, takdim eden kişiadınızı telaffuz ettiği anda, sanki selam vermeye katiyen kararvermemiş gibi, genellikle mavi, daima çelik soğukluğundakibakışlarını, kalbinizin en derin sırlarına bir bıçak saplarmışçasına,size yöneltirdi. Zaten Guermantes'ların kendileri de gerçektenbunu yaptıklarını zannederlerdi; birinci sınıf birer psikologolduklarından emindi hepsi. Ayrıca, bu incelemenin, ardındangelecek olan ve bilinçli olarak bahşedecekleri selamın değerini deartıracağım düşünürlerdi. Bütün bunlar, sizden, sert bir tartışmasöz konusu olsa yakın sayılacak, ama tokalaşma için aşın uzakgörünen, her iki durumda da insanı dehşete düşüren birmesafede gerçekleşirdi; öyle ki, tanıştırıldığınız Guermantes,ruhunuzun ve şerefinizin en gizli köşelerinde hızla bir turattıktan sonra, bundan böyle kendisiyle görüşmeye layıkbulduğunda, dümdüz uzattığı kolunun ucunda, size yönelttiğieli, teke tek çarpışmak üzere bir kılıç uzatıyormuş hissiniuyandırırdı; kısacası, eli o sırada söz konusu Guermantes'tan okadar uzakta bulunurdu ki, başını eğdiğinde, sizi mi, kendi elinimi selamladığını anlamak zor olurdu. İtidal kavramı olmayan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

505

veya durmadan kendini tekrarlamaktan kendini alamayan bazıGuermantes'lar, sizinle her karşılaştıklarında, bu töreni baştantekrarlayarak meseleyi abartırlardı. "Aile Cin'i"nin kendilerineverdiği güçle yürüttükleri ve sonucunu hatırlamaları gerekenpsikolojik ön araştırmayı ve bir kez daha yapmaları gerekmediğidüşünülürse, tokalaşmadan önceki delici bakışın ısrarım,bakışlarının otomatikleşmiş olmasından ya da büyü yapmayeteneğine sahip olduklarını zannetmelerinden başka bir şeyleaçıklamak mümkün değildi. Dış görünüşleri Guermantes'lardanfarklı olan Courvoisier'ler, bu araştırıcı selamı benimsemeye nafileuğraşmışlar ve sonunda mağrur bir katılıkla veya hızlı birsavsaklamayla yetinmek zorunda kalmışlardı. Buna karşılık,sayıları pek az olan kimi Guermantes hanımları, Courvosierhanımlarının selamını benimsemiş gibiydiler. Bu Guermanteshanımlarından birine takdim edildiğinizde, başını ve gövdesini,yaklaşık kırk beş derecelik bir açıyla size yaklaştırarak, hararetli birselam verir, bu sırada bedeninin (epeyce uzun olan) alt kısmı,eksen işlevi gören beline kadar, kıpırtısız kalırdı. Fakat bedenininüst kısmım, bu şekilde size doğru fırlatır fırlatmaz, yaklaşık aynıuzunlukta, geriye doğru bir hareketle, düşey doğrultununarkasına çekerdi. Bu geri çekiliş, başlangıçta size bahşedildiğinizannettiğiniz lütfü sıfırlar, kazandığınızı sandığınız arazi, birdüelloda olduğu gibi elinizde bile kalmaz, başlangıçtaki konumlarkorunurdu. Araya tekrar mesafe koyarak, kibarlığın bu şekildeiptal edilmesi (Courvoisier kaynaklı olan bu işlem, ilk harekettekiyaklaşmanın, bir anlık bir aldatmaca olduğunu göstermeyiamaçlardı), hem Courvosier hanımlarının, hem de Guermanteshanımlarının, en azından tanışmayı izleyen başlangıçdöneminde, yazdıkları mektuplarda da açıkça görülürdü.Mektubun ana bölümü, ancak bir dosta yazılabilecek türdencümleler içerebilirdi, ama bu mektubu yazan hanımın dostuolmakla övünmenizin bir anlamı olamazdı; çünkü mektup,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

506

"Beyefendi" diye başlar, "En derin hürmetlerimle," diye biterdi.Geri kalan her şeyin anlamını değiştiren bu soğuk başlangıçla buzgibi son arasında da, (mektup sizin bir başsağlığı mektubunuzacevaben yazılmışsa) bu Guermantes hanımının kız kardeşinikaybetmekten ötürü duyduğu kederin, iki kız kardeşin arasındakiyakınlığın, bulunduğu sayfiyenin güzelliğinin, sevimlitorunlarında bulduğu tesellinin, olağanüstü etkileyiciliktekitasvirleri birbirini izleyebilirdi, ama bütün bunlara rağmen,mektup, derlemelerde rastlanan mektuplardan farklı olmazdı vemektubun samimiyeti, bu usta mektup yazarıyla sizin aranızda,Genç Plinius'la veya Mme de Simiane'la aranızdakinden daha fazlabir samimiyet doğurmazdı.

Guermantes hanımlarından bazılarının, daha ilkmektuplarında, "Aziz dostum," - "Sevgili dostum," diye hitapettikleri bir gerçektir; bunlar, her zaman en sade olanları değil de,hep kralların arasında yaşayan, öte yandan, "hafif" kadınlarolduklarından, gururlarına kapılıp, kendilerinden gelen her şeyinhoşa gittiğinden kuşku duymayan ve ahlâksızlıklarına kapılıp,sunabilecekleri tatminlerin hiçbirini esirgememeyi alışkanlıkedinenleriydi daha ziyade. Aslında, genç bir Guermantes, XIII.Louis döneminde yaşamış olan ninesinin ninesi, GuermantesMarkizi'ninkiyle ortaksa, markizden, "Adam Teyze" diye sözedebildiği için, Guermantes'lar o kadar kalabalıktı ki, en basitkonulardaki usullerin, örneğin tanıştırılırken selam vermeninbile, birçok çeşitlemesi vardı. Biraz incelmiş olan her alt grubun,bir merhem reçetesi gibi, özel bir reçel tarifesi gibi, anne-babadançocuklara aktarılan, kendi usulleri vardı. İşte bu şekilde, Saint-Loup'nun, adınızı duyduğu anda, bakışlarının katılımı olmadan,bir selam eşlik etmeden, adeta istemsiz bir biçimde el sıkış tığınıgörmüştük. Saint-Loup'nun ait olduğu alt gruptan birine özel birsebeple takdim edilen, soylular sınıfından olmayan –ki aslındaçok ender rastlanan bir durumdu– her bahtsız, bilerek

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

507

farketmeme süsü verilmiş bu sert ve asgariye indirgenmiş selamkarşısında, söz konusu Guermantes'in kendisine ne gibi bir itirazıolabileceğini anlamak için kafa patlatırdı. TanıştırıldığıGuermantes'in, takdim eden kişiye özel olarak mektup yazıp,kendisini ne kadar beğendiğini ve tekrar görüşmeyi umduğunubildirdiğini öğrenince de, çok şaşırırdı. Fierbois Markisi'nin (M. deCharlus'nün gülünç bulduğu) karmaşık ve süratli sıçramaları,Guermantes Prensi'nin ağır ve ölçülü adımları da, Saint-Loup'nunmekanik hareketi kadar kendine hastı. Ne var ki,Guermantes'ların bu koreografi zenginliğini burada tasvir etmek,bale topluluğunun geniş kapsamı nedeniyle mümkün değildir.

Courvoisier'leri Guermantes Düşesi'ne karşı kışkırtansoğukluğa dönecek olursak, Courvoisier'ler, düşesin gençkızlığında, kendisine acımakta bir teselli bulabilirlerdi; çünkü osıralar pek varlıklı değildi. Ne yazık ki, öteden beri,Courvoisier'lerin serveti, ne kadar büyük olursa olsun, adetakoyu, kendine has bir dumana gömülerek gözlerden gizlenir,karanlıkta kalırdı. Çok zengin bir Courvoisier kadını, zenginbiriyle evlense de, her zaman öyle olurdu ki, genç çiftin Paris'tekendilerine ait bir evi olmaz, Paris'e geldiklerinde kayınpederlerine"inerler" ve yılın geri kalanında da, taşrada, karışık olmamaklabirlikte, gösterişli de olmayan bir muhitte yaşarlardı. Neredeyseborçtan başka şeyi olmayan Saint-Loup, atlı arabalarıylaDoncieres'de göz kamaştırırken, çok zengin bir Courvoisier, daimatramvaya binerdi. Buna karşılık (yıllar önce) pek bir varlığıolmayan Mile de Guermantes (Oriane), kıyafetlerinden, bütünCourvoisier kadınlarının kıyafetlerinden daha fazla söz ettirirdi.Konuşmalarının yarattığı skandal bile, giyinme ve taranmatarzına bir tür reklam oluştururdu. Bir akşam yemeğinde, RusyaGrandükü'ne, "Monsenyör, Tolstoy'u öldürtmekistiyormuşsunuz, öyle mi?" deme cüretini göstermişti;Courvoisier'ler bu yemeğe davetli bile değillerdi; zaten Tolstoy

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

508

hakkında pek bilgileri de yoktu. Yaşlı Gallardon Düşesi (o sıradahenüz genç kız olan Gallardon Prensesi'nin kayınvalidesi) ölçütkabul edilecek olursa, Courvoisier'ler, Tolstoy hakkında olduğugibi, Yunan yazarları hakkında da fazla bir bilgiye sahip değildiler;beş yıl boyunca, Oriane'in tek bir ziyaretiyle şereflendirmediğiyaşlı düşes, niçin gelmediğini soran birine, şöyle cevap vermişti:"Sosyetede Aristoteles'ten" (Aristophanes demek istiyordu)"mısralar okuyormuş. Ben evimde böyle bir şeye katiyen izinvermem!"

Mile de Guermantes'in, Tolstoy'la ilgili bu "çıkışının",Courvoisier'leri ne kadar kızdırdıysa, Guermantes'ları ve onlarında ötesinde, kendileriyle yalnız yakından değil, uzaktan da ilişkiliherkesi, o kadar hayran bıraktığı, tahmin edilebilir. Oğlu korkunçsnop olduğu halde, kendisi, yazarlık tasladığından, evindeneredeyse herkesi ağırlayan, genç kızlık soyadı Seineport olanyaşlı Argencourt Kontesi, Oriane'in sözlerini edebiyatçılaraaktarırken, şöyle diyordu: "Oriane de Guermantes son derece zekive muziptir, her konuda yeteneklidir, büyük ressamlar kadargüzel suluboya resim yapar, en büyük şairler kadar güzel şiiryazar; üstelik biliyorsunuz ailesi, en soylu ailelerden biridir,büyükannesi, Mile de Montpensier'ydi, kendisi de on sekizinciOriane de Guermantes'tır; ailesinde tek bir aykırı evlilik yoktur,Fransa'nın en eski, en soylu ailesidir." Bu yüzden de Mmed'Argencourt'un misafir ettiği sözde edebiyatçılar, yanentelektüeller, şahsen tanıma fırsatını asla bulamayacakları vePrenses Bedr-ül Budumdan daha harikulade, daha olağanüstü biriolarak hayal ettikleri Oriane de Guermantes'ın, bu kadar soylu birkişinin, Tolstoy'u her şeyin üstünde tuttuğunu öğrendiklerinde,hem bu kadın için ölmeye kendilerini hazır hissediyor, hem deTolstoy'a kendi duydukları aşkın, çarlığa karşı koyma arzularınınkabardığına şahit oluyorlardı. Kendi liberal düşüncelerini itirafetme cesaretini artık bulamadıklarından, bu fikirlerin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

509

zayıflayabileceği, fikirlerinin saygınlığından kuşkuyadüşebilecekleri bir sırada, ansızın, bizzat Mile de Guermantes'tan,yani tartışılmaz bir değere ve yetkiye sahip, düz kâhkülleri alnınayapışık (bir Courvoisier kadınında asla görülemeyecek bir saçmodeliydi bu) bir genç kızdan, böyle bir yardım geliyordukendilerine. İyi veya kötü kimi gerçeklikler, üzerimizde yetkisiolan kişiler tarafından kabul gördüğünde, bu şekilde değerkazanırlar. Örneğin Courvoisier'ler nezdinde, sokaktaki nezaket,kendi içinde oldukça çirkin ve nezaketten uzak bir selamdanibaretti ve selam vermenin seçkin biçiminin bu olduğubilindiğinden, herkes gülümsemekten, sıcak tavırlardanvazgeçerek, bu soğuk jimnastiği taklit etmeye zorlardı kendini.Oysa genel olarak bütün Guermantes'lar, özellikle de Oriane, bukuralları herkesten iyi bildikleri halde, bir arabanın içinden sizigördüklerinde, sevimli bir tavırla el sallamaktan çekinmezler, birsalonda, yapmacık ve katı selamları Courvoisier'lere bırakıp,karşınızda kibarca eğilir, mavi gözlerinin içi gülerek, dostçaellerini uzatırlardı; öyle ki, o zamana kadar biraz kof ve kuru olanşıklığın özüne, ansızın, Guermantes'lar sayesinde, doğal olarakseveceğimiz ve daha önce bastırmaya çalıştığımız her şey,sevecenlik, gerçek, açık bir kibarlık, kendiliğindenlik nüfuzederdi. Aynı şekilde, ama bu kez pek doğru olmayan bir tedaviyle,içgüdüsel olarak kötü müzik zevkine sahip, kolay, kulağa hoşgelen, sıradan ezgileri seven insanlar da, senfoni kültürüsayesinde, bu zevklerim köreltirler. Ne var ki, bu noktayavardıklarında, Richard Strauss'un göz kamaştırıcı, parlakorkestrasyonuna haklı olarak hayran kalıp, bestecinin Aube'yeyaraşır bir hoşgörüyle, en bayağı motifleri benimseyişinigördükleri zaman, asıl sevdikleri şeyin böylesine bir otoritetarafından onaylanmasına bayılırlar ve Taç Elmasları'ndasevmeleri yasaklanan şeyden, Salome'yi dinlerken, hiçbir kaygıduymadan, minnete boğularak büyülenirler.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

510

Mile de Guermantes'in, grandüke yönelttiği, evden eve yayılansert eleştiri, doğru olsa da olmasa da, Oriane'in o akşam yemeğidavetinde ne müthiş bir şıklık sergilediğini anlatmak için birfırsattı. Ne var ki, lüks (Courvoisier'ler için erişilmez olmasına yolaçacak şekilde), zenginlikten değil, israftan kaynaklandığı halde,israf zenginlik tarafından desteklenirse, daha uzun sürer, bütüngörkemiyle parlama olanağı bulur. Oysa yalnızca Orianetarafından değil, Mme de Villeparisis tarafından da açıkça ilanedilen ilkelerden, yani soyluluğun önemli olmadığı, mevkiyedeğer vermenin gülünç olduğu, servetin mutluluk getirmediği,sadece zekâ, yürek ve yeteneğin önem taşıdığı düşüncelerindenyola çıkılacak olsa, Courvoisier'ler, Oriane'in markizden aldığı bueğitim uyarınca, yüksek sosyete mensubu olmayan biriyle, birsanatçıyla, bir sabıkalıyla, bir serseriyle, bir dinsizle evleneceğini,Courvoisieı'lerin "yoldan çıkmış" diye nitelendirdiği kişilerkategorisine, kesin biçimde dahil olacağını umabilirlerdi. ÜstelikMme de Villeparisis'nin, o sırada, sosyal açıdan sıkıntılı bir buhrandönemi geçirmekte olup (markizin evinde rastladığım tek tükparlak şahsiyetlerin hiçbiri, henüz onunla yeniden ilişkikurmamıştı), kendisini dışlayan sosyeteye karşı müthiş birdüşmanlık sergilemesi de, bu umutlarını pekiştirirdi. Markiz,görüşmeyi sürdürdüğü yeğeni Guermantes Prensi'nden sözederken bile, soyluluğuyla övündüğü için yeğeniyle durmadanalay ederdi. Ama Oriane'a bir koca bulmak söz konusu olduğuanda, meseleyi teyzeyle yeğeninin ilan ettiği ilkeler değil,esrarengiz "Aile Cin"i ele almıştı. Sanki Mme de Villeparisis'yleOriane, o güne kadar edebî ve manevi değer yerine, mülklerden veşecerelerden başka hiçbir şeye kafa yormamışlar gibi, sankimarkiz birkaç günlüğüne –ileride olacağı gibi– ölmüş ve aileninbütün üyelerinin, sadece birer Guermantes olduğu, büyük siyahörtülerin üzerindeki düklük tacıyla tek bir bordo G harfinintanıklık ettiği şekilde, bireysellikten, isimden yoksun bırakıldığı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

511

Combray Kilisesi'ndeki tabutundaymış gibi, aile Çin'i, entelektüel,alaycı ve dogmatik Mme de Villeparisis'nin tercihini, Saint-Germain muhitinin en zengin ve soylu erkeğine, en gözde damatadayına, Guermantes Dükü'nün büyük oğlu Laumes Prensi'neyöneltmişti. Düğün gününde de, Mme de Villeparisis, alaya aldığı,hattâ davet ettiği ve Laumes Prensi'nin o sırada kartvizitinibırakıp ertesi yıl derhal ilişkisini kestiği, yakın arkadaşı olan birkaçburjuvanın yanında bile alayla söz ettiği bütün soyluları, iki saatboyunca evinde ağırladı. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi,evlenmesinin hemen ardından, Laumes Prensesi'nin evinde, zekâve yeteneği, yegâne sosyal üstünlükler olarak sunanözdeyişlerin, tekrar duyulmaya başlanması, Courvoisier'lerinmutsuzluğunu iyice kamçıladı. Bu bağlamda şunu da belirtelimki, Saint-Loup' nun Rachel'le birlikte yaşadığı, Rachel'indostlarıyla görüştüğü, Rachel'le evlenmek istediği dönemdesavunduğu bakış açısı, –aileyi ne kadar dehşete düşürse de–,genel olarak Guermantes kızlarının fikirlerinden daha az yalaniçeriyordu; bu genç kızların zekâyı göklere çıkarmaları, insanlarıneşitliğinden şüphe edilmesine neredeyse izin vermemeleri, sırasıgeldiğinde, sanki tam zıt fikirlerin taraftarlığını yapmışlar gibi,tıpatıp aynı sonucu, yani müthiş zengin bir dükle evlenmelerisonucunu doğuruyordu. Saint-Loup'ysa, aksine, teorilerineuygun hareket ediyor, bu da, onun kötü yolda olduğusöylentilerine sebebiyet veriyordu. Şüphesiz, ahlâk açısından,Rachel gerçekten de pek tatminkâr değildi. Ne var ki, Mme deMarsantes'in, Rachel'den daha değerli olmayan, ama düşesunvanına veya milyonlara sahip biriyle oğlunun evliliğine karşıçıkacağı da söylenemez.

Mme de Laumes'a (kısa bir süre sonra, kayınpederininölümüyle birlikte, Guermantes Düşesi unvanını alacaktı)dönecek olursak, genç prensesin, belirttiğimiz gibi dilindendüşürmediği teorilerin, davranışlarına katiyen yön vermemesi,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

512

Courvoisier'ler için yeni bir mutsuzluk kaynağı oldu; çünküböylelikle, bu (deyim yerindeyse) felsefe, Guermantes'larınsalonunun aristokrat seçkinliğine hiçbir zarar vermedi. Şüphesiz,Mme de Guermantes'in evine kabul etmediği kişilerin hepsi,yeterince zeki olmadıkları için davet edilmediklerinidüşünüyorlardı; Parny'nin şiirlerinin küçük, eski, kapağı hiçaçılmamış bir kopyası dışında, hayatta tek bir kitabı bile olmamış,bu kitabı da, "güncel" olduğu için küçük salonundakimobilyalarından birinin üstünde tutan, zengin bir Amerikalıhanım ise, Guermantes Düşesi Opera'ya adımını attığında,kendisine yiyecekmiş gibi bakarak, zihinsel meziyetlere ne kadarönem verdiğini ortaya koyuyordu. Yine şüphe yok ki, Mme deGuermantes, bir kişiyi zekâsı nedeniyle seçerken, samimiydi. Birkadın hakkında, "Çok 'hoş'muş," derken veya bir erkeğin müthişzeki olduğunu söylerken, onları evine kabul etmesi için, buhoşluk ya da zekâ dışında bir sebep bulunduğunu düşünmezdi;Guermates'ların Çin'i, bu son dakikada bir müdahaledebulunmazdı; daha derinde, Guermantes'ların yargılama işleminiyaptığı bölgenin karanlık girişinde mevzilenen bu uyanık Cin,Guermantes'ların, o anda ya da gelecekte bir sosyete değeri yoksa,erkeği zeki, kadım hoş bulmalarını engellerdi. Bu takdirde,erkeğin bilgili olduğu, ama bir lugata benzediği ya da aksine,seyyar satıcı kafasına sahip, bayağı bir adam olduğu, güzelkadınınsa, korkunç bir üslubu bulunduğu veya fazla konuştuğuhükmüne varılırdı. Mevki sahibi olmayan kişilere gelince, enkorkuncu buydu, birer snoptular onlar. Şatosu Guermantes'akomşu olan M. de Breaute, sadece prens ve prenseslerlegörüşürdü. Ama onlarla alay eder, hayatını müzelerde geçirmeyihayal ederdi. Bu yüzden de, M. de Breaute'ye snop dendiğinde,Mme de Guermantes kızardı. "Snop mu! Babal ha! Sizçıldırmışsınız azizim, tam tersine, parlak şahsiyetlerden hiçhoşlanmaz, ona birini tanıştırmak imkânsızdır. Hattâ benim

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

513

evime bile, tanımadığı birini de davet edecek olsam, sızlanasızlana gelir!"

Ne var ki, bütün bunlar, Guermantes'ların, pratikte bile, zekâyaCourvoisi'lerden çok daha fazla değer vermediği anlamınagelmiyordu. Guermantes'larla Courvoisier'ler arasındaki bu fark,somut biçimde, epeyce meyve vermekteydi zaten. Örneğin,birçok şairin, uzaktan hayallere dalmasına yol açan bir esrarlasarmalanmış olan Guermantes Düşesi, daha önce sözünüettiğimiz daveti düzenlemiş ve İngiltere kralı da, en çok budavette eğlenmişti; çünkü düşes, Courvoisieı'lerin asla aklımagelemeyecek parlak bir fikir ve hiçbirinin gösteremeyeceği bircesaretle, saydığımız şahsiyetlerin dışında, müzisyen GastonLemaire'i ve oyun yazarı Grandmougin'i de davet etmişti. Amaentelektüellik, kendini özellikle olumsuz açıdan hissettirirdi.Guermantes Düşesi'nin evine davet edilmeyi isteyen kişininmevkii arttıkça, gerekli zekâ ve cazibe katsayısı düşer, önemlihükümdarlar söz konusu olduğunda sıfıra yaklaşır, bunakarşılık, bu kraliyet düzeyinin altına inildikçe, katsayı artardı.Örneğin Parma Prensesi'nin evinde, Altes kendileriniçocukluğundan beri tanıdığı veya falanca düşesin ya dahükümdarın yakını oldukları için davet edilmiş, çok sayıda insanbulunur, bu insanlar çirkin, sıkıcı veya aptal da olsalar,farketmezdi; bir Courvoisier'nin, bu tür insanları evine davetetmesi için, "Parma Prensesi'nin gözdesi", "Arpajon Düşesi'nin,anne bir, baba ayrı üvey kız kardeşi", "yılda üç ay İspanyakraliçesinin evinde misafir" olmaları, yeterli birer nedendi, ama onyıldır Parma Prensesi'nin evinde bu kişilerin selamlarına kibarcakarşılık veren Mme de Guermantes, kendi evinin kapısından içeriadım atmalarına asla izin vermemişti; çünkü onun gözünde, birsalon, maddi açıdan olduğu gibi sosyal açıdan da, güzelolmadıkları halde, yer doldursun ve zengin dursun diyeatılmayan eşyalar bulunduğunda, korkunç olurdu. Böyle bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

514

salon, bilgi, zekâ ve akıcılık belirtisi olan cümlelerdenkaçınılamamış bir esere benzerdi. Mme de Guermantes, tıpkı birkitap gibi, bir ev gibi, bir "salonun" da temel taşının, fedakârlıkolduğunu düşünürdü haklı olarak.

Parma Prensesi'nin, Guermantes Düşesi'nin yıllardır aynıterbiyeli selamı vermekle ya da kartvizitini bırakmakla yetinip,asla evine davet etmediği, davetlerine katılmadığı hanımarkadaşlarından birçoğu, bu konuda Altes'e kibarca yakınırlar, oda, M. de Guermantes kendisini tek başına ziyarete geldiğinde,konuya şöyle bir değinirdi. Fakat metresleri olması bakımındandüşes için kötü bir koca, ama salonuna (ve bu salonun başlıcacazibesi olan Oriane'ın zekâsına) ilişkin her konuda sarsılmaz birdayanak, bir kardeş olan kurnaz dük, şöyle cevap verirdi: "Peki,karım tanıyor mu kendisini? Ya, o zaman davet etmeliydigerçekten de. Hanımefendiye doğruyu söyleyeyim: Orianeaslında kadınların sohbetinden hiç hoşlanmaz. Etrafı üstünzekâlı kişilerle çevrilidir– ben onun kocası değil, özelhizmetkârıyım sadece. Çok esprili bir iki tanesi dışında,kadınlardan sıkılır. Saygıdeğer Altes de keskin zekâlarıyla kabulederler ki, Souvre Markizi'nin esprili olduğu söylenemez. Evet,anlıyorum, saygıdeğer prenses kendilerini iyi yürekliliğindenkabul ediyor evine. Ayrıca kendisini tanıyor da. Oriane'ın onugördüğünü söylüyorsunuz, olabilir, ama emin olun pek kısa birgörüşme olmuştur. Üstelik şunu da itiraf etmem gerekir ki, suçbiraz da bende. Karım çok yoruluyor; nezaketten de o kadarhoşlanır ki, ona kalsa, ziyaretlerin hiç sonu gelmez. Daha dünakşam, ateşi vardı, Bourbon Düşesi'nin davetine gitmezse, düşeskırılır diye korkuyordu. Onu tehdit etmek zorunda kaldım,arabayı hazırlatmasını yasakladım. Aslında. biliyor musunuzAltes, bana Mme de Souvre'den söz ettiğinizi Oriane'a hiçsöylememeyi bile düşünüyorum. Oriane zat-ı âlinizi o kadar severki, söylersem, derhal tutup Mme de Souvre'yi davet eder,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

515

ziyaretlere bir ziyaret daha eklenir, kocasını çok iyi tanıdığım kızkardeşiyle de ilişkiye girmek zorunda kalırız. En iyisi, saygıdeğerprensesin izniyle, ben Oriane'a hiçbir şey söylemeyeyim. Böylecekendisi için büyük bir yorgunluğu, telaşı önlemiş oluruz. Ayrıca,emin olun, Mme de Souvre için bir kayıp olmayacak. Nasıl olsa heryere, en seçkin çevrelere girip çıkıyor. Bizim davetlerimize davetbile denmez, birkaç kişilik akşam yemekleri sadece; Mme deSouvre sıkıntıdan patlar zaten." Guermantes Dükü'nün, isteğinidüşese iletmeyeceğine safça inanan ve Mme de Souvre'ninarzuladığı daveti koparamadığına üzülen Parma Prensesi,girilmesi bu kadar zor bir salonun müdavimlerinden olduğu için,daha da gururlanırdı. Şüphesiz, bu tatmin, beraberinde bazısıkıntılar da getirirdi. Parma Prensesi, bu yüzden, Mme deGuermantes'ı ne zaman davet edecek olsa, davette düşesinhoşuna gitmeyecek ve bu nedenle bir daha gelmesiniengelleyecek birisi olmasın diye, kafa patlatırdı.

Alışılmış günlerde, mutlaka birkaç davetlinin bulunduğu, (eskiâdetler uyarınca çok erken saatte yenen) akşam yemeğindensonra, Parma Prensesi'nin salonu, müdavimlere ve genel olarakbütün yüksek Fransız ve yabancı aristokrasisine açıktı. Yemeksonrası daveti şöyle cereyan ederdi: Prenses, yemek salonundançıkıp büyük, yuvarlak bir masanın başına, bir kanepeye oturarak,akşam yemeğine katılmış olan iki önemli hanımla sohbet ederveya bir dergiye göz gezdirir, bazen pasyans açar, bazen de önemlibir şahsiyeti, gerçek veya sözde rakip olarak seçip iskambiloynardı (ya da bir Alman saray geleneği uyarınca oynarmış gibiyapardı). Saat dokuza doğru, büyük salonun çifte kapılandurmadan açılıp kapanmaya başlar, prensesin saatlerineuyabilmek için alelacele yemek yemiş olan (veya akşam yemeğinidışarıda yiyorlarsa, "bir kapıdan girip ötekinden çıkmak" niyetiyle,döneceklerini söyleyip kahveyi atlayan) konuklar içeriye dolardı.Bu arada, kendini oyuna ya da sohbete vermiş olan prenses,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

516

girenleri görmezden gelir, ancak iki adım ötesine geldiklerinde,kadınlara iyilikle gülümseyerek, zarif bir tavırla ayağa kalkardı.Kadınlarsa, ayakta duran Altes'in karşısında, diz çökmeye varanbir reverans yaparlar, prensesin çok alçakta tuttuğu güzel eliniöpmek üzere, dudaklarını aynı hizaya getirirlerdi. Ama prenses, oanda, aslında gayet iyi bildiği bu protokol, her defasında kendisinişaşırtmış gibi, diz çökmüş hanımı eşsiz bir zarafet ve tatlılıkla,adeta zorla ayağa kaldırır ve yanaklarından öperdi. Sanki bu zarafetve tatlılığın şartı, misafir hanımın, dizlerini bükerken gösterdiğialçakgönüllülüktü. Muhtemelen öyleydi de; öyle görünüyor ki,eşitlikçi bir toplumda terbiye, zannedildiği gibi eğitimeksikliğinden ötürü değil, kimilerinde, etkili olmak için hayalîolması gereken itibara saygı ortadan kalkacağı için, daha çok da,diğerlerinde, karşılarındaki kişinin gözünde sonsuz değeriolduğunu hissettiklerinden esirgenmeyen ve geliştirilen, eşitliktemeli üzerine kurulu bir dünyadaysa, sadece itibari değere sahipher şey gibi, birden bütün değerini kaybedecek olan nezaketortadan kalkacağı için yok olacaktır. Ne var ki, yeni bir toplumda,terbiyenin ortadan kalkacağı kesin değildir; üstelik bazen, birdurumun o andaki koşullarım, mümkün olan yegâne koşullarzannetme eğilimimiz de güçlüdür. Çok üstün zekâlı birçok kişi,bir cumhuriyette diplomasi ve ittifak olamayacağını, köylüsınıfının, kiliseyle devletin ayrılmasına tahammül edemeyeceğinizannetmiştir. Aslında, eşitlikçi bir toplumda terbiye,demiryollarının başarısından ve uçağın askerî kullanımındandaha büyük bir mucize olmayabilir. Ayrıca, terbiye ortadan kalksabile, bunun bir felaket olacağına dair bir kanıt da yoktur. Nihayetbir toplum, aslında giderek demokratikleşirken, içten içehiyerarşik hale gelemez mi? Böyle olması çok mümkündür.Papaların, devleti de, ordusu da kalmadığından beri, siyasalgüçleri çok artmıştır; katedrallerin, XVII. yüzyılda bir sofuüzerindeki nüfuzu, XX. yüzyılda bir ateistin üzerindeki

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

517

nüfuzundan çok daha azdı; Parma Prensesi de, bir devletinhükümdarı olsaydı, herhalde kendisinden, aşağı yukarı bircumhurbaşkanı kadar söz ederdim, yani hiç söz etmezdim.

Sınavdan geçen hanımı ayağa kaldırıp öptükten sonra, prensestekrar yerine oturup pasyansına dönerdi, ama eğer önemli birkişiyse, prenses önce onu bir koltuğa oturtup biraz sohbet ederdi.

Salon çok dolduğunda, düzeni sağlamakla görevli nedime,müdavimleri, salona açılan, Bourbon hanedanına ait portreler veantika eşyalarla dolu, çok büyük bir hole alarak, yer açardı. Budurumda, prensesin her zamanki misafirleri, gönüllü olarakkılavuz görevini üstlenirler, ölü hükümdarların yadigârlarıylailgilenmektense, yaşayan Altes'leri seyretmeyi (ve icabındanedimeler aracılığıyla kendilerine takdim edilmeyi) tercih edengençlerin dinleme sabrını gösteremediği, ilginç şeyler anlatırlardı.Tanışabilecekleri kişilerle ve belki koparabilecekleri davetlerlefazlasıyla meşgul olduklarından, yıllar sonra bile, krallıkarşivlerinin bu değerli müzesinde neler bulunduğunu hiçbilmezler, bu şıklık merkezini Acclimatation Parkı'nın PalmiyeSerası'na benzeten dev palmiyeler ve kaktüslerle donatılmışolduğunu, belli belirsiz hatırlarlardı sadece.

Elbette Guermantes Düşesi de, bu gecelerde, arasıra nefsinikırarak bir yemek sonrası ziyaretine gelir, prenses de, bir yandandükle şakalaşarak, düşesi yanından ayırmazdı. Ama düşes akşamyemeğine geldiği zaman, prenses müdavimlerini çağırmaktankaçınır, sofradan kalkıldığında da, pek seçkin olmayanziyaretçiler, müşkülpesent düşesin hoşuna gitmez korkusuylakapısını kapatırdı. Bu gecelerde, önceden haber verilmemişmüdavimler Altes'in kapısına geldiği takdirde, kapıcı "AltesHazretleri bu gece misafir kabul etmiyorlar," der, onlar da geridönerdi. Zaten prensesin dostlarından birçoğu, o tarihte davetedilmeyeceklerini önceden bilirlerdi. Bu özel bir toplantı, dahil

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

518

olmayı isteyecek çok sayıda kişiye kapalı bir davetti. Dışlananlar,seçilenleri aşağı yukarı kesin olarak sayabilirler, kendi aralarında,"Biliyorsunuz, Oriane de Guermantes, yanında kurmay heyetiolmadan asla bir yere gitmez," derlerdi, gücenmiş bir tonda.Parma Prensesi, düşesi, hoşlanacağı şüpheli kişilere karşı,koruyucu bir duvar misali, bu kurmay heyetinin yardımıylayalıtmaya çalışırdı. Ne var ki, Parma Prensesi, düşesin bu yakınarkadaşlarından, bu parlak kurmay heyetinin üyelerindenbirçoğuna, kendisine pek nazik davranmadıklarından, yakınlıkgöstermeye çekinirdi. Şüphesiz Parma Prensesi, Mme deGuermantes'in dostluğunun, kendi dostluğundan daha eğlenceliolabileceğini kabullenirdi. Düşesin "günlerinde" insanınezildiğini ve genellikle, kendisine kartvizit bırakmakla yetinen üçdört Altes'le bu günlerde karşılaştığını inkâr etmesi imkânsızdı.Oriane'in esprilerini ne kadar hatırlamaya çalışsa da, kıyafetlerinitaklit etse, çaylarında aynı çilekli turtaları ikram etse de, bütün birgün, bir nedimesi ve yabancı bir elçilik müsteşarıyla tek başınakaldığı olurdu. Bu yüzden de, (bir zamanlar Swann örneğindeolduğu gibi), birisi her gün iki saatini mutlaka düşesin evindegeçirip de, Parma Prensesi'ni iki yılda bir kere ziyaret ettiğinde, sırfOriane'in hatırı için bile, Swann olsun, bir başkası olsun, busıradan şahsa, akşam yemeğine davet ederek "kur" yapmak,prensesin içinden gelmezdi. Kısacası, düşesi davet etmek, ParmaPrensesi için bir şaşkınlık kaynağıydı; çünkü Oriane'in hiçbir şeyibeğenmemesi korkusu, sürekli içini kemirirdi. Buna karşılık, aynısebepten ötürü, Parma Prensesi, Mme de Guermantes'in evineakşam yemeğine gittiğinde, her şeyin çok hoş, çok güzelolacağını önceden kesin olarak bilirdi; tek korkusu,anlayamamak, hatırlayamamak, hoşa gitmemek, fikirleri veinsanları özümseyememek olurdu. İşte bu nedenle, benimvarlığım, tıpkı sofranın taç biçiminde düzenlenmiş meyvelerle,değişik bir şekilde süslenmesi gibi, ilgisini ve hırsını

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

519

kamçılıyordu; Oriane'in davetlerinin büyüsünün, başarısınınsırrının, sofranın düzenlenişi mi, benim varlığım mı olduğunutam kestiremediğinden, bir sonraki akşam yemeği davetinde herikisini de bulundurmaya kararlıydı. Aslında, Parma Prensesi'nindüşesin evinde duyduğu hayranlıkla dolu merakı kesinlikledoğrulayan şey, prensesin adeta korkuyla, ani bir heyecanla vehazla (tıpkı deniz kıyısında, hiçbiri yüzmeyi bilmediğinden,cankurtaranların tehlike işareti verdiği "yüksek dalgalar"a dalargibi) daldığı ve güçlenmiş, mutlu, gençleşmiş olarak çıktığı okomik, tehlikeli, heyecanlı, adına Guermantes zekâsı denenatmosferdi. Guermantes zekâsı –bu zekânın bir tek kendisindebulunduğunu düşünen düşes için, dairenin kareleştirilmesi gibi,mevcut olmayan bir kavram– adeta Tours'un domuz kavurması,Reims bisküvileri gibi meşhur olmuştu. Şüphesiz, (zihinsel birözellik, saç veya ten rengiyle aynı yöntemle çoğalmadığından),düşesle akraba olmayan kimi yakın arkadaşları, yine de bu zekâyasahipti; buna karşılık, her tür zekâya fazlasıyla direnen kimiGuermantes'lara ise, aynı zekâ nüfuz edememişti. Guermanteszekâsını ele geçirmiş, düşesle akrabalığı olmayan kişilerinçoğunun ortak özelliği, bir mesleğe özel bir yetenekleri olup da,ister sanat, ister diplomatlık, ister parlamenterlik ve belagat,isterse askerlik olsun, bu mesleğe sosyete hayatını tercih etmiş,parlak kişiler olmalarıydı. Bu tercih, özgünlük, inisiyatif, irade,sağlık veya şans eksikliğiyle ya da snoplukla açıklanabilirdi belki.

Bazıları için (bunların birer istisna olduklarını da kabul etmekgerekir), Guermantes'ların salonu, mesleklerini engellemiş olsada, bu kendi iradeleri dışında olmuştu. Örneğin gelecekleri çokparlak olan bir hekim, bir ressam, bir de diplomat, birçok kişidendaha yetenekli oldukları halde, mesleklerinde başarılıolamamışlardı; çünkü Guermantes'larla samimiyetleri, ilkikisinin sosyete mensubu, üçüncüsünün de gerici olaraknitelendirilmesine yol açmış ve üçünün de meslektaşları

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

520

nezdinde kabul görmelerini engellemişti. Fakültelerde seçicikurulun hâlâ giydiği eski cüppe, taktığı kırmızı başlık, dargörüşlü bir geçmişin, kapalı bir yobazlığın sadece yüzeyselkalıntıları değildir, en azından kısa süre öncesine kadar değildi.Dreyfus Davası'ndan önceki yıllarda, altın püsküllü başlıklarınınaltındaki "profesörler", tıpkı'Yahudi külahlarının altındakibaşrahipler gibi, katı, softaca fikirlere hapsolmuşlardı. DuBoulbon, aslında bir sanatçıydı, ama sosyeteden hoşlanmadığıiçin, kurtulmuştu. Cottard, Verdurin'lerle görüşürdü, ama MmeVerdurin, hastasıydı, ayrıca bayağılığı Cottard'ı korurdu, sonolarak da, evinde, fenik asit kokusunun hâkim olduğuşölenlerde, Fakülte üyeleri haricinde kimseyi ağırlamazdı. Amaönyargıların katılığının, daha hoşgörülü, daha serbest ve hızlakokuşan çevrelerde gevşeyen mükemmel bir dürüstlüğün ve enulvi ahlâki görüşlerin bedeli olduğu, sağlam yapılı topluluklarda,ermin astarlı, lal rengi satenden cüppesiyle, düklük sarayınakapanmış bir Venedik Dükü'nü andıran bir profesör, mükemmelfakat korkunç bir diğer dük, yani M. de Saint-Simon kadarerdemli, soylu ilkelere onun kadar bağlı, öte yandan, her türyabancı unsura karşı onun kadar acımasızdı. Yabancı unsur,farklı tavırları, farklı ilişkileriyle, yüksek sosyete mensubuhekimdi. Burada sözünü ettiğimiz zavallı, iyilik olsun diye,meslektaşları tarafından, kendilerini küçümsemeklesuçlanmamak için (tam sosyeteye yakışır bir düşünce!),Guermantes Düşesi'ni onlardan gizler, buna karşılık, onlarıyumuşatmak için, tıp çevresinin sosyete çevresinde eridiği,karışık akşam yemeği davetleri verirdi. Bu şekilde, kendi mahvınıhazırladığını bilmezdi; daha doğrusu, (sayıları biraz daha kabarıkolan) Onlar Konseyi, boşalan bir kürsü için atama yapacaklarızaman, uğursuz sandıktan, daha vasat da olsa, daima dahanormal bir hekimin adı çıktığında ve eski Fakülte'de "veto",Moliere'in ölümünü haber veren "Ant" kadar tumturaklı, gülünç

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

521

ve korkunç bir şekilde çınladığında öğrenirdi. Sanatla uğraşansosyete mensupları, kendilerine sanatçı damgası vurdurmayıbaşarmışken, sosyete mensubu damgasını temelli yemiş olansanatçının durumu da aynıydı; gericilerle fazlaca bağlantısı olandiplomatın durumu da farklı değildi.

Ne var ki, bu, en nadir rastlanan durumdu. Guermantessalonunun özünü oluşturan seçkinler, geri kalan her şeyden,Guermantes zekâsıyla, Guermantes terbiyesiyle, biraz merkezîolan her "bünyeye" çekilmez gelen, o tanımlanamaz büyüylebağdaşmayan her şeyden, kendi isteğiyle vazgeçmiş (en azındanöyle zanneden) kişilerdi.

Düşesin salonunun müdavimlerinden birinin, bir zamanlarLouvre'un yıllık sergisinde altın madalya kazanmış olduğunu,Baro Sekreteri olan bir başkasının, başlangıçta Meclis'te büyükyankı uyandırdığını, bir üçüncüsününse, maslahatgüzarsıfatıyla Fransa'ya başarılı hizmetlerde bulunduğunu bilenkişiler, yirmi yıldır başka hiçbir şey yapmamış bu insanlara,harcanmış gözüyle bakabilirlerdi. Ne var ki, bu "bilgi sahibi"insanların sayısı azdı ve söz konusu şahısların kendileri de,Guermantes zekâsı gereği, bu eski unvanlarına hiçbir değervermediklerinden, hatırlatmaktan kesinlikle kaçınırlardı;gazetelerin göklere çıkardığı, Mme de Guermantes'ınsa, bir evsahibesinin tedbirsizliği yüzünden sofrada yanına düşmüşse,esneyip sıkıntı belirtileri gösterdiği, biri biraz tumturaklı, ötekikelime oyunlarına meraklı önemli bakanlar, Guermanteszekâsıyla değerlendirildiğinde, can sıkıcı, kukla, ya da tersine,tezgâhtar olmakla suçlanırdı çünkü. Birinci sınıf bir devlet adamıolmak, düşesin nezdinde katiyen bir tavsiye yerinegeçmediğinden, diplomatlıktan veya ordudan istifa etmiş,meclise tekrar girmemiş olan arkadaşları, yakın dostları, düşeseher gün öğle yemeğine ve sohbete gitmekle, onunla, pek de

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

522

beğenmedikleri Altes'lerin evlerinde buluşmakla, en iyi tercihiyapmış olduklarını düşünürler, en azından öyle söylerlerdi;bununla birlikte, eğlencenin ortasında bile biraz hüzünlü olanhalleri, bu hükmün gerçekliğiyle biraz çelişirdi.

Yine de kabul etmek gerekir ki, Guermantes'ların evindekisosyal yaşantının inceliği, konuşmaların zarafeti, ne kadar az daolsa, bir gerçeklik barındırırdı. Hiçbir resmî unvan, Mme deGuermantes'in, en nüfuzlu bakanların evlerinecezbedemeyecekleri kimi gözdelerinin onayı kadar değerliolamazdı. Bu salonda, onca entelektüel tutku ve hattâ soylu çaba,ebediyen gömülmüş olsa da, hiç değilse onların toprağı üzerinde,en eşsiz sosyete çiçekleri yeşermişti. Şüphesiz, Swann gibibirtakım zeki kimseler kendilerini, küçümsedikleri değerlişahıslardan daha üstün görürlerdi, ama bunun nedeni,Guermantes Düşesi'nin her şeyden çok değer verdiği şeyin, akıldeğil –düşese göre akim, sözel bir yetenek türüne ulaşmış, dahaaz rastlanır, daha ince, üstün bir biçimi–, zekâ olmasıydı. Birzamanlar Verdurin'lerin evinde, Swann'ın, Brichot'yu bütünbilgisine rağmen ukala, Elstir'i de, dehasına rağmen kaba sabadiye sınıflandırmasının nedeni de, Guermantes zekâsının, içineişlemiş olmasıydı. Düşesin, Brichot'nun tiradlarını da, Elstir'inboş laflarını da nasıl karşılayacağını önceden sezdiğinden, nebirini ne de ötekini düşese tanıştırmaya asla cesaret edemezdi;çünkü Guermantes zekâsı, ciddi olsun, şakacı olsun, iddialı veuzun konuşmaları, en dayanılmaz aptallıklar olarak nitelendirirdi.

Bedenleri ve kanlarıyla Guermantes olan kişilere gelince,Guermantes zekâsı, kendilerini, örneğin herkesin telaffuzunun,ifade tarzının ve dolayısıyla düşünme biçiminin aynı olduğuedebî topluluklardaki gibi, tamamen ele geçirmemişse, bununnedeni, yüksek sosyete çevrelerinde, özgünlüğün baskın oluptaklidi engellemesi değildi. Ne var ki, taklidin ön şartı, yalnızca

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

523

yenilmez bir özgünlüğün yokluğu değil, ayrıca, daha sonra taklitedilecek şeyi önceden farketmeyi sağlayan, göreli bir kulakkeskinliğidir. Oysa öyle Guermantes'lar vardı ki, bu müzikduygusundan Courvoisier'ler kadar yoksundular.

Bir örnek verecek olursak, bir oyun gibi yapılan "taklitlerde",(Guermantes'lar buna "karikatür" derlerdi), Mme de Guermanteskusursuz bir başarı gösterdiği halde, Courvoisier'ler, sanki birerinsan değil, birer tavşanmışlar gibi, anlamadan bakarlardı; çünküdüşesin taklit ettiği kusuru ya da aksam, hiçbir zamanfarkedemezlerdi zaten. Düşes, Limoges Dükü'nü taklit ettiğinde,Courvoisie'ler, "Yok canım! Öyle konuşmuyor aslında, daha düngece Bebeth'in evinde kendisiyle birlikte akşam yemeği yedik,bütün gece konuştu benimle, öyle konuşmuyordu," diye itirazederler, biraz kültürlü Guermantes'lar ise, "Tanrım, Orianegerçekten de gülünçlü! İşin tuhaf yanı, taklit ederken resmen onabenziyor! Sanki dükün kendisini dinler gibiyim. Oriane, hadibiraz daha Limoges yap bize!" diye haykırırlardı. BuGuermantes'lar (düşes, Limoges Dükü'nün taklidini yaparken,hayranlıkla, "Doğrusu tıpatıp onu oynuyorsunuz," ya da"oynuyorsun," diyen, en üstün niteliklileri olmayanlar bile),istedikleri kadar zekâdan yoksun olsunlar, Mme de Guermantes'agöre (ki bu konuda haklıydı), düşesin esprilerini duya duya,aktara aktara, düşesin ifade ve değerlendirme tarzını, düşes gibiSwann'ın da "anlatım" diye adlandıracağı şeyi, iyi kötü taklitetmeyi beceriyorlar, hattâ konuşmalarına, Courvoisier'lerekorkunç bir biçimde Oriane'in zekâsına benzer gibi gelen, onlarınGuermantes zekâsı dedikleri bir şey katıyorlardı. BuGuermantes'lar, yalnız akrabası değil, hayranı da oldukları için,(ailenin geri kalanını kesinlikle dışlayan ve genç kızken onayaptıkları kötülüklerin, şimdi horgörüsüyle intikamını alan)Oriane, zaman zaman, genellikle de dükle birlikte çıktığı yazmevsiminde, onları ziyarete giderdi. Bu ziyaretler, birer olaydı.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

524

Misafirlerini zemin kattaki büyük salonda ağırlayan EpinayPrensesi, zararsız bir yangının ilk kıvılcımlarını veyabeklenmeyen bir işgalin "keşif kolunu" uzaktan farkeder gibi,avluda hafifçe yana eğilerek, ağır ağır yürüyen, harikulade şapkasıve yaz kokuları saçan şemsiyesiyle düşesi gördüğünde, kalbininatışları hızlanırdı. Temkinli davranıp, misafirlerini uyarmakistercesine, "hazırol" komutu verir gibi, salonlar, karışıklığa yolaçmadan, panik yaratmadan, vakitlice boşaltılsın diye, "Aa, Orianegeliyor," derdi. Hazır bulunanların yarısı, kalmaya cesaretedemeyip kalkardı. "Niye kalkıyorsunuz canım? Otursanıza, birazdaha kaim, çok memnun olurum," derdi prenses, (soyluhanımefendilere yakışan) serbest, rahat bir tavırla, ama sahte birtonda. "Konuşacak özel şeyleriniz vardır belki," diyen, gitsinlerdiye can attığı konuklarına, ev sahibesi, "Sahi aceleniz mi var?Peki öyleyse, ben sizi görmeye gelirim," diye cevap verirdi. Dük vedüşes, yıllardır prensesin evinde görüp tanımadıkları,çekingenlikle zar zor bir selam veren kişileri, son derece kibarcaselamlarlardı. Bu konuklar gider gitmez, dük, kaderin kötülüğüyüzünden veya kadınlarla görüşmenin olumsuz etkilediğiOriane'ın sinirsel rahatsızlığı sebebiyle evine davet etmediğikişilerin esas değeriyle ilgilenirmiş gibi görünmek için, kibarcaonlar hakkında sorular sorardı: "O pembe şapkalı, ufak tefekhanım kimdi?" - "Sevgili kuzenim, kaç kere gördünüz kendisini,Tours Vikontesi o, genç kızlık soyadı Lamarzelle'di." - "Çok güzelama, farkında mısınız, esprili biri gibi görünüyor; üstdudağındaki küçük kusur olmasa, harika bir kadın olurmuş.Tours Vikontu yaşıyorsa, keyfine diyecek yoktur herhalde.Oriane, kaşlarıyla saç çizgisi bana kimi hatırlattı biliyormusunuz? Kuzinimiz Hedwige de Ligne'i." Kendisinden başka birkadının güzelliğinden söz edilmeye başlandığı anda durgunlaşanGuermantes Düşesi, konuşmaktan vazgeçerdi. Kocasının,karısından daha "ciddi" olduğunu göstermek amacıyla, evine

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

525

davet etmediği kişilerden pekala haberdar olduğunu ortayakoyma merakını, hesaba katmamış olurdu. Dük, birdenbire,heyecanla, "Ama Lamarzelle dediniz," derdi. "Hatırlıyorum da, benMeclis'teyken, son derece parlak bir konuşma yapan..." - "Birazönce gördüğünüz genç hanımın amcasıydı o." - "Ah, ne büyükyetenek! Yoo, lütfen şekerim," derdi dük, Egremont Vikontesi'nedönerek. Mme de Guermantes'in tahammül edemediği vikontes,kendi isteğiyle hizmetçi rolünü üstlenecek kadar alçalıp, (evinedöndüğünde, buna karşılık kendi hizmetçisini döverek), EpinayPrensesi'nin evinden kımıldamaz, dükle düşes geldiğinde de,utanç ve üzüntüye boğulsa da, kalmaya devam eder, mantolarıtoplar, bir işe yaramaya çalışır, ketumluğundan, yan odayageçmeyi teklif ederdi. "Bizim için zahmet edip çay yapmayın;rahat rahat sohbet edelim; biz sade, teklifsiz insanlarız. Zaten,"diye eklerdi dük, Mme d'Epinay'ye dönüp (Egremont Vikontesi'nikıpkırmızı, çekingen, ihtiraslı ve gayretkeş bir halde bırakarak),"ancak bir çeyrek saat ayırabileceğiz size." Bu bir çeyrek saatintamamı, düşesin o hafta içinde yaptığı, kendisinin katiyenanlatmayacağı, ama dükün ustalıkla, sanki bu esprilere yol açanolaylar nedeniyle düşesi azarlarmış gibi yapıp, adeta istemeyeistemeye tekrarlattığı esprilerin sergilenmesiyle geçerdi.

Kuzinini seven ve iltifata zaafı olduğunu bilen Epinay Prensesi,düşesin şapkasına, şemsiyesine, zekâsına hayranlığını dilegetirirdi. Dük, benimsediği ters bir sesle, ama hoşnutsuzluğuciddiye alınmasın diye, muzip bir tebessümle tonunuyumuşatarak, "Kıyafetinden istediğiniz kadar söz edebilirsiniz,"derdi, "ama Tanrı aşkına zekâsından söz etmeyin; karımın bukadar esprili olmamasını kesinlikle tercih ederdim. Herhaldekardeşim Palamede'le ilgili o kötü kelime oyununu ima etmekistiyorsunuz," diye eklerdi, prensesin de, ailenin diğer üyelerininde, bu kelime oyunundan henüz haberdar olmadıklarını pekalabilerek, karısını yüceltmekten büyük haz duyarak. "Bir kere,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

526

zaman zaman çok güzel sözler söylediğini inkâr edemeyeceğimbirisine, kötü bir kelime oyununu yakıştıramıyorum, hele sonderece alıngan olan kardeşimle ilgiliyse; bir de bu, kardeşimlearamızda bir dargınlık yaratınca, değmiyor doğrusu!"

"Aaa, bilmiyoruz ama! Oriane'ın bir kelime oyunu, öyle mi? Çokhoş olmalı. Ne olur anlatın!"

"Yo, hayır, olmaz," derdi dük, hâlâ somurtsa da birazgülümseyerek, "duymadığınıza çok sevindim. Kardeşimigerçekten çok severim."

"Ama Basin," derdi, kocasına replik verme ânı gelmiş olandüşes, "neden Palamede darılır diyorsunuz, anlamıyorum, hiç deöyle olmadığını biliyorsunuz. Kırıcı hiçbir yanı olmayan, böyleaptalca bir şakaya gücenmeyecek kadar zekidir. Herkes fesatça birsöz söylediğimi zannedecek, oysa ben pek komik olmayan bircevap verdim sadece; siz kızmakla önemsemiş oluyorsunuz. Hiçanlamıyorum."

"İyice merakımızı kamçıladınız, nedir mesele?""Canım, pek de ciddi bir şey değil elbette!" diye haykırırdı M. de

Guermantes. "Belki duymuşsunuzdur, kardeşim, karısınınşatosu Breze'yi, ablası Marsantes Kontesi'ne vermek istiyor."

"Evet, ama biz, kontes şatoyu istemiyormuş, bulunduğubölgeyi sevmiyormuş, iklimi ona iyi gelmiyormuş diye duyduk."

"Evet, zaten birisi, tam da karıma bütün bunları aktarıyor,kardeşimin bu şatoyu ablamıza, sevindirmek için değil, muziplikolsun diye vermek istediğini söylüyordu. Charlus çok muziptir,diyordu. Oysa biliyorsunuz, Breze, kraliyet arazisidir, milyonlareder belki, kralın eski arazilerindendir, Fransa'nın en güzelormanlarından birine sahiptir. Birçok insan, kendilerine böyle birmuziplik yapılsın diye can atar. Bu yüzden de, Oriane, böyle güzel

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

527

bir şatoyu hediye ettiği için Charlus'ye 'taquin'[36] dendiğiniduyunca, dayanamadı, itiraf etmeliyim ki hiçbir fesatlıkdüşünmeden, o anda, adeta elinde olmadan, 'Taquin... taquin...Yani Taquin le Superbe.'[37] diye haykırdı. Anladınız, değil mi?"diye eklerdi dük, tekrar somurtarak, Mme d'Epinay'nin ilkçağtarihi konusundaki bilgisine şüpheyle baktığından, karısınınyaptığı esprinin bıraktığı etkiyi ölçmek için, etrafına gözgezdirerek. "Roma kralı Tarquin le Superbe'e göndermeyapıyordu; Oriane'a yakışmayan, aptalca, kötü bir kelime oyunu.Ben karımdan daha ihtiyatlı olduğumdan, onun kadar espriliolmasam da, işin sonrasını düşünürüm; birisi gidip bunukardeşime anlatacak olursa, mahvoluruz, mesele olur. Üstelikde," diye ekledi, "Palamede çok kibirli ve aynı zamanda çokiğneleyici, dedikoduya çok meraklı olduğundan, şato meselesinindışında da, Taquin le Superbe adının kendisine epeyce yakıştığınıkabul etmek gerekir. Sevgili eşimin esprilerini kurtaran da buzaten; sıradan bir yakıştırma yapacak kadar düzeyinidüşürdüğünde bile, her şeye rağmen esprilidir ve insanları çok iyitasvir eder."

Böylece, bir keresinde Taquin le Superbe, bir başkasında başkabir espri sayesinde, dükle düşesin aile ziyaretleri, anlatılacakşeyler stokunu tazeler, yarattıkları heyecan, esprili kadınlaemprezaryosu gittikten sonra, uzun süre devam ederdi. Önce,eğlenceyi paylaşmış olan imtiyazlılarla (salonda kalmış olanlarla),Oriane'ın esprilerinin tadı çıkarılırdı. Epinay Prensesi, "Taquin leSuperbe'ı bilmiyor muydunuz?" diye sorardı. "Biliyordum," diyecevap verirdi Baveno Markizi kızararak, "Sarsina-LaRochefoucauld Prensesi anlatmıştı, ama tam olarak bu şekildedeğil. Ama kuzinimin yanında anlatılmasını dinlemek, çok dahailginç olmalı tabii," diyeceklerdi, "besteci tarafındanseslendirilişini dinlemek" der gibi. "Biraz önce burada olanOriane'ın son esprisinden söz ediyorduk," denirdi, bir saat önce

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

528

gelmediğinde hayıflanacak yeni bir ziyaretçiye..."Öyle mi, Oriane burada mıydı?""Tabii ya, biraz daha erken gelseydiniz..." derdi Epinay Prensesi,

sitem etmeden, ama beceriksiz misafirin neler kaçırdığını da imaederek. Dünyanın yaradılışına ya da Mme Carvalho'nun songösterisine katılmadıysa, kendi kabahatiydi. "Oriane'ın sonesprisini nasıl buldunuz? Ben Taquin le Superbe'ı çok beğendimdoğrusu," diyerek, "espri" ertesi gün öğle yemeğinde, soğukolarak, sırf bunun için davet edilen yakın arkadaşlarla birlikteyenir, hafta boyunca da, değişik soslarla sunulmaya devamedilirdi. Hattâ aynı hafta içinde, prenses, Parma Prensesi'ne yıllıkziyaretini yaptığında da, bu fırsattan yararlanıp Altes'e espriyibilip bilmediğim sorar, sonra da anlatırdı. "Taquin le Superbe ha!"derdi Parma Prensesi; gözleri önceden hayranlıkla iri iri açılır, amaek bir açıklama ister, Epinay Prensesi de bu açıklamayı ondanesirgemezdi. "İtiraf etmeliyim ki, Taquin le Superbe çok hoşumagiden bir anlatı," diye sözlerini noktalardı prenses. Aslında "anlatı"kelimesi bu kelime oyununa katiyen uymuyordu, amaGuermantes zekâsını özümseme iddiasındaki Epinay Prensesi,"anlatım, anlatı" terimlerini Oriane'dan duymuştu ve fazla ayrımyapmadan kullanırdı. Çirkin bulduğu, cimri olduğunu bildiği veCourvoisieı'lerin söylediklerine dayanarak, fesat zannettiğiEpinay Prensesi'ni pek sevmeyen Parma Prensesi, Mme deGuermantes'tan duymuş olduğu ve kendi başına kullanmayıbeceremeyeceği bu "anlatı" kelimesini tanıdı. Taquirı le Superbe'inhoşluğunun, gerçekten de "anlatıdan" kaynaklandığı izleniminekapılarak, karşısındaki çirkin ve cimri hanıma duyduğusoğukluğu tam olarak unutmamakla birlikte, Guermanteszekâsını böylesine özümsemiş olan bu kadına, ister istemez öylebir hayranlık duydu ki, Epinay Prensesi'ni Opera'ya davet etmekistedi. Ancak, önce Mme de Guermantes'a danışmanın belki daha

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

529

uygun olacağı düşüncesi, ona engel oldu. Courvoisier'lerinaksine, Oriane'a binbir lütufta bulunan ve onu seven, yine deilişkilerini kıskanan ve düşesin, prensesin cimriliği konusundaherkesin önünde yaptığı şakalara biraz kızan Mme d'Epinay ise,eve döndüğünde, Parma Prensesi'nin Taquitı le Superbe'ianlamakta ne kadar zorlandığını ve Oriane'ın böyle aptal birkadınla arkadaşlık etmek için, ne kadar snop olması gerektiğinianlattı. Akşam yemeğine davet ettiği arkadaşlarına, "ParmaPrensesi'yle görüşmek isteseydim de, asla görüşemezdim; çünküM. d'Epinay, ahlâksızlığı nedeniyle katiyen izin vermezdi," dedi,prensesin tamamen hayalî kimi taşkınlıklarım ima ederek. "Amadaha yumuşak bir kocam olsaydı bile, itiraf ederim ki yinegörüşemezdim. Oriane nasıl sürekli birlikte oluyor kendisiyle,anlamıyorum. Ben yılda bir kere gittiğim halde, ziyaretin sonunuzor getiriyorum."

Mme de Guermantes'in ziyareti sırasında Victurnienne'inevinde bulunan Courvoisier'ler ise, Oriane'a gösterilen "abartılıizzet-ü ikram", sinirlerine dokunduğundan, genellikle düşes gelirgelmez kaçarlardı. Tacjuin le Superbe günü, Courvoisierterdensadece bir tanesi kalmıştı. Espriyi tamamen anlamamakla birlikte,eğitim görmüş bir adam olduğundan, yine de yarı yarıya anladı.Sonra da Courvoisier'ler, Oriane'ın, Palamede'e, "Tarquin leSuperbe" dediğini anlatıp durdular; onların nazarında bu tanım,Palamede'e oldukça uygundu. "Peki ama, Oriane niye bu kadarbüyütülüyor?" diye de ekliyorlardı. "Kraliçe olsa, ancak bu kadar elüstünde tutulur. Oriane kim ki? Guermantes'ların köklü bir aileolmadığını söylemiyorum, ama Courvoisier'ler de ne ün, ne tarih,ne de akrabalıklar açısından, onlardan geri kalmaz. Ayrıca şunu daunutmamak gerekir ki, Altın Vadi'de, İngiltere kralı, I.François'ya, orada hazır bulunan derebeylerinden hangisinin ensoylusu olduğunu sorduğunda, Fransa kralı, 'Courvoisier'dirhaşmetmeap,' cevabını vermişti." Zaten düşes geldiğinde, bütün

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

530

Courvoisier'ler salonda kalmış olsalar bile, esprilerin onlar için biranlamı olmazdı; çünkü genellikle bu esprilere yol açan olaylara,Courvoisier'ler bambaşka bir açıdan bakarlardı. Örneğin, birCourvoisier hanımı, verdiği bir davette iskemlelerin eksikolduğunu görse, tanıyamadığı bir misafirin adını karıştırsa veyahizmetkârlarından biri, kendisine abes bir şey söylese, müthişcanı sıkılarak kızarır, telaştan tir tir titrer, böyle bir aksilik oldudiye üzülürdü. Bir misafiri varken Oriane gelecekse, kaygıyla,buyurgan bir tonda, "Kendisini tanıyor musunuz?" diye sorar,misafir düşesi tanımıyorsa, varlığının Oriane'da kötü bir izlenimbırakmasından korkardı. Oysa Mme de Guermantes, aksine, butür olaylardan, Guermantesları gözlerinden yaşlar gelinceye kadargüldüren hikâyeler çıkarırdı; öyle ki, dinleyenler, iskemlelerineksik olmasına, kendisinin ya da hizmetkârının bir pot kırmışolmasına, kimsenin tanımadığı birinin evine misafir gelmesineimrenmek zorunda kalırlardı; tıpkı büyük yazarların uğradıklarıhakaretlerle çektikleri acılar, dehalarının itici gücü olmasa da, enazından eserlerine malzeme olduğunda, erkekler tarafındandışlandılar, kadınlar tarafından ihanete uğradılar diye, insanlarınkendi kendilerini tebrik etmek zorunda kalmaları gibi.

Courvoisier'lerin, Guermantes Düşesi'nin sosyete hayatınagetirdiği yenilikçi anlayışa ulaşmaları da mümkün değildi; düşes,bu anlayışı, yanılmaz bir içgüdüyle o ânın gereklerineuygulayarak, sanatsal bir hale getirirdi, oysa aynı durumda, katıkuralların, düşünüp taşınarak uygulanması, aşkta ya da siyasettebaşarı kazanmak isteyip de, Bussy d'Amboise'ınkahramanlıklarını kendi hayatında harfiyen tekrarlamak kadarkötü sonuç verirdi. Courvoisier'ler, bir aile yemeği ya da bir prensiçin bir akşam yemeği daveti düzenleseler, yemeğe zeki biradamın, oğullarının bir arkadaşının da katılması, son derece kötübir etki yaratabilecek bir aykırılık gibi gelirdi onlara. Babasıvaktiyle imparatorun bakam olmuş bir Courvoisier hanımı,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

531

Prenses Mathilde onuruna bir öğleden sonra daveti vermesigerektiğinde, geometrik bir anlayışla, sadece Bonaparte'çılarıdavet edebileceğine hükmetmişti. Oysa neredeyse hiçBonaparte'çı tanımıyordu. Tanıdığı şık hanımların, hoş beylerinhepsi, acımasızca dışarıda bırakıldı; çünkü meşruiyetçi fikirleri yada ilişkileri olduğundan, Courvoisier'lerin mantığına göre,Altes'in hoşuna gitmeyebilirlerdi. Kendi evinde, Saint-Germainmuhitinin kaymak tabakasını ağırlayan prenses, Mme deCourvoisier'nin evinde eski imparatorluk valilerinden birinin,asalaklığıyla ün yapmış dul karısı, posta müdürünün dul karısı veIII. Napoleon'a bağlılıkları, aptallıkları ve sıkıcılıklarıyla tanınanbirkaç kişi dışında kimseyi göremeyince, epey şaşırdı. Bunarağmen, Prenses Mathilde, yüce zarafetinin cömert ve tatlıışıltısını, bu uğursuz, çirkin misafirlerin üzerine yağdırdı;Guermantes Düşesi ise, prensesi davet etme sırası kendisinegeldiğinde, bu kişileri çağırmaktan kaçınıp, öncedenBonaparte'çıhk üzerine akıl yürütmeden, onların yerine, kralınailesinden bile olsalar, imparatorun yeğeninin hoşlanacağını,kendine has sezgisi, inceliği ve becerisiyle hissettiği, en güzel, endeğerli, en ünlü kişilerden oluşan, renkli bir topluluğu davet etti.Aumale Dükü bile vardı aralarında; prenses, gitmeden önce,önünde eğilmiş, elini öpmeye yeltenen Mme de Guermantes'ıayağa kaldırıp iki yanağından öptüğü sırada, bunun, hayatındageçirdiği en güzel gün ve gördüğü en başarılı davet olduğunudüşese söylerken, son derece samimiydi. Parma Prensesi, sosyalkonularda yenilik yapamaması bakımından, bir Courvoisiersayılırdı, ama Courvoisier'lerden farklı olarak, GuermantesDüşesi'nin durmadan kendisini şaşırtması, onda Courvoisier'lergibi soğukluğa değil, hayranlığa yol açıyordu. Prensesin sonderece geri olan kültürü de, bu şaşkınlığı artırıyordu. Mme deGuermantes da, kendi zannettiği kadar ileride değildi katiyen.Ama Parma Prensesi'ni hayrete düşürmek için, ondan ileride

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

532

olması yeterliydi; her yeni kuşak eleştirmen, kendindenöncekilerin kabul ettiği doğruların tersini savunmakla yetindiğiiçin de, düşes, burjuva düşmanı Flaubert'in, her şeyden önceburjuva olduğunu ya da Wagner' de bol miktarda İtalyan müziğibulunduğunu söylese, prensesin önünde, fırtınadayüzermişçesine, her seferinde yeni bir sürmenaj karşılığında,kendisine olağanüstü gelen ve hep bulanık kalan ufuklar açılırdı.Aslında prenses, bu hayreti, sadece sanat eserleri konusundadeğil, tanıdıkları insanlar ve sosyete olayları konusunda bile ilerisürülen aykırı düşünceler karşısında da hissederdi. Şüphesiz,Parma Prensesi'nin, Mme de Guermantes'in insanlarıdeğerlendirişi karşısında, daima duyduğu şaşkınlığınsebeplerinden biri, prensesin esas Guermantes zekâsıyla, buzekânın öğrenilmiş birtakım basit kalıpları arasında bir ayrımyapamamasıydı (bu da, prensesin, kimilerini, özellikle de kimiGuermantes hanımlarını, değerli entelektüeller zannetmesine yolaçıyor, sonra düşes, o kişilerden, gülümseyerek, sersem diye sözettiğinde, kafası karışıyordu). Ama bu şaşkınlığın bir başka sebebide vardı ve o dönemde insandan çok kitap tanıyan, dünyadan çokedebiyatı bilen ben, bunu kendime şöyle açıklıyordum: Sanatta,yaratı karşısında eleştiri neyse, gerçek bir sosyal etkinlikkarşısında aynı niteliği taşıyan bir aylaklık ve kısırlık içerensosyete yaşantısıyla, düşes, çevresindeki kişilere, bakış açılarınındeğişkenliğini ve fazlasıyla kurumuş zihninin susuzluğunugidermek için biraz taze kalabilmiş herhangi bir aykırıdüşüncenin peşinde koşan, en güzel îphigetıeia'nın,

Gluck'unki değil, Piccini'ninki, hattâ gerçek Phaidra'ran,Pradon'unki olduğu yolunda, hararet söndüren bir fikrisavunmaktan çekinmeyen bir ahkâm kesicinin, sağlıksızsusuzluğunu aşılamaktaydı.

Zeki, bilgili, esprili bir kadın, ender olarak görülen, sesi hiç

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

533

duyulmayan, çekingen, yontulmamış bir adamla evlendiğinde,Mme de Guermantes, günün birinde, yalnızca kadını karalamaklakalmayıp, kocasını da "keşfederek" kendine bir zihinsel hazyaratırdı. Örneğin, o sırada o çevrede yaşasa, Cambremer'lerinevliliğiyle ilgili olarak, Mme de Cambremer'in aptal olduğunu,buna karşılık, ilginç, değeri bilinmemiş, zarif olanın, geveze karısıyüzünden sessizliğe mahkûm olmuş, ama ondan kat kat değerliolanınsa, marki olduğunu ilan eder ve bunda, yetmiş yıldırHemani'ye duyulan hayranlıktan sonra, şık Aslan'ı Hemani'yetercih ettiğini itiraf eden eleştirmenin bulduğu diriltici hissibulurdu. Keyfî yeniliklere duyduğu aynı hastalıklı ihtiyaçyüzünden, bir azize kadar erdemli, örnek bir kadın, namussuzunbiriyle evlendiği için, gençliğinden beri çevresinde merhametuyandırıyorsa, Mme de Guermantes, günün birinde, bunamussuzun, havai bir adam olmakla birlikte, son derece şerefliolduğunu, karısının amansız katılığının, onu hafifliğe ittiğiniileri sürerdi. Eleştirmenlerin, sadece uzun bir yüzyıllar dizisiiçinde, birçok eser arasında değil, aynı eserin içinde de, uzunzamandır parlayan şeye gölge düşürüp, sonsuza dek karanlıktakalmaya mahkûm gibi görüneni gün ışığına çıkarmayı, oyunhaline getirdiklerini biliyordum. Sırf aylak entelektüeller, tıpkıdaima bıkkın ve değişken olan nevrozlu hastalar gibi,kendilerinden bıktığı için, eskidikleri söylenen dâhilerin yerini,Bellini'nin, Winterhalteı'in, Cizvit mimarların, Restorasyondöneminden bir marangozun aldığını görmekle kalmamıştım.SainteBeuve'ün, kâh eleştirmenliğinin, kâh şairliğinin tercihedildiğini, pek önemsiz küçük birkaç oyunu dışında, Musset'ninşiirlerinin inkâr edildiğini ve hikâyeci olarak göklere çıkarıldığımda görmüştüm. Şüphesiz bazı denemeciler, Yalancı'nın, eski birharita misali, dönemin Paris'i üzerine bilgi veren bir tiradına, LeCid veya Polyeucte'nin en ünlü sahnelerinden daha fazla değervermekle, haksızlık etmektedirler, ama güzellik gerekçesiyle

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

534

değilse bile, en azından belgesel bir yararla açıklanan tercihleri,çılgın eleştirmenler için yine de fazlasıyla makuldür.Eleştirmenler, Şaşkın'ın tek bir dizesine, Moliere'in tamamını fedaederler, Wagner'in Tristan'ını can sıkıcı buldukları halde, avcılarıngeçişi sırasındaki "kornoların güzel bir notasını", bunun dışındatutarlar. Bu sapkınlık, Mme de Guermantes'in, kendiçevrelerinden, şaşkın ama namuslu diye bilinen bir adamın,aslında zannedildiğinden daha kurnaz biri, bencil bir canavarolduğuna, cömertliğiyle tanınan bir başkasının, cimriliğin timsaliolabileceğine, iyi bir annenin, çocuklarım sevmediğine veahlâksız sanılan bir kadının, soylu duygulara sahip olduğunahükmederken sergilediği sapkınlığı anlamama yardımcı oldu.Mme de Guermantes'in, adeta sosyete hayatının boşluğutarafından bozulmuş olan zekâsı ve duyarlılığı, fazlasıyla kaypakolduğundan, (kâh peşinden koştuğu, kâh vazgeçtiği zekâtürünün, kendisini tekrar cezbetmesi pahasına da olsa) düşeste,hayranlık, oldukça süratli bir şekilde, yerini bıkkınlığa bırakır, iyiyürekli bir adamda bulduğu büyü, eğer adam kendisiyle fazlagörüşür, düşesten, kendisini aşan bir yönlendirme beklerse,düşesin, hayranından kaynaklandığını zannettiği, oysa hazzıaramakla yetinildiğinde bulmanın imkânsızlığındankaynaklanan bir rahatsızlığa dönüşürdü. Düşesin yargısındakideğişiklikler, kocası haricinde herkesi kapsardı. Bir tek kocası, onuhiçbir zaman sevmemişti; kocasında, daima, kendi kaprislerinekayıtsız, güzelliğini küçümseyen, sert, çok sağlam bir kişilik, aslaboyun eğmeyen, sinirli bir yapıya sahip insanların ancakegemenliği altında huzura kavuştukları türden bir iradebulmuştu. Öte yandan, hep aynı türden dişi güzelliğininpeşinden koşan, ama bunu sık sık yenilediği metreslerde arayanM. de Guermantes'in, metreslerinden ayrıldığında, birlikte onlarlaalay edebileceği bir tek kalıcı, hep aynı eşi vardı; eşi, gevezeliğiylesık sık onu kızdırırdı, ama karısının, herkesin nazarında

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

535

aristokrasinin en güzel, en erdemli, en zeki, en bilgili kadını, M. deGuermantes'in bulduğuna sevindiği, onun bütün dağınıklığınıörten, herkesten güzel misafir ağırlayan ve Guermantes'larınsalonuna Saint-Germain muhitinin bir numaralı salonu payesinikazandıran bir kadın olduğunu bilirdi. Kendisi de başkalarının bugörüşünü paylaşırdı; karısına sık sık kızmakla birlikte, onunlagurur duyardı. Gösterişli olduğu kadar cimri de olan dük, hayırişleri için, hizmetkârlar için, en küçük meblağları karısındanesirger, öte yandan, en harikulade kıyafetlere, en güzel koşumhayvanlarına sahip olmasını isterdi. Ayrıca, karısının zekâsını öneçıkarmaya da çok önem verirdi. Mme de Guermantes ise, nezaman dostlarından birinin, hızla birbirinin yerine koyduğumeziyetlerine ve kusurlarına ilişkin yeni ve ilginç, aykırı bir fikiricat etse, tadına varabilecek insanların yanında denemek,psikolojik özgünlüğünün tadını çıkarmak, keskin fesatlığını gözönüne sermek isterdi. Şüphesiz bu yeni fikirler, genellikleeskilerinden daha doğru değildi, hattâ çoğunlukla daha azdoğruydu; ama zaten bu fikirleri aktarma heyecanını yaratandüşünselliği onlara kazandıran da, keyfî ve beklenmedikyanlarıydı. Ancak, düşesin psikolojik becerisini uyguladığı hasta,genellikle, keşfini aktarmayı istediği kişilerin, artık gözdeolmadığını katiyen bilmedikleri bir yakını olurdu; bu yüzden de,Mme de Guermantes'in duygusal, tatlı, vefalı, eşsiz dost şöhreti,saldırıya kendisinin başlamasını zorlaştırırdı; düşes, olsa olsa,onu kışkırtma görevini üstlenmiş bir yardımcıyı, görünürdeyatıştıracak, ona itiraz edecek, oysa aslında, destekleyecekcümleyi söyleyerek, sonradan, sanki gönülsüzce, zorla müdahaleedebilirdi; işte M. de Guermantes da, bu yardımcı rolünümükemmelen oynardı.

Sosyete olaylarına gelince, Mme de Guermantes, bu konulardada, Parma Prensesi'ni durmadan harikulade şaşkınlıklarlakamçılayan, beklenmedik değerlendirmeler yapmaktan, keyfî ve

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

536

dramatik bir zevk alırdı. Ancak, düşesin bu zevkini, ben, edebiyateleştirisinden çok, siyaset hayatının ve parlamentotutanaklarının yardımıyla anlamaya çalıştım. Mme deGuermantes, kendi muhitindeki insanlara ilişkin değersıralamasını sürekli tersine çeviren, peşpeşe, çelişkili fermanları,artık kendisini eğlendirmez olunca, kendi sosyal davranışlarınıyönlendirişinde, sosyeteyle ilgili en ufak kararlarının hesabınıverişinde de, meclislerin duyarlılığını harekete geçiren,siyasetçilerin zihnine hükmeden yapay duyguları tatmaya, sahtegörevlere itaat etmeye çalışıyordu. Bir bakan, Meclis'e, belirli birdavranış biçimini izlerken, iyi niyetli olduğunu açıkladığında,ertesi gün gazetede oturumun özetini okuyan, sağduyulu okur,aslında bu davranış biçimini son derece açık seçik bulmaklabirlikte, birden heyecanlanır, bakanı onaylamakta haklıolduğundan şüphe etmeye başlar; çünkü bakanın konuşmasınınöfkeyle karşılandığını, "Durum çok vahim," türünden kınamalaryükseldiğini okumuştur; bu kınamaları dile getirenmilletvekilinin adı ve unvanları o kadar uzundur, kınamalarınardından gelen hareketler o kadar abartılıdır ki, konuşmadameydana gelen kesintinin tamamında, "durum çok vahim!"kelimeleri, yarıdan az yer tutar. Örneğin bir zamanlar, LaumesPrensi M. de Guermantes, Meclis'te olduğu sırada, daha çokMeseglise bölgesine ve seçmenlere, tembel ya da suskun birmilletvekiline oy vermediklerini göstermeye yönelik olmaklabirlikte, arasıra Paris gazetelerinde, şu türden satırlara rastlanırdı:

MONSIEUR DE GUERMANTES-BOUILLON, LAUMESPRENSİ: "Durum çok vahim!" (Ortadan ve sağdaki birkaçsıradan Bravo! Bravo!, en soldaki sıralardan hararetlihaykırışlar.)

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

537

Sağduyulu okurda, mantıklı bakana bir sadakat kırıntısıkalmıştır hâlâ, ama yeni konuşmacının, bakana verdiği cevabınilk kelimelerini okurken, kalbi daha hızlı atmaya başlar.

"Şaşırdım, donup kaldım dersem, abartmış olmam(amfinin sağ bölümünde heyecanlı hareketler); çünküsanıyorum hâlâ hükümette bulunan kişinin sözleri....(Hararetli alkışlar; birkaç milletvekili, bakanlarınbulunduğu sıraya doğru ilerler; Sayın UlaştırmaBakanlığı Müsteşarı, oturduğu yerden başıyla onaylar.)

Bu "hararetli alkışlar", sağduyulu okurun kalan direncini dekırar; kendi başına önemsiz olan bir hareket tarzını, Meclis içinaşağılayıcı, korkunç bulur. Hattâ normal bir şeyi, örneğinzenginlere, yoksullardan fazla para ödetilmesi isteğini, biryolsuzluğun aydınlatılmasını, barışın savaşa tercih edilmesinibile, rezalet olarak nitelendirebilir, aslında düşünmemiş olduğu,insanın kalbine kazılmış olmayan, ama yol açtıkları alkışlar ve biraraya topladıkları yoğun kalabalıklar nedeniyle, büyük bir coşkuyaratan kimi ilkelerin çiğnendiğini düşünebilir.

Esasen kabul etmek gerekir ki, Guermantes muhitine ve dahasonra başka çevrelere bir açıklama bulmama yardımcı olan busiyasetçi inceliği, genellikle "satır aralarını okumak" deyimiyleifade edilen bir yorumlama inceliğinin, bozulmuş halinden başkabir şey değildir. Meclislerde;, bu inceliğin bozulmasındankaynaklanan bir gülünçlük varsa, her şeyi "harfiyen" kabul eden,yüksek mevkideki bir görevli, "kendi arzusu üzerine" görevdenalındığında, azledildiğinden şüphelenmeyen ve "Kendisiistediğine göre, azledilmemiş demek ki," diye düşünen; Ruslarstratejik bir hareketle, daha güçlü ve önceden hazırlıklı oldukları

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

538

mevzilerde, Japonlar karşısında geri çekildiğinde, bir yenilgiden;bir eyalet, Alman imparatorundan bağımsızlık istediğinde,imparator dinsel özerklik tanıyınca, bir retten kuşkulanmayankamuoyunda da, bu inceliğin olmayışı yüzünden, aptallık vardır.Meclis oturumlarına dönecek olursak, aslında oturumunbaşında, milletvekillerinin kendilerinin de, sonra özetiniokuyacak olan sağduyulu vatandaştan farksız olmalarımümkündür. Grevdeki işçilerin, delegelerini bir bakanagönderdiklerini öğrenince, belki safça, "Ya, bakalım nelerkonuşulmuş; umarım bir anlaşma sağlanmıştır," diyedüşünürler, ama o sırada kürsüye çıkan bakanı çevreleyen yoğunsessizlik, yapay duyguları harekete geçirmeye başlamıştır bile.Bakanın ilk sözleri: "Yüce Meclis'e söylememe bile gerek yok ki,bulunduğum makamın tanımakla yükümlü olmadığı bu heyetikabul edemeyecek kadar, hükümet görevlerine bağlı bir kişiyim,"tam bir sürprizdir; çünkü milletvekillerinin sağduyusunun,üzerinde durmadığı tek varsayımdır. Zaten tam da bu nedenle,sürpriz olduğu için, öyle kuvvetli alkışlarla karşılanır ki, bakanancak birkaç dakika sonra sesini duyurabilir; o bakan ki, yerinedönerken, meslektaşlarının tebriklerini kabul edecektir. Aynıbakanın, kendisine muhalefet eden belediye meclisi başkanını,önemli bir resmî davete çağırmayı ihmal ettiği gün yaşananheyecanın benzeri yaşanır ve her iki durumda da, gerçek bir devletadamına yakışır şekilde davrandığına hükmedilir.

M. de Guermantes, hayatının o döneminde, sık sık, bakanıtebrike gelen meslektaşlarına katılarak, Courvoisier'leri dehşetedüşürmüştü. Daha sonra, anlatılanlardan öğrendim ki, Meclis'teepeyce önemli bir rolü olduğu ve kendisi için bir bakanlık ya dabüyükelçilik düşünüldüğü sırada bile, bir dostu, kendisinden biriyilik istemek üzere geldiğinde, Guermantes Dükü sıfatınıtaşımayan herhangi birinden çok daha alçakgönüllü davranır,siyasette önemli şahsiyet havasına daha az bürünürmüş. Aslında

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

539

M. de Guermantes, soyluluğun hiç önemli olmadığını,meslektaşlarını kendisiyle eşit gördüğünü söylese de, katiyenöyle düşünmezdi. Siyasi mevkilerin peşinden koşar, saygıduyarmış gibi yapar, ama aslında küçümserdi; kendi nezdinde,hep M. de Guermantes olmaya devam ettiği için de, bu mevkiler,başkalarını, yanlarına yaklaşılmaz kılan yüksek görevli kasıntısınıeklemezdi şahsına. Böylece gururu, sadece göstermelik birteklifsizlik içeren tavırlarını değil, sahip olduğu gerçek sadeliği de,her tür saldırıya karşı korurdu.

Mme de Guermantes'in, siyasetçilerinkine benzer yapay vedokunaklı kararlarına dönecek olursak, düşes, farkındaolunmadığı için iyice çarpıcı gelen ilkelerden kaynaklandığıhissedilen, beklenmedik fermanlarıyla, Guermantes'ları,Courvoisier'leri, bütün Saint-Germain muhitini ve herkesten çokda, Parma Prensesi'ni şaşırtırdı. Yeni Yunanistan ortaelçisi, birkıyafet balosu düzenlediğinde, herkes kendine bir kıyafet seçer vedüşesin ne kıyafeti giyeceği merak edilirdi. Hanımlardan biri,Mme de Guermantes'in Burgonya Düşesi kıyafetine, bir diğeriDujabar Prensesi kıyafetine, bir üçüncüsü de Psykhe kıyafetinebürüneceği tahminini yürütürdü. Nihayet bir Courvoisier, "Nekıyafeti giyeceksin Oriane?" diye sorunca, hiç akla gelmeyen tekcevabı, "Hiçbir şey giymeyeceğim!" cevabını alır, bu cümle, yeniYunanistan ortaelçisinin, sosyetedeki gerçek konumu vekendisiyle ilgili benimsenecek olan tutum konusunda, Oriane'ındüşüncesini, yani aslında tahmin edilmesi gereken, bir düşesinbu yeni ortaelçinin verdiği kıyafet balosuna katılması"gerekmediği" görüşünü ortaya koyan bir cevap olarak, herkestarafından konuşulurdu. "Yunanistan ortaelçisinin davetinekatılmak için bir sebep göremiyorum; kendisini tanımam,Yunanlı değilim, niçin gideyim ki? Ne işim var orada?" derdidüşes.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

540

"Ama herkes gidiyor, çok hoş olacakmış," diye haykırırdı Mmede Gallardon.

"İnsanın evinde, şöminesinin başında oturması da çok hoştur,"diye cevap verirdi Mme de Guermantes.

Courvoisier'ler şaşkınlıklarını üzerlerinden atamaz, amaGuermantes'lar, düşesi taklit etmeseler de, onaylarlardı: "HerkesOriane gibi bütün geleneklere karşı gelecek durumda değilelbette. Ama bir yandan da haksız sayılmaz; bazısının neredengeldiği bile belli olmayan bu yabancıların karşısında iki büklümolmakla, abartıyoruz aslında."

Doğal olarak, her iki davranışının da yol açacağı yorumlarıtahmin eden Mme de Guermantes, "herkesin gittiği" bir davetingecesinde evinde oturmak ya da geceyi kocasıyla birlikte tiyatrodageçirmek kadar, geleceği umulmayan bir davette boygöstermekten de, aynı derecede zevk alırdı veya antika bir taçlabütün elmasları gölgede bırakacağı sanılırken, tek bir mücevhertakmamış olarak, zorunlu zannedilen kıyafetten bambaşka birgiysiyle gelirdi davete. Dreyfus aleyhtarı olduğu halde (aslında,fikirlerden başka hiçbir şeye önem vermediği halde ömrünüsosyetede geçirmesi gibi, Dreyfus'ün masum olduğuna dainanıyordu), Ligne Prensesi'nin bir akşam davetinde, müthiş birsansasyon yaratmıştı: önce, General Mercier içeri girdiğinde,bütün hanımlar ayağa kalkmışken, o yerinde oturmaya devametmiş, sonra da, milliyetçi bir konuşmacı, konferans vermeyebaşladığında, ayağa kalkıp, herkesin gözü önündehizmetkârlarını çağırtmış, böylece, sosyetenin siyasetkonuşulacak bir ortam olmadığı görüşünü savunmuştu; birKutsal Cuma konserinde, Voltaire'ci olduğu halde, İsa'nınsahnede canlandırılmasını terbiyesizlik addettiği için, konseriyarıda bırakıp çıktığında, bütün başlar kendisine çevrilmişti.Yüksek sosyetenin en seçkin hanımları için bile, davetlerin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

541

başladığı mevsimin ne kadar önemli olduğu, bilinen bir şeydir; okadar ki, konuşma ihtiyacı, psikolojik bir takıntı ve duyarlılıkyoksunluğuyla, sık sık saçma sapan sözler sarfeden AmoncourtMarkizi, babası M. de Montmorency'nin ölümü üzerine başsağlığıdilemeye gelen birine, şu cevabı verebilmişti: "İnsanın aynasınınyüzlerce davetiyeyle dolu olduğu bir anda, böyle bir acı, iyiceüzücü oluyor galiba." İşte tam da bu mevsimde, başka bir sözüvardır kaygısıyla, erken davranarak, Guermantes Düşesi'ni akşamyemeğine davet edenler, bir yüksek sosyete mensubunun asladüşünemeyeceği tek gerekçeyle reddedilirlerdi: düşes, ilgisiniçeken Norveç fiyortlarını görmek için, bir gemi yolculuğunaçıkacaktı. Sosyete mensupları, buna çok şaşırdılar ve düşesi örnekalmayı, akıllarından bile geçirmemekle birlikte, Kant'ı okurken,determinizmin kesinkes kanıtlanışından sonra, nedenseldünyanın üzerinde özgür dünyanın bulunduğunu keşfedinceduyduğumuz türden bir rahatlama duydular düşesin buhareketinden ötürü. İnsanınaklından hiç geçirmediği her icat, buicattan yararlanamayan insanların bile, zihnini harekete geçirir.Davetler mevsimi denilen o yerleşik dönemde, buharlı gemiyleyolculuk gibi bir icadın yanında, buharlı geminin icadı bileönemsiz kalırdı. Dışarıda yüz öğle veya akşam yemeğinden, ikiyüz "çaydan", üç yüz gece davetinden, Opera'nın en parlakpazartesilerinden, Theâtre-Français'nin en parlak salılarından,Norveç'in fiyortlarını görmek uğruna, bile isteye vazgeçilebileceğidüşüncesi, Courvoisier'lere Deniz Altında Yirmi Bin Fersah'tandaha anlaşılır gelmemekle birlikte, onunla aynı bağımsızlıkduygusunu ve büyüyü yaşattı kendilerine. Bu yüzden de,yalnızca, "Oriane'ın son esprisini duydunuz mu?" değil,"Oriane'ın son marifetini duydunuz mu?" sorusunun datekrarlanmadığı gün yoktu. Tıpkı Oriane'ın son "esprisi" gibi,"Oriane'ın son marifeti" için de, "Tam Oriane'ın işi", "Tam birOriane'lık", "Tipik bir Oriane'lık" denirdi. Oriane'ın son marifeti,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

542

örneğin yurtsever bir dernek adına, Mâcon Piskoposu KardinalX...'e (M. de Guermantes, kendisinden söz ederken, eski Fransa'yıhatırlattığını düşündüğünden, genellikle "Monsieur de Mascon"derdi) cevap yazılması gerektiğinde, herkes mektubun nasılkaleme alınacağını merak eder, ilk kelimenin "Monsenyör"olacağım tahmin etmekle birlikte, devamı konusunda kararsızkalırken, Oriane'ın mektubunun, herkesi şaşırtarak, eski birakademik gelenek uyarınca, "Sayın Kardinal," veya Tanrı'dan, herbirini "kutsal ve yüce himayesi altında" bulundurmasını dileyenpiskoposlar, Guermantes'lar ve hükümdarlar arasında kullanılanbir terim olan, "Aziz kuzenim," hitabıyla başlamasıydı. "Oriane'ınson marifetinden" söz etmek için, bütün Paris'in katıldığı, çokgüzel bir oyunun sahnelendiği bir temsilde, herkes Mme deGuermantes' ı, Parma Prensesi'nin, Guermantes Prensesi'nin,düşesi davet etmiş olan daha birçok kişinin locasında ararken,düşesin, tek başına, siyahlara bürünmüş olarak, başındaküçücük bir şapkayla, ön oyunu seyretmek üzere yerleştiği birkoltukta görülmesi yeterliydi. Mme de Guermantes'in, "İzlemeyedeğecek bir oyunsa, bu şekilde daha iyi izleniyor," açıklaması,Courvoisier'leri dehşete düşürür, Guermantes'ları ve ParmaPrensesi'ni hayran bırakırdı; Guermantes'lar ve prenses,birdenbire, bir oyunun başını izlemenin, "tarz" olarak, önemli birakşam yemeğinin ardından bir gece davetine uğradıktan sonra,son perdeye yetişmekten daha büyük bir yenilik olduğunu, dahafazla özgünlüğün ve zekânın göstergesi olduğunu (zatenOriane'dan da böylesi beklenirdi) keşfederlerdi. İşte ParmaPrensesi'nin, Mme de Guermantes'a edebiyat ya da sosyeteyaşantısı hakkında bir soru sorduğu takdirde, hazırlıklı olmasıgerektiğini bildiği, değişik türden şaşkınlıklar bunlardı ve buyüzden de, düşesin evindeki akşam yemeklerinde, Altes, ensıradan konuya girerken bile, iki dalga arasında başını sudançıkaran yüzücünün, endişe ve hayranlıkla dolu ihtiyatını elden

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

543

bırakmazdı.Saint-Germain muhitinin önde gelen, aşağı yukarı birbirine

denk, iki üç salonunda bulunmayan ve Leibniz'e göre, hermonadın bir yandan evrenin tamamım yansıtırken, bir yandanda, ona özel bir şey katması gibi, Guermantes Düşesi'ninsalonunu, bu salonlardan farklı kılan unsurlardan biri, peksevimli olmayan bir tanesi, genellikle, çok güzel bir veya ikikadının varlığıydı; bu kadınların orada bulunmalarının teksebebi, güzellikleri, M. de Guermantes'in bu güzelliktenyararlanmış olmasıydı ve başka salonlarda, beklenmedik bazıtabloların varlığı gibi, bu salonda da bu kadınların varlığı, evinerkeğinin, dişi güzelliğinin ateşli bir tutkunu olduğunu derhalortaya koyardı. Bu kadınların hepsi, az çok birbirine benzerdi;çünkü dük, uzun boylu, hem azametli, hem serbest tavırlı, MiloVenüsü'yle Samothrâki Nikesi arası tipteki kadınlardanhoşlanırdı; çoğu sarışın, nadiren esmer, arasıra da, ensonuncusu, o akşam yemeğinde de bulunan Arpajon Vikontesigibi, kızıl saçlı olurlardı; dük vikontesi o kadar sevmişti ki, uzunsüre boyunca, günde on telgraf çekmesini şart koşmuş (düşesinbiraz sinirine dokunan bir durumdu bu), kendisiGuermantes'tayken, vikontesle, posta güvercinleri aracılığıylahaberleşmiş, kısacası, uzun süre boyunca, o kadar onsuzyaşayamamıştı ki, Parma'da geçirmek zorunda olduğu bütün birkış, onu görmek için, iki gün yolculuğu göze alarak, her haftaParis'e gelmişti.

Genellikle, bu güzel figüranlar, eskiden metresi olup artıkolmayan (Mme d'Arpajon gibi) veya ayrılmak üzere olduğukadınlardı. Bununla birlikte, belki de dükün arzularına boyuneğmelerine sebep olan şey, dükün yakışıklılığı ve cömertliğindende çok, düşesin, bu kadınlar üzerindeki nüfuzu ve kendileri degayet aristokrat, ama ikinci dereceden çevrelere ait oldukları

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

544

halde, düşesin salonuna kabul edilme umuduydu. Zaten düşesde, evine gelmelerine kesin bir biçimde direnmezdi; çünkübirçoğunun, kendisine müttefik olduğunun bilincindeydi; onlarsayesinde, M. de Guermantes'ın, başka bir kadına âşık olmasakarısından acımasızca esirgeyeceği, canının çektiği birçok şeyielde edebilmişti. Bu yüzden de, düşesin salonuna, ancak ilişkileriepeyce ilerledikten sonra kabul edilmelerinin nedeni, daha çok,dükün ne zaman büyük bir aşk macerasına girişse, geçici birmacera olacağını sanması ve bunun karşılığında karısınınsalonuna davet edilmeyi, çok fazla bir şey olarak görmesiydi. Oysabu karşılığı, çok daha azı için, tahmin etmediği bir direnişlekarşılaştığı ya da aksine hiçbir direnişle karşılaşmadığı için, bir ilköpücüğün karşılığında sunduğu oluyordu. Aşkta, minnet vememnun etme arzusu, çoğu kez, umudun ve menfaatinöngördüğünden fazlasını vermemize yol açar. Ama bu dunundada, teklifimizin gerçekleşmesi, başka koşullar tarafındanengellenmiştir. Her şeyden önce, M. de Guermantes'in aşkınakarşılık veren bütün kadınlar, hattâ bazen boyun eğmemişken,dük tarafından sırayla hapsedilmişlerdi. Kimseyle görüşmelerineizin vermez, vaktinin neredeyse tamam yanlarında geçirir,çocuklarının eğitimiyle meşgul olur ve bazen de, daha sonrakibazı apaçık benzerliklere bakılırsa, bu çocuklara bir kardeş dahaeklerdi. Ayrıca, ilişkinin başında, dükün katiyen aklındangeçirmediği, Mme de Guermantes'a takdim edilme olasılığı,metresin kafasında bir rol oynamışsa da, ilişkinin kendisi,kadının bakış açısını değiştirirdi; dük, artık onun nazarındasadece Paris'in en seçkin kadınının kocası değil, yeni metresinsevdiği bir erkek, çoğu kez kendisine daha lüks bir hayat imkânıveren ve lüks zevkini aşılayan, snobizm meseleleriyle menfaatmeselelerinin, önceki önem sırasını değiştiren bir erkek olurdu;son olarak da, bazen, Mme de Guermantes'a karşı, her konuyukapsayan bir kıskançlık, dükün metreslerini harekete geçirirdi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

545

Ama bu, en nadir rastlanan durumdu; zaten tanıştırılma gününihayet geldiğinde (hareketleri, herkes gibi, artık var olmayan ilkdürtüden çok, daha önceki hareketlerinden kaynaklanan dükün,artık bu tanışmayla pek de ilgilenmediği bir anda), çoğunlukla,metresi ağırlamayı, Mme de Guermantes istemiş olurdu; çünkükorkunç kocasına karşı, metreste, çok ihtiyaç duyduğu, değerlibir müttefik bulmayı umardı. M. de Guermantes'in, evde, karısıçok konuştuğu zaman, yıldırım etkisi yapan sözler ve bilhassasessizlikler saçtığı ender anlar dışında, karısına karşı nezaketkurallarım çiğnediği söylenemez. Dükle düşesi tanımayan kişiler,bu konuda aldanabilirlerdi. Bazen, sonbaharda, Deauville yarışları,kaplıcalar ve Guermantes'taki av partileri arasında, Paris'tegeçirilen birkaç hafta içinde, düşes müzikhollerdenhoşlandığından, dük de onunla birlikte müzikholde bir gecegeçirmeye giderdi. Sadece iki kişinin sığabildiği, o üstü açık,zemin localarından birinde, bu "smokinli" (Fransa'da az çokİngiliz olan her şeye, İngiltere'dekinden farklı bir ad verilirçünkü[38]) Hercules, yüzük parmağındaki parıltılı safiriyle, iri amabiçimli elinde, arasıra bir nefes çektiği, kalın bir puro ve gözündemonokluyla hemen göze çarpardı; çoğunlukla sahneye çevrilibakışlarını, hiç kimseyi tanımadığı partere çevirdiğinde, gözleri,tatlı, ölçülü, kibar, düşünceli bir ifadeyle yumuşardı. Pek açıksaçık olmayan bir nakaratı komik bulduğunda, dük,gülümseyerek karısına döner, bu yeni şarkının kendisindeuyandırdığı masum neşeyi, iyi niyetli bir mutabakatla, karısıylapaylaşırdı. Seyirciler, dünyada dükten daha iyi bir koca, düşestendaha imrenilecek durumda bir insan olamayacağınıdüşünebilirlerdi; oysa dük için hayatta ilginç olan her şey,karısının dışındaydı, sevmediği bu kadını, hiç durmadanaldatmıştı; düşes kendini yorgun hissettiğinde, seyirciler, M. deGuermantes'in, kalkıp karısına paltosunu bizzat giydirdiğini,astarınatakılmasın diye kolyelerini düzelttiğini, nazik, saygılı bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

546

dikkatle, çıkışa kadar düşese yol açtığını görürlerdi; düşes ise, buözeni, bunu basit bir görgü kuralı olarak algılayan sosyetekadınının soğukluğuyla, hattâ bazen, artık yitirecek hayalikalmamış, gözü açılmış bir zevcenin, hafif alaylı acısıylakarşılardı. Ama artık çok eskide kalmış bir dönemde, görevbilincini derinden yüzeye çıkarmış olan ve hâlâ varlığını sürdürennezaketin bir başka parçası olan bu dış görünüşe rağmen, düşesinhayatı zordu. M. de Guermantes, ancak yeni bir metres uğruna,cömertliğine, insancıllığına kavuşur, bu yeni metres uğruna,cömertliğine, insancıllığına kavuşur, bu yeni metres de,çoğunlukla düşesin tarafını tutardı; düşes, kendinden aşağıdüzeydekilere cömert davranabilme, yoksullara yardım edebilme,hattâ daha sonra, kendine ait, yeni ve harikulade bir otomobilsahibi olma imkânını tekrar elde ederdi. Ne var ki, Mme deGuermantes'ta, kendisine aşırı derecede boyun eğen insanlarakarşı, çoğunlukla oldukça kısa sürede uyanan öfkeden, dükünmetresleri de payını alırdı. Düşes, kısa zamanda bu metreslerdenbıkardı. İşte o sıralarda, dükün Mme d'Arpajon'la ilişkisinoktalanmak üzereydi. Ufukta yeni bir metres görünüyordu.

Şüphesiz, M. de Guermantes'in, sırayla bütün metreslerineduymuş olduğu aşk, bir gün tekrar kendini hissettirmeyebaşlıyordu: Her şeyden önce, aşk, sona ererken, kadınları, güzelmermer heykeller gibi –dükün nazarında güzeldiler, dük kısmensanatçı olmuştu bu sayede; çünkü onları sevmiş ve aşk olmasatakdir edemeyeceği hatlara karşı duyarlılık kazanmıştı– düşesinsalonuna devrediyor, uzun süre kıskançlık ve kavgalarlakemirilerek düşman olmuş, sonunda huzurlu bir dostluk içindebarışmış biçimlerini, yan yana getiriyordu; ayrıca, bu dostluk da,aşkın bir sonucuydu; M. de Guermantes'a, her insanda bulunan,ama sadece tensellik sayesinde algılanabilen erdemleri,metreslerinde farkettiren bu aşktı; bizim için her şeyi yapmayahazır, "mükemmel bir dost" haline gelmiş eski metres, bir hekim

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

547

veya bir baba değil de, bir dost olarak kabul edilen hekim veyababa kadar yaygın bir klişedir. Yine de, M. de Guermantes'in terketmekte olduğu kadın, başlangıç döneminde yakınır, olay çıkarır,mızmızlık eder, patavatsız davranır, huzursuzluk yaratırdı. Dük,kendisinden hoşlanmamaya başlardı. O zaman, Mme deGuermantes'in, sinirine dokunan birinin, gerçek ya da sözdekusurlarını, açığa çıkarma hakkı olurdu. İyi yürekli diye bilinenMme de Guermantes'a, terk edilen metresten telefonlar, itiraflar,gözyaşları yağmaya başlar, düşes bunlardan yakınmazdı.Kocasıyla, sonra da birkaç yakın dostuyla, gülerdi bunlara.Talihsiz kadına gösterdiği merhamet sayesinde, ona takılmahakkını kazandığını düşündüğü için de, kadın ne derse desin,dükle düşesin kendisine yeni yakıştırdığı gülünçlüğe uymasıkoşuluyla, Mme de Guermantes, hiç çekinmeden, kocasıyla alaylıalaylı bakışırdı.

Sofraya oturulduğu sırada, Parma Prensesi, Mmed'Heudicourt'u Opera'ya davet etmek istediğini hatırladı vebunun, Mme de Guermantes için bir sakıncası olup olmayacağınıöğrenmek için, düşesin nabzını yoklamak istedi.

O sırada, M. de Grouchy içeri girdi; bindiği tren raydan çıkmış,bir saatlik bir rötar yapmıştı. İyi kötü özür diledi. Karısı, birCourvoisier olsaydı, utancından yerin dibine girerdi. Ama Mme deGrouchy, boş yere Guermantes değildi. Kocası, geciktiği için özürdilerken, söze karıştı:

"Görüyorum ki, en sıradan olaya bile gecikmek, sizde bir ailegeleneği."

"Oturun Grouchy, aldırmayın," dedi dük."Zamana ayak uydurduğum halde, YVaterloo Savaşı'nın bazı

yararları olduğunu kabul etmek zorundayım: hem Bourbon'larınyeniden tahta çıkmasını sağladı, hem de, daha güzeli, kötü gözle

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

548

görülmelerine sebep oldu. Ama bakıyorum tam bir Nemrudgibisiniz!"

"Gerçekten de birkaç güzel parça getirdim. İzni olursa, yarındüşese bir düzine sülünle başka av hayvanları göndereceğim."

Mme de Guermantes'in gözlerinden bir düşünce geçer gibioldu. M. de Grouchy'ye, sülünleri gönderme zahmetinekatlanmaması için ısrar etti. Elstir tablolarının bulunduğusalondan çıkarken sohbet etmiş olduğum, nişanlı genç uşağaeliyle işaret etti.

"Poullein," dedi, "yarın gidip sayın konttan sülünleri alacak vederhal getireceksiniz. Kibarlık edip birkaçını hediye etmeme izinverirsiniz, değil mi Grouchy? Basin'le ikimiz on iki tane sülünüyiyemeyiz."

"Yarından sonra da olsa olur," dedi M. de Grouchy"Hayır, yarın olmasını tercih ederim," dedi düşes ısrarla.Poullein'in yüzü bembeyaz olmuştu; nişanlısıyla buluşması

suya düşmüştü. Her şeyin insanca görünmesine önem verendüşesin eğlenmesi için, bu kadarı yeterliydi.

"Yarın izin gününüz olduğunu biliyorum/' dedi Poullein'e,"Georges'la değişirsiniz, o yarın çıkar, siz de yarından sonra."

Ama bir sonraki gün, Poullein'in nişanlısı serbest olmayacaktı.Çıkıp çıkmamak önemli değildi onun için. Poullein dışarı çıkarçıkmaz, herkes, hizmetkârlarına karşı sergilediği iyi yürekliliktenötürü, düşesi tebrik etti.

"Benim tek yaptığım, bana nasıl davranılmasını istersem,onlara da öyle davranmak."

"Gerçekten de öyle! Sizin yanınızda çalıştıkları için şansları vardoğrusu."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

549

"O kadar da değil canım. Ama beni sevdiklerini sanıyorum. Buçocuk biraz sinir bozucu; âşık olduğu için, hüzünlü bir havatakınması gerektiğini zannediyor."

O sırada Poullein tekrar içeri girdi."Gerçekten de," dedi M. de Grouchy, "yüzü pek gülmüyor.

Bunlara iyi davranmak gerekir, ama fazla iyi de değil.""İtiraf etmem gerekir ki, haşin sayılmam; yarın bütün gün sizin

sülünleri alıp getirmekten ve burada boş oturup kendi payınadüşeni yemekten başka işi olmayacak."

"Onun yerinde olmayı isteyecek çok insan var," dedi M. deGrouchy; kıskançlığın gözü kördür çünkü.

"Oriane," dedi Parma Prensesi, "geçen gün kuzininiz Mmed'Heudicourt beni ziyarete geldi; üstün zekâlı bir kadın olduğunaşüphe yok; o da bir Guermantes, başka türlüsü olamazdı zaten,ama dedikoducu olduğunu duydum..."

Dük, karışma, kasıtlı bir hayretle, uzun uzun baktı. Mme deGuermantes gülmeye başladı. Sonunda prenses farketti:

"Şey... benimle aynı fikirde... değil misiniz?" diye sorduendişeyle.

"Hanımefendi, siz Basin'in soytarılıklarına bakmayın. Basin,akrabalarımızla ilgili kötü şeyler ima etmeyin siz de."

"Çok mu kötü buluyor kendisini?" diye sordu prenses telaşla."Yo, katiyen!" dedi düşes. "Dedikoducu olduğunu sayın Altes'e

kim söyledi bilmem. Aksine, kimse hakkında kötü bir sözsöylemeyen, kimseye kötülük etmeyen, harika bir insandır."

"Neyse!" dedi Parma Prensesi rahatlayarak. "Ben de hiçbirkötülüğünü görmemiştim. Ama insan çok zeki olunca, isteristemez birazcık da fesat olduğunu bildiğimden..."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

550

"Aslında öyle olduğu da söylenemez.""Zeki olduğu mu?" diye sordu prenses hayretle."Oriane, rica ederim," diye araya girdi dük, sızlanan bir tonda,

sağa sola neşeli bakışlar fırlatarak, "prenses, çok üstün nitelikli birkadın olduğunu söyledi, duydunuz siz de."

"Değil mi?""En azından şişmanlık bakımından üstün.""Siz ona aldırmayın hanımefendi, doğru söylemiyor. Kaz

kafalının tekidir," dedi Mme de Guermantes, sertçe, boğuk birsesle, eski Fransızca'yı hatırlatan bir telaffuzla; düşes çabagöstermediği anlarda, dükten çok daha "eski zaman" meraklısıolurdu; çoğunlukla öyle olmaya çalışırdı da, ama kocasınındantelli, yozlaşmış tarzına zıt, aslında çok daha incelikli, sert vebüyüleyici, neredeyse köylülere özgü bir aksan kullanarak. "Amadünyada onun kadar iyi bir kadın daha yoktur. Hattâ bu derecedeolunca, aptallık denebilir mi onunkine, bilmem. Onun gibi birinsana daha rastladığımı zannetmiyorum; doktorluk bir vakaaslında, adeta bir hastalık, melodramlarda veya Şehirli Kız'darastlanabilecek türden bir 'safdil', bir kreten, bir 'geri zekâlı'.Buraya geldiğinde, hep merak ederim, acaba zihninin uyanacağıan geldi mi diye, bu da hep biraz korkutur beni." Prenses,giydirilen hüküm karşısında dehşete düşmüş olduğu halde, budeyimlere de hayran oluyordu. "O da, Mme d'Epinay de, Taquirı leSuperbe esprinizi anlattılar bana. Çok güzel gerçekten," diye cevapverdi.

M. de Guermantes, espriyi bana açıkladı. Beni tanımadığını iddiaeden kardeşinin, o akşam on birde, beni evine beklediğinikendisine söylemek geçiyordu içimden. Ama bu randevudan sözedip edemeyeceğimi Robert'e sormamıştım; ayrıca, M. deCharlus'nün bu randevuyu vermiş olması, düşese söyledikleriyle

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

551

de çeliştiğinden, susmayı daha doğru buldum."Taquin le Superbe fena değil," dedi M. de Guermantes, "ama

Mme d'Heudicourt, Oriane'ın, geçen gün, öğle yemeği davetinecevaben kendisine yaptığı espriyi anlatmadı mı size? O çok dahagüzeldi."

"Hayır! Anlatsanıza!""Lütfen Basin, anlatmayın, bir kere aptalca bir espriydi; prenses,

benim, sersem kuzinimden de beter olduğuma hükmedecek.Ayrıca niye kuzinim diyorum, bilmem. Basin'in kuzini aslında.Ama benimle de biraz akrabalığı var."

Parma prensesi, Mme de Guermantes'ı aptal bulabileceğiihtimali karşısında, "Yo!" diye haykırdı ve düşese beslediğihayranlığa hiçbir şeyin gölge düşüremeyeceğini söyleyerek,şiddetle itiraz etti.

"Üstelik, zihinsel üstünlükleri zaten elinden aldık; bu espri,kimi manevi üstünlükleri de inkâr etmeye yol açabileceğinden,yersiz olur gibi geliyor bana."

"İnkâr etmek! Yersiz! Ne kadar güzel ifade ediyordüşüncelerini!" dedi dük, yapmacık bir alayla, düşesin takdiredilmesini isteyerek.

"Basin, karınızla alay etmeyin lütfen.""Altes hazretlerine şunu belirtmem gerekir ki," diye sözüne

devam etti dük, "Oriane'ın kuzini üstündür, iyidir, şişmandır, nederseniz deyin, ama pek de, nasıl desem... müsrif sayılmaz."

"Evet, biliyorum, çok cimridir," diye araya girdi prenses."Ben bu ifadeyi kullanmaya cesaret edemezdim, ama tam

kelimesini buldunuz. Bu özelliği, evinin çekilip çevrilişinde,özellikle de çok leziz, ama ölçülü olan mutfağında, kendini

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

552

gösterir.""Oldukça komik olaylara da yol açar hattâ," diye söze girdi M. de

Breaute. "Sevgili Basin, bir gün Heudicourt'da misafirdim,Oriane'la siz de bekleniyordunuz. Çok masraflı hazırlıklaryapılmıştı; öğleden sonra bir üniformalı uşak, sizingelemeyeceğinizi bildiren bir telgraf getirdi."

"Şaşırdığımı söyleyemem!" dedi, kolay kolay herkesindavetlerine katılmayan ve bunun bilinmesinden de hoşlanandüşes.

"Kuzininiz telgrafı okudu, hayıflandı, hemen ardından da, hiçistifini bozmadan, benim gibi önemsiz bir beyefendi için gereksizmasraf yapmaya değmeyeceğini düşünerek, uşağı çağırdı,'Aşçıbaşına söyleyin, tavuğu fırından çıkarsın/ diye seslendi.Akşama da, başuşağa, 'Dünkü dana etinden artanlar ne oldu?Onları getirmiyor musunuz sofraya?' diye sorduğunu duydum."

"Aslında, çeşni bakımından, sofralarının mükemmel olduğunukabul etmek gerekir," dedi dük, bu terimi kullanmakla, devrimöncesi lisanını canlandırdığını düşünerek. "Benim bildiğim hiçbirbaşka evde, yemekler bu kadar güzel değildir."

"Bu kadar az da değildir," diye araya girdi düşes."Benim gibi kaba saba bir köylü için, gayet sağlıklı ve yeterli,"

dedi dük; "insan tıka basa doymuyor.""Ha, tedavi niyetineyse, o başka. Debdebeli olmaktan çok,

sağlıklı olduğuna kuşku yok. Esasen o kadar da lezzetli değil,"diye ekledi Mme de Guermantes; Paris'in en iyi sofrası sıfatınınkendinden başkasının sofrası için kullanılmasından pekhoşlanmazdı. "Kuzinim, on beş yılda bir, tek perdelik bir oyun yada bir sone yumurtlayan kabız yazarlar gibidir. Küçük birerşahesercik, birer mücevher denilen, kısacası, benim en nefret

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

553

ettiğim şeylerdir bunlar. Zenaide'in evinde yemekler fenasayılmaz, ama bu kadar cimri olmasaydı, daha sıradanbulunurdu. Aşçıbaşısı, bazı şeyleri güzel yapar, bazılarını datutturamaz. Her yerde olduğu gibi, onun evinde de, çok kötüyemekler yemişimdir, ne var ki, mide esasen nitelikten çok,miktara duyarlı olduğundan, başka yerlerdeki gibirahatsızlanmamışımdır."

"Her neyse, ben anlatmaya devam edeyim," diye başa döndüdük, "Zenaıde, Oriane'a, öğle yemeğine gelsin diye ısrar ediyordu;karım da, evden çıkmayı pek sevmediğinden, direniyor, birkaçyakın dost arasında bir yemek bahanesiyle oyuna getirilip,şatafatlı bir davete mi sürükleneceğini, kimler olacağınıöğrenmeye çalışıyordu boş yere. Zenaıde ise, 'Gel, gel,' diye ısrarediyor, çok güzel yemekler olacağını söylüyordu. 'Şu kadarınısöyleyeyim, kestane püresiyle yedi tane küçük tavuklu börekolacak,' dedi. 'Yedi küçük börek mi!' diye haykırdı Oriane. 'Demekki en azından sekiz kişi olacağız.' "

Prenses, birkaç saniye sonra espriyi anladı ve kahkahaları,gökgürültüsü gibi, art arda patlamaya başladı. "Demek sekiz kişiolacağız, harika! Çok güzel bir anlatım!" dedi, son bir gayretle,Mme d'Epinay'nin kullanmış olduğu ve bu kez daha uygundüşen ifadeyi hatırlayarak.

"Oriane, prenses çok hoş bir şey söyledi, 'güzel bir anlatım'dedi."

"Azizim, bunda şaşılacak bir şey yok, prensesin çok espriliolduğunu biliyorum zaten," diye cevap verdi Mme deGuermantes; hem bir Altes'in ağzından çıkmış, hem de kendizekâsını öven bir nükteyi, kolaylıkla takdir ederdi."Hanımefendinin mütevazı anlatılarımı takdir etmesi, bana şerefverir. Aslında, ben böyle bir şey söylediğimi hatırlamıyorum.Söylemişsem de, kuzinimi pohpohlamak için söylemişimdir;

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

554

çünkü yedi börek varsa, deyim yerindeyse boğazların, en az on ikitane olması gerekir."

Bu arada, yemekten önce, teyzesinin, bana Normandiya'dakişatosunu göstermekten büyük mutluluk duyacağını söylemişolan Arpajon Kontesi, Agrigento Prensi'nin başının üzerindenseslenerek, aslında beni, en çok Cöte-d'Oı'da ağırlamak istediğini,çünkü oranın, Pont-le-Duc'ün, kendi memleketi olduğunusöylüyordu.

"Şatonun arşivleri ilginizi çekecektir. XVII., XVIII. ve XIX.yüzyılların en önemli şahsiyetleri arasındaki müthiş ilginçmektuplaşmaları bulabilirsiniz orada. Benim harikulade saatlergeçirdiğim bir yerdir, oradayken geçmişte yaşarım adeta," dedikonties; M. de Guermantes, kontesin edebiyat konusunda çokbilgili olduğunu söylemişti bana.

Parma Prensesi, tekrar Mme d'Heudicourt'dan söz ederek, "M. deBornier'nin bütün elyazmalarına sahip," dedi, onunla arkadaşlıketmesi için geçerli nedenler gösterme isteğiyle.

"Rüyasında görmüş olmalı, kendisini tanıdığını bilesanmıyorum," dedi düşes.

"Özellikle ilgi çekici olan da, bu mektupların çeşitli ülkelerdeninsanlar tarafından yazılmış olması," diye devam etti ArpajonKontesi; Avrupa'nın önde gelen dük, hattâ hükümdarhanedanlarıyla akraba olduğundan, bunu hatırlatmaktanhoşnuttu.

"Tanıyor Oriane," dedi M. de Guermantes, kasıtlı bir şekilde. "M.de Bornieı'yle yan yana oturduğunuz o akşam yemeğinihatırlasanıza!"

"Basin," dedi düşes, "benim M. de Bornier'yle tanıştığımısöylemek istiyorsanız, evet tanıştım tabii, hattâ birçok kez

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

555

ziyaretime de geldi, ama ben hiçbir zaman onu davet etmecesaretini gösteremedim, çünkü her seferinde evi formolledezenfekte ettirmem gerekirdi. Sözünü ettiğiniz akşam yemeğinegelince, gayet iyi hatırlıyorum, yalnız o yemek, kesinlikleZenaîde'in evinde değildi; Zenaide, Bornier'yi hayatında görmediğigibi, biri ona Roland'ın Kızı'ndan[39] söz etse, Yunanistan kralınınoğluyla nişanlı olduğu söylenen Prenses Bonaparte'tan[40] sözedildiğini sanır herhalde; hayır, o yemek Avusturyabüyükelçiliğindeydi. Sevimli Hoyos, benim yanımdaki biriskemleye o leş kokulu akademisyeni oturtmakla, bana iyilikettiğini sanmıştı. Yanımda bir jandarma bölüğü oturuyormuşgibiydi. Yemek boyunca, elimden geldiğince burnumu tıkamakzorunda kaldım, ancak gravyer peyniri geldiğinde nefes almayacesaret edebildim!"

Gizli amacına ulaşmış olan M. de Guermantes, misafirlerinyüzlerinde, düşesin esprisinin yarattığı izlenimi inceledi gizlice.

Agrigento Prensi'nin yüzü araya girdiği halde, edebiyatkonusunda bilgili, şatosunda son derece ilginç mektuplarbulunan hanımefendi, "Zaten ben, mektuplarda özel bir büyübulurum," diye sözüne devam etti. "Hiç dikkatinizi çekti mi? Biryazarın mektupları, çoğunlukla, diğer eserlerinden dahaüstündür. Salambo'nun yazarının adı neydi?"

Bu konuşma uzamasın diye cevap vermemeyi çok isterdim,ama Agrigento Prensi'ni gücendireceğimi hissettim; prens,Salambo'nun kime ait olduğunu gayet iyi biliyormuş ve sırfkibarlığından, cevap verme zevkini bana bağışlamak istiyormuşgibi yapmış, ancak çok güç duruma düşmüştü.

"Flaubert," dedim sonunda, ama prens, başıyla onaylarken,cevabım tam duyulmadığından, kontes, Paul Bert mi, Fulbert midediğimi tam anlayamadı ve bu isimler kendisini pek tatmin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

556

etmedi."Her neyse," diye devam etti, "mektupları ne kadar ilginç ve

kitaplarından da ne kadar üstündür! Zaten mektupları da budurumu açıklar; çünkü yazdıklarından, bir kitabı ne kadarzorlukla kaleme aldığı, gerçek bir yazar, yetenekli bir adamolmadığı anlaşılır."

"Mektuplardan söz açılmışken, ben, Gambetta'nın mektuplarınıçok beğenirim," dedi Guermantes Düşesi, bir proletere, bir radikaleilgi duymaktan korkmadığını göstermek için. M. de Breaute, bucesaretteki zekâyı takdir ederek, duygulu, çakırkeyif bakışlarlaetrafına göz gezdirdi, sonra da monoklünü sildi.

"Tanrım, Roland'ın Kızı feci sıkıcıydı," dedi, M. de Bornierkonusuna takılmış olan M. de Guermantes, çok sıkıldığı bireserden daha üstün olma duygusunun verdiği tatminle, belkiaynı zamanda, güzel bir akşam yemeğinin ortasında, böylesinekorkunç geceleri hatırladığımızda yaşadığımız suave marimagno[41] duygusuyla. "Yine de birkaç güzel dize, bir yurtseverlikduygusu vardı."

M. de Bornier'yi hiç beğenmediğimi ima ettim."Ya! Kendisine bir hıncınız mı var?" diye sordu dük, merakla; bir

erkekle ilgili kötü bir sözün, mutlaka kişisel bir hınçtankaynaklandığını, bir kadınla ilgili iyi bir sözün de, bir aşkmacerasının başlangıcına işaret ettiğini düşünürdü daima."Bakıyorum da kendisine diş biliyorsunuz. Ne yaptı size? Haydi,anlatın! Olur mu canım! Adamı karaladığınıza göre, aranızda birkan davası filan olmalı. Roland'ın Kızı uzundur, ama insanın içineişleyen bir tarafı da vardır."

"Bu kadar kokulu bir yazar için, 'içine işleme' ifadesi çok doğru,"diye alayla araya girdi Mme de Guermantes. "Çocukcağızkendisiyle bir arada bulunmuşsa, burun kıvırması çok doğal!"

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

557

"Hanımefendiye itiraf etmem gerekir ki," dedi dük, ParmaPrensesi'ne dönerek, "Roland'ın Kızı bir yana, ben edebiyatta,hattâ müzikte de, çağımın çok gerisindeyimdir; bir şeyin modasıne kadar geçmişse, o kadar hoşuma gider. Belki inanmayacaksınızama, akşamları karım piyanonun başına geçtiğinde, banaAube'den, Boieldieu'den, hattâ Beethoven'dan, eski bir parçaçalmasını rica ettiğim olur! Ben bunları severim işte. OysaWagner, ânında uyutur beni."

"Haksızlık ediyorsunuz," dedi Mme de Guermantes;"dayanılmaz uzunluktaki bölümlerine rağmen, Wagner birdâhiydi. Lohengrin bir şaheserdir. Tristan'da bile, yer yer ilginçsayfalar vardır. Uçan Hollandalı'da, iplik eğiren kızlar korosu, birharikadır."

M. de Guermantes, M. de Breaute'ye dönerek:

"Sözleşilir soylu kişilerleBu güzelim tatilde daima...

Bizim tercihimiz budur, değil mi Babal?" dedi. "Şahanedir.Sonra, Şeytan Kardeş, Sihirli Flüt, Dağ Evi, Figaro'nun Düğünü,Taç Elmasları, müzik budur! Edebiyatta da öyle. Balzac'a, MühürBalosu'na, Paris Mohikanları'na bayılırım."

"Azizim, Balzac'a dalarsanız, sonu gelmez; Meme'nin de olduğubir güne saklayın bunu en iyisi. O daha da müthiştir, ezbere bilirBalzac'ı."

Karısının söze karışmasına sinirlenen dük, birkaç saniyeboyunca, tehditkâr bir suskunlukla düşesi taradı. Avcı gözleri, ikidolu tabanca gibiydi. Bu arada, Mme d'Arpajon'la Parma Prensesiarasında, trajik şiir ve başka türler konusunda, net olarak

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

558

duyamadığım konuşmalar geçmekteydi ki, Mme d'Arpajon'unşöyle dediğini işittim: "Hanımefendi kesinlikle haklılar; bence de,dünyayı bize çirkin göstermesinin sebebi, çirkinle güzeli ayırtedememesi, daha doğrusu, o dayanılmaz gururu yüzünden, hersöylediğini güzel zannetmesi; Altes'in de dediği gibi, söz konusueserde gülünç, anlaşılmaz şeyler, zevksizlikler var, anlaşılmasızor, okuması, Rusça, Çince kadar güç, çünkü Fransızca'dan başkaher şeye benzediği tartışılmaz, ama insan bu zahmetekatlandığında, karşılığını fazlasıyla buluyor, öyle bir hayalgücüvar ki!" Bu küçük söylevin başını duyamamıştım. Sonundaanladım ki, güzelle çirkini birbirinden ayıramayan şair, VictorHugo olduğu gibi, anlaşılması Rusça kadar, Çince kadar zor olanşiir,

Çocuğun doğuşunu alkışlarla karşılarSevince boğulur bütün aile...

imiş; şairin ilk dönemine ait, Yüzyılların Efsanesi'ndeki VictorHugo'dan çok, belki Mme Deshoulieres'e daha yakın olan bir şiir.Mme d'Arpajon'u gülünç bulmak şöyle dursun, (böylesine gerçekve sıradan olan, büyük bir hayal kırıklığıyla oturduğum busofrada, ilk kez) onu kafamda, dantelli bir bone ve iki yanındandökülen uzun, kıvrım kıvrım buklelerle canlandırdım; tıpkı Mmede Remusat, Mme de Broglie, Mme de Saint-Aulaire gibi, oharikulade mektuplarında Sophokles'ten, Schillef den,Imitatio'dan, derin bir bilgiyi ortaya koyan, çok yerinde alıntılaryapan, ama romantiklerin ilk şiirleri karşısında, büyükannemingözünde, Stephane Mallarme'nin son şiirleriyle ayrılmaz birbütün teşkil eden korkuyu ve yorgunluğu hisseden, bütün oseçkin kadınlar gibi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

559

Parma Prensesi, "Mme d'Arpajon şiiri çok seviyor," dedi Mme deGuermantes'a; söylevin hararetli tonundan etkilenmişti.

"Hayır, hiçbir şey anlamaz aslında," dedi Mme de Guermantesalçak sesle, General de Beautreillis'nin bir itirazına cevap vermekteolan Mme d'Arpajon'un, düşesin fısıltıyla söylediği sözleriduyamayacak kadar kendi sözleriyle meşgul olmasındanyararlanarak. "Terk edildikten sonra edebiyata merak sardı.Saygıdeğer Altes'e şunu belirtmek isterim ki, bunun bütün yükübenim omuzlarımda; çünkü Basin ne zaman onu ziyaretegitmese, yani hemen hemen her gün, gelip bana sızlanıyor. Basinondan sıkılıyorsa, benim bir suçum yok nihayet; gidip onuziyaret etsin diye, Basin'i de zorlayamam ya; gerçi Basin'in onabiraz daha sadık olmasını tercih ederdim, Mme d'Arpajon'u birazdaha az görürdüm hiç değilse. Ama dükü bunaltıyor, bu da doğalsayılır. Kötü bir insan değildir, ama tahmin edemeyeceğiniz kadarsıkıcıdır. Onun yüzünden her gün öyle başağrıları çekiyorum ki,her defasında bir Piramidin almak zorunda kalıyorum. Bütünbunlar da, Basin'in canı bir yıl boyunca onunla fingirdemek istedidiye oluyor. Bu yetmiyormuş gibi, genç uşaklarımdan biri, küçükbir sokak fahişesine âşık, hanımefendiye kârlı kaldırımdan birazayrılıp benimle çay içmesini teklif etmiyorum diye de suratasıyor! Ah! Hayat çok sıkıcı," diye sözlerini bitkinlikle noktaladıdüşes.

Mme d'Arpajon'un, dükü sıkmasının başlıca nedeni, M. deGuermantes'in, kısa bir süredir, başka bir kadının âşığı olmasıydı;bu kadının Surgis-le-Duc Markizi olduğunu öğrendim. O sırada,izin gününden mahrum edilen genç uşak servis yapmaktaydı.Kedere boğulmuş olduğu için, servisi de beceriksizce yaptığınıdüşündüm; M. de Châtellerault'ya tabakları geçirirken, görevini okadar kötü yapıyordu ki, dükün dirseği birkaç kere hizmetkârındirseğine çarptı. Genç dük, yüzü kızaran uşağa katiyen kızmayıp,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

560

aksine açık mavi gözlerinin içi gülerek baktı ona. Misafirin buneşesi, bana iyilik göstergesi gibi geldi. Ama nasıl ısrarlagüldüğünü görünce, belki de hizmetkârın hayal kırıklığımbilerek, aksine, fesatça sevindiğini düşündüm.

"Ama hayatım, biliyorsunuz, bize Victor Hugo'dan söz etmeklebir keşifte bulunmuş olmuyorsunuz," diye devam etti düşes, bukez, endişeyle başını çevirmiş olan Mme d'Arpajon'a hitaben. "İlkdöneminin tanıtımını yapmayı ummayın. Yetenekli olduğunuherkes biliyor. Berbat olan, Victor Hugo'nun son dönemidir:Yüzyılların Efsanesi ve adını hatırlamadığım diğer eserleri. AmaSonbahar Yaprakları'nda, Şafak Türküleri'nde, bir şair, gerçek birşair sık sık karşınıza çıkar. Düşünceler'de bile," diye ekledi,dinleyenlerin, haklı olarak karşı çıkmaya cesaret edemedikleridüşes, "güzel şeyler vardır. Yine de itiraf edeyim ki, Türküler'densonrası, girişmekten hoşlanmadığım, anlamsız bir maceradırbenim için! Ayrıca Victor Hugo'nun güzel şiirlerinde –güzelşiirleri vardır çünkü– çoğu kez bir fikir, hattâ derin bir fikirbuluruz."

Ve düşes, yerinde bir duyarlılıkla, tonlamasının bütün gücüyle,hüzünlü düşünceyi öne çıkararak, sesinin ötesine aktararak,hülyalı, büyüleyici bakışlarını önüne dikerek, ağır ağır, "Mesela,"dedi:

"Elem bir meyvedir, zayıf dalda yetişmezTanrı onu taşıyamayacak dala yerleştirmez, ya da:Ölülerin ömrü çok kısadır...Ne yazık! Yavaş yavaş yok olurlar tabutlarındaKalplerimizde ise, hızla!"

Hayal kırıklığıyla dolu bir tebessüm, kederli dudaklarını zarif bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

561

kıvrımla büzerken, düşes, açık renk, büyüleyici gözlerinin hülyalıbakışlarım, Mme d'Arpajon'a yöneltti. Ağır ağır sürüklenen, haşinbir cazibesi olan sesi gibi, gözlerini de tanımaya başlıyordum. Bugözlerde, bu seste, Combray'deki tabiata ait çok şey buluyordum.Bu sesin, zaman zaman bir toprak sertliğini ortaya çıkarangösterişinde, birçok şey vardı kuşkusuz: Guermantes ailesinin,diğerlerinden daha uzun süre yerelliğini, gözüpekliğini,vahşiliğini, kışkırtıcılığını korumuş bir kolunun taşralı kökeni;seçkinliğin, dudaklarını kıpırdatmadan konuşmak olmadığınıbilen, gerçekten seçkin, zeki insanların ve burjuvalardan çok,köylüleriyle daha kolay dostluk kuran soyluların alışkanlığı; Mmede Guermantes'in kraliçe konumunun, daha kolaycasergilemesini, her yolu deneyerek ortaya çıkarmasını sağladığıözelliklerdi hepsi. Düşesin, nefret ettiği, onun kadar zekiolmayan, taşrada veya Paris'te, gösterişsiz bir Saint-Germainmuhitindeki yaşantılarına çekilmiş olan silik soylulara bu sıfatverilebilirse eğer, neredeyse burjuva evlilikler yapmış kızkardeşleri de, aynı sese sahipmiş, ama onlar, bu sesi, ellerindengeldiğince gemlemişler, yontmuşlar, yumuşatmışlar; zaten kendiözgünlüğünü küstahça taşıyabilenlerimiz ve en övülen örneklerebenzemeye gayret etmeyenlerimiz, çok enderdir. Ne var ki,Oriane, kız kardeşlerinden o kadar daha zeki, daha zengin vebilhassa daha moderndi ki, Laumes Prensesi sıfatıyla, GallerPrensi'ne her istediğini yaptırmıştı ki, bu ahenksiz sesin, bircazibe unsuru olduğunu anlamış, özgünlüğün ve başarınıncesaretiyle, bir Renan'ın, bir Jeanne Gramernin (bu iki sanatçınındeğeri ve yeteneği arasında bir karşılaştırma yapmıyoruz elbette)tiyatroda sesleriyle yaptığını, o da sosyetede kendi sesiyle yapmış,belki de kimse tarafından tanınmayan Rejane ve Granier kızkardeşlerin, bir kusur gibi gizlemeye çalıştıkları bir şeyi, hayranolunacak, kendine has bir özellik haline getirmişti, onlar gibi.

Yerel özgünlüğünü sergilemesi için var olan bütün bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

562

nedenlere, Mme de Guermantes'in en sevdiği yazarlar, Merimee,Meilhac ve Halevy, "doğallığa" saygılarıyla, düşesi şiirselliğeulaştıran bir düzyazı merakı ve gözümde manzaralar canlandıran,saf bir sosyete ruhu eklemişlerdi. Ayrıca düşes, bu etkilenimlerebir sanatçı özeni ekleyip, çoğu kelimenin, kendisine en Ile-de-France'a, Champagne'a özgü gibi gelen telaffuzunu seçebilecekbir kadındı; çünkü görümcesi Mme de Marsantes kadar olmasa da,eski bir Fransız yazarının kullanabileceği, saf bir kelime hâzinesikullanırdı. İnsan, karmakarışık çağdaş dilden yorulduğunda,Mme de Guermantes'in konuşmasını dinleyince, çok daha az şeyiifade ettiğini bile bile, müthiş dinlenirdi –kendisiyle baş başaolduğunuzda, sözlerini iyice kısıtlayıp netleştirir, eski bir şarkıyıdinliyormuş duygusunu yaşatırdı karşısındakine. Böylezamanlarda, Mme de Guermantes'ı seyreder ve dinlerken,gözlerinin kesintisiz, dingin öğle sonrasına hapsolmuş bir Ile-de-France veya Champagne göğünün, tıpkı Saint-Loup'nungözlerindeki açıyla, masmavi, eğik, uzandığını görürdüm.

Böylece, Mme de Guermantes, bu çeşitli oluşumlar sayesinde,hem en eski, aristokrat Fransa'yı, hem çok daha soma, BroglieDüşesi'nin, Temmuz monarşisi sırasında Victor Hugo'yu nasılbeğenip kınayabileceğim, hem de Merimee ve Meilhac'tankaynaklanan, edebiyata yoğun bir merakı ifade ederdi. Buoluşumlardan birincisi, İkincisinden daha çok hoşuma gider,zannettiğimden çok farklı olan bu Saint-Germain muhitiyolculuğunun yarattığı hayal kırıklığını gidermeme, daha çokyardımcı olurdu, ama yine de, ikinci oluşumu üçüncüye tercihederdim. Mme de Guermantes, neredeyse istemeden Guermantesolduğu halde, Pailleron'a özgü sığlığı, Oğul Dumas'ya hayranlığı,bilinçli ve kasıtlıydı. Bu hayranlığı bana zıt düştüğünden, düşes,bana Saint-Germain muhitinden söz ettiğinde, zihnime edebî birkatkıda bulunur, edebiyattan söz ettiğinde ise, başka zamanolmadığı kadar, aptalca Saint-Germain muhitine ait görünürdü.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

563

Son dizelerden etkilenen Mme d'Arpajon, "Kendine has bir tozkaplar kalbin alametlerini!" diye haykırdı. "Beyefendi, bunuyelpazemin üzerine yazmanız gerek," dedi M. de Guermantes'a.

"Zavallı kadın, acıyorum ona!" dedi Parma Prensesi, Mme deGuermantes'a.

"Yoo, üzülmeyin hanımefendi; ne hak ediyorsa, onu buluyor.""Ama... bunu size söylediğim için özür dilerim... gerçekten

seviyor onu!""Yok canım, sevmek onun becerebileceği bir şey değil, sevdiğini

sanıyor, tıpkı şu anda, Musset'den okuduğu dizeyi VictorHugo'nun zannetmesi gibi. Bakın," diye ekledi düşes hüzünlü birsesle, "gerçek bir duygudan kimse benim kadar etkilenemez. Amasize bir örnek vereyim: Dün, Basin'e feci şekilde çattı, kavgaçıkardı; saygıdeğer Altes, belki de Basin başka kadınları sevdiğiiçin, onu artık sevmiyor diye zannedebilir; hiç ilgisi yok, sebebi,Basin'in, Mme d'Arpajon'un oğullarını Jockey Kulübü'ne sokmakistememesiydi! Sizce bu, âşık bir kadının davranışı mıhanımefendi? Hayır! Ayrıca şunu da söyleyeyim," dedi Mme deGuermantes, kesin bir tavırla, "az bulunur duyarsızlıkta birkadındır."

Bu arada, M. de Guermantes, karısının "hazırlıksız" olarak VictorHugo'dan söz etmesini, birkaç mısra okumasını, gözleri tatminleparlayarak dinlemişti. Düşes sık sık sinirini bozsa da, böylezamanlarda onunla gurur duyuyordu. "Oriane gerçektenharikulade. Her konuda konuşabilir, her şeyi okumuştur. Bugece, konunun Victor Hugo'ya geleceğini tahmin etmesineimkân yoktu. Hangi konuda konuşulursa konuşulsun, hephazırdır, en bilgili kişilere kafa tutabilir. Bizim delikanlıbüyülenmiş olmalı."

"Her neyse, konuyu değiştirelim," diye ekledi Mme de

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

564

Guermantes, "çok da alıngandır çünkü. Beni herhalde çokdemode buluyorsunuzdur," dedi bana dönerek; "günümüzde,şiirde düşünceyi sevmenin, bir düşünce içeren şiirleri sevmeninzaaf kabul edildiğini biliyorum."

"Demode mi?" dedi Parma Prensesi hafifçe irkilerek;Guermantes Düşesi'nin konuşmasında, daima, o birbiri ardınagelen, haz dolu şaşkınlıkları, o nefes kesici korkuyu, o sağlıklıyorgunluğu bulacağını ve ardından içgüdüsel olarak, kabinde birayak banyosu yapıp, "ısınmak" için hızlı hızlı yürümekgerektiğini aklından geçireceğini bildiği halde, yine debeklemediği bu yeni dalga, şaşırtmıştı prensesi.

"Ben öyle düşünmüyorum Oriane," dedi Mme de Brissac,"benim Victor Hugo'ya kızmamın nedeni, fikirleri olması değil,aksine; ben, bu fikirleri iğrenç şeylerde aradığı için kızıyorum ona.Aslına bakılırsa, edebiyatta çirkinliğe, bizi o alıştırdı. Hayatta zatenyeterince çirkinlik var. Hiç değilse okurken, o çirkinlikleriunutsak, daha iyi olmaz mı? Victor Hugo'yu cezbeden şeyler,gerçek hayatta karşılaştığımızda, başımızı çevireceğimiz, üzücügörüntüler."

"Yine de, Victor Hugo, Zola kadar gerçekçi değil, yanılıyormuyum?" diye sordu Parma Prensesi.

Zola adı, M. de Beautreillis'nin çehresinde tek bir kasınoynamasına yol açmadı. Generalin Dreyfus aleyhtarlığı o kadarderindi ki, ifade etmeye çalışmıyordu bile. Bu konularagirildiğinde büründüğü iyi niyetli suskunluk, sıradan insanıetkileyen bir hassasiyetin göstergesiydi; tıpkı bir rahibin, dinîgörevlerinizden söz etmekten kaçınması, bir maliyecinin,yönettiği şirketleri tavsiye etmemeye özen göstermesi, dev gibibir adamın, yumuşak davranması ve karşısındakine yumrukatmaması gibi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

565

"Amiral Jurien de la Graviere'in akrabası olduğunuzu biliyorum," dedi Mme de Varambon, bilgiç bir tavırla bana dönerek; buerdemli, ama dar görüşlü kadın, Parma Prensesi'nin nedimesiydive vaktiyle dükün annesi tarafından, prensesin hizmetineverilmişti. Bu, bana söylediği ilk sözdü ve daha sonra da, ParmaPrensesi'nin azarlarına ve benim itirazlarıma rağmen, katiyentanımadığım bu akademisyen-amiralle herhangi bir bağlantımolmadığını, bir türlü kafasına sokamadım. Parma Prensesi'ninnedimesinin, beni Amiral Jurien de la Graviere'in yeğeni olarakgörme konusundaki inadı, kendi başına, sıradan bir saçmalıkta.Ne var ki, düştüğü hata, toplumun bize ilişkin "dosyasında"ismimize eşlik eden, daha küçük, daha incelikli, kasıtlı ya dakasıtsız onca hatanın, aşırı ve kata bir türüydü aslında. Örneğin,Guermantes'ların bir dostunun, benimle tanışma isteğinihararetle belirttiğini ve sebep olarak da, "sizi çok seven, çok hoşbir kadın" olan kuzini Mme de Chaussegros'yu gayet iyi tanıyorolmamı gösterdiğini hatırlıyorum. Bir hata olduğunu, Mme deChaussegros'yu tanımadığımı ısrarla belirttim, ama boş yere. "Ozaman kız kardeşini tanıyorsunuzdur, aynı şey. Sizinle İskoçya'datanışmış." İskoçya'ya hiç gitmemiştim; dürüstlük kaygısıyla,muhatabıma bunu bildirmek gibi nafile bir çabaya giriştim. Onabeni tanıdığını, Mme de Chaussegros'nun kendisi söylemişti veşüphesiz başlangıçtaki bir yanılgı yüzünden, buna içtenlikleinanıyordu; çünkü daha sonra ne zaman karşılaşsak, Mme deChaussegros bana her defasında elini uzattı. Sonuç olarak, giripçıktığım çevre, tamamen Mme de Chaussegros'nun muhitiolduğu için, alçakgönüllülüğümün hiçbir anlamı yoktu.Chaussegros'larla samimi olduğum, gerçek anlamda bir hataydı,ama sosyal açıdan, konumumla eşdeğerdi –benim kadar genç biriiçin bir konumdan söz edilebilirse tabii. Yani Guermantes'larındostu, bana kendimle ilgili, sadece yanlış şeyler söylediği halde,kafasında beni konumlandırdığı yer (sosyeteyle bağlantılı olarak)

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

566

ne alçaldı, ne de yükseldi. Kısacası, insan eğer rol yapmıyorsa, birbaşkası, hakkımızda yanlış bir fikir edindiğinde, tanımadığımızbir hanımla arkadaş olduğumuzu, hiç çıkmadığımız hoş biryolculukta bu hanımla tanıştığımızı zannettiğinde, sürekli aynıkişiliğin içinde yaşamanın getirdiği can sıkıntısı, adeta sahneyeçıkmışçasına, bir süre için dağılır. Bu hatalar, çoğalma özelliğigösteren, hoş hatalardır, yeter ki, Parma Prensesi'nin, sıkıcıAmiral de la Graviere'in akrabası olduğum inancından aslavazgeçmeyen, aptal nedimesinin, benim bütün itirazlarımarağmen yaptığı ve hayat boyu da sürdürdüğü hata gibi katıolmasınlar. "Pek akıllı değildir," dedi dük, "ayrıca pek fazla şarap daiçmemesi gerekir, hafiften Bachhus etkisi altında olduğunusanıyorum." Mme de Varambon, aslında sudan başka bir şeyiçmemişti, ama dük, en sevdiği deyimleri kullanmaktanhoşlanırdı.

"Ama Zola gerçekçi değildir ki hanımefendi! Şairdir!" dedi Mmede Guermantes, son yıllarda okuduğu incelemelerden esinleniponları kendi de hasına uyarlayarak. O âna kadar, bu geceki zihinbanyosunda –kendi ölçüleriyle çalkantılı, herhalde özelliklesağlıklı olduğunu düşündüğü bir banyoydu bu– hoş bir şekildesarsılmış, birbiri ardına gelen aykırı düşüncelere kendini bırakmışolan Parma Prensesi, diğerlerinden daha muazzam boyuttaki buson düşünce karşısında, devrilme korkusuyla yerinden sıçradı.Adeta soluk alamıyormuş gibi, kesik kesik konuşarak dedi ki:

"Zola, şair mi?!""Tabii ya," dedi düşes gülerek, bu nefes tıkanması çok hoşuna

gitmişti. "Altes dikkat ederse, Zola değindiği her şeyi büyütür.Zaten bir tek... uğur getiren şeylere değindiğini söyleyebilirsiniz!Ama onu muazzam bir şey haline getirir; destan gübresiylebeslenir! Lağımların Homeros'udur o. Büyük aptest kelimesiniyazarken büyük harfler yetersiz kalır."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

567

Üzerine çökmekte olan müthiş yorgunluğa rağmen, prensesbüyülenmişti, hayatında kendini bu kadar iyi hissettiğiolmamıştı. Mme de Guermantes'in, bol tuzu biberiyle insanıdirilten bu harika yemek davetlerini, aslında gururunu okşayantek şey olan Schönbrunn Sarayı'nda ağırlanmakla bile değişmezdi.

"Büyük A'yla yazar," diye haykırdı Mme d'Arpajon.Bence daha ziyade, büyük B'yle yavrucuğum," diye cevap verdi

Mme de Guermantes; kocasına, "Ne kadar aptal!" demekistercesine, neşeli bir bakış fırlatmayı da ihmal etmedi. Sonra,gülümseyen, yumuşak bakışlarını bana dikerek, mükemmel birev sahibesi sıfatıyla, benim özellikle ilgilendiğim bir sanatçıhakkında kendi bilgisini ortaya koymak ve gerekirse, bana dakendi bilgimi sergileme fırsatı vermek amacıyla, "Yeri gelmişken,"dedi, konukseverliğin gereklerini kusursuz olarak yerinegetirdiğinin tam bilinciyle, hiçbir eksik kalmasın diye tüylüyelpazesini hafifçe sallayıp, mousseline[42] soslukuşkonmazlardan tekrar tabağıma servis yapılması için işaretederek, "zannediyorum Zola'nın, Elstir'le, biraz önce birkaçtablosuna baktığınız ressamla ilgili bir incelemesi var –zatenElstir'in sevdiğim tek resimleri de bunlardır," diye ekledi.AslındaElstir'in resminden nefret eder, ama kendi evindeki herşeyde, eşsiz bir güzellik bulurdu. M. de Guermantes'a, bir halkkalabalığını betimleyen tabloda, silindir şapkayla resmedilmişbeyefendinin adını bilip bilmediğini sordum; bu tablonun hemenyanında, Elstir'in üslubunun, henüz tamamen kişiselleşmemişolduğu, biraz Manet'den etkilendiği, aşağı yukarı aynı döneme ait,ciddi portrenin de aynı adama ait olduğunu farketmiştim."Tanrım," dedi dük, "tanınmamış bir adam olmadığını biliyorum,kendi alanında sıradan biri de değil, ama isimleri karıştırıyorum.Dilimin ucunda, Monsieur... Monsieur... neyse, önemli değil,hatırlayamadım. Swann'a sorun, o söyler size, Mme de

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

568

Guermantes'a bu şaheserleri aldıran o; karım fazlasıyla kibardır,bir şeyi reddederse karşısındakini kızdırmaktan korkar daima;aramızda kalsın ama, onun bize kötü resimler kakaladığıkanısındayım. Şu kadarını söyleyebilirim: Bu beyefendi, M. Elstiriçin bir tür hamiymiş, onu tanıtmış, portre siparişleri vererek, sıksık da sıkıntıdan kurtarmış. Elstir de minnettarlığını göstermekiçin –buna minnettarlık göstergesi derseniz tabii, herkesin zevkiayrı– beyefendiyi, iki dirhem bir çekirdek haliyle oldukça tuhafdurduğu, o kalabalık tabloda resmetmiş. Çok bilgili bir üstatolabilir, ama silindir şapkanın hangi durumlarda kullanılacağınıbilmediği belli. O başı açık kızların ortasında, çakırkeyif bir taşranoterine benziyor. Ama siz bu tablolara pek tutkun gibisiniz.Bilseydim, sorularınızı cevaplandırabilmek için önceden bilgiedinirdim. Aslında M. Elstir'in resmi üzerine, Ingres'inPınar'ıymış veya Paul Delaroche'un Edıvard'ın Çocuklarıymış gibikafa patlatmanın da anlamı yoktur. Onun resminde, ince birgözleme dayanmasını, eğlenceli ve Paris'e özgü olmasını takdireder, geçersiniz. Bu tür resimlere bakarken, âlim olmanızgerekmez. Birkaç fırça darbesiyle yapılmış basit resimlerolduklarını biliyorum, ama yeterince işlenmiş bulmuyorum.Swann bize bir Kuşkonmaz Demeti aldırmak isteme küstahlığınıgöstermişti. Hattâ kuşkonmazlar birkaç gün burada durdu.Resimde başka bir şey yoktu; şu anda yemekte olduğunuzkuşkonmazlardan hiçbir farkı olmayan, bir demet kuşkonmaz.Ama ben M. Elstir'in kuşkonmazlarını yemedim. Uç yüz frankistiyordu karşılığında. Bir demet kuşkonmaza üç yüz frank!Turfanda bile olsa, en fazla yirmi frank eder! İnanamadımdoğrusu. Bu tür şeylere insan figürleri eklediğinde de, hoşumagitmeyen, aşağılık, karamsar bir yanı oluyor. Sizin gibi ince ruhlu,zeki birinin bundan hoşlanmasına çok şaşırdım."

"Neden öyle söylüyorsunuz, anlamıyorum Basin," dedi, evindebulunan şeylerin küçümsenmesinden hoşlanmayan düşes.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

569

"Elstir'in tablolarındaki her şeyi, fark gözetmeden kabul ediyordeğilim katiyen. Beğenilecek şeyler var, beğenilmeyecek şeylervar. Ama bütün resimleri de yetenekten yoksun değil. Benimsatın aldıklarımın, az bulunur bir güzelliğe sahip olduğunu kabuletmek gerekir."

"Oriane, ben aynı türde, M. Vibert'in suluboya ressamlarısergisinde gördüğümüz küçük çalışmasını bin kat tercih ederim.Aslına bakarsanız, küçücük bir şey, avcunuza sığar, ama baştanaşağı espri dolu: o sıska, pis misyoner, karşısında küçük köpeğinioynatan çıtkırıldım papaz, incelikli, hattâ derinlikli bir şiir gibi."

"M. Elstir'le tanışıyorsunuz galiba," dedi düşes bana dönerek."Hoş bir adam."

"Akıllı biri," dedi dük; "insan kendisiyle konuştuğunda,resminin bu kadar bayağı olmasına şaşırıyor."

"Akıllıdan da öte, oldukça esprili hattâ," dedi düşes, bu işlerdenanlayan birinin, bilgiç, çeşniciyi andırır edasıyla.

"Sizin de bir portrenizi yapmaya başlamamış mıydı, Oriane?"diye sordu Parma Prensesi.

"Evet, ıstakoz kırmızısı bir portre," diye cevap verdi Mme deGuermantes, "ama adım gelecek kuşaklara bırakacak olan resim

bu değil. Korkunç bir şey, Basin parçalamak istiyordu resmi."Bu cümleyi, Mme de Guermantes sık sık tekrarlardı. Ama başka

zamanlar, değerlendirmesi farklı olurdu: "Resmindenhoşlanmam, ama bir zamanlar benim güzel bir portremiyapmıştı." Bu değerlendirmelerden biri, çoğunlukla, düşeseportresinden söz eden kişilere yönelirdi, diğeri de, portreden sözetmeyen ve portrenin varlığından haberdar etmek istediğikişilere. Birinci değerlendirme, cilveliliğinden kaynaklanıyordu,İkincisiyse, gururundan.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

570

"Sizin bir portrenizi korkunç hale getirmek! Öyleyse bir portredeğil, bir yalan demek ki; ben fırça tutmayı bile beceremem ama,bana öyle geliyor ki, sizin resminizi yapsam, sırf gördüğüm şeyituvale geçirerek, bir şaheser yaratırdım," dedi Parma Prensesisafça.

"Herhalde o da beni, benim kendimi gördüğüm gibi, yani hertürlü cazibeden yoksun görüyor," dedi Mme de Guermantes,kendisini Elstir'in resmettiğinden farklı göstermeye en uygundiye düşündüğü, hüzünlü, alçakgönüllü ve sevecen bir bakışla.

"Mme de Gallardon, o portreden hoşlanır herhalde," dedi dük."Resimden anlamadığı için mi?" diye sordu Parma Prensesi,

Mme de Guermantes'in kuzinini müthiş küçümsediğini bilerek."Ama çok iyi bir kadındır, değil mi?" Dük çok şaşırmış gibi bir tavırtakındı.

"Basin, görmüyor musunuz canım, prenses sizinle alay ediyor,"dedi düşes. (Böyle bir şey, prensesin aklının ucundan bilegeçmemişti.) "Gallardon'cuğumuzun melun bir ihtiyarolduğunu, o da sizin kadar iyi biliyor." Mme de Guermantes'in,genellikle bu eski deyişlerle sınırladığı kelime hâzinesi,Pampille'in kitaplarında bulunabilen, ama gerçek hayatta artıkçok ender rastlanan, jölelerin, tereyağının, etsuyunun, köfteleringerçek olduğu, hiçbir karışım içermediği, hattâ tuzun bileBretanya tuzlalarından getirtildiği yemeklerin lezzetine sahipti:aksanından, seçtiği kelimelerden, düşesin konuşmasınındoğrudan Guermantes kökenli olduğu hissedilirdi. Düşes, bubakımdan, onca yeni fikir ve deyişin etkisi altındaki yeğeni Saint-Loup'dan çok farklıydı; insanın kafasını Kant'n fikirleri veBaudelaire'in özlemi kurcalarken, IV. Henri'nin enfesFransızca'sıyla yazması zordur; öyle ki, düşesin dilindeki arılık, birsınırlılığın, zekâsıyla duyarlılığının her türlü yeniliğe kapalıkalmış olduğunun göstergesiydi. Mme de Guermantes'in

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

571

düşünme biçimi, bu anlamda da, dışladığı (ve tam da benim kendidüşüncelerimin malzemesini oluşturan) şeyler ve bu sayedekoruyabildiği şeyler nedeniyle, hiçbir yorucu düşüncenin, ahlâkikaygının ve sinirsel rahatsızlığın değiştirmediği, esnekbünyelerin o çekici diriliğiyle hoşuma gidiyordu. Benimkindençok daha eski bir oluşumu içeren bu düşünme biçimi, denizkıyısındaki genç kızlar çetesinin yürüyüşünün sunduğu şeyleeşdeğerdi benim için. Mme de Guermantes, Combray yöresiaristokrasisine ait, küçüklüğünden beri ata binen, kedilereişkence eden, tavşanların gözünü oyan acımasız bir kızçocuğunun, kibarlıkla, manevi değerlere saygıyla evcilleşmiş,uysallaşmış enerjisini ve cazibesini sunuyordu bana; şimdikigibi, bir namus timsali olmak yerine, yıllar önce de aynı zarafetesahip olduğundan, Sağan Prensi'nin en parlak metresi deolabilirdi pekala. Ne var ki, düşesin, benim kendisinde aradığımşeyi –Guermantes isminin büyüsünü– ve bulabildiğim azıcıkşeyi, Guermantes'a ait bir taşra kalıntısını, anlaması mümkündeğildi. İlişkimiz bir yanlış anlaşılma üzerine kurulmuştu ve bensaygılarımı, kendisinin zannettiği görece üstün kadın yerine,onun kadar vasat ve istemeden aynı büyüyü etrafına saçan birkadına sundukça, aynı yanlış anlaşılma, mecburen devamedecekti. Bu son derece doğal yanlış anlaşılma, hayalperest birdelikanlıyla, bir sosyete kadını arasında daima var olacaktır,bununla birlikte, delikanlı, imgelem yeteneğinin yapısını henüztanımadığı ve tıpkı tiyatro, yolculuk ve hattâ aşk konusundaolduğu gibi, insanlar konusunda da, kaçınılmaz hayalkırıklıklarına razı olmadığı sürece, bu yanlış anlaşılma, kendisiniallak bullak eder.

M. de Guermantes (Elstir'in kuşkonmazlarıyla financiere[43]

soslu piliçten sonra sunulan kuşkonmazların ardından), açıkhavada yetişen, E.de Clermont-Tonnerre imzasıyla yazan,harikulade yazarın nükteli ifadesiyle, "kız kardeşlerinin etkileyici

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

572

sertliğine sahip olmayan" taze kuşkonmazların, yumurtaylabirlikte yenmesi gerektiğini bildirince, M. de Breaute, "Kimilerininhoşuna giden, başkalarının hoşuna gitmez," diye cevap verdi."Çin'in Kanton ilinde en makbul ikram, tamamen çürümüş çinteyumurtasıdır." Mormonlar'a ilişkin bir incelemesi Revue des DeuxMondes'da yayınlanmış olan M. de Breaute, sadece en aristokratçevrelere girer çıkar, ama bunların arasında da, akıllılıklarıyla ünyapmış olanları seçerdi. Öyle ki, bir kadının evindeki varlığı, enazından devamlı bulunması, o kadının bir salonu olup olmadığınıgösterirdi. Yüksek sosyeteden nefret ettiğini ileri sürer, ayrı ayrıher düşese, kendisiyle, zekâsından ve güzelliğinden ötürügörüşmek istediğini söylerdi. Hepsi ikna olurlardı. ParmaPrensesi'nin evindeki önemli bir davete, içi sızlayarak gitmeye nezaman razı olsa, kendisine moral versinler diye, düşeslerinhepsini çağırır ve böylelikle, sadece bir yakın dost çevresininortasında boy gösterirdi. Sosyetikliğine rağmen, bir entelektüelolarak tanınmayı sürdürebilmek için, Guermantes zekâsının kimiilkelerini benimseyerek, balo mevsiminde şık hanımlarla birlikte,uzun süreli bilimsel yolculuklara çıkar, snop, dolayısıyla henüzbir mevki edinememiş birisi, her yere gitmeye başladığında,onunla tanışmamak, ona takdim edilmemek konusundakorkunç bir inat sergilerdi. Snoplara olan nefreti, kendisnopluğundan kaynaklanırdı, ama saf kimseler, yani herkes,onun snopluktan bağışık olduğunu zannederdi.

"Babal, her zaman, her şeyi bilir!" diye haykırdı GuermantesDüşesi. "Yumurta satın alırken, iyice çürümüş olmasına,kuyrukluyıldızın göründüğü yıldan kalma olmasına dikkatedilen bir ülke, büyüleyici bir yer olmalı bana kalırsa. Tereyağlıekmeğimi yumurtaya batırışımı görür gibi oluyorum. Aslında,itiraf etmeliyim ki, Madeleine Teyze'nin (Mme de Villeparisis'nin)evinde, çürümekte olan şey, hattâ yumurta bile ikram edildiğiolur." Mme d'Arpajon itiraz edince de, şöyle devam etti:

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

573

"Yapmayın Phili, benim kadar sizin de bildiğiniz bir şeydir.Yumurtaların içinde civciv vardır. Civcivlerin uslu uslu içeridedurmalarına da şaşıyorum doğrusu. Orada yediğiniz, omlet değil,kümesin ta kendisidir, ama en azından mönüde belirtilmemiştir.Geçen akşam, yemeğe gelmemekle iyi ettiniz; fenik asitte pişmişkalkan balığı vardı! Sofradan çok, karantina koğuşunabenziyordu. Doğrusu Norpois, sadakati kahramanlığa kadargötürüyor: tabağını iki kere doldurdu!"

"Geçenlerde Madeleine Teyze'de, akşam yemeğinde siz devardınız sanıyorum, şu M.Bloch'a çıkıştığı gün," dedi M. deGuermantes, belki bir Yahudi ismine daha yabancı bir hava versindiye, Bloch'u Blok diye değil, Bloh diye telaffuz ederek; "M. Bloch,bilemiyorum hangi şayirirı (şairin) muhteşem olduğunusöylemişti. Châtellerault, M. Bloch'un kaval kemikleriniparamparça ettiyse de, faydası olmadı; bizimki anlamıyor,yeğenimin tekmelerinin, aslında, karşısında oturan genç birkadına yönelik olduğunu sanıyordu." (M. de Guermantes hafifçekızardı.) "Bol keseden savurduğu 'muhteşemleriyle, teyzemizikızdırdığım farketmiyordu. Neyse, sonunda, epeyce hazırcevapolan Madeleine Teyze, cevabı yapıştırdı: 'Beyefendi, o zaman M. deBossuet için ne diyeceksiniz?' " (M. de Guermantes, bir ünlününadından önce Monsieur ve de takısı kullanmanın, esasen devrimöncesine özgü olduğu kanısındaydı.) "Haddini bildirdi doğrusu."

"Peki M.Bloch ne cevap verdi?" diye sordu Mme de Guermantes,dalgın bir tavırla; o anda söyleyecek değişik bir şeybulamadığından, kocasının Alman telaffuzunu tekrarlamasıgerektiğini düşünerek.

"Emin olabilirsiniz ki, M.Bloch daha fazlasını beklemedi; kaçtıgitti."

"Evet, evet, o gün sizi gördüğümü çok iyi hatırlıyorum," dediMme de Guermantes bana, kesin bir tavırla; sanki onun bunu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

574

hatırlaması, benim için bir iltifatmışçasına. "Teyzemin evi daimaçok ilginçtir. O size rastladığım, son davette, yanımızdan geçenyaşlı beyefendi, François Coppee mi diye sormak istiyordum size.Siz herkesi tanıyorsunuz herhalde," dedi, hem şairlerleilişkilerime içtenlikle imrenerek, hem de kibarlığından, edebiyatkonusunda bu kadar bilgili bir gence, misafirlerinin nazarındadeğer kazandırmak için. Mme de Villeparisis'nin davetinde, hiçbirünlü görmediğimi söyledim düşese. "Nasıl olur!" dedi Mme deGuermantes şaşkınlıkla; böylece edebiyatçılara saygısının veyüksek sosyeteyi küçümsemesinin, söylediğinden ve hattâ belkide zannettiğinden daha yüzeysel olduğunu itiraf etmiş oluyordu."Nasıl olur! Büyük yazar yoktu ha! Şaşırtıyorsunuz beni;olmayacak kişiler vardı halbuki!"

O geceyi, son derece önemsiz bir olay yüzünden, gayet iyihatırlıyordum. Mme de Villeparisis, Bloch'u Mme Alphonse deRothschild'e takdim etmiş, ama arkadaşım, söylenen ismiduymayıp, biraz kaçık, yaşlı bir İngiliz'le karşı karşıya olduğunuzannederek, yaşlı dilberin gereğinden uzun konuşmalarına tekheceli cevaplar vermişti; daha sonra, Mme de Villeparisis, birbaşkasını takdim ederken, bu kez çok belirgin bir telaffuzla,"Barones Alphonse de Rothschild," demişti. O zaman, Bloch'unatardamarlarına, tedbirli davranarak bölünmesi gerekenmilyonların ve sonsuz bir nüfuzun hayali, birden öyle bir hücumetmişti ki, sanki bir kalp krizi, bir beyin kanaması geçirmiş, kibaryaşlı hanımın yanında, "Ah, bilseydim!" diye haykırmıştı; busözlerinin aptallığı yüzünden de, tam bir hafta, uykusuzlukçekmişti. Bloch'un bu sözünün, pek ilginç bir yanı yoktu, amahayatta bazen, olağanüstü bir heyecanın etkisiyle,düşündüğümüz şeyi söylediğimizi kanıtlaması bakımından,aklımda kalmıştı.

"Galiba Mme de Villeparisis pek... ahlâklı değil," dedi Parma

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

575

Prensesi; düşesin teyzesinin evine gidilmediğini biliyordu vedüşesin anlattıklarından da, bu konuda rahatça konuşabileceğinianlamıştı. Ama Mme de Guermantes, bu sözleri tasvipetmiyormuş gibi görününce, ekledi:

"Tabii zekânın bu derecesi her şeyi unutturuyor.""Ama siz de teyzem hakkındaki genel fikre kapılmışsınız," diye

cevap verdi düşes, "esasen çok yanlış bir fikir. Meme daha dün,tam da bunu söylüyordu." (Düşes kızardı, gözleri, benimbilemediğim bir hatırayla buğulandı. Robert aracılığıyla, düşesinevine gitmememi rica etmiş olan M. de Charlus'nün, düşesten de,bana yaptığı daveti iptal etmesi ricasında bulunduğunu tahminettim. Dükün, kardeşinden söz ederken –aslında benim içinanlaşılmaz biçimde– kızarmasının ise, aynı sebebeatfedilemeyeceği izlenimine kapıldım.) "Zavallı teyzem! Devrimöncesine ait, son derece zeki ve aşırı sefih bir insan olaraktanınacak daima; halbuki onunki kadar burjuva, ciddi ve sıkıcı birzekâ zor bulunur. Bir sanat koruyucusu kabul edilecektir, ki buda, vaktiyle büyük bir ressamın metresi olduğu anlamına gelir,ama o ressam, resmin ne demek olduğunu bir türlü anlatamadıkendisine; hayatına gelince, ahlâksız bir insan olmak şöyledursun, evliliğe o kadar yatkındı, doğuştan tam bir eşti ki, zatenaşağılık bir adam olan kocasını elinde tutamayınca, bütünilişkilerini meşru bir birliktelikmişçesine ciddiye aldı, hepsini aynıalınganlıklarla, aynı kızgınlıklarla, aynı sadakatle yaşadı. Dikkatederseniz, bu tür birliktelikler, bazen en samimi olanlarıdır; sonuçolarak, acısını unutamayan âşıkların sayısı kocalardan fazladır."

"Ama Oriane, sözünü ettiğiniz kayınbiraderiniz Palamede'idüşünsenize; hiçbir metres, arkasından, zavallı Mme de Charluskadar ağlanacağını hayal edemez."

"Ah!" dedi düşes. "Sayın Altes'ten özür dileyerek, aynı fikirdeolmadığımı belirtmem gerekir. Herkes arkasından aynı şekilde

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

576

ağlanılmasmdan hoşlanmaz; herkesin tercihi farklıdır.""Ne olursa olsun, Palamede, karısının ölümünden sonra, derin

bir saygı gösterisinde bulundu. Bazen, yaşayanlar içinyapılmayan şeylerin, ölüler için yapıldığı da doğru tabii."

"Bir kere," dedi Mme de Guermantes, alaylı sözleriyle çelişenhülyalı bir tavırla, "ölülerin cenazesine gidilir; yaşayanlar için aslayapılmayan bir şey!" (M. de Guermantes, M. de Breaute'ye,düşesin esprisine gülmesi için teşvik etmek ister gibi, muzip birbakış fırlattı.) "Her neyse, açıkça itiraf edeyim ki," diye devam ettiMme de Guermantes, "ben, sevdiğim erkeğin, arkamdankayınbiraderim gibi ağlamasını istemem."

Dükün çehresi karardı. Karısının, özellikle M. de Charluskonusunda yerli yersiz değerlendirmeler yapmasındanhoşlanmazdı. "Çok müşkülpesentsiniz. Kardeşimin üzüntüsüherkese örnek oldu," dedi kibirli bir tonda. Ne var ki düşes,kocasına, hayvan terbiyecilerinin ya da bir deliyle yaşayan ve onukızdırmaktan korkmayan insanların gözüpekliğiyle yaklaşıyordu.

"Peki, öyle olsun, örnek alınacak bir davranış diyelim; her günmezarlığa gidip, karısına, öğle yemeğinde kaç misafiri olduğunuanlatıyor; onu müthiş özlüyor, ama bir kuzinini, büyükannesini,kız kardeşini özler gibi. Bir kocanın yas tutması değil bu. Evet, herikisi de birer melekti, bu da, bu matemi biraz özel kılıyor, doğru."(Karısının boşboğazlığına sinirlenen M. de Guermantes, dolubirer silaha benzeyen gözlerini, korkunç bir kıpırtısızlıkla düşesedikmişti.) "Zavallı Meme'yi kötülemek için söylemiyorum; aklımagelmişken, bu gece, başka bir sözü olduğu için gelemedi," diyedevam etti düşes; "dünyanın en iyi yürekli insanı olduğunukabul ediyorum, harikuladedir, pek az erkekte rastlanan birinceliğe, bir hassasiyete sahiptir. Meme'nin yüreği bir kadınyüreğidir!"

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

577

"Söylediğiniz şey çok saçma," diye sertçe araya girdi M. deGuermantes; "Meme katiyen kadınsı değildir, kimse onun kadarerkeksi olamaz."

"Ben size kadınsı olduğunu söylemiyorum ki. Hiç değilse nedediğimi anlayın," dedi düşes. "Bu da, kardeşine bir kötülükedilmek istendiğini zannetmeyegörsün..." diye ekledi, ParmaPrensesi'ne dönerek.

"Böyle şeyler işitmek çok hoş. İki kardeşin birbirini sevmesikadar güzel ne olabilir?" dedi Parma Prensesi, halktan, herhangibir insan gibi; çünkü insanın kanı, bir hükümdar ailesine ait olsada, kafası, tamamen halktan bir aileye ait olabilir.

"Ailenizden söz açılmışken, Oriane," dedi prenses, "dünyeğeniniz Saint-Loup'yu gördüm; yanılmıyorsam, sizden birricası olacak."

Guermantes Dükü, kaşlarını sertçe çattı. Bir ricayı yerinegetirmek istemediği zaman, işi karısının üstlenmesindenhoşlanmazdı; çünkü ikisinin aynı kapıya çıkacağını, düşesinricada bulunmak zorunda kalacağı insanların, tıpkı kocası tekbaşına bir şey istemiş gibi, borcu, ailenin ortak hesabınageçireceklerini bilirdi.

"Kendisi niye söylememiş bana?" dedi düşes. "Dün geldiğindeiki saat oturdu; ne kadar sıkıcı olduğunu da Tanrı biliyor. Birçoksosyete mensubu gibi aptallığını koruma akıllılığımgösterebilseydi, herkesten daha aptal olmazdı. Ama bu bilgibadanası, korkunç bir şey. Açık bir zihni... anlamadığı her şeyekarşı açık bir zihni olsun istiyor. Fas'tan söz etmeye kalkıyor, fecibir şey."

"Rachel yüzünden dönmek istemiyor Fas'a," dedi Foix Prensi."Ama onlar ayrıldılar ya," diye araya girdi M. de Breaute.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

578

"Ayrıldıkları falan yok, iki gün önce Robert'in garsoniyerinderastladım Rachel'e; hiç de aralan bozukmuş gibigörünmüyorlardı, emin olabilirsiniz," diye cevap verdi FoixPrensi; Robert'in evlenmesini engelleyebilecek her türlüdedikoduyu yaymaktan hoşlandığı gibi, gerçekten bitmiş olan birilişkinin ara ara canlanmasını da yanlış anlayabilecek bir insandı.

"O Rachel bana sizden söz etti; kendisini sabahları Champs-Elysees'den geçerken görüyorum; dediğiniz gibi hoppa bir kadın,fingirdek denilen cinsten, bir tür 'Kamelyalı Kadın', mecazianlamda tabii." (Bu sözleri bana söyleyen, Fransız edebiyatındanve Paris'in püf noktalarından haberdarmış gibi görünmeye özengösteren Prens Von'du.)

"Zaten konu da Fas'la ilgili..." diye haykırdı prenses, bu fırsatınüstüne derhal atlayarak.

"Fas konusunda ne gibi bir ricası olabilir ki?" diye sordu M. deGuermantes, ters ters; "Oriane'ın bu konuda hiçbir şeyyapamayacağını gayet iyi biliyor."

"Strateji denen şeyi kendisinin icat ettiğini sanıyor," diye devametti Mme de Guermantes, "ayrıca, en ufak bir şey için, olmayacakkelimeler kullanıyor, buna rağmen, mektuplarından mürekkeplekeleri eksik olmuyor. Geçen gün, muhteşem bir patatesyediğini, muhteşem bir kiralık loca bulduğunu söylüyordu."

"Latince de konuşuyor," dedi dük, daha da ileri giderek."Ne, Latince mi?" diye sordu prenses."Yemin ederim! Hanımefendi, isterlerse Oriane'a sorabilirler,

abartıp abartmadığımı o söylesin.""Katiyen abartmıyor hanımefendi; geçen gün, tek bir cümlenin

içinde, bir solukta, şöyle dedi: 'Bundan daha dokunaklı bir Sictransit gloria mundi[44] örneği düşünemiyorum.' Cümleyi, sayın

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

579

Altes'e aynen aktarıyorum; çünkü biz, ancak yirmi tane sorusorduktan, dilbilimcilere danıştıktan sonra tekrar kurabildikcümleyi, ama Robert, bir çırpıda söyleyiverdi; içinde Latinceolduğu zor anlaşılıyordu; Hastalık Hastası'nın kahramanlarındanbiri gibiydi! Üstelik bütün bunlar da, Avusturyaimparatoriçesinin ölümüyle ilgiliydi!"

"Zavallı kadın!" diye haykırdı prenses. "Ne harikulade birinsandı!"

"Evet," dedi düşes, "biraz deliydi, tuhaftı, ama çok iyi kadındı,çok kibar, sevimli bir deliydi; yalnız niçin ağzına oturan bir takmadiş almadığını hiç anlayamadım, dişleri hep cümlesinin sonunugetiremeden yerinden çıkar, yutmamak için sözünü yandakesmek zorunda kalırdı."

"Rachel bana sizden söz etti, Saint-Loup'nun size taptığını,hattâ kendisine bile tercih ettiğini söyledi," dedi Prens Von banahitaben; bir yandan da tıka basa yiyordu, yüzü kıpkırmızıydı, hiçkesilmeyen gülüşü, bütün dişlerini ortaya çıkarıyordu.

"Öyleyse beni kıskanıyor, benden nefret ediyor olmalı," dedim."Hayır, katiyen; çok iyi şeyler söyledi hakkınızda. Foix

Prensi'nin metresi, prens sizi ona tercih etse, kıskanırdı belki sizi.Anlamadınız mı? Çıkışta benimle gelin, size açıklayayım bütünbunları."

"Gelemem, saat on birde M. de Charlus'nün evine gideceğim.""Ya, dün beni de, bu akşam için yemeğe çağırmıştı, ama saat on

bire çeyrek kaladan sonra olmamak şartıyla. Peki, ille onagidecekseniz, hiç değilse benimle birlikte Theâtre-Français'yekadar gelin, yörekentte olursunuz," dedi prens; bunun "yakında"ya da belki "merkezde" anlamına geldiğini sanıyordu herhalde.

Ama geniş, yakışıklı, kırmızı yüzünün ortasında iri iri açılmış

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

580

gözleri, beni korkuttuğundan, bir arkadaşımın beni almayageleceğini söyleyerek teklifini reddettim. Cevabımın kırıcıolduğunu düşünmüyordum. Prens, farklı bir izlenim edinmişolmalı ki, ondan sonra benimle tek kelime konuşmadı.

"Benim de Napoli kraliçesini ziyarete gitmem gerekiyor, kimbilirne kadar üzülmüştür!" dedi Parma Prensesi (ya da bana öyledemiş gibi geldi). Prensesin sözleri, yanımdaki Prens Von'unsözlerine karıştığından, net olarak duyamamıştım, oysa prens,herhalde M. de Foix'ya işittirmemek kaygısıyla, çok alçak seslekonuşmuştu.

"Yok canım!" diye cevap verdi düşes. "Hiç üzüldüğünüsanmıyorum."

"Hiç mi? Hep böyle aşırıya kaçarsınız Oriane," dedi M. deGuermantes, dalgaya karşı koyup, onu, köpükten sorgucunudaha yükseklere fırlatmaya zorlayan bir falez rolüne tekrarbürünerek.

"Doğruyu söylediğimi Basin benden de iyi biliyor aslında," diyecevap verdi düşes, "ama siz varsınız diye ciddi bir hava takınmasıgerektiğini sanıyor, sözlerimin sizi kızdırmasından korkuyor."

"Yok canım, rica ederim!" diye haykırdı Parma Prensesi,Guermantes Düşesi'nin bu harikulade çarşamba davetlerinde,İsveç kraliçesinin bile henüz tatmaya hak kazanmadığı bu yasakmeyvede, onun yüzünden herhangi bir değişiklik yapılırkorkusuyla.

"Oysa Basin, kraliçeye, basmakalıp bir üzüntü ifadesiyle,'Kraliçenin matemde olduğunu görüyorum, kimin için?Majesteleri kederli mi?' diye sorduğunda, 'Hayır, koyu bir matemdeğil, hafif, pek hafif bir matem, ablam,' dediğini, kendikulaklarıyla işitti. İşin gerçeği şu ki, kraliçe durumdan çokmemnun, Basin de gayet iyi biliyor; aynı gün, bizi bir şölene davet

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

581

edip, bana iki inci hediye etti. Keşke her gün bir ablasını kaybetse!Ablasının arkasından ağlamak şöyle dursun, kahkahalarlagülüyor. Herhalde Robert gibi o da, kendi kendine, Sic transit, herneyse, öyle diyordur," dedi alçakgönüllülükle, cümleyi pekalabildiği halde.

Aslında Mme de Guermantes bunları tamamen yalandan, espriolsun diye söylüyordu, çünkü Napoli kraliçesi, yine trajik birölüme kurban giden Alençon Düşesi gibi, altın kalpli bir insandıve yakınlarının arkasından, içtenlikle ağlamıştı. Mme deGuermantes, kuzinleri olan soylu Bavyeralı kız kardeşleri, bunubilecek kadar iyi tanırdı.

"Robert, Fas'a dönmeyi hiç istemiyor," dedi Parma Prensesi,Mme de Guermantes'in, istemeden, bir yem gibi kendisine

uzattığı Robert ismine tekrar yapışarak. "General de Monserfeuil'ütanıyorsunuz galiba."

"Pek az," dedi, subayla yakın dost olan düşes. Prenses, Saint-Loup'nun isteğini açıkladı.

"Bilmem ki, görürsem... Karşılaşırım belki kendisiyle," diyecevap verdi düşes, reddediyormuş gibi görünmemek için;kendisinden bir şey istemek söz konusu olduğu anda, General deMonserfeuil'le görüşmeleri hızla aralanmıştı adeta. Bu belirsizlik,düke yeterli gelmemiş olacak ki, karısının sözünü kesti:

"Görüşmeyeceğinizi gayet iyi biliyorsunuz Oriane. Üstelik dahaönce de iki ricanızı yerine getirmemişti. İyilik etme arzusukarımda hastalık halinde," diye devam etti, giderek daha öfkeli birtonda; düşesin nezaketi kuşku altında kalmadan, prenses,ricasını geri almaya mecbur olsun ve dükün huysuzluğunakabahat bulsun diye. "Robert, Monserfeuil'e istediğiniyaptırabilir. Ama ne istediğini bilmediğinden, bizi araya sokmayaçalışıyor; ricasının geri çevrilmesi için bundan etkili bir yol

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

582

olmadığını biliyor çünkü. Oriane, Monserfeuil'den çok şey istedi.Şimdi bir şey rica etmesi, generalin reddetmesi için mükemmel birsebep olur."

"Ya! Bu durumda, en iyisi, düşesin hiçbir şey yapmaması," dediParma Prensesi.

"Kesinlikle," dedi dük."Zavallı general, seçimi yine kaybetti," dedi Parma Prensesi,

konuyu değiştirmek için."Önemli değil canım, bu daha yedinci," dedi dük; kendisi

siyasetten vazgeçmek zorunda kaldığından, başkalarının seçimyenilgilerinden epey haz duyardı.

"Teselli bulmak için, karısına bir çocuk daha vermeyi uygunbuldu."

"Ne?! Zavallı Mme de Monserfeuil yine mi hamile?" diyehaykırdı prenses.

"Tabii ya," dedi düşes, "zavallı generalin hiç yenilmediği tekbölgedir."

O geceden sonra, bir zamanlar, davetlileri, kafamda Sainte-Chapelle Kilisesi'nin Havarileri gibi canlandırdığım bu yemeklere,sadece birkaç kişiyle birlikte de olsa, sürekli davet edilecektim.Gerçekten de, davetliler orada, ilk Hıristiyanlar gibi, sadece maddi(ve mükellef) bir besini paylaşmak için değil, adeta sosyal birKomünyon'a katılır gibi toplanıyorlardı; böylece ben de, birkaçyemeğin sonunda, ev sahiplerimin bütün arkadaşlarıyla tanışmışoldum; beni bu arkadaşlarına, öyle belirgin bir teveccühle(ezelden beri çocukları gibi sevdikleri birini tanıştırırcasına)takdim ediyorlardı ki, bir balo düzenleyip de davetliler listesinebeni dahil etmese, dükle düşese saygısızlık olacağınıdüşünmeyen bir tanesi yoktu aralarında; bir yandan da,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

583

Guermantes'ların mahzenlerindeki Yquem şaraplarından birinineşliğinde, dükün ihtiyatı elden bırakmadan geliştirip değiştirdiğiçeşitli tariflere göre hazırlanmış çintelerin tadını çıkarıyordum.Bununla birlikte, gizemli sofrada birkaç kere yer almış olanların,bu çintelerden yemesi şart değildi. M. ve Mme de Guermantes'ineski dostları, ziyarete, Mme Swann'ın deyimiyle "kürdanniyetine", yemekten sonra, habersiz gelirler, kışın büyük salonunışıkları altında, bir fincan ıhlamur, yazın da minik, dikdörtgenbahçenin karanlığında, bir bardak portakal şerbeti içerlerdi. Bubahçede oturulan yemek sonralarında, Guermantes'ların portakalşerbetinden başka şey ikram ettikleri görülmemişti. Portakalşerbetinin ayinsi bir yanı vardı. Buna başka soğuk içeceklereklemek, geleneği bozmak olurdu; tıpkı Saint-Germainmuhitinde, önemli bir sosyete toplantısında, tiyatro veya müzikvarsa, onun bir toplantı olmaktan çıkması gibi. Diyelim ki,Guermantes Prensesi'ne, sadece bir ziyarette bulunmak amacıylagelinmesi gerekirdi –gelenler beş yüz kişi de olsa. Ben, portakalşerbetine bir sürahi pişmiş kiraz veya armut suyu ekletmeyibaşarınca, nüfuzum takdir gördü. Bu yüzden, AgrigentoPrensi'ne bir düşmanlık beslemeye başladım; prens,hayalgücünden yoksun olan, ama cimrilikten payını almış bütüninsanlar gibi, karşısındakinin içtiği şeye hayran olur ve biraziçmek için, izin isterdi. Öyle ki, Agrigento Prensi, her defasındabenim payıma düşen içeceği azaltarak, zevkimi kaçırırdı. Çünkübu meyve suları, hiçbir zaman susuzluğu gidermeye yetecekmiktarda olmazlar. Bir meyvenin renginin tada dönüşmesi kadar,insanı zor bıktıran bir şey yoktur; pişmiş olan meyve, adetageriye, çiçek mevsimine gider. İlkbaharda bir meyve bahçesi gibikızıla boyanmış veya meyve ağaçlarının altındaki meltem gibirenksiz ve serin olan meyve suyu, damla damla koklanır,seyredilir; oysa Agrigento Prensi, her defasında benim bunadoymamı engelliyordu. Bu kompostolara rağmen, ıhlamur gibi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

584

geleneksel portakal şerbeti de, varlığını sürdürdü. Bu mütevazıçeşitlerle, sosyal komünyon yine de gerçekleşiyordu. Bu açıdan,M. ve Mme de Guermantes'in arkadaşları, ilk başta kafamdacanlandırdığım gibi, yanıltıcı görünüşlerinindüşündürebileceğinden daha farklı varlıklar olarak kalmışlardışüphesiz. Nice ihtiyar, düşesin evinde, değişmez içeceğinyanısıra, çoğunlukla pek de nazik olmayan bir tavırla,ağırlanmaya gelirdi. Bunun sebebi snopluk olamazdı, çünkükendileri de en üst tabakadan insanlardı; lüks düşkünlüğü deolamazdı, lüksten hoşlanıyor olabilirlerdi, ama sosyal açıdan bukadar parlak olmayan koşullarda, müthiş bir lüksü tadabilirlerdi:Aynı gecelerde, son derece, zengin bir maliyecinin sevimli karısı,İspanya kralı onuruna düzenlediği iki günlük gözkamaştırıcı avpartisine, onların da gitmesi için ne olsa yapardı. Yine de onlar budaveti reddetmiş ve her türlü olasılığı göze alarak, Mme deGuermantes evinde mi diye bakmaya gelmişlerdi. Bu evde, kendifikirlerine tıpatıp uyan görüşler, sıcak duygular bulacaklarındanbile emin değillerdi; Mme de Guermantes, bazen Dreyfus Davasıhakkında, Cumhuriyet hakkında, din aleyhtarı yasalar hakkında,hattâ alçak sesle, kendileri, kusurları, konuşmalarının sıkıcılığıhakkında, öyle yorumlar yapardı ki, farketmemiş gibi davranmakzorunda kalırlardı. Hiç şüphe yok ki, bu alışkanlıklarınısürdürmelerinin nedeni, sosyete zevkleri konusundaki inceterbiyeleri, buradaki sosyal ikramın, mükemmel, birinci sınıfkalitesini çok iyi bilmeleriydi; bu tanıdık lezzetteki, güven veren,hoşa giden, katıksız ve hilesiz ikramın kaynağını ve tarihçesini,ikramı yapan kişi kadar iyi bilirlerdi; bu bakımdan,"soyluluklarını", kendi zannettiklerinden daha çok korumuşlardı.Yemekten sonra takdim edildiğim, işte bu konuklar arasında,Parma Prensesi'nin sözünü ettiği ve Mme de Guermantes'in,salonunun müdavimlerinden olmakla birlikte, o gece geleceğinibilmediği General de Monserfeuil de bulunuyordu tesadüfen.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

585

General, ismim söylendiğinde, Yüksek Savunma Konseyibaşkanıymışım gibi, önümde eğildi. Düşesin, yeğeni için M. deMonserfeuil'den bir ricada bulunmayı neredeyse reddetmesininsebebini, temelde başkalarının işine koşuşturmaktanhoşlanmaması zannetmiş ve dükün de bu konuda, sevgisindendeğilse bile, düşünsel olarak, karısıyla işbirliği içinde olduğunudüşünmüştüm. Ayrıca, Parma Prensesi'nin ağzından kaçırdığıbirkaç sözden, Robert'in görevinin tehlikeli olduğu vedeğiştirilmesinin, ihtiyatlı bir davranış olacağı sonucunu daçıkardığımdan, dükle düşesin ilgisizliği, iyice utanç vericigelmişti bana. Ne var ki,

Parma Prensesi, generalle kendi hesabına, kendisi konuşmayı,çekinerek önerdiğinde, düşes, Altes'i vazgeçirmek için elindengeleni yapınca, Mme de Guermantes'in katıksız fesatlığı, tepemiattırdı.

"Ama hanımefendi," diye haykırdı düşes, "Monserfeuil'ün yenihükümetin nezdinde itibarı da, nüfuzu da sıfır. Havanda sudövmekten farksız olur."

"Bizi işitebilir," diye fısıldadı prenses, düşesi daha alçak seslekonuşmaya davet ederek.

"Altesin merak etmesine hiç gerek yok, duvar gibi sağırdır," dedidüşes, sesini alçaltmadan; general de her kelimesini net olarakişitti.

"M. de Saint-Loup'nun pek güvenli bir yerde olduğunusanmıyorum da, o yüzden," dedi prenses.

"Ne yapalım," dedi düşes, "herkes aynı durumda; onun tekfarkı, gitmeyi kendi istemiş olması. Üstelik tehlikeli de değil; aksitakdirde ilgilenmez miydim? Yemekte Saint-Joseph'e söylerdim.O çok daha nüfuzludur, üstelik öyle de çalışkandır ki!Gördüğünüz gibi, gitti bile. Hem onun için konu pek nazik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

586

sayılmaz; oysa Monserfeuil'ün üç oğlu Fas'ta ve onların başkayere atanmasını istemedi; itiraz olarak bunu ileri sürebilir. Mademki Altes ısrar ediyor, Saint-Joseph'e söylerim... görürsem tabii, yada Beautrellis'yle konuşurum. İkisini de göremezsem, Robert içinfazla üzülmeyin. Bulunduğu yeri, geçen gün anlattılar bize.Olabileceği en iyi yer bence."

"Bu ne güzel çiçek böyle, hiç böylesini görmemiştim; buharikulade şeyleri bir tek siz bulursunuz zaten Oriane!" dediParma Prensesi, General de Monserfeuil düşesi işitir korkusuylakonuyu değiştirmeye çalışarak. Sözünü ettiği çiçek, Elstir'inbenim yanımda resmini yaptığı türden bir bitkiydi.

"Hoşunuza gittiğine çok memnun oldum; harikulade şeyler, şueflatun kadifeden, küçük yakalarına bakın; yalnız, tıpkı çok güzelve çok iyi giyimli insanlarda da rastlanabildiği gibi, çirkin bir adlarıve kötü bir kokuları var. Buna rağmen, çok seviyorum onları.Yalnız, ölecekler diye biraz üzülüyorum."

"Ama bunlar saksıda; kesilmiş çiçekler değil," dedi prenses."Değil," diye cevap verdi düşes gülerek, "ama bunlar dişi

olduğundan, sonuç değişmiyor. Bu öyle bir bitki ki, dişilerleerkekler aynı sapta bulunmuyor. Benim durumum, dişi köpeğiolan insanlara benziyor. Çiçeklerimin bir kocaya ihtiyacı var.Yoksa yavru sahibi olamayacağım!"

"Ne tuhaf. Ama doğada...""Evet, evliliği gerçekleştirme görevini üstlenen bazı böcekler

var; tıpkı hükümdarlar için olduğu gibi, vekâleten, nişanlılarbirbirlerini hiç görmeden. İşte bu yüzden, inanın, hizmetkârımasaksıyı sık sık pencereye çıkarmasını tembihliyorum, kâh avlutarafına, kâh bahçe tarafına; belki o vazgeçilmez böcek gelirumuduyla. Ama bu da öyle bir tesadüf gerektiriyor ki!Düşünsenize, böceğin aynı türden, karşı cinsten birini ziyaret

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

587

etmiş olması ve gelip bize kartvizit bırakmanın aklına esmesilazım. Böcek buraya kadar gelemedi; sanıyorum benim çiçek hâlâiffet timsali; itiraf etmeliyim ki, biraz daha ahlâksız olmasınıtercih ederdim. Bakın, avludaki o güzel ağaç da aynı durumda; oda çocuğu olmadan ölecek, çünkü ülkemizde çok az rastlanan bircins. Onun birleşmesini gerçekleştirmekle, rüzgâr yükümlü, amaduvar biraz fazla yüksek."

"Aslında," dedi M. de Breaute, "sadece birkaç santimetresiniyıktırmalıydınız duvarın, o kadarı yeterli olurdu. Bu tür işlemleriyapmayı bilmek gerekiyor. Sayın düşes, bize biraz önce ikramettiğiniz o harika dondurmadaki vanilya aroması, vanilyasarmaşığı denen bir bitkiden elde ediliyor. Bu bitki, hem erkek,hem dişi çiçek üretir, ama aralarında bir tür sert bölme vardır ki,irtibatı tamamen engeller. Bu yüzden de, daha önce hiç meyvealınamazken, bir gün, Reunion yerlisi genç bir zenci, küçük birçivi batırıp, ayrılmış organlar arasında bağlantı sağlamayı akıletmiş; adı da Albins, zenci ismi olarak epeyce garip, çünkü beyazanlamına geliyor."

"Babal, harikasınız, bilmediğiniz şey yok," diye haykırdı düşes."Ama Oriane, ben de sizden, hiç aklıma gelmeyecek şeyler

öğrendim," dedi prenses."Saygıdeğer Altes, Swann, öteden beri bana, uzun uzun

botanikten söz etmiştir. Bazen, bir çay davetine, bir öğleden sonratoplantısına gitmeyi hiç istemediğimizde, kıra giderdik; Swannbana olağanüstü çiçek evlilikleri gösterirdi; insanlarınevliliklerinden çok daha eğlenceli oluyor, hem kokteylsiz,kilisesiz yapılıyor. Bizim pek uzaklara gidecek vaktimiz olmazdıhiç. Şimdi otomobil var, çok hoş olurdu. Ne yazık ki, o, bu arada,çiçeklerinkinden de şaşırtıcı ve her şeyi zorlaştıran bir evlilikyaptı. Ah, hanımefendi, hayat çok korkunç; bütün vaktinizi,sıkıldığınız şeyleri yaparak geçiriyorsunuz, birlikte gidip ilginç bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

588

şeyler görebileceğiniz bir insanla tanışmışsanız, o da tutupSwann'ınki gibi bir evlilik yapıyor! Botanik gezintilerindenvazgeçmekle, yüz kızartıcı bir şahsiyetle görüşmek mecburiyetiarasında bir tercih yapmam gerekince, ben bu iki felakettenbirincisini seçtim. Esasen, o kadar uzağa gitmeye de gerekyokmuş. Benim minicik bahçemde bile, güpegündüz öyle şeyleroluyormuş ki, geceleri... Boulogne Ormanı'nda olanlardan dahayakışıksızmış! Ne var ki, farkına varılmıyor; çünkü çiçeklerarasında bu iş çok basit, ya hafif bir turuncu serpinti ya da, çoktozlu bir sineğin ayaklarını silip veya bir duş alıp, bir çiçeğegirişini görüyorsunuz. Ve her şey bitiyor!"

"Saksının üzerinde durduğu konsol da bir harika, Ampirsanırım," dedi prenses; Darvvin'in ve onu izleyenlerinçalışmalarıyla aşina olmadığından, düşesin esprilerini tamanlayamıyordu.

"Güzel, değil mi? Hanımefendinin beğenmesine sevindim,"diye cevap verdi düşes. "Fevkalade bir parça. Biliyor musunuz,ben Ampir üslubuna daima bayılmışımdır, moda olmadığızamanlarda bile. Hatırlıyorum da, Guermantes'ta, Basin'eMontesquiou'lardan miras kalan bütün o enfes Ampir mobilyalarıtavanarasından indirtip, şatonun benim oturduğum kanadımonlarla döşedim diye, kayınvalidem beni kınamıştı."

M. de Guermantes gülümsedi. Halbuki olayın çok farklı birbiçimde geliştiğini hatırlıyor olmalıydı. Ama LaumesPrensesi'nin, kayınvalidesinin zevksizliği konusundaki esprileri,prensin karısına âşık olduğu kısa süre içinde, gelenek halinegeldiğinden, bir yandan çok bağlı olduğu ve saydığı annesininzekâsına karşı horgörüsü, karısına aşkından daha uzun ömürlüolmuştu.

"Iena'larda, bunun takımı olan, Wedgwood kakmalı bir koltukvar, güzel ama ben kendi konsolumu tercih ederim," dedi düşes,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

589

bu iki mobilyanın hiçbirine sahip değilmişçesine tarafsız birtavırla; "zaten bende olmayan harikulade şeylere sahip olduklarınıitiraf ediyorum."

Parma Prensesi bir şey demedi."Gerçekten öyle; Altes onların koleksiyonunu bilmiyor. Ah! Bir

gün mutlaka birlikte evlerine gitmeliyiz. Paris'in en muhteşemyerlerinden biridir, canlı bir müzedir adeta."

Parma Prensesi'nin gözünde, oğullan, kendi oğlu gibi GuastallaDükü unvanını taşıyan Iena'lar, soyluluklarını tam anlamıylagasp etmiş kişiler olduklarından, Guermantes cüretinin en güzelörneklerinden biri olan bu cümleyi savururken, (kendiaykırılığına olan düşkünlüğü Parma Prensesi'ne olan saygısınaoranla o kadar baskındı ki) düşes, diğer konuklara alaylı,gülümseyen bakışlar fırlatmaktan kendini alamadı. Konuklar dagülümsemeye çalışıyorlardı; hem ürkmüş, hem hayran olmuşlar,hem de, en önemlisi, Oriane'ın "son marifetine" şahit oldukları ve"sıcağı sıcağına" anlatabilecekleri düşüncesiyle, kendilerindengeçmişlerdi. Şaşkınlıkları tam bir şaşkınlık sayılmazdı aslında,çünkü düşesin, daha çarpıcı ve eğlenceli, pratik bir başarı uğruna,Courvoisieı'lerin bütün önyargılarını gözardı edebileceğinibiliyorlardı. Düşes, şu birkaç yıl içinde, Prenses Mathilde'le,prensesin öz kardeşine, "Benim ailemin bütün erkekleri yiğit,bütün kadınları iffetlidir," dediği ünlü mektubu yazmış olanAumale Dükü'nü bir araya getirmemiş miydi? Prensler, prensolduklarını unutmak ister gibi göründükleri anda bile, prenskaldıklarından, Aumale Dükü'yle Prenses Mathilde, Mme deGuermantes'in evinde, birbirlerinden o kadar hoşlanmışlardı ki,XVIII. Louis'nin, ağabeyinin idam edilmesinden yana oykullanmış olan Fouche'yi bakanlığa getirirken sergilediği geçmişiunutma yeteneğiyle, daha sonra birbirlerine gidip gelmişlerdi.Mme de Guermantes, Prenses Murat ve Napoli kraliçesi için de

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

590

aynı yakınlaştırma projesini geliştiriyordu. Bu arada, Hollanda veBelçika tahtlarının mirasçıları olan Orange Prensi ve BrabantDükü'ne, Orange Prensi M. de Mailly-Nesle ve Brabant Dükü M. deCharlus tanıştırılmak istense, ne kadar zor durumda kalırlarsa,Parma Prensesi de aynı zor durumda kalmıştı. Ama o anda,Swann'la (Iena'ları görmezden gelmeye kararlı olmakla birlikte) M.de Charlus'nün, büyük zorluklarla, sonunda Ampir üslubunusevdirmeyi başardıkları düşes, haykırdı:

"Hanımefendi, gerçekten, ne kadar beğeneceğinizi kelimelerleanlatmam mümkün değil! Evet, Ampir üslubu beni daimaetkilemiştir. Ama Iena'ların evi bir sanrı gibidir. O, nasıl desem...Mısır seferi dalgasıyla gelenler, sonra Antik Çağ'dan günümüzegelenler, evlerimizi istila eden her şey, koltukların ayaklarınayerleşen sfenksler, şamdanlara dolanan yılanlar, iskambiloynarken size küçük bir meşale uzatan veya kaygısızcaşöminenize tırmanıp duvar saatinize dirseğini dayamış kocamanbir esin perisi Musa, sonra bütün o Pompei lambaları, Nil'inüzerinde bulunmuş gibi görünen, içinden Musa Peygamberinçıkmasını beklediğimiz kayık biçimindeki küçük yataklar, başucusehpalarını boydan boya, dörtnala kateden antik savaş arabaları.."

"Ampir koltuklar pek rahat olmuyor," dedi prenses bir hamleyaparak.

"Doğru," dedi düşes, "ama ben," diye ekledi, ısrarlı birgülümsemeyle, "şarap rengi kadife veya yeşil ipek kaplı o akajukoltuklarda rahatsız oturmayı seviyorum. Curulis[45]

koltuğundan başka koltuk tanımayan, büyük salonun ortasınasilahları çatıp defne dallarını yığan savaşçıların rahatsızlığınıseviyorum. Emin olun, Iena'larda insan, karşısındaki duvarınüzerinde koskocaman bir Nike freski gördüğünde, rahat oturupoturmadığını bir an bile düşünmüyor. Eşim benim pek kötü birkralcı olduğumu söyleyecektir, ama ben bozguncuyumdur, emin

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

591

olun insan o evde bütün o N'leri ve arıları[46] seviyor sonunda.Doğrusu, kralların yönetiminde uzun zaman pek öyle şan şerefkazanıp şımaramadığımız için, o savaşçıların onca tacı ele geçiripkoltukların kollarına bile taç koymalarında, ben bir hoşlukbuluyorum! Görmeniz şart Altes."

"Madem siz öyle düşünüyorsunuz..." dedi prenses, "ama banakolay olmayacakmış gibi geliyor."

"Hanımefendi, göreceksiniz, her şey gayet iyi olacak. Çok iyiinsanlardır, aptal değillerdir. Mme de Chevreuse'ü götürdükoraya," diye ekledi düşes, örnek vermenin ne kadar etkili biryöntem olduğunu bilerek; "bayıldı. Hattâ oğulları çok hoştur...Şimdi pek yakışık almayan bir şey söyleyeceğim ama, bir odası,özellikle de bir yatağı var ki, insan orada yatıp uyumak istiyor –onsuz tabii! Daha da yakışıksız bir şey söyleyeyim, bir keresindehasta yatarken, ziyaretine gittim. Yanıbaşında, yatağın kenarındaboylu boyunca uzanmış, kuyruğu sedeften, elinde lotusabenzeyen çiçekler tutan, harikulade bir Siren heykeli vardı. Eminolun," diye ekledi Mme de Guermantes, –adeta güzel dudaklarınıbükerek, uzun parmaklı, hareketli ellerini iğ gibi kullanarakbiçimlendirdiği kelimeleri, iyice vurgulayabilmek için,konuşmasını yavaşlatıp prensese tatlı, sabit, derin bir bakışyönelterek–, "yan taraftaki hurma dalları ve altın taçla birlikte, çoketkileyiciydi; tıpkı Gustave Moreau'nun Genç Adam ve Ölümdüzenlemesiydi (Altes bu şaheseri tanıyordur mutlaka)."

Ressamın adını bile bilmeyen Parma Prensesi, tabloya olanhayranlığını göstermek için başını hararetle sallayıp gülümsedi.

Ama mimiklerinin yoğunluğu, neden söz edildiğinibilmediğimiz zaman gözlerimizde eksik olan o ışığın yerinitutamadı.

"Yakışıklı bir genç galiba, değil mi?" dedi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

592

"Hayır, tapire benzer. Gözleri, abajur olarak kullanılan bir KraliçeHortense'ın gözlerini andırır. Ama bu benzerliği vurgulamanın,bir erkek için biraz gülünç kaçacağını düşünmüş olmalı ki,benzerlik, kendisine epeyce bir Memluk havası veren cilalıyanaklarında kaybolur. Cilacının her sabah uğradığını düşünürinsan. Swann," diye ekledi düşes, genç dükün yatağı konusunadönerek, "Siren'in, Gustave Moreau'nun Ölüm'üne benzerliğikarşısında çarpıldı. Ama aslında," diye ekledi, dinleyenleri dahafazla güldürmek için, ciddi olmakla birlikte, daha hızlı bir tonda,"çarpılacak bir şey yoktu; dük nezleydi sadece, şimdi de turp gibi."

"Snop olduğunu söylüyorlar, öyle mi?" diye sordu M. deBreaute, kötü niyetli, heyecanlı bir tavırla, sanki, "Sağ elininsadece dört parmağı varmış dediler, doğru mu?" diyesormuşçasına kesin bir cevap bekleyerek.

"Yok canım... değildir..." diye cevap verdi Mme de Guermantes,hoşgörüyle tatlı tatlı gülümseyerek. "Belki dış görünüşü birazcıksnoptur, çok genç olduğu için, ama gerçekten snop olduğunu hiçsanmam, çünkü zeki çocuktur," diye ekledi, snoplukla zekâarasında mutlak bir bağdaşmazlık olduğunu düşünürcesine."Şakacıdır, komik olduğu zamanlara rastladım," dedi, konudananlayan, uzman bir gülüşle; sanki birinin komik olduğudeğerlendirmesini yapmak, bir neşe ifadesi gerektirirmiş ya daGuastalla Dükü'nün nükteleri o anda aklımdan geçiyormuş gibi."Zaten insanlar kendisini evlerine kabul etmediğinden,snopluğunu uygulama fırsatı da olmazdı," diye devam etti, ParmaPrensesi'ni bu sözlerle pek de teşvik etmiş olmadığınıdüşünmeden.

"Kendisinden Mme Iena diye söz eden Guermantes Prensi,evine gittiğimi duyarsa ne der, merak ediyorum."

"Olur mu canım?!" diye haykırdı düşes, müthiş bir heyecanla."Biliyorsunuz bize Quiou-Quiou'dan miras kalan komple bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

593

Ampir oyun salonu takımını Gilbert'e biz verdik." (Şimdi bundanötürü acı bir pişmanlık duyuyordu!) "Enfes bir şeydi! Buradakoyacak yer yoktu; yine de onun evindekinden daha iyiduruyordu bence. Son derece güzel bir şeydir, yarı Etrüsk, yarıMısır..."

"Mısır mı?" diye sordu prenses; Etrüsk kendisine fazla bir şeyifade etmiyordu.

"İkisinden de bir şeyler var; Swann söylemişti, açıklamıştı bana,ama biliyorsunuz, ben, zavallı cahilin tekiyimdir. Ayrıcahanımefendi, aslında şunu unutmamak gerekir: Ampirüslubundaki Mısırın, gerçek Mısır'la bir ilgisi yoktur, aynı şekildeRoma'nın Roma'yla, Etrurya'nın..."

"Sahi mi?!" dedi prenses."Yoktur tabii, tıpkı İkinci İmparatorluk döneminde, Anna de

Mouchy'nin ya da sevgili Brigode'un annesinin gençliğinde, XV.Louis stili kıyafet diye adlandırılan şey gibi. Basin, biraz önceBeethoven'dan söz ediyordu size. Geçen gün bize bir eseriniçaldılar, çok güzel, biraz soğuk, içinde bir Rus motifi olan birparça. Beethoven'in onu Rus zannettiğini düşününce, insanduygulanıyor. Aynı şekilde Çinli ressamlar da Bellini'yi kopyaettiklerini sanıyorlardı. Aslında aynı ülkede bile, ne zaman birisidünyaya biraz yeni bir gözle bakacak olsa, insanların hiçbiri,gösterdiği şeyin zerresini göremez. Algılayabilmeleri için, en aşağıkırk yıl geçmesi gerekir."

"Kırk yıl!" diye haykırdı prenses korkuyla."Tabii," diye devam etti düşes, telaffuzu sayesinde, kelimelere

(neredeyse benim kelimelerimdi bunlar; çünkü kendisine benzerbir fikrimi açıklamıştım), basımda "italik" adı verilen harflerinkarşılığım gittikçe daha fazla ekleyerek, "bu kişi, adeta, henüz varolmayan, daha sonra çoğalacak bir türün, tek ve ilk bireyidir;

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

594

kendi çağındaki insanların sahip olmadığı bir tür duyuyadoğuştan sahip bir bireydir. Kendimden örnek veremiyorum;çünkü ben tam tersine, ilginç açımlamaları, ne kadar yeniolurlarsa olsunlar, başından itibaren sevmişimdir daima. Herneyse, geçen gün grandüşesle birlikte Louvre'a gitmiştik,Manet'nin Olympia'sının önünden geçtik. Artık kimseyişaşırtmıyor. Ingres'in bir tablosu gibi duruyor![47] Oysa her şeyinisevmediğim, ama kesinlikle önemli bir ressama ait olan butabloyu nasıl savunmak zorunda kaldığımı, Tanrı biliyor. Belki deLouvre pek doğru bir yer değil bu tablo için."

"Grandüşes nasıl, iyi mi?" diye sordu, çarın teyzesini Manet'ninmodelinden çok daha iyi tanıyan Parma Prensesi.

"İyi, sizden söz ettik. Aslında," diye devam etti, fikriniönemseyen düşes, "gerçek şu ki, kayınbiraderim Palamede'indediği gibi, her insanla aramızda bir yabancı dil duvarı var. Yine debunun, en çok Gilbert için geçerli olduğunu kabul ediyorum.Iena'lara gitmeyi canınız istiyorsa, siz fazlasıyla zeki birinsansınız, hareketlerinizi o zavallı adamın düşüncesine bağımlıkılmazsınız; masum, sevimli bir insandır, ama fikirleri budünyaya ait değildir. Arabacım ve atlarım bana, sürekli olarakCesur Philippe'nin veya Şişman Louis'nin döneminde nedüşünüleceğini temel alan bir insandan daha yakın, daha akrabageliyor. Düşünün ki kırda gezerken, köylüleri, saf bir tavırla,'Hadi, köylüler!' diyerek bastonuyla kenara iter. Benimlekonuştuğunda, eski gotik mezarların üstünde uzanmış yatanheykeller benimle konuşmuş gibi şaşırırım aslında. O canlı taşheykel, her ne kadar kuzenim olsa da, korkutur beni; onuortaçağında bırakmaktan başka şey düşünemem. Bununharicinde, hiçbir cinayet işlememiş olduğunu kabul ediyorum."

"Ben de bu akşam Mme de Villeparisis'nin yemeğinde kendisiylebirlikteydim," dedi general, düşesin şakalarına gülmeden,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

595

katılmadan."M. de Norpois da orada mıydı?" diye sordu, hâlâ Manevi

Bilimler Akademisi'ni düşünen Prens Von."Evet," dedi general. "Hattâ sizin imparatordan söz etti.""İmparator Wilhelm'in zeki olduğu söylenir, ama Elstir'in

resminden hoşlanmıyor. Aslında, onun aleyhinde bir şey olaraksöylemiyorum," dedi düşes, "ben de onun görüşünüpaylaşıyorum. Elstir benim güzel bir portremi yapmış olduğuhalde. Ya! Bilmiyor muydunuz? Bana benzemiyor, ama ilginç birportre. Kendisine modellik yapmak ilginç oluyor. Beni yaşlı birkadın gibi resmetmiş. Hals'ınYaşlılar Evi Yöneticileri'ndenesinlenmiş. Yeğenimin pek sevdiği bir ifadeyle söyleyecekolursak, bu muhteşem şeyleri biliyorsunuzdur herhalde," dedidüşes, bana hitaben, siyah tüylü yelpazesini hafif hafifsallayarak. İskemlesinde dimdik oturmuş, başını asil bir edaylaarkaya atmıştı; her zaman soylu bir hanımefendi olduğu halde,soylu hanımefendiyi birazcık da oynuyordu. Bir zamanlar,Amsterdam'a ve Lahey'e gittiğimi, ama zamanım kısıtlıolduğundan, her şeyi birbirine karıştırmamak için, Haarlem'i birkenara bıraktığımı söyledim kendisine.

"Ah! Lahey, ne müthiş bir müze!" diye haykırdı M. deGuermantes. Vermeeı'in Delft Manzarası'na herhalde hayrankalmış olacağını söyledim. Ama dükün bilgisi, gururundan azdı.Bu yüzden, bir müzedeki veya Louvre'un kare salonundaki,hatırlamadığı bir eserden her söz edildiğinde yaptığı gibi, kendinibeğenmiş bir edayla, şu cevabı vermekle yetindi: "Görülmesigerekiyorsa, görmüşümdür."

"Ne?! Hollanda'ya gittiniz ve Haarlem'e gitmediniz, öyle mi?"diye haykırdı düşes. "Ama on beş dakikadan fazla zamanınızolmasa da, sırf Hals'ın resimlerini görmek bile olağanüstü bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

596

şeydir. Hattâ daha da ileri gidip diyebilirim ki, açık havadasergilenseler, bu resimleri ancak tramvayın üst katından,geçerken görebilecek olsa, insan gözlerini dört açmalıdır."

Bu cümle, sanatsal izlenimlerimizin oluşumu hakkında yanlışbir fikre dayandığından, beni çok şaşırttı; bu durumdagözümüzün, şipşak fotoğraflar çeken bir kayıt aleti olduğunuima eder gibiydi.

Düşesin, ilgimi çeken konularda böylesine bir yetkiylekonuşmasından mutluluk duyan M. de Guermantes, karısınınünlü heybetini seyrediyor, Frans Hals hakkında söylediklerinidinliyor ve şöyle düşünüyordu: "Her konuda müthiş bilgili. Gençkonuğumuz, kelimenin tam anlamıyla bir eşine daha artıkrastlanmayan, soylu bir eski zaman hanımefendisinin karşısındabulunduğunu söyleyebilir." İşte dükle düşesi böyle görüyordum;bir zamanlar, içinde hayal edilmesi imkânsız bir hayatyaşadıklarını zannettiğim o Guermantes isminden çekilmişlerdi;şimdi, diğer erkeklere ve diğer kadınlara benziyorlardı,çağdaşlarından biraz gerideydiler sadece, ama eşit uzaklıktadeğillerdi; Saint-Germain muhiti çevresinde sık sık görülen çiftlergibi, kadın altın çağda durma basiretini göstermiş, erkekse,geçmişin nankör çağma uzanma talihsizliğinde bulunmuştu;kadın hâlâ XV.Louis üslubunu koruyor, kocasıysa, şatafatlıLouis-Philippe üslubunu sergiliyordu. Mme de Guermantes'indiğer kadınlara benzemesi, başlangıçta benim için bir hayalkırıklığı olmuştu; şimdiyse, doğal bir tepkiyle ve onca iyi şarabında yardımıyla, bir büyülenmeydi neredeyse. Bizim için isimlerdünyasında var olan bir Avusturyalı Don Juan, bir Isabellad'Este'nin dünya tarihiyle irtibatı, Meseglise tarafıyla Guermantestarafı arasındaki irtibat kadar azdır. İsabella d'Este, herhaldegerçekte, XIV. Louis döneminde, sarayda özel bir mevkileriolmayan prensesler gibi, pek önemsiz bir prensesti. Ama bize eşi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

597

olmayan ve dolayısıyla da kıyaslama kabul etmez bir yaradılışasahipmiş gibi geldiğinden, onu, en az XIV.Louis kadar yücegörürüz; öyle ki, mümkün olsa, XIV.Louis'yle bir akşam yemeği,bizim biraz ilgimizi uyandırmakla kalacakken, Isabella d'Este'yigörmek, bir roman kahramanını, doğaüstü bir karşılaşmasayesinde, kendi gözlerimizle görmekle eşdeğerdir. Isabellad'Este'yi inceledikten, onu sabırla o periler âleminden tarihenaklettikten, hayatında, düşüncesinde, isminin bize esinlemişolduğu o esrarengiz özgünlükten eser olmadığını gördükten, buhayal kırıklığı bir kez noktalandıktan sonra, Mantegna'nınresmine ilişkin, M.Lafenestre'in, o âna kadar küçümsediğimiz,Françoise'ın deyimiyle "yerin dibine" geçirdiğimiz bilgisine,neredeyse eşit bilgiye sahip olduğu için, bu prensese minnetduyarız. Benim de, Guermantes isminin erişilmez tepelerinetırmandıktan sonra, düşesin hayatının iç yamacından aşağıinerken, başka bağlamlarda tanıdığım Victor Hugo, Frans Hals vemaalesef Vibert adlarına rastladıkça duyduğum şaşkınlık, biryolcunun, Orta Amerika'nın ya da Kuzey Afrika'nın vahşi birvadisindeki yaşayışın özgünlüğünü hayal edebilmek için, coğrafiuzaklığı, adların, bitki örtüsünün tuhaflığını hesaba kattıktansonra, dev sarısabırlardan ya da mancinella'lardan oluşan birperdenin ardına geçmeyi başarıp da, yerlilerin, (bazen bir Romatiyatrosunun kalıntılarıyla Venüs'e adanmış bir sütununönünde), Merope veya Alzire'i okumakta olduğunu gördüğündeduyduğu şaşkınlıktı. Tanıdığım bilgili burjuva kadınlardan okadar uzak, o kadar ayrı, o kadar yukarıda olan Mme deGuermantes, benzer bir kültür aracılığıyla, hiçbir çıkar, hırsgütmeden, hiçbir zaman tanımayacağı kadınların seviyesineinmeye zorlamıştı kendini; bu kültür, işe yaramadığından, birsiyaset adamının ya da hekimin, Fenikelilerden kalma eserlerkonusundaki derin bilgisi gibi, övgüye değer, neredeysedokunaklıydı.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

598

"Size çok güzel bir resmini gösterebilirdim," dedi Mme deGuermantes kibarca, bana Hals'dan söz ederek; "bazılarına göre eniyi resmi, bana Alman bir kuzenimden miras kaldı. Ne yazık kişatoda 'fieflenmiş' olarak kaldı; bu terimi bilmiyor muydunuz?Ben de bilmiyordum," diye ekledi, aslında farkına varmadan, sıkısıkıya bağlı olduğu eski gelenekler hakkında espri yapmadüşkünlüğüyle (bu sayede çağdaş olduğunu düşünüyordu)."Elstir'lerimi gördüğünüze memnunum, ama itiraf ederim ki, sizeHals'ıını, o 'fieflenmiş' tabloyu sunabilseydim, daha memnunolurdum."

"Biliyorum o resmi," dedi Prens Von, "Hessen Grandükü'nünportresi."

"Evet, kardeşi ablamla evlendi," dedi M. de Guermantes, "ayrıcaannesiyle Oriane'ın annesi de kardeş çocuklarıydılar."

"M.Elstirle ilgili olarak," diye ekledi prens, "şunu rahatlıklasöyleyebilirim ki, ben eserlerini tanımadığımdan, fikir sahibiolmamakla birlikte, kanımca imparatorun ona nefretle saldırması,Elstir'in aleyhine bir kanıt olarak kabul edilmemeli. İmparatormüthiş bir zekâya sahiptir."

"Evet, kendisiyle iki akşam yemeğinde bulundum, birdefasında Sağan Teyzemde, ötekinde Radzivvill Teyzemde;doğrusu ilginç buldum imparatoru. Katiyen sıradan bulmadım!Ama insanı eğlendiren bir tarafı, 'edinilmiş' bir yanı var," dedidüşes, kelimeyi vurgulayarak, "yeşil karanfil gibi, yani benişaşırtan, çok da sevmediğim bir şey; yapılabilmiş olmasınışaşırtıcı bulduğum, ama yapılmasa da olur diye düşündüğüm birşey. Sözlerim sizi incitmiyordur umarım."

"İmparatorun zekâsı benzersizdir," diye devam etti Prens Von,kaldığı yerden, "sanata tutkuyla bağlıdır; sanat eserlerikonusunda, bir bakıma yanılmaz bir zevke sahiptir, hiç şaşmaz:

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

599

Bir şey güzelse, derhal farkeder ve düşman kesilir ona; bir şeydennefret ediyorsa, mükemmel olduğundan emin olabilirsiniz."

Herkes gülümsedi."İçime su serptiniz," dedi düşes."İmparatoru, bizim Berlin'deki yaşlı bir arşeologla

karşılaştırabilirim rahatlıkla," dedi, arkeolog kelimesinin doğrutelaffuzunu bilmeyen ve kullanmak için hiçbir fırsatı kaçırmayanprens. "Bu yaşlı arşeolog, eski Asur anıtlarının karşısında ağlar.Ama gerçekten eski değilse, eski süsü verilmiş yeniyse, ağlamaz.Bu yüzden de, bir eski eserin gerçekten eski olup olmadığınıöğrenmek için, parça yaşlı arşeologa götürülür. Ağlarsa, esermüze tarafından satın alınır. Gözleri hiç yaşarmazsa, parçasatıcıya geri gönderilir ve adama sahtekârlık davası açılır. İşte bende ne zaman akşam yemeğine Potsdam'a gitsem, imparatorun,'Sayın Prens, mutlaka görmelisiniz, dâhiyane bir şey,' dediğibütün oyunları aklımda tutar, katiyen gitmem; imparator birsergi hakkında verip veriştirdiğinde de, ilk fırsatta, hemenkoşarım."

"Norpois, İngiltere'yle Fransa arasında bir yaklaşmadan yanadeğil mi?" dedi M. de Guermantes.

"Bu sizin ne işinize yarar ki?" diye sordu Prens Von, hem sinirli,hem bilmiş bir tavırla; İngilizleş e tahammülü yoktu. "O kadarbudala insanlar ki. Size askerî bakımdan yardım edemeyeceklerinigayet iyi biliyorum. Zaten generallerinin aptallığından bileanlaşılabilir. Bir dostum, geçenlerde Botha'yla konuşmuştu;biliyorsunuz, Boerler'in başkanı. Şöyle demiş arkadaşıma: 'Böylebir ordu, korkunç bir şey. Ben aslında İngilizleş i severim, amadüşünün ki, ben çahil bir köylü olduğum halde, bütünçarpışmalarda canlarına okudum. Son çarpışmadaysa,bizimkinden yirmi kat kalabalık düşman ordusu karşısında yenik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

600

düşüp, mecbur kaldığım için teslim olurken, yine de iki bin esiralmanın bir yolunu buldum! Ben çahil köylülerin başındaolduğumdan, işleri kolaydı, ama o aptallar, bir gün gerçek birAvrupa ordusuyla boy ölçüşmek zorunda kalırlarsa, olacaklarıdüşünmek bile insanın tüylerini diken diken ediyor!' Ayrıcabenim gibi sizin de tanıdığınız İngiliz kralının, İngiltere'de önemlibir adam sayılması, her şeyi açıkça ortaya koyuyor."

M. de Norpois'nın babama anlattığı hikâyelere benzeyen buhikâyeleri pek dinlemiyordum; benim hoşlandığım tahayyüllerebir malzeme sağlamıyorlardı; zaten yoksun oldukları şeyleresahip olsalardı bile, dış derimde, güzelce taranmış saçlarımda,gömleğimin kolalı göğüslüğünde var olduğum, yani hayattabenim için birer zevk olan şeylerin hiçbirini hissedemediğim, busosyetede geçirdiğim saatlerde, iç yaşantımın uyanabilmesi için,hikâyelerin çok heyecanlı bir yanı olması gerekirdi.

"Yo! Ben sizinle aynı kamda değilim," dedi Mme de Guermantes,Alman prensin biraz patavatsız olduğunu düşünerek, "ben, KralEdward'ı çok hoş, çok sade ve sanıldığından çok daha zekibuluyorum. Kraliçe de, dünyada gördüğüm en güzel yarlık,bilhassa şimdi."

"Fakat Saykıteğer Düşes," dedi prens sinirlenerek, hoşagitmediğini farketmeden, "Galler Prensi sıradan bir vatandaşolsaydı, bütün kulüplerden kovulurdu, kimse elini bile sıkmazdı.Kraliçe harikuladedir, son derece yumuşak ve dar görüşlüdür.Ama sonuç olarak, korkunç bir kraliyet ailesi: geçimi resmentebaası tarafından sağlanıyor, kendisinin yapması gereken bütünharcamaları Yahudi para babalarına yaptırıp, buna karşılık, onlarabaronet unvanı veriyor. Tıpkı Bulgaristan Prensi gibi..."

"Kuzenimizdir," dedi düşes, "çok zekidir.""Benim de kuzenimdir," dedi prens, "ama bu yüzden iyi bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

601

adam olduğunu düşünmüyoruz. Yo, sizin bize yaklaşmanızgerekir; imparatorun en büyük dileği bu, ama yürekten olmasınıistiyor; diyor ki: Benim istediğim, el sıkışmak, şapkayla bir selamverilmesi değil! Bize yaklaşsanız, yenilmez olurdunuz. M. deNorpois'nın tavsiye ettiği İngiltere-Fransa ittifakından dahayararlı olurdu."

"M. de Norpois'yı sizin de tanıdığınızı biliyorum,"dediGuermantes Düşesi bana dönerek, beni konuşmanın dışındabırakmak istemediğinden. M. de Norpois'nın, elini öpmek istergibi göründüğümü söylemiş olduğunu hatırladım; o hikâyeyiMme de Guermantes'a mutlaka anlatmış olacağını, en azından,babamla dostluğuna rağmen, beni gülünç duruma düşürmektençekinmediğine göre, hakkımda ancak kötü şeyler söylemişolabileceğini düşündüm, ama bu durumda bir sosyetemensubunun yapacağı şeyi yapmadım. Bir sosyete mensubu, M.de Norpois'dan nefret ettiğini, bunu da kendisine hissettirdiğinisöylerdi; büyükelçinin kendisini çekiştirmesine bile isteyesebebiyet verdiği, söylenen sözlerin yalan ve menfaate dayalı birmisilleme olduğu kanısını uyandırmak için, böyle yapardı. Bense,aksine, M. de Norpois'nın beni galiba sevmediğini ve buna çoküzüldüğümü söyledim. "Kesinlikle yanılıyorsunuz," diye cevapverdi Mme de Guermantes. "Çok seviyor sizi. İsterseniz Basin'esorun. Benim fazla nazik olduğum söylenirse de, o, katiyendeğildir. O da size, bugüne dek Norpois'nın bir başkasından,sizden söz ettiği kadar kibarca söz ettiğini duymadığımızısöyleyecektir. Ayrıca, geçenlerde, size bakanlıkta hoş bir mevkiayarlamak istiyordu. Hasta olduğunuzu ve görevi kabuledemeyeceğinizi öğrenince, çok takdir ettiği babanıza, iyiniyetinden hiç bahsetmeme inceliğini gösterdi." M. de Norpois,bir yardım bekleyeceğim son insandı. Gerçek şu ki, büyükelçi,alaycı ve hattâ epeyce kötü niyetli olduğundan, meşe ağacınınaltında adalet dağıtan Aziz Louis görüntüsüne, biraz fazla biçimli

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

602

olan dudaklarından çıkan, merhametle yüklü tonlamalara benimgibi aldanmış olanlar, sözlerine bütün yüreğini aktarırmış gibigörünen bir adamın, kendileri hakkında dedikodu yaptığınıöğrendiklerinde, gerçek bir ihanetle karşılaştıklarınıdüşünüyorlardı. Bu tür dedikoduları, sık sık yapardı. Ne var ki,bu, bazı insanlara yakınlık duymasını, sevdiklerini övmesini,onlara bir yardımda bulunmaktan hoşlanmasını engellemiyordu.

"Ayrıca sizi takdir etmesini de şaşırtıcı bulmuyorum," dedi Mmede Guermantes; "zeki bir adamdır. Üstelik," diye ekledi, diğerkonuklara dönüp, benim bilmediğim bir evlilik tasarısınadeğinerek, "eski metresi olarak bile pek eğlenceli bulmadığıteyzemin, kendisine yeni bir eş olarak anlamsız gelmesini de,gayet iyi anlıyorum. Hem sanıyorum uzun zamandır, metresi dedeğil; teyzem kendini ibadete verdi. Norpois da, Victor Hugo'nundizelerinde, Boaz'ın dediği gibi,

Bir zamanlar yatağımda uyuyan kadın,Ey Tanrım, sizin yatağınızda şimdi!

diyebilir. Doğrusu, zavallı teyzem, hayatları boyuncaAcademie'ye atıp tutan, iyice yaşlanınca da, kendi küçükakademilerini kuran avangard sanatçılara veya kişisel bir dinyaratan rahip eskilerine benziyor. Madem öyle, din adamlığınıbırakmamak ya da nikâhsız yaşamamak, daha iyi olurdu.Kimbilir," diye ekledi düşes, hülyalı bir ifadeyle, "belki dulluğudüşünüyordur. Yeryüzünde, tutulamayan matemler kadar acı birşey yoktur."

"Mme de Villeparisis, Mme de Norpois olsa, kuzenimiz Gilbertküplere binerdi herhalde," dedi General de Saint-Joseph.

"Guermantes Prensi iyi, hoş, ama soyluluk ve teşrifat

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

603

meselelerine de çok bağlı gerçekten," dedi Parma Prensesi."Şatolarına iki günlüğüne misafirliğe gitmiştim, zavallı prensesinhasta olduğu sırada. Yanımda Minik vardı." (Minik, aşırı iri olanMme d'Hunolstein'in takma adıydı.) "Prens beni merdivenindibinde karşıladı, bana kolunu uzattı ve Minik'i görmezden geldi.Birinci kata çıkıp salonun kapısına geldiğimizde, bana yol vermekiçin kenara çekilirken, 'Aa, iyi günler Madame d'Hunolstein,' dedi(ayrıldığından beri hep bu şekilde hitap ediyor kendisine); Minik'iyeni görmüş gibi yaptı, onu merdivenin dibinde karşılamasıgerekmediğini göstermek için."

"Hiç şaşırmadım doğrusu. Söylememe bile gerek yok," dedi dük,kendini son derece modern, soyluluğu herkesten çokküçümseyen biri, hattâ cumhuriyetçi zannediyordu, "kuzenimleortak fikirlerimiz pek fazla değildir. Altes, her konuda tabantabana zıt fikirlerimiz olduğunu düşünebilir. Ama itirafetmeliyim ki, teyzem, Norpois'yla evlense, ben de ilk defa,Gilbert'le aynı fikirde olurdum. Florimond de Guise'in kızı olupda, böyle bir evlilik yapmak, soytarılık olur resmen, ne diyebilirimki size?" (Dükün genellikle cümlenin ortasında kullandığı bu sonsözleri, burada tamamen gereksizdi. Ama bu sözleri kullanmak,onun için sürekli bir ihtiyaç olduğundan, başka yerde kullanmafırsatı bulamamışsa, noktadan sonra söyleyiverirdi. Dük için bu,daha birçok şey gibi, bir vezin meselesiydi adeta.) "Bu aradadikkatinizi çekerim," diye ekledi, "Norpois'lar yüksek tabakadan,temiz, namuslu soylulardır."

"Yapmayın Basin, Gilbert gibi konuşacaksanız, onunla alay daetmeyin," dedi Mme de Guermantes; Guermantes Prensi'yleDükü'nden farksız olarak, düşesin nazarında da, bir soyun "iyi"olması, tıpkı bir şarap gibi, tamamen, ne kadar eski olduğunabağlıydı. Ama düşes, kuzeni kadar açık sözlü olmadığı vekocasından daha zeki olduğu için, sohbet sırasında, Guermantes

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

604

zekâsına ters düşmemeye önem verir, sosyal konuma,hareketleriyle saygı gösterse de, sözleriyle meydan okurdu.

"Peki ama, sizin uzaktan bir akrabalığınız da yok mukendisiyle?" diye sordu General de Saint-Joseph. "Yanılmıyorsam,Norpois, La Rochefoucauld'lardan bir hanımla evlenmişti."

"Hayır, ilgisi yok. Evlendiği kadın, La Rochefoucauld düklerikolundandı, benim büyükannemse, Doudeauville düklerikolundandır. Ailenin en akıllı erkeğinin, Edouard Coco'nun dabüyükannesidir," diye cevap verdi, akıllılık konusundakigörüşleri biraz yüzeysel olan dük; "bu iki kol, XIV. Louisdöneminden beri de birleşmemiştir; biraz uzak bir akrabalıkolurdu."

"Ne kadar ilginç, hiç bilmiyordum," dedi general."Ayrıca," diye devam etti M. de Guermantes, "annesi,

sanıyorum Montmorency Dükü'yle kardeşti, önce bir La Tourd'Auvergne'le evlenmişti. Ama bu Montmorency'ler aslındaMontmorency, bu La Tour d'Auvergne'ler de La Tour d'Auvergnesayılamayacağından, bunun kendisine pek önemli bir mevkisağladığını söyleyemem. Dediğine göre, Saintrailles soyundangeliyormuş, ki bu daha önemli; biz de doğrudan..."

Combray'de, daha sonra hiç aklıma gelmemiş olan birSaintrailles Sokağı vardı. Bretonnerie Sokağı'nı L'Oiseau Sokağı'nabağlardı. Jeanne d'Arc'ın arkadaşlarından Saintrailles, birGuermantes hanımıyla evlenerek aileye Combray Kontluğu'nudahil ettiğinden, Saint-Hilaire vitraylarının birinde, armalarıGuermantes'larınkiyle aynı kalkan üzerindeydi. Bir perdedeğişikliği, bu Guermantes adını, bu gece evlerinde yemekyediğim kibar ev sahiplerini betimlediği tondan çok farklı olan, oeskiden duyduğum, unutulmuş tona geri götürdüğü sırada,siyahımsı kumtaşından basamaklar geldi gözümün önüne.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

605

Guermantes Düşesi isminin, benim için bir topluluk adıolmasının sebebi, sadece tarihte, bu ismi taşıyan bütünkadınların bu ada eklenmesi değil, ayrıca, benim kısacıkgençliğim süresince de, bir tek Guermantes Düşesi'nde, her biri,bir sonraki yeterince yoğunluk kazandığında silinen onca farklıkadının, üst üste binmesiydi. İsimlerin, yüzyıllar boyuncageçirdiği anlam değişikliği, bizim için birkaç yüzyıl içindeuğradığı anlam değişikliğinden daha azdır. Belleğimiz de,yüreğimiz de, sadık olabilecek kadar geniş değildir. Şu andakizihnimizde, yaşayanların yanında ölüleri de tutacak kadar yeryoktur. Yeniler, hep bir öncekinin üstüne binmek zorundadır;öncekini ancak tesadüfen, biraz önceki Saintrailles adı örneğindeolduğu gibi, bir kazı sırasında bulabiliriz. Bütün bunlarıaçıklamayı gereksiz buldum; hattâ biraz önce, M. de Guermantes,"Memleketimizi bilmiyor musunuz?" diye sorduğunda, cevapvermeyerek, yalan söylemiş sayılırdım. Belki de bildiğimi kendiside biliyordu ve kibarlığından ısrar etmemişti. Mme deGuermantes beni hayallerimden kopardı.

"Ben bütün bunları çok can sıkıcı buluyorum. Emin olun,evimdeki sohbetler her zaman bu kadar sıkıcı değildir. Umarımbunu telafi etmek için, çok yakında bir akşam tekrar yemeğegelirsiniz, bu sefer şeceresiz bir yemeğe," dedi düşes alçak sesle;evinde bulabileceğim büyüyü anlaması, sadece demode bitkilerledolu bir koleksiyon gibi hoşuma gitme alçakgönüllülüğünügöstermesi, imkânsızdı.

Mme de Guermantes'in beni hayal kırıklığına uğrattığınısandığı şey, aksine, sonlara doğru –dükle general, sonuna kadarşecerelerden söz etmeyi sürdürdüler– gecemi tamamen bir hayalkırıklığı olmaktan kurtardı. O âna kadar bir hayal kırıklığıyaşamamam mümkün müydü? Akşam yemeğine katılandavetlilerin her biri, sadece uzaktan bildiğim ve hayal ettiğim,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

606

esrarengiz ismini, tanıdığım bütün insanlarınkine benzer ya daonlardan daha değersiz bir beden ve zekâyla donatarak, bütüncoşkulu Hamlet okurlarının, Danimarka'da Helsingor limanınageldiklerinde edinebilecekleri sıradanlık, bayağılık izleniminiuyandırmışlardı bende. Şüphesiz, adlarına, yüksek ormanlar,gotik çan kuleleri ekleyen bu coğrafi bölgeler ve köklü geçmiş, birölçüde çehrelerini, zihinlerini ve önyargılarını biçimlendirmişti,ama sadece sonucun içindeki sebep gibi sürdürüyorlardıvarlıklarını; yani zihnin onları ortaya çıkarması belkimümkündü, ama hayalgücünün algılaması imkânsızdı.

Eskilere ait bu önyargılar, M. ve Mme de Guermantes'indostlarına, kayıp şiirselliklerini ansızın kazandırıverdi tekrar.Şüphesiz, soyluların sahip olduğu ve onları dil konusunda,kelimeler değilse de isimler konusunda bilgili kılan, bireretimolog haline getiren (üstelik de sadece ortalama cahilburjuvaziye kıyasla; çünkü aynı derecede vasat olan bir sofuylabir dinsizden, sofu olanı, dinsel törenler konusundaki sorularaçok daha rahat cevap verebilir, buna karşılık, kilise aleyhtarı birarkeolog, çoğu kez, papazına, kendi kilisesi hakkında bile dersverebilir) kavramlar, eğer gerçeğe, yani zihne bağlı kalacaksak, bubüyük soyluların gözünde, bir burjuvanın gözünde sahip olacağıbüyüyü içermezdi. Guise Düşesi'nin, Kleve, Orleans, Porcien, vs.Prensesi olduğunu, belki benden iyi bilirlerdi, ama bütün buisimlerden de önce, Guise Düşesi'nin çehresiyle tanışmışlardı vebu isim, artık onlar için, bu çehrenin ifadesiydi. Ben, yakındaölecek de olsa, periden yola çıkmıştım; onlarsa, kadından.

Burjuva ailelerinde, bazen, küçük kız kardeş abladan önceevlenirse, kıskançlıkların ortaya çıktığına şahit oluruz. Aynışekilde, özellikle Courvoisieı'lerin, ama aynı zamandaGuermantes'ların da, aristokrat sosyete çevresi, benim öncekitaplardan öğrendiğim (benim için tek cazibesi olan) bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

607

çocukluk gereği, soyluluğunu, birtakım ailevi üstünlüklereindirgerdi. Tallemant des Reaux, M. de Guemenee'nin, kardeşine,"Buraya girebilirsin, burası Louvre Sarayı değil!" diye bağırdığınıve şövalye Rohan'la ilgili olarak, (Clermont Dükü'nün evlilikdışıoğlu olduğu için), "O hiç değilse bir prens!" dediğini, açıkçagörülen bir memnuniyetle anlatırken, Rohan'lardan değil,Guermantes'lardan söz ediyormuş gibi gelmez mi insana? Bukonuşmada beni üzen tek şey, çok hoş bir insan olanLüksemburg Grandükü vârisine ilişkin, saçma hikâyelere, Saint-Loup'nun arkadaşları arasında olduğu gibi, bu salonda dainanılmasıydı. Muhakkak ki bir salgındı bu; belki iki yıldan uzunsürmeyecekti, ama herkese bulaşıyordu. Aynı yalan öykülertekrarlandı, bunlara yenileri eklendi. Lüksemburg Prensesi'ninbile, yeğenini savunurmuş gibi yaparak ona saldırmak için yenisilahlar sağladığını anladım. M. de Guermantes, tıpkı Saint-Loupgibi, "Onu savunmakla hata ediyorsunuz," dedi bana. "Bakın,hepsi aynı fikirde olan akrabalarımızı bir yana bırakalım,hizmetkârlarına bir söz edin ondan; aslında onlar bizi en iyitanıyan insanlardır. Lüksemburg Prensesi, küçük zencihizmetkârını, yeğenine vermişti. Çocuk ağlaya ağlaya geridönmüş, 'Grandük beni dövdü, ben it değil, grandük kötü,'diyerek. İnanılır gibi değil. Ne dediğimi biliyorum; Oriane'ınkuzenidir çünkü kendisi."

Zaten o gece boyunca kuzen ve kuzin kelimelerini kaç kereduydum, bilmiyorum. Bir yandan M. de Guermantes, neredeyseher geçen isme, ormanda kaybolmuş bir adamın, bir tabelanınüzerinde, ters yönleri gösteren iki okun ucunda, pek küçük birkilometre sayısının izlediği "Casimir-Perier Köşkü" ve "Grand-Veneur Kavşağı" kelimelerini okuyup da, bundan, doğru yoldaolduğunu anladığı zamanki sevinciyle, "Aa, o Oriane'ınkuzenidir!" diye haykırıyordu. Öte yandan, kuzen ve kuzinkelimeleri, yemekten sonra gelmiş olan Türk büyükelçisinin eşi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

608

tarafından, (burada istisna teşkil eden) bambaşka bir niyetlekullanılıyordu. Büyükelçinin eşi, yüksek sosyeteye girme hırsıyladolup taşan, gerçek bir özümleme yeteneğine sahip, zeki birkadındı; Onbinlerin Dönüşü öyküsüyle, kuşlarda cinselsapkınlığı, aynı kolaylıkla öğrenebiliyordu. İster ekonomipolitikle ilgili olsunlar, ister akıl hastalıklarıyla, onanizmindeğişik şekilleri veya Epikuros'un felsefesiyle, son yayınlananAlmanca eserler konusunda, bir açığını yakalamak mümkündeğildi. Aslında bu kadını dinlemek tehlikeliydi; çünkü sürekli biryanılgı içinde, faziletlerine kusur bulunamayacak kadınları sonderece hafifmeşrep diye sunuyor, en şerefli amaçlarla hareketeden bir beyefendiye karşı dikkatli olmanız için sizi uyarıyor,ciddiyetlerinden ötürü değil, inanılmaz olduklarından ötürü birkitaptan çıkmış duygusu veren hikâyeler anlatıyordu.

Büyükelçinin eşi, o dönemde çok az kişi tarafından kabulediliyordu. Bazı haftalar, Guermantes Düşesi gibi, son dereceseçkin birkaç kadınla görüşüyordu, ama genelde, çok soyluailelerin, Guermantes'ların artık görüşmediği silik kollarınakalmıştı mecburen. Dostu olan, pek fazla insanın evine kabuledilmeyen büyük soyluların isimlerini anarak, tam bir yükseksosyete mensubu olduğu izlenimini uyandırmaya çalışıyordu. M.de Guermantes, bu isimler geçtiğinde, evine sık sık akşamyemeğine gelen kişilerden söz edildiğini zannedip kendini bildikbir arazide bulmanın sevinciyle coşuyor, derhal bir katılım çığlığıatıyordu: "Aa, Oriane'ın kuzenidir o! Çok iyi tanırım kendisini.Vaneau Sokağı'nda oturur. Annesi Mile d'Uzes'ydi." Büyükelçinineşi, kendi örneğinin, daha küçük çaptaki yaratıklardan alındığınıitiraf etmek zorunda kalıyordu. M. de Guermantes'ı yandanyakalayarak, kendi arkadaşlarıyla dükünkiler arasında bağlantıkurmaya çalışıyordu: "Kimi kastettiğinizi gayet iyi biliyorum.Hayır, onlar değil, onların kuzenleri." Ama zavallı büyükelçieşinin verdiği bu karşılık da boşa çıkıyordu. Çünkü hayal

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

609

kırıklığına uğrayan M. de Guermantes, şöyle cevap veriyordu: "Ya!O zaman, kimden söz ettiğinizi anlayamadım." Büyükelçinin eşi,hiçbir şey söylemiyordu, çünkü tanıması gereken insanlarındaima "kuzenlerini" tanıdığı gibi, çoğu kez bu kuzenler, akrababile olmuyordu. Sonra M. de Guermantes, yeni bir, "Aa, Oriane'ınkuzinidir o," çıkışı yapıyordu; bu kelimelerin, M. deGuermantes'in her cümlesinde, Latin şairlerinin, altı ölçülüdizelerine, bir uzun, iki kısa hecelik ya da iki uzun hecelik bir ölçüsağladığı için sık sık kullandıkları kimi sıfatlar gibi bir işlevi vardı.

En azından, "Aa, Oriane'ın kuzinidir o," patlaması, düşesingerçekten çok yakın akrabası olan Guermantes Prensesi'neuygulandığında, doğal geldi bana. Büyükelçinin eşi, görünüşebakılırsa, prensesten pek hoşlanmıyordu. Bana çok alçak sesle,"Aptal bir kadın," dedi. "Yok canım, o kadar güzel değil. Haksızyere öyle şöhret yapmış. Ayrıca," diye ekledi, düşünceli, itici vekararlı bir tavırla, "çok sevimsiz bence." Ama çoğu kez, akrabalıkçok daha öteye uzanıyor, Mme de Guermantes, ortak atalarınıbulmak için en azından XV. Louis dönemine kadar gidilmesigereken kişilere "teyzem" demeyi görev biliyordu; aynı şekilde, nezaman milyarder bir kadın, Mme de Guermantes gibi, dedesinindedesi, Louvois'nin bir kızıyla evlenmiş olan bir prensle, döneminsıkıntıları yüzünden evlense, Amerikalı gelinin en büyükmutluluklarından biri, biraz soğuk karşılandığı ve didik didikincelendiği Guermantes Konağı'na ilk ziyaretinin hemenardından, Mme de Guermantes'a "teyze" diyebilmek olurdu; düşesde anaç bir gülümsemeyle buna rıza gösterirdi. Ama M. deGuermantes ve M. de Beauserfeuil için "soyluluğun" ne olduğu,benim umurumda değildi; bu konuda yaptıkları konuşmalarda,ben, sadece şiirsel bir haz peşindeydim. Bu hazzı, tarımdan sözeden çiftçiler, gelgitten söz eden gemiciler gibi, kendileri farkınavarmadan veriyorlardı bana; bu gerçeklikler kendilerindenbağımsız olmadığı için, benim bizzat onlardan çıkardığım

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

610

güzelliği, kendilerinin bulması imkânsızdı.Bazen, bir isim, bir soydan çok, belirli bir olayı, bir tarihi

hatırlatıyordu. M. de Guermantes'in, M. de Breaute'nin annesininbir Choiseul, büyükannesinin de bir Lucinge olduğunuhatırlatışını dinlerken, sade, inci düğmeli, dümdüz gömleğinaltında, iki billur kürenin içinde, kanayan kutsal yadigârları görürgibi oldum: Mme de Praslin'le[48] Berri Dükü'nün[49] yürekleri;daha tensel olanları da vardı, Mme Tallien'in[50] ya da Mme deSabran'ın[51] incecik, uzun saçları gibi.

Bazen de gördüğüm, sadece bir yadigâr değildi. Atalarıkonusunda karısından daha bilgili olan M. de Guermantes'in, öyleanıları vardı ki, konuşması, gerçek şaheserlerin bulunmadığı,ama özgün, vasat, görkemli tablolarla dolu, muhteşem bir bütünteşkil eden eski malikânelerin o hoş havasına bürünüyordu.Agrigento Prensi, X... Prensi'nin, Aumale Dükü'nden niçin"amcam" diye söz ettiğini sorunca, M. de Guermantes şöyle cevapverirdi: "Çünkü dayısı Württemberg Dükü, Louis-Philippe'inkızlarından biriyle evlenmişti." Bunun üzerine, Carpaccio'nunveya Memling'in resmettiği türden bir altar panosu, boydan boyacanlandı gözümde; ilk bölümde, prenses, ağabeyi OrleansDükü'nün düğününde, kendisi için Siracusa Prensi'ni istemeyegitmiş olan elçilerin geri çevrilmesinden kaynaklanankeyifsizliğini belirtmek amacıyla, sadece bir bahçe elbisesiylegörünüyordu; sonuncu bölümdeyse, prenses, bir oğlan çocuğu,yani VVürttemberg Dükü'nü (biraz önce birlikte yemek yediğimprensin dayısını) doğurmuştu ve Fantaisie Şatosu'nda, kimiaileler kadar aristokrat olan mekânlardan birindeydi; bu mekânlarda, aileler gibi, bir kuşaktan daha uzun sürdüklerinden, çeşitlitarihî şahsiyetler katılır kendilerine; bu şatoda, BayreuthMarkgrafı'nın karısının, eşinin şatosunun adından hoşlandığısöylenen, biraz kaprisli diğer prensesin (Orleans Dükü'nün kız

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

611

kardeşinin), Bavyera kralının ve nihayet X... Prensi'nin anıları,yan yana yaşıyordu; şu anda şatoda yaşayan X... Prensi,Guermantes Dükü'nden, mektuplarını şatoya yazmasını ricaetmişti, çünkü kendisine miras kalan şatoyu, sadece Wagnertemsilleri sırasında, çok hoş bir başka "fantezi meraklısı" olanPolignac Prensi'ne kiralıyordu. M. de Guermantes, Mmed'Arpajon'la akrabalığını açıklamak için, rahatlıkla gerilere gidereküç beş kuşak öncesine, Marie-Louise'e veya Colbert'e ulaşmakzorunda kaldığında da, aynı şey oluyordu; bu durumlarınhepsinde, büyük tarihî olaylar, örtülü, saptırılmış, kısıtlı birbiçimde görünüyordu: bir malikânenin isminde, bir kadının,Fransa kralı ve kraliçesi olarak değil,atalar olarak bıraktıkları mirasölçüsünde anılan Louis-Philippe'le Marie-Amelie'nin torunusıfatıyla kendisine verilen isminde geçiyordu sadece. (Balzac'ıneserleri hakkındaki bir sözlükte, farklı nedenlerle, en ünlüşahsiyetler, sadece İnsanlık Komedisi'yle ilişkilerine göre yeralırlar; Napoleon'a, Rastignac'tan çok daha az yer ayrılmıştır ve oda, sadece Cinq-Cygne kız kardeşlerle konuştuğu için ayrılmıştır.)İşte bu şekilde, aristokrasi, hantal yapısıyla, fazla ışık almayan, azsayıdaki penceresiyle, tıpkı Romanesk mimari gibi, ruhsuz, amaaynı zamanda yoğun, gözü kapalı bir güce sahip oluşuyla, tarihintamamını kapatır, hapseder, karartır.

Böylece belleğimin boşluklarını yavaş yavaş dolduran isimler,birbirlerine göre bir düzene girip birleşiyor, birbirleriyle giderekdaha fazla ilişki kuruyor, bu bakımdan da, diğerlerindentamamen ayrı tek bir fırça darbesinin bulunmadığı, her bölümün,varoluşunu diğer bölümlere dayandırdığı ve onların varoluşunasebep olduğu, mükemmel sanat eserlerini taklit ediyorlardı.

Lüksemburg Grandükü'nün ismi tekrar geçtiğinde, Türkbüyükelçisinin karısı, gelinin (un ve hamur sayesinde müthiş birservet yapmış olan) dedesi, Lüksemburg Grandükü'nü öğle

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

612

yemeğine davet ettiğinde, grandükün, ret cevabını, "M. de,değirmenci" diye bir zarfta gönderdiğini, dedeninse, "Azizdostum, sizi samimi bir ortamda ağırlama mutluluğunukaçırdığım için, gelemeyişinize özellikle üzüldüm; baş başayiyeceğimiz yemekte değirmenci, oğlu ve sizden başkasıolmayacaktı," diye cevap verdiğini anlattı, Sevgili M. deNassau'nun, karısının dedesine (üstelik mirasından pay alacağınıbile bile) "değirmenci" diyerek mektup yazmasının, ahlâkibakımdan imkânsız olduğunu bildiğimden, bu hikâyeyi iğrençbulduğum gibi, saçmalığı da daha ilk kelimelerden anlaşılıyor,değirmenci lafının, La Fontaine'in[52] fablını akla getirmek içinkullanıldığı açıkça belli oluyordu. Ama Saint-Germain muhitinde,öyle bir budalalık vardır ki, kötü niyetle de beslenince, herkesbunun "oturaklı" bir cevap ve üstün bir kişi olduğu konusundahepsinin tereddütsüz birleştiği dedenin de, genç damattan çokdaha esprili olduğuna kanaat getirdi. Châtellerault Dükü, buhikâyeyi fırsat bilip, restoranda duymuş olduğum, "herkesyatardı" hikâyesini anlatmak istedi, ama daha en başında,grandükün, karısının karşısında M. de Guermantes'in ayağakalkmasını istediğini söyleyince, düşes sözünü kesip itiraz etti:"Yo, hayır, gülünç" olduğu doğru, ama bu kadar da değil."Lüksemburg Grandükü'ne dair bütün hikâyelerin aynı şekildeyalan olduğundan ve hikâyede rolü olan ya da olaya şahit olmuşkişiler varsa, mutlaka yalanlanacağından, kesinlikle emindim.Bununla birlikte, Mme de Guermantes'in tekzibinin, doğrulukaşkından mı, gururundan mı kaynaklandığını bilemiyordum.Tekzibin nedeni ne olursa olsun, düşesin gururu, sonunda kötüniyetine yenildi ve düşes, gülümseyerek ekledi: "Aslında ben deküçük bir hakarete uğradım: Beni, Lüksemburg Grandüşesi'yletanıştırmak üzere akşamüstü çayına davet etti; teyzesine mektupyazarken, karısından bu şekilde söz etmek gibi, ince bir zevksergiliyor. Ben de, maalesef gidemeyeceğimi belirttim cevabımda

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

613

ve şöyle dedim: 'Tırnak içinde, «Lüksemburg Grandüşesi»negelince, söyle kendisine, beni ziyarete gelecekse, her perşembesaat 5'ten sonra evdeyim.' Hattâ ikinci bir hakarete de uğradım.Lüksemburg'a gittiğimde, kendisine telefon edip konuşmakistedim. Altes öğle yemeğine oturmak üzere dendi, yemektenhenüz kalktı dendi, iki saatin sonunda, hiçbir sonuç alamayınca,ben de başka bir yöntem kullandım: 'Nassau Kontu'na söylermisiniz, gelip benimle konuşsun?' dedim. Çok ağırına gitti,hemen koştu telefona." Herkes, düşesin anlattığı hikâyeye vebuna benzer, yani yalan olduklarından hiç kuşku duymadığımdiğer hikâyelere güldü; ben Lüksemburg-Nassau'dan daha zeki,daha üstün, daha incelikli, kısacası daha mükemmel bir erkekgörmemiştim. İleride görüleceği gibi, haklı olan bendim. Şunuitiraf etmem gerekir ki, bütün bu fesatlıkların arasında, Mme deGuermantes, hoş bir şey de söyledi.

"Eskiden böyle değildi," dedi. "Aklını kaçırmadan, kitaplardakigibi kendini kral zannetmeye başlamadan önce, aptal değildi;hattâ ilk nişanlandığında, oldukça sevimli bir biçimde,beklenmedik bir mutluluk gibi söz ediyordu olaydan: 'Tam birperi masalı gibi, Lüksemburg'a bir masal faytonuyla girmemgerekir,' diyordu, amcası d'Ornessan'a; o da, bildiğiniz gibiLüksemburg pek büyük olmadığından, 'Masal faytonunukorkarım sokamazsın. Ben keçi arabasını tavsiye ederim,' diyecevap vermişti. Nassau buna kızmadığı gibi, gelip, üstelik degülerek, kendisi anlatmıştı bize."

"Ornessan çok esprili bir adamdır; bir Montjeu olan annesineçekmiş tabii. Zavallı Ornessan çok rahatsız."

Bu ismin, sonsuza dek sürebilecek olan çirkin dedikodulara sonvermek gibi bir etkisi oldu. M. de Guermantes, M. d'Ornessan'ınbüyükninesinin, Timoleon de Lorraine'in karısı Marie de CastilleMontjeu'nün kız kardeşi, dolayısıyla da Oriane'ın teyzesi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

614

olduğunu açıkladı. Böylece konu gene şecerelere geldi; bu sıradaTürk büyükelçisinin aptal eşi, kulağıma şunları fısıldıyordu:"Guermantes Dükü'yle pek içli dışlı görünüyorsunuz, dikkatliolun." Ne demek istediğini sorduğumda da, şöyle cevap verdi:"Şunu demek istiyorum, zaten hemen anlayacaksınız: Dük,insanın hiç korkmadan kızını teslim edebileceği, ama oğlunuteslim edemeyeceği bir adamdır." Oysa tersine, yalnızca veyalnızca kadınları seven ve tutkuyla seven bir erkek varsa, o daGuermantes Dükü'ydü. Ama büyükelçinin eşinin safça inandığı,bu gerçeğe açıkça aykırı yanılgı, kendisi için, dışında hareketedemeyeceği, hayati bir ortam gibiydi. "Başka nedenlerle hiçhoşlanmadığım kardeşi Meme," dedi (Charlus kendisine selamvermiyordu), "dükün yaşayış biçimine çok üzülüyor. Villeparisisteyzeleri de öyle. Ah! Bayılırım kendisine. Tam bir melektir, eskisoylu hanımefendilere tipik bir örnektir. Fazilet timsali olduğugibi, ketumdur da. Her gün görüştüğü ve bu arada Türkiye'de çokolumlu bir izlenim bırakmış olan büyükelçi Norpois'ya, hâlâ,'Beyefendi,' diye hitap eder."

Soyağaçlarını işitebilmek için, büyükelçinin eşine cevap bilevermedim. Şecerelerin hepsi önemli değildi. Hattâ konuşmasırasında, M. de Guermantes'tan öğrendiğim beklenmedikevliliklerden biri, alçaltıcıydı, ama yine de bir cazibesi vardı;Temmuz monarşisi döneminde Guermantes Dükü'yle FezensacDükü'nü, ünlü bir denizcinin harikulade güzellikteki iki kızıylabirleştiren bu evlilik, iki düşese, egzotik bir burjuvalığın, Louis-Philippe üslubunda bir yerliliğin ilginç, beklenmedik zarafetinikazandırıyordu. Ya da XIV. Louis döneminde bir Norpois,Mortemart Dükü'nün kızıyla evlenmişti; bu ünlü unvan, ta odönemde, benim donuk bulduğum, yeni zannedebileceğimNorpois adını parlatıyor, bu isme bir madalyanın güzelliğini,derinlemesine işliyordu. Ayrıca bu örneklerde, yakınlaşma,sadece daha az bilinen isme yarar sağlamıyordu; parlaklığı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

615

yüzünden basmakalıplaşmış olan diğer isim de, bu yeni ve dahakaranlık yönüyle, bana daha çarpıcı geliyordu; göz kamaştırıcı birrenkçinin portrelerinden en çarpıcı olanının, bazen simsiyah birportre olması gibi. Çok uzakta zannettiğim isimlerin yanmayerleşiveren bütün bu isimlerin, bana yeni gibi gelenhareketliliği, yalnızca benim cehaletimden kaynaklanmıyordu;zihnimde sürekli yer değiştirdikleri gibi, unvanların, daima biraraziye bağlı olduklarından, araziyle birlikte bir aileden diğerinegeçtikleri, örneğin Nemours Dükü ya da Chevreuse Düküunvanlarının o güzel feodal yapısında, tıpkı bir pavuryanınkonuksever evindeki gibi, sırayla bir Guise'in, bir SavoiePrensi'nin, bir Orleans'ın, bir Luynes'ün barındığını keşfettiğimdönemlerde de, aynı rahatlıkla yer değiştirmişlerdi. Bazen, aynıkabuğu ele geçirmek için rekabete girilirdi: Orange Prensliği için,Hollanda kraliyet ailesiyle Mailly-Nesle'ler; Brabant Düklüğü için,Charlus Baronu'yla Belçika kraliyet ailesi; Napoli Prensliği, ParmaDüklüğü, Reggio Düklüğü unvanları için, daha niceleri. Bazen de,tam tersine, kabuk o kadar uzun zamandır boş, sahipleri o kadaruzun zaman önce ölmüş olurdu ki, bir şatonun isminin, sonuçtapek de eski sayılamayacak bir tarihte, bir soyadı olabileceği hiçaklıma gelmezdi. Örneğin, M. de Guermantes, M. deMonserfeuil'ün bir sorusuna cevaben, "Hayır, kuzinim gözüdönmüş bir kralcıydı; Chouan'lar savaşında rolü olan FeterneMarkisi'nin kızıydı," dediğinde, Balbec tatilimden beri benim içinbir şato adı olan Feterne ismi, hiç aklımdan geçmeyen bir şeye, birsoyadına dönüşünce, masallarda, kuleler veya bir seki, canlanıpda insana dönüştüğünde yaşadığımız şaşkınlığı yaşadım. Bubağlamda, tarihin, hattâ sadece soyların tarihçesinin, eski taşlarahayat verdiğini söyleyebiliriz. Paris sosyetesinde, GuermantesDükü ya da La Tremoille Dükü kadar önemli bir rol oynamış, onlarkadar soylu ve zarafetleri ya da zekâları nedeniyle onlardan dahaçok peşinden koşulan erkekler olmuştur. Onlar günümüzde

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

616

unutulmuştur; çünkü torunları olmadığından, artık hiçişitilmeyen adları, yabancı bir ad gibi gelir kulağa; olsa olsa, birşatoda ya da uzaklardaki bir köyde var olmaya devam etse de,altında insanlara ait bir ismi bulmayı beklemediğimiz bir nesneadı gibidir. Yakın bir gelecekte, Burgonya'nın içlerine dalıpkilisesini gezmek üzere küçük Charlus köyüne uğrayacak olanyolcu, mezar taşlarını inceleyecek kadar çalışkan değilse ya davakti yoksa, Charlus adının, en soylularla birlikte anılan bir adamaait olduğunu bilmeyecektir. Aklımdan geçen bu düşünce, banagitmem gerektiğini, M. de Guermantes'in şecereler hakkındakikonuşmalarını dinlerken, kardeşiyle randevumun yaklaşmaktaolduğunu hatırlattı. Kimbilir, diye düşünmeye devam ettim,acaba bir gün, Guermantes adı da, tesadüfen Combray'ye uğrayanve Kötü Gilbert'in vitrayının karşısında Theodore'un ardılınınnutuklarını dinleme veya rahibin kılavuzunu okuma sabrınıgösterebilen arkeologların haricindeki kişilere, bir yerin adındanbaşka bir şey ifade edecek mi? Ama soylu bir isim, sürdükçe, dahaönce bu ismi taşımış kişilerin karanlığa gömülmesini engeller; buailelerin şöhretinin, benim için ilginç olmasının bir nedeni de,şüphesiz, günümüzden başlayıp adım adım geriye giderek, XIV.yüzyıldan çok öncesine kadar izlenebilmeleri, M. de Charlus'nün,Agrigento Prensi'nin, Parma Prensesi'nin bütün atalarının hatıratve mektuplarının, bir burjuva ailesinin kökeninin koyu karanlığagömüldüğü bir geçmişte bulunabilmeleri, şu veya buGuermantes'larda, kimi sinirsel özelliklerin, kötü huyların,düzensiz yaşayışın kaynağının ve süregelmesinin, bir ismin,geriye dönük aydınlatmasında görülebilmesiydi. Bugünkülereneredeyse marazi bir benzerlik gösteren bu Guermantes'lar, isterPalatin Prensesi'nden ve Mme de Motteville'den öncesine aitolsunlar, ister Ligne Prensi'nden sonrasına, her yüzyıldamektuplaştıkları kişilerde telaşlı bir ilgi uyandırırlar.

Aslında duyduğum tarihî merak, bulduğum estetik hazza

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

617

oranla pek azdı. Sayılan isimlerin, düşesin, ten ve aptallık ya davasat zekâ maskeleriyle, sıradan insanlara dönüşmüş olandavetlilerini, bedenlerinden sıyırmak gibi bir etkisi vardı; öyle ki,sonuçta, girişteki paspasa ayak bastığımda, isimlerin büyülüâleminin, zannettiğim gibi eşiğine değil, sınırına varmıştım.Agrigento Prensi, annesinin bir Damas, Modena Dükü'nüntorunu olduğunu duyduğum anda, değişken bir kimyasalbileşkeden kurtulur gibi, tanınmasını engelleyen çehreden vesözlerden kurtularak, sadece birer unvan olan Damas veModena'yla birlikte, çok daha çekici bir bileşim oluşturdu. Herisim, aralarında hiçbir bağlantı olduğu aklımdan geçmemiş olanbir başka ismin çekimiyle hareket ettiğinde, zihnimdeki,alışkanlıkla donuklaştığı sabit yerini bırakıyor ve Mortemart'larla,Stuart'larla veya Bourbon'larla birleşip, onlarla birlikte son derecezarif, değişken renklerde dallar halinde uzanıyordu. Guermantesadı bile, sönmüş olan ve bağlantılı olduğunu henüzöğrendiğimden, tekrar yandığında iyice alevlenen bütün o güzelisimler sayesinde, tamamen şiirsel, yeni bir kararlılıkkazanıyordu. Onun, olsa olsa, yüce soyağacının her dalınınucunda, IV. Henri'nin babası gibi bilge bir kralın veya LonguevilleDüşesi gibi ünlü bir prensesin çehresinde, açılışını görüyordum.Ama bu açıdan, davetlilerin yüzlerinden farklı olan bu çehrelere,benim gözümde, somut deneyimin ve sosyete vasatlığınınkalıntıları eklenmediğinden, o güzel biçimleri ve değişkenyansılarıyla, Guermantes'ların soyağacından düzenli aralıklarlaçıkan, her biri farklı bir renkteki isimlerle türdeşliklerinisürdürüyorlar, eski Yesse vitraylarındaki İsa'nın ataları gibi,camdan ağacın sırayla her iki yanında açan yarısaydam, çok renklitomurcuklan, herhangi bir yabancı ve donuk maddeylebulandırmıyorlardı.

Birkaç defadır gitmeyi, her şeyden çok, benim varlığımın butoplantıya mecburen kattığı anlamsızlık nedeniyle, aklımdan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

618

geçirmiştim; oysa uzun zaman boyunca, bunu çok güzel birtoplantı olarak hayal etmiştim; rahatsız edici bir şahit bulunmasa,öyle de olurdu şüphesiz. Hiç değilse, benim gitmem, davetlilerin,yabancı artık aralarında olmadığına göre, nihayet kapalı oturumageçebilmelerini sağlardı. Toplanmalarının amacı olan esrarengizkutlamalara başlayabilirlerdi; Frans Hals'dan veya cimrilikten sözetmek, üstelik de burjuvalar gibi söz etmek için bir arayagelmemişlerdi şüphesiz. Herhalde ben orada olduğum için,havadan sudan konuşuluyordu sadece; bütün bu güzel kadınlarıböyle birbirinden ayrı gördükçe, varlığımla, onların Saint-Germain muhitinin esrarengiz hayatını, muhitin en değerlisalonlarından birinde yaşamalarını engellediğim için, vicdanazabı çekiyordum. Ne var ki, M. ve Mme de Guermantes,fedakârlığı, benim her an gerçekleştirmek istediğim gidişimigeciktirmeye, beni alıkoymaya kadar vardırıyorlardı. İşin daha dagarip yanı, koşa koşa, bayılarak, mücevherlerle donanmış olarakgelip de, benim yüzümden, Saint-Germain muhiti dışında verilendavetlerden, temelde –tıpkı Balbec'te, gözlerimizin alışkınolduğundan farklı bir kasabada bulunduğumuzuhissetmeyişimiz gibi– pek farklı olmayan bir davete katılmış olanhanımların birçoğu, giderlerken, olmaları gerektiği gibi hayalkırıklığı içinde değil, Mme de Guermantes'a, geçirdikleri harikagece için hararetle teşekkür ederek, sanki benim bulunmadığımdiğer günlerde başka bir şey olmuyormuş gibi ayrılıyorlardı.

Bütün bu insanlar, gerçekten de buna benzer akşam yemekleriuğruna mı giyinip süsleniyorlar, kapalı salonlarına, burjuvahanımların girmesine katiyen izin vermiyorlardı? Buna benzer,ben olmasam da benzer olacak akşam yemekleri için mi? Bir an,böyle bir kuşkuya kapıldım, ama bu fazlasıyla saçmaydı. Sağduyubu kuşkuyu uzaklaştırıyordu benden. Üstelik, bu kuşkuyubenimsemiş olsam, Combray'den beri zaten epeyce alçalmış olanGuermantes isminden, geriye ne kalırdı?

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

619

Ayrıca, bu çiçek-kızlar, şaşılacak ölçüde, başkası tarafındanmemnun edilmeleri kolay ya da başkasını memnun etmeyehevesliydiler; gece boyunca, saçmalığı yüzümü kızartan iki üçkelimeden fazla bir şey konuşmadığım birkaç tanesi, salondanayrılmadan önce, özellikle yanıma gelip, güzel gözlerini, okşayanbakışlarını bana dikerek, bir yandan da göğüslerini çevreleyenorkide çelenklerini düzelterek, beni tanımaktan, benimlekonuşmaktan ne kadar büyük mutluluk duyduklarını –bir akşamyemeği davetine örtülü bir atıf–, "bir şeyler ayarlamak"istediklerini, Mme de Guermantes'la "bir gün kararlaştıracaklarını"belirttiler.

Bu çiçek-hanımlardan hiçbiri, Parma Prensesi'nden öncekalkmadı. Prensesin varlığı –bir Altes'ten önce kalkılmamasıgerekir– düşesin, kalmam için o kadar ısrar etmesinin, benimtahmin edemediğim iki nedeninden biriydi. Parma Prensesi'ninayağa kalkışı, adeta bir kurtuluş oldu. Prenses, önünde diz çökenbütün hanımları ayağa kaldırıyor, bir öpücükle ve sanki dizçökerek istenmiş bir hayır duasıyla birlikte, mantolarını getirtme,hizmetkârlarını çağırtma izni veriyordu onlara. Öyle ki, kapınınönünde, Fransız tarihinin büyük isimleri, bağırarak bir bir sayıldıneredeyse. Parma Prensesi, üşütür korkusuyla, Mme deGuermantes'in, kendisine aşağıdaki hole kadar inerek eşliketmesine, katiyen izin vermemiş, dük de, "Lütfen Oriane, mademhanımefendi izin veriyor, doktorun söylediklerini hatırlayın,"demişti.

"Zannederim Parma Prensesi sizinle birlikte bir akşam yemeğiyemekten çok memnun kaldı." Bu kalıbı tanıyordum. Dük,salonu bir baştan bir başa geçerek yanıma gelip, kibar, güvenli birtavırla, bana bir diploma verirmiş veya küçük pastalar ikramedermiş gibi söylemişti bu sözleri. O anda yüzünde okunan veçehresine bir an için çok tatlı bir ifade veren hazdan anladım ki,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

620

dükün nazarında bunun temsil ettiği türden hizmetler, insanınbunadığında bile ayrılmadığı onursal ve rahat mevkiler gibi,hayatının sonuna kadar sürdüreceği görevlerdendi.

Tam ben çıkacağım sırada, düşesin Parma Prensesi'ne verdiği,Guermantes'tan gelen harika karanfilleri götürmeyi unutmuşolan prensesin nedimesi salona girdi. Nedimenin yüzükıpkırmızıydı, azar işittiği belliydi; herkese karşı son derece iyiolan prensesin, özel hizmetçisinin aptallığına hiç tahammülüyoktu. Bu yüzden de nedime, elinde karanfillerle, telaşlakoşturuyordu, ama rahat ve aldırmaz görünmek istemeyerek,önümden geçerken şöyle dedi: "Prenses geç kaldığımıdüşünüyor; hem gitmemizi, hem de karanfilleri istiyor. İnsaf!Ben minik bir kuş değilim ki, aynı anda her yerde birden olamam."

Heyhat! Bir Altes'ten önce kalkılamaması, tek neden değildi.Hemen gidemedim; çünkü bir neden daha vardı: Courvoisier'lereyabancı olan, varlık içinde yüzseler de, iflasın eşiğinde olsalar da,Guermantes'ların dostlarına tattırmayı çok iyi becerdikleri omeşhur lüks, maddi bir lüks değildi sadece; Robert de Saint-Loup'yla da sık sık yaşamış olduğum gibi, aynı zamanda, sevecensözlerden, kibar davranışlardan oluşan bir lüks, gerçek bir manevizenginlikle beslenen, sözel bir zarafetti başlı başına. Ne var ki, bumanevi zenginlik, yüksek sosyetenin aylaklığı içinde işlevsizkaldığından, zaman zaman taşar, iyice kaygılı, Mme deGuermantes'tan gelince sevgi gibi algılanabilecek, geçici birboşalma sağlayacak bir çıkış arardı. Zaten düşes de, taşmasına izinverdiği anda, bu sevgiyi hissederdi; çünkü o sırada, yanındabulunduğu erkek veya kadın arkadaşın birlikteliğinde, müziğinbazı insanlara yaşattığına benzer, katiyen tensel olmayan bir türesriklik bulurdu; kimi zaman göğsüne iliştirilmiş bir çiçeği, birmadalyonu çıkarıp, birlikte geceyi uzatmak isteyeceği birineverirdi, ama bir yandan da, böyle bir şeyin, boş konuşmalardan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

621

başka bir yere varmayacağını, arkalarında bıraktıkları bezginlik vehüzünle, ilkbaharın ilk sıcaklarına benzeyen sinirsel hazzın,geçici heyecanın katiyen yaşanmayacağını, üzülerek sezerdi.Erkek arkadaşa gelince, bu kadınların, o âna kadarduyduklarından çok daha başdöndürücü vaatlerine pekaldanmaması gerekirdi; çünkü bu kadınlar, belirli bir ânınhoşluğunu, çok yoğun bir şekilde hissettiklerinden, normalinsanların bilmediği bir incelik ve asaletle, o ânı, dokunaklı birzarafet ve iyilik şaheseri haline getirirler, sonra da, başka bir angeldiğinde, kendilerinden verecekleri hiçbir şey kalmaz.Coşkularıyla birlikte, sevgileri de sona erer; o sırada işitmekistediğiniz her şeyi tahmin edip söylemelerine yol açan ruhinceliği, birkaç gün sonra, gülünç yanlarınızı yakalayıp, o kısacık"müzikal anlardan" birini yaşamakta oldukları bir başkakonuklarını eğlendirmelerini de, aynı kolaylıkla sağlayacaktır.

Holde, bir hizmetkârdan, hızla çamura dönüşen hafif kara karşıönlem olarak getirdiğim snowboot'larımı[53] istedim; şıklığa aykırıolduğunu farketmediğim Amerikan kauçuklarımı ayağımageçirirken, herkesin horgörülü tebessümlerini görüncekapıldığım utanç duygusu, Parma Prensesi'nin hâlâ gitmediğinive bana baktığını farkettiğimde, doruğa ulaştı. Prenses dönüpyanıma geldi. "Aa! Ne kadar iyi fikir!" diye haykırdı. "Ne kadarpratik bir şey! İşte size akıllı bir adam. Hanımefendi, bunlardanmutlaka almalıyız," dedi nedimesine; bu arada, hizmetkârlarınalaycılığı saygıya dönüşmekte, misafirler etrafıma toplanıp buharikulade şeyleri nereden bulduğumu sormaktaydılar. "Busayede hiç korkmanıza gerek kalmaz, tekrar kar yağsa da,gideceğiniz yer uzaksa da, farketmez; artık havanın nasıl olduğusizi etkilemez," dedi prenses bana.

"Altes Hazretlerinin o konuda içi rahat olabilir," diye araya girdinedime, bilgiç bir edayla, "artık kar yağmaz."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

622

"Nereden biliyorsunuz hanımefendi?" diye ters ters sordu,aptallığıyla, bir tek nedimesinin sinirlendirmeyi başardığı, eşsizParma Prensesi.

"Altes Hazretlerini temin edebilirim, tekrar kar yağamaz,maddeten imkânsız yağması."

"Niye canım?""Kar yağamaz artık; yağmasın diye önlem alındı: tuz serpildi."Saf nedime, prensesin öfkesini de, diğer insanların neşesini de

farketmemiş olacak ki, susacağı yerde, bana dönüp tatlı tatlıgülümseyerek, Amiral Jurien de la Graviere'le ilgili itirazlarımaaldırmadan, "Zaten yağsa da ne önemi var?" dedi. "Beyefendidoğuştan denizci olsa gerek. Asil kan kendini belli eder."

M. de Guermantes, Parma Prensesi'ni tekrar geçirdikten sonra,pardösümü tutarak, "Üstünüzü giyinmenize yardım edeyim,"dedi. Bu ifadeyi kullanırken artık gülümsemiyordu bile; çünkü enbayağı ifadeler dahi, bayağılıkları yüzünden, Guermantes'larınsadelik merakıyla, aristokratça ifadeler haline gelmişlerdi.

Mme de Guermantes'in evinden nihayet çıkıp, M. deCharlus'nün konağına beni götürecek olan arabaya bindiğimde,benim de hissettiğim, Mme de Guermantes'tan çok farklı şekildeolmakla birlikte, yapaylığından ötürü, hüzünden başka şeyevarmayan bir coşkuydu. Kendi seçimimizle, iki güçten birineteslim olabiliriz: biri, kendi içimizden, derin duygularımızdankaynaklanır, öteki, dışarıdan gelir. Birinci güç, beraberinde doğalolarak bir mutluluk, yaratan insanların hayatından yayılanmutluluğu getirir. Dışımızdaki insanları harekete geçirendürtüyü bizim içimize sokmaya çalışan diğer kuvvet ise,beraberinde haz getirmez; ancak biz, karşılık niteliğinde birdarbeyle, son derece sahte olduğu için, çabucak sıkıntıya,üzüntüye dönüşen bir esrime içinde, bir haz ekleyebiliriz ona; işte

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

623

onca sosyete mensubunun kaygılı yüzlerinin, intihara varabilensinirsel hastalıklarının kaynağı, budur. Beni M. de Charlus'nünevine götüren arabanın içinde, kişisel duygularımızdankaynaklanan coşkudan çok farklı olan bu ikinci türden coşkuyamaruz bulunuyordum; kendimizden gelen coşkuyu, başka bazıarabaların içinde yaşamıştım: bir keresinde Combray'de, günbatımında Martinville'in çan kulelerini seyrettiğim DoktorPercepied'nin iki tekerlekli arabasında; bir gün Balbec'te, ağaçlıklıbir yolun bana çağrıştırdığı hatırayı çözmeye çalıştığım, Mme deVilleparisis'nin üstü açık arabasında. Oysa bu üçüncü arabada,kafamda canlanan, Mme de Guermantes'in yemek davetinde banaöylesine sıkıcı gelmiş olan konuşmalar, örneğin Prens Von'un,Alman imparatoru, General Botha ve İngiliz ordusu hakkındaanlattıklarıydı. Onları, içimdeki stereoskopa takmıştan; bu içstereoskop aracılığıyla, kendimiz olmaktan çıktığımızda, birsosyete ruhuna bürünerek, sadece başkalarında hayat bulmakistediğimizde, onların söylediklerini, yaptıklarını ortaya çıkarırız.Kendisine hizmet eden cafe garsonuna karşı sevecen duygularladolup taşan bir sarhoş gibi, o anda hissetmemiş olsam da,Il.VVilhelm'i bu kadar yakından tanıyan ve hakkında doğrusu pekesprili anekdotlar anlatmış olan biriyle aynı sofrayı paylaşmışolmanın, ne büyük mutluluk olduğunu düşünüyordumhayranlıkla. General Botha'nin hikâyesini, prensin Almantelaffuzuyla hatırlayıp yüksek sesle gülüyordum; içimizdekihayranlığı artıran alkışlar gibi, bu gülüş de, hikâyeninkomikliğini doğrulamak için gerekliydi sanki. Büyütenmerceklerin ardında, Mme de Guermantes'in bana aptalca gelmişolan değerlendirmeleri bile (örneğin tramvaydan seyredilmesigereken Frans Hals'la ilgili yorumu), olağanüstü bir canlılık, birderinlik kazanıyordu. Şunu da söylemem gerekir ki, bu coşku,kısa sürede tükenmekle birlikte, tamamen saçma da değildi. Nasılki, günün birinde, en hakir gördüğümüz kişiyle tanışmak,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

624

sevdiğimiz bir genç kızla ilişkisi olduğu, bizi onunlatanıştırabileceği, böylece bize, asla tahmin etmeyeceğimiz biryarar ve haz sağlayabileceği için, bizi mutlu edebilirse, zamanıgeldiğinde, bir şey çıkarmayacağımızdan emin olabileceğimizhiçbir söz, hiçbir ilişki yoktur.

Mme de Guermantes'in, tramvayda bile görülmesi ilginç olacaktablolarla ilgili söyledikleri yanlıştı, ama daha sonra benim içindeğerli olacak bir gerçeği de barındırıyordu içinde.

Aynı şekilde, düşesin Victor Hugo'dan okuduğu mısralar da,itiraf etmek gerekir ki, şairin yeni bir insan olmaktan öte, henüzbilinmeyen, daha karmaşık öğelerle donanmış bir edebî türüortaya çıkardığı dönemden öncesine aitti. Victor Hugo bu ilkşiirlerinde, tabiat gibi, düşündürmekle yetineceğine,düşünüyordu henüz. O sırada, "fikirleri" en dolaysız şekliyle ifadeediyordu; neredeyse dükün, Guermantes'ta verilen büyükdavetlerde, misafirlerin şato albümüne, imzalarının ardındanfelsefi-şiirsel bir düşünce yazmalarını demode ve sıkıcı bularak,yeni gelenleri, yakaran bir tonda, "Adınızı yazın azizim, ama fikiryazmayın!" diye uyardığında, kelimeyi kullandığı anlamıyla. OysaMme de Guermantes'in, ilk dönemin Hugo'sunda sevdiği, VictorHugo'nun (Wagner'in ikinci döneminde "ezgi" bulunmadığıkadar Yüzyılların Efsanesi'nde bulunmayan) bu "fikirleriydi".Tamamen haksız da sayılmazdı. Bu fikirler dokunaklıydı ve biçim,ileride ulaşacağı derinlikten henüz yoksun olduğu halde,fikirlerin etrafında, çok sayıda kelimenin ve ses bakımındanzengin kafiyelerin bir sel gibi boşanması, onların, örneğin birCorneille'de bulunabilecek, kesikli, zaptedilmiş ve dolayısıyla bizidaha çok heyecanlandıran bir romantizmin, henüz hayatınmaddi kaynaklarına nüfuz etmediği, fikrin barındığı bilinçsiz vegenelleştirilebilir organizmayı değiştirmediği mısralarlabağdaşmasını, imkânsız hale getiriyordu. İşte bu yüzden,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

625

bugüne kadar kendimi Hugo'nun son kitaplarıyla sınırlamaklahata etmiştim. Şüphesiz, Mme de Guermantes'in konuşmasınısüsleyen, ilk kitapların çok küçük bir bölümüydü. Ama zaten birmısra böyle tek başına okunduğunda, cazibesi iyice artar. Buakşam yemeğinde, hafızama ilk defa giren ya da daha öncedengirmiş olup tekrar hatırladığım mısralar, genelde kendilerinikuşatan diğer mısraları mıknatıs gibi, öyle bir güçle çekiyorlardıki, karıncalanan ellerim, kendilerini Doğuluların ve ŞafakTürküleri'nin bulunduğu derlemeye yönelten güce, ancak kırksekiz saat karşı koyabildiler. Sonbahar Yapraklan nüshamımemleketine bağışladı diye, Françoise'in genç uşağına lanetleryağdırarak, hiç vakit kaybetmeden, yenisini almaya gönderdim.Bu kitapları, baştan sona tekrar okudum ve ansızın, Mme deGuermantes'in okuduğu dizeleri, onun yağdırdığı ışığınaydınlığında, beni bekler halde bulduğumda huzurakavuşabildim ancak. Bütün bu nedenlerden ötürü, düşeslesohbetler, bir şatonun, eskimiş, eksik, bir anlayışı oluşturmasıimkânsız, sevdiğimiz neredeyse her şeyden yoksun, ama bazenilginç bir bilgi, hattâ bilmediğimiz, ileride, muhteşem birderebeylik malikânesi sayesinde öğrendiğimizi hatırlamaktanmutluluk duyduğumuz, bir sayfalık güzel bir alıntı sunankütüphanesinden bulup çıkardığımız bilgilere benziyordu. Böylezamanlarda, Balzac'ın Parma Manastırı için yazdığı önsözü veyaJoubert'in yayımlanmamış mektuplarını bulduk diye, oradayaşadığımız hayatın değerini gözümüzde büyütmek ve birgecelik bir şans yüzünden, o hayatın kısır boşluğunu unutmakeğilimindeyizdir.

Bu açıdan bakıldığında, bu çevre ilk anda hayalgücününbeklentilerine cevap veremediği ve dolayısıyla, her şeyden öncediğer çevrelerden farklılığıyla değil, onlarla ortak olan yanlarıylabeni şaşırttığı halde, yavaş yavaş diğerlerinden tamamen farklıolarak belirmeye başladı gözümde. Büyük soylular, bizim için

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

626

köylüler kadar eğitici olan yegâne insanlardır neredeyse;konuşmalarını toprağa ilişkin şeyler, eski halleriyle malikâneler,eski âdetler ve para dünyasının hiç bilmediği şeylerin hepsisüsler. Özlemleri bakımından en ılımlı aristokratın, yaşadığı çağıyakaladığını farzetsek bile, çocukluğunu hatırladığında, annesi,amcaları ve büyükteyzeleri, günümüzde neredeyse hiçbilinmeyen bir hayatla ilişki kurmasını sağlarlar. Mme deGuermantes, günümüzde bir ölü odasında, geleneklere aykırı herşeyi, belirtmemekle birlikte, derhal farkederdi. Bir cenazede,kadınların katılması gereken özel bir tören olduğu halde,kadınlarla erkekleri bir arada görmek, onu dehşete düşürürdü.Cenaze törenlerini anlatan yazılarda örtü kordonlarından sözedildiği için, Bloch'un, kuşkusuz sadece cenazelerdekullanıldığını zannettiği örtüye gelince, M. de Guermantes,çocukluğunda, M. de Mailly-Nesle 'in düğününde, aynı örtünün,evlenenlerin başının üzerine tutulduğunu hâlâ hatırlardı. Saint-Loup, değerli "Soyağacım", Bouillon'ların eski portrelerini, XIII.Louis'ye ait mektupları satıp, Carriere'in işleriyle modern tarzdamobilyalar aldığı halde, M. ve Mme de Guermantes, belkihummalı bir sanat aşkının daha az rol oynadığı ve kendilerinidaha sıradan kılan bir dürtüyle, bir sanatçı için bambaşka bircazibeye sahip, enfes Boulle mobilyalarım elden çıkarmamışlardı.Bir edebiyatçı da aynı şekilde, dükle düşesin, giderek unutulanifade kalıplarının canlı bir lügati olarak göreceğikonuşmalarından, büyük haz duyardı –aç bir adamın bir başkaaça ihtiyacı yoktur çünkü Saint-Joseph usulü kravatlar, mavigiydirileceğine ant içilip Meryem Ana'ya adanan çocuklar, vs.,artık sadece, geçmişin kibar, gönüllü koruyucuları olmayı görevbilen kişilerde rastlanan ifadelerdir. Bir yazarın, onların arasındabulunmaktan duyduğu, diğer yazarların arasındaykenduyduğundan çok daha büyük zevk, beraberinde bazı tehlikelerde getirir; çünkü yazar, geçmişe ait şeylerin kendi başlarına bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

627

büyüsü olduğunu zannedip, oldukları gibi eserine taşıyabilir vebu durumda ölü doğmuş sayılabilecek eserinin sıkıcılığımunutmak için, "Doğru olduğu için güzel, bu böyle söyleniyor,"diyerek teselli bulmaya çalışır. Mme de Guermantes'in, buaristokratça sohbetleri, ayrıca mükemmel bir Fransızca'ylasürdürüldüğünden, özel bir cazibeye sahipti. Bu yüzden de,düşes, Saint-Loup'nun kullandığı "kâhinsi", "kozmik","Pythonsu", "seçkinötesi" gibi kelimelere –tıpkı Bing'den aldığımobilyalara güldüğü gibi– kahkahalarla gülmekte haklıydı.

Her şeye rağmen, düşesin evinde duyduğum hikâyeler banayabancıydı ve bu bakımdan da, akdikenlerin karşısmda veya birmadlenin tadında yaşadıklarımdan çok farklıydı. Sadece fizikselanlamda ele geçirdikleri benliğime, geçici olarak girmişlerdi vesanki (kişisel değil de, sosyal bir nitelikleri olduğundan) çıkmakiçin sabırsızlanıyorlardı. Arabanın içinde, bir kâhin kadın gibikıpır kıpırdım. Bizzat benim, adeta bir Prens X..., bir Mme deGuermantes haline gelebileceğim ve hikâyeleri anlatabileceğimyeni bir akşam yemeği bekliyordum. Bu arada hikâyeler, onlarımırıldanan dudaklarımı titretiyordu; merkezkaç bir kuvvetin,başdöndürücü bir hızla sürüklediği zihnimi, tekrar kendimeçekmeye çalışıyordum boş yere. İşte bu yüzden, konuşmaihtiyacımı, yüksek sesle kendi kendime konuşarak bastırmayaçalıştığım bir arabanın içinde, bu hikâyeleri tek başıma daha fazlataşımama isteğiyle, hummalı bir sabırsızlıkla çaldım M. deCharlus'nün kapısını; üniformalı bir uşak beni salona aldı;telaşımdan iyice bakamadığım salonda beklediğim süre boyuncada, aynı sabırsızlıkla, kendi kendime, uzun monologlar halinde,M. de Charlus'ye anlatacağım şeyleri tekrarladım; onun bana nelersöyleyebileceğini hiç düşünmüyordum. Anlatmak için yanıptutuştuğum şeyleri, M. de Charlus'nün dinlemesine o kadarihtiyacım vardı ki, ev sahibinin uykuda olabileceğini, budurumda eve dönüp, bu söz sarhoşluğuyla sızmam gerekeceğini

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

628

düşününce, acı bir hayal kırıklığı yaşadım.Yirmi beş dakikadır bu salonda olduğumu, belki de orada

unutulduğumu, yeni farketmiştim; bu uzun bekleyişe rağmen,salonla ilgili söyleyebileceğim tek şey, çok büyük ve yeşilimsiolduğu ve duvarlarda birkaç portre bulunduğuydu. Konuşmaihtiyacı, yalnız işitmeyi değil, görmeyi de engeller; bu durumda,fiziksel ortamla ilgili hiçbir tasvirin bulunmaması, zaten ruhsalbir durumun tasviridir. Salondan çıkıp birilerini bulmak,bulamadığım takdirde de, girişe kadar yolumu kendim bulupkapıyı açtırmak niyetiyle, kalkıp, mozaik parkenin üzerinde birkaçadım atmıştım ki, bir oda hizmetkârı, kaygılı bir tavırla içeriyegirdi. "Sayın baronun şu âna kadar randevuları vardı," dedi."Kendisini bekleyen daha birçok kişi var. Beyefendiyi kabuletmesi için elimden geleni yapacağım; sekretere iki defa telefonettirdim."

"Hayır, zahmet etmeyin, sayın baronla randevum vardı, amaepey geç oldu zaten; madem bu akşam meşgul, başka bir güngelirim."

"Lütfen gitmeyin beyefendi," diye haykırdı hizmetkâr. "Sayınbaron kızabilir. Tekrar deneyeyim."

M. de Charlus'nün hizmetkârları ve efendilerine bağlılıklarıkonusunda anlatılanlar geldi hatırıma. Bakanlara olduğu kadar,uşaklara da hoş görünmeye çalışan Conti Prensi'ne tam olarakbenzediği söylenemezdi, ama istediği en ufak şeyi bile, bir lütufhaline getirmeyi öyle iyi becermişti ki, akşamları, saygılı birmesafede etrafına toplanmış uşaklarını şöyle bir gözden geçirip,"Coignet, şamdan!" veya, "Ducret, geceliğim!" dediğinde, ötekilerkıskançlıkla homurdanarak, efendilerinin seçtiği uşağa gıptaederek çekilirlerdi. Hattâ birbirlerinden nefret eden iki uşak, lütfübirbirlerinden kapmaya çalışır, baron yukarıya biraz erken saatteçıkmışsa, o gece şamdan veya gecelik görevi kendisine verilir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

629

umuduyla, en olmadık bahaneler bulup, barona mesaj iletmeyegiderlerdi. Baron, hizmetle ilgili olmayan bir konuda, birinedoğrudan bir şey söyleyecek olsa, hattâ kışın, nezle olduğunubildiği bir arabacısına, on dakika geçtikten sonra, "Şapkanızıgiyin," dese, ötekiler on beş gün boyunca, hastaya gösterilenteveccühten ötürü, kıskançlıklarından, kendisiylekonuşmazlardı.

On dakika daha bekledikten sonra, sayın baronun, yorgunluğusebebiyle, günler öncesinden randevu almış birçok önemlişahsiyeti göndermek zorunda kaldığı belirtilip, içeride fazladurmamam rica edilerek, huzuruna çıkarıldım. M. de Charlus'nünetrafındaki bu debdebe, bana ağabeyi Guermantes Dükü'nünsadeliği kadar bir asalet izi taşımıyormuş gibi geldi, ama bu aradakapı açılmıştı; baron, boynunu açıkta bırakan bir Çin sabahlığıyla,bir kanepeye uzanmıştı. Aynı anda, bir iskemlenin üzerinde,adeta baron yeni gelmişçesine, bir kürklü mantoyla parlakipekten bir silindir şapka görünce çok şaşırdım. Oda hizmetkârıdışarı çıktı. M. de Charlus'nün kalkıp yanıma geleceğinisanıyordum. Hiç kıpırdamadan, acımasız bakışlarını üzerimedikti. Yanma gittim, selam verdim; bana elini uzatmadı, cevapvermedi, oturmamı da söylemedi. Biraz sonra, karşımda kaba birdoktor varmış gibi, ayakta durmam gerekiyor mu diye sordum.Kötü bir niyetim yoktu, ama M. de Charlus'nün buz gibi öfkesi,daha da artar gibi oldu. Baronun, evinde, Charlus Şatosu'nda, kralrolü oynamayı çok sevdiğinden, akşam yemeğinden sonra sigarasalonunda bir koltuğa kurulup, misafirlerini çevresinde, ayaktatutmak gibi bir alışkanlığı olduğundan habersizdim. Birindenateş ister, bir başkasına puro ikram eder, neden sonra,"Argencourt, otursanıza, bir iskemle çekin azizim, vs.," dermiş,sırf oturma iznini kendinin verdiğini göstermek için, ayaktakibekleyişi uzatırmış. "IV. Louis koltuğa oturun," diye cevap verdibuyurgan bir tavırla, oturma izni vermekten çok, beni

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

630

kendisinden uzaklaştırmak amacıyla. Pek uzakta olmayan birkoltuğa oturdum. "Oo! Demek siz buna XIV. Louis koltukdiyorsunuz! Kültürlü bir delikanlıymışsınız," diye haykırdı alayla.O kadar afallamıştım ki, yerimden kıpırdayamadım; ne asılyapmam gereken şeyi yapıp gitmek üzere kalktım, ne de onunistediği gibi koltuğumu değiştirdim. Her kelimeyi tartarak, ensaygısızca kelimelerin başındaki sessiz harfin üzerine basa basa,konuşmaya başladı: "Beyefendi," dedi, "isminin açıklanmasınıistemeyen bir şahsın ricası üzerine, lütfedip rıza gösterdiğim bugörüşme, aramızdaki ilişkiyi noktalayacak. Bundan iyisinibeklediğimi sizden gizlemeyeceğim; size bir yakınlık duymuştumdersem, aslında insanın sırf kendine olan saygısından, sözlerindeğerini bilmeyen kişilerin karşısında bile yapmaması gereken birşeyi yapmış, kelimelerin anlamını belki biraz zorlamış olacağım.Bununla birlikte, zannederim ki, etkili bir koruyuculukanlamında, 'teveccüh' kelimesi, ne hissettiklerimi, ne de açığavurmayı tasarladıklarımı aşan bir kelime. Paris'e döner dönmez,siz daha Balbec'teyken, bana güvenebileceğinizi bildirmiştimsize." M. de Charlus'nün, Balbec'ten beni nasıl azarlayıp ayrıldığımhatırlayarak, itiraz eder gibi bir hareket yapacak oldum. "Ne!" diyehaykırdı öfkeyle (kasılmış, bembeyaz çehresi, her zamankiyüzünden, fırtınalı bir sabah vakti, binlerce köpükten yılanınkaynaştığı deniz, alışıldık, gülümseyen yüzeyinden ne kadarfarklıysa, o kadar farklıydı). "Beni hatırlayın diye gönderdiğimmesajı –neredeyse beyanatı– almadığınızı mı söylemekistiyorsunuz? Size gönderdiğim kitabın etrafında süs olarak nevardı?"

"Çok güzel, hikâyeli, iç içe şekiller," dedim."Ya!" dedi küçümser bir tavırla. "Genç Fransızlar ülkemizin

şaheserlerini tanımıyorlar. Genç bir Berlin'imin Valkyrie'yibilmemesi düşünülebilir mi? Ayrıca, sizin gözleriniz de görmüyor

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

631

herhalde; o şaheserin karşısında iki saatinizi geçirdiğinizisöylemiştiniz bana. Görüyorum ki üsluplardan anlamadığınızgibi, çiçeklerden de anlamıyorsunuz; üslup konusunda itirazetmeye kalkmayın," diye bağırdı son derece tiz, öfkeli bir sesle;"neyin üstünde oturduğunuzun bile farkında değilsiniz,poponuza, XIV. Louis bir berjer niyetine, alçak bir Direktuvariskemle sunuyorsunuz. Yakında Mme de Villeparisis'ni dizlerinide lavabo zannedip, kimbilir ne yaparsınız artık. Aynı şekildeBergotte'un kitabının cildindeki, Balbec Kilisesi'nin unutmabeninkapı kirişini de tanımamışsınız. Size, 'Beni unutmayın,' demenindaha açık bir şekli var mıydı?"

M. de Charlus'yü seyrediyordum. İnsanı iten, muhteşem yüzü,şüphesiz yine de akrabalarının hepsini geride bırakırdı, yaşlı birApollon'du adeta; ne var ki, fesat ağzından her an zeytin yeşili birkaraciğer sıvısı çıkacakmış gibiydi; zekâsının, GuermantesDükü'nün hiçbir zaman aşina olmayacağı birçok şeye açık, çokdaha geniş açılı bir kapsamı olduğu, inkâr edilemezdi. Ama kininiistediği kadar güzel sözlerle renklendirsin, söylediklerinin ardındakâh incinmiş bir gurur, kâh hayal kırıklığına uğramış bir aşk ya dabir hınç, bir sadizm, bir muziplik, bir sabit fikir olsa bile, buadamın cinayet işleyebileceğini, mantık ve güzel sözler sayesindehaklı olduğunu kanıtlayabileceğini ve buna rağmenağabeyinden, yengesinden ve diğerlerinden çok daha üstünolduğunu hissediyordu insan.

"Velâzquez'in Breda'nın Teslimi tablosunda olduğu gibi," diyedevam etti, "muzaffer kişi, her soylu insanın yapması gerektiğişekilde, mütevazı konumda olana gittiğinden, ben her şeyolduğum, sizse hiçbir şey olmadığınız için, size doğru ilk adımıben attım. Söylemek bana düşmese de, asalete aptalca karşılıkverdiniz. Ben yine de yılmadım. Dinimiz sabırlı olmayı öğütler.Size gösterdiğim sabrın, sizden kat kat üstün birine densizlik

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

632

etmeniz mümkün olsa, densizlik diye adlandırılabilecekdavranışınız karşısında gülümsemekle yetinmiş olmamın,hesaba katılacağını umuyorum; her neyse beyefendi, bütünbunlar artık konumuz dışında. Dünyamızın yegâne değerlişahsının, esprili bir şekilde, aşırı kibarlık sınavı diye adlandırdığıve haklı olarak, sınavların en korkuncu, iyiyi kötüdenayırabilecek tek sınav olarak nitelendirdiği sınavdan geçirdim sizi.Başarılı olamadınız diye sizi kınayacak değilim; bu sınavda başarıgösteren pek az kişi vardır zira. Ama hiç değilse, yeryüzündebirbirimize yönelteceğimiz son sözlerden çıkaracağım sonuçşudur: hiç değilse iftiralarınızdan uzak durmaya niyetliyim."

M. de Charlus'nün öfkesinin, kulağına gelen kırıcı bir sözdenkaynaklanmış olabileceği, o âna kadar aklımdan geçmemişti;hafızamı yokladım; onun hakkında kimseye bir şeysöylememiştim. Alçağın biri, kafasından bir şey uydurmuştu. M.de Charlus'ye, hakkında tek kelime konuşmadığımı söyleyerekitiraz ettim. "Mme de Guermantes'a, sizinle dost olduğumuzusöylemiş olmama kızdığınızı sanmıyorum." M. de Charlusküçümser bir tavırla gülümsedi, sesi en ince perdeye çıktı ve entiz, en küstah notada, ağır ağır saldırıya geçti:

"Ah, beyefendi!" dedi, çok yavaşça doğal tonlamasına dönerek,bu arada, bu inceden kalma giden gamın tuhaflıklarına hayranolurcasına. "'Dost' olduğumuzu söylediniz diye kendinizisuçlamakla, kendi kendinize haksızlık ediyorsunuz bence. BirChippendale mobilyayı pekala rokoko bir kürsü zannedebilecekbirisinin, kelime seçiminde şaşmaz bir isabet kaydetmesinibeklemiyorum, ama yine de," diye ekledi, giderek sinsileşen,okşarcasına bir tonda, hattâ dudaklarında sevimli bir tebessümle,"dost olduğumuzu söylediğinizi de, düşündüğünüzü desanmam! Bana takdim edilmiş olmakla, benimle sohbet etmişolmakla, beni biraz tanımakla, neredeyse rica bile etmeden, ileride

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

633

bir gün benim himayem altında olma ihtimalini elde etmişolmakla övünmenizi ise, aksine çok doğal ve akıllıca bulurum.Aramızdaki müthiş yaş farkı, bu takdimin, bu sohbetlerin, bubasit ilişki başlangıcının, sizin için –bir şeref demek bana düşmezama– en azından bir avantaj olduğunu, gülünçlüğe düşmedenkabul etmeme izin veriyor; sizin aptallığınız, katiyen bunu ifşaetmeniz değil, elinizde tutmayı bilememenizdi. Hattâ şunu daeklemek istiyorum," dedi, birdenbire, kısacık bir an için, kibirliöfkeden kederli bir yumuşaklığa geçerek (o kadar ki, ağlamayakoyulacağını sandım), "size Paris'te yaptığım teklifi cevapsızbıraktığınızda, bende terbiyeli, iyi bir burjuva ailesinin evladı"(sadece bu sıfatta, sesinde saygısızca bir tıslama oldu) "izlenimibırakmış olan, sizin gibi birinin, böyle bir davranışta bulunması,o kadar inanılmaz geldi ki bana, gerçekte hiçbir zaman olmayanbütün o yalanlara, kaybolan mektuplara, yanlış adreslere safçainandım. Müthiş bir saflık gösterdiğimi kabul ediyorum, amaAziz Bonaventura da, kardeşinin yalan söyleyeceğineinanmaktansa, bir öküzün uçabileceğine inanmayı tercih ederdi.Her neyse, bütün bunlar geride kaldı, fikir hoşunuza gitmedi,konu kapandı. Yalnız bana öyle geliyor ki," (bu sefer sesindegerçekten gözyaşı vardı), "sırf yaşıma saygı göstermek için deolsa, bir mektup yazabilirdiniz. Size söylemekten titizliklekaçındığım, son derece çekici şeyler tasarlamıştım sizin için. Neolduklarını öğrenmeden reddetmeyi tercih ettiniz, kendibileceğiniz iş. Ama dediğim gibi, bir mektup yazılabilir her zaman.Ben sizin yerinizde olsam, hattâ kendi konumumda bile,yazardım. Bu yüzden de, kendi konumumu sizinkine tercihediyorum; bu yüzden diyorum, çünkü bence bütün konumlareşittir; ben zeki bir işçiye, birçok dükten daha fazla yakınlıkduyarım. Ne var ki, kendi konumumu tercih ettiğimisöyleyebilirim; çünkü sizin yaptığınızı, ben, artık epeyce uzundenebilecek hayatımda hiç yapmadığımı biliyorum." (M. de

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

634

Charlus'nün yüzü gölgede kaldığından, sesinden zannedildiğigibi gözlerinden yaşlar dökülüp dökülmediğini göremiyordum.)"Size doğru yüz adım attığımı söylüyordum; bu, sizin geriyedoğru iki yüz adım atmanıza sebep oldu. Şimdi uzaklaşma sırasıbende; bundan böyle birbirimizi tanımayacağız. İsminizi aklımdatutmayacağın; ama sizi bir vaka olarak unutmayacağım ki,insanların yürekli, terbiyeli ya da sadece eşsiz bir fırsatıkaçırmayacak kadar zeki olduklarını düşünme eğilimindeolduğum zaman, onları gözümde büyüttüğümü hatırlayayım.Yo, hayır, beni gerçekten tanıdığınız sırada –zira bu artık doğruolmayacak– bunu söylemiş olmanızı, olsa olsa doğalkarşılayabilirim; bunu bir saygı belirtisi, hoş bir şey sayarım. Neyazık ki, başka yerde ve başka koşullarda, çok farklı şeylersöylemişsiniz."

"Beyefendi, yemin ederim, sizi kırabilecek hiçbir şeysöylemedim."

"Kırıldığımı nereden çıkarıyorsunuz?" diye haykırdı öfkeyle, oâna kadar kıpırtısız uzanmış olduğu şezlongda sertçe doğrularak;bu arada yüzündeki solgun, köpüklü yılanlar kasılıyor, sesi,kulakları sağır eden, zincirden boşanmış bir fırtına gibi, kâhtizleşiyor, kâh pesleşiyordu. (Sokakta, gelip geçenlerin dönüpbakmasına yol açan, her zamanki yüksek sesi, şimdi yüz katyükselmişti, tıpkı bir forte'yi piyanonun değil, orkestranınseslendirmesi, üstelik de fortissimo'ya dönüşmesi gibi. M. deCharlus kükrüyordu.) "Beni kırmak sizin haddinize mi düşmüş?Siz kiminle konuştuğunuzun farkında değil misiniz? Sizin gibibeş yüz küçük beyin zehirli salyaları üst üste yığılsa, benim asilayak parmaklarıma bulaşabilir mi sanıyorsunuz?"

Bir süredir, M. de Charlus'yü, hakkında hiçbir zaman kötü birşey söylemediğime, söylendiğini de duymadığıma ikna etmeisteğimin yerini, bana göre tamamen sınırsız gururundan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

635

kaynaklanan sözlerinin yol açtığı, çılgınca bir öfke almıştı. Belkigerçekten de sözleri, hiç değilse kısmen, bu gururun birsonucuydu. Geri kalanının, neredeyse tamamı, o sırada henüzbilmediğim, dolayısıyla da, hesaba katmadığım içinsuçlanamayacağım bir duygudan kaynaklanıyordu. Mme deGuermantes'in sözlerini hatırlasaydım, en azından, o bilinmeyenduygu olmadığına göre, gurura biraz da çılgınlık katabilirdim.Ama o sırada, çılgınlık fikri aklıma bile gelmedi. Bana göre, M. deCharlus'de sadece gurur vardı, bendeyse sadece öfke. Öfkem (M.de Charlus kükremeyi kesip, ihtişamla, karanlık kâfirlere yönelikbir iğrenme ve kusarcasına bir dudak büküşüyle, asil ayakparmaklarından söz ettiği anda) artık kabına sığamaz oldu. Fevribir hareketle, bir şeye vurmak istedim; bir sağduyu kırıntısı,benden yaşça bu kadar büyük olan bir adama, hattâ sanatsalvakarlarından ötürü, çevremde dizili Alman porselenlerine saygıgöstermeye beni zorladığından, baronun yeni silindir şapkasınınüzerine atılıp yere fırlattım, üstünde tepindim, paramparçaetmeye giriştim, astarını söktüm, üst kısmını iki parçaya ayırdım,M. de Charlus'nün sürüp giden bağırmalarına kulak asmadan,gitmek üzere odanın karşı tarafına yürüyüp kapıyı açtım. Kapınıniki yanında, iki üniformalı uşak görünce, afalladım kaldım;uşaklar, işleri gereği oradan geçiyormuş havasında, ağır ağıruzaklaştılar. (Daha sonra, adlarını da öğrendim: biri Burnier'ydi,öbürü Charmel.) Lakayt yürüyüşleriyle ima etmeye çalıştıklarıaçıklamaya bir an bile aldanmadım. İnandırıcı değildi; diğer üçaçıklama, daha da az inandırıcı geldi bana: Birincisi, baron, arasıra,karşılarında yardıma ihtiyaç duyabileceği (ama neden?) misafirlerağırladığından, yakında bir nöbetçi bulunması gerektiğinidüşünüyordu; İkincisi, uşaklar meraklarına yenilip, benim bukadar çabuk dışarı çıkacağıma ihtimal vermeyerek, kapıyıdinlemekteydiler; üçüncüsü de, M. de Charlus'nün kopardığıfırtına, baştan aşağı önceden hazırlanmış ve oynanmış

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

636

olduğundan, gösteri merakı ve belki de herkesin yararlanacağı birNunerudimini[54] baskın gelerek, uşaklara kapıyı dinlemelerinibizzat baron söylemişti.

Öfkem, baronun öfkesini dindirmemişti; odadan çıkmam,görünüşe bakılırsa, kendisini çok üzdü, arkamdan seslendi,çağırttı ve sonunda, daha biraz önce "asil ayak parmaklarından"söz ederken, kendi tanrılaşmasına beni tanık ettiği zannındaolduğunu unutarak, hızla koştu, holde bana yetişip, kapınınönüne geçerek yolumu kesti. "Hadi," dedi, "çocukluk etmeyin,gelin biraz; çok sevenin cezası ağır olurmuş, ben de sizi ağır birbiçimde cezalandırdıysam, sevdiğim içindir." Öfkem geçmişti,"cezalandırmak" kelimesinin üzerinde durmayıp, baronu izledim;baron, uşaklardan birini çağırıp, zerrece izzetinefis düşkünlüğügöstermeden, lime lime olmuş şapkasının parçalarını toplatarakyerine yenisini koydurdu.

"Beyefendi," dedim M. de Charlus'ye, "bana kalleşçe iftira edenkişinin kim olduğunu söyleyecekseniz, ismini öğrenmek ve osahtekârın haddini bildirmek üzere burada kalırım."

"Kim olduğunu mu? Bilmiyor musunuz kim olduğunu?Söylediğiniz şeyi aklınızda tutmaz mısınız siz? Beni uyarmalütfunu gösteren kişiler, söylediklerini sır olarak saklamamı,baştan rica etmiyorlar mı sanıyorsunuz? Verdiğim sözütutmayacağımı mı sanıyorsunuz?"

"Beyefendi, söylemeniz kesinlikle imkânsız mı?" diye sordum,M. de Charlus hakkında kiminle konuşmuş olabileceğimikafamda son bir kez arayarak (ve kimseyi bulamayarak).

"Bana haber getiren kişiye, sır tutacağıma dair söz verdiğimisöylüyorum, işitmiyor musunuz?" dedi öldürücü bir tonda."Görüyorum ki aşağılık konuşmalar yapma merakınızın yanısıra,nafile ısrarlara da düşkünsünüz. Hiç değilse bu son görüşmeden

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

637

yararlanıp, tamamen boş olmayan bir şeyler söyleme dirayetinigösterebilirdiniz."

"Beyefendi," dedim uzaklaşarak, "bana hakaret ediyorsunuz;yaşça benden çok büyük olduğunuzdan, elim kolum bağlı, eşitkoşullarda savaşmıyoruz; öte yandan, sizi ikna da edemiyorum,hiçbir şey söylemediğime dair yemin ettim."

"Demek ben yalan söylüyorum!" dedi korkunç bir sesle, ayağasıçrayıp, tek hamlede, iki adım öteme gelerek.

"Size yalan söylemişler."Bunun üzerine, bölümler arasında ara vermeden çalman

senfonilerde, ilk bölümün gökgürültülerinin ardından, sevimli,düşsel güzellikteki zarif bir scherzo'nun gelişi gibi, yumuşak,şefkatli, hüzünlü bir sesle, "Çok mümkün," dedi. "Zaten genelde,aktarılan bir sözün doğru olduğu çok enderdir. Size sunmuşolduğum, benimle görüşme fırsatlarından yararlanıp, güveniyaratan içten ve gündelik sözlerle, sizi bir hain gibi gösterenkonuşmalara karşı yegâne etkili koruyucuyu banasağlamadıysanız, bu sizin kabahatiniz. Sonuçta, söylenen sözdoğru da olsa, yanlış da olsa, etkisini gösterdi. Bende yarattığıizlenimden kurtulmam mümkün değildir artık. Hattâ çoksevenin cezası ağır olur da diyemeyeceğim, çünkü sizicezalandırdım, ama sevmiyorum artık." Bu sözleri söylediğisırada, beni zorla tekrar oturtmuş ve zili çalmıştı. Daha öncegörmediğim bir üniformalı uşak geldi. "İçecek bir şeyler getirin,kupa arabasını da hazırlamalarını söyleyin." Bir şey içmekistemediğimi, epey geç olduğunu, ayrıca arabam da olduğunusöyledim. "Arabanızın parasını ödeyip göndermişlerdir herhalde,"dedi; "siz merak etmeyin. Sizi geri götürmesi için hazırlatıyorumarabayı... Çok geç oldu diyorsanız... burada bir oda da verebilirimsize..." Annemin merak edeceğini söyledim. "Ya! Evet, doğru daolsa, yanlış da olsa, söylenen söz etkisini gösterdi. Aceleci

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

638

yakınlığım, fazlasıyla erken çiçek açmıştı; tıpkı sizin Balbec'te,şairane bir şekilde anlattığınız elma ağaçlan gibi, ilk dona biledirenemedi." M. de Charlus'nün beslediği yakınlık yok olmasaydıda, farklı davranamazdı; çünkü kavgalı olduğumuzu söylediğihalde, beni oturtuyor, içki ikram ediyor, kalmamı teklif ediyor,beni evime götürmek üzere arabayı hazırlatıyordu. Hattâ bendenayrılıp yalnız kalacağı andan korkar gibiydi; bundan bir saat önce,yengesi ve kuzini Mme de Guermantes da, buna benzer, banayönelik geçici bir ilgiyle, o ânı uzatma çabasıyla, beni biraz dahakalmam için zorlarken, aynı endişeli korkuyu yaşıyor gibigelmişti bana.

"Ne yazık ki," diye devam etti baron, "bir kere solan bir şeyitekrar çiçek açtırma melekesine sahip değilim. Size beslediğimyakınlık öldü. Hiçbir şey onu yeniden diriltemez. Bunaüzüldüğümü itiraf etmemin, benim için küçültücü olduğunusanmıyorum. Kendimi hep biraz Victor Hugo'nun Boaz'ı gibihissederim:

Dulum ve yalnızım ben ve benim üstüme çöküyor gece."Baronla birlikte, tekrar yeşilimsi salondan geçtik. Tamamen

rasgele konuşarak, salonu ne kadar güzel bulduğumu söyledim."Değil mi?" dedi. "İnsanın bir şeyleri sevmesi lazım. DoğramalarBagard'mdır. Hoş olan da, Beauvais koltuklar ve konsollar içinyapılmış olmaları. Dikkat ederseniz, aynı süs motifi tekrarlanmışhepsinde. Bu özellik, sadece iki yerde vardı: Louvre'da ve M.d'Hinnisdal'in evinde. Ama doğal olarak, ben bu sokağa taşınmakistediğimde, eski bir Chimay Konağı bulundu; daha önce kimsegörmemişti, çünkü benim için gelmişti buraya. Sonuç olarakgüzel. Daha iyi olabilirdi belki, ama fena değil işte. Güzel şeylervar, değil mi, amcalarım Polonya kralıyla İngiltere kralının,Mignard tarafından yapılmış portreleri mesela? Ama ben bunlarıne diye anlatıyorum ki? Siz de benim kadar iyi biliyorsunuz, bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

639

salonda beklemiştiniz. Hayır mı? Ya! Demek mavi salona almışlarsizi," dedi, belki benim ilgisizliğime karşı bir kabalıkla, belki debeni nerede beklettiklerini sormamasına yol açan bir şahsiüstünlük duygusuyla. "Bakın, bu dolapta, Madame Elisabeth'in,Lamballe Prensesi'nin ve Kraliçe'nin bütün şapkaları var. İlginiziçekmiyor, görmüyor gibisiniz. Belki göz sinirlerinizde bir hastalıkvardır. Bu tür güzelliği tercih ediyorsanız, buyrun size Turneminbir gökkuşağı; barışmamızın işareti olarak, iki Rembrandt'ınarasında ışıldamaya başlıyor. Duyuyor musunuz? Beethoven daona katılıyor." Gerçekten de Pastoral Senfoni'nin üçüncübölümünün, "fırtınadan sonraki mutluluğun" ilk akorlarıduyuluyordu; pek uzağımızdan gelmiyordu ses, birinci katta,müzisyenler tarafından seslendiriliyor olmalıydı. Ne gibi birtesadüfle çalındığım, müzisyenlerin kim olduğunu sordumsafça. "İşte o meçhul! Daima meçhuldür zaten. Bunlar görünmezmüziklerdir. Güzel, değil mi?" dedi baron, biraz kaba, ama biryandan da Swann'ın etkisini ve aksanım çağrıştıran bir tonda."Ama sizin zerrece umurunuzda değil. Siz, Beethoven'a ve banasaygısızlık etme pahasına da olsa, eve dönmek istiyorsunuz.Kendi kendinizi yargılayıp hüküm giydiriyorsunuz," diye ekledi,şefkatli ve hüzünlü bir tavırla, tam gideceğim an geldiğinde."Nezaketin gerektirdiği şekilde sizi evinize bırakmayışımı mazurgörünüz," dedi. "Sizi bir daha görmek istemediğimden, sizinlebirlikte beş dakika daha geçirmek, benim için pek bir şeyfarketmez. Ama hem yorgunum, hem de çok işim var." Bu arada,havanın güzel olduğunu farketti. "Fikrimi değiştirdim,geliyorum. Mehtap muhteşem; sizi eve bıraktıktan sonra,Boulogne Ormanı'na gideceğim, mehtabı seyretmeye. Ne! Siz hâlâtıraş olmayı bilmiyorsunuz; yemeğe çıktığınız bir akşam bile,birkaç tüy bırakmışsınız," dedi, iki parmağıyla çenemi tutarak;adeta mıknatıslı olan parmakları, bir anlık bir tereddütten sonra,bir berberin parmakları gibi kulaklarıma çıktı. "Ah! Boulogne

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

640

Ormanı'nda, bu 'mavi mehtabı', sizin gibi biriyle seyretmek nehoş olurdu," dedi ani, adeta irade dışı bir yumuşaklıkla; sonrahüzünle ekledi: "Çünkü her şeye rağmen, sevimli birdelikanlısınız aslında; herkesten daha sevimli olabilirdiniz," dedi,babacan bir tavırla omzuma dokunarak. "Eskiden sizi pek sıradanbulduğumu söylemeliyim doğrusu." Bana sorulsa, hâlâ öylebulduğunu söylerdim. Daha yarım saat önce, benimle nasıl biröfkeyle konuştuğunu hatırlamam yeterliydi. Buna rağmen, oanda samimi olduğu ve iyi yürekliliğinin, alınganlık ve gururunneredeyse çılgınlığa varan bir aşaması olarak yorumladığımduruma baskın çıktığı izlenimini edindim. Araba önümüzdeydi,M. de Charlus konuşmayı uzatıyordu. "Hadi," dedi birden, "binin;beş dakikada evinize varırız. Sonra da size iyi akşamlar dileyerek,ilişkimizi temelli noktalayacağım. Madem temelli ayrılmamızgerekiyor, bunu müzikte olduğu gibi, tam uyuşumlagerçekleştirmemiz daha iyi olur." Birbirimizi bir daha hiçgörmeyeceğimize dair bu tumturaklı sözlere rağmen, M. deCharlus'nün biraz önce kendini kaybettiği için sıkkın olduğuna,beni üzmüş olmaktan korktuğuna ve bir defa daha görüşmektenrahatsız olmayacağına yemin edebilirdim. Yanılmıyordum,birazdan, "Şu işe bakın!" dedi. "En önemli şeyi unuttum. Rahmetlibüyükannenizin anısına, Mme de Sevigne'nin ilginç bir basımınıciltletmiştim sizin için. Bu, son görüşmemiz olamayacakdolayısıyla. Karmaşık meselelerin bir günde çözümlendiği peknadirdir diyerek, teselli bulmak gerek. Viyana Kongresi'nin nekadar uzun sürdüğünü düşünsenize."

"Sizin rahatsız olmanıza gerek yok, ben aldırabilirim kitabı,"dedim kibarca.

"Susar mısınız, küçük budala!" dedi kızarak. "Benim tarafımdanağırlanma ihtimali (ihtimal diyorum, çünkü bir hizmetkâr daverebilir size kitapları) gibi bir şerefi azımsayıp, gülünç duruma

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

641

düşmeyin."Sonra kendini toparladı: "Sizden bu sözlerle ayrılmak istemem.

Uyumsuzluk olmasını; ebedî sessizlikten önce tam uyuşum!" Acıdargınlık konuşmalarının hemen ardından eve dönmekten,kendi sinirlerini düşünerek korkuyor gibiydi. "Benimle birlikteBoulogne Ormanı'na gelmezsiniz," dedi, soru sorar gibi değil de,bir saptama yapar gibi; bana öyle geldi ki, teklif etmekistemediğinden değil, izzetinefsi bir retle karşılaşır diye,korkusundan böyle söylüyordu. "İşte," dedi, biraz dahaoyalanarak, "Whistler'ın dediği gibi, burjuvaların yatma saatigeldi," (belki izzetinefsimden yakalamak istiyordu beni);"bakmaya başlamanın zamanıdır. Ama siz Whistler'ın kimolduğunu bile bilmiyorsunuz." Konuyu değiştirip, IenaPrensesi'nin zeki bir insan olup olmadığını sordum. M. deCharlus, o âna kadar duyduğum en aşağılayıcı ses tonuylasözümü kesti:

"Beyefendi, bu değindiğiniz adlandırma türüyle benim hiçbirilgim yok. Tahiti'de bir aristokrat sınıf olabilir, ama itirafetmeliyim ki, tanımam kendilerini. Bununla birlikte, garip ama,söylediğiniz isim, birkaç gün önce kulağıma geldi. Genç GuastallaDükü'nün bana takdim edilmesine, lütfedip razı olur muyumdiye sormuşlardı. Çok şaşırdım; çünkü Guastalla Dükü'nün banatakdim edilmeye katiyen ihtiyacı yoktur: kuzenimdir ve ötedenberi beni tanır; Parma Prensesi'nin oğludur; terbiyeli bir gençakraba sıfatıyla, her yılbaşı ziyaretime gelip görevini yerinegetirmeyi ihmal etmez. Meğer, gerekli bilgileri aldıktan sonraanladım ki, söz konusu kişi, akrabam değil, sizin ilgilendiğinizşahsın oğluymuş. Bu isimde bir prenses olmadığı için, IenaKöprüsü'nün altında yatan, Batignolles Panteri veya Çelik Kralıdendiği gibi, bu renkli Iena Prensesi unvanını benimsemiş olanbir dilenci kadından söz edildiğini sandım. Ama değilmiş; bir

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

642

sergide, çok güzel ve sahte olmamaları bakımından sahiplerindenüstün olan mobilyalarına hayran kaldığım, zengin bir şahıstansöz ediliyormuş. Sözde Guastalla Dükü'ne gelince, sekreteriminsarrafı olsa gerekti; para o kadar çok şey sağlıyor ki. Değilmişmeğer; imparatorun aklıma esmiş, tasarruf hakkı kendindeolmayan bir unvanı vermiş bu şahıslara. Belki bir iktidar belirtisi,belki de cehalet veya fesatlık belirtisi; bence, her şey bir yana, buhırsızlara kendileri farkında olmadan kötü bir oyun oynamış.Ama sizi bu konuda aydınlatmam mümkün değil; benim yetkialanım, Saint-Germain muhitiyle sınırlıdır, ki orada da, sizitakdim edecek birini bulursanız, bütün o Courvoisier'lerin veGallardon'ların arasında, Balzac'tan bilhassa çekip çıkarılmışkaknem ihtiyarlara rastlayabilir ve çok eğlenirsiniz. Doğal olarakbütün bunların, Guermantes Prensesi'nin itibarıyla hiç ilgisi yok,ama ben açıl susam açıl demeden, prensesin kapısı kapalıdır."

"Guermantes Prensesi'nin konağı gerçekten çok güzelefendim."

"Ah! Çok güzel değildir. Olabilecek en güzel şeydir; prensestensonra gelir yine de."

"Guermantes Prensesi, Guermantes Düşesi'nden üstünmüdür?"

"Ah! İkisi mukayese edilemez." (İlginçtir, yüksek sosyete'mensupları, birazcık hayalgüçleri varsa eğer, konumu en sağlam,en sabit gibi görünen kişilere, yakınlıklarına veya dargınlıklarınagöre taç giydirirler veya onları tahttan indirirler.) "GuermantesDüşesi," (kendisinden Oriane diye söz etmeyerek belki düşeslebenim arama mesafe koymak istiyordu), "harikuladedir, tahminedebileceğinizden çok daha üstündür. Ama yine de kuziniylekıyaslanamaz. Haldeki insanlar, Metternich Prensesi'ni nasılhayal ederlerse, Guermantes Prensesi de tam öyledir. AncakMetternich Prensesi, Victor Maurel'i tanıdığı için, VVagneı'i ortaya

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

643

çıkardığını zannederdi. Guermantes Prensesi, daha doğrusuannesiyse, Wagner'in kendisini tanırdı. Bu bir üstünlüktür;prensesin inanılmaz güzelliği de cabası. Hele o Ester bahçeleri!"

"Bahçeler ziyaret edilemiyor mu?""Hayır efendim, davetli olmak gerekir, ama ben araya

girmediğim takdirde, hiç kimse davet edilmez."Ne var ki, bu teklifi bir yem olarak önüme atar atmaz, hemen

geri çekti ve elini uzattı; evime gelmiştik."Benim rolüm sona erdi beyefendi; sadece birkaç kelime

ekleyeceğim. Belki bir gün bir başkası, benim gibi size yakınlıkgösterir. Bu örnek size ders olsun. Onu ihmal etmeyin. Yakınlık,daima değerli bir şeydir. İnsanın kendi kendine soramayacağı,yapamayacağı, isteyemeyeceği ve öğrenemeyeceği şeylerolduğundan, hayatta tek başına yapılamayacak şeyler, bir arayagelinerek yapılabilir; üstelik bunun için, ne Balzac'ın romanındakigibi, on üç kişi olmaya gerek vardır, ne de Üç Silahşörler'deki gibidört kişi olmaya. Elveda."

Herhalde yorgundu ve mehtabı seyretmekten vazgeçmişti;çünkü arabacıya eve dönmesini söylememi rica etti. Hemenardından, fikir değiştirmiş gibi ani bir harekette bulundu. Amaben talimatı iletmiştim bile; daha fazla gecikmemek için, gidip ziliçaldım; M. de Charlus'ye, daha önce kafamı kemirip duran, amabaronun beklenmedik, sersem edici karşılamasıyla uçupgidiveren, Alman imparatoruyla, General Botha'yla ilgili hikâyeleranlatmaya niyetli olduğum, aklıma bile gelmemişti.

İçeri girdiğimde, masamın üzerinde, Françoise'in gençuşağının bir arkadaşına yazıp orada unuttuğu mektubu gördüm.Annemin yokluğunda hiçbir şeyden çekinmez olmuştu; zarfsız,ortalık yere bırakılmış ve –tek mazeretim buydu– bana kendinisunar gibi görünen mektubu okumaktan çekinmemekse, benim

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

644

suçumdu:

"Sevgili dostum ve kuzenim,Umarım sağlığın yerindedir ve bütün ailen de bilhassa

vaftiz oğlum küçük Joseph de iyidirler gerçi kendisinitanıma mutluluğunu henüz tatmadım ama vaftiz oğlumolduğundan onu hepinize terci ediyorum, kendine hasbir toz kaplar kalbin alametlerini, elleyip bozmayınmukaddes emanetlerini. Zaten sevgili dostum vekuzenim yarın bir gün şenle sevgili karın kuzinimMarie'nin, ikiniz birlikte grandi direğinin tepesinde kigemici gibi denizin dibine sürüklenmeyeceğinizi kimsöyleyebilir, çünkü bu hayat karanlık bir vadiden başkabir şey değildir. Sevgili dostum şunu söyleyeyim ki buara eminim şaşıracağın başlıca meşgalem, büyük hazlasevdiğim şiir, çünkü zamanı bir şekilde geçirmek gerek.İşte bu yüzden sevgili dostum son mektubunacevaplandıramadım diye şaşırma, bağışlayacak gücünyoksa, uyu isyanın kollarında. Bildiğin gibi hanfendininannesi korkunç acılar çekerek vefat etti ki üç doktoragöründüğünden ıstırabı onu epeyce yormuştu. Cenazegünü çok güzel bir gün oldu çünkü beyefendinin bütünahbaplarıyla birçok bakan topluca geldiler. Mezarlığagitmek iki saatten fazla sürdüki köyde hepinizin gözlerifaltaşı gibi açılacak çünkü Michu Anaya bu kadarıyapılmaz mutlaka. İşte benim de hayatim uzun birhıçkırıktan ibaret olacak. Yeni öğrendiğim motorsikletleşahane vakit geçiriyorum. Les Ecorres'a böyle son süratgelsem ne yapardınız acaba sevgili dostlarım. Ama bukonuda artık susmayacağım çünkü felaketin sarhoşluğuile geçiyorum kendimden. Guermantes Düşesiyle, cahil

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

645

memleketimizde senin adını bile duymadığın insanlarlagörüşüyorum. Nitekim Racine'in, Victor Hugo'nun,Chenedolle'un Seçme Sayfalarını, Alfredde Musset'ninkitaplarını memnuniyetle göndereceğim, çünkü banahayat veren memleketimi yolu cinayete kadar varancehaletten kurtarmak istiyorum. Sana yazacak başka şeybulamıyorum ve uzun yoldan yorgun düşmüş pelikangibi sana da karmada vaftiz oğluna da kız kardeşin Rose'ada selam yoluyorum. Onun hakkında: Rose,[55] güllerinyaşadığı kadar yaşadı ancak denmesin, Victor Hugo'nun,Arvers'in sonesinin, Alfredde Musset'nin bu yüzdenJeanne d'Arc gibi alevler içinde can veren bütün dahilerindediği gibi. Acele cevap yaz, seni bir kardeş gibikucaklarım Perigot Joseph."

Bize bilinmeyen bir şeyi gösteren her hayat, henüz yıkılmamışson bir hayal, daima caziptir. M. de Charlus'nün söylediğişeylerden birçoğu, hayalgücümü kuvvetle kamçılamış,Guermantes Düşesi'in evinde, gerçeğin, kendisini ne büyük birhayal kırıklığına uğrattığını (insan isimleri de memleket isimlerigibidir) unutturarak, Oriane'ın kuzinine doğru yöneltmişti.Aslında, M. de Charlus'nün, sosyete mensuplarının hayalî değerive çeşitliliği konusunda, bir süre beni yanıltmasının yegânenedeni, kendinin de yanılmasıydı. Bu da belki, hiçbir şeyyapmamasından, yazmamasından, resim yapmamasından, hattâciddi ve derinlemesine hiçbir şey okumamasındankaynaklanıyordu. Ne var ki, sosyete mensuplarından kat be katüstün olan baronun konuşmaları, onların ve sunduklarıgörünümün etrafında dönmekle birlikte, onlar tarafındananlaşılmıyordu. Sanatçı sıfatıyla konuştuğunda, sosyetemensuplarının sahte büyüsünü ortaya çıkarabilirdi olsa olsa.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

646

Ancak, bunu da yalnızca sanatçılar için yapabilir, rengeyiğininEskimolar için oynadığı rolü yerine getirebilirdi: bu değerlihayvan, çölü andıran kayaların üzerinden, insanların nekeşfedebileceği, ne de kullanabileceği likenleri, yosunları toplar vebunlar, rengeyiği tarafından sindirildikten sonra, KuzeyKutbu'nun sakinleri tarafından özümlenebilir besinler halinegelir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, M. de Charlus'nün sosyetehakkında çizdiği tablolar, baronun korkunç nefretlerinin vetapınmayavaran yakınlıklarının karışımıyla, çok canlıydılar –nefreti, özellikle gençlere yöneliyordu, onda hayranlıkuyandıranlarsa, kimi kadınlardı.

Bu kadınlardan Guermantes Prensesi, M. de Charlus tarafındanbaş tacı edilmekle birlikte, kuzininin oturduğu "Alaeddin'inerişilmez sarayı" konusunda, baronun esrarengiz sözleri, düşesinevinde katıldığım akşam yemeğinden yaklaşık iki ay sonra vedüşes Cannes'dayken, sıradan görünen bir zarfı açıp, bir kartınüzerine basılı, "Eski Bavyera Düşesi, Guermantes Prensesi,***tarihinde evinde olacaktır," sözlerini okuduğumda duyduğumşaşkınlığı ve hemen ardından da, beni, davet edilmedengideceğim bir malikâneden kapı dışarı ettirmek isteyen birinintasarladığı, kötü bir oyunun kurbanı olma korkumu açıklamayayetmiyordu. Şüphesiz, sosyete kuralları açısından, GuermantesPrensesi'nin evine davet edilmek, düşesin evinde akşamyemeğine davet edilmekten daha zor olmayabilirdi; ayrıca,unvanlara ilişkin sınırlı bilgimle, prens unvanının, dükunvanının, dük unvanından üstün olmadığının farkındaydım.Bir yandan da, kendi kendime, bir sosyete kadınının zekâsının,özünde, M. de Charlus'nün iddia ettiği ölçüde hemcinslerindenfarklı olamayacağını söylüyordum. Ama hayalgücüm, Elstir'in,esasen belki de sahip olduğu fizik kavramlarını hesaba katmadan

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

647

bir perspektif etkisi yaratması gibi, bana benim bildiğim şeyideğil, kendi gördüğü şeyi, yani ismin ona gösterdiği şeyiresmediyordu. Düşesi henüz tanımazken bile, Guermantes adı,prenses unvanıyla birleştiğinde, bir notanın, bir rengin veyasayının, etrafındaki değerlere, tabi olduğu matematik veya estetik"işarete" bağlı olarak tamamen değişmesi gibi, bana daimabambaşka bir şey çağrıştırmıştı. Guermantes adına, bu unvanlabirlikte, özellikle XIII. ve XIV. Louis dönemlerine ait hatıratlardarastlanır; ben de, Guermantes Prensesi'nin konağını LonguevilleDüşesi'nin, Büyük Conde'nin gidip geldiği bir yer olarak kafamdacanlandırdığımdan, benim bu konağa girebilmem, pek mümküngörünmüyordu bana.

İleride ele alacağım çeşitli öznel bakış açılarından kaynaklananşeylere rağmen, yapay abartılarda, yine de bütün bu insanlarda,nesnel bir gerçeklik ve dolayısıyla da aralarında farklar vardır.

Başka türlüsü mümkün müdür zaten? İlişkide olduğumuz vehayallerimize hiç benzemeyen insanlık, aslında üstün kişilerinhatıratlarında, mektuplarında tasvir edilen, tanımayı istediğimizinsanlığın aynısıdır. Birlikte bir akşam yemeği yediğimiz, sıradanihtiyar, '70 Savaşı'yla ilgili bir kitapta, Prens Friedrich Karl'ayazdığı gururlu mektubu, duygulanarak okuduğumuz kişidir.Yemek yerken, hayalgücü ortada olmadığı için sıkılır, kitapokurken ise, hayalgücü bize arkadaşlık ettiğinden, eğleniriz. Oysaaynı kişiler söz konusudur. Sanatların koruyucusu Mme dePompadour'u tanımış olmayı isteriz; halbuki tamsak, müthişsıradan oldukları için/bir daha evlerine gitmeye cesaretedemediğimiz, günümüzün Egeria'ları kadar sıkıcı bulurdukkendisini. Buna rağmen, farklar var olmaya devam eder. İnsanlar,hiçbir zaman birbirlerine tam olarak benzemezler; bize karşıtutumları, aynı dostluk derecesinde bile, sonuçta birbirinidengeleyen farklılıklar gösterir. Mme de Montmorency'yle

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

648

tanıştığımda, bana tatsız şeyler söylemekten hoşlanıyordu, amabir yardıma ihtiyacım olduğunda da, hiçbir şeyi esirgemeden,bütün nüfuzunu gayet etkin bir biçimde kullanırdı. Öte yandanbir başkası, mesela Mme de Guermantes, asla beni üzmek istemez,hakkımda sadece hoşuma gidecek şeyler söyler, Guermantes'larınzengin manevi yaşayışını oluşturan bütün kibarlıklarla benikuşatırdı, ama bunun dışında, kendisinden en ufak bir şeyisteseydim, isteğimi yerine getirmek için kılını kıpırdatmazdı;tıpkı bazı şatolarda, hizmetinize bir otomobil, bir oda hizmetkârıverilmesi, ama davetin düzenlenmesinde öngörülmemiş birbardak elma şarabını bulmanızın imkânsız oluşu gibi. Hangisibenim için gerçek bir dosttu: beni kırmaktan büyük haz duyan veher an yardım etmeye hazır Mme de Montmorency mi, yoksabirisi azıcık canımı sıksa üzülen ve bana yardım etmek için enküçük bir çaba göstermeyen Mme de Guermantes mı? Öteyandan, Guermantes Düşesi'nin, sadece havadan sudan, sonderece vasat bir zekâya sahip olan kuzinininse, daima ilginçşeylerden söz ettiği söylenirdi. Yalnız edebiyatta değil, sosyetedede, zekânın türleri o kadar çeşitli ve birbirine zıttır ki, karşılıklıbirbirini küçümseme hakkına sahip olanlar, sadece Baudelaire'leMerimee değildir. Bu özellikler, her insanda öylesine tutarlı vezorbaca bir bakış, konuşma ve davranış sistemi oluşturur ki, oinsanın karşısındayken, bu sistem, diğerlerinin hepsinden üstüngörünür bize. Mme de Guermantes'in, kendi zekâ türünden, birteorem gibi türeyen sözleri, bana, söylenmesi gereken yegânesözler gibi gelirdi. Düşes, bana Mme de Montmorency'nin aptal,zihninin de anlamadığı her şeye açık olduğunu söylediğinde yada bir kötülüğünü duyup da, "Siz buna iyi bir kadın diyorsunuz,ben canavar diyorum," dediğinde, aslında fikrine katılıyordum.Ne var ki, Mme de Guermantes'tan uzak olduğumda, başka birkadın, kendisini benimle aynı konumda, düşesi ise bizden çokdaha aşağı düzeyde kabul edip, "Oriane aslında hiçbir şeyle, hiç

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

649

kimseyle ilgilenmez," hattâ (kendisi tam tersini söylediğinden,Mme de Guermantes'in yanında inanılması imkânsız gibigörünecek bir değerlendirme yaparak), "Oriane snoptur,"dediğinde, karşımızdaki gerçekliğin bu baskısı, uzakta kalanşafağı basit bir anı kadar soluk gösteren lamba ışığının budoğruluğu, kaybolup gidiyordu. Mme d'Arpajon'la Mme deMontpensier'yi türdeş niceliklere dönüştürmemizi sağlayacakmatematiksel bir yöntem bulunmadığından, hangisini üstünbulduğum sorulacak olsa, cevap veremezdim.

Guermantes Prensesi'nin salonuna özgü nitelikler arasında, ençok sözü edilen, kısmen prensesin kraliyet soyundan olmasındankaynaklanan tekelci bir anlayış ve bilhassa da, prensin aristokratönyargılarının fosilleşmiş denebilecek bağnazlığıydı (zaten dükledüşes de, benim yanımda bu önyargıları alaya almaktan gerikalmamışlardı) ve bu da, doğal olarak, prenslerle düklerden başkaherkesi yok sayan, her akşam yemeğinde, sofrada, soybilim vetarih konusundaki engin bilgisi sayesinde bir tek kendisininfarkında olduğu XIV. Louis döneminde hakkı olan yereoturtulmadığı için olay çıkaran bu adamın, beni davet etmişolmasına inanmamı iyice zorlaştırıyordu. Sosyete mensuplarınınçoğu, bu yüzden, Guermantes kuzenleri birbirinden ayıranfarklar konusunda, dükle düşesten yana tercih kullanırlardı."Dükle düşes, çok daha modern, çok daha zekidirler; öbürleri gibi,bir tek kaç kuşaktır soylu olduğunuzla ilgilenmezler; onlarınsalonu, kuzenlerininkinden üç yüz yıl ileridedir," gibi çokkullanılan cümleleri, şimdi, aldığım davetiyeye bakarkenhatırladıkça, ürperiyor, davetiyeyi, aldatmacadan hoşlananbirisinin göndermiş olmasının, çok daha muhtemel olduğunudüşünüyordum.

Hiç değilse, Guermantes Dükü ve Düşesi Cannes'da olmasalardı,aldığım davetiyenin gerçek olup olmadığını onlardan öğrenmeye

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

650

çalışabilirdim, içinde bulunduğum bu şüphe, bir ara hayalekapılıp zannettiğim gibi, bir sosyete mensubununhissetmeyeceği ve dolayısıyla bir yazarın, aslında yüksek sosyetesınıfına dahil olsa da, "nesnel" olmak ve her sınıfı farklı tasviretmek amacıyla yansıtması gereken bir duygu bile değildir. Hattâdaha geçenlerde, çok hoş bir hatıratta, prensesin davetiyesininbana yaşattığı belirsizliklerin bir benzerine rastladım. "Georges'labirlikte," (ya da Hely'yle birlikte; kitap elimin altındabulunmadığından, doğrusu hangisi diye bakamıyorum), "MmeDelessert'in salonuna kabul edilmek için öyle yanıptutuşuyorduk ki, ondan bir davetiye aldığımızda, her birimizkendi hesabına, ihtiyatlı davranıp bir 'Nisan bir' şakasına kurbangitmediğimizden emin olmak istedik." Oysa anlatıcı,Haussonville Kontu'nun ta kendisi (Broglie Dükü'nün kızıylaevlenen), "kendi hesabına" aldatılmadığından emin olmakisteyen öteki genç ise, M. d'Haussonville'in, içtikleri su ayrıgitmeyen iki arkadaşından biri, adı Georges ise M. d'Harcourt,Hely ise Chalais Prensi'dir.

Guermantes Prensesi'nin evindeki davetin olacağı geceningündüzünde, dükle düşesin, bir gün önce Paris'e döndükleriniöğrendim ve sabah, ziyaretlerine gitmeye karar verdim. Amaevden erken çıkmışlar, hâlâ dönmemişlerdi. Önce, iyi bir gözcünoktası olduğunu düşündüğüm, küçük bir odada, arabanınyolunu bekledim. Aslında, çok kötü bir gözetleme noktasıseçmiştim; bizim avluyu zar zor görüyordum, ama hiçbir faydasağlamadan, bir süre beni oyalayan başka avlular görüyordum.Ressamlara cazip gelen, aynı anda birçok evin birden görüldüğümanzaralar, yalnız Venedik'te değil, Paris'te de vardır. Venedikrasgele seçtiğim bir örnek değil. Paris'in bazı yoksul semtleri,sabah vakti, güneşin en canlı pembe tonlarına, en açık kırmızıtonlarına boyadığı dar ağızlı, yüksek bacalarıyla, Venedik'inyoksul semtlerini hatırlatır; evlerin tepesinde çiçek açan kocaman

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

651

bir bahçe vardır sanki, üstelik de öyle çeşitli tonlarda çiçekler açarki, Delft'li ya da Haarlem'li bir lale meraklısının, şehrin üzerindekibahçesi gibidir. Ayrıca, karşılıklı pencereleri aynı avluya bakanevlerin aşırı yakınlığı, her pencereyi bir resmin çerçevesi halinegetirir: birinde bir aşçı kadın, yere bakarak hülyalara dalmıştır, birbaşkasında genç bir kız, gölgede belli belirsiz seçilebilen, büyücüyüzlü, yaşlı bir kadına saçlarını taratmaktadır; böylece her avlu,aradaki mesafeyle sesleri bastırarak, sessiz hareketleri, kapalıpencerelerde, camın ardındaki bir dikdörtgen içinde göstererek,komşu eve, yan yana yerleştirilmiş onlarca Hollanda resmindenoluşan bir sergi sunar. Guermantes Konağı'ndan görünenler, butür manzaralar değildi şüphesiz, ama ilginç görüntüler vardı;özellikle de yerleştiğim garip trigonometrik noktadanbakıldığında, öndeki görece boş arazi çok meyilli olduğundan, M.de Guermantes'in, benim tanımadığım, çok soylu kuzinleriSilistre Prensesi'yle Plassac Markizi'nin ta uzaktaki yüksekkonağına kadar, görüntüyü kesen hiçbir şey yoktu. Bu konağa(babaları M. de Brequigny'ye aitti) kadar, görüntüyü bölmeden,eğik düzeyleriyle mesafeyi uzatan, çok çeşitli yönlere bakan, alçakbinalar vardı sadece. Frecourt Markisi'nin arabalarını çektiğigarajın kırmızı kiremitten kulesi, daha yüksekti, ama o kadarinceydi ki, hiçbir şeyi kapatmıyor, İsviçre'de bir dağın eteğinde,tek başına yükselen, o güzel, eski yapıları hatırlatıyordu.Bakışların aralarında gezindiği bütün bu belirsiz, ayrı ayrınoktalar, Mme de Plassac'ın, aslında yakınımızda, ama bir Alpdağları manzarası gibi hayalî olarak uzaklaşmış olan konağını,aramızda çok sayıda sokak veya dağ kolu varmışçasına,uzaktaymış gibi gösteriyordu. Konağın, neceftaşı tabakaları gibigüneşi yansıtan, iri, kare pencereleri temizlik yapılırkenaçıldığında, değişik katlarda, açıkça seçilemeyen uşakların halısilkişini görmek, Turner'ın ya da Elstir'in bir peyzajında, SankiGotthard'ın değişik yüksekliklerinde, yolcu arabasında bir yolcu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

652

veya bir kılavuz görmek kadar zevkliydi. Ama yerleştiğim bu"gözlem noktasından", M. veya Mme de Guermantes'in geldiğinigöremeyebilirdim; bu yüzden, öğleden sonra, serbest kalıp tekrarnöbetime döneceğim zaman, doğrudan merdivene yerleştim;buradan, araba kapısının açılışını görmemem imkânsızdı;Brequigny konağının, mesafeyle ufalmış, temizlik yapanuşaklarıyla göz kamaştıran o güzel Alp manzaraları buradangörülemediği halde, merdivende nöbet tuttum. İştemerdivendeki bu bekleyiş, benim için o kadar önemli sonuçlardoğurdu ve bu kez bir Turner manzarasını değil de, o kadarönemli bir manevi manzarayı açığa çıkardı ki, bunu anlatmayıbiraz erteleyip, önce, Guermantes'ların dönüşünde kendilerineyaptığım ziyareti aktarmak, daha yerinde olacak.

Beni dük tek başına, çalışma odasında ağırladı. Ben içerigireceğim sırada, odadan bembeyaz saçlı, yoksul görünümlü,Combray noteri ve büyükbabamın birçok arkadaşı gibi, ince,siyah bir kravat takmış, ama onlardan daha çekingen, ufak tefekbir adam çıktı ve bana hararetli selamlar vererek, ben geçmedenkatiyen aşağı inmedi. Dük, çalışma odasından bağırarak,anlayamadığım bir şey söyledi kendisine, o da tekrar, dükgöremediğinden, duvara yönelen selamlarla karşılık verdi; amayine de, telefonda konuşurken anlamsız bir şekilde gülümseyeninsanlar gibi, arka arkaya selam vermeyi sürdürdü; incecik bir sesivardı, bir işadamı alçakgönüllülüğüyle, bir kez daha selamladıbeni. Gerçekten de Combray'li bir işadamı olabilirdi; tamCombray'nin taşralı, modası geçmiş, tatlı, sıradan insanlarının,mütevazı ihtiyarlarının tarzına sahipti.

"Oriane birazdan gelecek," dedi dük, içeri girdiğimde. "Swannbiraz sonra Malta Şövalyeleri tarikatının paraları hakkındakiincelemesinin provalarım ve daha da beteri, bu paraların ikiyüzünün devasa bir fotoğrafını getirmek üzere gelecek; Oriane da

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

653

akşam yemeğine çıkıncaya kadar onunla birlikte olabilmek için,önceden giyinmeyi tercih etti. Zaten her taraf eşyalarla dolu,nereye koyacağımızı şaşırdık; o fotoğrafı nereye sıkıştıracağımızımerak ediyorum doğrusu. Ama karım fazlasıyla kibar bir kadın,insanların hoşuna gidecek şeyler yapmayı fazlasıyla seviyor.Swann'ın, Rodos'ta madalyalarını bulduğu bütün tarikat pirleriniyan yana görmeyi istediğini Swann'a söylemenin hoş olacağınıdüşündü. Malta demiştim, Rodos aslında, ama ikisi de aynıtarikat: St. Jean Şövalyeleri. Aslında, karım bütün bunlarla, sırfSwann meşgul oluyor diye ilgileniyor. Ailemiz, bütün bumeselenin içindedir; bugün bile, sizin de tanıdığınız kardeşim,Malta Şövalyeleri'nin en yüksek mevkilerinden birindedir. Amabütün bunlardan Oriane'a ben söz etsem, beni dinlemezdi bile.Oysa Swann'ın Templier tarikatıyla ilgili araştırmaları (bir dindenolan insanların, başka insanların dinini incelemek konusundainanılmaz bir tutkuları oluyor), kendisini Templier Şövalyelerininmirasçısı olan Rodos Şövalyelerinin tarihini incelemeyesürükleyince, Oriane derhal bütün şövalyelerin yüzlerini görmekistedi. Bizim doğrudan soyundan geldiğimiz Kıbrıs krallarıLusignan'lara kıyasla, pek sıradan adamlardı. Ama Swann henüzkendileriyle ilgilenmediğinden, Oriane da Lusignan'larla katiyenilgilenmiyor."

Ziyaretimin sebebini düke hemen söyleyemedim. SilistrePrensesi ve Montrose Düşesi gibi bazı akrabaları ve dostları, çoğukez akşam yemeğinden önce misafir kabul eden düşesi ziyaretegeldiler; düşesi bulamayınca, dükle biraz oturdular. Buhanımlardan ilki (Silistre Prensesi) sade giyimliydi, soğuk fakatkibardı ve elinde bir baston vardı. Başlangıçta, bir kaza geçirmişolabileceğini düşündüm. Tam tersine, son derece sağlamdı. M. deGuermantes'a, kederli bir tavırla, dükün kardeş çocuklarındanbirinden –ailenin Guermantes kolundan değil, böyle bir şeymümkünse, daha da soylu bir kolundan biri– söz etti; uzun

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

654

zamandır süren hastalığı, birden iyice ağırlaşmıştı. Ne var ki,dükün, kuzeninin kaderine acıyıp, "Zavallı Mama! O kadar iyiçocuktur ki," diye tekrarlamakla birlikte, olumlu bir teşhisiolduğu açıktı. İşin aslı şuydu: Dük, davetli olduğu akşamyemeğinin eğlenceli olacağını, Guermantes Prensesi'nin büyükdavetinin de sıkıcı olmayacağını düşünüyordu, ama hepsindenönemlisi, sabahın saat birinde, karısıyla birlikte, şaşaalı birgeceyarısı yemeği ve kıyafet balosuna katılacaktı; kendi XI. Louiskıyafeti ve düşesin Isabeau de Baviere kıyafeti, hazır bekliyordu.Dük de, bütün bu eğlenceler arasında, sevgili Amaniend'Osmond'un ıstırabıyla keyfini kaçırmamaya niyetliydi.Ardından, yine ellerinde bastonlarla iki hanım daha, BrequignyKontu'nun kızları Mme de Plassac ve Mme de Tresmes, Basin'iziyarete geldiler ve kuzenleri Mama'nın durumunun, artıkumutsuz olduğunu bildirdiler. Dük omuz silkip konuyudeğiştirerek, akşama Marie-Gilbert'e gidip gitmeyeceklerini sordu.Hanımlar, Amanien'in durumu son derece kritik olduğu için,gitmeyeceklerini söylediler; hattâ dükün gideceği akşamyemeğine katılamayacaklarım da haber vermişlerdi; ardından,diğer yemek davetlilerini saydılar: Kral Theodosius'un kardeşi,Prenses Maria-Concepcion, vs. Osmond Markisi'yle akrabalıkları,Basin'e göre daha uzak olduğundan, onların "hazır bulunmayışı",düke, kendi tutumuna dolaylı bir kınama gibi geldi ve kendilerinepek nazik davranmadı. Bu yüzden, Brequigny Konağıtepelerinden, düşesi görmek (daha doğrusu, kuzenlerinin kaygıverici ve akrabalarının sosyete toplantılarına katılmalarıylabağdaşmayacak sağlık durumunu haber vermek) amacıyla inmişolan Walpurge ve Dorothee (iki kız kardeşin adları buydu), fazlaoturmadılar ve dağcı bastonlarıyla donanmış olarak, sarpyollarına koyuldular. Saint-Germain muhitinin belli birkesiminde çok yaygın olan bu bastonların anlamınıGuermantes'lara sormak, hiç aklıma gelmedi. Belki bütün

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

655

mahalleyi kendi beylik arazileri gibi görüp, faytona da binmektenhoşlanmadıkları için, uzun yürüyüşler yapıyorlar, aşırı avlanmaalışkanlığı ve sık sık yol açtığı attan düşmelerden kaynaklananeski bir kırık ya da Sol Yaka'nın ve eski şatoların rutubetinin sebepolduğu romatizmaları da, bu yürüyüşler için bastonu zorunlukılıyordu. Belki de mahallede böyle uzun bir yürüyüşeçıkmamışlardı da, sadece (düşesinkine uzak düşmeyen)bahçelerine inmişler, kompostolar için gerekli meyveleritoplamışlar, evlerine dönmeden önce de, Mme de Guermantes'abir uğrayıvermişler, bununla birlikte, düşesin evine bir bahçemakası veya sulama süzgeci getirecek kadar da ileri gitmemişlerdi.

Dük, döndükleri ilk gün ziyaretlerine gelmiş olmamdanduygulanmış gibiydi. Ama karısından, kuzininin beni gerçektendavet edip etmediğini öğrenmesini rica etmeye geldiğimisöyleyince, yüzü karardı. M. ve Mme de Guermantes'inyapmaktan hoşlanmadıkları türden bir yardımdı bu. Dük artıkçok geç olduğunu, prenses bana davetiye göndermemişse,davetiye istiyor durumuna düşeceğini, kuzenlerinin daha öncebir kere böyle bir ricasını geri çevirdiğini, onun da artık uzaktanyakından, listelerine karışıyormuş, "burnunu sokuyormuş" gibigörünmek istemediğini, ayrıca belki karısıyla birlikte dışarıdayemek yedikten sonra, hemen eve de dönebileceklerini, budurumda da, prensesin davetine gitmemiş olmalarına en iyimazeretin, Paris'e döndüklerini kendisinden gizlemek olacağını,halbuki benimle ilgili bir mektup gönderseler veya telefon etseler,döndüklerini haber vermiş olacaklarını, zaten artık çokgecikildiğini, ne olursa olsun, prensesin listelerinin mutlakakapanmış olacağım söyledi. "Onunla aranızda bir tatsızlık olmadı,değil mi?" dedi kuşkulu bir tonda; Guermantes'lar daima sonkavgalardan haberdar olmamaktan, insanların, onlarınaracılığıyla birbirleriyle barışmak isteyeceğinden korkarlardı.Nihayet, dük, kabalık olarak görülebilecek her tür kararın

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

656

sorumluluğunu kendi üzerine alma alışkanlığıyla, "Bakındelikanlı," dedi birden, sanki bu fikir aklıma ansızın gelmiş gibi,"aslında bu konuştuklarımızdan Oriane'a hiç bahsetmesem dahaiyi olur gibi geliyor bana. Ne kadar kibar olduğunu biliyorsunuz,hem sizi de çok sever, ben ne dersem diyeyim, kuzinine birinigönderip sordurtmak isteyecektir; bu sefer, yemekten sonra çokyorgun olursa, mazeretimiz kalmayacağından, davete gitmeyemecbur olacak. Yo, hayır, kesinlikle tek kelime söylemeyeceğimona. Zaten siz de birazdan göreceksiniz kendisini. Bu konudahiçbir şey söylemeyin lütfen. Davete gitmeye karar verirseniz,geceyi sizinle birlikte geçirmekten ne büyük mutlulukduyacağımızı söylememe bile gerek yok." İnsanca gerekçeler,fazlasıyla kutsal olduklarından, bu gerekçeleri dinleyen kişi,içtenliklerine inansa da, inanmasa da, karşılarında saygıylaeğilmek zorundadır; benim davet edilmeme karşılık, Mme deGuermantes'in yorulması ihtimalini, bir an bile terazide tartar gibigörünmek istemedim ve M. de Guermantes'in numarasınakesinlikle aldanmışım gibi, ziyaretimin amacından düşesebahsetmeyeceğime söz verdim kendisine. Prensesin evinde, Mmede Stermaria'ya rastlama ihtimalimin olup olmadığını sordumdüke.

"Yok canım," dedi, bilgiç bir tavırla; "söylediğiniz ismi kulüpyıllıklarında gördüğüm için biliyorum; Gilbert'in evine, katiyenbu tür insanlar gitmez. Orada sadece, aşırı derecede seçkin ve çoksıkıcı insanlara rastlayacaksınız: yok olduğunu zannettiğiniz vebu vesileyle ortaya çıkarılmış unvanlar taşıyan düşesler, bütünbüyükelçiler, çok sayıda Cobourg, yabancı prensler, amaStermaria'nın gölgesini bile görmeyi ummayın. Böyle bir şeyeihtimal vermiş olmanız bile, Gilbert'i hasta edebilir. Aklımagelmişken, siz resimden hoşlanıyordunuz, size kuzenimdenaldığım harika bir tabloyu göstereceğim; kısmen, o kesinliklesevmediğimiz Elstiı'lere karşılık olarak aldık. Philippe de

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

657

Champagne niyetine sattılar bana, ama ben çok daha önemlibirine ait olduğunu sanıyorum. Benim fikrimi merak ediyormusunuz? Bence Velâzquez'in, hem de en güzel döneminden,"dedi dük, gözlerimin içine bakarak, belki bende yarattığı etkiyiöğrenmek, belki de artırmak için. İçeri bir uşak girdi.

"Saygıdeğer düşes, saygıdeğer dükten, M.Swann'ı ağırlamalarınırica ediyor; çünkü saygıdeğer düşes henüz hazır değilmiş."

"M.Swann'ı içeri alın," dedi dük, saate baktıktan ve gidipgiyinmesine birkaç dakika daha olduğunu gördükten sonra."Swann'a gelmesini söyleyen karım, doğal olarak hazır değil.Swann'ı yanında, Marie-Gilbert'in davetinden söz etmemekyerinde olur," dedi dük. "Davetli olup olmadığını bilmiyorum.Gilbert, Swann'ın, Berri Dükü'nün gayrimeşru torunu olduğunainandığından, kendisini çok sever, uzun bir hikâyedir. (Yoksadüşünsenize, kuzenim yüz metre ötede bir Yahudi gördüğünde,deliye döner!) Ama bu aralar Dreyfus Davası çok hararetlendi,Swann, bu insanlarla bütün ilişkisini kesmesi gerektiğini,herkesten önce anlamalıydı; oysa tam tersine, tatsız sözlersöylüyor."

Dük, uşağı çağırıp kuzeni d'Osmond'a gönderdiği uşağındönüp dönmediğini sordu. Aslında dükün planı şuydu:Kuzeninin haklı olarak, ölmek üzere olduğunu düşündüğünden,ölmeden, yani mecburi matemden önce, kendisinden haberalmayı istiyordu. Amanien'in hâlâ hayatta olduğuna dair resmîbir güvence aldıktan sonra da, çekip akşam yemeğine, prensindavetine, XI. Louis kılığında, yeni metresiyle ilginç randevusuna,kıyafet balosuna gidecek ve ancak ertesi gün, eğlenceler bittiktensonra tekrar haber aldıracaktı. O zaman, eğer kuzen gece vefatetmişse, yas tutmaya başlayacaklardı. "Hayır sayın dük, henüzdönmedi." - "Lanet olsun! Bu evde her iş son dakikada yapılıyor,"dedi dük, Amanien'in akşam gazetesine yetişecek şekilde

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

658

"gebermeye" ve kendisini balodan mahrum etmeye vakitbulduğunu düşünerek. Le Temps gazetesini istetti, orada bir şeyyoktu.

Swann'ı çok uzun süredir görmemiştim; bir an, acaba eskidenbıyıksız mıydı, ya da saçları alabros mu kesiliydi diye düşündüm,bir değişiklik vardı zira üzerinde; aslında değişiklik, gerçekten deçok "değişmiş" olmasıydı; çünkü çok hastaydı, hastalık ise, sakalbırakmak veya saçını ters taraftan ayırmak kadar büyükdeğişiklikler yaratır insanın yüzünde. (Swann'ın hastalığı,annesini öldürmüş ve onu tam da Swann'ın şu anda olduğu yaştayakalamış olan hastalıktı. Aslında hayatlarımız, kalıtımyüzünden, yeryüzünde gerçekten büyücüler varmışçasına,gizemli şifrelerle, nazarlarla doludur. Ve nasıl ki genelde insanlıkiçin belirli bir yaşama süresi varsa, özelde aileler, yani aile içindebirbirine benzeyen bireyler için de, belli bir yaşama süresi vardır.)Swann, tıpkı karısı gibi, eski haliyle yeni halini bağdaştıran birzarafetle giyinmişti. Üstünde uzun boyunu ortaya çıkaran, incebedenini saran, inci grisi bir redingot, ellerinde siyah çizgili beyazeldiven, başında, Delion'un artık sadece Swann, Sağan Prensi, M.de Charlus, Modena Markisi, M.Charles Haas ve Kont Louis deTurenne için yaptığı, yukarıya doğru genişleyen, gri bir silindirşapka vardı. Swann, selamıma sevecen bir tebessüm ve dostça birel sıkışıyla karşılık verince, şaşırdım; çünkü aradan bu kadarzaman geçtikten sonra, beni hemen tanıyacağınıdüşünmemiştim; şaşırdığımı kendisine de söyledim; benitanımayacağım tahmin etmem, zihninin sağlamlığından veyasevgisinin samimiyetinden şüphe etmek anlamına geliyormuşgibi, kahkahalarla, biraz kızararak ve tekrar elimi sıkarak karşılıkverdi sözlerime. Oysa gerçekten, tahmin ettiğim gibi olmuştu;çok sonra öğrendim ki, beni birkaç dakika sonra, ismimi duyuncatanımıştı ancak. Ama sosyete yaşantısı oyununda öyle bir ustalıkve güven kazanmıştı ki, çehresinde de, sözlerinde, bana

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

659

söylediklerinde de, M. de Guermantes'in bir cümlesiylegerçekleşen keşfini ele veren en ufak bir değişiklik olmadı.Aslında Swann, bu sosyete oyununa, giyim kuşam konusundabile, Guermantes tarzına özgü, kişisel davranış doğallığını veinisiyatifini katardı. Bu yüzden de, bu yılların kulüp erkeğinin,beni tanımadan verdiği selam, tamamen şekilci bir sosyetemensubunun soğuk ve katı selamı değil, gerçek bir kibarlık vezarafet içeren bir selamdı; tıpkı Saint-Germain muhitihanımlarının alışıldık, mekanik selamlarına karşılık, meselaGuermantes Düşesi'nin (karşılaştığınızda, siz daha selamvermeden gülümsemeye varan) selamları gibi. Aynı şekilde,Swann'ın, kaybolmaya yüz tutan bir alışkanlık uyarınca yere,yanma bıraktığı şapkasının da, görmeye alışık olmadığımız yeşilderiden bir astarı vardı; kendisi çok daha az kirlenmesini nedenolarak gösterdiği halde, asıl neden, ona çok yakışmasıydı.

"Charles, siz bu konuda uzmansınız, size bir şey göstereceğim;ondan sonra da, izninizle sizi biraz yalnız bırakacağım çocuklar,ben gidip üzerime bir frak geçireceğim; zaten Oriane da gecikmezsanırım." Dük, bu sözlerin üzerine "Velâzquez"ini Swann'agösterdi. "Ama ben bu resmi tanıyor gibiyim," dedi Swann,konuşmanın bile yorduğu hasta insanların acılı yüz ifadesiyle.

"Evet," dedi dük, uzmanın, hayranlığını belirtmekte gecikmesiyüzünden ciddileşerek. "Gilbert'in evinde görmüş olmalısınız."

"Evet, doğru, hatırladım.""Sizce kim bu?""Gilbert'in evinde olduğuna göre, herhalde atalarınızdan

biridir," dedi Swann, bir alay ve saygı karışımıyla; soyluluğuküçümsemenin terbiyesizlik ve gülünç olacağını düşünmeklebirlikte, zevk sahibi bir insan olarak, alaya almadan sözünü etmekde istemiyordu.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

660

"Tabii canım," dedi dük sertçe. "Boson'un portresi, bilmemkaçıncı Guermantes. Ama o benim umurumda değil. Kuzenimkadar feodal değilimdir, bilirsiniz. Ben Rigaud, Mignard, hattâVelâzquez dendiğini duydum!" dedi dük; hem düşüncesiniokumaya, hem de cevabını etkilemeye çalışarak, Swann'a hem biryargıç hem de bir işkenceci gibi bakıyordu. "Ama," dedi sonunda,(çünkü arzuladığı bir fikri yapay olarak, zorla ortaya çıkarmayamecbur kaldığında, bir süre sonra fikrin kendiliğinden çıktığınainanmak gibi bir huyu vardı), "iltifat olsun diye söylemeyin. Sizcesaydığım büyük ustalardan birine ait olabilir mi?"

"Hmm... hayır," dedi Swann."Peki öyleyse, ben anlamam tabii, bu nesneyi kimin yaptığına

karar vermek bana düşmez. Ama siz meraklısınız, bu konudauzmansınız, kime malediyorsunuz?"

Swann, çok çirkin bulduğu açıkça belli olan tuvalin karşısındabir an duraksadı. "Kötü niyete!" diye cevap verdi gülerek; dük,kızgınlığını belirten bir hareket yapmaktan kendini alamadı.Öfkesi yatışınca, "İkinizden de rica ediyorum," dedi, "Oriane'ıbekleyin birkaç dakika, ben penguen kıyafetimi giyip geliyorum.İkinizin de kendisini beklediğinizi hatuna haber vermelerinisöyleyeceğim."

Swann'la, Dreyfus Davası hakkında konuştum bir süre ve niçinbütün Guermantes'ların Dreyfus aleyhtarı olduklarını sordum."Her şeyden önce, bu insanların hepsi aslında Yahudi düşmanıoldukları için," diye cevap verdi Swann; aslında bazılarının Yahudidüşmanı olmadığını, tecrübelerinden gayet iyi biliyordu, amaateşli bir fikre sahip bütün insanlar gibi, o da, bazı insanların bufikri paylaşmamasını, kendilerine, tartışılabilecek nedenler değil,karşısında çaresiz kalman bir önyargı atfederek açıklamayı tercihediyordu. Ayrıca, hayatının vakitsiz sonuna geldiğinden,hırpalanan, yorgun bir hayvan gibi, bu zulümlere lanet okuyor,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

661

atalarının Hak yoluna dönüyordu."Guermantes Prensi'nin gerçekten de Yahudi düşmanı

olduğunu duymuştum," dedim."Ah! Onu söylemeye bile gerek duymuyorum. Öyle aşırı bir

Yahudi düşmanıdır ki, subaylığı sırasında, korkunç bir diş ağrısıçektiğinde, yöredeki tek diş hekimi Yahudi olduğundan, onagitmektense acı çekmeyi tercih etmiş, daha sonra da, şatosununbir kanadında yangın çıktığında, komşu şato Rothschild'lerinolduğundan, onlardan tulumba istemektense, yangınısöndürmemeyi yeğlemiştir."

"Aklıma gelmişken, bu gece prensin evine gidecek misiniz?""Evet," diye cevap verdi Swann. "Gerçi oldukça yorgunum ama,

telgraf çekip bana bir şey söylemek istediğini bildirmiş.Önümüzdeki günlerde evine gidemeyecek, kendi evimde de onuağırlayamayacak kadar rahatsız olacağımı hissediyorum;fazlasıyla sarsacak beni, onun için bir an önce gidip kurtulmayıtercih ediyorum."

"Ama Guermantes Dükü, Yahudi düşmanı değil.""Dreyfus aleyhtarı olduğuna göre, demek ki Yahudi düşmanı,"

dedi Swann, mantık hatası yaptığını farketmeden. "Buna rağmen,sözde Mignard'ını veya her kimse, beğenmeyerek adamı –ben nediyorum, dükü!– hayal kırıklığına uğrattığıma üzüldümdoğrusu."

"Ama yine de," diye devam ettim, Dreyfus Davası'na dönerek,"düşes akıllı bir insan."

"Evet, harikadır. Aslında bana kalırsa, Laumes Prensesi olduğusıralarda daha da harikaydı. Zekâsı adeta bir köşelilik kazandı; gençbir soylu hanımefendiyken, daha tatlıydı. Ama ne olursa olsun,genciyle yaşlısıyla, kadınıyla erkeğiyle, bütün bu insanlar kendi

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

662

başlarına ayrı bir ırktır; insan, kanında bin yıllık bir feodaliteyitaşıyıp da bağışık kalamaz. Doğal olarak onlar, bunun fikirlerinihiç etkilemediğini sanırlar."

"Buna rağmen, Robert de Saint-Loup Dreyfus taraftarı ama.""Ya! Bravo, üstelik biliyorsunuz, annesi aşırı bir aleyhtar. Öyle

olduğunu söylemişlerdi, ama emin değildim. Çok memnunoldum. Şaşırmadım doğrusu, çok zeki bir insandır. Bu çok önemlibir şey."

Dreyfus taraftarlığı, Swann'da olağanüstü bir saflığa yol açmış,olaylara bakışı, bir zamanlar Odette'le evliliğinin etkisiyleolduğundan daha fevri, daha mantıksız hale gelmişti; buna,seviye düşüşünden ziyade, yeniden seviyelendirme demek dahadoğru olurdu ve kendisi için onur verici bir şeydi; çünküatalarının gelmiş olduğu ve kendisinin aristokratlarla ilişkileriyüzünden saptığı yola geri dönmesini sağlamışti. Ne var ki,bilinçli bir insan olan Swann, tam da atalarından kendisine miraskalan ilkeler sayesinde, sosyete mensuplarının henüz göremediğibir gerçeği görebileceği anda, gülünç bir körlük sergilemekteydi.Bütün beğenilerini, bütün horgörülerini yeni bir ölçüte, Dreyfustaraftarlığına göre tekrar sınıyordu. Onun, Dreyfus aleyhtarlığıyüzünden Mme Bontemps'ı aptal bulması, evlendiğinde akıllıbulmuş olmasından daha şaşırtıcı değildi. Bu yeni dalganınsiyasal hükümlerini de etkilemesi, Clemenceau'yu tüccar, İngilizcasusu diye nitelendirdiğini (Guermantes çevresinin birsaçmalığıydı bu) unutup, şimdi, "Hayır, asla aksini söylemedim.Yanlış hatırlıyorsunuz," diyerek, Cornely gibi onu da daimanamuslu, kaya gibi sağlam bir adam olarak gördüğünü iddiaetmesi de pek vahim değildi. Ama dalga, siyasal hükümlerinin deötesinde, Swann'ın edebî hükümlerini, hattâ onları ifade edişbiçimini altüst ediyordu. Barres bütün yeteneğini kaybetmişti;gençlik eserleri bile cılızdı, tekrar okunmaları mümkün değildi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

663

"Bir deneyin, sonuna kadar okuyamayacaksınız. Clemenceau'ylaaralarında ne müthiş bir fark var! Ben kilise aleyhtarı değilimdir,ama onunla karşılaştırınca, Barres'nin kemiksiz olduğu nasıl dabelli oluyor! Clemenceau çok müthiş bir adam. Dile nasıl hâkim!"Öte yandan, Dreyfus aleyhtarlarının bu çılgınlıkları eleştirmeyehakları yoktu. Onlar da, Dreyfus taraftarlığını, Yahudi kökenliolmaya bağlıyorlardı. Saniette gibi dinibütün bir Katolik, davanınyeniden görülmesinden yanaysa, aşırı bir radikal olarak hareketeden Mme Verdurin tarafından beyni yıkandığı içindi. MmeVerdurin, en başta papazlara karşıydı. Saniette kötü değil, aptaldıve Patroniçe'nin kendisine ne kadar zararı dokunduğununfarkında değildi. Brichot'nun da Mme Verdurin'le dost olduğu,ama "Fransız Vatanseverler Cephesi" üyesi olduğu söylenip itirazedilecek olursa, cevap, onun daha zeki olduğuydu.

"Arasıra görüyor musunuz kendisini?" dedim Swann'a, Saint-Loup'yu kastederek.

"Hayır, hiç. Geçen gün bir mektup aldım kendisinden, MouchyDükü'nden ve başka birkaç kişiden, Jockey Kulübü'nde ona oyvermelerini rica etmemi istiyordu; zaten üyeliği hemen kabuledildi."

"Dreyfus Davası'na rağmen!""Konu ortaya atılmadı. Aslında ben bu olaylardan sonra, oraya

adım atmaz oldum."M. de Guermantes yanımıza döndü; az sonra karısı, hazırlığını

tamamlamış olarak, payetlerle işlenmiş kırmızı saten bir elbiseiçinde, upuzun boyuyla içeri girdi, muhteşem görünüyordu.Saçında, koyu kırmızıya boyanmış iri bir devekuşu tüyü,omuzlarında da aynı kırmızıdan bir tül eşarp vardı. "'Şapkaya yeşilastar taktırmak çok iyi fikir," dedi gözünden hiçbir şey kaçmayandüşes. "Zaten sizin her şeyiniz güzeldir Charles, giyiminiz kadar

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

664

sözleriniz, okuduklarınız ve yaptıklarınız da." Swann bu aradasöylediklerini duymazmış gibi, bir ustanın resmini incelercesine,düşesi inceliyordu; ardından düşesle göz göze gelip, "Vay canına!"anlamına gelecek bir mimik yaptı. Mme de Guermanteskahkahalarla gülmeye başladı. "Tuvaletimi beğendiniz, çokmemnun oldum. Ama benim pek hoşuma gitmiyor doğrusunuisterseniz," diye devam etti somurtarak. "Tanrım, insan evindeoturmaya can atarken, giyinip dışarı çıkmak ne kadar sıkıcı birşey!"

"Ne muhteşem yakutlar bunlar!""Ah! Sevgili Charles, en azından siz bu konulardan

anlıyorsunuz, bunlar hakiki mi diye soran o cahil Monserfeuilgibi değilsiniz. Doğrusu ben de bu kadar güzelini hiç görmedim.Grandüşesin hediyesi bunlar. Benim zevkime göre biraz fazla iri,ağzına kadar dolu şarap kadehini hatırlatıyorlar biraz, ama bu geceMarie-Gilbert'in evinde grandüşesi göreceğimiz için taktım," diyeekledi Mme de Guermantes, bu sözlerinin, dükünkileriyalanladığını hiç aklından geçirmeden.

"Prensesin evinde ne var?" diye sordu Swann."Önemli bir şey değil!" diye atıldı dük, Swann'ın sorusundan,

davet edilmediği sonucunu çıkararak."Nasıl değil Basin? Kim var kim yoksa, herkes davetli. Mahşer

gibi olacak," dedi düşes, sonra duygulu bir tavırla Swann'abakarak ekledi: "Bu elektrikli havaya rağmen fırtına kopmazsa, omüthiş bahçe çok güzel olacak ama. Siz bahçeyi bilirsiniz. Bir ayönce, leylaklar açmışken gitmiştim, ne kadar güzel olduğunuhayal edemezsiniz. Sonra o fıskiye, kısacası, Paris'in ortasında birVersailles denebilir."

"Prenses nasıl bir hanımdır?" diye sordum.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

665

"Biliyorsunuz ya, burada görmüştünüz kendisini; ayın ondördü gibi güzeldir, biraz salaktır, bütün o Alman kibrine rağmençok sevimlidir, son derece merhametli ve bir o kadar dapatavatsızdır."

Swann, Mme de Guermantes'in o sırada "Guermantes tarzıespri" yaptığını farkedecek inceliğe sahipti; üstelik düşes, pekfazla zahmete de katlanmıyordu, eski esprilerini daha sıradan birbiçim vererek sunmakla yetiniyordu. Bununla birlikte, Swann,düşese, espri yaptığını anladığım kanıtlamak için, sankisöyledikleri gerçekten komikmiş gibi, biraz zorlama bir tavırlagülümsedi; samimiyetsizliğin bu özel türü karşısında, birzamanlar annemle babamın, M.Vinteuil'le, kimi çevrelerdekiyozlaşmayı konuştuklarını (oysa Montjouvain'de hüküm sürenyozlaşmanın çok daha aşırı olduğunu gayet iyi biliyorlardı) veyaLegrandin'in sosyetedeki aptalların karşısında, konuşmasınaincelikler kattığını, zengin veya şık, ama cahil dinleyicileritarafından anlaşılmayacağım pekala bildiği özel sıfatlar seçtiğiniduyduğum zaman yaşadığım utancın aynısını hissettim.

"Yapmayın Oriane, neler söylüyorsunuz?" dedi M. deGuermantes. "Marie mi aptal? Okumadığı kitap yoktur, doğuştanmüzisyendir."

"Ah, zavallı Basin'çiğim benim, yeni doğmuş bebek gibisiniz.İnsan bütün bunların yanısıra alık da olabilir! Esasen alık birazabartılı bir kelime, Marie bulutlarda gezer, Hessen-Darmstadt'tır,Kutsal Roma-Germen imparatorluğu ve mızmızdır. Telaffuzu bilesinirime dokunur. Bununla birlikte, tatlı bir kaçık olduğunukabul ediyorum. Zaten Alman tahtından inip tam bir burjuvagibi, sıradan bir vatandaşla evlenmiş olması, başlı başına bir şey!Kocasını kendisi seçtiği bir gerçek! Doğru söylüyorum," dedi banadönerek, "siz Gilbert'i tanımıyorsunuz. Size bir örnek vereyim: Birzamanlar, ben Mme Carnot'ya kartvizit bıraktığım için hastalanıp

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

666

yatağa düşmüştü... Ama sevgili Charles," dedi düşes, MmeCarnot'ya kartvizit bırakma hikâyesinin, M. de Guermantes'ıkızdırdığını görünce, konuyu değiştirmek için, "sizin sayenizdesevdiğim ve tanışmaya can attığım Rodos şövalyelerimizinfotoğrafını göndermediniz bize."

Bu arada dükün bakışları hâlâ karısına dikiliydi."Oriane, en azından gerçeği anlatmak, yarısını atlamamak

gerekir. Şunu belirtmekte yarar var," diye düzeltti Swann'adönerek, "dönemin İngiltere büyükelçisinin eşi, çok iyi birkadındı, ama hayal dünyasında yaşar ve sık sık bu tür çamlardevirirdi; bizi cumhurbaşkanı ve eşiyle birlikte davet etmek gibi,tuhaf bir fikir esti aklıma. Biz de, hattâ Oriane da, epey şaşırdık;üstelik büyükelçinin eşi, bizimle aşağı yukarı aynı insanlarıtanıdığından, özellikle bu kadar tuhaf bir toplantıya çağırmamasıgerekirdi. Davetlilerin arasında hırsız bir bakan da vardı, her neysekısa keseyim, gafil avlandık, tuzağa düştük; ayrıca, bütün buinsanların çok nazik davrandıklarını da eklemem gerekir. Bukadarla kalsa iyiydi. Genellikle bana danışma şerefim bendenesirgeyen Mme de Guermantes, aradan bir hafta geçmeden,Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na gidip kartvizit bırakmayı görev bildi.Gilbert, bunu soyadımızı lekelemek olarak görmekle, belki birazileri gitti. Ama şunu da unutmamak gerekir ki, siyaset bir yana,mevkiini gayet iyi dolduran M.Carnot, bir günde ailemizin on birüyesini katleden devrim mahkemesi üyelerinden birinintorunuydu."

"Madem öyle, niçin her hafta Chantilly'deki akşam yemeğidavetlerine gidiyordunuz Basin? Aumale Dükü de devrimmahkemesinin üyelerinden birinin torunuydu; aradaki tek fark,Carnot'nun namuslu bir adam, Orleans Dükü'nünse, alçağın tekiolmasıydı."

"Kusura bakmayın, sözünüzü kesiyorum, ama fotoğrafı

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

667

gönderdim," dedi Swann. "Elinize geçmemiş olmasına şaşırdım.""Ben o kadar şaşırmadım," dedi düşes. "Hizmetkârlarım bana,

neyi uygun bulurlarsa, onu haber veriyorlar. St. JeanŞövalyeleri'nden hoşlanmıyorlar herhalde." Düşes bu sözlerüzerine zili çaldı.

"Chantilly'deki akşam yemeklerine, istemeye istemeye gittiğimibiliyorsunuz Oriane."

"İstemeye istemeye gidiyordunuz, ama prens belki yatıyakalmanızı teklif eder diye, geceliğinizi de yanınıza alıyordunuz;kaldı ki, o da bütün Orleans'lar gibi kaba olduğundan, nadirenteklif ediyordu kalmanızı... Mme de Saint-Euverte'in akşamyemeğinde kimlerle birlikte olacağımızı biliyor musunuz?" diyesordu Mme de Guermantes kocasına.

"Bildiğiniz misafirler dışında, son dakikada davet edilen, KralTheodosius'un kardeşi olacak."

Bu haber üzerine, düşesin yüz hatlarında hoşnutluk,sözlerinde sıkıntı belirdi. "Aman Tanrım! Bir prens daha."

"Ama bu, sevimli ve zeki bir prens," dedi Swann."Yine de tam öyle sayılmaz," diye cevap verdi düşes;

düşüncesine yenilik katacak kelimeler arar gibiydi "Hiç dikkatiniziçekti mi? Prenslerin en sevimli olanları bile tam anlamıyla öyleolmuyorlar. Evet öyle, gerçekten! Mutlaka her konuda fikir sahibiolmaları gerekiyor. Aslında hiçbir fikirleri olmadığı için de,hayatlarının ilk bölümünü bizim fikrimizi sormakla, ikincibölümünü de aynı fikirleri bize sunmakla geçiriyorlar. Şununseslendirilişi iyiydi, bunun seslendirilişi o kadar iyi değildi diye,ille belirtmeleri gerekiyor. Aslında arada hiç fark olmuyor. Meselaşu Küçük Theodosius (adını hatırlamıyorum), orkestra motifinene denir diye sormuştu bana. Ben de," dedi düşes, gözleri

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

668

parlayarak, güzel kırmızı dudaklarında bir kahkahayla, "'Orkestramotifi denir,' diye cevap verdim. Hiç memnun kalmadı doğrusu.Ah! Sevgili Charles," diye devam etti Mme de Guermantes, sıkkınbir tavırla, "dışarıda yemek yemek ne can sıkıcı bir şey! Bazı gecelerinsan ölmeyi tercih edebilir! Ölmek de aynı derecede sıkıcı olabilirtabii, nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz çünkü."

Bir uşak geldi. Kapıcıyla kavga etmiş olan uşaktı; sonundadüşes, bütün iyi yürekliliğiyle, görünürde barıştırmıştı ikisini.

"Bu gece durumunu öğrenmek için saygıdeğer OsmondMarkisi'ne gitmem gerekiyor mu efendim?" diye sordu.

"Hayır efendim, yarın sabaha kadar, katiyen! Hattâ bu geceburada kalmanızı da istemiyorum. Sizin de tanıdığınız uşağı, geliphaber getirebilir ve bizi çağırmanızı söyleyebilir pekala. Dışarıçıkın, nereye isterseniz gidin, âlem yapın, dışarıda kalın, amayarın sabahtan önce burada görmek istemiyorum sizi."

Uşağın yüzünden, müthiş bir mutluluk fışkırdı. Kapıcıyla sonkavgasından sonra, düşes kendisine tatlılıkla, yeni bir kavgayıönlemek için, hiç çıkmamasının daha iyi olacağını açıkladığındanberi, neredeyse hiç görmediği sözlüsüyle, nihayet saatlercebirlikte olabilecekti. Sonunda bir gece serbest olacağıdüşüncesiyle, mutluluk içinde yüzüyordu; düşes de bunufarkedip anladı. Kendisini sinirlendiren, kıskandığı, ondanhabersiz, gizleyerek elde edilen bu mutluluğu görünce, adetakalbi sıkıştı, kolları bacakları karıncalandı. "Hayır Basin, tamtersine, burada kalsın, evden dışarı adım atmasın."

"Ama Oriane, çok saçma, bütün hizmetkârlarınız burada,ayrıca, geceyarısı baloya gitmeden önce giyinmemize yardımedecek kadınla terzi de gelecekler. Bu hiçbir işe yaramayacak,üstelik Mama'nın uşağıyla bir tek o arkadaş olduğundan, buradanuzaklaşması çok daha iyi olur."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

669

"Lütfen Basin, bana bırakın bu işi, tam saatini bilemiyorumama, bir ara onunla bir yere haber göndereceğim. Buradan birdakika bile ayrılmayacaksınız," dedi, çaresizlik içinde kıvrananuşağa.

Sürekli kavga çıkmasının, düşesin yanında hizmetkârların fazladayanmamasının, bu bitmeyen savaşın nedeni olan kişininyerinden kıpırdatılması imkânsızdı gerçi, ama bu kişi kapıcıdeğildi; şüphesiz, ağır işlere, uygulanması yorucu işkencelere,dayakla biten kavgalara, düşes kapıcıyı alet ediyordu; o da zatenbu rolü, hiç farkında olmadan oynuyordu. Kapıcı da, hizmetkârlargibi, düşesin iyi yürekliliğine hayrandı; pek basiretli olmayanuşaklar, işlerinden ayrıldıktan sonra, sık sık Françoise'ı ziyaretegelirler, kapıcı olmasa, dükün hizmetinde çalışmanın, Paris'in eniyi işi olacağını söylerlerdi. Düşes kapıcıyı, uzun süre kiliseyandaşlığının, masonluğun, Yahudi tehlikesinin kullanıldığı gibikullanırdı. Bir uşak girdi içeri.

"M. Swann'ın gönderdiği paket niye bana getirilmedi? Bu arada,(biliyorsunuz Mama çok hasta Charles) Jules, saygıdeğer OsmondMarkisi'nden haber almaya gitmişti, döndü mü?"

"Şimdi geldi efendim. Sayın markinin her an ölmesibekleniyormuş."

"Ya! Yaşıyor demek," diye haykırdı dük, rahat bir soluk alarak."Bekleniyormuş ha! Çıkmadık candan umut kesilmez," dedi dük,neşeyle bize dönerek. "Ölmüş de gömülmüş gibi anlatıyorlardı.Bir haftaya kalmaz, benden daha sağlam olur."

"Bu geceyi çıkaramayacağını doktorlar söylemiş. Bir tanesi, gecetekrar gelmek istemiş. Başlarındaki doktor, faydası olmayacağınısöylemiş. Sayın markinin, aslında ölmüş olması gerekirmiş; kâfuryağıyla lavman sayesinde hâlâ hayattaymış."

"Kesin sesinizi, geri zekâlı," diye bağırdı dük, küplere binerek.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

670

"Bütün bunları size soran oldu mu? Hiçbir şey anlamamışsınızsize söylediklerinden."

"Bana değil, Jules'e söylediler.""Susacak mısınız siz?" diye kükredi dük; sonra Swann'a döndü:

"Hayatta olması ne büyük mutluluk! Yavaş yavaş toparlayacaktırkendini. Böyle bir krizi atlattı ve yaşıyor. Müthiş bir şey bu. Herşeyin bir anda olmasını beklememek gerekir. Küçük bir kâfur yağılavmanı, tatsız bir şey olmasa gerek," dedi dük, elleriniovuşturarak. "Yaşıyor ya, daha ne olsun? Nerelerden geçtiğinidüşünürsek, hiç fena bir durum sayılmaz. Hattâ böyle birbünyesi olduğu için şanslı. Ah! Hastalarla ilgilenildiği gibi bizimleilgilenilmiyor ki. Bugün namussuz aşçı, bearnaise[56] soslu butyapmış; şahaneydi, kabul ediyorum, ama o kadar lezzetli olduğuiçin, öyle çok yedim ki, hâlâ midemde duruyor. Ama kimse sevgiliAmanien'in durumunu sorduğumuz gibi beni gelip sormayacak.Hattâ fazla ilgileniyoruz kuzenimle. Onun için yorucu oluyor.Adama nefes aldırmak gerekir. Sürekli evine birini gönderereköldürüyoruz adamı."

"Eee?" dedi düşes, çıkmakta olan uşağa. "M.Swann'ıngönderdiği fotoğraf yukarı çıkarılsın demiştim, ne oldu?"

"Saygıdeğer düşes, o kadar büyük ki, kapıdan geçipgeçmeyeceğini bilemedim. Holde bıraktık. Sayın düşes çıkarmamıisterler mi?"

"Madem öyle, haber vermeliydiniz, ama o kadar büyükse,birazdan, aşağı inerken bakarım."

"Sayın düşes, bir şeyi daha söylemeyi unutmuştum: Bu sabah,saygıdeğer Mole Kontesi, sayın düşese kartvizit bıraktı."

"Nasıl sabah?" dedi düşes sıkkın bir tavırla, bu kadar genç birkadının, sabah kartvizit bırakmasının saygısızlık olduğunu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

671

düşünür gibi."Saat ona doğruydu sayın düşes.""Gösterin bakayım şu kartvizitleri bana.""Ne olursa olsun Oriane," dedi dük, başlangıçtaki konuya

dönerek, "Marie'nin Gilbert'le evlenmesi tuhaftı derken, meseleyigarip bir şekilde anlatan sizsiniz. Bu evlilikte aptallık eden birivarsa, o da, bize ait olan Brabant soyadını gasp etmiş olan Belçikakralının, bu kadar yakın bir akrabasıyla evlendiği için, Gilbert'dir.Sözün kısası, biz Hessen'lerle, hem de yaşça büyük olan koluylaaynı kanı taşıyoruz. İnsanın kendinden söz etmesi salaklıktır,"dedi bana hitaben, "ama biz yalnız Darmstadt'a değil, Kassel'e bilegittiğimizde, Hessen elektörlüğünün tamamında, landgraflarınhepsi, daima, biz yaşça büyük koldan olduğumuz için, kibarcabizi öne geçirmişler, öncelik vermişlerdir."

"Yapmayın Basin, ne demek istiyorsunuz, yani ülkesindekibütün birliklerin komutanı sayılan, İsveç kralına nişanlananbirisi..."

"Yo! Oriane, bu kadarı da fazla, biz dokuz yüz yıldır bütünAvrupa'da en yüksek mevkideyken, İsveç kralının dedesininPau'da çiftçilik yaptığını bilmezmiş gibi konuşuyorsunuz."

"Olsun, yine de sokakta, 'Aa, İsveç kralı geçiyor,' deseler, herkesonu görmek için Concorde Meydanı'na kadar koşar, ama, 'Bakın,M. de Guermantes,' deseler, kim olduğunu bilen çıkmaz."

"Bu neyi ispat eder ki?!""Ayrıca, Brabant Dükü unvanı Belçika kraliyet ailesine geçmiş

olduğuna göre, nasıl olup da üzerinde hak iddia ettiğinizi anlamışdeğilim."

Uşak, elinde Mole Kontesi'nin kartvizitiyle, daha doğrusu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

672

kartvizit niyetine bıraktığı şeyle içeri girdi. Kontes, yanındakartviziti olmadığı bahanesiyle, cebinden, kendisine gelen birmektubu çıkarmış, içini alıp, Mole Kontesi adının yazılı olduğuzarfı bırakmıştı. O yıl moda olan mektup kâğıtlarının boyutlarınauygun düşen zarf, epeyce büyüktü ve dolayısıyla, elle yazılmış bu"kartvizit", normal bir kartvizitin, yaklaşık iki katı iriliğindeydi.

"Mme Mole'nin sadeliği demlen şey, işte bu," dedi düşes alayla."Bizi yanında kartvizit olmadığına inandırıp, ne kadar orijinalolduğunu göstermek istemiş. Ama biz bu numaraların hepsinibiliriz, değil mi sevgili Charles? Dört yıldır piyasada olan bir küçükhanımefendiden espri denen şeyi öğrenmek için biraz fazla yaşlıve kendimiz de yeterince orijinal sayılırız. Kontes çok sevimli,ama yine de kartvizit olarak bir zarfı, sabah saat onda bırakmakgibi kolay bir yoldan insanları şaşırtabileceğini düşünerek,kendini biraz fazla önemsiyormuş gibi geldi bana. Ablası ona, bukonuda bir şeyler bildiğini gösterecek."

Aslında Mme Mole'nin süksesini biraz kıskanan düşesin,ziyaretçisine tam "Guermantes zekâsı"na uygun, münasebetsizbir karşılık bulacağını düşünen Swann, gülmekten kendinialamadı.

Dük, "Brabant Dükü unvanı konusunda, yüz kere söyledim sizeOriane..." diye devam ediyordu ki, düşes dinlemeden sözünükesti.

"Sevgili Charles, fotoğrafınızı görmek için sabırsızlanıyorum."

"Extinctor draconis, latrator Anubis,"[57] dedi Swann."Evet, bu konuda, Venedik'teki San Giorgio Maggiore'yle ilgili

söylediğiniz şey çok hoştu. Ama neden Anubis, anlayamadım.""Babal'in atası olan şövalye, nasıl biri?" diye sordu M. de

Guermantes.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

673

"Babası gibi," dedi Mme de Guermantes, yaptığı kelimeoyununu kendi de beğenmediğini gösteren soğuk bir tavırla."Ben hepsini görmek istiyorum," diye ekledi.

"Charles, en iyisi gelin aşağı inip arabanın çekilmesini oradabekleyelim," dedi dük, "ziyaretinizi holde yaparsınız; çünkü karımşu sizin fotoğrafı görmeden bizi rahat bırakmayacak. Doğrusunuisterseniz, ben o kadar sabırsızlanmıyorum," diye ekledikendinden hoşnut bir tavırla. "Ben sakin bir adamım, ama karım,bekleyeceğine bizi öldürmeyi tercih eder."

"Sizinle aynı fikirdeyim Basin," dedi düşes, "hole gidelim; enazından sizin çalışma odanızdan çıkıp hangi yolu izlediğimizibiliyoruz, oysa Brabant kontlarından çıkıp hangi yolu izlediğimizihiç bilemeyeceğiz."

"Bu unvanın Hessen hanedanına nasıl geçtiğini yüz kereanlattım size," dedi dük (fotoğrafı görmeye gittiğimiz ve benim,Swann'ın Combray'ye getirdiği fotoğrafları düşündüğüm sırada);"1241'de bir Brabant, Thüringen ve Hessen'in son landgrafınınkızıyla evlendi; yani aslında Brabant Dükü unvanı, Hessenhanedanına değil de, Hessen Prensi unvanı, Brabant hanedanınageçti. Ayrıca, savaş naramızın eskiden Brabant Dükleri'nin savaşnarası, yani 'Limburg fethedenindir!' olduğunu hatırlarsınız;daha sonra, Brabant armalarının yerine Guermantes armalarınıkoyduk; kaldıki, bence hatalı bir hareketti; Gramont'lar örneği defikrimi değiştirmiyor."

"Ama," dedi Mme de Guermantes, "fetheden Belçika kralıolduğuna göre... zaten Belçika veliahtının unvanı da BrabantDükü."

"Ama hayatım, söylediğiniz hem mantıksız, hem de temeldenyanlış. Üzerinde hak iddia edilen bazı unvanların, arazi başkalarıtarafından zorla ele geçirilse de, pekala varlığını sürdürdüğünü,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

674

siz de benim kadar biliyorsunuz. Mesela İspanya kralı, bizimkikadar eski olmayan, ama Belçika kralınınkinden daha eski birmülkiyete atfen, kendini Brabant Dükü diye niteler. AyrıcaBurgonya Dükü, Doğu ve Batı Hint Adaları kralı ve Milano Düküunvanlarını da taşır. Oysa artık Burgonya'ya da, Hint Adaları'nada, Brabant'a da sahip değildir; Brabant'a benim de, HessenPrensi'nin de sahip olmadığı gibi. İspanya kralı, ayrıca kendiniKudüs kralı olarak da niteler, Avusturya imparatoru da öyle; oysaKudüs'e ikisi de sahip değildir."

Kudüs adının, "güncel olaylar" nedeniyle Swann'ı zor durumdabırakabileceğini düşünüp sıkılarak, bir an durdu, ama sonra dahada hızlanarak devam etti:

"Bu söylediğinizi her şeye uygulayabilirsiniz. Bizler, AumaleDükü unvanını da taşıdık; Joinville ve Chevreuse'ün Alberthanedanına geçmesi gibi, yasalara uygun olarak, AumaleDüklüğü de, Fransız hanedanına geçti. Nasıl ki bu unvanlarüzerinde artık hak iddia etmiyorsak, Noirmoutiers Markisi unvanıüzerinde de etmiyoruz; o da bize aitti ve tamamen yasal biçimde,La Tremoîlle hanedanının mülkiyetine geçti; ancak, bazıdevirlerin geçerli olması, hepsinin geçerli olması anlamınagelmiyor. Mesela," dedi bana dönerek, "baldızımın oğlu,Agrigento Prensi unvanını taşır; bu unvan bize Deli Juana'dangelmiştir, Taranto Prensi unvanı da La Tremoille'lara aynı yoldangeçmiştir. Napoleon ise, bu Taranto unvanını, tutup bir askereverdi; asker belki çok iyi bir askerdi, ama imparator kendine aitolmayan bir şeyi kullanma konusunda, bir Montmorency Düküyaratan III.Napoleon'dan da ileri gidiyordu; çünkü Perigord'unhiç değilse annesi bir Montmorency'ydi, oysa I.Napoleon'unTaranto'sunun, Taranto'yla ilgisi, Napoleon'un öyle olmasınıistemesinden öteye geçmiyordu. Ama bu, Chaix d'Est-Ange'in,amcanız Conde'yi kastederek imparatorluk vekiline,

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

675

Montmorency Dükü unvanını, Vincennes hendeklerinden mitopladığını sormasını engellemedi."

"Bakın Basin, ben sizin peşinizden, Vincennes hendeklerine,hattâ Taranto'ya gitmeye razıyım. Yeri gelmişken, sevgili Charles,siz Venedik'in San Giorgio Maggiore'sinden söz ederken, ben deşunu söylemek istiyordum: Basin'le ben, önümüzdeki ilkbaharı,İtalya ve Sicilya'da geçirmeyi düşünüyoruz. Siz de bizimlegelseniz ne kadar farklı bir yolculuk olurdu! Yalnız sizinle birlikteolmanın mutluluğundan söz etmiyorum; Norman istilası veantik dönem kalıntıları hakkında bana sık sık anlattıklarınızıhatırlıyorum da, bu seyahati sizinle birlikte yapmak ne müthişolurdu, düşünsenize! Yani Basin'e bile, bırakın Basin'i, Gilbert'ebile yararı dokunurdu; çünkü bana öyle geliyor ki, Napoli tahtıüzerindeki iddialar ve bütün bu meseleler bile, eski Romaneskkiliselerde veya primitiflerin tablolarındaki gibi tepelere tünemişküçük köylerde, sizin tarafınızdan açıklansa ilgimi çekerdi. Neyse,şimdi sizin fotoğrafa bakalım. Zarfı açın," dedi düşes bir uşağa.

"Oriane, bu gece olmaz! Yarın bakarsınız," diye yalvardı, dahaönce fotoğrafın dev boyutlarım görüp, bana korktuğunu bellieden işaretler yapmış olan dük.

"Ama Charles'la birlikte bakmak daha çok hoşuma gidecek,"dedi düşes, hem sahte bir hazla yüklü, hem de incelikle ruhuokşayan bir tebessümle; çünkü Swann'a kibarlık etmek isteğiyle,bu fotoğrafa bakmaktan alacağı zevkten, adeta bir hastanın, birportakalı yemekten alacağı zevk gibi veya aynı anda hemarkadaşlarıyla birlikte bir kaçamak planlamış, hem de bir biyografiyazarına, gururunu okşayan zevkler hakkında bilgi vermiş gibisöz ediyordu.

"Öyleyse Charles, sırf bu iş için sizi ziyaret eder," dedi dük; karısıda boyun eğmek zorunda kaldı. "Canınız isterse, üç saatgeçirirsiniz fotoğrafın karşısında," dedi dük alayla. "Yalnız bu

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

676

koca oyuncağı nereye koyacaksınız?""Odama tabii ki; gözümün önünde olsun istiyorum.""Ya! Madem öyle istiyorsunuz, sizin odanızda olursa, ben hiç

görmeyebilirim," dedi dük, karısıyla ilişkisinin olumsuzluğuhakkında ne kadar düşüncesizce ifşaatta bulunduğunu hiçaklımdan geçirmeden.

"Fotoğrafı açarken çok dikkat edin," diye emretti Mme deGuermantes hizmetkâra (Swann'a kibarlık olsun diye, bol boltembihte bulunuyordu). "Zarfım da yırtmayın."

"Zarfa bile saygı göstermemiz gerekiyor!" diye kulağımafısıldadı dük, kollarını havaya kaldırarak. "Swann," dedi sonra,"ben zavallı, basit bir koca olarak, bu boyutta bir zarfbulabilmenize hayran oldum. Nereden buldunuz bunu?"

"Fotoğrafçı zaten sık sık bu tür şeyleri gönderiyor. Ama yolyordam bilmiyor belli ki; baksanıza, üstüne 'Sayın' demeden'Guermantes Düşesi' diye yazmış."

"Ben affettim kendisini," dedi düşes dalgın bir tavırla; sonrabirden aklıma gelen bir fikirle neşelenmiş gibi, hafif birtebessümü bastırarak, hızla Swann'a döndü: "Eee? Bizimle birlikteİtalya'ya gelecek misiniz, ne diyorsunuz?"

"Mümkün olacağını hiç sanmıyorum hanımefendi.""Doğrusu Mme de Montmorency bizden daha şanslı. Onunla

birlikte Venedik'e, Vicenza'ya gittiniz. Sizinle birlikte olmasa, aslagöremeyeceği, kimsenin sözünü etmediği şeyleri gördüğünü,ona inanılmaz şeyler gösterdiğinizi, hattâ bilinen şeylerin bile, sizolmasanız, yirmi kere önünden geçip farkedemeyeceğiayrıntılarını, sayenizde anlayabildiğini söyledi bana. Bizden dahafazla iltimas gördüğü kesin..." Hizmetkâra dönüp talimat verdi:"M.Swann'ın fotoğraflarının o büyük zarfını alıp, bu akşam saat

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

677

on buçukta, tarafımdan sayın Mole Kontesi'ne bırakacaksınız."Swann kahkahalarla gülmeye başladı."Yine de merak ediyorum," diye sordu Mme de Guermantes,

Swann'a, "mümkün olamayacağını on ay önceden nasılbilebiliyorsunuz?"

"Sevgili düşes, ısrar ediyorsanız söylerim; her şeyden önce,görüyorsunuz çok hastayım."

"Evet sevgili Charles, pek iyi görünmüyorsunuz, renginiz hiçhoşuma gitmiyor, ama ben bir hafta sonrası için söylemiyorum,on ay sonrası için konuşuyorum. İnsan on ayda tedavi olabilirbiliyorsunuz."

O sırada, bir uşak gelip arabanın çekildiğini bildirdi. "HadiOriane, atlara," dedi dük; bir süredir, sanki kendisi de bekleyenatlardan biriymiş gibi, sabırsızlıkla eşeleniyordu.

"Pekala, İtalya'ya neden gelemeyeceğinizi tek kelimeyle söylermisiniz?" dedi düşes, bizimle vedalaşmak üzere ayağa kalkarak.

"Sevgili dostum, aylar önce ölmüş olacağım çünkü.Göründüğüm doktorların söylediğine göre, yıl sonundan itibarenen fazla üç veya dört yıllık ömrüm kalacakmış, kaldı ki, buhastalık bugünden yarına da işimi bitirebilirmiş," diye cevap verdiSwann gülümseyerek; bu arada uşak, düşesin geçmesi için holüncamlı kapısını açmıştı.

"Ne diyorsunuz siz?" diye haykırdı düşes, arabaya doğruyürürken bir an durup tereddütle dolu, güzel, mavi, hüzünlügözlerini Swann'a çevirerek. Hayatında ilk defa, bir akşam yemeğidavetine gitmek üzere arabaya binmek ve ölecek olan bir adamamerhamet göstermek kadar birbirinden farklı iki görev arasındakalmıştı; izlenmesi gereken yolu, görgü kurallarında arayıpbulamayınca, hangisini tercih edeceğini bilemeyerek, ikinci

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

678

seçeneğin geçerliliğine inanmıyormuş gibi yapıp, o sırada daha azçaba gerektiren birincisini yerine getirmek üzere, çelişkiyiçözmenin en iyi yolunun, inkâr etmek olduğuna karar verdi."Şaka mı ediyorsunuz?" dedi Swann'a.

"Çok sevimli bir şaka olurdu doğrusu," dedi Swann alayla. "Sizebunu niye söylüyorum bilmem; daha önce hastalığımdan sözetmemiştim. Ama hem siz sordunuz, hem de artık her anölebilirim... Her neyse, sizi tutmayayım, yemeğe geçkalacaksınız," diye ekledi; çünkü başkaları için, kendi sosyalzorunluluklarının, bir dostun ölümünden önde geldiğini biliyorve kibarlığı sayesinde, kendisini onların yerine koyabiliyordu.Ama düşesin kibarlığı da, gittiği yemek davetinin, Swann'ıngözünde, mutlaka kendi ölümünden daha önemsiz olduğunu,bulanık bir biçimde de olsa, farketmesini sağlıyordu. Bu yüzden,arabaya doğru yürümeye devam ederken, omuzlan düştü, "Sizyemeği düşünmeyin. Hiçbir önemi yok!" dedi. Ama bu sözlerecanı sıkılan dük haykırdı: "Oriane, gevezelik edip Swann'lakarşılıklı sızlanmayı bırakın artık canım! Biliyorsunuz Mme deŞaint-Euverte, mutlaka saat tam sekizde sofraya oturulmasınıister. Ne yapacağınıza karar verin artık, atlar beş dakikadırbekliyor. Kusura bakmayın Charles," dedi Swann'a dönerek, "amasaat sekize on var. Oriane hep böyle geç kalır, Saint-Euverte'leregitmemiz beş dakikadan fazla sürer."

Mme de Guermantes, kararlı adımlarla arabaya doğruilerleyerek, Swann'a son kez veda etti. "Bu konuyu tekrarkonuşacağız, söylediklerinizin tek kelimesine inanmıyorum, amakarşılıklı konuşmamız lazım. Sizi aptalca korkutmuş olmalılar;öğle yemeğine gelin, hangi gün isterseniz," (Mme de Guermantesiçin her şey, daima öğle yemeklerine dönüşürdü), "gününü,saatini siz haber verirsiniz," diyerek kırmızı eteğini kaldırdı veayağını basamağa koydu. Tam arabaya binecekken, karısının

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

679

ayağını gören dük, yeri göğü inleten bir sesle haykırdı: "Oriane,ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Siyah ayakkabı giymişsiniz! Kırmızıbir tuvaletin altına! Hemen çıkıp kırmızı ayakkabılarınızı giyin, yada en iyisi," dedi uşağa, "derhal sayın düşesin oda hizmetçisinesöyleyin, kırmızı ayakkabılarını getirsin."

"Ama hayatım," dedi düşes tatlılıkla, benimle birlikte çıkan, amaaraba önden geçsin diye bekleyen Swann'ın işittiğini görüputanarak, "madem geç kaldık..."

"Yok canım, daha çok vaktimiz var. Saat daha sekize on var,Monceau Parkı'na gitmemiz on dakika sürmez. Ayrıca ne yapalım,sekiz buçuğu da bulsak, sabretsinler, kırmızı elbise ve siyahayakkabıyla gidemezsiniz ya. Üstelik biz sonuncu olmayız, Sasse-nage'lar var, biliyorsunuz, asla dokuza yirmi kaladan öncegelmezler."

Düşes tekrar odasına çıktı."İşte," dedi M. de Guermantes bize dönerek, "biz zavallı kocalarla

hep alay edilir, ama bizim de bazı faydalarımız var. Ben olmasam,Oriane yemeğe siyah ayakkabıyla gidecekti."

"Çirkin durmuyor," dedi Swann, "ben ayakkabılarının siyaholduğunu farketmiştim, hiç rahatsız etmemişti beni."

"Olabilir tabii," diye cevap verdi dük, "ama elbiseyle aynı renkayakkabı daha şık oluyor. Üstelik, hiç kuşkunuz olmasın, orayavardığımız an farkedecekti, o zaman da ben gelip ayakkabılarıalmak zorunda kalacaktım. Saat dokuzda oturacaktım yemeğe.Hadi güle güle çocuklar," dedi yavaşça bizi iterek, "siz Orianeinmeden gidin. Sizleri görmekten hoşlanmadığı içinsöylemiyorum. Aksine, ikinizi de görmekten fazlasıylahoşlanıyor. Geldiğinde hâlâ burada olursanız, tekrar lafa dalacak,zaten yorgun, yemeğe vardığında bitkin düşecek. Ayrıca açıksöyleyeyim, ben açlıktan ölüyorum. Bugün trenden indikten

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

680

sonra doğru düzgün bir öğle yemeği yiyemedim. Müthiş birbeamaise sosu vardı gerçi, ama yine de, sofraya oturmak için hiçmi hiç nazlanmayacağım. Sekize beş var! Ah, bu kadınlar!İkimizin de midesini mahvedecek. Sanıldığı kadar sağlam değilkarım, hiç değil."

Dük, ölmek üzere olan birisine karısının ve kendisininrahatsızlıklarından, hiç çekinmeden söz edebiliyordu; çünkübunlar, kendisini daha çok ilgilendirdiğinden, daha önemliydileronun gözünde. Bu yüzden de, bizi kibarca kovduktan sonra, sırfterbiyesinden ve neşesinden, avluya varmış olan Swann'a, gür birsesle, ortaya seslenir gibi kapıdan bağırdı:

"Siz de o doktorların saçmalıklarına kulak asmayın yahu! Cahilherifler hepsi. Turp gibisiniz. Hepimizi gömeceksiniz!

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

681

Dipnotlar[1] Cezayir'in Fransızcası: Alger. (Okunuşu: Alje.)[2] Okunuşu, Anje.[3] Chanoine: Piskoposluk kurulu üyesi.[4] Chanoinesse: Eskiden, geliri olan rahibelere verilen ad.[5] Maire: Belediye başkanı; Mairesse: Başkanın karısı veya kadın

belediye başkanı.[6] Fransızca zemin locası anlamına gelen baignoire, aynı

zamanda banyo küveti anlamına gelir.[7] Paris'teki telefon santrallanna o dönemde ünlü kişilerin

adlan verilirdi.[8] Intransigeant: 1880'de Henri Rochefort tarafından

yayınlanmaya başlayan günlük gazete.[9] Lord Derby bile, İngiltere'nin İrlanda karşısında daima haklı

olmadığını kabul eder.[10] Ex nihilo nihil: Hiçlikten hiçlik doğar.[11] "Elma yılıysa, elma yok sayılır; elma yılı değilse, elma var

sayılır."[12] Yvetot kralı: Bârangeı'nin çok popüler bir şarkısı; iyi yürekli,

saf kral tipi.[13] Farâ da se: kendi sorumluluğunu üstlenecektir.

Garibaldi'nin sloganı, İtalya'nın kendi birliği için tek başınaçalışma iradesini simgeler.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

682

[14] Principiis obsta: İlk hamlelere direnmek. Ovidius'un AşkınÇaresi'nden.

[15] Arcades ambo: ikisi de Arkadya'lı. Vergilius'unEgloglarından.

[16] Fronde tarihçisi M.de Norpois'ya, "Fransız Enstitüsü'neFronde dönemindeki ekmek fiyatından sözetmeyi düşünmezmisiniz?" diye sordu çekinerek. "Büyük bir başarıkazanabilirdiniz," diye ekledi (benim için müthiş bir reklam olurdemek istiyordu aslmda); büyükelçiye korkarak, ama aynızamanda şefkatle, gözkapaklannı havaya kaldırıp gözlerinigökyüzü gibi ardına kadar açarak gülümsedi. Bu bakışı daha öncede görmüş gibiydim; oysa tarihçiyle o gün tanışmıştım. Birdenhatırladım: Aynı bakışı, benimki türünden nefes tıkanmalarınıbitki özü koklamak gibi gülünç bir yöntemle tedavi etmeiddiasındaki Brezilyalı bir doktorda görmüştüm. Benimle dahaçok ilgilensin diye Profesör Cottard'ı tanıdığımı kendisinesöylediğimde, adeta Cottard'ın iyiliği için söylüyormuşçasma,"Bakın, bu tedaviden kendisine sözederseniz, tıp akademisindebüyük yankılar uyandıracak bir tebliğ için malzeme sağlamışolursunuz kendisine," diye cevap vermişti. Israr etme cesaretinigösterememiş, ama Fronde tarihçisinde şaşkınlıkla izlediğim buçekingen,çıkarcı, yalvaran tavırla, soran gözlerle bakmıştı bana.Hiç şüphesiz bu iki adam birbirlerini tanımıyorlar ve pek debenzeşmiyorlardı, ama psikoloji kurallarında, fizik kurallarındaolduğu gibi bir genellik sözkonusudur. Gerekli koşullar aynıolduğu takdirde, farklı insanları aynı bakış aydınlatır; dünyanınbirbirine uzak, birbirlerini hiç görmemiş bölgelerini aynı sabahgöğünün aydınlatması gibi. Büyükelçinin cevabını duyamadım;çünkü herkes biraz gürültü patırtı ederek resim yapışımseyretmek üzere Mme de Villeparisis'nin etrafına toplanmıştı.

[17] Henri Monnier'nin yarattığı aşırı ciddi, gülünç burjuva tipi.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

683

[18] Pronunciamierito: İsyan bildirisi.[19] François Andrieux'nün manzum masalına gönderme.[20] Ultima ratio regum: Kralların son sözü. XIV. Louis 1650'de

toplarım üstüne bu ibareyi yazdırmıştı.[21] Yafet: Nuh'un üçüncü oğlu; Hint-Germen ırklarının atası

kabul edilir.[22] Ferdinand Brunetiere: edebiyat eleştirmeni, milliyetçi

akademisyen.[23] Fransızcası: "Qmnd on parle de Saint-Loup..." Bizdeki "İti an,

al sopayı eline," atasözünün karşılığı: "Quand on parle du loup,on en voit îe queue.”

[24] Happy few: Mutlu azınlık.[25] Chameau: Deve.[26] Moliere'in Le Misatıthrope (İnsandan Kaçan) adlı

oyunundan.[27] Commedia dell'arte'nin vicdansız, güvenilmez uşak tipi.[28] Fransızcası: Magnifique.[29] Musume (Jap.): Kız çocuğu.[30] Fransızca'da fiilin düzeltilmiş çekimi aynı zamanda huysuz,

fesat anlamına gelir.[31] Dignus est intrare: Girmeye layıktır. Moliere'in Hastalık

Hastasından, hekimler demeğine girme hakkına gönderme.[32] Opus francigenum: Frankların işi. Ortaçağda gotik yapılan

belirtmek için kullanılırdı.[33] Fransızcası: "ventre affame". Bizdeki "açlık ferman

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

684

dinlemez" deyişinin karşılığı: "ventre affame n'a pas d'oreiiîes" (açkursağın kulağı olmaz).

[34] Paris banliyösünde, isviçreli Robinson romanının atmosferiyaratılmış bir restoran-kabare.

[35] Eski bir iskambil oyunu.[36] Taquin: Muzip.[37] Roma'nın son kralı, zorbalığı ve gururuyla ünlü Tarquinius

Superbus'un Fransızca söylenişi: Tanjuin le Superbe (MuhteşemTarquinius).

[38] İngilizce adı: Tuxedo.[39] Henri de Bomieı'nin bir eseri.[40] Prens Roland Bonaparte'ın kızı Prenses Marie, Yunanistan

kralı I. Georgios'un oğluyla evlenmişti.[41] Suave, mari magno: Lucretius'un, Evrenin Yapısı adlı

eserinde, büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olan kişilerle birliktebulunmamanın mutluluğunu anlatan bölümün ilk kelimeleri.

[42] Krema, yumurta sarısı ve tereyağıyla yapılan bir sos.[43] Jambon, karabiber, kekik, defne, mantar, şarap, etsuyu, un

ve yağla yapılan bir sos.[44] Dünya ihtişamı böylece geçer. (Yeni bir papanın taç giyme

töreninde söylenen bir cümle.)[45] Roma'da en yüksek düzeydeki yöneticilere ayrılmış fildişi

koltuk.[46] Ampir üslubuyla birlikte, süsleme öğesi olarak arı, moda

olmuştu.

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

685

[47] O dönemde Manet'nin tablosu, Louvre'da, Ingres'inPtnar'ıyla yan yana asılıydı.

[48] 1824'te Praslin Dükü Charles de Choiseul'le evlendi. Bircinayete kurban gitti; şüphelerin üzerinde toplandığı kocası,intihar etti.

[49] Berri Dükü Charles Ferdinand de Bourbon, 1820'de Louveltarafından öldürüldü.

[50] Mme Tallien, Direktuvar döneminin seçkineksantriklerindendi.

[51] Sabran Kontesi, Orleans Dükü II. Philippe'inmetreslerindendi.

[52] La Fontaine'in fablının adı: "Değirmenci, Oğlu ve Eşeği"[53] Kardan korunmak üzere ayakkabının üstüne giyilen lastik

bot.[54] Şimdi bilgilenin. (Mezmurlar, 11.10)[55] Rose: Gül.[56] Tereyağı ve yumurtayla yapılan koyu bir sos.[57] "Öldüren ejderhalar, havlayan Anubis."

Kayıp Zamanın İzinde 3 Guermantes Tarafı Marcel Proust

686