İşçilerin sesi ocak 2013

16
Sayı: 10 Ocak 2013 ISSN: 2147-1568 1.5 TL TOPKAPI ŞİŞECAM İŞÇİLERİ HAKLARI İÇİN DİRENİŞTE!.. 3 Topkapı Şişecam Fabrikası 31 Aralık’ta kapatıldı. Kapatılma nedeni iflas ya da kriz değil. İşçilerin yarattığı fabrikayı Eskişehir’e taşıyan patron, 20 yıllık cam işçisini yeni işyerinde asgari ücretle çalıştırmak istiyor. 3 Özlük haklarıyla birlikte şirketin göstereceği bir başka işyerinde çalışmaya devam etmek isteyen işçiler işverenden taleplerine yanıt alamayınca fabrikayı terketmeme kararı aldılar. NEYE BAKSALAR PARA GÖRÜYORLAR ......................................................................2 SAVAŞ HÜKÜMETİ KUVVETLER AYRILIĞINA KARŞI ÇIKIYOR ........................................3 BİZ KADINLAR NASIL BİR İSTİHDAM İSTİYORUZ? .......................................................4 SAĞLIKTAKİ DÖNÜŞÜM............................................................................................4 ÖZELLEŞTİRMENİN YENİ ADI: “ŞEHİR HASTANELERİ” ................................................5 SENDİKADAN ÇABA BEKLEMEK BOŞUNA................................................................6 KÖPRÜ VE YOLLAR SATILDI SIRA KALDIRIMLARDA MI? .............................................9 ASGARİ ÜCRETİ 34 LİRA ARTTIRAN HÜKÜMET TAŞERON İŞÇİSİNE KADRO VERİR Mİ? ......................................................................9 MISIR’DA TEK ÇÖZÜM DEVRİMİ İLERLETMEK .......................................................10 ÜCRETLİ KÖLELİKTE YENİ BİR AŞAMA İKRAMİYELİ GELİNLER ...................................11 TOPKAPI ŞİŞECAM İŞÇİLERİ İŞLERİNE SAHİP ÇIKIYOR..............................................12 YARGI KARARLARI UYGULANSIN ............................................................................14 METAL İŞÇİLERİNE GÖZDAĞI .................................................................................15

Upload: iscilerin-sesi

Post on 08-Mar-2016

244 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

İşçilerin Sesi gazetesinin Ocak 2013 sayısı

TRANSCRIPT

Page 1: İşçilerin Sesi Ocak 2013

Sayı: 10 Ocak 2013 ISSN: 2147-1568 1.5 TL

TOPKAPI ŞİŞECAM İŞÇİLERİHAKLARI İÇİN DİRENİŞTE!..

3Topkapı Şişecam Fabrikası 31 Aralık’ta kapatıldı. Kapatılma nedeni iflas ya da kriz

değil. İşçilerin yarattığı fabrikayı Eskişehir’e taşıyan patron, 20 yıllık cam işçisini yeni işyerinde asgari ücretle çalıştırmak istiyor.

3Özlük haklarıyla birlikte şirketin göstereceği bir başka işyerinde çalışmaya

devam etmek isteyen işçiler işverenden taleplerine yanıt alamayınca fabrikayı terketmeme kararı aldılar.

NEYE BAKSALAR PARA GÖRÜYORLAR......................................................................2

SAVAŞ HÜKÜMETİ KUVVETLER AYRILIĞINA KARŞI ÇIKIYOR ........................................3

BİZ KADINLAR NASIL BİR İSTİHDAM İSTİYORUZ?.......................................................4

SAĞLIKTAKİ DÖNÜŞÜM............................................................................................4

ÖZELLEŞTİRMENİN YENİ ADI: “ŞEHİR HASTANELERİ” ................................................5

SENDİKADAN ÇABA BEKLEMEK BOŞUNA................................................................6

KÖPRÜ VE YOLLAR SATILDI SIRA KALDIRIMLARDA MI? .............................................9

ASGARİ ÜCRETİ 34 LİRA ARTTIRAN HÜKÜMET

TAŞERON İŞÇİSİNE KADRO VERİR Mİ? ......................................................................9

MISIR’DA TEK ÇÖZÜM DEVRİMİ İLERLETMEK.......................................................10

ÜCRETLİ KÖLELİKTE YENİ BİR AŞAMA İKRAMİYELİ GELİNLER ...................................11

TOPKAPI ŞİŞECAM İŞÇİLERİ İŞLERİNE SAHİP ÇIKIYOR..............................................12

YARGI KARARLARI UYGULANSIN ............................................................................14

METAL İŞÇİLERİNE GÖZDAĞI .................................................................................15

Page 2: İşçilerin Sesi Ocak 2013

Tüm mahkeme salonlarında, yar-gıçların oturduğu kürsünün arka-sındaki duvarda, “Adalet MülkünTemelidir” ibaresi yazılıdır. Burada“Mülk” kelimesi, “Devlet” anla-mındadır. Adalet devletin temeliyseve devlet sınıflı toplumlarda egemensınıfların baskı aygıtıysa, o zaman“adalet” kavramı da sınıfsal bir içe-rik taşır. Gerek adaletin temelinioluşturan yasalar, gerekse adaletdağıtma görevini üstlenen savcı veyargıçların ideolojik şekillenmesi,egemen sınıfların çıkarları doğrul-tusunda oluşturulur. Bunun sonucuolarak, yoksullar ve ezilenler içinadalet genellikle doğru biçimde te-celli etmez; onların mağduriyetinidaha da arttırır. Buna karşın, kapi-talist sınıfın çıkarlarını korur.

Bu konudaki çarpıcı son örnek,Anayasa Mahkemesinin, rüşvet ver-me-alma iddiasıyla, Yüce Divan sı-fatıyla yargıladığı, aralarında İstan-bul Ticaret Odası Başkanı MuratYalçıntaş’ın da bulunduğu işadam-ları ve kimi yargıçlar hakkında ver-diği beraat kararıdır. Mahkeme, sa-nıkların, yasa dışı yollardan eldeedilen delillere dayanılarak mah-kûm edilemeyeceğine hükmederek,onları beraat ettirmiştir. Yani ortadasanıkları mahkûm etmeye yetecekkanıtlar var, ancak bu kanıtlar yasalyoldan elde edilmemiş; o nedenle sa-nıklar mahkûm edilemiyor! Bir yan-da çeşitli kesimlerden muhalifler,haklarında yasadışı yollarla eldeedilen ya da soruşturma aşamasın-da üretilen sahte kanıtlarla, hattadoğru dürüst kanıt olmaksızın, yıl-larca hapiste tutulur ve ağır cezala-ra çarptırılırken, öte yanda suçu sa-bit olan ünlü işadamları beraat etti-riliyor. Hukuk iki tarafa farklı şekil-de işliyor. Bu durum, hukukun taraflıolduğunu gösteriyor.

SENDİKALAR MAFYA ÖRGÜTLENMESİ OLARAK GÖRÜLÜYORİşadamları hakkında yukarıdaki

şekilde hüküm kurulurken, Anka-ra’da Horoz Kargo işyerinde sendi-kal örgütlenme çalışması yürütenTÜMTİS Sendikasının 14 yönetici-sine, 1 yıl 10 ay ile 6 yıl arasında de-

ğişen hapis cezaları verildi. Kararıngerekçesi son derece ilginç: “Sendi-kaya zorla üye kaydedip aidat öde-melerini sağlayarak haksız kazançelde etmek amacıyla örgüt kurmak.”İşçilerin sendikada örgütlenmek su-retiyle, hak kazanımları elde ederek,daha iyi koşullarda yaşamlarınınsürdürme çabaları, çıkar amaçlı suçörgütü faaliyeti olarak görülüyor.Sendika ise, bir mafya örgütlenme-si olarak değerlendiriliyor. Ayrıca, tekbir işçinin bile sendikadan şikâyet-çi olmamasına karşın, mahkeme bukararı veriyor. İşverenin yalan be-yanları, sendikacıların mahkûm edil-mesine yetiyor. Buna karşılık, sen-dikacıların, işveren aleyhine, sendi-kal örgütlenmeyi engellediği içinaçtığı davada beraat kararı veriliyor.

Bu, tek örnek değil. Adana BalcalıHastanesinde taşerona bağlı olarakçalışan sağlık işçileri, kadroya geçi-rilme talebiyle yürüttükleri mücadeleçerçevesinde, taşeronun ihaleyi ye-niden almasını engellemeye çalış-maları yüzünden, “ihaleye fesat ka-rıştırma” suçlamasıyla yargı önüneçıkarılmışlardır.

Aynı durum, İzmir’de, Büyük-şehir Belediyesinin iştiraki olan İzel-man işyerinde örgütlü olan Genel-İş Sendikası şube yöneticileri için desöz konusudur. Bunlar da ihale sü-recinde benzer tutum aldıklarındanaylarca hapis yatmışlardır. Kısacası,patronların ve bürokratların maddiçıkar elde etmek amacıyla rüşvet alıp,vermeleri, her türlü yasadışı yola baş-vurmaları suç olarak görülmüyor.Buna karşın, burjuvazi ve onun tem-silcisi siyasi iktidar, işçi sınıfı veemekçilerin, ezilenlerin, yoksulla-rın her türlü hak mücadelesini suçolarak göstererek, haklılığını gölge-lemeye çalışıyor ve bu mücadelele-ri bastırmak için elindeki yargı sila-hını yoğun olarak kullanıyor.

Bu tavırlarının bir nedeni işçi veemekçi düşmanlığı ve onların mü-cadelelerinden duyulan korku ise, di-ğer nedeni, her şeyi para, maddi çı-kar temelinde değerlendirmeleridir.Başbakan, Meclis’te 2013 yılı bütçe-sinin görüşülmesi sırasında yaptığıkonuşmada, 2007 yılında Cumhur-başkanlığı seçimi sürecinde, Genel-

kurmay Başkanlığının internet site-sinde yayınlanan 27 Nisan tarihli e-muhtıranın ekonomiye maliyetinin2 milyar dolar olduğunu söylüyor.Yani ordunun bu tavrının antide-mokratikliğinden çok, maddi zara-rını öne çıkarıyor. Yine, tam bir yılönce Uludere-Roboski’de Türk savaşuçakları tarafından 34 Kürdün bom-balanarak öldürülmesinin sorum-luları açığa çıkarılmamışken ve dev-let kayıp yakınlarından resmen özürbile dilememişken, Başbakan “cankayıplarının her biri için yasal olarak20 bin lira vermemiz gerekirken biz100 bin lira verdik” diyerek övünü-yor. İnsan yaşamını dahi paraya in-dirgiyor. Bu zihniyetin, işçilerin hakmücadelesini rant mücadelesi olarakgörmesi, işçi sınıfı örgütlülüğünü isemafya örgütlenmesi olarak değer-lendirmesi şaşırtıcı değildir.

İĞNEYİ BİRAZ DA KENDİMİZE BATIRALIMBu arada, sendikaların işçi sını-

fından koparak, sendika bürokrat-larının çıkar örgütüne dönüşmesinin,egemen sınıfların eline koz verdiği-ni de atlamamak gerekiyor. Sınıfmücadelesinin gerilediği koşullarda,sendikaların tepesine çöreklenenasalak bürokrat sendikacılar, bu işçiörgütlerini kazanç, rant kapısı olarakdeğerlendirerek önemli maddi çı-karlar elde ediyorlar. Bu çıkarlarınıkaybetmemek için de, baskı, yalan,karalama, delege oyunları vb. hertürlü kirli oyunu sergiliyorlar. İşçilerikarşılarına aldıklarından, onlardankorunmak için özel korumalarınınarkasına sığınıyorlar. Gerek işçi sı-nıfının hak kayıplarına yol açan ge-rekse işçi mücadelelerinin geniş kit-leler gözünde meşruiyetini zedele-yen sendikaların bugünkü gericiyapısı, işçilerin topyekûn müdaha-lesiyle değiştirilmeli, sendikalar ye-niden işçi örgütlerine dönüştürül-melidir. Asalak, bürokrat sendikacı-lığın panzehiri, işçi sınıfının kitleselmücadelesidir. Mücadeleyi yüksel-terek kazanımlar elde eden ve ken-dine güveni artan işçi sınıfı, kendi sı-nıf örgütünde, asalakları ve ranti-yeleri barındırmayacaktır. Mücade-le, arındırır ve kazandırır.

Bugün dünyaya egemen olan anlayışsömürücü, ırkçı, gerici, baskıcı ve cinsiyetçizorbalığa dayanıyor. Kapitalizm insanlık içinson çıkış yolu olamaz. İnsanlığın kurtulu-şu, sömürü ve baskıdan; ayrımcılıktanuzak yeni bir toplum olmalı, bu da komü-nizmdir.

Rusya'da 1917 Ekim İşçi Devrimindenkısa bir süre sonra, Doğu Avrupa, Çin ve Kü-ba'da daha en başından itibaren "işçi sı-nıfı" ve "komünizm" adına yaşananlar, işçisınıfının çıkarlarından uzak, bürokratikve yozlaşmış rejim deneyimleri olmuştur.Bu rejimlerle "işçi demokrasisinin" ve"komünizmin" doğrudan ilgisi yoktur. Ko-münizm, işçi sınıfı ideolojisidir; onun ta-rafından ve dünya seviyesinde inşa edile-bilir.

İşçilerin Sesi Gazetesi, insanlığın kurtu-luşu olan komünizmi, kadın ve erkeklerinher türlü sömürü, ezme-ezilme ilişkisinden;ayrımcı uygulamadan, yabancılaşmadankurtuluşu olarak anlıyor. Kürt ulusunun ken-di kaderlerini tayin hakkını savunuyor.

İşçilerin Sesi Gazetesi, kapitalistlerin kârıuğruna işçilerin sömürülmesine hizmeteden tüm kurumlara burjuva devlete, mec-lise, mahkemelere, orduya ve polise karşıtutum alır.

İşçilerin Sesi Gazetesi, sendikaların dev-letten ve sermayeden bağımsız, demokra-tik, şeffaf olmalarını savunur. İşçilere iha-net eden sendika bürokratlarına karşı mü-cadele eder. Sendikaların yeniden ve ta-bandan gelişecek işçi hareketi eliyle birerişçilerin öz örgütü haline gelmesi için ça-lışır.

İşçilerin Sesi Gazetesi, işçi sınıfının eko-nomik ve demokratik hakları gibi, siyasihakları ve iktidarı için de mücadeleyi zo-runlu sayar. Tüm işçilerin, emekçilerin, yok-sulların öz çıkarlarını savunacak Enter-nasyonalist Komünist bir işçi partisinin in-şasını amaçlar. Bu aynı zamanda uluslar-arası işçi sınıfının partisi olacak olan yenibir Komünist Enternasyonalin inşası de-mektir.

İşçilerin Sesi Gazetesi,’nin savunduğugörüşler bunlardır. Bu amacı paylaşan tektek işçi ve aydınlarla; devrimci örgütlerlebirlikten yanadır. Bu gazeteyi savunanlarMarks, Engels, Lenin, Rosa ve Troçki’nin ge-leneğine bağlıdır; Enternasyonalist Komü-nisttir.

NEYE BAKSALAR PARAGÖRÜYORLAR

BİZ KİMİZ? NE İSTİYORUZ?

NE İÇİN MÜCADELEEDİYORUZ?

İşçilerin Sesi

2

Maddi çıkar elde etmek için rüşvet alıp-veren burjuvalar ve bürokratlar korunup kollanırken, hak mücadelesi veren işçilerile siyasi iktidara veya rejime muhalif olanlar cezalandırılıyor.

Page 3: İşçilerin Sesi Ocak 2013

İşçilerin Sesi

3

İlkay ÖNGÖREN

Başbakan’ın kuvvetler ayrılığı ilkesihakkındaki, “önümüze engel olarakdikiliyor” açıklaması ile “Türk usulübaşkanlık sistemi” tartışmaları birbütünlük arz ediyor. Siyasi gücün tekelde toplanmasını amaçlayan bu söy-lem ve projenin arkasında, sadece baş-bakanın siyasi ihtirası yatmıyor. Esasamaç, devleti, ayak sesleri duyulan veTürkiye’nin de içinde yer alması ka-çınılmaz olan bölgesel savaş koşulla-rına hazırlamak; onu bu yönde tah-kim etmektir. Hükümet, kurmak is-tediği totaliter rejim vasıtasıyla, tümmuhalif kesimleri bastırmayı, böylecesavaş koşullarında cephe gerisinisağlama almayı amaçlamaktadır. Ay-rıca bu yolla, kapitalist sınıfın ülkekaynaklarına sınırsız saldırı ve emek-çilere yönelik azgın sömürüsününönündeki tüm yasal ve idari engelle-rin ortadan kaldırılması hedeflen-mektedir. Başbakanın kuvvetler ay-rılığına yönelik eleştirisini dayandır-dığı örnekler, kendisinin sınırlanma-mış iktidarının yanı sıra, sermayenindizginlenmemiş sömürüsünü arzu-ladığını gösteriyor.

Meclis Anayasa Komisyonundasürdürülen, ancak yasama ve yargının

yetkilerini yürütme lehine budayanhükümleri nedeniyle, bir türlü neti-celenemeyen yeni anayasa tartışmalarıküllenirken, Başbakanın bu çıkışı önemkazanıyor. Zira ilk sivil anayasa olarakreklam edilen tasarı, başkanın Mecli-si feshetme yetkisi, kanun hükmündekararnameler üzerinde Meclisin de-netiminin ortadan kaldırılması ve yinebaşkanın Meclisin çıkardığı yasayıveto etme yetkisi ile donatılmak iste-niyor. Bu yetkilerle iktidara gelen baş-kanın, kuvvetleri tek elde toplayaca-ğı açıktır. Erdoğan’ın ülkenin ilk süpergüçlü başkanı olmak istediği ise her-kesçe biliniyor.

İŞÇİLERE VE KÜRTLERE KARŞI KUVVETLER AYRILIĞI ZATEN YOKDevlet, bir sınıfın bir başka sınıf

üzerindeki baskı aygıtıdır. Kapitalistsistemde ise, devlet, burjuvazinin, işçisınıfı üzerinde egemenlik kurması-nın bir aracıdır. Kuvvetler ayrılığı de-nilen, yargı, yasama ve yürütme erk-lerinin, görünüşte birbirinden bağım-sız olması, devletin bu sınıf karakte-rinin üzerini örtmeye, işçi sınıfı veemekçilerin bilincinde, devletin sınıf-lar üstü olduğu yanılsaması yarat-maya hizmet eder. Ancak yine de, dev-

letin iktidar organları arasındaki güç-ler ayrılığının, işçi sınıfının demokrasimücadelesinde, otoriter rejimlere kar-şı savunulması gereken önemli birmevzii olduğu unutulmamalıdır. Zirakuvvetler ayrılığı olmayan rejimlerdediktatörlerin ya da cuntaların iktidar-da oldukları açıktır.

Hükümet ile yüksek yargı ya da as-keri bürokrasi arasında kimi çelişkilervar olsa da, işçi sınıfının ya da Kürt-lerin hak talepleri ve mücadelesi sözkonusu olduğunda, tüm anlaşmaz-

lıkların ortadan kalktığı görülüyor.KCK davasından binlerce kişi tutuk-lu; kararların MGK toplantılarındaalındığı, mahkemelerin de alınan ka-rarları infaz ettiği artık biliniyor. Yineburjuvazinin çıkarlarını yansıtan işyasaları, kıdem tazminatının tasfiye-si ya da sosyal güvenlik haklarınıngasp edilmesine dair düzenlemele-rin hayata geçmesinde, tüm egemen-lerin elbirliği ettiği açıktır.

İKTİDARIN TOTALİTER REJİM PROJELERİNE KARŞI DİRENELİMOrtadoğu coğrafyası sıcak savaşa

doğru evrilirken, sözde demokratBaşbakanın totaliter bir rejime mey-letmesi dikkat çekicidir. Başbakanın,emperyalist hedefler doğrultusundayürüttüğü iç ve dış politikalarına kar-şı çıkan muhalefeti bastırmaktan baş-ka amacı yoktur. Suriye, Irak ve İrankonularında, büyük emperyalist ül-kelerin taşeronluğu yanında, kendi altemperyalist çıkarları doğrultusundaatak bir politika yürüten hükümet, sü-recin açık savaşa doğru ilerlediğini gö-rüyor ve alacağı radikal kararlar kar-şısında herhangi bir muhalefet baskısıhissetmek istemiyor. Ortadoğu plan-larının ve uyguladığı savaş politika-larının kitle desteğine mal olacağınıgören iktidar, elini güçlendirmek, ik-tidarını sağlamlaştırmak istiyor. Kürthareketini teslim almak ve büyükburjuvazinin hem ülkedeki hem debölgedeki ekonomik çıkarlarını ger-çekleştirmek için bu güce ihtiyacı ol-duğunu görüyor.

Başbakanın dile getirdiği “kuv-vetler ayrılığı” eleştirisi ve AKP ikti-darının dayattığı “Başkanlık Rejimi”projelerinin arkasında, Başbakanın“son Osmanlı Sultanı” olma hevesininötesinde, toplumsal muhalefeti bas-tırmaya ve sömürüyü derinleştirme-ye hizmet edecek totaliter bir rejim kur-ma amacı yer almaktadır. O nedenle,savaşa ve daha da yoğunlaştırılmak is-tenen sömürüye karşı çıkan, demok-rasi ve haklar mücadelesi yürüten, baş-ta işçi sınıfı olmak üzere, tüm ezilen-ler ve emekçiler, AKP hükümetinin, çe-şitli projelerin arkasına gizlediği, to-taliter bir rejim kurma girişimlerinekarşı direnmelidir.

SAVAŞ HÜKÜMETİ KUVVETLERAYRILIĞINA KARŞI ÇIKIYOR

Başbakanın dile getirdiği “kuvvetler ayrılığı” eleştirisi ve AKP iktidarının dayattığı“Başkanlık Rejimi” projelerinin arkasında, toplumsal muhalefeti bastırmaya ve sömürüyü

derinleştirmeye hizmet edecek totaliter bir rejim kurma amacı yer almaktadır.

SORUYORUZ HADDİNİZE Mİ?Maraş katliamının 34’üncü yıldönü-münde, Maraş’ta anma yapmak isteyen Al-eviler, Valinin yasağıyla karşılaştı. Anka-ra’dan Maraş’a gidecek otobüsler engel-lendi. Şehrin girişinde ise, jandarmanın taz-yikli suyu ve gaz bombalarıyla karşılandı-lar. Aleviler, AKP hükümetinin Sünnileştirmepolitikasına giderek daha yaygın bir karşıkoyuş içinde. Pir Sultan Abdal Kültür Der-neği Ataşehir (1 Mayıs Mahallesi) Şubesi,Maraş’a hareket etmeden önce mahalle-de yürüyüş düzenleyerek Maraş Valisininyasağını protesto etti.

Dernek Başkanı ve eski TEKEL işçisiMetin Arslan, yürüyüşün ardından yaptığıbasın açıklamasında şunları söyledi:

“AKP hükümetinin valileri 2 Temmuzşehitlerimizi anmamızı da yasaklamıştı. En-gel olabildiler mi? Maraş şehitlerimizi an-

mamıza da engel olamayacaklar. Yüzler-ce, binlerce canla beraber yarın Maraş’taşehitlerimizi anacağız, Alevi düşmanı bir hü-kümete haddini bildireceğiz!

Sadece AKP hükümeti değil, TürkiyeBüyük Millet Meclisi Başkanlığı da Cem-evini ibadet yeri saymamıştır. Biz zorunludin dersleri kaldırılsın istemiştik, AKP hü-kümeti haftada 9 saati bulan din dersini öğ-renciye, veliye seçmesi için dayatıyor. Bumudur Alevi açılımı? (…)

Alevi inancına düşmanlık AKP hükü-metinin politikası olmuştur. Suriye’de Al-evilerin köy köy katledilmesinde rol alan ElKaide mensupları Antep’te, Urfa’da, Ha-tay’da kamplarda Türkiye tarafında silah-lanıp katliamlara gidiyorlar. Çeteleri bes-leyen ve onlara sahtekarca Özgürlük Or-dusu adını takan ABD emperyalizmi ve AKP

hükümetidir. (…)Maraş katliamının hesabını sormak üze-

re başlattığımız yürüyüşümüz, aynı zamandaSuriye’de yüzlerce Arap Alevisini katledilme-sine dur diyecektir. Maraş yürüyüşümüz, Tür-kiye’yi Ortadoğu’da mezhep ayrımına daya-lı kamplaşmanın tarafı olmaya zorlayan AKPhükümetini uyarı yürüyüşüdür. (…)

Aleviler, ezilenler, işçiler, yoksullar savaşistemiyorlar. Bunun için AKP’yi, NATO’yu, Türkbüyük sermayesini ve emperyalist tekellerinsömürücü heveslerini kursaklarında bırak-malıyız. Türkiye’de savaşa karşı çıkan tüm ile-rici, devrimci güçleri birlikte hareket etmeyeçağırıyoruz. Ortadoğu’da savaşı durdurmakiçin Alevilerin, Kürtlerin, yoksulların katledil-mesini durdurmak için; Maraş’ın, Sivas’ın he-sabını sormak için; Suriye’de yakılan köyle-rin hesabını sormak için birleşmeliyiz!

Page 4: İşçilerin Sesi Ocak 2013

KEİG tarafından 2008 yılında hazır-lanan rapordaki veriler, “kalkınan”Türkiye’de kadınlara açılan yeni iş im-kânlarının ne denli sınırlı olduğunugösteriyor. 1955 yılında kadınlarınyüzde 72’si tarımda ve tarım dışındaistihdam edilmekteyken, bu oran1985’te yüzde 43’e düşmüş. Günü-müze gelinceye dek düşme devam et-miş ve 2007 yılında yüzde 22,3 olmuş.Gülten Kazgan’ın çalışmasına göre1950’lerden önce kadın nüfusun yüz-de 80’den fazlası işgücüne katılırken,1985’te yüzde 30’lara düşmüştür. Ta-rımdan çıkan kadın işgücünün büyükbir oranı, sanayi sektöründe açılan yeniişlerde istihdam edilememekte, çağı-mızın “iyi” işleri olan bu işlerde ağır-lıkla erkekler istihdam edilmekte.

Kadınlar olarak, evdeki erkek ege-men tahakküm ilişkisinden ve onunuzantısı olan kadına yönelik şiddettenkurtulmamız için, bağımsız bir geliri-mizin olmasının önemini bilerek, kadınistihdamı konusunda uygun bir poli-tika üretmek için çaba harcamak zo-rundayız. Sermaye birikiminin güncelihtiyaçlarına yanıt verebilmek için önplana çıkartılan esnek çalışma ile ilgi-li olarak, “uygun koşullar sağlanırsa ka-dınlar için fırsat mıdır?” sorusuna bi-

zim verdiğimiz yanıt kesin ve net birhayır! “Özel” ya da “tipik olmayan” is-tihdam biçimleri olarak anılan esnek is-tihdam, Batı’da 1970’lerin ortalarındanitibaren ilkin, kısa süreli ve geçici işle-rin, süreli iş sözleşmelerinin, taşeron-laşmanın gelişmesiyle sağlanmıştır.Türkiye’de ise esneklik, 1980’lerin so-nunda hızlanan bir süreç olarak gün-demimize girdi. Temelde işin ve üre-timin örgütlenmesindeki değişiklikle-ri ifade eden esneklik kavramı, pek çokanlama gelecek şekilde kullanılmak-tadır: Anında üretim, istihdamın ve işinesnekliği, yarı-zamanlı çalışma, kısmizamanlı çalışma, çalışma zamanının yıl-lar ile sınırlanması, çalışma süresininpaylaşılması ve kısaltılması kavram-

larını içerir. Esnek denilen üretimin ge-lişmesine ayrıca eve iş alma, tele ça-lışma, taşeronlaşma gibi iş süreçlerininparçalanması da eşlik etmektedir. Es-neklik sayesinde sermaye hem çalışmasaatlerini uzatmayı, hem de emeğinmaliyetini düşürmeyi başarmıştır. Sözkonusu farklı esneklik biçimlerininhemen hemen tamamı cinsiyete dayalıişbölümüne dayanmaktadır. Esnekliküzerine yapılan çalışmalar esneklikkavramının kadın ve erkek işçileriaynı biçimde etkilemediğini de gös-termiştir. Aslında içsel denilen esnek-lik (birden fazla iş yapma, rotasyon, gö-revlerin bütünleştirilmesi, takım ça-lışması) daha çok erkek işgücünü ilgi-lendirir. Dışsal denilen esneklik ise

(eğreti işler, kısmi zamanlı çalışma, es-nek mesai saatleri) en çok kadın işgü-cüne başvurularak sağlanır. Kadınlarınücretlerinin genellikle “ek gelir” olaraksunulmasıyla, ücretler arasındaki farkda meşrulaştırılır. Özetle, esnek ve eğ-reti işler yaratma ve geliştirme politi-kalarının asıl hedefi kadınlardır ve budurum işgücü piyasasındaki mevcutyatay ve dikey ayrımcılığı pekiştirir.

Türkiye’de kadınların üretime ka-tılmadıkları için egemenlik ilişkileriiçinde ezilen taraf oldukları tezi yeri-ne, ezildikleri için üretime son derecedüşük statülerde katıldıkları ve dola-yısıyla üretime katıldıkları halde uğ-raşlarının ekonomik faaliyet olarakdeğerlendirilmediği tezine katılıyo-ruz. Dolayısıyla feministler olarak ka-dınların istihdamına yönelik geliştir-diğimiz politikaların iki hedefi olma-lı: 1-İşgücü piyasasındaki yatay vedikey ayrımcılığı zayıflatmalı ve 2-ka-dının evdeki emeği üzerindeki erkektahakkümünden kurtulmasına imkântanımalı. Bu doğrultuda geliştirilen ta-leplerle yola çıkmamız önemli.

(Sosyalist Feminist Kolektif’in çıkar-dığı Mutfak Cadıları bültenlerinin top-landığı ikinci kitapta yer alan “Kadın İs-tihdamı” metninden özetlenmiştir.)

BİZ KADINLAR NASIL BİRİSTİHDAM İSTİYORUZ?

İşçilerin Sesi

4

SAĞLIKTAKİ DÖNÜŞÜMEmire ERMİŞ

Sağlıkta dönüşüm, sağlığı ücretli durumagetirebilmenin dolaylı bir yoludur. Yeni birproje olmamakla birlikte (2003 İMF 55 ül-keye dayattığı bir projedir). Hayata geçiril-mesi 2012’ye kadar gecikmiştir. Yani bizedayatılan ve adına sağlıkta dönüşüm adı ve-rilen proje bu ülkenin kendi koşullarından tü-rememiştir. Kamu hastaneler birliği ve tamgün yasasıyla birlikte hayata geçirilmeye ça-lışılması tesadüf değildir. Bunun sonucu ola-rak ta sağlığın özerkleşmesi ve sağlıkta ka-litenin düşmesi doğru orantılıdır.

Devlet hastanelerinin yönetimine, CEO’la-rın atanması, hastanelerin hasta tedavi ku-rumu olmaktan çıkarılarak, kar elde edilen bi-rer işletme, fabrika konumuna getirmektedir.Başlangıç itibariyle bu CEO’ların doktorlardanseçilmesi gözümüzü boyamasın, çünkü ikti-sat ve işletme mezunları da çok rahat bu gö-revlere getirebilecek. Yani mutlaka yapılma-sı gerekli tahliller ve muayeneler için bu ko-

nuda hiçbir tıp bilgisine sahip olmayan yö-neticilere hastalar teslim edilecek.

Sağlıkta dönüşüm bize başka nelergetirdi; bütün doktor ücretleri performans sis-temi ile ödenmeye başladı. nekadar çok has-ta bakarsalar ücretleri o kadar yüksek ola-cak. Peki, koruyucu hekimliğin nerdeyse hiçolmadığı, toplum sağlığının en alt seviyedeolduğu düşünülürse; geç kalınmış ve kro-nikleşmiş olan hastalara kim bakacak?

Bu şekilde bir çalışma sistemi hekimler çö-zümsüz, hastalarda gerekli tedaviden yoksunbırakacaktır... Son yıllarda sağlık çalışanları-nın uğradığı şiddetin ana nedeni de budur.

Yıllar boyunca büyük şehirlere nüfusun(göçün) artmasına rağmen, devlet hastaneleriaçılmamıştır, ya da biri kapatılıp veya özel-leşmiş bunların yerine açılan hastanelerdeihtiyacı karşılamaktan daima uzak olmuştur.Oysa özel hastaneler her sokak başındamantar gibi türemiştir. Muayene ücretinin dü-şük olması ve kolay ulaşılabilir olması iti-bariyle başlangıçta herkese cazip gelmiştir.

Ancak tahlillere ödenen ücret yüksek olun-ca ve kronik hastalıklarda, tedavi uzun sü-receğinden devlet hastanelerinin yolunututmak zorunda kalmışlardır.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu dö-nüşüm yeni değildir. Önce ilaçların içinde-ki miktarlar azaltıldı (çok ilaç kullanıyoruz ba-hanesiyle) ,bunu bazı ilaçların SGK kapsa-mından çıkarılması takip etti. (Hepsi de ilaçkapsamında ve tedavi maksadıyla kullanı-yordu örn: burun spreyleri, ort malzemele-ri) hastaneye veya sağlık ocaklarına her gi-dişte alınan katkı payları süreci eklendi. Amasağlıkta da artık kar amacı güdüldüğünden,ocak ayından itibaren ameliyat gibi cerrahigirişimlerde de artık hastalar katkı payı öde-mek zorunda kalacaklar. Yani artık devlethastanelerinde de tedavi olabilmek için ha-tırı sayılır bir ücret ödemek gerekecek.

Bu sistemde devlet hastanelerinde dok-tora ulaşmanız kolaylaştırıldı. Ama muayenerandevuları çok sık aralıklarla olduğundan, he-kimin baktığı hasta sayısı çok arttı. Bu kadar

kısa sürede teşhis koymak ve tedaviye kararvermek zor olduğundan sağlıkta hata payı ar-tacaktır.(buna birde özellikle asistan dr nöbetçıkışında da işe devam ettiklerini eklemek ge-rekir.) Hekimler hata yapmamak için gerek-siz tahlil yapmak ve film çektirmek zorundakalacaklar. Bu durum hastaların maddi vemanevi daha fazla hırpalanmasına sebep ola-caktır. Zaten tahlil ve tetkiklere getirilen üc-ret sınırlamasından sonra, sınır aşan tetkik-ler için on gün sonra tekrar hastaneye gitmekzorundasınız. Bu durumda doğru teşhis ve te-davi oldukça zor görünüyor.

Bu uygulamaların yanı sıra, ucuz işgü-cünü de beraberinde getirmektedir. Hasta-nelerin kar elde etmesi söz konusu olduğuiçin işçilerin de daha ucuza çalışması zorunluolacaktır. Zaten taşeron işçi çalıştırmanın çokyaygın olduğu sağlık sektöründe kadrolu vegüvenceli çalışmak hayal olacak. Böylece birtaşla iki kuş vurulmuş olacak işçiler hem çokucuza çalışacak hem de. Her insanın hak-kı olan sağlık hakkından yararlanamayacak.

Page 5: İşçilerin Sesi Ocak 2013

İşçilerin Sesi

5

Oya ÖZNUR

Başbakan Erdoğan, Konya’da yaptığıkonuşmada, 9 yıldır şehir hastaneleri-nin kurulmasını hayal ettiğini, bunakarşın “bir kelime yüzünden” yargınınengel çıkardığını söyleyip “kuvvetlerayrılığı” tartışmasını başlattı. Bu söz-lerin ardından başkanlık sistemi tar-tışması da yeniden alevlendi. Şehir has-tanelerinin nasıl bir proje olduğu ise butartışmanın gölgesinde kaldı.

“Şehir Hastaneleri” Kimin Hastaneleri?Sağlık Hizmetleri Temel Kanu-

nu’nun ek 7. maddesinde, sağlık tes-islerinin Sağlık Bakanlığı’na veya Ha-zine’ye ait taşınmazlar üzerinde, özelhukuk kişileri tarafından 49 yıla kadarkiralama karşılığında yaptırılabileceğibelirtiliyordu. Bu maddeye 11.10.2011tarih ve 663 sayılı Kanun HükmündeKararname’yle ek yapıldı ve değeri 20milyon liraya kadar olan tesislerinyaptırılmasına Sağlık Bakanlığı’nınkarar vereceği, bu amaçla özel sektö-re taşınmazların bedelsiz devredilece-ği, bu kişilere kamu tarafından verile-cek kira bedellerinin ise döner serma-ye işletmeleri tarafından ödeneceğidüzenlendi. Ayrıca ihaleyi alanlardamga vergisi ve harçlardan da muaftutuldu. Yine bu maddeye göre yapı-lacak işlemlerin Devlet İhale Kanunuile Kamu İhale Kanunu’na tabi olma-dığı düzenlendi.

Bu maddeye dayanılarak şimdiyedek Kayseri, Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent, Elazığ, Yozgat, Manisa, Kon-ya-Karatay, İstanbul-İkitelli, Mersin,Adana, Gaziantep, İzmir-Bayraklı,Bursa şehir hastanesi-entegre sağlıkkampusu ihaleleri yapıldı. Bu 13 iha-le dışında, 8 ayrı ilde branş hastane-leri ihalesi de tamamlanmak üzere.Antalya, Denizli, Diyarbakır, Kahra-manmaraş, Samsun, Şanlıurfa, Te-kirdağ illeri için yeni projeler de ha-zırlandı. Bunlar bilinenler, ancak iha-leyi alan şirketlere ödeyecek paramiktarı ve sözleşmelerin detaylarıtabi ki açıklanmıyor. Çalışma Baka-nı’nın dahi kabul ettiği tahmin edilenmiktar ise 13 ihale için 50 milyar lira.Yani, Sağlık Bakanlığı’nın bugünekadar yaptığı 13 ihale sonucunda,

önümüzdeki 25 yılda “kira bedeli”adı altında 50 milyar liranın bu şir-ketlere ödenmesi gerekiyor. Şirket-lerin yapacağı öngörülen yatırım isebu miktarın yanında devede kulak ni-teliğinde. Örneğin sadece 8 ihaleyialan şirketin yapacağı sabit yatırımtutarı 3 milyar 880 milyon lira. Bunakarşılık devletin bu şirketlere 25 yıl-da ödeyeceği “kira bedeli” yaklaşık26 milyar 500 milyon lira. Görüldü-ğü gibi kamu bütçesinden bu şirket-lere, yaptıkları harcamanın sekiz katıpara aktarılacak!

Ancak bununla da bitmeyecek. Buşirketler kira bedelinin dışında da ge-lir elde edecekler. Hastanelerde gö-rüntüleme, laboratuar, bilgi işlem, gü-venlik, temizlik, yemekhane gibi hiz-metler de yine bu şirketlere bırakılacak.Bunlar için de “hizmet bedeli” adı al-tında ödeme yapılacak. Ayrıca bu fir-malar, hastanelerin çevresine kura-cakları otel, alışveriş merkezi gibi alan-ları işleterek de kâr elde edecekler. Üs-telik devlet hastaneleri de “kampus dışıticari alan” adı altında bu şirketlerinkullanımına verilecek!

Kısacası “şehir hastanesi” veya“kamu-özel ortaklığı” olarak adlan-dırılan bu proje, sağlık alanını yerli veyabancı sermayenin ihtiyaç ve is-tekleri doğrultusunda tamamen ti-carileştiren, sermayeye para aktaran“özel” bir projedir. “Şehir hastanele-

ri”, sağlık alanını özelleştirme veözelleştirme sürecine katılanları “teş-vik etme” projesidir.

Yargı Kararına Karşı Kanun TasarısıBaşbakan konuşmasında “bir ke-

lime” yüzünden Danıştay’ın bu sü-reci baltaladığını söyledi. Gerçekte iseTürk Tabipleri Birliği tarafından açı-lan davalarda Danıştay, bu ihaleleriyine AKP hükümeti tarafından çıka-rılan 2006 tarihli Yönetmeliğe aykırıbuldu. Gerekçesi ise sağlık tesisi dı-şındaki alanların da şirketlere ticarialan olarak bırakılması, buralara otel,alışveriş merkezi gibi sağlık dışı tes-islerin yapılacak olmasıdır. Bu ne-denle Danıştay tarafından, bir yandanyapılan ihalelerin yürütmesi durdu-ruldu bir yandan da ihalelerin ya-pılmasına imkan tanıyan maddeniniptali için Anayasa Mahkemesi’nebaşvuruldu. Hükümet ise bilinen biryöntemi uygulamaya geçti. Yargı ka-rarına karşı, Sağlık Bakanlığı’ncaKamu Özel İşbirliği Modeli ile TesisYaptırılması, Yenilenmesi ve HizmetAlınması Hakkında Kanun Tasarısı’nıhazırlayıp Meclis’e gönderdi. Bu ta-sarıya göre, ihale yöntemiyle yapı-lacak tüm tesislerin işletmesi şirket-lere bırakılacak, sağlık çalışanları-nın verdiği hizmetlerin tümü ihale-yi alan şirketlere devredilecek, buna

karşılık 49 yıl boyunca bu şirketlere“kira bedeli” ve “hizmet bedeli”ödenecek. Tüm sağlık çalışanları dabu şirketlerin işçisi haline getirilecek.

Özelleştirme Ölüm DemektirAKP hükümetinin hız verdiği “sağ-

lıkta dönüşüm” uygulamalarına bir bü-tün olarak bakıldığında, sağlığın tica-rileştirilmesinin son adımlarının atıldığıgörülüyor. Sağlık hizmetinin her aşa-masının katılım payı, ilave ücret, reçeteücreti gibi isimlerle ücretlendirilmesi,SGK kapsamındaki hizmetlerin azal-tılması, genel sağlık sigortasının geti-rilmesi, hastanelerin işletmeye dön-üştürülmesi, birliklerin başına işletmeciyöneticilerin getirilmesi peş peşe atılanadımlardır.

Kısacası, sağlıkta dönüşüm poli-tikaları sonucunda, parası olmayanınsağlık hizmetinden yararlanamaya-cağı bir döneme giriliyor. Hastaneleriyöneten işletmeciler, görevde kala-bilmek için sağlık hizmetinin niteli-ği ile bağdaşmayacak ticari kurnaz-lıklar da yapacak. Çalışma koşulla-rı sebebiyle taşeron şirketlerin iç yü-zünü, sağlık alanına olan etkisinidaha erken fark eden taşeron işçile-ri, bu gidişatı “sağlıkta taşeron ölümdemektir” sloganıyla dile getiriyor-lar. Bu sloganı şimdi genişletmek ge-rek; “sağlıkta özelleştirme ölüm de-mektir”.

ÖZELLEŞTİRMENİN YENİ ADI:

“ŞEHİR HASTANELERİ” Sağlıkta dönüşüm politikaları sonucunda parası olmayanın sağlık hizmetlerinden

yararlanamayacağı bir döneme giriliyor. Şimdi taşeron işçilerinin sloganını genişletmek gerek: “Sağlıkta özelleştirme ölüm demektir”

Page 6: İşçilerin Sesi Ocak 2013

İşçi sınıfı mücadelesiyle nasıl ta-nıtınız?

Lise yılarında fabrikalarda çalışı-yorduk, oradaki işçileri örgütlemekiçin faaliyette bulunurduk. O aradaKemal Sülker’e (ya da Kemal Türk-ler’di şimdi hatırlayamıyorum) birmektup yazdım, Turgutlu’daki işçi-lerin örgütlenmesi için yardım iste-dim. Cevap geldi. Mektupta şu andatoprak sanayi iş kolunda işçileri ör-gütlemek için bir sendikanın olma-dığını, önümüzdeki günlerde birsendikanın kurulacağını, bu konuda

çalışma yapmamızı ve onlarla ilişki-ye geçmemizi istiyorlardı. Devrimcigençlik heyecanıyla o mektubu ce-bimde taşıdım. Herkese gösterdim veo mektup artık katlanamaz hale gel-di. Daha sonra DİSK’e bağlı Keramik-İş sendikası kuruldu ve bizim ilk sen-dika ile tanışmamız ve örgütlenmeçalışmalarımız bu şekilde başladı.

Ama siz Beton-İş’i kurdunuz.Neden?

Beton-İş sendikası bir fraksiyonsendikasıydı. TKP’nin yönlendirdiğibir sendikaydı. Bu sendikayı Tur-

gutlu’da biz kurduk. Genel merkeziTurgutlu’daydı. O tarihlerde Türki-ye’de sınıf mücadelesinin sendikalboyutunda herkesin eğilimi kendisendikasını kurmasıydı.

Keramik-İş TİP’in elindeydi. Tur-gutlu’daki ağırlıklı işçi kitlesi kera-mik-beton blok fabrikalarındaydı.Blok dediğimiz tuğla. Bir de kiremitve beton fabrikaları vardı. Yaklaşık50’ye yakın fabrika vardı. Fabrikala-rın en önemli özelliği emek-yoğunüretimdi. Fabrikada 30-40 tane çıkanbloğu taşıyan işçi vardı. Kuru sistem

kurulunca bu 30 işçi kalktı, 5 işçi bantsistemine geçti. Fabrikalarda çalışanişçi sayısı 400’e yakındı. Ama aynıfabrikalara teknoloji girince, 400 taneişçinin çalışacağı fabrikalarda, 50tane işçi çalışır duruma geldi. 20bine yakın işçi demektir. Bunun dı-şında Tukaş ve Evkom adında ikikonserve fabrikası vardı.

Şimdi Turgutlu’da hangi sek-törler var?

Turgutlu’da ağırlıklı olarak gıdasektörü gelişti. Tavuk üzerine, Lezi-ta ve CP. Bunlar kuluçka, yem fabri-kası ve tavuk işletmesi. Bunlar büyüktekeller. Bunlar burada üretim mer-kezi kurdular. Fason olarak tavukla-rını aldığı insanların tavuklarını ke-sip Türkiye’ye buradan pazarlıyorlar.Abalıoğlu tekelin ismi. Başka fabri-kaları da var: Soya fabrikası, tekstilfabrikası gibi. Metal iş kolunda Bir-leşik Metal-İş’in örgütlü olduğu 100kişilik bir işyeri var. Bu işyeri dışın-da sendikalı işyeri de yok.

Hangi mücadeleler yaşandı Ka-saba’da?

1979 yıllarıydı. En önemli müca-delemiz, 600 işçi çalışan beton direkfabrikasında Beton-İş sendikası ta-rafından yürütüldü. Bu fabrikadaÇimse-İş ile Beton-İş arasında refe-randum ve grev oylaması yapıldı. Be-ton-iş sendikası olarak kazandığı-mız halde, Turgutlu’daki ve Türki-ye’deki bütün keramik-blok patron-ları ortak hareket ederek yetkiyi ver-mediler, toplu sözleşme masasına

SENDİKADAN ÇABA BEKLEMEK

İşçilerin Sesi

6

Hayri Bökü, sınıf mücadelesine40 yılını vermiş bir komünist.TSİP ile başlayan siyasi yaşamı,önce TKP sonra da TKP İşçininSesi ile devam etmiş. Birçoğumuzgibi, 12 Eylül ertesinde siyasalperspektifini ve özellikle de1990’lardan itibaren SovyetlerBirliği deneyimini sorgulamış.Yenilginin sosyalizminkendisinden kaynaklanmadığısonucuna varmış ve bugünenternasyonalist komünist birmilitan olarak Turgutlu’da hemişçi sınıfı içinde hem deÇaldağı’nda nikel madeninekarşı yürütülen mücadelede yeralıyor.

Seyfi ADALI

KOMÜNİSTLER GÖZÜNÜ GÜVENCESİZ İŞÇİLERE ÇEVİRMELİİşçi sınıfının durumunu nasıl görüyorsun? Ne

yapmalı?Turgutlu, küçük Türkiye’dir. Kasaba’da işçi sayı-

sı için 40-50 bin diyebiliriz. Hiç birisi sendikalı değil.Bu 40 bin işçinin en az 15-20 bini de sigortasız ça-lışıyor. Bunların ezici bir çoğunlu da güvencesiz işçi.Sınıfın durumunu bir trene benzetecek olursak, tre-nin önünde burjuvazinin yönettiği çok lüks bir maki-ne dairesi var. Kompartımanların arkaya doğru giderekbüyüdüğü ve konforunun da giderek bozulduğu birtren. Makinistin arkasında çok ufak bir sendikalı ke-sim var. Bunların aldıkları ücret burjuvazinin de de-ğerlendirdiği yoksulluk sınırı. Türkiye’de yoksulluk sı-nırı 3 bin lira, sendikalı işçi bunu ancak alır. Orta kom-partımanlar daha büyük, orada yalnız sigortalı ve as-gari ücretli kesim var. Ondan sonra gelen kompar-tıman daha da büyüyor ama pencereleri filan kırık,daha konforsuz, buradaki işçi kesimi yalnız asgari üc-retle çalışan kesim ve sigortasız. Diğer yandan da bukompartımana binmek isteyen milyonlara işçi de tre-nin arkasından koşuyor. Türkiye işçi sınıfının durumu

bu. Ezici bir kesim güvencesiz işçi. Bence komü-nistlerin gözünü çevireceği kesim güvencesiz işçilerolmalı. Esas odak, devrimci merkez olarak ben bu ke-simi görüyorum. Kapitalist krizin iyice arttığını ve sü-recin daraldığını, devrimci durum koşullarının Türki-ye’de ve etrafta oluşmaya başladığını, savaş rüz-gârlarının sınıfı da içine çekmeye başladığını düşü-nürsek, sendikalarda bir mücadelenin başlamasını veburalarda bir odak olmasını çok zor görüyorum.

Şu anda Türkiye’de bazı girişimleri doğru bulu-yorum. İşçi Hakları Derneği, Taşeron İşçileri Derne-ği gibi. Biz de bu temelde, bu süreçte sendikalarla mü-cadelenin çok zor olacağını düşündüğümüz için hak-kını arayan işçiler derneği şeklinde bir derneğin ku-rulması için çalışıyoruz. İşçilerin ekonomik demokra-tik haklarının yükseltilmesini ve aynı zamanda bura-sının işçi sınıfının kapitalizme karşı bir mücadele oda-ğı olarak geliştirilmesini, ilerdeki sınıf sendikacılığınında embriyo örgütlerinin buradan yetiştirilmesini amaç-lıyoruz. Sınıf örgütlenmesinin okulu haline getirilereksendikaları buradan zorlamak değerlendirilmeli. Şu tip

yaklaşımları pek doğru bulmuyorum. Lenin’in koyduğuo klasik anlamda sendikalar olmadan bir şey olmaz,sendikalar olmadan bir siyasi partinin bir gün daha ik-tidarda kalamayacağı gibi klasik şeyler teorik anlamdadoğru olmakla beraber, komünistlerin nesnel duru-ma göre hareket etmesi lazım. Bugün sendikalardanbir çaba beklemek horozdan yumurta beklemeye ben-zer. Bizim nesnel duruma göre hareket etmemiz la-zım. Nesnellik sendikalıların dışında, güvencesiz iş-çilerdedir.

Mesela şu anda asgari ücretle ilgili durum, ko-münistlerin bu konudaki ilgisizliği, sendika bürokrat-larının duyarsızlığı, asgari ücret karşısında militan tu-tum almaması, bir yönüyle o kesimle olan mesafelerinigösteriyor. Aynı 1 Mayıs ciddiyetindeki gibi, aynı Kürtözgürlük hareketinde Newroz’da gösterdiği duyarlı-lık gibi asgari ücretin yaklaştığı dönemde asgari üc-ret tespit komisyonunun aynı 1 Mayıs’tan korkar gibikorkması lazım. Güvencesiz işçiler arasında, onlarıngerçek dostlarının komünistler olduğunu algılatan birheyecan yaratılması lazım.

Page 7: İşçilerin Sesi Ocak 2013

İşçilerin Sesi

7

gelmeyip, işçi çıkararak sendikayı iş-levsiz hale getirmeye çalıştılar. İşçi-ler için direnişten başka çıkış yolu ol-madığına inanarak Betoye fabrika-sında direnişe başladık. 106 gün sür-dü direniş. Direniş 2. Milliyetçi Cep-he hükümeti döneminde yaşandı vepolis zoruyla, işçiler evlerinden zor-la alınıp, fabrikaya sokularak 107. gü-nünde kırıldı. Sendika kalmadı, onunarkasından da faşist darbe geldi. BuTurgutlu’da ilk önemli ve uzun süredevam eden işçi direnişiydi.

Yine önemli bir işçi mücadelesi fı-rın işçilerinin mücadelesidir. Tur-gutlu’da 30-35’e yakın fırın var. Fı-rınlar ve ekmek fabrikalarında çalı-şan 100’e yakın işçiyle biz genel mer-kezi Turgutlu’da olan Fırın-İş sendi-kasında örgütledik. Faşistler üç fırınişçisini öldürmüştü. Biz de hem işçi-lerin can güvenliği için hem de işçi-lerin gece çalışmasının engellenme-si için ekmeğin gündüz çıkarılmasıamacıyla direnişe geçti. İlk defa Tur-gutlu’da ekmek gündüz çıkarılmayabaşlandı. Gece çalışmayı yasakla-dık. Bu da 1979 yılında yaşandı.

Bu yıllarda Turgutlu’da Çimse-İşsendikasına karşı devrimci sendikalmuhalefet örgütü kurmaya karar ver-dik. Fabrikadaki işçilerle beraber birkomisyon kurduk. Tüm fabrikaları ör-gütleyip Turgutlu’da bir devrimcimuhalefet çalışmasına başladık. Yap-mış olduğumuz bir hata nedeniyle çokaz bir oyla devrimci sendikal muha-lefet seçimi kaybetti. Kendi aramızdabölündüğümüzden dolayı… Kendiaramızda bölünmeseydik, daha so-ğukkanlı davransaydık burada 10bine yakın işçinin yönetimini dev-rimciler olarak almış olurduk.

Bölünmeler bugün de var. Nedentam başaracağımız noktada bir bö-lünme ile sürekli kaybediyoruz?

Bunların hepsini Lenin’i doğru al-gılamamamıza bağlıyorum. İlk baş-ta komünistlerin sınıfın çıkarı doğ-rultusunda hareket etmesi lazım,kendi bireysel çıkarları, fraksiyonçıkarları için değil. Sınıfın genel çı-karlarına ters düştüğü için yanlıştık.Marx’ın Manifesto’da dediği o meş-hur söz “Komünistlerin işçi sınıfınınçıkarlarından başka çıkarları yok-tur.” Aynen öyle. Bugünkü bilincim-le Beton-İş sendikasının doğru ol-duğuna inanmıyorum. Bu bilincim-le işçileri gereksiz yere parçalamanındoğru olduğuna inanmıyorum. Sa-bırlı bir çalışmayla bürokrasiyi uzak-laştırmak için bir çalışmanın uygu-lanması lazım. Siyasi çıkarlar, sınıfın,sosyalizmin önüne geçiyordu. Bugünde bu anlayış devam ediyor.

BOŞUNA

THY yönetiminin 29 Mayısta işten çıkardığı 305 işçi içinişe iade kararlarının peş peşe, hem de kısa sürede gelmesigösteriyor ki, çalışma yaşamına kapkara satırlarla geçe-cek bir kıyıma imza atılmıştır. Bu 305 arkadaşımızdan EdaZorluoğulları ve Selçuk Arıkan haksız olarak işten çıkarıl-dığına dair kararı aldıktan sonra Atatürk Havalimanı dış hat-lar üst katta kamuoyu önünde THY yönetimine bir çağrıyaparak şöyle dediler:

"Sayın Topçu ekranlarda 'Yargı kararlarını bekleye-ceklerini' söylemiştir. Kamuoyu önünde kendisine sesle-niyoruz. Yargı, haklı olduğumuzu ispat eden kararını ver-miştir. Şimdi bu kararı temyiz etmek yerine THY işçisi ar-kadaşlarımız ve kamuoyuna söylediğinizin sözlerinizingereğini yapınız. Grev yasağı da kendiliğinden ortadan kalk-tığına göre, sürdürülen bu kinin nedenini anlamakta zor-lanıyor ve 210 gündür süren eziyetin artık son bulmasınıistiyoruz.

"Çözüm olacaksa, haklılığımız zemininde yine bizlerinçabalarıyla olacaktır. Göbeğimizi kendimiz kesmek zo-rundayız. Çünkü bu sıkıntılı süreçte, sendika yönetimininde asıl derdinin bizler olmadığına tanık olduk. Dış hatlarönünde 7 aydır direniş yapan arkadaşlarımıza saygı du-yuyoruz. Ancak bizler sorunun çözümünü, kendi çağrıla-rını bile üstlenmeyerek bu duruma zemin hazırlayan, üye-lerini yalnız bırakan sendikacılardan beklemiyoruz."

Bu sözcükler her şeyi açıklıyor. Bu sırada alt katta top-lanan insanlara Hava İş yöneticilerinin attırdıkları slogan-lar ise sendikacıların asıl derdinin ne olduğunu ortaya ko-yuyordu. 305 işçi için direniş yaptığını iddia eden sendi-kacıların ürettikleri sloganlara bakınız:

"THY uşağı Gökkuşağı-Direniş burada Bahadır nere-de?" (Not: Gökkuşağı Hareketi, Hava-İş’e muhalefet yü-rüten işçilerin oluşturduğu grubun adı, Bahadır Altan dabu grubun sözcüsüdür.)

Ortada ne Gökkuşağı Hareketi sözü eden var, ne deişçileri desteklemek için orada bulunan Bahadır Altan ko-nuşma yapıyor. Hava-İş yönetimi kendi içinde bir sorun ya-ratıp bunun üzerinden var olmayı ve bu yolla sadece ikti-darını korumayı hedeflediğini ispatlarcasına, kendisiyle bir-likte hareket etmeyen ve üst katta basın açıklaması yapanişçileri "hainler" olarak ilan etmekten utanmıyor! Hedef al-dıkları ve arkasında işverenin olduğunu iddia ettikleri işçi-lerin hepsi de ne tesadüftür ki, işten atılmış işçiler!

Sendika Başkanı kameralar önünde yanındaki az sa-yıdaki işçiyi de aşağılamaya devam ediyor. İftar çadırı kur-muş patron mübarek!

"Buraya katılan tüm arkadaşların avukatlık masrafları,geliş-gidişleri, yemeleri-içmeleri ve bütün bunların dışındada kendilerine aylık belli bir miktarda ödeme yaparak iş-

veren karşısında sahipsiz bırakmıyoruz!”İşveren karşısında işçiye sahip çıkmayı ona para ver-

mek olarak algılayan "23 yıllık deneyimli sendikacı", kabinamirleri Selçuk ve Eda arkadaşları "Bizim şirketle alakasıolmayan adamlar, yukarda açıklama yapamadan çekip git-mişler” şeklinde yalanlarken yüzü dahi kızarmıyor! Ve soncümleyle işçilere rüşvet teklif edip demecinin üzerine tüydikmeyi ihmal etmiyor: “Buradan bir kez daha sesleniyo-rum; gelsinler tüm masraflarını biz karşılayacağız!"

Sendikacılık işçilere yalan söylemekse, giriştikleri ey-lem sonunda işten atılacaklarını bildiği halde onlardan sak-lamak, kendisini sorumluluktan kurtaracak tedbirleri ala-rak işçileri patronların kucağına itmekse bu sendikacılığaihanet ediyorum.

Aldığı kararın arkasında durmamak ve işten attırdığı iş-çilere pişkinlikle "bunun sonucunu bilecek yaştasın" diyerek%10 ücret karşılığında sendika avukatına yönlendirmek sen-dikal mücadeleyse, ben hainim!

İşçilerin parasını, lüks makam arabalarıyla, 5 yıldızlı otel-lerde hovardaca savurmak sınıf dayanışmasıysa, onlarlaaynı sınıftan değilim.

Meydanlarda nutuk atarken diğer sendikacılara çamuratıp, pratikte hiçbir şey yapmadan 23 yıl geçirdikten son-ra, artık yolun sonuna geldiğini anladığında birden "mü-cadeleyi" akıl etmek sınıf sendikacılığı ise, hele hele bu ma-nevradaki sahteciliği yutmamak hainlikse bin kere hainim.

Genel kurul öncesi iktidarda kalmak için delegelerin hertürlü zaaflarını istismar etmek örgütlenmeyse ben bu ör-gütlülüğü reddediyorum.

Solculuk her siyasetten birisine yanında maaş vererekişçilerin örgütünü yine onların aidatlarıyla mafyaya dön-üştürmekse bu örgütün haini olmayı onur sayıyorum.

Sendika çalışanı onlarca işçiyi salt kendisiyle aynı dü-şünmeyip eleştirdiği için işten atmak, sonra da işçi hak-larından dem vurmak patronluğun daniskası değilse bentabii ki hainim.

Kadın işçileri taciz etmek, mobbing uygulamak, bun-lara tanık olan diğer kadınları da işten atmak, bu nedenleyargılanmak sendikacılığın şanı olduysa, ben sizin dü-zenlediğiniz 8 Martlarda kadın hakları karşıtı olmaya ra-zıyım.

En önemlisi bütün bunları görüp, duyup sonra da çı-karına öyle geldiği için susmak, korktuğu için sessiz kal-mak, sonra da sınıf mücadelesinden dem vurmayı in-sanlar içlerine sindirebiliyorlarsa ben hainliğe devam ede-ceğim.

Bizler de İşçilerin Sesi olarak, işçilerin birliğin önündetakoz işleviyle sermayeye kalkan olan sendikal bürokrasitarafından “hain” ilan edilmekte bir mahsur görmüyoruz.

Mayıs ayı içinde iktidarın, THY patronlarının isteğiylehavacılık iş koluna grev yasağı getirmesini, işçilerin gös-terdikleri tepkileri, bunun üzerine 305 kabin memuru ve tek-nisyenin işten atılmasını, daha sonra çıkan yeni sendika-lar yasasında iş kolu değişikliği ile grev yasağının kendi-liğinden ortadan kalkmasını ülkemize özgü “demokrasi”manzaraları olarak izledik. Bu olay AKP’nin yasama gücünüen basit konularda bile sermaye lehine açık açık kullan-maktan çekinmediğini göstermesi açısından örnek olmaklaberaber sendikal bürokrasinin de iç yüzünü işçilere öğ-retmesi açısından “bir musibet” rolü oynadı.

Hava-İş üyesi işçiler açısından artık çok açık olan ger-çeklerin “sol at gözlüklerini” aşması için ise daha zamangerekiyor. Hava-İş yönetimi direndiği ve işçilere sahip çık-tığı masalını devrimciler dışında “sol” çevrelere yutturmayıbaşarıyor. Belki buna katkı sağlar umuduyla sendikadantamamen ayrı mücadele yürüten işçilerin işe iade dava-larını kazandıklarında yaptıkları basın açıklaması ve sen-dikacıların buna nasıl tepki gösterdiklerini irdelemekte ya-rar var. Bu amaçla 10 yıl sendika temsilciliği yaptıktan son-ra THY yönetiminin işten attığı Kaptan Bahadır Altan’ın Air-kule sitesindeki yazısından bir bölüm aktarıyoruz:

Hainliğe devam ediyoruzBahadır ALTAN

Page 8: İşçilerin Sesi Ocak 2013

ŞUBATAdana Kozan’da yapılan Gök-

dere Köprü Barajı inşaatında mey-dana gelen patlama sonucu sulara ka-pılan 10 işçi kayboldu; kayıp işçiler-den 5 kişinin cesedi bulundu.

Köprü barajı inşaatı Göksu Ir-mağı üzerine yapılmak istenen HESprojesinin bir parçasıydı.

Baraj inşaatı tamamlanmadangövdede su tutulmaya başlanmış ol-ması ve tünelin çıkışında işçilerin ça-lıştırılmaya devam ettirilmesi felaketeyol açtı.

Kaza sonrasında, çok sayıda ta-şeron firma tarafından gece-gündüz,iş güvencesi olmadan çalıştırılan iş-çilerin kaydının tutulmamış olduğuortaya çıktı.

MARTEsenyurt’ta Marmara Park AVM

inşaatının şantiyesinde çadırlardakalmak zorunda bırakılan 11 işçi, çı-kan yangında hayatını kaybetti.

Esenyurt’taki inşaatta çalışan 4 binişçi taşeron firmalar aracılığıyla, gü-vencesiz ve düşük ücretlerle çalıştı-rılıyordu. İşçilerden ikisinin sigortagiriş işlemlerinin, öldükten sonrayapıldığı ortaya çıktı.

Marmara Park AVM inşaatı or-takları: Ece Türkiye, Deutche Bank’aait DWS şirketi, Finansbank, İş GYOve Kayı İnşaat.

TEMMUZ‰ İstanbul Avcılar-Beylikdüzü

metrobüs hattı çalışmaları sırasındasökülen köprünün beton blokları-nın düşmesi sonucu 1 işçi öldü, 2 işçiyaralandı. Türkiye'de her gün 172 işkazası meydana geliyor, her gün 4 işçiyaşamını yitiriyor, 6 işçi de sürekli işgöremez hale geliyor.

‰ 4 kişilik aileye sahip işçininaylık net asgari ücreti 739,8 lira.

Zamlı ücretle evli, eşi çalışmayan,iki çocuklu bir asgari ücretliden,öğün başına 72 kuruşla karnını do-yurması, 237 liraya barınması ve ya-kıt masraflarını karşılaması, çocuk ba-şına 2,5 lira eğitim harcaması ile ço-cuklarını yetiştirmesi bekleniyor.

Türkiye nüfusunun yaklaşık yüz-de 40’ı asgari ücretle geçiniyor. Buoran Britanya’ya 1.4, Hollanda’daise 2.1. Bir emekçi maaşının yüzde60’ını kiraya ayırıyor. Asgari ücret in-sanca yaşamaya 1 hafta yetiyor.

KASIM‰ Cengiz İnşaat’a ait Eti Bakır

Samsun İşletmesi'nde yaklaşık 300ton ağırlığındaki amonyak tankı ka-pağı monte edilirken işçilerin üzeri-ne düştü. Meydana gelen kazada 7işçi hayatını kaybetti.

Cengiz İnşaat ‘iş kazaları’ sicili ol-dukça kabarık bir firmadır.

Şubat ayında Adana-Gökdere ba-

raj inşaatında meydana gelen ih-malden de bu firma sorumludur.

Her iki kaza da işin ucuz ve hız-lı bitirilmek istenmesi sonucu, iş gü-venliğinin hiçe sayılması nedeniylegerçekleşmiştir.

2012 yılında iş cinayetlerinde 867işçi hayatını kaybetti.

‰ Mayıs ayında çalıştığı evdecam silerken 4. kattan düşerek yaşa-mını yitiren Fatıma Aldal'ın dava-sında yeni bir gelişme yaşandı. Ça-lışma Bakanlığı İş Müfettişi "İncele-nen olay iş kazasıdır, kazalı sigorta-lı kabul edilmeli" dedi.

‰ Sendikalar ve Toplu İş Söz-leşmesi Yasası onaylandı. Yasaylabirlikte, 30'un altında işçinin çalıştı-ğı işyerlerinde sendikalı işçiler ra-hatlıkla çıkartılabilecek. Çıkartılanişçilere tazminat yolu kapanırken, işeiadesi de kabul edilmeyecek.

6 milyon 500 bin işçiye sendikayolu kapanacak.

30 kişinin altında işçi çalıştıran iş-yerlerinde, sendikal nedenle iştenatılan işçi mahkemeye gidemeye-

cek. Dayanışma grevi, iş yavaşlatma,barışçı iş bırakma eylemi, genel grevyasa dışı grev olarak işlem görecek.

ARALIKAsgari ücrete yüzde 4,1+4,4 ora-

nında zam yapıldı. Asgari ücret yineaçlık sınırının altında kaldı.

Aylık net asgari ücret 739,79 lira-dan 774 liraya, ikinci altı ay için ise804,70 liraya yükseltildi.

Türkiye'de asgari ücretlinin alımgücü 11 yılda yüzde 52 oranındaazaldı. Türkiye, 24 ülke arasındasaat başına en düşük asgari ücretin ol-duğu 6. ülke.

Borç krizindeki İspanya ve Yu-nanistan'da asgari ücretin alım gücüyüzde 70 arttı.

Bugün krizdeki Yunanistan’daasgari ücret -düşürülmüş hali ile-1.621 lira, İspanya’da 1.772 liradır.

Asgari ücretle çalışanlar, aileleriylebirlikte yoksulluğa terk ediliyor.

Asgari ücret 2011 yılı enflasyo-nunun altında kalmış, 2012 enflasyonrakamları karşısında çok daha fazlaaşınmış, işçi sınıfı daha da yoksul-laşmıştır.

Geçtiğimiz yılın Kasım ayı ile buyılın Kasım ayını karşılaştırdığımız-da ekmek karşısında alım gücünüyüzde 1,23 yitiren asgari ücretli, ge-liri ile 14 ekmek daha az alabiliyor.

Açlık sınırı: 4 kişilik bir aileninsağlıklı, dengeli ve yeterli beslene-bilmesi için yapması gereken gıdaharcaması tutarıdır.

Yoksulluk sınırı: 4 kişilik bir ai-lenin gıda harcaması ile birlikte gi-yim, konut (kira, elektrik, su, yakıt),ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ih-tiyaçlar için yapılması zorunlu diğerharcamaların toplam tutarıdır.

KKTC Genel Grevle Sarsıldıİflasın eşiğinde olan Lefkoşa Türk

Belediyesi’nin 11 aydır düzensiz, 3aydır ise hiç maaş alamayan işçileri

eylem yaptı.İşçilerle polis arasında çatışmalar

meydana geldi, başkent Lefkoşa sa-vaş alanına döndü. Polis 21 sendi-kacıyı tutukladı.

KKTC’deki tüm sendikalar, erte-si gün belediye işçilerine destek içingenel greve çıktı. Ülkede hayat felçoldu. Belediye hizmetleri başta olmaküzere, hastaneler, okullar, telekom velimanlar dahil tüm alanlarda hiz-metler durdu.

Gece olağanüstü toplanan ba-kanlar kurulu sivil havacılıktaki gre-vi 60 gün süreyle yasakladı.

Genel greve çıkan sendikalar tu-tuklu 21 sendikacıya destek ama-cıyla mahkemelere yürüdü.

Mahkeme yargıcı, polisin 3 güntutukluluk talebini reddederek sen-dikacıların serbest bırakılmasına ka-rar verdi.

2012: İŞ CİNAYETLERİ YILI

İşçilerin Sesi

8

KOZAN

ESENYURT

SAMSUN

Page 9: İşçilerin Sesi Ocak 2013

İşçilerin Sesi

9

Oya ÖZNUR

Toplam uzunluğu 1975 kilometre olanve Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmetköprülerini de içeren sekiz otoyolunukapsayan özelleştirme ihalesi yapıldı.Koç Holding-Ülker Holding’e ait Göz-de Yatırım ve Malezyalı UEM Grup or-taklığı, 5 milyar 720 milyon dolar ve-rip ihaleyi aldı. Bu ortaklıkta Koç veUEM Grubu'nun yüzde 40'ar, Ülker'eait Gözde Girişim'in ise yüzde 20 payıbulunuyor. Böylece, “Anadolu kap-lanları” olarak adlandırılan “İslami ser-maye” ve “büyük (laik) sermaye” gibikeskin bir çatışmanın olmadığı birkez daha açığa çıktı. İhale, bu temeldeçatışma arayanlara, “sermayenin diniyoktur” gerçekliğini bir kez daha ha-tırlatmış oldu.

Köprü ve otoyol ihalesi, Tele-kom’un 6.55 milyara satılmasındansonra Türkiye'nin en yüksek özelleş-tirmesi olarak lanse ediliyor. Özelleş-tirmenin ardından köprü ve otoyolla-rın bakım ve onarımı dahil tüm çalış-maları özel sektör tarafından yapılacak.Buna karşılık köprü ve otoyollar üze-rindeki hizmet tesisleri, bakım ve iş-letme tesisleri, ücret toplama mer-kezleri ve diğer mal ve hizmet üretim

birimleri, yani tüm varlıkları 25 yıl bo-yunca bu şirketler tarafından kullanı-lacak.

Karayolları Genel Müdürlüğü’nünverilerine göre köprü ve otoyollardan1 Ocak 2001-30 Kasım 2012 tarihleriarasında 3.3 milyar araç geçti ve 3.8milyar dolar gelir elde edildi. Özel-leştirmeden beklenen gelir ise yalnız-ca 5.7 milyar dolar. Bugünkü araç sa-yısı üzerinden hesap yapıldığındaköprü ve otoyolların 25 yılda en az 15milyar dolar gelir getireceği, ihale

masrafları çıktıktan sonra ise 6 milyardoların kâr olarak kalacağı söyleniyor.Araç sayısının artacağı dikkate alın-dığında gelirin 20 milyar doları aşacağıda belirtiliyor. Yani ihaleyi alan bu şir-ketler, gelecek 25 yılda 20 milyar do-lardan fazla gelir elde edecek ama yal-nızca 5.7 milyar dolar ödeyecek!

AKP hükümetinin; Türk Telekom,Tüpraş, Erdemir, Tekel ve son olarakköprü ve otoyolları satması ve özel-leştirmelere hız vermesi kısa vadedegelir elde etme çabasıdır. 2-B olarak ifa-

de edilen “orman vasfını yitirmiş”arazilerin satışı da benzer amaçla ya-pıldı. Kısa vadede elde edilecek bu ge-lirlerle cari açık ve giderler karşılan-maya çalışılacak. Yani çark döndürü-lecek. Oysa satılan varlıklar, halktantoplanan vergilerle kurulan ve çalı-şanların alınteriyle büyüyen işletme-lerdir.

Mevcut varlıkların satılmasınınyanı sıra, köprü ve otoyol özelleştir-mesi ile önümüzdeki 25 yıla ait gelir-ler de satılıyor. Bu durum parasınadaha erken kavuşmak için alacağını te-feciye temlik eden esnafları çağrıştırı-yor. Temlik sonucu esnaf alacağının ya-rısını hemen alırken, tefeci de diğer ya-rısına konar. AKP hükümeti de köprüve otoyol ihalesiyle 25 yılda elde edi-lecek geliri şimdiden satıyor ama dört-te bir fiyatına!

Kısacası hem halkın vergileri veemekçilerin alınteriyle oluşturulanmevcut işletmeler hem de önümüz-deki yıllarda elde edilecek gelirler tekseferde satılıyor. Bir kamu emekçisininbasına yansıyan sözlerinde olduğugibi; “köprü ve otoyollar da özelleşti-rildi, sıra kaldırımlarda”. AKP’nin buborç yüküyle gemisini yürütebilmesiancak böyle mümkün olabiliyor.

KÖPRÜ VE YOLLAR SATILDISIRA KALDIRIMLARDA MI?

ASGARİ ÜCRETİ 34 LİRA ARTTIRAN HÜKÜMET TAŞERON İŞÇİSİNE KADRO VERİR Mİ?

2013 yılı için asgari ücret artışı geçen yıl-dan az oldu. Asgari ücret günlük 1 lira 13kuruş artış arttı! Asgari ücret komisyonundapatronlara el veren hükümet, Türk-İş bü-rokratlarının sessiz onayıyla ilan ettiğirakam, asgari geçim indirimi (AGİ) ile bir-likte 774 lira olmuştur.

Dört kişilik bir ailenin yeterli beslene-bilmesi için asgari gıda harcaması, yani aç-lık sınırı 985 liradır. Buna giyim, kira, elek-trik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ve ben-zeri ihtiyaçlar ilave edildiğinde 3 bin 200 li-rayı geçiyor. Yani 4 kişilik ailenin hepsi as-gari ücretle çalışsa bile, açlık sınırının altındakalıyor. Geçen yıl, asgari ücret yüzde 12 ar-tarken, bu yıl hayat daha da pahalılaştığı hal-de, artış yüzde 8’de kalmıştır.

Bir ailede 4 kişi de çalışsa açlıkla yüzyüze kalmasında sakınca görmeyen hü-kümet “taşeron işçisine müjde” “kadro”geliyor diyerek, hayaller yayıyor; gelece-

ğimizle oynuyor. Bu hayaldir ve doğru de-ğildir.

Bu hayal, son haftalarda İstanbul Üni-versitesi Hastanelerinde yayılıyor. İşçile-rin sigorta sicil numaralarının üniversite-nin üstüne kaydedilmesi “kadro alacağız”diye söyleniyor. Bu söylentiyi kim yayıyor?Başhekimlik mi, Dekanlık veya Rektörlükmü? Hayır. Onların yerine bunu iş edinmiş,hayal satıcıları; idarenin maşası olmayı seç-miş şaibeli kişiler.

Durum şudur: 2008 yılında DevrimciSağlık İş’in başvurusuyla İstanbul Üniver-sitesi Hastanelerinde inceleme yapılmış vebunun sonucunda bin 112 işçi hastane-nin asıl işçisi olduğu tescil edilmiştir.Rektörlüğün hileli biçimde bu işçileri ta-şeron firmalar aracılığıyla çalıştırıldığıbelgelenmiştir. Üniversitenin yaptığı itiraz,İş Mahkemesi tarafından reddedilmiştir.Üniversite yönetimi raporların gereğini

yapmamıştır. Önce 4 B kadrosuyla bir kı-sım sağlık işçisini memur kadrosuna al-mıştır. Bir kısmını Mart ayında işten çı-kartmıştır. 6 ay boyunca çadır kurup di-reniş yapılınca, işçi çıkartılması durmuş fa-kat ücretler 200 TL’den fazla kesilmiştir.Sigorta sicil numaraları aktarılan işçiler, hi-leli (muvazaalı) çalıştırılan sağlık işçileri-ne aittir.

İşçilerin, üniversitenin sigorta sicilinekaydedilmiş olması bir kadro sayılmaz.Kadro terimi, memurlara aittir. Üniversi-te, her hangi bir işyeri gibi işçi çalıştır-maktadır. Bizim talep ettiğimiz 4 D işçi kad-rosudur.

Üniversitenin ani bir kararla muvazaalıişçileri kendi üzerine geçirmesinin nede-ni, hükümetin muvazaa karalarından, ya-sal sorumluluktan kaçmak istemesidir. Ya-kın bir zamanda İş Yasasının 2’inci mad-desi değiştirilerek, taşeron işçi çalıştırmak

kolay olacak ve üniversite yasal sorumlu-luk almadan yeniden taşeron şirketlerdenhizmet satın alacaktır.

Ayrıca, taşeron şirketlerde çalışanlaryalnızca sağlık işçileri değildir. Temizlik iş-çileri de vardır ve bize göre sağlık işi ekipişi olduğu için, onlar da hastanenin asıl iş-çisidir. Temizlik işçileri de üniversite sici-line geçirilmelidir.

Ortada kadro yoktur. Üniversite yasalsorumluluktan kaçmak üzere geçici süreylemuvazaa raporunda ismi yazılı az sayıdaişçiyi üstüne alıyor. Yasa değiştikten son-ra taşeron şirketlere devredecektir. Şim-di soruyoruz: İşveren adına kadro alıyoruzyaygarası yaparlar, temizlik işçilerinin yü-züne nasıl bakacaklar? Taşeron işçisinintek güvencesi, birliği, örgütlülüğü, sendi-kalaşması ve mücadelesidir.

Bülten No 12 - Ocak 2013 TAŞ İŞ DER - Kamil Kadiroğlu

Page 10: İşçilerin Sesi Ocak 2013

Mustafa EKER

Geçen yıl, 25 Ocak 2011 de Mübarek’ideviren, ne var ki iktidarı bir başkaburjuva fraksiyona, Müslüman Kar-deşlere (MK), kaptırarak tıkanan,kesintiye uğrayan ve geri çekilenMısır (burjuva demokratik) devrimikritik bir eşikten geçiyor. Rejim yenihamleler yaparak, kendini tahkim et-meye, sistemi güçlendirmeye çalı-şırken, Mübarek’in devrilmesine rağ-men hiçbir temel taleplerinin karşı-lanmadığını, ‘devrimin MüslümanKardeşler tarafından ellerinden ça-lındığını’ düşünen kitleler, devrimiilerletmekten başka bir seçeneklerininkalmadığını görüyor. Dolayısıylatekrar sokaklara iniyorlar.

Mursi’nin IMF ile anlaşarak, yer-li ve uluslararası sermayenin önünüaçması, grev hakkı başta olmak üze-re, her türlü hak arama eyleminiyasaklaması, temel tüketim malları-na ve hizmetlere yaptığı zamlar venihayet Kasım ayında kendisine sı-nırsız yetkiler veren bir genelge ya-yınlaması, “bardağı taşırdı.” İşçi sı-nıfı ve ezilenlerin, dini-etnik grup-ların taleplerini yok sayan, İslamiesasları temel alan, Mursi’yi üstünyetkilerle donatan, Mübarek dönemianayasasından bile geri otoriter biranayasa taslağı hazırlatıp, alelacelereferanduma götürme kararı verdi.Tüm bunlar halkın tepkisini isyanadönüştürüyor.

Ülkenin hemen her yerinde hergün protesto ve gösteri yürüyüşleridüzenleniyor. MK üyeleri Tahrir’dekidireniş çadırlarına saldırıyor. Bu,

tepkileri daha da arttırıyor. KitlelerCumhurbaşkanı sarayını kuşatıyor.Bunun üzerine Mursi, orduyu göre-ve çağırıyor. Ordu, her ülkede oldu-ğu gibi, Mısır’da da, bir kez daha hal-kın ordusu değil, sermayenin ve dü-zenin bekçisi, iç savaş ordusu oldu-ğunu gösteriyor. İsrail’in işgal ettiğitoprakları geri almak için hiçbir şeyyapmayan ordu, silahları halka doğ-rultuyor. Tahrir meydanını kuşatıyor.Cumhurbaşkanlığı sarayı korumaaltına alınıyor.

Halkın tepkisi sonucunda, Mursi,yetki kararnamesini geri çekiyor an-cak Anayasa taslağını referandumagötürme kararından vazgeçmiyor.Zamları iptal ediyor. Yetki kararna-mesi ve zamları geri çektirmek, mu-halefetin mücadelesini daha da yük-seltiyor. Ne var ki referandum ko-nusunda muhalefet ikiye bölünü-yor. Sınıf uzlaşmacı çizgiyi savunan,sisteme karşı mücadele etmek yerineşiddete karşı mücadeleyi öne çıkaran,içinde burjuva liberallerin ve Ko-münist Partisinin de yer aldığı Ulu-sal Kurtuluş Cephesi, referandum daAnayasaya “hayır” oyu vereceğiniaçıklıyor. Devrimi sonuna kadar gö-türmek isteyen devrimci gruplar ise,referandumu boykot ediyor.

15 Aralık’ta yapılan referandumakatılım yüzde 32,9 olarak gerçekle-şiyor. Referanduma katılım oranı-nın, Cumhurbaşkanlığı ve son par-lamento seçimlerinde, sırasıyla, yüz-de 50 ve 60 olarak gerçekleşen oran-ların da gerisinde kaldığı, muhale-fetin, özellikle de boykotçu sol ka-nadın, geçen yıldan bu yana gücünü

görünür şekilde arttırdığı anlaşılıyor.Pasif ya da aktif; toplumun yüzde67’si referandumu boykot ediyor.Referanduma katılan seçmenin iseyüzde 63,8’i evet, yüzde 36,2’si hayıroyu veriyor. Hayır, oyu veren yüzde36’lık kitlenin genel seçmen kitlesi (51milyon) içindeki ağırlığının yüzde 20olduğunu kabul edebiliriz. Bu yüzde20’lik hayır oylarıyla yüzde 67’likboykotçu kitleyi topladığımızda, mu-halefetin genel seçmen kitlesi içindekiağırlığının yüzde 80’e yaklaştığı gö-rülüyor. İktidarın açıkladığı gibi,Anayasanın yüzde 63,8 oyla kabuledilmediği, toplumun ancak yüzde20’lik bir kitlesinin, Anayasa ve ikti-darın arkasında durduğu ortaya çı-kıyor. Referandum sonuçları, MK’ingerilediğini ve güç kaybettiğini, dev-rimin güçlendiğini gösteriyor.

Mursi ve MK iktidarı yüzde 20’likbir güçle toplumun yüzde 80’inehükmetmeye çalışıyor. Muhalefetinçok parçalı yapısı bile buna uzun süreizin vermeyecek, iktidarın ve Ana-yasanın meşruluğu sorgulanacak,işçi sınıfı ve ezilenlerin talepleri ar-tarak devam edecektir. Mursi’nin veMısır kapitalizminin bu talepleri kar-şılama olanağı yok. İşçi sınıfının isedevrimi ilerletmekten başka bir se-çeneği yok. Mücadele sürüyor. Mü-cadelenin olduğu yerde umut davar demektir. Umudu canlı tutmakgerekir. Mısır işçi sınıfının mücade-lesi, Mursi’nin yolundan yürüyen,onun gibi otoriter bir anayasa hazır-lığı içinde olan, baskıcı, otokratikbir rejim kurmaya çalışan AKP’yekarşı mücadeleye yol gösteriyor.

MISIR’DA TEK ÇÖZÜM DEVRİMİ

İşçilerin Sesi

10

Mısır işçi sınıfınınmücadelesi,Mursi’nin yolundanyürüyen, onun gibiotoriter bir anayasa hazırlığıiçinde olan, baskıcı,otokratik bir rejimkurmaya çalışanAKP’ye karşımücadeleye yolgösteriyor.

Page 11: İşçilerin Sesi Ocak 2013

İşçilerin Sesi

11

Ufuk DEMİRCİ

“Patronlar ucuz işçi çalıştırmak için yeni“taktikler bulmak” zorunda kalıyorlar. Hin-distan’daki bir uygulama kapitalizmin hemsömürücü hem de cinsiyetçi yüzünü, yeni-den göstermiş oldu. Güney Hindistan’dakiTamil Nadu eyaletinde, genç kadınlarınSumangali adlı insanlık dışı bir sistem ile ça-lıştırılması yaygın. Tamilce bu sözcük, “re-fah getiren gelin” anlamına geliyor.

Bu bölgedeki aileler, kızlarını üç ilâ dörtyıllık bir eğitim adı altında, tekstil işlet-melerine ya da dokuma atölyelerine gön-deriyorlar. Böylece çeyiz paralarını çıkart-maları hedefleniyor. Bu işletmelerde kızlarsömürülüyor. 12 saatlik çalışma karşılı-ğında onlara 60 centin altında (1 Lira)para veriliyor. Vaat edilen yaklaşık 500 Eu-roluk ikramiye, eğer kızlar üç ilâ dört yıldişlerini sıkıp çalışmışlarsa, çoğunluklakızların evlenecekleri kişinin, yani dama-dın ailesine veriliyor.”

Düşük ücretler nedeniyle işçi giriş çıkı-şını önünü kesmek ve üretimin devamlılığınısağlamak isteyen patronların son çözümü de,çeyiz parasını kazanmak için kadın işçilerikendilerine bağlamak olmuş.

“Ucuz İşçiliğin” bir yüzü üretim alanıy-la ilgili olsa, da diğer yüzünün tüketim ile il-gili olduğu biliniyor. Almanya'da da mer-kezleri bulunan çok sayıda moda zinciri,ürünlerini dünyanın en büyük tekstil üretimbölgesi konumunda olan Tamil Nadu'dan it-hal ediyor.

Sumangali tipi üretimin ortaya çık-masını ardından, bu büyük moda firma-ları ithal ettiklerin ürünlerin, kaynakları-nı yasal bir zorunluluk olmadığındandolayı açıklamadılar.

Bu durumun gündeme gelmesindekiesas dürtü (insan hakları vb. konuların yanısıra) burjuvazi içindeki rekabeti durumudur.Üretimini veya ithalatını böyle yoksul ül-kelere kaydıran bununla da yetinmeyip, işçi

ücretlerini daha da aşağıya çeken yöntem-lerle iş yapan, firmalar üretim maliyetlerinirakiplerine göre daha düşük tuttukları içinavantajlı hali geliyorlar. Ülke dışındaki üre-tim süreçlerin tam olarak denetleyemeyenpatronların şikâyeti buradadır, “haksız re-kabet var”.

Sermaye sınıfı için işgücü maliyetlerinindüşürülmesi önemli. Düşen kâr oranlarını,bu yöntemle telafi etmeyi tercih ediyorlar.Büyük küçük sermaye fark etmiyor, pat-ronlar emperyalist ülkelerden yoksul ülke-lere veya yoksul ülkeler içindeki daha yok-sul bölgelere, sermayelerini taşıyorlar.

İstanbul içinde kalan işletmelerini taşrayataşımak ya da Mısır gibi işçilik ücretlerinindüşük olduğu ülkelere gitmek bunun ör-nekleridir. Buna son yıllarda sermaye çev-releri tarafından dayatılan “bölgesel asgariücret”i, vergi ertelemelerini, SKG primleri-nin devlet tarafından ödenmesini eklemekgerekiyor. Bunun anlamı, “işyerimizi taşı-mayalım, gideceğimiz yerdeki koşullularıburada yaratın, biz de kalalım” demektir.

“Ucuz işçilik” denince akla ilk olarakÇin ve Çin’den gelen ürünler oluyor. Budurum, sömürünün görünen yüzünü oluş-turuyor. Bazı Uzak Doğu ülkeleri, Endo-nezya, Hindistan ve Pakistan tekstil sek-töründe emekçiler için Çin’den daha iyi ko-şullarda bir çalışma düzenini sağlamıyor.Burjuvazinin üretim maliyetlerini düşür-me siyaseti, işçilik ücretlerini o kadar geriçekti ki, bu bölgelerdeki bir işçi için çalış-mak ile işsiz kalmak arasındaki fark nere-deyse ortadan kalktı.

Burjuvazinin işçilik maliyetlerini dü-şürme siyaseti Dünya çapında yaşanıyor. İn-san kaçakçılığına ilişkin açıklana raporagöre, “günümüzde 27 milyon yakın insan kö-lelik şartlarında yaşıyor”.

Kapitalizmin, işçileri “ücretli köle” hali-ne getirdiği çokça kullanılan bir ifadedir. Pat-ronların karlarını koruma hırsı, bu sözün ger-çeğe dönüşmesine neden oluyor.

ÜCRETLİ KÖLELİKTE YENİ BİR AŞAMA

İKRAMİYELİ GELİNLER

İLERLETMEK

DEVRİM Mİ, EMPERYALİZMİN KOMPLOSU MU?

Tunus’ta başlayan, oradan Mısır’a ve tüm Arap dünyasına yayılan, ArapBaharı da denilen halk ayaklanmaları sonucu monarşik rejimlerin devril-mesi, on yıllar sonra ‘devrim’ kavramını yeniden güncelleştirdi. İşçiler baş-langıçta devrim içinde tek tek bireyler olarak yer alırken, giderek sınıf ola-rak katılmaya başladı. Devrim içinde kendi öz örgütlerini yaratmaya, ken-di taleplerini öne sürmeye, ‘kendisi için bir sınıf’ haline gelmeye başladı.

İşçi sınıfının devrime sınıf olarak katılmaya başlamasından ürken em-peryalistler ile işbirlikçi siyaset ve sermaye sınıfı, devrimin önünü kesmekiçin, Müslüman Kardeşler (MK) ile pazarlığa oturarak, ona iktidarın yolu-nu açtı. MK’nin, devrimin hiçbir talebini karşılamadığı gibi, monarşinin ye-rine otokrasiyi geçirmeye çalıştığı görüldüğü ölçüde, halkın mücadelesi ye-niden yükselmeye başladı. İşçi sınıfı, dostunu da düşmanını da kendi de-neyleriyle öğreniyor. Mısır’da (ve Tunus’ta) yaşanan devrimler bir grup yada partinin işi değil yığınların eseridir. Ne var ki bu (burjuva demokratik)devrimler, emperyalizm ve işbirlikçisi siyaset ve sermaye sınıfı tarafından,MK iktidara getirilerek engellenmiş ve önü kesilmiş; devrim yarım bırak-tırılmıştır. Tunus’ta ve Mısır’da monarşik rejimlere karşı demokrasi, hakve özgürlük talebi ile ayaklanan hareketler, özgürleştirici hareketlerdir. Dev-leti ve rejimi hedef almış, tarihin ve siyasetin düzenli akışını kırmış, dahaönce olmayan olanakları ve olasılıkları gündeme getirmiş ve bunda ısrarediyor olmalarına karşın, solda bazı çevrelerce, hala bu hareketlerin dev-rimci niteliği inkâr ediliyor. Mısır ve Tunus devrimleri, on yıllardır uyuyandevi uyandırmış; tarihin tek devrimci sınıfının işçi sınıfı olduğunu, ona da-yanmayan onun içinde örgütlenmeyen hiçbir devrimci, yapının devrime ön-derlik edemeyeceğini bir kez daha açığa çıkarmıştır.

Devrim, önceden planlanamaz. Bir grup ya da parti tarafından ger-çekleştirilemez. Devrim yığınların, milyonların eseridir. Türkiye solunun önemlibir kesimi, Arap Baharı ve Mısır devriminin yarattığı olumlu politik hava-yı, devrim ve sosyalizm kavramlarını yeniden güncelleştirmesini, Mısır işçisınıfının devrim de gösterdiği politik enerjiyi, Türkiye işçi sınıfına taşıya-cak yerde, onu küçümsüyor. Bu ayaklanma ardında komplolar arıyor. Hal-kın ve işçi sınıfının kendiliğinden hiçbir şey yapamayacağını, hiçbir şeyekalkışamayacağını düşünüyor. Bu devrimleri Ortadoğu’yu yeniden şekil-lendirmek isteyen ABD emperyalizminin manipüle ettiği eylemler olarakgörüyor. Çoğunluğu sol milliyetçi Stalinist gelenekten gelen bu çevreler,devrimci bir örgüt ve önderlik olmadan kitlelerin ayaklanamayacağını, dev-rime kalkışamayacağını düşünüyor. Devrimi kitleler mi yapar, örgütler veliderler mi? Devrim, işçi sınıfının amaçlarını gerçekleştirmek için bir araç-tır. Parti anlamında örgüt ise, devrimde kullanacağı bir araçtır. Aracı amaç-laştırmak, devrim için kitleleri araçsallaştırmaktır. Bu ise partiyi işçi sını-fının yerine ikame etmek demektir. Bu ikameci Stalinist sosyalistler, herkendiliğindenliğin içinde, ilkel de olsa, bir bilinç ve ona denk düşen bir ör-gütlülüğün (sendikal bilinç ve örgütlülük) olacağını, devrimci bilinç ve ör-gütlülüğün de ancak bu mücadele içinde doğacağını ve gelişeceğini dü-şünemiyor. İşçi sınıfına bilincin (ve devrimci örgütün) işçi sınıfına dışarı-dan, küçük burjuva aydınlar tarafından götürüleceğini savunuyor. Devrimcibilinç ve örgütü kendisinde gören bu küçük burjuva aydınlar, işçi sınıfı ha-reketine tepeden bakıyor. Hareketi değil örgütü, eylemi değil bilinci temelalıyor. Tam bir felsefi idealizm yani! Oysa, Rosa, “önce hareket vardı” der.

Bilinç maddenin yansımadır. Her hareket, er ya da geç, kendi bilinçve örgütünü yaratır. Tersi yanlıştır ve materyalist felsefe anlayışı ile çeli-şir. Dün bürokratik oligarşiyi alaşağı eden, bugün ise burjuva iktidarınınMK görünümlü biçimine karşı, kesintiye uğrayan devrimi ilerletmeye ve mü-cadeleyi yükseltmeye çalışan Arap halkları ve Mısır işçileri, tarihin tek dev-rimci sınıfının işçi sınıfı olduğunu gösteriyor.

Page 12: İşçilerin Sesi Ocak 2013

Topkapı’da bulunan ve ortakları ara-sında İş Bankası’nın da olduğu Ana-dolu Şişecam’a ait fabrika, 31 Aralıkitibariyle faaliyetine son verdi. Şişe-cam Yönetim Kurulu, 30 Kasım günüyaptığı açıklamayla fabrikanın ka-patılacağını ve 575 işçinin işten çı-karılacağını duyurmuştu.

İşçilerin işten çıkartılma sebebi, iş-yerinin iflas etmesi ya da ekonomikkriz değil. Çok açık gerekçe şu: Pat-ron, yeni işyerinde asgari ücretle işçiçalıştırmak istiyor. Hükümetin pat-ronlara verdiği sigorta prim teşvik-lerinden yararlanmak istiyor. Bu teş-vikten yararlanabilmek için, “18 ya-şından büyük ve 29 yaşından küçükerkekler ile 18 yaşından büyük ka-dınlar” olması gerekiyor. Belirli ko-şullarda bu süre 4 yıl 6 ay süreye uzu-yor ve işverenin ödeyeceği sigortaprimlerini devlet ödüyor. Eski işçilerimevcut ücret ve sosyal haklarıylayeni fabrikaya götürmek istiyor. 100kadar işçi, asgari ücretle yeni fabri-kaya gitmeyi kabul etse de, çoğunlukbu şartlarda gitmek istemiyor.

Şişecam 1935 yılında kurulmuş, birİş Bankası iştiraki. Topkapı şişe fab-rikası, şirketin üçüncü fabrikası. Fab-rikada 1969 yılında başlayan üretim 31Aralık itibariyle sona ermiş oldu. Şir-ket anlaşma yaptığı işçiler dışındaki-lerin çıkışlarını verdi. Şirketten yapı-lan açıklamaya göre, işçilerin kıdem veihbar tazminatları, tüm alacakları 5Ocak’ta hesaplarına yatırılacak.

Topkapı şişe fabrikasında üçüncükuşak işçiler çalışmaktadır. Her işçi-nin ailesinde bir emekli şişecam işçisibulunur. Babanın emekli olmasınınardından erkek çocuğun işçi olarakçalışmaya başladığı, geleneği olan birişyeridir.

İşçiler fabrikanın ismini taşıyan Şi-şecam Bloklarında yine bir aradayaşarlar. Davutpaşa–Merter bölgesi,bu fabrikanın izlerini taşır. Şehriniçinde kalan ve oldukça büyük ara-ziye sahip fabrikanın şehir dışınataşınması ve arazinin konuttanAVM’ye bir dizi emlak spekülasyo-nuna açılması (Merter Vakko örne-ğinde olduğu gibi), şirket için çokdaha fazla karlı olacaktır.

Ortalama kıdemin 18-20 yıl ara-

sında değiştiği fabrika İstanbul’danEskişehir Organize Sanayi Bölgesinehem de üç kat büyüyerek taşınıyor.İşçilerin yarattığı değerdir bu. Ancakpatron çok daha fazlasını kazanmakistiyor. Patron, kıdem yılı yüksek vebuna bağlı olarak sosyal haklara sa-hip işçileri, yeni işyerine aynı hakla-rıyla götürmek istemiyor. Eskişe-hir’e gelmek isteyen işçilerin ilişiğikesildikten sonra asgari ücretle ça-lışmaları isteniyor.

Şişe işçisi cam işlerindebelirli/özel bir makinenin işçisi/ope-ratörüdür ve söz konusu şişe maki-nelerinin işçisi olması sebebiyle, baş-ka bir işyerinde “meslek” gereği ça-lışma olanağına sahip değildir. Ör-neğin bir tornacı, CNC operatörüveya tekstilde romoyözcü, fletocugibi bir meslek değildir ki, imalatçı birişyerinde veya tekstilde kumaş çalı-şan başka bir işyerinde iş bulabilsin.Şişecam işçisi, şişe-cam fabrikaları dı-şında iş bulamaz, mesleklerine veoperatörlüklerine uygun iş olmaya-cağı için işsiz kalacaklar demektir.

Dolayısıyla işveren işsizliği baskıaracı olarak kullanarak, işçileri bugün-kü ücret ve sosyal haklarının dörtte bi-rine ve hatta daha düşük koşullarda on-ları çalışmaya zorlamaktadır.

Şişecam, uluslararası cam üreti-cilerinden biri. Şirketin verdiği bilgiyegöre, 150 ülkeye ihracat yapıyor. Do-kuz ülkede 160’ı aşkın kuruluşla

üretim yapıyor. Üretimin yüzde 35’inibaşta Rusya olmak üzere Türkiye dı-şında gerçekleştiriyor.

Öyle ki, şirket Topkapı fabrika-sındaki işçilerine 23 milyon (trilyon)lirayı bir kalemde ödeyebilecek güç-tedir. Daha önce kapanan fabrika-larda bulunan çözüm (örneğin Pa-şabahçe’nin kapatılmasından son-ra), işçilerin mevcut haklarıyla şirketeait çeşitli fabrikalarda işbaşı yapma-sı biçiminde olmuştur. İşçiler bugünde benzer bir çözümden yanadır.Özlük haklarıyla birlikte şirketin uy-gun göreceği işyerlerinde çalışmayadevam etmek istiyorlar.

İşçiler Türk-İş’e bağlı Kristal-İşsendikasına üyedir ve sendikanınkararıyla 21 Aralık’ta (kar yağışı se-bebiyle okulların tatil edildiği gün),Levent İş Kuleleri’ndeki Şişecam Ge-nel Merkezine aileleriyle birlikte yü-rüdüler. 28 Aralık’tan itibaren işyeriniterk etmeme kararlarını uyguluyor-lar. 30 Aralık’ta Taksim’de bulunanPaşabahçe mağazasına yine aileleriylebir yürüyüş gerçekleştirdiler. Yeniyıl gecesi ise, aileleriyle birlikte fab-rikada sabahladılar…

Kristal-İş sendikası bu sorunu“görüşmeler” yoluyla çözmekten ya-nadır ve bu konuda işverene birhayli süre tanımıştır. Ancak görüş-melerden bir sonuç çıkmayınca, iş-yerini terk etmeme eylemi yapmayakarar verilmiştir. Eylemin etkili ola-

bilmesi içinse, 1 Ocak tarihinde Şi-şecam’a ait tüm fabrikalarda (11 fab-rikası bulunuyor) işçiler mesaiye kal-mayarak, fabrikası kapatılan Topka-pı Şişecam işçilerine destek verme ka-rarı almıştır.

Fabrikada üretim olmadığı için, iş-çilerin işyerini terk etmemiş olması,işvereni zorlayacak bir eylem değil,Ancak Eskişehir’e götürülmek üze-re bir kısmı sökülmüş olan makine-lerin işyerinden çıkartılmasını önle-yebilecek bir eylem olabilir.

Öte yandan, bütün Şişecam işçieylemlerini başarıya götüren, Şişecamfabrikalarının tümünde işçilerin bir-likte hareket etmesi ve eylemli da-yanışma içinde olması olmuştur. İlkadımının 1 Ocak günü mesaiye kal-mayarak atılan adımın, işçilerin ta-lepleri doğrultusunda sürdürülebil-mesi, cam işçisinin iradesini ortayakoyabilmesine bağlıdır.

Kristal-İş yönetimi, bugüne kadarsüreci mücadeleci bir tarzda değil, di-yalogcu bir tarzda sürdürerek, patro-nun 100’e yakın işçiyi ikna etmesine vefabrikada üretimin sona ermesindensonra harekete geçilmesine yol açmış-tır. Bu ise, 2002 yılında Paşabahçe Şi-şecam işçilerinin mücadele deneyi-minde de yaşayıp gördüğümüz gibi, iş-çilerin kaybetmesine ama mevcut sen-dika yönetiminin de artık işbaşında kal-mamasına yol açmıştır.İşçilerin Sesi-Haber

TOPKAPI ŞİŞECAM İŞÇİLERİİŞLERİNE SAHİP ÇIKIYOR

Topkapı’daki Şişecam fabrikası 31 Aralık’ta kapatıldı ve 575 işçi işten çıkarıldı. Gerekçepatronun Eskişehir’deki yeni işyerinde asgari ücretli işçi çalıştırmak istemesi...Topkapı Şişecam işçileri ise özlük haklarına ve iş güvencelerine sahip çıkıyor.

İşçilerin Sesi

12

Page 13: İşçilerin Sesi Ocak 2013

İşçilerin Sesi

13

Kadınlar ve erkekler arasında ya-şanan cinsiyete dayalı iş bölümü,kadınların her alanda denetlenmesi,ayrımcılığa, baskıya ve türlü türlüşiddete maruz kalması insanlık tari-hi boyunca gördüğümüz evrenselbir olgu. Bugünkü kapitalizm ko-şullarında ise kadınlar ve erkeklerarasındaki iktidar ilişkilerinin de-rinleşip, keskinleştiğini söyleyebiliriz.Hâlbuki tarih bize aslında, bu ezmeezilme ilişkisinin yapısının her zamanhiyerarşik olmadığını gösteriyor.

Erkek egemenliği, tarihsel ola-rak kapitalizmden önce varolmuşve kendine has dinamiklere sahipolan bir egemenlik. Ancak, erkekegemenliği, kapitalizmle birlikte veona çeşitli düzeylerde eklemlenereközgül bir biçime bürünüyor. Kısacakarşılıklı bir ilişki ve etkiden sözedebiliriz. Böyle bir sistemi sadecekapitalizm olarak tanımlamak vemücadele hattını kapitalizm ile sı-nırlamak doğru olmaz.

Değiştirip, dönüştürülmesi gere-ken erkek egemen kapitalist sistem-dir. Diğer yandan, patriyarkal-erkek

egemen kapitalist sistemde kadınla-rı ezen sadece devlet ve sermayedeğil, erkeklerdir de. Erkekler, ege-men toplumsal bir grubu oluşturur-lar: Kadınların emeğine, kimliğine,bedenine el koyarlar; kadınların be-denini, emeğini, kimliğini denetler-ler. Başka bir deyişle, egemen olantoplumsal bir grubun mensupları,yani erkekler, bu egemenlikten so-mut, maddi ve ruhsal çıkar sağlarlar.

Kadınların erkeklerle eşit top-lumsal statüye sahip olabilmesi vehem kadınların hem de erkeklerin in-sani kapasitelerini tam olarak ger-çekleştirebilmeleri için cinsler arasıayrımcılığın ortadan kalkması şarttır.Bu da ancak, kapitalizm koşulların-da değil, özel mülkiyetin yol açtığı sö-mürü ve baskının ortadan kalkacağı,toplumun kar hırsıyla değil, insani ih-tiyaçlar doğrultusunda yönetileceğibir düzenle yani sosyalizmle müm-kündür.

Özel mülkiyetin ortadan kaldı-rıldığı, kadınların ezilmesinin eko-nomik temellerinin yok edildiği birtoplum, kadınların kurtuluşunun

önünü açacak. Kadınların üzerindebüyük bir yük olan karşılıksız ev vebakım emeğinin ortadan kalkması,ücretli-karşılıksız emek karşıtlığınınkırılması, doğurganlık ve erkek cin-selliğiyle tanımlanmış cinsellik biçi-minin ötesine geçilmesi için yasal bireşitliğin yetmediği ortada.

Çekirdek aile düzeni sürdükçe, budurum değişemez. Bu nedenlerledevrimci bir dönüşüme ihtiyaç var.Bu dönüşüm, kadınların da politik birkolektif özne olarak ihtiyaçlarını,kaynak dağılımından toplumun dü-zenlenmesine kadar belirleyebildik-leri sosyalizm olabilir.

Ancak sosyalist devrimin ger-çekleştiği SSCB örneğinde gördüğü-müz gibi (ki 1917 Sovyet Anayasası,bugün için bile, kadınlar açısındanson derece büyük kazanımlar içeri-yordu) en çabuk vazgeçilen, ertelenenyine kadınların kazanımları olmuştur.Dolayısıyla sosyalizm kadın kurtu-luşunun gerçekleşmesinin önünüaçsa bile tek başına yeterli olmayacak.

Biz devrimci Marksistler olarakkadınların kurtuluşunu doğrudan

sosyalizme bağlayan, “kadın sorunusınıfsal bir sorundur” diyerek, ka-dınların özerk mücadelesini önem-semeyen, sınıf indirgemeci yakla-şımlarla aramıza sınır çekmeliyiz.

Bir yandan da “kadın sorunu ka-dınların sorunudur” diyerek, kendiyapılarımız içinde cinsiyetçiliğe-he-teroseksizme karşı mücadeleyi te-mel almayan, gelecek hayalinde, ka-dınların kurtuluşunun olmazsa ol-maz olduğunun bilincinde olmayanyaklaşımlarla da aramıza sınır çek-meliyiz. Sol hareketin tarihi cinsiyeteşitsizliklerinden cinsel şiddet, taci-ze kadar bir dizi olumsuz durumubarındırmaktadır.

Ancak kadınların bir cins olarakmaruz kaldığı ezilme, aralarında fark-lılıklar olsa bile, onları bir paydada bu-luşturur. Bu nedenle kadınların, ezi-len bir cins olarak kendi sorunları çer-çevesinde bağımsız talepler ve ba-ğımsız örgütlenmeye ihtiyacı vardır.Dolayısıyla, feminist örgütlenmeler vekadın gruplarıyla destek ve dayanış-ma içinde olmak temel prensiplerimiziçinde yer almalı.

Geçen sayımızda yayınladığımız ve yürüyüş hattımızı belirleyen “İşçi Sınıf, Parti” ve “Kürt Sorunu” başlıklı metinlerimize, bu sayıda “Kadınlar Özgür Olmazsa” ve “Kent, Doğa ve Su ticarileştirilemez” metinlerimizi ekleyerek devam ediyoruz.

1. Kentsel dönüşüm, 2000’lerdensonra kapitalizmin krizden kurtulmaçabaları ve inşaat sektörüne bağım-lı hale getiren ekonomisi ile daha faz-la gündeme geldi. İnşaat sektörününönündeki engelleri kaldıran bir diziyasal düzenlemeyle beraber yarattı-ğı sonuçlar yoksul kentli açısındansürgün, hak ihlalleri ve toplumsaleşitsizlik ve adaletsizlik oldu.

Kentsel dönüşüm uygulamaları-nın ekonomik fayda üzerinden ta-nımlanması en büyük sorundur. Buprojeler, rant artışını gündeme geti-riyor, ayrıcalıklı imar hakkı sağlamaaracı olarak kullanılıyor. Can gü-venliğinin sağlanması ve yaşam dü-zeyinin yükseltilmesini amaçlanmı-yor. Yoksul kentlinin borçlandırıla-rak mülksüzleştirilmesi ve yerindenedilmesi anlamına geliyor.

2. Barınma hakkı sahipliği, mül-kiyet belgesinden bağımsız, sağlıklıbir yaşam çevresi içinde, yaşanabilirkonut hakkı olarak kabul edilir. An-cak projelerin uygulanması yaşa-yanlar açısından sosyal bir yıkıma ne-

den oluyor, konut dokunulmazlığı vebarınma hakkı ilkeleri ihlal ediliyor.Bu projelerde, yerel kimliği ortadankaldıran tek tip mekân üretiliyor,kentsel mekânı parçalayan ve ayrış-tıran uygulamalar yapılıyor.

Kiracıları da kapsayacak biçimdekamusal güvence sağlanmıyor. Pro-je alanında yaşayan ve bundan etki-lenenlere mevcut konutundan dahaküçük, daha niteliksiz, daha düşük sı-nıfta konut veriliyor, bu amaçla ya-pılan düzenlemeler haksız borçlan-dırmaları doğuruyor. Yalnızca yapıgüvensizliği ve kentsel mekânın ni-teliksizliği nedeniyle dönüşüm pro-jesine konu olan yerlerde, proje ala-nında yaşayanların uygulama sonrasıyine aynı bölgede yaşaması sağlan-mıyor. Afet riski nedeniyle yapılaş-maya kapatılacak alanlarda yaşa-yanlar için yeni yerleştirilecekleribölgeler belirlenirken iş olanakları veulaşım koşulları dikkate alınmıyor.

3. Kentsel dönüşüm, yoksul ke-simlerin maddi ve manevi birçokkaybıyla beraber kent dışına itilmeleri,

kent merkezlerinin “asilleştirilmesi”operasyonudur. Devrimci Marksistolarak bizler de bu operasyonun kar-şısında olan mahalle dernekleri iledestek ve dayanışma içinde olmalıyız.Ancak bu dayanışmada mülk sahip-lerinin çıkarlarını koruyan talep ve po-litikalarla aramıza sınır çekmeliyiz. Po-litikamızın ana eksenine kent yoksu-lu işçi sınıfının talepleri oturmalıdır.Kentsel Dönüşüm’ün sonucu barınmahakkı ihlali olmamalıdır.

4. Kentsel dönüşümün ekonomi-ye ve o bölgede yaşayanların sosyalyapısına olan etkilerinin yanı sıra çev-reye de bir dizi olumsuz etkisi bulu-nuyor. Dönüşüm projeleri orman-lar, meralar, sulak alanlar, kıyılar vetarım alanları gibi doğal alanlar ya-pılaşmaya açılarak, insana ve doğa-ya düşman politikalar meşrulaştırı-lıyor. Bir insan hakkı olan su, insan-ların elinden alınarak ticarileştiril-meye çalışılıyor.

5. Nikel, altın gibi madenlerin çı-kartılmasında kullanılan siyanür,sülfirikasit gibi zehirli maddeler ta-

rım alanlarını ve insan yaşamını teh-dit ediyor.

6. HES’ler ve nükleer santralleraracılığıyla sadece doğanın tahribi de-ğil aynı zamanda suyun ve enerjininözelleştirilmesinin önü açılmış oluyor.Her gün daha fazla enerjiye muhtaçhale getirip, enerji ihtiyacı bahane-leriyle doğal alanları yok eden ener-ji politikaları ve dönüşüm projelerikabul edilemez uygulamalardır.

7. Kentin, doğanın, suyun ve ener-jinin işçi sınıfı ve insanlık için ticariolmayan kullanımı mümkündür vebu aynı zamanda yaşanılabilir birçevre, kendini yeniden üretebilenbir doğa ve ekosistem demektir. Kâradayalı kapitalist toplum, yaşam, çev-re, kent, enerji ve su hakkını işçi sı-nıfının ve yoksulların elinden al-makla kalmıyor, bir bütün olarakinsan soyunu tehdit ederek, doğalkaynakları barbarca tahrip edip, tü-ketiyor. Bu yüzden, kent, barınma,su, enerji, çevre ve doğa hakkı mü-cadelesi, kapitalizme karşı mücade-leyle birleşmek zorundadır.

(IV) Kent, doğa ve su ticarileştirilemez

(III) Kadınlar Özgür Olmazsa…

Page 14: İşçilerin Sesi Ocak 2013

AKP Hükümeti’nin Grev Yasağı’nakarşı basın açıklaması yapan 2 bindenfazla THY işçisinden 305’i 29 Mayıs2012 tarihinde işten atıldılar. İşten atıl-malarının hukuksuz olduğunu söyle-yen işçilerin açtıkları davalar ardı ardınasonuçlanıyor. Bakırköy 2’inci İş Mah-kemesi’nce iki işçinin daha işe iadesi-ne karar verildi. İşe iade kararı verilenSelçuk Arıkan ve Eda Zorluoğulları, ar-kadaşlarının da desteğiyle THY DışHatlarda basın açıklaması yaptılar.25.12.2012 tarihli açıklamada, işten çı-kartılan işçilerin işe iadesi ve yargı ka-rarlarının uygulanması istendi. 29 Ma-yıs Birliği’nin basın açıklaması özetleşöyle:

“Bizler 29 Mayıs Günü İşini Kay-beden THY işçileriyiz. Bakırköy İşMahkemelerinde 305 arkadaşımızdanikisi için daha işe iade kararı verildi. Bukararlar,7 aydır bizlere yaşatılanlarınbüyük bir haksızlık olduğunu belge-leyerek yüreğimize su serpse de, so-runlarımızı çözmüyor.

Çözüm olacaksa, haklılığımız ze-mininde yine bizlerin çabalarıyla ola-caktır. Göbeğimizi kendimiz kesmekzorundayız. Çünkü bu sıkıntılı süreç-te, sendika yönetiminin de asıl derdi-

nin bizler olmadığına tanık olduk. Dışhatlar önünde 7 aydır direniş yapan ar-kadaşlarımıza saygı duyuyoruz. Ancakbizler sorunun çözümünü, kendi çağ-rılarını bile üstlenmeyerek bu durumazemin hazırlayan, üyelerini yalnız bı-rakan sendikacılardan beklemiyoruz.

Havacılığa grev yasağı getiren tor-ba yasaya THY işçilerinin tamamınıntepki gösterdiği bir gerçek. 29 Mayısgünü sendikanın basın açıklamasına ise2000 civarında katılım olmuş, ancakrastgele seçilen 305 arkadaşımız günahkeçisi yapılmıştır. 29 Mayıs günü işten

çıkarılanlar arasında, olaydan hiç haberiolmayıp hasta yatan da, boş günündeolan da, o gün göreve gidiş veya dö-nüşünde arkadaşlarını izleyen de var-dır. Hiçbirinin haklı gerekçelerle iştençıkarılmadığı mahkemelerde de bel-gelenmektedir. THY yönetim kuruluBaşkanı Sayın Hamdi Topçu, “kendi işyerim olsaydı işe geri alırdım” diyerekbu gerçeği kabul etmiştir. “Yargı ka-rarlarını bekleyeceklerini” söylemiş-tir. Yargı haklı olduğumuzu ispat edenkararını vermiştir. Kararı temyiz etmekyerine THY işçisi arkadaşlarımız ve ka-

muoyuna söylediğinizin sözlerinizingereğini yapınız.

THY ve Hava-İş yönetiminin iktidarve koltuk kavgasına malzeme olmak is-temiyoruz. Sendikayla birlikte havaa-lanında veya bizler gibi farklı plat-formlarda direnenlerin beklentileri or-taktır. Grev yasağı da ortadan kalktığınagöre, 210 gündür süren eziyetin artıkson bulmasını istiyoruz. Hava-İş yö-netiminin, üstlenmeyi bile göze alma-dıkları bir çağrıyla, kendilerini garan-tiye alarak bizleri öne süren yanlış tu-tumu yapılan haksızlığı aklamaya yet-miyor. THY işçilerinin ezici çoğunluğubu tutumundan dolayı Hava-İş yöne-timine tepki duysalar da, 305 arkadaş-larının uğradığı haksızlığın giderilme-sini beklemektedir. THY yönetimi, yar-gının ve yıllardır çalıştırdığı işçilerininsesine kulak vermelidir. Sürmekte olandiğer davaların da işçilerin lehine so-nuçlanacağı büyük bir olasılıktır. Ohalde daha geç olmadan, daha üzücüolaylar yaşanmadan, bütün arkadaş-ların işe iadesinin önünü açacak diya-log başlatılmalıdır.

İşe iadeler sağlansın! Yargı kararla-rı uygulansın! - 29 Mayıs Birliği”

İşçilerin Sesi - Haber

YARGI KARARLARI UYGULANSIN

İşçilerin Sesi

14

İşçilerin beklentilerini hepboşa çıkarıyorlarBiz işçiler para kazanmak için ça-

lışıyoruz, yaşamımız ve bedenimizinyettiği yere kadar, yani emekli olanakadar değil, çünkü emekli olduktansonrada alacağımız ücret yaşamımızıkarşılamayacak, yine çalışmak zo-runda kalacağız.

Bizim işyerinde önceleri yılda birmaaş ikramiye ve bayramlarda yarımmaaş bayram ücreti vardı. Geçen yıl ik-ramiye kaldırılıp bayramlara bölüştü-rüldü, sadece bu değil, zam dönemle-rinde az zam yapıldığı için maaşları-mızla geçimimizi sağlamak çok zor.

Yine beklenti içersinde olduğu-muz dönemdeyiz, hükümet asgari üc-reti açıkladı, sefalet ücreti ve bu zamdönemindede patronların elini güç-lendirecek bir oran oldu, çünkü pat-ronlar asgari ücrete gelen zammı da-yanak göstererek, ben devletten zen-ginmiyim daha fazlasını vereyim diyor.

Genel müdür ile iki deponun mü-

dürü ve şefler toplantı yaptılar. Ümi-dimiz olmamasına karşın yinede nekonuşulduğunu merak ettik, depo şe-finin açıklamasına göre şirketin geçenyıldan daha iyi kar ettiği, bazı eksik-likler olduğunu bunlarında tamamla-nacağı söylenmiş, ücretler konusu Şef-ler toplantıdan çıktıktan sonra Mü-dürler kendi aralarında konuşmuşolabilirler dedi, ama müdürümüzdenherhangi bir açıklama yapılmadı.

Yeni yıla çok da iyi bir ücret ve ko-şullarda girmeyeceğimiz asgari ücre-tin miktarından anlaşılıyor, biz işçilerkendi ekonomik, sosyal ve toplumsalçıkarlarımızı gözeterek birlik olmlıyız.Ne patronlar ne de hükümetler bizle-ri kurtarabilir. (S.Arık)

Hakkını arayan işçinin güvencesiartarSendikalaşmadan dolayı işten çı-

karılan arkadaşa şahitlik ettiğimden,“saf işçileri uyandırdığımdan”, patro-nun güzünde, geçimsiz biriymişim! Çe-şitli bahanelerle üzerime geliniyor, ya-zıhaneye çağrılıyorum. Son olarakidareye çağrıldığımda, “sigorta prim-

lerinin yatırılmadığını” söyledim. Nehikmetse kayıtlar bulunamadı, idare-ci çok sinirlendi ve kekelemeye başla-dı. Muhasebeciyi aradı ve küfretti.Hızını alamadı, bana da arada küfür-ler savurarak, “ben o evraklara boşu-na mı imza atıyorum” diye söylendi.Kendisine çok terbiyesiz ve seviyesizbiri olduğumu söylediğimde, bugünekadar işçilerden bir böyle bir tavırgelmediği için afalladı. Ardından top-lantı düzenlemek zorunda kaldı.

Sigorta primlerinin yatırılmama-sıyla ilgili olarak, “Bu soruşturmadanbenim de haberim yok, bazı işçiler buişyerini hayali şirket olarak gösterip, or-talığı karıştırıyor. Ben de gidip ifade ve-receğim, bu olanlarla benim bir ilgimyok” diyerek kendisini savunmayakalktı. İşçiler muhasebenin güya yan-lışlıkla 45 dk. Paydostan kestiğini söy-lediler. Patron “Ne olacak 15 dk banafazla çalışın” dedi. Bir saat bu palav-raları dinledik, patronun içi ne kadardoluymuş! Rahatlamış oldu, işçilerdeişbaşı yaptılar, rahatladık!

SGK’dan işçilere, primlerle ilgilisoruşturma dilekçesi geldi ve ifade ver-meleri istendi. Bu işçiler SGK’ya git-meden önce muhasebeye çekildiler

ve nasıl ifade vermeleri gerektiği dik-te edildi. İşçiler ifade verirken, “Pat-ronumuzu tanımıyoruz, muhasebeci-yi ve ustayı biliriz” demişler. SGKmüfettişi, “peki ücretinizi kimden alı-yorsunuz” diye sorunca, işçiler ustadandiye yanıt vermişler. Yalnızca bir işçipatronun kim olduğunu açıklamış.Kalan işçiler aynı kelimelerle ifadeverince müfettiş şüphelenmiş. Bir usul-süzlük olduğunu tespit ederek, işyerinidenetlemeye geldi. Bir grup işçiylegörüşme yaptı. SGK’dan yararlana-maya bir hamile işçiyi, isim vererek ça-ğırdı. Bu işçi doğru ifade veren arka-daşımızdı. Müfettiş, bu işçinin işten çı-karıldığını tahmin etmiş, karşısına çık-ması tam bir sürpriz oldu. Denetlemesonuçlarını bilmiyoruz ama birkaçgün içinde sigortalarımız yatırıldı. Sa-nılanın aksine hakkını arayan işçinin işgüvencesi artar. (Y. Menekşe)

Prim yalnızcasömürüyü arttırır!Yılsonu yaklaştıkça patronda, “az

iş çıkıyor, kimse çalışmıyor” paniği baş-

FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN... FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN... FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN...

GIDA

TEKSTİL

Page 15: İşçilerin Sesi Ocak 2013

İşçilerin Sesi

15

Geçtiğimiz kasım ayında Türk Me-tal İş, işveren sendikası MESS ileimzalayacağı grup sözleşmesi içinhazırladığı yaklaşık 120 bin işçiyi il-gilendiren taslak maddelerini açık-ladı. %18 oranında bir artışla pazar-lığa oturmayı düşünen sendikayaişçilerden tepkiler gecikmedi. İşçile-rin beklentisi en düşük ücretliye enaz %40 maaş artışı. İşçiler bu taleplesendikalarına seslenedursun, TürkMetal üyelerinden gelen sesi kulakardı ederek hazırladığı taslakla, işçi-nin değil, işverenin yanında oldu-ğunu gösteriyor. Türk Metal, bir tür-lü anlaşma sağlanamayan geçen top-lu sözleşme görüşmelerinde de yinebenzer bir tutum sergilemiş ve bay-ram tatilini nedeniyle fabrikalarınkapalı olmasını fırsat bilip MESS ileişçilerin taleplerini karşılamayan birsözleşmeye imza atmıştı.

İlk olarak İzmir BMC fabrikasın-da başlayan eylemler, beyaz eşya veotomotiv sektöründeki birçok fabri-kada devam ediyor. En fazla ses ge-tiren eylem Bursa Renault’ta yaşan-dı. Gündüz vardiyasında başlayan işbırakma ve oturma eylemi işverenintüm engellemelerine karşın gece var-

diyasında da devam etti. Vardiya sı-rasında alınan bir kararla tüm işçilerfabrikadan çıkarıldı ancak sabah var-diyasında huzursuzluk devam edi-yordu. Eylemin ardından 30 kadarişçi, sendika ve Renault yönetimininişbirliğiyle işten çıkarıldı. Benzer birdurum Eskişehir Arçelik’te de ya-şandı. Geçen aydan bu yana çıkarılanişçi sayısı 100’ü aştı. İşveren istihdamfazlası olduğu gerekçesini öne sü-rerken “toplu işten çıkarma” olarakgözükmemesi için her hafta 2-3’lügruplar halinde çıkışlar veriyor. Fab-rikalar adeta Türk Metal’in toplusözleşme taslağına karşı çıkan işçi-lerden arındırılıyor. Sendika ise iş-vereni haklı görerek, çıkarılan işçilereisterlerse mahkemelere gidebilecek-leri yönünde akıl veriyor.

Sorun Türk Metal yönetimi mi?İşçiler, böylesi bir süreçte elbette

en başta, taleplerini hiçe sayan sen-dikaları Türk Metal İş’i hedef alı-yorlar. Faşist Türk Metal, hükümetyanlısı ve işveren vekili tutumuyla iş-çiden gelen sese engel vazifesi görü-yor. Üyelerinin değil, sermayeninçıkarına çalışıyor. Buna çözüm olarak

özelde metal işçilerinin genelde detüm işçi sınıfının bu sorununun, sol-cu öğeleri de barındıran bir başkasendikada örgütlenme ile aşılacağınıummak hayalcilik olur. Elbette bumücadele anlamlı ve değerlidir, an-cak tek başına yeterli değildir. Çün-kü asıl nedeni sürecin bu koşullaragelmesini dayatan sendikal bürok-raside aramak lazım. Tepkilerin herdaim Türk Metal-İş’e yönelik olma-sı, sendikanın tutumu ile bürokratikyapısı birleşince ortaya en kötü kom-binasyon çıkmasındandır.

Örneğin; karar mekanizmaların-da işçilerin sözü geçmiyor. Sendikatemsilcileri fabrikada çalışan işçiler-den değil, doğrudan sendikanın ata-dığı kişilerden oluşuyor. Bu temsil-ciler işveren tarafından çözüme ka-vuşturulmasında problem görülme-yen sorunlara çare bulunuyor ancakbu görev daha çok “işçinin gazınıalma” biçiminde tariflenebilir. Tem-silci, sendikanın maaşlı elemanı ol-maktan öteye geçemiyor.

Renault direnişinin öğrettikleriRenault’taki olaylar aslında bir

anda patlak verdi. Sendika ile yap-

tıkları görüşmeden olumlu bir yanıtalamayan işçiler son çareyi üretimidurdurmakta buldu. Beyaz yakanınınçıkış saati ertesinde vardiyadaki 1500işçi şalterleri indirerek taslağı protestoetti. Yönetimin, gece vardiyasına ge-lecekleri tek tek arayarak işe gelme-melerini söylemesine ve servisleriiptal etmesine rağmen kendi imkan-larıyla gelerek kapının dışından içe-rideki arkadaşlarına destek verdi-ler. Ancak gece vardiyasında inisi-yatif eksikliğinden eylem bitirildi.Öfke dinmemişti, fakat bu öfkeyiörgütlü ve kararlı bir iradeye dön-üştürecek bir mekanizma yaratıla-mamıştı. Sonuçta 30 kişi işten çıkarıldıama direniş birçok işyerine örnekoldu. Daha başarılı olabilir miydidersek elbette verilecek bir yanıtımızvar: önceden hazırlıklı olmak vebunu başından sonuna örgütlemek…hedefiyle, söylemiyle….Peki nasıl?

Bu yanıt için sadece işçilerin sesinekulak vermek yeterli. Demokrasimekanizmalarının örüldüğü yeni birsendikal anlayış. Bunun anahtarı daişçi denetiminin hem işyerinde hemde sendikalarda hayat bulacağı yenibir örgütlenme modeli ile mümkün.

METAL İŞÇİLERİNE GÖZDAĞI

lıyor. İşlerle çok alakalı olmaya başla-dı, modelhane de toplantı yaptı. ''Ar-kadaşlar işyerinde daha verimli nasıloluruz, sizlerinde fikrini almak istiyo-rum, dikimhanede aynı toplantıyı yap-tım bana güzel fikirler verdiler, maki-nelerin motorlarını elektrikliye çevir-sek iyi bir tasarruf yapmayı düşünü-yoruz, sizlerden de iyi fikirlere açığım”dedi.

İşçilerden “iyi fikir” gelmeyince,başka bir taktiğe başvurdu. “Her güngelip işleri kontrol edeceğim, günlük,haftalık, aylık adetlere göre, ilk beşe gi-ren arkadaşa sürprizim olacak” dedi.Bir hafta boyunca geldi ve işlere bak-tı. Az iş yapan işçiye '' neden az çıktı,sorun kimdeydi, kalıp hatalı mıydı”gibi soruları sorup gitti. İşçiler ay sonusürprizini prim olarak düşünüp hız-lanan, yarışan arkadaşlar oldu. Aysonu geldi bölümler prim aldılar, mo-delhane ise hava aldı. Yarışa tutuşanyalakalar avuçlarını yaladı. Patron, iş-çileri üç kuruş primle kandırıp bazenonu da vermezken, yılbaşında idarikadroya eğlence düzenlemekte hiç decimri davranmadı. Müşteri temsilcile-rine, müdürlere özel koliler hazırlatmışhediye yolladı.

İşler işçiye gelince hep sıkıntılı, pi-yasa parayı işçiye verince hep bozuk.İşçi bunun farkına vardı. Tek sorunu-muz birlik olmak. (M. Araslı)

Eski ya da yeni sözleşme imzalamıyoruzŞirket devamlı olarak sözleşme-

lerle ilgili mesaj atıyor, telefon açıyor.Çoğu işçi artık sözleşmeye itibar et-miyor. Böyle şeylerle bizi rahatsız et-meyin. Bizi zorlamayın, kendinizi deyormayın. Yoksa mobbinge girer ha!(Ayşe)

Çalışma koşullarına bakın!Her işçi, sabah mesaiye geldiğinde

çalışma ortamının güzel ve nezih ol-masını ister. Üniversitenin çoğu ye-rinde iş ortamı oldukça kötü. Pervaz-lardan gelen soğuk, yağmurlarda cam-dan akan sular, yanmayan florasanlar,hatta salonların su basması… Yılları-

mızı verdik, insanca çalışma koşulla-rını çok görüyorlar! (Elvan)

Üstümüzü değiştirecek yer bile yok!Çalışanların hastalarla aynı lava-

boları kullanması yetmezmiş gibi, te-mizlik çalışanları üstlerini tuvaletlerdedeğiştirmek zorunda kalıyor. Bazı bö-lümlerde üst değiştirecek hiç yer yok.Gazete kâğıdı üzerinde üst mü değişir?Nerde hijyen, nerde temizlik diye sor-mayın.

Temel Bilimler Halk Sağlığı ikincikatta hastane çalışanlarının muayeneolabilecekleri bir poliklinik açılmış.Aile hekimliği gibi hizmet veriyor.İdare duyurmuyor, çok giden olurdiye. Biz duyuralım…

Mahkeme kararınıuygulayın, işe geri alınMart sonunda işten çıkartılan işçi-

lerden 25’inin, 27 Aralık günü yapılanduruşmasında, işe iade kararı çıktı. Üs-telik üniversiteye iade edildiler. Ocak

ayında işten çıkartılan 9 işçi de kısa süreönce davalarını kazanmıştı. Üniversi-te bu kararları temyiz etti. Mahkemeüniversiteye iade ediyor, üniversiteişçi çıkartıyor. Bu ne akıl? (Mahmut)

Artık uyanmalıyız!SGK kayıtlarına geçiş kimi ilgilen-

diriyor, kimi kapsamıyor? Sigortalarınasıl işverene geçirilmesi sadece belirlibir kesimi kapsıyor. Temizlik işçilerinikapsamıyor. Öyleyse bu sevindiricibir geçiş mi? Sağlık işi ekip işidir ve ay-rımsız herkes üniversite işçisi olmalı-dır.

Pişmemiş yemek dedik, bunu söy-lemeye devam edeceğiz. Köfteler halapişmemiş. Çorbalar hala yanık. Tavsi-yemiz çorbaları fazla ateşte tutmak-tansa, köfteyle yer değiştirilsin! Dahaiyi değil mi? (Kemal)

Sahip çıkmakyürek isterİşçisine sahip çıkmayan Rektör,

ODTÜ’lü öğrencileri kınamış. Başka nebeklenir? Gençler, taşeron işçileri gibiboyun eğmiyor, baskılara direniyor.İşçi-öğrenci el ele.

FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN... FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN... FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN...

SAĞLIK

Page 16: İşçilerin Sesi Ocak 2013

N. CEMAL

28 Aralık 2011: Savaş uçakları ardı ar-dına dalışlar yaparak bombalar yağ-dırdı. Çoğu çocuk yaşta 34 sivil Kürtgenci paramparça edilerek katledildi.Umutları, gelecekleri ve bedenleri par-çalandı. Birlik ve bütünlük nutuklarıatan zevatın ağızlarından saçılan tü-kürükler daha henüz kurumamıştı ki,parçalanmışlığımızın adı Roboski olu-verdi. Savaş uçakları Türk Silahlı Kuv-vetleri’ne, ölen bedenler ise TürkiyeCumhuriyeti vatandaşı Kürtlere aitti.

“Arsız bir tekrardır Uludere, Ro-boski zalim kere tekrar, dağlarda sınırdışı çocuklar, dağlar sınır dışıdır…”(Ömer Faruk Hatipoğlu)

Haber uzun süre basından saklan-dı ve resmi bir açıklama yapılmadı. İlkhaber kaynağımız katledilen Kürtlerinaileleri ve Kürt gazeteciler oldu (DİHA,ROJ TV, ANF). Katliam saat 01.52’de ilkolarak Dicle Haber Ajansı tarafındanduyuruldu; “Savaş uçakları köylülerivurdu. 20’ye yakın ölü.” Daha sonra-sında ölü sayısının 34 olduğu anlaşıl-dı: “Şırnak’ın Uludere (Qilaban) ilçesinebağlı Roboski (Ortasu) köyünde, dahaönceden olduğu gibi askeri karakolunbilgisi dahilinde Irak Federal KürdistanBölgesi’ne geçerek sigara ve mazotgetiren çoğu çocuk 34 sivil Kürt yurt-taş dönüş yolundaydılar. Diyarba-kır’dan kalkan F-16 Türk savaş uçak-ları tarafından yüzlerce kiloluk kazanbombalarıyla bombalandılar.”

Katliam bölgesinden sağ olarakkurtulan Servet Encü’nün tanıklığı iseyoruma gerek bırakmıyordu; “Geridöndüğümüz sırada jetler bizi bom-bardımana tuttu. Bombardıman sıra-sında acı bir koku etrafı sardı. İnsanlaryanarak can verdi. Beş altı kişi bom-bardımandan kaçarak kayalıkların ara-sına saklandı. Uçaklar orayı da bom-baladılar. Hepsi can verdi.”

“Bilmez misin ki bu dağların ağaç-ları kayalardır.” (Ferit Edgü)

AKP Hükümeti, Genelkurmay vemalum medya katledilenlere “terö-rist” muamelesi ve “her Kürt teröristdoğar” propagandası yaptı. Robos-ki’ye gelen BDP Eş Genel Başkanı Se-

lahattin Demirtaş ise tepkilerini şusözlerle dile getiriyordu; “GenelkurmayBaşkanı ‘PKK kamplarını bombala-dık’ açıklamasında bulundu. Gidipbakalım, PKK kampları mı yoksa yurt-taşlar mı bombalandı, görelim.” Gö-rüntüler korkunçtu. Yeni yıla hazırla-nan batı kentlerinde ve İstanbul’dayılbaşı hazırlıkları yapılıyordu. Biryanda ışıklı yılbaşı süsleri, diğer yan-da buz mavisi bir gökyüzünün alaca-karanlığında yan yana yatan parça-lanmış bedenler. Roboski katliamıyla il-gili bir toplantıya giderken, ışıl ışılparlayan İstiklal Caddesi canımızı ya-kıyor, gözümüzün önüne gelen katliamgörüntüleriyle kanımız donuyordu.

“Newala Qesaba’dan, DiyarbakırCezaevi’ne, kolye yapılmış kulaklar-dan, Metin Can’a, Musa Amca’danVedat Aydın’a her şey, herkes kalbim-de Roboski’nin açtığı kapkara boşluktabirbirine çarptı; kıyametti.” (İlkay Ak-kaya)

Kanı donan sadece biz miydik?Halkların Demokratik Kongresi’ninoluşturduğu heyetle Roboski’ye gel-diğimizde belediyeye ait acil kurtarmaekibinde yer alan genç bir işçi ile ko-nuştum ve şunları anlattı; “Bombala-maların ardından uzunca süre savaşuçaklarının sesinin kesilmesini bekle-dik ve katliamın yapıldığı yere gittik. Et-rafa dağılan bedenleri topluyor, kilimve battaniyelere sarıyor, katırların se-merlerine bağlayarak köye indiriyor-duk. Yan yana spor sahasının içinedizdik. Dağda buz tutan cenazelerimizkaskatı kesilmişti. Bedenlerinin parça-ları eksikti. Kanları donmuştu. Gü-nün ilk ışıkları ve güneşle birlikte çö-züldüler. Ölülerimiz o anda yeniden ka-namaya başladı. Anaların o anki feryatve çığlıklarını ömür boyu unutmaya-cağım…”

“Taze bir çığlığım artık bu kontramevsiminde, herkesin biraz “faili” ol-duğu, “meçhul” bir cinayetim şim-di…” (Hicri İzgören)

Roboski katliamının üzerinden biryıl geçti. Günlerce ve binlerce açıklamave nutuk dinledik. Heyetimiz ve birçokheyet, Roboski incelemeleri üzerindenbinlerce sayfalık rapor ve doküman ya-

yımladı. Hep birlikte suç duyurularındabulunduk. Bir süre sonra da, Roboskikatliamında parçalanarak katledilen-lerin aileleri paramparça yüreklerini dealıp yaşadığımız şehirlere geldiler. Ne-ler yaşadıklarını bizzat kendileri an-latmaya başladılar. Anlatmaya da de-vam ediyorlar. Anlattıklarından bel-gesel filmler yapılıyor, şiirler üretiliyor.Ama ne fayda; devlet ricali ortada vekatliamın tetikçileri de katliam emriniveren zevat da hala ortada yok. “Fail-ler bulunsun ve yargılansın” diyenacılı ailelere, “devlet olarak gerekeniyaptık ve hesaplarına para yatırdık” di-yen sömürgeci zihniyet; “Roboski hal-kı devletle barıştı” manşetleri atıyor.

Katliam sonrasında HDK heyetiy-le gittiğimiz Roboski’de küçücük ço-cukların attığı sloganları hala hatırlı-

yorum; “Şehîd Namirin!” “İntikam!”“Katil Erdoğan!” vs. Ve bu tablo, işçi sı-nıfının eylem ve direnişlerinden yük-selen bir sloganı çağrıştıyor; “AdaletYoksa Barış Da Yok!”

Sivas katliamını anmaya gidenlerdevlet tarafından zorla engellendiler veşiddete maruz kaldılar. Maraş katlia-mını anmaya gidenler devlet tarafındanzorla engellendiler ve kolluk kuvvet-lerinin şiddetiyle karşılaştılar. Şimdi deRoboski katliamını anmak ve protestoetmek üzere yola çıkan kitlelere bari-katlar kuruluyor.

Bugün 28 Aralık 2012. Bugün gün-lerden Roboski…

Haydi sokağa ve özgürleşmeye!..

(*) “Bilmez misin ki bu dağların ağaç-ları kayalardır.”

MA TU NİZANÎ KU DARÊNVAN ÇİYAYAN ZİNAR İN(*)

İşçi Sınıfının Kurtuluşu Kendi Eseri Olacaktır İşçilerin Sesi - Aylık Süreli Siyasi Yayın - Tarih: Ocak 2013 Sayı: 10Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok No: 366 Topkapı - İstanbul Tel: 0212 544 66 34

Sahibi: KCS Yayınevi Kemal C. Sarıoğlu Sorumlu Müdür: Songül Yarar DedeAdres: Söğütlüçeşme Cad. Tulumbacı Asım Sok. Korular İş Hanı No: 48 Kadıköy - İstanbul

Web: iscilerinsesi.org e-mail: [email protected]