İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. denebilir ki, “tarihle söyleiler”in...

67

Upload: others

Post on 28-May-2020

4 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır
Page 2: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

İçindekiler Devrimci Yol Destanı 4 Devrimci Yol’un hâl-i pür melâli 7 Hamasetten gına gelmedi mi hâlâ? 12 Devrimci Yol neydi, biz neyiz? 15 Devrimci Yol’un lideri kim? 19 Adem Kütük’ün ardından 24 Gocunmayın güzel beyler, hanımlar 28 Nasuh Mitap’ın suskunluğu 32 Sessiz, kibar ve nezaket sahibi 35 Mehmet Hakkı Yazıcı vücuda geldi 37 Veysel Güney 41 Diyarbakır Cezaevi’nde bir Devrimci Yolcu 44 Tariş’i, Gültepe’yi, Hıdır’ı ve İlyas’ı 48 Fatsa düştü biz yenildik 51 Fatsa sadece Fatsa değildi 53 Devrimci Yol güzellemesi 57 Deli Gaffar’ın nezaketi 63 Zulmün kâr etmediği büyük tahammül 68 Ortaca’dan Madımak’a 79 Yeter ulan! Hep biz mi öleceğiz? 84 Biz Berkin’in abileri 87 İktidarlarını başlarına yıkalım 91 Mütevazı bir halk hareketinin 95 Kızıldere devrimin sonsuzluğudur 98 En çok Mahir öldü 102 Kızıldere ruhu mu, zamanın ruhu mu 105 Yarım kalan bir aşk gibi hüzünlü 108 Ulaş’a ve Mahir’e sığınmak 113 Korkuyu görmek için 116 Metin Lokumcu öğretiyor 120 Sürekli faşizm 123 Meclis bahçesi mi 126 Sağa kesen memlekette solculuk yapmak 130 Seçim gecesi morali bozulacaklara 135 Türkiye solu 30 yıllık rüyadan 139 Cumhurbaşkanı adayımız Ali İsmail Korkmaz 143

Page 3: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Evden örgütlü çıkalım 148 Solun nezaketle imtihanı 153 Twitter gerillaları 157 Sola ve solun birliğine dair Aforizmalar 166 Solu köksüz, vatanı solsuz bırakmak 170 Apolitik Atatürkçüler, politik sosyalistler 176 Liberalizm solu çürütür 180 Aralık hareketine selam olsun! 188 Birleşik sol mu, barikat kardeşliği mi? 190 Bölünmüş halin hakkını vermeyen sol 196 Mevzu bahis antiemperyalizmse 202 Yolu ABD’ye düşenlerin devrimciliği 204 Antiemperyalist ve seküler olmayan sol 207 Sinan Cemgil’i arıyoruz 210 Devrim hâlâ mümkün ve şarttır 214 Sosyalistler kimsenin garnitürü değildir 219 Türkiye solunun intihar etmesine izin vermeyelim 225 Bir liberale oy verdim, Allah affetsin! 230 Tanrı Dağı kadar Türk olan hangi sol? 234 12 Eylül mahkemelerinde Kürtleri savunmak 241 Ölü taklidi yapan sol 252 Üç maymunu oynamayan bir sol aranıyor 256 Vicdan sahibini arıyor 259 Emri veren beceriksiz ve duygusuz bir hayvandır 261 Doğru eylem nedir? 265 Merasim katliamını kim yaptı? 268 Her bomba bizi biraz daha yalnızlaştırıyor 273 Ne çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı 276 Bombalı saldırılarla ilgili 10 tespit 279 Ölü çocuklar şiiri 287 Kürt dostlarımız kusurumuza bakmasın! 291 Şüphesiz en anlamlı şeydir susmak 296 Kan kardeşliğidir zulmü alt edecek olan 300 Ölülerimizi burada bırakıp nereye gideyim 303 Çaresizlik ve kızgınlık arasında 307 Eylem Güzeli’ni Kahtalı Miçe yazsaydı! 310 Solun haline bakıp efkârlanmak 314 Devrimci Yolcuların ensesinde boza pişirirdik! 318 Solgun halk çocukları 326

Page 4: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Ekende yok, biçende yok 329 Doğu Perinçek’in 338 Biz mi Kürtlere haksızlık yaptık 342 ‘Kahrolsun Kemalist Diktatörlük’ 348 Gezi İsyanında biz onların 351 Orospulara yer yok 356 Sol/Sosyalist partilerin laiklik programları 361 Yaşayın yaşayabildiğiniz kadar dininizi 366 Hudutsuz ve Allahsız bir baş olabilmek 370 Solun cenaze namazı 373 Herkes turuncu kuvvetlere alışmalı artık 378 Ankara'daki turuncu bayraklar 380 Büyük adam olamayan 383 Hüznü gözlerinden okunan öfkeli yoksulların evi 386 Tuzluçayır 389 Benim rengim turuncu 394 Paslanmaz çelik olan sadece yoksullardır 398

Page 5: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

İnönü Alpat’ın diğer kitapları:

Yaralı Oğluyum Hayatın Kendini Anlatırsa Bir kız

Sosyalistler ve İnsan Hakları Randevuyu Dağa Verdik

Şimdi Solun Zamanı ÖDP Polemikleri

Hamamböcekleri, Ateştopu ve Askerler Günlüğe Düşen Notlar

Devrime Hangi Mevsim Kucak Açacak Solun Milli Meselesi

Page 6: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Sunuş

Uzun lafın kısası, iş bu kitapla eteğimdeki taşları döküyorum.

Son birkaç senedir sendika.org, bazı dergiler ve kişisel

bloğumda yayımlanan yazıları bir araya getirdim.

“Daha önce okundu, neden yeniden gözümüze sokuyorsun?”

diyen olursa, “internet sonsuzluğunda, bulutların içinde

kaybolmalarına, gönlüm razı olmadı”, diyebilirim. İkna edici

olur mu, bilemem. En azından bir zararı olmaz. Elimizin

altında olsun, derli-toplu halde bulunsun; ara ara bakmak icap

edebilir.

İşin doğrusu yazıları epey bir eledim. Yine de oldukça hacimli

bir kitap çıktı ortaya. Yazıları kendi içinde tasnif etmeye

çalıştım. Alakalı yazıları bir arada vermeye gayret ettim.

Devrimci Yol Destanı e-kitap olarak hazırlandı. Yayıncılığın

içinde bulunduğu duruma bakılırsa sanırım başka bir şansı da

yok gibiydi.

İnönü Alpat

Aralık 2018 / İzmir

Page 7: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Devrimci Yol Destanı

Page 8: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Devrimci Yol Destanı

Keşanlı Ali Destanı’nı biliriz: Keşanlı Ali, işlemediği bir

cinayet nedeniyle nam salar. Bir süre sonra gerçek katil

ortaya çıkar ve Keşanlı’nın evinin önüne dayanır. Ali’yi

öldürerek namı elinden alacaktır. Ali dışarıya çıkmak ister.

Lakin Zilha, Ali’nin öldürüleceğini düşünür, “gitme” der.

Ali’nin yanıtı nettir: “Maalesef mümkünsüz Zilha. Kaderim

beni çağırıyor. İnsanlar ölür, destanlar kalır. Ben gidiyorum.”

Devrimci Yol davasını biliriz: Dava tutukluları Mamak

Cezaevi’nde savunma siyaseti üzerine kendi aralarında

tartışır. Tartışma, “siyasi savunma” yapılıp yapılamayacağı

noktasında yoğunlaşır. Örgütün ve eylemlerin kabul edilip

edilmeyeceği üzerine farklı görüşler vardır. Devrimci

Yolculardan biri, örgütün ve eylemlerin kabul edilmesi

yönünde görüş bildirip Keşanlı Ali Destanı’nı hatırlatır ve “bizi

destan çağırıyor” der.

Savunmanın nasıl seyrettiğini biliriz: Örgüt reddedilir,

eylemler kabul edilmez. Bugünden geriye dönerek, ahkâm

kesmek hakkımız değil elbette. Ancak bu tavrın, politik

sonuçlar bir yana, inanç yitimine ve güven ilişkisinin

zedelenmesine yol açtığı sır değildir.

Page 9: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Devrimci Yol’un, nasıl oldu da Türkiye’nin kitlesel, militan bir

halk hareketi haline geldiği de sır değildir. Devrimci Yol’un

sırrı, ölen arkadaşlarımızın öykülerindedir. Bu nedenle

“destanımızda yalnız onların maceraları” olmalıdır. Çünkü

İzdüşen Yayıncılık tarafından basılan “Onların Anısına” isimli

kitap, bir yönüyle herkesin malumu olduğu sırrımızı ifşa

etmektedir.

Herkesin malumudur bu. Lakin yine malum olduğu üzere,

destanın yaratıcılarının güzelim hatıratına uygun bir hayat

sürülmemiştir. Onların tereddüt etmeden, uğruna ölmeyi göze

aldıkları değerler korunamamıştır.

Yarattığı değeri savunamamak kadar yıkıcı ne olabilir? Bu,

yenilginin hüznüyle açıklanabilecek bir duygu değildir. Öyle

olsaydı, cesaret ve adanmışlıkla yaratılan tarihi tekerrür

ettirmek mümkün olurdu. Tarihin tekerrürü denilen şey,

halkın yeniden umudu olmayı başarmaktır. Tarih tekerrür

edebilir bu noktada, sakıncası yok. Tarih tekerrür eder ve

ebedi galibiyet için çıkılır sahaya.

Bu mümkün mü peki? İşte, Onların Anısı’nda yer alan dört

yüz arkadaşımızın öyküsü bunun kanıtıdır. THKP-C’nin

uğradığı yenilgiyi, cesaret ve adanmışlıkla yeni bir devrimci

duruma çevirmişler, bir değer yaratmışlar, bu uğurda ölmek

gerektiği için ölmüşlerdir.

Acımasız bir tespittir bu: Eğer dört yüz insan ölmeyi göze

almasaydı, başkası olur muydu, olan nasıl olurdu bilinmez

ama Devrimci Yol olmazdı. Dile kolay, dört yüz arkadaşımız,

dört yüz insan, dört yüz genç… Dört yüz sönen ocaktan söz

ediyorum. Dört yüz parçalanan ciğerden; dört yüz aileden,

artık hiç gülmeyecek olan. Dört yüz katmerli acıdan, tarifsiz

hüzünden; dört yüz anneden, artık hiçbir şeyden zevk

almayacak olan. Hep bir yanı eksik kalan kardeşlerden,

yüzündeki çizgilerden acısını ele veren dört yüz babadan söz

ediyorum.

Bakın, ne acının ağırlığıyla yaşamaya alışmış ailelerin yükünü

hafifletmek mümkündür ne de yeni bir devrimci hareket

Page 10: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

yaratılmasını kendisine dert edenlerin, sadece ölüm

yıldönümleri düzenleyerek dertlerine derman bulması.

Kimseye, ama hiç kimseye “boşuna ölmüşler” dedirtmemektir

asıl olan. Bu, az biraz olsa da acıyı hafifletebilir. Bu, az biraz

olsa da derde derman olabilir. Bunu yapamadık işte. Ne acılı

ailelere, “arkadaşları onların bıraktığı yerden yürüyor”

dedirtebildik ne de yenilgiyi devrimci bir atılımla etkisiz

kılabildik.

Dört yüz arkadaşımızın ölümü üzerinden kaç gün geçti? Dört

yüz mü, dört bin mi? Ağır geçtiği, her geçen günün yükümüzü

ağırlaştırdığı kesin. Hadi dürüst olalım kendimize: Ölmeyip de

yaşayanların başka bir hayat sürmesi değil mi, günleri

ağırlaştıran.

Ağır günlerin ağılında, yani arkadaşlarımızı emanet ettiğimiz

yıldızların halesinde, cesaret ve adanmışlıkla sınanan, yani

destanın yaratıcılarının yolunu yol bilen bir ruha

bürünemedik, hadi dürüst olalım kendimize.

O gün Mamak’ta, bilmem kaçıncı koğuşta, destanın çağrısına

kulakları kapatmak, aileleri acılarıyla baş başa bırakmak ve

arkadaşlarımızı yıldızlara emanet verip rahata ermekti.

Oysa bilinir ki, Keşanlı Ali, destana kulak verip indi sokağa,

kendisini vuruşmaya davet eden Cafer’i öldürdü, tarihi

yeniden yazdı. Keşanlı Ali’nin kulaktan kulağa, kuşaktan

kuşağa akmasının nedeni budur işte.

Onların Anısı’na kitabını alınız, öyküleri okuyunuz, siyah

beyaz fotoğraflara dikkatlice bakınız, gözlerinizi

arkadaşlarımızın gözlerinden ayırmayınız. Sonra aynanın

karşısına geçiniz.

Page 11: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Devrimci Yol’un hâl-i pür melâli

Gençler için tercümesini yazayım, başlığa çıkartılan cümlenin:

“Devrimci Yol’un hüzünlü hali”, demektir. Sözlüklerde başka

anlamları da bulunuyor, “acıklı hâl” gibi, ama bunu tercih

etmeye gönlüm razı gelmiyor. Ne de olsa duygusal insanlarız.

Gençliğimizi, ömrümüzü ve hatta gelecek düşlerimizi

vakfettiğimiz bir idealin “acıklı” sıfatıyla tanımlanması kabul

edemeyiz.

“Hüzünlü hâl” daha bir yakışıyor açıkçası. Çünkü hüzünlü bir

öyküdür karşımızdaki. Nâzım’ın “Salkım Söğüt” şiirindeki

hüzün gibidir Devrimci Yol’un öyküsü. “Ah ne yazık/ Ne yazık

ki ona/ dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha

yatmayacak/ beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak” der

ya Nâzım, öyledir.

Hangi birinin ismini sayalım: ‘Bir kuş gibi kanadından

vurulduğu için atından yuvarlanan’ binlerce devrimcinin adını

alt alta yazmak gerekmez mi?

Koray Doğan’ı, Menekşe Erbay’ı, Kerim Yaman’ı, İbrahim

Tümer’i, Zafer Boz’u, Ertuğrul Karakaya’yı, Nizamettin

Orhangazi’yi, Necdet Erdoğan Bozkurt’u, Behçet Dinlerer’i,

Zekeriya Aydemir’i, Mustafa Özenç’i, Ayhan Gökvelioğlu’nu,

Orhan Keskin’i, Mine Bademci’yi, Fikri Sönmez’i, Hıdır

Page 12: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Aslan’ı, İlyas Has’ı, Veli Eskili’yi, Veysel Güney’i tarihi

kanatmadan nasıl anlatabiliriz ki?

Ölenlerin değil, yaşamayı seçenlerin anlatımlarından ibaret

olan tarihi reddedelim. Mümkünse yeni bir tarih yazalım;

ölümü göze alan gencecik insanların hayatından hareketle

“devrim tarihini” kaleme alalım.

Fatsa’nın, ÖTK’nın, Tuzluçayır’ın, Yeni Çeltek’in, Karadeniz’in

yaratılmasının kolay olmadığını, arkasındaki politik iradenin

değerli olduğunu bilelim. Ancak politik kararlarını, canı

pahasına ve tarifsiz fedakârlıkla hayata geçirenlerin varlığını

ve önemini teslim edelim.

Şimdi nereden çıktı bu Devrimci Yol mevzusu diyen olabilir.

Hemen yazayım. Bu bir kitap tanıtım yazısıdır. Okumaya

teşvik amacındadır. Kitabın içeriğine ilişkin merak

uyandırmak istemektedir.

Özgür Açılım’dan “Tarihle Söyleşiler” isimli bir kitap

yayınlandı. Kitapta, Devrimci Yol lider kadrosundan, Merkez

Komite iddiasıyla yargılanan Ali Alfatlı, Ali Başpınar, Mehmet

Ali Yılmaz ve Melih Pekdemir’le söyleşiler yer alıyor.

Bizler açısından sıradan bir söyleşi değil. Şimdiye kadar pek

de alışık olmadığımız rahatlık göze çarpıyor anlatımlarda.

Bilinen ama bilinmezden gelen pek çok olay kayda geçmiş

kitapla. 12 Mart’a, 12 Mart sonrası yeniden toparlanan sola,

Devrimci Yol’un ortaya çıkışına, örgütlenmesine,

örgütlenmede görev alanlara, merkez komitede yapılan

tartışmalara, iç savaş günlerine, 12 Eylül’ün gelişine,

yenilgiye, çorap söküğü gibi bütün ilişkilerin deşifre olmasına,

acemice yapılan hatalara, basiretsizliğe, lider kadronun nasıl

yakalandığına, yakalanma esnasında yaşananlara,

işkencedeki, cezaevindeki ve mahkemedeki tavra, lider kadro

arasında baş gösteren güvensizliğe, güvensizliğin cezaevi

yaşamına yansımasına, cezaevinden çıktıktan sonra ortak iş

yapma ihtimalinin yaratılamamasına, kimin neyi

savunduğuna, özetle “büyük isyandan büyük hayal

Page 13: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

kırıklığına” yani ne varsa Devrimci Yolcuların hesabına düşen,

olanca yalınlığıyla anlatılmış.

Denebilir ki, Devrimci Yol’un hâli pür melâlini merak edenler

kitabı okuyabilir.

Denebilir ki, “Tarihle Söyleşiler”in değeri, ilk kez “resmi”

olmayan bir tarih anlatımına yaklaşılmış olmasıdır.

Samimidir, pek çok tevatüre açıklık getirmektedir.

Kitabın en çarpıcı satırları, 12 Eylülden sonra Devrimci Yol’un

merkez komitesinin isimlerinin gazete ve televizyonlardan

ilan edilmesinden sonra Oğuzhan Müftüoğlu’nun, “Eyvah,

büyü bozuldu” şeklindeki sözleridir.

Bağlamını ise Melih Pekdemir’den dinleyelim: “Televizyonda

bizim fotoğraflarımız yayımlanmaya başladığı zaman

Oğuzhan Müftüoğlu’nun tepkisi, bütünüyle hem hareketin

özelliğini özetleyen hem yaptığı vurguyla da bizim

konumumuza işaret eden bir değerlendirmeydi. Baktı, dinledi:

‘Eyvah,’ dedi, “büyü bozuldu’.”

Hemen söylemeliyim: “Tarihle Söyleşiler” kitabı, Devrimci

Yol’un büyüsünü bozuyor. İç acıtıcı bir durum ama uyandırdığı

his bu. Gerçek neyse kabullenmek, bir başka gerçeklik varmış

gibi davranmaktan daha evladır.

Fuzuli der ya; “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil”,

benimki de o hesap. Söylenenlerin tesiri olmayacağını bile bile,

gönül razı gelmediği için iki satır yazmaya koyuldum. Tesiri

olmayacağına dair öngörü, ne yazık ki yaşanmışlıkla sabittir.

Kitap yayınladığı günden bu yana Devrimci Yolcular

arasındaki sessizlik ne yazık ki kaygıları doğrular niteliktedir.

O halde soralım:

Şimdiye dek, “resmi tarih” anlatımlarıyla yetinmedik mi?

Yetindik.

Page 14: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Dönemin Türkiye gerçeği ve antifaşist mücadelenin gerekleri

ile örülmüş anlatımlar dışında bütün çıplaklığı ile Devrimci

Yol gerçeğinin ne olduğunu anlattık mı? Anlatmadık.

Ne zaman tartıştık Devrimci Yol’u? Hiçbir zaman.

Neden ve nasıl yenildiğimizi sual ettik mi? Etmedik.

İşkencedeki olumsuz tavır sohbetlerimizde bile kendine yer

açabildi mi? Hayır.

“Mamak” gerçeğini yazıp çizdik mi? Hâşâ.

Ana Devrimci Yol davasında, neden “siyasi savunma”

yapılmadığına dair ikna edici bir şeyler söyledik mi?

Söylemedik.

“Siyasi savunma” yapılmasını kimler istedi, kimler istemedi

açık ettik mi? Açık vermedik, hatta yok saydık.

Örneğin Çukurova ve Karadeniz’deki Devrimci Yol

davalarında yargılananların “siyasi savunma” yapılması

doğrultusundaki ısrarını ciddiye aldık mı? Almadık.

Bırakalım o günleri, konu bir vesileyle bugün bile gündeme

gelse, tepki gösterildiğine tanık değil miyiz? Tanığız.

Devrimci Yol lider kadrosu arasında ortaya çıkan

güvensizliğin, sonraki süreçlerde belirleyici rol oynadığını

görmezden geldik mi? Geldik.

İşkencede ve mahkemelerde Devrimci Yol’u savunmamanın,

geleneğin ondan sonraki karar ve tasarruflarını doğrudan

etkilediği gerçeğini yok saydık mı? Saydık.

Bilinir, tarih anlatımları daha çok geleceğe dairdir. Elbette

geçmişte yaşananlar, hele hele hakkında pek çok tevatür

bulunan bir hareket için, önemlidir. Eğer sadece sorun,

eteklerdeki taşları döküp rahatlamak değilse, “Tarihle

Page 15: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Söyleşiler” kitabından geleceğe dair çok şey çıkartacağımız

açık.

Kitabın editörü Cahit Akçam, söyleşilerin devam edeceğini

ifade etmiş, Cumhuriyet gazetesine verdiği röportajda.

Merakla bekleyecek, hararetle tartışacağız.

Page 16: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Devrimci Yol üzerine:

Hamasetten gına gelmedi mi hâlâ?

Hamasetin kelime anlamını merak edenler TDK’ya bakabilir.

Karşınıza çıkan satır şudur: “Dinleyenleri etkilemek veya

heyecanlandırmak amacıyla yapılan anlatım.”

Hamasetin nasıl yapıldığını merak edenler ise Sendika.org’da

Kemal Yılmaz imzasıyla yayımlanan “Kırk yıl evvelin hali,

kırk yıl sonranın pür melal’i mi (İnönü Alpat’a katkı olsun

diye)” başlıklı yazıya bakabilir.

Kemal Yılmaz, sendika.org’da yayımlanan “Devrimci Yol’un

hâli pür melâli” başlıklı yazıma aynı yerde yanıt vermiş.

Bakmayın nezaketen “katkı” dediğine, buram buram polemik

var satırlarda. Sendika.org bir yönüyle tartışma platformu.

Ancak birbirini destekleyen veya eleştiren yazılara sürgit ev

sahipliği yapmasını beklememek lazım. Bu nedenle, Kemal

Yılmaz’ın yazdıklarına, kendi “dükkânımdan” yanıt vermeyi

uygun buldum.

Kemal Yılmaz’ın nazik eleştirilerine aynı incelikle yanıt

vermeye çalışacağız. İsim vermeyeceğiz, “Tarihle Söyleşiler”

kitabının satır aralarından bulup çıkardıklarımızı

Page 17: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

aktarmayacağız, anlatımların aslında nasıl okunması

gerektiğinden söz etmeyeceğiz, insanları rencide etmekten

kaçınacağız, kim neden öldü, kim nasıl yaşadı “sığlığına”

düşmeyeceğiz, tek tek insanlar ile siyasi iradenin bütünlüklü

tavrı arasındaki farka dair tespitlerde bulunmayacağız, bütün

bildiklerimizi ortaya dökmeyeceğiz, Ali Başpınar’ın

mahkemede sarf ettiği “ölemediğim için devrimcilerden ve

halkımızdan özür diliyorum” şeklindeki sözleriyle hangi

gerçeğe işaret ettiğini kendimize saklayacağız.

Yani, “Önce bir bak kendi Hal-i Pür Melaline” benzeri

dokundurmaları kayda almadan, artık gına geldiği için

hamaset dolu satırlara da hiç değinmeden yaşanmış bir olayı

aktarıp noktayı koyacağız.

Yıl kaçtır bilmiyorum ama yeri biliyorum: Mamak Cezaevi

bilmem kaçıncı koğuş. Devrimci Yol sanıkları, savunma

stratejisi üzerine tartışmaktadır. Özcesi, “örgütü kabul edelim

mi etmeyelim mi” tartışması yapılmaktadır.

Sanıklardan biri kalkar ve “örgütü, eylemleri kabul edelim”

der. “Çünkü” der, “bizi efsane çağırıyor.” Nedir “efsane” dediği?

Şudur: Keşanlı Ali Destanını anlatmaya koyulur dava

arkadaşlarına. Keşanlı Ali affedilir ve cezaevinden salınır. Eş

dost araya girer, evlendirilir, huzur içerisinde hayat sürmeye

başlar. Ancak kanlıları bırakmaz peşini. Bir gün çalarlar

kapısını. Dışarı çıkmasını isterler; yarım kalan hesap vardır.

Keşanlı kapıya yönelir, karısı ayaklarına kapanır, “gitme” diye

yalvarır. Keşanlı, “gitmem lazım, beni efsane çağırıyor” der ve

kapıya doğru yürür. Öyküyü anlatan arkadaş konuşmasını,

“bizi efsane çağırıyor, efsaneye yakışanı yapalım” sözleriyle

bitirir.

Sorun yaratılan efsanede değildir. Devrimci Yol önemlidir;

yaratanlar da, bu uğurda ölenler de, yaşayanlar da aynı

değerdedir. Bu noktada hemen herkes hemfikirdir. Kemal

Yılmaz’ın hatırlatmasına ihtiyaç da yoktur. Sorun, efsaneye

yakışanın yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Page 18: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

“Tarihle Söyleşiler” kitabıyla, efsaneye yakışanın neden

yapılamadığını bizzat efsanenin yaratıcılarından öğrendik.

Hüznümüzün nedeni budur.

Hamaset yapacağız diye, Devrimci Yol’dan bize kalan en

değerli duygu, yani “yenilginin o müthiş hüznü” yok sayılıyor

ya, isyanımız buna.

Page 19: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Devrimci Yol neydi, biz neyiz?

Yakın zaman önce Muhalefet.org sitesinde, 1977-1978

yıllarındaki Devrimci Yol mitinglerinin görüntüleri

yayınlandı. Yaklaşık 40 sene olmuş, dile kolay. O görüntülerin

bu zaman zarfında saklanması bile başlı başına bir iş.

Saklayanlara da, yayınlayanlara da teşekkür etmeli.

“Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer”den başka ne

söylenebilir? Aslında var söylenmesi gereken bir şey daha.

Necip Celal Andel'e ait şarkının sonraki dizeleri dökülebilir

dudaklardan: “Bir an acı duyar insan belki/ Sevmişse eğer”

Sözcüklerle oynamaya gerek yok: Sevdik! Yoksa hasret, bu

kadar acı verir mi insana? “Hasreti” çıkarın bu cümleden,

yerine “yenilgi”yi koyun. Sonra yenilginin ağırlığını ölçün.

Kaldı ki, 17-18 yaşlarında bir delikanlıya ağır gelen ayrılığın,

aşkı yaratanların omuzlarına nasıl çöktüğünü de hissetmeye

çalışın.

Zaman zaman “yeniden denemenin” gerekliliğini vurgulu hale

getirmek için kullanılan “Hep denedin, hep yenildin. Olsun.

Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil” özlü sözüne

kulaklarınızı kapatın. Biten her aşkın aslında yenilgi

Page 20: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

olduğunu, her yenilginin hayattan büyük bir parça

koparttığını bilin.

Karşımızdaki, yani yüz yüze olduğumuz, yenilgiye uğrayan

her devrim, hayatın ne kadar eksildiğini resmetmesinden

başka nedir ki? Bu yüzdendir biten aşkın, acı vermesi. Bu

cümleden “aşk”ı çıkarın, “yenilgi”yi koyun. Sonra yenilginin ne

menem bir şey olduğunu görün.

Kopan neydi hayatımızdan? Siyasal iktidarın kitlelerin

zoruyla el değiştirmesi durumundan uzaklaşmak mıydı

sadece? Sadece “beyaz orduların” ilelebet mağlup edilmesini

ertelemek durumunda kalmak mıydı?

Sahi devrim neydi?

Sözcüklerle oynamaya gerek yok. Halk var o görüntülerde;

yoksullar var, öfkeliler var, işçiler var, kadınlar var, gözünü

budaktan sakınmayan militanlar var. “Devrime yürüyüş nasıl

bir şeydir” sorusunun yanıtı var. Devrim böyle bir şeydir

zaten.

Sahi yenilgi neye denir?

Sözcüklerle oynamaya gerek yok. Acımasız olacağız ve

aynanın karşısına geçeceğiz; sorunun yanıtı oradadır.

Tam da şimdi başlıktaki soruyu soracağız: Devrimci Yol neydi;

biz neyiz?

Devrimci Yol, düzen dışı bir hareketti. Biz, düzen içi

kanallarda boğuşup duruyoruz.

Devrimci Yol, sistemin taşıyıcı ayaklarına yıkıcı darbe

vurmaya hazırlanan bir hareketti. Biz, temenniden öte

geçemiyoruz.

Devrimci Yol, sistem kurumlarına meydan okuduğu için

Devrimci Yol oldu. Biz, sistem kurumlarından nemalanmayı

tercih ediyoruz.

Page 21: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Devrimci Yol, egemen kültürle hesaplaşmanın bir ürünüydü.

Biz, egemen kültürü, nam-ı hesabımızın kazanç hanesine

yazıyoruz.

Devrimci Yol, egemenlik ilişkilerine rest çekmenin ifadesiydi.

Biz, “iktidar” olduğumuz kurumlarda “sıradan faşizmi”

kendimize hak görüyoruz.

Devrimci Yol, gelecek tasavvuruna uygun bir hayat tanzim

etmişti kendine. Biz, gelecek tasavvuruyla gerçek hayat

arasında boğuluyoruz.

Devrimci Yol, boğazından haram lokma geçmeyenlerin

yarattığı bir hareketti. Biz, ne yazık ki bu konuda

inandırıcılıktan hayli uzağız.

Devrimci Yol iç savaş günlerinde fedakâr, cefakâr militan

kadroların omuzlarında yükseldi. Biz, pek de bedel

istenmeyen günlerin çocuklarıyız.

Devrimci Yol, yoksulların dayanışması ve yardımlaşmasıyla

hayat buldu. Biz, dayanışma duygumuzu çoktan yitirdik.

Merak mı ediyorsunuz bunun ne anlama geldiğini? Birlikte

hapis yattığınız, birlikte dayak yediğiniz eski bir yoldaşınıza

işiniz düşsün de görün, yenilginin nasıl bir şey olduğunu.

Devrimci Yol ihtiyacı olanlara el uzattığı, yoksulların Hızır’ı

olduğu için büyüdü. Biz kendimiz haricinde birine faydamız

olacak diye köşe bucak saklanıyoruz.

Devrimci Yol, dara düşenleri güldüren bir hareketti. Biz, dara

düşenleri hayal kırıklığına uğratıyoruz.

Devrimci Yol, illegalite fetişizmine düşmeden ama legalite

batağına da saplanmadan bir hayat sürdü. Biz, legalitenin

esiri olduğumuz halde, sanki başka bir gerçek varmış gibi

davranıyoruz.

Devrimci Yol, seçim-sandık ilişkisinin reddiyesiyle nam saldı.

Çünkü “halkın iktidarının kendi güçlü kollarında olduğuna”

Page 22: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

inandı. Biz, seçim-sandık ilişkisinin kıskacına kendimizi

hapsetmiş, halkın sandıkta teveccüh göstereceği günü

bekliyoruz.

Devrimci Yol’un ideolojik-politik çerçevesiyle, bugünü

karşılaştırma ihtiyacı dahi duymuyorum. Çünkü bilinir ki,

eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz. Çünkü bir hareketin

ideolojik-politik zemininin, her durum ve şart altında

topyekûn yanlış ya da doğru olması mümkün değildir. Asıl iş,

ruh halimizi değiştirmek, zaaflı yönlerimizi gidermek,

arınmayı gerçekleştirmektir. “İhtiyaç duyduğumuz kudret”, o

görüntülerde saklıdır; geleneğimiz yol göstermektedir.

Devrimci Yol’un tarzını ve ruhunu içselleştirdikten sonra,

umut da peşi sıra gelecektir. O zaman bir kez daha

denememek için neden kalmayacaktır.

Acı mı duyuyoruz bütün bunlardan dolayı? Acı, hayallere

dalmamıza baskın mı çıkıyor bazen? Bazen “hayali cihana

değer” bile diyemiyor muyuz? Şarkıdaki gibi, “Anlar ki,

geçenlerin/ Rüyaymış hepsi meğer” deyip susuyor muyuz?

Susmayalım. O müthiş tarihimize bakıp bir kez daha

hatırlayalım: Devrim için tek yol, Devrimci Yol’dur çünkü.

Page 23: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Devrimci Yol’un lideri kim?

Başlıktaki soruya hemen yanıt vereyim. Devrimci Yol’un lideri

Çetin Uygur’dur. Merkez Komitesi Yeniçeltek Devrimci Yol

davasında yargılanan işçi önderlerinden oluşur. Kimdir onlar?

Sadık Köse, Özer Tanyeri, Hüseyin Gülçek, Mehmet Akyürek,

Muharrem Kurt, Ramazan Anar’dır; vakitsiz kaybettiğimiz

arkadaşlarımız. İşleri çekip çeviren lider kadrolar ise

Yeniçeltek grevinin sözcüleri ve gözcüleridir.

Başlıktaki sorunun ve ilk paragraftaki ironik satırların

müsebbibi, Yeniçeltek Devrimci Yol davası savcısıdır. Her ne

kadar sanıkların avukatı Ahmet Atak’la davanın savcısı

arasında geçen hukuki bir tartışma olsa da, savcı duruşmada

söyledikleriyle, Devrimci Yol tarihine bir başka gözle

bakmamız gerektiğini o günlerden hatırlatmıştır.

Avukat Ahmet Atak’ın, Ankara’da görülen merkez Devrimci

Yol davasını hatırlatması ve mahkemenin yetkisiz olduğuna

dikkat çekmesi karşısında söz alan savcı, “Her ne kadar

Ankara’da açılan davada Devrimci Yol örgütü Merkez

Komitesi’nin Ankara’da olduğu iddia ediliyorsa da, biz

Devrimci Yol Merkez Komitesi’nin Yeniçeltek’te olduğunu

iddia ediyoruz” demiş ve Devrimci Yol tartışmasını bitirmiştir.

Page 24: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

İkili bir durumla karşı karşıya olduğumuz açık. Ne

arkasındaki politik irade yok sayılarak Devrimci Yol’u

anlamak mümkündür ne de Yeniçelktek’i, Hekimhan’ı,

Çukurova’yı, Uşak’ı, Tuzluçayır’ı görmezden gelerek Devrimci

Yol açıklanabilir.

Aksi mümkün değildir zaten. Yeniçeltek işçileri olmasa, ne

Devrimci Yol bilinen etki alanını yaratabilirdi ne de aradan

yıllar geçmesine rağmen özlemle anılırdı. Bütün mevzu, “iz”

bırakmakla alakalıdır. Sürün izleri; Fatsa çıkar karşınıza,

ÖTK çıkar, Yeniçeltek çıkar, memleketin bir bütün olarak

faşistleştirilmesine karşı direniş çıkar.

Devrimci Yol’un tarihini öğrenmek isteyenler “resmi”

anlatımlara itibar etmesin. Orada “ruhu” yakalamak mümkün

değil zaten. O kitaplardan, Devrimci Yol’u yaratan ve

yenilgiyle nihayete eren süreci ayrıntılarıyla öğrenebilir,

hatalara ve büyük günahlara hâkim olabilir, politik iradenin

nasıl şekillendiğini öğrenebilirsiniz.

Tersten gidelim bu sefer. Yeniçeltek Devrimci Yol davasına

bakalım. O davada yargılanan işçilerin hayatından yola

çıkarak, Devrimci Yol’u tanımaya çalışalım.

Okuduğumuz bütün kıymetli kitapları unutalım. Bunu

saygısızlık olarak da görmeyelim. Hiçbirinin kıymetinden

kaybetmeyeceğini bilelim.

Hasan Kaplan’ın “Dik Dur Devrimci Ol!” kitabını alalım

elimize ve Devrimci Yolcularla tanışalım.

Bu kitabın birkaç faydası olacaktır. İlki “tanışma” faslıdır.

Kim istemez isimsiz kahramanları tanımak? Kim istemez

Devrimci Yol’un gerçek tarihiyle yüzleşmek?

İkincisi ise bugüne ve geleceğe dair alacağınız mesajlardır.

Yolu maden ocaklarından, yoksul mahallerden, “zincirlerinden

başka kaybedecek bir şeyi olmayanların” evlerinden geçmeyen

ve giderek yoksulları hareketin öznesi ve bizzat kendisi haline

getirmeyen bir solun, devrimci halk hareketi olmanın

Page 25: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

kıyısından bile geçemeyeceği gerçeğidir. Hani onca methiyeye

rağmen, Devrimci Yol’un nasıl olup da Devrimci Yol olduğuna

gözlerimizi kapatıyoruz ya, kitap bunu söylüyor işte bize: Cam

fanuslarda devrimci hareket yaratılmıyor.

Son faydası ise şudur: Yeniçeltek’te yaşananları, Yeraltı

Maden İş deneyimini, işçi önderlerini önemsizleştirerek tarih

anlatmaya kalmak nafile bir çabadır.

Tarihi yok saymanın, tarihin yapıcılarını önemsizleştirmenin,

Devrimci Yol’un öznelerine gözlerini kapatmanın tek bir

sonucu bulunmaktadır: Solun mevcut hali bunun resmidir.

12 Eylül’de onlarca toplu dava açıldı. Sadece 30 küsur

Devrimci Yol davası vardı. Yeniçeltek Devrimci Yol davası

bunlardan sadece biriydi. 1000’e yakın sanık bulunuyordu ki,

sanıkların neredeyse tamamına yakını maden işçilerinden,

yoksul köylülerden oluşuyordu.

12 Eylül günlerinde hepsi işkenceden geçirildi, hepsi cezaevine

atıldı, yıllarca hapiste tutuldu. Yeniçeltek Devrimci Yol

davası, yüzlerce işçinin yargılandığı tek dava olarak kayıtlara

geçti; Türkiye’de böyle bir dava olmadığı biliniyor, dünyada

örneği var mı, bilen söylesin.

Kendi de aynı davanın sanığı olan ve yıllarca hapis yatan

Hasan Kaplan, Yeniçeltek Devrimci Yol davasına bakan

hâkim Arif Hikmet Korkmaz’la sanıklar arasındaki yer yer

güldüren diyalogları aktararak, yer yer hüzünlendirerek

tarihimize ışık tutuyor. Işığı takip edip etmeyeceğimiz

niyetimize bağlı.

Soma katliamı ve sonrasında yaşananlarla, otomotiv

fabrikalarında devam eden direniş, devrimcilerin bir başka

hayatı kurmak dışında şanslarının olmadığını gösteriyor. Biz

buradan ne kadar süslü şeyler söylersek söyleyelim, devrimci

hareketin merkez komite üyeleri, Somalı madencilerden

Bursalı metalcilerden oluşmadığı sürece, “nostalji satmaya”

devam ederiz; hem de alıcısı olmadığını bile bile.

Page 26: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Şimdi savcının iddiasına dönelim. Savcının iddiasının

karşılıksız, dayanaksız olmadığını bilelim.

İlk dayanağı şudur:

Abdullah Karatay Devrimci Yol davası tutuklu sanığıdır,

maden işçisidir, 1978 1 Mayıs mitingi için İstanbul’a gitmiş,

onlarca maden işçisi gibi kazmayla yürümüştür. Sorgu sırası

ondadır. Kürsüye çıkar, Hâkim Arif Hikmet sanığa sorar:

“Yeraltı Maden İş üyesi olmak, greve katılmak, 1978 yılında

İstanbul’da 1 Mayıs mitingine katılmak, Dev-Yol üyesi olmak,

duvarlara yasadışı yazı yazmak, afiş asmak, seminerler ve

toplantılara katılmakla suçlanıyorsun. Ne diyorsun bu

iddialara?” İşçi yanıt verir: “Doğrudur efendim.” Hâkim araya

girer: Yani suçlamaları kabul ediyorsun öyle mi?” maden işçisi,

“Efendim onların hiçbiri suç değil ki” der. Hâkim: “Bak burada

Dev-Yol üyesi olduğun yazıyor. Ona ne diyorsun.” Abdullah

Karatay konuşur: “Efendim, onu herkese demiş. Savcıya göre

buradaki herkes Dev-Yol üyesi.” Hâkim devam eder: “Sen Dev-

Yol üyesi misin? Devrimci yol dergisi okur muydun?” Yanıt

hazırdır: “Ben Dev-Yol üyesi değilim. Devrimci Yol dergisi de

okumam. Benim doğru dürüst okumam da yok zaten. İlkokul

diplomasını bile dışarıdan aldım.”

Bu kez soru 1 Mayıs mitingiyle alakalıdır:

“İstanbul’a 1 Mayıs mitingine gitmişsin.”

“Evet efendim. 1 Mayıs bizim bayramımız. Elbette gideceğim.”

“İstanbul’a kazmalarla gitmişsiniz, neden?”

“Kazma bizim iş aletimiz. Biz maden işçisiyiz. Kazma

madenciliğin simgesidir. O nedenle baretlerimizle,

tulumlarımızla, kazmalarımızla gittik.”

Böyle sürüp gider sorgu. Bundan öte sınıf bilinci, kararlılık,

meşruiyet ve “politik savunma” olur mu?

İkinci dayanağı şudur:

Yeraltı Maden İş üyesi ve Devrimci Yol davası sanığı kimi

işçiler Çetin Uygur’a duydukları sevgiden dolayı çocuklarına

Page 27: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

onun ismini verdi; birkaçıyla İşçilerin Sesi gazetesinde

tanışmıştım.

Son dayanak ise Özgür Açılım tarafından hazırlanan

Yeniçeltek belgeselidir. Belgeselden de anlaşılacağı üzere

Yeniçeltek’i var edenler maden işçileridir, işyeri komite ve

konseylerini kuranlar, grevi, direnişi örgütleyenlerdir. Çetin

Uygur, onlardan söz ettiği bölümde hayata olmayanları

hatırlayıp gözyaşlarını tutamamıştır. Kendini öksüz gibi

hissettiği açıktır.

Devrimci Yol’u merak edenler, kazmalarıyla 1 Mayıs’a katılan

işçilerin sadeliğinin ve inanmışlığının izini sürsün.

Çünkü o iz bizi, devrimci bir halk hareketi yaratmaya

götürecek kadar kıymetlidir.

Page 28: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Adem Kütük’ün ardından

Devrimci Yol tartışması1

Devrimci Yol’cu Adem Kütük’ü kaybettik. Mutattandır,

“başımız sağ olsun” demek. Yine öyle mi diyeceğiz?

Vazifelerimizi yapacağız, ardından süslü sözler sarf edeceğiz,

ertesi gün kendi hayatımızı yaşamaya devam mı edeceğiz?

Gerçekten de sağ olsun mu başımız? Yani, ‘Adem öldü, biz

güzelce yaşamaya devam edebiliriz’ mi demek bu.

1 Herkes bilmek durumunda değil Adem Kütük’ü. Kısaca anlatayım. Adem

Kütük’ün ismi ilk kez 7 Haziran 1980’de Adana Cezaevi’nde gerçekleştirilen

firarda duyuldu. Firar anında jandarmayla çatışma çıktı. Firar eden gruptan

dört kişi öldü. Adem Kütük, Mustafa Özenç, Erdal Aykaç ve Mahmut Hızlı

kaçmayı başardı. 12 Eylül günlerinde Çukurova bölgesinde bir süre kırda

barınmaya çalıştı. Ancak yeniden yakalandı. Bu kez de ismi Kırşehir Cezaevi

firarında geçti. 18 mahkûm tünel kazarak firar etti. Firar sırasında çekilen

video görüntüleri ve fotoğraflar basına dağıtıldı. Epey sansasyonel bir kaçış

oldu. Adem sonra yeniden yakalandı. İdamla yargılandı, hayli uzun zaman

cezaevinde kaldı. Birgün gazetesinde Adem’in katıldığı firarları anlatmıştım

bir yazıda. Adem’le Adana Halkevi’nde tanıştım, bir sene kadar önce. 1980’de

beynine düşen urun yavaş yavaş harekete geçtiği günlerdi.

Page 29: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Gelin, bu defa başımız sağ olmasın. Bu defa şu, ‘başımız sağ

olsun’ temennisinin özünde, geride kalanları ortaklaştıran bir

bencillik olduğunu kabul edelim. Bencillikten azade, ne yapıp

ne edeceğimize sonra karar verelim. Bu, bencillikle örülmüş

anlaşmayı yok sayalım.

Bir başka bir şey yapalım.

Ölüm ve yaşam ilişkisi düşünüldüğünde tersinin murat

edildiği akla gelmesin. ‘Öldük, bittik’ mealinde yarı şizofrenik

arabesk bir duygunun bizi teslim almasından söz edilmiyor

burada.

Elbette hayatlarımızı yaşamaya devam edeceğiz, elbette, onun

güzelim hatıralarını paylaşacağız birbirimizle ve elbette

cenazesine sahip çıkacağız, gazetelere ilan vereceğiz.

Devrimci Yolcu Adem Kütük’ün beynini kemiren bir ur

nedeniyle aramızdan ayrıldığını, dosta düşmana duyuracağız.

Buradaki dert, ölen bir arkadaşın ardından, geçmişimize ve

bugüne dair bir kez daha düşünülmesini sağlayacak bir

hassasiyet geliştirebilmek, Adem Kütük’ün beynini kemiren ve

oradan yola çıkarak bütün bedenini ele geçiren habis urun

nasıl oluştuğunu birbirimize söyleyebilmektir.

Geliştirebilmek ve söyleyebilmek… ‘Başımız sağ olsun’,

saçmalığının önüne geçebilecek tılsımlı iki sözcüktür.

Üç soru sorulmalıdır Devrimci Yol’cu Adem Kütük’ün

ardından. Sorulmalı ve verilen cevap yazılmalıdır.

“Devrimci Yol’u kim Devrimci Yol yaptı?” diye sual edeceğiz

önce. Bu suale hiç tereddüt etmeden Adem Kütük’ün adını

verecektir Çukurovalılar; Adanalılar, İskenderunlular,

Antakyalılar, Mersinliler ve bilcümle Devrimci Yolcular.

Kimdir, Türkiye solunun tarihine, “uslanmaz tünelci” olarak

geçen, diye soracağız sonra. Yine aynı ismi işaret edecektir, 12

Eylül’de cezaevinde bulunanlar.

Page 30: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Mamak’ta, Metris’te, Kırşehir’de, Adana’da yatan bilcümle

siyasi tutsaklar adını verecektir, Çukurova’nın ele avuca

sığmaz delikanlısının.

Kimdir, ömrü hayatını Devrimci Yol’a vakfettikten sonra böyle

sahipsiz bırakılan, böyle bir başına, yapayalnız… Yanlışlar,

kötülükler arasında bir başına ayakta kalmaya çalışan.

Başımızı öne eğip, Adem Kütük diyeceğiz.

“Başımız sağ olsun” demekten imtina edip, Devrimci Yol için

Adem Kütük ve arkadaşlarının taşıdığı anlamı birbirimize

anlatacağız.

Türkiye tarihinin en kitlesel devrimci hareketinin onların

sayesinde yaratıldığını, Adem Kütük ve arkadaşlarını yok

sayan geçmiş değerlendirmelerinin hayatımıza değmediğini

cesurca ifade edeceğiz.

Türkiye 1970’li yıllarda faşist teröre teslim olmadıysa, bunun

Adem ve arkadaşlarının hayatlarını hiçe sayarak, en öne

geçmesiyle başarıldığını atlamayacağız.

Yani önce antifaşist mücadelenin yılmaz militanlarının

haklarını teslim edeceğiz, onlara teşekkür etmeyi

unutmayacağız, sonra demiri kendimize doğru bükeceğiz.

Sonra geçeceğiz ikinci sorunun yanıtını aramaya. Adem ve

arkadaşlarının, konuldukları cezaevinde neden ‘rahat

durmadığını’ anlamaya çalışacağız.

Özgürlük tutkusunun ne kadar yakıcı bir duygu olduğundan

yola çıkarak, 12 Eylül dönemi cezaevlerindeki tutumumuzu

yeniden gözden geçireceğiz. Bu iç sorgulamaya

mahkemelerdeki tavrımıza da ekleyeceğiz.

Adem ve arkadaşlarının, 12 Eylül mahkemelerinde ‘siyasi

savunma’ yapmak için nasıl istekli oldukları ve ancak

sonrasında nasıl çaresiz kaldıklarını, kalben ve ruhen nasıl

yıprandıklarını hatırlayacağız.

Page 31: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Devrimci Yol “efsanesinin” asıl yaratıcılarının, sesini neden

kıstığımızı hiç olmazsa şimdi çıkıp anlatacağız.

Üçüncü sorunun yanıtını aramaya gerek yok. Devrimci Yol

militanlarının içindeki özgürlük tutkusu anlaşılmadıktan,

efsaneye yakışan yapılmadıktan sonra, kaçınılabilir mi

kötülüklerin arasında bir başına, beş parasız kalmaktan.

Şimdi bir soru daha soralım. Adem Kütük’ün beynine ur ilk ne

zaman düştü ve ilk ne zaman beynini kemirmeye başladı.

Devrimci Yol’cu Adem Kütük öldü. Başımız sağ olsun!

Page 32: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Gocunmayın güzel beyler, hanımlar

“Gocunmayın güzel beyler, hanımlar, alınıp incinmeyin; silah

silah çatmayın o güzel kaşlarınızı.” Okuduğunuz Devrimci

Yol’un hikâyesidir; daha önce Marks tarafından “icat” edildiği

gibi yazayım: “Anlatılan senin hikâyendir.”

Hikâyenin isimlerle, şahıslarla alâkası yoktur. Kimse

alınganlık yapmasın yani; kimse savunmaya geçmesin;

hikâyeyi anlatanlara “tu kaka” yapılmasın.

Ortak günahların, ortak sevapların çocuklarıyız çünkü biz. Hiç

kimse hikâyenin dışında bir başka gerçek varmış gibi

göstermeye kalkmasın. O günlerin doğrusu neydi? Stratejik

önemi var mıydı alınan kararın bilemem. Bildiğim şudur:

Bugünden geçmişe, kendi hayatımdan başkalarının hayatına

dair ahkâm kesmenin ne menem bir bahtsızlık olduğunu

bilirim.

Bilirim ve öyle okurum anı kitaplarını. Fırtına Günlerinden

Notlar/Fatsa kitabını da öyle okurum. Ayhan Özden’in

doğruları benim de doğrumdur; yanlışlarının altına imza

atmaktan imtina etmem. Doğrularla övünmemenin işaret

ettiği mütevazı halin ve yanlışları kabul etmenin getirdiği

barışıklığın, bir başka büyük buluşmada işe yarayacağını

Page 33: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

düşünürüm. Aksi durumun tecrübeyle sabit olduğu üzere, yeni

büyük buluşmanın baş engelleyicisi olduğuna inanırım.

Ayhan Özden sadece bir yazar değildir; sadece anılarını

paylaşmamıştır bizlerle. O, eski tabirle vak’a nüvistir, tarih

yazıcısıdır yani ama aynı zamanda yeni büyük buluşmanın

özlemi içindedir ve bunun nasıl yaratılacağına dair emareleri,

Fatsa’da yaşananlar ışığında bugüne aktarmakla mükellef

saymıştır kendini.

Ona “Doğrucu Davut” da denebilir denmesine ama isimlere,

şahıslara, büyüklere, küçüklere takılıp kalmamış, sadece

Fatsa Devrimci Yol davasına musallat olan itirafçılarla

hesaplaşmıştır. İtirafçılığı mahkûm ederken bile kolaya

kaçmamış, demiri kendilerine doğru bükecek büyüklüğü

göstermiş, asıl derdinin yeni büyük buluşma olduğunu ilan

etmiştir.

O vakit alınmayacağız, gocunmayacağız, gerçeği hesapsız-

kitapsız okuyacağız. Ölen arkadaşlarımızın hakkını verirken,

“zamanında ölmeyi” beceremeyenlerin anlattıklarına sırtımızı

dönmeyeceğiz.

“Ayhan Eskici, Sebahattin Demir, Ahmet Gürler ve Ahmet

Sakin girdikleri çatışmada öldürülmüşlerdi. 15 Aralık 1980’de

Kumru Erikçeli kırsalı 4 fidana mezar olmuştu. Onlar bu

mücadelede Devrimci Yolculara yaraşır bir şekilde yaşadı ve

mücadele ettiler, kendilerine yakışır bir dirençle de hayata

veda ettiler.”

Bu satırları okuyup bir sonrakine geçeceğiz. “Bizim zorumuza

gidiyordu. Adeta isyan ediyorduk. Hele Ankara Merkezin

hepsinin aynı anda yakalanması, Türkiye’nin her yerinde

olduğu gibi, bizde de şok etkisi yaratmıştı. Türkiye’nin her

yerinde devrimci bir siyaseti hayata geçirmeye çalışan

koskocaman bir teşkilat, nasıl olur da bu kadar kısa bir süre

içerisinde hareket edemez hale gelirdi?”

Alınıp gocunmayacağız; bu satırların hüzünle bezenmiş

çaresizliğin, duygulara yansımış hali olduğunu bileceğiz.

Page 34: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Ayhan Özden’in, sorulardan yola çıkarak yaptığı durum

tespitini, örgütsel zafiyetin göstergesi sayacağız: “Mesela

benim darbe öncesi Karadeniz’in küçük bir köyünde yakalanış

hikâyem ile koskoca bir hareketi idare eden lider kadronun,

üstelik de darbe sonrasında, neredeyse benimle benzer

biçimlerde yakalanmış olması, o dönemdeki halimiz hakkında

yeterli ipucunu vermiyor mu? ‘Yağmur duasına çıkan imamın

samimiyetini nasıl sorgularsınız?’ diye sormuşlar, ‘Yanına

şemsiye alıp almamasından’ diye cevap vermişler. Bizimki de o

hesap.”

O hesabın, hepimizin ortak hesabı olduğunu bilecek ve elimizi

hiç tereddüt etmeden cebimize atacağız; hesaptan yırtmanın

yol ve yöntemlerini aramaktan vazgeçeceğiz.

“Meğer örgüt değilmişiz” başlıklı bölümü ise herkes kendi

meşrebine göre okuyacak. Hüzünlenenlere, mahcup olanlara,

kızanlara, umursamayanlara, yüreği cız edenlere, göğsü

sıkışanlara bu hakkı tanıyacağız. Kalbi olup bitenleri

kaldıramayan “Koca Reis”i, “Terzi Fikri”yi, Fikri Sönmez’i

saygıyla, özlemle anacağız. Onun kalbini durduran hayatı, hiç

olmazsa bir parça kendimize dert edeceğiz.

“Bütün savunmalar, örgüt olduğumuz ve faşizme karşı

mücadele ettiğimiz tezi üzerine kurulmaya çalışılıyordu. Ama

ne olduysa, tam o esnada Ankara ‘merkezden’ bir haber geldi.

Özetle diyordu ki, ‘Devrimci Yol diye bir örgüt yoktur. Devrimci

Yol, Türkiye’nin o günkü koşullarını siyasal olarak

değerlendiren bir dergiydi. Devrimci Yolcular da faşizme karşı

kendiliğinden bu dergi etrafında bir araya gelen insanlardır.

Faşist saldırılara karşı kendilerini savunmuşlar, bu esnada

bir takım eylemler yapmışlardır.’ Böylece yapılacak

savunmaların genel çerçevesi de çizilmiş oluyordu. Yani

örgütsel bir savunma yapılmayacaktı. Bu aramızda çok ciddi

bir tartışmaya yol açtı. Topluluğumuz tam anlamıyla her

kafadan bir sesin çıktığı duruma gelmişti. Bütün bu

tartışmalar bizi aşıyordu. Bir bakıyorsun yukarıdan talimat

geliyor ve senin daha önce almış olduğun kararlar tamamen

değişiyordu. Yani birileri sana talimat gönderdiğine göre bir

örgüt olmalıydı. Ama talimat gönderenler ‘örgüt yok’ talimatı

Page 35: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

gönderiyordu. Yani dışa karşı ‘örgüt yok’tu, ama içeride

basbayağı ‘var’dı. ‘Örgüt yok’ diyerek örgütlenilen dünyada

başka bir örnek var mıdır bilemem.”

Bilenler bilmeyenlere anlatır elbette; bilenler susar,

bilmeyenler sormaya devam ederse, büyük buluşma, büyük

gecikmeye dönmeye başlamaz mı? Yoksa içinde yaşadığımız bu

mu?

İçimizi acıtan bir alıntıyla bitirelim bu yazıyı: “Bu konuda ve

diğer konuların hemen tümünde de tuhaf şeyler oluyordu.

Kararlara ilişkin bir şey konuştuğunda birileri hemen tavır

alıyordu. Daha ötesi Fatsa Devrimci Yol davası daha

başlamadan giderek ‘birilerinin’ yönlendirmesine giriyordu.

Mahkeme süreci, adeta daha sonra muazzam itiraflarda

bulunacakların denetim ve önderliğine geçiyordu.”

“Gocunmayın güzel beyler, hanımlar, alınıp incinmeyin.” Fatsa

Devrimci Yol davası, içinden çok sayıda itirafçının çıktığı bir

dava olarak kayıtlara geçti. Dünyada bir başka örnek var

mıdır, bilemiyorum.

Page 36: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Nasuh Mitap’ın suskunluğu2, Ali Başpınar’ın kızgınlığı3

Ağır abilerimizden Nasuh Mitap’ı yitirdik.

Benim gibi, kendisiyle yakın mesaide bulunmayan, bir kez

cezaevinde, birkaç kez de dışarıda sohbet etme olanağı bulan,

çokça da devrimci hareketin durumu ve geleceği ile ilgili

görüşlerini merak edenler açısından onun kaybı hiç şüphesiz

kederli bir duygu olmaktan ziyade politik anlamda boşluğu

ifade etmektedir.

Ne yazık ki bu böyledir. Nasıl bir insan, nasıl bir baba, nasıl

bir eş, nasıl bir oğul olduğunu bilmeden, onunla kadim dost

olmadan, yaşamın doğal koşuşturması sırasında ona

değmeden yokluğunu hissetmek nasıl mümkün değilse, onu

2 Suskunluk imgesini, Başaran Aksu’nun başlangıç.org sitesindeki “Nasuh

Mitap: İradenin etik suskunluğu” başlıklı yazısından etkilenerek kullandım. 3 İnsanların hangi duyguyla kendini ifade edeceği biraz da mizaçla ilgilidir. Ali

Başpınar da tıpkı Nasuh Mitap gibi hiçbir oluşumun içinde yer almadı.

Yaşananlarla ilgili görüşlerini sert sözcüklerle ifade ederdi. Beş seneye yakın

bir süre aynı işyerinde çalıştık. Öfkesine de, kızgınlığına da tanık oldum.

Page 37: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

hüzünlendiren ve sevindiren şeylere yabancı birinin de

derinden etkilenme ihtimali yoktur.

İnsan ilişkisi biraz da ihtiyaçlar üzerinden şekillenir. Sevmek

de, özlemek de nihayetinde bundan kaynaklanır. Bu duyguyu

ilk kez annenim ölümünde hissetmiştim.

Bizim için politik simge ve değer olan Nasuh Mitap’ın birlikte

işkence gördükleri, dayak yedikleri, birbirlerine yaralarını

gösterdikleri dava arkadaşları için kocaman bir hayatı ifade

etmesi doğaldır.4

Her ölüm vakitsizdir derler ve her ölüm ihtiyaca binaen

yakıcıdır. Nasuh Mitap’ın ölümü bizleri yakmıştır. Çünkü

suskunluk yakıcıdır.

Devrimci hareket 12 Eylül’de yenildiğinden bu yana, yani

1980’den bu güne hareketin neden yenildiğine ve yenilgi

sonrası neler yapılması gerektiğine dair tek satır görüş

bildirmemiş, Devrimci Yol geleneğinden gelen insanların

bulunduğu hiçbir yapılanmada yer almamış, her birine uzak

kalmayı tercih etmiş ve dahası susmayı tercih etmiştir.5

O, bizim suskun abimizdir.

Ağır abilere susmak yakışır. Susanlar yaralıdır, susanlar

bilgedir, susanlar naiftir. Susanlar, konuşanlara susarak yanıt

verir. Lâl olmuş diller edebiyatın nasıl vazgeçilmezi ise Nasuh

abinin suskunluğu da Devrimci Yol’un “sırlarına” işaret ettiği

için önemlidir.

Nasuh abinin suskunluğu, Ali Başpınar’ın kızgınlığı(3) gibidir.

4 Bu kısa yazıyı, Nasuh Mitap’ın cenazesine katılmak için İstanbul’a gitmeye

hazırlanan eniştemin (Mehdi Bektaş) yanından geldikten sonra gecenin bir

vaktinde kaleme aldım. Mehdi abi yıllarca Nasuh Mitap’ın avukatlığını yaptı.

Ankara’ya her geldiğinde görüşürlerdi. Onun kaybının dostları için ne anlama

geldiğini, Mehdi abinin gözlerinden okumak mümkündü. 5 Susmak, konuşmamayı değil, sürece iradi müdahalede bulunmamayı ifade etmektedir.

Page 38: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Onlar suskun ve kızgın değilmiş gibi yapmak ve yaşananları

yok saymakla yaratılan “yalan dünyaya” bu kez “yıkıl”

diyelim.

Kızgın abimizden sonra suskun abimizi de yitirdik; denecek ne

var, “başımız sağ olsun”dan başka.

Page 39: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Sessiz, kibar ve nezaket sahibi

abilerin devrimci mirası

Vakti zamanında Birgün gazetesinde yazarken Ömer Yazgan’ı

anlatmıştım. Hani o, Üçüncü Yol grubunun liderlerinden,

subay; Gölcük’te üç arkadaşıyla birlikte idam edilen.

Ömer Yazgan’ı tanıyanlar, onun politik özelliklerine gelmeden

insani yönünü anlatmak zorunda hisseder kendini. Çünkü salt

politik kimlikle sınırlı anlatım, öyküde büyük boşluklara

neden olur, açıkçası sığ kalır; anlatılan Ömer Yazgan olmaz.

Kifayetsiz kalacağını bile bile Ömer Yazgan’ı şu satırlarla

anlatmaya çalışmıştım “Ölürken bile asaletinden

kaybetmeyenlere” başlıklı yazıda: “Ömer Yazgan’ı asarak, onu

yalnızca ortadan kaldırmak istemediler, soldaki asaleti yok

etmeyi hedeflediler.

Siyah beyaz dalgalar halinde önümüzden geçenlerden biri de

oydu; hâl hatır sorulduğunda bile yanakları al al olan, her

haliyle sessizliğin ve kibarlığın erdem olduğunu hissettiren,

ölürken bile asaletinden hiçbir şey kaybetmeyen.”

Page 40: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Geçenlerde “her haliyle sessizliğin ve kibarlığın erdem

olduğunu hissettiren” bir abimizi daha yitirdik: Nasuh Mitap.

Nasuh Mitap’ı bu özelliğini bilecek kadar yakından

tanımıyorum. Onu tanımak isteyenlere Hakkı Zabcı’nın

yazılarını salık veririm. Yazılar içerdendir, samimidir, sevgi

doludur; kadim dostluğun ve yoldaşlığın izlerini taşır. Hakkı

Zabcı’ya göre Nasuh Mitap, “Sıradanlığı içselleştiren bir

devrim neferi”dir.

Nasuh Mitap’ın cenazesinde katılanlara der ki Hakkı Zabcı,

“O’nu tanımaya çalışın, ne kadar güçlendiğinizi göreceksiniz.”

Buradaki tılsımlı sözcük “güçlenmektir”. Yani solun bugünkü

temel ihtiyacı.

Mahallemizin sessiz, kibar, nezaket sahibi abilerinin bize

bıraktığı devrimci mirası budur.

Farklı düşünseler de, farklı politik yapılarda yer alsalar da,

solcuların arasında sevgili, saygılı, hürmetli ilişki tesis etmeyi

asli amaç gören, Şinasi Özdenoğlu’nun “Ve bir nisan sabahı /

İpe götürseler de seni / Kanı on para etmez herifleri / Davan

için affedeceksin/ İnsanları seveceksin” şiiriyle büyüyen,

Gülten Akın, “Ah, kimselerin vakti yok/ Durup ince şeyleri

anlamaya” dediğinde o ince şeylerin farkına vardığı için

devrimci olmayı seçen bizim kuşağın, bazı zamane

solcularındaki değer yitimini anlamamız, kabul etmemiz ve

saygısızlığa, nezaketsizliğe tanık oldukça canımızın

yanmaması mümkün değil.

Ömer Yazgan’ın gücü, yanaklarının al al olmasından

gelmektedir; idam sehpasındaki direnişi kibarlığındandır.

Ömer Yazgan bu nedenle unutulmazlarımızdandır.

Nasuh Mitap sıra neferi olmasından, kimsenin kalbini

kırmamasından, karıncayı bile incitmek istememesinden,

beyefendiliğinden güç almaktadır. İşkencedeki direnişi,

sonrasındaki suskunluğu bundandır. Cenazesindeki sadece

Devrimci Yolcularla sınırlı olmayan kalabalığın nedeni budur.

Nasuh Mitap bu nedenle unutulmayacaktır.

Page 41: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Türkiye devrimi, Ömer Yazgan’ı, Nasuh Mitap’ı “içselleştiren”

genç kuşaklarla buluştuğunda, ideolojik-politik yaklaşımlarını

özümsediğinde, insani yönlerini görebildiğinde yol alacaktır.

Çünkü bizim asıl olarak nezakete, kibarlığa ve sıradanlığa

ihtiyacımız bulunmaktadır.

Page 42: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Mehmet Hakkı Yazıcı vücuda geldi

“Koca Bir Sevdaydı Yaşadığımız” isimli kitabın son dönemde

sıkça karşılaştığımız sıradan bir anı aktarımı olduğu

sanılmasın. Kitapla mucizevî bir olay vuku buldu; Mehmet

Hakkı Yazıcı vücuda geldi

Meğer Mehmet Hakkı Yazıcı gerçekmiş, varmış, yaşıyormuş.

Meğer Devrimci Yol dergisinin künye bölümünde yazılanlar

doğruymuş; bizimkilerin savcıları, polisleri yanıltması mevzu

bahis değilmiş.

Meğer İncesu’daki adres de gerçekmiş.

Devrimci Yol’la ve şiirle haşır neşir olduğumuz günlerde,

İncesu’nun önemi iki nedenleydi: İlk neden Ahmed Arif’in

şiiriydi; hani o İncesu Deresi’ne “merhaba” dediği.

“Merhaba”nın, selamlama olmaktan ziyade, “benden sana

zarar gelmez” anlamında kullanıldığını bilir, İncesu Deresi’ne

zarar vermediğimizi halkımıza anlatmak isterdik. İkinci

neden, Devrimci Yol dergisinin künyesinde yönetim yerinin

karşısında yazan adresti: Hasan Ali Yücel Caddesi No: 39/D.

Page 43: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

İncesu Deresi’nin ve Devrimci Yol’un bizler için ne anlama

geldiğinin farkındaydık. Ne zaman İncesu’ya yolumuz düşse,

müstehzi bir tebessümle, Devrimci Yol’un yönetim yerinin asıl

bu adres değil, sokaklar, mahalleler, okullar, fabrikalar

olduğunu hatırlar, Devrimci Yol’un kendisini İncesu Deresi’ni

kurtarmak ve dereyi kurutanları alaşağı etmekle mükellef

saydığını anlar ve siyaseten doğru yerde olduğumuza kanaat

getirirdik.

Kurgumuz anlaşılabilirdi: İncesu Deresi’ni kurutanları alaşağı

edeceğiz (devrim), İncesu Deresi’ni kurtaracağız (yaşanabilir

bir ülke).

Meğer PK 383 Kızılay-Ankara işaretli kutu öyle gizemli bir şey

değilmiş. Mehmet Hakkı Yazıcı belli aralıklarla Kızılay

Postanesine uğrar, büyük bir merak ve heyecanla gelen

mektupları alır ve iştahla okurmuş. İşlerin kızışmaya yüz

tuttuğu günlerde PK 383’e ulaşmak meşakkatliymiş,

tedirginlik vesilesiymiş, polise “enselenme” nedeniymiş.

Nitekim bir keresinde öyle olmuş.

Bizim, yani yeniyetme solcuların, yeni kuşak Devrimci

Yolcuların, devrimci hareketin her türlü tasarrufuna derin

anlamlar yükleyen, bütün olup bitenleri kimselerin aklına

gelmeyecek zekice işler sanan gençlerin, o günlerde bütün

bunları bilmesi mümkün mü?

Gençliğimize, cahilliğimize verin, Mehmet Hakkı Yazıcı’nın

kanlı-canlı bir insan olduğunu bilemedik. Şimdi nerededir, ne

yapar, ne yer ne içer, neden görünmez, adı neden geçmez

hiçbir yerde sorgu sual etmedik. Hâlâ politik iddiasını

sürdürenler ve onların anlattıkları ile yetinmiş olmamızı

gelişmemişliğimize, düşüncesizliğimize, özensizliğimize,

kader-kıymet bilmezliğimize verin ve affedin.

Mehmet Hakkı Yazıcı’yı “Koca Bir Sevdaydı Yaşadığımız”la

tanımış olmanın sebebiyet verdiği utancı anlamaya çalışın ve

aslında, “koca sevdanın” böyle mütevazı, böyle kendiyle

barışık insanlar sayesinde yaratıldığını ve ülkeye armağan

edildiğini bilin.

Page 44: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Bizim neye ihtiyacımız olduğunu gösteriyor kitap. Bir başka

tarih anlatımının elzem olduğu da muhakkak. Ancak o iş

yapılana kadar anılarını aktaran her kim olursa olsun, bari

demiri sadece kendine bükmesin, her şeyi kendiyle başlayıp

bitirmesin, kendini her şeye muktedir görmesin, hiçbir

arkadaşını rencide etmesin, kimseyi üzmesin, kırmasın,

dökmesin. Kitabın bir yerinde Mehmet Hakkı Yazıcı’nın dediği

gibi, “Gerçek kahraman kitlelerdi. Kişilerin kahramanlık

hikâyeleri üzerine politika yapılamazdı” yaklaşımı tarih

anlatımlarının belirleyicisi olsun.

Ancak hiç kimse de Mehmet Hakkı Yazıcı gibi yapmasın;

kendini bizlerden mahrum etmesin.

Mehmet Hakkı Yazıcı’dan mahrum olmayanlardan Taner

Akçam’ın kitaba yazdığı önsözle bitirelim bu af dileyen yazıyı:

“Bakmayın siz anılarını yazdığına. Aslında yazarken de çok

ketum davrandı. Söylenmesi gereken birçok şeyi söylemedi,

detayları anlatmadı. Bilemiyorum, kendisini hâlâ polise ifade

verir gibi hissediyor ve bu nedenle mümkün olduğu kadar az ve

öz söylemeye dikkat ediyor ya da hâlâ o eski

alçakgönüllülüğü… Yaptıklarına özel bir anlam verilmesini

istemiyor.”

Page 45: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Gül kokan arkadaşımız:

Veysel Güney

Biz, gül kokan arkadaşımızı, Veysel Güney’i geç hatırladık;

uzun süre bunun ayıbını taşıdık omuzlarımızda. Şimdi bir

başka kaygıya gark olmak üzereyiz: Gül kokan arkadaşımızı

çabuk mu unutacağız yoksa?

Geçenlerde, yani 10 Haziran 2014’te, idam edilişinin 33.

yıldönümünde, doğduğu köyde, Malatya Hekimhan Davullu’da

anıldı Veysel Güney. Adına yaptırılan anıtta düzenlendi tören.

Sendika.org’da konuyla ilgili yayımlanan haberin

fotoğraflarına göz attım. 30 bilemediniz 35 kişi vardı anıt

mezarın başında. Tanıdığım birkaç arkadaşı gördüm karede;

Halkevleri’nden Samut Karabulut, Güvenlik Sen’den Faruk

Adıgüzel, “Sizin Veysel” kitabının yazarı Ethem Dinçer

oradaydı. Sordum, 78’lilerden, Malatya Dayanışma Evi’nden

arkadaşları ve Veysel’in birkaç köylüsü de toplanmıştı anıtın

önüne. Hani o, vasiyetine uygun olarak düzenlenen ve

üzerinde Veysel Güney’e ait olan, “Mezarımı yol kenarına

yazın/ Üzerine devrim şehidi yazın/ Başına yumruklu yıldız

kazın/ Gidiyorum ölümsüzlüğe, hoşça kalın” dizelerinin yazılı

olduğu anıt.

Page 46: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Anıt mezar değil malumunuz, sadece anıt. Mezarını

bulamadık çünkü hâlâ. Bir ara, özellikle 78’lilerin yoğun

çabaları sonuç almaya yakınlaştırmıştı ama olmadı.

Vasiyetinin bir bölümü yerine getirildi sadece; cuntacıların

Veysel’i idam ettikten sonra nereye gömdüğü tespit

edilemeyince, şiire bezenmiş anıtı yapıldı.

İlk birkaç yıl daha kalabalıktı anıtın önüne toplananlar,

zamanla azaldı. Açıkçası canı yananlar, candan özleyenler ve

Devrimci Yol’u Devrimci Yol yapan kadroların değerini

bilenler kaldı geriye. Vefa bir yönüyle, Veysel Güney’in

isminde simgeleşen inanmışlığı bugüne taşıma kararlılığından

ibaretti.

Veysel Güney’in simgelediği değerleri anlamaktan uzak mıyız?

Soru bu aslında.

Sıradan bir öyküyle karşı karşıya olmadığımız açık. Bırakalım

işkencedeki direnişini, arkadaşlarına zarar vermemek için

mahkemede bile Devrimci Yolcu olduğunu kabul etmeyen, 11

gün arayla çıkarıldığı iki duruşma sonrası idam cezasına

çarptırılarak alelacele katledilen, veda mektubu ve cenazesi

ailesine teslim edilmeyen bir arkadaşımızın öyküsü bu.

Sanırım devlet refleksi hiç değişmiyor. Veda mektubunu ve

cenazesini ailesine vermeyen, hiçbir zorunlu tutanağı kayıt

altına almayan devlet, Veysel’in yaralı yakalandığı çatışmada

öldürülen Ali İhsan Özer’e ait “Pantolon ve Kemer İmha

Tutanağı”nı dört sene boyunca saklıyor ve dava dosyasına

sonradan ekliyor; insanı değil eşyayı seviyor çünkü.

Sıradan bir ölüm değildi bu. 12 Eylül günlerinde onlarca

devrimci darağaçlarında, işkencelerde katledildi. Ancak

devletin “yargılayarak” resmen idam ettiği ve lakin cenazesini

kaybettiği tek isimdi.

Neden peki? İdama götürmek için gelip hücresinin kapısına

dayananlara, “Üzerime gelmeyin, ben nasıl gideceğimi bilirim”

dediği için mi? Neden peki? İnfaz sırasında bir isteğinin olup

olmadığı sorulduğunda, “Benim sizlerden bir isteğim olamaz”

Page 47: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

dediği için mi? Neden peki? Yıllar sonra vasiyetine binaen,

mezarına yumruklu yıldız yapılma ihtimalinden korktukları

için mi?

Önerim şu âcizane: Veysel’in anıtı başındaki yalnızlığı

kendimize dert edelim etmesine ama beraberinde O’nu daha

yakından tanımak için bir fırsat yaratalım kendimize. Ethem

Dinçer’in NotaBene Yayınları’ndan çıkan “Sizin Veysel”

kitabını edinelim, bir solukta okuyalım; gül kokan

arkadaşımızın neler yaşadığını, nasıl idam edildiğini,

cenazesinin nasıl kaybedildiğini, arkadaşlarının mezarını

nasıl aradığını öğrenelim.

Recep Tayyip Erdoğan’ın mı, yoksa Ekmeleddin İhsanoğlu’nun

mu cumhurbaşkanı seçileceğine dair tartışmaların yarattığı

karabasandan ancak Veysel’e sığınarak kurtulabiliriz.

“Sizin Veysel” kitabı, Edip Cansever’in şiiriyle başlamış. Biz

de yazıyı şiirin son satırlarıyla bitirelim.

Öyleyse dostlar bırakın bu yalnızlıkları

Bu umutsuzlukları bırakın kardeşler

Göreceksiniz nasıl

Güller güller dolusu

Nasıl gül kokacağız birlikte

Amansız, acımasız kokacağız

Dayanılmaz kokacağız nefes nefese

Page 48: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Diyarbakır Cezaevi’nde

bir Devrimci Yolcu

Bitirirken yazarım mutlaka. Ama başlarken de yazmak

istiyorum. Aslında yazının olur olmaz yerine serpiştirebilirim.

“Saygısızlık sayılmaz, kafana göre takıl” diyen olsa, hiç

durmaz yazıyı tek satıra indiririm.

Hani Diyarbakır Cezaevi’nde, hani şu 5 No’lu dedikleri

cehennemde, cehennem zebanilerine direnmenin yolu olarak

gördüğü için ölmeyi seçen arkadaşımız var ya, Orhan Keskin.

“Ölmeyi seçmek” ne tuhaf bir cümle. “Ölmeye yatmak”

denebilir mi? Ya gülmeye yatmak, sevişmeye yatmak?

Gülmek ve sevişmek çağındaki bir delikanlı neden öldürür

kendini?

Ölmeden az önce neden, “Bana beyaz bir at getirin” diye

sayıklar?

Şimdi şunu anlamak lazım o zaman: Yaşar Kemal Demirciler

Çarşısı’nda “O iyi insanlar, o güzel atlara binip gittiler” diye

yazarken, hissetmiş olabilir mi, ölmek üzere olan iyi bir

Page 49: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

insanın düşünde, kendini ata binerken gördüğünü? Kendi de

son nefesinde, aynı düşe dalmış olabilir mi? Mevzu bahis,

Yaşar Kemal’se, neden olmasın?

Ya da, hani şu 12 Eylül faşizminin insanlık dışı işkenceleri

uyguladığı Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’ndeki ölüm orucunda

hayatını kaybeden Devrimci Yolcu Orhan Keskin’in, ölüme an

kala, Demirciler Çarşısı’nı aklına getirmesi, o güzelim atların

hayalini kurması, aralarındaki beyaz ata bindiğini görmesi

ihtimal dahilinde midir? Söz konusu, Orhan Keskin’se, neden

olmasın?

Gerçek hangisi acaba? Belki ikisi de.

Şimdi serpiştirme vakti yazıya, o müthiş gerçeği: Orhan

Keskin beyaz bir ata binip gitti, biz, demirin tuncuna insanın

puştuna, kaldık. Sözün aslının böyle olmadığını biliyorum ama

başka türlü içimdeki öfkeyi bastıramıyorum. Tekrar yazayım o

zaman: “İnsanın puştuna kaldık.”

Nasıl öfkelenmez insan. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşatılan

zulmü okudukça.

“Yaşamı ölecek kadar çok seviyorduk” cümlesi karşısında

öfkelenmemek mümkün mü?

Bir anne, “Kaç mevsim, kaç yaz, kaç bahar eskittim. Ne

acılarım dindi ne de sensizlik tükendi. Senden sonra

dağıldığımız yerden toparlanamadık.” diyorsa, hangi duyguya

teslim olur insan?

Sahi Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nde kaç arkadaşımız öldü,

kaçı kendini yaktı, kaçı ölüm orucundan çıkamadı, kaçı sakat

kaldı, kaçı kalıcı hastalığa yakalandı, kaçı psikolojik yıkıma

uğradı?

Hangi birini sayacağız, hangi birini hatırlayacağız? İnsan bu

kadar acıyı, ağrıyı, hüznü kaldırabilir mi? İyiler kaldıramadı

işte. Öldüler, sakat kaldılar, unutamıyorlar.

Page 50: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Orhan Keskin iyi bir insan. Sadece insan olmanın gereğini

yerine getirdiği için değil, aynı zamanda, Devrimci Yol’un

onurunu korumak için direnmeyi seçtiği için. Orhan Keskin iyi

bir insan, iyi bir Devrimci Yolcu.

Birlikte ölüm orucuna başladıkları ve ölene kadar her anına

tanık Recep Maraşlı kitapta diyor ki, ‘Mamak Cezaevi’nde

yaşananlara pek içerliyordu, ağrına gidiyordu’. Zulüm ağrına

gidiyorsa insanın, hayal kırıklığı belirleyici duygu haline

gelmişse, işkenceler karşısında “yaşatır ölüm” kararına

varmışsa; tıpkı Orhan Keskin gibi hayata, insana, devrimci

harekete aşkla bağlıysa, bedeninden vazgeçilebilir.

Ah bir de, anne yüreği, kardeş yüreği, arkadaş yüreği olmasa!

Ama var işte. Çocuğunun ölümünden sonra ‘hayal kuramaz,

umut besleyemez’ bir anne, var işte.

Anne var, arkadaşlar var, devrimci hareket var; yaşamak ve

yaşatmak var. Şimdi kim itiraz edebilir, Diyarbakır 5 No’lu

Cezaevi’nde Orhan Keskin ve arkadaşları ölmeseydi, diğerleri

yaşayabilir miydi?

“Bana Beyaz Bir At Getirin” 6 kitabını okuyanlara sorun,

Orhan Keskin “nasıl biriydi” diye. Yanıt tek olacaktır: Ölerek,

yaşam armağan edecek kadar nezaket sahibiydi, ince

fikirliydi, yufka yürekliydi.

Bir kitap düşünün, kitabın içinde yüzlerce kitap olsun, bir

öykünün içinde yüzlerce öykü olsun. Orhan Keskin’in hayatını

öğrenmek için elinize aldığınızda kitabı, O’nu anlatanların

öykülerini de merak edin. Bir kitap düşünün, daha ilk sayfada

kitap değil, yaşamakla karşı karşıya bulunduğunuzu fark

edin.

Bir kitap düşünün, Devrimci Yol’un Kürt sorununa, o günkü

ifadeyle Milli Mesele’ye yaklaşımını, Devrimci Yol’un Kürt

coğrafyasında örgütlenme düzeyini, bölgede kayda değer bir

6 Orhan Keskin/ Bana Beyaz Bir At Getirin. Azad Sağnıç/ Notebene Yayınları

Page 51: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

güç haline nasıl geldiğini öğrenmek, bilinmeyen bir tarihe

hâkim olmak, Devrimci Yol’un ismi bilinmedik fedakâr,

cefakar, inançlı kadrolarını tanımak için çevirdiğinizde

sayfalarını, bir başka dünyaya alıp götürsün sizi.

Benden bu kadar, kitap üzerine daha fazla bir şey yazamam.

Öfkeliyim çünkü.

Çünkü Orhan Keskin, beyaz bir ata binip gitti, biz, demirin

tuncuna, insanın puştuna kaldık.

Page 52: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Tariş’i, Gültepe’yi, Hıdır’ı ve İlyas’ı

unutmadan İzmir’i anlamak!7

İzmir’i anlamak isteyenler Tariş’i, Gültepe’yi, İskender Gül’ü,

Hıdır Aslan’ı ve İlyas Has’ı unutmadan yapmalı bunu. Yoksa

kocaman bir kenti yorumlamak ve memleketin adım adım

gericileştirildiği günümüzde, İzmir direnişinin kaynağına

inmek mümkün olmaktan çıkabilir.

“Gavur İzmir” söylemiyle yüzünü gösteren gericiliği, “Özgür

İzmir”le karşılama cesaretinin kökenine inmek, “Özgür

İzmir”in kimseye bahşedilmediğinin farkına varmak olacaktır

ki, bu gerçek bizleri “İzmir’in kurtarılması” yolunda bedel

ödeyenlerin öyküsüne götürecektir.

68 kuşağının simge isimlerinden Deniz Gezmiş’in aranır

duruma düştüğü günlerde İzmir’e sığınmasını, İzmir’in

Deniz’e kucak açmasını tesadüf olarak mı göreceğiz?

7 Bu yazı, İzmir’de yaşamaya başladığım üç aydır, defalarca gözaltına alınan

ancak sokağa çıkmaktan geri durmayan İzmir’deki Halkevcilere ithaf

edilmiştir.

Page 53: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Tesadüf olarak görürsek, İzmir ile deniz ilişkisini nasıl

açıklarız? Çünkü İzmir denize kucak açmış bir kenttir; deniz

İzmir’in içine girmiştir.

Şimdi İzmir kordon boyunda teneffüs edilen havanın ilk

zerreciklerinin, antiemperyalist bir gösteri için İzmir’e gelen

Mahir Çayan’ın, Hüseyin Cevahir’in, Âşık İhsani’nin

soluklarından oluştuğunu da bilmeliyiz.

O Âşık İhsani ki tarihe “Bahriyeli avı” olarak geçen olaylar

sırasında kordon boyunda ABD’li askerleri kovalayanlar

arasındadır; gözaltına alınmış, tabutluk tabir edilen hücrelere

atılmıştır. İşte, “İzmir bura Kordon boyu/ Üç kişi bir

tabuttayız” şarkısını burada yazmıştır.

Türkiye İşçi Partisi’nin 1967’nin 10 Kasım’ında yayınladığı

bildiride, antiemperyalist mücadelenin fitilini ateşleyen

gençliğin önemini teslim eden ifadeler yer alıyor, İzmir

olaylarına da atıfta bulunuluyordu:

“Atatürk’ü saygı ve sevgiyle anmanın, ona en yaraşır şekli,

Amerika’ya karşı yürütülen ikinci Milli Kurtuluş

mücadelemize hız vermektir. Aziz Atatürk, Cumhuriyeti genç-

liğe emanet etmekle ne kadar isabet etmişsin. İzmir’in kordon

boyunda ve Dolmabahçe’de, körpecik göğüslerini düşmana

siper edenler, senin genç evlatlarındır. Onlar sana ihanet

etmediler. Biz sana ihanet etmedik.”

O gün bu gündür İzmir, faşizme, gericiliğe ve emperyalizme

hiç aman vermedi; hiç ihanet etmedi.

70’li yıllarda sivil faşist hareketin İzmir’de kitle tabanı

bulamamasını tesadüfle açıklamak mümkün müdür?

Milliyetçi Cephe (MC) hükümetlerinin İzmir’i ele geçirmek

amacıyla, Tariş’in faşistleştirilmesi için düğmeye basmasına

karşı bütün bir kentin direnişe geçmesi ve faşistlerin

hevesinin kursağında kalması tesadüf müdür?

Page 54: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Tesadüf dersek eğer, Gültepe’nin Tariş direnişi için sokağa

dökülmesini, öğretmen İskender Gül’ün Gültepe’yi

savunurken katledilmesini nasıl açıklarız? Tesadüf dersek

eğer, Tariş direnişinin önde gelen isimlerinden Hıdır Aslan ve

İlyas Has’ın, 12 Eylülcüler tarafından darağacına

çıkarılmasının nedenini anlayamayız.

Hıdırları darağacına çıkaran, sendikaları kapatan, grevleri

yasaklayan 12 Eylülcüler, bir taraftan da cemaat

örgütlenmelerinin elini rahatlatmış, solun panzehiri olarak

düşündükleri gericiliğin önünü açmış, imam hatipleri cazibe

merkezi haline getirecek mevzuat düzenlemeleri

gerçekleştirmiş, din dersini zorunlu hale getirmiştir.

AKP’nin yükselişinin nedenini anlayamayanlar, devrimcilerin

kıyıma uğradı yıllara bakabilirler. İlyas Has, İzmir’den

koparılırsa, İzmir’in başına Binali Yıldırım musallat olur;

kaçınılmaz son budur.

Belki de İzmir’in, Binali Yıldırım şahsında gericiliğe karşı

gösterdiği direnişi, İlyas Has’tan küçük bir özür dileme olarak

anlamalıdır. Belki de, İzmir’in pek çok noktasına 8 Mart

vesilesiyle asılan “İstediğim zaman kahkaha atarım; sana ne”,

“gece yarısı sokakta dolaşır, gezerim; sana ne” afişlerini, kadın

hayatı üzerinden toplumu gericileştirme operasyonuna

direneceğine işaret saymalıdır.

Tariş direnişine ev sahipliği yapan, İskender Gül’ün, Hıdır

Aslan’ın ve İlyas Has’ın yaşadığı bir kentte faşizmin hüküm

sürmesi mümkün müdür?

Bunu mümkün kılmak isteyenlere karşı direnenlere selam

olsun; İskender’in, İlyas’ın, Hıdır’ın kardeşlerine ve

çocuklarına Tariş işçilerinin!

Page 55: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Fatsa düştü biz yenildik;

Kobane düşerse kim kazanacak?

Fatsa düştüğünde 12 Eylülcülerin kazanacağı belli olmuştu.

12 Eylül’den kısa bir zaman önce gerçekleştirilen Nokta

Operasyonu aslında Fatsa’nın nasıl bir tepki vereceğini

ölçmekten ziyade, devrimci hareketin ülke sathında açık

faşizme hangi ölçüde direniş sergileyeceğinin test edilmesiydi.

Fatsa’nın tavrı 12 Eylülcülerin elini rahatlattı. Fatsa,

egemenlerin korktuğunu yapmadı, geri çekildi; bir kısım insan

dağlara çıktı, daha büyük kesim ise tutuklandı. Bugünden

bakınca Fatsa’yı terk etme kararı doğruydu, değildi gibi bir

tartışma anlamsız gelebilir. Ancak söylenmeli ki 12 Eylülcüler

Fatsa’nın yarattığı moralle ülkeyi hallaç pamuğu gibi attı.

Tarihi varsayımlarla yeniden yazmaya kalkışmak doğru bir

yöntem olmasa da, kabul edilmeli ki Fatsa beklendiği gibi sert

bir direniş gösterseydi, belki de sıradan bir gün olacaktı 12

Eylül 1980.

Hâkim sınıflar neden bir başka yerde değil de Fatsa’da yaptı

12 Eylül’ün provasını? Fatsa iç savaş günlerinin en sakin

kentlerindendi. Neredeyse tek bir silah bile atılmıyordu.

Fatsa’da “anarşi” yoktu, dirlik düzenlik vardı. Günde 20-25

kişinin yaşamını yitirdiği iç savaş gerçeğinin 12 Eylülcüler

Page 56: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

tarafından toplumsal meşruiyet için kullanılması Fatsa için

geçerli değildi; kentte kimsenin burnu bile kanamıyordu.

Fatsa’nın sol tarih açısından tartışılmaz bir yeri

bulunmaktadır. İz bırakmıştır. Bugün dahi sosyalizm

tartışmalarının değişmez örneği olarak gündemin ilk sırasında

kendine yer açmaktadır. Sadece Fatsa mı? ODTÜ ÖTK,

Yeraltı Maden İş örnekleri de öyle. Liste daha da uzatılabilir

mi? Pek sanmıyorum.

Sosyalizm bir pasta ise Fatsa pastanın ne leziz dilimiydi,

devrimcilerin gelecek tasavvurunun görünür haliydi, alternatif

yaşam örneğiydi. Hâkim sınıfların ilgi alanına girmesi de bu

nedenleydi. Fatsa’yı teslim almak, emekçilerin geleceğini

karartmak, devrimcilerin inandırıcılığını yok etmek olacaktı ki

12 Eylülcüler bu küçük kente vurmak için en ufak bir tereddüt

göstermedi. Biz tereddüt ettik, onlar etmedi.

Görüyoruz, Kobane için kimse tereddüt içinde değil. Ne IŞİD

ne de Kürtler. IŞİD bütün gücüyle yükleniyor Kobane’ye,

Kürtler var güçleriyle direniyor.

Kobane neden önemli? Fatsa neden önemliyse, Kobane de bu

nedenle önemli. Kobane’nin nasıl yaratıldığına dair gerçekler

biliniyor elbette. Emperyalistlerin kışkırttığı Suriye iç

savaşının zincirleme sonuçlarıyla karşı karşıya olduğumuzun

farkındayız. Kobane yaşam tarzı çatışması değil alan savaşı da

olabilir. Bütün bunlar Kobane’nin alternatif bir yaşam olduğu

gerçeğini değiştirmez.

Ne için alternatif, nasıl bir alternatif bu ayrı bir konudur; tıpkı

Fatsa’yla ilgili farklı değerlendirmeler olduğu gibi.

Fatsa yenildi ancak iz bıraktı; savaş nasıl sonuçlanırsa

sonuçlansın Kobane şimdiden tarihe geçti.

Fatsa yenildi ancak hep masum kaldı. Kobane’nin masumiyeti

antiemperyalizmle sınanacak.

Bekleyip göreceğiz.

Page 57: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Fatsa sadece Fatsa değildi;

Suriçi de sadece Suriçi değildir

Az kişiyiz; kimin ne dediğini, kimin ne yaptığını biliyoruz.

Kimin ne yapmadığından, kimin ne söylemediğinden

hareketle, kafaların arkasında yatanı hissediyoruz.

Şurada biz bizeyiz. Yani söylenenlerin “bahane” olup

olmadığını ayırt edecek yaşa, başa sahibiz.

Kırk kişiyiz; kırktan kaçının kafasının içinde kaç tilki dolanır,

onca tilkinin kuyruğu nasıl olur da birbirine değmez biliriz.

Maharetli olduğumuz kesindir. Yasak savmanın, dostlar

görsün diye alışverişte arz-ı endam etmenin üstadıyız.

Lakin bu defa, her zamanki cinlikle durumu idare etmenin çok

ötesinde bir vahametle karşı karşıyayız. Bu defa korkarım, cin

fikirli olmak, yapıyor gibi görünmek kâfi gelmeyecek; öyle

olduğuna kendimizi ve çevremizi ikna etsek bile, “Suriçi”

direnişçilerini inandırmamız mümkün olmayacak.

Şart mı peki bu? “Suriçi” direnişi bizsiz kifayetsiz mi kalacak?

Page 58: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Evet şart. Gezi İsyanı’nda Kürtleri ikna etmemiz nasıl

şarttıysa, “Suriçi” direnişinin bizleri ikna etmesi de o kadar

şart.

Kürtleri ikna edememek nasıl bir kilitlenmeye yol açtıysa,

“Suriçi” direnişini de aynı tehlike beklemektedir.

Bir farkla.

O fark, aslında Fatsa ile Sur arasındaki farka ve benzerliğe

işaret etmektedir.

Bildiğim, bu toprakların ilk özyönetim deneyiminin Fatsa’da

gerçekleştiğidir. Bu, Fatsa’yla Sur’un benzerliğidir.

Fatsa yenilmiştir, “Suriçi” direnmektedir. Bu da Fatsa’yla

Sur’un farkıdır.

Fatsa’nın niye yenildiğine, Sur’un nasıl direndiğine ilişkin bir

çift söz söylemek gerekirse, şudur: Fatsa’nın arkasındaki

siyasi irade, o gün, “özyönetimin” arkasında duramamış,

“mevcut koşullar”, “mevcut güçler dengesi”, “insan kaybı

ihtimali” gibi gerekçelerle, gelecek güzel günlerin nüvesi ilan

edilen Fatsa savunulamamıştır. Aylar öncesinden, bir askeri

darbenin geleceğini kestirmek, lakin devletin Fatsa’da

darbenin küçük bir provasını yapacağını görememek ya da

görülse bile gereğini yerine getirememek açık ki 12 Eylül’ün

cesaretlendiricisi olmuştur.

Fatsa’da dişe diş bir direnişle karşı karşıya kalan devletin yeni

bir hesap-kitap işine gireceği müneccimliğe hacet

bırakmayacak ölçüde berraktı.

Ne değişti peki? Hiçbir şey. Nokta Operasyonu ciddi bir

direnişle karşılaşmadan başarıyla tamamlandı ve 12 Eylül’le

başlayan o müthiş yenilginin ilk acısı Fatsa’da yaşanmaya

başladı. Binlerce insan evlerinden sorgusuz-sualsiz gözaltına

alındı, Nokta Operasyonu başladığında plansız-programsız

dağa çıkan insanlar 12 Eylül’ü takip eden günlerde katledildi.

Page 59: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Gerekçelerin dayanaklı olmadığı ve sonucu değiştirmediği acı

bir yenilgiyle öğrenilmiş oldu.

Fatsa’yı teslim alabilecek kudrete sahip devlete bir başka

odağın direnmesi mümkün değildi. Darbecilerin Nokta

Operasyonu ile test ettiği buydu.

Şu nokta açık ki, bugün Suriçi’nde test edilen de budur. Kürt

hareketi özyönetim ilan etmiştir ve iktidar bunu bastırmak

istemektedir.

Türkiye devriminin yönü

“Özyönetim ilanına” dair eleştiriler, bilelim ki, 70’li yıllarda

Fatsa ve dahi Direniş Komiteleri için de yapılıyordu.

Bilelim ki, Direniş Komiteleri’nin içeriğine ve onu hayata

geçiren devrimci harekete dair eleştiriler, ne yazık ki,

burjuvazinin nihai zaferini Fatsa ve Devrimci Yol üzerinden

ilan ettiği gerçeğinden daha yakıcı olmamıştır.

Bugün “Suriçi”ne ve dahi arkasındaki politik iradeye dönük

eleştiriler, Suriçi’nin teslim alınmasından daha vahim

sonuçlar doğurmayacaktır.

Fatsa yenildi, Türkiye düştü; “Suriçi” düşerse, Türkiye

yenilecektir.

Çünkü Fatsa’dan sonra Türkiye’ye 12 Eylül gömleği

giydirilmiştir. Suriçi’nden sonra Türkiye’yi neyin beklediği ise

açıktır.

“Suriçi” bizleri iki soruyla baş başa bırakmıştır. İlki, Suriçi’nin

arkasındaki politik iradeye dönük eleştirilerimiz, kıyıma

uğrayan bir halkın görmezden gelinmesine yol açar mı?

İkincisi, Türkiye solunun ses verecek mecali var mıdır? İlk

sorunun cevabı, siyasi değil vicdani ve insanidir. İkinci

sorunun cevabı ise Türkiye soluna egemen anlayışta

aranmalıdır.

Page 60: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Türkiye solunun salt “Suriçi hassasiyetiyle” büyümeyeceği,

hatta yerinde sayacağı, gerileyeceği gerçeği ortadadır.

Lakin ortada duran bir başka gerçek daha vardır: Türkiye

solunun, egemen sol anlayışın zincirlerinin kırıldığı, sınıfsal

barikatların oluşturulduğu, büyüme, gelişme, kitleselleşme

kanallarının açıldığı, Gezi’de sokağa çıkan milyonların

hassasiyetlerini de içeren sosyalist bir programın militan bir

tarzla hayata geçirildiği günleri çağırması gerekmektedir.

Bunun ruh çağırma seansına dönüşmesine izin vermemek

elimizdedir. Çünkü Gezi İsyanı, Anadolu topraklarında ilerici,

devrimci, laik bir damarın varlığını açığa çıkartmış, isyancılar,

Lice’de katledilen Medeni Yıldırım’ın ismini kalbine yazarak,

Türkiye devriminin yönünü tayin etmiştir.

Derdimiz “Fatsa pişmanlığının” “Suriçi pişmanlığına”

dönüşmemesidir. Çünkü Fatsa o gün sadece Fatsa değildi,

bugün de Suriçi sadece Suriçi değildir.

Page 61: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Devrimci Yol güzellemesi

Devrimci Hareket dergisi internet sitesinde, benim “Fatsa

sadece Fatsa değildi; Suriçi de sadece Suriçi değildir” başlıklı

yazıma, “Cehaletin böylesi Sur’a zarar Fatsa’ya da” başlıklı bir

yazıyla yanıt verilmiş.

Site yazarı bununla da yetinmemiş, yazısında 10 Ekim Ankara

katliamından sonra kaleme aldığım “Ölülerimizi burada

bırakıp nereye gidelim” başlıklı yazımı da hatırlatarak, “akıl

ve yürek çarpılmasına” uğradığım tespitinde bulunmuş. İki

konudaki yazdıklarım yan yana getirildiğinde ruh halime dair

psikiyatr edasıyla teşhis konulmuş: Cahil ve şımarığım.

Niye cahil olduğuma bakalım önce. Anladığım kadarıyla Fatsa

ile Sur arasında benzerlikten söz ettiğim için cahilim. Çünkü

vakti zamanındaki Fatsa’nın, bugünkü Sur gibi “özyönetim”8

deneyimi olduğunu yazmışım.

8 Özyönetim bir yönetim modelidir. Devletten, merkezi işleyişten bağımsızlığı ifade eder. İçerikten ve kimler tarafından hayata geçirildiğinden bağımsız ele alınmayı gerektirecek sosyolojik bir kavramdır. İçeriğine ve hedefine katılmamak onun bir özyönetim olmadığını göstermez. Lübnan’da Hamas’ın, Pakistan ve Afganistan’da Taleban’ın özyönetim uygulamaları vardır. Bu bağlamda, Sur’da özyönetim denenmiş ve yenilmiştir. Fatsa da özyönetim deneyimidir; keza o da yenilmiştir.

Page 62: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Keşke yazmayıp doğrudan alıntılarla işi halletseydim.

Dolayısıyla da site yazarının muhatabı ben değil Devrimci Yol

savunmasını kaleme alanlar olurdu. Böyle dedim ama site

yazarının şu sıralar böyle bir işe kalkışmayacağını bilmem

lazımdı!

Bakın Devrimci Yol Ana Davası savunmasında Fatsa nasıl

anlatılıyor: “Fatsa’da gerçek bir demokrasinin, gerçek bir halk

yönetiminin çekirdekleri atılmış, halk binlerce yıldır

kendilerini yönettiğini söyleyen sömürücülere-asalaklara

ihtiyacı bulunmadığını, kendi kendisini pekâlâ daha iyi

yöneteceğini fark etmeye başlamıştı.”

PKK liderlerinden Duran Kalkan kendisiyle yapılan

röportajda “özyönetim”le ilgili olarak şunları söylemiş: “O

halde bizde sorunlarımızı çözecek meclislerimizi oluştururuz.

Özyönetimlerimizi çıkartır ve kendi sorunlarımızı çözeriz.”

Cahil olabilirim, sakıncası yok. Ancak Fatsa’yı doğuran

koşullar ve Fatsa’nın arkasındaki politik irade ile Sur’u

yaratan koşullar ve arkasındaki politik iradenin farklı

olduğunu söylemeye gerek duymam. Bu, okuyanın aklıyla

dalga geçmektir. Site yazarı da bunu düşünebilseydi fena

olmazdı.

Kaldı ki yazımda, “Bildiğim, bu toprakların ilk özyönetim

deneyiminin Fatsa’da gerçekleştiğidir. Bu, Fatsa’yla Sur’un

benzerliğidir. Fatsa yenilmiştir, “Suriçi” direnmektedir. Bu da

Fatsa’yla Sur’un farkıdır.” demekle yetinmiş, Fatsa ve Sur

deneyimlerinin özüne dair kelam etmemiştim.

Anlaşılması açısından tekrar edeyim. Fatsa o gün devrimci

hareketin yarattığı bir değerdi. Sur da bugün, yaratanlar

açısından aynı öneme sahip. Buradaki fark, Devrimci Yol

kendi yarattığı değerin devamlılığını sağlayamadı; Sur ise

direniyor.

Konu bu kadar açık ve nettir.

Page 63: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

1970’li yılların ikinci yarısında yükselen antifaşist halk

direnişinin simge yerlerindendi Fatsa. 12 Eylülcüler, devrimci

hareketin askeri darbeye karşı vereceği tepkiyi Fatsa’ya

saldırarak test etmiş, ne yazık ki test, kendileri açısından

olumlu sonuç vermişti.

Şu bir varsayım mıdır, hiç sanmam: Fatsa’da, yaratılan algıya

uygun bir direniş sergilenseydi, tarih farklı yazılacaktı.

İddia edilen nedir, site yazısından anlayabilmiş değilim.

Fatsa yenilmemiş midir? Nokta Operasyonu ve devamındaki

12 Eylül operasyonları başarılı olmamış mıdır?

Birbirimizi kandırmayalım arkadaşlar. Şu veya bu nedenle

Fatsa direnmemiştir. Fatsalı devrimciler kenti terk ederek

kırsal alana çekilmiştir. Devamında 12 Eylül’ün devreye

soktuğu aygıtlar karşısında kırdaki direniş de nihayete

ermiştir. Bu zaman zarfında devrimci hareket çok sayıda

insanını yitirmiştir.

Yine alıntı yapayım da, site yazarı kime ne diyecekse desin!

Oğuzhan Müftüoğlu, “Bitmeyen Yolculuk” kitabında Nokta

Operasyonunu söyle anlatıyor: “İstanbul’da ‘Nokta

Operasyonu’ için askeri sevkiyatı ve kuşatmayı haber aldığımız

zaman, ne yapmalıyız meselesini yeniden konuştuk. Sedat

(Göçmen), Karadeniz’deki arkadaşların kıra çekilme kararı ve

askerin ilçeye girişini engellememe görüşünde olduklarını

anlattı. O şekilde karar almışlar. (…) hayır diyebilirdik belki.

Ama öyle bir şey söylemedik. Bizim kararımız da bu

doğrultuda oldu. Bölgedeki arkadaşların, tabii Fikri (Sönmez)

ile birlikte aldıkları karara karşı bizim farklı bir karar dikte

etmemiz doğru olmazdı.”

Aynı konuda “Fırtınalı Denizin Yolcuları” kitabında Sedat

Göçmen ise şu ifadeleri kullanmış: “Bazı sol gruplar, Devrimci

Yol’un Fatsa’da direnmediğini, direnemediğini söyler.

Karadan, havadan ve denizden kuşatılmış bir Fatsa’da onların

ifade ettiği türden bir direniş, katliam nedeni olurdu ve biz

Page 64: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

buna fırsat tanımadık. En az kayıpla bu saldırıyı atlatmaya

çalıştık.”

Şimdi bugünden geriye bakarak, insanların hayatı üzerinden

ahkâm kesmek çok ahlaki değil ancak hatırlatılmalıdır ki

sadece Devrimci Yol değil, bütün devrimci hareketler 12

Eylül’de büyük kayıplar verdi. Fatsa’daki “az kayıp”, Fatsalı

devrimcileri de içerecek şekilde büyük kayıplara yol açtı.

Şimdi bir hatırlatma daha yapalım ki Fatsa ile Sur’un

benzerliklerinden sonra farklılığı da anlaşılır olsun. Sur tıpkı

Fatsa gibi denizden olmasa da karadan ve havadan kuşatılmış

durumda; büyük kayıplara rağmen yarattığına sahip çıkıyor.

Bu “şımarıklık” devam ederse canımız daha yanar

Sanırım “şımarıklık” konusu 10 Ekim katliamı sonrası kaleme

aldığım yazıda site yazarının söz ettiği, “o kanlı meydanda

bulunan devrimcileri, yaralılara yardım vb. konularda önem

sırasına sokmam”dan kaynaklı.

Site yazarının anlaması açısından 10 Ekim yazısındaki

vurguyu bir kez daha tekrarlamakta fayda bulunuyor.

Kim alınırsa alınsın, kim ne sonuç çıkarırsa çıkarsın;

Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç katliamlarından, HDP bürolarına

yapılan saldırılardan sonra, seçime 20 gün kala ve AKP-seçim

ilişkisi üzerine yapılan onlarca değerlendirmeye ve İŞİD

gerçeğine rağmen, öyle bir mitingi düzenlemek, karar

verildikten sonra en küçük bir güvenlik önlemi almamak,

“alalım” diyenleri susturmak, derecesi ve şekli ne olursa olsun

mitinge bir saldırı olabileceği öngörüsünde bulunmamak,

öngörü olmadığı için saldırı anı ve sonrasına dair herhangi bir

plan yapma gereği duymamak kelimenin tam anlamıyla halt

etmektir. Ve bu halt edilmiştir. İşin vahametinin farkında

değiliz sanıyorum. Katliamın politik sonuçları bir tarafa, yüz

arkadaşımız katledildi; onlarca arkadaşımız yaralandı.

Bir Allahın kulu da çıkıp özür dilemedi; mitingin düzenleyicisi

olmadığı halde bir tek Selahattin Demirtaş özür diledi.

Page 65: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Saflarımızı fena halde etkisi altına alan bireysellik (bunu

liberal eğilim diye de okuyabiliriz) böyle bir şey sanıyorum:

“Ben de oradaydım, yaralı taşıdım”, “doktorum, yaralılara

müdahale ettim”, “birey olarak incindim” falan.

Bu ruh halini geçemezsek, daha çok öleceğimizin bilinmesi

gerekir. Evet, site yazarının dediği doğru. Yalnızca dediği gibi

katliam alanında kalan devrimcileri sıralamadım ama

haklarını teslim ettim. Çünkü bu hak teslimi, örgütlü

mücadeleye, devrimcilerin sorumluluklarına ve ülke gerçeğine

yapılan vurgudan ibaretti. Tek tek bireylerin üzülmesi,

canının yanması, canhıraş koşturmasını yok saymak değil.

Turuncu önlüklü gençlerin katliamdan sonra alanda

hâkimiyet kurması, polisle cebelleşmeden yaralıları taşımaya

kadar, alandaki işleri kotarmaya çalışması, asgari örgütlü hali

gösteriyordu ki, Halkevleri kortejinde yüzlerce genç kortej

güvenliğini almak üzere görevlendirilmişti. Alandan görüntü

veren TV’lerin ekranlarında çok sayıda turuncu önlüklü genç

görünmesinin nedeni buydu. Keşke miting düzenleyicileri o

gençlerin, toplanma alanında önlem almasını isteseydi; keşke.

Birbirimizi bir konuda daha kandırmayalım. Diğer illeri

bilmem ama Ankara’da en küçük ortak basın açıklamasından

ortak büyük mitinglere kadar hemen her etkinliğin öncesinde

tek belirleyici olan “siyasi iradenin” öngörüsüzlüğü ve

patlamadan sonra alanı terk etmesi üzerine bir çift söz

söyleyemeyeceksek, yıkılsın bu ortaklık!

Yüz arkadaşımız öldü. Yüz eve ateş düştü. Biz hiçbir şey

olmamış gibi hayatımıza devam ediyoruz.

Örnek mi? Örnek o kadar çok ki. İşin tuhafı, asgari düzeyde

önlem alınmasını ısrarla savunan ve bunu hayata geçirmeye

çalışanların hakir görülmesi. Demek değişen bir şey yok;

egemen sol anlayış belirleyici olduğu sürece de değişen bir şey

olmayacak.

Demek devrimcileri “sıralamaya soktum”. Büyük bir acıyla

karşı karşıya bırakılan solu polemik konusu yaptım.

Page 66: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Bildiğim kadarıyla site, Devrimci Yol geleneğindendir. O

halde, Devrimci Yol dergisinin 1 Mayıs 1977 katliamından

sonra, 15 Mayıs 1977 tarihli 2. sayısında yer alan ve daha önce

başka bir yazı vesilesiyle aktardığım bölümü bir kez de buraya

alayım: “Şimdi, Bir Mayıs katliamının, kanlı faşist terörün ve

diğer faşist saldırı ve cinayetlerin yaratabileceği teslimiyet ve

yılgınlık eğilimlerine karşı mücadele edilmelidir.

Şehitlerimizin mücadele anılarından alacağımız bir taze hınç

ve inançla, emekçi yığınlara yeniden faşizme karşı devrimci

mücadele azmini taşımalıyız. Bir Mayıs üzerine yürütülen

faşist demagojiyi kitleler içinde geçersiz hale getirmeliyiz.

Provokasyona alet olan Marksizm dışı akımları ağır tarihi

sorumlulukları ile teşhir etmeli, olay karşısında oligarşinin

dilini kullanan ve onların tavrını takınan sözde solcuları

mahkûm etmeliyiz.”

Yaşadığımız günler bu oranda net olmayı gerektirmektedir.

Devrimci Yol, egemenlerin katliam yapmak için ihtiyaç

duyduğu provokasyona alet olan solcuların yakasına

yapışmıştır.

Biz birbirimizin yakasına yapışmaz ve aynı zamanda gereğini

yerine getirmezsek, canımız daha çok yanacaktır.

Küçük iktidarlarımızı sağlamlaştırmak, yapıştığımız

koltukları bırakmamak, en küçük muhalif sese tahammül

edememek, eleştirileri bastırmak… Tercihimiz buysa ki böyle

olduğu anlaşılıyor, yıkılsın bu düzen!

Başlık Devrimci Yol davasında Melih Pekdemir’in son

sözlerinden alıntıdır. Pekdemir, “Devrimci Yol güzellemesi”

kavramını, felsefi anlamda kullanmıştır. Ancak bu kullanımın

anlaşılmadığı görülmektedir. Site yazarı, hemen her anını

ezbere bildiğimiz Fatsa ile ilgili gerçeklikten uzak “güzelleme”

yapmaktadır.

Tekrar ederek yazıyı sonlandırayım: Fatsa yenildiği için 12

Eylül başarılı olmuştur. Sur için sonrasına ilişkin varsayımda

bulunmak yanlış olacaktır.

Page 67: İçindekiler… · 2018-12-04 · kitabı okuyabilir. Denebilir ki, “Tarihle Söyleiler”in değeri, ilk kez “resmi” olmayan bir tarih anlatımına yaklaüılmıü olmasıdır

Fatsa-Sur tartışması

ve Deli Gaffar’ın nezaketi!

Seveni sevmeyeni vardır elbette. Hangimizin yok ki? Şahsına

münhasırdır; görüşlerine katılmayanlarda bile merak

uyandırması bu nedenledir. Uzun süre cemalini halktan

gizlemiş, kim olduğuna dair tevatüre yol açmıştır. Bildiğim, ilk

kez Halk TV’de görünmüş, yazılarıyla cemali arasında bağ

kurmamızı kolaylaştırmıştır. Yine de denebilir ki, yazılardan

karakter tahlili yapmanın hem yapan hem de yazan için yol

açacağı hoş sürprizlerden bizi ve kendini mahrum bırakmıştır.

Kalemi sivridir, görüşleri serttir, her satırında kararlı

olduğunu hissettirmektedir. Lakin bunları yaparken,

nezaketinden asla vazgeçmemektedir. Bu daha çok “halkın

dostları” için geçerlidir doğal olarak, özellikle hassasiyeti

dahilindeki konulardaki muarızlarına karşı tavizsiz tavır

sergilemekte, adeta dilin kemiği olmadığını kanıtlamaktadır.

Zekâsını ve nezaketini kullanma yeteneği, iyi yazar olduğunu

göstermektedir.

Fatsa Belediye Başkanı Terzi Fikri’nin ölüm yıldönümü için

kaleme aldığı, “Fatsa, Devrimci Yol, Özyönetim PKK…”*

başlıklı yazısı bütün özelliklerinin toplamını resmetmektedir.

Sadece yazısına değil, yazısına gelen tepkilerle ilgili beni