hintli kulübesi

77

Upload: minerva-rinda

Post on 08-Aug-2015

380 views

Category:

Documents


73 download

TRANSCRIPT

Page 1: Hintli Kulübesi
Page 2: Hintli Kulübesi

BERNARDİN de SAİNT — PİERRE

H İ N T L İ K U L Ü B E S İ

(Chaumiere İndienne)

Çeviren :

ŞERİF HULÛSİ

İstanbul

Page 3: Hintli Kulübesi

YAYLACIK MATBAASI

İ S T A N B U L — 1 9 7 2

Page 4: Hintli Kulübesi

HİLMİ KİTABEVİ KLASİKLERİ No. 5

Bernardin de Saint - Pierre

Page 5: Hintli Kulübesi

BERNARDİN de SAİNT — PİERRE'in (Krolonojik Hayatı)

(1737 - 1814)

19/Ocak/1737 — Jacques Henri Bernardin de Saint — Pierre Fransa'da Havre şehrinde doğmuştur. Henri'nin Dutailly ve Dominique isminde iki kar­deşi, Catherine namında bir hemşiresi vardı.

1737 — 1749: Ailesi arasında büyü­müştür. Sonra bir rahip idaresinde Ca-en pansiyonunda azizlerin hayatını, do­kuz yaşına basınca ROBİNSON CRU-S O E hikâyesini okumuştur.

1749 — Amcası kendisini Martini-que adasına göndermiştir.

1749 — 1757: Caen şehrinde Cizvit-lerin kollejine devam etmiş, Cizvit ya­pılmak istenmiştir. O, sonra Rouen Kol­lejine devam etmiş matematikte birinci mükâfatı almıştır.

1758 — Teknik okula devam etmiş­tir.

Page 6: Hintli Kulübesi

6 HINTLI KULÜBESI

Mart/1761 — Bernardin de Saint

Pierre Hesse memleketindeki muhare­

beye bir istihkâm subayı sıfatiyle iştirak

etmiştir.

1761 Senesi son ayı — Paris'e dön­

müştür. İstihkâmların vaziyetini tetkik

etmek üzere Kral mühendisi olarak Mal­

ta Adası'na gitmiştir. Dönüşte şiddetli

bir fırtınaya tutulmuştur.

1761 — 1766: Hollanda, Almanya,

Rusya ve Lehistan'a seyahat etmiştir.

Mart/1768 — Fransa Adasına git­

mek üzere ayrılmıştır.

Temmuz/1768 — Fransa Adası'na

gitmiştir.

9/Ekim/1770 —Fransa Adası'ndan

ayrılmıştır. Mayıs 1771 de Fransa'ya gel­

miştir.

1773 — FRANSA ADASINA SEYA­

HAT eserini neşretmiştir. J.J.Russeau

ile dost olmuştur.

1774 - TABİAT TETKİKİ eserini

bastırmıştır.

1778 — Bütün dünyaca meşhur POL

ve VİRJİNİ eseri neşrolunmuştur.

1790 — HİNTLİ KULÜBESİ kitabı kısılmıştır.

Page 7: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 7

Abdullah Tanrınınkulu

1792 — Bernardin de Saint — Pier­re nebatat bahçesi müdürlüğüne memur edilmiştir.

1793 — Matmazel Felicite Didot ile evlendi. İki çocuğu oldu. Adlarını Pol ve Virjini koydu.

1794 — Yüksek Öğretmen Okulu öğretmenliğine tayin edildi.

1795 — Enstitüye âza intihap edil­di.

1798 — Karısı Felicite Didot öldü. Bernardin de Saint Pierre Paris'e gitti.

1800 — Yirmi yaşında bulunan Mat­mazel Desiree de Peleporc ile evlendi.

1806 — Pol ve Virjini eseri Büyük Kıt'ada resimli olarak basıldı.

21/Ocak/1814 — Bernardin de Sa­int — Pierre hayata gözlerini yumdu.

1815 — Aime Martin tarafından TA-BİATTE AHENK eseri nefis bir surette bastırıldı.

Page 8: Hintli Kulübesi
Page 9: Hintli Kulübesi

HİNTLİ KULÜBESİ

Bundan otuz yıl kadar önce, Lon-

drada bir İngiliz âlimleri derneği kurul­

du. Bu derneği kurmaktan maksat, dün-

yanın bir çok yerlerine gidip, insanları

aydınlatmak ve daha mutlu kılmak için,

bütün ilimleri aydınlatacak bilgiler top­

lamaktı. Yine ayni milletten, tüccar,

lord, piskopos, üniversitelilerden ve İn­

giltere Kral ailesinden kurulmuş bir der­

nek üyelerinden para toplayıp bu ilim

derneğinin masraflarını üstüne alacak.

Bu yardım derneğine Avrupa'nın kuze­

yindeki birkaç hükümdar da katıldı.

Alimler yirmi kişi kadardı. Londra kral­

lık derneği bunların her birine hallede­

cekleri soruları gösteren birer kitap

verdi. Bu soruların sayısı üç bin beş yü­

zü buluyordu. Bu âlimlerin her birine

verilen sorular birbirinden farklı ve gi­

decekleri memleketlere uygun ise de,

hepsi birbirine bağlıydı. Öyle ki, biri ay­

dınlanınca, ötekiler de aydınlanmış ola­

caktı. Meslekdaşlarının yardımı ile bu

soruları kaleme almış olan Krallık Der-

Page 10: Hintli Kulübesi

10 HINTLI KULÜBESI

neği başkanı bir güçlüğü halletmenin

çoğu zaman başka bir güçlüğün, bunun

da kendinden önceki bir güçlüğün aydın­

lanmasına bağlı olduğunu anlamıştı.

Buysa işi hakikaten araştırılmasında,

işi düşünüldüğünden çok daha ilerilere

götürür.

Nihayet, başkanın verilen talimat­

ta kullandığı ifadeleri tekrarlayarak söy­

leyeyim, insanoğlunun bilgilerinin iler­

lemesi adına bugüne kadar hiçbir mille­

tin dikemediği yüce bir ansiklopedi anı­

tı olacaktı bu. Bu da ispat eder ki, di­

yordu başkan, yeryüzüne dağılmış olan

hakikatleri bir araya getirebilmek için

akademik kurullara ihtiyaç vardır.

Bu gezginci âlimler, ellerindeki ay­

dınlatacakları sorular kitabından başka,

yolda rastladıkları en eski İncil nüsha­

larını ve her cinsten az bulunur elyaz­

malarını satın almak ya da bunların iyi

kopyalarını elde etmek için hiç bir şe­

yi esirgememekle görevli idiler. Bunun

için, yardım derneği üyeleri bunları yol­

ları üstünde bulunan Büyük Britanya

konsolosları, orta elçileri ve büyük elçi­

lerine verilmek üzere salık verme mek-

Page 11: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 11

tupları elde etmişti. İşin en güzel tarafı

her birinin eline Londranm en ünlü ban­

kerleri tarafından imzalanmış birer po­

liçe vermişti.

Bu âlimlerden, İbranice, Arapça ve

Hindçe bilen en bilgini bütün sanatların

ve ilimlerin beşiği olan doğu Hindistana

karadan gönderilmişti. Bu ilim adamı

önce Hollanda'ya uğradı; hem Amster-

dam havrasını, hem de Dordreckt ruha­

nî meclisini ziyaret etti. Fransa'da Sor-

bonne'u ve Paris İlimler Akademisini

gezdi. İtalyada birçok akademileri, mü­

zeleri, genel kitaplıkları gördü, bu arada

Floransa müzesini, Saint-Marc kitaplığı­

nı, Venedik ve Vatikan kitaplığını görme­

den geçmedi. Romadayken, Pajoya yollan­

madan, İspanya'ya uğrayıp ünlü Sala-

manka üniversitesini ziyaret edeyim mi,

etmiyeyim mi, diye düşündü; ama, Engi­

zisyondan korkup bir gemiye binerek

Türkiye'nin yolunu tutmayı daha doğru

buldu. İstanbul'a uğradı, rüşvet verdiği

bir efendi Ayasofya camimin bütün ki­

taplarına birer birer bakmasına müsaa­

de etti.

Oradan, Mısıra geçti, Kiptiler ara-

Page 12: Hintli Kulübesi

12 HINTLI KULÜBESI

sında yaşadı. Sonra, Lübnan dağındaki

Marunilerin, Karmel dağının Keşişleri

arasında bulundu. Oradan, Arabistan'­

daki Sana ya geçti. Sonra, İsfahan'a

Kandekar'a, Delhi'ye, Agra'ya uğradı. Üç

yıl süren bir yolculuktan sonra, nihayet

Hindistan'ın Atina'sı sayılan, Ganj nehri

kıyılarındaki Benares'e vardı; burada

Brahmanlarla görüştü. Eski baskılar, or-

jinal kitaplar, nüshası az bulunur el yaz­

maları, kopyalar, eserlerden alınmış

parçalar ve çıkarılmış notlar kol-

leksiyonu hiç kimsede bulunmıyacak ka­

dar önemli hale gelmiş, sayıca çoğalmış­

tı. Bu kolleksiyonun dokuz bin beş yüz

kırk libre ağırlığında doksan denk tut­

tuğunu söylemek yeter. Krallık derneği­

nin umduğundan fazlasını sağlamasının

sevinci içinde, bu ilim adamı bu öylesine

zengin bilgi yükü ile tam Londra'ya dön­

mek üzere gemiye bineceği sırada, ak­

lına gelen bir düşünce ile büyük bir tasa­

ya düştü.

Yahudi Hahamları, Protestan rahip­

leri, Luther kilisesi vekilharçları, Kato­

lik dini âlimleri, Paris Crusca, Arcades

Akademileri ile İtalya'nın ünlü öbür yir-

Page 13: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 13

mi dört Akademisinin üyeleri, Yunan pa­

pazları, Türk mollaları, Ermeni bilgin­

leri, Acem kadıları, Arap şeyhleri, es­

ki Zerdüş mezhebinden olanlar, Hind

hukukçuları ile görüştüğü halde Krallık

Derneğinin üç bin beş yüz sorusundan

hiçbirini aydınlatmadığını düşündü. Ak­

sine, şüpheleri arttırmaktan başka bir

yardımı olmamıştı. Bu sorular birbirine

bağlı olduğundan, ünlü başkanının dü­

şündüğünün aksine, birinin kalbindeki

müphemlik ötekine müphemleştiriliyor,

en aydın hakikatler büsbütün muamma

haline geliyordu, hatta bu birbirinin zıd­

dı engin karşılıklar ve yetkili kimselerin

fikirleri labirenti içinde bu soruların hiç

birini halletmek mümkün bile değildi.

Soru kitabına bir göz gezcirince, de­

ğerli âlim bunu anlamıştı. Bu sorular

arasında, İbranilerin din bilgisi üstüne

halledilmesi gereken iki yüz soru vardı.

Dört yüzseksen tanesi Yunan ve Roma

kiliselerinin inançlarile, üç yüz on tane­

si Brahmanlarm eski dinile, beş yüz seki­

zi Sanskrit dilile ya da kutsal dille, üçü

Hind halkının bugünkü durumu ile, iki

yüz onu İngilizlerin Doğu ticaretiyle, ye-

Page 14: Hintli Kulübesi

14 HINTLI KULÜBESI

di yüz yirmi dokuzu Bombay adası ya­

kınlarındaki Elefanta ve Salset adaların­

da bulunan eski anıtlarla, beşi dünyanın

eskiliği ile, altı yüz doksanı ak amberin

kaynağı ve hayvanların midelerinde gö­

rülen türlü bezoar taşlarının nitelikleri

ile, biri suları altı ay doğuya altı ay ba­

tıya akan Hind Okyanusunun henüz in­

celenmemiş olan akışı ile, üç yüz doksan

sekizi Ganj nehrinin kaynakları ve peri-

odik taşmalarile ilgiliydi. Bu vesile ile,

değerli âlime yolu üstünde bulunan

Nil'in yüzyıllanberi Avrupa âlimlerini

uğraştıran kaynakları ve taşmaları üs­

tüne ne bilgi toplıyabilirse toplaması ha­

tırlatılmıştı. Oysa, üstünde yeteri kadar

görüşülmüş olan bu konuyu görevi dı­

şında sayıyordu. Krallık Derneği tarafın­

dan sorulan soruların her birine, o beş

ayrı kol şekli, yani üç bin beş yüz soru­

ya on yedi bin beş yüz karşılık bulmuş­

tu. On dokuz meslekdaşı da ayni şeyi ya­

parsa, Krallık Derneği, sağlam temellere

dayanan hiçbir hakikata varmaksızın,

üç yüz elli bin güçlüğe sahip olacaktır.

Demek ki, bütün topladıkları, tali­

mattaki deyimle, her meseleyi ortak bir

Page 15: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 15

merkezde toplamak şöyle dursun, aksi­

ne, birbirinden yaklaşmalarına imkân ol-

mıyacak şekilde uzaklaştıracaktı. Bir

başka düşünce âlimin tasasını daha da

arttırdı; o da şu: Bu hararetli araştırma­

larında o memleketinin bütün soğuk­

kanlılığını ve kendine vergi nezaketi

esirgemediyse de, tartıştığı derin bilgi

âlimlerin çoğunu kendine kanlı bıçaklı

düşman etmişti: «Şu doksan balyada ha­

kikat yerine, yeni şüphe ve anlaşmazlık

konuları getirdiğimi gören vatandaşları­

mın rahatı kaçmıyacak mı?» diyordu.

Şaşkınlık, kararsızlık ve can sıkıntı­

sı içinde tam İngiltereye dönmek üzere

gemiye bineceği sırada, Benares Brah-

manları ona, Ganj'ın denize döküldüğü

yere yakın olan Oniksa kıyılarındaki

Yagrenaya da Jagerna tapınağının ünlü

yüce Brahmanının Londra Krallık Der­

neği tarafından sorulan bütün soruları

halledecek güçte tek insan olduğunu söy­

lediler.

Adını duymıyan kalmamış ünlü bir

din âlimiydi bu: Hindistan'ın her yerin­

den ve Asya'nın bir çok Krallıklarından

ona akıl danışmağa gelirlerdi.

Page 16: Hintli Kulübesi

16 HINTLI KULÜBESI

Değerli İngiliz hemen Kalküta'ya

doğru yola çıktı ve İngiliz Hindistan

Kumpanyası müdürüne başvurdu. Mü­

dür milletinin şerefini ve ilmin şanını dü­

şünüp, ona Yagernaya götürmek üzere

al ipekten sırma püsküllü tentesi olan

ve iri yarı gürbüz iki taşıyıcı — i k i de

taşıyıcı yedeği — ile taşman bir tahtıra-

van verdi. Yanına kattığı iki hammaldan

biri su, öteki de karlık taşıyacaktı. Biri

çabuk götürecek, gündüz güneşte başına

şemsiye tutan, gece meşale taşıyan da

ayrı. Alimin ardından gelen yardımcılar

arasında: bir odun yarıcı, iki aşçı, zahiri

ve eşyaları taşıyan iki deve ile sürücüle­

ri, bir yaya haberci, iki yanında giden

Acem atlarına binmiş dört süvari, bir de

İngiltere armalariyle sancağını taşıyan

bir bayraktar vardı. Her gören âlimi

Hindistan Kumpanyasının bir memuru

sanırdı. Yalnız arada şu fark vardı:

âlim hediye istemeğe gidecek yerde, ken­

disi hediye götürüyordu. Hindistan'da

seçkin kimselerin karşısına eli boş çık­

mak âdet olmadığından, kumpanya mü­

dürü parası milletten çıkmak üzere, ona

Brahmanların başına verilmek üzere bîr

Page 17: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 17

teleskopla bir Acem yer halısı, karısı için

pahalı dibalar, çömezleri için boyun at-

kılığı, kırmızı, beyaz, sarı Çin atlasları

vermişti. Hediyeler develere yüklenince,

elinde Krallık Derneğinin kitabile, tahtı­

revana binip yola çıktı.

Yolda giderken, Yagrena Brahman-

ları başına önce hangi soruyu soracağı­

nı düşünüyordu. Ganj nehrinin kaynak­

ları ve taşımaları ile ilgili üç yüz yetmiş

sorudan birini mi önce sorayım? Yok­

sa, Osean'ın periodik hareketlerini ve

kaynaklarını keşfetmeğe yarıyacak Hind

denizindeki altı ay doğuya, altı ay batıya

doğru giden akıntılarla ilgili sorudan mı

işe başlıyayım? Oysa, bu soru, Nil nehri­

nin kaynakları ve kabarmaları üstüne

yüzyıllardanberi sorulan sorulardan çok

daha fazla fiziği ilgilendirdiği halde, Av­

rupa âlimlerinin henüz dikkatini çekme­

mişti. Onun için değerli âlim Brahmana

ya bunca tartışmalara sebep olan tufa­

nın evrenselliği, ya da daha ileri giderek

Herodotes'un söylediği gibi, Mısırlı ra­

hiplerin geleneğine göre, güneşin batı­

dan doğuya, batacak şekilde hareket yö­

nünü değiştirip değiştirmediği, ya da

Page 18: Hintli Kulübesi

1 8 HINTLI KULÜBESI

Hindlilere göre milyonlarca yıl önce ya­

ratılan dünyanın yaradılışı zamanı üstü­

ne soru sormayı daha doğru buldu. Ba-

zan, bir millet hangi hükümet şeklile en

iyi idare edilir? Hattâ hiçbir yerde kanun

haline getirilmemiş olan insan hakları

üstüne ona akıl danışmayı daha iyi bul­

duğu oluyordu. Ama, bu sonuncu soru­

lar kitabında yoktu.

«Bununla beraber, diyordu âlim,

bence, Hindli âlime, herşeyden önce, ha­

kikat nasıl bulunuyor diye sormak yerin­

de olur. Bugüne kadar benim yaptığım

gibi akılla bulunacaksa da, akıl bütün in­

sanlara göre değişir. Eğer kitaplarda

aranacaksa, onların da söyledikleri bir­

birini tutmuyor. Nihayet, hakikati insan­

lara söylesen, hakikati öğrendiler mi se­

ninle bozuşuyorlar. İşte bizim yüce baş­

kanın hiç aklına gelmiyen en birinci üç

soru bu. Yagrena'lı Brahman bunları ba­

na hallederse, bütün ilimlerin anahtarı­

nı elime geçirmiş olacağım. İşin güzel ta­

rafı, herkesle tatlı tatlı geçineceğim.»

Alim kendi kendine işte böyle dü­

şünmüştü. On gün süren bir yolculuktan

sonra, Bengale körfezinin kıyılarına var-

Page 19: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 19

dı. Yolda, akıl danıştıkları Hind bilgin­

lerinin bazılarından edindikleri bilgi ile

büyülenmiş birçok kimselere rastladı.

On birinci gün, güneş doğarken deniz

kıyısındaki ünlü Yagrena tapınağını gör­

dü. Bu tapınak kızıl renkli yüksek duvar­

ları ve galerilerde, kümbetleri ve beyaz

mermerden küçük kulelerile denize hâ­

kim gibiydi. Her biri bir Krallığa açılan

her dem yeşil ağaçlı dokuz yolun ortasın­

da yükseliyordu. Bu yolların her birin­

deki ağaç cinsleri başka başkaydı. Hind

palmiyeleri, iri gövdeli meşeler, Hindis­

tan cevizi, Hind kirezi, Hind hurması,

Kâfuru ağaçları, Bambular Sandal ağaç­

ları vardı ve bu yollardan Seylan'a Gol-

kond'a, Arabistan'a, İran'a, Çin'e, Ava

Krallığına, Siyam Kralığına ve Hind de­

nizi adalarına gidiliyordu. Değerli ilim

adamı tapmağı Ganj nehri ve denize dö­

küldüğü yerdeki sihirli adalar boyundan

giden iki yanı sıra bambu ağaçları yük­

selen yoldan geldi. Bu tapınak düz ova­

da yapıldığı halde, öyle yüksekti ki, âlim

bunu sabah görmüşken ancak akşam ya­

nma varabildi. Büyüklüğünü ve ihtişa­

mını yakından görünce, sahilden hayran

Page 20: Hintli Kulübesi

20 HINTLI KULÜBESI

kaldı. Tunçtan kapıları güneş ışınları ile

parlıyor, bulutlar arasında kaybolan te­

pesine kartallar uçuşuyordu. Etrafı çe­

peçevre havuzdu, berrak sularında küm­

betlerinin, galerilerinin ve kapılarının

yankıları görülüyordu. Etrafında geniş

avlular, büyük binalarla çevrili bahçeler

vardı. Bu binalarda dinî törenleri idare

eden Brahmanlar oturuyordu.

Değerli âlimin adamları geldiğini

haber vermek için koşuştular. Biraz

sonra, bahçelerin birinden bir çok genç

kız çıktı, davul çalıp şarkı söyliyerek,

dans ederek onu karşılamağa geldi. Bo­

yunlarında gerdanlık yerine çiçekten

halkalar, bellerinde de kemer yerine yi­

ne çiçekten çelenkler vardı. Âlim bu kız­

ların kokuları, şarkıları ve dansları orta­

sında tapınağın kapısına kadar ilerledi

ve altın gümüş lâmbaların ışığında, dip

tarafta Jagrena'nın heykelini gördü. Eh­

ram şeklinde olan bu heykelin elleri ve

ayakları yoktu; Jagrena, dünyayı kurta­

rayım diye götürürken elden ayaktan ol­

muştu. Bir takım günahkârlar önünde

secdeye varmıştı. Bunlardan kimi bay­

ramında kendini omuzlarından arabası-

Page 21: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 21

na astıracağına yüksek sesle and içiyor­

du. Korkunç adaklarını adayaraktan in-

liyen bu müteassıpları görünce, dehşete

kapılmasına rağmen, değerli âlim tapı­

nağa girmeğe hazırlandığı sırada, kapıda

bekçilik eden ihtiyar bir Brahman onu

durdurdu, ve ne sebeple buraya geldiği­

ni sordu. Sebebi öğrenince, değerli âli­

me dedi ki: «Siz temiz olmadığınız için,

tapınağın kurnalarında üç kere yıkan-

madıkça. üstünüzdeki hayvan, özellikle

Brahmaların taptıkları inek tüyünü nef­

ret ettikleri domuz kılını çıkarmadıkça,

ne Jagrena'nın, ne de büyük rahibin ya­

nına çıkabilirsiniz.»

Değerli âlim: «Öyleyse ne yapayım

şimdi?» diye karşılık verdi. Brahmanla-

rın başına hediye olarak Ankara'nın tif­

tiğinin yününden dokunmuş bir halı ile,

ipekten Çin kumaşları getirdim. Jagre-

na tapınağına, ya. da büyük rahibine su­

nulan her şey hediye olunca temiz de­

mektir, dedi Brahman. Ama, elbiseleri­

niz için iş başkalaşır.» Onun için, değer­

li âlimin özellikle İngiliz yününden do­

kunmuş paltosunu, keçi derisinden ya­

pılmış pabuçlarını ve kastordan şapka-

Page 22: Hintli Kulübesi

22 HINTLI KULÜBESI

sını çıkarması gerekti. Sonra ihtiyar

Brahman onu üç kere yıkayıp, sandal

renginde pamukludan bir entari giydir­

di, Brahmanlar başının dairesi önüne

götürdü. Değerli âlim koltuğundaki kral­

lık derneğinin kitabiyle içeriye girmek

için davrandığı sırada, Brahman kitabın

neyle kaplandığını sordu. «Sığır derisi-

le» deyince âlim, Brahman buna kızdı:

«Nasıl olur? dedi. Brahmanların ineğe

taptıklarını size söylemedim mi? Brah­

manlarm başının karşısına sığır derisi

kaplı bir kitapla çıkmağa nasıl cesaret

ediyorsunuz?» Alim güçlüğü yenmek için

Brahmanın eline birkaç Hind parası, ya

da altın sıkıştırmasaydı, temizlenmek

için kendini Ganj nehrine atmak zorun­

da kalacaktı. Bunun üzerine, sorgular ki­

tabını tahtıravana bıraktı, ama kendini

avutmak için şunları içinden geçirdi:

«Zaten Hindli din âlimine topu topu üç

soru soracağım: Hakikatin nasıl araştı­

rıldığını, nerede bulunacağını, hakikati

insanlara söylemeli mi söylememeli mi?

Bunları bana öğretirse, çok memnun

olurum.»

Page 23: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 23

İhtiyar Brahman pamuklu entariler

giymiş olan İngiliz âlimini sandal ağa­

cından direklerle tutturulmuş geniş bir

salondaki Jagrena baş rahibinin yanına

yalınayak, başı açık soktu. Bu salonun

inek tersi karışık alçı ile sıvalı yeşil du­

varları öyle cilâlı, öyle parlaktı ki, insan

bakınca kendini aynadaymış gibi görür­

dü. Tabana altı ayak uzunluğunda ve ge­

nişliğinde çok ince hasır döşenmişti. Sa­

lonun dip tarafında abanoz ağacından

bir trabzanla çevrilmiş kerevet vardı, bu

kerevetin üstünde Kızıl Hind kumaşla­

rından örülü bir kafes arkasında otur­

muş ak sakallı, Brahmanların âdetince

boynundan çarpraz olarak üç pamuk ip­

liği dolamış saygı değer Hint din bilgin­

lerinin en büyüğü görünüyordu. Sarı bir

halının üstüne bağdaş kurup oturmuştu,

öyle tam bir hareketsizlik hali içindeydi

ki, gözleri bile oynamıyordu. Çömezle­

rinden yanında duran bir kaçı ellerinde­

ki tavus tüyünden yelpazelerle etrafın­

da uçuşan sinekleri kovalıyorlardı. Öbür

çömezleriyse, gümüş buhurdanlarda öd

ağacı yakıyor, bir kısmı da hafif ve tatlı

tatlı santur çalıyorlardı. Aralarında fa-

Page 24: Hintli Kulübesi

24 HINTLI KULÜBESI

kirler, keşişler bulunan büyük bir çoğun­

luğu ise, salonun iki tarafına sıra sıra di­

zilmiş, kollarını göğsünde kavuşturup

gözlerini yere dikmişti, derin bir sessiz­

lik içindeydi.

Değerli âlim önce din bilginleri ba­

şına doğru ilerleyip saygılarını bildirmek

istedi. Ama, onu buraya getirmiş olan

Brahman, büyük adamdan dokuz hasır

mesafede durdurdu. Büyük Hind beyza­

delerinin bundan öteye gidemediklerini,

Racaların ya da Hind Hükümdarlarının

ancak altı hasır mesafeye kadar ilerledik­

lerini, Moğolun oğlu prenslerin üç hasır

mesafeye kadar yaklaştıklarını, saygı de­

ğer baş rahibin yanına kadar yaklaşıp,

ayaklarını öpmek şerefinin yalnız Büyük

Moğola bağışlandığını bildirdi.

Bu sırada, bir çok Brahmanlar, âli­

min adamları tarafından kapı önüne bı­

rakılan teleskobu, Hind kumaşlarını,

ipekli kumaşları, halıyı kerevetin yanı­

na kadar getirdiler. İhtiyar Brahman bu

eşyayı beğendiğini anlatmıyan bakışlar­

la bakınca, bunları alıp içerki dairelere

götürdüler.

Değerli İngiliz âlimi Hindçe güzel

Page 25: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 25

bir söyleve başlıyacağı sırada, klavu-

zu, büyük rahibin kendisine soru sorma­

sını beklemesini tembih etti. Memleke­

tin âdetine göre terzi gibi topukları üs­

tüne çöküp oturmasını söyledi. Teşrifa­

tın bu kadarına âlim kendi içinden mı­

rıldanıyordu, ama hakikati aramak için

kalkıp Hindistan'a kadar gelen insan, bu­

layım diye nelere katlanmaz?

Âlim oturunca, müzik sesi kesildi;

birkaç dakika kadar süren derin bir ses­

sizlikten sonra, din bilginlerinin başı

Jagrena'ya niçin geldiğini âlime sordurt-

tu.

Jagrena'nın büyük rahibi Hindçeyi

oradakilerin bir kısmı tarafından iyice

işitilecek gibi konuştuğu halde fakirin

biri bu sözleri bir başkasına, bu da bir

üçüncüsüne o üçüncü de âlime tekrarla­

dı. İngiliz âlimi aynı dille karşılık verdi:

«Brahmanlar başının büyük ününü du­

yup, hakikatin nasıl öğrenilebileceğini

anlamak için Jagrena'ya ona akıl danış­

mağa gelmiştir.»

Brahmanların ihtiyar baş rahibi, bi­

raz toparlandıktan sonra: «hakikat an­

cak Brahmanlar vasıtasiyle öğrenilebilir»

Page 26: Hintli Kulübesi

26 HINTLI KULÜBESI

diye karşılık verdi. O zaman, orada bu­

lunanların hepsi baş rahibin verdiği kar­

şılığa hayran kalarak, saygı ile eğildi.

İngiliz âlimi hemen ikinci sorusunu

sordu :

«— Hakikati nerde arayıp bulma­

lı?»

Hindli din bilgininin karşılığı şu ol­

du:

«— Hakikat, bundan yüz yirmi bin

yıl önce Sansikritçe yazılmış olup, ancak

Brahmanlarca anlaşılan dört kitaptadır.»

Bu sözler üzerine, salon alkışla çın­

ladı.

İngiliz âlimi, soğukkanlılığını toplı-

yarak, Jagrena'nın baş rahibine:

«— Madem ki Tanrı hakikati yalnız

Brahmanlarca anlaşılabilen kitaplarda

saklamış, öyleyse Tanrı hakikatin öğre­

nilmesini, Brahmanların var olduğundan

haberi bile olmayan insanların çoğuna

yasak etmiş, demektir. Eğer böyleyse,

Tanrı âdil değildir.»

Büyük rahip: «Brahman böyle olma­

sını istedi, diye aldırdı. Brahma'nın ida­

resine hiç karşı gelinemez..»

Salondaki alkışlar büsbütün arttı.

Page 27: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 27

Alkış kesilince, İngiliz üçüncü sorusunu

sordu :

«— Hakikati insanlara söylemeli

mi?»

«— Hakikati herkesten gizlemek,

çoğu zaman, ihtiyatlı bir hareket olur,»

dedi ihtiyar baş rahip, ama Brahmanla-

ra söylemek bir ödevdir.»

Öfkelenen İngiliz âlimi: «Nasıl olur?

dedi. Hakikat Brahmanlara söylenecek,

onlarsa bunu hiç kimseye söylemiyecek!

Brahmanlar pek âdil insanlar değilmiş,

doğrusu».

Bu sözler üzerine, salonda dehşetli

bir karışıklık ve gürültü oldu. Tanrıya

âdil değil denmesini herkes mırıldanma­

dan dinlemişti, ama bu sözler oradakile-

re söylenince iş değişti. Din bilginleri,

fakirler, keşişler, Brahmanlar ve çömez­

leri hep bir ağızdan İngilize itiraza kal­

kışmışlardı. Ama, Jegrena'nın büyük ra­

hibi ellerini çarparak gürültüyü kesti ve

her söylediği gayet iyi işitilen bir sesle:

«— Brahmanlar, Avrupalı âlimlerle

hiç tartışmaya girişmezler.» dedi. Bunun

üzerine kalktı, salondakilerin alkışları

arasında çekilip gitti. Hindli din adam-

Page 28: Hintli Kulübesi

28 HINTLI KULÜBESI

larının âlime karşı mırıldanmaları o ka­

dar artmıştı ki, Ganj nehri kıyılarında

pek büyük itibarı olan İngilizlerden

korkmasalar, belki ona kötülük edebilir­

lerdi. Salondan çıkarken, Klavuz İngiliz

âlimine :

«— Mübarek babamız, âdet olduğu

üzere, size şerbet kakula ve güzel koku­

lar sunacaktı, ama onu kızdırdınız.»

Boşuna bunca zahmete katlandığım

için, asıl kızacak benim, dedi İngiliz.

Baş rahibinizin sızlanmağa ne hakkı var?

«Nasıl? Onunla tartışmağa mı kalkışı­

yorsunuz?» diye klavuzu aldırdı. Bilmez-

misiniz ki, o Hindlilerin hâkimidir, söy­

lediği sözlerin her birinden zekâ ışını fış­

kırır?»

İngiliz âlimi pardesüsünü, pabuçla­

rını ve şapkasını alarak: «Bundan hiç

şüphem yok.» dedi.

Hava fırtınalıydı. Ortalık kararmış­

tı. Geceyi tapınağın odalarından birinde

geçirmek istedi, ama Frenk olduğu için

isteği kabul edilmedi. Tören kendisini

çok susattığından içmek için su istedi.

Testi ile su getirdiler. Ama, suyu içtik-

Page 29: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 29

ten sonra, testiyi kırdılar.

İngiliz âlimi Frenk olduğundan, su

içtiği testiyi mundar etmişti. Buna pek

sinirlenen İngiliz, tapınağın merdivenle­

rinde secdeye varıp tapman adamlarını

çağırdı ve tahtıravanına binip, gece ka­

ranlığında bulutlarla kaplı bir gök al­

tında, deniz kıyısı boyunca, iki tarafında

sıra sıra bambu ağaçları dizili yola dal­

dı. Yolda giderken, kendi kendine şöyle

diyordu :

«— Bir Hind atasözü, Hindistan'a

her gelen Avrupalı sabırlı bir insan de­

ğilse, sabırlı, sabırlıysa, sabırsız olur çı­

kar, der. Ne kadar doğru. Ben de sabır­

sız bir adam oldum. Demek ki hakikatin

nasıl bulunabileceğini, nerde aranması

gerektiğini, insanlara söylenip söylene-

miyeceğini öğrenemiyeceğim. İnsanoğu

dünyanın her yerinde hatalara ve çekiş­

melere mahkûmsa, ben ne diye zahmet

edip Hindistana kadar Brahmanlara akıl

danışmağa gelmişim!

Değerli âlim tahtıravanında bu dü­

şüncelere daldığı sırada, Hindistan'da

tayfun denilen bir kasırga koptu. Rüz­

gâr denizden esiyor, Ganj'ın sularını ka-

Page 30: Hintli Kulübesi

30 HINTLI KULÜBESI

bartıp, denize döküldüğü yerdeki adala­

ra çarpıp köpürüyordu. Kıyılardan kum

sütunları, ormanlardan yaprak bulutla­

rı kaldırıyor, bunları birbirine karıştırıp

nehir suları üstünde ve ovada sürükle­

dikten sonra, havaya savuruyordu. Ba-

zan da iki yanı Bambu ağaçları dizili yo­

la dalıyor ve bu Hint kamışları ulu ağaç­

lar olduğu halde, bunları birer ot sapı

gibi sallıyordu. Bu toz ve yaprak kasır­

gası içinde dalgalanıp uzayarak giden bu

ağaçlıklı yolun bir tarafı bir sağa bir so­

la yerlere kadar eğilirken, öbür yanı da

inildiyerek doğruluyordu. Bu ağaçların

altında ezilmekten, ya da Ganj nehrinin

kıyılara taşmış olan sularına gömülmek­

ten korkan âlimin adamları tarlaların

içine dalıp en yakın tepelere doğru se-

yirtmeğe başladılar. Bu sırada, gece ka­

ranlığı iyice bastırmıştı. Üç saattanberi

zifirî karanlıkta nereye gittiklerini bil­

meden yürüyorlardı. Ara sıra çakıp, bu­

lutları yaran ve ufku aydınlatan bir şim­

şek sağ tarafta uzakta kalan Jagrena

tapınağına, Ganj adalarını, kaynaşan de­

nizi ve önlerinde yakındaki küçük bir

vadi ile iki tepe arasındaki ormanı gös-

Page 31: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 31

teriyordu. Bu ormana sığınmak için koş­

tular, o küçük vadinin başına geldikleri

zaman gök kasvetli kasvetli gürlemeğe

başlamıştı.

Vadinin iki tarafı kayalıktı, her yeri­

ni çok iri gövdeli ihtiyar ağaçlar kapla­

mıştı. Fırtına korkunç kükremeleri ile

bu ağaçların tepelerini eğdiriyorsa da,

dev cüsseli gövdeleri vadiyi çeviren ka­

yalar gibi hiç yerinden kımıldamıyordu.

Bu eski zamandan kalma ormanın bura­

sı tam sığınılacak kuytu bir yerdi, ama

içine girmek güçtü. Sınırını yılan gibi sa­

ran sazlar bu ağaçların diplerini kapla­

mış bir gövdeden bir gövdeye uzanan sar­

maşıklar her yeri yapraktan kale duvar­

ları gibi sarmıştı; aralarından tek tük ye­

şillik boşlukları görünüyordu, ama içi­

ne dalmak imkânsızdı. Bununla beraber,

öncüler ellerindeki kılıçlarla küçük bir

geçit açınca, bütün adamlar tahtıravanla

birlikte ormana daldılar. Burada fırtına­

dan kurtulduklarını sanmışlardı, ama

bardaktan boşanırcasma yağan bir yağ­

mur her yeri sele verdi. Ne yapacakları­

nı şaşırdıkları bir sırada vadinin en dar

yerinde, ağaçların altında bir ışık ve bir

Page 32: Hintli Kulübesi

32 HINTLI KULÜBESI

kulübe gözlerine ilişti.

Meşaleci meşalelerini tutuşturmak

için kulübeye koştu. Ama, biraz sonra

«Aman, buraya yaklaşmayın, biri var!»

diye bağırdıktan sonra nefes nefese dö­

nüp geldi.

Âlimin yanındaki adamlar korkup,

hemen onlar da: «Bir parya ha! bir parya

ha!» diye bağırdılar. Paryayı vahşî bir

hayvan sanan İngiliz hemen tabancasına

davrandı. Meşalecisine: «Parya nedir?»

diye sordu.

«Parya, dini imam olmayan insan­

dır,» dedi meşaleci. Öncülerin başı ise:

«En aşağı tabakadan Hindli demektir,

bir yerinize dokunursa, hemen öldürün,

korkmayın, kimse bir şey demez, diye

ekledi. Onun oturduğu yere girersek, do­

kuz ay tapınağa adımımızı atamayız. Te­

mizlenmek için Ganj nehrinde dokuz ke­

re yıkanmamız ve bütün vücudumuzu bir

Brahmana bir o kadar defa inek sidiği

ile yıkattırmamız gerekir.»

Bütün Hintliler bağırıştılar :

«— Paryanın kulübesine dünyada

giremeyiz.»

İngiliz âlimi meşalecisine :

Page 33: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 33

«— Vatandaşınızın parya, yani din­

siz imansız bir adam olduğunu nasıl an­

ladınız?» diye sordu. Kulübesinin kapısı­

nı açınca, dedi meşaleci, onu karısı ve

köpeği ile aynı hasırda yattığını gördüm,

inek boynuzu ile karısına bir şey içiri-

yordu. Alimin yanındaki bütün adamlar:

«— Parya'nın kulübesine dünyada

adımımızı atmayız!» diye tekrarladılar.

İngiliz onlara:

«— Siz isterseniz kalın, dedi. Bu

yağmurda sığınacak hazır bir yer bulmu­

şum. Hindistan'ın kastlarından bana

ne!»

Bu sözleri söyleyip, tahtıravanından

atladı. Sorgu kitabı ile çantası koltuğun­

da, tabancalariyle piposu da bir elinde,

tek başına kulübenin kapısı önüne gitti.

Tam çalacağı sırada, pek tatlı yüzlü bir

adam kendisine kapıyı açtı ve hemen çe­

kilerek :

«— Efendim, ben sizi ağırlamağa

lâyık olmıyan bir Paryayım, dedi. Ama,

kulübemde barınmayı münasip görür­

seniz, bana pek şeref vermiş olursunuz.»

«— Kardeşim, dedi İngiliz, konuğu-

Page 34: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI

nuz olmayı seve seve kabul ediyorum.» Bu sırada, Parya bir elinde meşale,

bir elinde içi Hindistan cevizi ve muz: dolu bir sepet, sırtında da bir yük kuru odun olduğu halde dışarıya çıktı ve bi­raz ilerde bir ağacın altında duran Hint­lilere yaklaştı, dedi ki:

«— Madem ki kulübeme buyurmak şerefini bana bağışlamak istemiyorsu­nuz, öyle ise alın bu kabuklu meyvaları, kendinizi kirletmeden yiyebilirsiniz. Bu odunlarla da üstünüzü başınızı kurutur, vahşî hayvanlardan sakınmış olursunuz. Tanrı sizi korusun.»

Hemen kulübesine döndü ve âlime: «— Efendim, yine tekrar ediyorum,

dedi. Ben bahtsız bir Parya'dan başka bir şey değilim. Ama, cildinizin renginden, elbiselerinizden Hintli olmadığınızı anlı­yorum. Kulunuzun size sunacağı yiyecek­lerden iğrenmiyeceğinizi umarım.»

Bu sözleri söylerken, bir yandan da, yere serdiği bir hasırın üstüne Hint ki­razları, Hint armutları, külde pişmiş pa­tates, muz ızgarası, şekerli ve Hindistan cevizi sütü ile yapılmış bir kâse sütlâç

34

Page 35: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 3 5

koydu. Sonra, kendi hasırının üstüne,

karısı ile, beşikte uyuyan çocuğunun ya­

nına çekildi.

«— Ey Erdemli adam, dedi İngiliz,

siz benden çok daha değerli bir insan­

sınız. Çünkü, sizi alçak görenlere iyilik

ediyorsunuz. Oturduğum hasıra gelmek­

le beni şereflendirmezseniz, beni kötü bir

insan saydığınıza inanacağım ve dışarıda

yağmurdan boğulacağımı ya da kaplan­

lar tarafından parçalanacağımı bile bile,

kulübenizden çıkıp gideceğim.»

Parya konuğunun hasırına gelip

oturdu, ikisi de yemeğe başladılar. Bu

sırada, âlim bu şiddetli fırtına ve yağ­

murda bir çatı altına sığınmanın sefası­

nı sürüyordu. Kulübe sarsılacak gibi de­

ğildi. Vadinin en dar yerinde bulunduk­

tan başka, bir çeşit incir ağacının altına

dikilmişti; bu ağaç dallarının uçları yere

dalıp köklendiğinden, asıl gövdeye des­

tek hizmetini gören kemerler vücuda gel­

mişti. Bu ağacın yaprakları aralarından

bir damla yağmur geçirmiyecek kadar

sıktı. Dışarıda fırtına, gök gürültülerine

karışarak kükrediği halde, çatının orta-

Page 36: Hintli Kulübesi

3 6 HINTLI KULÜBESI

sından çıkan bacadan tüten duman dal­

galanmıyor, lâmba ışığı hiç titremiyordu

bile. Alim, Hintli ile karısının etrafında­

ki eşyanın sakinliğinden daha fazla olan

sakinliğine hayrandı. Abanoz gibi kara ve

parlak olan çocukları beşiğinde uyuyor;

annesi bir yandan beşiği ayağı ile sallar­

ken, bir yandan da çocuğuna bir cins

kırmızı ve kara nohuttan gerdanlık ya­

parak oyalanıyordu. Baba kâh çocuğu­

na, kâh karısına sevgi dolu bakışlarla ba­

kıyordu. Hasılı, köpek bile bu ortak

mutluluğa katılmıştı. Bir kedi ile birlik­

te ocağın yanma uzanmış, arasıra gözle­

rini aralayıp, efendisine bakarak içini çe­

kiyordu.

İngiliz yemeğini bitirince, Parya pi­

posunu yakması için ona kömür ateşi

uzattı. Kendi piposunu da yakınca, karı­

sına işaret etti. Kadın, onlar yerken su,

içki, limon suyu ve çeker kamışı ile yap­

tığı punç'u büyük bir kırba içinde ge­

tirdi, iki fincan Hindistan cevizi südü ile

hasırın üstüne koydu.

Bir taraftan pipolarını tüttürüp, bir

taraftan punçlarını içerlerken, âlim,

Hintliye

Page 37: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 37

«— Ben sizi ömrümde rastlamadı­

ğım en mutlu insanlardan biri, tabiî en

bilgelerinden biri sayıyorum, dedi. Size

birkaç şey sormama müsaade edin. Bu

korkunç fırtınada nasıl sakin olabiliyor­

sunuz? Oysa, burada tek bir ağacın al­

tına sığınmışsınız. Ağaçlar ise yıldırımı

çeker.»

«— İncir ağacına hiç yıldırım düş­

tüğü görülmemiştir,» dedi Parya.

«— Pek acaip doğrusu, diye âlim

aldırdı. Sakın bu ağaçta da defnedeki

gibi menfi elektrik olmasın?»

«— Sözlerinizden bir şey anlamadım,

dedi Parya. Oysa karım, Tanrı Brahman

bir gün bu ağacın gölgesine oturmuş

da, ondan yıldırım düşmediğine ina­

nıyor. Bense, Tanrı bu fırtınalı iklimde

yetişen incir ağaçlarını insanlar fırtına­

dan barınsınlar diye sık yapraklı ve ke­

merli yarattığından, bunlara yıldırım

düşmesine müsaade etmez, diye düşünü­

yorum.»

«— Verdiğiniz karşılık pek dindar­

ca, diye âlim aldırdı. Demek ki, sizi sa­

kin kılan, Tanrıya olan güveniniz. Vic-

Page 38: Hintli Kulübesi

3 8 HINTLI KULÜBESI

dan insana ilimden daha çok rahatlık ve­

rir. Rica ederim, söyleyin, siz hangi mez­

heptensiniz? Hiç bir Hintli sizinle müna­

sebette bulunmak istemediğine göre,

Hint mezheplerinin hiç birinden değilsi­

niz. Yolum üstünde rastlayacağım dini

kastlar listesinde, Paryaların kastını hiç

görmedim. Tapınağınız Hindistan'ın han­

gi vilâyetinde?»

«— Her yerinde, diye Parya karşı­

lık verdi. Tapınağım tabiattır. Tabiatı

yaradana her sabah güneş doğarken ta­

par, her akşam batarken onu kutlarım'

Bahtsızlık içinde yetiştiğimden, benden

daha bahtsız olandan hiçbir vakit yardı­

mımı esirgemem. Karımı, çocuğumu,

hattâ kedimle köpeğimi bile mutlu kıl­

mağa çalışırım. Ömrümün sonunda ölü­

mü, gün sonundaki tatlı bir uyku gibi

beklerim.»

«— Siz bu ilkeleri hangi kitaptan

öğrendiniz?» diye âlim sordu.

«— Tabiattan, diye Hintli karşılık

verdi. Ben ondan başkasını tanımam.»

«— Oo! Tabiat büyük bir kitaptır,

dedi İngiliz. Ama, onu okumasını size

kim öğretti?»

Page 39: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 3 9

«— Bahtsızlık, diye Parya aldırdı.

Memleketimde alçak diye tanınmış bir

kasttan olduğun için, Hintli olamayınca,

insan oldum; toplum tarafından kovu­

lunca, tabiata sığındım.»

«— Ama, bu yalnızlık içinde hiç ol­

mazsa okuyacak birkaç kitabınız olma­

lı?» dedi âlim.

«— Bir tek kitabım yok. Okuma

yazma bilmem, diye Parya karşılık ver­

di. İngiliz âlimi alnını kaşıyarak :

«— Bir çok şüphelerden kurtulmuş­

sunuz, dedi. Ben bir çok milletlerin âlim­

lerinden hakikati öğrenip insanları ay­

dınlatmak ve mutlu kılmak için vatanım

olan İngiltere'den buralara gönderildim.

Ama, boşuna bir çok araştırmalardan ve

şiddetli tartışmalardan sonra, hakikati

aramanın bir çılgınlık olduğu sonucuna,

vardım. Çünkü, hakikati bulsam bile, bu­

nu herkese söylemekle pek çok düşman

kazanmış olacaksın. İçinizden geldiği gi-

bi, söyleyin, siz de benim gibi düşünü­

yor musunuz?»

«— Gerçi ben cahil bir adamım,

ama madem ki istiyorsunuz, düşündük­

lerimi söyliyeyim, diye Parya karşılık

Page 40: Hintli Kulübesi

40 HINTLI KULÜBESI

verdi. Her insan hakikati kendi mutlu­

luğu için aramalı. Yoksa, kendisini yetiş­

tirenlerin peşin hükümlerine ya da men­

faatlerine kalırsa, pintinin, açgözlünün,

batıl inançlının, kötünün, hattâ yamya­

mın biri olup çıkar.»

Aklı fikri hep Jagrena başrahibine

sorduğu üç soruda olan âlim, Parya'nın

verdiği bu karşılığa hayran oldu.

«— Madem ki her insan hakikati

aramak zorundadır, dedi ona, öyleyse,

söyleyin, onu bulmak için hangi çareye

başvurmalı? Çünkü, duyularım bizi al­

dattığı gibi, aklımızı da büsbütün şaşır­

tıyor. Akıl hemen her insanda başka baş­

kadır. Aslında akıl herkesin kendi men­

faatinden başka bir şey değil, galiba.

Dünyanın her yerinde başka başka olma­

sı da bundan herhalde. Yeryüzünde aynı

tarzda düşünen iki din, iki millet, iki ka­

bile, iki aile, ne bileyim, hattâ iki insan

gösteremezsiniz. Eğer hakikati aramak­

ta zekâ hiçbir şeye yaramazsa, o halde

hangi duyumuza güvenmeli?»

«— Bence, temiz kalble, diye Par­

ya karşılık verdi. Zekâ ve duyulular al-

Page 41: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 41

danır, ama temiz bir kalb, aldatılmak is­

tense de, hiç bir zaman aldanmaz.»

«— Verdiğiniz karşılık çok derin,

dedi âlim. İnsan hakikati zekâsı ile de­

ğil, önce kalbiyle aramalı. İnsanların

hepsi aynı tarzda duyar, başka başka dü­

şünürler. Çünkü, hakikatin ilkeleri tabi­

attadır ve insanlar bundan çıkardıkları

sonuçları çıkarlarına uydururlar. İşte

bunun içindir ki, hakikati temiz bir kalb-

le aramalı. Çünkü, temiz bir kalb anla­

madığı şeyi anlamış, inanmadığı şeye

inanmış gibi görünmeğe kalkmaz. Böyle

bir kalb ne kendini, ne sonra başkaları­

nı aldatmağa yeltenir. Onun içindir ki,

temiz bir kalb, kendi çıkarlarına kapılan

çoğu insanların kalbleri gibi, zayıf ol­

mak şöyle dursun, kuvvetlidir. Ve bu ha­

liyle hakikati aramağa ve muhafaza et­

meğe elverişlidir.»

«— Siz düşüncelerimi benim anla­

tacağımdan daha iyi anlattınız, diye Par­

ya aldırdı. Hakikat sabah çiğine benzer.

Onu saf bir halde muhafaza etmek için,

temiz bir kapta toplamak gerekir.»

«— Ey iyi yürekli adam, çok güzel

söylediniz, dedi İngiliz. İşin güç tarafı

Page 42: Hintli Kulübesi

42 HINTLI KULÜBESI

bulmakta. Hakikati nerde arayıp bulma­

lı? Saf bir kalb bizimle ilgili, o kolay.

Ama, hakikat, ne çare ki, başka insanla­

ra bağlı. Etrafımızdakilerin hemen he­

men çoğu peşin hükümlerine kapıldıkla­

rına göre, ya da çıkar yüzünden bozul­

duklarına göre, hakikati nerde bulaca­

ğız? Bir çok halklar arasında dolaştım,

genel kitaplıkları karıştırdım, büyük

âlimlere danıştım, ama nereye gittimse

zıtlıklardan, şüphelerden ve bu halkların

konuştukları dillerden bin kat birbirin­

den ayrı düşüncelerden başka bir şey bul­

madım. Hakikati insanoğlunun bilgileri­

ni bir araya toplayan ünlü depolarda bu­

lamaz da, nerde buluruz? Kötü zekâlı,

bozuk kalbli insanlar arasında temiz bir

kalbin olmuş, neye yarar?

«— İnsanlar yolu ile gelen hakikat­

ten ben şüphe ederim, diye Parya karşı­

lık verdi. Hakikati hiç bir zaman onlar

arasında değil, tabiatta aramalı. Tabiat

var olan her şeyin kaynağıdır. Dili, insan­

ların dilleri ve kitapları gibi türlü türlü

değildir. İnsanlar nasıl kitap yazarsa, ta­

biat da şeyleri yaratır. Hakikati bir ki­

tap üstüne kurmak, bir tabloyu da hey-

Page 43: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 4 3

kel üstüne kurmak gibidir; bu tablo ya

da heykel bir memleketi ilgilendirir, za­

man onu her gün durmadan aşındırır,

Her kitap bir insanın eseridir, oysa ta­

biat Tanrının hüneridir.»

«— Çok haklısınız, diye âlim aldır­

dı. Tabiat, tabiî hakikatların kaynağıdır.

Ama, meselâ, tarihî hakikatlarm kayna­

ğı kitaplar değil de, nedir? Öyleyse, bun­

dan iki bin yıl önce geçmiş bir olayın

doğru olduğuna bugün nasıl güvenmeli?

Bu olayı bize yazıp anlatanların peşin

hükümleri yok muydu? Taraf tutmuyor­

lar mıydı? Temiz kalbli oldukları nerden

belli? Bu olayı anlatan kitaplar da, zaten

kopyacıların, matbaacıların, açıklayıcıla­

rın, çeviricilerin elinden geçmiyecek mi?

Bu insanların hepsi hakikati az çok boz-

mıyacaklar mı? Demincek çok güzel söy­

lediğiniz gibi, kitap bir insanın hüneri­

dir. Demek oluyor ki, tarihî hakikat bize

hatadan kurtulamıyan insanlar yolu ile

geldiğine göre, tarihî hakikatten vazgeç­

meli.»

«— Geçmişte olmaz şeyler tarihinin

bizim mutluluğumuza ne faydası doku-

Page 44: Hintli Kulübesi

44 HINTLI KULÜBESI

nur? dedi Hintli. Bugün var olanın tari­

hi, geçmişte olanın ve yarın olacakların

tarihidir.

«— Çok güzel, dedi. İngiliz, ama siz

de bilirsiniz ki, manevî hakikatlar insan­

oğlunun mutluluğu için gereklidir. Bun­

ları tabiatta nasıl bulabiliriz? Tabiatta

hayvanlar birbirleriyle savaş halindedir,

birbirlerini öldürürler, parçalarlar. Hat­

tâ unsurlar bile birbirleriyle döğüşürler.

İnsanların birbirlerine karşı davranışla­

rı da başka türlü mü?»

«— Yoo, hayır, diye iyi yürekli Par­

ya karşılık verdi. Ama, her insan, temiz

kalbliyse, kendi davranış kuralını kendi

kalbinde bulabilir. Tabiat bu temiz kal­

be şu kanunu kazmıştır: «Başkalarının

sana yapmasını istemediğin şeyi, sen de

başkalarına yapma».

«— Doğru, diye İngiliz aldırdı, ta­

biat insanoğlunun menfaatlerini bizim

menfaatlerimize bakarak düzenlemiştir.

Ama, milletleri birbirlerinden ayıran

bunca mezhep ve gelenek arasında dinî

hakikatları nasıl bulmalı?»

«— Yine tabiatta, diye Parya kar-

Page 45: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 45

şılık verdi. Tabiatı temiz bir kalble ince-

liyecek olursak, Tanrıyı bütün gücü, ze­

kâsı ve iyiliği ile orda görürüz. Zayıf, ca­

hil ve sefil oluşumuz, bütün ömrümüzce

ona kavgasız, gürültüsüz tapmamız, onu

sevmemiz için yeter bir sebeptir.»

«— Bu sözlerinize diyecek yok, di­

ye İngiliz aldırdı. Ama söyleyin şimdi

bana, hakikati bulunca, insanlara söyle­

meli mi? Bunu yayınlıyacak olursanız,

hata içinde yüzüp, hatayı hakikat, bu ha­

tayı yıkmaya çalışan her şeyi hata sayan

bir sürü insan tarafından hırpalanacak­

sınız.»

«— Hakikati temiz kalbli olanlara,

yani hakikati arayan temiz insanlara

söyliyeceksiniz, dedi Parya, bunu istemi-

yen kötü kişilere söylemeğe ne lüzum

var? Hakikat eşi az bulunur bir incidir:

kötü kişi, kulakları olmadığı için bu in­

ciyi takamayan timsaha benzer. İnciyi

timsaha attınız mı süslenecek yerde, bu­

nu yemeğe kalkar. Tabiî dişleri kırılır,

dişleri kırılınca da kızıp üstünüze saldı­

rır.»

«— Size bir tek itirazım var, dedi

İngiliz. O da şu: Söylediğinize bakılırsa,

Page 46: Hintli Kulübesi

46 HINTLI KULÜBESI

hakikati öğrenmeğe muhtaç oldukları

halde, hata içinde yüzmeğe mahkûmdur­

lar. Çünkü onlara hakikati söyliyenleri

hırpalarlar. Hangi ilim adamı bunu on­

lara öğretmeğe cesaret edebilir?»

«— Hakikati öğreteceğim diye in­

sanların başına musallat olan bahtsızlık,

dedi Parya.

«— Yoo, tabiat adamı, bu sefer ga­

liba aldanıyorsunuz, diye İngiliz aldırdı.

Bahtsızlık, felâket, insanları batıl inanç

lara sürükler. Kalbi ve zekâyı yeyip bi­

tirir. İnsanlar sefil hale geldikçe, kötü,

ahmak olur, alçalırlar.»

«— Yeteri kadar bahtsız olmadıkla-

rındandır bu, diye Parya karşılığı yapış­

tırdı. Bahtsızlık, felâket, kasıp kavuru­

cu Lahore Krallığının bir ucundaki Bem-

ber Karadağına benzer. Dağa tırmanır­

ken, önünüzde çorak kayalıklardan baş­

ka bir şey göremezsiniz, ama tepeye var­

dığınızda, başınızın üsütünde gökleri,

ayaklarınızın altında Kişmir Krallığını

görürsünüz.»

«— Benzetmeniz hem güzel, hem

doğru! diye âlim aldırdı. Herkesin bütün

ömrünce tırmanacağı bir dağ vardır, doğ-

Page 47: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 47

ru. Ey bir köşeye çekilmiş Erdemli in­

san, sizinkisi pek sarp ve dik olmalı. Ta­

nıdığım bütün insanların en üstününe

çıkmışsınız, çünkü. Demek ki, siz çok

bahtsızsınız! Ama, önce söyleyin bana,

Hindistan'da sizin kastınız niçin bu ka­

dar alçak da, Brahmanların ki bu dere­

ce şerefli? Jagrena tapınağı başrahibinin

yanından geliyorum. Bu insanın hem

kendi putundan başka bir düşüncesi

yok, hem de herkesi kendine Tanrı diye

taptırıyor.»

«— Brahmanların söylediklerine gö­

re, başlangıçta onlar Tanrı Brahma'nın

başından çıkmışlar, Paryalar da ayakla­

rından gelmişler de ondan, diye Hintli

karşılık verdi. Ayrıca şunu da ekliyorlar:

«Bir gün Brahman yolda giderken bir

Parya'dan yiyecek istemiş, Parya da in­

san eti sunmuş.» Bu gelenektenberi, on­

ların kastı şerefli, bizimki ise bütün Hin­

distan'da lanetlenmiştir. Şehirlere yak­

laşmamıza müsaade etmezler, kendisine

bir solukluk mesafeye kadar yaklaştığı­

mız her rahip bizi öldürebilir.»

«— Allah, Allah, diye İngiliz bağır­

dı, pek çılgınca, pek haksızca bir iş bu!

Page 48: Hintli Kulübesi

48 HINTLI KULÜBESI

Brahmanlar böyle saçma bir düşünceyi

Hintlilerin kafasına nasıl sokmuşlar?»

«— Küçük yaştanberi öğretip, dur­

madan tekrarlıyarak, dedi Parya.. İnsan­

lar öğrendiklerini papağan gibi birbirle­

rine tekrarlarlar.»

«— Ey talihsiz adam, dedi İngiliz.

Brahmanlarm daha doğuşta sizi içine at­

tıkları alçaklık uçurumundan nasıl etti­

niz de çıkabildiniz? Bir insanı kendi gö­

zünde aşağılatmak kadar kötü bir şey

olamaz. Biricik avunmasını elinden al­

mak olur bu. Çünkü, avunmaların en de­

ğerlisi insanın kendi içinde bulduğudur.

«— Önce kendi kendime şöyle sor­

dum. Tanrı Brahman hikâyesi doğru

mu? diye Parya aldırdı. Bu hikâyeyi an­

latanlar, kendilerinin gökten geldikleri­

ni söylemekte çıkarı olan Brahmanlar-

dır. Kutsal olduklarına inanmak istemi-

yen Paryalardan öç almak için bir Par­

yanın Tanrıyı yamyam yapmak istediği­

ni uydurmuşlardır. Bundan sonra kendi

kendime şöyle dedim: «Tutalım ki bu

doğru. Oysa, Tanrı âdildir, kast üyelerin­

den birinin işlediği suçu, kast bu suça

Page 49: Hintli Kulübesi

HINTLI K U L Ü B E S I 49

katılmadığı halde, bütün kasta yükliye-

mez. Bütün Paryalar kastının bu suça

katıldığını varsaysak bile, evlâtları bu

suçtan ötürü sorumlu tutulamazlar. Tan­

rı, çocukları, yüzlerini görmedikleri ata­

larının işledikleri hatalardan ataları he­

nüz doğmamış olan torunlarını işleye­

cekleri hatalardan ötürü cezalandıramaz.

Tutalım ki, binlerce yıl önce Tanrı ya is­

yan eden bir Paryanın cezasını, bu suça

hiç katılmadığım halde, bugün çekeyim

Tanrı'nın gazabına uğrayanın mahvolma-

yıp yaşaması, hiç olacak şey mi? Ben

Tanrının gazabına uğramış olsaydım,

diktiğim şeylerin hiç meyve vermemesi

gerekirdi. Nihayet, yine kendi kendime

şöyle dedim: Tutalım ki, ben iyiliğini

gördüğüm Tanrı'nın gazabına uğradım;

öyleyse, ona yaranmak için, onun yaptı­

ğını yapıp, kin ve nefret edeceğim kim­

selere iyilik etmek isterim.»

«— İyi ama, böyle herkes tarafın­

dan kovulunca, nasıl yaşıyabiliyorsunuz?

diye İngiliz sordu.

«— Önce kendi kendime şöyle de­

dim, dedi Hintli. Mademki herkes senin

düşmanın, öyleyse kendine sen kendin

Page 50: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI

dost ol. Uğradığın haksızlık ve felâket

bir insanın katlanamıyacağı kadar ağır

değildir. Yağmur ne kadar şiddetli ya­

ğarsa yağsın, bir kuşcağızın üstüne her

seferinde döküleni bir damladan fazla

değildir. Yiyecek aramak için ormanla­

ra, nehir kıyılarına gittim. Ama, çoğu

zaman yaban meyvalarından başka bir

şey bulamadım, vahşi hayvanlardan da

korkuyordum. Anladım ki, tabiat tek

başına bir insan için hemen hemen hiç

bir şey yapmamış, geçimimi beni kuca­

ğından fırlatıp atan bu cemiyete bağla­

mış. Bunun üzerine, Hindistan'da pek

çok rastlanan boş tarlalara gitmeğe baş­

ladım, rençberlerin devşirmelerinden ar­

ta kalmış yiyecek bir şeyler buldum.

Böyle vilâyet vilâyet geziyor, tarım ka­

lıntılarından yiyeceğimi çıkarıyordum.

Faydalı nebat tohumları bulunca, bunla­

rı yine ekiyor, şöyle diyordum: «Bana

faydası dokunmasa bile, başkalarına

faydası dokunur.» Elimden iyilik etmek

geldiğini görünce, kendimi pek fazla se­

fil bulmamağa başladım. Büyük bir ar­

zu ile istediğim bir şey vardı: O da şe­

hirlere girebilmek. Bunların surlarını,

50

Page 51: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 51

kulelerini, ufkun her yerindeki eşya yük­

lü kayıkların nehirler üstünde, kervan­

ların yollarda birbirleriyle yarışmaları­

nı, başka eyaletlerden buraları muhafaza

etmeğe gelen asker taburlarını, mutlu

olayları haber vermek ya da andlaşma

yapmak için yabancı krallıklardan gelen

elçilerin arkalarındaki kalabalık adam-

lariyle birlikte yürüyüşlerini uzaktan

hayran hayran seyre dalardım. Caddele­

rine kadar sokulup, gelip geçenlerin kal­

dırdıkları toz bulutlarını hayretle seyre­

der ve büyük şehirlerden yükselip, deniz

kıyılarına çarpıp parçalanan dalgaların

şırıltısını andıran o boğuk gürültüye

zevkle kulak verip ürperirdim. Kendi

kendime derdim ki: «Bir çok yerlerden

gelip, sanayilerini, servetlerini ve sevinç­

lerini birleştiren insan topluluğu bir şeh­

ri herhalde güzel bir yer haline getirmiş­

tir. Buraya gündüz yaklaşmama müsa­

ade etmiyorlar, ama gece içine sokulma­

ma kim karışır? Bunca düşmanı olan

ufacık sıçan karanlıktan faydalanıp ca­

nının istediği yere gider, yoksulun kulü­

besinden çıkıp kralların sarayına dalar.

Yaşamanın sefasını sürmek, tadını çıkar-

Page 52: Hintli Kulübesi

52

52 HINTLI KULÜBESI

mak için yıldızların ışığı ona yeter. Ba­

na da gün ışığının ne lüzumu var?» Del­

hi yakınlarındayken bu düşüncelere dal­

mıştım; bu düşüncelerden cesaret alarak

Lahore kapısından şehre daldım. İki ta­

rafında sıra sıra taraçalı evler, altların­

da galeri halinde sıra sıra dükkânlar bu­

lunan tenha uzun bir sokaktan geçtim.

Ara sıra kapıları sıkı sıkı kapalı kervan­

saraylara ve büyük pazarlara rastlıyor­

dum. Buralarda tam bir sessizlik vardı.

Şehrin göbeğine yaklaşırken, Gemna bo­

yunca uzanan saray ve bahçelerin bulun­

duğu zengin mahallesinden geçtim. Ma-

şelerin aydınlığında danseden genç kız­

ların şarkıları ve çalgılariyle her yer çın­

lıyordu. Bu güzel manzarayı tatlı tatlı

seyretmek için, bir bahçenin kapısı

önünde durdum, ama sefilleri kovan kö­

leler tarafından sopa ile kovalandım.

Zengin mahallesinden uzaklaşırken, dini­

min birçok tapınaklarının yanından geç­

tim. Bu tapınaklarda secdeye kapanmış

olan bir çok bahtsızlar gözyaşı döküyor­

lardı. Batıl inançların ve dehşetin hüküm

sürdüğü bu anıtları görünce koşarak

kaçtım. Daha ileride, ortalığı çınlatan

Page 53: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 53

ezan seslerini duyunca, bir caminin mi­

nareleri dibinde olduğumu anladım. Bi­

raz ötede, önünde bayrakları dalgalanan

Avrupalı tüccar mağazalarını gördüm.

Bekçiler durumdan «Haberdar!» (Kendi­

nizi kollayın) diye bağırıyorlardı. Sonra,

büyük bir binanın yanından geçtim.

İçerden zincir şıngırtılarından ve inilti­

lerden, burasının hapishane olduğunu

anladım. Biraz sonra, büyük bir hasta-

haneden acı acı yükselen çığlıklar duy­

dum, kapısından içleri cesetle dolu ara­

balar çıkıyordu. Yolda giderken, duvar

kıyılarına sinerekten kaçan hırsızlara

rastladım. Bekçiler yakalamak için ar­

kalarından koşuyordu. Konak kapıların­

da sopa yedikleri halde, yine ziyafet ar­

tığı yemekleri dilenen dilenciler, boğaz

tokluğuna önüne gelene iffetini satan ka­

dınlar gördüm. Bu sokakta epey yürü­

dükten sonra, sonunda büyük bir mey­

dana geldim, büyük Moğol'un oturduğu

kale bu meydanın ortasındaydı., Meyda­

nı Racaların ve muhafızlarının çadırları

doldurmuştu. Taburlar birbirlerinden

meşalelerle, sancaklarla ve uçlarında

Tibet ineklerinin kuyrukları bulunan

Page 54: Hintli Kulübesi

54 HINTLI KULÜBESI

uzun sırıklarla ayrılmıştı. Kalenin etra­

fı içi su dolu bir hendekle, öteye beriye

yerleştirilmiş toplarla çevrilmişti. Muha­

fızların yaktıkları ateşlerin aydınlığında

kalenin bulutlara kadar yükselen kule­

lerine, ufka kadar uzanan uzun surları­

nı seyre daldım. Kalenin içine girmek

isterdim, ama sırıklara asılı duran kır­

baçlardan gözüm korktu, vazgeçtim.

Onun için, biraz uzakta, etrafına çevre

oldukları ateşin başında dinlenmeme

müsaade eden birkaç zenci kölenin ya­

nında durdum. Buradan imparatorun

sarayını hayran hayran seyrediyordum.

Kendi kendime dedim ki: «İnsanların en

mutlusu burda oturuyor, demek! Bunca

din hep ona boyun eğilmesini vaaz edi­

yor, bunca elçi onun şerefine geliyor,

bunca eyalet variyle yoğu ile hazineleri­

ni dolduruyor, bunca kervan zevkû sa­

fası için yollara dökülüyor, bunca silâh­

lı insan sessizlik içinde onu muhafaza

ediyor, demek!»

«Ben bu derin düşüncelere daldığım

sırada, meydandan sevinç çığlıkları kop­

tu, bayraklarla süslü sekiz devenin geç­

tiğini gördüm. Öğrendim ki, bu develer

Page 55: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 55

asilerin kesilmiş başlariyle yüklüymüş.

Büyük Moğol tarafından Dekan'a vali

tayin edilen oğullarından biri başkaldır-

mış, üç yıldır kendisiyle savaşıyormuş.

İşte Büyük Mogolun generalleri Dekan'-

dan göndermişler bu kesik başları. Bi­

raz sonra, Hecin devesine bir ulak dolu

dizgin geldi. Hindistan sınırındaki bir

şehrin düştüğü haberini getirmişti. Mo­

golun komutanlarından birisi ihanet

edip, bu şehri İran kralına teslim etmiş.

Bu ulağın hemen ardından Bengale va­

lisinin gönderdiği bir başka ulak geldi.

Ticaretin gelişmesi için, imparatorca

Ganj nehri ağızlarında bir ticaret iske­

lesi kurmalarına izin verilen Avrupalı­

ların orada, bir kale yapıp, nehir üstün­

deki gidiş gelişi ele geçirdikleri haberi­

ni getirdi. Bu iki ulak geldikten biraz

sonra, bir muhafız kıtası ile başlarında­

ki subayın kaleden çıktığı görüldü. Bü­

yük Moğol subaya zengin mahallesine

gidip, düşmanla gizlice anlaşmaktan sa­

nık üç belli başlı zengini zincire vura­

rak getirmelerini emretmişti. Bir gün

önce de, vaazlarında İran Kralını öven

ve Hindistan imparatorunun şarap içti-

Page 56: Hintli Kulübesi

56 HINTLI KULÜBESI

ğinden ötürü İslâm dinine küfürde bu­

lunduğunu ulu orta söyleyen bir molla­

yı yakalattırmıştı. Nihayet, isyan eden

oğluna katıldıklarından şüphelendiği bir

karısı ile, iki muhafız subayını boğdu­

rup, Gemma'ya attırmıştı. Ben bu feci

olaylar üstünde derin derin düşünürken,

saray mutfaklarının birinden ansızın bir

ateş sütunu yükseldi, dalgalanan du­

manları gökleri kapladı, kızıl alevi ka­

lenin kulelerini, hendekleri, meydanı, ca­

milerin minarelerini aydınlatıp, ufka

kadar yayıldı. Hemen davullar zurnalar

çalınıp, korkunç gürültüleriyle herkes

imdada çağrıldı. Süvari taburları şehre

yayıldı, saraya komşu evlerin kapılarını

kırdı, herkesi yangına koşmağa zorladı.

Büyük kişilerin komşusu olmanın küçük

insanlar için ne kadar tehlikeli olduğu­

nu o zaman anladım. Büyük kişiler, yan­

ına çok yaklaşıp üstüne günlük saçanla­

rı bile yakan ateşe benzerler. Kaçıp kur­

tulmak istedim, ama meydana açılan bü­

tün caddeler tutulmuştu. Buradan çık­

mam imkânsızdı. Bereket versin, benim

bulunduğum yer saray tarafındaydı. Ha­

dım Ağalarının kadınları fillere bindi-

Page 57: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 57

rip saraydan çıkarmaları kaçmama yar­

dım etti. Çünkü, muhafızlar her yerde

insanları kırbaçlayarak zorla yangına

yardıma sürüklüyorlarsa da, filler hor­

tumları ile vurarak bunları uzaklaşma­

ğa zorluyorlardı. Hasılı, kâh berikiler,

kâh ötekiler tarafından kovalanarak bu

korkmuş kargaşalığın içinden sıyrılıp

kurtuldum. Yangının aydınlığında, dış

mahallenin öbür başına vardım. Burada,

büyük kişilerden uzak olan halk bütün

gün çalışmış, şimdi sükûn içinde dinle­

niyordu. Ancak buraya gelince, rahat bir

nefes aldım. Kendi kendime dedim ki:

«Şehir dedikleri şeyi işte gördüm! Millet­

lerin efendilerinin oturduğu yeri gör­

düm! Aman, bir çok efendilerin köleden

ne farkı var? Dinlenecekleri zaman bile

zevkû safa ile, ihtirasla, batıl inançlar­

la, açgözlülerle uğraşıyorlar! Uykuların­

da bile etrafını sarmış olan sefil ve kö­

tü insanlardan, hırsızlardan, dilenciler­

den, fahişelerden, kundakçılardan tutun

da, askerlerine, büyüklerine, rahiplerine

varıncaya kadar bir çok kimseden kor­

kuyorlar. Şehir dedikleri yer geceleyin

böyle kargaşalık içinde olduğuna göre,

Page 58: Hintli Kulübesi

58 HINTLI KULÜBESI

gündüzün kim bilir ne haldedir?»

Zevkû safa ile birlikte insanların

dertleri de artıyor. Bütün bu dertleri ba­

şına toplamış olan imparator ne kadar

acınacak bir insandır? İç savaşardan, ya­

bancı devletlerle savaşlardan, hattâ

kendisini avutan ve koruyan şeylerden,

generallerinden, muhafızlarından, mol­

lalarından, karılarından ve çocukların­

dan hep korku duymaktadır. Kalesinin

etrafını çeviren hendekler onu batıl

inançların hayaletlerinden, iyi terbiye

edilmiş filler kara tasalarından kurtara­

mazdı. Oysa, ben bunların hiç birinden

korkmuyorum. Hiç bir müstebit ne ru­

hum, ne de vücudum üstünde hükmünü

yürütebilir. Tanrı'ya vicdanımın emretti­

ği şekilde kulluk edebilirim, hiç kimse­

den korkacak bir şeyim yoktur. Elverir

ki, bir derdim, bir üzüntüm olmasın.

Gerçekte bir Parya bir imparatordan

daha bahtsızdır. Bu sözleri söylerken,

gözlerim dolu dolu oldu, diz çöküp, ken­

di dertlerime şükredip katlanabilmem

için, bana benim dertlerimden daha bü­

yüklerini gösteren Tanrıya teşekkür et­

tim.»

Page 59: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 59

«Ondan sonra, hep Delhi'nin dış ma­

hallelerinde dolaştım. Oradan yıldızların

insanların oturdukları evleri aydınlattı­

ğını, sanki gökle şehir birmiş gibi, ışık­

larının birbirine karıştığını görüyordum.

Ay bu manzarayı aydınlatınca, gündü­

zün renklerinden başka renkler görüyor­

dum. Uzaklarda, Gemmanın suları üstün­

de yansıyan hem gümüş gibi parlak, hem

de tüllere bürünmüş kuleleri, evleri, ar­

gaçları hayran hayran seyrediyordum.

Tenha ve sessiz büyük şehir benimmiş gi­

bi geliyordu bana. Oysa, insanlık benden

bir avuç pirinci esirgiyordu. Din bu de­

rece iğrenilecek hale getirmişti beni. Ya-

şıyanlar arasında dost bulamayınca, ben

de kendime ölüler arasında dost aradım.

İyilik sever akrabaların verdikleri ye­

mekleri gidip mezarlıklarda mezarların

üstünde yedim. Buralarda derin düşün­

celere dalmayı pek seviyordum. Kendi

kendime şöyle diyordum: «Burası huzur

ve sükûnun şehri. Burada kudretin, ki­

bir ve gururun zerresi yoktur. Masum­

lukla, erdem güven içindedirler. Hayat­

taki bütün korkular, hattâ ölüm korku­

su burada yok olup gitmiştir. Arabacının

Page 60: Hintli Kulübesi

60 HINTLI KULÜBESI

arabasını bir daha koşmamak üzere sa­

lıverdiği han, Paryanın dinlendiği yer

burası.»

«Böyle düşüne düşüne ölüme ısın­

dım, yeryüzünü küçümsemeğe başladım.

Her an binlerce yıldızın doğduğunu do­

ğuyu seyre dalıyordum. Bu yıldızların

kaderi ne olduğunu bilmiyordum, ama,

insanların kaderlerine bağlıydı. İnsanla­

rın görmedikleri birçok şeylerle ihtiyaç­

larını karşılayan tabiat, hiç olmazsa göz­

leri önüne serdiklerini olsun bu kadere

bağlamıştı. Bunu anlamıştım. Onun için,

ruhum yıldızlarla beraber göklere yük­

seliyordu. Şafak vaktinin pembe renkle­

rin, bunların tatlı ve ölümsüz parlaklık­

larına karıştığı zaman, göğün kapıların-

daymışım sanıyordum. Oysa, göğün ışık­

ları tapınakların tepelerinde parıldama­

ğa başlar başlamaz, bir gölge gibi orta­

dan kayboluyor, insanlardan kaçıp, tar­

lalardaki bir ağacın dibine uzanmağa,

kuşların cıvıltıları arasında uyumağa gi­

diyordum.»

«— Ey bahtsız ve duygulu insan,

dedi İngiliz, hikâyeniz bana çok dokun­

du. İnanın bana, şehirlerin çoğu ancak

Page 61: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 61

gece görülmeğe değer. Zaten, tabiatın ge­

ce güzellikleri insanı daha çok duygulan­

dırır. Memleketimin ünlü bir şairi yal­

nız bir güzellikleri yüceltmiştir. Ama,

söyleyin bana, nasıl ettiniz de, gün ışı­

ğında da kendinizi mutlu kıldınız?»

«— Gece mutluluğuna çabuk kanık­

samıştım, diye Hintli aldırdı. Tabiat,

gündüzün herkese ancak yüzünün güzel­

liklerini gösterip, geceleyin âşığına gizli

güzelliklerini açan bir kadına benzer. Oy­

sa, yalnızlığın tatlı tarafları olduğu gibi,

yoksunlukları da vardır. Bahtsız insana

yalnızlık, başka insanların ihtiraslarının

hiç yalpa yapmadan akıp gittiği sakin

bir liman gibi gelir. Oysa, hareketsizli­

ğinden hoşnut olduğu sırada, zaman onu

sürükler götürür. Hayat nehrine hiç bir

zaman demir atılamaz. Akıntıya karşı

çabalayanı da, kendini akıntıya bıraka­

nı da; akıllıyı da, akılsızı da alır götü­

rür; ikisi de, biri hayattan kâm alma­

dan, biri de hayatın tadını çıkararak,

ömrünün sonuna varır. Tabiattan daha

bilge olmak istemediğim gibi, mutlulu­

ğumu insanoğluna çizilen kanunlar dı­

şında da aramak istemedim. En çok ta

Page 62: Hintli Kulübesi

62 HINTLI KULÜBESI

sevinçlerimi, kederlerimi söyliyebilece-

ğim bir dostum olsun diye yanıp tutu­

şuyordum. Böyle birisini çok aradım,

ama her karşıma çıkanın haset ve tamah­

tan başka bir düşüncesi yoktu. Neyse,

duygulu, hatırsayar, sadık, peşin hüküm­

lere bağlanmıyan birini buldum: aslın­

da, bu benim soyumdan biri değildi, hay­

van soyundandı. Şu gördüğünüz köpek­

ti. Küçücük bir yavru iken bir sokağın

başına bırakılmıştı, açlıktan nerdeyse

ölecekti. Hali içime dokundu; aldım, bü­

yüttüm. Bana bağlandı, hiç yanımdan

ayrılmıyan bir arkadaş oldu. Bu kadarı

yetmezdi. Bana köpekten daha bahtsız,

insan cemiyetinin bütün kötülüklerini

görmüş, bu kötülüklere katlanmakta ba­

na yardım edecek ve yalnız tabiat âşık­

larını isteyip, bunları benimle paylaşa­

cak bir dost lâzımdı. İki taze fidan an­

cak birbirlerine sarılarak fırtınaya karşı

dayanabilir. Kader bana iyi bir kadın

bağışlıyarak arzularımı yerine getirdi.

Mutluluğumun kaynağını felâketlerimin

pınarında buldum.

«Bir gece Brahmanlarınm mezarlığın-

daydım. Ay aydınlığında sarı örtüsüne

Page 63: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 63

yarı bürünmüş bir Brahman kadını gör­

düm. Bana zulmedenlerin kanından bir

kadını görünce dehşetle irkildim. Ne

yaptığını görünce, acıyıp üzülerek yak­

laştım. Kendi kastının geleneğine göre,

babasının cesedi ile birlikte, geçenlerde

diri diri yakılan annesinin küllerini ör­

ten bir tümseğin üstüne yiyecek koymuş,

gölgesini çağırmak için günlük yakıyor­

du. Kendimden daha bahtsız bir insan

görünce gözlerim yaşardı. Kendi kendi­

me dedim ki: «Ne yazık! Ben alçaklık

bağları ile, sen ise şan ve şeref bağlariyle

bağlısın. Atıldığım uçurumun dibinde

ben hiç olmazsa rahat yaşıyorum, sen

ise bulunduğun uçurumun kıyısında

titremektesin. Anneni elinden alan kader,

bir gün seni de almakla, seni korkutmak­

tadır. Bir tek ömrün vardı, iki ölümle

öleceksin. Kendi ölümünle mezara gir­

mezsen, kocanın ölümü seni diri diri ora­

ya sürükliyecek.» Ben ağlıyordum, o da

ağlıyordu. Yaşlı gözlerimiz karşılaştı,

bahtsızların gözleri gibi görüşüp konuş­

tu. Kadın başını çevirdi, örtüsüne bürün­

dü, çekilip gitti. Ertesi gece yine o yere

gittim. Bu sefer annesinin mezarı üstü-

Page 64: Hintli Kulübesi

64 HINTLI KULÜBESI

ne daha fazla yiyecek koymuştu. Bu yi­

yeceklere ihtiyacım olduğunu düşünmüş­

tü. Brahmanlar, Paryalar yemesin diye,

ölü yemeklerini zehirlediklerinden ka­

dın yalnız meyva getirmişti. Onun bu in­

sanca hareketi içime dokundu. Bu kar­

deşçe sunuşuna karşı beslediğim saygı­

yı göstermek için, meyvalarını alacak

yerde, bunların yanına çiçekler koydum.

Acısına yürekten katıldığımı dile geti­

ren haşhaşlardı bunlar. Ertesi gece, say­

gımın iyi karşılandığını görüp sevindim.

Haşhaşlar sulanmış, mezarın biraz öte­

sine yine bir sepet meyva konmuştu.»

«Din ve minnet duygusu bana cesa­

ret verdi. Parya olduğum için, onu leke­

lemekten korkup konuşmayı göze alama­

dım; erkek olarak, ruhumda uyandırdı­

ğı sevgiyi ona anlatmağa kalkıştım; Hin­

distan'daki âdete göre, düşüncelerimi di­

le getirmek için çiçeklerin dilini kullan­

dım, Haşhaşların yanma Nergis çiçekle­

ri kattım. Ertesi gece, çiçeklerin su içi­

ne konduğunu gördüm. Daha sonraki ge­

ce büsbütün cesaretlendim, haşhaşların

ve Nergislerin yanına kunduracıların de­

riyi siyaha boyamakta kullandıkları bir

Page 65: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 65

Fulsapat çiçeği k o y d u m . Alçak gönüllü

ve bahtsız aşkımı aydınlatıyordu bu.

«Ertesi gün, şafak vakti mezara

koştum, ama Fulsapatın kuruduğunu

gördüm. Sulanmamıştı, çünkü. Ertesi

gece titriyerek, lâleler koydum. Kırmızı

ve ortası kara yaprakları içimi yakan

ateşi ifade ediyordu; ertesi gün, bunla­

rın da Fulsapat gibi kuruduğunu gör­

düm. Büyük bir tasa içindeydim. Yine de

öyleyken, daha ertesi günü, korku ile

karışık umutlarımın sembolü olarak, sa­

pı dikenli bir gül goncası götürdüm.

Ama, daha gün doğmadan mezara gidip

de, gül goncasının öteye atıldığını görün­

ce, büyük bir umutsuzluğa düştüm! Ak­

lımı kaybedecek gibi oldum. Ne olursa

olsun, bu kadınla konuşmağa karar ver­

dim. Ertesi akşam mezarlıkta görünür

görünmez, ayaklarına kapandım. Oysa,

gülümü sunarken, ağzımı açıp bir şey

söyliyemedim. O konuştu ve bana dedi

k i :

«— Ey bedbaht adam! Bana aşkı­

nı anlatıyorsun, ama pek yakında dün­

yadan göçüp gideceğim. Ben de annemin

yaptığını yapıp, ölen kocamla beraber

Page 66: Hintli Kulübesi

66 HINTLI KULÜBESI

yanacağım. İhtiyar bir adamdı, onunla

çocuk denecek yaşta evlendim. Haydi

güle güle çekil git ve beni unut. Üç gün

sonra, bir avuç kül olacağım.»

«Bu sözleri söyleyip içini çekti. İçi­

me acılar doldu, ona dedim ki: «Bahtsız

Brahman kızı! Cemiyetin sizi bağladığı

bağları tabiat koparıp atmış. Siz kendi­

niz de batıl inançların bağlarını koparıp

atın. Bunu benimle evlenerek ispat

edin.»

«— Nee! dedi ağlıyarak, seninle yüz

karası içinde yaşıyarak ölümden kurtu­

lacağım ha! Aman, beni seviyorsan, bı­

rak öleyim.»

«— Allah göstermesin! diye bağır­

dım. Hiç sizi felâketten kurtarayım der­

ken, kendi felâketlerimin içine sürükler

miyim? Sevgili Brahman kızı! Birlikte

ormanlara kaçalım. Kaplanlara güven­

mek, insanlara güvenmekten daha iyi!

Umutla bağlandığım Tanrı bizi yüzsütü

bırakmıyacaktır. Kaçalım. Aşk, gece, se­

nin bahtsızlığını, masumluğun, herşey

bizden yana. Bahtsız kadın, acele davra­

nalım, üstünde yakılacağın odun yığını

Page 67: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 6 7

hazırlandı bile. Ölü kocan seni çağırı­

yor!»

«O zaman, annesinin mezarına inli-

yerek baktı, sonra gözlerini göklere dik­

ti. Bir eliyle elimi tuttu, öteki eliyle gü­

lü aldı. Hemen kolundan tuttum. Yol­

lara düştük. Örtüsünü fırlatıp Ganj neh­

rine attım, akrabaları suda boğulduğu­

na inansınlar diye. Bir çok geceler nehir

kıyısı boyunca yürüdük, gündüzleri çel­

tik tarlalarında saklanıyorduk. Sonunda,

buralara, halkı eskiden savaşta yok olan

bu yerlere geldik. Bu ormanın içine girip,

şu kulübeyi yaptım, küçük bir bahçeye

öteberi diktim, yetiştirdim. Burada

büyük bir mutluluk içinde yaşıyoruz.

Karıma güneşe tapar gibi tapıyor, onu

ayı sever gibi seviyorum. Bu yalnızlık

içinde yine de yaşıyoruz. Herkesten ha­

karet görmüştük. Birbirimizi saydığımız

için, benim onu övmem, ya da onun be­

ni övmesi ikimize de halkın alkışların­

dan daha tatlı geliyor.»

Bu sözleri söylerken, hem beşikteki

çocuğuna, hem de sevinç gözyaşları dö­

ken karısına bakmıştı.

Page 68: Hintli Kulübesi

68 HINTLI KULÜBESI

Âlim de gözyaşlarını silerek, ev sa­

hibine dedi ki :

«— Doğru, insanların itibar ettikle­

ri çoğu zaman değersiz, beğenmedikleri

şeylerse çoğu zaman şerefli sayılsa yeri­

dir. Ama, Tanrı âdildir. Bu ücra köşede,

Jagrena tapınağı Brahmanlarının şan ve

şeref içinde yaşıyan başrahibinden bin

kat daha mutlusunuz. Kendisi de, kendi

kastı kaderin elinde oyuncaktır. Bunca

yüzyıldanberi memleketimizin başına

dert olan iç savaş ve yabancılarla savaş

belâları hep gelip Brahmanları bulur.

Halk oyuna hâkim olduklarından, haraç

istemek için hep onlara başvurulur. Asıl

kötüsü, hiç insanca olmıyan dinlerin ilk

kurbanları da kendileridir. Herkese yan­

lış yolu göstere göstere, hakikat, adalet,

insanlık, dindarlık anlayışını kaybedecek

kadar hataya saplanıp kalmışlardır. Va­

tandaşları bağlamak istedikleri batıl

inanç zincirleri ile bağlanmışlar, hiç de

temiz olmıyan türlü zevki safanın pisli­

ğinden arınmak için, her dakika yıkan­

mak, temizlenmek, sakınmak zorunda

kalmışlardır. Nihayet, dehşet duyarak

söylüyorum ki, vahşi akidelere uyarak,

Page 69: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 69

ninelerinin, analarının, kızkardeşlerinin,

kendi kızlarının gözleri önünde diri diri

yakıldığını görmektedirler. Tabiat ka­

nunlarını çiğniyenlerden tabiat böyle öç

alır. Siz ise, samimî, iyi, âdil, konukse­

ver, dindar olmak imkânları bağışlan­

mıştır. Alçak gönüllülüğünüz sayesinde

talihin cilvelerinden, halk oyunun belâ­

larından kurtulmuş oluyorsunuz.»

Bu konuşmadan sonra, Parya, rahat

edip dinlensin diye konuğundan müsa­

ade istedi, çocuğunu, beşiğini de alarak,

karısı ile bitişik odaya geçti.

Ertesi gün, âlim, şafak vakti, Hint

inciri ağacı dallarına yuva yapmış olan

kuşların cıvıltıları ile birlikte sabah du­

ası eden Paryanın ve karısının sesleriyle

uyandı. Kalktı ve Paryanın karısı ile bir­

likte kapıyı açıp kendisine günaydın de­

dikleri zaman, kulübede karı-kocanın ya­

tağından başka yatağı olmadığını, bunu

da ona vererek bütün geceyi uyanık ge­

çirdiklerini anlayınca canı sıkıldı.

Selâm verdikten sonra, hemen kah­

valtıyı hazırlamağa başladılar. Onlar bu

işle uğraşırken, âlim çıkıp biraz bahçede

Page 70: Hintli Kulübesi

70 HINTLI KULÜBESI

dolaştı. Kulübe gibi, bahçeyi de biribiri-

ne kemer şeklindeki dalları ile sıkı sıkı­

ya sarılmış incir ağaçları çevirmişti. Yap­

rakların üstünden yalnız küçük vadinin

kırmızılı beyazlı kayaları görünüyordu.

Buradaki küçük bir kaynağın suları ge­

lişi güzel dikilmiş bahçeyi suluyordu.

Üstleri çiçekle ya da meyva ile dolu por­

takal, Hindistan cevizi, muz ağaçları, da­

ha başka ağaçlar görülüyordu. Gövdele­

ri bile ağaç dalları ve yaprakları ile ör­

tülüydü. Hindistan biberi ağacı, Hind

hurması ağacına, fülfül dedikleri kara­

biber ise, şeker kamışına sarılmıştı. Ha­

vayı bunların güzel kokuları doldurmuş­

tu. Ağaçlar henüz karanlık içindeyse de,

tanyerinin ilk ışıkları ağaçların tepeleri­

ni aydınlatmağa başlamıştı. Nemli yap­

raklar arasına saklı Bengale kuşları ve

Sensasuleler yuvalarında sabah konseri­

ni verirken, kırmızı ve sarı yakut gibi

parlayan sinek kuşlarının uçuştukları

görülüyordu. Bu güzel ağaçlar altında

âlim her türlü bilgi ve ihtiras düşünce­

lerinden uzak olarak dolaşırken, Parya

kendisini kahvaltıya çağırdı.

«— Bahçeniz çok güzel, dedi İngi-

Page 71: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 71

liz. Pek küçük olmaktan başka b ir ku­

suru y o k . Ben sizin yerinizde olsam, çi­

menliği de katıp, bahçeyi ormana kadar

uzatırdım.»

« — Sayın efendim, dedi Parya, ye­

rimiz ne kadar küçük olursa, barınma­

mız da okadar kolay olur. Bir sinek ku­

şunun yuvasını yalnız b i r yaprakçık ör­

ter.»

Böyle konuşaraktan kulübeye girdi­

ler. Paryanın karısı b i r köşeye çekilmiş,

ç o c u ğ u n u emziriyordu. Kahvaltıyı hazır­

lamıştı. Yemeklerini sessiz sessiz yedik­

ten sonra, gitmek için davranan İngilize

Hintl i dedi ki:

« — Sayın konuğum, gece yağan

yağmurdan her yer su içinde. Yollardan

geçilecek gibi değil. Bizimle bir gün da­

ha kalın.»

« — Kalamam, dedi âlim. Yanımda

bir sürü adam var.»

« — Görüyorum ki, diye Parya aldır­

dı, Brahmanlarm diyarından biran ön­

ce ayrılıp, dinleriyle insanları birbirine

kardeş eden Hristiyan diyarına kavuş­

mak istiyorsunuz.»

Page 72: Hintli Kulübesi

72 HINTLI KULÜBESI

Âlim içini çekerek kalktı. O zaman,

Parya karısına işaret etti. O da gözlerini

yere eğip hiç bir şey söylemeden, âlime

meyva ve çiçek dolu bir sepet sundu.

Parya karısı adına konuşarak, İngilize

dedi ki :

«— Sayın efendim, yoksulluğumu­

zu bağışlayın. Konuklarımıza, Hint âde-

tince, güzel kokular sunmak isteriz, ama

ne amberimiz, ne sarısabırımız var. Çi­

çek ve meyvadan başka verilecek bir şe­

yimiz yok. Karımın kendi eliyle doldur­

duğu bu sepetçiği, umarım ki, beğenme-

mezlik etmezsiniz. Haşhaş, nergis koya­

madık ama, kokuları uzun zaman gitmi-

yen yaseminler, mugriler, bergamotlar,

birbirimizi bir daha görmesek de hatı­

rası yıllarca yüreğimizden silinmeyen

dostluğumuzun bir sembolüdür.»

Âlim, sepeti alıp, dedi ki:

«— Konukseverliğinize ne kadar

teşekkür etsem, yine az. Ne yapsam, si­

zi ne kadar beğendiğimi bir türlü anla­

tamam. Şu altın saati benim bir hediyem

olarak kabul edin. Londra'nın en ünlü

saatçisi Graham'm elinden çıkmıştır.

Yılda yalnız bir defa kurulur.»

Page 73: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 73

Parya ona şu karşılığı verdi:

«— Sayın efendim, bizim saate ih­

tiyacımız yok. Hiç bozulmadan işliyen

bir saatimiz var. O da, güneş.»

«— Saatim her saat başında çalar,

diye ekledi İngiliz.

«— Biz saatin kaç olduğunu kuşla­

rın ötüşünden anlarız,» diye Hintli kar­

şılık verdi.

«— Hiç olmazsa, şu mercan köste­

ği kabul edin, karınıza ve çocuğunuza

gerdanlık yaparsınız.»

«— Karımla çocuğum, dedi Hintli,

hiç gerdanlıksız kalmazlar. Bahçemizde

kırmızı nohut bol bol yetişiyor çünkü.»

«— Şu tabancalarımı alın öyleyse,

dedi âlim. Bu ıssız yerde kendinizi hır­

sızlara karşı korursunuz.»

«— Yoksulluğumuz öyle bir hale

geldi ki, hırsızlar semtimize uğrayamaz

diye Hintli karşılık verdi. Oysa, tabanca­

larınızın gümüşüne tamah edip surları­

mıza yaklaşmağa özenebilirler. Bizi ko­

ruyan, mükâfatını bizden esirgemiyen

Tanrı hakkı için, ne olursunuz, konukse­

verliğimize paha biçmeyin.»

«— Ama ne olursa olsun, sizde be-

Page 74: Hintli Kulübesi

7 4 HINTLI KULÜBESI

nim bir şeyim bulunsun istiyorum, dedi

İngiliz.

«— Peki öyleyse, sayın konuğum,

size bir değiş tokuşta bulunmayı teklif

ediyorum, diye aldırdı Parya. Piponuzu

bana verin, benimkini de siz kabul edin.

Piponuzla her tütün içtiğimde, Avrupalı

büyük bir bilginin bir Paryanın konuk­

severliğine değer verdiğini hatırlaya­

yım.»

Alim hemen ona kehribar ağızlıklı

piposunu verdi, Paryanın sapı bambu­

dan, lülesi pişmiş topraktan piposunu al­

dı.

Sonra, kötü bir gece geçirdikleri

için hepsi de tir tir titriyen adamlarım

çağırdı. Parya ile de kucaklaşıp helâllaş-

tıktan sonra, tahtıravanına bindi. Parya­

nın ağlamakta olan karısı kucağında ço­

cuğu ile kulübenin kapısında kaldı. Ama,

kocası âlimi dualar ederek ormanın sı­

nırına kadar geçirdi.

«— Bahtsızlara ettiğiniz iyiliklerin

Tanrı mükâfatını versin. Yolunuza canım

feda olsun. Herkes için, insanların mut­

luluğu için hakikati ariyan dost ve bil-

Page 75: Hintli Kulübesi

HINTLI KULÜBESI 75

ginler diyarı İngiltere'ye kazasız belâsız

varasınız!» diyordu.

Âlim ona şu karşılığı verdi :

«— Dünyanın hemen hemen yarısı­

nı dolaştım. Her yerde hatadan, anlaş­

mazlık ve geçimsizlikten başka birşey

görmedim. Hakikati ve mutluluğu ancak

sizin kulübenizde bulabildim.»

Bu sözlerden sonra, ikisi de gözyaş­

ları içinde birbirlerinden ayrıldılar.

Âlim ovada epey yol aldığı halde, bir

ağacın dibinde durup uzaktan kendisine

elleriyle «uğurlarda» diye işaret eden

Paryayı hâlâ görüyordu.

Âlim Kalküta'ya dönünce, oradan

Şandernagor'a geçti, burada İngiltere'ye

giden bir yelkenli gemiye bindi. Lond­

ra'ya varınca, doksan balya tutan elyaz­

malarını, türlü belgeleri Krallık Derneği

Başkanına teslim etti, o da bunları Bri­

tanya Müzesine Amerdi. Birçok âlimler ve

gazeteler hâlâ bugün bile bu belgelerin

çevirilerini, tenkitlerini yapmakta, bun­

ları övmekte, hicvetmektedirler. Âlime

gelince, Paryadan hakikat üstüne öğren-

Page 76: Hintli Kulübesi

76 HINTLI KULÜBESI

diği üç şeyi, verdiği üç karşılığı kimse­

ye söylemeyip, kendi içinde sakladı. Sık

sık piposunu içiyor, gezdiği yerlerde ne­

ler öğrendiği kendisine sorulduğu za­

man: «Hakikati temiz kalble aramalı.

Hakikat ancak tabiatla bulunur. Bulun­

ca da bunu ancak iyi kimselere söyleme­

li» diye karşılık veriyor, ardından da:

«İnsan iyi bir karısı olursa ancak mutlu

olabilir» diye ekliyordu.

Page 77: Hintli Kulübesi