haci bektaŞ paradİgmasini tanima ve tanimlama...
TRANSCRIPT
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 12 (1, 2)
EKEV AKADEMİ DERCİSİ Yıl: 7 Sayı: 16 (Yaz 2003)-------
HACI BEKTAŞ PARADİGMASINI TANIMA VE TANIMLAMA PROBLEMi ÜZERİNE
17
Cengiz GÜNDOGDU (*)
Özet
Bu çalışmada Türk kültür tarihinin en önemli oluşumlarmdan biri olan Bektaşflik ve onun kurucu kimliği Hacı Bektaş Veli'nin paradigmasım tanımlamada "heterodoksi" ve "ortodoksi" kavramlarının kullammı irdelenmiştir. Bu bağlamda söz konusu oluşumu anlamak için, ""ak-kara" ayrımına götüren söz konusu normatil kavramlarla ve kategorik yaklaşımla hareket etmek yerine, bütünde "farklılık" ları görme ve uzun dönemli ve muğlak süreçleri analitik bir yaklaşımla anlamaya çalışmanın gereğine dikkat çekilmişıir. Neıicede Bektaşflik oluşumu için "do ksi" Ler ötesi bir çerçevenin imkanı araştznimaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelime/er: Bektaşflik, Hacı Bektaş Vell, Heterodoks, Ortodoks
On the Issue of Recognition and Definition of Hacı Bektaş Paradigm
Abstract
This study discusses the usage of the concepts of "heterodoxy" and "orthodoxy" in defining the paradi gm of Bektaşilik, one of the mostsignificant formations in the Turkish cu/tura/ history, and itsfounder figure Hacı Bektaş Veli. In this context, it is emphasized that in order to understand this formation, it is necessary to see the "differences" as a who/e and to attempt at comprehending tlıe long-term and vague processes with an analytic approach, instead of setting out with normative concepts and a categorical approach leading to the distinction of "black or white". Asa result, possibilities for establishing aframework beyand "doxies" for Bektaşilik have been investigated.
Key Words: Bektaşilik, Hacı Bektaş Veli, Heterodox, Orthodox
*) Yrd. Doç. Dr. Atatürk Üniv. ilahiyat Fak. Tasavvuf Anabilim Dalı Öğr. Üyesi. (e-po~ta: [email protected] - [email protected])
\t ı
(·
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 13 (1, 1)
1 1
1
18 1 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU---EKEV A.J<.ADEMİ DERCİSİ
Giriş
Zaman tarihe kendi çözümlemesini empoze ettiğinde onu bozar. Tarih bilgisi insanların anlaşmasına ve sulh içinde
yaşamasına yardım etmezse, neye yarar. Leon E. Halkin
Bektaşilik, bir taraftan adını aldığı şahsın kimliği, diğer taraftan ortaya çıkışındaki sosyal ve siyasi amiller, bl.inyesinde taşıdığı inanç motiflerinin menşe, mahiyet ve gelişim vetireleri, bu motifterin sunum tarzı ve neticesinde oluşturduğu tesirler, tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de önemini yitirmeksizin devam eden bir tartışma konusu oluştur,ınaktadır.
Bu oluşumun ortaya çıkışından, günümüze ulaşan süreçte konumunun hala tartışılır alınası ve muğlaklığını devam ettirmesi, Bektaşiliğin diğer dini-siyasi ve tasavvufi ekallerin geleneksel dokusundan farklı olan paradigması ile bu paradigmanın, "sunuş" ve "bağlantı" çeşitliliğinden kaynaklandığı söylenebilir. Bir çok dinsel oluşumda olduğu gibi Bektaşllikte de düşünsel ve pratik anlamda, gerek kendini "sunuş", gerekse "bağlantı" çeşitliliğinden dolayı doğrusal ilerlemeden daha çok, dönemsel hareketlilik gözlenmiştir. Bu dönemsel hareketlilik de neticede paradigmanın zorunlu dönüşümüne sebep olmuştur.
Paradigmayı hangi kavramsal çerçevede kullandığımiz ve Bektaşllik açısından bu kavramsal çerçevenin kullanım imkanına dair kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse şunlar söylenebilir: Amerikalı bilim felsefecisi Thomas Ku h n 'un popüler hale getirdiği paradigma kavramı oun özgün tanımını aşmasına rağmen, en basit tanırnıyla, "belli bir zaman dilimi içinde bir grubun ya da topluluğun düşünme biçimi ve davranışlarını belirleyen bir diinya görüşü, b.ir şeye bakış tarzı, bir algı dayanağı, bir izlenceler bütünü, bir perspektif, bir model"l olarak tanımlanabifir2. Paradigmayı bu bağlarnıyla ele aldığımızda bir "Bektaşllik paradigması"ndan bahsetmek pekala mümkündür.
Kuhn 'a göre, belli bir dönem belli bir çalışma alanına egeinen olan paradigma (dünya görüşü, model) zamanla gücünü yitirir ve düşme eğilimi göstermeye başlar. Daha sonra bu paradigma yenisiyle yer değiştirir. Yani her paradigma belli bir sorunlar demetine yanıt olarak geliştirildiği için, sorunlar çözüldükçe ve o alanda varolan paradigmayla uyumsuz yeni sorun demetleri eklendikçe egemen paradigma yavaş yavaş eski etkisini yitirmeye başlar. Yeni paradigma eskisiyle yer değiştirmeye başlar3. Anlayış, bakış
1) Paradigma genel alarak bu şekilde açıklanabileceği gibi özelde de, bilirnde bilim adamının dünyaya bakışını belirleyen, ona fenomenleri açıklama imkfuu veren model, kavramsal çerçeve ya da ideal teori olarak tanımlanabilir. Terime söz konusu bu teknik anlamını vererek onu bilim felsefesine armağan eden kişi, bilim felsefecisi Thomas Kuhn olmuştur. Bkz. Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, (4. bsk), Paradigma Yay., İst. 2000, s. 737. Thomas Kuhn son dönem bilim felsefesine damgasını vuran, The Structure of Scientific Revolution, 1962' (Thomas S. Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı, (4. bsk), İngilizce'den çev.: Nilüfer Kuyaş, Alan Yayıncılık, İst. 1995) adlı yapıtında, bilimsel ilerlemenin devrimci kesintilerle, kökten kopmalarla kendisini gösteren "paradigmatik" bir yapıda olduğunu bilim tarihinden verdiği örneklerle destekleyerek tarumlamıştır. Sarp Erk Ulaş, Felsefe Sözlüğü, (Komisyon), Bilim ve Sanat Yay., Ankara 2002, s.I 124.
2) Hasan Şimşek, 2/. Yüzyılın Eşiğinde Paradigmalar Savaşı: Kaostaki Türkiye, Sistem Yayıncılık, İst. 1997, s.9.
3) Şimşek, a.g.e., s.9-10.
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 13 (1, 2)
HAGBEKTAŞPARADİGMASINITANIMA VE _______ _ TANIMLAMA PROBLEMi ÜZERİNE 19
açısı ve etkinlikler tam anlamıyla yeniden düzenlenir. Alana yeni bir anlayış hakim olmaya başlar ve süreç böylece ilerler4. Paradigmanın bu değişim dinamiği, doğuş ve ortaya çıkış, gelişim, kınlma dönüşüm veya yer değiştirme dönemlerinden oluşan bir çizgi izlers.
Bu çizgi Bektaşilik paradigması açısından ele alındığında onun yekparelikten uzaklaşan bir değişim ve başkalaşım sergilediği ortadadır. Ancak bu değişim ve başkalaşım kurucu şahsın paradigmasının tamamen değiştiği ve tükendiği anlamına gelmemektedir. Zira eski paradigmanın yerini her ne kadar yenisi alsa da eski paradigmanın tesiri bir şekilde devam etmektedir. Çalışmamızın omurgasını işte bu husus oluşturmaktadır. Sonuçta ulaşmak istediğimiz nokta, paradigmanın değişim ve dönüşümünden ziyade mevcut paradigmaya dayanan grubun ya da topluluğun düşünme biçimi ve davranışlanndaki farklılıklan nasıl okumamız ve tanımlamamız gerektiğidir.
Bu yaklaşımda karşılaştığımız başlıca problem, Bektaşiliğin doğuşuna kaynaklık eden şahsın paradigması ile tarihi süreçte ortaya çıkan başkalaşımının doğurduğu paradigmanın, oldukça muğlak bir çeşitlenme ortaya çıkarmış olrr.asıdır. Gerçekten de öğretinin teşekkülü ve kurumlaşma süreci gibi çeşitlenmeleri yekpare bir bütünlük içinde ele alarak tek başına bir Bektaşilik çerçevesi çizmemiz oldukça zordur. Öyle görünüyor ki, bu süreçlerde ·oluşan çeşitlenmeleri görmezlikten gelmek veya ihmal etmek, meseleyi çözmek değil aksine düğümlemektedir. Kanaatimize göre Bektaşilik tarihini, süreçlerde değil, 'an'larda okumak veya belli bir'an'daki durumu genele teşmil ederek yorumlamak onu anlaşılmaz kılan hususlann başında gelmektedir. Burada kastettiğimiz onu tabii sürecinden soyutlayarak ele almak değil, belki bu süreçleri tamamlayıcı olmayan yaklaşımlardan annarak anlamaya çalışmaktır.
Fuad Köprülü'nün, dediği gibi:" Anadolu'da Türk İstHasından beri asırlarca süren ve bilhassa hicri yedinci asırdan başlayarak 400 sene bütün şiddetiyle devam eden dini hareketleri layıkıyla anlayabilmek ve ilmi bir surette tahlil ve teşriha muvaffak olmak için, onlan münferİt ve müstakil hadiseler gibi değil, uzun ve mütemadi bir silsilenin birbirine merbfit halkalan şeklinde yani deymumet "continuite/devamlılık"lerini muhafaza ederek mütalaa etmelidir. "6
Bu kısa değerlendirmelerden sonra, Bektaşilik paradigmasında yaşanan dönemsel hareketliliği tanıma ve tanımlamada ortaya çıkan problemlere değinerek, bütünde "farklılık"lan görme ve uzun dönemli ve muğlak süreçleri analitik bir yaklaşımla anlamanın meseleyi çözmedeki katkılannı irdelemeye geçebiliriz.
Bektaşiliği Tanıma ve Tanımlama Problemi Tanımlayıcı ve tamamlayıcı olmayan ve Bektaşiliği 'okuma'mızı zorlaştıran husus
Iann başında -öğretiye esas teşkil eden kaynaklar yeterli olmadığı için-, "okuma" ve "yazma"lann genelde siyaset, ideoloji, mensubiyet, tarafgirlik ve hamiyetperverlik gibi tavırlann etkin olduğu sonraki dönem malzemeleri üzerine bina edilmesi gelmektedir.
4) Şimşek, a.g.e., s.J6
5) Şimşek, a.g.e., s. 19.
6) Fuad Köprülü, "Bektaşiliğiıı Menşe'Jeri", Tiirk Yurdu, İst. 1341/1925,11, 121; F.R. Hasluk. Bektaşilik Te(kik/eri, Terc. Ragıb Hulusi, Devlet Matbaası, İst. 1928 (Mukaddime, s. V-VII).
\'
/ .
. ı
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 14 (1, 1)
j',
1'
1
j ,, ı. ı:
'1.
20 1 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GONDOGDU---EKEV AJ(ADEMİ DERCİSİ
Kültür tarihimiz için de çok önemli olan ve sayılan oldukça sınırlı kalan eserlerden hareketle yapılan sonraki dönem çalışmalarında Hacı Bektaş Veli ve Bektaşililç hakkında özellikle şu iki değerlendirme öne çıkarılmıştır:
1- Hacı Bektaş Veli, Sünni bir mutasavvıftır. O, her ne kadar bir tarikat kurmuş değilse de, ismine izafe edilen tarikatın öğretilerine kaynaklık etmiştir ve bu öğretiler doğrultusunda oluşan tarikatİn kuruluş safhasında hiçbir gayr-ı Sünni renk yoktur. Tarikatte görülen Heterodoks temayüller Balım Sultanla başlamış ve giderek çoğalmıştır. Bu tesbiti Hacı Bektaş Veli'nin Makalat'ı da doğrulamaktadır.
2- Bektaşilik'te var olan gayr-ı Sünni boyut, Hacı Bektaş Veli ile başlamıştır. XII. ve XIV. yüzyılda yaşayan Hurufi, Kalenderi, Vefai, Yesevi, Babai gibi zümreler Bektaşi diye isimlendirilmiyorsa da bu meşrebi paylaşmaktaydılar. Ayrıca Makalat'ın Hacı Bektaş Veli'ye ait olduğu ilmi ölçülerle ispat edilmiş değildir.
Bu iddialardan ilkini savunanlara göre, "Hacı Bektaş, MevHina ve Yunus gibi· o çağların Sünni şeriate bağlı, ilhad ve ibahicilikten uzak olgun mutasavvıfları züınresindendir. Makalat'ı ve diğer eserlerindeki fikirlerini Horasan'ın ve bilhassa Nişabur'un şeriata bağlı fıkrl, tasavvufi, fıkh1 ve amell cereyanlarına bağlamak ve izah etmek kabil olmaktadır."7 İkinci iddiayı savunanlar ise, Hacı Bektaş'ı Heterodoks birTürkmen dervişi olarak görmekte ve Makalat'ın onun tarafından yazıldığının henüz ispatlanınadığını söylemektedirler. Hatta bu görüşe kail olanlarca bu ispat edilmiş olsa bile Makalat'a bakarak Hacı Bektaş'ın heterodoks bir türkmen babası değil, Sünni bir mutasavvıf olduğunu ileri sünnek kesinlikle ikna çdici değiJdirS.
Her iki iddianın da kuvvetli ve zayıf tarafları vardır. Daha doğrusu, bu iddiaları birbirinden ayırmak mümkün değildir. Yani Makalat'da gayr-ı Sünni bir muhtevamn bulunmayışı Hacı Bektaş Vell'yi takip edenlerde de bu anlayışın olmamasını gerektirmediği gibi, Bektaşi ismi altında anılan zümrelerin hepsi Bektaş! meşrepte olmayabilir. Bu hususta bir genelierne yapmak doğru değildir9.
Hacı Bektaş Vell ve Bektaşllik konusunda yazılan ideolojik ve siyası eksenli çalışmalar bir tarafa bu iki husus, bugün itibariyle akademik çalışmaların da hareket noktasını oluşturmaktadır. Bu ayrışma çizgisi zihin dünyamız için bir kazanç olmakla birlikte artık bir noktada buluşturulacak daha başka tarihi kaynak ve vesikalara ihtiyaç olduğu ortadadır. Aksi halde aynı çıkınazı yaşamak bu konuda çalışacak herkes için mukadder görünmektedir.
Nitekim henüz çözüme ulaşmamış bu yapı dolayısıyladır ki, Türkiye'de kendisi için -tarihsel konumundan gelen yapısı sebebiyle- hazır potansiyel bir sosyal taban olarak gördüğü heterodoks Müslümanlığıtemsil eden Alevi-Bektaş! kesimi, kendisine referans olarak Hacı Bektaş'ı göstermektedir. Diğer taraftan muhafazakar milliyetçi kesim içindeki Türk-İsHim sentezci grup Hacı Bektaş'ı şeriata en ince noktasına kadar sadık büyük bir Sünni mutasavvıf, Bektaşlliği de Hacı Bektaş öğretisinin bozulmamış bir devamı ola-
7) Bkz. M. Esad Coşan,Hacı Bektaş-ı Ve/1 Makalai, Seha Neşriyat, İst., tsz., s.XXXVIII.
8) Bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Babaf/er lsyam, 2. bsk. , Dergah Yay., İst., 1996, s. 180 ..
9) Mustafa Kara, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler, Uludağ Yay., Bursa 1993, s. 57-58.
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 14 (1, 2)
HAG BEKTAŞ PARADİGMASINI TANIMA VE TANIMLAMA PROBLEMİ ÜZERİNE -------- 21
rak görmek suretiyle bu duruma aksi doğrultuda karşılık vermektedir. Alevt-Bektaşt kesimine mensup bir takım amatör araştırmacıların geliştirdikleri bir başka aşamada da Hacı Bektaş, bazen inançlarında ve pratiklerinde Türk kültürünün İsHim öncesi unsurlarını barındırması dolayısıyla İslam'ın Türkmen yorumcusu olarak, bazen deAleviliğin inanç menşelerini oluşturan bir kişi olarak görülmektedirlO.
Alevilik-Bektaşilik meselesinin önem kazanmasına paralel olarak, ya bu konuda yazılan kitapların içinde birer bölüm halinde, veya müstakil monografiler şeklinde Hacı Bektaş Velt hakkında çok yayın yapılmıştır. Bu yayınlarda Hacı Bektaş Veli, Marksist kimlikten, eski Anadalucu kimliğe, Türkçü kimlikten halis Ebi-i Sünnetçi kimliğe, hatta Kemalist kimliğe kadar bir çok kılığa büründürülmüştür. Ele alınan eserlerin hemen hemen hepsi de bilimsel tarih perspektifinden yoksunluk, Hacı Bektaş Veli'yi anakronik bir yaklaşımla ele alma ve sınır tanımayan spekülasyonlara sapma noktasında birleşen, değişik ideolojik eğilimleri yansıtan eserler olarak kaleme alınınıştırll.
İşte söz konusu farklı bakışiann çizdiği Hacı Bektaş kimliği ile alakah olarak İsmail Kaygusuz'un değerlendirme ve tasnifı:
"Hiçbir tarihsel kişilik Hacı Bektaş Velf kadar, öz benliğine ve konumuna ters değerlendirilip, kendisine yabancılaştırılmamış ve aykırı giysiler giydirilmemiştir. Tarihe ve tarihsel olaylara bakış çarpık ve yöntemler yanlış olunca, ortaya farklı kişiliklerde Hacı Bektaşlar çıkıyor:
Nama-::_mda orucunda bir -:_ci!ıid, yani aşm ibadet diişkiinii şeriatçı Siinni Miisliiman. Ahmed Yesevf tarafindan Anadolu'da Türklüğü ve Türkçe'yi yaymak için gönderil-
miş bir şeyh.
Anadolu'yu Türkleştiren ve İslamlaştıran alp eren/erin başı, bir fetihçi. Beyler/e sultantarla uz/aşmış, Osmanlı işbirlikçisi bir tarfkat kurucusu. Dünyadan elini eteğini çekmiş, tek başına inziva deliğinde "riyazet ve ibadet/e işti
gal edip" kerametler göstermiş bir ermiş. Babaf halk ayaklanmalarmda gizlenmiş, ayaklanma bastırılınca birden ortaya çık
mış 'meczup' ve korkak bir derviş ... "12
Hakkında çok fazla tarihi bilgi bulunmayan Hacı Bektaş Veli'ye dair birbirine bu kadar zıt spekülasyon üretimine bakılırsa, Türkiye'de siyası ve ideolojik motivasyonların daha uzun yıllar tarihi gerçeklikleri geri planda bırakmaya ve Türkiye toplumunun tarih şuurunu bulandırmaya devam edeceğini üzülerek söylemek gerekmektedirl3.
Bu yaklaşımlar göstermektedir ki, Bektaşiliğin tarih! süreci, bazen lineer/çizgisel bir zihniyetle algılanmaya çalışılmış, bazen de, çok genel normatif kavramlarla tanımlanarak kategorik (istisnası bulunmayan) yaklaşımlar sergilenebilmiştir. Bektaşlliği tanımlamaya yetmeyen ve araştırmacıyı ihtimaller arasında tercih yapmadan öteye götürmeyen bu yaklaşımlar, onu muğlak kılmaktan öte, bir "esatir düğümü" haline de getirmiştir.
10) A. Yaşar Ocak, Türk Suftliğine Bakış/ar, 2. bs., İletişim Yayınlan, İst., 1996, 150-151 1 1) A. Yaşar Ocak, Baballer lsyam, 2. bsk. Dergah Yay., İst., 1996, s. 176 (69 numaralı dipnot) 12) İsmail Kaygusuz, Hünkar Hacı B ekı aş, Alev Yay., İst., 1998, s.6-7 13) Ocak,; Baballer lsyanı, s. 177 (69 numaralı dipnot).
\' l
!
_, -
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 15 (1, 1)
22 1 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GiJNDOGDU ---EKEV AKADEMİ DERCİSİ
Kanaatimize göre bu hususta yaklaşım önceliğimiz, "ak-kara" aynınma götüren normatİf kavramlar ve kategorik yaklaşımla hareket etmek yerine, bütünde "farJ4ılık"lan görme ve 'uzun dönemli' sosyolojik süreçleri ve bu süreçleriniç ilişkilerini dikkate ala~ rak14 analitik bir yaklaşımla anlamaya çalışmak olmalıdır. Zira kategorik yaklaşımda "farklılık"lar istisna görülmediğinden "bütün" için ya "ak", ya da "kara" tarzındaki betimleme/dolayımlı bilgi, bizi neticede "yanında" ve "karşısında" olma gibi bir çıkınaza itmektedir.
Aslında bu durumun yukanda aktardığımiz yaklaşımlardan oldukça uzun bir süre öncesine dayandığı da bilinmektedir.
Mesela daha önceki dönem tarih yazarlan da farklı süreçlerde ortaya çıkan çeşitlilikleri, "yanında" ve "karşısında" görme eğiliminde olduklanndan, tanımlama yaparken "yanında" görmediğinde onu "zındık", "mülhid" "eşirra" gibi normatİf kavramlarla suçlayabilmişlerdirl5 Bunu yaparken de süreçler "önce" ve "şimdi" olma bakımından yeterince irdelenmemiş, kanaatler (bazen İstina tutmalar olsa bile) genelde "kategorik" yaklaşım ve "lineer/çizgisel" perspektif üzerinde yürütülmüştür. Bu bağlamda bazen de suçlanan kesimler hakkında gerçeğin hiçte söylenildiği gibi olamadığı veyasuçlama gerekçelerine kaynak bulunamadığında bu kesimleri kendilerine yakın görme eğilimi sergilenebilmiştir.
Mesela, XIII. Yüzyılın ikinci yarısı içinde, İslam'ın Balkaniara girişine ve bunun sosyal tabanını teşkil eden bir Ttirk iskanına adı kanşan, gerçek hayatı menkabelerle, efsaııderk iır içe geçmiş bir şahsiyet olan Sarı Saltıkl6 ile alakah nakiller, bu yaklaşıma bir örnektir.
Menkabevi kaynaklar genelde San Saltık'ı bir mücahid, bir İslam gazi-velisi, mücahidere ruhaniyetiyle yardım eden meczub (ecstatic) bir derviş olarak tasvir etmektedirler17. Tarihsel yönüne değinen kaynaklardaki muhtelif ve bazen çelişkili rivayetler yüzünden, vefatından yaklaşık otuz kırk yıl sonrasından itibaren, ilgililerin San Saltık hakkındaki kanaatleri farklılaşmaya başlamış, birileri için o büyük bir Müslüman Evli ya sayılırken, bir başkalan için Hristiyan azizi olduğu yönünde görtişler geçerli olmuşturl8.
Mesela İbn Batuta onun, keşif ve keramet ehli bir Evli ya olduğu kadar, şeriata aykırı vasıfları bulunduğunun da söylendiğini yazmaktadır. Evliya Çelebi de benzer kanaatte olup, onun hayatını katiriere karşı cihada adadığından bahseder. İbn Kemal'e göre de o, büyük bir veli olup keramet ehli bir aziz idi. Fakat Sarı Saltuk hakkında en çarpıcı ve ilginç yargı, hiç şüphesiz İbn Kemal'in halefi Şeyhülislam Ebussufid Efendi'nindir. Kanuni Sultan Süleyman'ın San Saltuk'la ilgili Ebussuud'dan istediği fetva, çok kısa ve İbn Kemal'inkiyle taban tabana zıt bir niteliktedir. Bu fetvada Ebussufid Efendi, San
14) Taha Akyol, Osmanlıda ve Iran'da Mezhep ve Devlet, Milliyet Yay., İst., 1999, s.IS-19.
15) Akyol, a.g.e., s,19.
16) Sarı Saltık'la alakah geniş Bilgi için bk. Ahmet Yaşar Ocak, Sarı Saltık Popüler Islam'ın Balkanlardaki Destani Öncüsü, Türk Tarih Kurumu Yıiy., Ankara 2002.
17) Ocak, Sarı Saltık, s. 41-42.
18) Ocak, a.g.e., s. 72.
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 15 (1, 2)
HACIBEKTAŞPARADİGMASINITANIMA VE _______ _ TANIMLAMA PROBLEMİ ÜZERİNE 23
Saltuk için tek bir cümleyle, yaptığı riyazat yüzünden neredeyse "iskelet haline gelmiş bir keşiş" olduğunu söylemiştirl9. Buradan da anlaşılıyor ki, İbn Kemal Saltukname'deki Rafızilere karşı Sünni İslam'ı savunan, kafirlerle cihad edip onları İslam'a sokan, sayısız keramet gösteren koyu Sünni gazi-evliya imajına bakarak onu değerlendirmiş, halefı Ebussufid ise muhtemelen Balkanlardaki Hıristiyan azizlerinkiyle karışmış menkabelerine bakarak Sünni Müslüman kimliğiyle bağdaştıramadığı bu şahsın eninde sonunda bir "keşiş" olması lazım geldiğine karar vermiş olmalıdır20. Ebussufid onun muhtemelen, Sünni Müslüman kimliği ile bağdaştırmadığı Hıristiyan azizlerinkiyle karışmış menkabelerini, hem Müslüman hem de Hıristiyanlar arasında takdis ve hürmet görmesini çözümleyememiş olmasından dolayı böyle bir fetva vermiş olabilir.
Y. Ocak'a göre; bu menkabelerin, Kalenden ve daha sonra da Bektaşi dervişlerinin İslam propagandalarını kolaylaştırmak için münhasıran başvurdukları bir uyarlama yönteminin sonucu olarak teşekkül edip yayıldıkları kuvvetle muhtemel hatta muhakkaktır denilebilir. Bu fetvanın resmi prosedür dahilinde istenmiş ve verilmiş bir fetva olmaması da dikkat edilmesi gereken bir husustur. ihtimaldir ki, Evli ya Çelebi de saygı beslediği bu şahsiyet hakkındaki değerlendirmelerden rahatsızdır. Ve onun bir rahip olarak görülmesini iftira olarak değerlendirmekte, hatta onun hakkında " .... her kim şüphe ederse asim ve günahkar olur" demektedir2I.
Sarı Saltıkla ilgili dikkat çeken bir başka yaklaşım da onun Vilayetname-i Hacı Bektaş, Vilayetname-i Otman Baba ve Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde Hacı Bektaş'ın halifesi, ve müridi olarak takdim edilmesidir. Oysa bunlarla aşağı yukarı aynı zamanda kaleme alınmış bulunan Saltıkname'de Hacı Bektaş-San Saltık arasında bir mürşid-mürid, şeyh halife ilişkisinden bahsedilmez. Bu durum Sarı Saltık'ın Bektaşiliğin teşekkülünden sonra Bektaşi panteonuna sokulmuş bulunması ihtimalini güçlendiriyor22. Bu arada menkabelerin, Bektaşilik tarikatı teşekkül ettikten sonra yazıldığı da unutulmamalıdır. Özellikle, gerek Hacı Bektaş'ın devrinde ve aynı yörede, gerekse ondan daha önce ve farklı mekanlarda yaşamış bütün benzer şahsiyetleri ona mürid ve halife yapmak suretiyle Hacı Bektaş'ın etrafına topladıkları, bu güne kadar birçok defa tespit edilmiş bir gerçektir23.
İşte bu tanıma ve tanımlamadaki tespit ve yaklaşım eksikliği ile menkabe sarmalının sebep olduğu belirişte, hoşa giden veya gitmeyen, bir çok unsur, daha sonra "Bektaşi" ortak adı altında ifadeye konabilmiştir.
Neticede Orta Asya'dan Anadolu'ya vuku bulan derviş göçlerinin bu topraklara yığdığı ve ilk zamanlarda Selçuklu, daha sonra da Osmanlı ile çekişmeye, sürtüşmeye girmiş ne kadar aykın duruş varsa, ileriki tarihlerde bunları Bektaşi adı altında toplamak resmi bir gelenek halini almış, Bektaşi adeta günah keçisi haline getirilmiştir. 13. Yüzyıldan beri varlıklarına şahit olunan Abdallar, Torlaklar, Işıklar, Ahller, Kalenderiler ve
19) Ocak, Babailer İsyanı, s. 186-187. Fetva için bk. Tayyip Okiç, "San Saltuk'a Ait Bir Fetva", AÜ-lFD, lll (1952), ss. 48-58.
20) Ocak, Babailer lsyanı r, s. 187; a.mlf. Sarı Saltık, 72-73 21) Ocak, Sarı Saltık, 72 22) Ocak, a.g.e., s. 120-121. 23) Ocak, p.g.e., s. 89.
\'
_,
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 16 (1, 1)
,---
24 1 Yrd. Ooç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU ---EKEV AKADEMİ DERCİSİ
nihayet Tahtacılar vs. sonraki zamanlarda Bektaşi yaftası altında "istenmeyen adam" ilan edilmeye başlamıştır. Bu gelişmede, söz konusu zümrelerin zaman ve mekan kaydı tanımadan her şeyi kendilerine mal eden sakat tutumlannın da rolü olduğunu gözden ırak tutmamalıdır24.
Bu süreç özellikle Osmanlılar döneminde dinin devlet güdümüne alındığı bir "dindevlet özdeşleşmesi" çabasıyJa25 da farklı bir perspektife taşınmıştır.
Nitekim Fatih'in Şeyhülislfunlık müessesesini vezir-i azam kanalıyla kendisine bağlayıp, böylece kendi şahsında hem devletin liem de İsianun en üst temsilcisi, daha doğrusu timsali olmasıyla başlayan ve hilafetin Osmanlıya geçişiyle birlikte devletin hüviyetine yeni bir anlam katan husus, kendisini İsH'im dünyasının tabii metbuu ve hamisi olarak görmesini sağlamıştır. Bu şekilde bir taraftan merkeziyetçi yönetim sisteminin temelleri atılırken, diğer taraftan bu sistemin başında bulunan ve otoritesi tartışma kabul etmez bir sultan telakkisi, başka bir ifade ile patrimonial bir yönetim felsefesi ortaya konulmuştur26.
Osmanlı 'nın kendisini bütün İslam aleminden sorumlu gördüğü bu noktada asıl hedef "nizam-ı alemdir". Nizam-ı alem idealinin ana niteliği ise, mükemmelliğine inanılan bu sistemin "olabildiğince bozulmadan korunması", bir başka ifade ile değişmezliktir. Çünkü vanlan bu en mükemmel nokta, aynı zamanda ister istemez bir de kutsallık kazanmıştır. Bu yüzdendir ki bu nizamın ihlali, hem "mükemmel"in hem de "kutsal"ın ihlali olarak kabul edilmiştir27.
Modem "egemenlik" teorisinin ilk i;;::ıretlerini veren ve mutlakıyet teorisinin kurucusu olan Fmnsız Jean Bodin, savunduğu mutlakıyet teorisinin en başanlı örneği olarak Kanuni Süleyman'ı göstermektedir. İç savaşiann kaosundan çıkmak için, Jean Bodin'e göre;
"Dint cemaat/erin ve feodal beylik/erin üstünde, 'yasaları uygulayacak, bütün otoriteyi kendi elinde toplamış, üstün-egemenlik sahibi kralın olması zorunludur' ve bu mutlak (ya da mutlakıyetçi) Kral' m 'tanrısal hakları' vardır; Taht doğrudan doğruya Tanrı tarafindan Kral'a verildiği için, ona ne Papa müdahale edebilir ne de yerel (feodal) 'magistra'lar. .. "28
Tarih boyunca pek çok kültürdeki inanışa göre, devletlerin başındaki güç "kutsal" la ilişki içerisindedir. Devlet başkanının kutsal özelliğinin büyük bir ihtiyatla muhafazası gerekmektedir. İlkel toplumlardaki devlet başkanını müdafaa eden şiddetli tabular yük-
24) Y. Nuri Öztürk, Tarihi Boyunca Bektaşflik, Yeni Boyut, İst. 1995, s. 30-31
25) Din-Devlet özdeşleşmesinin teorik çerçevesiyle ilgili olarak bk. Ahmet Yaşar Ocak, "XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Resmi Dini İdeolojisi ve Buna Muhalefet Problemi", Isliimi Araştırmalar, cilt: 4, Sayı: 3, Temmuz 1990, s.191 vd.
26) Fahri Unan, "Osmanlı Medreselerinin ilmi Performansı ÜzerineBazı Düşünceler", Türkiye Günlüğü, Eylül-Ekim 1994, s. 51
27) Ocak, a.g.m., s.l93)
28) Akyol, Osmanlıda ve Iran'da Mezlıep ve Dev/er, s. 124. Taha Akyol'a göre Papayı dışlayan ve merkezi devlet otoritesinin "mutlak" tistünlüğtinti vurgulayan Bodin, laik otorite anlayışının habercilerinden biridir. Bizdeki laik! eşinenin de kökeninde Osmanlıda devlet otoritesinin dini otoriteden üstün tutulması vardır. Bk. a.y.
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 16 (1, 2)
HAG BEKTAŞ PARADİGMASINI TANIMA VE-------TANIMLAMA PROBLEMİ ÜZERİNE 25
sek medeniyetlerin gelişmesi esnasında da varhklannı devam ettinnişlerdir29. Filhakika, koskoca bir imparatorluğun kuruluşu nev'inden muazzam bir hadise, bizde uzun zaman, sadece padişahlann dirayet ve şecaati veya Allah' ın bu saltanatın kurucuianna karşı gösterdiği lütuf ve inayet ile izah edilmek istenmiştir30.
Sünnllikte "Halife, İmam, Emir" gibi adlarla anılan devlet başkanlığı, ya da hakimiyet ve meşruiyet sorunu itikadi bir konu değildir. İbn Haldun'un deyimiyle "maslahat" ve "icma" meselesidir. Yani kamu yaranna uygun ve halkın da benimsemiş olması sorunudur. O yüzden Osmanlı sultanı da siyaseten "mutlak" otoriteye sahiptir, ama ruhani otoriteye sahip değildir. Osmanlı, köklü bir şekilde kurumlaşması, devamlılığı ve bir siyasi (ruhani değil) meşruiyet kültürü oluştunuası bakımından İslam dünyasında benzersizdir31.
Bu nokta aynı zamanda, Osmanlı'nın kendini her türlü çeşitleome ve değişimlere ihtiyatla yaklaşma yoluna götüren bu yüzden de bazen hoşgörüsüz ve katı bir hale iten noktadır. Ancak şunu unutınamak gerekir ki, Osmanlı bu katılaşma noktasına yalnızca kendi iç gelişmesi sonucunda ulaşmamıştır. Pek çok iç ve dış dini sebepler yanında sosyo-ekonomik faktörlerin de bu oluşumda rolü olmuştur32.
Neticede bazı tarihi kronikler Osmanlının, kendi mevcudiyeti içerisinde tehlikeli gördüğü ve din-devlet özdeşliği anlayışıyla güdümü altına aldığı klasik Sünrn paradigmayı zorlayan her kıpırdanışı "zendeka" ve "ilhad" itharnlanyla karşılayıp, problemi "itikadi" bağlamda de aldığını göstermeye çalışmış, sosyo-ekonomik faktörleri göz ardı edebilmişlerdir.
Böyle bir yaklaşım da daha sonraki dönemlerde "Sünni-Gayri Sünni" ayınmını belirginleştirmiş ve bu aynmın bir uzantısı olarak Bektaşllik konusu temelde politik ayınıniann oluşturduğu "Ortodoks" ve "heterodoks" gibi ithal kavrarnlar çerçevesinde incelenıniştir.
Burada Bektaşiliğin bu iki kavramdan hangisiyle tanımlanabileceği veya bu kavramlarla tanımlamanın sağlıklı olup olmayacağı problemi üzerinde kısaca dunnak gerekmektedir.
Doksi Latince "görüş, doktrin, inanış" anlamına geliyor. Ortodoksi ile kasdedilen, camiadaki ana akımdır, büyük çoğunluğun doğru kabul ettiği, kurallan, kurumlan, kitabiyatı belirlenmiş, işlenmiş akımlardır33.
Heteredoks terimi, kabul edilmiş dini esaslara aykın olan, genel esaslara muhalif demektir. Müsteşrikler tarafından ortodoxe teriminin karşıtı olarak kullanılan heterodoxe, Batı'da Kilise tarafından kabul edilmiş ve esasları kesin hükümlerle belirlenmiş credo(resmi inanç esaslan)'nun, dışına çıkan, yani i'tizal ederek tekfır'i hak eden secte'le-
29) Joahim Vach, Din Sosyolojisi, çev. Ünver Günay, Kayseri 1990, s. 346. 30) Ömer Lütfi Barkan, "Istila Devirlerinin KolonizatörTürk Dervişleri ve Zaviyeler", Vakıflar Dergi-
si, (I 942), II, s. 279 31) TahaAkyol, a.g.e., s.ll9 32) Ocak, "XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Resmi Dini İdeolojisi ve Buna Muhalefet Problemi", s. 194. 33) Akyol, a.g.e., s. 22. (Cemal Kafadar, Between Two Worlds, The Construction ofOttoman State, sf.
74-76~dan naklen.) ı
-1
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 17 (1, 1)
' '
26 1 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GONDOGDU---EKEVAKADEMİ DERCİSİ
re, fırkalara işaret eder. Özellikle Hristiyanlık için geçerli olan bu terimlerin, olduğu gibi İslam tarih ve edebiyatma aktarılması ~e Sünnilik iÇin ortodoks, Sünnilik dışındaki fırkalar için heterodoks terimlerinin kullanılması, insanı fevkalade ciddi yanlışlıklam sevk edebilecek bir kavram kargaşası doğurmaktadır34.
Yaşar Ocak, heterodoks terimini illa sapık inançlar şeklinde yorumlamanın doğru olmadığını belirtmekte ve şunları söylemektedir:
"Doğru olan, sosyo-kültürel yapıları, İslam'ı henüz kabul ettikleri için, kitabi ve doctriner bir İslam anlayışına yeterince nüfuz etmeye -çok tabii olarak- mani teşkil ettiğindeıı, islamı ister istemez eski inançlarının doğrultusunda ve etkisinde anlamak zorunda olan, bu yüzden de kitabi İslam'dan bazı konulardafarklılaşmış bir İslam anlayışı geliştiren zümre/erin inançları olarak anlamaktır. "35 " .... bizim heterodoks İslam dediğimiz, bugün Türkiye'de Alevl-Bektaşf toplumu tarafindan temsil edilen biçilndir. "36
Ocak, bu bağlamda bütün Alevi ve Bektaşllerin heterodoks olduğunu söylemesinin yanında Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş'ı da heterodoks kavramının kapsamında değerlendirmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki Ocak, i'tizal ederek tekfir'i hak eden secte'lere, fırkalara işaret olarak kullanılan bu kavramı "ana bünye" ile pek uyuşmayan yani İslam'dan bazı konularda farklılaşmış bir İslam anlayışı geliştiren zümreler için kullanmaktadır. Ancak bazı araştırmacılar kavramın bu bağlamda da kullanılmasını uygun bulmamaktadırlar.
Mesela Ethem Ruhi Fığlalı'ya göre: "Tiirkmenlerde ve şeyhlerinde. İslam öncesi Türk din ve kültüründen bir takım izierin varlığına takılarak onlara heterodoks demek, pek haklı bir davramş olmasa gerektir; çünkü bu durum, yalnız Türkmenler için değil, İran/ı, Iraklı, Hintli, Afrika/ı hemen hemen bütün Müslüman topluluklar için söz konusu edilebilir. "37 Nitekim, "Emevflerin ve Arapların İslam'a getirdikleri yorumu esas alıp, bunlara uymayan yorumları heterodoksi saymak, "İslam'a ihanet olur". Çünkü "İslam fakfh ve kelamcılarınm ittifalana göre de tevhid, nübüvvet-mead (Allah'a peygambere ve ahiret'e iman) esaslarına inanan herkes İslam dairesindedir. Dolayısıyla bu hususlarda farklı görüşleri savunanlara ve görüşlerini tevhidi zedelemeyecek, leke/emeyecek biçimde kendi kültürlerinden gelen unsurtarla bezeyenlere, kesinlikle heterodoks damgası vurulamaz"38. Bu durumda Anadolu'ya gelen Yesevi Türkmenlerini heterodoks değil, Şaman kültürünün etkisinde kalmış Melami meşrebli samimi Müslümanlar olarak görmek tarihi vakıalara daha uygun düşmektedir39.
S. Hayri Bolay da aynı bağlamda: "Heterodoks olmanın ölçüsü nedir? Eğer denildiği gibi "gayri İslilmf" unsurlar ise namaz kılmayan, oruç tutmayan, içki içen, kumar oy-
34) Ethem Ruhi Fığlalı, Geçmişten Günümüze Halk Inançları Itibariyle Alevilik-Bektaşilik, Ankara, 1994, s. 109; S. Hayri B olay, "Günümüz Türkiye'sinde Aleviliğin ve Bektaşiliğin Başlıca Problemleri üzerine Bir Deneme", Hacı Bektaş Velt Araştırma Dergisi, Bahar 2000/13, s. 142);
35) Ocak, Türk Sufiliğine Bakış/ar, s. 54. 36) Ocak, a.g.e., 16)
37) Fığlalı, a.g.e., s. 1 10.
3ll) Fığlalı, a.g.e., s. 16-17
39) Fığlalı, a.g.e., s.ll2.
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 17 (1, 2)
HAG BEKTAŞ PARADİGMASINI TANIMA VE TANIMLAMA PROBLEMi OZERİNE -------- 27
nayan zina eden Sünnileri de Jıeterodoks saymak gerekmez mi? Yahut Allah'ın sıfatlarını inkar eden muattıla heterodoks yahut Raftzf sayılacak mıdır?"40 demektedir.
Y. Nuri Öztürk de: "Tarfkatler, büyük din caddesi içinde -ki o caddetektir- sayıları sınırianmayan çeşitli meşrep ve mizaç çizgi/eridir. Bunlar, çeşitli eğilimiere hitap ederek, lı er biri bir zevk ve üslılptan Allalı 'a çağırır. Bunların belli bir kısmını, belli hesap ve sapiantıların tutsağı olarak, lıeterodoks diye ayırmak, zararlı ilan etmek, daha baştan yanlış bir yola girmek olur. İsliimi ekol ve sekt/er, en aŞırısı da dahil, Kur'an-Sünnet etrafında oluşturulmuş yorum/ardır. O halde İslam söz konusu olduğunda, öyle kolay kolay bir lıeterodoksiden söz etmek imkiinma sahip değiliz. Bunu yapmamız için, ekol veya sektin Kur'an'a açıkça ters düştüğünü, yine açıkça göstermemiz lazımdır. Falan veya .filan kişi veya eko/ün Kur'an'a getirdiği yoruma ters düşmek bir lıeterodoksi kıstası değildir. Bu bir didişme ve çekişme sebebi de değildir. "41 demektedir.
Mustafa Kara ise şu değerlendirmelerde bulunmaktadır: "Gayri Sünnf ve heterodoks kelimelerine efradını cami ağyarını mani bir tarif getirmek zordur. Yapılacak ilk iş, bir derviş veya derviş cemaatinde görülen ve İslam' a aykırı olan bir tavır, fikir veya davranışı genelleştirerek onları Ehl-i Sünnet dışına çıkarmamaktır. Söz gelişi, bütün Kalenderiler dini sınırları tanımayan ibahiyye mensubu olsaydı, XII. yüzyılın büyük mutasavvıft Şihabeddin Suhreverdi Aviirifü'l-Maiirif adlı meşhur eserinde bu cemaati temize çıkarır mıydı? Yine XV. yüzyılın en büyük Nakşi şeyhlerinden biri olan Abdullah İlahi, "Tali b gerekdir ki Melametf-sıjat ve Kalenderi-siret ola" diyebilir miydi? Hurufilerin yakından takip edildiği bir devrin padişahı olan Fatih' in, vakıf yoluyla Kalaııderlıane kurması sadece bir "hikmet-i hükümet" miydi? Bunun yanında her tarikatte şu veya bu oranda iç bünyeye taşınmış farklı unsurlar bulunabilir. Meseleye sosyal psikoloji açısından bakıldığında Bektaşiliğin şu farkı olabilir: Özellikle XVI. yüzyıldan sonra, dini kayıtlara aldırış etmek istemeyen, ama tasavvufi hayatın atmosferinden de zevk alan insanlar kendi halet-i ruhiyelerine uygun bir çatı aradık/arında, daha çok Bektaşi tekkeZerini bulmuşlardır. Diğer taraftan, din değiştirerek İsliim'a girmiş toplulukların bütün eski inanç ve anlayışlarını bir anda silip atmalarının ne derece mümkün olabileceği zaten meydandadır. "42
Cemal Kafadar da Osmanlının kuruluş ve yükseliş dönemindeki tarikatlan ve dilli hareketleri Ortodoks ve heterodoks diye ikiye ayırmanın kolay olmadığını ve Anadolu'nun son derece renkli din! tablosunu anlatmaya yetmeyeceğini belirterek "doksi"lerin ötesinde metadoksi durumunun bulunduğunu belirterek yeni bir kavram geliştiriyor43 ki, bize göre de Bektaşilik belki bu kavram doğrultusunda ele alınıp değerlendirilebilir. Aksi halde ortaya konan çabalar, bizi anlamadan ziyade yönlendirmeye itecektir.
Zira her fıkir ve aksiyon, hele üzerinden uzun zaman geçmişse, her niyet için malzeme olmaya, en azından malzeme vermeye müsaittir44. Bektaş! adı altında ele alınan bir
40) Bolay, a.g.m., s. 143.
41) Öztürk, a.g.e., 45-46.
42) Mustafa Kara, Bursada Tarikatlar ve Tekke/er, Uludağ Yay., Bursa 1993, s. 58-59.
43) Akyol, a.g.e., s. 23.
44) Öztürk. a.g.e .• 46.
ı'
!.
-l
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 18 (1, 1)
ii
28 / Yrd. Doç. Dr. Cengiz GüNDOGDU---EKEV A,KADEMİ DERCİSİ
çok kavram, kurum ve şahıs, teknik ve terminolojik manada Bektaşilik'le doğrudan bir aliika belirtmemektediı:45. Dolaylı olarak biretkileşirnin ve benzeşmenin varlığından söz etmek ise her zaman için mümkündür. Fakat bu durum bir heterodoksi kıstası olarak değerlendirilemez.
Nitekim Hacı Bektaş Veli'nin görüş ve düşünceleri, çok yakın zamanlara kadar, On altıncı yüzyıldan sonra şekillenmiş Bektaşi edebiyatının zaman zaman rastlanan Batınİ ve Hurufi inanıştarla örülü mahsulleriyle aynı sayılmıştır46. Bektaşiliğin itikadi noktada Şii-Batınİ alakalarının olduğu bilinmektedir.ı\ncak bu hususu analitik yaklaşımla ele aldığımızda söz konusu alakayı, Bektaşi unsurların iç sebepterin itmesiyle husule gelen bir tavır.olarak da değerlendirebiliriz. Öztürk'ün de ifade ettiği gibi; "bu kı.ıcaklaşma felsefi ve inanç eseri bir kucaklaşma değil, Bektaşiliğin bağdaştıncı (sencretiq) yapısı nedeniyle ortaya çıkmış bir etkileşim" olarak da görülebilir. Diğer taraftan Türkmen unsurlann, İrani-Şii unsurlarla, mesela Şah İsmail ile birleşmeleri, onların iman bakımından Şiiliğine delil olamamaktadır. Bilakis böyle bir birlikteliğin sebebi, politik-ekonomik baskılardıı47.
Bektaşllik coğrafya açısından da farklılaşım sergilemiştir. Nitekim, Anadolu'daki Bektaşilik'le Balkanlar'daki Bektaşilik birbirinin aynı olmadığı gibi, Anadolu'daki Bektaşiler arasında da yöresel aynlıklar görülmektedir. Bu sebeple Anadolu'daki Bektaş1leri yeknesak (mono blok), tam bir bütünlük teşkil eden bir grup olarak görmek de doğru değildiı:48.
Mustafa Kara'nın da belirttiği gibi: "Bakiş apsr bira::: daha genişletilir, tasavvuf ve ıurilw.ı/ar tarihine bir bütün olarak bakılırsa, gö·rülür ki, her devrin ayrı Bektaşfller'i vardır. "49
Aynı durum sadece Bektaşllik için değil diğer oluşumlar için de söz konusudur. Mesela; Osmanlıda Osman ve Orhan Gazilecin Türkmen gelenekleriyle kanşmış Sünniliği ile, sonraki dönemlerde işlenmiş medrese kültürüyle oluşturulmuş Sünnilik aym değildirso.
Diğer taraftan Köprülü, Gölpınarlı, Ocak, gibi tarihçilecin heterodoks olarak niteledikleri Baba İlyas'la Hacı Bektaş Veli ve Şeyh Edebalİ de birbirlerinin aynı değildirler. Ama hepsinin de aynı çevreye mensup oldukları söylenir.
"XIII. ve XN. yüzyıllarm Abdal ya da Kalender dervişlerinin İslamiaşmış Şamancılığı ile günümüzde Bektaşi ya da Alevi adı verilenlerinki arasında alınmış uzun bir yol vardır. "51 diyen Melikoff, Baba İlyas 'ın büyük oğlunun adının Ömer olmasına ve Şeyh Osman adında bir halifesinin bulunmasına dikkat çekmekte, Baba İlyas'ın Sünn1lik-dışı görünmesinin, aksine bir anlam içerdiğini zira bu iki ismin SUnuilik dışı yapılanmalarda
45) Öztürk, a.g.e., 31. 46) Fığlalı, a.g.e., s. 161. 47) Öztürk, a.g.e., s. 27. 48) Bolay, a.g.m., s. 137. 49) Kara, a.g.e., s. 59. 50) Akyol, a.g.e., s. 22.
51) İrene Melikoff, Hacı Bektaş Efsaneden Gerçeğe, 2. bsk., Cumhuriyet Kitaplan, İst. 1999, s. 148.
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 18 (1, 2)
HACIBEKTAŞPARADİGMASINITANIMA VE _______ _ TANIMLAMA PROBLEMİ ÜZERİNE 29
(Şiilik) makbul olmadığının bilindiğini söylemektedir52. Buna mukabil Alevi ve Bektaşllerin çok saydıklan EbU Müslim, Şia indinde hiç de iyi bir adam değildir53.
Mevliina'nın vefatında Kalenderilerin Gülbanklar çekerek üzüntülerini göstermeleri ve cenazesinin önünde giden yedi öküzü, Ebubekir Niksaıl'nin lengerine gönderip orada fakiriere dağıtılmak ve dervişler arasında payiaşılmak üzere kurban ettirmeleri54 de bu bağlamda değerlendirilebilir. Eflaki aynca Mevlana ile iyi ilişkiler içinde olan Hayctari dervişi Hacı Mübarek-i Haydan'nin, Selçuklu veziri Tacü'd-din tarafından yaptınlan, Daru'z-Ziikinn adındaki zaviyenin şeyhliğine resmen tayin edildiğini söylüyor55.
Bazı Bektaşi Nefes'lerinde, İbn Arabi, ya da Celaleddin-i Rumi gibi mutasavvıf bilginierin metafizik tasanmlanndan esinlenmiş izierin bulunduğu56 aynca kayda değer.
Bu bağlamda dikkat çeken hususlardan biri de Yeniçeri Ocağı'nın yapısıdır. Bu Ocak şu veya bu gerekçeyle, kendisini Bektaşilikten ilham alan bir ocak olarak tanır ve tanıtır. Ama bu Ocak, tarih içinde Sünnilik'in en güçlü savunucusu olan bir devletin temel askeri kuvveti idi. Daha ilginci, Osmanlı tarihinin Şiilik ve İranilikle amansız mücadele eden padişahı olarak takdim edilen Yavuz Sultan Selim, Yeniçerilerin en çok sevip saydıklan padişahlardan birisidir. Yavuz, Şiilik adına bayrak açmış Şah İsmail'i, Yeniçerilerle mağlup etmiştir57.
Osmanlı bünyesinde ta kuruluşundan son devirlerine kadar tankatlar ve dini gruplar açısından hayli renkli bir mozaik müşahede edilmektedir. Bektaşilerin heterodoks nitelik taşıdıklanndan dolayı kovuşturulup zulme uğratıldıklan da doğru değildir. Yazılanların aksine, devlet kendi sıhhat u selameti için bu mozaiği genellikle korumadan yana tavır koymuştur. Bunun istisnalan ancak tankatiann ve dini gruplann devlete yönelik siyas! bir harekete kaynaklık etmeye başladıklan anda ortaya çıkmıştır58.
Alevi-Bektaşi geleneğinde kuvvetle benimsenen biri sıfatıyla Geyikli Baba'nın duruş ve bağlantısı bu duruma bir örnektir.
Geyikli Baba, Yunus Emre'nin Divan'ında zikrettiği birkaç isimden biridir ve iki yer-de adı geçmektedir.
Geyiklü Baba bize bir kez nazar kılaldan Hasıl oldu Yunus'a her ne ki vayesidür.59
Geyüklü'nün ol Hasan söz eyitmiş kendüden Kudret dilidür söyler kendinün söz nesidür60
52) Melikoff, a.g.e., s. 67 53) Manakıb-ı Hacı Bektaş-ı Vell "Vilayetname", Haz.: Abdulbaki Gölpınarlı, İnkiHip Kitabevi, s. 106 54) Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, MEB Yay., Ankara 1995, II, 596 55) Eflaki, a.g.e., I, 215 56) Melikoff, a.g.e., s. 24 57) Öztürk, a.g.e., s. 26. 58) İsmail Kara, Amel Defteri, Kitabevi Yay., İst. 1998, s.276 59) Mustafa Tatçı, Yunus Emre Dlvam 1/, Inceleme, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990, II, 47. 60) Tatçt, a.g.e., II, 82.
\'
'
-l
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 19 (1, 1)
~.-···
'.1
30 1 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU-. ---EKEV AKADEMİ DERCİSİ
Hilmi Ziya bu zatla ilgili olarak şu değerlendirmelerde bulunmaktadır:
"Evkafkuyudatından, Sultan Öyüğü vakfina ait cüzün bir kenarında, Orhan Gazi'nin Geyikli Baba'ya vakfetmiş olduğu emlak/e beraber hediyeleri de zikredilmiştir.Bunlar iki küp rakı ve iki küp şarap idi. Orhan Gazi, Bursa'nınfethinde kendisine büyük yardımı dokunmuş olan Geyikli Baba'yı ölünceye kadar himaye, ona karşı olan teveccühünü bir çok vesilelerle i'riie etmiştir. Divan-ı Hümayun kuyudatında, babaya ait şu satıriara mü-sadif oluyoruz: ·
Kutbü'l-Arifin Şeyh Geyikli Baba Hay'dan gelmiştir. Bir ulu geyiğe binip gelmiştir. Geyik[er kentiüye müsahher imiş. Gelip inegöl'de mekan tutmuş, merhum Sultan Orhan Pa diş ah Hazretleri Bursa 'yı fethederken Kutbü 'l-Arifin Şeyh Geyikli Baba dahi ol canipte üç yüz altmış kapılı bir kilise varmış Kızılkilise demekle meşhur imiş ol kiliseyi kendileri fethetmişler. O zaman da Hazreti Orhan Padişah Şile'de, haber vermişler ki; "Hoy'dan bir er gelip Kızılkiliseyi aldı" bunun üzerine merhum Orhan Padişah:'"Baba meyhordur" diye iki yük rakı ve iki yük şarap gönderip Baba dahi yanındaki Baba Sultan ile ... [noksanj." Vesika burada harap olmuş ve cümle nakıs kalmıştır. Sultan Orhan inegöl denilen malıalde şeyhe mekan vermişti. Şeyhe tarzkatından sorulduğu zaman: "Ben, Baba İlyas mürit/erinden ve Şeyh Ebu'I-Vefa Harezmi'nin tarikat-ı mesudiyesine müntesibim dermiş. Divan-ı Hümayun 'daki vesikanın arkasında, kendisine ait olması kuvvetle melhuz biri aruz, diğeri hece ile yazılmış olan şu iki kıta mevcuttur:
Gel gidelim Şin•fin'a Derman arayı ciinii Derman bulunmaz imiş Yarinden ayrılana
Erilmez yare bf-yiir olmayınca Cihiinın halkı ağyiir olmayınca
Hakikat iiiemine yol varılmaz Bu mülkten külli bfziir olmayınca.
Bu mısralar, bize şeyhin Horasan erenleriyle kuvvetli alakasını gösteriyor. Nasut alemin "yar" inde n fariğ olmadan, liihutun ez eli "yar" ine kavuşmak kabil olamayacağını söyleyen şeyh, bu raha ancak "dünya" mülkündenferagat ile varılabildiğini anlatıyor. Şarap ve rakı ile ülfeti, hükümdar tarafindan tasdik, hatta terviç edilen babanın, bu ziihidiine tavsiyesine ne demeli?"61
Orhan Gazi'nin Geyikli Baba'ya olan ilgisi hakkında Aşıkpaşaoğlu da şunlan nakletmektedir:
"Orhan Gazi'nin Bursa'da dervişleri tetkik ettiği sırada Durgut Alp'in onunla musahebet ettiği ve bu teftiş i duyduktan sonra Keşiş Dağı 'nda yerleşmiş hayli mübarek bir şahsın bulunduğunu haber vermiş padişah da kim olduğunu öğrenmek için adam gönderdiğinde; "Baba İlyas'ın müridi ve Şeyh Ebu/vefa tarikınden" olduğunu beyan etmiş.
61) Hilmi Ziya, "Anadolu'da Diiıi Ruhiyat Müşahedeleri", Mihrab Mecmuası, Sayı 13-14, İstanbul 1340-1924 s. 14-15.
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 19 (1, 2)
HACIBEKTAŞPARADİGMASINITANIMA VE _______ _ TANIMLAMA PROBLEMİ ÜZERİNE 31
Padişahın daveti ve karşılıklı olarak kurulan samirniyetten sonra padişah; "Derviş bu inegöl nevahisiyle senin olsun" dediğinde; "Mi/k mal Hakkındur elıline virür. Biz anun ehli deği/üz" diye karşılık vermiş. Ehli kimlerdir diye sorduklarında: "Hak Teô.la dünya milkini sizin gibi haniara ısmarladı. Malı dahi muamele ehlfne ısmarladu kim, kulları birbirleriyle mesalihin görsinler deyü. Bizlere gün yeni, nasib olan rızık dahi yeni" dedi. Orhan Gazi de "Derviş nola benim de sözümikabul itsen" deyince o da "Şu karşuda duran depecükden berü yerceğüz derviş/erin havlısı olsun" didi. Orhan Gazi bu sözü kabul etdi. Dua aldı rnekanma getti. Orhan Gazi ol dervişüün üzerine kubbe yapdu. Yamnda tekke yapıvirdi ve dahi c um' a mescidi yapdu. "62
Bu metinler dalaylı olarak bize şunlan ifade etmektedir: 1- Devlet tarikat zümrelerini kontrol altında bulundurmaktadır.
1 2- Geyikli Baba'nın Vefai meşrepte bir sOfi olması ve Baba İlyas'ın müridi olduğu-nu beyan etmesinden sonra o günkü Osmanlı yönetiminden bir tepki görmemesi önemlidir. Batı! tarikatierin peşini takip eden devletin bu tavn Vefai ve Babailer'e bakışının müspet olduğunu belgelemektedir. Bir diğer ifade ile Osmanlı, Babailer' e, Selçuklu gibi bakmamaktadır.
3- Geyikli Baba ile Orhan Gazi arasındaki diyalog, derviş-sultan, derviş-siyaset ilişkilerine ışık tutmaktadır63.
Nitekim Osmanlılar bu derviş! erin, şeyhlerin, tarikatierin önemini takdir etmekle kalmanuş, bunlara topraklar tahsis ederek tekke ve zaviyeler açmalarını da desteklemişlerdir.
Hülasa Osmanlı, Bektaşilikle de başlangıçtan beri barışık olmuş, bu tarikatı koruyup kollanuştır. Bektaşllikte de asla ciddi bir muhalefet ve başkaldın ideolojisi olmanuş, sürekli Osmanlı merkezi yönetiminin yanında yer alıp onun sağladığı imkanlardan yararlanmıştır64. Bu bağlarnın dışında az da olsa ortaya çıkan şikayetlerde yönetim müteyakkız davranmış ve yer yer onları denetienmeyi ihmal etmemiŞtir. Buna gerekçe olarak da emniyet, şeriata bağlılık ve liyakat esaslannın gözetilmesi gerekçe gösterilmiştir. Yönetim bu esaslara aykın duran kesimler hakkında kendine yakın çevrelerden olan bazı ulema ve tarihçilerin yaklaşım ve değerlendirmelerini kendine dayanak olarak almıştır.
Aşıkpaşaoğlu'nun, "Hacı Bektaşoğlu Mahmud Çelebi ki o Resul Çelebi'nin oğludur, onun müridierinden ve ilim ehlinden kimse var mıdır?" şeklinde kendisine yöneltilen bir soruya; "Vardır. Saçma sapan ve şeytani adetler bunlarda çoktur. Ve bu halk şeytanı midir, rahmanf midir, onu bilmez. "65 tarzında verdiği cevaptan, daha o dönemlerde resmi çevrelerce bu tarikat mensuplannın adetlerinin pek hoş karşıtanmadığı ve yadırgandığı anlaşılmaktadır.
Bu arada bazı tarih yazarlarının ve resmi ulemanın bu tarikatla alakah bazen menfı tutum ve değerlendirmelerinde özellikle kurucu pirin dışanda tutulmaya çalışılması dik-
62) Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Haz.: A. Nihai Ats ız, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1985, s.S0-5 1. 63) Kara, Bursada Tarikatlar ve Tekkeler, s. 38-39. 64) Ocak, Türk Sufiliğine Bakış/ar, s.20, 216. 65) Aşıkpaşaoğlu Tarihi, s. 196
\' ' (·
_,
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 20 (1, 1)
32 1 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU-. ---EKEVAKADEMİ DERCİSİ
kate değer bir husustur. Nitekim ilk dönemlerde hiç kimse Bektaşiliği İnutlak manada suçlaınamış, onun kurucusu olan zata asla dil uzatmamış, hatta ona hürmetten geri kalmamıştır. Suçlanan daima yozlaştınlan ve saptınlan sonraki devirlerin Bektaşiliği olmuştur66.
Başka bir ifade ile, hükümetin emirlerinde, fermanlarda Bektaşi tarikatının aklde ve ritinin temellerine ve Hacı Bektaş Veli'ye yönelik bir ifade olmayıp, Hacı Bektaş Vell için saygın bir dil kullanılmış; ancak Bektaşi zümresi karalanmıştıı~7.
Hacı Bektaş, XV. yüzyıla ait kaynaklardan itibaren görüldüğü üzere, Sünni zümrelerce de önde gelen Evliyildan kabul edilmiş ve büyük bir saygı ve takdise mazhar olmuştur; hıilen de öyledir. Bu yüzden Hacı Bektaş Veli Sünnilerce de daima Bektaşilikten ve Bektaşllerden ayn mütalaa edilmiştir. Bunun sebebi herhalde, XV. yüzyıla gelinceye kadar Hacı Bektaş'ın bir veli sıfatıyla halk hafızasına mal olması ve Bektaşiliğin Sünnilik dışı yapısına bakılarak böyle bir tarikatın Hacı Bektaş ile ilgisinin bulunamayacağı düşüncesi olmalıdu~8.
Bu bağlaında Şakfiiku'n-Nu'maniyye'de Hacı Bektaş için kullanılan bir ifade de oldukça dikkat çekicidir: "Hacı Bektaş keramet sahibi ve ve/ayet ehli biri idi. Zamanımızda, bazı mülhidler yalancı bir nisbet/e kendilerini ona nispet ettiler, ama o şüphesiz bunlardan beridir, uzaktır. n69
Hatta Cevdet Paşa, Tarih'inde şunlan söylüyor: "Hacı Bektaş Velf ise Gazi Orhan Hazretleri asrının meşayihinden Seyyid Mehmed Nam bir zat olup, daima hal-i istiğrakta imiş. Sunrulan una mü/llesib 15e1-·inür bir tukım derbeder mülhidler zuhur etti. Bunlar asakir-i Osmaniyye ile pirdaş olmak iddiasıyla ervah-ı habfse gibi Yeniçeri/ere hulUl ettiler ... "70.
Hüseyin Vassaf'a göre ise, "Bektaşflik neŞesiyle memleket-i İslamiye'ye yayılan erbab-ı datalin ise, Hazret-i Ahmed-i Yesevf gibi Sünniyü'l-Mezheb, Hanefiyü'l-mezheb bir zat-ı kerfmü's-sıfat ile kat'a.münasebeti yoktur. n7J
Bu kategorik yaklaşımlar yanında Bektaşilik'in bazen de lineer/çizgisel düzeyde algılanmaya çalışıldığına şahit olmaktayız. Nitekim Ahmed Rıfkı Bektaşili ği, "Allah' a giden yollar, yaratılmışlarm nefesleri sayısı kadardır hadis-i nebevfsi mucibince envar-ı Muhammediye'den ahz-u feyz eden erbab-ı tasavvujun bir tarlk-ı irfanıdır ... Bektaşflik ehl-i tasavvujun takip ettiği tarikten ayrı bir şey değildir. "72 şeklinde tanımlarken onu bu bağlaında ele almaktadır.
66) Öztürk, a.g.e., 192.
67) İlber Ortay lı, "Tarikat/er ve Tanzimat Dönemi Osmanlı Yönetimi", Osmanlı Imparatorluğunda Iktisadi ve Sosyal Değişim, Makaleler /, Turhan Kitabevi, Ankara 2000, s.346.
68) Ocak, Babailer lsyanı, s. 181.
69) Taşköpri-zade, eş-Şakiiiku'n-Nu'mfıniyyefi Ulemfıi'd-Devleti'/-Osmfıniyye, Daru'l-Kütübi'I-Arabi, Beyrut 1975, s.I6.
70) Ahmet Cevdet Paşa, Tarilı-i Cevdet, Üçdal Neşriyat, İst., 1974, XII/235.
71) Hüseyin Vassaf, Seftne-i Evliyfı, Osmanlıca'dan çev. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, Seha Neşriyat, İst., 1990, I/394.
72) B k. Ahmed Rıfkı, Bektaşi Sırrı, İst., 1325, s .lO-I 1.
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 20 (1, 2)
HACIBEKTAŞPARADİGMASINITANIMA VE ______ _ TANIMLAMA PROBLEMİ ÜZERİNE 33
Kanaatimize göre her iki yaklaşım da Bektaşiliği tanımlamaya yetecek nitelikte değildir. Aşağıda vereceğimiz örnekler Bektaşiliği ne kategorik ne de lineer bir yaklaşımla ele almanın yeterli olmadığını teyid edecek oldukça dikkat çekici bir tablodur.
Evliya Çelebi, Abdal Musa'nın Antalya Elmalı'da kurduğu tekkeyi ziyaret ettiğini , burada üç yüzden fazla dervişin oturduğunu ve bunların Ehl-i Sünnet'e bağlı kimseler olduklarını söyler73.
Fakat Süreyya Faruk!, Evliya Çelebi'nin bu naklini değerlendirirken farklı bir yaklaşımda bulunarak şunlan söylemektedir:
"On yedinci yüzyıl ortasında Evliya çelebi Anadolu'yu gezdiğinde, dinsel ihtilafın büyük oranda durolduğu bir ortarnı betimledi. Seyyahın karşılaştığı bütün Bektaşi' dervişterin kusursuz "Ehl-i Sünnet ve cemaat" olduğuna dair ifadelerine çok fazla güven atfedilmemelidir. Dervişlerin dinsel kanaatlerini sarayla iyi ilişkileri olan bir misafire güvenip açıklamış olmaları pek olası değil. Dahası, Evliya'nın mezhep farkiarına pek girmediği görülmektedir. Daha ziyade, kendisini bilinçli olarak dışarıda tutmayan her Osmanlı Müslümanını kapsayabilecek geniş bir Sünni'lik yorumunu tercih etmiş olması muhtemeldir. Farklılıkları gözetecek yumuşak bir yaklaşım, dinsel baskı ve ihtilaf ikliminde Evliya'nın hitap ettiği kitleye çok az kabul edilebilir gelirdi."74
Faruk!' nin bu değerlendirmelerini Evliya Çelebi ile aynı dönemde yaşamış Halvetiy~ ye Tarikatı şeyhlerinden Muhammed Nazml'nin Bektaşllerle ilgili kaydettiği ifadeleri~· birlikte mütalaa edelim:
Bu eserde Nazrni''nin anlatlığına göre Abdulahad Nun'nin halifelerinden Zakir ~ man'ın kardeşi Derviş Ömer, Bektaşi'dir. Bu iki kardeşin arasında tarlkatlilalakalı tartışmalar olmaktadır. Bu kabilden olarak Zakir Osman kardeşi Ömer' e "siz Şeriattan habersiz, tarikattan üzerinde eser olmayan, insan suretinde gözükür, namazsız, oruçsuz, mezhebsiz, mülhid ve zındıksınız. Yiyip içip sığırlar gibi uyursunuz. Katlİniz vaciptir'' demiş, O gece rüyasında Hacı Bektaş'ın "bir daha benim dervişlerimi rencide etme" ikazıyla karşılaşmıştır. Zakir Osman durumu Abdulahad Nun'ye anlattığında şeyhi kendisini bu şekilde davranmaması doğrultusunda ikaz etmiştir.
Muhammed Nazrni' yukarıdaki meseleyi anlattıktan sonra, Bektaşi'lerden dört kişiyi tanıdığını, bunların; alıkam-ı şeriat ile amil, tarikat adalıında kamil olduklarını bunlardan Derviş Mahmud isimli olanın beş vakit namazı camide kılmaya dikkat ettiğini, "hacdan sonra Resuluilah civarında bu cesedi defnetmezsem dervişlik bana haram olsun" dediğini ve gerçekten de bu dileğinin tahakkuk ettiğini naklediyor75.
İslam, sorumluluğun sujesi ve nüvesi olarak ferdi esas alır. O halde kurtulmuş ve cehenneme gidecek grup, durumları Allah katında belirlenecek kişilerdir. Yeryüzü planın-
73) Bk. Evliya Çelebi, Seyahatniime, nşr. Zuhuri Danışman, Zuhuri Danışman Yay., İstanbul 1969-1971, IX, 273-275
74) Süreyya Faruki, "Bunalım,Uzlaşma ve Uzun Süreli Var Oluş: Bektaşi Ocağı ve Osmanlı Devleti (Onaltıncı ve Onyedinci Yüzyıllar)", çev. Cemal Çakır, Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Yaz 2001/18, s.142.
75) Muhammed Nazmi, Hediyyetü'l-lhvan, (İnceleme ve Edisyon Kritikli Metin), haz.: Osman Türer, (Doktora Tezi İkinci Kısım) Ank. 1982, s. 290. ,. -
D01777c7s16y2003.pdf 24.02.2010 14:17:33 Page 21 (1, 1)
-:'
34 1 Yrd. Doç. Dr. Cengiz GÜNDOGDU ---EKEVAKADEMİ DERGİBİ
da ve sosyo-politik bir tabloda yer alan bir topluluğun toptan kurtulmuş veya cehennemlik olmas.ı söz konusu değildir76.
Tarihi kroniklerde yer yer karşımıza çıkmakta olan bu iç içe tablo, söz konusu oluşumu "doksi"ler bağlamında tanıma ve tanımlamanın ne kadar zor olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Sonuç
Tarihin bir döneminde karşılıklı propagahdalarla zihinlerde oluşturulmuş Ortodoks ve heterodoks kavramlarıyla tarihin bütün dönemlerini izah edemeyeceğimiz gibi belli bir kesim üzerinde gözüken problemleri de bütüne teşmil edemeyiz.
Zira tarihi süreçler ve sosyal hadiseler zihnimizdeki kategoriler kadar net, berrak, aynşmış ve lineer d~ğildir77. Paul-Jean Franceschini'nin de dediği gibi;
"Sosyal ve din! olgulan yargılamadan önce tanımalı; suçlamadan önce anlanialıyız. Diyalogu, bir aşk söyleşisi ve aceleye gelmiş bir evliliği ömür boyu sürecek bir beraberIikle kanştırmamalıyız. Bu başka bir evrendir. Bu, aynntılı bir gökkuşağıdır ve fanatizm yağmurlan geçtikten sonra açılacaktır. "78
Köprülü de aynı bağlamda şunlan söylemektedir:
"Tarihin siyasi menfaatler uğruna, yahut marazi ideolojileri müdafaa maksadıyla bir yalancı şahit gibi kullanılması acı ve faydasızdır. Her şeyden evvel ilmi bir hakikatİn hizmetkan olması gerektiğini unutmadan tarihi hakikati araştırmak gerekir."79
Osmanlı devletinde sosyal anlamda zaman zaman vahim sorunlar yaşanmıştır, ama kültürel zenginlik ve halk arasındaki banşçı ilişkiler daima sürmüştür. Bütün bu sebeplerle, tarihimizin de, tıpkı toplumumuz gibi, hem çoğulculuğu vardır, hem de bütünlüğü vardır80. Bu açıdan yaklaştığımızda görülmektedir ki, Bektaş! kültürü ile genel Türk-İsHim kültür ve tarihi "çoklukta birlik" şeklinde, bir bütünün (aynlmaz) parçalandır81.
Kanaatimize göre Bektaşilik "duruş"undaki çoğulluğun dinsellik yanında sosyo-ekonomik ve siyasi boyutu da dikkat çekicidir ve bu boyut değerlendirme kapsamı dışında tutulmamalı, her iki bağlarnın da ortaya koyduğu tablo ortak kültürü gölgeleyecek ve dışlanacak bir aynlık olarak görülmemeli, özellikle de bir heterodox ve Ortodoks kıstası olarak değerlendirilmemelidir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Bektaşilik ana bünyeden uzaklaşmış olsa da hala Hacı Bektaş paradigmasına sahip çıkanların varlığı ve ana bünyeye yakın oluşları, "doksi ötesi duruş" ve biçimienişin dün olduğu gibi bu gün de yaşatılmaya çalışıldığını göstermektedir.
76) Öztürk, a.g.e., s. 22.
77) Akyol, a.g.e., 23.
78) Akyol, a.g.e., s.I7.
79) W. Barthold, Islam Medeniyeri Tarihi, (Fuad Köprüili tarafından yazılan "Başlangıç"), DİB Yay., Ankara 1984, s. XXII-XXIV.
80) Akyol, a.g.e., 18.
81) Akyol, a.g.e., 24.