gİrİŞ - acikarsiv.ankara.edu.tracikarsiv.ankara.edu.tr/browse/1296/1897.pdf · cerîr, milletler...
TRANSCRIPT
1
GİRİŞ
A- ARAŞTIRMANIN AMACI VE ÖNEMİ
Hz. Peygamber devrinde Medine’de yaşayan ve kaynaklarda “münâfıkların
reisi” olarak nitelenen Abdullah b. Übey b. Selûl (öl: 9/631)’ün tüm yönleriyle hayatı
ve kişiliği ortaya konması ve Hz. Peygamber’le ilişkileri incelenmesi tezimizin temel
konusu olacaktır.
Hz. Peygamber, Medine’ye hicretinin ardından her geçen gün daha da
güçlendi. Müslümanlar’ın sayısının artması ile İslâm’ı batınen kabul etmeyen ama
zahiren Müslüman olduklarını bildiren bir grup ortaya çıktı. Bunlara İslâmî
literatürde “Münâfık” denilmiştir. Abdullah b. Übey b. Selûl, kaynaklarda
münâfıkların lideri olarak anılmaktadır. Tezimizde, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün
Hz. Peygamber’le ilişkileri ve bu ilişkilerin arka planının ortaya konması öncelikle
amaçlanmaktadır. Bu kişiyi tam olarak anlayıp onun yaptıklarını değerlendirebilmek
için hayatının muhtelif zamanlarına vakıf olmanın lüzumu açıktır. Bu sebeple
tezimizde Abdullah b. Übey b. Selûl’ün ailesi, çocukluk ve gençlik yılları da ele
alınacaktır.
Abdullah b. Übey b. Selûl, gerçekten münâfıkların lideri midir, yoksa tarihsel
süreç içinde oluşturulmuş bir kişilik midir? Bunu tespit edebilmek ancak temel
kaynaklara müracaat etmekle mümkün olacaktır. Temel kaynaklar ışığında Hz.
Peygamber’in Medine dönemi ve Abdullah b. Übey b. Selûl’le ilişkileri yeniden
gözden geçirilmesi gerekmektedir.
2
Hz. Peygamber Medine’de oluşturmaya çalıştığı düzeni bozan Yahudiler’i
şehirden çıkarmıştır. Abdullah b. Übey b. Selûl ise Yahudiler’in Medine’den
çıkarılışında Hz. Peygamber’e muhalif davranarak bazen onların suçlarının
affedilmesi için çalışırken bazen de Yahudiler’in Müslümanlar’a karşı direnmesine
sebep olmuştur. Abdullah b. Übey b. Selûl, Hayber Yahudileri’ne Hz. Peygamber’in
savaş hazırlığı yaptığını haber verdi. Bu durum Hz. Peygamber’i zor durumda
bıraktı.
Mekke müşrikleri, Hz. Peygamber’i Medine’den çıkarıp kendilerine teslim
etmek için Abdullah b. Übey b. Selûl’e haber gönderdi. Mekkeliler, Abdullah b.
Übey b. Selûl’ü Medine’deki Araplar’ın lideri olarak görüyordu. Hz. Peygamber bu
liderliğe gölge düşürdüğü için Abdullah b. Übey b. Selûl ile Mekke müşriklerinin
ortak düşmanı idi. Mekkeliler, Abdullah b. Übey b. Selûl’e Hz. Peygamber’i
Medine’den çıkarması için telkinlerde bulundu. Bundan dolayı Abdullah b. Übey b.
Selûl de Hz. Peygamber’in Medine’ye gelişini hoş karşılamadı.
Diğer taraftan, Abdullah b. Übey b. Selûl, Bedir savaşından sonra Müslüman
olmasına rağmen birçok defa Hz. Peygamber’i ve Müslümanlar’ı zor durumda
bırakmıştır. Uhud savaşında üç yüz kişiyle ordudan ayrılması, İfk hadisesinde Hz.
Âişe’ye iftira atmada öncülük etmesi, Müreysî suyu başında Müslümanlar’ı birbirine
düşürecek sözler sarf etmesi Muhacirler’e karşı ithamda bulunması en bariz
örneklerdir.
Hz. Peygamber’in yanı başında böyle bir şahsiyetin bulunması, Medine
döneminin ortaya konulmasında Abdullah b. Übey b. Selûl’ün durumunun tespiti
önem arz etmektedir. Bu şahsiyetin amaçlarının ne olduğu araştırılmalıdır. Onun
3
konumunun daha iyi bilinmesi için hayatının teferruatıyla açıklanmasında fayda
görülmektedir.
B- ARAŞTIRMANIN METODU VE KAYNAKLARI
Araştırmamızda tarihî bir şahsiyet ele alınacaktır. Tezimiz temel kaynaklara
dayandırılarak analitik yöntem kullanılacaktır. Bazen de karşılaştırmalara yer
verilecektir.
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün hicretten önceki hayatı hakkında bulgularımız
temel kaynaklara dayandırılacaktır. Onun hicretten sonraki hayatı, müdahil olduğu
olaylarla ortaya konulmaya çalışılacaktır. Dolayısıyla hicretten sonraki dokuz yıllık
hayatı, olaylar karşısında sergilediği tavırlardan ve Hz. Peygamber’in kendisiyle
ilgili uygulamalarından ortaya konulması amaçlanmaktadır. Kendisini Medine’deki
Araplar’ın lideri olarak görmesinden dolayı sergilediği tavırları değerlendirilecektir.
Abdullah b. Übey b. Selûl ile ilgili en önemli kaynaklar siyer, tarih ve tabakât
kitaplarıdır. Bu kaynaklar, araştırmamızın siyasî ve taraflı yorumlardan uzak bir
şekilde ortaya konulması için önemlidir. Dolayısıyla tezimiz temel kaynaklara
dayandırılarak hazırlanmaya çalışılacaktır. Bunun için, İbn İshak (öl.151/768)’ın
Sîre’sinden,1 Vakıdî (öl.207/823)’nin Kitabu’l-Meğâzî’sinden,2 İbn Hişam
1 İbn İshak, Muhammed, Sîre, Tah. Muhammed Hamidullah, Trc. Sezai Özel, Akabe Yayınları,
İstanbul 1988.
2 Vakıdî, Muhammed b. Ömer, Kitabu’l-Meğâzî, Tah. Marsden Jones, I-III, Beyrut 1984.
4
(öl.218/833)’ın Sîret’inden,3 İbn Sa’d (öl.230/844)’ın Kitabu’t-Tabakâti’l-
Kebîr’indan,4 Belâzurî (öl.279/892)’nin Fütûhu’l-Büldân5 ve Ensâbü’l-Eşrâf’ından,6
Ya’kûbî (öl.294/897)’nin Tarihu’l-Ya’kûbî’sinden,7 Taberî (öl.310/922)’nin Milletler
ve Hükümdarlar Tarihi8 ve Tarih-i Taberî Tercemesi’nden,9 İbnü’l-Esîr
(öl.630/1232)’in el-Kâmil Fî’t-Tarih’inden,10 İbn Seyyidinnâs (öl.734/1334)’ın
Uyûnü’l-Eser fî Fünûnî’l-Meğâzî ve’s-Siyer’inden,11 İbn Kayyim el-Cevziyye
3 İbn Hişam, Ebû Muhammed Abdü’l-Melik (öl. 218/833), Sîret-i İbn Hişam Tercemesi (İslâm
Tarihi), Trc. Hasan Ege, I-IV, Kahraman Yayınları, İstanbul 1985.
4 İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed, Kitabu’t-Tabakâti’l-Kebîr, I-VII, Beyrut 1908.
5 Belâzurî, Ahmed b. Yahya b. Câbir, Fütûhu’l-Büldân, Trc. Mustafa Fayda, K.T.B. Yayınları. Ankara
1987.
6 Belâzurî, Ahmed b. Yahya b. Câbir, Ensâbü’l-Eşrâf, I-XIII, Thk. Muhammed Hamidullah, İstanbul
1996.
7 Ya’kûbî, Ahmed b. Ebû Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (İbn Vâzıh), Târihu’l-Ya’kûbî, I-III, Beyrut 1358.
8 Taberî, Ebû Câfer b. Muhammed b. Cerîr, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Trc. Zâkir Kadirî
Ugan/Ahmet Temid, I-VI, MEB Yayınları, İstanbul 1992.
9 Taberî, Ebû Câfer b. Muhammed b. Cerîr, Tarih-i Taberî Tercemesi, I-IV, Can Kitabevi, Konya
1992.
10 İbnü’l-Esîr, İzzüddin Ebû’l-Hasen Ali b. Ebû’l-Kerem Muhammed b. Muhammed b. Abdilkerim b.
Abdülvâhid eş-Şeybânî, el-Kâmil Fî’t-Tarih Tercemesi (İslâm Tarihi), Trc. Beşir Eryarsoy ve
Arkadaşları, I-XII, Bahar Yayınları, İstanbul 1985.
11 İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûnî’l-Meğâzî ve’s-Siyer, Thk. Muhammed el-İd el-Hatrâvî ve
Arkadaşları, I-II, Beyrut 1992.
5
(öl.751/1350)’nin Zâdü’l-Meâd’ından,12 İbn Kesîr (öl.774/1372)’in el-Bidâye ve’n-
Nihâye’sinden13 istifade edilecektir.
Abdullah b. Übey b. Selûl’le alakalı âyetler bulunduğu için Kur’ân-ı Kerîm ve
tefsîr kitaplarından faydalanılacaktır. Çalışmamızın konusu ile ilgili nazil olduğu
rivayet edilen âyetlerin anlaşılması ve iniş sebeplerinin bilinmesi için muhtelif
tefsîrlere başvurulacaktır. Başta konuları tafsilatlı bir şekilde ele alan Taberî
(öl.310/922)’nin el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur’ân’ınden,14 tefsîri adeta bir tarih
kitabı olan Râzî (öl.606/1209)’nin Mefâtîhu’l-Ğâyb’ından,15 eserinde konumuzla
ilgili geniş açıklamalara rastladığımız İbn Kesîr (öl.774/1372)’in Hadislerle Kur'ân-ı
Kerîm Tefsîri’nden istifade edilecektir.16 Çağdaş tefsircilerin ilgili âyetleri
yorumlamalarına da bakmak için Elmalılı (öl.1362/1942)’nın Hak Dini Kur’ân
Dili’nden,17 Muhammed Esed (öl.1412/1992)’in Kur’ân Mesajı Meal-Tefsîr’inden18
ve Süleyman Ateş’in Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri’nden19 faydalanılacaktır.
12 İbn Kayyim, el-Cevziyye, Zâdü’l-Meâd (Rahmet Peygamberi ve Devleti), Trc. Muzaffer Can, I-VI,
Cantaş Yayınları, İstanbul 1989.
13 İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İsmâil b. Ömer, el-Bidâye ve’n-Nihâye (Büyük İslâm Tarihi), Trc. Mehmet
Keskin, I-XIV, İstanbul 1994.
14 Taberî, Ebû Câfer b. Muhammed b. Cerîr, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur’ân, I-IX, Trc. Hasan
Karakaya/Kerim Aytekin, Hisar Yayınları, İstanbul 1996.
15 Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer, Mefâtîhu’l-Ğayb (Tefsîr-i Kebîr), Trc. Suat Yıldırım ve
arkadaşları, I-XXIII, Akçağ Yayınları, Ankara 1988.
16 İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İsmâil b. Ömer, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, Trc. Bekir
Karlıga/Bedrettin Çetiner, I-XV, İstanbul 1988.
17 Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, I-X, Azim Yayınları, İstanbul 1992.
6
Konumuzla ilgili rivayet edilen hadisler de bizim için önemlidir. Tezimizin
doğru bir şekilde ortaya konulması için temel hadis kaynaklarına başvurulacaktır.
Daha detaylı rivayetleri eserinde bulundurması ve erken dönem kaynaklarından
olması dolayısıyla Ahmed b. Hanbel (öl.241/855)’in el-Musned’inden,20 Buhârî
(öl.256/870)’nin el-Camiu’s-Sahîh’inden,21 Muslim (öl.261/875)’in Sahih-i
Muslim’inden,22 Ebû Davud (öl.275/888)’un Sunenu Ebû Davud’undan,23 Tirmizî
(öl.279/892)’nin Sünenu Tirmizî’sinden,24 ve Tahâvî’nin Şerhu Muşkili’l-
Âsâr’ından25 yararlanılacaktır.
Çağımızda konumuzla ilgili farklı yorumlarda bulunan eserlere de günümüzde
meselemize nasıl bakıldığının ortaya konulması için yer verilecektir. Bize farklı
bakış açıları kazandıran Muhammed Hamidullah’ın İslâm Peygamberi’nden,26
eserinde tüm rivayetlere yer veren, her konuyu teferruatıyla ele alan Mustafa Asım
18 Esed, Muhammed, Kur’ân Mesajı Meal- Tefsîr, Trc. Cahit Koytak/Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları,
Ankara 1999.
19 Ateş, Süleyman, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, I-VI, Yeni Ufuklar Neşriyat, 1988.
20 Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed, el-Musned, I-VI, Mısır 1313.
21 Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahîh, I-XI, Bulak 1311.
22 Muslim, İbnû’l-Haccâc Ebû’l-Hüseyin, Sahih-i Muslim ve Tercemesi, Trc. Mehmed Sofuoğlu, I-
VIII, İstanbul 1970.
23 Ebû Davud, Süleyman İbnü’l-Eş’as es-Sicistanî, Sunenu Ebû Davud, I-IV, Kahire 1950.
24 Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre, Sünenu Tirmizî Tercemesi, Trc. Osman
Mollamehmetoğlu, I-VI, İstanbul 1975.
25 Tahâvî, Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selame, Şerhu Muşkili’l-Âsâr, Tah. Şuayb el-Arnavut,
I-XVI, Beyrut 1987.
26 Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi (Hayatı ve Faaliyetleri), Trc. Salih Tuğ, I-II, İrfan
Yayınları, İstanbul 1980.
7
Köksal’ın İslâm Tarihi’nden,27 Şiblî’nin Büyük İslâm Tarihi (Asr-ı Saâdet)’inden28
ve Ahmet Sezikli’nin Hz. Peygamber Devrinde Nifak Hareketleri’nden29
faydalanılacaktır.
C- ARAŞTIRMAMIZIN KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ
Tezimizde “münâfıkların lideri” olarak tavsif edilen bir tarihsel şahsiyeti ele
alacağımızdan, doğal olarak bazı teknik kavramların izahı önem arz etmektedir.
Bunları nifak, münâfık, müşrik, kâfir şeklinde sıralayabiliriz.
Nifak: ‘n-f-k’ kök harflerine sahip olan “Nifak” kelimesi mufaâle babından
mastardır.30 Olduğundan farklı görünmek, içindekini dışa yansıtmamaktır.31 İtikadî
ikiyüzlülüğe nifak denir.32 Arabozuculuk olarak da kullanılır.33
Tarla farelerinin tedbir olarak açtığı, icap ettiğinde oradan çıkıp kaçtığı ikinci
deliğe yine bu kökten nâfikâ denir. Bulh, bu kelimenin Arapça’ya Habeşçe’den
27 Köksal, Mustafa Asım, İslâm Tarihi (Medine Dönemi), I-XI, Şamil Yayınları, İstanbul 1980.
28 Şiblî, Mevlana, Büyük İslâm Tarihi (Asr-ı Saâdet), Trc. Ömer Rıza Doğrul, I-V, Eser Yayınları,
İstanbul 1978.
29 Sezikli, Ahmet, Hz. Peygamber Devrinde Nifak Hareketleri, TDV Yayınları, Ankara 1994.
30 İbn Manzûr, Ebû’l-Fadl Cemalüddin Muhammed, Lisanu’l-Arab, X, 358; Sarı, Mevlüt, Arapça-
Türkçe Lûgat, 1544.
31 Sarı, Arapça-Türkçe Lûgat, 1544.
32 Zebidî, Zeynüddin Ahmed b. Ahmed, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı (Tecrîd-i Sahîh Tercemesi), Trc. A.
Nâim Babanzâde/Kâmil Miras, XI, 205.
33 Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügât, 833.
8
geçtiğini, “râfizî” anlamını taşıyan “münâfek” den veya “ayrılmak, kararsız ve
mütereddit olmak” anlamını içeren “nâfeka”dan alındığını, Kur'ân’da da daha çok bu
manada kullanıldığını iddia etmektedir.34 Sezikli, nifakı itikâdî ve amelî olmak üzere
ikiye ayırmaktadır. İtikâdî nifak, dünyada iken Müslüman muamelesi görüp ahirette
inançsızlığı ortaya çıkınca kâfirlerden daha kötü muameleye tabi tutulmasına sebep
olacak olan nifak halidir. Amelî nifak ise, inançlarında nifakın söz konusu olmadığı
Müslüman kişilerin durumu olup, ahlakî nifaktır.35 Arap tavşanının, beklenmeyen
durumlarda yuvasından çıkmak için açtığı gizli çıkış yerine verilen “nâfikâ”dan
türeyen nifak, İslâm’a bir taraftan girip diğer taraftan çıkmaya denir.36
Münâfık: İçi-dışı başka, özü-sözü farklı olan, Müslüman görünüp aslen kâfir
olandır.37 Kalbi söylediğinin tersi olup diliyle iman ettiğini söyleyendir.38 Nifak
çıkaran, mütereddit, kalbi hasta kimsedir.39 İçinde kâfir olup, dışında Müslüman
görünen kimsedir.40 Kaybolan, tükenip yok olan anlamına da gelir.41
34 Buhl, Frantz, “Münâfıklar”, İA, İstanbul 1993, VIII, 800; Alper, Hülya, “Münâfık”, DİA, İstanbul
1993, XXXI, 565.
35 Sezikli, 9.
36 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, VII, 190-1; Namî, Ömer, Zahiru’l-Nifak fî İtari’l-Mevâzini’l-İslâmiyye, 27.
Yıldız, Abdullah, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları, 20.
37 Muslim, Sahih, VIII, 297; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, XI, 205.
38 Razî, Mefâtîhu’l-Ğayb, II, 23.
39 Namî, 29; Küçük, Abdurrahman, “Münâfıklık ve Dönmelik Üzerine Bir Araştırma”, AÜİFD,
XXIX, (1987) s.349.
40 Sezikli, 9.
41 Karaman, Fikret, Münâfıklığın İtikadî Boyutu ve İslâmî Tebliğe Etkisi, 30.
9
Kur'ân-ı Kerîm’de ise münâfıklardan şöyle bahsedilmektedir: “İnsanlardan
öyleleri de vardır ki, inanmadıkları halde, Allah'a ve ahiret gününe inandık,
derler.”(Bakara:2/8). “Münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki Allah,
onların oyunlarını başlarına geçirecektir.”(Nisâ: 4/142)42
Müşrik: “ş-r-k” harflerinden türemiş olup, ortak etmek anlamındadır.43
Allah’a ortak koşan, eş anlamda başka tanrılar da bulunduğunu kabul eden kişiye
denir. Cahiliye dönemi başta olmak üzere tevhid akidesinin karşısında yer alan
eylemlerde bulunan kişiye denir.44
Kâfir: “k-f-r” fiilinden mastar olup örtmek, kaçınmak anlamındadır.45
Nitelikleri inkâr ve inada dayananlardır.46 Bir şeyi örtmek, perdelemek, gizlemek,
uzak durmak ve nimete nankörlük etmek gibi anlamlara gelir. İzale eden, gördüğü
iyilikleri gizleyen, nankör, Allah’ın lütuf ve nimetlerine şükür etmeyen anlamına
gelir. Bu nedenle kalbinde bulunan inancı örten kişiye kâfir denmiştir. Aynı şekilde
gündüzü örtüp gizlediği için geceye, tohumu toprağa gömdüğü için çiftçiye ve kılıcı
örttüğü için kınına kâfir denmiştir.47
42 Ayrıca Bkz. Mâide:5/33; Tevbe:9/64,74; Ahzâb:33/12-18, 48; Hâdid:57/13-14; Haşr:59/11;
Münâfikûn:63/1-11.
43 Sarı, 819.
44 Karaman, 27.
45 İbn Manzûr, V, 144; Sarı, 1316.
46 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, II, 23.
47 Karaman, 24.
10
D- HİCRET ÖNCESİNDE YESRİB
a. Etnik ve Siyasî Durum
Yesrib’in, yakın tarihi, etnik, dinî, sosyo-ekonomik ve demografik yapısı
hakkında araştırma yapmak, Abdullah b. Übey’in yetiştiği ortamın açıklanması
açısından isabetli olacaktır.
Bâbil kralı II. Buhtunnasr, M.Ö. VI. yüzyılın başlarında Kudüs’ü işgal edince
oradan kaçan bazı Yahudiler Hicaz’a, oradan da Yesrib’e yerleştiler. Zamanla
Yahudiler çoğalarak şehirde hâkimiyeti ele geçirdiler. Yesrib’e üç Yahudi kabilesi
yerleşti. Bunlar, Kureyzâ, Nadîr ve Kaynukâoğulları’dır. Yahudiler şehre kaleye
benzer büyük konaklar inşa ettiler. Burada hurmalıklar yetiştirip tarlalar oluşturdular.
Bunun yanında kuyumculukla, demircilikle ve silah yapımcılığıyla da uğraştılar.
Kuzey Arabistan ticaretini ele geçirerek çok zengin oldular.48
48 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 19-20; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, VI, 227; Çağatay, Neşet, İslâm Öncesi
Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, 95; Günaltay, Şemsettin, İslâm’dan Önce Araplar ve Dinleri, 36;
Cevâd, Ali, el-Mufassal fî Târîhi’l-Arab Kable’l-İslâm, IV, 128-140; Köksal, İslâm Tarihi, VIII,
43- 44; Atçeken, İsmail Hakkı, Hz. Peygamber’in Yahudiler’le Münasebetleri, 41; Sarıçam,
İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 14; Canan, Mehmet Zeki, İslâm Tarihi, 74; Ermemiş,
Faruk, İslâmiyet’in İlk Yüzyılında İslâm Başkentleri (Medine), 17; Bozkurt, Nebi, “Medine”, DİA,
İstanbul 2003, XXVIII, 306.
11
Sebe b. Yeşcüb b. Ya’kûb b. Kahtân, Yemen’de yaşayan Sebe diyarının
hükümdarı idi. Sebeliler iki dağ arasına Ârim seddini inşa ettiler. M.S. II. yüzyılda
Ârim seddi yıkıldı. Sebeliler’in evleri, bağları ve bahçeleri mahvoldu.49
Sebe diyarındaki Ârim seddinin yıkılışı Kur'ân-ı Kerîm’de Sebe sûresinin
34/15-7. âyetlerinde geçmektedir. İlgili âyetleri müfessirler ayrıntılı bir şekilde ele
alarak bu olaydan bahsetmişlerdir.50
Sebe diyarının hükümdarı Amr’ın oğlu Sâ’lebe başkanlığındaki Ezd kabilesi,
Yemen’den çıkıp Suriye’ye gelerek Gassân bölgesine yerleşti. Sâ’lebe ölünce
başkanlık konusunda sorun çıktı. Sâ’lebe’nin oğlu Hârise, diğerlerinden ayrılarak
Hayber bölgesine yerleşti. Hârise’den sonra Evs ve Hazrec diye ikiye ayrılan bu
kabile daha sonra Yesrib’e yerleşti. Burada şehrin merkezinde yaşayan Yahudiler’e
tabi olarak Yesrib’in dışında yaşadılar. Bu iki kabile zamanla çoğaldı ve zengin oldu.
Yahudiler’i Yesrib’den çıkarıp şehre kendileri yerleşti. Yahudiler de şehrin dışına
taşındı.51
Yesrib’e yerleşen iki Arap kabilesinden biri olan Evs’in, Kahtân’a kadar
uzanan soyunu kaynaklarımız şöyle sıralamaktadır: Evs b. Hârise b. Sâ’lebe b. Mâzin
49 Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I-XIV, I, 115-6; Canan, İslâm Tarihi, 39; Ermemiş, 20;
Çağatay, Neşet, 100 Soruda İslâm Tarihi, 18-9.
50 Sebe:34/15-7; Bkz.Râzî, XVIII, 331-4; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri,VI, 539-43;
Ateş, Süleyman, Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, IV, 2105-7.
51 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 20-22; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh,VI, 227; Eyüp Sabri Paşa, Mir’ât-ı
Haremeyn, 310; Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi, 95; Köksal, Asım, İslâm Tarihi, VIII, 44;
Sarıçam, 14; Ermemiş, 22; Bozkurt, Nebi, “Medine”, DİA, İstanbul 2003, XXVIII, 18.
12
b. Ezd b. Gavs b. Nebt b. Mâlik b. Zeyd b. Kehlân b. Sebe b. Yeşcüb b. Ya’rûb b.
Kehtân. Evs, Hârise b. Sâ’lebe’nin iki oğlundan biridir. Annesi Kayle bint Cefne’dir.
Babasının adı Erkam b. Amr’dır. Annesi Kayle’den ötürü bunlara Benû Kayle de
denir. Daha önce de bahsettiğimiz üzere ana yurtları Yemen’dir. Buraya M.S. II.
yüzyılda Ârim seddinin yıkılması sonucu geldiler. Yesrib’in kenar mahallelerinde
oturup uzun bir süre Yahudiler’e bağlı yaşadılar.52
Evs kabilesinin kardeşi Hazrec kabilesinin şeceresi ise şöyledir: Hazrec b.
Hârise b. Sâ’lebe b. Amr b. Müzeykıyâ b. Âmir Mâüssemâ b. Hârise b. İmraülkays b.
Sa’lebe b. Mâzin b. Ezd b. Gavs b. Nebt b. Mâlik b. Zeyd b. Kehlân b. Sebe b.
Yeşcüb b. Ya’rûb b. Kahtân. Annesinin soyu ise: Kayle bint Sa’d b. Uzre b. Kâhil b.
Cefne b. Erkam b. Amr’dır. Kayle’nin Ezd’in bir kolu olan Gassânîler’den veya
Uzre kabilesinden olduğu da söylenir. Kayle’den dolayı bunlara Kayleoğulları da
denir. Hazrecîler’in Cüşem, Avf, Hâris, Amr ve Kâ’b adlarında beş çocuğu vardı. Bu
beşkardeşin kolları ise şöyledir: Neccâr, Sâide, Amr b. Avf, Kavâkıl, Sevâd, Züreyk,
Tezîd, Selime, Beyâda, Hublâ. Hazrec kabilesi, Evs kabilesinden daha kalabalık
idi.53
Evs ve Hazrec kabileleri Yesrib’e yerleştikten sonra burada Yahudiler’e tabi
olarak yaşadılar. Zamanla Yahudiler’in baskısına maruz kaldılar. Yahudiler’in başına
52 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 6-7; Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 22; Eyüp Sabri Paşa, Mir’ât-ı
Haremeyn, 142-3; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I, 279; Çağatay, İslâm Öncesi Arap
Tarihi, 95; Algül, Hüseyin, “Evs”, DİA, İstanbul 1995, XI, 541-542.
53 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 22; Eyüp Sabri Paşa, Mir’ât-ı Haremeyn, 142-3; Doğuştan Günümüze
Büyük İslâm Tarihi, I, 279; Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi, 95; Önkal, Ahmet, “Hazrec”, DİA,
İstanbul 1988, XVII, 143-144.
13
Fidyevn adlı bir hükümdar geçti. Bu kişi Yahudiler arasında evlenen genç kızların ilk
gecesini kendi yanında geçirmesini şart koştu. Fidyevn, Hazrec lideri Mâlik b
Aclân’ın kız kardeşinin düğününde de bu adetini uygulamaya kalkınca Mâlik b
Aclân onun konağına gizlice girerek onu öldürdü.
Kaynaklarımızda bu olayın tarihi M.S. 492 olarak geçer. Mâlik b Aclân
Gassânîler’e giderek yardım istedi. Kendilerinin akrabaları olan Gassânî hükümdarı
Ebû Cübey’in yardımını alarak Yesrib’e gelip Yahudiler’in önde gelenlerini öldürdü.
Yahudiler’i Yesrib’den çıkararak Evs ve Hazrec’i şehre yerleştirdi. Bundan sonra
Yesrib’de hâkimiyet Araplar’ın eline geçti. Evs ve Hazrec kabileleri bağımsızlığına
kavuştu.54
Her şeyleri elinden alınan Yahudiler, Yesrib’in dışında uzun yıllar kaldı.
Kendilerine kaleler ve barınaklar inşa ettiler. Bu arada Yahudiler iki kardeş kabile
arasındaki rekabeti körükleyerek onları yüz yirmi yıl sürecek kardeş kavgasına ittiler.
Arap tarihinde iki kardeş kabile arasında bu kadar uzun süren ve birçok savaşa yol
açan başka bir çarpışma örneğine rastlanmamıştır.55
54 Eyüp Sabri Paşa, Mir’ât-ı Haremeyn, 142-3; Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi, 95; Köksal, VIII,
44-45; Sarıçam, 103; Bozkurt, Nebi, “Medine”, DİA, İstanbul 2003, XXVIII, 306; Algül, Hüseyin,
“Evs”, DİA, İstanbul 1995, XI, 541-542; Önkal, Ahmet, “Hazrec”, DİA, İstanbul 1988, XVII, 143-
144.
55 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 22; Eyüp Sabri Paşa, Mir’ât-ı Haremeyn, 142-3; Doğuştan Günümüze
Büyük İslâm Tarihi, I, 248; Köksal, VIII, 46-47; Sarıçam, 103; Bozkurt, Nebi, “Medine”, DİA,
İstanbul 2003, XXVIII, 306; Algül, Hüseyin, “Evs”, DİA, İstanbul 1995, XI, 541-542; Önkal,
Ahmet, “Hazrec”, DİA, İstanbul 1988, XVII, 143-144.
14
Müfessirler, Kur'ân-ı Kerîm’de Âl-i İmrân 3/103. âyetinin Evs ve Hazrec
kabilelerinin durumundan bahsettiğini bildirmektedir. İlgili âyetin tefsîrinde Evs ve
Hazrec’in tarihini müfessirlerimiz detaylı bir biçimde ele alıp yorumlamışlardır.56
b. Dinî ve Sosyal Durum
Yesrib’de kayda değer beş kabile yaşamaktaydı. Bunların çoğunluğunu
Yahudiler ve Araplar oluşturuyordu. Yok denecek kadar az sayıda Hırirsiyan vardı.57
Yahudiler, dinlerinin kendilerine has olduğunu iddia etmektedir. Onlar,
müşrikleri inançlarından dolayı hakir gördükleri için Arabistan’da fazla
yayılmamıştır. Yine de az bir sayıda Arap kabilesi Yahudiliği kabul etmiştir. Bunlar
Hımyer, Kinâne, Benû Hâris b. Kâ’b ve Kinde kabileleridir.58
Yesrib’de bulunan Arap kabileleri arasında genelde putperestlik göze
çarpmaktadır. Evs ve Hazrec kabilelerinin Menât, Abduleşheloğulları’nın Eşhel,
Kelboğulları’nın Vedd adlı putları vardı. Onlara kurbanlar keserek hediyeler
sunarlardı. Putların isimlerini, çocuklarına “Abdulmenât” şeklinde veriyorlardı.
Yesrib’de Araplar’ın çoğu Menât’a tapıyordu. Menât’ın siyah taştan yapılmış özel
bir yeri vardı. Bu puta tapmanın yanında ona hac ibadetinde de bulunuyorlardı. Fakat
Safâ ve Merve arasındaki Say görevini yapmıyorlardı. Merve’nin bulunduğu yerde
ihrama giriyorlardı. Haclarını bitirdikten sonra Menât’ın önünde saçlarını tıraş
56 Âl-i İmrân;3/103; Bkz. Râzî, VI, 516-7; Ateş, I, 473-4.
57 Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, I, 199-200.
58 Atçeken, 43-45.
15
ederek hac ibadetlerini tamamlamış oluyorlardı. Bunlardan başka, aile putları da
bulunmaktaydı. Ağaçtan yapılan çok sayıda putları vardı.59
Yesrib’in genel olarak dinî durumundan bahsettikten sonra şimdi de şehirdeki
sosyal hayat üzerinde duralım: Yesribliler, yerleşik hayat sürüyorlardı. Yönetim
olarak kabilecilik geleneği hâkimdi. Her kabile kendi kendini idare etmekte idi.
Bundan dolayı Yesrib’de tek bir otorite kurulamadı.60 Şehir, devlet konumundan
uzak idi. Araplar da Yahudiler de kendi içlerinde müstakil bir hukukî birlik teşkil
ediyorlardı. Kendi reislerinin dışında hiçbir siyasî otorite tanımıyorlardı. Kabile
başkanlarını ne şekilde seçtiklerini net olarak bilemiyoruz. İcap ettiğinde kabile
büyükleri bir araya gelerek meselelerini görüşüyorlardı.61
Yesrib’de çok evlilik görülürdü. Ölen bir adamın hanımı, kızları ve küçük
çocukları miras alamıyordu. Mirası ergenlik çağını geçmiş erkek çocuklar alabilirdi.
Araplar’da şiir ve edebiyat çok yaygındı. Bayram ve düğün gibi eğlencelere önem
verilir, profesyonel şarkıcılar kiralanırdı. Cenazelerde ve matemli günlerde özel
ağlayıcılar getirtilirdi.62
Evlilikler dinî bir hüviyette olmadığı için kadın, çocuk doğurduktan sonra
aileye dâhil olurdu. Bu da evlenme yoluyla akrabalığın önemini azaltıyordu. Kan
59 Günaltay, İslâm’dan Önce Araplar ve Dinleri, 71; Sarıçam, 105; Önkal, Ahmet, “Hazrec”, DİA,
İstanbul 1988, XVII, 143-144; Algül, Hüseyin, “Evs”, DİA, İstanbul 1995, XI, 541-542.
60 Sarıçam, 104.
61 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 201.
62 Sarıçam, 106.
16
davaları Araplar’da büyük kavgalara sebep olduğu için diyet müessesesi ortaya çıktı.
Kişinin işlediği cürümden tüm aile sorumlu tutulurdu.63
Toplumda hürler, esirler ve mevâliler olmak üzere üç sosyal sınıf vardı. Hürler
kabilenin veya ailenin ortak adını taşıyan, onların tüm haklarına sahip kişilerdi.
Esirler, köle ve cariyelerden oluşurdu. Savaşlarda yakalananlar esir pazarlarında
satılır veya kendi hizmetinde kullanılırdı. Mevâliler, hürler ile esirler arasında orta
bir sınıf olup âzad edilmiş köle ve cariyelerdi.64
63 Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi, 129-130.
64 Age, 95.
17
I. BÖLÜM
ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN SOYU, AİLESİ VE LİDERLİK
MESELESİ
18
1. ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN NESEBİ
a. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Soyu
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün hicretten önceki hayatı hakkında sınırlı bilgiye
ulaşabildik. Kısmen de ailesi hakkında bilgi edinebildik. Kaynaklar genelde onun
soyu hakkında bilgi vermektedir. Abdullah b. Übey b. Selûl tarih sahnesine, Evs ve
Hazrec kabileleri arasında çıkan Yevm-i Serâre savaşında komutan olarak
çıkmaktadır.
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün kendinden başlayarak kabilesinin de adını aldığı
Hazrec’e kadar olan nesebi şöyledir: Abdullah b. Übey b. Mâlik b. Hâris b. Ubeyd b.
Mâlik b. Sâlim. b. Hublâ b. Ganm. b. Avf b. Hazrec b. Hârise.65 Hazrec’den Yemen
asıllı Kahtân’a kadar olan nesebi de şu şekildedir: Hazrec b. Hârise b. Sâ’lebe b. Amr
b. Müzeykıyâ b. Âmir Mâüssemâ b. Hârise b. İmraülkays b. Sâ’lebe b. Mâzin b. Ezd
b. Gavs b. Nebt b. Mâlik b. Zeyd b. Kehlân b. Sebe b. Yeşcüb b. Ya’rûb b. Kahtân.66
Abdullah b. Übey b. Selûl, kendi atalarından bir kabilenin adı olan Benû Hublâ’dan
biridir.67
65 İbn Hişam, Sîret, II, 204; Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, I, 325-6; Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 134;
Köksal, XVI, 417; Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, I, 229; Sezikli, 20; Hatipoğlu,
Nihat, Asr-ı Saâdet’te Müşrik ve Münâfık Liderler, 75.
66 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 22; Eyüp Sabri Paşa, Mir’ât-ı Haremeyn, 142-3; Çağatay, İslâm Öncesi
Arap Tarihi, 95; Önkal, Ahmet, “Hazrec”, DİA, İstanbul 1988, XVII, 143-144.
67 İbn Hişam, Sîret, II, 310.
19
b. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Ailesi
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün babasının adı Übey b. Mâlik’dir. Babaannesinin
adı Selûl’dür. Ümmû Übey olarak da bilinir. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün “Selûl”
lakabı babaannesine nispetledir. Abdullah’ın babası Übey’e, annesinden dolayı Übey
b. Selûl denirdi. Selûl, Huzâ kabilesinden idi. Selûl’ün nesebi şöyledir: Ümmû Übey
b. Mâlik b. Hâris b. Ubeyd b. Mâlik b. Sâlim b. Ganm b. Avf b. Hazrec.68
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün annesinin adı Havle’dir. Havle, Benû Neccâr’dan
Münzîr b. Harâm’ın kızıdır.69
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün altı çocuğu vardı. Çocuklarının adları şöyledir:
Ubâde, Cüleyha, Heyseme, Havellâ, Emâme ve Abdullah. Bazı kaynaklar Abdullah
b. Übey b. Selûl’ün Cemîle70 adında bir kızı da olduğundan bahsederler. Aslında
Cemîle bint Übey b. Selûl, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün kız kardeşidir.71 Cemîle,
Evs b. Havlî’nin annesidir. Evs b. Havlî, önde gelen sahâbilerden biridir.72
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün oğlu Abdullah hakkında şu bilgilere ulaştık:
Abdullah’ın künyesi, Abdullah b. Abdullah b. Übey b. Mâlik’tir. Abdullah’ın asıl adı
68 İbn Hişam, Sîret, II, 108; Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 134; Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, I, 325; Köksal,
XVI, 417; Hatipoğlu, Nihat, Asr-ı Saâdet’te Müşrik ve Münâfık Liderler,75; Schaade, A, “Abdullah
b. Übey b. Selûl”, İA, İstanbul 1940, I, 43.
69 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 134; İbn Sa’d, Tabakât, III, 540; Köksal, XVI, 417; Sezikli, 21.
70 Uğur, Mücteba, “Cemîle bint Übey b. Selûl", DİA, İstanbul 1993, VII, 328-9.
71 İbn Sa’d, Tabakât, III, 540; Vakıdî, Kitabu’l-Meğâzi, I, 177; Köksal, XVI, 425.
72 Ahmed b. Hanbel, Musned, I, 260; Sönmez, Mehmet Ali, “Evs b. Havlî", DİA, İstanbul 1995, XI,
543.
20
el-Hubâb idi. Hz. Peygamber ona Abdullah adını verdi. Abdullah, Hicret’ten hemen
sonra İslâmiyet’e girdi. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarına katıldı. İbn Kesîr, Hz.
Peygamber Bedir’e giderken Medine’de yerine vekil olarak Abdullah b. Abdullah b.
Übey b. Selûl’ü bıraktığını rivayet etmektedir. Belâzurî, Abdullah’ın Hicrî 60 yılında
Medine’de öldüğü rivayetinin yanında, 38 yaşında Hz. Ebû Bekir döneminde Cüvâsâ
savaşında Bahreyn’de şehit olduğu rivayetinin de olduğunu belirtmektedir.73
Abdullah ile ilgili edindiğimiz diğer rivayetleri de göz önünde bulundurduğumuz
zaman ikinci rivayetin daha isabetli olduğunu söyleyebiliriz.
2- Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Yesrib’de Liderliğine
Hazırlanışı
Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Evs ve Hazrec kabileleri Yesrib’de
Yahudiler’in baskısına maruz kalmıştı. Gassânîler’in lideri Ebû Cübey’den destek
alan Evs ve Hazrec kabileleri Yahudiler’in varını yokunu ellerinden aldı. Yahudiler’i
şehrin dışına çıkardılar. Yahudiler Yesrib’in dışında kaleler ve barınaklar inşa ederek
buralarda uzun yıllar yaşadılar. Bundan sonra Yahudiler iki Arap kabilesi arasındaki
rekabeti körüklemeye başladılar. Onları yüz yirmi yıl sürecek kardeş kavgalarına
73 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 123-4; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, III, 481; Sezikli, 21.
21
ittiler. Arap tarihinde iki kardeş kabile arasında bu kadar uzun süren ve birçok savaşa
yol açan başka çarpışmaya rastlanmamıştır.74
Bir asırdan fazla süren ve Hz. Peygamber’in Yesrib’e Hicret’inden beş yıl önce
sona eren bu amansız kardeş savaşlarını Abdullah b. Übey b. Selûl’ün liderliğe
hazırlanışı açısından incelemeyi gerekli gördük. Evs ve Hazrec harplerinin ilki
Vak’a-i Sümeyr’dir. Bu savaşa Evs kabilesinden Sümeyr adında biri sebep olduğu
için bu adı almıştır. Ardından, Yevmü’r-Rehâbe ve Kâ’b b. Amr savaşları
yapılmıştır. Dördüncü kardeş savaşı ise Yevm-i Serâre’dir. Bu savaşta, Abdullah b.
Übey b. Selûl Hazrec’in komutanı idi. Abdullah b. Übey b. Selûl burada Evs’i
yenmeyi başarmıştır. Ardından Dîk, Hâtıb ve Fâriğ adıyla bilinen üç savaş daha
yapılmıştır. Sonra Ficar savaşlarının ilki Yevmü’l-Fürs’te Evsliler’in rehinelerinden
birinin Hazrecliler’ce öldürülmesi üzerine İkinci Ficar savaşı patlak verdi. Bu savaşa
Yevmü’l-Hadâık savaşı denir. Bu savaşı Abdullah b. Übey b. Selûl planladı.
Abdullah b. Übey b. Selûl bunu hile ve tuzakla kazandı. Evs’in komutanı Ebû Kays
b. Eslet’i bıçakla yaraladı. Köşeye sıkışan Evsliler Mekke’den yardım istemek
zorunda kaldı. Mekke’den Ebû Cehil yardımı kabul etti fakat ağır şartlar ileri sürdü.
Şartları ağır bulan Evsliler geri dönüp Yesrib’deki Benû Kureyzâ ve Benû Nadîr
Yahudileri’yle ittifak kurdu. Hazrec kabilesinden Amr b. Numan, Yahudi bir
rehineyi öldürdü. Bu durum ikinci Ficar savaşına sebep oldu. Bunu fırsat bilen
Evsliler Yahudiler’in de desteğini alarak Hazrecliler’e savaş açtı. Bu savaşa bazı
Evsliler ve Hazrecliler katılmadı. Bu katılmayanların arasında Abdullah b. Übey b.
74 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 22; Eyüp Sabri Paşa, Mir’ât-ı Haremeyn, 142-3; Köksal, VIII, 46-47;
Sarıçam, 103; Bozkurt, Nebi, “Medine”, DİA, İstanbul 2003, XXVIII, 306; Algül, Hüseyin, “Evs”,
DİA, İstanbul 1995, XI, 541-542; Önkal, Ahmet, “Hazrec”, DİA, İstanbul 1988, XVII, 143-144.
22
Selûl de vardı. Yevm-i Hadâik savaşından sonra Abdullah b. Übey b. Selûl tarafsız
kalmış, bu sayede hem Evsliler’in hem de Hazrecliler’in sevgisini kazanmıştı.
Abdullah b. Übey b. Selûl, kendi kabilesinden olan Amr b. Numan’ın bir rehineyi
öldürmesine çok kızdı. Ona “Sen gaddarlık ettin.” diyerek tepki gösterdi. Bu söz
ortamı yumuşattı. Abdullah b. Übey b. Selûl Evsliler’in desteğini almış oldu. Bunun
üzerine Evsliler, Hazrecliler’in tüm esirlerini serbest bıraktı.75
İkinci Ficar savaşından sonra Rubey savaşı yapıldı. Bu savaşın ardından on
birinci ve son kardeş savaşı olan meşhur Buâs76 savaşı oldu. Hicret’ten beş yıl önce
vuku bulan bu savaş kardeş savaşlarının en kanlısıdır. Buâs savaşı 617 yılında
meydana geldi. Buâs savaşı, Yesrib’den iki fersah uzaklıkta Kureyzâoğulları
topraklarının sınırları içinde, Buâs denilen yerde yapıldı. Savaşın sebebi ise, Evs
kabilesine mensup birinin, Hazrec’e sığınan bir yabancıyı öldürmesidir. Hazrecliler
töre ve geleneklerden dolayı yabancıyı öldüreni idam ettiler. Bu idama Evsliler karşı
çıkarak Hazrecliler’e savaş açtı. Evs kabilesinin komutanı Hudayr el-Ketâib,
Hazrecliler’in ise Amr b. Numan el-Beyâzî idi. Evs kabilesi, müttefiki olan Benû
Nadîr ve Benû Kureyzâ Yahudileri’nin desteğini aldı. Bunun üzerine Hazrecliler de
Benû Kaynukâ ile anlaştı. Buâs savaşı beş yıl sürdü. Yapılan savaşta çok insan
öldürüldü. Her iki kabilenin birçok önde geleni öldü. Hazrec’in komutanı, Amr b.
Numan el-Beyâzî aldığı bir ok yarasıyla öldü. Evs kabilesi bu savaşta galip geldi.
75 Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 22; Eyüp Sabri Paşa, Mir’ât-ı Haremeyn, 310; Çağatay, İslâm Öncesi
Arap Tarihi, 97; Sezikli, 21-22; Sarıçam, 104; Ermemiş, 23; Önkal, Ahmet, “Hazrec”, DİA, İstanbul
1988, XVII, 143-144; Algül, Hüseyin, “Evs”, DİA, İstanbul 1995, XI, 541-542; Bozkurt, Nebi,
“Medine”, DİA, İstanbul 2003, XXVIII, 306; Elmalı, Hüseyin, “Hassân b. Sâbit”, DİA, İstanbul
1997, XVI, 399.
76 Çubukçu, Asri, “Buâs”, DİA, İstanbul 1992, VI, 340.
23
Evsliler, İkinci Ficar savaşı olan Yevm’ü Hadâık savaşında kendi adamlarının
ölümüne sebep olan Amr b. Numan el-Beyâzî’yı öldürerek intikamlarını aldılar. Evs
kabilesinin Hârise kolu bu savaşta tarafsız kalmıştır.77
Bu arada Hz. Âişe’nin rivayet ettiği bir hadise yer vermek uygun olacaktır.
Allah, Buâs savaşıyla peygamberine ortam hazırlamıştır. Şöyle ki, Buâs’tan sonra
Evs ve Hazrec kabileleri dağılmış, kabilenin önde gelenleri öldürülmüş veya
yaralanmıştı. Adeta Medine’nin bir reise ihtiyacı vardı o da Hz. Peygamber idi.78
Abdullah b. Übey b. Selûl ve yandaşları Buâs’ta tarafsızlığını ilan ederek
savaşa katılmadılar. Abdullah b. Übey b. Selûl bu savaşta ve İkinci Ficar savaşında
tarafsız kalarak iki kabilenin de sempatisini kazandı. Bu tavırlarıyla Evs ve Hazrec’in
liderliğine yükselme durumuna geldi.79
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün liderlik durumuna şu hadise de ışık tutmaktadır.
Hz. Peygamber, hicretin ilk günlerinde evinde hasta yatan Sa'd b. Ubâde’nin
ziyaretine gitti. Yolda Abdullah b. Übey b. Selûl’le karşılaştı. Onu ve
beraberindekileri İslâm’a davet etti. Abdullah b. Übey b. Selûl, Hz. Peygamber’e
tebliğini kendini Medine’ye davet edenlere yapmasını istedi. Hz. Peygamber de
77 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 6-7; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 161-2; Çağatay, İslâm Öncesi
Arap Tarihi, 97-8; Köksal, VIII, 46-7; Sezikli, 22; Sarıçam, 104-5; Önkal, Ahmet, “Hazrec”, DİA,
İstanbul 1988, XVII, 143-144; Algül, Hüseyin, “Evs”, DİA, İstanbul 1995, XI, 541-542; Bozkurt,
Nebi, “Medine”, DİA, İstanbul 2003, XXVIII, 306; Çubukçu, Asrı, “Buâs”, DİA, VI, 340.
78 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 6–7.
79 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 161-2; Hattab, Abdulmuiz, A’dâu’n-Nebî, 43; Çağatay, İslâm
Öncesi Arap Tarihi, 97-8; Sezikli, 22.
24
kendine söylenenleri Sa'd b. Ubâde’ye anlattı. O da: “Ya Resulullah, onun kusuruna
bakma, sen bize gelmeden önce biz onu krallığa hazırlıyorduk. Onun için Yahudi
sanatkârlara işlemeli tacının ve giysisinin boncuklarını dizdiriyorduk. Bundan dolayı
senin, onun krallığına gölge düşürdüğüne inanıyor. Tepkisi de bu yüzdendir. Lütfen
onun kusurunu mazur gör.” dedi.80
Müreysî olayından sonra inen âyet81 dolayısıyla Razî’nin kısaca dediği gibi
Abdullah b. Übey b. Selûl, cüsseli, iri yapılı, uzun boylu, yakışıklı, güzel konuşabilen
biri idi. Hz. Peygamber, o konuştuğunda onu dikkatle dinlerdi.82 Buradan da
anlaşılıyor ki Abdullah b. Übey b. Selûl’ün kişilik vasıfları da liderliğe uygun idi.
Yine Abdullah b. Übey b. Selûl Yahudiler’in özellikle Kaynukâlılar’ın
antlaşmalısı idi. Medine’den çıkarılışlarında onları açıkça savunmuş hatta
Kaynukâlılar’ın Hz. Peygamber tarafından öldürülmesine engel olmuştu.83 Bu olay
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Medine’deki Araplar’ın lideri olduğunun Yahudiler’ce
de kabul edildiğini göstermektedir.
Abdullah b. Übey b. Selûl, Mekke ileri gelenlerince de lider olarak kabul
ediliyordu. Hz. Peygamber’in Hicret ettiğini haber alan Mekke müşrikleri, Abdullah
80 İbn Hişam, Sîret, II, 304; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, XI, 71-2; Köksal, VIII, 254; Sezikli, 36;
Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140.
81 Münâfikûn:63/4; “Sen, o münâfıkları gördüğün zaman, belki kalıpları, gösterişleri hoşuna gider.
Söz söylemeye başlarlarsa sözlerini dinlersin.”
82 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XXI, 499.
83 İbn İshak, 369; Vakıdî, Kitabu’l-Meğâzi, I, 177; İbn Hişam, Sîret, III, 67; İbn Sa’d, Tabakât, II, 19;
Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 342.
25
b. Übey b. Selûl’e mektup göndererek Hz. Peygamber’i kendilerine teslim etmesini
ondan istediler.84
Tam bu noktada şu soru akla gelebilir. Eğer Abdullah b. Übey b. Selûl tüm
Yesrib tarafından kabul edilen Yesrib Arapları’nın lideri idiyse neden Evs ve Hazrec
kabilelerinin bazı önde gelenleri Mekke’ye gelip Hz. Peygamber’i kendilerine ortak
bir lider olarak kabul ettiler? Bu soruya yanıtımız şudur: Yesrib’de Yahudilik yaygın
olduğundan Yesribliler Yahudilik’te de olduğu gibi kutsal dinin birleştirici
özelliğinin olduğunu biliyorlardı. Zaten Yesribli Araplar’ın Mekkeli peygamber ile
anlaşmalarının bir sebebi de Yahudiler’in bunlara “Bizden bir peygamber gelecek ve
siz müşrikleri buradan kovacaktır.” sözleriyle baskı yapmalarıdır.85 Dolayısıyla
Yesribliler Hz. Peygamber’in şahsında dininin birleştiriciliğinden faydalanmak
istiyorlardı. Buna en güzel örnek Mustâlıkoğulları seferi dönüşündeki Müreysî
olayında Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Muhacirler’le Ensar’ı birbirine düşürmeye
yönelik tavrıdır. Bu olayda Hz. Ömer’in Abdullah b. Übey b. Selûl’ü öldürtmek
istediğini duyan Ensar’dan bir topluluk, Zeyd b. Erkam'a gelerek: "Sen kavminin
büyüğünün, söylemediği şeyleri söyledi, demekle ona zarar verdin. Akrabalık
bağlarını kopardın." dediler.86 Bu olayda Abdullah b. Übey b. Selûl’ün hala önde
gelen sahâbilerin de nazarında, kendi kavimlerinin lideri olarak kabul edildiği
görülmektedir.
84 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 235; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul
1988, I, 140.
85 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 162.
86 Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 522; Sezikli, 113.
26
II. BÖLÜM
ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN,
HZ. PEYGAMBER VE SAHÂBEYLE MÜNASEBETLERİ
27
1. ABBAS B. UBÂDE’NİN ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’Ü AKABE
GÖRÜŞMESİNE BEKLEMESİ
Yesrib’de iki Arap kabile arasında çıkan amansız kavgada Evs kabilesinden
birkaç kişi Hazrec kabilesine karşı kendileriyle ittifak kurması için Mekke’ye
geldiler. Bu olay Mekke müşriklerinin Hz. Peygamber’e uyguladığı boykot
dönemine rastlamaktadır. Mekke eşrafı Evsliler ile askerî bir anlaşma yapmaya
yanaşmadı. Hz. Peygamber, bu heyetle görüşerek İslâm’ı kabul edip kendisini
himaye etmesini istediyse de onlar buna yanaşmadılar. Bu arada Buâs savaşı çıktı.
Bu savaşta Evsliler Hazrecliler’i yendi. Hz. Peygamber hac mevsiminde Yesrib’den
Mekke’ye gelen farklı farklı gruplarla görüştü. On altıncı görüşmesinde nihayet altı
kişilik bir heyet Müslüman oldu. Bu grup Hazrec kabilesine mensuptu.87 Bir yıl
sonra yine Akabe’de onu Hazrecli, ikisi Evsli toplam on iki kişilik bir grup Hz.
Peygamber’le buluşup, onu Yesrib’de himaye etmeyi kabul ettiler. Bu olaydan bir yıl
sonra 622’de yetmiş beş kişilik bir grup Hz. Peygamber’i Yesrib’e davet etmek için
buluştular.88
Abbas b. Ubâde,89 Akabe görüşmesine gelenlere: “Ey Hazrec topluluğu, niçin
biatleştiğinizi biliyor musunuz? ...” cümlesiyle başlayan uzun bir konuşma yaptı.
87 Hatırlatmakta fayda vardır ki Hz. Peygamber’in anne tarafından dedeleri Hazrec kabilesindendi. Hz.
Peygamber’in Medine’ye kabul edilmesinde bunun da etkisinin olduğu düşünülebilir. (Hamidullah,
İslâm Peygamberi, I, 163.)
88 İbn Hişam, Sîret, II, 89-92; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 162-65; Hilmi, Şehbenderzâde
Filibeli Ahmed, İslâm Tarihi, I, 177. Canan, İslâm Tarihi, 202-3; Çağatay, 100 Soruda İslâm Tarihi,
156; Aşık, Nevzat, “Abbas b. Ubâde”, DİA, İstanbul 1988, I, 29.
89 Aşık, Nevzat, “Abbas b. Ubâde”, DİA, İstanbul 1988, I, 29.
28
Abdullah b. Ebû Bekir’in görüşüne göre Abbas’ın sözünü böylesine uzatmasının
sebebi Abdullah b. Übey b. Selûl’ün bu toplantıya kavuşması için zaman kazanmak
veya toplantının ertesi güne ertelenmesini sağlayarak Abdullah b. Übey b. Selûl’ü de
toplantıya katılmasını sağlayıp bu işin dahada pekişmesini sağlamaktı.90
Bu olayda, Abbas b. Ubâde’nin Abdullah b. Übey b. Selûl’ü de aralarına
katmayı planladığı anlaşılmaktadır. Kendi liderlerinin iznini almak veya onun da bu
işte beraberliğini sağlamak Hicret’in daha sağlıklı olması açısından önemliydi.
Abdullah b. Übey b. Selûl’den habersiz gerçekleşen Hicret’in kendisi tarafından
sahiplenmesi güçleşmiştir.
2. HZ. PEYGAMBER’İN YESRİB’E İLK GELDİĞİNDE ABDULLAH B.
ÜBEY B. SELÛL’ÜN EVİNDE KALMAK İSTEMESİ
Hz. Peygamber, Yesrib’e ilk geldiğinde Abdullah b. Übey b. Selûl’ün evinin
önünden geçiyordu. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün evi, Benû Neccâr ile Benû Sâide
kabilelerinin evlerinin arasındaydı. Hz. Peygamber, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün
kapısının önüne geldiğinde onun evine girip oturmak istedi. Abdullah b. Übey b.
Selûl’den davet edilmeyi bekledi. Abdullah b. Übey b. Selûl evinin önüne kurulmuş,
bacağını bacağının üzerine atmış ve omuzuna şal giymiş vaziyette oturuyordu. Hz.
90 İbn Hişam, Sîret, II, 108; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, III, 250; Sezikli, 22.
29
Peygamber’in oturma isteğini reddederek ona: “Git o seni davet edenlerin evinde
kal.” dedi.91
Bu olay, Abdullah b. Übey b. Selûl’den habersiz gerçekleşen Hicret’i
kendisinin istemediğini düşünebiliriz. Kavminin izin almadan Hz. Peygamber’i
Medine’ye davet etmesi onun Hz. Peygamber’i evine almamasının sebebi olabilir.
Ayrıca Mekke müşrikleriyle münasebetler konusunda göreceğimiz gibi, Mekke’nin
ileri gelenlerinin kulağına Akabe görüşmeleri haberi gidince onlar Abdullah b. Übey
b. Selûl’e bu olayın doğruluğunu sormuşlardı. Abdullah b. Übey b. Selûl: “Benden
habersiz, kavmim böyle bir şey yapmaz.” demişti. Ardından Hicret gerçekleşincede
her şey ortaya çıkmış bu defada Mekke müşrikleri, Abdullah b. Übey b. Selûl’ü
tehdit ederek Hz. Peygamber’le aralarına girmemelerini istemişti.92 Bu gelişmeler de
onun Hz. Peygamber’e tepkisine sebep oldu diyebiliriz.
Ayrıca Hz. Peygamber’in, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün evine gitmek
istemesinin sebebi, onun Medine’deki nüfuzuna ve makamına hürmet etmesidir.
91 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, III, 300; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 192; Salim, İbrahim
Ali, en-Nifak ve’l-Munâfikûn fî’l-Ahdi Resulillah, 42; Köksal, VIII, 22; Sezikli, 31-32.
92 İbn Hişam, Sîret, II, 109; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, III, 252; Hamidullah, İslâm
Peygamberi, I, 170; Sezikli, 23.
30
3. HZ. PEYGAMBER’İN ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’LE
KARŞILAŞMASI
Hz. Peygamber, Hicret’in ilk günlerinde, Medine’ye girişte, yolun sağ tarafını
tutup Hublâoğulları’nın evinin yanından geçerek, üzerine Fedek işi saçaklı kadifeden
palan vurulmuş bir merkebe binip, o sırada çocuk bulunan Üsâme b. Zeyd'i de
terkisine alarak Hâris b. Hazrecoğulları mahallesindeki evinde hasta bulunan Sa'd b.
Ubâde’yi ziyarete gitti.93
Abdullah b. Übey b. Selûl, evinin önünde oturuyordu. Yanında kavminden
birtakım kişiler ve Yahudiler’den bir grup bulunuyordu. Hz. Peygamber, Abdullah b.
Übey b. Selûl’ü görünce merkebinden inerek selam verdi. Bu arada merkebin
kaldırdığı toz grubu rahatsız etti. Abdullah b. Übey b. Selûl, kaftanıyla burnunu
kapatarak Hz. Peygamber’den toz kaldırmamasını istedi. Hz. Peygamber selam
verdikten sonra oturdu. Biraz Kur'ân-ı Kerîm okudu, onları Allah’ın dinine davet etti.
Oradaki topluluğa Cennet’i anlatıp onları Cehennem’den korkuttu.94
Abdullah b. Übey b. Selûl hiç ses çıkarmadan Hz. Peygamber’i dinledi. Hz.
Peygamber’in konuşması bitince de şunları söyledi: “Söylediklerin doğru ve
güzeldir, ama sen bizi rahatsız etme. Tebliğini sadece sana gelenlere yap. Sana
93 İbn Hişam, Sîret, II, 303-304; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 127; Salim, en-Nifak ve’l-Munâfikûn, 38;
Köksal, VIII, 253-254; Sezikli, 36; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul
1988, I, 139-140.
94 İbn Hişam, Sîret, II, 303-304; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 128; Namî, Zâhiru’n-Nifak 39; Koçyiğit,
Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 139-140; Köksal, VIII, 253-254;
Gölpınarlı, Abdulbâki, İslâm Tarihi, 81; Sezikli, 36.
31
gelmeyenleri rahatsız etme.” Bu sözlerine o anda orada bulunan Hazrecli Abdullah
b. Revâha95 itiraz ederek şöyle dedi: “Hayır, Ya Resulullah, sen her zaman bizim
meclislerimize ve evlerimize gelebilirsin. Allah seni bize ikram etti. Bizi seninle
doğru yola iletti. Biz Kur'ân-ı Kerîm dinlemeyi çok severiz.” Bu itiraz Abdullah b.
Übey b. Selûl’ün kabilesinden birinin ona ilk muhalefetiydi. Abdullah b. Übey b.
Selûl, kavminden beklemediği bu karşılığı görünce teessürünü şu cümleyle dile
getirdi: “Ne zaman ki senin kölen senin hasmın olursa seninle güreş tutan kimse seni
yıkar. Hiç şahin kanatsız uçabilir mi? Kanatları kesilen kuş bir gün mutlaka düşer.”96
Hz. Peygamber bunun üzerine merkebine binip Sa'd b. Ubâde’nin evine gitti.
Hz. Peygamber’in moralinin bozuk olduğunu anlayan Sa'd b. Ubâde, ona bunun
sebebini sordu. Hz. Peygamber, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün sözlerini anlattı. Sa'd
b. Ubâde şunları söyledi: “Ya Resulullah, onun kusuruna bakma, sen bize gelmeden
önce biz onu krallığa hazırlıyorduk. Onun kral olması için Yahudi sanatkârlara
işlemeli tacının ve giysisinin boncuklarını dizdirtiyorduk. Bu yüzden o, senin onun
krallığına gölge düşürdüğünü zannediyor. Sana tepkisi de bu yüzdendir. Lütfen onun
kusurunu mazur gör.”97
Sa'd b. Ubâde’nin zikredilen görüşü Abdullah b. Übey b. Selûl’ün
münâfıklığının sebebi olarak yorumlanmaktadır. Bu görüşün onun bundan sonraki
95 Erdem, Sorgon, “Abdullah b. Revâha”, DİA, İstanbul 1988, I, 129-130.
96 İbn Hişam, Sîret, II, 303-304; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 128; Namî, Zâhiru’n-Nifak 39; Sezikli, 36;
Köksal, VIII, 253-254; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 139-
140.
97 İbn Hişam, Sîret, II, 304; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, XI, 71-2; Köksal, VIII, 254; Sezikli, 36;
Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140.
32
Hz. Peygamber’e karşı tüm tepkilerinin sebebini oluşturduğunu belirtmektedirler.98
Onun her tepkisine bu düşüncenin sebep olduğunu belirtmek zor bir durumdur.
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün her olay karşısındaki tepkisinin ayrı ayrı sebebi
olabilir. Bu meseledeki tepkisi ise onun bu sözünü bir müşrik olarak söylediğini
söyleyebiliriz. Şayet münâfık olsaydı orada Hz. Peygamber’in sözlerini görünüşte de
olsa tasdik etmesi icap etmez miydi?
4. ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN ŞAİR EBÛ KAYS’IN İSLÂM’A
GİRMESİNİ ENGELLEMESİ
Ebû Kays,99 Evs kabilesinin şairi olarak bilinirdi. Haniflik ile ilgili şiirler
yazardı. Hz. Peygamber onu İslâm’a davet etti. O da Müslüman olmaya niyetlendi.
Abdullah b. Übey b. Selûl, Ebû Kays’la yolda karşılaştı ve ona Hazrecliler’den
korktuğunu söyleyerek onu tahrik etti. Böylece onu İslâmiyet’e girmekten alıkoydu.
Ebû Kays, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün telkiniyle bir yıl boyunca Müslüman
olmayacağın belirtti. Ancak bir yıl tamamlanmadan öldü. Bunun yanında Ebû Kays,
hastalanınca Hz. Peygamber ona birini göndererek, eğer Müslüman olursa ahirette
onun için şahitlik edeceğini vaat ettiğine ve onun bunu kabul ettiğine dair rivayetler
de vardır.100
98 İbn Hişam, Sîret, II, 304; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, XI, 71-2; Köksal, VIII, 254; Sezikli, 36;
Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140.
99 Çubukçu, Asri, “Ebû Kays”, DİA, İstanbul 1994, X, 175.
100 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, III, 240-241; Köksal, VIII, 88-89; Sezikli, 37; Çubukçu, Asri,
“Ebû Kays”, DİA, İstanbul 1994, X, 175.
33
Burada Abdullah b. Übey b. Selûl’ün, insanların İslâm’a girmesini
engellemeye çalıştığını görüyoruz. Bu olay Abdullah b. Übey b. Selûl’ün başlangıçta
İslâm’a ve Hz. Peygamber’e karşı cephe aldığını göstermektedir. Onun bir müşrik
olarak insanların İslâm’ı kabul etmesini engellemeye çalıştığına şahit oluyoruz.
5. ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN MÜSLÜMAN OLUŞU VE
MESCİT’TE ONA ÖZEL KOLTUK HAZIRLANIŞI
Bedir zaferi (2/624), Medine’de halk üzerinde büyük etki yaptı. Bu galibiyet,
İslâm’a girmekte tereddüt eden insanların Müslüman olmasına sebep oldu. Abdullah
b. Übey b. Selûl’ün Müslüman oluşunun sebebi de, Bedir savaşının Müslümanlar’ın
lehine sonuçlanmasıdır.101
Abdullah b. Übey b. Selûl, Bedir zaferini (2/624), üstünlüğün Müslümanlar’a
yöneldiğini açıkça gösteren bir hadise olarak telakki edip: “Artık, bu zafer ve
galebenin ona (Hz. Peygamber’e) yöneldiğini açıkça gösteren bir olaydır.” diyerek
Hz. Peygamber’e, İslâmiyet üzerine biat edip Müslüman oldu.102
Bedir esirleri arasında Hz. Peygamber’in amcası Abbas b. Abdulmuttalib de
vardı. Medine’ye getirildiğinde, yırtılmış gömleğinin değiştirilmesi için gömlek
arandı. Abdullah b. Übey b. Selûl kendi gömleğini Hz. Abbas’a verdi. Kendisi iri
101 Buhârî, Sahîh, V, 87; Hattab, A’dâu’n-Nebî, 44; Köksal, IX, 208; Sezikli, 44; Koçyiğit, Talat,
“Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140.
102 Hattab, A’dâu’n-Nebî, 44; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140;
Köksal, IX, 208.
34
yapılı uzun boylu biriydi. Ancak bunun gömleği Abbas’a oldu. Abdullah b. Übey b.
Selûl’ün, yaptığı bu jestle Müslümanlar’ın kalplerini kazanmak istediği yorumu
yapılmaktadır. Abdullah b. Übey b. Selûl ölünce, Hz. Peygamber de gömleğini ona
verdi. Hz. Peygamber gömleğini ona vermesinin bir sebebi de yukarıda bahsettiğimiz
olaydır.103
Abdullah b. Übey b. Selûl, Müslüman olduktan sonra Mescit’te onun
makamına hürmeten ona özel bir yer ayrıldı. Her cuma günü gelir o makamda
otururdu. Buna kimse itiraz etmezdi. Hz. Peygamber’in cuma günü hutbesinden
sonra Abdullah b. Übey b. Selûl ayağa kalkar: “Ey insanlar, Allah’ın aranızda
bulundurduğu, sizi onunla şereflendirdiği Resulünü dinleyiniz. Ona itaat ediniz.” der
otururdu.104
Bedir zaferinin İslâm’ı kabul etmekte tereddüt edenlerin şüphelerini izale
ederek Müslüman olmalarını sağlaması önemli bir olaydır. Abdullah b. Übey b. Selûl
de bu kişilerin en önemlilerinden biridir. Nüfuzlu bir kişinin Müslüman olması onun
dini benimseyerek gereğini yapması zaman alabilir. Geçmişte ufak tefek
kırgınlıkların yaşanması olayı daha da önemli kılmaktadır. Abdullah b. Übey b.
Selûl’ün arkasında bir kitle vardı. Bu grup onu liderleri olarak görmekteydi. Bu
kişilerin bir kısmının da müşrik olduğu düşünülürse bu dönemin çok hassas olduğu
daha iyi anlaşılabilir.
103 İbn Hişam, Sîret, IV, 270; Muslim, Sahih-i Muslim, VIII, 300; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, IV, 342;
Taberî, Tarih, II, 486; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V, 118; Köksal, XVI, 419-20; Hatipoğlu,
82; Sezikli, 167.
104 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 92; Köksal, X, 251-252; Sezikli, 84.
35
6. UHUD SAVAŞINDA ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN
BERABERİNDEKİLERLE ORDUDAN AYRILMASI
Uhud savaşının asıl sebebi Bedir savaşıdır. Çünkü Bedir savaşında Mekke
müşriklerinin önde gelenlerinin birçoğu, kardeşleri ve çocukları öldürüldü. Ebû
Süfyân başta olmak üzere Mekkeliler, Bedir savaşının intikamını almak istiyorlardı.
Bunun için hazırlıklara başladılar.105
Uhud savaşının sebebi konusunda Hamidullah şunları söylemektedir. Bedir
savaşından sonra Medine’de Müslümanlar’la Yahudiler’in arası bozuldu. Hz.
Peygamber, Yahudiler’le Medine’yi düşmana karşı beraber korumak için anlaştığı
halde bir grup Yahudi Mekke’ye giderek Kureyşliler’i Müslümanlar’la savaşmaları
için tahrik etti. Bunun en önemli delillerinden biri de, Medine’deki Yahudiler’in Hz.
Peygamber’le beraber Uhud savaşında Medine’yi korumaları konusunda anlaşmalı
olmalarına rağmen Yahudiler’in, bu antlaşmanın cumartesi günü akdedildiğini
bahane ederek savaşa katılmamalarıdır.106
Hz. Peygamber, Medine’ye Hicret ettiği zaman Evs kabilesinin lideri
Hırirsiyan Rahip Ebû Âmir107 idi. Ebû Âmir, Hicret’ten sonra Evs kabilesinden yüz
105 İbn İshak, 376; İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kebîr, II, 25; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 186; İbnü’l-Esîr, el-
Kâmil fî’t-Tarih, II, 142; İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l-Eser Fî Fünûni’l-Meğâzî ve’s-Siyer, II, 2;
Doğrul, Ömer Rıza, Büyük İslâm Tarihi, I, 259; Gölpınarlı, Abdulbâki, İslâm Tarihi, 88; Hasan,
Hasan İbrahim, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, I, 149; Köksal, X, 50-51; Sarıçam, 141.
106 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 253.
107 Rahip Ebû Âmir: Abdullah b. Übey b. Selûl’ün halasının (teyzesinin) oğludur. Evs kabilesinin
lideri olan Ebû Âmir’in şeceresi şöyledir: Abd-i Amr b. Seyfî b. Numân. Benû Dubey’e b. Zeyd’den
biridir. Uhud savaşında şehit olan ve “Ğasiletu’l-Melâike” olarak sıfatlandırılan Hanzala’nın
36
elli kişiyle beraber Mekke’ye gitti. Hz. Peygamber’i Medine’den çıkarmak için fırsat
kolluyordu. Uhud savaşında grubuyla beraber o da savaşa katıldı. Ebû Süfyân’ı bu
savaşa ikna etmede Ebû Âmir ’in de rolü oldu. Ebû Âmir ; “Ben Medine’ye gidip
Evsliler’i çağırsam hepsi bana tabi olur.” dedi. Uhud meydanında Evsliler’i kendi
safına çağırdığında onu dinleyen olmayınca, “Benim kavmime bir şeyler olmuş.”
dedi.108
Mekke müşriklerinin savaş hazırlığı yaptıklarını Mekke’de bulunan Abbas b.
Abdulmuttalib, Hz. Peygamber’e gizlice haber verdi.109 Hz. Peygamber, önde gelen
sahâbilerden oluşan bir grubu topladı. Durumun değerlendirilmesi için onların
görüşünü sordu. Kendisi Medine’de kalıp savunma savaşı yapılmasını istedi. İlk
defa Abdullah b. Übey b. Selûl’ü çağırarak onun da görüşünü sordu. O da Hz.
Peygamber’e yakın olan şu fikri ileri sürdü: “Ya Resulullah, Medine’de kal. Sakın,
onlara karşı çıkma. Çünkü vallahi, biz ne zaman, düşmanımıza karşı Medine’yi
dışardan savunmuşsak, musibet ve mağlubiyete uğramışızdır. Ne zaman,
düşmanımız, Medine’ye girip bizimle çarpışmışsa, muhakkak onları yenmişizdir. Ya
Resulullah, sen onları buyurduğun gibi kendi hallerine bırak. Onlar oldukları yerde
babasıdır. Ona bu oğlundan dolayı Ebû Hanzala da denir. Ebû Âmir, Yesrib’de bilinen en meşhur
Hırirsiyan’dır. Cahiliye devrinde rahiplik etmiş ve rahipliğin simgesi olan kıldan yapılmış elbise
giymiştir. Hz. Peygamber Medine’ye Hicret edince, Ebû Âmir’de grubuyla beraber Mekke’ye gitti.
Müşriklerle beraber Uhud savaşında Hz. Peygamber’e karşı savaştı. Mekke’nin fethinden sonra
Taif’e gitti. Oranın da fethinden sonra Şam’a gitti ve orada öldü.( İbn Hişam, II, 310; Doğuştan
Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I, 401-2)
108 İbn Sa’d, Tabakât, II, 25; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 143; Doğrul, Büyük İslâm Tarihi, I,
261; Sezikli, 70-71.
109 Doğrul, Büyük İslâm Tarihi, I, 260; Hasan, I, 149; Sarıçam, 142.
37
kalır, üzerimize gelmezler. Kendileri için çok kötü ve zararlı olan bir yerde kalmış
olurlar. Eğer üzerimize gelecek olurlarsa, erkekler onlarla yüz yüze çarpışırlar. Kadın
ve çocuklar da damlardan onların üzerine taş yağdırırlar. Eğer Medine’ye
saldırmadan dönüp giderlerse, umduklarına eremeden, bir şey elde edemeden,
geldikleri gibi dönüp gitmiş olurlar” dedi. Muhacirler’le Ensar’ın büyüklerinden
çoğunun kanaati de böyle idi.110
Bu günlerde Hz. Peygamber bir rüya gördü. Rüyasında, kılıcında bir delik
açıldığını, yanında bir sığır boğazlandığını ve elini zırhının cebine koyarak
koruduğunu gördü. Hz. Peygamber bu rüyayı: “kılıcındaki gediği; ehl-i beytinden
birinin şehadeti, dananın boğazlanmasını; ashâbından bir kısmının şehit olması, zırhı
da Medine” olarak tabir etti. Hz. Peygamber’in Medine’yi içerden savunma fikrinde
bu rüyanın da etkisi olmuştur.111
Ensar’dan bazı gençler ise: “Ya Resulullah, vallahi, cahiliye devrinde bile
onların Medine’ye üzerimize yürümelerine meydan verilmemişti. İslâmiyet devrinde
onların Medine’ye, üzerimize yürümelerine nasıl müsaade edilir?” dediler. Gençler,
şehrin içinde kalıp dışarı çıkılmadığı zaman, Mekke’den gelen müşriklere karşı,
Müslümanlar’ın korktuğu durumunun ortaya çıkacağına işaret ettiler. Ayrıca,
110 İbn İshak, 378-79; İbn Hişam, Sîret, III, 87; İbn Sa’d, Tabakât, II, 26; Buhârî, Sahîh, V, 93;
Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 187; Belâzurî, Ensâbül’l-Eşrâf, I, 381-2; Ya’kûbî, Tarihu’l-Ya’kûbî, II,
35; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 375; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 28-29;
İbn Seyyidinnâs, Uyûnü’l-Eser Fî Fünûni’l-Meğâzî ve’s-Siyer, II, 3; Köksal, X, 57,64-5.
111 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 187.
38
düşmanın Medine’yi muhasara etmesine bile Müslümanlar’ın gönlü razı değildi.
Görüşmenin sonunda Medine’nin dışardan savunulacağı kararı çıktı.112
Şehrin dışında savaşalım diyen gençler, ertesi gün Hz. Peygamber’e gelerek;
“Ya Resulullah, sizi şehrin dışına çıkalım diye zorladık, bunu yapmamalıydık.”
diyerek Hz. Peygamber’den özür dilediler. Hz. Peygamber artık kuşanmıştı ve
şunları söyledi; “Bir peygamber zırhını giydiyse savaşmadan onu çıkarmaz.”113
Hz. Peygamber, Şevval 3/ Kasım 624’te cuma namazını kıldıktan sonra bin
kişilik bir kuvvetle Uhud’a doğru yola çıktı. Yolda Şavt denilen yerde Abdullah b.
Übey b. Selûl: “Muhammed gençlerin sözüne uydu, benim sözümü dinlemedi,
kendimizi niçin Uhud’da öldüreceğimizi bilmiyoruz.” diyerek üç yüz kişilik
taraftarıyla Hz. Peygamber’in ordusundan ayrılarak Medine’ye döndü. Hz.
Peygamber’in ordusu yedi yüz kişi kaldı.114
112 İbn İshak, 378-79; İbn Hişam, Sîret, III, 87; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 187; Taberî, Milletler ve
Hükümdarlar Tarihi, IV, 375; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 28-29; Koçyiğit, Talat,
“Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140; Sarıçam, 143.
113 İbn İshak, 379; İbn Hişam, Sîret, III, 87; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 376; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 29.
114 İbn İshak, 376-79; İbn Hişam, Sîret, III, 86-89; İbn Sa’d, Tabakât, II, 27; Buhârî, Sahîh, V, 95;
Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 186-190; Muslim, Sahih-i Muslim, VIII, 301; Taberî, Milletler ve
Hükümdarlar Tarihi, IV, 374-79; Taberî, Tarih-i Taberî, II, 392-393; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fî’t-
Tarih, II, 142-45; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 28-31; İbn Seyyidinnâs, II, 4; Hamidullah,
İslâm Peygamberi, I, 253-255; Gölpınarlı, İslâm Tarihi, 88; Doğrul, Büyük İslâm Tarihi, I, 259-261;
Hasan, I, 149-153; Köksal, X, 64-5; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I, 403; Canan, İslâm
39
Müfessirler, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün ordudan ayrılışının bir delilinin de:
“Hani sen sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailenden
ayrılmıştın. Allah, hakkıyla işiten ve bilendir. O zaman içinizden iki takım bozulmaya
yüz tutmuştu. Hâlbuki Allah onların yardımcısı idi. İnananlar, yalnız Allah'a dayanıp
güvensinler.” (Âl-i İmrân:3/121-122). âyetlerinin olduğunu belirtmektedirler.115
Abdullah b. Amr b. Harâm,116 Abdullah b. Übey b. Selûl ve yandaşlarının
ordudan ayrıldığını görünce, yanlarına giderek onları şöyle uyardı: “Ey kavmim,
Allah, Hz. Peygamber’i düşmanlarıyla karşı karşıya getirdiği zaman onu yardımsız
bırakmamanız için sizi uyarmadı mı?” Abdullah b. Übey b. Selûl de: “Eğer sizin
savaşacağınızı bilsek, sizi elbette ki yardımsız bırakmayız. Fakat biz savaş olacağını
sanmıyoruz.” dedi.117
Müslümanlar Uhud savaşından dönüp Medine’ye geldiklerinde çoğu sahâbi
yaralı idi. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün oğlu Abdullah b. Abdullah b. Übey b. Selûl
de burnundan yara almıştı. Abdullah b. Übey b. Selûl, oğluna: “Eğer beni
dinleseydin bunlar başına gelmezdi.” dedi. Oğlu Abdullah ise: “Allah ve Resulü’nün
Tarihi, 275; Sezikli, 63-80; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I,
140; Sarıçam, 141-144.
115 Âl-i İmrân:3/121-122; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, VII, 35-41.
116 Kandemir, Yaşar, “Abdullah b. Amr b. Harâm”, DİA, İstanbul 1988, I, 86.
117 İbn İshak, 379; İbn Hişam, Sîret, III, 88; Taberî, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur'ân-ı Kerîm, II,
400-1; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 29; Kandemir, Yaşar, “Abdullah b. Amr b. Harâm”,
DİA, İstanbul 1988, I, 86.
40
yaptığı her şeyde mutlaka bir hayır vardır.” dedi. Yine Abdullah b. Übey b. Selûl,
Uhud’da şehit olanlar için: “Eğer beni dinleselerdi ölmezlerdi.” dedi.118
Müfessirlerin, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün sözlerinden ve hareketlerinden
dolayı nazil olduğunu belirttikleri şu âyetlerin anlamını zikretmek yerinde olacaktır.
“İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelen musibet de Allah'ın izniyledir. Bu
da hem müminleri belirlemesi ve hem de münâfıklık yapanları ayırt etmesi içindir. Ve
onlara: ‘Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya (hiç olmazsa) savunmaya geçiniz.’
denilmişti. Onlar ise: ‘Biz savaşmasını (veya savaş olacağını) bilseydik arkanızdan
gelirdik.’ demişlerdi. Onlar, o gün imandan çok küfre yakındılar. Kalplerinde
olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı. Allah neyi gizlediklerini daha iyi bilendir.
Kendileri oturup kaldıkları halde kardeşleri için: ‘Eğer bize uysalardı
öldürülmezlerdi’ dediler. Onlara de ki: ‘Eğer iddianızda doğru iseniz, kendinizden
ölümü uzaklaştırınız.’” (Âl-i İmrân:166-8) Âyetlerin tefsîrini ve olayın seyrini
tefsirciler genişçe açıklamışlardır.119
Müfessirler, yukarıda belirttiğimiz âyetlerin iniş sebebinin Uhud savaşı
olduğunu söylemektedirler. Âyette geçen “Sizin başınıza gelen Allah’ın izniyledir.”
cümlesini insanların tedbir alsa da almasa da engel olamayacağı bir takdir-i ilâhî
olarak yorumlamaktadırlar. “O gün onlar imandan çok küfre yakın idiler.” cümlesini
ise Abdullah b. Übey b. Selûl ve grubunun imandan tam çıkmadıklarını fakat küfre
yakın olduklarını belirtmektedirler. “Kalplerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlardı.”
118 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, VII, 189-96; Köksal, X, 236-237.
119 Âl-i İmrân:3/166-8; Taberî, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur'ân-ı Kerîm, II, 400-1; Râzî,
Mefâtîhu’l-Ğâyb, VII, 189-96; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, IV, 1436-1439;
Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, II, 462-464.
41
cümlesine gelince, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün “Şayet savaş olacağını bilseydik
arkanızdan gelirdik.” sözünün gerçek niyetlerini ortaya koymadığını, gerçek niyetleri
ise Hz. Peygamber’den Bedir’in intikamını almak için bilenen Mekkeliler’le
karşılaşmamak olduğunu belirtmektedirler.120
Hz. Peygamber, Uhud savaşından döndüğünün ertesi günü düşmanı takip
etmesini ashâbına emretti. Yalnız Uhud’a katılmayanları Hamrâü’l-Esed seferine
almadı. Abdullah b. Übey b. Selûl: “Ben de hayvanıma binipde geleyim mi?” diyince
Hz. Peygamber: “Hayır sen gelme.” dedi.121
Uhud savaşı, Abdullah b. Übey b. Selûl için tam bir dönüm noktası olmuştur.
Medine’de yıllarca süren kabile savaşlarında komutanlık yapan nüfuzlu bir lider
konumundaki birinin fikrinin alınması oldukça yerinde bir karardır. Daha önce de
belirttiğimiz gibi Abdullah b. Übey b. Selûl Müslüman olduktan sonra ona fikrini
sorması makamına hürmeten Hz. Peygamber’in yaptığı güzel bir nezakettir.
Abdullah b. Übey b. Selûl’de tecrübelerine dayanarak Hz. Peygamber’in ve önde
gelen sahâbilerin o yönde fikir bildirdiği bir savunma şekli ortaya koymuştu. Ama
genç sahâbilerin Medine’yi dışardan savunalım fikri ağır basınca, istişarede bu yönde
karar çıkmıştı. Abdullah b. Übey b. Selûl bu kararı kabullenememiştir.
Abdullah b. Übey b. Selûl, üç yüz kişilik grubuyla birlikte Müslümanlar’la
beraber yola çıksa da yarı yolda geri döndü. Çünkü bir taraftan kendi kabilesi ile
öbür taraftan dostu Ebû Süfyân ve halasının oğlu Ebû Âmir’in yüz elli kişilik 120 Taberî, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur'ân-ı Kerîm, II, 400-1; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, VII, 189-96;
İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, IV, 1436-1439; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, II,
462-464.
121 Taberî, Tarih-i Taberî, II, 392-393; Köksal, X, 241; Sezikli, 400-401.
42
grubuyla savaşma durumuyla karşı karşıya gelmiştir.122 Bu durumda kendisi için en
iyisi hiç savaşa katılmamaktı. Yolda Abdullah b. Amr b. Harâm’ın: “Sakın ordudan
ayrılmayın.” diye uyarmasına, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün: “Savaşılacağını
bilmiyorduk…” demesi bir bahaneden ibarettir. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün:
“Medine’de kalıp şehri içerden savunalım.” fikrine bir de bu açıdan bakılabilir.
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün baştan beri Medine’yi içerden savunalım
demesinde onun eğer şehrin içinde kalınırsa kendi grubunun fark edilmeyeceğini
düşündüğünü söyleyebiliriz. Böylece Abdullah b. Übey b. Selûl’ün hiçbir grubun
karşısında olmadığını ortaya koymaya çalıştığını belirtebiliriz. Hz. Peygamber,
meydan savaşına karar verip yola çıktığında eğer Abdullah b. Übey b. Selûl de
Müslümanlar’la beraber savaşsaydı halasının oğlu Ebû Âmir ve dostu Ebû Süfyân’la
savaşmak zorunda kalacaktı. Bu sebeptendir ki Abdullah b. Übey b. Selûl
“savaşılacağını bilmiyorduk” bahanesiyle yolda İslâm ordusundan ayrılmayı tercih
etmiştir.
Abdullah b. Übey b. Selûl eğer Müslüman olduysa Hz. Peygamber’in
ordusuyla beraber savaşmayı tercih etmesi gerekirdi. Ancak Abdullah b. Übey b.
Selûl, İslâm’a girmişti ama henüz –böyle zor durumda- tam olarak dinin gereğini
yerine getirecek kadar Müslümanlığı benimsememişti.
Abdullah b. Übey b. Selûl bu yaptıklarıyla münâfık oldu mu, olmadı mı?
Yukarıda belirttiğimiz gibi, münâfık olmak için kişinin zor durumda kaldığında
dinden çıkması gerekir. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün geri dönmesi dinden çıktığını
göstermemektedir. Elimizdeki kaynaklarda onun dinden çıktığını belirten hiçbir
bilgiye rastlamadık.
122 İbn Sa’d, Tabakât, II, 25.
43
Müslümanlar da üç grubun arasında kaldı. Yahudiler, Müslümanlar’la beraber,
antlaşma gereği, Medine’yi savunmaları gerekirken savaşa gelmediler. Ebû Âmir,
yüz eli kişilik grubuyla Ebû Süfyân’ın ordusuna katıldı. Abdullah b. Übey b. Selûl
ise düşman sayısının üçte biri olan Müslüman askerinin üç yüz kişisi ile geride kalıp
Hz.Peygamber ve sahâbileri zor durumda bıraktı.
Bu konuyla ilgili olarak indiği rivayet edilen âyette Allah, olayı “nifak” olarak
nitelemiştir.123
7. ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN KOLTUĞUNUN MESCİT’TEN
ATILMASI
Abdullah b. Übey b. Selûl, Müslüman olduktan sonra Mescit’te onun
makamına hürmeten ona özel bir yer ayrılmasından bahsetmiştik. Her cuma günü
gelir ve o makamda otururdu. Buna kimse itiraz etmezdi. Hz. Peygamber cuma günü
hutbesinden sonra Abdullah b. Übey b. Selûl ayağa kalkar: “Ey insanlar, Allah’ın
aranızda bulundurduğu, sizi onunla şereflendirdiği Resulünü dinleyiniz. Ona itaat
ediniz” der ve otururdu. Uhud savaşından sonraki cuma hutbesinin ardından yine
kalkıp Hz. Peygamber’i tasdik etmek istedi. O anda birkaç sahâbi kalkıp Abdullah b.
Übey b. Selûl’ün kolundan tutup onu dışarı çıkardılar. Oturduğu koltuğu da
Mescit’ten attılar.124
123 Âl-i İmrân:166-168.
124 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 92; Köksal, X, 251-252; Sezikli, 84.
44
Abdullah b. Übey b. Selûl bu olay karşısında: “Sanki ben büyük bir kabahat
işlemişim, kötü bir söz söylemişim, vallahi ben onun işini pekiştirmek için ayağa
kalkmıştım.” diyerek dert yandı.125
Burada Müslümanlar, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Uhud savaşından önce geri
dönmesine tepki göstermişlerdir. Abdullah b. Übey b. Selûl de sahâbenin tepkisinin
sebebini anlamamazlıktan gelerek, olayı farklı yönden yorumlamıştır. Bu da
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Müslümanlar’a karşı yanlış bir harekette bulunduğunu
fark ettiğini göstermektedir.
8. BENÛ MUSTALIK (MÜREYSÎ) GAZVESİ VE ABDULLAH B. ÜBEY
B. SELÛL’ÜN İÇ SAVAŞ ÇIKARMA TEŞEBBÜSLERİ
Hz. Peygamber, Benû Mustalık kabilesinin Medine’ye saldırmaya hazırlandığı
haberini aldı. Benû Mustalık gazvesi için hicretin altıncı yılının şaban ayında, Hz.
Peygamber, yerine Zeyd b. Hârise'yi vekil bırakarak yedi yüz kişilik bir orduyla
Medine’den yola çıktı.126
Şiblî, konuyla ilgili kısaca şunlara yer vermiştir: Bu gazve sıradan, küçük bir
gazve idi. Ama ganimet umuduyla daha önce hiç görülmedik sayıda münâfık
katılmıştı. Hz. Peygamber bu durumu göz ününde bulundurarak yola çıktığında bir
gün boyunca ters istikamet olan Şam’a doğru yol aldı. Ertesi sabah yönünü Benû
125 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 92; Köksal, X, 252.
126 İbn Hişam, Sîret, III, 399; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 520; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, IV, 266; Hasan, I, 165.
45
Mustalık kabilesine çevirerek hızlıca düşmanın üzerine yürüdü. Dolayısıyla Benû
Mustalık’ta, savaştan ziyade münâfıkların çevirdiği entrikalar üzerinde
durulmuştur.127
Benû Mustalık gazvesi dönüşünde Müreysî suyunun başında ordu konaklarken
Muhacirler ile Ensar arasında münakaşa oldu. Cahcah ile Sinan b. Veber el-Cühenî
kuyudan su çekerken kovaları karıştı ve anlaşmazlık çıktı. Sinan, Abdullah b. Übey
b. Selûl’ün müttefiki idi. Cahcah, Sinan’a vurunca Sinan'ın yüzünden kan akmaya
başladı. Bu sırada Sinan: “Yetiş ey Ensar topluluğu!” diye bağırdı. Cahcah da:
“Yetişin ey Muhacir topluluğu!” diye bağırdı.128
Cahcah'ın, “Ey Kureyş topluluğu…” diye seslendiği sırada Abdullah b. Übey
b. Selûl, arkadaşlarından Mâlik, Dâis, Süveyd, Evs b. Kayzî, Muattıb b. Kusayş,
Zeyd b. Lusayd, Abdullah b. Nebtel ile beraber oturuyorlardı. Yanlarında henüz
küçük yaşta olan Zeyd b. Erkam da vardı. Abdullah b. Übey b. Selûl bu sesi duyunca
çok kızdı ve şöyle dedi: “Ey Evsoğulları, ey Hazrecoğulları, ben size, dostunuz ve
müttefikiniz Sinan b. Veber el-Cühenî’ye yardımcı olmanızı tavsiye ederim.” dedi ve
ardından şunları söyledi: “Muhacirler’in yaptıklarını gördünüz mü? Kendi
yurdumuzda bize galebe çaldılar, bizi tanımadılar. Eskilerin darb-ı meseli vardır:
Besle köpeği (semirt), yesin seni.” Ardından Abdullah b. Übey b. Selûl, sözlerine
127 Şiblî, Mevlana, Asr-ı Saâdet, I, 284.
128 İbn Hişam, Sîret, III, 400; İbn Sa’d, Tabakât, II, 32; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, IX, 229; Taberî,
Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 521; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 180; İbnu’l-Kayyim el-
Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, III, 1220; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 268; İbn Seyyidinnâs, II,
93; Hasan, I, 166; Doğrul, I, 285; Köksal, XII, 44; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I, 404;
Sezikli, 111; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140.
46
şöyle devam etti: “Yemin olsun, eğer Medine'ye dönecek olursak, izzetli ve kuvvetli
olan, zelil ve zayıf olanı şüphesiz Medine’den sürüp çıkaracaktır.”129
Abdullah b. Übey b. Selûl, bu sözlerin ardından kavmine dönerek şöyle dedi:
“Siz kendi elinizle bunu yaptınız. Onlara peşkeş çekip yurdunuzu bölüştürdünüz.
Şayet yüz vermeseydiniz, onlar da çekip giderlerdi.” Ensar’ın Müslümanlar safında
savaşa katılmalarını da başlarına kakan Abdullah b. Übey b. Selûl şöyle demişti:
“Onlar (Muhacirler) çoğaldı, siz azaldınız. Bu arada, tabi ki evlatlarınız da yetim
kaldı. Müslümanlar’ın Medine'den gitmeleri için Muhacirler’e zekât ve sadaka
vermeyin ki, dağılsınlar.”130
Buhârî, Zeyd b. Erkam’dan rivayet edilen bir hadisi şöyle zikretmektedir:
“Ben, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün yanındakilere söylediği -yukarıda bahsettiğimiz-
bütün sözlerini amcama anlattım. Amcam da bunları Hz. Peygamber'e iletti. Hz.
Peygamber beni çağırdı, ben de söylenenleri Hz. Peygamber’e anlattım. Hz.
Peygamber, Abdullah b. Übey b. Selûl ve arkadaşlarını çağırarak onları sorguya
çekti. Onlar da bunu inkâr ederek söylemediklerine yemin ettiler. Resulullah beni
yalanlayıp onları doğruladı. Bunun üzerine amcam da bana kızdı. Bu olay beni
129 İbn Hişam, Sîret, III, 400; Ahmed b. Hanbel, Musned, I, 318; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, IX, 229;
Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 521; İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 180; İbnu’l-
Kayyim el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, III, 1220; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 268; Hasan, I,
166; Doğrul, I, 285; Köksal, XII, 44; Sezikli, 111, Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”,
DİA, İstanbul 1988, I, 140.
130 Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, V, 414; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 268; Namî, Ömer,
Zahiru’l-Nifak fî İtari’l-Mevazini’l-İslâmiyye, 51; Sezikli, “Münâfık-Hz. Peygamber Döneminde
Münâfıklar”, DİA, İstanbul 2006, XXXI, 568.
47
fazlasıyla üzdü. Çok geçmeden Münâfıkûn sûresinin ilk âyetleri nazil olunca Hz.
Peygamber beni çağırdı ve: “Ey Zeyd, Allah seni doğruladı.” dedi.131
Hz. Peygamber, söylenenlere çok üzüldü, fakat durum hassas olduğunu bildiği
için onların üzerine gayet temkinli gitti. Olayı büyütmek istemedi. Hz. Peygamber’in
yanında Hz. Ömer de vardı. Hz. Ömer: “Ya Resulullah müsaade et de onu Abbâd b.
Bişr öldürsün.” dedi. Hz. Peygamber ise: “Ey Ömer, olmaz öyle şey, işin iç yüzünü
bilmeyen halk, Muhammed ashâbını öldürüyor diye konuşmaya başlarsa durum nice
olur.” dedi.132
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün oğlu Abdullah, babasının öldürülmesi teklifini
duyunca Hz. Peygamber’e gelerek: “Ya Resululah, Abdullah b. Übey öldürülecekse,
onu ben üstleneyim. Korkarım ki, öldürmeyi, benden başkasına emredersin de,
nefsim babamın katilinin halk arasında gezip dolaştığını görmeye beni bırakmaz,
tahammül edemeyip bir mümini öldürmüş olurum.” dedi. İbn Übey'in oğlu
Abdullah'ın bu sözlerine karşılık Hz. Peygamber: “Hayır, ona karşı yumuşak
davranırız, aramızda yaşadığı sürece onunla iyi geçiniriz.” dedi.133
Ensar'dan bir topluluk, Zeyd b. Erkam'a gelerek: “Sen, kavminin büyüğünün,
söylemediği şeyleri söyledi, demekle zulmettin. Akrabalık bağlarını kopardın.”
131 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, VIII, 93-4; Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, V, 415.
132 İbn Hişam, Sîret, III, 400; Müslim, Sahih-i Müslim, VIII, 297; Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, V, 417.
133 Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 524.
48
diyerek Zeyd b. Erkam'ı sıkıştırdılar. Zeyd b. Erkam ise, işittiklerinin doğruluğunu
tekrar söyledi: “Vallahi İbn Übey'in söylediğini Rasulullah'a aynen ilettim.” dedi.134
Hz. Peygamber, bu olaya çok kızdı. Meselenin unutulup bastırılması için o
günün sıcak bir saatinde orduyu yola çıkardı. Useyd b. Hudayr, Hz. Peygamber’e
gelerek: “Ya Resulullah, hiç bu saatte orduyu yola çıkarmazdınız.” dedi. Hz.
Peygamber: “İbn Übey'in söylediğini duymadın mı? ‘Medine'ye dönünce, en aziz ve
kuvvetli olan, en zelil ve zayıf olanı Medine'den çıkaracaktır.’ demiş” dedi. Bunun
üzerine Useyd Hz. Peygamber'e şöyle dedi: "Ya Rasulullah, istersen sen, onu
Medine'den çıkarırsın. Asıl zelil ve zayıf olan odur. Aziz ve kuvvetli olan sensin. Ya
Rasulullah, İbn Übey'e iyilikle muamele et. Vallahi, sen bize geldiğin zaman, kavmi
ona krallık tacı hazırlamıştı. O, elinden çıkan saltanatını senin aldığını
sanmaktadır.”135
Müfessirler bu olayın ardından Münâfıkûn sûresinin ilk sekiz âyetinin nazil
olduğunu belirtmektedirler. İlgili âyetlerde genel olarak münâfıkların özelliklerinden
bahsettikten sonra konumuzla ilgili şu ibareler yer almaktadır: “O münâfıklar öyle
kimselerdir ki, 'Allah'ın Peygamberi yanındaki kimselere harcayıp yedirmeyin; ta ki
dağılıp gitsinler.' diyorlar. Hâlbuki göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır, fakat
münâfıklar anlamazlar. Münâfıklar diyorlar ki, '(Eğer bu savaştan) Medine'ye bir
dönersek, kuvvet ve şerefi çok olan bizler, zayıf ve düşük olanı (müminler
topluluğunu) oradan çıkaracaktır. Hâlbuki kuvvet ve üstünlük Allah'ın, Resulünün ve
134 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, VIII, 93-4.
135 Hasan, I, 167.
49
müminlerindir. Fakat münâfıklar bunu bilmez/er.”136 Bu âyetlerin geniş açıklaması
tefsîrlerde yer almaktadır.137
İnen âyetler yoruma gerek bırakmayacak kadar açık bir şekilde Abdullah b.
Übey b. Selûl’ün sözleriyle ilgilidir.138
Bu olaya kadar Abdullah b. Übey b. Selûl’e saygı duyan kabilesinden sahâbiler
artık bundan sonra ondan uzaklaşmaya başladılar. Hz. Peygamber’in, ona karşı
izlediği siyaset onu halkın gözünde bir kahraman yapmadan kendi kendinin değerini
halkın gözünde düşürmüş oldu.139
Uhud savaşından sonra bağları koparan Abdullah b. Übey b. Selûl, burada hem
liderliğine hem de konumuna yakışmayan bir tavır içine girmiştir. Muhacirler’i
böylesine aşağılaması onun dine karşı durumunu ortaya koymaktadır. Abdullah b.
Übey b. Selûl’ün bu tarz sözler sarf etmesi onun gerçek niyetini göstermektedir.
Böylece o daha önce bahsettiğimiz “münâfık” kelimesinin muhatabı olmuştur. İnen
âyetler de fazla söze hacet bırakmayacak kadar açıktır.
136 Münâfikûn:63/1-8.
137 Bkz.Taberî, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur'ân-ı Kerîm, VIII, 298-308; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb,
XXI, 495-504; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, XIV, 7907-21; Elmalılı, Hak Dini
Kur’ân Dili, VIII, 64-75.
138 Taberî, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur'ân-ı Kerîm, VIII, 298-308; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XXI,
495-504; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, XIV, 7907-21; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân
Dili, VIII, 64-75.
139 İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 181.
50
Bir de bu olayla ilgili olarak indiği belirtilen âyetlerde münâfıklardan
bahsederken sıkça “akıl etmezler, bilmezler” diye hitapta bulunulması, Abdullah b.
Übey b. Selûl’ün sarf ettiği sözlerin ve yaptığı şeylerin ne kadar akıldan uzak
olduğunu göstermektedir.
Ayrıca Abdullah b. Übey b. Selûl’ün öldürülmesi gündeme gelince İbn
Übey’in oğlu Abdullah’ın: “Eğer babam öldürülecek ise onu ben öldürmeliyim.”
demesi o günün toplumundaki kabileciliğin ne kadar hassas bir çizgide olduğunu
göstermektedir.
9. İFK HADİSESİ VE ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN
YAPTIKLARI
İfk hadisesinde Abdullah b. Übey b. Selûl’ün rolünün tespiti için olaydan
kısaca bahsedelim: Hz. Peygamber, Mustalık (Müreysî) gazvesine (6/627),
beraberinde Hz. Âişe’yi140 de götürmüştü. Gazve dönüşünde Hz. Peygamber
konaklama emri verdi. Konak yerinde Hz. Âişe’nin başından bir olay geçti.
Olayı özetle Hz. Âişe’nin kendisinden dinleyelim: “Benû Mustalık gazvesine
Hz. Peygamber ile ben çıktım. Bu sefer, hicap âyeti indikten sonra idi. Bunun için,
ben hevdeç141 içinde taşınıyor, konak yerinde hevdeç içinde indiriliyordum. Bu
şekilde gittik. Hz. Peygamber gazvesini bitirip geri döndüğü ve Medine'ye yak-
140 Fayda, Mustafa, “Âişe”, DİA, İstanbul 1989, II, 201-2.
141 Hevdec: Deve üstünde taşınan kapalı bir mekândır. Hz. Peygamber’in hanımlar onun içinde oturup
sefere giderdi. Yükleyenler içindekinin kim olduğunun farkına varmazdı.
51
laştığımız bir sırada konak yerine inip gecenin bir kısmını orada geçirdikten sonra
göç edilmesini bildirdi. Hareket emri verildiği zaman, ben hemen kalkıp bir
ihtiyacım için, ordugâhtan ayrıldım. Sonra hevdecimin yanına gelip de boynumu
yoklayınca, gördüm ki, Yemen boncuğundan dizilmiş gerdanlığım kopmuş. Hemen
geri dönüp gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aramak beni alıkoydu. Benim
bindiğim deveye, beni hevdecin içinde sanarak, boş hevdeci yüklemişler, devenin
başını çekip gitmişler. Hevdecin içinde kimse bulunmadığının, boş olduğunun
farkına varmamışlar. Ben çok genç ve zayıf bir kadındım. Gerdanlığımı bulup
bulunduğum yere döndüğüm zaman, orada ne bir çağıran, ne de cevap veren vardı.
Herkes çekilmiş, gitmişti. Benim hevdecin içinde olmadığımı anlayınca, döner beni
aramaya gelirler sanıyordum. Elbiseme bürünüp otururken, gözlerimi uyku bürüdü.
Olduğum yerde uyuyakalmışım. Safvan b. Muattal ordunun arkasında kalıp, gecenin
sonunda benim bulunduğum yerde uyuyan bir insan karaltısı görerek yanıma gelmiş
ve beni görünce tanımış. Onun sesine uyandım, hemen yüzümü elbisemle örttüm.
Vallahi, o ne benimle bir tek kelime konuştu, ne de ben ondan istircâdan başka bir
kelime işittim. Safvan, binmem için, devesini bana yaklaştırdı. Ön ayağına basıp,
deveyi çöktürdü. Kendisi benden geriye çekildi, bin dedi. Ben de, deveye bindim.
Safvan, bindiğim devenin yularını elime vererek yola koyuldu. Orduya öğle sıcağı
basıp konakladıkları sırada yetişebildik.”142
142 Vakıdî, Kitabu’l-Meğâzi, II, 426-7; Buhârî, Sahîh, V, 117; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, VIII, 80-3; İbn
Seyyidinnâs, II, 3; İbn Şebbe, Amr b. Şebbe b. Abid, Tarihü’l-Medinetü’l-Münevvere, 349;
Makdisî, Abdulganî b. Abdulvâhid, Hadisü’l-İfk,16; Fayda, Mustafa, “Âişe”, DİA, İstanbul 1989, II,
201-2.
52
Hadisenin seyrinde tam bu sırada bir nokta dikkatimizi çekti: Gecenin
yarısında yola çıkan ordu, ertesi gün öğle sıcağında konaklıyor. Bu geçen zamanda
Hz. Âişe’nin hevdecin içinde olup olmadığı hiç fark edilip araştırılmadı mı? Bunun
cevabını Taberî’nin Tarih’inde bulmaktayız: Bir müddet sonra Hz. Peygamber, Hz.
Âişe’yi yokladı ve onu yerinde bulamayınca Hz. Ali’yi geri yolladı. Yolda Safvan’a
ve Hz. Âişe’ye rastladı. Durumu sorup öğrendikten sonra geri dönüp Hz.
Peygamber’e olayı anlattı. Bir süre sonra onlar da konak yerine geldiler.143
Safvan, Hz. Âişe’yi orduya kavuştururken Abdullah b. Übey b. Selûl ve
beraberindeki grup bunları gördü. Abdullah b. Übey b. Selûl: “Kimdir bu?” diye
sordu. “Âişe'dir” dediler. Abdullah b. Übey: “Ne Âişe o adamdan dolayı kurtulur, ne
de o adam Âişe'den dolayı kurtulur.” dedi.144
Burada Abdullah b. Übey b. Selûl, Hz. Âişe ile Safvan b. Muattal beraber
kalarak günah işlediklerini ve bu suçtan dolayı Allah’ın azabından
kurtulamayacaklarını söyleyerek onlar hakkında suizanda bulunmuştur.
Bu dedikodu başlangıçta pek duyulmamıştı. Medine’ye kavuştuktan sonra
başta Abdullah b. Übey b. Selûl olmak üzere Hassân b. Sâbit, Mıstah b. Üsâse ve
Hamne bint Cahş yaygara koparmış ve bu dedikodular günden güne yayılmıştı.145
143 Taberî, Tarih, II, 418.
144 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 274; İbn Şebbe, Tarihü’l-Medinetü’l-Münevvere, 349;
Köksal, XII, 64.
145 İbn Hişam, Sîret, III, 412; Makdisî, Hadisü’l-İfk,16; Fayda, Mustafa, “Âişe”, DİA, İstanbul 1989,
II, 202.
53
Hz. Âişe diyor ki: “Ordu Medine’ye kavuşunca ben bir ay hastalandım.
İftiradan hiç haberim olmadı.146 Beni sormaya gelen Ümmû Mistah’tan tesadüfen
olayı öğrendim. Ben bu haberi duyunca daha da rahatsızlandım.147
Bu konuda vahiy gecikince Hz. Peygamber Mescid’e gidip hutbeye çıkıp
kısaca şunları söyledi: “Ailemi töhmet altında bırakan kimseler hakkında yapılması
gereken iş hususundaki görüşlerinizi bana açıklayınız. Allah'a yemin ederim ki ben
ailem hakkında ve onların zevcemi itham ettikleri kişi hakkında hiçbir kötülük
bilmiyorum. O benim evime, ben yanında olmaksızın hiç girmemiştir. Ne zaman bir
sefere çıktımsa, o da benimle birlikte çıkmıştır.” buyurduktan ve iftiracı Abdullah b.
Übey hakkında konuşacağı için mazur görülmesini istedikten sonra: “Ey
Müslümanlar ailem hakkındaki iftirasıyla beni üzüntüye düşüren bir adama karşı
bana kim yardım eder? Hâlbuki vallahi, ben ailem hakkında hayırdan başka bir şey
bilmiyorum. Onlar öyle bir adamın da adını ortaya attılar ki, ben onun hakkında da
hayırdan başka bir şey düşünemiyorum.” dedi.148
Bu konuşmada anlaşıldığına göre Hz. Peygamber, Safvan’ın ve Hz. Âişe’nin
suçsuz olduğunu düşünüyor. Hz. Peygamber, bunların iftiraya uğradığı
kanaatindedir. Kimin bunlara iftira attığını da bilmiyor. Müslümanlar’ın bu konuda
bildiklerini söylemelerini isteyerek olayın açığa kavuşmasını istiyor.
146 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, VIII, 82; Makdisî, Hadisü’l-İfk,25; İbn Şebbe, Tarihü’l-Medinetü’l-
Münevvere, 349.
147 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, XIII, 83; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 532; İbnü’l-Esir, el-
Kâmil fî’t-Tarih, II, 183; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 275; Makdisî, Hadisü’l-İfk,22.
148 İbn Hişam, III, 412; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 533.
54
Bunun üzerine, Abduleşheloğulları’nın kardeşi Sa'd b. Muâz, ayağa kalkıp:
“Ya Rasulullah, bana izin ver onun boynunu vurayım. Eğer o Evs’ten ise, onun
hemen boynunu vurayım. Eğer Hazrec kabilesinden ise, bize emredersin, onun
hakkındaki emrini de yerine getiririz.” dedi.149
Bunun üzerine, Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı. Kendisi Hazrec kabilesinin seyyidi,
ulu kişisi idi. Fakat kabile taassup ve gayretine kapılarak: “Allah'ın beka ve
ebediyetine yemin ederim ki sen yanılıyorsun. Sen onu öldüremezsin, öldürmeye güç
yetiremezsin. Eğer iftiracılar Evs kabilesinden olmuş olsalardı, onların boyunlarını
vurmak istemezdin ve böyle konuşmazdın. Sen bize Cahiliye devrindeki davayı
tutturmak, güttürmek, onu aramıza yeniden sokmak mı istiyorsun? Hâlbuki Allah
onu yok etmiştir.” dedi.150
Bunun üzerine, Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa'd b. Ubâde'ye: “Allah'ın
beka ve ebediyetine yemin ederim ki sen yanılıyorsun. Vallahi, biz muhakkak onu
öldürürüz. Sen muhakkak münâfıksın ki, münâfıklar hesabına bizimle mücadele
ediyorsun.” dedi.151
İnsanlar birbirileriyle vuruşmaya kalkıştılar. Neredeyse Evs ve Hazrec
kabileleri arasında bir fitne kopacaktı. Hz. Peygamber, minberde ayakta durarak,
149 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 275-6; Makdisî, Hadisü’l-İfk, 27.
150 Age, IV, 275-6.
151 İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 276.
55
onları yatıştırmaya çalıştı. Nihayet sustular. Hz. Peygamber de sustu ve Hz. Ebû
Bekir’in evine gitti.152
Bu tartışmada şu kanaate varmaktayız: Evs kabilesinden Sa’d b. Muâz iftirayı
kimin attığını bilmiyor. Hz. Peygamber’den, iftiracının eğer kendi kabilesinden ise
kendilerine bildirmesini ve onu öldürebileceklerini belirtiyor. Hazrec kabilesinden
Sa'd b. Ubâde ise kimin iftira attığını bildiğini ima ederek Sa’d b. Muâz’a, eğer o
senin kabilenden olsaydı bu sözleri sarf etmezdin diyor. Adeta Sa’d b. Muâz’ın da
iftirayı kimin attığını belirtiyor. Bizce, Medine’de uzun bir süredir bu mesele
konuşulmaktadır. Herkesin konuştuğu böylesine önemli bir olayın failleri net bir
şekilde bilinseydi hemen olay büyümeden tedbir alınırdı. Mesele uzadığına göre
ağızlarda dolaşan iftiranın sahibi bilinmemektedir. Ama sahâbiler arasında, iftirayı
kimin attığı net bir şekilde bilinmese de bu işi alevlendirenin Abdullah b. Übey b.
Selûl olduğu bilinmektedir. İftirayı atan kişinin, körükleyen kişiyle aynı olmaması
durumunu da düşünebiliriz. İşin hukukî boyutu kimin iftirayı attığıyla ilgilidir ki bu
net olarak bilinmemektedir. Ama Uhud savaşından sonra şimşekleri üzerine çeken
Abdullah b. Übey b. Selûl bu olayda meseleyi yayan kişi konumunda olabilir.
Olaya son derece üzülen Hz. Peygamber konuyu istişare için Zeyneb bint
Cahş’ı, Zeyd b. Hârise’nin oğlu Üsâme’yi, Hz. Ali’yi, Hz. Osman’ı ve Hz. Ömer’i
çağırdı. Onlara konu ile ilgili görüşlerini sordu. Zeyneb ile Üsâme: “Ya Resulullah
biz Hz. Âişe hakkında hayırdan başla bir şey bilmeyiz.” dediler. Hz. Ali ise: “Ya
Resulullah, size kadın çok, sen onu boşayıp başkasıyla evlen derim ama siz yine de
152 Age, IV, 276.
56
cariyeniz Berîre’nin153 de fikrini sorun, o doğruyu söyler.” dedi. Hz. Peygamber,
Berîre’yi çağırıp ona sordu. O da: “Vallahi, Âişe hakkında ancak hayır ve
iyilikbilirim. Âişe’de hiçbir ayıp bilmiyorum. Ancak ben hamurumu yoğuruyordum
ona hamuru beklemesini söylemiştin. O ise onu beklerken uyumuş, koyun da gelip
hamuru yemişti.” dedi. Sorulan cariyenin Berîre olmadığına dair rivayetler de vardır.
154
Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Âişe’nin yanına giderek ondan eğer bir
kötülük işlemiş ise tövbe etmesini istedi. Hz. Âişe dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki
senin sözünü ettiğin şeylerden dolayı asla tövbe etmeyeceğim. Eğer ben böyle bir şey
yaptım desem sen beni tasdik edeceksin. Eğer ben böyle bir şey yok desem sen beni
tasdik etmeyeceksin. Öyleyse bana düşen Hz. Yusuf’un babası Hz. Yakub’un dediği
gibi: “Güzel bir sabırla sabredeceğim, sizin söylemekte olduğunuza karşı
kendisinden yardım dilenen yalnız Allah’tır (Yusuf,12/18)” dedim. Bunun üzerine
Hz. Peygamber daha oradan ayrılmadan Allah ona vahyetti.155
Müfessirler Hz. Âişe hakkında indiğini belirttikleri âyetlerde konumuzla ilgili
olarak şöyle buyrulmaktadır: “O uydurma haberi getirenler, içinizden bir zümredir...
153 Aşıkkutlu, Emin, “Berîre”, DİA, İstanbul 1992, V, 503-4.
154 İbn Hişam, III, 413; Buhârî, Sahih, V, 118; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 535;
Aşıkkutlu, Emin, “Berîre”, DİA, İstanbul 1992, V, 503-4.
155 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 184.
57
Onlardan, günahın büyüğünü üzerine alan, yüklenen kimseye de büyük bir azap
vardır.”156
Müfessirler âyette geçen “günahın büyüğünü işleyen”den kasıt Abdullah b.
Übey b. Selûl olduğunu bildirmektedirler. “onlardan bir grup” tan kastın ise
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün etrafında toplanan münâfıklar olduğunu
belirtmektedirler.157
Râzî, “İnsanlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için
dünyada da ahirette de çetin bir azap vardır.”158 Âyetin açıklarken, “Bu çirkin
iftirayı yapana, duyduğunda sevinip yayılmasına katkıda bulunana ve onlarla
ortaklaşa iş yapan herkese belli ölçüde cezasını dünyada tatbik etmek gerekir.”
demektedir. Buna göre cezalandırılanlar arasında Abdullah b. Übey b. Selûl de
bulunmaktadır.159
Bunun üzerine Hz. Peygamber halkın yanına gidip hutbeye çıkarak inen
âyetleri okudu. Hz. Peygamber’in eşine onun nezdinde tüm Müslümanlar’a iftira
edenleri inen âyetler doğrultusunda cezalandırdı.
156 Nûr sûresi, 24/ 11-20. Taberî, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur'ân-ı Kerîm, VI, 116-30; Râzî,
Mefâtîhu’l-Ğâyb, XVI, 556-71; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, XI, 5791-5810;
Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, V, 556-562; Esed, Muhammed, Kur'ân Mesajı Meal-Tefsîr, 708-9;
Ateş, IV, 1792-99.
157 Buhârî, Sahih, V, 120; Taberî, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur'ân-ı Kerîm, VI, 116-30; Râzî,
Mefâtîhu’l-Ğâyb, XVI, 556-71; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, XI, 5791-5810;
Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, V, 556-562; Esed, 708-9; Ateş, IV, 1792-99.
158 Nûr sûresi:24/ 18-9.
159 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XXIII, 160.
58
İftiracılar, Hassân b. Sâbit,160 Mıstah b. Üsâse ve Hamne bint Cahş idi.
Abdullah b. Übey b. Selûl bu iftirayı kurcalayan, ortaya çıkaran, açıklayan, yayan ve
derleyip toparlayan idi.161
İbn Übey Müslümanlar tarafından asıl suçlu olarak görülüyordu. Ancak Hz.
Peygamber onun öldürülmesini istemiyordu. Zira İbn Übey'in öldürülmesi, iç savaşın
fiilen başlaması demekti. Neticede, çıkan bu nifakı önleyebilmek oldukça güç bir işti.
Hz. Peygamber tatsızlık çıkmaması için uğraşırken Sahâbiler Abdullah b. Übey b.
Selûl’ü sorumlu tutuyordu. Münâfıklar ise bir kargaşanın çıkmasını istiyordu.162
Hz. Peygamber, âyetleri halka okuduktan sonra, iftirayı dilleriyle yaymakta en
ileri gidenlerden iki erkekle bir kadına hadd vurulmasını emir buyurdu. Mıstah b.
Üsâse ile Hassân b. Sâbit ve Hamne bint Cahş'a hadleri vuruldu.163 Fakat olayın asıl
planlayıcısı Abdullah b. Übey b. Selûl olduğu halde onun cezalandırılmamış olması,
son derece düşündürücüdür. Bu hususta iki ihtimal üzerinde durulmuştur.
Birinci ihtimal, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün bu işi gizlice planlamış ve
başkalarının kafasına sokmuş olmasıdır. Böylece kendisi arka planda kalmış,
kimsenin yanında bir şey söylememiş, iftira suçu şahitli sabit olmadığı için de
kendisine had cezası uygulanmamıştır.
160 Elmalı, Hüseyin, “Hassân b. Sâbit”, DİA, İstanbul 1997, XVI, 399-402.
161 İbn Hişam, III, 417; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 537.
162 Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 533; Sezikli, 123.
163 Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 533-539; İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd,
III, 1225; Köksal, XII, 75.
59
İkinci bir ihtimal ise, Abdullah b. Übey b. Selûl münâfıkların lideri olduğu
için ona had uygulanması halinde, bir karışıklığa, toplumun biri birine düşmesine
sebep olacağı endişesidir. Yeni kurulmakta olan İslâm toplumunun genel menfaati
bunu gerektirmiştir. Politik bir yaklaşımla Abdullah b. Übey b. Selûl’ün
cezalandırılması uygun görülmemiştir.164
Bizce ikinci ihtimal zayıf bir durumdur. Hukukun üstünlüğü prensibini getirmiş
ve bu bağlamda “Suç işleyen kızım Fatıma da olsa cezalandırırım.” diyen bir
peygamberin suçlular arasında ayrım yapması ihtimal dâhilinde değildir.
10. HUDEYBİYE ANTLAŞMASINDA ABDULLAH B. ÜBEY B.
SELÛL’ÜN TAVIRLARI
Hz. Peygamber, gördüğü bir rüya üzerine sahâbeyle beraber, umre yapmak için
6/628 yılında Medine’den Mekke’ye gitmeye karar verdi. Müslümanlar Mekke’nin
17 km. batısında Hudeybiye denilen yerde konakladılar. Hudeybiye’de
Müslümanlar’la Mekke müşrikleri arasında bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmayla
Mekkeliler Müslümanlar’ı resmen tanımış oldular. Antlaşma gereği Müslümanlar
umre yapmadan geri döndüler.165 Abdullah b. Übey b. Selûl de bu umre yolculuğuna
katıldı.166
164 Karaman, 124.
165 Hamidullah, Muhammed, “Hudeybiye Antlaşması”, DİA, İstanbul 1988, XVIII, 297-8.
166 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XX, 178.
60
Hudeybiye’de müşrikler daha önce davranıp Beldah’taki kuyuları tutunca
Müslümanlar Hudeybiye’de su sıkıntısı çektiler. Hararetin fazla olduğu ve su
sıkıntısının hat safhada olduğu anda sahâbiler Hz. Peygamber’e müracaat ettiler. Hz.
Peygamber, Naciye b. Â’cem’i çağırıp elindeki oku Sâmed çukuruna saplamasını
istedi. Naciye b. Â’cem oku çukura atınca çukurdan su çıkmaya başladı. Çukurdan
çıkan su ordunun ihtiyacını karşıladı. Çukurun etrafında Abdullah b. Übey b. Selûl
de vardı. Abdullah b. Übey b. Selûl o anda yanında bulunan Evs b. Havlî’ye: “Ben
bunun gibisini görmüşümdür.” dedi. Evs b. Havlî bunu Hz. Peygamber’e anlattı. Hz.
Peygamber, Abdullah b. Übey b. Selûl’ü çağırttı. Ey Ebû Hubab: “Bugün görmüş
olduğun şeyin benzerini nerede gördün?” diye sordu. Abdullah b. Übey b. Selûl:
“Hiçbir zaman bunun gibisini görmedim.” dedi. Hz. Peygamber: “O sözü niçin
söyledin?” dediğinde Abdullah b. Übey b. Selûl suçunu anlayıp özür diledi. Abdullah
b. Abdullah b. Übey b. Selûl de babasının bu durumunu öğrenince Hz. Peygamber’in
yanına gitti. Hz. Peygamber’e babasını affetmesini rica etti Hz. Peygamber de onu
affetti.167
Yine Abdullah b. Übey b. Selûl Hudeybiye'de yağan yağmur için: “Bu, güz
mevsimi yıldızının işidir. Şi'ra yıldızından dolayı bize yağmur yağdı.” demişti. Hz.
Peygamber bu sözü duyunca, bu sözün aslının olmadığını belirtti.168
Ayrıca Hudeybiye muahedesi yapılıp Müslümanlar Medine’ye dönünce
Abdullah b. Übey b. Selûl: “Peygamber’in rüyası nerede kaldı?” diye dedikodu
yapmaya başladı. “Vallahi, saçları ne kazıttık, ne küçülttük, ne de Mescid-i Harâm'ı
167 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XX, 178; Köksal, XIII, 152-3; Sezikli, 130.
168 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XX, 178-9; Sezikli, 132.
61
gördük.” dedi.169 Müfessirler bu olay üzerine Feth: 48/27. âyetinin nazil olduğunu
bildirmektedirler. İlgili âyetlerde Hz. Peygamber’in rüyasının doğru çıktığından,
Müslümanlar’ın Mescid-i Harâm’a gireceğinden bahseder. Ayrıca bu âyetler
Müslümanlar’ı fetihle müjdelemiştir.170
Hudeybiye olayı, Hz. Peygamber’in gördüğü bir rüyadan hareketle
gerçekleştirilmiştir. Bu olayda susuz kuyuda suyun bulunması, beklenmedik bir
mevsimde yağmurun yağması ilginç durumlardır. Yapılan antlaşmanın maddeleri Hz.
Ömer ve Hz. Ali gibi sahâbilerce de eleştirilmiştir. Gerçekleşen olayların isabetliliği
yıllar sonra anlaşılan bir meselede Abdullah b. Übey b. Selûl’ün eleştirilerine bir
noktaya kadar hakverilebilir. Ama Abdullah b. Übey b. Selûl’ün tenkitlerinin dozu
kendi psikolojik durumuna uygun olsa da sahâbilerin eleştirilerinden daha serttir.
11. TEBÜK GAZVESİ VE ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN
BERABERİNDEKİLERLE ORDUDAN AYRILMASI
Hicretin dokuzuncu (Miladî: 630) senesinde meydana gelen Tebük seferi, Hz.
Peygamber’in katıldığı son gazvedir. Doğu Roma İmparatorluğu’nun, Şam’da
(Filistin hududunda) toplandığı ve Hırirsiyan Arap kabilelerinin de desteğini alarak
Müslümanlar’a karşı savaş hazırlığına başladığı haberi Medine’ye geldi. Hz.
Peygamber Mekke’ye ve diğer Arap kabilelerine haber göndererek İslâm ordusuna
asker yollamalarını istedi. Bunun yanında Hz. Peygamber, Elsem, Gıfâr, Cüheyne,
169 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XX, 179; Köksal, XIII, 212; Sezikli, 133.
170 Feth:48/27; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XX, 178; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VIII, 126.
62
Eşcâ, ve Süleym gibi bazı Arap kabilelerinin de katıldığı otuz bin kişilik bir ordu
hazırladı.171
Sefer yerinin uzaklığı, düşmanın güçlü oluşu, yaz mevsiminin en sıcak
günlerinde oluşu, kuraklık ve kıtlığın hat safhada oluşu, meyvelerin hasat döneminde
oluşu gibi durumlar savaşı zorlaştırıyordu. Bununla beraber serin ağaç gölgelerini
bırakıp aç, susuz ve sıkıntılı bir yola çıkmak çok zordu.
Hz. Peygamber her defasında savaşacağı yeri ve durumunu bildirmemesinin
aksine bu defa açık bir şekilde Tebük üzerine yürüyeceğini, gidilecek yerin uzak
olduğunu, kıtlığın olduğunu, havaların sıcaklığını, düşmanın çokluğunu bildirdi. Hz.
Peygamber’in farklı bir yol izlemesinin sebebi kalplerinde şüphe olanların
anlaşılması olarak da yorumlanmaktadır.172
Abdullah b. Übey b. Selûl, Hz. Peygamber’in ordusuna katılmayarak geri
kalanlarla birlikte geri kaldı ve: “Muhammed güç bir durumda, şiddetli sıcaklarla ve
çok uzak diyarlarda Benû Asfarlar’la savaşacak. Hâlbuki kendisinde, buna yetecek
güç yok. Her halde, Muhammed, Benû Asfarlar’la çarpışmayı, oyuncak sanıyor.”
diyerek söylendi. Yanındaki kişiler de onun görüşü gibi görüşte bulundular.
Abdullah b. Übey b. Selûl, daha da ileri gitti: “Vallahi, onun ashâbının, bir sabah,
171 İbn Sa’d, Tabakât, II, 119; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 408-9; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar
Tarihi, V, 741; Hasan, I, 196-7.
172 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 409; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 742; Doğuştan
Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I, 406.
63
ikişer ikişer iplere bağlanmış olarak görür gibiyim.” diyerek Hz. Peygamber ile
ashâbını korkutmak istedi.173
Durum böyle olunca münâfıkların birçoğu bu savaşa katılmamak için
bahaneler ortaya koydular. Havaların çok sıcak olduğunu, hatta Rumlar’ın sarışın
kadınlarına dayanamayacaklarını söyleyerek izin isteyenler dahi oldu. Bunun
yanında Hz. Peygamber ordusunu Seniyyetü’l-Veda’ya kurunca Abdullah b. Übey b.
Selûl, Hz. Peygamber'in ordugâhının aşağısına, Zubab tepesinin hizasına doğru kendi
başkanlığında ayrı bir karargâh kurdu. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün grubu, Hz.
Peygamber’in ordusundan az değildi. Hz. Peygamber ordusuna hareket emri verince
Abdullah b. Übey b. Selûl ve grubu çoğunlukla geride kalıp Medine’ye döndü. Bir
kısmı da Hz. Peygamber’in ordusuna katıldı.174
Tebük seferinde münâfıklarla ilgili o kadar çok âyet nazil olmuştur ki bu kadar
âyet başka hiç bir seferde veya olayda nazil olmamıştır. Bu nedenle Tebük gazvesine
“Gazvetü’l-Fâdıha = Rüsvaylık gazvesi” denir. Tevbe sûresinin bir iki âyeti hariç
diğer tüm âyetleri Tebük savaşı sırasındaki münâfıkların durumundan
bahsetmektedir.175 Konumuzla ilgili olarak: Tevbe:9/38, Tevbe:9/48, Tevbe:9/81.
âyetlere özellikle bakılabilir. Tevbe:9/81. âyeti dikkat çekicidir: “Savaştan geri
kalan münâfıklar, Resulullah'ın hilafına, onun savaşa gitmesine karşılık, oturup
kalmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihat etmekten
173 Taberî, Tarih, II, 478; Köksal, XVI, 175.
174 İbn Hişam, IV, 219; İbn Sa’d, Tabakât, II, 119; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 419; Taberî, Milletler ve
Hükümdarlar Tarihi, V, 745; Taberî, Tarih, II, 477; Köksal, XVI, 173.
175 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 420.
64
hoşlanmadılar, üstelik ‘Bu sıcakta savaşa gitmeyin.’ dediler. De ki: ‘Cehennem ateşi
daha sıcaktır.’ Keşke anlayabilselerdi”.176
Tebük seferinde, iklim şartları elverişsiz olup gidilecek yer uzak ve savaşılacak
olan Roma İmparatorluğu da oldukça büyük idi. Durum böyle olunca Hz.
Peygamber’in savaş kararına itaat zorlaştı. Bu durum savaşa katılımın azalmasına
sebep oldu. İslâm olup da henüz Müslüman olmayanlar Hz. Peygamber’e karşı
muhalefet edenler Abdullah b. Übey b. Selûl’ün etrafında toplandı. Rivayette geçen,
mütereddit grubun sayısının, Hz. Peygamber’in ordusundan az olmaması dikkat
çekicidir. Bu Hz. Peygamber’in sahâbesi arasında henüz tam Müslüman olmamış
ciddi sayıda insanın olduğunu göstermektedir. Göze çarpan diğer bir husus da Zubab
tepesinde Abdullah b. Übey b. Selûl’ün etrafında toplanan grubun bir kısmının Hz.
Peygamber’in ordusuna katılması bir kısmının da İbn Übey’le geri dönmesidir. Bu da
münâfıklar grubunda birlik olmadığını gösterir. Dolayısıyla Abdullah b. Übey b.
Selûl’ün yanında bulunanların hepsine münâfık demek zor bir durumdur.
12. ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN HASTALANIŞI, ÖLÜMÜ VE
DEFİN İŞLEMLERİ
Abdullah b. Übey b. Selûl, hicretin dokuzuncu yılı (Miladî:630) şevval ayının
sonuna doğru hastalandı. Hastalığı yirmi gece sürdü. Hz. Peygamber, Abdullah b.
Übey b. Selûl hastalanınca gidip onu ziyaret ederdi. Abdullah b. Übey b. Selûl
176 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XI, 519-22; Ateş, III, 1143-5/1149/1173-4.
65
hastalığı ilerleyince oğlu Abdullah’ı göndererek Hz. Peygamber’i çağırttı. Hz.
Peygamber geldiğinde onun ölümcül hastalığa yakalandığını anladı, ona: “Vallahi,
sana Yahudiler’i sevmemeni söyleyip dururdum. Yahudi sevgisi nihayet seni helak
etti.” buyurdu. Abdullah b. Übey b. Selûl: “Es’ad b. Zurâre, onlara kin besledi de
kendisine ne yararı oldu ki? Ya Resulullah, şimdi kınama ve azarlama zamanı değil,
ölme zamanıdır. Seni, yanıma beni azarlayasın diye değil, benim için af dileyesin
diye çağırttım. Ölürsem, yıkanışımda yanımda bulun. Bana gömleğini ver onun içine
de sarılayım. Üzerime namaz kıl ve benim için mağfiret dile.”177 dedi.
Abdullah b. Übey b. Selûl, hastalığının sonunda ölünce oğlu Abdullah, Hz.
Peygamber’e gelerek: “Ya Resulullah, babam öldü. Gömleğini ver de, onu
gömleğinin içine sarıp kefenleyeyim. Onun cenaze namazını kıl ve bağışlanması için
de Allah’a dua et.” dedi. Hz. Peygamber ona gömleğini verdi ve “Babanı yıkayıp
kefenledikten sonra beni çağır gelip babanın cenaze namazını kıldırayım.” dedi.
Abdullah, Hz. Peygamber’in dediklerini yaptıktan sonra Abdullah b. Übey b.
Selûl’ün cenazesini kıldırmak için Hz. Peygamber’i çağırdı. Hz. Peygamber
beraberindeki sahâbiler ve Abdullah b. Übey b. Selûl’ün dostlarıyla onun cenazesini
kıldırmak üzere gitti.178
177 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, IV, 342; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V, 118; Tahâvî, Şerhu Muşkili’l-
Âsâr, I, 70; Canan, İslâm Tarihi, 395; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I, 407; İbn Şebbe,
Tarihü’l-Medinetü’l-Münevvere, 369.
178 İbn Hişam, IV, 270; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, IV, 342; Taberî, Tarih, II, 486; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, V, 118; Tahâvî, Şerhu Muşkili’l-Âsâr, I, 73; İbn Şebbe, Tarihü’l-Medinetü’l-
Münevvere, 349; Köksal, XVI, 419-20; Hatipoğlu, 82; Sezikli, 167.
66
Hz. Peygamber cenaze namazını kıldırmak üzere öne çıktığı zaman Hz. Ömer,
Hz. Peygamber’in elbisesinden tutup çekti. Önüne dikilip Abdullah b. Übey b.
Selûl’ün kötülük yaptığı olayları birer birer saydı: “Ya Resulullah, filan gün, şöyle,
filan gün böyle söyleyen Allah düşmanı Abdullah b. Übey b. Selûl üzerine mi namaz
kılacaksınız?” dedi. Hz. Peygamber gülümseyerek şu âyeti okudu: “Onlar için ister
mağfiret dile, ister dileme, onlar için yetmiş defa mağfiret dilesen de, Allah, onları
bağışlamayacaktır.” (Tevbe: 9/80) diyerek şöyle devam etti: “Allah beni iki şeyden
birini tercih etmekte serbest bırakmış ve ben de, tercihimi yapmış bulunuyorum.”
dedi. Hz. Ömer ısrara devam ederek: “Sen ona yetmiş defa af dilesen de Allah onu
affetmeyecektir.” dedi. Hz. Peygamber de: “Eğer ben yetmişi arttırınca, bunun
affedileceğini bilsem, muhakkak arttırır, bağışlanmasını sağlardım.” buyurdu. Sonra
da onun üzerine cenaze namazı kıldı. Sahâbiler de Hz. Peygamber’le birlikte
kıldılar.179
Hz. Peygamber’in, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cenaze namazını kıldırmaya
hazırlanırken Hz. Ömer’in telkinleriyle ve nazil olan Tevbe Sûresi’nin 84. âyetinin
gereğince cenaze namazını kıldırmadığı yönünde rivayetler de vardır.180
Bize göre Hz. Peygamber cenaze namazını kıldırmıştır. Bahsettiğimiz âyetde
namazın kılınmasının ardından nazil olmuştur. Çünkü rivayetlerin en sahihleri bu
yöndedir. Bazı rivayetlere ek olarak yapılan rivayetlerde namaz kıldırmadığından
179 Muslim, Sahih-i Muslim, VIII, 298; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, IV, 344; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-
Nihâye, V, 118; Tahâvî, Şerhu Muşkili’l-Âsâr, I, 78; Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I,
407; Köksal, XVI, 421.
180 Tahâvî, Şerhu Muşkili’l-âsâr, I, 78-80; Erul, Bünyamin, Sahâbenin Sünnet Anlayışı, 127-8.
67
bahsedilmektedir. Hz. Peygamber muhayyer bırakıldım dediyse muhayyer
bırakılmıştır. Allah’ın affetmeyeceğini bildirmesinin cenaze namazını kıldırıp
kıldırmamasıyla ilgisi yoktur. Hz. Peygamber, Allah’ın affetmeyeceğini bildirdiği
kişinin, -mesela sosyolojik açıdan- namazını kıldırmasının hiçbir mahsuru
görülmemektedir.
Hz. Peygamber, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cenazesini kıldırdıktan sonra
oğlu Abdullah’a başsağlığı diledikten sonra geri döndü. Abdullah b. Übey b.
Selûl’ün kız kardeşi Cemîle’ye,181 kadınlar başsağlığına gidiyorlardı. O da ağabeyi
için ağlayıp sızlıyordu. Cemîle, Cahiliye adetleriyle ağıt yakarken kimse onu
uyarmıyordu.182
Hz. Peygamber, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cenazesini kıldırdı. Cenazenin
başında kabre kadar götürdü. Kabirden ayrıldıktan sonra şu âyet nazil oldu:
“Onlardan ölen hiçbir kimseye dua etme. Kabrinin başında da durma. Çünkü onlar
Allah’ı ve Resulünü inkâr ile kâfir oldular. Fâsık kimseler olarak öldüler (Tevbe:
84)”. Bundan sonra, Peygamberimiz Allah’a ruhunu teslim edinceye kadar hiçbir
münâfığın cenaze namazını kılmadı. Kabrinin başında da durmadı.183
181 Uğur, Mücteba, “Cemîle bint Übey b. Selûl", DİA, İstanbul 1993, VII, 328-9.
182 Vakıdî, Meğâzî, III, 1058; Köksal, XVI, 425; İbn Şebbe, Tarihü’l-Medinetü’l-Münevvere, 375;
Uğur, Mücteba, “Cemîle bint Übey b. Selûl", DİA, İstanbul 1993, VII, 328-9.
183 Tevbe sûresi:9/84; Taberî, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur'ân-ı Kerîm, IV, 337-340; Râzî,
Mefâtîhu’l-Ğâyb, XII, 118-22; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, XII, 3588-92; Elmalılı,
Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 389.
68
Câbir’in rivayetine göre, Abdullah b. Übey b. Selûl defnedildikten sonra Hz.
Peygamber onun mezarının başına gitti. Sahâbilere emrederek onu mezarından
çıkarttırdı. Cesedini dizlerinin üzerine koydu. Yüzünün tozunu üfleyerek sildi. Hz.
Peygamber gömleğini çıkararak ona giydirdi. Onu tekrar mezara koydu.184 Rivayetin
çoğu sahih hadis kitaplarında geçmemesi ve meselenin gelişen hadiselerle pek
örtüşmemesinden dolayı bu rivayet kanaatimizce realiteden uzak görülmektedir.
Buharî, Hz. Peygamber’in, onun cenaze namazını kıldırışının sebeplerini şöyle
sıralamaktadır: Hz. Peygamber’in, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün oğlu Abdullah’a
derin sevgi beslemesi. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün liderliği gölgesinde münâfıklık
yapanların gerçek imanlarına vesile olmaya çalışması. Nitekim bin münâfık
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün ölümünden sonra Müslüman oldu. Bedir savaşında
esirler arasında Hz. Peygamber’in amcası Hz. Abbas da vardı. O gün Hz. Abbas’a bir
gömlek arandı. Hz. Abbas uzun boylu olduğu için ancak Abdullah b. Übey b.
Selûl’ün gömleği ona oldu. Abdullah b. Übey b. Selûl gömleğini Hz. Abbas’a hediye
etti. Hz. Peygamber de buna karşılık gömleğini ona vererek İbn Übey’in hakkını
ödemek istedi.185
Hz. Peygamber, Abdullah b. Übey b. Selûl’ü hasta ziyaretine gittiğinde onun
hastalığının ölümcül odluğunu anladı ve ona bazı konularda hatalı davrandığını
söyledi. Burada Hz. Peygamber’in, Abdullah b. Übey b. Selûl’e serzenişinin konusu
münâfıklığı değil de Yahudiler’in Medine’den sürüldüğünde onları koruyup
184 Muslim, Sahih-i Muslim, VIII, 298; Tahâvî, Şerhu Muşkili’l-Âsâr, I, 75; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-
Nihâye, V, 119.
185 Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, IV, 343-4.
69
kollaması olması dikkatimizi çekmektedir. Hicret’ten önce Abdullah b. Übey b. Selûl
Yahudiler’le antlaşma yapmıştı. Yahudiler’in şehirden çıkarılmasında, Abdullah b.
Übey b. Selûl, Yahudiler’i desteklemişti. Bu durum Hz. Peygamber’in ona
söyleyeceği en önemli konu olması önemlidir. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün de hala
onları desteklemekten pişman olmadığını belirten şeyler söylemesi üzerinde
durulması gereken bir konudur. Abdullah b. Übey b. Selûl bir lider olarak eski
dostları olan Yahudiler’i Hz. Peygamber’e tercih etmesi onun siyasî düşüncelerinin
dinî düşüncelerinden önde olduğunu göstermektedir. Ama bu durum onun
münâfıklığından çok siyasî düşüncelerini İslâm’dan daha da ön planda tuttuğunu
gösterir. Abdullah b. Übey b. Selûl’e yöneltilecek en büyük eleştiri bu olabilir.
70
III. BÖLÜM
ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN,
MEKKE MÜŞRİKLERİ İLE MÜNASEBETLERİ
71
1. MEKKE MÜŞRİKLERİNİN AKABE GÖRÜŞMELERİNİ ABDULLAH
B. ÜBEY B. SELÛL’E SORMASI
Mekke müşriklerinin kulağına Yesribliler’in Akabe’de Hz. Peygamber ile
görüştüğü haberi gitti. Mekkeliler olayın aslının olup olmadığını öğrenmek istediler.
Yesrib’e bir heyet göndererek meselenin doğruluğunu sorguladılar. Bu grup
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün yanına gitti. Akabe görüşmesi haberinin doğru olup
olmadığını sordular. Eğer doğru ise size kızdığımız kadar hiçbir kabileye kızmayız
dediler. Bunun üzerine Abdullah b. Übey b. Selûl, “…Vallahi, bu büyük bir iştir.
Benim kavmimin böyle bir işi benden saklayacağını sanmıyorum…” dedi. Bunun
üzerine heyet Mekke’ye geri döndü.186
Burada üç durum göze çarpmaktadır: Birincisi, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün
kendini kavminin lideri olarak görmesi ve kavminin kendinden habersiz böyle bir işe
kalkışmayacağını düşünmesi. İkincisi, Mekkeliler’in Abdullah b. Übey b. Selûl’ü
muhatap almaları ve lider olarak onu görmeleri. Diğeri ise Hz. Peygamber’in
Yesrib’e Hicret’inin Mekke müşriklerinin Medineli dostlarıyla aralarının
bozulmasına sebep olacağı düşüncesidir. Bu endişeyi Abdullah b. Übey b. Selûl’de
de görmekteyiz.
186 İbn Hişam, II, 109-10; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, III, 252; Hamidullah, İslâm Peygamberi,
I, 170; Sezikli, 23-24-27.
72
2. MEKKE MÜŞRİKLERİNİN, ABDULLAH B. ÜBEY B.
SELÛL’DEN HZ. PEYGAMBER’İ YESRİB’DEN ÇIKARMASINI İSTEMESİ
Abdullah b. Übey b. Selûl, Mekke müşriklerine Akabe görüşmelerinin
olmadığını söylemesi üzerine Mekkeliler rahatladılar. Ardından Hicret gerçekleşince
her şey ortaya çıktı. Bunun üzerine Ebû Süfyân187 ile Übey b. Hâlef hemen
Yesribliler’e haber göndererek şöyle dediler: “Arap kabileleri arasındaki hiçbir harp
sizin ile bizim aramızdaki gibi sert olamaz. Siz bizim aramızdan çıkmış birine
yardım etmiş bulunuyorsunuz. Ona eman hakkı verip onu himayenize aldınız. Bu çok
büyük bir ayıptır. Asla bizim aramıza girmeyin. Eğer o çok iyi biri ise bu şeref bize
aittir. Eğer kötü biri ise onu ele geçirip cezalandırmak herkesten çok bizim
meselemizdir.” Bu mektuba Kâ’b b. Mâlik188 olumsuz cevap verdi.189
Mekke müşrikleri bu defa Abdullah b. Übey b. Selûl’e şöyle bir mektup yazdı:
“Bizden birine bir eman hakkı vermişsiniz. Onu öldürmezseniz veya ülkenizden
çıkarmazsanız sizin üzerinize yürür sizi öldürürüz. Kadınlarınızıda kendimize alırız.”
Bu mektubu alan Abdullah b. Übey b. Selûl yandaşlarıyla toplantı yaptı. Hz.
Peygamber ile savaşma kararı çıkarttı.190
187 Aycan, İrfan, , “Ebû Süfyân”, DİA, İstanbul 1994, X, 230-2.
188 Kandemir, Yaşar, “Kâ’b b. Mâlik”, DİA, İstanbul 2001, XXIV, 4-6.
189 Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 235-236; Köksal, VIII, 104-6; Sezikli, 28; Kandemir, Yaşar,
“Kâ’b b. Mâlik”, DİA, İstanbul 2001, XXIV, 4-6.
190 Ebû Davud, Sünenu Ebû Davud, IV, 213; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 235-236; Koçyiğit,
Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140; Köksal, VIII, 104-6.
73
Hz. Peygamber durumu haber alınca onlara gidip, onları şu sözleriyle
savaşmaktan vazgeçirdi: “Mekkeliler’in size yaptığı tehdidi biliyorum ama
unutmayın ki, eğer siz onların dediğini yaparsanız kendi halkınıza onların yapacağı
zarardan daha büyük zarar vermiş olursunuz.” Bu sözlerin üzerine Abdullah b. Übey
b. Selûl ve beraberindekiler dağıldı.191
Abdullah b. Übey b. Selûl, Mekke müşrikleriyle ilişkilerinin zarar görmesini
istememesinin yanı sıra dostu Ebû Süfyân’la da arasının bozulmasını
istememektedir. Henüz müşrik olan Abdullah b. Übey b. Selûl’ün bu tepkiyi
göstermesi normaldir. Buna Hz. Peygamber’in kendisinden habersiz gelmesi
durumunu da eklersek kendi aralarında bu kararı almaları doğaldır. Burada
dikkatimizi çeken husus Hz. Peygamber’in meseleyi öğrendiğinde Abdullah b. Übey
b. Selûl’e giderek ona: “Eğer beni buradan çıkarırsan kendi halkını karşına alarak bir
iç çekişmeye sebep olursun ki bu senin yapmak istediğinden daha kötüdür.” diyerek
Abdullah b. Übey b. Selûl’ü ikna etmiştir. Bu da Hz. Peygamber’i Medine’de
destekleyenlerin sayısının azımsanamayacak kadar çok olduğunu göstermektedir.
Abdullah b. Übey b. Selûl’de kendi kavmini karşısına almayı göze alamadığı için
ister istemez Hz. Peygamber’in Medine’de kalmasını kabul etmiştir.
191 Ebû Davud, Sünenu Ebû Davud, IV, 213; Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 235-236; Sezikli, 28.
74
3. UHUD SAVAŞINDA MÜNÂFIKLARIN, EBÛ SÜFYÂN’DAN,
ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN EMAN DİLEMELERİNİ İSTEMESİ
Uhud savaşının son anlarında münâfıklar, Hz. Peygamber’in şehit edildiği
dedikodusunu yaymaya başladılar. Mücahitler, Uhud dağına doğru çıkarken bir grup
münâfık şunları söyledi: “Keşke bir elçi, Abdullah b. Übey b. Selûl’e gitse ve bizim
için Ebû Süfyân’dan eman alsa.” dedi.192
Müfessirler, münâfıkların bu sözü üzerine Âl-i İmrân:3/144. âyetinin nazil
olduğunu belirtmektedirler.193
Bu olay, hala Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Mekke müşrikleriyle ve özellikle
Ebû Süfyân’la sıkı bir ilişki içinde olduğunu gösterir.
4. HUDEYBİYE’DE MEKKE MÜŞRİKLERİNİN ABDULLAH B. ÜBEY
B. SELÛL’E KÂBE’Yİ TAVAF ETME TEKLİFİ
Hudeybiye’de Hz. Peygamber Hz. Osman’ı Mekke’ye göndererek umre için
izin istemişti. Ama Kureyişliler bunu kabul etmemelerine rağmen bir ara Kureyş
müşrikleri, Abdullah b. Übey b. Selûl’e; “Eğer Mekke’ye gelip Kâbe’yi tavaf etmek
istersen, gel tavaf et.” diye haber gönderdiler. Haber geldiği sırada, Abdullah b. Übey
b. Selûl’ün oğlu Abdullah, babasının yanında oturuyordu. Babasına: “Babacığım,
192 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, VII, 92; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV,44; Köksal, X,167-168;
Sezikli, 81.
193 Âl-i İmrân:3/144; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, VII, 92.
75
sana, Allah’ı hatırlatırım, Resulullah, tavaf etmeden sen tavaf edip de, bizi her yerde
rezil mi edeceksin?” diyince, Abdullah b. Übey b. Selûl, tavaf etmekten vazgeçti ve
“Resulullah tavaf etmedikçe, ben de tavaf etmem.” dedi. Hz. Peygamber onun bu
sözünü işitince memnun oldu.194
Bu olay, Mekke ileri gelenlerinin nazarında Abdullah b. Übey b. Selûl’ün, özel
bir yerinin olduğunu göstermektedir. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Müslüman
olması, Hz. Peygamber’in ordusuyla beraber olsa da onun hala kendini lider olarak
görüldüğünü göstermektedir. Burada Mekkeliler’in Müslümanlar arasında ikilik
çıkarma düşüncesinde oldukları da düşünülebilir.
194 Vakıdî, Meğâzî, II, 605; Namî, Ömer, Zahiru’n-Nifak fî İtari’l-Mevazini’l-İslâmiyye, 63; Köksal,
XIII, 179; Sezikli, 132.
76
IV. BÖLÜM
ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN
MEDİNE YAHUDİLERİ İLE MÜNASEBETLERİ
77
1. HZ. PEYGAMBER’İN KAYNUKÂOĞULLARI YAHUDİLERİNE
VERECEĞİ CEZAYI ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN HAFİFLETME
ÇABASI
Hz. Peygamber Hicret’ten sonra Kaynukâoğulları ile de antlaşma yaptı.
Medine vesikasına Hazrecliler’in müttefiki olarak katıldılar. Fakat Bedir savaşını
kazanan Müslümanlar’ı kıskanarak taşkınlık yapıp huzuru bozmaya başladılar.
Bunun üzerine Hz. Peygamber, onları Kaynukâ çarşısında toplayarak şunları söyledi:
"Ey Yahudi topluluğu, Allah'ın Kureyş'e indirdiği musibet gibi bir musibetin sizin
başınıza da gelebileceğinden sakınınız ve Müslüman olunuz, çünkü siz benim
gönderilen peygamber olduğumu biliyor ve bunu kitabınızda ve Allah'ın size gön-
derdiği Ahd'de bulmuş bulunuyorsunuz." buyurdu.195
Kaynukâlılar da Hz. Peygamber’e şöyle cevap verdiler: "Ey Muhammed, sen
bizi kendi kavmin mi zannediyorsun? Kendilerinde harp ilmi olmayan bir kavimle
karşılaşman seni aldatmasın. Sen onları yenmiş bulundun. Vallahi biz eğer seninle
harp edersek, muhakkak bizim nasıl insanlar olduğumuzu o zaman öğrenirsin."
diyerek Hz. Peygamber’e meydan okudular.196
195 İbn İshak, 368-370; Vakıdî, Kitabu’l-Meğâzî, I, 176; İbn Hişam, III, 66-69; Belâzurî, Ensâbü’l-
Eşrâf, I, 371; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 341-345; İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-
Tarih, II, 134-135; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 10-12; Atçeken, İsmail Hakkı, Hz.
Peygamber’in Yahudiler’le Münâsebetleri, 116-122; Köksal, IX, 236-240; Sezikli, 58-60;
Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140; Avcı, Casim, “Kaynukâ”,
DİA, İstanbul 2003, XXIV, 88; Sarıçam, 188-189; Doğrul, Ali Rıza, Büyük İslâm Tarihi, I, 278.
196 İbn İshak, 368-370; İbn Hişam, III, 66-69; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 341-345;
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 134-135; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 10-12; Atçeken,
78
Gerginlik sürerken Müslüman bir kadın Kaynukâ çarşısında zinet eşyası almak
için bir kuyumcu dükkanında oturuyordu. Yahudi’nin biri kadının haberi olmadan
elbisesini sandalyeye bağladı. Kadın kalkarken avret yeri açıldı. Bunun üzerine kadın
bağırmaya başladı. Kadının feryadı üzerine Müslümanlar’dan bir kişi sıçrayıp
kuyumcunun ardına düştü ve onu öldürdü. Yahudiler de toplanıp o Müslüman’ı
öldürdüler. Böylece Müslümanlar’la Kaynukâoğulları’nın arası bozuldu. (Şevval 2
Mart-Nisan 624)197
Bu bardağı taşıran son damla oldu. Böylece Kaynukâlılar antlaşmayı bozmuş
oldular. Kaynukâoğulları, Bedir'den sonra antlaşmayı bozan ve Hz. Peygamber’le
çarpışmaya kalkan Yahudiler’in ilki idi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
Kaynukâoğulları’nın üzerine yürüdü. Onlar da kalelerine sığındılar.198
İsmail Hakkı, 116-122; Köksal, IX, 236-240; Sezikli, 58-60; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b.
Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140; Avcı, Casim, “Kaynukâ”, DİA, İstanbul 2003, XXIV, 88;
Sarıçam, 188-189; Doğrul, I, 278.
197 İbn İshak, 368-370; İbn Hişam, III, 66-69; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 341-345;
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 134-135; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 10-12; Atçeken,
116-122; Köksal, IX, 236-240; Sezikli, 58-60; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA,
İstanbul 1988, I, 140; Avcı, Casim, “Kaynukâ”, DİA, İstanbul 2003, XXIV, 188-189; Doğrul, I,
278.
198 İbn İshak, 368-370; İbn Hişam, III, 66-69; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 341-345;
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 134-135; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 10-12; Atçeken,
116-122; Köksal, IX, 236-240; Sezikli, 58-60; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA,
İstanbul 1988, I, 140; Avcı, Casim, “Kaynukâ”, DİA, İstanbul 2003, XXIV, 88; Sarıçam, 188-189;
Doğrul, I, 278.
79
Kaynukâoğulları’na kalelerine çekilmelerini Abdullah b. Übey b. Selûl tavsiye
etmiş ve kendilerinin de onlarla birlikte kaleye gireceklerini söylemişti. Ama
Abdullah b. Übey b. Selûl ve grubu onlara yardım edip kalelerine gitmemişlerdi. Hz.
Peygamber onları on beş gece sıkı bir muhasara altında tuttu. Sonunda kalelerinden
inip teslim oldular.199
Hz. Peygamber Kaynukâoğulları’nın bağlanmasını emretti. Onları öldüreceğini
anlayan Abdullah b. Übey b. Selûl, Hz. Peygamber’in yanına geldi. Arkasından elini
zırhının cebine soktu. Hz. Peygamber’e: “Ey Muhammed antlaşmalılarım hakkında
ihsanda bulun (affet onları).” dedi. Peygamberimiz kızdı, yüzünü ondan çevirdi ve
yüzünün rengi değişti. Hz. Peygamber ona: “Yazıklar olsun sana bırak beni.”
buyurdu.200 Abdullah b. Übey b. Selûl: “Hayır vallahi, beni Hadâik ve Buâs günü
aklara ve karalara karşı savunmuş olan Kaynukâlı 400 zırhlı, 300 zırhsız
antlaşmalılarımı affetmedikçe, seni bırakmam. Sen onları öldürmek istiyorsun. Ey
199 İbn Sa’d, Tabakât, II, 19-20; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 341-345; İbnü’l-Esir,
el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 134-135; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 10-12; Atçeken, 116-122;
Köksal, IX, 236-240; Sezikli, 58-60; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul
1988, I, 140; Avcı, Casim, “Kaynukâ”, DİA, İstanbul 2003, XXIV, 88; Doğrul, I, 278.
200 Vakıdî, Kitabu’l-Meğâzî, I, 177; İbn Hişam, III, 66-69; İbn Sa’d, Tabakât, II, 19-20; Taberî,
Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 341-345; İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 134-135; İbn
Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 10-12; Atçeken, 116-122; Köksal, IX, 236-240; Canan, İslâm
Tarihi, 267; Sezikli, 58-60; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I,
140; Avcı, Casim, “Kaynukâ”, DİA, İstanbul 2003, XXIV, 88; Sarıçam, 188-189; Doğrul, I, 278;
80
Muhammed ben devrin aleyhimize dönmesinden, başımıza musibetlerin gelmesinden
korkuyorum." dedi.201
Hz. Peygamber, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün onları affettirmek için
direndiğini görünce: “Çözün onların bağlarını. Allah onlara lanet etsin. Onlara
yardım edenlere de lanet etsin.” diyerek, onların Medine'den sürülüp çıkarılmasını
emretti.202
Hz. Peygamber Kaynukâoğulları Yahudileri’nin mallarını teslim almaya Ubâde
b. Sâmit'i memur etti. Ubâde b. Sâmit de, Abdullah b. Übeyy b. Selûl gibi
Kaynukâoğulları Yahudileri’nin antlaşmalısı idi. Kaynukâoğulları Yahudileri Hz.
Peygamber ile antlaşmayı bozup savaşmaya kalkıştıkları zaman, Abdullah b. Übey
onların affedilmesi için uğraşmış, onların yanında yer almıştı. Ubâde b. Sâmit ise
201 İbn İshak, 368-370; İbn Hişam, III, 66-69; Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, I, 372; Taberî, Milletler ve
Hükümdarlar Tarihi, IV, 341-345; İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 134-135; İbn Kesîr, el-
Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 10-12; Atçeken, 116-122; Köksal, IX, 236-240; Sezikli, 58-60; Koçyiğit,
Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140; Avcı, Casim, “Kaynukâ”, DİA,
İstanbul 2003, XXIV, 88; Sarıçam, 188-189; Doğrul, I, 278.
202 İbn İshak, 368-370; İbn Hişam, III, 66-69; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 341-345;
İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 134-135; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 10-12; Atçeken,
116-122; Köksal, IX, 236-240; Sezikli, 58-60; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA,
İstanbul 1988, I, 140; Avcı, Casim, “Kaynukâ”, DİA, İstanbul 2003, XXIV, 88; Sarıçam, 188-189;
Doğrul, I, 278.
81
Peygamberimiz’e gelip: “Ya Rasulullah, ben Allah'ı, Resulünü ve müminleri dost
edindim. Kaynukâoğulları’yla antlaşmamı bozdum.” dedi.203
Müfessirler Mâide: 51-53.204 âyetlerinin iniş sebebinin bu olay olduğunu
belirterek şunları söylemektedirler: Abdullah b. Übey b. Selûl’ün, “Bize bir felaket
gelmesinden korkuyorum.” demesini yine o eski kabile savaşları günlerinin geri
gelmesinden korktuğunu belirtmektedir. Râzî de âyette geçen “Yahudi ve
Hırirsiyan’dan kasıt Kaynukâoğulları Yahudileri ile Necran Hırirsiyanları olduğunu
belirtmektedir. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Yahudiler’i dost edinmesinin sebebini
ise “Onların zengin olduğu ve onlardan gerektiğinde borç para aldığı” şeklinde
açıklamıştır. İlgili âyetlerde geçen “kalbi hastalıklı” ibaresinin muhatabı Abdullah b.
Übey b. Selûl dür.205
Abdullah b. Übey b. Selûl ilk defa Yahudiler’i savunmak üzere Hz.
Peygamber’in karşısına çıktığı bu hareketiyle Yahudiler’in öldürülmelerini
engellemeye muvaffak oldu. Fakat Medine’den sürülmelerine engel olamadı. Çünkü
203 İbn Hişam, III, 66-69; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 341-345; İbnü’l-Esir, el-Kâmil
fî’t-Tarih, II, 134-135; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 10-12; Atçeken, 116-122; Köksal, IX,
236-240; Sezikli, 58-60; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140;
Avcı, Casim, “Kaynukâ”, DİA, İstanbul 2003, XXIV, 88; Sarıçam, 188-189; Doğrul, Ali Rıza, I,
278.
204 Mâide: 5/51-53; Taberî, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur'ân-ı Kerîm, III, 322-8; Râzî, Mefâtîhu’l-
Ğâyb, IX, 103-7; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, V, 2373-84; Elmalılı, Hak Dini
Kur’ân Dili, III, 265-8.
205 Taberî, el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur'ân-ı Kerîm, III, 322-8; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, IX, 103-7;
İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, V, 2373-84; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, III, 265-
8.
82
Kaynukâoğulları’nın Medine’den sürülme nedenleri, İslâm’ı kabul etmemeleri değil,
Medine’nin iç huzurunu bozup düşmanlıklarını açığa vurmaları dır.206
Hazrec kabilesi Buâs savaşından beri Kaynukâlılar’ın müttefiki idi. Abdullah
b. Übey b. Selûl’ün müttefiklerini koruması, Buâs’ta onların Hazrecliler’e yaptığı
iyiliğin karşılığını böylesi bir günde ödemesiyle ilgilidir. Öte yandan Abdullah b.
Übey b. Selûl’ün kendini hala lider olarak görüp onlarla antlaşmasının devam ettiği
düşüncesinde olması dikkat çekicidir. Bu durum Abdullah b. Übey b. Selûl’ün
Müslümanlığıyla siyasî liderliğini ayrı ayrı düşündüğünü göstermektedir. Abdullah
b. Übey b. Selûl’ün her şeye rağmen Yahudiler’le antlaşmasını bozmaması onun
yapılan antlaşmanın hala geçerli olduğunu düşündüğünü gösterir.
2. NADÎROĞULLARI YAHUDİLERİNİN MEDİNE’DEN ÇIKARILIŞI
VE ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN ONLARI DİRENMEYE TEŞVİK
EDİŞİ
Kureyş müşriklerinin, Hz. Peygamber’i Medine’den çıkarması için Abdullah b.
Übey b. Selûl’e haber yolladığından daha önce bahsetmiştik. Kureyşliler Abdullah b.
Übey b. Selûl’den umduklarını bulamayınca bu defa Nadîroğulları Yahudileri’ne şu
206 Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, IV, 341-345; İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 134-
135; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 10-12; Atçeken, 116-122; Köksal, IX, 236-240; Sezikli,
58-60; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140; Avcı, Casim,
“Kaynukâ”, DİA, İstanbul 2003, XXIV, 88; Doğrul, I, 278.
83
mektubu yolladılar: “Sizler silah ve kalelere sahipsiniz. Muhammed’i yurdunuzdan
çıkarınız. Eğer dediğimizi yapmazsanız, kadınlarınızı kadınlarımız yaparız.”207
Bu mektubu alan Nadîroğulları, Hz. Peygamber’e bir suikast planladı:
“Sahâbilerinden otuz kişi çıksın, bizim bilginlerimizden de otuz kişi çıksın. Seninle
bizim aramızdaki filan yerde buluşulsun. Bilginlerimiz seni dinlesinler. Eğer onlar
seni doğrular, sana iman ederlerse, hepimiz sana iman ederiz." diye haber
gönderdiler. Bu buluşmada bir suikast hazırlayıp Hz. Peygamber’i öldürmeyi
düşünüyorlardı. Nadîroğulları mahallesinde oturan bir kadının onların bu planlarını
Hz. Peygamber’e bildirdiği de rivayet edilmektedir.208
Hz. Peygamber’in Nadîroğulları Yahudileri’ni Medine’den sürme sebebinin bir
diğeri de şöyledir: Amr b. Umeyye yanlışlıkla Hz. Peygamber’den eman alan Benû
Âmir kabilesinden iki kişiyi öldürdü. Antlaşma gereği Hz. Peygamber ve
Nadîroğulları bu iki kişinin diyetini ödeyeceklerdi. Bu meseleyi konuşmak için Hz.
Peygamber, yanına Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve birkaç sahâbiyi de alarak
Nadîroğulları’nın yurduna gitti. Hz. Peygamber ve ashâbı bir damın dibinde
oturuyordu. Yahudiler kendi aralarından Amr b. Cahş’ı, damın üzerine çıkardı. Hz.
207 İbn Sa’d, Tabakât, II, 31; Ebû Davud, Sünenu Ebû Davud, IV, 213; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 165;
Köksal, XI, 73; Atçeken, 123; Sezikli, 87.
208 İbn Hişam, III, 268-269; Ebû Davud, Sünenu Ebî Davud, IV, 213; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 165;
Köksal, XI, 73; Atçeken, 123; Sezikli, 88.
84
Peygamber’e taş atarak onu öldürmeye karar verdiler. Bu durum Hz. Peygamber’e
vahiy ile bildirildi. Hz. Peygamber oradan uzaklaşıp Medine’ye döndü.209
Hz. Peygamber, ashâbıyla Medine’de durumu görüştü. Nadîroğulları ile savaş
yapmak üzere hazırlık yapılmasını emretti. Muhammed b. Mesleme’yi, “Medine’yi
terk etmeleri” emrini iletmek üzere Nadîroğulları Yahudileri’ne gönderdi ve on gün
mühlet verdi. Böyle bir ortamda Nadîroğulları Yahudileri, önce durumu kabullenip
göç etmek üzere hazırlık içinde iken Abdullah b. Übey b. Selûl harekete geçti.210
Abdullah b. Übey b. Selûl, arkadaşlarından Vedîa, Mâlik b. Ebû Kavkal,
Süveyd ve Dâis'i Nadîroğulları Yahudileri’ne şu haberi iletmek üzere gönderdi:
“Sakın yurdunuzu ve mallarınızı bırakıp gitmeyiniz, kalenizde durunuz. Kavmimden
iki bin kişi sizinle birlikte kalenizden girerek size yardım edecektir. Ayrıca,
Kureyzâoğulları ve Gatafân'dan olan müttefiklerimizin yardımı sağlanacaktır.’211
209 İbn-i Hişam, III, 268-269; İbn İbn Sa’d, Tabakât, II, 31; Ebû Davud, Sünenu Ebû Davud, IV, 215;
Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 165; Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 23; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar
Tarihi, V, 445-6; İbnü’l-Esir, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 162; İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-
Meâd, III, 1112; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 129; İbn Seyyidinnâs, II, 48; Atçeken, 280-
281; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140; Hasan, Hasan
İbrahim, İslâm Tarihi, I, 155.
210 İbn Hişam, III, 268-269; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 165; Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 23; Taberî,
Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 445-6; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 162; İbnu’l-Kayyım
el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, III, 1112; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 129; Atçeken, 280-281;
Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140; Hasan, I, 155.
211 İbn Hişam, III, 268-269; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 165; Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 23; Ya’kûbî,
Tarihu’l-Ya’kûbî, II, 36; Taberî, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 445-6; İbnü’l-Esir, el-Kâmil
85
İbn Übey'in yaptığı bu teklif üzerine Nadîroğulları Yahudileri Medine'yi
terk etmekten vazgeçtiler. Liderleri Huyey b. Ahtâb, kardeşi Cüdey b. Ahtâb'ı şu
haberle Hz. Peygamber'e gönderdi: “...Biz Medine'den çıkıp gitmeyeceğiz, elinden
geleni yap...”212
Hz. Peygamber, önce Kureyzâoğulları ile muahedeyi yeniledi, sonra
Nadîroğulları'nı muhasara altına aldı. Muhasara esnasında Nadîroğulları Yahudileri,
Abdullah b. Übey b. Selûl’den yardım beklediler ama Abdullah b. Übey b. Selûl
Yahudiler’e vaat etmiş olduğu yardımı yapamadı. Böylece Nadîroğulları Yahudileri
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün vaat ettiği yardımın gelmediğini gözleriyle görmüş
oldu. Hz. Peygamber'in kuşatması on beş gün sürdü.213
Müfessirler, Haşr: 59/11–17.214 âyetlerinin iniş sebebinin Nadîroğulları’nın
Medine’den sürülüşünde Abdullah b. Übey b. Selûl’ün onlara yardım sözü ile ilgili
olduğunu söylemektedirler. Âyette geçen, “Eğer yurdunuzdan çıkarılırsanız elbette
ki sizinle beraber biz de çıkarız. Yemin olsun ki eğer kitap ehli olanlar yurtlarından
fî’t-Tarih, II, 162; İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, III, 1112; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-
Nihâye, IV, 129; İbn Seyyidinnâs, II, 49; Atçeken, 280-281; Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b.
Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140; Hasan, I, 155.
212 İbn Hişam, III, 268-269; Zebidî, Tecrîd-i Sahîh, X, 165; Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, 23; Taberî,
Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, V, 445-6; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fî’t-Tarih, II, 162; İbnu’l-Kayyım
el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, III, 1112; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 129; Atçeken, 280-281;
Koçyiğit, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, DİA, İstanbul 1988, I, 140; Hasan, I, 155.
213 İbn Hişam, III, 269; İbnu’l-Kayyim el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, III, 1113; İbn Kesîr, el-Bidâye
ve’n-Nihâye, IV, 131.
214 Haşr: 59/11-17; Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XXI, 413-18; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân- Kerîm Tefsîri,
XIV, 7817-20; Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VII, 512-8.
86
çıkarılsalar, münâfıklar onlarla beraber çıkmazlar. Yardım etseler bile mutlaka geri
dönüp kaçarlar.” cümlesini müfessirler, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün savaşa çıksa
da yoldan gerisin geriye döneceği durumunu bir münâfıklık alameti olarak
yorumlamaktadırlar. Bu âyetler bize Uhud savaşında Abdullah b. Übey b. Selûl’ün
durumunu hatırlatmaktadır. “Anlamayan bir toplulukturlar.” “Akıllarını kullanmayan
bir toplulukturlar.” ifadeleri ise Abdullah b. Übey b. Selûl’ün aslında
Nadîroğulları’nın müttefiki olmamasına rağmen bu olay için ittifak kurduklarını bu
noktada da akıllıca bir iş yapmadıklarını göstermektedir.215
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Nadîroğulları’yla cahiliye döneminde antlaşması
yoktu hatta onların düşmanı idi. Ama Abdullah b. Übey b. Selûl’ün liderlik yolunda
ilerlerken onlarla da antlaşma yaptığını görüyoruz. Ayrıca bir kopma noktası olan
Uhud savaşından hemen sonra bu olayın olması dolayısıyla hala Uhud’un etkisinin
sıcak olduğunu düşünebiliriz. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Nadîroğulları’na vaat
ettiği iki bin kişilik bir kuvvet dikkatlerimizi çekmektedir. Bu sayı Abdullah b. Übey
b. Selûl’ün arkasında ciddi sayıda bir gücün olduğunu göstermektedir.
3. HAYBER’İN FETHİ VE ABDULLAH B. ÜBEY B. SELÛL’ÜN
HAYBER YAHUDİLERİ’NE GİZLİCE HABER GÖNDERMESİ
Nadîroğulları Medine’den sürülünce, kabilenin önde gelenleri Hayber’e
giderek Medine’nin kervanlarını tehdit ediyorlardı. Hayber Yahudileri’nden bir grup,
Mekke’ye giderek müşriklerle anlaşma yapıp Hendek savaşına sebep oldular. Yine
Hayber Yahudileri, Hendek savaşında Nadîroğulları’nın kendilerine yardım etmeleri
215 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğâyb, XXI, 413-18; İbn Kesîr, Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, XIV, 7817-20;
Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VII, 512-8.
87
karşılığında Hayber’in bir yıllık hurma mahsulüne onlarla anlaştı. Hayber Yahudileri
Süleym, Es’ed, Fezâre, Mürre ve Eşcâ kabilelerini çeşitli vaatlerle Hendek savaşına
kattı. Hayberliler’in civar kabilelerle anlaşarak Medine’ye saldırmak için harekete
geçtikleri haberi Hz. Peygamber’e ulaşınca Hz. Peygamber Hayber’e sefer
düzenlemeye karar verdi.216
Hz. Peygamber, Hayber'in fethi (Zilhicce 7/12 Nisan-10 Mayıs 628) için
gizlice hazırlıklar yaptığı sırada, Abdullah b. Übey b. Selûl, Hayber Yahudileri’ne
gizlice haber gönderdi. Abdullah b. Übey b. Selûl, onlara Müslümanlar’ın gücünü
bildirdikten sonra, korkmamalarını ama tedbirli olmalarını bildiren şu haberi
gönderdi: “Muhammed size doğru geliyor. Tedbirinizi alınız. Mallarınızı kalelerinize
koyunuz. Çarpışma için dışarı çıkarsınız. Sizin hazırlığınız ve sayınız onlardan
çoktur. Bundan dolayı korkmayınız.”217
Abdullah b. Übey b. Selûl, Hicret’ten sonra Hz. Peygamber’e karşı hep
Yahudiler’i savundu. Abdullah b. Übey b. Selûl ölmeden önce Hz. Peygamber onu
ziyarete gittiğinde ona, Yahudi dostluğu seni mahvetti anlamında serzenişte bulundu.
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün de bundan pişman olmadığı anlamına gelen sözler
söylemesi onun Yahudiler’le dostluğunu doğrulamaktadır. Belki de Abdullah b.
Übey b. Selûl, Hz. Peygamber’le ilişkilerini bozunca kendine taraf olarak
Yahudiler’den başkasını görmemekteydi.
216 Vakıdî, Kitabu’l-Meğazi, II, 633-4; Atçeken, 137-8; Hasan, I, 181-2; Köksal, XIV, 126; Sarıçam,
195; Hamidullah, Muhammed, “Hayber”, DİA, İstanbul 1998, XVII, 21; Sırma, İhsan Süreyya, Hz.
Peygamber Devrinde Yahudi Meselesi, 76-7.
217 Vakıdî, Kitabu’l-Meğazî, II, 633-4; Ebû Davud, Sünenu Ebû Davud, IV, 215; Köksal, XIV, 135-6;
Sarıçam, 196; Sezikli, 133.
88
SONUÇ
Abdullah b. Übey b. Selûl, Hicret’ten önce meydana gelen Evs ve Hazrec
kabileleri arasındaki kardeş savaşlarında tarih sahnesine çıktı. İbn Übey, Hazrec
kabilesinin önde gelenlerinden biri idi. O çeşitli savaşlarda Hazrec’in komutanlığını
yaptı ve birçoğunda da başarılar elde etti. Buâs savaşında Hazrec’in komutanı Amr b.
Numan öldürülünce Abdullah b. Übey b. Selûl kabilenin lideri konumuna yükseldi.
Yevmü’l-Hadâık’tan sonra özellikle İkinci Ficar savaşında Abdullah b. Übey b. Selûl
tarafsız kaldı. Bu sayede hem Evsliler’in, hem de Hazrecliler’in sevgisini kazandı.
Buâs’ta da tarafsızlığını sürdüren Abdullah b. Übey b. Selûl, Evs ve Hazrec’in
komutanı durumuna geldi. Burada ortaya koymaya çalışılan nokta Abdullah b. Übey
b. Selûl’ün Hicret’ten önce Yesrib’in değilde sadece buradaki Araplar’ın lideri
konumuna gelmesidir. Evs ve Hazrec’in kabul ettiği bir kişi olması Yesrib’in lideri
olması anlamına gelmiyor. Çünkü yüz yıl boyunca kendi aralarında savaşan bu Arap
kabileleri zayıflamış durumdaydı. Yesrib’deki Yahudiler daha güçlü idi. Dolayısıyla
onların İbn Übey’i kendilerine başkan yapmaları zor bir durumdur. Ayrıca
Yahudiler’in Abdullah b. Übey b. Selûl’ü liderleri olarak gördüklerini gösteren hiçbir
olaya rastlamadık.
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün, Hicret’in ilk günlerinde, Hz. Peygamber’e karşı
tavır sergilemesinin sebebi, Hz. Peygamber’in onun liderliğine gölge düşürmesi değil
Evs ve Hazrec’ten bazılarının kendinden izin almadan Hz. Peygamber’in Medine’ye
gelmesini sağlamasıdır. Bir diğer sebep ise Mekke müşriklerinin Abdullah b. Übey b.
Selûl’e yaptıkları baskıdır.
89
Bedir savaşının ardından Abdullah b. Übey b. Selûl: “Artık, bu zafer ve
galebenin ona yöneldiğini açıkça gösteren bir vakıadır.” diyerek Müslüman oldu.
Abdullah b. Übey b. Selûl, Medine’de nüfuzlu bir kişi idi. Onun onurlandırılması
için Sahâbilerce Mescit’te ona bir koltuk tahsis edildi. Bu olay Abdullah b. Übey b.
Selûl’e verilen önemi gösterir.
Uhud savaşı Abdullah b. Übey b. Selûl için tam bir dönüm noktası oldu.
Medine’de yıllarca süren kardeş ve kabile savaşlarında komutanlık yapan ve
Medine’de önemli bir konumda olan bu insanın fikrinin Hz. Peygamber tarafından
alınması çok önemli idi. Kendisi de tecrübelerine dayanarak Medine’nin içerden
savunulması yönünde fikir belirtti. Ama istişarede Medine’yi dışardan savunalım
fikri ağır basınca, karar bu yönde çıktı. Abdullah b. Übey b. Selûl, üç yüz kişilik
grubuyla birlikte Müslümanlar’la beraber yola çıkmasına rağmen yarı yolda geri
döndü. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün yarı yolda geri dönmesinin sebebi ise bir tarafta
kendi kabilesi, öbür tarafta da dostu Ebû Süfyân ile beraber halasının oğlu Ebû
Âmir’in yüz elli kişilik grubu olmasıydı. İki grup arasında kalan Abdullah b. Übey b.
Selûl savaşmamayı tercih etti. Yolda Abdullah b. Amr b. Harâm’ın Abdullah b. Übey
b. Selûl’ü “Sakın ordudan ayrılıp geride kalmayasınız.” diye uyarmasına rağmen
onun: “Savaşılacağını bilseydik ardınızdan gelirdik” demesi bir bahaneden ibarettir.
Kısaca, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün: “Medine’de kalıp şehri içerde savunalım” fikri
aslında onun eski dostu Ebû Süfyân ve akrabası Ebû Âmir’e karşı savaşmaktansa
Medine’ye dönmeyi tercih ettiğini göstermektedir.
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Uhud savaşına giderken grubuyla Hz.
Peygamber’in ordusundan ayrılarak geri dönmesine sahâbiler onun koltuğunu
90
Mescit’ten atarak tepki gösterdi. Bu olaydan sonra bağları koparan Abdullah b. Übey
b. Selûl, Benû Müstalık savaşı dönüşündeki Müreysî olayında Muhacirler’i
aşağılayan sözler sarf ederek Hz. Peygamber’e karşı tavır sergiledi.
Hz. Peygamber, Medine’de taşkınlık çıkaran, iç huzuru bozan Yahudiler’i teker
teker şehirden çıkardı. Bu olaylarda Abdullah b. Übey b. Selûl’ün Müslümanlar’a
karşı Yahudiler’i desteklemesinin sebebi, onun kendini Medine’deki Araplar’ın lideri
olarak görmesi ve hicret öncesinde Yahudiler’le yaptığı antlaşmaları hala geçerli
kabul etmesidir.
Abdullah b. Übey b. Selûl Müslüman olmasına rağmen Mekkeli müşrik
liderlerle ilişkisini devam ettirdi. Bu bize İbn Übey’in Müslümanlığıyla liderliğini
ayrı ayrı değerlendirdiğini göstermektedir.
İbn Übey, Hz. Peygamber’e ve Müslümanlar’a karşı hicretten sonraki dokuz
yıllık hayatında genellikle muhalefet etti. Buna rağmen hastalanınca oğlunu Hz.
Peygamber’e göndererek, ondan gömleğini isteyip kendini defnederek namazını
kıldırmasını istedi. Bu isteğinin, Abdullah b. Übey b. Selûl’ün yaptıklarından pişman
olduğu şeklinde yorumlansa da onun kendi siyasî hedeflerini İslâm dininden ayrı
değerlendirdiği şeklinde düşünülebilir.
Abdullah b. Übey b. Selûl münâfık mı, muhalif mi, sorusuna şu cevap
verilebilir. Onun Müslüman oluşundan ölümüne kadarki Hz. Peygamber’le ve
sahâbilerle münasebetlerinde onu İslâm dininden çıkaracak bir tavrına ve sözüne
rastlamadık. Yahudiler’in Medine’den çıkarılırken sergilediği tavırları onun
meselelere kendi liderliği açısından baktığını göstermektedir. Araştırmanın başında
91
açıklamaya çalıştığımız münâfık kelimesinde gördük ki “münâfık” icap ettiği zaman
dinden çıkan bir kişidir. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün dinden çıktığını gösteren açık
bir delile rastlanılmadı.
Hz. Peygamber, Medine’de önemli bir güç haline gelince şehirdeki taraftarları
her geçen gün arttı. Müslümanlar, Mekkeliler’e karşı Bedir savaşını kazanınca
Medine’de bazı insanlar Hz. Peygamber’in gücünden faydalanmak için Müslüman
olmamalarına rağmen İslâm’ı kabul ettiklerini bildirdiler. Biz bu gruba münâfık
diyoruz. Münâfıklar Bedir savaşından sonra her geçen gün artmıştır. Münâfıkların
sayısındaki artış Müslümanlar’ın çoğalmasına ve güçlenmesine paralel olarak
artmıştır. Münâfıkların artması Hz. Peygamber’in vefatından sonra da devam
etmiştir. Münâfıklar Hz. Peygamber döneminde sıkıştıklarında Abdullah b. Übey b.
Selûl’ün yanında yer almışlardır. Abdullah b. Übey b. Selûl’ün arkasındaki güç
tamamen münâfıklardan oluşuyor demek güçtür. Bir lider olarak görüp de yanında
yer alanlar da vardı. Müreysî olayında bazı sahâbilerin onu koruması buna örnektir.
Abdullah b. Übey b. Selûl Müslüman olduktan sonra da lider olmak için
mücadele etmiştir. Bazen lider olma yolunda yaptıkları onun Müslümanlığını
şüpheye düşürecek duruma getirmiştir. İfk hadisesi ve Müreysî olaylarında
münâfıklık yaptığı düşünülmüştür. Lider olma yolunda bazen isabetsiz sözler sarf
etmiştir. Bazen de anlaşılması güç tavırlar sergileyerek Müslümanlar’ın ağır
eleştirisine sebep olmuştur.
92
BİBLİYOGRAFYA
1. AHMED b. HANBEL, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed (öl. 241/855), el-
Musned, I-VI, Mısır 1313.
2. ALGÜL, Hüseyin, “Evs”, DİA, İstanbul 1995, XI, 541-2.
3. ALPER Hülya, “Münâfık”, DİA, İstanbul 2006, XXXI, 565-8.
4. AŞIK, Nevzat, “Abbas b. Ubâde”, DİA, İstanbul 1988, I, 29.
5. AŞIKKUTLU, Emin, “Berîre”, DİA, İstanbul 1992, V, 503-4.
6. ATÇEKEN, İsmail Hakkı, Hz. Peygamber’in Yahudiler’le Münasebetleri,
Marifet Yayınları, İstanbul 1996.
7. ATEŞ, Süleyman, Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, I-VI, Yeni Ufuk Neşriyat, Ankara
1995.
8. AVCI, Casim, “Kaynukâ”, DİA, İstanbul 2003, XXV, 88.
9. AYCAN, İrfan, “Ebû Süfyân”, DİA, İstanbul 1994, X, 230-2.
10. BELÂZURÎ, Ahmet b. Yahya b. Câbir (öl. 279/892), Ensâbü’l-Eşrâf, (Thk. M.
Hamidullah), I-XIII, Mısır 1996.
11. ……………..… Fütûhu’l-Büldân, (Trc. Mustafa Fayda), K.T.B.Yayınları,
Ankara 1987.
12. BOZKURT, Nebi, “Medine”, DİA, İstanbul 2003, XXVIII, 305-11.
13. BULH, Frantz, “Münâfıklar”, İA, İstanbul 1993, VIII, 800-1.
14. BUHÂRÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (öl.256/870), el-Camiu’s-Sahîh, I-
XI, Bulak 1311.
15. Büyük İslâm Tarihi (Asr-ı Saâdet-Peygamberimiz’in sîreti), Trc. Ömer Rıza
Doğrul, I- V, İstanbul 1977.
16. CANAN, Mehmet Zeki, İslâm Tarihi, Yelken Matbaası, İstanbul 1977.
93
17. CEVÂD ALİ, el-Mufassal fî Târîhi’l-Arab Kable’l-İslâm, I-X, Bağdad 1999.
18. ÇAĞATAY, Neşet, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, A.Ü.İ.F.Y,
Ankara 1982.
19. ………………. 100 Soruda İslâm Tarihi, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1972.
A.Ü.İ.F.Y, Ankara 1982.
20. ÇUBUKÇU, Asri, “Buâs”, DİA, İstanbul 1992, VI, 340.
21. …………….. “Ebû Kays”, DİA, İstanbul 1994, X, 175.
22. DEVELİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügât, Aydın Kitabevi,
Ankara 1993.
23. DOĞRUL, Ömer Rıza, Büyük İslâm Tarihi, I-V, İstanbul 1978.
24. Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, I-XIV, Çağ Yayınları, İstanbul 1986.
25. EBÛ DAVUD, Süleyman İbnü’l-Eş’as es-Sicistanî (öl.275/888), Sünenu Ebû
Davud, I-IV, Kahire 1950.
26. ELMALI, Hüseyin, “Hassân b. Sâbit”, DİA, İstanbul 1997, XVI, 399-402.
27. ERDEM, Sorgon, “Abdullah b. Revâha”, DİA, İstanbul 1988, I, 129-30.
28. ERMEMİŞ, Faruk, İslâmiyet’in İlk Yüzyılında İslâm Başkentleri (Medine),
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 1979.
29. ERUL, Bünyamin, Sahâbenin Sünnet Anlayışı, T.D.V. Yayınları, Ankara 2005.
30. ESED, Muhammed, Kur'ân Mesajı Meal-Tefsîr, Trc. Cahit Koytak/Ahmet
Ertürk, İşaret Yayınları, Ankara 1999.
31. EYÜP SABRİ PAŞA, (öl.1308/1891), Mir’ât-ı Haremeyn, İstanbul 1304.
32. FAYDA, Mustafa, “İfk Hadisesi”, DİA, İstanbul 2000, XXI, 507-9.
33. ………………….. “Âişe”, DİA, İstanbul 1989, II, 201-5.
34. GÖLPINARLI, Abdulbâki, İslâm Tarihi, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1975.
94
35. GÜNALTAY, Şemsettin, İslâm Öncesi Araplar ve Dinleri, Sad. Mahfuz
Söylemez/Mustafa Hizmetli, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 1997.
36. HAMİDULLAH, Muhammed, “Hayber”, DİA, İstanbul 1998, XVII, 20-2.
37. ………………… “Hudeybiye Antlaşması”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, 297-8.
38. …………………. İslâm Peygamberi, (Trc. Salih Tuğ), I-II, İrfan Yayınevi,
İstanbul 1980.
39. HASAN, Hasan İbrahim, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi, Trc. İsmail
Yiğit, I-VII, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1991.
40. HATİPOĞLU, Nihat, Asr-ı Saâdet’te Müşrik ve Münâfık Liderler, Mesaj
Yayınları, Ankara, 1990.
41. HATTAB, Abdulmuiz, A’dâu’n-Nebî, Kahire 1989.
42. HİLMİ, Şehbenderzâde Filibeli Ahmed (öl. 1913), İslâm Tarihi, I-II, Sağlam
Kitabevi, İstanbul 1979.
43. İBNÜ’L- ESÎR, İzzüddin Ebû’l-Hasen Ali b. Ebû’l-Kerem Muhammed b.
Muhammed b. Abdilkerim b. Abdülvâhid eş-Şeybânî (öl. 630/1232), el-Kâmil
Fî’t-Tarih Tercemesi (İslâm Tarihi), Trc. M. Beşir Eryarsoy ve Arkadaşları, I-
XII, Bahar Yayınları, İstanbul 1985.
44. İBN HİŞAM, Ebû Muhammed Abdü’l-Melik (öl. 218/833), Sîret-i İbn-i Hişam
Tercemesi (İslâm Tarihi), Trc. Hasan Ege, I-IV, Kahraman Yayınları, İstanbul
1985.
45. İBN İSHAK, Muhammed (öl. 151/768), Sîre, Tah. Muhammed Hamidullah, Ter.
Sezai Özel, Akabe Yayınları İstanbul 1988.
95
46. İBN KAYYİM, el-Cevziyye, Şemseddin Ebû Abdillah Muhammed b. Bekir (öl.
751/1350), Zâdü’l-Meâd (Rahmet Peygamberi ve Devleti), Trc. Muzaffer Can, I-
VI, Cantaş Yayınları, İstanbul 1989.
47. İBN KESÎR, Ebû’l-Fidâ İsmail b. Ömer (öl. 774/1372) el-Bidâye ve’n-Nihâye
(Büyük İslâm Tarihi), Trc. Mehmet Keskin, I-XIV, Çağrı Yayınları, İstanbul
1994.
48. …………………Hadislerle Kur'ân-ı Kerîm Tefsîri, Trc. Bekir Karlığa/Bedrettin
Çetiner, I-XV, İstanbul 1988.
49. İBN MANZÛR, Ebû’l-Fadl Cemalüddin Muhammed, Lisanu’l-Arab, I-XV,
Beyrut 1956.
50. İBN SA’D, Ebû Abdillah Muhammed (öl. 230/844), Kitabu’t-Tabakâti’l-Kebîr,
I-VII, Beyrut 1908.
51. İBN SEYYİDİNNÂS (öl. 734/1334), Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğâzî ve’s-
Siyer, Tah. Muhammed el-id el-Hatrâvî ve Arkadaşları, I-II, Beyrut 1992.
52. İBN ŞEBBE, Amr b. Şebbe b. Abid, Tarihü’l-Medinetü’l-Münevvere, Cidde
1402.
53. KARAMAN, Fikret, Münâfıklığın İtikadî Boyutu ve İslâmî Tebliğe Etkisi,
Diyanet Vakfı Yayınları, Elazığ 1996.
54. KANDEMİR, Yaşar, “Abdullah b. Amr b. Harâm”, DİA, İstanbul 1988, I, 86.
55. ………………… “Kâ’b b. Mâlik”, DİA, İstanbul 2001, XXIV, 4-6.
56. KILIÇ, Sadık, Kur-ân’a Göre Nifak, Furkan Yayınları, İstanbul 1982.
57. KOÇYİĞİY, Talat, “Abdullah b. Übey b. Selûl", DİA, İstanbul 1988, I, 139-140.
58. KÖKSAL, M. Asım, İslâm Tarihi (Medine Dönemi), Şamil Yayınları, I-XVIII,
1980.
96
59. KÜÇÜK, Abdurrahman, “Münâfıklık ve Dönmelik Üzerine bir Araştırma”,
AÜİFD, Ankara 1987, XXIX, 347-59.
60. MAKDİSÎ, Abdulganî b. Abdulvâhid, Hadisü’l-İfk, Nşr. Ebû İsmail Hişam b.
İsmail es-Sakka, Riyad 1985.
61. MUSLİM, İbnü’l-Haccâc Ebû’l-Hüseyin (öl.261/875), Sahih-i Muslim ve
Tercemesi, Trc. Mehmed Sofuoğlu, I-VIII, İstanbul 1970.
62. NAMÎ, Ömer, Zahiru’n-Nifak fî İtari’l-Mevâzini’l-İslâmiyye, Kuveyt 1974.
63. ÖNKAL, Ahmet, “Hazrec”, DİA, İstanbul 1998, XVII, 143-4.
64. RÂZÎ, Fahruddîn Muhammed b. Ömer (öl. 606/1209), Mefâtîhu’l-Ğâyb (Tefsîr-i
Kebîr), I-XXIII, Akçağ Yayınları, Ankara 1988.
65. SALİM, İbrahim Ali, en-Nifak ve’l-Münâfikûn fî Ahdi Resulillah, Kahire 1948.
66. SARI, Mevlüt, Arapça-Türkçe Lûgat, Bahar Yayınları, İstanbul 1984.
67. SARIÇAM, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, TDV Yayınları,
Ankara 2001.
68. SCHAADE, A, “Abdullah b. Übey b. Selûl”, İA, İstanbul 1940, I, 43-4.
69. SEZİKLİ, Ahmet, Hz. Peygamber Devrinde Nifak Hareketleri, TDV Yayınları,
Ankara 1994.
70. ……………… “Münâfık-Hz. Peygamber Döneminde münâfıklar”, DİA, İstanbul
2006, XXXI, 568-9.
71. SIRMA, İhsan Süreyya, Hz. Peygamber Devrinde Yahudi Meselesi, Beyan
Yayınları, İstanbul 1984.
72. SÖNMEZ, Mehmet Ali, “Evs b. Havlî", DİA, İstanbul 1995, XI, 543.
73. ŞİBLÎ, Mevlana, Asr-ı Saâdet, Trc. Ömer Rıza Doğrul, I-V, Eser Neşriyat,
İstanbul 1978.
97
74. TABERÎ, Ebû Cafer b. Muhammed b. Cerîr (öl. 310/922), Milletler ve
Hükümdarlar Tarihi, Trc. Zâkir Kadirî Ugan/Ahmet Temir, MEB Yayınları, I-
VI, İstanbul 1992.
75. ………………… Tarih-i Taberî Tercemesi, I-IV, Can Kitabevi, Konya 1973.
76. ………………… el-Câmiu’l-Beyan fî Tefsîr-i Kur’ân, I-IX, Trc. Kerim
Aytekin/Hasan Karakaya, Hisar Yayınevi, İstanbul 1996.
77. TAHÂVÎ, Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selame, Şerhu Muşkili’l-Âsâr,
Tah. Şuayb el-Arnavut. I-XVI, Beyrut 1987.
78. TİRMİZÎ, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre (öl.279/892), Sünen-i Tirmizî
Tercemesi, Trc. Osman Mollamehmetoğlu, I-VI, İstanbul 1975.
79. UĞUR, Mücteba, “Cemîle bint Übey b. Selûl", DİA, İstanbul 1993, VII, 328-9.
80. VAKIDÎ, Muhammed b. Ömer (öl. 207/823), Kitabu’l-Meğâzî, Tah. Marsden
Jones, I-III, Beyrut 1984.
81. WATT, W. Montgomert, Muhammed at Medına, Oxford 1956.
82. YA’KÛBÎ, Ahmed b. Ebû Ya’kûb b. Ca’fer b. Vehb (İbn Vâzıh) (öl. 294/897),
Tarihu’l-Ya’kûbî, I-III, Beyrut 1358.
83. YAZIR, Elmalılı Hamdi, “Hak Dini Kur’ân Dili”, Azim Yayınları, I-X, İstanbul
1992.
84. YILDIZ, Abdullah, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları, İz Yayınları, İstanbul
2000.
85. ZEBÎDÎ, Zeynüddin Ahmed b. Ahmed, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı (Tecrîd-i Sahîh
Tercemesi), Trc. A. Nâim Babanzâde/Kâmil Miras, I- XII, İstanbul 1989.