eşrefoğlu rûmî'nin gönül miracı: adı aşk
TRANSCRIPT
Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013, p. 113-137, ANKARA-TURKEY
EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN GÖNÜL MİRACI: ADI AŞK*
Mahmut KAPLAN**
ÖZET
Eşrefoğlu Rûmȋ, tasavvuf edebiyatımızın önemli isimlerinden biri
olarak irfan hayatımızda yer almıştır. Hacı Bayram-ı Veli’nin kızı
Hayrünnisa Hanım ile evlenerek damadı olan bu büyük mutasavvıf,
Kadiriye tarikatının Anadolu’da yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Eşrefoğlu, dini-tasavvufi eserleri ve Türkçe divanı ile asırlardır insanlara
İslâmiyet’in, tasavvufun ve ilahi aşkın güzelliklerini anlatmıştır. Onun Müzekki’n-nüfûs adlı eseri çok sevilmiş, hemen hemen okuma yazma
bilen her eve girmek gibi bir ilgiyle karşılaşmıştır. Eşrefoğlu, şiirleri
yanında tasavvufi hayat tarzı ile de önemli şahsiyetlerden biri olmuştur.
Tarikatın gerektirdiği terbiye süreçlerinin hepsinden geçerek insanları irşat etme mevkiine yükselmiştir. Aşk, seyt ü sülukta en önemli
ilerleme, yükselme araçlarından biridir. Bu sebeple tasavvuf bir
anlamda gönül ayağıyla yapılan bir yolculuk, bir Allah’a yükselme
miracıdır. Tasavvufi divanların ana konusu büyük ölçüde aşk etrafında
döndüğü gibi Eşrefoğlu’nun şiirlerinde de bu konu geniş yer tutar. Eşrefoğlu, Kadiriye tarikatı mensubu olduğu için düşünce hayatı üzerinde derin tesiri bulunan Abdülkadir-i Geylânȋ’nin büyük tesiri
olmuştur. Biz de Eşrefoğlu’nun aşka dair görüşlerinde bu etkinin
izlerini aramak maksadıyla Abdulkadir-i Geylânî’nin aşk ve
muhabbetullaha dair görüşlerini tesbit edip Eşrefoğlu’nun şiirlerindeki
tasavvufi aşk anlayışı ile karşılaştırdık. Yazının ana ekseni Eşrefoğlu Rûmî’nin “adı aşk” redifli iki şiiri olmakla birlikte diğer şiirlerindeki
aşka dair beyit ve dörtlükler de taranarak incelemeye tabi tutulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Abdulkadir-i Geylânî, Eşrefoğlu Rûmî,
tasavvuf, muhabbetullah, ilahi aşk.
EŞREFOĞLU RÛMÎ'S HEART ASCENSION: ADI AŞK
ABSTRACT
As one of the most important names in Sufi Literature, Eşrefoğlu
Rûmî takes a significant part in our culture. With marriying Hayrunnisa
Hanım, he becomes Hacı Bayram Veli's son-in-law, and played a
remarkable role in spreading the Kadiri Sect in Anatolia. Eşrefoğlu's
spiritual and mystical works, and his Turkish Divan are expressing for centuries the beauty of İslam, Sufism and the beauty of Divine Love. His
*Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu
tespit edilmiştir. ** Prof. Dr. Fatih Üniversitesi, Fen edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, El-mel:
114 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
work Müzekki'n-nufus was very liked and entered in almost every
literate home by meeting interest. In addition to Eşrefoğlu's poems, his mystic life style also is making his personality considerable. Passing all
the bringing up processes, which are depended on the rules of Dervish
Order, he was able to achieve the position of enlightening people. Love
is one of the important improvement and rising means in "Seyr ü
Suluk".Therefore, Tasavvuf is in this meaning, with a metaphorical expression, a voyage of ones heart to reach Allah; an ascension. The
main topic of Sufistic Divans' is highly based on love, and so is this
subject in Rûmî's poems reserving a wide area.Because of being a
member of Kadiri Sect, Rûmî's thoughts are effected deeply by
Abdulkadir Geylânî. For being able to discover this effect's traces in
Eşrefoğlu's apprehension of love, we fixed Abdulkadir Geylânî's ideas about love and compared this two points of views with each other.First
of all this article is build on Eşrefoğlu's two poems' "adı aşk" rhyms, and
including to them, the couplets and quatrains in his other poems
concerning love also were searched and studied.
Key Words: Abdulkadir Geylânî, Eşrefoğlu Rûmî, Sufism, Divine Love, Love to Allah
Ġrfan hayatımızın önemli banilerinden biri, Hacı Bayram-ı Veli’nin damadı, Kâdirȋ
tarikatının Anadolu’da yayılmasında önemli rolü olan mutasavvıfların en önemlilerinden biri
EĢrefoğlu Rûmȋ’dir. Onun Müzekki’n-nüfûs adlı eseri okuma yazma bilen her kiĢinin adeta baĢucu
kitabı olmuĢ, asırlarca müslüman Türk’ün iman ve irfan hayatını besleyen kaynaklardan biri olarak
okuna gelmiĢtir. Tasavvuf aĢk merdiveni ile insanları Allah’a ulaĢtırma yoludur. Tarikatlar halinde
sistemleĢen tasavvufun önemli isimlerden biri olan EĢrefoğlu, gönülleri Hakk’a çevirmek için
kendi ruhȋ yolculuğundaki müĢahedelerini, çarpıcı mısralarla anlatarak okuyucu ile samimi bir
iletiĢim kurmuĢtur. Yunus Emre tarzının baĢarılı Ģairlerinden biri olan EĢrefoğlu, aĢk konusu
hakkındaki duygu ve düĢüncelerini çarpıcı ve etkileyici, bir o derecede samimi, duygulu Ģiirlerle
dile getirmiĢtir:
Ezel nûş itmişem ışkun şarâbın
Ebed ayılmazam mestâne geldüm1 s.311
Ezelde aşk şarabını içmişim. Sarhoş geldim, ebede kadar ayılmam.
Yukarıdaki beyitte vurgulanmak istenen, ilahi aĢkla mest olan kiĢinin sonsuza dek
ayılamayacağı hususudur. Zira amacına ulaĢan, yaĢadığı “cemâl tecellisi” ile kendinden geçen,
ayılmak ve gördüğü rüyadan uyanmak istemez. EĢrefoğlu, Ģiirin büyülü cazibesinden yararlanarak
kalpleri günah kirleriyle taĢlaĢmıĢ insanları muhabbettullah ile tanıĢtırmayı amaç edindiğini Ģu
beyitle ilan etmektedir:
Ol taş olmış gönüllere uram ışkun külüngüni
Ȃb-ı hayâtı akıdam gönlinde bınar eyleyem s.315
O taş olmuş gönüllere aşkın kazmasını vurup onlardan Âb-ı hayât’ı akıtarak pınar
eyleyeyim.
1 Örnek beyitler Ģu çalıĢmadan alındı: Mustafa GüneĢ, İznikli Eşrefoğlu Rûmî’nin Hayatı-Eserleri ve Dîvânı, Ġstanbul
2006.
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 115
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Aşk Âb-ı Hayattır:
Gönül taĢ kesilince kzma ile kazılması gerekir. TaĢ kalplerine hayat verecek suyu
ulaĢtırmak için aĢk kazması ile kazmaktan baĢkayol yoktur. Ancak aĢk duygusunun yakıcı ateĢi
sert kalbi yumuĢatarak kendine getirebilir.
Ȃb-ı hayat, ölümsüzlük veren su olarak efsanede yerini almıĢtır. Tasavvufî metinlerde
farklı manalar kazandığını görüyoruz: “a. Evliyanın sözü, öğüdü ve nefesi. b. AĢk ve muhabbet
çeĢmesi ki, ondan içen asla yok (madum ve fâni) olmaz. Ȃb-ı hayata baĢka isimler de verilir: âb-ı
câvid, âb-ı câvidân, âb-ı bekâ, mau’l-bekâ, mau’l-hayat, aynü’l-hayat, âb-ı hayvân, âb-ı zindegî,
âb-ı zindegânî, âb-ı Hızır, âb-ı Ġskender. Sûfî Ģair ve yazarlar âb-ı hayattan söz ederken ebediyet,
zulmet, güneĢ, Hızır, Ġskender, meĢakkat ve hüsran gibi hususlara doğrudan ya da dolaylı temas
ederler.” (ULUDAĞ, 2001:20). ġair, gönülleri ilahi sevgi ile doldurmak maksadı ile apaçık Ģiirler
söylediğini Ģöyle belirtmiĢtir:
İderem âşıklara ışkdan haber şimden girü
Ȃşikâre gün gibi gizlü işâret itmezem s.307
Bundan sonra âşıklara gizli işaretlerle değil, güneş gibi apaçık aşktan haber veririm.
EĢrefoğlu, söylediğini divanında gerçekleĢtirmiĢ, aĢkın bütün hallerini ayrıntıları ile- Ģiirin
imkânları ölçüsünde-ifade etmiĢtir. Aslında Ģiir formunda karĢımıza çıkan metinler bizzat Ģairin
ruh yolculuğunun meyvelerinden ibarettir. Onun çağrısı önce âĢıklara yöneliktir:
Işk sayrusı olanlara gelsünler tîmâr eyleyem
İçürem ışk şerbetini dostdan haberdâr eyleyem s.315
Aşk hastası olanlara gelsinler tedavi edeyim; aşk şerbetini içirip dosttan haberdar edeyim.
AĢk hastalarına ilaç olarak sunduğu aĢk Ģerbetidir. Yaptığı iĢin adı “timâr” yani tedavidir.
Bu hastalıktan iyileĢmenin sonunda, “dost”tan haberdar olmak vardır. AĢk, sâliki Allah’a ulaĢtıran
bir miraç, bir merdivendir. EĢrefoğlu “aĢk Ģerbeti”ni içirerek isteklileri dosttan haberdar etmeye
çabalamıĢ, ömrünü bu yola adamıĢtır. Bunun için çileler çekmiĢ, uzun yolculuklara çıkmıĢ,
insanların türlü yersiz muamelelerine maruz kaldığı halde yolundan geri dönmemiĢtir. Bazen bir
kaçkın olarak insanlar tarafından eziyetlere maruz kalmıĢ, bazen hayatını tehlikeye atacak
derecede riyazet çekmiĢ, çilelere girmiĢtir. Muhabbetullah yolunda uzun yolculuğunu ömür boyu
sürdürmüĢtür.
Abdülkadir-i Geylânȋ ve Kalp Hayatı:
EĢrefoğlu’nun “Adı aĢk” redifli manzumesi Ġlahi aĢkın serencamını çarpıcı ve lirik bir
üslupla ifade eden nadir eserlerdendir. Bu Ģiir okundukça tadına varılan bir mana zenginliğine
sahiptir. Bu Ģiiri anlamaya çalıĢırken EĢrefoğlu’nun feyiz aldığı kaynağa gitmenin bir zaruret
olacağı açıktır. EĢrefoğlu, Kâdiriye tarikatının Anadolu’da dal budak salmasına vesile olan öncü
bir Ģahsiyet olup feyiz kaynağı Abdülkadir-i Geylânȋ ve eserleriydi. EĢrefoğlu’nun aĢktan ne
kastettiğini anlamak için önce pȋrinin bu konudaki düĢüncelerini öğrenmek gerekir. Biz de bu
amaçla Geylânȋ’nin Fethu’r-Rabbânȋ (İlahî Armağan) adlı eserini inceledik ve bu konudaki
görüĢlerini tespit etmeye çalıĢtık.
Gavs-ı azâm olarak da anılan Abdülkadir-i Geylânȋ, “Mevlâya yöneldiğinde, sivadan-
Hak’dan gayrı iĢlerden- soyun. Yaratan ile yaratılmıĢları karıĢtırma. Hâlikı bırakıp halkla olma.
Bütün sebeplerden kesil. Yaratıcılık iddia edenleri yere vur. Bunları yap, sonra dünya ile ahireti
bıraktığın yere git; dünyayı nefsine ver. Ahireti kalbine koy, Mevlâyı da sırrında sakla”
(GEYLÂNÎ, 1968: 22) diyerek önce Allahla olanların dıĢında kalan bütün ilgileri kesmeyi tavsiye
eder. Bu, Allah’a gitmek için yola koyulan için ilk basamaktır. Masivadan kesilmek sanıldığı
116 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
kadar kolay değildir. Bunu baĢaranın, riyazet ve çileleri meyve verir; sonunda kalp gözü açılır:
“Kalb gözünün açılması için iç ve dıĢ gözün salim duyguya sahip olması gerekir.” (GEYLÂNÎ,
1968: 39)
Kalp, yalnız ve sadece Allah’ı sevmek için yaratılmıĢtır; diğer sevgiler sadece ona ulaĢmak
için birer araç, birer geçit, birer köprüdür: “Bir kulun kalbinde Allah sevgisi yer ederse, yalnız Onu
sever; baĢka uğraĢtırıcı iĢleri bir yana atar; Bunu yapamayan sevgi iddiasında bulunamaz.”
(GEYLÂNÎ, 1968: 50). Aslında kulun böyle bir sevgi iddiasında bulunması manasızdır, zira,
“Kulun sevgisi, Hak sevgisi önünde nasıl varlık iddiasında bulunur? Yokluğunu sezdiği halde,
severim sözünü nasıl söyleyebilir? Sevgiyi Allah kulun kalbine atar; o miktar sevebilir; artığı
olamaz.” (GEYLÂNÎ, 1968: 53). Geylânȋ’ye göre sevginin Ģartı, “sevilene karĢı irade sahibi
olmamaktır ve onu değil, dünya ahiret ve halka dair cümle Ģeyi bırakmak”tır (GEYLÂNÎ, 1968:
128). YaratılmıĢlara ilgi ve sevgi, Hakk’a perde olup sâlikin buna dikkat etmesi gerekir:
“YaratılmıĢlara dalmak, yaratandan ayırır. Hangi yaratılmıĢa gönül kaptırsan, ruh pencerene perde
çekmiĢ olursun” (GEYLÂNÎ, 1968: 133). Durum böyleyken kendini yaratılmıĢlara, dünyaya
kaptıran, kalbinin kararmasından kurtulamaz (GEYLÂNÎ, 1968: 146).
Bütün mutasavvıflar gibi Abdülkadir-i Geylânȋ de kalp konusu üzerinde hassasiyetle
durur. Maddi hayatın merkezi kalp olduğundan manevi hayatın merkezi de kalp olarak
adlandırılmıĢtır: “Kalp, Hakkın tecelli yeridir. Oraya, onun varlığından gayrını sokma” diye
tavsiyede bulunurken gerekçesini Ģöyle açıklar: “DüĢün, melekler, suret olan eve girmezler; Hak
Tealâ, putlarla doldurduğun kalbe nasıl tecelli eder? Onun gayrı her Ģey puttur. O putları kır ve
kalbini temizle. O kez, Hakkın tecellisini orada görürsün. Önceleri görmen kâbil olmayan hikmetli
Ģeyleri görmeye baĢlarsın, yeter ki kalbin temiz ola.” (GEYLÂNÎ, 1968: 245). Bu konuda
Abdülkadir-i Geylânȋ baĢka bir eserinde Ģöyle der: “Allahü Teâlâ Neml sûresi 4.ayet-i kerimede,
“Melikler hasımlarının Ģehrine girince, Ģehri harab ve halkının azizlerini zelil ve esir ederler”
buyuruyor ve aĢk ve muhabbet sultanının haybet ve iclâl ile kalbe teveccüh ve girmesiyle, ondaki
bağlantı ve Allah’tan baĢkasına olan tutulmaları, üzüntü, düĢünce gibi Ģeylerin hepsini yaktığını,
ağyarı sürüp çıkardığını, gönül tahtında Allah’tan gayrısı için yer bırakmadığını iĢaret ediyor.
Nitekim muhabbet, öyle büyük, öyle tehlikeli bir korkudur ki, elem ve kederleri, diğer gam ve
üzüntüleri kolaylaĢtırır, basit gösterir, hepsine galebe çalar denmiĢtir.” (GEYLÂNÎ, 1971: 471)
Allah sevgisi kalbe nüfuz edince diğer sevgiler kaçıp gider: “Bir kulun kalbine Hak sevgisi
yerleĢirse, baĢka sevgiler kendiliğinden çıkar, gider. Hak tealâ sevgiyi, kulun bütün duygularına
içirir. Artık içi ve dıĢı onunla meĢgul olur. Hem sureti hem manası onunla olur. O, kulunu, kendi
zatı için hazırlar, adetlerden çıkarır, umran Ģehirlerden dıĢarı atar. ĠĢte aslı sevgi bundan sonra
baĢlar.” (GEYLÂNÎ, 1971: 332)
Aşk-Âşık ve Maşuk:
Abdülkadir-i Geylânȋ’nin aĢk ve sevgiye dair düĢüncelerinden yapılan bu alıntıların
EĢrefoğlu Rûmȋ’nin Ģiirlerinde makes bulduğunu görüyoruz. AĢk, elest meclisinde âĢığın
kısmetine düĢmüĢ, bu uğurda türlü eziyetlere uğramak, sıkıntılar çekmek onun kaderi olmuĢtur:
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 117
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
“Kâlû belâ”2 güninden elestden ilerüden
Dürlü mihnete âşık anda sataşa geldüm s.321
Allah ruhları yaratınca “ben rabbiniz değil miyim” diye sordu. Ruhlar da evet dediler. Bu
misak, dünya gurbetine gönderilen insanın imtihan sebebi oldu. Ahval, ezelde verilen bu sözün
tutulup tutulmaması üzerine cereyan eder. Bu ahit meclisine bezm-i elest, ya da kısaca elest, bezm-
i can, elest günü denir. Klasik Ģiirimizde, özellikle tasavvûfȋ metinlerde çokça anılır. Bu mecliste
rızıklar bölüĢülmüĢtür. Bu sebeple ġeyh Gâlib Ģöyle demiĢtir:
O zaman ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm
Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü
Allah’tan baĢka hiçbir varlık yokken aĢk vardı. Daha levh3 ve kalem
4 yokken aĢk vardı.
Sevilen, seven ve aĢk birdi, dosttu:
Yogıdı levh ü kalem ışk varıdı
Ȃşık u ma’şûk u ışk bir yârıdı
Işkıla âşık u ma’şûk bir iken
Cebrâ’il ol arada agyâr idi s.432
Levh ve kalem yokken aşk vardı. Âşık, maşuk ve aşk birdi. Aşkla, âşık ve maşuk bir iken
Cebrail aralarında yabancıydı.
EĢrefoğlu, aĢk, âĢık ve maĢukun ezelde, her varlıktan önce var olduğunu, aslında seven,
sevilen ve aĢkın “yar” olduğunu söyleyerek Cebrail’in bu üçlü arasında “ağyar” yabancı olduğunu
anlatmak istiyor. Cebrail’in bile ağyar olduğu bu mecliste söz konusu edilen Hz. Muhammed’dir.
Allah, onun hürmetine bu kâinatı yarattığını “levlâke” hadisinde ifade etmiĢtir. AĢağıdaki beyitte
görüĢlerini tekrarlayıp pekiĢtirmek istediğini anlıyoruz:
Sıfatdur ma’şûka bu ışk u âşık
Ki ışk u ma’şûk bir zâtdur adı ışk II/8
Bu aşk ve âşık maşuka sıfattır, aslında aşk ve sevgili, adı aşk olan tek bir zattır.
AĢk, âĢık ve maĢuk aynı kökten türemiĢ kelimeler olup asılları birdir. Dolayısıyla tevhide
yani birliğe delalet ederler:
2 Bezm-i elest: “Farsça’da “sohbet meclisi” anlamına gelen bezm ile Arapça’da “ben değil miyim?” mânasındaki çekimli
bir fiil olan elestüden oluĢan bezm-i elest terkibi “Ben sizin rabbiniz değil miyim? hitabının yapıldığı ve ruhların da
“evet” diye cevap verdikleri meclis anlamına gelir (bk.el-A’râf 7/172). Dinî literatürde bu sözleĢme “mîsâk”, “kâlû belâ,
belâ ahdi, bezm-i ezel” gibi terkiplerle de anılır. Hadislerde de benzer görüĢü dile getiren ifadeler yer alır. Bahis konusu
sözleĢmenin hakiki anlamda mı yoksa mecaz mı olduğu hususunda Ġlâm âlimleri farklı görüĢler belirtmiĢlerdir. Tefsîr ve
kelâm âlimlerinin çoğunluğu bunu hakiki mânasına alırken bazı sûfîler ve modern dönem din bilginleri söz konusu
ifadeleri sembolik anlamlara yorumlama taraftarıdır.” (TOPALOĞLU-ÇELEBĠ, 2010: 48-49). 3 Levh: “Belli bir süreyle sınırlanmıĢ yazı ve takdir. Kitab-ı mübîn, küllî nefs. Dört türlü levh vardır: Akl-ı evvel levhi,
mahv ve ispattan evvelki kaza (takdîr) levhidir. Levh-i mahfûz, birinci levhte küllî olan hususların ayrıntılı hale
getirildiği ve sebeplerine bağlandığı külli nefs-i nâtıka levhidir. Buna kader levhi de denir. Dünya seması levhi veya
semavî-cüz’i nefs levhi, bu âlemde olan her Ģey Ģekli, tarzı ve miktarıyla bu levhe nakĢedilmiĢtir. Birinci levh âlemin
ruhu, ikincisi kalbi, üçüncüsü hayâli gibidir. Heyulâ levhi madde âlemindeki Ģekilleri kabul eden levhadır.” (ULUDAĞ,
2001: 229). 4 Kalem: “kâinatın baĢlangıcından kıyâmete kadar meydana gelecek bütün nesne ve olayları kaydeden ilahî araç” diye
tanımlanır. Kalem kelimesi Kur’an-ı Kerîm’de tekil ve çoğul Ģekilleriyle geçer. Ancak bunlarda sözlük anlamı veya bu
anlama yakın kullanılıĢ görülür. Hadislerde ise sözlük mânasının yanı sıra “ilk yaratılan Ģeyin kalem olduğunu” bildiren
rivayetler dikkati çekmektedir. Bazı âlimler arĢ, kürsi, kalem gibi mahiyeti bilinmeyen varlıkların bulunduğundan söz
etmekle yetinmiĢ, bazıları ise bunları yorumlara tabi tutmuĢtur.” (TOPALOĞLU-ÇELEBĠ, 2010: 176-177).
118 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Bu ışkı ol bilür kim âşık oldı
Niçe tevhîd ü vahdetdür adı ışk II/9
Bu aşkın nasıl tevhid ve vahdet olduğunu âşık olan kişi bilir.
AĢkla birlikte var olan Hz. Muhammed’dir. Zira evren onun hürmetine, ona duyulan
muhabbet neticesi yaratılmıĢtır. Kâinat yaratılarak insanoğlu halife olarak yeryüzüne gönderilip bu
meydan-ı imtihana salıverildi. ġairin Ģu mısraları konuya daha da açıklık getirmektedir:
Işk kitâbın ışkdan okıyan kamu ilmi bilür
Evvel âhir ışk kitâbında zîrâ mestûrdur s.237
Aşk kitabını aşktan okuyan bütün ilmi bilir; zira evvel, ahir (son) (her şey) aşk kitabında
yazılıdır.
ġairin anlatmak istediği, aĢkın bütün ilimlerin (irfanî ilimler) esası, menbaı olduğu
hususudur. Her Ģey aĢk kitabında kayıtlıdır. EĢrefoğlu bundan dolayı âĢık olmayan kiĢiyi çok aĢağı
görür:
Her kimün kim ışkı yok hayvân durur
Gerçi kim sûretde ol insân durur s.227
Her kimin aşkı yoksa görünüşte insan bile olsa o, hayvandır.
EĢrefoğlu’nun âĢık olmayanlara iliĢkin hakarete varan düĢüncelerinin, oldukça ağır olsa
da, birçok mutasavvıfta ortak olduğu bilinmektedir. Bu anlayıĢın bir baĢka ifadesini Hz.
Mevlana’nın mesnevisinde buluruz: “Bu neyin sesi ateĢtir, hava değil; kimde bu ateĢ yoksa yok
olsun! AĢk ateĢidir ki neyin içine düĢmüĢtür, aĢk coĢkunluğudur ki Ģarabın içine düĢmüĢtür. b.9-
10”5
Zira tasavvuf aslında kalp ayağıyla bir seyr ü sülûk, bir manevî yolculuk olup sâlik,
Allah’a aĢk yoluyla ulaĢmayı amaç edinir. Sâlik, hakiki sevgiliye karĢı bir aĢk duymuyorsa
yolculuğu semeresiz, meyvesiz kalır. Sevgilinin yüzünü ancak aĢka uyanlar, gereğini yerine
getirenler görebilirler:
Işkıla ışka uyanlar göre ma’şûk yüzini
Nefsile6 nefse uyan oldı melâmet tâ ebed s.222
Aşkla aşka uyanlar sevgilinin yüzünü görecek; nefislerine uyup nefse kapılanlar sonsuza
dek kınanacaklardır.
Ġnsanda nefis, sürekli iyiye, güzele karĢı direnir. Buna uyanın sonu dünya ve ukbâda
kınanmak, rezil olmaktır. Ġnsana yakıĢan aĢka yar olup maĢuka yönelmektir.
Âşık kimdir, sorusuna EĢrefoğlu Ģu cevabı verir: ÂĢık, muhabbetullaha susamıĢ bir yol
eridir; onun susamıĢlığını ummanlar, denizler gideremez.
5 Mevlanâ, Mesnevi (Veled Ġzbudak tercümesi) C I, b.9-10,
http://www.semazen.net/show_text_main.php?id=299&menuId=110 (12.11.2013). 6 Nefs: “1.Can, benlik, ruh; aĢağı duygular. 2. tas. a. Kulun kötü huyları ve çirkin vasıfları, kötü his ve huyların mahalli
olan latife, cism-i latif. Bu anlamdaki nefs, kiĢinin en büyük düĢmanı olduğundan onu ezmek, kırmak ve mücâhede
kılıcıyla katletmek gerekir. Bunun için riyazet yapılır, çile çıkarılır. Buna nefs-i emmâre ve nefs-i Ģehvâni denir.”
(ULUDAĞ, 2001: 274).
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 119
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Denizler içerem susuz geçerem
Beni kandurası ummân bulınmaz s.271
Allah, insan kalbini kendi sevgisi için yaratmıĢ ve bu sevgi için ona engin bir susuzluk hali
vermiĢtir. Ġnsanoğlunun doymak bilmeyen iĢtihasının sebebi bu olsa gerektir. Sonsuza, sonsuz bir
hayata ayarlı yaratılan gönül, hiçbir fani sevgi ile kanmaz. EĢrefoğlu bunu “Denizler içerem, susuz
geçerem “ mısraı ile ifade diyor. Bu aĢk, maddî varlıklarla kandırılamaz. Denizler bu aĢkın
susuzluğunu gideremez.
ÂĢıkın bir diğer vasfı tevazudur; kibir ve gurur, aĢka mani haller ve tavırlardır:
Ȃşıkun işi tevâzu’ meskenet
Gözleri yaşı müdâm seylân durur s.227
Âşığın işi alçakgönüllülük ve meskenettir. (Onun) gözlerinin yaşı devamlı sel gibi akar
durur.
Ġlk bakıĢta “tevazu” ve “gözyaĢı” arasında bir iliĢki kurulamayabilir. Fakat dikkat edilirse
tevazuun, her güzel hasletin kaynağı olduğu anlaĢılır. Gönlü bu hasletle dolan kiĢinin Rabbini
tanıdığı, bildiği O’na kavuĢmak için kendi benini feda etmesi gerektiği anlaĢılır. Ben, Allah’a
ulaĢma yolunda önemli bir engeldir. Ben/ene sâlikin önüne çıkardığı manilerle, engellerle
gözyaĢına sebep olur. Ben esaretinin neticesi kibir ve kindir. Bu husus Ģu beyitte ifadesini
bulmuĢtur:
Kibr ü kîn olduğı cânda ışk gelüp kılmaz karâr
Işk harâblıklar sever ma’mûrları vîrân diler s.225
Aşk, kibir ve kin bulunan canda gelip yerleşmez. Aşk haraplıklar sever; mamur yerlerin
viran olmasını ister.
EĢrefoğlu, klasik Ģiir geleneğinde sıkça vurgu yapılan bir hususu dile getirir: Hazineler
viranelerde saklanır. Gönül, dünyevi bakımdan viran olmalıdır ki içine muhabbetullah gelip
yerleĢsin. Bundan dolayı aĢk harabeyi sever, demiĢtir. Gönülde Allah sevgisi baĢka sevgilerle
birlikte bulunamaz. AĢk iddiasında olan önce kalbini mâsivâ kirlerinden arındırmak, temizlemek
zorundadır. AĢkın önemli bir özelliği de kiĢinin cehaletini gidermesidir:
Her kimün kim ışkı var câhil degül
Zîrâ her müşkil ana âsân durur s.228
Her zor, her sorun ona kolay geldiği için aşkı olan cahil değildir.
ÂĢığın cahil olmaması, aĢkın irfanȋ boyutundan dolayıdır; zira bu ilim mektepte elde
edilemez, Allah vergisi olarak kulu Ģereflendirir. Gönül mektebinde elde edilen irfandan dolayı
cehalet, âĢığın semtine uğramaz: “Allaha, kulun tefekkürüne karĢılık dünya ve âhiret bilgisi verir.
Kalbin yaĢaması tefekkürle olur.” (GEYLÂNÎ, 1968: 56), “Her kim ki kalp bilgisine sahiptir, o
Hakka yakın olur. Ġçinde dünya sevgisi olan kalp, Allah’ın nuruna karĢı perdelidir. Âhiret
sevgisine düĢen kalp, Allah nurundan perdelidir. Ahiret sevgisine düĢen kalp, Allah yakınlığından
perdelidir.” (GEYLÂNÎ, 1968: 74) O, kalp gözüyle görür ve bilir; daha doğrusu kendisine
bildirilir. Mektepte, medresede elde edilen ilimle mağrur olanlar aĢktan nasip alamazlar:
İlmine magrûr olanlar kaldı ışkdan bî-nasîb
Ȃşıkun bir lem’asına irmez ol bî-çâreler s.251
120 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
İlmiyle gururlananlar aşktan nasipsiz kaldı; o zavallılar âşığın bir parıltısına dahi
ulaşamazlar.
Mağrur âlimlerin âĢığa ulaĢmamaları gururlarından dolayıdır. Onlar kendi cehd ve
gayretleriyle istedikleri kadar ilimde ilerlesinler âĢığın elde ettiği nurun bir parıltısına bile
varamazlar. Çünkü âĢıklar kandillerini ilahi nurdan yakmıĢlardır. Bu sebeple olsa gerek kimi
zaman medresenin büyük mollaları tekke Ģeyhlerine ittiba etmek, uymak ihtiyacı duymuĢlardır,
zira elde ettikleri ilim, gönüllerini aydınlatmaya yetmemiĢ; onlar da kalplerini nurlandırmak için
tekkenin eĢiğine baĢ koymak durumunda kalmıĢlardır. Hâlbuki gönlü nurlandıran aĢktır:
Işkdur gönülde nûr olan ışkdur Mûsaya Tûr olan
Işkdur ki Îsâ deminde ölüleri diri kıladur s.239
Gönülde nur; Hz. Musa’ya Tur dağı olan aşktır. Hz. İsa’ya nefesiyle ölüleri dirilten aşktır.
Yukarıda sözü edilen ilahi aĢk olup bununla olmaz denilenler olur; meydana gelemez
denilenler gayb perdesini yırtarak ortaya çıkıp görünür olur. AĢk, kiĢiyi ve çevresini aydınlatan bir
nurdur. Hz. Musa, Tur dağında Cenab-ı Hakk’ın kelamına mazhar olmuĢ; Hz. Ġsa ise mucize eseri
olarak nefesiyle hastaları iyileĢtirmiĢ, Allah’ın izniyle, ölüleri diriltmiĢtir. EĢrefoğlu zikrettiği bu
özelliklere aĢağıdaki beyitte Ģöyle devam eder:
Ȃşıka her yir Tûrdur her nefes mi’râc olur
Işkı olmayan gönüller tâ ebed mehcûrdur s.237
Âşık için her yer Tur, her nefes miraç olur; aşkı olmayan gönüller ebediyen ayrı
düşmüşlerdir.
Beyitte kast edilen “mehcur”luk ezeli ve ebedi sevgili olan Cemil-i mutlaktan ayrı
düĢmektir. Böyle bir kiĢinin iç âleminde huzur bulması zordur: “ÂĢıkların rahatı, ülfeti ve huzuru,
Hak’la olur.” (GEYLÂNÎ, 1968: 88) Gönlü aĢk nuru ile aydınlanmayan gönül Ģöyle tasvir edilir:
Şol gönül ki ışk nûrıyla münevver olmadı
Kaldı nefsi zulmetinde âb u hayvân istemez s.266
Aşk nuruyla aydınlanmayan gönül, nefsinin karanlığında kaldı, bengisu istemez.
Âb-ı hayat zulmet, yani karanlık ülkesindedir; onu elde etmek için bu ülkeyi aramak
gerekir. ÂĢık için âb-ı hayat sevgilinin aĢkıdır. Gönül sevgilinin nuruyla aydınlanırsa ölümsüzlük
kazanır. Gönlü aĢkla aydınlanmayan âb-ı hayatı aramayan, karanlıkta kalmaya mahkûm olan
kiĢidir. AĢk kiĢiye atlas elbiseleri çıkartıp değersiz elbiseler giydirir:
Atlâsı çıkardı giydürdi palası
Tahtlarından şâhları yıkdı bu ışk s.278
Bu aşk, atlası çıkartıp palası giydirdi, şahları tahtlarından yıktı.
Beyitte kastedilen Ġbrahim bin Edhem’dir. PadiĢahlığı bırakıp derviĢlik yolunu seçmiĢ,
büyük velilerden olmuĢtur. ÂĢığın bir diğer vasfı, deli gibi olup bütün sırlarını söylemesidir:
Bu ışk beni delü kıldı aklumı başumdan aldı
Mecnûnlayın düni güni zârî kıluben inledür s.239
Bu aşk beni deli etti, aklımı başımdan aldı; Mecnun gibi gece gündüz ağlatıp inletir.
Deli olan dilini tutamaz, gece gündüz ah u zar ederek bütün sırlarını söyler:
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 121
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Bir dem dilüm dutayıdum ışk komaz beni söyledür
Aceblemen söyledügüm ışkun adeti böyledür s.239
Bir an dilimi tutayım derdim (ama) aşk bırakmaz söyletir. (Bunu) söylediğimi
garipsemeyin; aşkın âdeti böyledir.
ÂĢık, dilini tutup yaĢadıklarını, mana âleminde gördüklerini, müĢahedelerini söylemek
istemese de aĢk onu bülbül gibi söyletir; oysa tasavvuf ve tarikat adabında keĢifler ve kerametler
söylenmez, gizlenir, hatta istenilmez. Ancak aĢk bir tür cinnet olduğundan sahibi dilini tutamaz
bütün sırlarını ortalığa saçıverir. EĢrefoğlu bu husus üzerinde önemle durur:
Dost elinden câm-ı ışkı nûş iden
Sırr-ı ma’şûkı nite pinhân ider s.231
Dost elinden aşk şarabını içen, sevgilinin sırrını nasıl gizler?
Dost, Allah’tır; O, aĢkını nasip ettiği kimseyi sırrını gizleyemeyecek hale getirir, çünkü
herkes bu yükü taĢıyabilme gücüne sahip değildir.
Aşk Dert, Bela ve Ateş:
AĢk, kalpte yanan ateĢe benzer. AĢk ateĢi yandıkça âĢık sevgiliye yaklaĢır; gece gündüz
onunla sohbet eder. Bu sohbetin mahiyetini ancak âĢıkla maĢuk bilir. YaĢamayanlar anlayamaz:
Her kimün ışkı varısa içinde od yanarısa
Zihî bahtludur cânı sohbeti ol dostıladur s.239
Her kimin aşk varsa içinde ateş yanarsa sohbeti dost ile olduğundan onun canı ne
talihlidir.
Sonunda dostla sohbet olan ateĢin yakıcı hararetine dayanmak âĢık için zor değildir.
Ġçindeki ateĢ onu dosta yaklaĢtırır, sohbetinin sürmesini sağlar.
ÂĢık dert ehlidir:
Ȃlidür ışk meclisi bî-derd olanlar iremez
Gönli bî-derdün katıdur sanki seng-i hâreler s.251
Aşk meclisi yücedir; dertsiz olanlar (oraya) ulaşamaz; dertsiz olanın gönlü sanki sert taş
gibi katıdır.
Yukarıdaki beyitte Allah’ın sevdiği kullarına dert vermesi hususu dile getirilmiĢtir. Allah
peygamberlere, velilere ve sadık kullarına çeĢitli bela ve sıkıntılar vererek makamlarını yükselte
yükselte onları katına çıkarır, muratlarına erdirir: “En Ģiddetli belalar, evvela Peygamberlere sonra
Allah’ın sevgili kulları mesabesindeki evliyalara gelir”7 Allah, sevdiklerini musibetlerle sınar fakat
onları asla yalnız bırakmaz (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 1:519; Hâkim, el-Müstedrek, 3/343; Müsned,
1/172, 174, 180, 185, 6:369):
7Mus'ab Ġbnu Sa'd, babası radıyallahu anh'tan naklediyor: "Der ki:
"Ey Allah'ın Resûlü! dedim, insanlardan kimler en çok belaya uğrar?"
"Peygamberler, sonra büyüklükte onlara ve bunlara yakın olanlar. KiĢi diyaneti nisbetinde belaya maruz kalır. Kim
dininde Ģiddetli ve sağlam olursa onun belası da Ģiddetli olur. ġayet dininde zayıflık varsa, allah onu da diyaneti
nisbetinde imtihan eder. Bela kulun peĢini bırakmaz. Tâ o kul, hatasız olarak yeryüzünde yürüyünceye kadar." Tirmizi,
Zühd 57, (2400).http://www.diyanetkayseriegitim.gov.tr/KutubuSitte7300/ (02.12.2013)
122 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Işkun belâsını kim baş üzre çeker olsa
Ol devletlü başa dost her zaman nazar kılur s.252
Kim aşkın belasını baş üzre (deyip) çekse, o devletli başa dost (Allah) her zaman nazar
kılar.
Bir önceki ile benzer anlamlar taĢıyan yukarıdaki beyit, dertlerin dostun nazarını çekmeye
vesile olduğunu ifade etmesi bakımından önemlidir. AĢk, yüreği paramparça eder, gönlü yağmalar,
kendinden baĢka her Ģeyi yok eder:
Yüregüme şerha şerha yâreler urdı bu ışk
Gâret itdi gönlüm ilin yagmaya urdı bu ışk s.277
Bu aşk, yüreğime parça parça yaralar vurdu, gönül ülkemi soydu, yağmaladı.
Gönül ülkesi aĢk tarafından yağmalanınca masiva gider, yerine O’nun aĢkı gelip oturur:
“Onu bulduğun takdirde her Ģeyi bulmuĢ sayılırsın. Allah ü Teâlâ’yı seven gayrını neyler? Cennet,
derece ve makam arayanlar içindir. Manevi tüccarlar onu ararlar.” (GEYLÂNÎ, 1968: 89),
“Allah’ın sevgili kulları övülmeyi ve kötülenmeyi eĢit görürler. Onlar için övülmekle kötülenmek
aynıdır.” (GEYLÂNÎ, 1968: 104)
Kulun dertlere sabır ve tahammülü dostun Ģefkat nazarını üzerine çeker. Çünkü aĢk
cevheri bela denizinin derinliklerindedir:
Işk gevheri belâ bahrinün dibindedür iy azîz
Pes gevher isteyen kişi belâyı ihtiyâr kılur s.252
Ey aziz! Aşk cevheri bela denizinin dibindedir; o halde cevheri isteyen belayı seçmek
durumundadır.
Dikkat edilirse aĢk meselesinin “bela” kavramı etrafında dönüp dolaĢtığı görülür. Bunun
sebebi çekilen sıkıntıdan sonra ulaĢılacak makamın yüceliğidir. Bu yürüyüĢün sonunda elde
edilenler hiçbir kazanç ve kârla kıyaslanamayacak, ölçülemeyecek bir değerdedir. Durum böyle
olunca dünya hayatı âĢık için belalarla dolu, fakat neticesi ebedi mutluluk olan uzun ve meĢakkatli
bir yolculuk olur: “Allah’ın sevdiği kullar, belâya düĢtükleri zaman sabra koĢarlar, ağlamaz ve
sızlanmazlar. Ġman sahipleri belâ içinde dahi olsalar, iyi iĢleri ararlar.” (GEYLÂNÎ, 1968: 25);
“Peygamberimizin sevgisini kazanma Ģartı fakr halidir. Allah sevgisi için de belâ Ģarttır.”
(GEYLÂNÎ, 1968: 167). AĢağıdaki beyitler bu yolculuğun niteliğini ele verecek türdendir:
Işkun odı cigürmi yaka geldi yaka gider
Garîb başum bu sevdâyı çeke geldi çeke gider s.258
AĢkın ateĢi âĢığın kalbini bezm-i elestten itibaren yakmıĢ, dünya hayatında da yakmaya
devam etmektedir. EĢrefoğlu “geldi/gider sözleriyle bu sürekliliği anlatmak istemiĢtir. ÂĢık,
ezelden payına düĢen aĢkın acı ve eziyetlerine katlanır, bunu geçilmesi gereken bir geçit sayar,
Ģikâyet etmez, bıkkınlık ve usanç göstermez. O, dünya gurbetinde bu sevda yükünü çekerek hakiki
sevgiliye kavuĢmak için varını, varlığını feda eder. Bu çektiklerinden son derece memnun ve
mutludur. AĢağıdaki beyitte de benzer bir hal ifade edilmekte, bülbüle benzeyen gönlünün bu
yolculuğu dosta gidiĢ olarak değerlendirmektedir:
Bülbül ider âh u figân ışk odına yandı bu can
Benüm gönlüm çünki hemân dostdan geldi dosta gider s.258
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 123
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Dünya âĢık için gurbettir; gönül ayrılmıĢ olduğu ebedi âleme, dostun diyarına gitmek için
çırpınır, çünkü vuslat o âlemdedir. Bu sebeple âĢık bülbül gibi bu can aĢk ateĢine yandığından ah
vah eder, bir an önce dosta gitmek, kavuĢmak için çırpınır. Bu ah vah ediĢler ateĢin hararetinden
değil, sevgiliye duyulan özlemin Ģiddetindendir. Dosttan gelmiĢ yine dosta gitmeye
çabalamaktadır. Ayrılık canına tak ettiği için yanar yakılır, derdini paylaĢmak için aĢağıdaki
beyitte ifadesini bulduğu üzere diğer âĢıkları yanına çağırır. Çünkü onlar da aynı dertten acı
çekmektedir. Bir araya gelerek dertlerini paylaĢmak ister:
Firâk kâr itdi cânuma gelsün âşıklar yanuma
Işk zencîrin dost boynuma taka geldi taka gider s.258
Ayrılık canıma yetti; âşıklar yanıma gelsin. Dost aşk zincirini boynuma taka geldi taka
gider.
EĢrefoğlu’nun sözünü ettiği “firak” dosttan (Allah) olan ayrılıktır. Her ne kadar ârifin her
anı mana âleminde dostla geçse de bu geçici dünyada bulunmak bir firak, bir ayrılıktır. Bu ayrılık
acısı ancak aynı derdi çekenlerle bir araya gelince hafifleyebilir, paylaĢıldıkça azalır,
katlanılabilir…
ÂĢık, Hz. Eyüp gibi sabır kahramanı olmak zorundadır:
Eyyûb gibi sabr eyle derdine kılma şikâyet
Işk avcısına belâdan özge şikâr ele girmez s.267
Eyüp gibi sabr et derdinden şikâyet etme; aşk avcısı için beladan başka av ele girmez.
Hz. Eyüp, uğradığı musibetlere, çektiği dert ve acılara sabr ettiği, sonunda dertlerinden
Ģifa bularak bütün yitirdiklerine tekrar kavuĢtuğu gibi âĢık da sabırda ona benzeyerek muradına
erecektir. Bu hususta EĢrefoğlu’nun mürĢidi Abdülkadir-i Geylânî ile aynı düĢüncede olduğunu
görüyoruz: “Ġrfan sahibinin birçok vasıfları vardır. Onun sağlam vasıfları arasında vasıflı olmak,
bela geldiği zaman, kahramanca karĢılamak ve ilahi hükümlerin hepsine boyun eğmek vardır.”
(GEYLÂNÎ, 1968: 155)
ÂĢıkların önemli bir vasfı söz tutmalarıdır. Onlar sözlerinin eri kimseler olup “elest
meclisi"nde yaptıkları anlaĢmaya sadık kalırlar. EĢrefoğlu, sözünde durmanın mükâfatını Ģu
beyitte dile getirmiĢtir:
Ȃşıklar turur sözine kimse görinmez gözine
Eşrefoğlu dost yüzine baka geldi baka gider s.258
Âşıklar sözünde durur, (0nun dışında) gözlerine bir şey görünmez. Eşrefoğlu dost yüzüne
baka geldi baka gider.
Yukarıdaki beyit, Ģairin daha önce söylediklerini doğrular mahiyettedir. ÂĢık bir tür
mecnundur, sırlarını tutamaz. O da sırrını tutamamıĢ, yaĢadığı müĢahede, tecelli ve keĢfi açığa
vurmuĢtur. Her an dost yüzüne baktığını söylemesini baĢka türlü yorumlayamayız.
ÂĢığın muradı dileği nedir sorusunun cevabını yine EĢrefoğlu kendisi vermektedir:
Murâdum sensin iy dost senden özge
Sekiz uçmak hûrî gılmân gerekmez s.264
Ey dost! Muradım, istediğim sensin; senden başka sekiz cennet huri ve gılman bana
gerekmez.
124 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
ġairin biricik arzusu Odur. EĢrefoğlu cennet, huri, gılman sevdasında değildir. Bu tür
istekler gerçek âĢıkları yolundan alıkoyamaz: “Bir kulun kalbinde Allah sevgisi yer ederse, yalnız
onu sever; baĢka uğraĢtırıcı iĢleri bir yana atar. Bunu yapamayan sevgi iddiasında bulunamaz.”
(GEYLÂNÎ, 1968: 50), “Allah’ın kulları, tam kul oldukları için Rablarından gayrısını istemezler.
Dünyayı düĢünmezler, ahreti beklemezler. Yalnız Mevlâ’yı isterler, baĢka dilekleri yoktur.”
(GEYLÂNÎ, 1968: 99). ġu beyit bu düĢüncenin apaçık bir ifadesidir:
Mâsivânun nakşını küllî gönülden yuy gider
Tâ ebed yüzün çevür bu dünyâ-yı mekkâreden s.335
Masivanın nakışlarını gönülden tamamen yıka, gider; sonsuza dek yüzünü bu hileci
dünyadan çevir.
Işkıla bilişeli illetle kılmadum amel
Cennet ü hûr u kusûr içün ibâdet itmezem s.306
Aşkla tanış olduğumdan beri illetle amel etmedim; cennet, huri ve köşkler için ibadet
etmem.
Ġllet, sebep, gerekçe anlamında kullanılmıĢtır beyitte. EĢrefoğlu ibadet ve taatlerine cennet,
huri, köĢk, cehennem, gibi hiçbir Ģeyi sebep yapmamıĢ, sadece Allah rızası için yapmıĢ olduğunu
ifade etmektedir. O, Allah’ın rızasını kazanıp rüyet-i cemale nail olma emelini taĢımaktadır. Onun
ruhuna ateĢi düĢen bu aĢktır: “Büyüklerin cenneti, Hak yakınlığıdır. Ondan uzak kalmak, sevgili
kullara ateĢtir. Cennet denince akla, Hak yakınlığı gelir. Cehennem ise ondan uzak kalmak olur.”
(GEYLÂNÎ, 1968: 152). Bu aĢkın Ģairde meydana getirdiği değiĢiklikler Ģöyle anlatılır:
Bu ışk düşdi cânumuza bahâr eyledi kışumuz
Kaygu bulutların sürdi komadı hîç teşvîşümüz s.268
Bu aşk canımıza düştü, kışımızı bahar eyledi; kaygı bulutlarını sürdü, bizde hiç şüphe
tereddüt bırakmadı.
Bu güzel aĢk, âĢığın canına düĢünce her türlü gamı, kederi sürüp çıkarmıĢ, kıĢını bahara
çevirmiĢtir. Bu ifade, EĢrefoğlu’nun ruhî yolculuğunda varmıĢ olduğu mertebeyi gösteriyor. O, bu
yolda çektiği çilelerin, katlandığı sıkıntıların mükâfatını daha dünyadayken almıĢ görünüyor. KıĢın
bahara dönmesi baĢka türlü izah edilemez. Ġsteği dosttan baĢkası olmayan bir âĢığın mükâfatı
budur:
Dostdur hemân endîşemüz dostı sevmekdür pîşemüz
Ol dostı sevmekden özge yok durur hîç endîşemüz s.268
Bizim tek düşüncemiz dosttur; dostu sevmek âdetimiz, huyumuzdur. Bizim o dostu
sevmekten başka bir düşüncemiz, tasamız yoktur.
Daha önce de ifade edildiği gibi sâlikin kalbinde dosttan baĢka bir arzu, emel, sevda
bulunamaz: “Evlad! Sakın Hak, kalbinde baĢkasını bulmasın. BaĢkasının korkusu kalbinde yer
tutmasın. BaĢkasından bir ümide kapılma. BaĢkasını sevme. Kalbinizi temizleyiniz. Ġyiliği ve
kötülüğü ondan görünüz. Siz onun evinde, sofrasındasınız.” (GEYLÂNÎ, 1968: 129). Beyit gayet
açık ve anlaĢılır olduğundan daha fazla üzerinde durmayacağız. AĢkla fani olan dostla beka bulur,
ölümsüzlük kazanır:
Işkıla olduksa fânî dostıla bulduk bekâ
Çün bekâya vâsıl olduk bâkîdür envârumuz s.263
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 125
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Aşkla yok olduksa (şaşacak ne var); dostla beka bulduk. Bekaya vardığımızdan nurlarımız
ölümsüzdür.
Yukarıdaki beyitten EĢrefoğlu’nun fenafillah makamından bekabillaha erdiği, seyr ü
sülûkta muvaffak olduğu, maddi varlığından geçerek ereğine ulaĢtığı anlaĢılmaktadır. Abdülkadir-i
Geylânî, “fena” kavramını Ģöyle açıklar: “Fena, Hak varlığında yok olmaktır. KiĢi nefis ve boĢ
arzular bakımından yok olunca, kötü huylar gider, halkı görmez olursun. DıĢın mahfuz olur.
Kötülük görünmez. Ġç âlemin Hak ile meĢgul olur. Celâl tecellisini gördüğün zaman dağınık hale
gelirsin. Cemâl tecellisine kavuĢunca dağınık hallerin toplanır. Celâl sıfatı sezilince korkulur. Bu
korku baĢka bir korkuya benzemez. Cemâl sıfatının tecellisini görünce de bir Ģeyler ümid etmeye
koyulursun. Celâl sıfatının büyük tecellisi seni yokluğa götürür. Cemâl sıfatı tecelli edince yerinde
sabit durur bir yere gitmek istemezsin.” (GEYLÂNÎ, 1968: 149). Bunu ancak yaĢayan bilir. Biz
sadece söylenenin zahiri manasına bakıp nakletme konumundayız. Bu, tamamen ferdi bir tecrübe
olarak sâlikle dostu (Allah) arasındaki bir “hal” olup mahiyeti bizce meçhuldür. ġair, aĢağıdaki
beyitte durumu Ģahsilikten çıkarıp biraz genelleĢtirmekte, benzer tecrübeyi yaĢayanların aynı
sonuca varabileceklerini müjdelemektedir:
Işkunıla bilişenler senün ile bulışanlar
Sen sultâna ulaşanlar ebedî ayrılmazımış s.272
Aşkınla tanış olup bilişerek seninle buluşanlar, sen sultana ulaşanlar sonsuza dek
ayrılmazlar imiş.
Beyitte biliĢmek, buluĢmak ve ulaĢmak eylemleri seyr ü sülük denilen manevȋ yolculuğu
ifade eden anahtar kelimelerdir. KiĢi, Allah’ı esma ve sıfatları ile bilip gereken kulluğu göstererek
kendisini dosta tanıtacak, ardından onunla buluĢup maksadına ulaĢacaktır. Bunun için, Allah’ın
emir ve yasaklarına, Habib-i Ekrem’inin sünnetine uymaya azami çabayı gösterecektir. Allah, her
Ģeyi bilir ve görür, kulunu sözü edilen vasıflarıyla dost edinir. O’nun dostluğunu kazanıp O’na
kavuĢan sonsuza dek ayrılmaz. KavuĢma zevki hiçbir Ģeyle kıyas kabul etmez. Bu sebeple cennet
hayatının bin senesi bir anlık rü’yet-i cemal kadar değildir, denmiĢtir. Bu makam, sanıldığı kadar
kolay elde edilemez. Bu yolda can ve baĢ feda etmek gerekir:
Cân virenler kan-bahâ dîdâr alur
Sanma bu bâzârı her bî-cân ider s.231
Can verenler, kan bedeli olarak didar (rü’yet-i cemal) alır; bu pazarı her cansızın
yapacağını sanma.
ÂĢık, pervane mumun etrafında nasıl dönerse öyle olmalı, ilahi aĢkla kendini ateĢe
atmalıdır. Kendini ateĢe atma arzu ve iĢtiyakı Ģu mısralarla dile getirilmiĢtir:
Pervâne gibi bî-karâr şâhun cemâl-i şem’ine
Düşüp tutuşuban her dem yanup parlayasum gelür s.240
Pervâne gibi kararsız, şahın cemalinin (güzelliğinin) mumuna düşüp tutuşarak her an
yanıp parlayasım gelir.
Pervane, mumu, lambayı, meĢaleyi gördüğü zaman etrafında uçmaya baĢlar, sonunda
ateĢin cazibesine karĢı koyamayarak kendini ateĢe atıp yakar, yok eder. ÂĢık da pervane gibi ilahi
aĢkın ateĢine kendini atmalı, maddi varlığını yakıp yok ederek O’na yükselmelidir. Bunu göze
alanın çektiği, ya da karĢılaĢtığı sıkıntılar yukarıda anlatılmıĢtı. Bir kez daha özet mahiyetindeki Ģu
beyte bakmakta yarar vardır:
126 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Işkuna düşen cânlarun yolına baş virenlerün
Işk bülbüli olanlarun kimse dilin bilmez imiş s.272
Aşkına düşen canların, yoluna baş verenlerin, aşk bülbülü olanların dilini kimse
anlamazmış.
ÂĢıkların dilinin bilinememesi, anlaĢılamamasının acı örnekleri tarihte çoktur. Mansur ve
Seyyid Nesimȋ bunlardan sadece iki örnektir. Dilleri anlaĢılmadığı için canlarından olmuĢ, âĢıklar
kafilesinin serdarları olarak tarihteki yerlerini almıĢlardır.
Bu açıklamalar ıĢığında “adı aşk” redifli Ģiiri inceleyebiliriz. Bu redifle yazılan iki Ģiir,
EĢrefoğlu’nun didaktik kuruluğa düĢmeden lirizmin Ģahikasında terennüm ettiği duygu
patlamalarının kelimelere dökülmüĢ halleridir. EĢrefoğlu, aĢk makamını Ģu sözlerle tarif eder:
“mutmainne makamıdır makâm-ı aĢk, gayet âli makâmdır ve mutmainne makamına vâsıl
olmayınca kiĢiye aĢk-ı Bâri hâsıl olmaz”(RÛMÎ, 2012: 48). AĢk-ı Bâri, her Ģeyden yücedir:
İki cihân içinde her ne kim var
Dükelinden senin ışkun güzîndir s.224
Senin aşkın iki dünya içindeki her şeyden daha seçkin, daha güzeldir.
Kâinatın yaratılmasından maksat, Allah’ın tanınıp bilinerek sevilmesi ona samimiyetle
ibadet edilmesidir. Bundan dolayı mutasavvıflar O’nun rızasını diler, ibadet ve taatlerinde cennet,
cehennem gibi Ģeylere eğilim göstermezler. Önemli olan Allah’ın rızasını tahsildir. Kısa
mısralardan oluĢan bu Ģiir, tasavvuf vadisinde kaleme alınan en duygulu, en kapsamlı ve aĢkın
tanımının en iyi örneklerinden biridir. AĢk nedir, sorusuna verilen en câmi cevaptır. Cevabı
herkese göre farklılıklar gösteren bu sorunun cevaplarına bakalım:
1.Cihânı hîçe satmakdur adı ışk
Döküp varlığı gitmekdür adı ışk
Beyit son derece anlaĢılır bir dille yazıldığından nesre çevirmek gibi bir fuzulluğa düĢmek
istemeyiz. Beytin ilk mısraında dikkat çeken husus: “Cihanı hiçe satmak” anlayıĢıdır. EĢrefoğlu bu
sözleri ile Abdülkadir Geylânȋ’nin Ģu görüĢlerine iĢaret ediyor: “Mevlâya yöneldiğinde, sivadan-
Hak’dan gayrı iĢlerden- soyun. Yaratan ile yaratılmıĢları karıĢtırma! Hâlik’ı bırakıp
halkla/yaratılmıĢ olanla olma. Bütün sebeplerden kesil! Yaratıcılık iddia edenleri yere vur. Bunları
yap; sonra dünya ile ahireti bıraktığın yere git; dünyayı nefsine ver. Ahireti kalbine koy, Mevlâyı
da sırrında sakla” (GEYLÂNÎ, 1968: 22)
Ġkinci mısrada daha ileri bir adım atıldığını görüyoruz: “Döküp varlığı gitmek…” Söz
konusu edilen varlık, kiĢinin kendi varlığı, nefsi, enesi, yani benliği ve onu besleyen her türlü
maddi manevi varlık kast edilmektedir. KiĢi bunlardan kurtulmadıkça gerçek âĢık olamaz. AĢkın
adı, “varlığı” terk etmek, yani benliğini bertaraf edip sadece Hakk’a yönelmektir. Hz.
Peygamber’in buyurduğu veçhile buna giden yol aĢk olup bedeli, “Ölmeden ölmek”tir: “Sevginin
Ģartı, sevilene karĢı irade sahibi olmamaktır ve onu değil, dünya ahiret ve halka dair cümle Ģeyi
bırakmaktır.” (GEYLÂNÎ, 1968: 128)
Sâlikin terk konusunda baĢarılı olması, nefis terbiyesine gösterdiği ihtimama bağlıdır.
Nefis, günahlardan arındırılarak terbiye edilirse sâlikin Hakk’a yaklaĢması önünde engel olmaktan
çıkar. EĢrefoğlu, aĢk makamının nefsin mutmainne derecesine ulaĢması olduğunu söyler: “Zira
mutmainne makamıdır makâm-ı aĢk, gayet âlî makamdır ve mutmainne makamına vâsıl olmayınca
kiĢiye aĢk-ı Bârî hâsıl olmaz” ”(RÛMÎ, 2012: 48)
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 127
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
EĢrefoğlu bu çözülmesi zor muammayı iki kısa, basit mısra içinde, sehl-i mümteni
derecesinde ifade etmiĢtir. SöyleyiĢ çok kolay gibi görünmekle birlikte yapılan teklif o kadar basit
değildir. Dünyayı hiçe saymak, yani dünya ve içindekilere adeta boĢ vermek ve kendi varlığı ile
beraber her türlü maddi varlığı terk etmektir:
Münezzehdür gâhi iki cihândan
Dükelinden ferâgatdür adı ışk II/5
Bazen iki cihandan da münezzehtir; hepsinden (iki cihandan) vazgeçmenin adıdır aşk.
Dikkat edilirse ikinci “adı aĢk” Ģiirinin birinci Ģiirin yorumu, tefsiri mahiyetinde olduğu
görülür. Bu Ģiirde terk yerine yukarıdaki beyitte “feragat” kelimesi tercih edilmiĢtir. Bunun sebebi
bu kelimenin daha geniĢ bir anlam yelpazesine sahip olmasıdır kanaatindeyiz.
Terk kavramı bütün tarikatlarda en önemli hususlardandır. Sâlik, manevi yolculuğunda
dünyayı, dünyevi makamları, nefsini, ahireti, kendi varlığını terk etmek durumunda olduğu gibi bu
terk ettiklerini de düĢünmeyip bu yolla tam bir ihlas kazanarak amacına ulaĢabilecektir. EĢrefoğlu
Rûmȋ de önce bu terklerle yolculuğuna baĢlıyor. Bu iki hususu terk etmenin adı aĢktır. Böyle
söyleniĢi kolay fakat uygulanması zor terkler ancak kalbi kuĢatan yüce bir aĢk coĢkusu ile
mümkün olur. Çünkü aĢk, kiĢiyi fedakârlığın zirvelerine taĢıyan yegâne gerçektir. BaĢka
Ģiirlerinde bu hususa Ģöyle açıklık kazandırır ve Ģöyle der:
Ȃşık nider teni cânı dün gün anı ister anı
Gel gör anı sevenleri dü cihândan bizüp durur s.244
Âşık teni canı ne yapsın; o, gece gündüz O’nu ister. Onu sevenlerin iki dünyadan bezip
gittiklerini gör.
ÂĢık, can ve ten derdinde olmadığı gibi, dünya ve ahiret sevdasında da değildir. Ġlahî aĢkla
baĢı dönenler, iki dünyayı da gözden çıkarıp sadece O’na yönelir, yalnız Onu isterler. O da gerçek
âĢıklarına “dünyadan bezme” duygusu verir; onların gönüllerini sadece kendisine tahsis eder. Ġki
cihandan bezmek, sâlikin sadece Allah’ı ve rızasını talep ettiğini gösteren bir ifadedir. O’nun
rızasını kazanan zaten iki dünyayı da kazanmıĢ olur. Fakat sâlik bunları düĢünmez. O, rızaya
kilitlenmiĢ, gözünü bu yola dikmiĢ, bu yoldan ayrılmamaya kendini adamıĢtır. Cennet sevdası ve
cehennem korkusu yaĢamaz. Onun rızasını kazanarak rü’yete mazhar olmaktan baĢka bir ereği
olmaz. Aynı manayı terennüm eden bir beyitte EĢrefoğlu düĢüncelerini açıklamayı sürdürür:
Ȃşıkun ışkdan nişânı var durur bellü beyân
Fâriğ-i kevneyn olur ne assı ne ziyân diler s.225
Aşığın aşkta apaçık görünen nişanı, alameti vardır. O, iki dünyadan vazgeçer, kâr ve
zarar istemez.
Yukarıdaki beyit gerçek âĢığın niĢanı olarak iki dünyadan vazgeçmekliği iĢaret etmektedir:
“Bayezid-i Bistami Ģöyle der:-Ġman ve irfan sahibi, Allah’tan dünya istemez. Âhiret talebinde
bulunmaz. Mevlâsından Mevlâyı ister.” (GEYLÂNÎ, 1968: 103) Bu husus yukarıda izah
edildiğinden fazla uzatmayacağız. Ancak aĢağıdaki beyitten Ģairin sözü kendisine getirmek
istediğini anlıyoruz:
Işkdur beni benden alan sevdüklerümden ayıran
Kimdür ışka karşu turan şâhları başdan iyledür s.239
Beni benden alıp sevdiklerimden ayıran aşktır; aşka karşı direnen kimdir? Aşk şahları
tahtlarından ayırır.
128 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Ġkinci mısrada sözü edilen Ģah, Ġbrahim Edhem hazretleridir. O, kalbinde yanmaya
baĢlayan aĢk ateĢiyle-daha önce söylendiği üzere-tacını tahtını bırakıp derviĢliği tercih etmiĢti.
AĢkın çağrısı karĢısında hiçbir gönül duramaz. O, her iklimde ve Ģahısta hükmünü icra eder. AĢk,
bir tür cezbe olduğundan kiĢi, sıradan insanların kavrayamadıkları bazı davranıĢlarda bulunur;
eĢinden dostundan, sevdiklerinden ayrı düĢer. Mesnevi kahramanları bunun çarpıcı örnekleri
olarak örnek gösterilebilir.
EĢrefoğlu, varlığını aĢka verdiğinden beri kavuĢma ve ayrılık duygularından
soyutlanmıĢtır. Onun böyle bir derdi tasası yoktur (GÜNEġ, 2006: 225). ÂĢık, “dost” dediği Allah
için canından geçmeyi sıradan bir iĢ gibi görür. Çünkü dost dediği Allah, âĢık kulunun dünyevi ve
uhrevi bütün emellerden geçmiĢ, adeta ölü gibi ister. ÂĢık bunu bildiği için bu uğurda canını seve
seve verir (GÜNEġ, 2006: 225). AĢağıdaki beyitte bu durumun daha da netleĢtiğini görüyoruz:
Tâlib olan cân u gönülden anun dîdârına
Kâl u kîl ü ilm ü mansıb cübbe destârı nider s.226
Onun didarına yürekten talip olan, istekli olan dedikoduyu; makam ve cübbeyi, sarığı ne
yapsın?
Tâlip, tasavvufȋ terim olarak yola giren demektir.8 Burada kast edilen ilahȋ aĢk yoludur. Bu
yola giren maddi manevi her türlü hırs ve istekten arınmak durumundadır. Kâl u kȋl dediği dünyevi
birtakım gereksiz sözler, boĢ kelamlardır. Tâlip, seyr ü sülûkü için övünmeyecek, baĢkalarına tafra
satmayacaktır. Ayrıca bu yolda terki gereken hususlardan biri de dünyevi makamlardır. Tasavvuf
yolu, tecerrüdü, arınmayı gerektirir. KiĢi makam sevdasına düĢmeyeceği gibi bunu kalbinden dahi
geçirmeyecektir. Cübbe ve destar ise dini vazifelerin sembolleridir.
Talip, hangi ilmi makam ve mertebede bulunursa bulunsun bunlardan soyunacak, yola
öylece girecektir. Bu sebeple cübbe ve sarığa ihtiyaç duymaz. Kısacası bu yolda tevazu,
alçakgönüllülük esas alınır. ÂĢık kusursuz bir fedakârlık içinde bulunmalıdır. Bu uğurda adeta Hz.
Ġsmail gibi kurban edilmeye candan razı olmuĢtur. ÂĢık çok cömerttir; dost yolunda canını fedadan
çekinmez (GÜNEġ, 2006: 227).
2.Elinde sükkeri ayruga sunup
Aguyı kendü yutmakdur adı ışk
Aşk, elindeki şekeri başkasına sunup zehri kendisinin yutmasının adıdır.
AĢk, mutlak bir fedakârlık ve feragatin adıdır. ÂĢık, elindeki Ģekeri-Ģeker gibi tatlı her
metaı-baĢkasına verip, kendisi ağuya, zehire talip olacaktır. En değerli varlığını baĢkasına sunacak
kendisi kıt kanaat geçinmenin yollarını arayacaktır. Aklıyla hareket edenler, akıllı geçinenler
âĢığın bu davranıĢını anlamakta güçlük çekerler:
Ȃkile bu söz aceb gelür acebdür hem cevâb
Işk makâmına akıl irmedi hem irmez durur s.237
Akıllı kişiye bu söz tuhaf gelir; (bu sorunun cevabı da) tuhaftır;(çünkü) aşk makamına akıl
ermemiştir ve ermeyecektir.
Akılla hareket eden kiĢi âĢık nazarında eksiktir. Akıllı geçinse de aĢkın ve âĢıkın tavırlarını
anlayamaz, davranıĢlarına bir mana veremez. O, akıl ve mantık dairesinde önce kendi çıkarını
8 “Tâlipten maksat talib-i Hak veya talib-i tarîk-i Hak’tır. Ġnsanlar üç kısımdır: vâsıllar, sâlikler (talipler), mukîmler.
Sâlikler iki kısımdır: Hak talipleri, melâmîler ve sûfîler; cennet talipleri, zahitler, fukara, hâdimler, âbitler…” (ULUDAĞ,
2001: 342)
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 129
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
düĢünür. AĢk bir fedakârlık mesleğidir. Elindekini feda edebilmektir. ÂĢık sadece Allah’ı diler.
Onun yanında dünyevi olanın bir değeri yoktur. Bu yüzden elinde avucunda olanı- baĢkası için
Ģeker gibi tatlı olan Ģeyleri- tereddüt etmeden verir; kendisi aĢkın acı da olsa gerektirdikleriyle
yetinir. Mal mülk denilen Ģeyler hakkında EĢrefoğlu Ģu çarpıcı örneği verir: “bu mal dedikleri
hemen merdivene benzer derler. Âdem var ki nerdübân ile kuyuya iner, âdem var ki nerdübân ile
köĢklere, saraylara çıkar.” (RÛMÎ, 2012: 104) AĢağıdaki Ģu beyitte yukarıdaki sözlerin gerekçesi
verilmiĢtir:
Ȃşıkun gönli hemîşe ışkıla pür-nûrdur
Ol gönül nite ola çün ışkıla ma’mûrdur s.237
Âşıkın gönlü daima aşkla nur doludur. Aşkla mamur olan, bayındır olan gönül nasıl olur?
AĢkla mamur/bayındır olan gönül, baĢka bir Ģeye ihtiyaç duymaz. Sevgili ile halvette olan,
baĢkalarının arkadaĢlığına, varlığına ihtiyaç duymaz. Ġçine aĢk dolan gönül bayındır olmuĢ, nurla
aydınlanmıĢtır. BaĢka kandilleri, ıĢık kaynaklarını arama yoluna tevessül etmez. Bir baĢka
beytinde EĢrefoğlu Ģu ikazda bulunur:
Cânlar cânın isterisen bu cism ü cândan fârig ol
Gerçek Hakka âşıkısan iki cihândan fârig ol s.296
Canların canını istersen bu cisim ve candan vazgeç; Allah’a gerçekten âşık isen iki
dünyadan geç.
Bütün mesele canların canını, canlara can vereni bulmaktır. Bunun yolu mutlak bir
tecerrütten, fedakârlıktan geçer. Bu fedakârlık dünyayı değil ahireti de kapsar. ÂĢığın her iki
dünyadan vaz geçmesi-yukarıda ifade edildiği gibi-Ģarttır. Bu sebeple elindeki Ģekeri baĢkasına
sunmak ona çok kolay gelir. Sonunda sevgiliyle kavuĢmak olan acılara zevkle katlanır. Gerçek
aĢkı bulan baĢka sevgilerle, baĢka sevdalarla oyalanmaz:
Işkıla âvâre olan dünyâda kârı nider
Gönlini ol yâre viren bir dahı yârı nider s.226
Aşkla avare olan dünyada işi/kârı ne etsin? Gönlünü o sevgiliye veren başka sevgiliyi ne
yapsın?
AĢk, kiĢiyi, “mecnun”a çevirdiğinden iĢten güçten alı kor, baĢıboĢ, sergerdan dolaĢtırır.
EĢrefoğlu, gerçek sevgiliyi bulanın baĢka sevgililerde gözü olmayacağını vurgulamak istemiĢtir.
3. Belâ yagmur gibi gökden yagarsa
Başını ana dutmakdur adı ışk
Aşk, bela gökten yağmur gibi yağdığında onun (altına) başını tutmanın adıdır.
Beyit, mana bakımından son derece çarpıcı, etkileyicidir. EĢrefoğlu mücerredi müĢahhas
hale getirmiĢtir. Gözlerinizin önüne manzarayı getirmeye çalıĢın: Belalar, taĢlar, ateĢler gökten
yağıyor ve âĢık çıplak baĢını bunların altına tutuyor. Bu durumda yaralanmak, parçalanmak
kaçınılmaz olmaktadır. ȂĢık buna razıdır. AĢk-Abdülkadir-i Geylânî’nin yukarıda aktarılan
sözlerinden anlaĢılacağı gibi-belalara göğüs germenin adıdır. EĢrefoğlu Müzekki’n-nüfûs’ta
mürĢidinin görüĢlerine katıldığı görülür:
“AĢk kazanı altına ateĢ urdılar, çün ateĢi gâlip oldukça kaynaması arttı; ve ne semtten bir
yel gelse baĢladı döne döne kaynadı. Ve altına yel dokundukça o dönmeklik kazana sığmadı, raksa
baĢladı, taĢtı. Çünkü bu misâlden anladıysan her nereden ki bir âvâz iĢitir o nefs-i mülhime, elbette
ondan dost hitâbın iĢidir.” (RÛMÎ, 2012: 50)
130 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
AĢk ve bela iliĢkisi EĢrefoğlu’nun üzerinde çok durduğu bir husustur. Hem Müzekki’n-
nüfûs’ta hem de birçok Ģiirinde bu temanın iĢlendiği görülür: “Her belaya sabr etmek,
muhabbetullah alâmetidir. Zira kiĢi, sevdiğinin zahmetine sabredegen olur. Hak Tealâ dostlarına
dâim iptilâ taĢın atar. Dostlar bu ibtilâ taĢına baĢını can u gönül birle tutarlar. (Müz.s.244)” Bu
hususa Ģu hadis-i Ģerifi örnek gösterir: “Hak tealâ kulunu sevince, ona belalar gönderir;
gönderdiği belâlara sabr eden kullarını da sever.” (RÛMÎ, 2012: 224). Sabır makamına ulaĢmak
için de aĢkın gereği olan aĢağıdaki hususlara dikkat etmesi gerekmektedir:
Virüp râhatları mihnetler alup
Düni gün âh u hasretdür adı ışk II/2
Rahatları verip belaları alıp gece gündüz ah ve hasretin adıdır aşk.
AĢk, ayrılık ve gurbet kıskacında kalan kiĢiyi sürekli huzursuz eder, acılara boğar. Böyle
bir insan rahatını feda etmekle karĢı karĢıyadır. ġairin de dikkatlere vermek istediği budur. Bu
beytin, aĢkı kolay, her kiĢinin gideceği bir yol sananlara meselenin zorluklarını göstermek maksadı
taĢıdığı anlaĢılmaktadır.
AĢk ateĢi gönülleri her türlü masiva kirlerinden arındırarak temizler:
Eşrefoğlu Rûmî senün yansun ışk odına cânun
Işk odına yanmayanun kalbi sâfî olmazımış s.272
Eşrefoğlu Rûmȋ, senin canın aşk ateşine yansın; aşk ateşine yanmayanın kalbi safi olmaz
imiş.
Kalb-i insan Rahman olan Allah’ın arĢıdır, orada baĢkalarının bulunması irfan edebine
aykırıdır: “Kalp, Hakkın tecelli yeridir. Oraya, onun varlığından gayrını sokma. DüĢün, melekler,
suret olan eve girmezler; Hak Teâlâ, putlarla doldurduğun kalbe nasıl tecelli eder? Onun gayrı her
Ģey puttur. O putları kır ve kalbini temizle. O kez, Hakkın tecellisini orada görürsün. Önceleri
görmen kabil olmayan hikmetli Ģeyleri görmeye baĢlarsın, yeter ki kalbin temiz ola.” (GEYLÂNÎ,
1968: 245). Tecelli konusundaki Ģu sözler konuyu oldukça sarih bir biçimde nazarlara
sunmaktadır:
“Ayık olan kiĢiler, Hakkın tecellisini kalpleri ile görürler. Bu görüĢ ile dağınık halleri
toplanır; birleĢir ve tek Ģey olur. O büyük tecellinin sahibi ile aralarında perde kalmaz ve kalkar.
DıĢ yapıları yıkılır; iç âlem kalır.” (GEYLÂNÎ, 1968: 297). Benzer düĢünceler Ģairin “adı aĢk”
redifli ikinci Ģiirinde Ģu üslupta karĢımıza çıkar:
Cefâ vü renc ü mihnetdür adı ışk
Firâk u derd ü firkatdür adı ışk II/1.9
Cefa ve sızı ve belanın adıdır aşktır. Ayrılık, dert ve ayrılığın adıdır aşk.
Bu iki mısrada ıstırap verici bütün ögeler bir araya toplanmıĢtır: Cefa, renc, mihnet,
ayrılık, dert kelimeleri aĢkın insan üzerindeki tesirlerinin adları olarak sunuluyor. Hepsinin ortak
özelliği kiĢiye tarifsiz acılar yaĢatmalarıdır. ġair, aĢk yolculuğunun her kiĢinin iĢi olmadığını
vurgulamak ister gibidir. Daha yolun baĢında aĢka yeltenenleri, bu uğurda katlanmak zorunda
oldukları durumları uyarmaktadır:
Gönülde derd-i yâr ancak hemîndür
Bu halkdan kamu uzletdür adı ışk II/6
9 EĢrefoğlu’nun adı aĢk redifli ikinci Ģiiri metinde II olarak gösterildi.
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 131
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Gönülde sadece sevgilinin derdini tutup halktan uzlet etmenin, inzivaya çekilmenin adıdır
aşk.
Bu ışkı kimse vasf itmez diliyle
Gam u gussa vü gayretdür adı ışk II/7
Bu aşkı kimse diliyle tasvir edemez; gam, tasa ve gayretin adıdır aşk.
AĢk bir yolculuksa, bu yolculukta âĢığın yol arkadaĢı sevgiliye kavuĢamama derdi, ah ve
gözyaĢıdır:
Ȃşıkun yoldaşı derd ü âhıla gözyaşıdur
Derd-i yâr çün ele girdi dahı tîmârı nider s.226
Madem âşığın yoldaşı dert, ah ve gözyaşıdır; o halde sevgilinin derdini ele geçiren bir
daha tedaviyi ne yapsın.
Yukarıdaki ifade edilen düĢünce klasik Ģiirde çok iĢlenmiĢtir. ġair, aĢk derdinden hoĢnut
olduğundan hekimin ilaçlarına, tedavisine yüz vermez; bu yolda candan geçmek, onun için adeta
sıradan bir iĢtir. Daha doğrusu bu yolda âĢık için can vermek, yolun örfü, adetidir
Ȃşıka bu yolda cânı virmek gerek elbette kim
Şöyledür bu ışk içinde örf ü âdet tâ ebed s.223
Yola giren, yolun gereklerini, ihtiyaçlarını yerine getirmek durumundadır. ġartlar yerine
gelmeden yolculuğun amacına ulaĢması mümkün değildir.
4.Bu âlem sanki oddan bir denizdür
Ana kendüyi atmakdur adı ışk
Bu dünya sanki ateşten bir denizdir; ona kendini atmanın adı aşktır.
“AteĢten deniz” imgesi, divan Ģiirimizde çok geçer. Özellikle ġeyh Gâlib’in Hüsn ü Aşk
adlı eserinde geniĢ tasvirlerle anlatıldığı görülür. AĢk ateĢi âĢıkların canını yakarak dosta
ulaĢmalarına vesile olur:
Işk odı âşıklar cânın yakar dosta ulaşdurur
At cânını ışk odına iki sanup turma sakın s.328
Aşk ateşi âşıkların canını yakar, dosta ulaştırır; canını aşk ateşine at ikilikte kalıp sakın
durma.
AteĢ, temizleyici, saflaĢtırıcı bir hususiyete sahiptir. Onun yaktığı maddede kir, pas
kalmaz. Tıpkı bunun gibi aĢk ateĢi de âĢığın canını yakarak ruh varlığını saflaĢtırır, onu dosta
ulaĢacak bir hafifliğe kavuĢturur. Ġnsan, maddi varlığını zayıflattıkça ruhu güç kazanır. AĢk ateĢi
de vücudu sararak yakınca ruh yücelere yükselecek hafifliği kazanmıĢ olur.
Bütün gönül ehli gibi EĢrefoğlu da sözü kendine, kendi nefsine getirerek Ģöyle der:
Bu ışk odı beni yaksun tütünüm göklere çıksun
Eger yüz bin cânum varsa fedâ olsun o cânâna s.347
Bu aşk ateşi beni yaksın, dumanım göklere çıksın; yüz binin canım da olsa sevgiliye feda
olsun.
132 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Kendini aĢk ateĢine atmada tereddüt göstermeyen Ģair, bazen ağır ifadeler kullanmaktan
kendini alamaz:
Bu ışkun âdeti yakmak olur âşıkları dâim
Şu kim ışk odına yanmaz yazıldı adı hayvâna s.347
Bu aşkın âdeti âşıkları her zaman yakmaktır. Aşk ateşine yanmayanın adı “hayvan”
olarak yazıldı.
AĢk ve ateĢ arasındaki iliĢki EĢrefoğlu’nun Ģiirlerinde önemli bir yer tutmaktadır.
EĢrefoğlu Rûmî’nin “adı aĢk” redifli ikinci bir Ģiiri vardır ki, ilk Ģiirin bir tür izahı, Ģerhi
mahiyetindedir. Bu ikinci Ģiirin, konumuz olan “adı aĢk” redifli Ģiiri açıklama, yorumlama
sadedinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu sebeple bu Ģiiri ilk Ģiirin ilgili beyitleri altında
değerlendirdik. Ġlk Ģiiri bir bütün halinde tefsir eden diğer beyitleri bir arada değerlendirmek bizi
Ģairin aĢk anlayıĢını anlamak yönünde aydınlatacaktır. AĢağıdaki beyitte aĢkın yine ateĢle tarifini
görüyoruz:
Bir oddur kim câna düşmiş yanadur
Yürek tolu harâretdür adı ışk II/3
Cana düşüp yanan bir ateştir; (bu sebeple) yüreği hararetle dolu olmanın adıdır aşk.
AteĢe atılan bir canlı nasıl canhıraĢ hamlelerle çırpınır, kendini oradan oraya atarsa aĢkın
insan üzerindeki etkisi de öyledir. Bu yüzden âĢık sürekli yerinde duramaz, rahatsızdır,
huzursuzdur. Onu böyle yapan, rahatını baĢından uçurarak huzursuz eden aĢktır:
Karârı yok bu ışkun bî-karârdur
Ki dürlü dürlü hâletdür adı ışk II/4
Bu aşka dur durak yoktur; sebatsızdır, yerinde duramaz; doğrusu türlü türlü hallerin
adıdır aşk.
EĢrefoğlu dert, ıstırap manalarına gelen kelimeleri tüketircesine “dürlü dürlü hâlet”
ifadesini kullanmaktadır.
5.Var Eşrefoğlu Rûmî bil hakîkat
Vücûdı fânî itmekdür adı ışk s.279
Eşrefoğlu Rûmî, hakikat olarak vücudu/varlığı fani etmenin adının aşk olduğunu bil.
Uğruna varlığın ifna edileceği, yok edileceği aĢk ilahîdir. Bunun bir tezahürü, belki bir
tereĢĢuhu mecazî aĢklar uğruna da canların feda edildiği gerçeğidir. Varlıktan maksat maddi
varlıktır, kabuktur, kıĢırdır.
Aşk ve Vuslat:
KiĢi maddi varlığını yok ettiği zaman ruh hayat mertebesine çıkarak aĢka ulaĢabilir.
EĢrefoğlu aĢk için nefsin ve onun kalıbı olan maddî varlığın yok olması gerektiğini
vurgulamaktadır. Bu yokluğa ermenin sonu aĢka merdiveni ile bekabillaha yükselmektir. Bu
gerçeğin adı aĢktır.
Ġkinci manzumenin son beyti sanki sonuç bölümüdür:
Sorarsan ışkı Eşrefoğlu Rûmî
Tamâm dostıla vuslatdur adı ışk II/10 s.280
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 133
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Ey Eşrefoğlu, aşkı sorarsan; tam olarak dostla kavuşmanın adıdır aşk.
Bu beyitte Ģair, aĢkı kesin bir sonuca bağlamaktadır: dostla kavuĢmak. Bu kavuĢma dünya
hayatında gerçek manada olmasa bile sâlikin gönül dünyasında meydana gelen tecellilerle kalp
gözüyle yaptığı müĢahedeler ahiretteki baĢ gözüyle yapılacak müĢahedelerin öncüsü olarak
algılamak mümkündür. Bu konuda Abdülkadir-i Geylânȋ’nin düĢüncelerinin EĢrefoğlu tarafından
adeta ĢiirleĢtirildiğini görüyoruz:
“Onu sevenler bugün, kalpleri ile görürler. Yarın baĢ gözleri ile… O’na benzeyen yoktur.
Gören O’dur, iĢiten O’dur.” (GEYLÂNÎ, 1968: 192) ÂĢıkla maĢuk arasındaki perdeler aralanır:
“ġayet kalp cihetinde Hakla aranda perde kalmamıĢ olursa, O seni tekvin sıfatı için güçlü kılar, sır
hazinelerine muttali olursun. Fazilet taamı yersin. Ülfet Ģarabını içersin. Onun yakınlık sofrasına
oturursun. Bu haller, kitap -Kur’an- ve sünnetle yapılan amellerin meyvesidir.” (GEYLÂNÎ, 1968:
291). Bu anlatılanların olabilmesi kiĢinin ayık olmasına bağlıdır: “Ayık olan kiĢiler, Hakkın
tecellisini kalpleri ile görürler. Bu görüĢ ile dağınık halleri toplanır; birleĢir ve tek Ģey olur. O
büyük tecellinin sahibi ile aralarında perde kalmaz ve kalkar. DıĢ yapıları yıkılır; iç âlem kalır.”
(GEYLÂNÎ, 1968: 297).
Sözü edilen vuslata ermek için çalıĢmak, çabalamak, O’nun emir ve yasakları çerçevesinde
yaĢamak, nefsin isteklerine karĢı gelerek zorlamak, akıbeti düĢünmemek ve geceyi gündüze katmak
gerekir:
Nefsine zecr ide katı hîç anmaya akıbeti
Dosta bulmaga vuslatı düni güne katmak gerek s.285
EĢrefoğlu, Abdulkadir-i Geylânȋ’nin düĢünceleri doğrultusunda “dost” dediği Rabbine
karĢı duyduğu sevgiyi Ģu mısralarla pekiĢtirir:
Ben dost hevâsına düşdüm özge hevâ neme gerek
Başumda dost sevdâsı var dahı sevdâ neme gerek s.283
Ben dost aşkına düştüm, başka sevgilere neyime gerek! Başımda dost sevdası var başka
sevda neyime gerek!
Sâlik vardığı makam Ģu beyitte ifadesini bulmuĢtur:
Işk şerbetin içdünise cân gözini açdunısa
Dostıla buluşdınısa assı ziyândan fârig ol s.296
Eğer aşk şerbetini içip can gözünü açarak dostla buluştunsa kârdan zarardan vazgeç.
Bütün çabalar, riyazetler, ibadet ve zikirler dostla kavuĢmak, buluĢmak içindir. Eğer seyr ü
sülûk sonunda kalp gözü açılıp dostu görecek hale gelmiĢse baĢka hiçbir Ģeye ihtiyaç kalmamıĢ
demektir. O’nu bulan her güzelliği bulmuĢtur. Çünkü bu aĢk onun katresini alıp denize
ulaĢtıracaktır:
Gel bu ışkıla bugün katreni deryâya ilet
Gel berü deryâyıla deryâ olup cûş eylegil s.299
Kimi beyitlerinde EĢrefoğlu amacına ulaĢmıĢ, deryaya varmıĢ, tevhid sırrına ererek
hazineyi elde etmiĢ görünmektedir:
Düşmişem ışk bahrine gavvâs olup
Bahr içinde gevher-i kân olmışam s.305
134 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Dalgıç olup aşk denizine düşmüş, denizde mücevher madeni olmuşum.
EĢrefoğlu ile Yunus Emre Aynı dili konuĢur: Demir kızgın ateĢe konunca bir süre sonra
nasıl kor kesilirse âĢık da ilahi vuslata erince ebediyet kazanmıĢ olur, yani Ģairin belirttiği gibi
mücevher madeni olur. Bazı beyitler Yunusu andırır:
Eşrefoğlu Rûmîyi aradan tarh ideyüm
Senün ile bakayum seni göreyüm cânum s.317
Eşrefoğlu Rûmî’yi aradan çıkarayım, senin ile bakayım, seni göreyim canım.
“Cânum” diye hitap edilen cemâl-i mutlak sahibi Allah’tır. Maddî varlık, ben (ene)
Allah’a ulaĢmaya engeldir. Bu engel ortadan kaldırılınca ruh gönül gözüyle bakar ve O’nu görür.
EĢrefoğlu bu temenniyi dile getirmektedir. Beni aradan çıkarmak zorlu bir tasfiyeye, riyazet ve
manevi mücahedeye bağlı olup ondan yüz akıyla çıkan sâlik gönül gözüyle müĢahede makamına
çıkabilir, gönül gözüyle bir takım sırları görebilir. Bu makama gelen baktığı her varlıkta Allah’ın
esma tecellilerini görür, eserden müessire, nakıĢtan nakkaĢa geçerek tam bir huzura erer:
Bakdugum ol gördügüm ol istedügüm oldur ol
Evvel oldur âhir oldur anı gözler gözlerüm s.319
Baktığım o, gördüğüm o, istediğim sadece odur. Evvel, ahir/son odur; gözlerim onu
gözler.
EĢrefoğlu’nun söylediğini Yunus: “Senin ile bakayın seni göreyin Mevlâ” diyerek ifade
etmiĢtir.
Aşkın dilini ve sırrını herkes anlayamaz:
AĢk, esrarlı bir durum olduğundan dili de herkes tarafından kolay kolay anlaĢılamaz. Halk,
âĢıkları anlayamadığı için onlara farklı gözlerle, bir tür deli olarak bakar. AĢk dilini çözümlemek
sıradan insanların iĢi değildir:
Işk dilini yine âşıklar bilür
Ol ezel ışka ulaşuklar bilür
Işk dilinden söylese ışk mestleri
Ol dili sanma ki ayıklar bilür s.432
EĢrefoğlu’nun dili, bu yolda olanlar, bu hali yaĢayanlar anlar ve bilir. Ezelden bu nimet
kendilerine bağıĢlananlar bilir. AĢk sarhoĢları bu dilden konuĢmaya baĢladıklarında aklı baĢında
olanların, ayıkların anlayabileceklerini sanma, diyerek bu muamma dilin özelliklerine dikkatleri
çekmekte haksız değildir. Çünkü bu dili ancak bu hali tadanlar, yaĢayanlar bilir. Onun remizlerini,
sembollerini, mecaz ve istiarelerini ancak onlar çözümleyebilir.
Bu ışk esrârın Eşrefoğlu Rûmî
Ko söyleme ki bilmez benî-insân s.323
Eşrefoğlu Rûmî, bu aşk sırlarını söylemeyi bırak zira insanoğlu bilmez.
Tasavvuf bir gönül, bir kalp yolculuğudur ve aĢk temeli üzerine bina edilmiĢtir. Ancak ilk
zamanlardan itibaren insanoğlu bu aĢk denen bilmecenin sırrını tam olarak çözememiĢtir.
YaĢayanlar, yaĢadıklarını anlatırken mecaz ve teĢbihlere baĢvurdukları için önceleri belki de çok
sade ve basit olan bu kavram adeta bir sırlar yumağına dönüĢmüĢtür. Bu sır, uluorta söylenmez.
Ġnsan bunu anlama yeteneğine sahip değilse yanlıĢ anlar, telafisi zor yanlıĢlara kapı açar. Bu
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 135
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
sebeple Ģair bu sırrı herkese söyleme, diye ikaz etmek zorunda kalmıĢtır. Bu uyarıya rağmen Ģair,
bu sırrı kendisinden daha iyi söyleyemediğini de eklemek ihtiyacını duymuĢtur:
Her bir âşık bu ışkdan bir dürlü nişân didi
Bu nişânı dimedün nişânumdan ilerü s.339
Her bir âşık bu aşktan bir nişan söyledi; kimse nişanımdan ileri bir nişan demedi.
Beyitte, her kiĢinin müĢahedelerinin, keĢif ve yakinlerinin, daha baĢka bir ifade ile manevi
yolculuklarında tecrübeleri birbirinden farklıdır, zira herkes aynı kabiliyette değildir. Gördüklerini
anlatmada aynı baĢarıyı gösteremeyebilirler. Herkes kendi aynasında aksedeni, yansıyanı anlatır.
Yani, aynasının gösterdiğini söyler. ġair, kendi aynasının en iyisi olduğunu söylemektedir ki bu
biraz da Ģairane bir temeddühe kaymaktadır ve Ģairler arasında hoĢ görülür.
Aşkla boyananları dünya aldatamaz:
AĢk, insanı kendi rengine boyar, kiĢiyi kendine getirerek kalbin sahibine yöneltir. Bâkî
sevgiliyi bulan sâlikin artık aldatıcı ve fani dünyaya meyletmesi zordur:
Şular kim ışkıla hem-renk olupdur
Oları aldamaz bu nakş-hâne s.343
Aşk rengiyle boyananları bu nakış/resim/hile yeri olan (dünya) aldatamaz.
AĢk yerleĢtiği kalpte baĢka varlık ve ilgilere yer bırakmadığı için Ģair/sâlik dünyanın hile
ve tuzaklarından mahfuzdur. Yukarıda söylendiği gibi Onunla bakıp, Onu grenleri dünya
aldatamaz. ġair nakıĢ kelimesini tevriyeli kullanarak anlam zenginliği, çağrıĢım geniĢliği
yapmıĢtır. NakıĢ resim ve hile anlamlarını sezdirecek bir zenginlikte kullanılmıĢtır. Sâlikin
böylesine “emin” bir yol olan aĢkı dünyalara değiĢmemesinde yadırganacak bir durum yoktur:
Diseler ışkı ko al ne dilersen
Diyem ışksız cihân degmez samana s.348
Aşkı bırak, neyi dilersen al deseler; aşksız dünya samana değmez derim.
AĢk, EĢrefoğlu tarafından uğruna her Ģey feda edilecek bir yüce değer olarak sunulur.
Örnek çok dikkat çekici: Bu dünyaya saman kadar değer verilmemesi gerektiği vurgulanır.
Dünyaya anlam katan, değer bağıĢlayan aĢktır.
Aşk, kişiyi bu alçak dünyadan yücelere yükseltir:
AĢksız dünya bir çöl, boĢ bir yabandan ibarettir. Budünya çölünden insanı yücelere
çıkaran aĢktır:
Bu sevdâ didügüm ışkdur bu sahrâ didügüm dünyâ
Bu sahrâda bu esfelden bu ışkdur ilten a’lâya s.358
Bu sevda dediğim aşk, bu çöl dediğim dünyadır; bu çölden, bu aşağılık yerden yücelere
ileten aşktır.
ġair, aĢkı bir tür manevi miraç olarak yüceltmekte ve bu urucun/yükseliĢin sonunda
Allah’a ulaĢılacağını ifade etmektedir:
Var Eşrefoğlı Rûmî sen bu ışkdan hergiz ayrılma
Bu ışk cûşıyladur katre taşup vardugı deryaya s.359
Eşrefoğlu sen bu aşktan asla ayrılma; bu aşkın coşup taşmasıyla damla denize ulaşır.
136 Mahmut KAPLAN
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
Beyit, açık bir biçimde bir zerre gibi olan insanın aĢk denizine kavuĢabileceğini, zerre iken
sonsuzluk kazanabileceğini dikkate sunmaktadır. Bunu akıl ve mantıkla değerlendirmek zordur.
Akıl aĢkın vardığı yerlere çıkamaz, aciz kalır:
Aklıla ışka girilmez ışk aklı mahv ider
Akl ışkun ol sebebden gelimez yuvasına s.360
Akılla aşka girilmez; aşk aklı mahveder; bu sebepten akıl, aşkın yuvasına gelemez.
AĢk konusunu iĢleyen metinlerde genel olarak akılla çeliĢki hususu üzerinde durulur.
AĢkın tabiatında taĢkınlık, akılda ise hesap ve plan bulunduğundan iki durumun uzlaĢması
mümkün görülmez. Bu sebeple akıl ayağı ile aĢk merdivenini tırmanmak zor tasavvur edilir. Akıl
zaviyesinden bakanlar aĢkı “divanelik” olarak niteler:
İçüp ışkun meyin şöyle mest ol kim
Dîvâne disünler akrân içinde s.363
Aşkın şarabını içip şöyle sarhoş ol ki akranların içinde sana divane/deli desinler.
Bu ifadede kâmil müminlerin davranıĢları sıradan insanlara benzemediği için onlara
divane denilmesine telmihte bulunulduğu sezilmektedir. EĢrefoğlu, varsın sana “divane” desinler;
sen aldırma, yoluna devam et, demektedir. Akıllı geçinenler bu divaneliğin neticesinde âĢığın
“bekabillah”a varacağını nerden bilsinler?
Gel uy bu ışka kim bu ışk bekâdur
Bu ışkun dâimâ meyli Hak’adur
Dilersen kim göresin Hakk cemâlin
Bu ışk gözgüsine her dem baka dur s.421
Bu aĢk sonsuzluktur, meyli, yönelimi daima Allah’adır. Eğer Hakk’ın cemalini görmek
istersen her zaman bu aĢk aynasına bakmaya devam et, diyen EĢrefoğlu yolcusu olduğu yolun
güzelliklerine ulaĢmanın Ģartlarının baĢında aĢk olgusunun bulunduğunu ifade etmektedir.
Sonuç olarak, baĢta aĢk redifli iki Ģiir olarak, gerek divanından yaptığımız tespitler gerekse
Müzekki’n-nufûs adlı eserindeki düĢünceleri, Ģairin Allah’a ulaĢma yolunda baĢlıca vasıta olarak
aĢkı gördüğünü göstermektedir. EĢrefoğlu, aĢk yolculuğunun dert, tasa, keder ve acılarla dolu bir
macera olduğuna dikkat çekmektedir. EĢrefoğlu, divanında ilahi aĢk yolculuğunu ve güzel
neticelerini anlatmıĢ; yolun sonunda “rü’yet-i cemal”e kavuĢma müjdesini vermiĢtir. BaĢlarda
ifade dildiği gibi EĢrefoğlu, tasavvuf, kalp ayağı ile (aĢk) Allah’a ulaĢmayı amaçlayan uzun, zevkli
fakat son derece meĢakkatli, belalar ve tehlikelerle dolu bir yol olduğu gerçeğini çarpıcı, etkileyici
bir tasavvuf dili ile takdim etmektedir, diyebiliriz.
KAYNAKÇA
ABDÜLKADĠR-Ġ GEYLÂNÎ (1968). Fethu’r-Rabbânȋ, Tercüme: Abdulkadir AKÇĠÇEK,
Ġstanbul.
ABDÜLKADĠR-Ġ GEYLÂNȊ (1971). Gunyetü’t-tâlibȋn, Tercüme: A. Faruk MEYAN, Ġstanbul.
GÜNEġ, Mustafa (2006). İznikli Eşrefoğlu Rûmî’nin Hayatı-Eserleri ve Dîvânı, Ġstanbul.
KÜTÜB-Ġ SĠTTE, http://www.diyanetkayseriegitim.gov.tr/KutubuSitte7300/ (02.12.2013)
Eşrefoğlu Rûmî’nin Gönül Miracı: Adı Aşk 137
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 8/13 Fall 2013
MEVLANÂ, Mesnevi (VeledĠzbudaktercümesi), C.I,
http://www.semazen.net/show_text_main.php?id=299&menuId=110 (12.11.2013).
RÛMÎ, EĢrefoğlu (2012). Müzekki’n-nüfûs, Haz: Abdullah UÇMAN, Ġstanbul.
TOPALOĞLU, Bekir – ÇELEBĠ, Ġlyas (2010). Kelâm Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul.
ULUDAĞ, Süleyman (2001), Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Ġstanbul.