eg 142. sayı

40
Aylık Sosyalist Gençlik Dergisi Ocak 2013 * Sayı: 142 * Fiyatı: 2 TL www.ekimgencligi.net günlük yayında! ODTÜ’nün coşkusuyla gençliğin devrimci kavgasını büyütelim! ODTÜ direnişinin ruhuyla 2013’ü kavga yılı yapalım! Kapsamlı saldırı “türbanla örtülmek” isteniyor! Türkiye’nin NATO’ya uşaklık macerası sürüyor… 142. sayı Üniversiteler şirket, öğrenciler müşteri, emekçiler köle, eğim meta olmayacak... YÖKe ve yasasına geçit yok!

Upload: ekim-gencligi

Post on 09-Mar-2016

225 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

Ekim Gençliği 142. sayı / Ocak 2013

TRANSCRIPT

Page 1: EG 142. sayı

Aylık Sosyalist Gençlik Dergisi Ocak 2013 * Sayı: 142 * Fiyatı: 2 TL

www.ekimgencligi.netgünlük yayında!

ODTÜ’nün coşkusuylagençliğin devrimci kavgasını

büyütelim!

ODTÜ direnişinin ruhuyla2013’ü kavga yılı yapalım!

Kapsamlı saldırı“türbanla örtülmek”

isteniyor!

Türkiye’nin NATO’ya uşaklık macerası

sürüyor…

142. sayı

Üniversiteler şirket,öğrenciler müşteri,emekçiler köle,eğitim meta olmayacak...

YÖK’e ve yasasınageçit yok!

Page 2: EG 142. sayı

Sayfa 17

Sayfa 6Yeni yılın ilk sayısıyla merhaba...

Bu ayki sayımız, üniversitelerde yaşanan önemli gelişmelerin ardından hazırlandı.

Bunlardan ilki, geçtiğimiz yılın son günlerinde yaşanan ODTÜ Bunlardan ilki, geçtiğimiz yılın son günlerinde yaşanan ODTÜ direnişi. Savaş çığırtkanı Erdoğan’ın ODTÜ’ye gelişini protesto eden ve azgın polis saldırısı karşısında anlamlı bir direniş ortaya koyan ODTÜ öğrencileri gündemde önemli bir yer tuttu. Bu sayımızda hem ODTÜ olaylarını hatırlatan hem de süreci

değerlendiren yazılara yer verdik.***

Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nın son biçimi de “şartlı onaylanarak” Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nın son biçimi de “şartlı onaylanarak” MEB’e sunuldu. Bu demektir ki, bu kapsamlı saldırı her anmeclisin gündemine gelebilir. Başka bir ihtimalle, tasarınınmecliste görüşülmesi yaz aylarına bırakılarak öğrencilerin

tepkisinin önü kesilmeye çalışılabilir.Bu saldırı karşısında şimdiden hazırlıklı olmak gerekmektedir. Bu saldırı karşısında şimdiden hazırlıklı olmak gerekmektedir. Meclise ne zaman sunulacağından bağımsız olarak, yasa tasarısını sokakta yırtmak için hazır olunmalıdır.

***Dergimizin bu sayısında, BDSP’nin 10 Şubat günü yapacağı Devrimci Kadın Kurultayı’nın çağrısına da yer verdik. Kadın

sorununu marksizmin ışığında ele alacak kurultayın gençlik için sorununu marksizmin ışığında ele alacak kurultayın gençlik için de önemli bir etkinlik olduğu düşüncesiyle, tüm okurlarımızıkurultaya güç katmaya, katılmaya ve katılımı örgütlemeye

çağırıyoruz.***

Bir sonraki sayımız baharın hemen öncesinde hazırlanarak okurlarımıza ulaştırılacak.

Devrimci baharı karşılayacak olmanın coşkusuyla hazırlanacak Devrimci baharı karşılayacak olmanın coşkusuyla hazırlanacak yeni sayımızda görüşmek umuduyla...

Sayfa 12-13

ODTÜ direnişinin gösterdikleriüzerine...

Yeni YÖK Yasası’nısokakta parçalamak için...

Üniversitelerdeki yolsuzluklargün yüzüne çıktı!

Emperyalist saldırı, savaş veiç savaş aygıtına karşı mücadeleye!

Üniversitelerde cinsiyetçibaskılar sıradanlaşıyor...

Bir bebekten katil yaratankaranlığı dağıtacağız!

Sayfa 24

Sayfa 34

Canlı bir devrim alevi,işçilerin dudaklarındayankılanıyor...

Sayfa 36

ORTA SAYFA:

Sayfa 20-22

Aylık Sosyalist Gençlik Dergisi Ekim Gençliği * Ocak 2013 * Sayı: 142 Fiyatı: 2 TL. (KDV dahil) * Sahibi ve Sorumlu Y. İşl. Md.: Tayfun Altıntaş EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. *Tel: 0 212 621 74 52 Yayın türü: Süreli YaygınBaskı: Özdemir Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi SitesiC Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0 212 577 54 92

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No: 2/9 Fatih/İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]

Page 3: EG 142. sayı

Üniversiteler bir yarıyılı daha geride bırakıyor.Dinci gerici parti AKP’nin harçların kaldırılmasıüzerinden yaratmaya çalıştığı parasız eğitimyanılgılarıyla açılan üniversiteler, ilk döneminiYÖK yasasında yapılması öngörülendeğişikliklerin tartışmaları eşliğinde kapsamlı birsaldırı paketi ile kapatıyor.

Aynı dönem, dünyada ve Türkiye’de önemlisiyasal gelişmelere de sahne oluyor. Avrupa’dagiderek derinleşen kapitalist kriz ve sosyal yıkımsaldırılarına, Ortadoğu’ya yönelik emperyalistsavaş ve saldırganlığa, Kürt halkı üzerindeki baskıve asimilasyonun sürdürülmesine işçi sınıfı veemekçi halkların meydanlarda yankılanan seslerieşlik ediyor. Avrupa’da işçi ve emekçiler grevlerlehayatı durduruyor. Ortadoğu’da emekçi halklardiktatörlüklere karşı savaşımını sürdürüyor. Kürthalkı da tüm saldırılara karşı dilini ve kimliğinikorumaya devam ediyor.

Emperyalist-kapitalist sistemin bu çok yönlüsaldırıları, devrimci gençlik hareketinin de doğalgündemleri oluyor.

Yeni YÖK Yasa Tasarısı’na

geçit vermeyelim!

Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nın yakın zamandameclise sunulması bekleniyor. Üniversiteleri

işletme, eğitimi meta, öğrencileri müşteri,emekçileri köle yapmayı amaçlayan tasarı, güçlübir karşı koyuş örgütlenemediği taktirde meclisinonayından geçecek ve bu saldırı da yasal bir kılıfkazanacak.

Bilindiği gibi, yeni yasayla birlikte üniversitelersermayenin talanına açılacak. Yönetimde doğrudanyer alacak olan kapitalistler eliyle üniversitelertümüyle ticarethaneye çevrilecek. Bunun doğal birparçası olarak da öğrenciler müşteri,üniversitelerdeki eğitim emekçileri de ücretli birerköle olacaklar. “Avrupa standartlarına uyum”makyajı ile hayata geçirilecek yeni düzenleme,gerçekte sermayenin bugünkü ihtiyaçlarınıkarşılamak, bilimi kapitalist üretimin bir parçasıhaline çevirmek için gündeme getiriliyor. Busayede, bugün AR-GE’ler ve teknokentlerüzerinden hayata geçirilen “biliminmetalaştırılması” süreci, yükseköğrenimin heralanında egemen kılınmış olacak.

Üniversite bileşenleri ve özel olarak da gençlikkitleleri, bu saldırıyı püskürtebilme sorumluluğu vezorunluluğu ile yüze yüze bulunuyor. Zirasözkonusu olan bilimin ve kapitalist üretiminyollarının sıradan bir kesişmesi değil,üniversitelerin tüm bileşenlerinin bu kesişmeyetabi olarak yeniden tanımlanmasıdır. Eğitimemekçileri için kölece çalışma ve güvencesizlik, 3

Yeni YÖK Yasa

Tasarısı’nın yakın

zamanda meclise

sunulması bekleniyor.

Üniversiteleri işletme,

eğitimi meta, öğrencileri

müşteri, emekçileri köle

yapmayı amaçlayan

tasarı, güçlü bir karşı

koyuş örgütlenemediği

taktirde meclisin

onayından geçecek ve bu

saldırı da yasal bir kılıf

kazanacak.

ODTÜ’nün coşkusuylagençliğin devrimci kavgasını

büyütelim!

Page 4: EG 142. sayı

öğrenciler için müşterileşme ve geleceksizlik...Saldırıyı püskürtebilmenin yolu ise açık ki

birleşik, kitlesel ve militan bir süreç yaratmaktan,geniş kitlelerin saldırı karşısında alanlara çıkmasınısağlayabilmekten geçiyor. Yeni YÖK Yasa Tasarısı,ancak böyle bir mücadelenin sonucu olaraksokakta yırtılabilir.

NATO’ya ve emperyalistleregeçit vermeyelim!

Bugün bir başka önemli gündem iseemperyalist savaş ve saldırganlıktır. Bugün içinSuriye üzerinden tartışılsa da, emperyalist savaş vesaldırganlık Ortadoğu’yu kapsayan bir tehdittir.Dün Irak’ta, Lübnan’da, Libya’da emekçi halklarıkırımdan geçiren emperyalistler, bugün Suriyehalklarını namlunun ucuna koymuş bulunuyorlar.Yarın ise bu İran ve diğer Ortadoğu ülkeleri iledevam edecek.

Bu savaş ve saldırganlıkta Türk sermayedevletinin de çok özel bir rolü var. Gelinen yerdeTürk sermaye devleti emperyalizme aktiftaşeronlukta tüm sınırlarını aşmış, emperyalizmadına doğrudan vurucu güç rolüne soyunmuştur.Dahası, Anadolu toprakları NATO karargahınaçevrilmiş, NATO için bir komuta merkezi vesaldırı üssü haline getirilmiştir.

Türk devletinin bu uşakça tutumu Ortadoğuülkelerinin emekçi halkları için olduğu kadarTürkiye’de yaşayan emekçiler için de yıkımdemektir. Dışarda “sefere giden” Türk sermayedevleti, içerde de işçi ve emekçileri faşist baskı veterörle ezmeye çalışmaktadır. Daha da önemlisi,emperyalist savaş hazırlıklarına milyonlarca liraharcarken emekçilere açlık ve sefaleti revagörmekte, insanca yaşam koşullarından her geçengün biraz daha uzaklaştırmaktadır.

Gençlik de bu açıdan emekçilerle aynı kaderipaylaşmaktadır. Eğitime gerekli bütçe ayırmayandevlet, bu bahane ile eğitimin tüm kademeleriniparalı hale getirmekte, fakat sözkonusu emperyalistsavaş olunca milyonlarca liraya mal olan Patriotlarıkurmayı “ihmal etmemektedir.”

Gençlik, Ortadoğu’da kardeş halklara dönükemperyalist savaş ve saldırganlığa, Türk devletininbu saldırganlıktaki uğursuz rolüne, emekçiler vegençler için getirdiği yıkıma sessiz kalmayacaktır.Kavga bayrağını ‘68 yılında Dolmabahçe’deyükseltilen anti-emperyalist mücadeleden devralandevrimci gençlik hareketi, emperyalist savaş vesaldırganlığa karşı mücadeleyi yükseltecek,emperyalizme ve onun savaş, saldırı ve iç savaşörgütü NATO’ya geçit vermeyecektir.

Kürt halkına yönelik

baskı ve asimilasyonageçit vermeyelim!

Türk sermaye devletinin Kürt halkı üzerindekibaskı ve asimilasyon saldırıları sürüyor. Kürthalkının ulusal varlığını tanımayan sermayedevleti, askeri ve siyasal alanda yükselttiğisaldırganlıkla Kürt halkının taleplerini bastırmaya,bir bütün olarak ulusal varlığını yok saymayaçalışıyor. Hemen her gün savaş uçaklarıyla gerillaalanlarını bombardımana tutarken, Kürdistan veTürkiye’nin birçok yerinde en meşru talepleri içinsokaklara dökülen Kürt emekçilerini de azgın polis

terörü ile karşılıyor. Öte yandan, son dönemde Kürthalkının dayattığı anadilde savunma ve anadildeeğitim taleplerinin yeni yasal düzenlemelerlekarşılanacağı yönünde yanılsama yaratmayaçalışarak mücadeleyi bastırmaya çalışıyor.

Biliniyor ki, Kürt sorunu birkaç demokratiktalebin karşılanması ile çözülebilecek bir sorundeğildir. Tarihsel ve toplumsal açıdan köklü biryanı bulunan bu sorunun gerçek ve kalıcıçözümünün burjuva sınıf iktidarı altındasağlanamayacağı her yeni örnekle kendisini bir kezdaha göstermektedir. Zira düzen Kürt halkınıntaleplerini masaya her yatırdığında bunu bir kezdaha saldırı aracına çevirmektedir.

Yine de Kürt halkının haklı ve meşrudemokratik taleplerini sahiplenmek, bunların masabaşında değil, ancak dişe diş bir mücadele ilekazanılabileceğini tekrar tekrar dile getirmekgerekmektedir.

Bunun üniversiteler cephesindeki en somutbaşlığı ise anadilde eğitim olmaktadır. Devrimcigençlik hareketi, Kürt halkının bu en meşrutalebini sahiplenmeli, mücadeleye üniversitekampüslerinden doğru destek sunmalıdır.

ODTÜ direnişinin ruhunu kuşanalım!

Yakın zaman önce ODTÜ’de yaşananlar,sayılan tüm bu saldırılara karşı izlenmesi gerekenyolu göstermektedir. ODTÜ öğrencileri, savaşkışkırtıcısı AKP şefini üniversitelerindeistemediklerini haykırmıştır. Emperyalist savaş vesaldırganlığa, faşist baskı ve teröre karşı tepkisinimilitan bir eylemle ortaya koymuştur. Azgın polissaldırısı karşısında saatlerce direnmiştir.

ODTÜ’deki çatışmayı takip eden günlerdeODTÜ’lülere yönelik olarak hayata geçirilensaldırılar, bir dizi üniversitenin öğrencileri veemekçileri tarafından tepkiye konu olmuş,direnişin sahiplenildiği, her geçen gün yenidenvurgulanmıştır.

Bu durum, yeni dönem için de ışık tutmaktadır.Birleşik ve militan bir çıkışın gençlik hareketindeyaratacağı etki, bu etkinin ülke gündemindetutacağı yer bir kez daha somut bir örnekleanlaşılmıştır.

Yeni dönemde devrim bayrağınıyükseltelim!

Böylesi yoğun ve kapsamlı gündemlerle karşıkarşıya bulunan gençlik hareketi, yeni dönemibuna uygun bir hazırlık ile karşılamak zorundadır.Bahar günlerinin kavgayı iyice ısıtacağı yenidönemde sermayenin karşısına militan ve kitleseleylemlerle çıkabilmek, dönemin kazanılması içintemel bir yerde durmaktadır.

Son olarak, tüm bunlar döne döne devrimsorununu gündeme getirmektedir. Gençlik kitleleridevrim mücadelesini yükselttikleri ölçüdesaldırıları püskürtme gücü ve yeteneğinekavuşabilir. Yine, ancak bu sayede kavgayla eldeedeceği kazanımlarını koruyabilir ve güvencealtına alabilir.

Üniversitelerin ilk döneminin kapanacağı şudönemde gençlik yeni dönem hazırlıklarınaşimdiden başlamalı, “bunalımlar ve savaşlardöneminin” yeni devrimlere gebe olduğu bilinciyledevrime hazırlanmalıdır.4

Böylesi yoğun ve

kapsamlı gündemlerle

karşı karşıya bulunan

gençlik hareketi, yeni

dönemi buna uygun bir

hazırlık ile karşılamak

zorundadır. Bahar

günlerinin kavgayı iyice

ısıtacağı yeni dönemde

sermayenin karşısına

militan ve kitlesel

eylemlerle çıkabilmek,

dönemin kazanılması için

temel bir yerde

durmaktadır.

Page 5: EG 142. sayı

Tayyip Erdoğan 18 Aralık günü Göktürk 2 isimli uydunun uzayagönderilecek olması nedeniyle ODTÜ’ye geldi. ODTÜ öğrencilerininyanıtı ise direniş oldu. Polis terörüne rağmen ODTÜ öğrencileri uzunsüre direnerek AKP şefine ve bilimin piyasanın hizmetine sunulmasınakarşı üniversitelerini sahiplendiklerini gösterdiler. 4 saate yakın sürençatışmada polisin kullandığı binlerce biber gazı, 8 TOMA, sesbombaları öğrencileri yıldırmaya yetmedi. Çatışma sonunda polis geriçekilirken önceden hazırlandığı belli bir pusuyla birkaç öğrenciyivahşice dövüp hastanelik ederek ancak kaçabildi.

Ardından rektörlük önünde toplanan öğrenciler, rektörüngelmesiyle gece yarısına kadar süren bir forum yaparak rektöretaleplerini ilettiler. Öğrenciler polisin bir kez daha üniversiteyegirmemesini, kamera görüntülerinin polise verilmemesini, ÖGB’ninüniversitede yerinin olmadığını belirttiler.

Polis varsa boykot var!

18 Aralık’ı izleyen iki günde ise dersler boykot edildi. İlk gün bazıhocalar tarafından fiilen başlatılan boykotu ikinci gün okulunçoğunluğunun katıldığı örgütlü bir ders boykotu izledi. Sabahsaatlerinden itibaren tüm okula çağrı yapan Eğitim-Sen ve ODTÜÖğretim Elemanları Derneği’nden öğretim elemanları ve öğrenciler,ODTÜ Mezunlar Derneği’nin de desteğiyle derslere girmediler. Bunakarşı da alternatif “açık ders” yapmak üzere Fizik Bölümü U3Amfisi’nde toplandılar. 1000 kişiyi aşan bir katılımla gerçekleştirileneylem, ODTÜ’de suların durulmayacağının göstergesiydi.

Gözaltılar serbest bırakılsın!

Ardından 21 Aralık günü gelen gözaltı haberleri ODTÜ’yü yenidenharekete geçirdi. Devrimci, ilerici, demokrat ve yurtsever öğrenciler,Eğitim-Sen, ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği ve ODTÜ MezunlarDerneği’nin de desteğiyle akşam saatlerinde A1 kapısına bir yürüyüşgerçekleştirdi. Burada yapılan basın açıklamasının ardından kitleninçoğunluğu Kızılay’da YKM önünde Ankara Emek ve Demokrasigüçlerinin gerçekleştirdiği eyleme katıldı. Polisin Adalet Bakanlığı’nayapılması planlanan yürüyüşü engellemesinin ardından öğrenciler,100. Yıl Mahallesi’ne dönerek burada bir yürüyüş gerçekleştirdiler.ODTÜ’lü öğrencilerin yaşadığı bir mahalle olan bu bölgede “Kurtuluşyok tek başına! Ya hep beraber, ya hiçbirimiz!” sloganları haykırıldı.Yurtlar bölgesinde de devam eden yürüyüşün ardından 100 kişilik birforum yapıldı. Forumda, 22 Aralık Cumartesi günü adliyeye gelecekgözaltındaki öğrencilere destek olmak için adliye önünde buluşmayakarar verildi. Cumartesi günü öğlen 13.00’ten gece yarısı 00.00’akadar süren bekleyişin ardından tüm öğrenciler tutuksuz yargılanmaküzere serbest bırakıldı.

ODTÜ Ayakta!

Hafta sonunda örgütlenme çalışmalarına devam eden öğrencilerGençlik Muhalefeti, TKP’li öğrenciler, SDH ve Öğrenci Kolektifleriöncülüğünde AKP karşıtlığına indirgenen bir süreç örmeye başladılar.25 Aralık Salı günü Hazırlık E-Blok önünden Fizik Bölümü’neyapılan yürüyüşle eylemlere devam ettiler. Daha sonra da U3 amfisiniterk etmeme eylemi yapan öğrenciler, iki günlük süre zarfında bir dizi

film gösterimi, söyleşi, forum ve müzik dinletisi gerçekleştirdi.Son olarak 27 Aralık Perşembe günü öğle saatlerinde hazırlık

önünde toplanan yüzlerce öğrenci, “ODTÜ ayakta, AKP’ye karşıdireniyor!” pankartı açarak devrim tarihinde önemli bir yeri olan“Devrim Stadyumu”na doğru yürüyüşe geçti. Devrim stadına girişyapıldıktan sonra öğrenciler geleneği sürdürerek “ODTÜ AYAKTA”yazacak şekilde birbirlerine kenetlendiler. Bu süre zarfında stadagelenlerle birlikte sayı binleri buldu.

Etkinlik konuşmalar ve müzik dinletileri ile sürdü. Programsüresince Marsis, Pınar Aydınlar, Sevinç Eratalay, Grup Gündoğarken,Nejat Yavaşoğulları, Redd’den Güneş Duru ve Bandista ezgileriyleODTÜ’lüleri selamladı. Beyoğlu Kumpanya ise bir kaç kez sahnealarak oyunlarını sergiledi.

ODTÜ Araştırma Görevlisi Ercan Bölükbaşı, Kommer’inarabasının yakıldığı eylemin tanıklarından Tuncay Çelen, ODTÜöğrencileri adına İlknur Özcan, ODTÜ Öğretim Elemanları DerneğiBaşkanı Ali Gökmen, tiyatro ve sinema sanatçısı Gülsen Tuncer,KESK Genel Başkanı Lami Özgen, Oyuncu Emre Canpolat da sözalarak öğrencilere seslendiler. Yapılan konuşmalarda ODTÜ’nüngeleneğine dikkat çekilerek AKP’ye karşı mücadele çağrıları öne çıktı.Coşkulu “ODTÜ Ayakta” etkinliği saat 17.00 sıralarındasona erdi.

Ekim Gençliği / ODTÜ 5

Düzen saldırılarına ODTÜ’de geçit yok!

“Bilimi satan, emperyalist savaş çığırtkanıTayyip ODTÜ’den defol!”

Page 6: EG 142. sayı

Gündemde önemli bir yer tutan ODTÜ direnişiAKP şefi, bakanlar ve dinci gericiliğin sesimedyanın kara propagandası ile karşılandı. Ankaraemniyeti hemen gözaltı saldırısını devreye soktu.Süreç kimi rektörlerin yaptığı kınamaaçıklamalarıyla, gazete ve televizyon kanallarınındemagojik haberleriyle birlikte düzen güçlerinintopyekün bir saldırısına dönüştürüldü.

Topyekün saldırı karşısında ise günlerce sürenve birçok üniversiteye yayılan destek eylemleriörgütlendi, ders boykotları gerçekleştirildi,açıklamalarla, yürüyüşlerle ODTÜ eylemisahiplenildi ve selamlandı. ODTÜ eylemi ve takipeden günlerde yaşanılan süreç kamuoyunutaraflaştıran bir misyon oynadı. Bundan dahaönemlisi ise yaşanılan süreç gelinen aşamada,gençlik hareketinin sınırlarını, olanaklarınıgöstermek ve başta genç komünistler olmak üzereilerici, devrimci öznelerin görevlerine işaret edenanlamlı bir deneyim ortaya çıkarttı.

Dar sınırlara hapsolmuş gençlik hareketitablosu ve biriken olanaklar

Gençlik devrim mücadelesinde her dönemtemel bir yer tutmuştur. Bu Türkiye’nin özgünkoşulları gözönüne alındığında ayrıca böyledir. Buülkede güçlü bir devrimci gençlik mücadelesi tarihivardır. 60’lı yılların sonuna doğru güçlenen, 70’liyıllarda doruk noktasına ulaşan devrimci gençlikmücadelesi 80 darbesiyle birlikte parça parçageriye çekilmiş, süreç içerisinde yaşadığı evrimlerile bugünlere gelmiştir. 80 sonrası gençlikmücadelesi anlamlı ve etkili kimi çıkışlar yaşasa dasürekli olarak geriye çekilişini engelleyememiş,dünya ve Türkiye’de yaşanan gelişmelerin doğal

bir yansıması olarak, harekete önderlik etmeiddiasında olan siyasal öznelerin açmazlarının daetkisiyle parçalı, dağınık ve cılız bir çerçevedeseyretmiştir. Son on yılın tablosuna bakıldığında busürecin daha da ağırlaştığı, hareketin çapınınsiyasal gençlik gruplarına daraldığı, dağınık veparçalı tablonun daha vahim bir hal aldığıortadadır.

Gençlik hareketinin bu sürekli geriye çekiliştablosu karşısında sermaye devletinin gençliğedönük kapsamlı saldırıları artarak devam etmiştir.Gençliğin özellikle son yıllarda gerçekleştirilensaldırılar karşısında biriken öfkesi ve mücadelesi,kimi anlamlı çıkışlar, eylemsel süreçler ve karşıkoyuşlar olarak hayat bulsa da bu mücadele kısadönemli ve sınırlarını aşamayan süreçler olarakyaşandı. Nesnel koşulların etkisi ile siyasal gençlikgruplarının içerisinde bulundukları durum, birleşik,militan, devrimci bir gençlik hareketi yaratmaiddiası, iradesi ve perspektifinden yoksunluk, dargrup bakışı ve atalet tablosu, reformist gençlikgruplarının görece güçlü oluşu ve kendisınırlarında ortaya koydukları reformist politikalarıüzerinden etki düzeylerinin genişliği bu tabloyuayrıca pekiştiren etmenler arasındadır.

Ancak son yıllarda ortaya çıkan olumsuzatmosfere rağmen gençlik hareketi güçlü bir çıkışınolanaklarını içerisinde barındırıyor. Artan saldırılarkarşısında gençliğin mücadele potansiyelibirikiyor, güçleniyor. Kapitalizmin gençliğe hiçbirşey veremeyecek olması gerçeği ve sisteminiçerisinde bulunduğu bunalımla birlikte, hayatageçirdiği dizginsiz saldırılar yeni mücadeleninmayalandığı zeminleri güçlendiriyor.

ODTÜ çıkışı ve reformizmin sınırları

Ancak son yıllarda ortaya

çıkan olumsuz atmosfere

rağmen gençlik hareketi

güçlü bir çıkışın

olanaklarını içerisinde

barındırıyor. Artan

saldırılar karşısında

gençliğin mücadele

potansiyeli birikiyor,

güçleniyor.

6

ODTÜ direnişinin gösterdikleriüzerine...

Page 7: EG 142. sayı

ODTÜ eylemiyle başlayan ve birçoküniversiteye yayılan süreç bugünün sınırlarıdüşünüldüğünde anlamlı bir çıkışı ifade ediyor.Saatlerce polis saldırısı karşısında militan birşekilde gösterilen direnç, ardından başarılı birboykot ile birleştiriliyor. Gerçekleştirilen polisoperasyonuna rağmen günlerce hareketlilik devamediyor ve en son binlerce kişinin katıldığı biryürüyüş ve etkinlik gerçekleştiriliyor. Aynızamanda birçok üniversitede destek eylemleriörgütleniyor, yürüyüşler gerçekleştiriliyor,rektörlerin kınama açıklamaları karşısında ODTÜsüreci sahipleniliyor. Birkaç hafta boyunca yaygınve günün koşulları gözetildiğinde kitlesel birmücadele süreci örülüyor. Aydınlar,akademisyenler, kimi sendikalar sürece katılıyor,tutum açıklayarak ODTÜ sürecini sahipleniyor.Neredeyse toplumun büyük bir bölümünütaraflaştıran bir süreç yaşanıyor. Bu açıdan gençlikhareketi, günün koşulları düşünüldüğünde kitleselsayılabilecek, yaygın bir hareketlilik süreci yaşıyor.

Ancak bu tablo hiçbir biçimde abartmayı vekimi hayallere kapılmayı gerektirmiyor. Sermayedüzeninin yarattığı ve ağırlaştırdığı sorunlarkarşısında gençliğin biriken tepkisi ve öfkesinindoğal bir yansıması olarak ortaya çıkan, esastaburadan beslenen, gelişen bir hareketliliktir sözkonusu olan. Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlikhareketi yaratma mücadelesinde mesafe alabilmekve sürece devrimci bir perspektifte müdahaleederek, ortaya çıkan olanağı güçlendirmek için,ayakları yere basan bir değerlendirme yapılması vebugün ortaya çıkan tablonun sınırlarının bilinceçıkartılması temel bir yerde duruyor.

“Bilimi satan, emperyalist savaş çığırtkanıTayyip ODTÜ’den defol” sloganı ile döneminpolitik gündemini tutan eylem süreci, reformistgençlik gruplarının belirgin etkisi ve yönlendirmesialtında, ilk günden “polis şiddetine ve AKPkarşıtlığı sınırlarına” hapsedilmiş oldu. ODTÜ’degerçekleştirilen boykot, polisin varlığına veşiddetine bağlanarak işletildi. Eyleminmeşruluğunu sağlamak adına “demokratik tepkiengellendi, daha polis barikatına gelmeden polisinsaldırısı başladı” vb. argümanlar temel hareketnoktası olarak alındı. Gerçekleştirilen saldırı ve busaldırı karşısında oluşan duyarlılık politik plandakapitalizmin, eğitimin ticarileşmesi sürecinin vebununla birlikte emperyalist savaş hazırlıklarınınteşhiri ile birleştirilmesi, gençliği bu gündemlerekseninde fiili meşru bir mücadele hattı etrafındakenetlenerek mücadeleye çağırma bakışı yerine,“AKP’ye direniş” eksenine oturtuldu. Toplumun

bir bölümünde varolan AKP karşıtlığı ekseni bueylemsel sürecin de temel belirleyeni haline geldive geniş kesimlerin bu zeminde birlikteliğinisağlamak adına gündemde bulunan YÖK YasaTasarısı gibi kapsamlı bir saldırı hazırlığının varlığıbile ya hiç gündem olmadı, olan yerlerde ise taliplanda kaldı. Reformist güçlerin AKP karşıtlığısınırında kalan dar bakışları gerçekleşen eylemlerehakim hale getirildi.

Bu haliyle AKP karşıtlığı eksenine sıkışmış,gençliğin somut sorunları üzerinden sermayedevletinin tarihsel olarak hayata geçirmeye çalıştığısaldırı dalgasının bütününü görmeyen, devrimci biriddia ve bakıştan yoksun, sermaye düzenikarşısında konumlanmış politik bir taraflaşmaüzerinden şekillenmeyen bir hareketliliğin, kendisınırlarını aşarak güçlenmesinin olanağıbulunmuyor.

Birleşik, kitlesel devrimci bir

gençlik hareketi yaratmak için...

ODTÜ direnişiyle başlayan ve yayılan sürecinortaya koyduğu gerçekler, başta genç komünistlerolmak üzere ilerici-devrimci gençlik öznelerineizlenmesi gereken yolu tüm açıklığı ilegöstermiştir. Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlikhareketi yaratma mücadelesinde, gençlik içerisindegünün koşulları üzerinden belirgin bir etkiye sahipolan reformist etkiyi kırmak, gençliğin devrimcienerjisini açığa çıkartacak bir mücadele perspektifiile güne yüklenmek temel önemde bir yerdeduruyor. ODTÜ gibi süreçler reformizminsınırlılığı, icazetçi ve dar bakışını tüm açıklığı ilegörebilme imkanı sunarken, gündelik yaşamınpratiği üzerinden teşhir edebilecek birçok verisunuyor. Genç komünistlerin yaygın, etkili,inisiyatifli bir müdahale gücü sergilemeleri,devrimci politik eksenlerini gençlik kitlelerineulaştırma çabasını güçlendirmeleri, gençliğindevrimci önderlik boşluğunu doldurma bakışı,iddiası, misyonu ve pratiği ile güne yüklenmeleri,aynı zamanda gençlik içindeki reformist etkiyekarşı verilmiş güçlü bir mücadele pratiği anlamınagelecektir.

Zira gençliğin ortaya koyduğu mücadeledinamizminin, anlamlı çıkışların reformist etkialtında düzenin icazet sınırlarının içinehapsedilmesinin önüne ancak bu şekilde çıkılabilir.Birleşik, kitlesel, devrimci bir gençlik hareketiyaratma iddiası yaşam içerisinde ancak bu temeldesomutlanabilir.

Ekim Gençliği

ODTÜ direnişiyle

başlayan ve yayılan

sürecin ortaya koyduğu

gerçekler, başta genç

komünistler olmak üzere

ilerici-devrimci gençlik

öznelerine izlenmesi

gereken yolu tüm açıklığı

ile göstermiştir. Birleşik,

kitlesel, devrimci bir

gençlik hareketi yaratma

mücadelesinde, gençlik

içerisinde günün koşulları

üzerinden belirgin bir

etkiye sahip olan

reformist etkiyi kırmak,

gençliğin devrimci

enerjisini açığa

çıkartacak bir mücadele

perspektifi ile güne

yüklenmek temel önemde

bir yerde duruyor.

7

Page 8: EG 142. sayı

8

ODTÜ’de gerçekleştirilen protestoya yönelikpolis terörü ve buna karşı gösterilen kararlı direnişAKP hükümeti için ciddi bir soruna dönüştü.ODTÜ’de duvara çarpan devlet, kamuoyudesteğinin de öğrencilerin yanında yer almasıylabirlikte bildik ideolojik aygıtlarını devreye sokarakadeta ODTÜ’ye karşı –ODTÜ’lü öğrencilere değiltoplam olarak ODTÜ’ye- topyekûn savaş ilan etti.Kuşkusuz ki burada en büyük rol de bir kez dahadevletin en sadık köpeği olan burjuva medyayadüştü.

Öğrenciler uyduyu protesto etmiş!

Kapitalizmde medyanın uğursuz rolü üzerinesöylenebilecek herşey bir biçimde söylenmişolmalı. Bir dizi son derece isabetli tahlille boyalıbasının nasıl bir ideolojik aygıt olduğu, kitleiletişim araçlarının gelişimiyle birlikte büyük birgüç haline geldiği ve toplumu şekillendirmek içindüzenin temel bir dayanağı olduğunu net biçimdebiliyoruz. Ancak burjuva medya ülkemizde tümkirli düzen propagandasının yanında her zamandemokratlık ve ilericilik maskesini takmış, entaraflı haberleri dahi objektif gibi sunarak buhaliyle daha ince bir manipülasyon vedezenformasyon süreci örmüştür.

AKP’nin iktidar gücü haline gelmesininardından palazlanan yeni ve popüler olarak“yandaş” sıfatıyla anılan kesim ise bu açıdan çokdaha pervasız ve rezil bir düzey sunmaktadır.Geçmişte özel dönemler dışında inceltilerekyapılan, filtre edilen bir dizi bilgi, artık bu yenimedyada tüm açıklığıyla sunulmakta, en küçük birdüzeltmeye ihtiyaç duyulmaksızın aşağılık yalanlarsavrulmakta, komik duruma düşmek pahasınasenaryolar uydurulmaktadır. Eskiye göre sonuçitibariyle farkı olmamasına rağmen yöntemsel

olarak çok daha tiksindirici bir kimlik bu yeniyandaş medya ile birlikte ortaya çıkmış, pervasızlıkve düzen yalakalığı mide bulandıracak düzeyegelmiştir. İşte ODTÜ süreci bunun en bariz kanıtıolarak ortaya çıkmaktadır.

Erdoğan’ın protestosu ile başlayan süreç tümana akım medyada yer alırken, dinci gericiliğingüdümündeki gazeteler haberi “ODTÜ’yükarıştırdılar” biçiminde vererek hızlı bir refleksgösterdiler. ATV ise tarihi bir habere imza atarakadeta dünya literatürüne geçti. Zira bu kanalöğrencilerin uzaya gönderilen uyduyu protestoettiğini ana haber bülteninde utanmadan duyurdu.Erdoğan’ın protesto edilmesine kesinlikledeğinilmezken böylesi bir manipülasyona imzaatması gerçekten de eşine az rastlanır bir durumolarak tarihe not düşüldü. ATV başta olmak üzeretüm yandaş medyadan eksik olmayacak veardından devletlilerin de dilinden düşmeyecek olan“polise saldırdılar” yalanı da hızla gazete veTV’lerde yer buldu. Oysaki bu yalana başvurankanalların kendi görüntüleri dahi polisin durupdururken eyleme saldırdığını göstermekteydi. İşidaha da ileriye götüren ATV muhabiri öğrencilerinözel olarak basını taşladığını da söyleyecek kadaralçaldı.

Çocukların bile güleceği öyle bir haberin ciddibiçimde yayınlanması dahi gerici basınınçürümüşlüğünü göstermek için yeterli. Ancak neyazık ki ODTÜ’ye yönelik kampanya bununla dasınırlı kalmadı. Hatta denilebilir ki ATV’nin buhaberi, ilerleyen günlerde yayınlananlarlakarşılaştırdığımızda hayli naif kaldı.

“ODTÜ’yü karıştıran öğrenciler”den“ODTÜ’yü karıştıran örgütler”e...

Sürecin kızışması ve ODTÜ öğrencilerinin

Dinci gerici basının yalanları

direnişi karartmaya yetmedi...

Page 9: EG 142. sayı

9

kamuoyu önünde meşruluğunun güçlenmesiylebirlikte basının da rolü arttı. Artık dinci gerici basınorganları, kitleleri adeta öğrencilerin teröristolduğuna, hatta rektörlerin de terörist olduğu vepolisin gereğini yaptığına ikna etmeye çabalayanmekanizmalara dönüştü.

Cihan Haber Ajansı’nın Barış’ı arkadaşlarıyaraladı haberi bu açıdan ibretlik. Zira polisin vahşisaldırısı sonucu ağır yaralanan ve yoğun bakımakaldırılan Barış’ın kafasına isabet eden gazbombasıyla yaralandığı bilinmekte. Ancak ajans,polise dayandırdığı haberini hastaneden teyit etmegereği dahi duymaksızın yayınlayarak amacını dabir kez daha gösterdi. Üstelik eylemde polisinöğrencileri hedef alarak gaz bombalarını atmasınedeniyle Barış dışında da bir çok yaralı öğrencibulunuyor...

Başlangıçta öğrenciler ODTÜ’yü karıştırdıbiçimindeki haberler Erdoğan’ın konuşmalarıylabirlikte hızla “teröristler ODTÜ’yü karıştırdı” yadönerken işin içine bildik örgüt isimleri girmeyebaşladı. Polisin ODTÜ öğrencilerine yönelikoperasyonu da, başta Zaman olmak üzere bir dizigazetede PKK ve DHKP-C operasyonu olarakduyuruldu. Ancak Zaman bir gazetecilik başarısınadaha imza atarak operasyon başladığı sırada kaçöğrencinin gözaltına alınacağının dahi bilgisiniverdi. Kuşkusuz ki gözaltındaki öğrenciler henüzsavcılık sorgusundayken TRT Haber’in 10öğrencinin mahkemeye sevk edildiği yönlü habervermesi de benzer bir örnek olarak karşımıza çıktı.Her ikisinde de hukuk denilen mekanizmanınsahteliği görülüyor. Geçmişte Balyoz davasınınkararı açıklanmadan yarım saat önce mahkemekararının benzer gazetelerde yer alması da halenhafızalarımızda...

Operasyonun ardından yandaş basın yalan veçarpıtmayı tırmandırırken öğrencilerin üzerindentabanca çıktığı, eylem sırasında Molotof atıldığı veyakalanan öğrencilerin örgüt üyesi olduğu gibi birdizi haberi sayfalarına taşıdı.

AKP şefi ne derse gazeteler de onu der!

AKP şefinin ibreyi ODTÜ rektörüne kırmasınınardından medya da hedefe öğrencilerle birlikteODTÜ’nün akademik camiasını çaktı. Erdoğan’ınrektörü hedef alarak hakaretler savurması, yandaşmedyada çok daha pervasız yazılar yayınlanmasınasebep oldu. En dikkat çekici olan ise bir Zamanyazarının öğrencileri “ipsiz-sapsız militan” ilanedip ardından “ÖDTÜ yönetimi apaçık birbaşkaldırı ve suç içerisinde. Bunun bedeliniödemeleri gerekir” biçiminde linç çağrısı yapmasıoldu. Hızını alamayan yazar ilerici ve demokratakademisyenleri kastederek amaçlarının başbakanıastırmak olduğunu ve ODTÜ’nün faşist kültüresahip olduğunu dahi söyledi. Ağzı salyalı yazara birdizi başkası da eşlik etti.

Star gazetesi ise ODTÜ rektörüne yönelikkaralamaları bir başka yalanla sürdürdü veöğrencilerin rektörü okula çağırarak tehdit ettiğinive istediklerini yaptırdıklarını söyledi. Rektörleyapılan bir görüşmeyi çarpıtan Star böylece AKPşefine de ODTÜ’ye karşı destek vermiş oldu.

Eylemde yer alan gençlik örgütlerini “terörörgütleri” olarak sunmaktan da geri durmayan Star,haberlerinde “4 terör örgütü ODTÜ’de buluştu”,“Marjinal sol ODTÜ’yü bastı” gibi ilginçbaşlıkların yanı sıra akıllara ziyan tespitler

yapmaktan da geri durmadı: “Erdoğan’ın kastettiğieylemci öğrencilerin üye oldukları terör örgütleriortaya çıktı. Geçmişte birbirlerine karşıeylemleriyle gündeme gelen marjinal sol terörörgütlerinin uzantılarının ODTÜ’de ortak hareketetmesi dikkat çekti.”

Habertürk ise adındaki “bağımsız” ibaresindenolsa gerek, kendince daha farklı bir haber yaparakODTÜ’nün tarihini bize anlatmaya soyundu.Baştan aşağı çarpıtma dolu bu haberin “ODTÜ”nünşiddet dolu tarihi” şeklinde sunulması bile kanalınniyetini anlatmaktaydı. ODTÜ tarihindekidevrimcilerin var ettiği olumlu değerleri çarpıtankanal Kommer’in arabasının havaya uçurulduğu,araya sızan provokatörler nedeniyle ODTÜ’deyapılan eylemlerin darbeye zemin hazırladığı, “sağ-sol” çatışmalarında çok sayıda kişinin öldüğü gibiuyduruk bilgilerle ODTÜ’nün “şiddet dolutarihini” gerekçelendirmeye çabaladı.

Gerici basının “parlayan yıldızı” olan Ak-itgazetesi ise işi bir adım daha ileri götürerek tümüniversiteyi hedefe çaktı. Akit, 25 Aralık tarihinde“Fitne yuvası ODTÜ” manşeti ile yayınlandı.Yandaş basının şirazesini şaşırdığının açık birgöstergesi olan manşetin dayanağı ise ODTÜ’nün“İslam karşıtı” diye yaftaladıkları SevanNişanyan’ı davet etmesiydi. Gazetenin “AteistlerinKuran ve İslam tartışacağı sempozyum yeni birprovokasyonun habercisi” diyerek sunduğu haberakıllara Sivas Katliamı öncesi Aziz Nesin hakkındayapılan yayınları getirdi.

Bununla da sınırlı kalmayan Akit ve onuninternet ayağı olan Habervaktim, ODTÜ direnişiniSivas katliamı ile kıyasladı ve benzerlikler kurdu,polis müdahale etmeseydi ODTÜ öğrencilerinin dekatliam yapacağını yazdı. Öğrencilerin tek tekresimlerini basarak örgüt üyesi ilan etmesi isegazeteciliğin geldiği son nokta oldu.

Aşağılık yalanlara karnımız tok!

Özellikle “yandaş” tabir edilen ve dinselgericilik ile doğrudan bağı olan basın kuruluşlarıgülümsetecek kadar ciddiyetsiz manipülasyonlarlabaşladıkları haber bombardımanını ODTÜ’yü“fitne yuvası”, öğrencileri ve rektörü “terörist” ilanetmeye kadar vardırdılar. AKP şefi üslubunusertleştirdikçe destek için daha da pervasızlaşanbasın, devletin temel bir destekçisi olarak uğursuzrolünü oynamaya soyunurken AKP’ye çoktan biatetmiş ancak halen daha farklı bir sermayegrubunun elinde bulunan kesim ise direnişinyarattığı olumlu havanın etkisinden de güç alarakdirenişi öne çıkaran bir rol oynadı. Kuşkusuz ki burol de düzen içi ürkek bir muhalefetten öte anlamtaşımamaktaydı. Zira bugün direniş haberlerinisayfalarına taşıyan bu “bir kısım medya”nınBaşbakan’ın vereceği ilk “ayar”dan sonrayandaşlarla farkı kalmayacağını görmek zor değil.

Sonuç itibariyle ODTÜ direnişi burjuva basınabir kez daha büyük görevler biçti ve basınErdoğan’ın yalanlarına destek için seferber oldu.Ancak basının gittikçe pervasızlaşmasının veyalanların dozunu arttırmasının sebebi tam dadirenişin meşruluğunun ve kamuoyu nezdindebenimsenmesinin yarattığı olumlu havaydı. Dincibasın ne kadar bastırsa da olumlu havayı dağıtmayıbaşaramadı. Bu da basının tüm etkisine rağmeneylemin tüm bu karanlığı dağıtacak yegane güçolduğunu bir kez daha gösterdi.

Page 10: EG 142. sayı

10

Göktürk-2 uydusu ve

Türkiye

kapitalizminin

ihtiyaçları...

Geçtiğimiz günlerde ülkegündeminde bomba etkisi yaratanODTÜ Direnişi’nin fitiliniateşleyen, dinci-gerici AKP’ninşefi Recep Tayip Erdoğan’ınGöktürk–2 uydusununfırlatılmasını izlemek amacıyla

ODTÜ’ye gelmesiydi.

Göktürk-2 uydusu

Göktürk-2, Türkiye tarafından uzaya gönderilenilk uydu değildir. Öyle ki Göktürk-2 uydusundanönce, 17 Ağustos 2011 yılında RASAT isimli yergözlem uydusu gönderilmiş ve süreç başarılı birşekilde ilerletilmiştir. Göktürk-2 uydusuna göre 3kat daha az çözünürlüğe ve 4 kat daha küçükkütleye sahip olan bu uydu uzaydaki işlevlerinehala devam etmektedir. Bir yer gözlem uydusu olanRASAT uydusunun kullanım alanları; haritacılık,afet izleme, çevre, şehircilik ve planlamadır.

TUBİTAK ve TUŞAŞ (Türk Havacılık ve UzaySanayi A.Ş.) tarafından, TSK’nın uydu ihtiyacınıkarşılama amacıyla üretilen Göktürk-2 ise, biraskeri keşif uydusudur. Göktürk-2 uydusu,dünyanın tamamını ortalama 93 dakikada bir turdönüyor. Dünyayı günde 15 kez turlayabilenGöktürk-2, 15 gigabayt resim toplama, herseferinde 600 kilometrekarelik şeridi izleyebilmeve 25 kilometrekarelik bir alanı 2.5 metreçözünürlük ile fotoğraflayabilme özelliklerinesahip, 409 kg ağırlığında bir uydudur.

TÜBİTAK’tan verilen bilgilere göre uyduyazılımlarının %100’ü, donanımlarının ise %80’i“Türk Mühendisler” tarafından yapılan ilk yerliTürk uydusudur. Askeri alanlarda istihbarat, sivilalanlarda ise tarımsal ürün analizi, rekoltetahminleri, zirai mücadele, çevre kirliliği, doğalafetlerin neden olduğu hasarların değerlendirilmesigibi kullanım alanları olduğu söylenen Göktürk-2uydusu, 2007 yılından bu yana 140 milyon lirabütçeye mal edilerek geliştirilmiştir.

Uydu üretimi üzerine

Kapitalizm artık 100 yıl önceki aşamasındadeğil, bu herkes tarafından bilinen temel birgerçeklik. Toplumsal tüm hareketlilikler –üretim,dolaşım, bölüşüm, uluslararası ilişkiler, askeri,

siyasal ya da politik ilişkiler… vb.– teknoloji ilesağlanmakta, kontrol edilmekte ya dadenetlenmektedir. Bir ülkenin sermaye birikimdüzeyinin ölçütü ise üretim sürecindeki sermayeninorganik bileşimi üzerinden tanımlanmakta,dolayısıyla da bilimsel ve teknolojik gelişiminkendisi uluslararası rekabetin temel koşullarındanbirisi olmaktadır. Gençliği çok yakındanilgilendiren Bologna Süreci de bu tür bir ihtiyacınürünü olarak gündeme getirilmiştir.

Günümüzde kapitalist sistemin temeldayatmalarından biri, ülkelerin teknik ve teknolojikalandaki ilerleyişlerinin kaçınılmazlığı olmaktadır.Kapitalist-emperyalist sistemin hegemonya krizi ileonu pekiştiren küresel mali kriz ortamında,keskinleşen savaşımda var olmak için çabalayanülkelerin hegemonyalarını güçlendirebilmeleriihtiyacı, sermaye birikimi düzeylerinin geliştiğinikanıtlama zorunluluğu dayatmaktadır. Çünkü busavaşım içerisinde güçlü kapitalist bloklar ayaktakalacak, güçsüz olanlar ise ellerindekiniyitireceklerdir.

Göktürk-2 uydusu, bu hali ile ülkedeki sermayebirikiminin gelmiş olduğu düzeyi anlamak için çokanlamlı bir örnek olabilir. Öyle ki, ülkedekisermaye birikim düzeyi, uzay teknolojileri alanındarekabete girebilecek bir aşamaya ulaşmıştır. 200’üaşkın ülkenin bulunduğu dünyada, uzayda uydusubulunan ülke sayısı 56’dır ve bunların sadece 25’ikendi uydusunu üretebilmektedir. Türkiye de bu 25ülkeden birisi olmuştur. Ayrıca dünyada kendiürettiği uyduları kendi roketleriyle fırlatabilen 11ülke bulunmaktadır ve Türkiye 12. ülke olmayaaday olduğunu çeşitli kanallar aracılığıyla ulusal veuluslararası kamuoyuna duyurmuştur.

Göktürk-2 uydusunun fırlatılması, sermayebirikim sürecinin ulaştığı aşamayı ortaya koyduğugibi, hegemonya savaşında, uluslararası alanda birgövde gösterisi de olmuştur. Çünkü Göktürk-2uydusu, nihai olarak askeri keşif uydusudur veOrtadoğu’daki misyonunu değiştirmek ve ciddi birgüç olmak isteyen her ülkenin ihtiyaç duyacağımuazzam bir araçtır. Bir askeri keşif uydusu olarakGöktürk 2’nin, Kürdistan’ın dört bir parçasındasüren Kürt özgürlük mücadelelerine, ama özellikleTürkiye Kürdistanı’ndaki özgürlük hareketine,Suriye’ye, İran’a ve kendisine tehlike olarakgördüğü tüm unsurlara karşı psikolojik üstünlükaracı olarak işlev göreceğini de söyleyebiliriz.

İzmir’den Ekim Gençliği okurları

Page 11: EG 142. sayı

Gençlik hareketi 2012’yi sermayenin çok yönlü saldırıları altındageçirdi. Eğitimdeki neo-liberal dönüşümün yansıması olan saldırılarayine soruşturma-ceza terörü, ÖGB ve polis saldırıları eşlik etti.

Gençlik hareketi cephesindense 2011’den devralınan dağınıklık veparçalılık sürdü. 2012 bahar aylarından 6 Kasım sürecine kadar sirayeteden bu tabloya rağmen, yılın son günlerinde ODTÜ’de ortaya konandireniş ve buna bağlı gelişmeler, gençlik hareketi açısından 2013’teyaşanabilecek gelişmeler için umut verici oldu.

Sermaye saldırılarını pervasızca sürdürdü

Sermaye düzeni, 2012 yılında da gençliğe yönelik kapsamlısaldırılara imza attı. Eğitimin ticarileştirilmesi sürecini adım adım işlemişolmasının yanında bir dizi açıdan da gençliğe hazırladığı geleceksizliğikoyulaştırdı. 2012 yılının bahar aylarında gençlik sağlık hakkınıngaspedilmesi ile karşı karşıya bırakıldı. “Sigortasız kimse kalmayacak”aldatmacası ile hayata geçirilen Genel Sağlık Sigortası (GSS) saldırısı ilebirlikte gençliğin de sağlık hakkı gasp edildi. Üniversitelerdekimedikolar tasfiye edildi ya da işlevsizleştirildi. Sağlık hakkının gaspı vegeleceksizlik tanımlamaları ile anılan saldırı, özellikle tıp fakültelerindeeğitim hakkını da doğrudan etkiler bir içeriğe sahipti.

2012’nin güz dönemi başında ise dinci-gerici AKP iktidarı gençliğinkarşısına yeni bir yalan ve aldatmaca ile çıktı. Üniversitelerde harçlarınkaldırıldığı aldatmacasını yayan dinci parti böylece gençliği düzenebağlamaya, daha çok da kendi dinci-gerici emellerine yedeklemeyeçalıştı. Ancak tüm bu gayesi ters tepti ve gençlik kitleleri dinci partininmaskesini sokakta düşürdü.

Aynı dönemde YÖK Disiplin Yönetmeliği’nde yapılacak değişikliklergündeme getirildi. Sözkonusu değişikliklerle devrimci siyasal faaliyetdüzenin denetimine tabi kılınacak, buna aykırı durumlara ise hiçbirkoşulda tahammül edilmeyerek soruşturma-ceza terörü ile kaşılanacaktı.Ayrıca üniversitelerde yürüyüş ve basın açıklamaları da disiplinyönetmeliği aracılığıyla yasaklanacaktı.

Bologna süreci eksenli olarak işletilen süreç tüm hızıyla sürdürüldü.Üniversitelerde Bologna süecine uyum çerçevesinde dönüşüm/yenidenyapılandırdma adımları atılmaya devam edildi.

Bu sürecin somut öreği olan diğer bir saldırı da hazırlıkları yapılanYeni YÖK Yasası oldu. Yeni yasayla birlikte, üniversitelerde kapsamlı birdönüşümün somut adımlarını atmak isteyen sermaye düzeni, bu sayedeüniversiteleri işletme, öğrencileri müşteri, eğitimi meta, emekçileri deköle haline getirmeyi amaçladı. Tasarısı açıklanan yeni yasaya tepkilersegecikmedi. Başta ilerici gençlik kesimleri olmak üzere, yasanın muhatabıolan tüm kesimler tarafından tepki ile karşılandı.

Bu temel gündemlere tek tek üniversitelerde hayata geçirilensaldırılar eşlik etti. Kimi üniversitelerde yemekhane ya da kantinfiyatlarına zam yapılırken, kimi üniversitelerde banka-üniversite işbirliğiile öğrenci kimlikleri banka kartlarına çevrilerek müşterileştirmenin enaçık örnekleri sergilenmiş oldu. Dikkate değer nokta ise neredeyse tümüniversitelerde benzer saldırıların yaşanması oldu.

Faşist baskı ve terör

gençlikten 2012’de de “esirgenmedi”

Sermayenin bu saldırılarına üniversite yönetimlerinin ve sermayedevletinin hayata geçirdiği faşist baskı ve terör eşlik etti.Üniversitelerdeki devrimci siyasal faaliyet üniversite yönetimleritarafından soruşturmalarla karşılandı. Soruşturmaların arkasındaöğrencilere cezalar yağdırıldı.

Öte yandan, gençliğe yönelik gözaltı ve tutuklama furyası da hızınıarttırdı. Gençliğin en demokratik eylemleri bile polis-ÖGB terörü ilekarşılandı. Üniversitelerdeki polis terörü 2012 6 Kasımı’na da damgasınıvurdu.

Bunun yanında, gençliğe yönelik tutuklamalar da devam etti. Gelinenyerde 800’e yakın öğrenci “sudan” gerekçelerle tutuklandı. Bir diziöğrenciye de yılları bulan cezalar verildi.

2012’ye ODTÜ damgası

Yılın son günlerinde ODTÜ’de yaşanan gelişmeler ise koca bir yılınen öne çıkan gündemi oldu. Emperyalist savaş ve saldırganlığınhizmetinde uzaya uydu fırlatılması ile üniversitelerdeki “bilimin” kimehizmet ettiği bir kez daha anlaşıldı.

Bundan da önemlisi, emperyalist savaş çığırtkanı Erdoğan’ınüniversitelerine gelmesine karşı eylem yapan ODTÜ’lülere yönelik polisterörü ve üniversitelilerin ortaya koyduğu direniş bir anda tüm ülkeningündemi haline geldi. Zira dinci partinin şefi üniversiteye binlercepolisten oluşan bir ordu ile gelmiş, üniversitelilere azgınca saldırmış,karşısında ise saatlerce süren militan bir direniş bulmuştu. Ardında dabildik senaryolar hayata geçirilerek polis terörünün üzeri örtülmeyeçalışılmakla beraber direniş karalanmak istendi. Takip eden günlerde deev baskınları ve gözaltılar devreye sokuldu.

Yalnız ODTÜ’deki direniş diğer üniversitelerde de yankısını buldu.Bir dizi üniversitede ODTÜ’deki polis terörünü protesto eden eylemleryapıldı. Süreç bazı rektörlerin ODTÜ öğrencilerini kınayan ve polisterörünü meşrulaştıran açıklamalara gösterilen eylemli tepki ile devametti.

Denilebilir ki, yılın son günlerine sıkışmış da olsa gençlik hareketicephesinden 2012’ye damgasını vuran olay, ODTÜ’de ortaya çıkan polisterörü ve direniş ile buna bağlı olarak yayılan gelişmeler oldu.

Yine, yeni, yeniden: reformizmin bölücülüğü...

Reformizmin gençlik hareketi üzerindeki etkisi 2012’de de kendisinigösterdi. Harç eylemlerinden ODTÜ eylemlerine kadar bir dizi süreçtereformizmin hareketi kendi tekelinde ele alması, reformizmin darufkuyla da birleşince gelişen hareketliliklerin devrimcileşmesinin önündeengele dönüştü. Gençlik kitlelerinin eylemli tepkileri reformizminkıskacında düzen içi sınırlara hapsedildi.

Diğer yandan, reformizmin bu tutumu gençlik hareketinde bölücü biretken oldu. Özellikle 6 Kasım’da yaşananlar, reformizmin birleşik birgençlik hareketi yaratılmasının adeta karşısında duran konumunu bir kezdaha göz önüne serdi.

2013’te gençliğin birleşik, kitlesel

ve militan eylemini büyütelim!

Gençlik hareketi 2013’ü, ODTÜ’de açığa çıkan direniş ruhuylakarşıladı. Şimdi sıra bu ruhu kuşanarak mücadeleyi yükseltmektedir.Birleşik, kitlesel ve militan bir gençlik hareketi yaratarak sermayeninsaldırılarını püskürtebilmektedir. Somut olarak ise günün görevi yenidönemin en temel saldırısı Yeni YÖK Yasası’nı ODTÜ direnişinin coşkuve kararlılığıyla sokakta parçalamaktır.

2012, bu açıdan umut verici gelişmeler devretmiştir 2013’e. Devrimcive ilerici gençlik kitleleri bu umudu büyütmeli, 2013’ügençlik için kavga yılına çevirmelidirler.

Ekim Gençliği

2012’de gençlik hareketinden yansıyanlar...

ODTÜ direnişinin ruhuyla

2013’ü kavga yılı yapalım!

11

Page 12: EG 142. sayı

Yüksek Öğretim Kurumu(YÖK), bir süre önce YÖK

Yasası’nda yapılmasıöngörülen değişiklikleri taslakhaliyle açıkladı. “Demokrasi”ve “özgürlük” soslarına

bulanarak piyasaya sürülentaslak üzerinden bir dizitoplantı vb. gerçekleştirildi.Sermaye temsilcilerinden

akademisyenlere kadar genişkesimlerle yapılan

toplantılarda yeni yasanınkatılımcı bir yöntemle

hazırlandığı yanılsamasıyaratılmaya çalışıldı.

Gelinen yerde, hementüm kesimler yasa üzerinegörüşlerini açıklamış

bulunuyor. Ancak dinci-gerici cenah dışında,

neredeyse tüm kesimler taslağayönelik eleştirilerde bulunuyor. Elbette herkes kendidurduğu yerden yapıyor bunu.

Şu aşamada süreci bütünlüklü bir değerlendirmeyekonu edebilmek, bu kapsamlı saldırının püskürtülebilmesiiçin yapılması gerekenlerin bir kez daha altını çizmek vegenç komünistlerin bu süreçte oynayacağı rol ile çalışmayöntemine dair hatırlatmalarda bulunmak istiyoruz.

Düzen cephesinden yansıyanlar

Başını AKP’nin çektiği dinci-gerici cenah, YÖKyasasında yapılması öngörülen değişiklikler ileüniversitelerdeki sermaye egemenliğini güçlendirmeye,ticarileşme sürecine yeni bir boyut kazandırmayaçalışıyor. Bu nedenle tüm güç ve imkanları ile süreceyüklenerek elini çabuk tutmak istiyor.

Ancak sermaye baronlarının bu sadık uşaklarınınçabalarından tam anlamıyla tatmin olmadığı görülüyor.Zira sermaye temsilcileri ile yapılan toplantılarda sürekliolarak yasanın eksik kaldığı ifade ediliyor. Eksiklik olarakifade edilen şey ise şirketlerin doğrudan özel üniversiteaçmalarının yolunun hala tam olarak düzlenmemiş olması,özel üniversitelerin denetiminin doğrudan sermayedarlarabırakılması, rekabetin arttırılması, her düzeyde üniversiteçalışanlarının sözleşmeli hale getirilmesi, yabancıüniversite açmanın önündeki engellerin tümüyle

kaldırılması gibi konular. Yani üniversitelerin her şeyiylesermayenin doğrudan yönetimi ve denetimi altınaalınması, sermaye baronları için kâr kapısı halinegetirilmesi biçimindeki eksiklikler...

Öte yandan, yeni yasanın YÖK’te cisimleşenmerkeziyetçiliği kırmadığı, bunun da üniversiteleringelişiminin önünde engel olduğu ifade ediliyor.“Kategorize edilmemiş fakat çeşitlendirilmiş”üniversiteler ile gelişimin önünün açılacağı, bunun iseancak idari ve mali özerkliğin tam anlamıyla hayatageçirilmesi ile mümkün olacağı belirtiliyor. Ancak yasa bukonuda fazlasıyla “cesur” adımlar atıyor zaten.Üniversiteler, sermaye baronlarının doğrudan yer alacağımütevelli heyetlerine bırakılıyor. Üniversite eğitimi,sermayenin ihtiyaçlarının giderilmesi için planlanan birüretim sürecine döndürülüyor.

Açık ki sermayenin rahatsızlığının gerisinde başkanedenler de var. İddia edildiği gibi yeni yasayla birlikteYÖK’ün merkeziyetçi yapısı kırılmıyor, tersine daha dagüçlendiriliyor. Şöyle ki, mütevelli heyetlerinde mülki-idari amirlere yer verilerek üniversitelerin merkezi yapı ilebağları güçlendiriliyor. Sermaye baronlarını rahatsız edenşey ise tam da bu durum oluyor. Zira böylelikle dinci-gerici cenahın üniversitelerdeki eli güçlendiriliyor.

Herşeye rağmen, taslağın sermayeyi tatmin edecekbiçimde elden geçirileceği anlaşılıyor. YÖK BaşkanıGökhan Çetinsaya’nın tartışmaların ardından yaptığıaçıklamalar buna işaret ediyor.

Yasaya karşı mücadelenin önemi ve sorunları

Sıkça ifade edildiği gibi, YÖK Yasası’nda yapılmasıplanlanan değişiklikler, üniversitelere dönük kapsamlı birsaldırı anlamına geliyor. Üniversitelerinticarethaneleştirilmesi, üniversitelilerinmüşterileştirilmesi, bilimin tümüyle kapitalist üretimehizmet eden bir metaya dönüştürülmesi ve bunlar gibitemelli saldırıları kapsıyor. Bu böyle olunca, yasaya karşıverilecek mücadelenin içeriği ve kapsamı da ayrı biranlam taşıyor.

Açık ki saldırıyı püskürtebilmenin yolu birleşik vekitlesel bir eylemsel sürecin ürünü olabilir. Üniversitenintüm bileşenleri ile birlikte yasaya karşı alanlara çıkmak,yasa tasarısının geri çekilmesinin sağlamanın tek yoludur.

Bugün bu açıdan atılan anlamlı adımlar bulunuyor. Birdizi üniversitede eğitim emekçileri ve devrimci-ilericigençlik özneleri tarafından yasa karşıtı platform türübirliktelikler kuruldu/kuruluyor. Ancak bu birlikteliklerin12

Yeni YÖK Yasası’nısokakta parçalamak

için...

Page 13: EG 142. sayı

sorunlarından biri çeşitli öznelerin eylem birlikteliğinibugün için aşamamış olmasıdır. Birliktelikler, saldırıyıgöğüsleme gücünü ancak etkin bir kitle faaliyeti ilekitleleri sokağa taşıyabilme becerisi ile kazanabilir. Buanlamda yapılması gereken, yakalanan bu ortaklaşmanınçalışma alanında kendisini gösterebilmesini, birleşikbiçimde planlı ve sistematik bir çalışma ortayakoyabilmesini sağlayabilmek olmalıdır.

Birleşik mücadeleyi yalnızca böylesi birliktelikleresıkıştırmamak da önemli noktalardan biridir. Öyle ki,kitlesel eylemlerin hayati önem taşıdığı bu süreçte, bunusağlayabilmenin koşulu geniş gençlik kesimlerini saldırıyakarşı seferber etmek olmaktadır. Yine sıkça ifade edildiğigibi, gençlik kitlelerine, yani tabana dayalı bir çalışma veeylem süreç örülemediği koşullarda yasanın geriçekilmesini sağlamak mümkün olamayacaktır.

Öte yandan, bugün kendisini ciddi olarak hissettirmesede, taslağın yasalaşmasının Anayasa Mahkemesi engelinetakılacağı yanılgıları olduğu da biliniyor. Değişikliklerinanayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle AnayasaMahkemesi’nden döneceği beklentileri, mücadeleninönünde engele dönüşebilir. Bilinmelidir ki, sermayeninböylesine kapsamlı bir değişikliğe gittiği yerde yasalengellerin hiçbir hükmü yoktur. Sermaye rahatlıkla birkılıf hazırlayabilir. Yeni anayasa hazırlıklarının da sürdüğüdüşünülürse, bunun soyut bir genelleme olmadığı daanlaşılabilir.

Genç komünistlerin müdahalesi ve çalışma yöntemleri üzerine

Genç komünistler, yeni yasa değişikliğini bu dönemkitemel gündemleri olarak ele alıyorlar ve çalışmalarını tümyoğunluğuyla sürdürüyorlar. Birleşik mücadeleninönemine fazlasıyla çubuk büken genç komünistler, busüreçte temel halka olarak kendi bağımsız kitle faaliyetiniöne çıkaracaklardır. Birleşik mücadeleyi zayıflatmayarak,tersinden onu da güçlendirerek... Genç komünistlerinyürüteceği faaliyetin yüklenme noktası ise bir süredir kitleçalışması üzerinden yürütülen tartışmaların artık pratikkarşılığının yaratılması olacaktır.

Halihazırda kitle çalışması için çeşitli araçları devreyesokmuş bulunan genç komünistler, “yüzü kitlelere dönük”devrimci bir siyasal faaliyet örecek, kitlelerle doğrudanbağ kuran, örgütleyen ve harekete geçiren bir çalışma tarzıortaya koyacaklardır. Bu, kitle çalışması için tarif edilenüç başlığın (ajitasyon-örgütlenme-eylem) bütünlük içindeve azami başarı ile hayata geçirilmesi demek oluyor.

Öyle ki, bu süreçte yine yaygın propaganda yapılacak,saldırının kapsamı geniş gençlik kitleleri nezdinde teşhiredilecek, mücadele çağırısı yükseltilecek. Ancak bukitlelerle doğrudan bağ kurularak yapılacak. Örneğin,çalışma değerlendirilirken temel ölçü, kaç tane afişasıldığı ya da kaç tane bildiri dağıtıldığı değil, kaç insanlasüreç üzerine sohbet edilebildiği, kaç insanın hareketegeçirilebildiği, kaç okulda/kampüste/derslikte ajitasyonkonuşmaları yapılabildiği, konuyla ilgili nasıl bir eylemselsüreç örüldüğü ve kitlelerin yasayı parçalamak hedefiylesokağa taşınıp taşınamadığı olacaktır. Yani kitlelerlebuluşabilmenin ne ölçüde başarılabildiği ve bubuluşmanın ne ölçüde alanlara taşınabildiği olacaktır.Süreç bunun başarılabilmesi için fazlasıyla olanaksunmaktadır.

Böylesi bir çalışmada alınacak mesafe, gençkomünistlerin yürüttüğü devrimci gençlik faaliyetindeönemli bir gelişme sağlamanın yanı sıra, düzeninyaratmaya çalıştığı bulanık havanın dağıtılmasında veyasa üzerinden hayata geçirilmek istenen saldırınınpüskürtülebilmesinde de belirleyici bir yer tutacaktır.

İzmir’de YÖK yasası protestosu

İzmir Ekim Gençliği, YÖK Yasa Tasarısı’nın kısmi bir takım değişiklikler ileMilli Eğitim Bakanlığı’na iletilmesi üzerine 16 Ocak günü Alsancak’ta basınaçıklaması gerçekleştirdi.

ÖSYM önünde toplanılmasıyla başlayan yürüyüşte Ekim Gençliği imzalı“Yeni YÖK Yasa Tasarısı değişti! Zihniyet değişmedi! Üniversiteler şirket,öğrenciler müşteri… Bologna Süreci’ne ve Yeni YÖK Yasa Tasarısı’na GEÇİTYOK” ozaliti açıldı.

Sloganlarla başlayan yürüyüş boyunca kitleye yönelik ajitasyonlar ileYÖK’ün dünden bugüne yaptıkları teşhir edildi, YÖK’ün kaldırılarak özerk-demokratik üniversitelerin kurulmasının zorunluluğu vurgulandı.

Yürüyüşün ardından Kıbrıs Şehitleri Caddesi girişinde basın açıklamasıyapıldı. Açıklamada kapitalizm için bir zorunluluk olan yükseköğrenimdekidönüşümün üniversiteleri şirketleştirdiği, eğitimi metalaştırarak öğrencilerimüşterileştirdiği belirtilerek, YÖK’e karşı mücadelenin büyüyerek devamedeceğini vurgulandı. Açıklama gençliğin eşit, parasız, bilimsel, anadildeeğitim ve özerk-demokratik üniversite için ODTÜ direnişi ruhuyla devrim vesosyalizm mücadelesini büyüteceğinin haykırılmasıyla son buldu.

Ekim Gençliği / İzmir13

Yalova Üniversitesi’nde forum

Yalova Üniversitesi öğrencileri, son dönemde ODTÜ’de yaşanan olaylar

ve gündemde olan Yeni YÖK Yasa Tasarısı hakkında öğrencilerde farkındalık

yaratmak amacıyla bir forum düzenledi.

Forumda YÖK’ün kuruluşundan bugüne kadarki süreçte yaşananlar, Yeni

YÖK Yasa Tasarısı’yla üniversitelerin nasıl ticarethanelere dönüştürülmek

istendiği ve son dönemde ODTÜ’ de yaşanan olaylar tartışıldı. Tartışmada

öneriler sunuldu, ortak ve net bir tavır alınması amacıyla neler yapılabileceği

hakkında konuşuldu. Önümüzdeki süreçte yapılacak faaliyetler belirlendi.

Yalova’dan Ekim Gençliği okurları

Page 14: EG 142. sayı

14

Yükseköğretim Kurumu’nun (YÖK) Kasımayında ilk halini açıkladığı Yeni YÖK Yasa Tasla-ğı’nın elden geçirilerek düzenlenmiş biçimi Milli Eği-tim Bakanlığı’na sunuldu. Hazırlayan komisyonun“şartlı onayı” alınarak belli maddelerde alternatiflihalde bakanlığa sunulan taslak, özü itibarıyla bir deği-şikliğe uğramış değil.

Türban tartışmalarıylasaldırının özü karartılacak!

Taslağın son haline eklenen yeni maddeler ise ko-nuyu farklı bir cepheden tartışmaya açmış bulunuyor.Öğrencilerin eğitim hakkının engellenmemesi gerek-çesi ile hazırlanan maddede yer verilen kılık-kıyafetdüzenlemesi ve aynı içeriğin öğretim elemanları ile il-gili olarak maddeleştirilmesi, taslağı üniversiteleretürbanla girilip girilememesi üzerinden tartışmayaaçıyor. İlgili maddeler açıklandıktan sonra tartışmala-rın odak noktasının bu maddeler olması, önümüzdekisüreçte taslağın bu maddeler üzerinden gündeme taşı-nacağının, tartışmaların bu eksende sürdürüleceğininişaretini veriyor.

Bu konunun bir kez daha ısıtılarak tartışmaya açıl-masının gerisinde, bir yanıyla dinci cenahın toplumungericileştirilmesi yönlü hedefleri var elbette. Gerici-liği yaymayı ve güçlendimeyi sürekli bir uğraş alanıolarak ele alan dinci-gerici cenah, bu konuda çeşitliadımlar atıyor ve adımlarını yasal alanda yaptığı dü-zenlemelerle güçlendiriyor. Kamusal alanın türbanaaçılması sorunu da her vesileyle gündeme getirilerek“çözülmeye” çalışılıyor.

Ancak, türban tartışmalarının gericiliğin diğer sal-dırı başlıklarından farklı bir yeri olduğu ortada. Zirabu konu her seferinde bir kutuplaşma yaratıyor. Geri-ciliğin genel saldırılarını daha sessiz karşılayan ke-simler bile konu türban serbestliğine gelince kendicephesinden ‘radikalleşebiliyor.’

Yeni YÖK Yasası hazırlanırken türban tartışması-nın yeniden açılmasının diğer bir nedeni de buradayatıyor. Öyle ki, bugün konuyu bir kez daha gündemetaşıyan dinci-gerici cenah da bu durumun bilincinde.Bundan dolayı da Yeni YÖK Yasası gibi temel bir sal-dırı paketini hayata geçirirken sorunun bu kısmını öneçıkarıyor. Zira bu sayede yeni yasa ağırlıklı olarak tür-banla ilgili maddeler üzerinden tartışılacak, yasanınardındaki sermaye tehdidi gözardı edilecek, düşük birihtimal ama, belki de türbandan feragat edilerek yasakarşıtı tepkiler dindirilecek.

Tartışmaların bu eksende yürüyeceğinin ilk işaret-leri verilmiş oldu bile. Öncelikle ulusalcı cephedengelen tepkiler bu soruna odaklandı ve “Anayasa çiğ-neniyor!” sesleri yükseltildi. Hemen peşinden de re-formist sol yasa taslağının bu kısmına dikkat çekmeyebaşladı. Açık ki bu tartışma önümüzdeki günlerdedaha da hareretlenecek, yasa tümüyle türban meselesiüzerinden tartışılmaya çalışılacak.

Sermaye üniversiteleri tehdit ediyor!

Tartışmalar türban üzerinden yürütülmeye çalışılsada yasanın son halinde yapılan yenilikler gözden kaç-mıyor. Taslağın son halinde yer verilen maddelerleMilli Eğitim Bakanlığı’nın yükseköğretim üzerindekietkisi arttırılıyor. Dinci gericiliğin YÖK (yenilenmesiöngörülen adıyla Türkiye Yükseköğretim Kurumu-TYK) içerisinde kadrolaşmasına güç kazandırılıyor.Üniversitelerin sermayenin talanına açılmasında temelbir mekanizma olacak Üniversite Konseyi yerini ko-rurken, sermaye baronlarının konseydeki koltuk sayısıarttırılıyor.

Bunlar gibi bir dizi madde daha yer alıyor taslakta.Bunlar dışındaki iki madde ise özellikle dikkat çeki-yor. Bunlardan bir tanesi, rektör seçiminde üniversiteöğrencilerine söz hakkı verilmemesi. Yakın zamanakadar demokrasi havariliği yapanlar, sıra rektör se-çimlerine gelince demokrasiyi rahatlıkla bir kenaraatıyor. Üstelik Cumhurbaşkanı’nın atama yetkisinidaha da güçlendiriyor.

Konuyla ilgili açıklama yapan YÖK Başkanı Prof.Dr. Gökhan Çetinsaya tam bir riyakârlık örneği sergi-ledi. Rektörlük seçimlerinde öğrenciye söz hakkı ve-rilmemesinin öğrencinin iyiliği için yapıldığını iddiaeden Çetinsaya, bu durumu öğrencinin hukusal açıdanyaşayabileceğini iddia ettiği sorunlar ile gerekçelen-dirmeye çalıştı.

Diğer bir temel saldırı alanı ise harçların geri geti-rilmesi. Dönem başında dinci-gerici AKP’nin harçlarıkaldırarak yaratmaya çalıştığı ‘eğitimin parasızlaştırıl-dığı’ yanılsaması, Yeni YÖK Yasası ile tümden boşadüşürülüyor. Yeni taslakta harçlar yeniden gündemleş-tiriliyor. Harçların arttırılmasının önündeki tüm engel-ler de kaldırılarak bu alan “serbest rekabetin insafına”bırakılıyor. Ayrıca, yükseköğretim kurumlarının carigiderlerine devlet ve öğrenci tarafından katkı yapıla-cağı, öğrencinin yaptığı katkının katkı payı olarak ad-landırılacağı ifade edilerek soygun düzeniperçinleniyor.

Yeni YÖK Yasası’na geçit yok!

Genç komünistler, düzenin yaratmaya çalıştığıyapay tartışmalara sıkışmadan, hazırlığı yapılan YeniYÖK Yasası’na karşı mücadeleyi yükseltecekler. El-bette gündeme gelen tartışmalar karşısında konuyadair ilkesel duruşlarını deklare edecek, türbanın siya-sal anlamınını ve bu eksende tartışmaya açılmasınınnedenlerini her fırsatta teşhir edecek, gençliği sahtekutuplaşmalara değil, yasaya karşı gelecek ve özgür-lük mücadelesi saflarına çağıracaklardır. Ancak, tümbunları yaparken saldırının gerisindeki sermaye ege-menliğini ısrarla öne çıkaracak, saldırının püskürtüle-bilmesi için kavga çağrısını yükselteceklerdir. YeniYÖK Yasa Tasarısı’nı alanlarda yırtma azim ve inan-cıyla çalışmayı güçlendireceklerdir.

Ekim Gençliği

Yeni YÖK Yasa Taslağı’nın son hali hazırlandı...

Kapsamlı saldırı“türbanla örtülmek” isteniyor!

Page 15: EG 142. sayı

Sermayenin saldırılarına karşı

tutarlı mücadele!

2012’ye gençlik cephesinden bakıldığında, enkapsamlı saldırıların yeni YÖK Yasa Tasarısı veYÖK Disiplin Yönetmeliği olduğunu görüyoruz.YÖK Disiplin Yönetmeliği üniversitede siyasetözgürlüğü ve üniversitenin özerkliği başlıklarıylasüslenirken, aslında tam tersi bir amaca hizletetmektedir. Artık düşünmek, sorgulamak ve pratiğegeçmek çizilen sınırların dışında olduğu sürece,soruşturma-ceza terörü ile karşılanıyor. Dönembaşından itibaren birçok üniversitede afiş asmak,stant açmak, basın açıklaması yapmak yasak halegetirilmeye çalışıldı. Birçok devrimci, ilericiöğrenci soruşturma-ceza terörü ile karşı karşıyakaldı.

Üniversite özerkliği meselesinin ise sadece boşlaftan ibaret olduğu açıkça görülmektedir.Öğrenciler üniversite yönetiminde ve yöneticiseçiminde halen herhangi bir söz sahibi değildir.Öğrencilerin söz, yetki, karar hakkı gaspedilmektedir. Sermayenin özerklikten kastı,üniversitelerin sermaye bulmaktaki özerkliğidir.Artık devletin direkt yardımları değil, üniversiteninbulunduğu şehirdeki sermayedarlardan para kapmaözerkliğidir bahsedilen.

Sermaye devleti bir taraftan milletvekili seçilmeyaşını 18’e düşürmeye çalışırken, diğer taraftangelecekleri ve özgürlükleri için mücadele edenbinlerce gence baskı politikalarını uygulamayadevam ediyor. Çizilen sınırların dışında taleplerdebulunanlar, okudukları üniversitelerde söz, yetki vekarar hakkı isteyenler görmezden gelinerek, yokedilmeye, sindirilmeye çalışılıyor.

Bir diğer saldırı ise YÖK Yasa Tasarısı’dır.Yıllardır üniversitelerin sermayeye peşkeşçekildiğinden, işçi ve emekçi çocuklarınaüniversite kapılarının kapatılmaya çalışıldığındanbahsediyoruz. Bologna süreci olarak başlatılan vekökeni 12 Eylül öncesine kadar uzanan bu politika,bugün AKP eliyle pervasızca uygulanmayabaşlanmaktadır. Birçok üniversite Bologna sürecinitamamlamak için son hamlelerini yaparken,gençliğe sus payı olarak dönem başında birinciöğretimlerin harçlarının kaldırılması verilmiştir.Fakat çok açık ki bu tasarı ile birlikte üniversiteler,sermaye ile bütünlüklü bir işleyişe sahip olacaktır.Yıllardır eğitimde bilimin sermayenin çıkarınayapıldığı söylemimiz, bugün bu yasa ile tamanlamıyla teyit edilmektedir. Üniversitelerdeüniversite bileşenlerinin değil, parası olanların sözügeçecek. Akademisyenlerin iş güvencesi ellerindenalınırken, diplomalı işsizler kervanına şimdi dedoktoralı işsizler dahil olacak.

Bu yasalara karşı gelişen bir muhalefet de var.Devrimci ve ilerici güçler kendi cephelerinden busüreçte mücadeleyi güçlendirecek adımlar atmayaçalışırken, akademisyenler de kendileri

cephesinden bu sürece muhalif bir tavırgeliştirmeye çabalıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde Cebeci’de Siyasal BilimlerFakültesi’nde yapılan YÖK Yasa TasarısıKonferansı’na ODTÜ, Hacettepe, Ankara,Galatasaray ve Mimar Sinan Üniversiteleri rektöryardımcıları katıldı. Hepsinin ortak yanı ise mevcutyasaya karşı oluşlarıdır. Genel olarak yapılankonuşmalarda da yasaya karşı olunduğunu ve bunakarşı bir süreç geliştirilmesi gerektiğini vurgulayanrektör yardımcıları, ne yazık ki süreci sadece yasatasarısından ibaret görmekteler. Kendilerinietkileyen tasarıya karşı çıkarken, YÖK DisiplinYönetmeliği’nin bizzat uygulayıcısı durumundalar.Bir tarafta tasarıya karşı olduklarını söylerken,diğer tarafta da yasaya karşı çalışma yürütenöğrencilere soruşturma açmaktan geri durmuyorlar.ODTÜ’de sermayenin saldırılarına karşı AKP şefiErdoğan’a geçit vermeyen öğrencilerin terör örgütümensubu olduğunu söylemeyi dillerindendüşürmüyorlar. Oysa ODTÜ’de başkaldıranlarmevcut yeni YÖK Yasa Tasarısı’na karşı olduklarıiçin de oradaydılar. Binlerce polis, gaz ve sesbombası, onlarca panzer ile ODTÜ’yü kuşatanlarınterörü görmezden gelinip, öğrencilerin attığı taşlarşiddet aracı olarak ifade ediliyor.

Burada çok açık bir sorun var; saldırılarkimsenin tek başına karşılayabileceği boyuttadeğil. Bu nedenle mücadeleyi mümkün olduğuncabirlikte örgütlemek önemli, ama ikiyüzlülüktenuzak durarak... Bir tarafta YÖK Yasa Tasarısı’nakarşı olduğunu söyleyenler, diğer taraftan YÖKDisiplin Yönetmeliği’nin bir numaralı uygulayıcısıdurumundalar. Bu da onların samimiyetlerinitartışmalı kılıp, ikiyüzlü bir tutumun açıkgöstergesi olarak karşımızda duruyor. Eğer birsürece karşı gerçekten muhalif bir tutumgerçekleşecekse, bu ikiyüzlüce işine gelene karşıoluşturulacak bir tepki değil, toplam saldırılarakarşı geliştirilecek bir tepki olmalıdır. Saldırılarabaktığımızda YÖK Yasa Tasarısı ve YÖK DisiplinYönetmeliği birbirinden bağımsız düşünüleceksaldırılar değildir. Eğer gerçekten muhalif bir tavırsergilenecekse, akademisyenlerin bu iki süreci debütünlüklü ele almaları gerekmektedir.

Bizler ikiyüzlü tutumları her yerde mahkûmetmeye devam edeceğiz. Bunun en net örneğiniCebeci’de yapılan konferansta göstermiş olduk.Sürecin nasıl ele alınması gerektiğini ve buna karşıalınan tutumların net ve tutarlı olması gerektiğinibelirttik ve rektör yardımcılarının bu süreçtekiikiyüzlü tutumlarını özellikle Hacettepe ve Ankaraüniversiteleri şahsında teşhir ettik. Bundan sonrada yürünmesi gereken yolu ve izlenmesi gerekenhattı her yerde anlatmaya devam edeceğiz.

A. Akın 15

Page 16: EG 142. sayı

Kızıl Hacker grubu RedHack, YÖK’ün internetsitesine yönelik eyleminde ele geçirdiği 60 binbelgenin içinde bulunan yolsuzluk belgeleriniaçıkladı. Belgelerde bir dizi üniversite yönetimininçeşitli yöntemlerle yolsuzluklara imza attığı,bankalardan aldıkları promosyonları kendi çıkarlarıdoğrultusunda değerlendirdikleri ve bunlarıyaparken de öğrencileri adeta yem olarakkullandıkları görüldü.

Üniversitelerde yolsuzluk diz boyu

Sözkonusu belgelerde bir dizi üniversitedeyaşanan yolsuzluk örnekleri yer alıyor. İstanbulÜniversitesi, Marmara Üniversitesi, UludağÜniversitesi, Fırat Üniversitesi, KastamonuÜniversitesi, Giresun Üniversitesi, GaziÜniversitesi, Çukurova Üniversitesi ve KaradenizTeknik Üniversitesi yönetimlerinin yaptıklarıbelgelerle kanıtlanmış oluyor.

Elbette bunlar bilinmedik şeyler değildi.Sermaye üniversiteleri ticarethaneyedönüştürürüken bu dönüşümün ilgili alandakiyürütücülüğünü yapanların ortaya çıkan ranttan“beslenmedikleri” düşünülemezdi. Ancak RedHackbu başarılı eylemiyle bu durumu tüm gerçekliği ilegündeme getirmiş, tam anlamıyla “belgelerikonuşturmuş” oldu.

Burada dikkat çekilmesi gereken yönlerden biride sürecin öğrenciler üzerindeki etkileridir. Budurum yalnızca öğrencilerin daha nitelikli eğitimalmasının engellenmesi genelliği ile sınırlıkalınmadığını göstermiştir. Öğrenciler üniversiteyönetimlerinin rant sağlamaları için bankalara vesermaye gruplarına yem olarak teslim edilmiştir.İstanbul Üniversitesi’nde yaşanan örnek bu açıdanoldukça açıklayıcıdır. Belgelerde, İÜ öğrencisininkimlik bilgilerinin kendi bilgisi olmadan bankayaverildiği, bunun karşılığında da üniversiteyönetiminin bankadan promosyon aldığıgörülmektedir. Öğrenci bu süreçte mağduredilmekte, açıldığından haberi bile olmadığı birbanka hesabı nedeniyle borçlandırılmaktadır.

Üniversite yönetimleri “dara düştü”

RedHack’in büyük etki yaratan açıklamalarınınardından ilgili üniversitelerin yönetimlerinden arkaarkaya yalanlamalar geldi. Ancak üniversiteyönetimlerinin “keşke yapmasaydık...” ile başlayanifadeleri, suçları delillerle sabit olan yönetimleriniçine düştüğü durumu gösteriyor. Zor bir durumadüştüler, çünkü rant kapısına çevrilenüniversitelerdeki bu uygulamalar ilk defa böylesine

çarpıcı bir biçimde gün yüzüne çıkarılmış oldu. Bu durumun yarattığı basınçla açıklama yapan

üniversite rektörleri ya iddiaları tümden reddetti,ya da ilgili belgelerin kendisinden önceki sürece aitolduğunu idda etti. Ancak tüm açıklamaların ortakpaydası, eylemin kamuoyundaki etkisinin yarattığıbasıncın ifadesi oldu.

Yavuz hırsız YÖK

Yükseköğretim Kurumu (YÖK) ise bu süreçtetam bir “yavuz hırsız” rolü oynadı. Yolsuzlukbelgelerinden bir çoğunun kendisine şikayet olarakda iletildiği anlaşılan YÖK, konuyla ilgili hiçbirişlem yapmazken RedHack hakkında şikayettebulundu.

YÖK’ün bu “skandalların” üzerine gitmesiniengelleyen etmenler var elbette. Herşeyden önceYÖK, bu yağma düzeninin doğrudan bir parçasıdır.Üstelik sözkonusu olan üniversiteler olunca YÖK,bu düzenin işletilmesinde yönetici konumagelmektedir. Öyle ki, tüm bu uygulamalar,rektörlerin fırsatçılığını ve yolsuzluklarınımaskeleyen yasal düzenlemeler doğrudan YÖKeliyle hazırlanmaktadır.

Öte yandan, anlaşıldığı üzere, YÖK’eyolsuzluklarla ilgili bir dizi şikayet gelmiş, YÖKise bunların üzerini örtmüş ya da yasal platformdaaklamıştır. Az önce söylediklerimizden bağımsızbir tutum değildir bu. Yağma çarkınınyöneticisinden başka türlü bir tutum dabeklenemezdi zaten!

Gençlik üniversitelerdeki yağma ve

yolsuzlukların hesabını soracak!

Tüm bunların arkasında sermaye düzeni vardır.Üniversiteleri sermaye baronlarına peşkeş çeken,öğrencileri müşterileştiren düzen, bu çarkınişletilmesi için kendi hukukunu dahi hiçe saymış,yolsuzluk iddiaları ile başlayan hukuksal süreçleriboşa düşürmüştür. Yani yolsuzlukları desteklemiş,bunu yapanları da korumuştur.

Açık ki tüm bu yolsuzlukların hesabınısormanın sorumluluğu gençliğe düşmektedir. Bukirli oyunları ancak gençlik bozabilir.Sorumlulardan hesabı ancak gençlik sorabilir.Bunun yolu ise birleşik ve kitlesel eylemlerlesokaklara çıkmak, eğitim hakkına, geleceğine veözgürlüğüne sahip çıkmaktan geçmektedir.

Son sözümüzü ise eylemin mimarı RedHack’ebırakalım: “Ne ODTÜ’nün ne de başka bir okulunöğrencisi yalnız değildir. Şimdi sıra sizlerde,sokağın tepkisinde!”16

RedHack üniversitelerdeki yolsuzluk belgelerini açıkladı...

Hesabını gençlik

soracak!

Page 17: EG 142. sayı

RedHack’in geçtiğimiz günlerde Yüksek ÖğrenimKurumu’nun sitesini hacklemesinin ardından üniver-sitelerde yaşanan usulsüzlükler ve yolsuzluklar birkez daha gözler önüne serildi.

RedHack, eylemini ölüm yıldönümü vesilesi ileMetin Göktepe’ye ve iş cinayetinde ölen maden işçi-lerine atfettiğini açıklarken, YÖK Elektronik Payla-şım Sistemi sitesine konan mesajda eylemin amacınınyeni YÖK Yasa Tasarısı’nı protesto etmek olduğu be-lirtildi. RedHack açıklamasında tüm üniversite ve liseöğrencilerine hesap sorma ve mücadele çağrısında bu-lunarak şunları söyledi: “Yeni YÖK yasa tasarısı üni-versite öğrencilerine ve üniversite bileşenlerine karşıindirilmiş bir yasadır. Önümüzdeki süreçte iktidar,üniversiteleri giderek öğrencilerden soyutlaştırıp, be-lirli kişilerin şirketleri olarak algılanmasını istemek-tedir. ODTÜ’deki isyan aynı zamanda bizlerin buyasayı istemediğini göstermektedir. YÖK’ü ne eski ha-liyle ne de yeni haliyle istiyoruz.”

Eylemin ardından RedHack ele geçirdiği belgeleriparça parça yayınlamaya başladı. Yayınlanan belge-lerde ihalelerde yapılan usulsüzlükler, “eğitim” adı al-tında şirketlerden özel yurtdışı tatilleri ve torpilistekleri gibi bilgiler yansıyor. Yayınlanan belgelerbirer ticarethane gibi işleyen, öğrencileri müşteri gibigören, toplumun değil sermayenin çıkarları için bilimüreten üniversitelerin geldiği aşamayı ve üniversitele-rin nasıl yönetildiğini anlamak açısından “ibret” ve-rici örnekler sunuyor.

RedHackLeaks açıkladı…

Ege Üniversitesi: 1999 yılında 2500 kişilik yurtyapılacağı gerekçesi ile kamulaştırma yapıldığı, ancakyurt yerine imar planında mevzuata aykırı tadilat ya-pılarak alışveriş merkezi yapılması için bir inşaat şir-keti ile sözleşme yapıldığı ortaya çıktı.

Sakarya Üniversitesi: Sakarya Üniversitesi rek-törü 16 trilyonluk usulsüzlük gerçekleştirdiği ortayaçıktı.

Marmara Üniversitesi: Hukuka ve mevzuata ay-kırı akademik personel alımı, lisansüstü giriş sınavlarıiçin her öğrenciden usulsüz biçimde 100 TL alınması,öğrenci ve personelin kişisel bilgileri bankaya iletile-rek kendilerinin haberi almaksızın hesap açılması,Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Serap Helvacı’nınatanmasını engellemeye çalışması, Helvacı’ya mob-bing uygulayarak istifaya zorlaması gibi usulsüzlüklerortaya çıktı.

Karadeniz Teknik Üniversitesi: Karadeniz Tek-nik Üniversitesi Güçlendirme Vakfı’na usulsüz paraaktarıldığı, öğrencilerden ilk kayıtta 100 TL, kayıt ye-nilemede 25 TL bağış toplandığı ortaya çıktı.

Tunceli Üniversitesi: Tunceli Üniversitesi RektörYardımcısı ve Gıda Mühendisliği Bölüm BaşkanıProf. Dr. Ali Batu’nun Uludağ Üniversitesi’nde gö-revli Prof. Dr. Ömer Utku Çopur’a attığı bir mail ile“bir arkadaşı” için torpil talebinde bulunduğu ortayaçıktı.

Hacettepe Üniversitesi: Üniversitenin şaibeli ba-ğışlar topladığı ortaya çıktı.

Giresun Üniversitesi: “Giresun Üniversitesi Mer-

kezi Araştırmalar Laboratuarı”na teçhizat alımlarında,kurulumu yapılmadan ve hiçbir yasal sürece uyulma-dan çok büyük ödemeler yapıldığı ortaya çıktı.

Fırat Üniversitesi: Üniversitenin protokol yapıl-madan öğrenci harçlarını almaya devam ettiği ve buşekilde elde ettiği gelirin bir kısmıyla da Audi A8marka araç aldığı ortaya çıktı.

Uludağ Üniversitesi: Üniversitenin eski rektörüMustafa Yurtkuran’ın, öğrenci harçları ve personelmaaşları karşılığında Garanti Bankası’ndan aldığıpromosyon ücretini, üniversite gelirlerine değil, üni-versite vakfına aktardığı, üniversite ihalelerinde yol-suzluk gerçekleştirdiği ortaya çıktı.

Kastamonu Üniversitesi: Sahte diplomalı CumaAydın’ın önce akademisyen olarak atandığı, dahasonra meslek yüksek okuluna Bilgisayar TeknolojileriBölüm Başkanı yapıldığı ortaya çıktı.

İstanbul Üniversitesi: Sayıştay’ın yaptığı incele-meler sonucunda İstanbul Üniversitesi’nin 1 milyon537 bin TL’yi muhasebe kayıtlarına girmediği, ZiraatBankası’nın İstanbul Üniversitesi’ne 325 bin TL’likbir adet BMW ve 431 bin TL’lik 6 adet otomobili ba-ğışladığı ortaya çıktı.

Gazi Üniversitesi: Atatürk Orman Çiftliği’ne aitÇukurambar’da bulunan ve Gazi Üniversitesi tarafın-dan alınan arazide iş merkezi ve konut yapılması içinbir ihale açıldığı, ihaleyi AKP’ye yakın Kuzu İnşa-at’ın aldığı ortaya çıktı. Bir komisyoncuya düşenmiktarın 5 milyon TL olduğu bildirilirken, rektörünburada çok daha büyük bir vurgun yaptığı belirtiliyor.

Çukurova Üniversitesi: İslam Kalkınma Banka-sı’ndan alınan 8,9 milyon dolar kredi ile usulsüz ola-rak gerçekleştirilen ihale sonucunda, eksik ve bozuktıbbi cihazlar alınarak üniversitenin milyonlarca dolarzarara uğratıldığı ortaya çıktı.

YÖK, örtbas için harekete geçti…

Üniversite yönetimlerinin kirli çamaşırlarınınRedHack tarafından ortaya çıkartılmasının ardındanYÖK de olayı örtbas etmek için vakit kaybetmedenharekete geçmiş durumda. Eylemin ardından YÖKBaşkanı Çetinsaya ortaya çıkan rezaleti meşrulaştır-maya çalışarak şunları söyledi:“Bu belgeler bir kereyasa dışı yollarla ele geçirildi. Onun üzerine bir spe-külasyon başladı sanki gizlenmiş belgeler, üstü örtül-müş şeyler veya bilinmeyen şeyler ortaya çıkmışgibi… Vazifemiz gereği bize gelen her türlü ihbarı, so-ruşturma isteğini, bunları titizlikle, hiçbir ayrım yap-madan inceleme ve soruşturma süreçlerinesokuyoruz. Buradan kalkarak da ‘üniversiteler yol-suzluk’ içinde demenin bence bir anlamı yok.”

Çetinsaya öte taraftan “koruma” içgüdüsü ile sal-dırgan açıklamalar yapmaktan geri durmadı. Çetinsa-ya’nın YÖK’ün inceleme ve soruşturma aşamasındaolan “gizli” ibareli belgeleri haberleştiren gazeteci-lerle ilgili yargıya başvuracağını açıklaması, RedHackeylemlerinin kamuoyunda yankı uyandırmasındanduyduğu rahatsızlığı açık bir şekilde göstermiş oldu.

RedHack’in gerçekleştirdiği eylemle YÖK kıska-cındaki üniversitelerin içerisinde olduğu derin çürümebir kez daha ortaya serildi.

Üniversitelerdeki yolsuzluklar

gün yüzüne çıktı!

17

Page 18: EG 142. sayı

18

“Gençlik sahip olduğu kararlılık, fedakarlıkve atılganlıkla, özellikle de devrimci atılımdönemlerinde, cephenin ön saflarında yürüyerekdevrim mücadelesinde önemli bir rol oynar.Lenin’in partisi gençlerin partisiydi ve Leninpartinin ‘gençliğe ve özellikle de işçi sınıfınıngenç unsurlarına’ dayanması gerektiğini ısrarlavurguluyordu. Adeta bir ‘yaşlılar partisi’ olanMenşevikler karşında Bolşeviklerin devrimciatılım dönemlerindeki cesaret ve üstünlüğü(elbetteki temel ve belirleyici unsurlarınyanında), partinin genç olmasıyla da doğrudanilgiliydi.

“Bolşevikler, gençliğin ‘genç’ olmasındankaynaklanan özelliklerini her zaman gözönündebulundurmakla beraber, hiç kuşkusuz ki sorunayaklaşımda sınıfsal özellikleri temel alıyorlardı.Komünistler, toplumsal gelişmenin motoru olarakkuşaklar arası özgüllük ve çelişkileri değilsınıflararası çelişkileri alırlar. Bu nedenledir ki,Lenin, partimiz her şeyden önce ‘en ileri sınıfıngençliğinin partisi olmalıdır’ diyordu.” (Ekim,Gençlik Özel Sayısı, Başyazı, 15 Aralık 1991)

Burada Büyük Ekim Devrimi’ne önderlik etmişbir partinin sınıf kimliğine ve genç-dinamikyapısına dikkat çekiliyor. Proletaryanın gençunsurlarına yaslanmanın öneminin yanısıragençliğin devrimci enerjisinin altı çiziliyor.

Gençliğin toplumun en duyarlı, dinamik veatılgan kesimi olması, devrime öncülük etmeiddiası taşıyan bir partinin bu alana özel bir ilgigöstermesini gerektirir. Nitekim komünist hareket25 yıllık tarihi boyunca gençlik çalışmasınagereken önemi vermiştir.

Çünkü gençlik kapitalizmin kendisine dayattığıbaskı ve geleceksizlik karşısında özgürlük vegelecek istemleriyle harekete geçer ve mevcutdüzenle karşı karşıya gelir. Gençliğe özleminiçektiği geleceği sağlayacak olan ise proletaryadır.Bu nedenle devrimci mücadelede aktif roloynayacak gençliği devrimin yedek gücü olarakkazanma ihtiyacı proletarya için özel önemdedir.Dolayısıyla proletaryaya öncülük edecek parti içinde...

Türkiye’de de gençlik hareketi düzen-devrimçatışmasının hep bir tarafı olmuştur. Bugün enpespaye reformistlerin dahi devrimci sloganlarısahiplenmesi, hatta çürümüş bazı siyasal yapılarıngençlerin devrimci özlem ve duyarlılıkları istismarederek varlığını devam ettirebilmesinin gerisinde

bu vardır. Gençlik hareketini kitleselleştirmek ve

devrimcileştirmek temel ekseni etrafında şekillenengençlik çalışmamız 25 yıllık süreçteazımsanmayacak bir deneyim biriktirmiştir.

Gençlik içindeki siyasal öznelere dairdeğerlendirmelerimizdeki ana vurgu, bunlarınderin bir apolitizm ve kendiliğindencilik içindeolduğudur. Tüm yetersizliklerimize karşın bizi busürecin dışında tutan temel neden ise ideolojik-politik bakışaçımızdır. Gençlik sorunuçerçevesinde güçlü bir politik konumlanış içindeolmamız, bunu sürekli ve sistemli bir faaliyet ilebirleştirmemizdir. Çalışmamızın her aşamasındagençlik hareketinin sorunlarını tartıştık ve dargrupçu hesapların peşinde koşmadan hareketibüyütme çabasında olduk.

Diğer gençlik yayınlarında gençlik hareketininsorunlarına ilişkin dişe dokunur bir tartışmayürümezken genç komünistler bu konuya ısrarlaeğildiler. Kendi güçlerine yaslanarak çıkanyayınımız sürekliliğini korudu ve ciddi deneyimlerbiriktirdi. Gençlik çalışmamız zaman zamandarlaşsa da sürekliliğini hep korudu. Bulunduğualanlarda siyasal faaliyetini kesintisiz sürdürmeiradesini gösterdi.

Çalışmamızın ayırdedici yönlerinden bir diğeriise, çalışmamız içerisinde yetişen kadrolarımızınsınıf çalışmasına karşı belirgin bir ilgisininolmasıdır. Gençlik güçlerinin sınıf çalışmasıpratiğine olanaklı sınırlar içinde katılabilmesibunun bir nedenidir. Parti, gençlik çalışmamızınsınıf ve emekçi kitlelerle kurduğu bağa özel birönem verdi. Sol hareketin sınıfın sorunlarına karşıderin bir ilgisizlik gösterdiği bir dönemde, gençlik

Türkiye’de de gençlik

hareketi düzen-devrim

çatışmasının hep bir

tarafı olmuştur. Bugün

en pespaye

reformistlerin dahi

devrimci sloganları

sahiplenmesi, hatta

çürümüş bazı siyasal

yapıların gençlerin

devrimci özlem ve

duyarlılıkları istismar

ederek varlığını devam

ettirebilmesinin gerisinde

bu vardır.

25. yılda gençlik güçlerimize

çağrı...

Partiylebütünleşelim!

S. Meral

Page 19: EG 142. sayı

19

güçlerimiz sınıfı yakından ilgilendirengelişmeler karşısında hep bir duyarlılık veaçıklık içerisinde oldu. Sınıf çalışmasıylakurulan bağ, sınıf devrimciliği kimliğinigençlik içerisinde yerleştirmenin ilk adımlarısayıldı.

Gençlik çalışmamızın 25 yıllık pratiğinintemel özellikleri, ayırdedici yanları vebirikimleri özetle bunlardır. Son yıllardagençlik çalışmamızda yaşanan nispi daralmaher ne kadar politik etkinin zayıflamasına yolaçsa da, bu alandaki birikimlerimiz yine deyaşanan daralmayı aşmanın temel dayanağıdır.Sorunumuz, komünist hareketin 25 yıllıkbirikimleri üzerinden edindiği kimliği gençlikgüçlerimize maledebilmek, bunu daha ileriyetaşımak, ideolojik-politik birikimimizi güçlübir örgütsel düzeyle kalıcılaştırmaktır. Bunlarlaberaber kitleselleşmektir.

*** Parti basınında tarihsel döneme ilişkin

değerlendirmeler ve buna yönelik hazırlıklarınanlamı ve kapsamına ilişkin metinler sıklıklayer aldığı için bunları burada yinelemekgerekli değildir. Özetle parti, “devrimehazırlanmak” temel görevi ile hareket edecek,diğer bütün sorunları da bu kapsamda elealacaktır. Gençlik örgütümüzdeki her biryoldaşımızın da devrimin ihtiyaçlarınaeğilerek çalışmalarını gözden geçirmesigerekiyor.

Bugün gençlik çalışmamızın düğümlendiğialan, yeterli nitelik ve nicelikteki kadrolarınzayıflığı ve örgütümüzün darlığıdır. Aslındabunlar içiçe geçmiş sorunlardır. Kadro sorunu,örgütümüzün zayıflığını ve darlığını aşmak,gençlik hareketinin devrimci önderlikboşluğunu doldurmak, böylece kitlesel vedevrimci bir gençlik hareketini yaratmak içinmesafe alınması gereken temel bir sorundur.Gençlik çalışmamızın güçlendirilmesi,hareketin devrimcileşmesi için de temelönemdedir. Ancak kitle tabanı geniş birörgütlenme ile birleşik, kitlesel, devrimci birgençlik hareketi politikasını geniş gençlikkesimi için bir çekim gücü haline getirebiliriz.Ancak bağımsız bir güç olduğumuzdaideolojik-politik platformumuzun hayattakarşılığını bulabiliriz. Bu ise niteliklikadrolarla mümkündür.

25. yılında komünist hareket siyasalsahnede etkin bir güç olmayı ve her bakımdansıçramalı bir gelişme gerçekleştirmeyi önünehedef olarak koymuştur. Kadrolaşma isebütünlüklü bir sıçrama gerçekleştirmeninolmazsa olmaz koşullarından biridir. Buihtiyaç gençlik çalışmamız için esas olaraknitelik ve devrimci-militan kimlik sorunlarıylakesişiyor.

Kadrolarda devrimci-militan kimliğingelişmesi sorunu yakıcı bir önem taşımaktadır.Bu çerçevede TKİP III. Kongresi’nin şudeğerlendirmesi gençlik güçlerimizi yakınenilgilendirmektedir: “Parti, devrimciliği biryaşam biçimi olarak benimsemiş, her açıdaniyi eğitilmiş, devrim uğruna her türlüfedakârlığa her an ve her yönüyle hazır,sağlam savaşçı profesyonel devrimci kadrolaradayanmalı, özel bir yoğunlaşma ile bunlarınsayısını sürekli biçimde çoğaltmalıdır.”(Partinin Öncelikli Sorunlarının Genel

Çerçevesi, TKİP III. KongresiGündemi, Kasım 2009)

Yoldaşlarımız devrimci dönüşümihtiyacını bilince çıkararak, aile, okul,meslek vb., kendilerini düzene bağlayanfaktörlerle hesaplaşabilmek durumundadırlar.Nesnel koşulların etkisini bir yana bırakırsak,devrimcileşmek iradi bir çabayı gerektirir.Kişinin kendisinin öznel çabası olmaksızındevrimcileşme kesintisiz olarak süremez.

Kadrolaşmanın diğer bir ayağını ise niteliksorunu oluşturuyor. Elbette ki niteliksorunu tek başına ideolojik donanımsorunu değildir, bu içerisindedevrimci-militan kimlik sorununuda barındırır. Fakat burada dikkatçekilen nokta donanımlı, bakışı netve inisiyatifli güçlerin önemidir.

Komünist gençlik örgütününyüklenmesi gereken alan ideolojik-teorikbirikimini yükseltmek, parti ile arasındakiaçıyı kapatmaktır. Siyasalçalışmamızın içeriğindenfaaliyet kapasitemizekadar birçok sorunundüğüm noktasını buoluşturuyor. 25.yılda politik veörgütsel olarakçok yönlü birsıçramayıgerçekleştirmeyihedefliyorsak, hızla donanımımızı dayükseltmeliyiz.

Parti eğitim sorununun çözümü için bir diziçalışma gerçekleştiriyor. Fakat merkezimüdahalelerin yanında kadrolarımızın kendiçabası olmaksızın yeterli sonuç elde edilemez.Bu bakımdan gençlik güçlerimiz kendileriniideolojik-teorik olarak geliştirme sorununugündelik siyasal faaliyetin bir parçası olarakgörmelidirler.

Her bir genç yoldaşımızın devrimci-militankimliğini geliştirme ve ideolojik-teorikbirikimini yükseltme çabası partiye ve devrimekarşı bir sorumluluktur.

Ekim’in gençlik konulu birdeğerlendirmesinde, partinin gençlikçalışmasının önemi vurgulanırken şunlarsöylenmektedir: “Çünkü tasfiyeci reformizmkarşısında devrimci örgüt iddia ve iradesinikomünist gençlik temsil ediyor. Gençliğindevrimci enerjisinin işçi sınıfı ve emekçi kitlehareketiyle devrimci temellerde birleşmesini deyalnızca komünistlerin gençlik çalışmasısağlayabilir...” (Yeni Dönem ve GençKomünistlerin Görevleri, Sayı: 268, Ekim2010)

Bu noktada son sözümüzü gençyoldaşlarımıza bir çağrı yaparak bitirelim.Misyonumuzu yerine getirmek, gençlikalanında işçi sınıfının devrimci iktidarperspektifini yerleştirmek için çok yönlü birçaba içinde olmalıyız. 25. yılında parti ilebütünleşmeli, partili kimliğimizi geliştirmelive gençliğin devrimci dinamizmini devrimcimücadeleye akıtmak için seferber olmalıyız.

(TKİP Merkez Yayın OrganıEkim’in Ocak 2013 tarihli 286.

sayısından alınmıştır...)

Page 20: EG 142. sayı

NATO temelde uluslararası bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütüdür.Dünyanın dört bir yanında katliamlar örgütleyip darbeler tezgahlamakta,

silahlı paramiliter güçler yetiştirmekte, kontr-gerilla faaliyetleriyürütmektedir. Sınıf hareketlerini dağıtmak ve baskı

altına almak için çalışmaktadır. Sovyetlerin çöküşüyleberaber dünya jandarmalığı görevine soyunan NATO,

halen de bu görevini yerine getirmektedir. Ayrıca sürekli olarak krizler ve bunalımlar yaşayan

sistemin devamlılığını sağlama, emperyalist-kapitalist ülkeler arasındaki çelişkilerin

derinleşmesini önleme/düzenleme ve buçelişkileri giderme ve uzlaştırma aracı olarak

da faaliyet yürütmektedir. NATO bugün ülke gündemine,

özellikle Suriye’ye yönelik emperyalistmüdahale üzerinden girmektedir.

Ortadoğu’daki emperyalist saldırılarıntaşeronu, pazarlıkların kırıntı peşinde

koşanı olan Türk sermaye devleti,NATO içerisindeki rolünü de layıkıyla

yapmaktadır. İzmir’in NATO komutamerkezi olması, Malatya-Kürecik’e

füze kalkanı ve radar sistemininkurulması ve Patriotlar’ın Suriye sınırına

konuşlandırılmasıyla işçi ve emekçiler ilegençlik için savaş çok daha hissedilir bir hal

almış, sermaye devleti savaşa bir adım dahaatmıştır. Emperyalistlerle kurduğu ilişkiler ve

bölgesel çıkarları doğrultusunda Türkburjuvazisi savaşa hazırlanmakta, savaşın tüm

faturasını da işçi ve emekçiler ile gençliğekesmektedir.

Türkiye’nin NATO’ya girişi…

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı esnasındakendi çıkarları doğrultusunda ‘tarafsız’ kalmaya

çalışan Türkiye açık bir tutum sergilemektenkaçındı. Hemen hemen bütün ülkelerle arayı iyi

tutmaya çalışan, Hitler faşizmiyle gizli yazışmalarla ilişkiyi sürdüren Türk sermaye devletisavaşın sonlarına doğru çıkan sonucu değerlendirerek tutum aldı. Hitler faşizminin

yenileceğinin açığa çıkmasıyla beraber ve dönemin kapitalist ülkelerince oluşturulan BirleşmişMilletler’e girebilmek için Almanya’ya savaş ilan etti. Bunun savaşın bitmesine sayılı günler kalmasındankaynaklı pratik bir karşılığı yoktu. ABD ve İngiltere’nin Almanya’ya savaş ilan etmeyen ülkeleri birliğealmayacaklarını açıklamalarından kaynaklı yapılmış bir manevraydı.

NATO’nun kurulmasıyla beraber Türkiye, kapitalist kamptaki yerini sağlamlaştırmak ve kampın emperyalistdevletlerince korunmak için NATO’ya katılım başvurusunda bulundu, ancak reddedildi. Türk sermaye devletibunun ardından uşaklıkta sınırların aşıldığı bir tutum alır. Kore’ye gerçekleştirilen emperyalist müdahaleye 500asker istenmesine rağmen 5.000 asker gönderir. Bu savaşta Türkiye’den 721 asker ölür. Kore savaşının faturasında bunundışında, 175 kayıp, 2147 yaralı, 234 esir, 346 hasta asker vardır. Türk burjuvazisinin işçi sınıfı ve emekçilere ödettiği bu ağır20

İzmir’in NATO komuta merkezi olması, Malatya-Kürecik’e füze

kalkanı ve radar sisteminin kurulması ve Patriotlar’ın Suriye

sınırına konuşlandırılmasıyla işçi ve emekçiler ile gençlik için

savaş çok daha hissedilir bir hal almış, sermaye devleti

savaşa bir adım daha atmıştır. Emperyalistlerle kurduğu

ilişkiler ve bölgesel çıkarları doğrultusunda Türk

burjuvazisi savaşa hazırlanmakta, savaşın tüm

faturasını da işçi ve emekçiler ile gençliğe

kesmektedir.

...

Dolmabahçe 6. Filo eylemleri, ODTÜ’de

Kommer’in arabasının yakılması gençliğin

anti-emperyalist duyarlılığının,

militanlığının göstergeleridir. Gelişecek

süreçlerle beraber NATO üsleri gençliğin

kitlesel, militan öfkesinin hedefi haline

gelebilmelidir.

Bugünden bu süreçlere hazırlanmak

bizlerin görevidir. Öncelikle bilinç

açıklığı, geleceği kucaklama güç ve

iradesi, “enginleri fethetme

ruhu”nu kuşanabilmeliyiz.

Bugünün hem toplumsal hem

örgütsel kalıplarıyla değil,

geleceği temsil eden bir

hareketin ruh haliyle hareket

etmeli, geleceği kendi elleriyle

yaratacak olan kitlelerin

coşkusunu bugünden

karakterimiz haline

getirmeliyiz.

Türkiye’nin NATO’ya uşaklık macerası sürüyor…

Emperyalist saldırı, savaş ve

iç savaş aygıtına karşı mücadeleye!

Page 21: EG 142. sayı

faturanın hemen ardından, sermaye devleti 1952’de NATO’yaalınır. NATO üyesi ülkelerin Türkiye’yi üyeliğe alırken, bukanlı bedelden çok, Türk sermaye iktidarının aynı ‘bonkörlüğü’sonrasında da yapacağını göz önünde bulundurduklarındankuşku yoktur.

Zaten üyelikten yedi ay sonra İzmir’de Müttefik KaraKuvvetleri Karargahı (LANDSOUTHEAST) kurulmuş,

karargahın başına ABD’li bir korgeneral getirilmiştir.Bu şekilde dünya jandarması NATO, üssünü

kuracağı ve sürekli olarak savaş tehlikesi vetehdidiyle seve seve yüz yüze olacak ülkeyi

bulmuştur.1954’te yapılan antlaşmayla beraber

ABD’nin üs kurması, askerbulundurması kabul edildi. 1966’daüslerin sayısı 112’ye, kapladığı alan 35km²’ye çıkmıştı. En baştan itibaren tümNATO üsleri özerk bölge olarak kabul

edilmekte, NATO ve ABD toprağıolarak kullanılmaktadır. 1976’da

ve 12 Eylül 1980 darbesininardından yapılan

antlaşmalarla 12 üs direktolarak ABD’ninkontrolüne verilmiştir.

İncirlik-Kargaburun’da

kurulan üs de“ABD-TürkiyeSavunma veİşbirliğiAnlaşması” ileABD’nindenetimineverilenüslerden

biridir.Afyonkarahisar

Havaalanı NATO’nun ikinci büyük havaalanıdırve “Ana Jet Bakım Üssü” olarakkullanılmaktadır. Sivil uçuşlara açılmasına

NATO izin vermemektedir.İzmir Hava Üssü’nde ise 42 uçak ve 300

asker-personelin yanısıra I-HAWK ve Roland füzesistemleri konuşlandırılmıştır. 2004’te

LANDSOUTHEAST ana karargâhı Napoli’den İzmir’etaşınmış, 2006’da da ABD 16. Hava Filosu, Almanya’nın

Rammstein hava üssünden alınarak buraya yerleştirilmiştir.Bunlar gibi daha birçok askeri mühimmat Avrupa’dakiülkelerden Türkiye’ye getirilerek konuşlandırılmıştır ve budevam etmektedir. Şile Üssü (Stinger füzelerinin fırlatılması

için uluslararası standartlarda bir atış alanıdır), Konya 3. AnaJet Üssü Komutanlığı (Irak işgali sürecinde NATO tarafındangetirilen AWACS’lar buradadır), Balıkesir 9. Hava Jet Üssü (6adet “vault” denilen füze rampası bulunmaktadır), Muğla AksazDeniz Üssü, Ankara-Ahlatlıbel, Amasya-Merzifon, Bartın,Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik, Eskişehir, İzmir-Bornova,İzmit, Kütahya, Lüleburgaz, Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum, Van-Pirreşit ve Mardin’deNATO’ya bağlı Birleştirilmiş Hava Harekat Merkezleribulunmaktadır.

Bu politikanın iki temel nedeni vardır. Birincisi emperyalistdevletler için açık bir tehlike ve tehdit olan üsleri kenditopraklarının dışında konuşlandırma çabası, ikincisi iseOrtadoğu üzerinden geliştirilen emperyalist planların icraatındaTürkiye’ye biçtikleri roldür.

Türk sermaye devleti ise NATO üslerinin Türkiye’debulunmasından gurur duymaktadır. Bunu da NATO için önemlibir devlet olmalarına bağlamaktadırlar. Elbette ki bu işçi veemekçilerin gözlerini boyamaktan başka bir şey değildir.

Güncel gelişmeler ışığındaTürkiye’nin Ortadoğu’daki tetikçilik rolü

Yakın zamanda ise Malatya-Kürecik’e kurulan füze kalkanıve radar sistemleri ile Ortadoğu üzerinde tam bir hakimiyetkurma çabasındaki ABD ve NATO, aynı zamanda İsrail’inaçıktan koruyuculuğunu yapacaktır. Çevreye vereceği zararsacabasıdır.

Suriye’ye emperyalist müdahale üzerinden gündeme gelenPatriotlar’ın ismi ise ‘91 Körfez Savaşı’ndan hafızalarımızdadır.Saddam’ın Scout füzelerine karşı sürekli olarak “ABD’ninPatriotlar’ı Türkiye’yi koruyacak” yalanları ile ABD’nin üslerimeşrulaştırılmıştı. Bugün de Patriotlar ve NATO askerleriTürkiye’ye gelmeye başlamıştır. Patriotların komuta merkeziİzmir’de olacak olsa da düğme Türkiye’nin değil, NATO’nunelinde olacaktır. Tüm bunlar da göstermektedir ki Türkiyeaçıktan taşerondur, topraklarını emperyalist planlardoğrultusunda kullandırmaktadır.

Ancak, bu demek değildir ki Türk burjuvazisinin çıkarları dabunu gerektirmemektedir. Elbette Türk burjuvazisi de kendiçıkarları doğrultusunda bu adımları atmaktadır.

Suriye’de gelişen süreçler sermaye devletini rahatsızetmektedir. Suriye’de halkın hoşnutsuzluğunu emperyalistmüdahaleye vesile etmek isteyen emperyalizm, Türkiye veKatar’ı öne sürerek gelişecek süreçlere müdahale etme gücüyaratmaya çalışmaktadır. Tüm bunlar Türk sermayesininçıkarları ile de örtüşmektedir. Türk sermaye devleti, Irak’taolduğu gibi Suriye’nin yeniden şekillendirilmesinde de paykapma peşindedir. Bunun içinse önden sürece dahilolmak derdindedir.

Bu arada Batı Kürdistan’ın bir gerçeklik halini alması 21

Türkiye’nin NATO’ya uşaklık macerası sürüyor…

Emperyalist saldırı, savaş ve

iç savaş aygıtına karşı mücadeleye!

Page 22: EG 142. sayı

ve Kürt hareketine moral kaynağına dönüşmesi,Türk sermaye devletini ayrıca rahatsızetmektedir. Emperyalist efendilerinin tümdayatmalarını peşinen kabul edip gereklerinihızla yerine getirmesinin arkasında, bir deburadan doğan kaygılar yatmaktadır.

Türk devleti, tüm bunların karşısında Suriyetarafından sınır ihlalleri gerçekleştirildiğini iddiaederek fütursuzca savaş çığırtkanlığıyapmaktadır. Sınır köylerine düşen mermiler,sınırda yaşanan çatışmalar -ki birçoğuTürkiye’nin destek olduğu ve kışkırttığıÖSO’nun damgasını taşıyor- vesile edilerek,NATO sözleşmesinin ünlü 5. maddesi önesürülmektedir.

İlk adımda NATO’dan saldırı kararıçıkartılamamış olması özellikle emperyalistlerarası güç dengelerinin elvermemesinden, Rusyave Çin’in vetosundan dolayıdır. Fakat bu kadarıbatılı emperyalist ittifakın savaşhazırlıklarını pervasızcasürdürmeyeyetmediğindendir kiPatriotlarTürkiye’ye

konuşlandırılmakta, ülke toprakları NATO’nunsavaş üssü haline getirilmektedir.

2005’te güncellenen Milli Güvenlik SiyasetBelgesi’nde de “NATO’daki rolümüzükorumalıyız. NATO’nun farklılaşan siyasetindeyerimiz olmalı” şeklinde ifade edildiği üzereTürkiye gelişen süreçlere dahil olmak ve paykapmak için çaba sarfetmektedir. Bu bir devletpolitikasıdır.

Tüm bunları AKP’nin şefi Erdoğan da açıkçadile getirmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu’dakigelişmelerin ışığında öneminin arttığını, “özgürdünyanın savunmasında” temel bir roloynayacağını iddia ederek, uşaklıkta elindengeleni yapacağının sözünü vermektedir.

NATO’ya karşı mücadele

anti-emperyalist mücadelenintemel bir boyutudur!

Yüzü aşkın NATO üssü ile Türkiye onyıllardır NATO’nun ileri karakolu ve savaşüssüdür. Bu, Ortadoğu’da gelişen süreçlerdeTürkiye’nin rolüne de işaret etmektedir.

Bunun yanı sıra, düzen için tehditoluşturabilecek bütün süreçlere NATO’nun birşekilde müdahil olacağı, buradan doğrugelişecek toplumsal mücadelenin karşısındaemperyalist-kapitalist sistemi bulacağımız çokaçık. On yıllardır Türkiye’de de, dünyada da olanbudur. Bugün de birçok ülke üzerindenyaşanmaya devam etmektedir. Açıktan veya gizlifark etmeksizin emperyalist-kapitalizm, NATOeliyle işini şansa bırakmamaktadır. Dünyaçapında gelişen süreçlere kirli iç savaşörgütlenmeleri, kontrgerilla faaliyetleri,provokasyonlar, katliamlar ve darbelerle müdahilolan NATO her bir ülkede gelişen sosyalmücadeleleri de kendisine yönelik bir tehditolarak algılamaktadır. 5. Maddenin anlamı budur.

Bu yüzden bunu gözetmek, bu bilinçlehareket etmek, daha bugünden NATO’ya karşıbir bilinç açıklığına kavuşmak önemlidir.NATO’nun rolünü sadece teoride kabul etmekdeğil, mücadele pratiğinde de ortaya koymakgerekmektedir.

Füze kalkanı, Patriot füze rampaları ilegündeme yeniden giren NATO karşıtı mücadelegençlik içerisinde de çok yönlü bir şekildeişlenebilmelidir. Bu politikanın pratik ayaklarınıüniversitelerin bu konuda girdiği işbirliklerine,gençlik üzerinden yapılan hesapların açığaçıkartılmasına kadar genişletebilmeliyiz.

Dolmabahçe 6. Filo eylemleri, ODTÜ’deKommer’in arabasının yakılması gençliğin anti-emperyalist duyarlılığının, militanlığınıngöstergeleridir. Gelişecek süreçlerle beraberNATO üsleri gençliğin kitlesel, militan öfkesininhedefi haline gelebilmelidir.

Bugünden bu süreçlere hazırlanmak bizleringörevidir. Öncelikle bilinç açıklığı, geleceğikucaklama güç ve iradesi, “enginleri fethetmeruhu”nu kuşanabilmeliyiz. Bugünün hemtoplumsal hem örgütsel kalıplarıyla değil,geleceği temsil eden bir hareketin ruh haliylehareket etmeli, geleceği kendi elleriyle yaratacakolan kitlelerin coşkusunu bugünden karakterimizhaline getirmeliyiz.

Ekim Gençliği22

Page 23: EG 142. sayı

Kuzey Atlantik Anltaşması Örgütü (North Atlantic TreatyOrganization-NATO), üye ülkelerin kendilerini “savunma” iddiasıyla4 Nisan 1949’da kuruldu. 12 Kuzey Atlantik devleti tarafındanWashington Antlaşması ile kurulan NATO, başından beri emperyalist-kapitalist sistemi korumak ve onun adına kirli icraatlar yürütmeklegörevli bir örgüttür. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardındandünya ölçeğinde çok daha fazla prestij kazanan sosyalist kampa karşıgündeme getirilmiştir. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere, gelişmekaydeden Çin ve Vietnam devrimlerinin dünya proletaryası ve ezilenhalklar üzerinde yarattığı moral-motivasyonu kırmak için inşaedilmiştir.

NATO’nun kuruluşu

Üye ülkelerin sosyalist kampa karşı ortak çıkarlarının savunulmasıiçin kurulan NATO, kirli icraatlara başlamakta ve birçok ülkeyiemperyalist kampın çıkarlarının peşinden sürüklemekte hızlı adımlaratmıştır. Resmi belgelerinde savunma amaçlı olduğu ve üye ülkeleriSovyetler Birliği’nin ve sosyalist kamptaki diğer devletlerinsaldırılarından korumayı hedeflediği yazmaktadır. Elbette gerçeğiyansıtmayan bir iddiadır bu.

Sovyetlerin ve sosyalizmin kazandığı prestijin etkisiyle tümdünyada burjuvazi için bir tehdide dönüşen proletarya ve ezilenhalkları baskı altına alabilmek amacıyla dünya burjuvazisinin tekvücut olabilmesi ve ortak çıkarlarını savunabilmesi için kurulmuş birörgüt olan NATO, burjuvaziden bekleneceği gibi ezenlerin çıkarlarınıkorumakta alabildiğine saldırgan, pervasız ve işgüzardır. Caydırmaamaçlı olduğu iddia edilerek dünyanın dört bir yanında üslerkurulmakta, hazır askeri güç muhafaza edilmektedir. Yani her ansavaşa ve saldırıya hazır bir örgüttür.

Buna rağmen barıştan bahsedebilmekte, dünya barışını üyelerinintoprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını garanti ederek sağlayacağınıileri sürmektedir. Bunun içinse ünlü 5. Madde konulmuştur: “Üyeülkelerden birine yapılan tecavüz, tamamına yapılmış kabul edilir.”Bu madde ile NATO, dünyanın dört bir tarafında söz söyleme hakkınıkendinde bulabilmektedir. Böylesi esnek ve keyfi bir madde ilesaldırganlığa meşru ve yasal zemin aranmaktadır.

NATO denince akla haliyle ABD geliyor. Nitekim bu ikisinin

politikalarının birbirinden ayrışmaz bir bütün olduğunu söylemeyegerek yoktur. Kurulduğundan beri ABD’nin emperyalist-kapitalistsistem içerisindeki hegemonyasının bir sonucu olarak bu böyleşekillenmiştir.

Bu yüzdendir ki NATO, ABD’nin Avrupa’daki konvansiyonel venükleer askeri varlığını gerekli görmektedir. Temelde bu, NATO üyesiülkelerin ABD hegemonyasını kabullenişlerinin bir başka ifadesidir.Nükleer silahlanmayı gerekli gören NATO, nükleer silahlanmanınönünü alabilmek için nükleer silah kullanılmasını ve bulundurulmasınızorunlu saydığını, ittifakın güvenliğinin en önemli garantisi olduğunuyaptığı zirvelerde ortaya koymaktadır.

Bir iç savaş örgütü olarak NATO!

NATO, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından “SoğukSavaş” olarak nitelendirilen uzunca bir dönem boyunca kirliicraatlarıyla ve tezgâhladığı katliamlarla var oldu. CIA eliyle dünyanındört bir yanında kurulan iç savaş aygıtları üzerinden sınıf hareketinibaskı altında tutmaya, sindirmeye çalıştı. Sovyetlerin çöküşüyle iyiceaçığa çıkan bu aygıtların varlığı artık şüphe götürmezdir. İtalya’da(Gladio), Almanya’da, Belçika’da, Hollanda’da, İngiltere’de,Norveç’te, Danimarka’da, Yunanistan’da, Fransa’da, İsviçre’de kirli içsavaş aygıtları olduğu Sovyetler’in çöküşünün ardından resmen kabuledildi. Devrimcilere yönelik işkencehaneler kuran, “fail-i meçhul”(fail-i devlet) cinayetler tertipleyen, toplu mezarlar oluşturan,proletaryanın öncülerinin sindirilmesi görevini yerine getiren, işçidirenişlerine saldıran, öncülerini katleden, binlerce kaçırılma, kayıpyaratan, katliamlar tezgahlayan, mezhep-din-ırk çekişmeleritertipleyip, provokasyonlar yaratan bu kirli iç savaş aygıtları birebirNATO ve CIA eliyle örgütlenip, her türlü düşünsel ve lojistik desteğialmıştır.

Türkiye’de de var olan bu kontrgerilla faaliyetleri Özel HarpDairesi adıyla sayısız icraatta bulunmuştur. Maraş, Çorum, Sivas,Beyazıt, Bahçelievler, 1 Mayıs 1977 katliamlarındaki CIA vekontrgerilla parmağı çok açıktır. Binlerce devrimci ve yurtseverinkatledilmesi, kaçırılması, kaybedilmesi bu kirli savaş aygıtlarının rutinicraatlarıdır.

Yükselen sınıf ve gençlik hareketinin önünü alabilmek içintertiplenen sayısız provokasyon ve katliam şunu açıkça göstermektedirki, emperyalist devletler sosyalizm tehlikesini NATO eliyle kirliyollara başvurarak bertaraf etmek derdindedir. Bu saldırgan ittifak,herhangi bir ülkede gelişebilecek mücadeleleri hiç de o ülkenin kendisorunu olarak görmemektedir. Daha bütünlüklü bir kafa yorma vemüdahalenin peşindedir.

Her ülkedeki siyasal olayları yakinen takip eden, siyasal gidişatıbelirleyen, yeri geldiğinde darbeler tezgahlayan CIA ve NATO’nunicraatları arasında 12 Mart ve 12 Eylül askeri faşist darbeleri de vardır.12 Eylül 1980 gecesi NATO’nun Brüksel karargahında kutlamalaryapılırken, ABD Genelkurmayı “bizim çocuklar başardı” demiştir.

Tüm bunlar NATO’nun bir iç savaş örgütü olarak nasıl çalıştığınındolaysız örnekleridir. Bugün de NATO farklı bir konumda değildir.Özellikle Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da gelişen süreçlere bir içsavaş aygıtı olarak müdahil olması, evrensel barışı ve istikrarısavunurmuşçasına davranıp emperyalist politikalarınısürdürmektedir. 23

NATO, emperyalist-kapitalist sistemin bekçisi

ve karşı-devrimaygıtıdır…

Page 24: EG 142. sayı

Yugoslavya, Afganistan, Libya, Suriye...Bir saldırı ve savaş aygıtı olarak NATO!

Sovyetlerin çöküşüyle beraber NATO yönünükriz ve bunalımlarla sorunlar yaşayan sistemin zayıfhalkalarına müdahaleye ve oralarda sistemigüçlendirmeye, kendi çıkarlarına uygundönüşümleri yapmaya çevirmiştir.

Özellikle Doğu Bloku ülkelerinden başlayarak,ilk olarak Yugoslavya örneğinde olduğu gibi hertürlü aracı kullanmıştır. İkinci Emperyalist PaylaşımSavaşı sırasında gerçekleşen halk devrimindenitibaren bir arada yaşamaya başlayan Yugoslavhalkları, Sovyetlerin çöküşüyle emperyalistplanların kıskacına alınmıştır. Halklar arsındakışkırtıcılıktan katliamlara, böl-parçala-yönetpolitikasının uygulanmasından halklara yönelikaçıktan askeri müdahaleye, emperyalist işgale kadaruzanan bir dizi yöntemle Yugoslavya parçalanaraksisteme ‘kazanılmıştır’.

Yıllar boyunca Yugoslav halkları arasındaboğazlaşmalar yaratılmış, tüm NATO üyesi ülkeler‘barış’ı tesis etmek iddiasıyla işgale ortakolmuşlardır. Bosna-Hersek’teki İstikrar Gücü(SFOR) ile Kosova Gücü (KFOR) gibi sözde barışıkoruma güçleri eliyle ‘istikrar’ sağlanmıştır. Bosna-Hersek ve Kosova’ya 60.000 NATO askerikonuşlandırılırken seneleri bulan sıcak çatışmalaryaşanmıştır.

1995 yılında NATO, Akdeniz bölgesindeki altıülke (Mısır, İsrail, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus)ile Akdeniz Diyalogu adı altında bir işbirliğimekanizması tesis ederek tüm dünyada etki alanınıgüçlendirmek gayesinde olmuştur. EmperyalistlerNATO-Rusya ve NATO-Ukrayna ilişkilerinigüçlendirmek için ikili antlaşmalara girişmişlerdir.

1999’da kurulan Avrupa-Atlantik Afet YardımıKoordinasyon Merkezi ile doğal afetleri fırsataçevirmeye çalışan NATO, dünyanın neresinde birafet yaşansa kurtarıcı rolüne soyunup askerimüdahalenin ve konuşlanmanın önünü açmayaçalışmaktadır. Bu yönelim dünya jandarmalığımisyonunun tam bir gereğidir esasında.

Afganistan da NATO’nun 2001 sonrası özelolarak yöneldiği bir ülke oldu. 11 Eylül saldırısınıbahane eden ABD tüm dünyaya “ya bizdensinizdirya da karşı taraftansınız” mesajını vererek,Ortadoğu’ya ve özellikle de Afganistan’asaldırmanın zeminini yaratmıştır. 11 Eylül’ü NATOüyesi bir ülkeye yapılan bir saldırı olaraknitelendirip tüm NATO güçlerini saldırganlığa dahiletmiş, on binlerce NATO askeri Afganistan’daki‘barış gücü’ne katılmıştır. Ancak öyle bir batağasaplanılmıştır ki, NATO üyesi birçok ülke askergöndermeme eğilimindedir artık.

Keza Irak’ta, Lübnan’da benzer senaryolarladünya jandarmalığı rolünün gerekleri yapılmaktadır.

Yakın zamana gelecek olursak, Libya’da gelişensürece bombalarla, askeri yığınakla, içerideparamiliter güçleri örgütleyip destekleyerek dahilolan NATO kendi işlevini bir kez daha ortayakoymuştur. Libya’da gelişen süreçlerin Türkiye’yiilgilendirmeyeceğini söyleyen Tayyip, bu sözününüstünden daha 48 saat geçmeden NATO’nun veABD’nin direktifleri ve müdahalesi ile “gelişeceksüreçlere seyirci kalamayız” demiştir. Bu ‘Udönüşüyle’ ortaya konan bilinç, esasında NATO’nunişlevinin ta kendisidir.

İzmir’deki NATO üssünden kalkan savaşuçakları Libya’yı bombardımana tutmuştur.

Dünyada herhangi bir ülkede gelişecek herhangibir olaya müdahale etmek NATO’nun görevleriarasındadır. Müdahale edip gerekirse bastırmak,sindirmek, ezmek, gerekirse dönüştürmek,şekillendirmek, ancak her defasında emperyalist güçilişkilerinin bir sonucu olarak bunu yapmaktırgörevi. Kaddafi’yle işi biten emperyalist güçlergelişen halk ayaklanmasının önünü almak içinNATO müdahalesinin kararını almaktagecikmemişlerdir.

Son olarak Suriye üzerinden temkinliyaklaşılıyor olsa da NATO önlemlerini almakta,özellikle Türkiye üzerinden savaş hazırlıklarınısürdürmektedir.

Tüm bu olaylar göstermektedir ki, kurulduğundasosyalist kampın karşısında emperyalist-kapitalistsistemin savunuculuğunu yapan ve özel olarak içsavaş örgütü işlevini yerine getiren NATO,Sovyetler’in çöküşüyle beraber daha saldırgan birhal almış ve dünyanın dört bir yanında kriz vebunalımların neticesinde gelişen tüm siyasalolaylara ve ülkelere müdahale misyonunasoyunmuştur.

Emperyalistler arası güç dengeleyicisi

olarak NATO!

NATO’nun kurulduğu dönemde tartışmasız tekegemen güç olarak NATO üyesi ülkeler arasındansıyrılan ABD, kendi kampındaki tüm ülkeleri kendipolitikaları etrafında toplamak için NATO’yukullanmıştır. Diğer ülkeler içinse sosyalist kampınkarşısında ABD’nin koruyuculuğu bir ihtiyaç olarakortaya çıkmaktaydı. O günden bugüne NATO’nunmisyonunda belli değişiklikler olsa da, ABD güçkaybetse de ABD’nin temel belirleyiciliği devametmektedir. Ancak bu belirleyicilik ABD’nin diğeremperyalist devletlerin çıkarlarını daha çok gözetenbir bakışa sahip olmasıyla, bir takım adımlar atarkeniç çelişkileri ve uzlaşmazlıkları giderme yönlüadımlar atmasıyla devam etmektedir. Çıkarlarınuzlaştırılması, masa başında çözümekavuşturulması, buradan doğru sistemin iççelişkilerinin giderilmesi için temel önemde birkurumdur NATO.

NATO’nun misyonlarından birisi de sistemindoğası gereği çıkarları çatışan burjuva devletlerinasgari müştereklerde, temel olarak da hangisininborusu ne kadar ötüyorsa o ölçüde uzlaştırılması veortak bir paydada -bugünün koşullarında ABD’nintemel belirleyiciliğinde- buluşturulmasıdır. Dünyaproletaryasına ve halklarına saldırganlıkta olduğukadar kendi güç dengelerine hizmet etmesi demanidardır. Bu vesileyle Rusya, Çin ve İran gibidevletlerle girilen çıkar çatışmalarında NATO eliyleortak tavır alınması, ABD emperyalizminin elinigüçlendirmektedir.

NATO’nun kurulduğu günden bugünegenişlemesi, üye ülke sayısının 12’den 28’e çıkmasıjandarmalık rolünü daha iyi yerine getirmenin yanısıra emperyalistler arası çelişkilerin ve çatışmalarınçözümünde mümkün mertebe ellerini güçlendirmekiçindir.

Tüm bu olgular NATO’nun dünya işçi sınıfı veemekçi hakları karşısındaki en tehlikeli ve acımasızkarşı-devrim aygıtı olduğunu gösteriyor. Onuparçalayıp dağıtmak tüm sınıf ve emekçi kitleler ileöğrenci gençliğin güncel ve yakıcı sorunlarındanbiridir. Devrim ve sosyalizm mücadelesi bugerçeğin ışığında yürütülmek durumundadır. 24

Page 25: EG 142. sayı

2525

Türkiye’de anti-emperyalist mücadele vegençlik denildiğinde iki olay akıllara gelir. BirisiDolmabahçe’deki 6. Filo eylemidir. Bir diğeri iseODTÜ’de CIA şefi Vietnam kasabı RobertKommer’in arabasının yakılması eylemidir. Buolaylardan ikincisinin ODTÜ’de olması hiç detesadüfî değildir. ODTÜ’nün kendi ismindenmenkul bir durum olmadığı açıktır. Tarih içerisindebirçok olayın tetiklemesinin ve öğrencilerin öznedurumuna geldiği örgütlenme modellerininçıkartılabilmesinin sonucu olarak ODTÜ öneçıkmaktadır.

Bu yüzdendir ki, gençliğin gündemleriarasından hiç çıkmayan anti-emperyalistmücadelenin yakıcı bir hal aldığı bu dönemdegeçmişin deneyimlerini tartışmak ve sonuçlarçıkartmak önemli hale gelmiştir. Özellikle yakındönem gençlik hareketinin önemli deneyimlerindenbiri olan ODTÜ Öğrencileri deneyiminiincelemek, günümüzle benzer tarihsel koşullarasahip olduğu düşünülürse, çok daha anlamlıolacaktır.

ODTÜ’nün kuruluşu ve tarihinden

kısa notlar...

İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hemenardından ABD ile kurulan ilişkilerin “gelişmesi”,Marshall yardımlarıyla beraber ABDemperyalizminin Türkiye’de çok daha fazla sözsahibi olduğu bir dönemin kapıları açılır. ABDemperyalizmi sadece sanayide değil, politikadanorduya, eğitimden kültüre hemen her alandahegemonyasını hissettirmeye başlar. Bütün buadımların eğitim alanındaki karşılığı, ABDfinansmanıyla Amerikan eğitim sisteminin,Amerikan kültürünün hâkim olacağı birüniversitenin kurulmasıydı.

Bu hedeflerle 1956’da kurulan ODTÜ, 1963’teşu anki kampüsüne taşınmıştır. Türkiye’de sınıfhareketinin ve gençlik hareketinin yükseldiği,FKF/Dev-Genç üzerinden örgütlü bir hal aldığı,tüm dünyada Vietnam, Küba, Filistin üzerindenanti-emperyalist, devrimci mücadelenin moral-motivasyon kaynağı olduğu dönemde daha yenikurulmuş olan bir üniversitenin öğrencilerinin buolaylardan etkilenmemesi imkansızdır.

’68’de hemen hemen tüm üniversitelerdeyükselen gençlik hareketinin kendi talepleriniboykotlarla mücadeleye konu etmesi ODTÜ’de dekarşılığını buldu. ODTÜ’de, “ABD eğitimsistemine son, öğrenciler yönetime katılsın!”talepleri öne çıkıyordu. Mimarlık Fakültesi’ndekarşılık bulan bu talepler kabul edilmiş veöğrenciler yönetimde söz sahibi olmuşlardı. Butaleplerin öne çıkmasında iki temel neden vardı.Birincisi anti-emperyalist duyarlılık, ikincisi isegençlerin kendi eğitimlerinde, yaşam alanlarındave geleceklerinde söz sahibi olma isteğiydi.

Aynı yıl, ODTÜ’deki stadın adını fiili olarakdeğiştiren “DEVRİM” yazısı yazılır.Silinememesinden öte sürekli olarak ODTÜöğrencilerince sahiplenilen “DEVRİM” yazısınınbugüne kadar kalması bu sahiplenmedenkaynaklıdır.

Aynı yılın sonunda Türkiye’ye gelen CIAşeflerinden Kommer, hem İstanbul’da hem deAnkara’da havalimanında protesto gösterileriylekarşılanır. Hatta Deniz Gezmiş’in de aralarındaolduğu 5 devrimci İstanbul’daki eylemin ardındantutuklanır.

Tüm bunların üzerinden birkaç hafta geçmişkenODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş’ın davetlisi olarak 6Ocak 1969 tarihinde ODTÜ’ye gelen Kommer’inarabası binlerce öğrencinin katılımıyla Rektörlükbinasının önünde yakılır. Kommer’in özellikle

NATO’nun on yılları bulan

emperyalist savaş, işgal,

müdahale ve iç savaş

örgütü olma misyonunu

tekrardan oynadığı bu

süreçte gençliğin anti-

emperyalist duyarlılığını

arttıracak, bu duyarlılığı

eylem alanlarına

taşıyacak, gençliği

özneleştirecek, taban

örgütlülüklerine, açık

toplantılara, forumlara

dayanan süreçler

örülebilmelidir.

Gençliğin anti-emperyalist duyarlılığı ve

ODTÜ deneyimleri...

Page 26: EG 142. sayı

26

ODTÜ’ye gelmesi, ABD’nin bu üniversiteninkuruluşunda büyük pay sahibi olmasındandır.ODTÜ’deki anti-emperyalist duyarlılığınkaynaklarından birisi de ABD’nin busahiplenmesidir aynı zamanda.

Arabanın yakılmasından öte, ardından gelişensüreç ve yapılan eylemi binlerce öğrencininsahiplenmesi çok daha anlamlıdır. 7 öğrencinintutuklanması için karar çıkar. Öğrenciler eylemleteslim olur ve binlerce öğrenci dilekçe vererek bizde yaktık derler. Bu sahiplenme davanın cezasızsonuçlanmasını sağlar. Tüm bu süreçler boyuncaüç şey öne çıkmaktadır. Birincisi; geniş öğrencikitlelerini harekete geçirecek politikalarınişlenebilmesi. İkincisi; bu politikaların militan-devrimci bir tarzda hayata geçirilmesi. Üçüncüsüise geniş gençlik kesimlerinin sözünüsöyleyebildiği, özneleştiği örgütlenme modellerininaçığa çıkmasıdır.

Gençliğin özneleşmesi eksenindeörgütlenme tartışmaları

Tüm bu süreçler boyunca ODTÜ FKF, ODTÜDev-Genç, ODTÜ Öğrenci Birliği, ODTÜ-Der,ODTÜ-ÖTK ve benzeri birçok örgütlenme ileODTÜ’de öğrenciler sürekli olarak örgütlü birduruş sergilemişlerdir. Burada tartışılması gerekenbu örgütlenmelerin nasıl işlediği, nasıl işlevsel halegetirildiği ve birer örgütlenme modeli olarakgençlik hareketi tarihinde oynadıkları roldür.

Dev-Genç, gençliğin militan, devrimci gençlikörgütlenmesidir. Gençliğin tabandan gelen, herdüzeyinde söz sahibi olduğu, birçok siyasal bakışıniçerisinde yer aldığı ancak siyasetlerin ortaklaşmasıdeğil, siyasetlerin kitlelere yönelik politika ürettiğive onları harekete geçirmeye çalıştığı birörgütlenmedir. Gücünü tabandan, fakültelerdekurulan öğrenci birliklerinden almaktaydı. Öğrencibirlikleri ile herkesin söz sahibi olduğu bir işleyişoluşturulmuştu. Dev-Genç üzerine birçok tartışmayapılırken, isminde bir alamet-i farika aranırkenörgütlenme modeli hiç göz önüne alınmamaktadır.

Yine aynı şekilde ODTÜ’de her fakülte vebölümde seçimlerle temsilcilerin belirlendiği, herbölüm ve fakültede düzenli toplantıların alındığı veherkesin süreçlerine katıldığı bir ODTÜ-Der veODTÜ-ÖTK deneyimi vardır.

ODTÜ-ÖTK’yı bugünkü ÖTK’larlakarıştırmamak gerekir. ODTÜ-Der tarafından1974’te örgütlenen boykotun temel taleplerindenbirisi de öğrencilerin yönetimde temsiliyetkazanmasıdır. ODTÜ-ÖTK ile bu karşılanırken,seçilmiş temsilcilerden öte, birimlere dayalı birörgüt işletilmektedir. O dönemki ÖTK için“yasallık”, gençliğin bir öz örgütlülüğü olmasındangelen gücünün ve meşruluğunun ODTÜRektörlüğü’ne zorla kabul ettirilmiş olmasınınsonucudur.

ODTÜ Öğrencileri’ne ODTÜ tarihinden

miras: Kitle örgütlenmesi deneyimi

2000’lerle beraber ODTÜ’de birçok tabanörgütlenmesi girişimi ve esnek örgütlenmelerdeneyimi yaşandı. Elbette bunlar gençliğin özörgütlülüğü haline gelemedi. Toplam gençlikhareketinin politikleşme düzeyiyle ve buradanortaya çıkan örgütlenme ihtiyacıyla doğrudan

bağlantılı olan bu durum hiç de şaşırtıcı değildi.Ancak buna rağmen ODTÜ’de kitleleri işin parçasıyapacak, kitleleri harekete geçirecek bir çalışmatarzının uzunca bir süre sürdürülebildiği çalışmalaroldular.

Açık toplantılarda alınan kararlarla örülensüreçlerde, siyasetlerin ortaklaşmasından öte,toplam kitlenin ortaklaşmasının öne çıkmasısiyasetler arası tartışmalar yerine özgül sorunlarıntartışılması, herkesin karar mekanizmalarına dâhilolması önemliydi. Elbette bunu yapabilmek sadece“böyle olsun” demekle değil, toplamında böylesibir kültürün yaratılması, kitleyle böylesi bir bağınve güven ilişkisinin kurulması, doğrudan ilintilidir.

Açık toplantılar, forumlar, yurt sohbetleri, yurt-bölüm-hazırlık birimleri ile tabana yayılan,çalışmanın nasıl yapılacağı konusunda yerelinisiyatifin açığa çıktığı süreçlerin örülmesi, herbireyin kendisini örgütlenmenin bir parçasıhissetmesini sağlamaktaydı. Ancak ve ancak,böylesi bir işleyiş ve kültür yaratıldığındadayatmacı tutumlar dışlanabilmekte, kitleyi iknaedemeyen, kitleyle bağ kuramayan siyasal akımlarsürecin dışında kalmaktadır.

Bu noktada öğrenci toplulukları da çok önemlibir yerde durmaktadır. Özellikle ODTÜ’de sosyalve politik yaşamda önemli bir yerde durantopluluklar, içerisindeki güçlerle de bağlantılıolarak, birçok politik süreç içinde inisiyatifalabilmektedir. Topluluklar toplantısı gibiişleyişlerle ortak süreçlerin örülmesinin önü herzaman açıktır. Burada elbette ki samimi ve güvenedayanan ilişkiler kurulabilmesi ile ortak süreçlerörülebilmektedir.

2003’te Irak işgaliyle birlikte sermayedevletinin çıkarmaya çalıştığı tezkereye karşı 1Mart’ta gerçekleştirilen eyleme bini aşkın ODTÜöğrencisinin katılması ve ardından gerçekleştirilen1 Mayıs, 6 Kasım, yemekhane boykotu gibi birçoksüreç kitlelerin özneleştiği süreçler olarakörülmüştür.

Özellikle gençliğin anti-emperyalistduyarlılığının açığa çıkartılmasında hareket-örgütdiyalektiğinin göz önüne bulundurulması gerekir.Kitleleri harekete geçirecek politikalar, ancak opolitikalara uygun çalışma ve örgütlenmelerlehayata geçirilebilir.

Son aylarda, Türkiye üzerinden Suriye’yedönük saldırının gündeme gelmesi, füze kalkanınınkurulması, patriot füzelerinin Maraş’a kurulmayabaşlanması ile anti-emperyalist mücadele daha dayakıcı bir önem kazanmıştır. NATO’nun on yıllarıbulan emperyalist savaş, işgal, müdahale ve içsavaş örgütü olma misyonunu tekrardan oynadığıbu süreçte gençliğin anti-emperyalist duyarlılığınıarttıracak, bu duyarlılığı eylem alanlarınataşıyacak, gençliği özneleştirecek, tabanörgütlülüklerine, açık toplantılara, forumlaradayanan süreçler örülebilmelidir.

Ortaya çıkan duyarlılığı örgütlülüğekavuşturmak, sonrasında gelişecek süreçleremüdahaleyi de kolaylaştıracaktır. Aksi durumdaanlık yükselişler ve ardından hızlı düşüşlerlegençliğin enerjisi heba olacaktır.

Buna izin vermemek gençlik hareketinintarihinden öğrenmeyi ve dersler çıkartmayıgerektirir. Örgütlü mücadeleyi büyütmek kendidar-grup çıkarlarının peşinden koşmak değil,kitleleri harekete geçirecek örgütsel mekanizmalarıişletebilmek ve ona yön vermekten geçmektedir.

Page 27: EG 142. sayı

İnsanın insan tarafından köleleştirilmesi, kadının erkektarafından köleleştirilmesini de beraberinde getirmiştir. Tarihselgelişim sürecinde özel mülkiyetin ortaya çıkışı her tür sömürü veeşitsizliğin kaynağı olmuş, bundan, kadının payına çifte sömürü,cinsel baskı ve ezilmişlik düşmüştür. Bu olgu hem sınıfsal hemcinsel sömürünün, baskının ve eşitsizliğin aynı kaynaktanbeslendiğini gösterir.

Binlerce yıldan beri var olan sömürü ve eşitsizlik biçimdeğiştirse de, özü aynı kalmıştır. Zira bir sorunu yaratan koşullarortadan kaldırılmadan, o sorunu köklü bir çözüme kavuşturmakmümkün değil; kapitalist toplumun hem sınıfsal hem cinsel sömürüve eşitsizliği her gün yeniden üretmesi, bu tarihsel gerçeği dönedöne kanıtlar.

En ‘demokratik’ burjuva cumhuriyetlerde bile, emekçiler ücretlikölelik ve yoksulluğa, emekçi kadınlar ise iki kat köleliğe mahkûmolmaktan kurtulamazlar. Zira özel mülkiyete dayalı sistem, doğasıgereği bu kötülükleri her gün yeniden üretir. Ülkemizde burjuvazi veemperyalistlerin desteği ile 10 yıldır işbaşında olan dinci-gericilikodağı AKP’nin genelde kadınları, özelde emekçi kadınları hedef alanfütursuz politikaları, kapitalist toplumun çözüm değil, sorun kaynağıolduğu gerçeğinin çarpıcı göstergelerinden biridir.

Her dinci-gerici iktidar gibi, AKP iktidarı da kadınları toplumsalyaşamın dışına sürüp eve hapsetmek için çaba sarf ediyor. Kadını‘çocuk doğurma makinesi’ olarak gören, taciz, tecavüz vecinayetlere ‘mubah’ sayan, kadınları çarşaf veya türban içinegirmeye zorlayan bir zihniyetin 21. Yüzyılda iktidar olması, dahasıbunun Ortadoğu halklarına ‘model’ diye takdim edilmesi,kapitalist/emperyalist sistemin, sömürü ve kölelik dışında kadınasunacak bir şeyinin olmadığının çarpıcı göstergelerinden biridir.

Kapitalist sistem işsizlikle, savaşlarla, ulusal, etnik, dinsel,mezhepsel ayrımları kışkırtarak emekçi kadınları çok yönlü baskı veeşitsizliğe maruz bırakır. Bu musibetler, kadın/erkek tüm emekçilerihedef alsa da, emekçi kadınları daha özel bir şekilde vurmaktadır.Burada sınıfsal baskı ile cinsel baskı, aynı madalyonun iki yüzündenbaşka bir şey değildir. Bu da işçi sınıfı ile kadınların kurtuluşunubirbirine perçinlemektedir. Biri kurtulmadan diğeri kurtulamaz, birikölelik zincirlerini parçalamadan diğer de parçalayamaz.

Nasıl ki, işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaksa, emekçikadının kurtuluşu da kendi eseri olacaktır. Ancak işçi sınıfı emekçikadınları mücadeleye seferber etmeden, emekçi kadınlar ise, işçisınıfıyla omuz omuza sömürü ve kölelik düzenine isyan etmedenkurtulamazlar.

‘Sınıfa karşı sınıf’ eksenli mücadele emekçi kadının özgürleşipkimliğini bulabileceği, erkek işçilerin ise kadına bakış açısınıngericilikle cenderesinden kurtulabileceği tek alandır. Bu durumproletaryanın kurtuluşu ile kadınların kurtuluşunu organik olarakbirbirine bağlar. Zira ikisini eşitsizlik, baskı ve köleliğe maruzbırakan özel mülkiyete ve sömürüye dayalı kapitalist düzendir.

Kadın sorunu binlerce yıllık bir geçmişe dayansa da bu bir kaderdeğildir. İnsan soyu sınıfsal ve cinsel sömürüyü tanımadan binlerce

yıl yaşamıştır. Yani bu sorunlar tarihsel gelişmenin belli biraşamasında ortaya çıkmış, dolayısıyla toplumsal ilişkilerdegerçekleştirilecek köklü değişikliklerle ortadan kaldırılacaktır. Hersorun gibi kadın sorunu da, onu yaratan toplumsal ilişkilerin ortadankaldırılmasıyla çözüme kavuşacaktır. Bu çözüme ise, ancakkapitalist sistemi yerle bir edecek toplumsal bir devrimle ulaşılabilir.

Çözümün toplumsal bir devrime bağlı olması, devrime kadaroturup beklemek gerektiği anlamına gelmez. Tersine, sınıfsal, ulusal,cinsel sömürü ve eşitsizliğe karşı mücadeleyi şimdiden yükseltmeyizorunlu kılar. Bu mücadelenin sorunun köklü çözümüne hizmetedebilmesi için, hak ve özgürlükleri söke söke kazanmayaodaklanmasının yanı sıra, proleter devrim hedefine sıkı sıkıya bağlıolması da zorunludur.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu olarak, kadının kurtuluşumücadelesini ve kadının yaşadığı sorunların çözümünü Marksizm’inışığında ortaya koymak, kadın sorununu cinsiyetçi temele indirgeyenreformist/feminist anlayışa karşı devrimci sınıf alternatifiniyükseltmek için Devrimci Kadın Kurultayı’nı örgütlüyoruz.

Kadın olmadan devrim olmaz,

devrim olmadan kadın kurtulmaz!

Kadının kurtuluşu ve özgürleşmesi bir devrim sorunu olduğugibi, devrimin başarıya ulaşması da emekçi kadınların ön saflardamücadeleye atılmasına bağlıdır. Zira kadınlar olmaksızın, gerçek birdevrimci kitle hareketinden söz etmek mümkün değil.

Biz komünistler, kadının kurtuluşu yönünde önemli adımlarınatıldığı ve kadınların kazanımlarının en ileri düzeyde güvenceyealındığı Ekim Devrimi deneyimini tarihsel önemde bir olay olarakgörüyoruz. Burjuvazinin 130 yılda yaptıklarının onlarca katını birçırpıda gerçekleştiren Ekim Devrimi deneyimi, kadın sorunununkalıcı çözümüne ancak ‘sınıfa karşı sınıf’ eksenli ve kadın-erkek elele yürünecek bir mücadeleyle varılacağını göstermiştir.

Kadının yaşadığı sorunları tarihsel ve güncel boyutuyla elealırken, kadının kurtuluşu mücadelesinin örgütlenme ve araçlarınıortaya koymak da kurultayımızın hedefleri arasındadır. Kadınınkurtuluşu mücadelesini bir kurultayda tartışmayı zorunlu kılan, ufkudüzen sınırlarını aşmayan ‘çözüm’ yollarına karşı komünistlerinbakışını berrak bir şekilde ortaya koyma ihtiyacıdır.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu olarak, tarihsel ve güncelboyutuyla kadının yaşadığı sorunları incelemek, sorunun kaynağınaışık tutmak ve çözüm programını ortaya koymanın önemli olduğunudüşünüyoruz. Özgürlük, eşitlik ve sosyalizm mücadelesindeDevrimci Kadın Kurultayı’mızı 10 Şubat 2013 Pazar günü, 13.00-17.00 saatleri arasında Petrol İş Sendikası Konferans Salonu’ndagerçekleştireceğiz. Kadının kurtuluşu ve özgürleşmesi mücadelesinigüçlendirme konusunda devrimci sorumluluk duyan herkesi bukurultayı desteklemeye çağırıyoruz.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu28 Aralık 2012

Devrimci Kadın Kurultayı deklarasyonu:

Özgürlük, eşilik ve sosyalizm mücadelesinde

Devrimci Kadın Kurultayı’nda buluşalım!

2727

Page 28: EG 142. sayı

Kapitalizm doğası gereği, her sorunu katmetleştirerekderinleştirir. Kadın sorunu da bunlardan en yakıcı olanıdır. Sınıflıtoplumların ortaya çıkışıyla birlikte kadın köleleştirilmiş ve baskıaltına alınmıştır. Günümüzde de kadın toplumsal yaşamdasilikleştirilmek istenmekte, şiddetin her türlüsüne maruzkalmaktadır.

Bugün kadın cinsel, sınıfsal, ulusal her türlü baskıya maruzkalıyor. Kadına yönelik baskı evde, fabrikada, okulda, yurtta,gözaltında, yani hayatın her alanındadır. Gün geçmiyor ki yeni birkadın cinayeti, tecavüz vb. haberleri gazete manşetlerinidoldurmasın. Emperyalist savaşlarda en çok zararı kadıngörmektedir. Yeri geldiğinde ganimet olarak alınıp-satılmakta,savaş sırasında tecavüze maruz kalmaktadır.

Kadına yönelik baskı ve şiddet üniversitelerde de bir artışiçindedir. En son Erzurum Üniversitesi’nde yaşanan kadın öğrencicinayeti, geçen sene Dokuz Eylül Üniversitesi Kampüsü’ndeyaşanan tecavüz olayı, bunun yanında yurtlarda kadın öğrencilereyönelik baskı, kadın sorunun yaşamın her alanında karşımızaçıktığını gösteriyor.

Kadın özel mülkiyetin doğumuyla birlikte ezilmeye başladığı içinkadın sorunu sınıfsal kökenli bir sorundur. Ayrıca kapitalizmkoşullarında sorunu en ağır biçimiyle emekçi kadınlaryaşamaktadır. Emekçi kadınlar fabrikada patronun, evde kocasınınbaskısına maruz kalmaktadır. Kadın sorunu, hem sorunu en ağırbiçimi ve tüm kapsamıyla yaşamasından, hem de sorunun kaynağıolan düzeni yıkacak sınıfın temel bir parçası olmasından ötürü,temelde emekçi kadının sorunudur.

Kadın sorununun kaynağını salt erkeğe indirmek ve düzeninrolünü burada yok saymak bizi marksist bakış açısından uzaklaştırır.

Bugün baktığımızda birçok sol grup ve feministler, sorunusınıfsal özünden öteye kadın-erkek eşitliği çerçevesinde

ele almaktadır. Bu da çözümü yanlış yerde aramaya itmekte, yanidüzen içi bir arayışa yöneltmektedir.

Meselelere Marksizm’in devrimci yöntemiyle yaklaşan biz gençkomünistler biliriz ki kadın sorunu ancak tüm toplumsal ilişkilerinköklü bir değişimi ve dönüşümüyle birlikte ortadan kalkacaktır.Çünkü kadın sorunu kendini bu ilişkiler içinde var etmiştir.Dolayısıyla kadının kurtuluşu da özel mülkiyet düzenini yıkacak veonun yarattığı toplumsal ilişkileri köklü bir dönüşüme tabi tutacaksosyalist devrimdedir. Aynı zamanda bu, kapitalizm koşullarındaelde edilebilecek haklar-reformlar mücadelesini devrimcimücadelenin bir öğesi olarak ele almayı da zorunlu kılar.

Sonuç olarak:Kadın sorununda en temel devrimci ilkelerin bir yana

bırakılması ve sorunun sınıfsal özünün karartılmaya çalışılmasınedensiz değildir. Burjuvazinin ideolojik-politik hegemonyası birdizi alanda olduğu gibi, kadın sorununda da solun ana gövdesiniçeşitli düzeylerde etkisi altına almıştır. Bugünkü devrim vereformizm saflaşmasının gerisinde bu zayıflık vardır.

Bu saflaşmada doğru yerde durabilmek için de ideolojik vepolitik anlamda bir birikim gerekir. Bunun için çok yönlü bir eğitimçalışması yapmalı, kendimizi geliştirmeli ve çevremizi dedönüştürmeliyiz. Devrime hazırlığımızın 25. yılında, devrimin kızılbayrağını taşımanın ruhu ve özgüveni ile hareket etmeliyiz. Bu biraylık süreçte kampüslerde bu konuyu işlemeli, ulaşabildiğimizkadar insana ulaşıp bu konuda politik bir taraflaşma yaratmalıyız.

Bizler de Ekim Gençliği olarak 10 Şubat’ta kadın kurultayınadoğru yürürken kampüslerimizdeki insanları bu taraflaşmanın birparçası haline getirmeliyiz. Bunu ancak düzenli, yaratıcı ve çokyönlü bir çalışmayla başarabiliriz. Genç komünistler olarak bütünokurlarımızı ve tüm gençliği Devrimci Kadın Kurultayı’na, yanidevrim saflarına çağırıyoruz.

Devrimci Kadın Kurultayı’na...

28

Page 29: EG 142. sayı

Ülkemizde kadınlar her gün tacize-tecavüzeuğruyor, yol ortasında katlediliyor, fabrikada ucuzişgücü olarak görülüyor, evde köle yerinekonuluyor. Yani sistem kadınları her gün çarkındaöğütüyor. Sisteme karşı durmasın diye geriye birtek posasını bırakmaya çalışıyor.

Üniversiteli kadınlar da bundan payını alıyor.Belki bir emekçi kadın kadar çarkta kanıakıtılmıyor. Ancak onlar da kadına tarihsel olarakdayatılan toplumsal rolden payını alıyor.

En başta üniversitenin en yüksek kurumu olan,bugünlerde ‘özgürleştirilmeye’ çalışılan YÖK ezipgeçiyor kadını. Zira YÖK disiplin yönetmeliğinegöre, “Mahkeme kararıyla kesinleşmiş olmakkaydıyla, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak,böyle bir örgütü yönetmek veya bu amaçlakurulan örgüte üye olmak, üye olmamakla birlikteörgüt adına faaliyette bulunmak veya yardımetmek” ile “Kişilerin vücudu üzerinde cinseldavranışlarda bulunmak suretiyle cinseldokunulmazlıklarını ihlal etmek” aynı cezakapsamında. Malum YÖK’ün “suç işlemekamacıyla örgüt kurmak, üye olmak, faaliyetyürütmek”ten kastı üniversitelerde devrimcifaaliyet yürütmek ve gençliği devrim vesosyalizm mücadelesinde örgütlenmeye çağırmak.Yani devrimci faaliyet ile cinsel istismar gibi yüzkızartıcı bir eylem YÖK’ün zihniyetinde aynıkefede değerlendiriliyor.

Çocukluktan itibaren cinsiyetçi eğitime tabiitutulan bireyler toplumsal cinsiyet kurallarınagöre şekillenmekte ve bu, onların üniversitedeseçtikleri bölümü dahi etkilemektedir.Çocukluktan itibaren bir gün mutlaka anneolacağı öğretilen kız çocukları, büyüdüklerinde deçocuklarla ilgili daha anaç bir fakülte olan eğitimfakültelerini, bu fakültelerde de ilkokul, anaokuluöğretmenliğini daha çok tercih etmektedirler.

Mühendislikfakülteleri ise

erkek işi olarakgörülmekte ve erkeklere

bırakılmaktadır. Üniversiteye gelen öğrencilerin başlıca

sorunudur barınma. Bu, kadın öğrenciler içinseadeta çileye dönüşüyor. KYK’nın uygulamalarıbuna örnek. KYK yurtlarında erkek öğrenci isenizkimse size giriş çıkış saatlerinizi sormaz. Eğerkadın öğrenci iseniz yurda üç defa geçkaldığınızda ailenize bir uyarı mektubu gider.Ancak bu yeterli olmamış olacak ki artık yurtlardaöğrencileri izleme sistemi getiriyorlar. Bu sistemleaileler öğrencileri yurtlarda internet üzerindenizleyebilecek.

Geçtiğimiz günlerde KYK müdürü HasanAlbayrak da sermaye temsilcilerinin kadınabakışını özetlemişti. Kadın öğrencilerin yurdagiriş saatini 9’a çekmeyi planlayan Albayrakşunları söylemişti: “O yaşta kız çocuğununbaşıboş sokakta dolaşmasını doğru bulmuyorum.Çarşı pazar da açık değil, bara da gitmesin. Hemkız çocuğunun barda ne işi var. Tiyatroyasinemaya gitmelerine veya bir kursakatılmalarına engel yok. Gittiklerinde bunugösteren belgeleri ibraz ettikleri taktirde hiçbirsorun yaşanmıyor.” Bu sözler Albayrak’ın kadınısadece bedeninden ibaret ve hapsedilmesi gerekenbir varlık gibi gören anlayışa sahip olduğunualenen ortaya sermişti.

Kadına yönelik taciz ve tecavüzün bir devletpolitikası olduğu ülkemizde, üniversiteler veyurtlarda baskıcı düzenlemeler ve böylesiaçıklamalar yapılmasından daha sıradan neolabilir ki?

Ankara’dan bir Ekim Gençliği okuru 29

Üniversitelerde cinsiyetçibaskılar sıradanlaşıyor...

Page 30: EG 142. sayı

30

Anti-faşistmücadele on

yıllardır gençlikhareketinin temelgündemlerinden biriolagelmiştir. Faşist saldırılar,

özellikle gençlik hareketininyükseldiği dönemlerde, bir devlet

politikası olarakaygınlaştırılmaktadır. Bugün ise,

üniversitelerde sistematik birhal alan faşist saldırganlık,gençlik hareketini zapturaptaltına almanın, devrimci

faaliyeti üniversitelerden silmenin bir aracınadönüştürülmüştür. Birçok üniversitede sistematikve periyodik olarak yaşanması, faşist saldırılarınarka planını iyi tahlil edebilmenin ve buna uygunyanıtlar verebilmenin önemini bir kat dahaarttırmaktadır.

Faşizmi, kapitalizmin en gerici, en zorbayönetim biçimi olarak tanımlamak, zaten anti-faşistmücadelenin esas olarak sermayeyi hedef almasıgerektiğini, meseleyi bu kapsamda ele almanınönemini ortaya koyuyor. Kitle ve sınıf hareketininyükseliş dönemlerinde sistematik olarak artangerici şiddetin yönetim biçimini alması olanfaşizm, ideolojisini ırkçı ve dinsel öğeler üzerinekurmaktadır. Faşist yönetimin egemen olduğuyerde, devlet baştan aşağıya bir şiddet aygıtına

dönüşüyor, göstermelik de olsa en sıradan söz veeylem hakkını bile ortadan kaldırıyor. NaziAlmanyası, 12 Eylül Türkiyesi bunun en açıkörnekleridir. Bugünse kitle eylemlerinden işçidirenişlerine saldırılarda, öncülere pusu atmalardansatırlı saldırılara, kontr-gerilla faaliyetlerinden fail-i devlet cinayetlere kadar birçok farklı şekildekarşımıza çıkmaktadır.

Burada temel önemde olan ve akıldançıkarılmaması gereken şey, faşistlerin iplerininsermayenin elinde olduğudur. Dolayısıyla faşistsaldırıları, sermaye devletinin işçi ve emekçilerihedef alan topyekûn saldırılarının bir parçası olarakele almak gerekiyor. Zaten bu olgu rektörlük-sivilfaşist-polis-ÖGB işbirliği şeklinde karşımızaçıkmakta ve bütünlüklü mücadeleyi dayatmaktadır.

Faşizme karşı mücadele faşistlere karşı

mücadeleye indirgenemez!

Bu bütünlük kavranamadığı yerde mücadelehattının da doğru örülemeyeceği açıktır. Faşistsaldırılara karşı ‘düellocu’ bir mantıkla hareketetmek, ajitasyon-propaganda ayağını boş bırakmak,ilerici öğrenci kitlesinin tepkisini eylemleretaşıyamamak, faşist saldırıların hedefineulaşmasını kolaylaştırmaktadır.

Nasıl ki, burjuvaziye karşı mücadele bir grupdevrimcinin sınıf kitlelerinden kopuk öncümücadelesi ile sınırlanamazsa, sınırlandığında dabaşarıya ulaşamazsa, faşizme karşı mücadele de birgrup devrimcinin gençlik kitlesinden kopukdirenişiyle başarıya ulaşmaz.

Mücadeleyi kitle faaliyetine konuedebilmeliyiz. Zira sivil faşistler, genel olarakgençlik hareketinin geri, devrimci faaliyetinkitlerden kopuk olduğu yerlerde güçkazanabiliyorlar. Bizlerin boş bıraktığı alanları,

Anti-faşist mücadeleve devrimci

sorumluluk...

Page 31: EG 142. sayı

onlar doldurabiliyorlar. Üniversiteyi politik olarak sarıp sarmalayan,sistematik, kitle nezdinde meşruiyet sağlayan, onunla nefes alan, onayön verebilen bir çalışmanın olduğu yerde faşistler alanbulamayacaktır. Bu yüzden öncelikle yapılması gereken, kitlebağlarının güçlendirilip gençlik hareketinin ileriye taşınabilmesidir.

Sorumluluklarımızdan ikincisi ise faşist saldırıların hız kazandığıdönemlerde faşizmin düşünsel arka planını teşhir etmek, tarihiniortaya koyabilmek, pratiğini gözler önüne serebilmektir. Saldırılarınsıcaklığı ve yanıt üretme kaygısı bu ayağın genelde boş bırakılmasınaneden olabilmektedir. Faşistlere karşı şiddet kullanılmasının meşruolması, kitlelerin gözünde de meşru olduğumuz veya bu meşruluğudaha ileriden kazanmaya çalışmayacağımız anlamına gelmemektedir.Kitlelerin gözünde de bu meşruluğu kazanmak, dahası kitleleri anti-faşist mücadelenin bir parçası haline getirebilmenin yolu,ajitasyon-propaganda ve örgütlenme faaliyetinden geçmektedir.Kitlelerdeki anti-faşist duyarlılık, ancak bu şekilde açığa çıkartılabilir.Aksi durumda kitleden kopuk, marjinal bir duruma düşeriz ki, bu dafaşist saldırıların amacına ulaşmasını kolaylaştırır.

Faşist saldırıların esas amacı, birkaç devrimcinin dayak yemesiveya satırla yaralanması değil elbet. Birincisi, öncüyü hedef alanşiddetle kitle baskı altına alınmak istenmektedir. İkincisi, anti-faşistgündem ile kitle faaliyeti sekteye uğratılmak istenmektedir. Üçüncüsü,devrimciler gençlik kitlesinden yalıtılmak istenmektedir.

Sonuç olarak öncü hedef alınmış, baskı uygulanmış, kitle faaliyetisekteye uğramıştır; bu durumda saldırıya doğru ve bütünlüklü bir yanıtverilmezse eğer, faşist saldırı püskürtülse bile kitleden kopulmuşolacaktır.

Bu duruma düşmemek için anti-faşist mücadele politik kitleçalışmasına konu edilebilmeli. Saldırıların ve eylemlerin öncesinde,anında ve sonrasında, kitleyi tutum almaya çağıran yazılı ve sözlüajitasyon-propaganda faaliyeti büyük bir önem taşımaktadır. Kitlelerinkarşısına meşru bir taraf olarak çıkabilmeli, çatışanın iki düşünceolmadığı, burada karşı karşıya gelenin özgürlük ile zorbalık, devrimile düzen, geleceği temsil eden aydınlık ile geçmişi dayatan ilkellikolduğu sayısız örneklerle anlatılabilmelidir. Bu faaliyet anti-faşistmücadelenin olmazsa olmazıdır.

Faşistlere karşı devrimci şiddet meşrudur!

Burada kitle çalışmasına çubuk bükmemiz, faşistlere karşıdevrimci şiddetin kullanılması noktasında meşruluğumuzusorgulamaya veya tutuk davranmamıza neden olmamalıdır. Faşistlereyanıt üretebilmek için kitleleri anti-faşist mücadeleye kazanmayıbeklemek biçimindeki edilgen ve pasif tavra düşmemeliyiz. Elbette ki,devrimci şiddeti kitlelerle beraber, onun eyleminin bir parçası olarakve ileriye taşıyıcısı olarak kullanmak gerekir. Temel olanın kitlelerindevrimci şiddeti olduğu gerçeği, hiçbir koşulda şiddetebaşvurulmayacağı anlamına gelmez. Duruma göre kitle eyleminiileriye çekebilecek, kitleye özgüven kazandıracak ve devrimcifaaliyete saldıranların cezasız kalmayacağını gösteren eylemlerdenkaçınmamak gerekir. Bu konudaki tutukluk, örülen süreçlerinkaybedilmesine yol açabilir. Bu da saldırı püskürtmeye değil,faşistlerin daha da azgınlaşmasına zemin hazırlar.

Anti-faşist mücadelede genelde durum karşımıza şu şekillerdeçıkmaktadır:

1- Kitlelerden kopuk mücadeleyi faşistlere karşı mücadeleyeindirgeyen tutum. Bu, genel olarak geçmiş devrimci-demokrathareketin ‘öncü savaşı’ mantığının pratik karşılığıydı. Cezalandırmaeylemlerine sıkışan, şiddeti kendi içinde amaçlaştıran bir tutumdur.Bugün için gençlik içerisindeki etkilerinin zayıflaması ile birlikte bupratik daha sınırlı olarak ve tekil örneklerle karşımıza çıkmaktadır.

Reformizmin etki alanının genişlediği bugünün koşullarındakarşımıza çıkan ikincisidir.

2- Geri-uzlaşmacı, pasif, edilgen bir tutum olarak karşımıza çıkanikinci tutum ise, mücadeleyi kolluk güçlerine, rektörlüğe havale eden,anti-faşist mücadelenin sözde kaldığı, kitlelerin gözünde güvenyitimine neden olan tutumdur. Bu çizginin temsilcileri, faşistsaldırganlık karşısında şiddeti reddeden (ki zaten toplam pratiklerindede düzeni zora dayanan bir devrimle yıkmak değil, düzeni reformeetmek olduğu düşünüldüğünde bu konudaki pratikleri de şaşırtıcı

değil), meşru görmeyen bir duruş sergiliyorlar. Faşist saldırganlığa karşı mücadelede kitle eylemi, genellikle

reformistlerin sınırını aşmaktadır. Ancak burada da sorun, kitleeylemine öncülük edebilme şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Kitle eyleminemilitan önderlik sorunu

Kitle çalışmasında boşluk bırakılmadığı zaman veya faşistsaldırganlığa karşı duyarlılığın olduğu yerlerde ortaya çıkan anti-faşistmücadele deneyimlerinin bir kısmında, eylemlerden çatışma alanlarınakadar bir inisiyatif boşluğu, kitle eylemine militan önderlik sorunuyaşanmaktadır.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da kitleye öncülük edebilmek,onun eylemini yönlendirebilmek büyük bir önem taşır. Gençkomünistler olarak, bu tür durumlarda düzenle uzlaşmaz devrimcikarakteri açığa çıkarabilmeli, reformistlerin edilgen tutumlarınatakılmadan faşistlere karşı devrimci şiddetin meşruluğunu savunacaktarzda davranabilmeliyiz. Bunu yapmadığımızda, faşistlere yanıtüretemediğimizde kitlelerin güvenini yitireceğimizi ve kitlelerin dekendilerine olan özgüvenlerini yitireceğini bilmeliyiz.

Meseleyi faşistleri teşhire indirgeyen, slogan atıp şikayetçipozisyonda kalma tutumu pasifliktir. Devrimci önderlik kitlenin önünegeçmeyi, faşistlerin üzerine yürümeyi gerektirir. Bu demek değildir ki,‘kahramanlık’ yapalım, hesapsız-kitapsız gözümüzü karartalım. Enince ayrıntısına kadar düşünelim. Ancak devrimci şiddeti uygulayıpuygulamamayı değil, nasıl uygulayacağımızı, kitlelere nasıl maledeceğimizi ve kitle eylemini nasıl geliştireceğimizi düşünelim.Faşistlerle karşı karşıya gelindiğinde her bir yoldaşımızın üzerinedüşeni yapacağını, geri adım atmayacağını biliriz.

Burada tartışma konumuz kitleyle beraber bunu yapabilmek, kitleiçinde bunun temsilcisi olabilmek, onu ileriye çekebilme iradesiylebirleştirebilmektir. Sorun sadece faşistlerin şiddetine göğüs germekdeğil, kitlelerin geri bilinciyle mücadele etmek, onu iradi politikolarak ileriye çekebilmektir. Bunu yapmadığımız sürece anti-faşistmücadele tam anlamıyla başarıya ulaşmış olmayacaktır.

M. Uğur

Beytepe’de

soruşturma terörü

Hacettepe Üniversitesi’nde geçtiğimiz aylarda onlarca öğrenci

hakkında açılan soruşturmalar sonuçlandı.

“Hocalı Katliamı”nın yıldönümünde Beytepe’de estirilen ırkçı-

faşist provokasyon, Anadolu Gençlik Derneği adlı dinci-gerici

güruhun “Hz. Muhammed’e Sevgi Etkinliği”nin ilerici-devrimci

öğrenciler tarafından engellenmesi, İbrahim Kaypakkaya’yı anma

etkinliğine yönelik ÖGB saldırısı sonrası çıkan arbede olaylarından

uzaklaştırma cezası alan öğrencilerin sayısı tam olarak

netleştirilemese de 2 öğrencinin bir dönem uzaklaştırma cezası

aldığı biliniyor. Ayrıca aralarında Ekim Gençliği okurlarının da

bulunduğu onlarca öğrenciye de uyarı ve kınama cezaları verildiği

öğrenildi.

Bunun yanı sıra Ekim Gençliği okurları hakkında “sprey

boyalarla duvara yazı yazmak” ve “ÖGB’ye hakaret ve tehditte

bulunmak” suçlamalarıyla açılan soruşturma 6 Aralık Perşembe

günü görüldü. Soruşturma esnasında “Duvara yazı yazmak doğru

mu?”, “Siz yazılama yapmayı savunuyor musunuz?”,

“Yazılamaların içeriğini sahipleniyor musunuz?” gibi polisvari

sorular yöneltildi. Ekim Gençliği okurları ise soruşturmanın siyasi

olduğunu vurgulayarak devrimci-siyasal faaliyeti savundular.

Ekim Gençliği / Beytepe31

Page 32: EG 142. sayı

Geçtiğimiz aylarda seçilme yaşının 18’e indirilmesi üzerindenuzun tartışmalar yaşandı. Tartışmaların en dikkat çekici yanı ise 18yaşını doldurmuş gençliğin durumu ve siyasetle kurduğu bağ idi.

AKP şefinin, Yıldız Teknik Üniversitesi açılış törenindekikonuşmasında, seçilme yaşını 18’e indireceklerini söylemesi oldukçamanidardır. Düzen yıllardır başını kaldıranı ezmiştir, şimdi de “gençlikneden toplumdan uzak” demektedir. Gençliğin siyaset yaptığıgerekçesiyle soruşturmalara uğratıldığı, siyasetin önüne sürekli olarakbaskıyla, tehditle çıkıldığı ve tek tip bireyler yaratılmaya çalışıldığı biryerde “gençliği siyasete katmak hedefiyle” düzenleme yapılacağınınsöylenmesi tam bir ikiyüzlülüktür!

Bugüne değin söz söyleyenin başına vurulmuş, harekete geçeninbacakları kırılmış, başkaldıranın başı vurulmuştur. Bununüniversitelerdeki yansımaları da tüm örgütlülüklerin dağıtılmayaçalışılması ve siyasetin ‘S’sinin duyulmasının baskıyla, soruşturmayla,tutuklamayla karşılık bulması olmuştur. Hakkında soruşturma açılmışbinlerce öğrenci ve 700’ü aşkın tutuklu öğrenci bunun en açıkkanıtıdır.

Siyasetten ne anladıkları, ne anladığımız…

Tabi burada siyasetten ne anlaşıldığı ayrıca önemlidir. AntikYunan’da Aristo, “siyaset” kelimesini devlet işlerini anlatmak içinkullanmıştır. O günden bugüne de çok bir değişiklik olmamıştır.Yönetim aygıtının işleri olarak algılanmıştır hep.

Bugün ise, oluşturdukları siyaset akademilerinde meclisişleyişinden devletin toplam örgütlenmesine, devletlerarası ilişkilerdenbir takım ulusal ve uluslararası yasalara ve sözleşmelere dek uzananbir dizi alandan bahsetmektedirler. Demokrasi, yönetim, yerelyönetimler, uluslararası ilişkiler gibi başlıklarla burjuva siyasetinintemelleri anlatılmaktadır. Bu yüzden siyaset hayattan kopuktur zaten.

Nasıl ki kölelik toplumunda sadece ‘özgür’ insanlar ‘siyaset’yapabiliyorlardı, kölelerin böylesi bir hakkı yoktu, bugün de bu haksözde kalmaktadır.

Oysa siyaset yaşamın kendisidir. Sınıflı toplumlarda bir sınıfındiğer sınıfı baskı altında tutma aracı olarak devlet, onun işleriyle özelolarak ilgilenecek, kitleleri uyutacak, yönlendirecek, yönetecek özelbir memurlar ve siyasetçiler tabakasını da zorunlu kılar.

Sınıfların ortadan kalktığı sosyalist bir düzende ise zaten devletişleri çok basitleşecek, devletin sönümlenmesi ile de tümden ortadankalkacaktır. Sınıflı toplumun bir sonucu olarak ezen-ezilen, yöneten-yönetilen ayrımı siyaseti kimin yapacağını da belirleyen bir durumdur.

Siyaset denilince burjuvazi için burjuva temsili kurumlar ve onunişleri geliyorsa akla, geleceği temsil etme iddiasındaki gençlik içinse,yaşamın kendisi gelmelidir.

“Olaylara karışma yavrum...”

Üniversitelerde siyaset yapmanın yasaklandığı bir toplumdayaşıyoruz. Ancak, “Olaylara karışma yavrum” sözleriyle üniversiteye

gönderilen bizlerden yeri geliyor siyaset yapmamızisteniyor. AKP şefi Erdoğan çıkıp “gençlik apolitik”diyebiliyor. Hakkını arayan, siyaset yapan gençlik ise

baskıya maruz kalıyor. Bu ne yaman çelişkidir demeyelim. Onlarkendi siyasetlerini bize dayatıyorlar. Gençliğin kendi örgütlenmesiniyaratmaya çalıştığı yerde Öğrenci Konseyleri’ni, ÖTK’ları çıkartıp“işte gelin burada sözünüzü söyleyin” diyorlar. Ancak bizler biliyoruzki, söz sokakta söylenir, zafer sokakta kazanılır!

Seçilme yaşının 18’e indirilmesi tartışmaları da bu eksende elealınmalıdır. 12 Eylül’den beri sistematik bir şekilde toplumunyaşamından, gençliğin yaşamından siyaseti çekip çıkartanlar, gençliğidüzene yedeklemek adına, “siyaset yapılacaksa gelin burada yapın”demek adına bu oyunu hazırlamaktadır. Kendisine sorulan bir soruya“ben bilmem büyüklerimiz bilir” karşılığını veren milletvekili HakanŞükür, bizlere düzenin ne kadar siyasetle, yaşamla içli dışlı, inisiyatiflibireyleri seçip ülkenin başına vekil yaptığının en somut göstergesidir.Sırrı Süreyya Önder’in İdris Naim Şahin için “herkese, İdris NaimŞahin İçişleri Bakanı olduysa biz de her şey olabiliriz duygusuveriyor” sözleri, siyasetteki seviyeyi oldukça anlamlı bir biçimdeortaya koymaktadır.

Ayrıca siyaset ne menem bir şey ki, bu düzen 18 yaşına gelene oykullanma hakkı veriyor, askere gönderiyor ‘vatan’ı emanet ediyor,cezai ehliyeti var diyor, yargılıyor, cezaevine atıyor, yok olmadı yaşınıbüyütüp idam ediyor... Ancak “seçilemezsin” diyor! Ki,“seçilebilirsin” dese de bir şey değişmeyecek ya... ‘Ben bilmembüyüklerim bilir’ler artacak.

Seçilme yaşı 18’e inince de bir şey olduğu yok!

Kimse heveslenmesin. Seçilme yaşı 18’e düşse de, bununalanlardaki gençlik için bir karşılığı olmayacağı açık. Dünyadakiuygulamalar bunun göstergesi. 45 ülkede seçilme yaşı 18. Ancak 25yaşın altında seçilmiş olanların oranı 1000’de 1 bile değil. Yani dünyadüzeninin gençliği soktuğu durum bu.

Burjuvazi kendi çıkarlarına göre siyaset yapanı istiyor. Ona“eyvallah” diyeni istiyor. Ankara Üniversitesi açılış törenindeErdoğan’dan önce konuşan Öğrenci Konseyi Başkanı “hedefimiz2071” diyor, Erdoğan gibi. Erdoğan da onu örnek gösteriyor gençliğe.

Ancak bizler biliyoruz ki, siyaset hak arama mücadelesidir.Toplumu değiştirme, toplumla beraber bunu başarma işidir. Siyasetbirilerinin yönettiği, birilerinin yönetildiği bir topluma karşı çıkmaktır.Herkesin sözünü söyleyeceği mekanizmalar yaratmaktır. Sözsöylemeyi, siyasete katılımı 4-5 yılda bir sandığa gidip oykullanmaktan ibaret olarak algılamak değil, sözünü sokaktasöylemektir. Düzenin korktuğu tam da budur!

17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşını büyütüp asmalarından öte, 17yaşındaki bir gencin siyaset yapması, hem de bu kadar kararlı, bilinçaçıklığına sahip, ne yaptığını bilen, ölüme meydan okuyan tavrıdıronları rahatsız eden. Tüm çabaları 17’sinde Erdallar’ınyaratılmamasıydı. 12 Eylül’den beri gençliği içine soktukları mecrabuydu. Bu noktada belli başarıları da var. Ancak onlar tartışadursungençlik zaten siyasetin içinde.

Siyaset sizlerin oturduğu koltuklardan değil, gençliğin içindesokakta yapılıyor. Bize oyun oynamaya kalkmayın. Biz gençliğiz. Bizbu oyunu bozarız.

İstanbul’dan bir Ekim Gençliği okuru

Seçilme yaşının 18’e indirilmesi tartışmaları ışığında…

17’sinde idama ‘hak kazanan’ gençlik

siyaset yapmasını da bilir!

32

Page 33: EG 142. sayı

33

Tutuklu öğrencilerin gün geçtikçe artan sayısıülkemizdeki hukuksuzluğun gerçek yüzünügösteriyor. Çağdaş Hukukçular Derneği’nin 2011yılında hazırladığı tutuklu öğrenciler raporundakisayı 500 iken, bu sayı bir sene içinde 800’e çıkmışdurumda. Trajik olan şudur ki; birçok tutsaköğrencinin iddianamelerinde delil sayılabilecek birneden yokken bile mahkemeler aylarcasürmektedir. Aslında üzerinde durulması gereken,yüzlerle ifade edilen sayılar değil, öğrencilerisindirmeye, başaramayınca da kampüslerdentasfiye etmeye çalışan gerici/zorba zihniyettir.

12 Eylül askeri-faşist darbesinin ürünü YüksekÖğretim Kurumu, Öğrenci Disiplin Yönetmeliği ileüniversitelerde öğrencileri sindirmenintamamlayıcı bir aygıtı olarak kullanılıyor. Birçoküniversite yönetimi disiplin soruşturmalarıbaşlatarak uzaklaştırma ya da yükseköğretimdençıkarma gibi ağır cezalar vermekte büyük birpervasızlık gösteriyor. Bu bağlamda en demokratiktalepler için yürüyüş ve basın açıklaması yapanöğrencilere üniversitelerimizin “demokrasibekçileri” azgınca saldırıp sindirmeye çalışıyorlar.

Dinci-gerici iktidar, yasalara yaptığımüdahalelerle hukuk terörü estiriyor. Sermayedevleti, kendine muhalif gördüğü düşünce veeylemleri baskı altına almak için, hukukmekanizmasını kendi yasalarını bile ayaklar altınaalacak tarzda kullanıyor. Yargı makamlarının kararve pratiklerinin sermaye sözcülerinin söylemleri iletam bir uyumluluk içinde olması, pervasızlığınvardığı boyutu gözler önüne seriyor.

Tutuklu öğrenciler gerçeği de bu durumdanbağımsız değildir. Sermaye devletinin muhaliföğrencilere bakışı ve reva gördüğü uygulamaları,yargı makamları, verdikleri mahkûmiyetkararlarıyla tamamlıyorlar. Diğer bir ifadeylesermayenin kabul edilemez bulduğu öğrencieylemleri, yargı makamları eliyle “mahkum”edilip, öğrenciler zindanlara atılıyor. Öyle ki,mahkemeler dinci-gericiliğin ‘giyotin’i gibiçalışıyor.

Ve film burada başlıyor. Hazırda olansenaryolar devreye giriyor. Somut gerekçe ya dadeliller gösterilmeksizin “terör örgütü” şüphelisiveya sanığı ilan edilenlerin sonu gelmeyenyargılama süreçleri başlıyor. Tutuklanan

öğrencilerin yargılama süreçlerindeki ithamlarınçoğu “terör” adı altında birleştiriliyor.Mahkemelerin ‘suç delili’ olarak sundukları şeylerarasında evde bulunan ders notları, kitaplar, hattasu faturaları bile var. İfade ve örgütlenmeözgürlüğü kapsamına giren basın açıklaması, YÖKprotestosu, anma etkinlikleri ya da toplantıları gibifaaliyetlerin yanısıra saç kestirmek, şemsiyetaşımak, puşi takmak, halay çekmek, konser biletisatmak da, “yüce yargı”nın “suç” delilleri arasındayer alıyor. Bu “suç delilleri”ni ‘yüce yargı’nın‘külyutmaz’ savcılarına kaptıran öğrenciler, ‘azılısuçlular’ listesine girmeye muvaffak oluyorlar.Artık yüzlerce ‘azılı suçlu’ var bizden; bizim gibidemokratik, parasız, anadilde eğitim istediği ya daYÖK’ü protesto ettiği için..

Bu ‘azılı suçlular’dan biri de Kayhan Tüney.İstanbul Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimiikinci sınıf öğrencisi Kayhan (yani tutuklanmadanönce öyleydi), neredeyse iki yıldır F tipinde.Nedeni mi? “Barış ve Demokrasi Partisi binasındayapılan ve yasadışı olduğu iddia edilen birtoplantıya ve vicdani red, anadilde eğitim talebiyleyapılan basın açıklamalarına katılmak” diyeyazıyor iddianamede. Bir de darp iddiası var ki,utanç verici. Çünkü yüzde 70 engelli Kayhan, sağkolunu kullanamıyor, sağ bacağında da aksama var.Uzun mesafeyi zorlukla yürüyor. Tek başınagündelik işlerini halletmekte zorluk çektiğinisöylüyor ablası. Cezaevinde olmasını gerektirecekhiçbir neden yokken iki yıldır F tipi hücrelerdeKayhan.

Kayhan, Berna, Hasan oluyor isimleri, hepsiüniversitelerin birer parçası. Kampüsleri kapalıcezaevlerine dönüştüren zihniyet, buna rağmen sesçıkaranları ise kampüslerden atmaya çalışmaktadır.Öğrenciler artık derslerinden çok tutukluarkadaşlarının görüş günlerine gider olmuşdurumda. Tutuklu öğrenciler için akademik takvimbelli; sindirme, yok etme, susturma...

Yakında senin için de ders zili çalabilir. Yaoturup olan biteni seyreder, senin olamayanhayatına devam edersin ya da tutuklu öğrenciarkadaşlarına destek olup, kendi hayatını bukirliliğin içinden çıkarıp bizimle omuz omuzayürürsün!

İzmir Ekim Gençliği

Akademik takvim belli!

Page 34: EG 142. sayı

34

Hrant Dink’in katledilişininüzerinden 5 yıl geçti. Bu beş yıl

boyunca sermaye düzeni birbebekten katil yaratmasınıda, katillerini sahiplenmesinide bildiğini göstermiş oldu.

Cinayetin tetikçisinden yardımedenlerine, gizliliğini

sağlayanlarından planlayanlarına,Hrant Dink’e yönelik linç

operasyonunda rol alanlardan sermayedevletinin tüm kademelerindeki katliam

destekçilerine kadar hemen herkes ya‘aklandı’ ya terfi ettirildi.

Bunlardan birisi de Nihat Ömeroğlu...Nihat Ömeroğlu, Hrant Dink’e TCK 301.maddesine dayanarak ceza veren Yargıtayüyelerinden biri...

Bu karar ile Hrant Dink, “Türkdüşmanı” diye damgalandı; ardından isesermaye devleti ve medyasının aylar sürenlinç propagandası ile ‘katl-i vacip’ ler

listesinin başına yerleştirildi. Bu durumdevletin birebir planlaması,

yönlendirmesi ve görevlendirmesi ileyapılmıştır. Bu o kadar pervasızca yapıldı ki,cinayete giden süreç herkesin gözleri önündeyaşanmıştır.

Katilleri mahkemeler tarafından korunurken,Hrant Dink hakkında mahkûmiyet kararı verenler isebugün terfi ettirilerek ödüllendirilmişlerdir. Diğerlerigibi Nihat Ömeroğlu da, dinci-Amerikancı AKPrejimi tarafından, Kamu Denetçiliği’ne ‘baş denetçi’tayin edilerek terfi ettirilmiştir.

Kamu Denetçiliği:

Sözde katılımcı demokrasi

“Kamu Denetçiliği” kavramı 2010 yılındayapılan değişiklik ile anayasaya girdi. Bu kurumungörevi, “idarenin işleyişi ile ilgili şikâyetleriincelemek ve önerilerde bulunmak” şeklindetanımlanıyor. Yani, düzenin bu kurumla amaçladığı“biz demokrasiyi işletiyoruz, halkımızın şikâyetlerinidinleyip ona göre önerilerde bulunuyoruz”yanılsamasını yaratmaktır. Fakat bu kurumun başınagetirilen kişiyle birlikte düzen kendi niyetini bellietmektedir. Yapılan atama ile düzen demokrasiden neanladığını da çok iyi göstermiş oldu.

Onların “demokrasi ve adalet” anlayışlarına göre;

katiller aklanıp terfi ettirilmeli, düzen muhaliflerininifade özgürlüğü yok edilmeli, tüm işçi emekçilerbaskı altında tutulmalıdır. Nihat Ömeroğlu ve onungibilerinin terfi ettirilmesi de bu zorba zihniyetingöstergelerinden biridir.

Sözde muhalefetözde sermaye partisi CHP

Düzen içi muhalefet partisi CHP milletvekilleri,Ömeroğlu yemin ederken ona sırtlarını dönerek tepkivermişlerdir. AKP’nin bazı icraatlarına muhalefetetse de tarihi boyunca burjuvazinin çıkarları vesömürü düzeninin bekası için çalışan CHP de birdüzen partisidir. Hal böyleyken, gençliğin bu partiyeya da onun bazı milletvekillerinin “demokrattavırları”na kanmaması gerekiyor.

Aynı partinin şefinin TCK 301’e dört ellesarıldığını ve onu değiştirmeyi bir ayıp olarakgördüğünü, böylece düzenin işleyişine, yasalarına,hukukuna ve tüm değer yargılarına sahip çıktığını dabiliyoruz.

Gerçeği bilince çıkartmak

ve eyleme geçmek

Bizler, gençlik olarak sermaye partilerinin de,kapitalist düzenin de bizlere eşitlik, adalet ya daözgürlük getirmeyeceğinin bilincindeyiz. Bu düzenintemsilcilerinin çıkarları uğruna pervasızlıkta sınırtanımayacaklarının da farkındayız. Yani, devletistediğini kamu denetçisi yapabilir. Sabit olan tek şeyşudur: Her kim bu kurumların başına gelirse gelsinyapacağı şey, düzeni ve onun efendilerini koruyupkollamaktır.

Ancak çabaları nafiledir. Aradan geçen 5 yıl,Hrant Dink’in katledilmesini bizlereunutturamamıştır.

Tüm aklama çabalarına rağmen bu böyleolmuştur. Değiştirdikleri anayasaları da, hukukları dabizlere demokrasi getirmeyecektir. Bu düzende veonun hukuksal görünümünden başka bir şey olmayanyasalarında sadece sermayeye söz hakkı, sermayeyedemokrasi, sermayeye adalet vardır.

Bu koşullarda yapmamız gereken şey, yasaları vekoruyucularıyla beraber burjuva düzeni tarihinçöplüğüne atıp sosyalizmi kurmak için mücadeleetmektir.

Ü. Serciyan

Bir bebekten

katil yaratan

karanlığı dağıtacağız!

Katliamın sorumluları terfi

ettiriliyor...

Page 35: EG 142. sayı

35

Dilsizlerin konuşabildiği, elleri ileoluşturdukları şekillerle dertlerini anlatabildiği birdönemde okula başlayan bir çocuğun, annesinindilini konuşmasının yasaklanması, onu, yarınlardadili için kendini açlığa yatıran onurlu bir direnişçiyapabilir. Doğduğu andan itibaren ekmeğiniistemenin yegâne yolunu öğrenen Ferhatlar,Baranlar okulda Ali ile ata bakamadıkları içinöğretmenleri tarafından -ki Baran ona mamosteder- aşağılanabilir.

Aşağılanmaktan öte çocukluktan başlar yoksayılmak. Annesinin anlattığı hikayeler derslerdeyok sayılır. ‘Rojbaş’lar bir anda günaydına,‘hewal’ler arkadaşlara ve her sabah günaydınarkadaşlar ile başlayıp varlıklarının tesliminihaykırmaları ile bitmesi sağlanan törenlere kadardevam eder.

Çocuklukta başlayan sürecin ismi, ya okuduğubir yerde ya da tanıdık sohbetlerinde asimilasyonolduğu kulaklarına çalınır. Asimilasyon Kürtlerinbelki de dillerine ait olmayan fakat anlamını en iyibildikleri kelimedir. Doğuştan itibarenbileklerinde pranga gibi taşımaları ve çıkartmanıntek yolunun da ‘dağ Türkü’ oldukları safsatalarınainanmaları olduğu söylenir. Annesinin devletgüçleri tarafından darp edildiğini gören, babasınınotobüslerden inmesi söylenirken onunla aynıkaderi paylaşacağını bilen ve dahası kardeşi UğurKaymaz’ın cesedinde onlarca mermi ile karşılaşanbir çocuğun seçeneği, direnişten başka ne olabilirki?

Direniş kulaklara çalındı mı bir kere, devletinterörü kesilmek bilmez ve varacağı boyutuöngörmek mümkün olmaz. Bu terör Roboski’de34 can alır ve egemenler, “bir hataydı” açıklamasıyapabilecek kadar küstahlaşır. Sözde davalarla veucu açık terörle mücadele yasaları ile direnmeyifelsefe edinmiş bir ulusa azgınca saldırabilir.

Tutuklanan kişiler anadillerini sahiplenmekkonusunda suçlanırken ifade sırasında da dillerikabul görmez. Mahkeme tutanaklarına“bilinmeyen bir dilde ifade vermiştir “ diye geçer.

Her davada ve her seferinde aynı senaryo silbaştan oynanır.

Devletin sunduğu, dahası dayattığı seçeneklerbellidir: “Ya dilinle beraber beş metrekaredeyaşarsın ya dilini reddeder ve sınırlarını benimçizeceğim dünyada yaşarsın!” Kısacası teslimiyetya da direniş arasında seçim yapmak; bedenleriniaçlığa yatıranların aylarca süren direnişi, tercihinikincisinden yana olduğunu dosta düşmanagösterir.

Dilin yaşam olduğunu bilenlerin kararlılığıdevlet tarafından kabul edilir. Kürt halkınıncezaevlerinde ve şehirlerde geliştirdiği mücadelekarşısında çaresiz kalan devlet, bazen “yemekyiyorlar” yalanına sarıldı, bazen de “hepsi ölsün”diyen faşist güruhları ortalığa saldı. Buna karşındirenişin aylara yayılması, sermaye devletininmanevra alanlarını daralttı. İnsanların yaşamlarınıönemsiyor pozlarına giren iktidarın efendileri,anadil hakkının yaşamsal ve vazgeçilmez olduğugerçeği ile bir kez daha yüzleşmek zorundakaldılar.

Anadil bir halkın en doğal talebidir aslında.Anasının konuştuğu dil ile kendini ifade etmekgibi insani bir isteği dile getirenlerin vahşicesaldırıya uğraması, gerici rejimin Kürt ulusununcan damarlarından birini söküp alma konusundakiısrarının dolaysız sonucudur. Sermaye devletikimi zaman cepheden reddederken, muhalefetinyükseldiği dönemlerde anadil hakkını konuşmakmecburiyetinde kalıyor. Zira haklar verilmez, sökesöke alınır! Açlık grevi sürecinden sonraAmerikancı düzen medyasının da soruna dairçözümleri tartışmak zorunda kalması da bugerçeğin yeni ispatı olmuştur.

Baranlar’ın, Ferhatlar’ın kendi dilleri ilehikâyeler dinleyebildiği, eğitim süreçlerinde de budoğal hakkı kullanabildiği günlerin gelmesi içinparasız ve anadilde eğitim talepleri uğrunakararlıkla mücadelenin de yükseltilmesi gerekiyor.

İzmir Ekim Gençliği

Kendi dilinde

hikaye dinleyebilmek için...

Page 36: EG 142. sayı

36

“Rosa Luxemburg’ta sosyalist fikir, hem kalbin,hem beynin hiçbir zaman sönmeden yanan güçlü veegemen bir ihtirasıydı. Bu şaşırtıcı kadının büyükamacı sosyal devrim yolunu hazırlamak,sosyalizme giden tarih patikasını temizlemekti.Devrim denemesi, devrim için çarpışmak onun enbüyük mutluluğuydu. Bütün hayatını ve varlığınısosyalizme vakfetti… O, keskin bir kılıç, canlı birdevrim aleviydi.” Clara Zetkin, Rosa Luxemburg’uböyle anlatıyordu.

Trotsky ise, Liebknetch’in işçi kitleleriningözündeki önemini “Karl Liebknecht, uzlaşmaz birdevrimcinin gerçek ve mükemmel bir örneğiydi.Yaşamının son günlerinde, ismi etrafında sayısızefsane yaratılmıştı: anlamsızlık ölçüsünde kötüolanları burjuva basında, kahramanca olanları işçikitlelerinin dudaklarında” sözleriyle anlatmıştı.

Rosa’nın dışarda ya da hapiste süreklimücadeleyle geçen, toplum çeperinde sürüp gidenyaşamına ve Karl’ın, bu uzlaşmaz devrimcinin, işçikitlelerinin dudağında nasıl da yankılandığınabakalım.

Rosa Luxemburg, 5 Mart 1871’de Polonya’dadoğdu. Daha 18 yaşındayken, siyasi faaliyetlerdendolayı yurtdışına gitmek zorunda kalan RosaLuxemburg, İsviçre’de politika, tarih, ekonomi,doğa bilimleri ve matematik eğitimi aldı.

Marksizmin başyapıtlarıyla tanışması da işte tambu döneme denk gelir.

Rosa Luxemburg, Almanya’ya taşınması ilebirlikte, işçi sınıfının mücadelesine aktif olarakkatıldı. Takvimler 1898 yılını gösterirken, AlmanSosyal Demokrat Partisi’ne (SPD) üye olan RosaLuxemburg, Avrupa’nın sosyalist çevrelerindebüyük yankı uyandıran yazılar yazdı. RosaLuxemburg, SPD’nin “sorgulanamaz” bir yapıolarak görüldüğü zamanlarda, Kautsky veBernstein’ı karşısına alarak, SPD’nin reformistniteliğini teşhir eden ilk kişi oldu. Onun, içindebulunduğu kuruma dair bu eleştirileri, şüphesiz kiLuxemburg’un “kuşku ve eleştiriyi devrimci birsilaha dönüştürme yeteneği”nin kanıtlarıdır. RosaLuxemburg, tabiri caizse, hiç bir şeyi“dokunulmaz” ve “eleştirilemez” görmüyordu.

Marksizmin, “bitmiş, tamamlanmış bir ölüfikirler yığını” ya da “hazır reçeteler toplamı”olmadığı ne kadar kesinse, Luxemburg’un “herfarklı tarihsel kesitte öne çıkan sorunlara,proletaryanın devrimci mücadelesinin ihtiyaçlarıaçısından çözüm getirmeye çalışan canlı vedinamik bir dünya görüşü”nün temsilcisi olmaiddiası taşıdığı da o kadar kesindir. Bu doğruperspektif, elbette yanılma riskini tamamen ortadankaldırmıyordu. Lenin’in “Rosa Luxemburg

Marksizmin, “bitmiş,

tamamlanmış bir ölü

fikirler yığını” ya da

“hazır reçeteler toplamı”

olmadığı ne kadar

kesinse, Luxemburg’un

“her farklı tarihsel kesitte

öne çıkan sorunlara,

proletaryanın devrimci

mücadelesinin ihtiyaçları

açısından çözüm

getirmeye çalışan canlı

ve dinamik bir dünya

görüşü”nün temsilcisi

olma iddiası taşıdığı da o

kadar kesindir.

Canlı bir devrim alevi,

işçilerin dudaklarında

yankılanıyor...

Page 37: EG 142. sayı

37

Yenilgiye uğrayan Kasım

Devrimi’nden

çıkarılabilecek pek çok

ders vardır. Ancak Alman

deneyiminin en önemli

dersi, işçi sınıfının

devrimci öncü partisinin

önderliği altında

birleşmeden, devrimi

zafere ulaştırma

olanağından yoksun

kalacağını göstermiş

olmasıdır. Rusya’da

Bolşevik parti hazırdı,

devrim zafere ulaştı.

Almanya’da ise,

komünist parti hazır

olmadan patlak veren

devrim, işçi sınıfının beş

yıla yayılan kahramanca

mücadelesine rağmen

yenilgiye uğradı.

yanılıyordu. Ama tüm bu hatalarına rağmen o birkartaldı ve hep öyle kalacak” demesi bundandır.

Nitekim Luxemburg’un, SPD’nin reformist vehatta karşı devrimci bir rotaya kaydığı fikri, 4Ağustos 1914 tarihinde somutlaştı. SPD, AlmanParlamentosu’nda, ardında 10 milyon ölü, 20milyon sakat bırakan 1. Emperyalist PaylaşımSavaşı’na ödenek ayrılmasına onay verdi.

Bu oylamada, savaşa karşı oy kullanan tekparlamenter olarak parti yönetimiyle yollarınıayıran Karl Liebknecht ile bu olaydan sonra partiile tüm ilişkisini kesen Rosa Luxemburg’un yoluişte şimdi birbirine tamamen ve çözülmez olarakbağlanmıştı. Trotsky, Karl ve Rosa’nınölümünden sonra şöyle diyecekti: “Mizaçça çokfarklı ve bir o kadar da yakın olan bu iki savaşçı,birbirlerini tamamladılar, ortak bir amaca boyuneğmez bir kararlılıkla yürüyerek ölümü birliktekarşıladılar ve isimleri tarihe birlikte yazıldı.”

Leipzig’de, Luxemburg ile aynı yıl doğan KarlLiebknecht, aynı Luxemburg gibi küçük yaşlardasosyalizmle tanışmış, hukuk ve ekonomi eğitimialarak avukatlık yapmaya başlamış ve 1894’teAlman Sosyal Demokrat Partisi’ne üye olarakpolitikaya atılmıştı.

İşte bu iki savaşçının çevresinde toplanan solkanat, reformizme kaymış SPD’den ayrılarak;Leo Jogiches, Paul Levi, ve Clara Zetkin gibiisimlerle Spartakistler Birliği’ni (Spartakusbund)kurdu.

SPD sosyal şovenliğine devam eder,Almanya’daki proleter muhalefeti dizginlemeyeçalışırken, Spartakistler Birliği gösterilerörgütlüyor, nitelikli yazılar yazıyor vemeydanlarda işçi yığınları ile buluşuyordu. KarlLiebknecht’in şu sözleri, karşı devrimcilererağmen, hiçbir şekilde kırılamamış devrimciinancı, bize açıkça anlatıyor: “Siz, zalimyöneticiler, askeri caniler, yağmacılar; siz,dalkavuk uşaklar, uzlaşmacılar; Belçika’yıayaklar altına alıyor, Fransa’yı yıldırıyor, tümdünyayı ezmek istiyorsunuz ve kimsenin sizdenhesap soramayacağını sanıyorsunuz. Fakataçıkça söylüyorum: biz, bir avuç insan, sizdenkorkmuyoruz, size savaş ilan ediyoruz ve kitleleriayaklandırarak bu savaşı sonuna kadargötüreceğiz!”

Bu dönemde, sınıfa ihanet eden sosyaldemokratlar ile emperyalist paylaşım savaşına veburjuva demokrasisine doğru bakışla yaklaşankomünistlerin ayrışmasını mümkün kılan,Spartakistler Birliği olmuştur.

Yaklaşan Kasım Devrimi

28 Ocak’ta başlayan tarihi genel grevinbitirilmesi ve grev önderleri ile işçilerintutuklamalara maruz bırakılması bir sonu işaretetmiyordu. Tersine bu saldırılardan kurtulanlar,daha güçlü olarak yeni bir direniş örgütlemeyebaşladı. Bu kez işçiler silahlanıyorlardı. Bütünfabrikalarda birlikler kurulmaya başlanmıştı. Tümbu gelişmeler toplumun her kesiminihareketlendirmişti. Donanma askerlerinin saldırıemrini reddedip ayaklanışı, Kasım Devrimi’negiden kıvılcımı çakmış oldu. Başlayan ayaklanmahızla bütün Almanya’yı sararken kitlelerkendiliğinden sokaklarda toplanmaya başladılar.

9 Kasım’da genel greve gidildi. Başlayan

devrimin başarıya ulaşmasının en temel ihtiyacıgerçek bir devrimci önderlikti. Ayaklanma patlakverdiğinde devrimci sınıf partisinin henüz inşaedilememiş olması ve sosyal demokratların işçisınıfına kaba ihanetleri, çöküşün eşiğine gelenAlman burjuvazisinin iktidarını korumasına fırsatvermiştir.

Bu süreçte devrimci dönüşümlerin tam olarakyapılamaması, karşı devrimcilere güç olarakdöndü. Bu dönemde devrimci mücadeleyiyükseltmek adına Spartakistler Birliği, diğer solgruplarla birlikte KPD’yi (Alman KomünistPartisi) kurdu. Ne var ki bazı olaylar karşısındagösterilemeyen ani devrimci önderlik reflekslerive yaşanan kimi tereddütler sonucu, 13 Ocakgünü, karşı devrimci güçler, her ele geçirdikleriniinfaz ederek, askerleri ve Freikorps’ları(burjuvazinin paramiliter tetikçileri) işçilerin vedevrimcilerin üzerine salarak sayısız insanıkatledebilecek güce erişti. Burjuvazi, en başta,proleter yığınlar içinde kök salmış RosaLuxemburg ve Karl Liebknecht gibi işçi sınıfınınkomünist önderlerini katletmeyi hedeflemiştielbette.

Eden Oteli

Rosa, Karl Liebknecht’in eşi Sonia’ya yazdığıbir mektupta şöyle diyordu: “Her şeye rağmengörev başında, bir sokak çatışmasında ya dadarağacında can vermek isterim.” Luxemburg’unbu isteği gerçekleşti...

15 Ocak 1919 gecesi işçi sınıfının iki önderi,Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg,tutuklanarak Eden Oteli’ne götürüldüler. Rosadipçik darbeleriyle, Karl ise başından silahlavurulup alçakça katledildi. Kral ve Rosa’yıkatledenlerin şefi, Alman Sosyal DemokratParti’sine (SPD) mensuptu. Emperyalist paylaşımsavaşına destek vererek işçi sınıfına ihanet edenSPD, Karl ve Rosa’yı katlederek bu ihaneti doruknoktasına vardırdılar.

Yenilgiye uğrayan Kasım Devrimi’ndençıkarılabilecek pek çok ders vardır. Ancak Almandeneyiminin en önemli dersi, işçi sınıfınındevrimci öncü partisinin önderliği altındabirleşmeden, devrimi zafere ulaştırmaolanağından yoksun kalacağını göstermişolmasıdır. Rusya’da Bolşevik parti hazırdı,devrim zafere ulaştı. Almanya’da ise, komünistparti hazır olmadan patlak veren devrim, işçisınıfının beş yıla yayılan kahramancamücadelesine rağmen yenilgiye uğradı.

Bir diğer önemli ders ise, SPD’nin işçi sınıfınaihaneti, karşı-devrimin vurucu gücü olacaknoktaya vardırmasıdır. Ekim Devrimi’ninzaferinden sonra gerçekleşecek bir AlmanDevrimi’nin, dünya devrimi açısından hayati birönem taşırken, SPD’nin ihanetinin de katkısıylayenilgiye uğraması, Hitler faşizminin iktidarı elegeçirmesine zemin hazırlamıştır.

“Reformizme karşı devrim” şiarınıbenimseyen Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht,proletaryaya yol göstermeye bugün de devamediyor.

Katledilişlerinin 93. yılında, bu devrimciönderleri saygıyla anıyor, tekrar haykırıyoruz:

“Vardık, varız, var olacağız!”

Page 38: EG 142. sayı

Alman proletaryasının ve sosyalizmin iki seçkin önderi Rosa Lu-xemburg ve Karl Liebknecht, 13 Ocak Pazar günü Berlin’de yapılan yü-rüyüş ve ardından gerçekleştirilen anıt-mezar ziyareti ile bir kez dahaanıldı.

Yürüyüşe, Almanya’nın farklı bölgelerinden gelen yaklaşık onbinişçi, emekçi ve genç katıldı. Sabahın erken saatlerinde başlayan anıt-mezar ziyeretine katılım gün boyu artarak devam etti. Yürüyüşte ol-dukça güçlü bir gençlik katılımı gözlenirken, özellikle yaşlı kuşaksosyalistler her zamanki gibi yine anıt-mezar ziyaretini tercih ettiler. Buyılki yürüyüşte dikkati çeken bir başka şey de, hemen tüm kortejlerehakim canlılık ve coşkuydu.

Kriz Almanya’da da iyiden iyiye hissedilmeye başladı. BochumOpel gibi büyük ölçekli işyerlerinin kapanması gündemde. Buna paralelolarak işsizlik oranı gittikçe yükseliyor. Yoksulluk giderek derinleşiyor.Sosyal kısıtlamalar yeniden hız kazanmış bulunuyor. Bir başka önemligelişme ise, Almanya’da militarist politikaların gittikçe azgınlaşmasıdır.Savaş suçlusu Alman tekelci burjuvazisi, dünyaya egemen olma hırsı ile,bir kez daha, hummalı biçimde savaş hazırlığı yapıyor. Son olarak 400askeri ile birlikte Patriot füzelerinin Türkiye’ye sevkiyatına başladı.Bütün bunlara yönelik tepki haliyle, bir gün öncesindeki R. LuxemburgKonferansı’na ve 13 Ocak’taki yürüyüş ve anıt-mezar ziyaretine de yan-sıdı.

Yürüyüş sırasında dağıtılan bildirilerde ağırlıklı olarak bu konu iş-lenmişti. Taşınan pankart ve dövizlerde en çok savaş karşıkı şiarlar yeralıyordu. Yerli devrimci partiler tarafından yol boyunca zaman zamanses cihazları üzerinden savaş karşıtı konuşmalar yapıldı.

Anma yürüyüşüne yerli sosyalist partilerden DKP, MLPD, AlmanSol Parti-Die Linke gibi partiler katıldı. Yanı sıra, İspanya, Şili, Dani-marka, Çek Cumhuriyeti’ne mensup devrimci partiler de yürüyüşte yeraldılar. DKP ve MLPD kortejleri hem güçlü katılımları hem de canlılıkve coşkuları ile dikkati çektiler.

TKP/ML, MLKP, ADHK, Anadolu Fedarasyonu, DİDİF, TKP, Öz-gürlük ve Dayanışma Partisi gibi Türkiyeli sol parti ve örgütler de heryıl olduğu gibi yürüyüşte yerlerini aldılar. Bu kortejler de canlıydı, slo-ganları hiç susmadı, ancak bazılarının katılımı geçen yıla göre zayıftı.Hemen her parti ve örgütten belli güçler, aynı gün aralarında PKK ku-rucu kadrosu Sakine Cansız’ın da yer aldığı üç Kürt için Paris’te yapıla-cak olan yürüyüşe katılmak üzere Paris’e gitmişti. Bu, haliyle katılımada yansımıştı.

Bu yılki yürüyüşte çok sayıda kızıl bayrak taşındı ve bu da dikkatiçekti.

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht için yapılan anma eylem ve et-kinlikleri sırasında Paris’te alçakça katledilen üç Kürt siyasetçisi de unu-tulmadı. 12 Ocak günü yapılan XVIII. Rosa Luxemburg Konferansı,Sakine Cansız ve arkadaşları için yapılan saygı duruşu ile başlatıldı. 13Ocak yürüyüşü sırasındaysa onlara ait posterler taşındı, sloganlar atıldı.

Yürüyüş saat 10.00’da ve Frankfurter Tor’da başladı. Buyılki yürüyüş gerçekten de geçen yıllara göre daha canlı ve

coşkulu bir atmosferde gerçekleşti. Yol boyunca sürekli sloganlar atıldı,ses cihazlarıyla devrimci marşlar çalındı. Yine ses cihazları aracılığıylagüne ilişkin ve çeşitli konularda ajitasyon konuşmaları yapıldı, bildirilerokundu. Ve her zamanki güzergahtan geçilerek anıt-mezarlara gelindi.Anıt mezarların girişinde coşku iyice arttı. Sloganlar daha bir gür atıl-maya, marşlar daha bir canlı söylenmeye başladı. Bunu, her yılki gibiyaşlı kuşak sosyalistlerin bu devrimci coşkuyu tetikleyen selamlamalarıve alkışları tamamlıyordu.

Bu kez topluca anıt-mezarlar ziyaret edildi. Bir kez daha, Rosa Lu-xemburg ve Karl Liebknecht ve onların şahsında devrim ve sosyalizmkavgasında ölümsüzleşenler için saygı geçidi yapıldı, anılarına bağlılı-ğın bir ifadesi olarak anıt-mezarlarına kırmızı karanfiller ve güller bıra-kıldı.

Anıt-mezarların bulunduğu alanda bir de çeşitli partiler küçük etkin-likler yaptılar. Örneğin MLPD kurduğu platformda da Rosalar için biranma etkinliği gerçekleştirdi.

Komünistler komünizme ait sembol ve

değerlere sahip çıkıyor!

Komünistler bu yıl da sosyalizmin seçkin temsilcileri olan Rosa Lu-xemburg ve Karl Liebknecht yürüyüşüne özel biçimde hazırlandı.Büyük bölümünü genç komünistlerin oluşturduğu bir kortejle yürüyüş-teki yerini aldı.

Komünistler, yürüyüşte, üzerinde Rosa Luxemburg ve Karl Liebk-necht’in resimlerinin olduğu, “Gelecek her yerde sosyalizme aittir!” ya-zılı TKİP pankartı ve kızıl bayraklar taşıdılar. Genel sloganların yanısıra, parti sloganları da haykırıldı. Avusturya İşçi Marşı hep beraber söy-lendi.

Yürüyüş sırasında taşınan diğer pankartta da “Savaş aygıtı NATOdağıtılsın!’’ şiarı yazılıydı.

Komünistler, Paris’te katledilen Kürt siyasetçileri de unutmadı. Yü-rüyüş boyunca Sakine Cansız’ın büyük boy bir posteri de taşındı.

Hem yürüyüş sırasında ve hem de anıt-mezarların olduğu alandayoğun biçimde, “Kapitalist barbarlığa ve emperyalist saldırganlığa karşı,sosyalizm için ileri! / TKİP-Yurtdışı Örgütü” imzalı bildirilerin dağıtımıyapıldı. Ayrıca, BİR-KAR’ın NATO ve Patriotlar karşıtı kampanya çer-çevesinde çıkarttığı bildiriyi yaygınca dağıttığı gözlendi.

Anıt mezarlara çok yakın bir mesafede bulunan yüksek bir binanıntepesinden aşağı salınan oldukça büyük bir pankart hemen her kesin dik-katini çekti. Havai fişeklerin havaya fırlatılması eşliğinde aşağıya sarkı-tılan bu pankartın üzerinde, “Dün olduğu gibi, bugün de devrim içinbinlerce bedenimiz var!’’ yazılıydı. Günün belki de en anlamlı sözübuydu.

Başta Alman kökenliler olmak üzere, Almanya’daki tüm uluslardanişçi ve emekçiler burjuvazinin tüm karalayıcı çabalarına inat, bir kezdaha, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’e sahip çıkarak bu vecizsöze karşılık verdiler.38

Onbinler Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i andı...

“Dün olduğu gibi, bugün de

devrim için binlerce nedenimiz var!”

Page 39: EG 142. sayı

19 Ocak’ta ne olmuştu?- Bir güvercin düşmüştü sokağın ortasına…Arka arkaya sıkılan kurşun sesleri kentin kulakları sağır eden sessizliğini delip geçmişti.Güvercinin can çekişen bedeni, kaldırım boyunca uzayan kan selinin tükendiği anda dinginleşmişti.Evet, bir güvercin daha yitip gitmişti.“Ürkek ama özgür” yaşamını geride bırakarak…O güvercinin ardından yakılan ağıtlar yankılanmıştı yine aynı kentte.Aynı kentte söylenmişti güvercinin hasretinin türküleri.Katilleri tir tir titreten çığlıklarıyla binlerce güvercin; her şeyi gören, her şeyi duyan, her şeyi bilen sokakta uzayıp gitmişti. Ve hepsinin beyninde aynı soru: - Bu ülkede güvercinleri vururlar mı? Ve aynı cevap: - Vururlar! Çünkü Hrant’ın o ürkek yüreğini delip geçen kurşunlar binlerce kez sıkıldı bu topraklarda kardeşliğe…

Buradayız ahparig!

Page 40: EG 142. sayı

10 Şubat 2013 - Saat: 13.00Yer: Petrol-İş Sendikası Konferans SalonuAdres: Altunizade Mah. Kuşbakışı Cad. No: 23 Üsküdar/İstanbulİrtibat: 0 531 439 05 53 / [email protected]

10 Şubat 2013

Özgürlük, eşitlik ve sosyalizm mücadelesinde

Devrimci Kadın Kurultayı'nda buluşalım!