Transcript
Page 1: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

PB 1

eğitim-kültür-sanat dergisi

ocak - haziran 2017

ELEŞTİRİ: MÖSYÖ MATHIEU’NÜN ASi ÇOCUKLARI: KORO

GEZİ: GÜNEŞi EN GÜZEL BATIRAN ADASI: BORACAY

ANI: AYSEL GiT BAŞIMDAN

HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR KOCAMAN AĞACA

DENEME: ORGANiK PAMUK PRENSES VE YEDi CÜCELER

DOSYA: GENÇLiK VE DEĞERLERiMiZ

ŞİİR: KARAMSARLIK KURBANI

Page 2: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

2 3

İçimi titreten bir sestir her gün. Saat her çalışında tekrar eder: “Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın? Elin boş mu gireceksin geceye? Bir düşünsen yarıyı buldu ömrün. Gençlik böyledir işte, gelir gider; Ve kırılır sonra kolun kanadın; Koşarsın pencereden pencereye.”

Ah o kadrini bilmediğim günler, Koklamadan attığım gül demeti, Suyunu sebil ettiğim o çeşme, Eserken yelken açmadığım rüzgâr Gel gör ki sular batıya meyleder, Ağaçta bülbülün sesi değişti, Gölgeler yerleşiyor pencereme; Çağınız başlıyor ey hâtıralar.

Cahit Sıtkı TARANCI

GENÇLİKBÖYLEDİR İŞTE

Nis

a KA

RACA

Has

an R

ıza G

SL Ö

ğren

cisi

Page 3: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

2 3

“Her şey unutulur. Fakat biz, her şeyi gençliğe bırakacağız. O gençlik ki hiçbir şeyi unutmayacaktır; geleceğin ümidi, ışık saçan çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir.”

C. D

evrim

ALP

ARSL

AN C

umhu

riyet

Ort

aoku

lu G

örse

l San

atla

r Öğr

etm

eni

Page 4: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

4 5

İÇİNDEKİLER

08

14

24

30

32

KARAMSARLIK KURBANI

KÖŞEDEKİLER

BİR KÜÇÜK TOHUMDAN BİR KOCAMAN AĞACA

AYSEL GİT BAŞIMDAN

FİLİPİNLER’İN GÜNEŞİ EN GÜZEL BATIRAN ADASI: BORACAY

KÜLLÜK YAHUT MERYEM

HAFIZAMA KAZIDIKLARIM

ÖĞRETMEN NEDİR?

HER EYLÜL BİR BAŞLANGIÇ

POSTYAPISAL BİR DENEME

DOSYA: GENÇLİK VE DEĞERLERİMİZ

SATIR ARALARINA KURULMUŞ ŞEHİRLER

ORGANİK PAMUK PRENSES & YEDİ CÜCELER

8

9

10

12

14

18

20

22

24

26

28

30

32

28

Page 5: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

4 5

38

42

48

54

65

68

36

38

40

42

46

47

48

50

52

54

58

65

68

GİZLİ GENÇLİK DEFTERİ

DURAĞIN YABANCISI

SOSYAL MEDYA VE GENÇLİK

GENÇLİKTE DEĞERLERİN YANSIMASI

GENÇLİK VE KİTAP OKUMAK

KİTAP VE GENÇLİK

GENÇLERİN GELECEK KAYGISI

HAYATTA BİR KERE

TERCİHİMİZ GELECEĞİMİZDİR

UNUTMA SEN DE ÇOCUKTUN

HASKÖY KARAY KENESASI

MELEKLERİN SESLERİ: KORO

EDİRNE DESTİNASYON MARKALANMASI

Page 6: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

Ekin

ÖZE

NCA

N H

asan

Rıza

GSL

Öğr

enci

si

Page 7: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

editördenarzu ulaşdır

80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi Türk Edebiyatı / Dil ve Anlatım Öğretmeni

İmtiyaz Sahibi:Hüseyin ÖZCANEdirne İl Milli Eğitim Müdürü

Genel Yayın Yönetmeni:Filiz SUGÖZLEYENZübeyde Hanım Anaokulu Müdürü

Editör:Arzu ULAŞDIR80. Yıl Cumhuriyet Anadolu LisesiTürk Edebiyatı / Dil ve Anlatım Öğretmeni

Yayın Kurulu:Elif ACAREdirne Anadolu İmam-Hatip LisesiTürk Edebiyatı / Dil ve Anlatım Öğretmeni

Filiz MANDACIEdirne Anadolu İmam-Hatip LisesiTarih Öğretmeni

Nilgün ISSIGÜN80. Yıl Cumhuriyet Anadolu LisesiTürk Edebiyatı / Dil ve Anlatım Öğretmeni

Şadi KULOĞLUE.Halk Eğitim Merkezi ve Akşam Sanat OkuluTürk Edebiyatı / Dil ve Anlatım Öğretmeni

İsmail KASAPOĞLUEdirne Mesleki ve Teknik Anadolu LisesiTarih Öğretmeni

Genel Sanat Yönetmenleri:Nadide Dilek ALTAYEdirne Lisesi Müdür Yardımcısı

Levent TOSUNHasan Rıza Güzel Sanatlar LisesiGörsel Sanatlar Öğretmeni

Tasarım: Çivi Yaratıcı Fikirlerwww.civi.com.tr+90 (482) 290 23 38

Basım: Seçil Ofsetwww.secilofset.com+90 (212) 629 06 15

Yönetim Yeri:Edirne İl Milli Eğitim MüdürlüğüVilayet Binası EDİRNE

İletişim:Tel: (284) 225 30 75 – 225 16 32Web: edirne.meb.gov.trE-posta: [email protected]

Edirne Valiliği İl Özel İdaresiTarafından Bastırılmıştır. Ocak - Haziran 2017

ocak - haziran 2017

eğitim-kültür-sanat dergisi

*Dergide yer alan yazı, fotoğraf ve resimlerin sorumluluğu sahiplerine aittir. Yazılar, fotoğraflar ve resimler izinsiz kullanılamaz.

Değerli Edirne Eğitim Okurları,

Hüzünlü bir yılı arkamızda bıraktığımız, huzur ve barış temenni ettiğimiz yeni bir yılda dokuzuncu sayımızla sizin karşınızdayız. Bu sayımızda “Gençlik ve Değerlerimiz” konusunu ele aldık.

Toplumların temel unsuru olan gençler, genellikle yetişkinlerin eleştirilerine maruz kalmaktadır. Öyle ki MÖ V. yüzyılda yaşayan Antik Yunan Filozofu Sokrates, bakınız gençleri nasıl eleştirmiştir: “Günümüzün çocukları lüksü seviyor. Kötü davranışları var, otoriteye başkaldırıyorlar, yaşlılara saygıları yok, çalışmak yerine lak lak etmeyi seviyorlar. Çocuklar artık evlerinin hizmetçisi değil, tiranı. Anne babaları odaya girince ayağa kalkmıyorlar. Onlara itiraz ediyorlar, destek olmak yerine laklak yapıyorlar, şapır şupur yiyorlar, bacak bacak üstüne atıyorlar, öğretmenlerine zulmediyorlar.”

Asırlardır eleştirilere maruz kalan gençlerimizi bizler farklı bir bakış açısıyla ele aldık. Bu sayımızda gençlerin sorunlarına, gelecek kaygılarına onların gözüyle bakmaya çalıştık. Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet edeceğimiz gençlerimize bizim güvenimiz tamdır. Gençlerimiz, atalarından aldıkları mirası daha da ilerilere götürecektir.

Delikanlım, işaret aldığın gün atandanYürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan!Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan.

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın,Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!.. Arif Nihat Asya

Bu sayımızda bizlere maddi ve manevi desteğinden dolayı İl Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Hüseyin Özcan’a teşekkürlerimizi arz ediyorum. Dergimizin hazırlanmasında büyük emeğe sahip olan dergi ekibimize; eserleriyle dergimizi zenginleştiren değerli akademisyen, araştırmacı, öğretmen ve öğrencilerimize minnetlerimi sunuyorum.

Yeni sayımızda görüşmek dileğiyle... Hoşça kalın.

Kapak Görseli: Levent Tuna TOSUNKırkpınar Ağası Alper Yazoğlu Ortaokulu Öğrencisi “Türkıye Değer Ödüllerı” 2016 Karıkatür Dalı Türkıye Birincisi

Page 8: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

8 9

Gençlik dönemi, bireyin kimliğinin ve kişiliğinin oluştuğu dönemdir. Gençlik döneminde kişiliğini ve kimliğini oturtan bireyler, toplumu oluşturmaktadır. Bu nedenle bir toplumun temel taşını oluşturan unsur, gençlerdir. Toplumlar, gençliğe verdikleri önem nispetinde gelişebilir. Okuyan, düşünen, eleştiren bir gençlik; mensup olduğu toplumu daha da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi hem de Türk tarihi toplumlarını şaha kaldıran genç simalarla doludur.

İslam müjdesinin henüz verilmediği, cehaletin zifiri karanlığının hüküm sürdüğü bir devirde iffeti, mertliği, merhameti, adaleti ile “Muhammedü’l-Emîn” olarak tanınan bir genç vardır. Bu karanlık, barış ve selamet dini olan İslam ile dağılmaya başlayacaktır. “Muhammedü’l-Emîn”, Resûlullah olduktan sonra Hicret edecektir Medine’ye. Henüz küçük bir çocukken İslamiyet’i kabul eden Hz. Ali, Hicret gecesi Cihan Peygamberi Hz. Muhammed’in yatağına yatıp müşrikleri oyaladığında henüz yirmili yaşlarında bir gençtir. Cennetle müjdelenen Talha bin Ubeydullah, Uhud’da İslam Peygamberi’ni yalnız bırakmayıp yaralandığında, “Sahabe-i Kirâm’dan ayakları üzerinde dolaşan bir şehit görmek istiyor musunuz? İşte o, Talha bin Ubeydullah’tır.” hadîs-i şerîfiyle şereflendiğinde yirmili yaşlarında bir gençtir.

Türk tarihi de şanlı birçok genç şahsiyete şahitlik etmiştir. Anadolu’nun kapılarını Türklere açan, “Ebu’l-Feth” unvanını ilk alan Sultan Alparslan; cihangirâne bir imparatorluğun doğacağı Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Bey o şanlı gençlerden sadece birkaçıdır. Batı’nın “Muhteşem Süleyman”ı, Doğu’nun “Kânûnî Sultan Süleyman”ı, yarım asır Osmanlı’yı yöneten, saltanatının 10 yılını seferlerde geçiren I. Süleyman; tahta geçtiğinde 26 yaşındadır.

KÖKLERiNiN iZiNDEBiR GENCLiKHüseyin ÖZCAN / Edirne İl Milli Eğitim Müdürü

Page 9: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

8 9

Bin yıllık Bizans İmparatorluğu’na son veren, karanlıklar içindeki Orta Çağ’ı kapatıp Yeni Çağ’ı açan, Alparslan’dan sonra “Ebu’l-Feth” olarak anılan Fatih Sultan Mehmed; gemileri karadan yürütüp İstanbul’u fethettiğinde henüz 21 yaşında bir delikanlıdır.

“Gürlemiş Topkapı’dan bir yeni şiddetle daha. Şanlı namıyle ‘büyük top’ denilen ejderha.

Sarf edilmiş nice kol kuvveti gündüz ve gece. Karadan sevk edilen yüz gemi geçmiş Haliç’e

Son günün cengi olurken ne şafakmış o şafak! Üsküdar, gözleri dolmuş, tepelerden bakarak

Görmüş İstanbul’a yüz bin meleğin uçtuğunu, Saklamış durmuş, asırlarca, hayâlinde bunu.” Yahya Kemal BEYTALI

Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünü kaybetmesiyle emperyalist Batı’nın akbabalar gibi Osmanlı’yı paylaşma planlarını yaptığı XX. yüzyılda da mümtaz genç simalar belirir. I. Dünya Savaşı’nda şanlı Mehmetçik cephelerdedir. Öğrencileri şehit olan Galatasaray Lisesi, Edirne Lisesi, Konya Lisesi ve İzmir Lisesi 1915’te mezun verememiştir. Dârülfünûn öğrencisi yüzlerce tıbbiyeli, vatanı uğruna Çanakkale’ye koşmuş; bu toprakları vatan yapmak için canlarını feda etmiştir:

“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhîdi.Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi Mehmet Âkif ERSOY

Askerimizin destan yazdığı bu çetin savaşta ANZAK birliklerini Conk Bayırı’nda durduran Yarbay Mustafa Kemal, İngilizleri bozguna uğratarak önce Miralay sonra da “Anafartalar Kahramanı” olur. Bu genç subayın tarihe şekil verdiği birkaç yıl sonra anlaşılacaktır.

Korkmadan, yılmadan, ümitsizliğe kapılmadan genci yaşlısı, çoluğu çocuğu, kadını erkeği birlik olarak Osmanlı’nın küllerinden Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracaktır. Cumhuriyetimizin güçlenmesinde genç dimağların, azimle çalışan insanımızın payı büyüktür. Akif’in Asım’ıdır bu genç nesil. Necip Fazıl’ın beklediği, “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir.” şuurunda bir gençliktir bu nesil. Tanktan, tüfekten, uçaktan korkmayan; “ ‘Kim var?’ diye seslenilince sağına ve soluna bakınmadan fert fert ‘Ben varım!’ cevabını verici, her ferdi ‘Benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik… Can taşıma liyakatini canların canı uğrunda can vermeyi minnet sayacak kadar gözü kara ve nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik… Zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik”tir Türkiye’yi ayakta tutan. Nurettin Topçu’nun ifadesiyle “Biz, kendisine Hakk’ın emaneti olan mukaddes davadan vazgeç diyenlere gözyaşları ve içindeki isyan yıldırımlarıyla dönüp de ‘Güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler yine de bu işten vazgeçmem.’ diyen büyük Peygamberimizin izinden yürüyoruz.” diyen bir gençliktir dört bir taraftan yapılan hain saldırılar karşısında boyun eğmeyen ve ülkesine boyun eğdirmeyen gençlik.

Korkma! Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz; Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz! Düşer mi tek taşı sandın harîm-i nâmûsun? Meğerki harbe giden son nefer şehîd olsun. Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa; Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa; Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar, Taşıp da kaplasa âfâkı bir kızıl sarsar; Değil mi cephemizin sînesinde îmân bir; Sevinme bir, acı bir, gâye aynı, vicdân bir; Değil mi sînede birdir vuran yürek... Yılmaz! Cihân yıkılsa, emîn ol, bu cephe sarsılmaz!” Mehmet Âkif ERSOY

Türkiye Cumhuriyeti, mazisindeki mümtaz gençlerden aldığı ilhamla vatanına sımsıkı sarılan, korkmayan, yılmayan, okuyan, düşünen, gelişen bu genç neslin elinde “ilelebet pâyidâr kalacaktır.”

Page 10: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

10 11

Alışkanlıklarıma forsalık etmesin karamsarlığım;Her gün aynı tenha yoldan yürümesin.Ben bu mektubu sevgili,Bugün yılını bilemediğim bir diyardan,Gönderiyorum sana ve pencerede atları görüyorum.Şehrin dalgalı karanlığında,Rüzgârların yıldız ışıkları parıldıyor.Suya vuran yansımalara,Fırça çekiyor bir kutsal sakin. Gökyüzünde gökyüzü yok bu gece.Zeus yakarışlarına direnmiyor bu gece şairinGökyüzünden mahrum gökler bile kararıyor,Duman duman bulutlarla!Dalgalanan rüzgârların arasından, Işığa vuran bir gölge geliyor, İlkçağ esintisi denizinden!Sis, kül ve duman…“sen” diyorum, “ey kutsal yaratık” Kuş ya da şeytan! Çek git buradan,Gecem gündüzün çığlıklarına bulanmadan;Rahat bırak beni güne uyanmayan rüyalarımda;Üşümesin rüzgârından kara bulutlarım…

Cevat Mert ÇETİN / Edirne Lisesi Öğrencisi

KARAMSARLIK KURBANI

Page 11: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

10 11

Odanın soğukluğunu bölüyor o tını Rüzgâr dört duvar arasında tozunu üstüme seriyorCam gölgeleri ağaç dallarını getiriyor burnumaSis kokuyor buram buramKesik lekeler varlığını hissettiriyor üstümde Tane tane kanGözleri mil çekili nefesler geliyor yanı başımaBoğuyorO yolun sonundaki sarmaşık gibiYanıp sönen köşedeki küle teslim ediliyorumYanıyorum zerre zerre Sadece içimdeki el kalıyorTutunacak bir parmağa dahi muhtaç Ruhu sökülmüşToprağa def edilmiş o el

Şeyma SEYAN / 80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi Öğrencisi

Ezgi

Şey

ma

GEZ

GİN

Has

an R

ıza G

SL Ö

ğren

cisi

Page 12: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

12 13

Gök

çe Y

ÖN

ET Ö

NAL

İsm

ail G

üner

Ort

aoku

lu G

örse

l San

atla

r Öğr

etm

eni

Page 13: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

12 13

“Bir küçücük tohum bulduk, tozun toprağın arasındaydı; bir yarısı kurumuş bir yarısı canlı. Küçücük başını sokacak da küçücük bir toprak ister gibiydi hali. Yeniydik biz burada tanımıyorduk ne tohumunu, yerin altındaki; ne de ağacını, yerin üstündeki. Daha âlem dediğin yeni yaratılmış Nuh bile yapmamış gemisini. Kadim yolculuğumuz bu diyarda bir küçücük tohumu bırakıvermemizle başlamış toprağın kara bağrına. Bırakmışız ya tohumu örtmüşüz ya ama unutmamışız hiç. Her doğan günde yerin altından çıkması için cesaret vermişiz bir yudum suyla beraber. Yavaş yavaş olmuş küçük tohumun insanoğluna güven duyması hem de çok yavaş. Her gün başka başka insanlarmış yanına giden; her biri başka hikayeler anlatırmış insanoğluna dair. Kimi iyi kimi kötüymüş ya insanların tıpkı hikayeleri gibi. Bıkmamışız ama hiçbirimiz. Bıkmamışız ama hakikat bu ya kara dikenler küçük tohumdan önce uzatmışlar kafalarını yerin altından çok daha önce hem de. Ellerimizi kollarımızı kanatarak sökmüşüz çevresindeki çokça dikeni, sökerken de görmemişiz yere saçılan zift gibi kara tohumlarını. Ayaklarımızın altında kalmış, yürümüş gitmişiz bizler de yılların ötesine. Sonra bir sabah günün ilk ışıklarıyla yeşil mi yeşil parlak mı parlak bir küçük yaprak göstermiş kendini. İnsan evladı pek sevinmiş pek gururlanmış. Önce yerin altındaki güvenmeli bana, demiş içinden. Demiş ya “gurur”dan çok korkarmış toprak ana; insanoğlu ise pek severmiş gururlanmayı gene de.

Yapracık büyürken bir diğeri bir diğeri daha gün yüzünü görmek dilemiş. Tam bin kez görmüş kar, bahar, yaz ve hazan. Bin kez de ayazda donmuş köklerinin derinlerine indiği toprak, bin kez de salınmış güneşle beraber. İnsanoğlu da tam bin kez şahit olmuş görkemli büyüyüşe. “Ey oğul, ey kız!” demiş kadim tarih. Devam etmiş sonra, “Bu kökler ki yerin bağrına, bu dallar ki göğün ufkuna uzanır; insanoğlu dediğin merak etmeli ‘bu dallardaki yapraklar neden hiç birbirine benzemez; renkte, şekilde, surette…’ İşte o zaman anlamalı insan evladı: ‘her gün, her ay, her yıl; başka seste, başka renkte, başka sözde insan su verdi kara toprağına kadim ağacın’.

Tek şey diledi: Kök versin, boy versin uzatsın dallarını nesilden nesile. Dileği de oldu. Bir kocaman çınar, görklü mü görkü… İkinci bin yıl da geçti her rengi aldı tabiattan; her suyu içti, her türküyü her hikayeyi dinledi. Her dilde her kalpte türlü türlü insan gördü. Yoruldu epey. Gövdesinin de dallarının da kabuğu her geçen yılda daha da sertleşti ama köklerinin uzandığı toprağın yumuşacık olduğunu hiç unutmadı. Öğütledi hep “Ne olursa olsun ne kadar sertleşirse sertleşsin koşullar kalpleriniz yumuşak kalsın ayağınızın altındaki toprak gibi.” dedi bize. Sonra bir gün karacık bir diken bitiverdi topraktan; görkemli ağacın arkasında günden güne yayıldı yumuşak toprağa; zift gibi karardı, her bir dikeninde zehir biriktirdi günden güne. Hiçbir rengi hiçbir sesi hiçbir dokuyu sevmezdi diken; tek kendi rengi, tek kendi sesi, tek kendi sureti olsun dilerdi. Ve zehir dolu her bir dikenini bir kara gecede sardı gövdesine ağacın. Her damla zehrini zerk etti. Kadim ağaç anladı ki bir küçücük yaprakken saçılan kara dikenin kara tohumlarıydı yılların öncesinden. Hükmü var mıydı hiç dikenlerin ağaçlar diyarında? Önce toprağa sıkıca emanet etti köklerini, sonra gövdesini dimdik tuttu ve dallarını uzattı arşa savurdu yapraklarını dört bir yana. Her bir yaprak başka renkte başka şekilde başka surette ancak aynı kökte can bulmuş olmanın kıvancıyla kondu insanoğlunun kalbine. Ve her fikir buluştu gövdesinde ağacın el ele, sımsıkı. Ve daha gün ağarmadan kurudu zehirli dikenler. En büyük teşekkürlerinden birini söyledi kadim ağaç: “Siz insanlara armağanım olsun.” O armağan ki kadim ağacın sert kabuklarından kapağı, dallarından savrulan her farklı renkten yaprağı ve o yapraklara tek tek yazılmış mektuplarıyla destanı var.”

Binlerce yıldır yazılan ve her bir sedanın vücut bulduğu bir destan metnidir gibidir yaşanan her dakika. Varlığındaki farklı her desenin usûl bulması ve kendini bir kılmasıdır yılların içinde. Ey name okuyucusu insanoğlu” der ki tarih dede: “İtimat ediniz ayağımızın bastığı her zerreye. Çünkü yılların öncesinden başlayan bu yolculuk yılların ötesine gider.”

Bu kökler ki yerin bağrına, bu dallar ki göğün ufkuna uzanır; insanoğlu dediğin merak etmeli bu dallardaki yapraklar neden hiç birbirine benzemez; renkte, şekilde, surette…

BiR KÜCÜCÜK TOHUMDAN

BiR KOCAMANAGACA

Yaren ÖZÇINAR / Keşan Mehmet Akif Ersoy Anadolu Lisesi Öğrencisi

Page 14: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

14 15

Öğretmenlik, “selam ben öğretmen oldum, her şeyi biliyorum, hadi öğretelim” bir meslek değil. Her çocuk yeni bir deneyim, her sorun yeni bir seviye demek bu meslekte. Çocukların ve problemlerin sayısı arttıkça kazanılan deneyimin de doğru orantılı olarak arttığı bir iş bu.

Artık on beş yılımı doldurduğum bu işte ben mi çocukları çekip çevirdim, onlar mı beni ince ince bir elekten geçirdi? Ah, bilseniz o ince eleğin üstünde ne büyük hatalar, ne büyük pişmanlıklar kaldı! Tek duam birinin bile küçük bir çocuğun büyük bir travması olmaması…

Mesleğimin keyifli senelerini geçirdiğim bir köy var: Azatlı köyü. Gacalların ve Pomakların iki ayrı mahallede yaşadığı bu köyde şahane manzarası olan okulumuzdan gökyüzünü, uzak tarlaları, sobalarından duman tüten evlerin kırmızı çatılarını ve çocukları görüyoruz. Bize doğru gelen, bizden giden… Yakan toplarla çok çocuk haşladım beden eğitimi derslerinde, çok çetik aldım Öğretmenler Günü’mü kutlayan minik ellerden, okunmuş gazete kâğıtlarına sarılmış ne çok sevgi aktı kalbime. Kış karpuzunu ilk bu köyde tattım, bayrak sallayarak “Dikkat, mayına basma!” uyarılarıyla tezekli yollarda çok yürüdüm. Unutmak istediğim, gırtlağıma tıkanan tecrübesizliklerim dışında hiçbir kötü anım yok o köyle ilgili hafızamda… Bu yazıyı yazma nedenim tam da bu.

2006 senesi… İlkokul birinci sınıfları aldım ilk defa. Verdiler aslında. El yazısına yeni geçilmiş, ses birleştirerek yeni sözcükler üreteceğimiz bu sınıfın ortasında bana bakan yedi çift gözle baş başa kaldım. Cahil cesaretim ve ben hiç korkmuyoruz. Kızlar bebeklerini, iki oğlan da oyuncaklarını getirdi ve başladık ilk sesten: “e e e e”. Ninni söylerken bağıran bir minik, baktım yazarken pek bir sus pus… Elini tutuyorum. Günlerce... Haftalarca… Biz sınıfça “Ela ile Lale’yi” el ele tutuştururken

o daha e ve l harfini birleştiremiyor. Sabırsız ve bıkkınım. Niye olmuyor? Neden başaramıyor yazmayı bir türlü? Aaaa kızıyorum ama artık, hep elini tutamam ki senin! O da benim sabırsızlığımı ve beklentimi anladıkça içine çekiliyor; deftere garip şeyler yazıp çizmeye, bunları bazen bana gösterip bazen saklamaya başlıyor…

Çirkin ördek yavrusu gibi dışlanıyor bu yavru. Bir süre sonra ben de kendi haline bırakıyorum. Çünkü çoktan “Talat alet al”dı, artık çok geç “el ele” tutuşmak için… Bu küçük ördek yavrusu benim olamaz. O benim başarısızlığım, kifayetsizliğim, bilememem… Evet, evet benim olamaz bu başarısızlık. Bana ait olmadığını, onun yetersiz olduğunu belgelemem gerek. Minik ellerinden tutup o belgeyi almaya gidiyorum.

Adı Aysel. “Ellerim Tombik Tombik” şarkısını söylemeyi ve resim yapmayı çok sever. “S” seslerini peltek söyler. Onun için ona Ayssssel diye sesleniyoruz. Ben ve arkadaşları… Şaşkın ve sevimli bakıyor, bunun bir sevgi ifadesi mi alay mı olduğunu çıkarmaya çalışıyor yavrum. Benimki sevgi, bunu anlıyor. Babası sığırtmaç. Pek fakir bir ailesi ve bir sürü kardeşi var Aysel’in. Annesinde de köyde “abdal ya da safçana” diye ifade edilen bir çeşit zihinsel gerilik var.

Rehberlik Araştırma Merkezi’ne giden pek garip bir üçlüyüz. Sarı civciv Aysel annesinin değil benim elimi tutmuş. Cıvıl cıvıl konuşup duruyor. Annesi, olmayan ön dişlerinin boşluklarını göstere göstere gülüyor, hamileyken merdivenlerden düştüğünü anlatırken… Bu kadın Aysel ve kardeşleri bitlendiğinde de böyle gülecek. Elinden başka türlüsü gelmiyor. Oysa ben o küçük enseden saçlara tırmanan biti gördüğümde gülüşüm yüzümde donmuştu. Kendi fakirliğime ve bitli günlerime acı dolu bir yolculuk yapmıştım. Ertesi gün elimdeki bit şampuanlarını ona uzatırken de gülümseyecek bu kadın.

AYSELGiT BASIMDANFiliz MANDACI / Akmercan Anadolu İmam Hatip Lisesi Tarih Öğretmeni

Artık on beş yılımı doldurduğum bu işte ben mi çocukları çekip çevirdim,onlar mı beni ince ince bir elekten geçirdi?

Page 15: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

14 15

Çok mutlu Edirne’ye geldiği için. Bu sık olan bir şey değil.Ben, utanmadan bu çocukla ilgilenip buralara getirdiğim için gurur da duyuyorum. Biz annesiyle konuşurken Aysel içeride değişik oyunlar oynuyor rehberlik uzmanıyla. Belgeyi almaya az kaldı. Ve sonunda çıkıyorlar odadan. Uzman hanım, “Aslında çok bariz bir öğrenme güçlüğü yok.” diyor “Belki hafif bir öğrenme güçlüğü olabilir.” Bu haberle tuttuğum nefesimi salıyorum, işte istediğim kanıt!

Belge birkaç hafta içinde okula geliyor. Aysel halk oyunlarında, tahtada basit işlemlerde, resim ve müzik derslerinde mutlu. Herkes ritmik sayma yaparken bildiği yerlerde en yüksek sesle katılıyor saymaya. Ama Aysel, Ela ile Lale’yi el ele tutuşturamadı gitti. Ve arkadaşları ikinci sınıfa geçerken o birinci sınıfta kaldı. Çok mu acımasızdım? Değildim, dedim herkese. Asıl geçseydi ona haksızlık edecektim. Oysa ikinci bir şans veriyordum ona Ela ile Lale’yi el ele tutuşturabilsin diye. Değil mi? Ama içimde susmayan hain bir ses: “Mükemmel sınıfında Aysel’i istemiyor musun?” diyordu. Dürüst olmam gerekirse istemiyordum. Ona baktıkça üzülmek de istemiyordum, daha fazla dışlandığını seyretmek de… İşte, şimdi itiraf vakti. Neyi yanlış yapmıştım?Ben Aysel’in dosyasındaki doğum tarihinden yaşını hesaplamamıştım! Arkadaşları yedili yaşlarını sürerken o henüz beş yaşında parmak kasları gelişmemiş bir sabiydi. Ana sınıfında hep birlikte oldukları için onların çok yaş farkı olduğunu düşünmemiştim!.. Beş yaşında, onun parmak kaslarını geliştirmek için resimler çizmesi gereken oyun çocukluğundan olmayacak işler beklemiştim… Umarım affeder bizleri…

Bir sonraki yıl, sınıfının iyileri arasına girdi Aysel. Ama teneffüslerde gözlerini benden kaçırdı hep. Eski sınıf arkadaşlarından da uzak durdu. Sınıfta kalmayı öğrendi Aysel. Birileri ona anlattı. Kötü bir şeydi bir yerde bırakılmak ve ben onu bırakıvermiştim. “Aysssel” dedim gülümseyerek okul açılınca, kırgın kırgın baktı, geçti. “Aysssel” derdim, hemen gülerdi oysa. Tahtayı silmeyi ne çok severdi…

Yıllar sonra başka çocuklardan başka şeyler öğrendim ben. Yavaşlamayı öğrendim, acele etmemeyi. Herkesin öğrenebileceğini ama aynı hızda olmayabileceğini öğrendim. Spastik, Down sendromlu, hiperaktivite teşhisli öğrencilerim oldu. Teşhis hiçbir şeydi. Sabır her şey…

Bir tek hatırlamamayı öğrenemedim, unutmayı. Şimdi altı yaşındaki küçük kızım birinci sınıfta ve masada onun elini tutarken hep Aysel geliyor aklıma… Ah, Aysel, git başımdan!

Öğretmen Anıları yarışması Edirne 1.si Esra

ERD

AN H

asan

Rıza

GSL

Öğr

enci

si

Page 16: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

BoracayEN GÜZEL BATIRAN ADASI

BoracayGÜNESİ

Özlem GÜZELHARCAN / 80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi İngilizce Öğretmeni

FiLiPiNLER’iN

Page 17: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi
Page 18: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

18 19

Bir şubat akşamıydı. Memleketimden fazlasıyla uzakta, Pasifik Okyanusu’ndaki bir kumsalda, oldukça sıcak bir günün sonunda palmiye ağaçlarının gölgesine uzanmıştım. Güneş, mavi suların üzerinde tüm ihtişamıyla batmakla meşguldü. Hiç hesapta yokken bir anda kendimi kıştan yaza geçmiş, Filipinler’in dört bin küsur adasının birinde, Boracay’da buluvermiştim işte. Ünlü Boracay Adası, çılgın Filipinler gezimin son durağı, üç günlük bir keyfin de başlangıcıydı ve o gün ömrümde gördüğüm en güzel gün batımıydı.

Boracay, minicik bir ada. Filipinler’in başkenti olan Manila’nın güneyinde kalıyor. Bir zamanların sakin balıkçı kasabası, şu anda tam anlamıyla bir turizm cenneti. Çinliler ağırlıklı olmak üzere her milletten insanın toplanma yeri. Boracay’a ulaşmak biraz sıkıntılı ama Filipinler zaten ulaşım konusunda sıkıntılı, o yüzden bir süre sonra alışıyorsunuz ve kendinizi akışa bırakıyorsunuz.O sal benim, bu bot senin, o uçak bizim derken milyon tane araçla her yere ulaşıvermiş buluyorsunuz kendinizi.

İnsan bir ömür o güzel gün batımını izleyebilir, doğa ananın renk paletine ve fotoşop yeteneğine hayran kalabilir. Yine de sıkılmaz. Her gün bu mucizeyi izlemek için sahile akın edebilir.

Page 19: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

18 19

Benim de bir başka Filipinler Adası’ndan Boracay’a gitmem iki uçak, bir minibüs, bir bot, bir de tuk tuk (Asya’da kullanılan, motosiklet benzeri bir ulaşım aracı) yolculuğu yapmama mal oldu ama değdi!

Kendimi dünyanın sonuna gelmiş gibi hissettiğim Boracay’da muhteşem, bembeyaz ve upuzun bir kumsal var: White Beach. Kumsalı üç bölüme ayırmışlar: İstasyon 1, İstasyon 2 ve İstasyon 3. İstasyonların farklı bütçelere göre farklı konaklama seçenekleri var ama ada küçük olduğu için her yere yürümek, adanın her türlü keyfini çıkarmak mümkün. Helikopter turu, komşu adalar turu, kite surfing, yamaç paraşütü, ziplining, kaya tırmanışı, yelkenliyle dolaşma... Boracay’da insanın keyifli olmaması için hiçbir sebep yok. Filipinlilerin o minik, değişik, her an sanki ortadan ikiye ayrılacakmış gibi duran botlarına binip dalgalı mı dalgalı bir kısa deniz yolculuğu sonrasında (Can yelekleri içinde midesini tutan ve çığlık atanlar vardı botumuzda) Crystal Cove adında çok şirin başka minik bir adaya geçtim. İki mağarası, taştan yapılmış birkaç evi ve oldukça korkutucu görünen yüksek, denize atlama noktaları vardı.

Adanın en güzel noktalarından biri ise Puka Beach. Şahane bir yer. Muhteşem bir kumsalı ve manzarası var. Şezlong kiralamak, inanın bana, Erikli’de olduğundan çok daha ucuz! Sahilde birkaç yiyecek içecek satan yer var. Şirin takılar ve hediyelik eşyalar satılıyor. Kendime hatıra olarak renkli midye kabuklarından yapılmış bir rüzgârlık aldım oradan. Boracay rüzgârında değil ama Edirne rüzgârında sallanıp bana Uzak Asya tınılarını hatırlatabilsinler diye.

Puka Beach’teyken Carlos Maria Dominguez’in Kâğıt Ev isimli o muhteşem kitabını okudum. Bir Arjantin hikâyesini Filipinler’de okumak oldukça enteresan bir deneyimdi. Şimdi ne zaman o kitabı düşünsem gözümün önüne Puka’nın masmavi suyu ve bembeyaz kumları geliyor.

Elbette ki Asya’da balık ve deniz ürünleri önemli ve ucuz. Çılgınlar gibi deniz ürünü yeme şansı oluyor insanın. Çeşitli meyveler ve tatlılar arasında Halo Halo isimli dondurmalı tatlıları ise en ünlülerinden. Halo Halo satan dükkânların önünde kuyruklar oluşuyor. Onun dışında diğer Filipinler adalarının aksine Boracay’da daha fazla çeşitlilik ve uluslararası restoran bulunuyor; bu da her akşam kumsalda, okyanus sesi eşliğinde farklı lezzetleri uygun fiyatlara tatmak anlamına geliyor. Zaten insan keyifli olduğu sürece yediği içtiği her şey güzel ve lezzetli geliyor.

Filipinler’e yeniden gider miyim bilmem ama gidersem Boracay’a tekrar gitmek istediğim kesin. İnsan bir ömür o güzel gün batımını izleyebilir, doğa ananın renk paletine ve fotoşop yeteneğine hayran kalabilir. Yine de sıkılmaz. Her gün bu mucizeyi izlemek için sahile akın edebilir. Tıpkı orada yaşayan yerlilerin ve turistlerin her gün yaptığı gibi…

Foto

ğraf

: Ö

zlem

ZELH

ARCA

N

www.facebook.com/gezginmarti

www.gezginmarti.com

Page 20: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

20 21

Bahçemdeki sahipsiz kedilere gösterdiğim merhameti yaşlandıkça kazanmıştım. Ben kimim sorusunu dolu dolu cevapladığım, kendime ne kadar güzel sıfat varsa yapıştırdığım yılları, şu kara kedinin gözlerindeki yeşille anımsamam da bundandı belki…

Her şey siliniyor da insanın yüreğindeki kambur anılar silinmiyor demek ki. Zaman geçtikçe zihnimdeki çukurlar dolup yüzümdeki çizgiler derinleşiyor. Radyodaki bir şarkı, duraklara kazınmış bir harf, kimi zaman da bir dostun sesi götürüyor beni yıllar evvele. Şimdi bu yeşil bahçem, tüyleri yumuşacık şu kara kedi, Meryem’le konuştuğum okul bahçesini canlandırıyor bana.

Acemiliğini saklamak isteyen her yeni öğretmen gibi vakur görünürdüm o yıllarda. İnsan ruhunun en sefil tezahürüydü belki başının dik duruşuna tezat, ruhunun eğimli olması. Yine koridorda omuz başlarımda sayısız apolet taşırcasına yürürken, müdür yardımcımız “Hocam uygun vakitte yanıma uğrayın da bir konu görüşeceğim sizinle” dediğinde acemi telaşımla hemen odasına koşmuştum.

-Hocam sizin sınıfınızdaki Meryem’le ilgili konuşmak istedim. Meryem’in sınıfında sürekli öğrencilerin paraları kayboluyor ki ben çalındığını düşünüyorum. Meryem arkadaşlarının dediğine göre normalden fazla para harcıyormuş. Son zamanlarda çok şikâyet duyar oldum Meryem’le ilgili. Siz hem sınıf öğretmenlerisiniz hem de haftada beş saat dersiniz var. Bir gözlemleyin bakalım Meryem’in eli uzun mu?

Kedinin gözlerinin yeşili müdür yardımcımızın gözlerinin karasına benzemezken nasıl gördüm şimdi onun yüzünü karşımda bilinmez. Dedim ya insana kambur anılar…

O günün üstünden günler geçti, çocuklar da şikâyetlerden vazgeçtiler ki bir daha beni çağırmadı müdür yardımcımız. Fakat Meryem’e olan tavırları günden güne artıyordu. Teneffüslerde daha yalnız, sınıfta da daha sessizleşen Meryem bir ders arası yanıma geldi.

- Hocam sizden bir şey istesem yapar mısınız?- Ne isteyeceğine bağlı Meryem hayrola?

Acemiliğini saklamak isteyen her yeni öğretmen gibi vakur görünürdüm o yıllarda.İnsan ruhunun en sefil tezahürüydü belki başının dik duruşuna tezat, ruhunun eğimli olması.

Tuba Yavuz / Edirne Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

KüllükYAHUT MERYEM

Leve

nt T

OSU

N H

asan

Rıza

GSL

Öğr

etm

eni

Page 21: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

20 21

- Hocam benim yüz lira param var ama kaybolur diye korkuyorum, size versem birkaç gün sizde kalabilir mi?

O vakitler yüz lira bir öğrencide olacak para değildi. Birden durdum. Müdür yardımcımızın sözleri, çocukların Meryem’e olan tepkisi zihnimden geçti.

- Ne parası bu Meryem?-Hocam arkadaşıma hediye almak için biriktirdim ama evde

saklayamam. Birkaç gün sonra hediye alacağım için sizde kalabilir mi?- Meryem hangi arkadaşmış bu, ne hediyesi alacaksın hem neden evde

saklayamıyormuşsun, dediğimde gözlerimdeki alaycı ve inanmamaktan doğan küçümser tavırla karşımda Meryem küçüldükçe ben büyüyordum ve artık onu sorularımla köşeye sıkıştırıp yaptığının bedelini hem de yalanını yüzüne vurarak ödetme vakti geliyordu. İçimde bastıramadığım öfke ve şimdilerde nedenini daha iyi anladığım bir heyecan vardı. Derin bir nefes aldım. Bu kız yalan söylüyordu. Evet, haddini bildirip ona hırsızlığın ne kadar kötü bir şey olduğunu gösterecektim.

- Meryem sen çocuk mu kandırıyorsun? Gözlerime bak, bana hemen doğruyu söyle. Bu ne parası, nereden buldun ve utanmadan benden bu çalıntı parayı saklamamı nasıl istersin?

- …-Evet, Meryem seni dinliyorum!

Sesim perde perde yükselirken içimdeki heyecan da coştukça coşuyordu. Uzun nutuklarla bu defalık affettiğimi ama gözümün üstünde olduğunu, yalan söylemenin de hırsızlığında ne ahlaksızca davranışlar olduğunu uzun uzun anlattım. Ne iyi öğretmendim ben. Yalancıya yalancısın demek cesaretine daha mesleğimin ikinci yılında erişmiştim. Bravo bana! Neden yalan söylüyorsun demeye gerek yoktu. Nasihat kafiydi zaten.

O an Meryem’in yüzünde neler görmediysem şimdi anılarımda tek tek fark ediyorum kaçırdıklarımı. Meryem’in dudakları titriyordu, Meryem’in gözlerinin altındaki morluklar kim bilir ne kadar ağladığını hatta uykusuz kaldığını gösteriyordu, Meryem’in dokunsan hemen akıverecek gibi dolu gözleri neleri gizliyordu neleri… Bense sadece bir yalancı görüyordum.

Meryem hızla sınıftan çıktığında artık öfkemi bastırmak için sebebim kalmamıştı. Koşarak merdivenlerden indiğimde bulduğum ilk idareciye soluk soluğa olanları anlattım. “Tamam hocam, hallederiz.” diyen müdürüme heyecanıma ortak olmadığından kızamadan Meryem’i şikâyet eden müdür yardımcısını görüp ona tek solukta olanları anlattım. Aralara Meryem’in ne kadar da küstah olduğunu, utanmadan çaldığı paraları bana saklatmak istediğini de eklemeyi ihmal etmedim. Beklediğim tepkiyi bu defa yakalamıştım.

-Pes yani ne hale geldi bu gençler hocam utanmasalar bizi suçlarına ortak edecekler. Nereye gidiyor bu gençlik, geleceğimiz bunlara mı emanet? Neyse sağ ol hocam ben hallederim.

O gece yastığımda sağa sola dönerken ne Meryem’i ne titrek çenesini ne dolu gözlerini düşündüm. Hafta sonu girmişti araya ve pazartesi günü sabahın ayazında İstiklal Marşı okunduktan sonra Meryem’in sınıfından bir öğrenci yanıma gelip,

-Hocam sizinle biraz konuşabilir miyiz?-Ne oldu?

-Hocam size bir şey söyleyeceğim ama benden duyduğunuzu asla söylemeyin. Bizim sınıftaki Meryem var ya…

-Eeee!-Beden eğitimi dersinde sırtında yaralar gördüm.-Nasıl yaralar?-Garipti küçük yanıklar gibi bilmiyorum ama Meryem köyden geliyor,

onların köyde oturan Kemal var ona sordum Meryem de bir tuhaflık var biliyor musun diye evet dedi onun babası baya sorunlu Meryem’i de annesini de döver hep, çok içer dedi. Ben de o yaraları baban mı yaptı deyince Meryem bağırdı, hayır dedi ve bugün de okula gelmedi hocam.

Nazlı’nın anlattıkları zihnime teker teker ok gibi saplanırken tekrar dağılan düşüncelerimi toplamak için Nazlı’ya sordum.

-Ee nasıl yani? Dur şimdi sence Meryem’i babası mı dövüyor peki neden saklıyor ve neden hırsızlık yapmış?

-Ne hırsızlığı hocam, onlar bizimkilerin uydurması, sevmezler Meryem’i iftira atıyorlar bence. Yapmaz o hırsızlık.

-Neyse tamam Meryem’i görürsen bana yolla…

Nazlı’nın anlattıklarıyla sabah ayazı daha da keskinleşti. Bıçak gibi yüzümü yarıp yüreğimi soğutunca titreyerek içeri girdim. O gün bitmedi. Dersler, teneffüsler, öğle arası hiç bu kadar uzun olmamıştı. Her teneffüs Meryem gelmiş mi diye baktım. Yoktu. Salı oldu, çarşamba oldu, Meryem yok. Onu beklerken günden güne büyüyordum. Meryem’in babasını, sırtındaki yaralarını, hırsızlık yapıp yapmadığını düşünürken kolumdaki apoletler birer birer düşüyordu. Cuma günü geldi Meryem. Yanıma çağırdım. Meryem aynı Meryem’di de ben aynı ben değildim artık. İlk kez gözlerinin altındaki morlukları fark ettim. Bahçeye çıkalım kızım, diye omzuna dokunduğumdaysa titriyordu.

- Meryem o paraları babandan mı sakladın, korkuyor musun ondan?

Son sözcük dudaklarımdan çıkıp onun yüreğine nasıl dokunduysa hıçkırarak ağlamaya başladı. Nasıl bir nehirdi içindeki yahut nasıl bir yanar dağ ki bir kıvılcım bekliyordu taşmak için. Ağladı, hıçkırdı, kekeledi en çok da titredi. Boğazıma düğümlenen tüm sözcükler içimde dondu, sesime tüm soğukkanlılığımı ekleyerek:

-Meryem, anlatabilirsin belki çözüm buluruz?-Hocam ben hırsız değilim, biliyorum siz de öyle düşünüyorsunuz ama

değilim. Gerçekten. Vallahi değilim, babam çok içiyor ben de içmesin diye onun paralarını alıyordum.

-Anlamıyor muydu?-Geçenlerde anladı ve…

Devamını getiremedi Meryem. Ne babasının onu dövmelerinden ne üstündeki sigara yanıklarından ne annesinin hep eziyet gören kara kaderinden bahsetti… Meryem sustu, Meryem ağladı. Ağlamanın da bir susma biçimi olduğunu o an öğrendim.

Okulu bitirdi. Babası sigarasını Meryem’in üstünde mi küllükte mi söndürdü bilinmez ama bu kedinin gözlerindeki yeşil Meryem’in umudunu yitirdiği soluk yeşile benziyordu. Meryem’den umut kesilmişti. Susarak mezun öğrenciler listesinde kaldı Meryem ve hiç sigara içmedi.

Öğretmen Anıları yarışması Edirne 2.si

Page 22: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

22 23

Pazar sabahı, saat 8.00 suları olmalı. Havada güneş var, fakat yanında varlığını hissettiren rüzgâr geri kalmıyor. Yer, otobüs durağı. Kimisi işine, kimisi okuluna, kısacası herkes bir yerlere yetişme derdinde. Dipnot olarak düşeyim, ben okula yetişmeye çalışanlardanım.

Tam yanımda sıkça gördüğüm, simasını tanır hale geldiğim bir

kız var. Orta boylu, kahverengi saçlı... Siyah bol paça pantolonu var. Pantolonun altındaysa yuvarlak burunlu siyah botları.

Üzerinde montu, montunun üzerinde ise eski görünümlü; kırmızı, yeşil kalın çizgileri olan bir şal… Tarzını gerçekten seviyorum. Küçük, yuvarlak bir yüz... Belirli belirsiz bir makyaj var yüzünde. Kulaklığından gelen müziği biraz duyuyorum.Sözlerini anlayamıyorum tabii ki fakat melodisi bile oraya odaklanmam için yeterli. Ne güzel şarkı! Utanmasam adını soracağım. Bir önceki duraktan salına salına gelen otobüs görünüyor. Hepimizde minik bir telaş var. Nasıl olmasın? Otobüs geliyor! Kapıları yavaşça açılıyor. Bakın hele, kapıları bile nazlı sanki. Soğuktan burnu hafifçe kızarmış biz iki kız biniyoruz otobüse. Birkaç meraklı bakış hissediyorum, “Bu kim?” bakışları. Bakınıyorum, oturacak bir yer yok bana. Zaten çoğu zaman ayakta gittiğim için sitem dahi etmiyorum. Otobüste kimi kulaklığıyla ruhunun derinliklerini keşif amacında, kiminin yüzünde bir telaş… Geç kaldılar herhalde. Ben kızaran burnumun eski hâline dönmesine seviniyorum. İneceğim durağa yaklaşıyoruz. Otobüs duruyor ve beni soğuk bir esinti karşılıyor. Sana da merhaba soğuk rüzgâr.

HAFIZAMAKAZIDIKLARIMDidem DÖNMEZ / 80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi Öğrencisi

Birkaç yüz,birkaç mimik daha kazımalıyım hafızama.

Evime gidene kadar üzerinde düşüneceğim birkaç değişik portre daha…

Page 23: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

22 23

Rüzgâr, bu sefer burnuma yemek kokusu getiriyor. Zihnim bir yandan hâlâ o kızı düşünüyor. Ne güzel bir kız!

Saatler sonra okuldan çıkıyorum. Ayaklarım beni kendiliğinden durağa götürüyor. Yanımda bir arkadaşım var. Sohbet koyu… İnsan yüzleriyse gelip geçici. Duraktayım ve bu soğuk esinti benim peşimi hâlâ bırakmadı. Bu soğuk, bir tek benim mi içime işliyor? Sohbet hâlâ koyu. Nerede bu otobüs? Burnum pembeleşiyor yine. Yanımda iki teyze var. Birisi takılıyor gözüme. Biraz kısa boylu ve kilolu, saçları omuzlarında, kahverengi; zannederim ki permalı. Bu kadın, aceleci birine benziyor. Kalın dudaklarının üzerine kondurduğu pembe bir ruj, uzun kirpiklerini daha da uzatan rimeli ve kahverengi gözlerini belirginleştiren göz kalemi... Kıyafeti mont, kazak ve kahverengi bir pantolondan ibaret. Renk katan tek şey, boynundaki geniş şalı... Yüzünde hafif sitemkâr bir ifade var. Uzun zamandır bekliyor sanırım. Ne yapalım teyze; benim burnum kızarmaya mahkûm, sen de beklemeye mahkûmsun.

Otobüs geliyor ve ben yine yer bulamayacağım. Ne şans ama! Arkadaşımla sohbet koyu ve artık gidiyoruz. Ne çok yüz var, ne çok yüz geçiyor zihnimin süzgeçlerinden. İniyoruz. İndiğim yer evime on beş dakika uzaklıkta. On beş dakika yürüyeceğim. Yok yok, deli değilim. Sadece yürümeyi seviyorum. Arkadaşımla ayrılıyoruz ve ben kulaklığımı takıyorum. Müziği size söylemeyeceğim. Eh, bu da bu yazının sırrı olsun. Parmaklarımı yapraklara dokunduruyorum geçerken. Takılmayın, bunlar müziğin etkisi...

Yavaş adımlar atıyorum. Tenime dokunan soğuk sayılabilecek

hava umurumda bile değil. Biraz şarkıya, çokça yoldaki simalara odaklanıyorum. Dilimden şarkıya ait küçük mırıltılar dökülüveriyor. Zihnimdeki hırçın düşüncelerin silindiğini hisseder gibiyim. Etrafıma arzuyla bakıyorum. Birkaç yüz, birkaç mimik daha kazımalıyım hafızama. Evime gidene kadar üzerinde düşüneceğim birkaç değişik portre daha…

Aley

na K

ANAR

Has

an R

ıza G

SL Ö

ğren

cisi

Page 24: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

24 25

Hüse

yin

BABA

CAN

Has

an R

ıza G

SL Ö

ğren

cisi

Page 25: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

24 25

Kör karanlıkta yağan yağmura inat azimle ışıklarını saçıp yanan tek sokak lambasıdır öğretmen; ne fırtınaların ne sağanakların söndüremediği. Karanlığın esaretinde, huzurundaki herkesi aydınlatmayı başarmış olandır. Gözyaşları satırları infaz ettiğinde her harfi tek tek toparlayıp ayakta tutandır. Ve hayattan tamamıyla sıkıldığında ölümü parmak uçlarınla dokunabilecek derecede yakından hissettiğinde ruhun acı ve bedenin çaresizlikle kaplıyken nefes alıp vermenin yükünü boğazına düğümlediğinde bile yanında olmasa da sözleriyle hayatta tutandır. Her şeyden uzaklaştığında bir daha hiç olmayacak şeyleri özlemeye başladığında gözyaşlarına hakim olmak istemediğinde yüreğini okşayandır. Yürümeyi öğretendir sana ama unutma aynı zamanda nasıl düşeceğini de anlatabilir o ayaklara.

Herkes sana ne yapman gerektiğini söyler; ama kendi içindeki cevaplara ulaşmanı istemezler. Onlara inanmanı isterler oysa gerçek öğretmen, sana içine giden yolu gösterir. Belki de bu yüzden gerçek öğretmenler birçok kişiye göre akıllarını yitirmiştir. Toplumun gereksiz düşünceleriyle ayaklar altında harcanan, üzülen, kırılan, yıpranan ama gerçekten insana bir şeyler öğretip bir şeyler katan nice öğreticiyi karanlığa gömüyorlar. Buna rağmen yine de parmak uçları kanarcasına kazıp aydınlığa kavuşmak için değil aydınlatmak uğruna yeriyorsa zifiri karanlıkları bir şeyler öğretmek için çabalıyorsa gerçek öğreticidir o. En kadim karanlıklardan gerekirse kendini yakarak kendini feda edip aydınlatarak zirveye ulaşandır. Ve aslında zirveye ulaştığında değil zirveye ulaştırdığında mutluluk parıltılarıyla gözlerini süsleyendir.

Öğretmen demek öğretmek değildir sadece. Önce öğrenmektir karşındakini sonra yavaş yavaş öğrendiklerinin üzerine bir nakış gibi işlemektir ve aslında kendindekilerden

değil öğrencide olan cevherden işleyip bir şeyler meydana getirebilmektir. Bir taşı güzel boyalarla boyayıp üzerini süsleyerek herkes güzel gösterebilir; ancak o taşı olduğu haliyle işleyip taşın kendi güzelliklerini çok az insan gösterebilir. Bu yüzden en büyük sanatçı öğretmendir. Çünkü o, kötü olan bir şeyi güzel göstermeye çalışmaz en büyük kötülüğün bile içindeki iyiliği, güzelliği filizlendirir. Öğretmen deyince aklınızda bir insan tiplemesi oluşmamalı bence, şu anda boş bir kağıtta bir öğretmen; sana bir boşluğu nasıl değerlendirebileceğini anlatır, üzerine neler yapılabileceğini. Belki tarihin kanlı satırlarıyla kirlenebilir o kağıt belki de aşkın şehvetiyle süslenmiş bir şiirle şahlanabilir. Boş duvarlar da bir öğretmendir nasıl sırtını güvenle ona yaslayabileceğini öğretir. Hayat da bir öğretmendir. Önce nasıl yürüyeceğin öğretilir sana sonra nasıl ayakta durman gerektiği ve belirli bir zaman sonra da nasıl düşeceğini anlatır.

Ama en yüce öğretmen o kâğıda yazabilmeyi öğretendir; insanın kendi kâğıdına. O yaslandığın duvarı ören ustaya simetrilerini gösterendir ve hayatın aslında bir seyahat olduğunu, varacağın noktanın değil o seyahat boyunca yaptıklarının seni mutlu ettiğini gösterendir. Öğretmenlik, bir meslek değildir yani. Sonsuzluğa giden bir yoldur öğretmenlik; öğrettiklerini öğrenenlerin öğreteceklerinin uçsuz bucaksız yerlere erişmesidir. Ve sen bunu okuyan kişi! Aslında sen de bir öğretmensin, bunu sana öğretmenin gösterdi, senin önemli olduğunu o duyurdu. Çözümsüzlüklerle nasıl başa çıkıldığını da öğrenmek uğruna neleri göze alabileceğimizi de.

Ha, bir de öğretmen şunları öğretti: İyilik ve kötülük daimdir; belki de bu güzeldir. Çünkü karanlık olmasaydı kimse ışığa ihtiyaç duymazdı. Ben unutmuyorum ki altından bir dünyada yaşasaydık çamurdan kolyeler pahalı olurdu.

ÖĞRETMEN NEDİR?Hüseyin BABACAN / Hasan Rıza Güzel Sanatlar Lisesi Öğrencisi

En büyük sanatçı öğretmendir. Çünkü o, kötü olan bir şeyi güzel göstermeye çalışmaz en büyük kötülüğün bile içindeki iyiliği, güzelliği filizlendirir.

Page 26: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

26 27

Her EylülCanan GÜNGÖR / Edirne Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

BiR BASLANGIC

Gıy

asetti

n G

EZG

İN H

asan

Rıza

GSL

Öğr

etm

eni

Page 27: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

26 27

Eylül başlangıçtır bizde hayata inat. Herkese ayrılık çağrıştırır, bize kavuşmanın sevincini… Düşen bir yaprak hüznü değil, yeni başlangıçları, paylaşımları getirir hayatımıza... Küçücük bedenlerde kocaman kocaman yürekler karşılar bizi her eylül okul kapısında… Kocaman yüreklerle sıcacık sevgileri paylaşırız…

Yıllar yılları kovalar… Düşen her yaprak yeni yeni yaşamlara bağlar bizi. Her yaprak yeni yeni dünyalarda koskocaman yüreklerle bir yaşamı paylaşmak için dökülür.

Yirmi yılı aştı, bu meslekte kocaman yüreklerle sıcacık sevgileri paylaşmaya başlayalı. Yirmi yıldır döküldü yapraklar yeni yeni başlangıçlara… Yirmi yıldır sevgiyi, saygıyı, paylaşımı, araştırmayı öğretmeye çalışırken neler neler öğrendik o küçücük bedenlerden.

“Kızgın kızgın bakmayın öğretmenim.” demişti küçük Merve. “Kızgın kızgın bakmayın bize kızsanız bile.” Onlardan öğrendim gülümseyerek de işleri yoluna sokabileceğimi. Sinirlenince o kalpleri kırmamak için içimizden ona kadar saymayı da o yıllarda öğrendim. Sabır taşı olup da çatlamamayı da onlar öğretmedi mi bize?

Duyduklarımızın hiçbirine, gördüklerimizin yarısına inanmayı da bu mesleğin ilk yıllarında öğrendim. Ön yargılardan sıyrılmayı, her öğrencinin içinde mutlaka bir iyilik bulunduğunu, bunu ortaya çıkarmanın da bizim görevimiz olduğunu öğrendim.

Adı dokuza çıkmış sekize indiremediğimiz bir Özgür vardı, yıllar önce çalıştığım lisede. Adını anarken herkesin “illallah” diye yaka silktiği… Bizim görevimiz de Özgür’ü adam etmek… Her yaptığında azarlarsak, yaptıklarını kısıtlarsak adam olur bu çocuk diye düşünüyordu bütün okul nedense. Ne zaman hareket etse “Dur!” “Yapma!” “Otur yerine!..”

Bir gün dersimi işlemeye başladım, ne zaman bir şeyler yazmak için tahtaya yönelsem Özgür’ün sesi geliyor. “Sen de sökül bakalım parayı!.. Senden almış mıydım?” diye. Ben de haraç topluyordur diye verdim kararı kafamda.

“Ne yapıyorsun? Ver paraları!” dedim. “Vermem!” dedi. “ Söyle ne yapacaksın onları?” dedim. “Söylemem!” dedi. Baktım olay büyüyecek ben sustum. “Sonra konuşuruz oğlum!” dedim. “Sonra konuşuruz!..” “Haraç toplayacakmışsın toplatmam.” dedim içimden Mahmut Hoca edasında dudağımda hafif bir tebessüm…

Sonra vaktimiz kalmadan konuşmaya, okulun kapısına bir taksi geldi. Baktım Özgür girmiş Mehmet’in koluna, çantasını toplamaya çalışıyor. Bana açıklama yapmasını bekliyorum, yanıma gelsin, söylesin neden paraları topladığını. Özgür benim yanıma geleceğine, hâlâ arkadaşını hazırlamaya çalışıyor, Mehmet’in kolundan tutmuş bırakmıyor.

Baktım bu işte bir iş var, olanları izlemek için sınıftan ayrılmadım. Sınıfta bir heyecan, hadi hadi diye Özgür ve Mehmet’e acele ettiriyorlar. Olayın ne olduğunu Özgür gelip hâlâ anlatmadı, ama kızgın olduğumu fark eden bir öğrencim “Kızmayın öğretmenim Özgür’e, paraları biz isteyerek verdik, zorla almadı.” dedi. “Bugün okul maçı var, biz okuldan kaçıyoruz. Biz yürüyerek gideceğiz, ama Mehmet sınıfta yalnız kalacak diye üzülüyorduk. Özgür taksi tutmak için para toplayalım.” dedi. “Paraları taksi için topladık, Mehmet daha önce hiç maça kaçmamış da…” Ben dondum kaldım. Oturup ağlasam mı, kalkıp... Bilemedim.

Mehmet sınıfımın en çalışkan öğrencilerinden; terbiyeli, saygılı, dünya tatlısı bir çocuk… Her gün annesi okula getiriyor, öğlen arası yemeğini yemesi için arkadaşları onu yemekhaneye getirip götürüyor. Sınıfını okulun giriş katına taşıdık, Mehmet’e kolaylık olsun diye. Okul - aile birliği akülü araba aldı, okula geliş gidişi rahat olsun diye. Ben okumak istediği kitapları buldum buluşturdum onun için. Annesi yeri geldi sabahtan akşama okulda kaldı Mehmet’le birlikte. Ama hiçbirimizin aklına gelmedi Mehmet’i okul maçına kaçırmak...

Özgür, Mehmet sınıfta yalnız kalmasın, hayatında ilk kez okuldan kaçsın diye para toplayıp taksi tutmak istemişti. Bense yaramaz bir çocuğa haraç kesmeyi yakıştırmış, onu yargılamıştım.

Mehmet’in annesi oğlunu almak için geldiğinde beraber ağladık. Böyle güzel arkadaşları olduğu için Mehmet’in çok şanslı olduğunu konuştuk. Annesi, Özgür’ün boş zamanlarında sürekli Mehmet ile zaman geçirdiğini anlattı.

Okul maçını kazanmak büyük sevinçti herkes için. Bağıra çağıra, güle oynaya, marşlar söyleye söyleye döndüler okula. Mehmet o gün çok mutluydu; ne de olsa okuldan ilk kaçışı. Annesi mutlu, oğlu okuldan kaçtığı için… Sınıf çok mutlu... Ben mutluyum...

Özgür bana, her şeyin göründüğü gibi olmadığını, ön yargılarımızdan sıyrılarak her öğrenciyi ayrı ayrı kucaklamamız gerektiğini bir kez daha hatırlattı. Sebeplerini anlamadan öğrenciyi suçlamamak gerektiğini bir kez daha hatırlattı.

Her eylül bir başlangıç bizim için, yeni yeni öğrencilerimizle, yeni yeni başlangıçlara umutla bakacağımız bir başlangıç… Cehaletin aydınlıklara teslim olduğu her eylülde, “Günaydın çocuklar” diyerek günümüzü, yarınlarımızı aydınlatamaya devam edeceğiz. Hatalardan biraz daha sıyrılmış, ön yargılardan kurtulmuş nice başlangıçlarda, yolum ikisiyle de kesişir hâlâ...

Ben, Mehmet’in o gün okuldan kaçmasına engel olacak kadar olayı büyütmediğimden memnun, Özgür’e yaptığım haksızlıktan mahcup yoluma devam ediyorum.

Öğretmen Anıları yarışması Edirne 3.sü

Her eylül bir başlangıç bizim için; yeni yeni öğrencilerimizle,yeni yeni başlangıçlara umutla bakacağımız bir başlangıç.

Page 28: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

28 29

İnsan, müesses nizamlar kurar. Kurduğu düzeni kollar büyütür ve canı pahasına ya da sevdiklerinden dahi vazgeçecek kadar büyük bir sevda ve tutku ile onu korur ve gözetir. Hayata yönelik düzen arayışı her canlının ortak özelliğidir, lakin insan diğer canlılar gibi kodlanmış ve standardize bir karaktere sahip değildir. Sartre’nin dediği gibi varoluş özden önce gelir ve insanın diğer canlılardan farkı özünü kendi belirleyebilmesidir. Fatalist görüş buna karşı çıkar. Oidipus’un hikayesi gibi yazgı neyse onun dediği olur, yazgının dışına çıkılamaz.

Erkin maliki konumunu korumak için önlemler alır. Neye mal olmuş, kim ne bedel ödemiş bir hükmü yoktur onun için. Yazgı ile bir faninin savaşıdır olan. Bilir yazgı tersine çevrilmedi hiç ve kendisi de engel olamaz. Ama olsun, nihayetin de bir şey denenmeden sonucu da bilinmez ya. Hz. Musa’nın yaşamı gibi. Biri bir rüya görür, görülen Firavun’un tahtının o yıl doğacak bir erkek çocuk tarafından yıkılacağı haberidir. İşaret edilen yıl erkek çocuk doğurmuş bahtsız anneler, boş beşiklere ninniler söyler. Ama yine büyük ve küçük anlatılarda olduğu gibi, yazgıdan kaçılmaz ve Musa yüklendiği görevi yerine getirir.

Her şeyin değiştiğini ilan edeli uzun yıllar geçti. Değişim olsa da insan düzen ve değişmezin peşindedir. Ölümsüzlük iksirini arayan Lokman gibi hayatı ve ölümü durdurmak ister. Zamanın sahibi, insanın bu isteğine muhatap dahi olmaz. Ama insan ısrarcıdır. Değişime şüpheyle bakar, yeniyi kabullenmekte zorlanır ve geçmişi yüceltir. Geçmiş altın çağdır onun için Pandora’nın kutusunun açılması ile büyü bozulmuş ve altın devir sona ermiştir. Kimdir bu büyüyü bozan ve her şeyi değişimin kollarına teslim eden?

Suçlu bulunmuştur: Hayatın kendi akışı ve onu yönlendiren akışını değiştiren insanlar… Kaderimiz olan coğrafya, tarih, toplum ve üretilen kültür değişimi tetikler. Değişir her şey akan nehir gibi, ancak değişim insanın ve doğanın kimyasını bozmaz, ta ki modern zamanların başlamasına değin. Fizikçiler, feylosoflar ve bilimum bilim adamları eskiyi bırakıp yeninin peşine düşerler.

Başta muktedirlerin tepkisi onları tedirgin eder. Zira tarih şahittir düzen bozucuların akıbetinin ne olduğuna. Ama devir değişmiştir.

POSTYAPISAL BİR DENEMEDEĞERLER ÜZERİNE

“Günümüzün çocukları lüksü seviyor. Kötü davranışları var, otoriteye başkaldırıyorlar, yaşlılara saygıları yok, çalışmak yerine lak lak etmeyi seviyorlar. Çocuklar artık evlerinin hizmetçisi değil, tiranı. Anne babaları odaya girince ayağa kalkmıyorlar. Onlara itiraz ediyorlar, destek olmak yerine laklak yapıyorlar, şapır şupur yiyorlar, bacak bacak üstüne atıyorlar, öğretmenlerine zulmediyorlar.”

Sokrates

Celalettin ŞAŞKIN / Edirne Lisesi Müdür Yardımcısı

Biro

l ÖZE

R Ha

san

Rıza

GSL

Öğr

etm

eni

Page 29: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

28 29

Müesses nizama tehdit doğacak çocuklar değildir artık. Mucizeler çağı biteli uzun yüzyıllar geçmiş ve eski alışkanlıklarda terk edilmiştir. Çok eskilerde yeni doğan çocuk düzeni yıkacak tehditti ve yok edilmeliydi. Bu kadim alışkanlık sürseydi 17. yüzyılda ilk iş özellikle fizik ve felsefecilere aynı akıbeti yaşatmak olurdu. Zira dünya var olan büyüsünü korumak istese de bunu bozmak isteyenler tekrar sahneye çıkmışlar ve tarihte ilk kez benzeri olmayan bir zafer kazanmışlardır.

Büyüsü Bozulan Dünya Newton’un yer çekimi kanunu basit bir maddenin doğadaki konumunu

açıklayan bir kuram değildir. İnsan için metafizik özellikler taşıdığına inanılan dünyanın akıl ile idrak edileceğinin anlaşılmasına sebep olmuş böylece, insanı dogmatik uykusundan uyaran ilk atılımlardan biri olmuştur. Simyadan kopan kimya kendini Antoine Laurent Lavoisie ile birlikte olguyla sınırlar. Maddenin bir gizemi yoktur artık. Olağanüstü bir hal aranmaz zira madde akıl ile açıklanabilecek yalınlıktadır artık. Evrenin merkezi dünyadır inanışı da Copernicus’le son bulur. Dünya evrenin merkezidir çünkü Hz. İsa dünyaya duhul etmiştir. Varlığın merkezi İsa olduğuna göre onun yaşadığı dünyada evrenin merkezidir ta ki Copernicus’e kadar. Reformla birlikte binlerce yıldır köklü bir gelenek oluşturan ortodoksi etkisini kaybeder. Artık insan kendini geleneğin çerçevesinde anlamlı bir bütünün parçası olarak görmez. Asketik anlayış yerini dünyevi güce bırakır. Tanrı karşısında makbul olan artık dünyevi güce sahip olandır. Adeta dünya yeniden kurulur. Her şey yeniden dizayn edilir. Gökle yerin bağlantısı kesilmiş veya kesilmek üzeredir. Kadim zamanlarda insan yolculuğunu yerden göğe doğru dikey yol alarak yaparken modern anlayış insanın yolunu da yataylaştırmış gelenekle bağını zayıflatmıştır artık. Rasyonelleşen dünya algısı ile Weber’in deyimiyle dünya büyüsünü kaybetmiş, kadim zamanlardan kalan her şey müzedeki yerine büyük bir özenle yerleştirilmiştir. Israrla geleneği sürdürmek isteyen öğreti ve inançlar zamana karşı niceliğin cazibesine rağmen insan için ne kadar çekim merkezi olabilir?

On dokuzuncu asır, insan aklının dünyaya umut saçtığı asırdır. İnsan aklı aklını kullanma cesareti göster diyen Kant’a kulak vermiş ve belki de ilk kez görülmedik bir ilerleme kayıt etmiştir. Dinlerin başka bir aleme ertelediği cenneti bu dünya da kurmak mümkündür ümidi her geçen gün daha da güçlenir olmuş, hatta Fukuyama’dan çok önce Hegel tarihin sonlandığını ilan etmiştir. Artık yeni bir dünya vardır karşımızda. Dinin yerini bilim, din adamının yerini bilim adamı, kilisenin yerini ise laboratuvarlar almıştır. Sözü geçerli olan ağır ağabey bilimdir artık. İnsan aklı durmak bilmez, otoritelere teslim olmamayı öğrenmiştir. Bilim içinden yine var olan bilim anlayışlarına yönelik ciddi eleştiriler başlar. İlk tetikleyici bilim fizik olmuştur bu konuda. Ne garip geleneksel dünya ile modern olan arsındaki fayı hareketlendirip kopuşu sağlayan fizik, büyük oranda kendi eseri olan yeni dünyaya da başkaldırır. Sabit ve değişken arasında var olan savaşı yine kazanan değişken olmuştur. Durağan, hacmi kütlesi olan ve hareketi ancak başka bir maddenin etkisiyle mümkün olan madde tasavvuru, atom altı fizik anlayışı ile tarumar olur. Hiçbir şey yalın değildir artık ve doğru kesin bir yargı içeren nihai bilgi olarak geçerli sayılmaz, her an tahtını başka bir doğruya bırakabilir. On dokuzuncu yüzyılın scientism anlayışı bir sonraki yüzyılın hemen başında büyük yaralar almaya başlamıştır bile. Eleştirel akıl sınır tanımaz ve karşılaştığı her şeyi kritize eder. Küçük ayrıntılar, kadim bilgi, bilimin konumu, çevre, özgürlük, küreselleşme, çokkültürlülük, demokrasi ve sayamadığımız birçok kavram geçen yüzyılda sıcak gündemler oluşturur.

Her Şey İç İçeİnsan, eklektik ve hep inşa halinde tamamlanmayan geç kalmış bir

varlık olarak hikmet ehlince tarif edilir. Eklektiktir zira beşer ve insan arasındaki bütün bileşenleri üzerinde taşır. Bu sebeple insanı çevreden tarihten ve içinde yaşadığı kültürden yalın düşünemeyiz. Her ne kadar saydığımız amiller insanı oluşturan mürekkeplerden olsa da bu onun tamamlandığı anlamına gelmez. İnsan, inşa halindedir. Sürekli var olan ve yeni ürettiği değerleri bünyesine katar. Ama asla tamamlanamaz. Varlığını tamamlaması demek hayatın bittiği andır. İnsan eşittir arayış ve bekleyiş sarmalına dolanır durur. Sürgün hayatı yaşadığı içinse tedirgindir. Yaşamı anlamlandıracak doneler arar. Sığınacak bir liman kahrını çekecek bir sabır abidesine hep ihtiyaç duyar. Var oluş hazırlığını bu dünya için yapmadığından ama bu dünyada yaşamaya mahkum olduğu için hazırlıksız düşüverir dünyaya. Yunus’un deyimi ile kervan geçmiştir ve insan arkadan ona katılmak için uğraşır durur. Bütün bu sebeplerden dolayı insan hamdır. Olması ve pişmesi içinse aşk ehline ihtiyacı vardır. Oysa yaşadığı çağ, her şeyi metalaştırır. Onun gözünde insan sadece bir beşerdir, insanlık basamağına adım atması ise çağın değerlerine uymaz. Zira bu çağ insanın beşer özelliğini besler ve hep bu yanını muhatap alır. Beşeri özelliklerde hadler olamaz. Psikodinamik yaklaşım deyimiyle beslenen hep id yanıdır. İd hep doyurulmak ister. Hedefe varmada kural ya da engel tanımaz. Tek derdi var olan ihtiyacının giderilmesi olduğu için onu engelleyecek değer sistemleri ile sürekli çatışır. İşin daha feceat arz eden yanı ise kalıcı ve kutsal kaynaklı değerlerin de zamanla zamana uydurulması, onun istediği davranış kalıpları yerine, kendi ürettiğimiz davranışların meşruiyet kaynağı olarak görmemizdir. Bu fiil hakikate vurulacak en kötü darbedir zira insan yaptığı yanlışın kaynağını kutsalı kaynak göstererek yaparsa kötü bir geleneğin kapısını bir daha kapanmamak üzere açmış olur. Bu tehlike günümüzde bize sandığımızdan daha da yakındır.

Sonuç YerineGünümüz dünyası kötülüğün şeffaflaştığı bir dünyadır. Kendi elimizle

dünyanın her hangi bir yerinde ürettiğimiz modern bir canavar sadece o coğrafyayı değil kısa sürede bütün dünyayı istila eder. Gelişmiş trendine bakmadan her toplum için küresel sorunların aynı dozajda problem ürettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Dünyanın başını derde sokan problemin kaynağının ne olduğu elbette ki önemlidir. Ancak problem kısa sürede lokalden küresel hale gelir. Sonuçlarından herkes etkilenir. Bu sebeple insan ve değer arasında bir problem varsa büyük oranda benzer özellikler gösterir. Küresel çağ aynileştirmiştir her şeyi. İnsanın zaaflarına yönelik mesajlar verilir. Asıl olan popüler olmaktır, üretilen kültür popüler kültürdür ve aktörler bu kültürün nesneleridir (özne değil). Ayartılan bilinçler artık yüklenilecek bütün komutları sorgulamadan yerine getirir. Sisyphos’un kaderine başkaldırması gerektiğini düşünen, mağaradaki insanların nasıl doksa içinde olduğuna bakıp acı acı tebessüm eden modern insan asıl kendi haline müstehzi bakar da haberi yoktur. Hep anı yaşayan kalıcı olanı arkaik gören ilerlemeye bağlı bilinçler, ölçüyü kayıp etmiş ve büyük bir yanılgı içine düşmüştür. Onu yanıltan hakikat ile batıl atasında kurmaya çalıştığı ortaklığın uyuşmaması bu sebeple de nereye ait olduğu noktasındaki bulanıklığıdır. Doğa nasıl ki boşluk kabul etmiyorsa sosyal yapıda boşluk kabul etmez. Kadim bilgiyi terk eden insan kılavuzunu katletmenin sarhoşluğu ile kendine yeni yollar arar. Oysa terk edilen geçmiş binlerce yıllık tecrübenin ürünü ve her şeyi yok eden zamana karşı dirençli, hikmet güneşinden süzülen ışıklardır. İnsan kılavuzsuz yapamaz. Haddi zatında öldürdüğü tek kılavuzun yerini yüzlerce kılavuz adayı almıştır artık. Aklını özgürleştirdiğini sanırken yüzlerce efendinin kölesi yapmıştır ama heyhat bundan bihaber özgürlük şarkıları söylemeye devam eder.

Page 30: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

30 31

“GENCLiK VE DEĞERLERiMiZ”DOSYA

Page 31: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

30 31

Ekin

ÖZE

NCA

N H

asan

Rıza

GSL

Öğr

enci

si

Page 32: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

32 33

Zeynep ŞAHİN / Edirne Lisesi Öğrencisi

Çorak zihnimi, şehrin duvarlarında yazan şiirlerle sularım. Hayal gücümün sınırını şehrin çok dışına taşıyabilirim. Şehrin her bir kaldırım taşını yerinden oynatabilir, viran sokaklardan medeniyetler yaratabilirim. Şayet istersem o şehirde sonsuza dek yaşayabilirim.

Satır Aralarına

SehirlerKurulmus

“İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara sığındım.”Cemil MERİÇ

Page 33: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

32 33

Cehaletin kara bulutlarını dağıtacak ve bunu hiçbir silah sesi duyulmadan yapacak olan kitaplar; aydınlık geleceklere pencere açar. Soluk soluğa çıktığımız yokuşların sonu hep uçsuz bucaksız denizlere çıkar. Bana göre her yeni kitap, beraberinde yeni bir yaşamı ve henüz ayak basmadığım yeni bir şehri de beraberinde getirir. Okuduğum her satır içinde bir var oluşu barındırır, kelimeler ancak ben onları soluduğum vakit gözlerini açabilirler.

Sayfalar ilerledikçe bir surete kavuşan şehir, her adımımda biraz daha heyecanlandırır beni, yeni yüzler keşfeder ve onların ayak izlerini takip ederim. Yüzlerini, seslerini ve içlerini okurum; birkaç satır sonra onlar gibi bende yalnızca kelimelerden ibaret olurum. Döndüğüm her köşe başı beni yeni bir rüyanın avuçları içerisine bırakır. Çorak zihnimi, şehrin duvarlarında yazan şiirlerle sularım. Hayal gücümün sınırını şehrin çok dışına taşıyabilirim. Şehrin her bir kaldırım taşını yerinden oynatabilir, viran sokaklardan medeniyetler yaratabilirim. Şayet istersem o şehirde sonsuza dek yaşayabilirim.

Acılar, ayrılıklar ve savaşlar; yalınayak yürüdüğüm yollarda ayağıma batan cam kırıklarıdır. Bazen bir bisikletten düşer, dizlerimi kanatırım bazense bir ölünün mezarı başında soğuk mermere yaslarım hayallerimi.

Bir uçurtma olup rüzgârla dans ederim yahut o rüzgârda uçuşup giden ve hiçbir zamana sahibine ulaşamayacak bir mektup oluveririm. Bu şehrin sakinleri, içlerindeki acıları, kederleri ve sevinçleri kaldırım taşlarına kazırlar tırnak uçlarıyla, umutsuzluklarını bir balonun ucuna takıp gökyüzüne salarlar. Yürümeyi öğrendiğim bu sokaklar, umudun yalnızca cılız bir parıltıdan ibaret olduğu anlarda, tüm sokak lambalarını yakarlar. İçimde yapraklarını döken bir ağaç olduğu zamanlar ise; satır aralarında gezinip, güneşin göğe tekrar yükselmesini bekleyebilirim.

Benim için umutsuzluk, üzeri bir daha okunmayacak şekilde karalanmış bir kelime. Çünkü umutsuzluğa düştüğüm vakit, bir kitap sayfasında gökyüzünü bulacağımı; parmaklarımı uzattığımda, esen rüzgârı, kuşların kanat çırpışlarını ve yapraklarını döken ağaçların ilkbahar gelince bir Anka kuşu misali küllerinden yeniden doğuşunu görebileceğimi biliyorum.

Yine biliyorum ki çıktığım bu yokuşların sonu uçsuz bucaksız denizlere çıkacak; orada beni, gölgesine sığınarak büyüdüğüm kelimeler ellerinde çiçeklerle karşılayacak. O gün geldiğinde bir kuş olacağım, kelimeleri gövdeme kazıyıp, hiç yorulmadan kanat çırpacağım!

Mus

tafa

Asr

ın E

ĞM

EN H

asan

Rıza

GSL

Öğr

enci

si

Page 34: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

34 35

Nisa KARACA Hasan Rıza GSL Öğrencisi

Page 35: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

34 35

Her yerin karla kaplı olduğu bir kış günüymüş. Bir kraliçe, sarayın pencerelerinden birinin arkasında cep telefonundan komik bebek videoları izliyor, bir yandan da hayal kuruyormuş. Birden parmağına kramp girmiş cep telefonuyla oynamaktan. Kramp geçsin diye parmağına iğne batırmış ve yere üç damla kan akmış. Kraliçe kan damlalarına bakar bakmaz: “Çocuğum kız olursa teni Michael Jackson gibi ak, yanakları Beren Saat’in gibi al, saçları da Bergüzar Korel gibi kapkara olsun.” diye geçirmiş içinden. Bu olaydan kısa bir süre sonra bir kız çocuğu getirmiş dünyaya. Kızı, tıpkı içinden geçirdiği gibi bir kızmış. Ona “Organik Pamuk Prenses” adını vermişler.

Ne yazık ki kraliçe doğumdan birkaç saat sonra ölmüş. Tabii

ki kral da sosyal medyadaki ilişki durumunu “İlişkisi yok.” diye değiştirmiş. Kralın bu mesajından sonra takipçi sayısı birdenbire milyonlara ulaşmış. Kralın fotoğrafları like üstüne like alıyormuş. Bu durumda kral bir yıl sonra internetten tanıştığı bir kadınla yeniden evlenmiş. Yeni kraliçe çok güzel bir kadınmış. Güzelliğine güzelmiş ama bir o kadar da kibirliymiş, kendisinden daha güzel birinin olabileceğini düşüncesine bile tahammül edemezmiş.

Her gün internetteki arama motoruna: “Dünyanın en güzel kadını kim?” diye yazıyor, yanıt olarak da: “Dünyanın en güzel kadını sensin kraliçem.” yazısını görünce çok mutlu oluyormuş. Sürekli dudaklarını büküp selfi çekiyor, fotoğraflarının altına da “Sarayda kahve keyfi, eşim bana yeni ülke hediye etti, komşu krallığın kraliçeleri ile eğlence dolu bir gün…” yazıp sosyal medyada paylaşıyormuş.

Kraliçe arama motoruna: “Dünyanın en güzel kadını kim?” diye yazdıkça kendi ismini yanıt olarak alıyor, çok mutlu oluyormuş. Aradan yıllar geçmiş. Organik Pamuk Prenses on dört yaşına gelmiş. Bir gün kraliçe arama motoruna yine “Dünyanın en güzel kadını kim?” yazınca “Did you mean Organik Pamuk Prenses?” yanıtını almış.

PAMUKPRENSESYEDİ CÜCELER

& Uğur AKINLARÖzel Edirne Bahçeşehir Fen Lisesi Edebiyat Öğretmeni

Çünkü “ama” kendisinden önceki cümlelerin katilidir. Ama şimdi anlıyorum “Bizim zamanımızda” ile başlayan cümleleri. Ben de “ama” ile başladım cümleye ve ondan önceki cümlelerin hepsini öldürdüm.

ORGANİK

YIL: 2016

Page 36: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

36 37

Kraliçe bunu duyunca çok kızmış, öfkesinden ne uyku girmiş gözüne ne de bir lokma yemek yiyebilmiş. “Ne yapmalı, ne etmeli?” diye düşünüp durmuş günlerce.

Akşam bu masalı böyle anlattım kızıma. Şimdi diyeceksiniz: “Masal böyle değil ki bu masal böyle anlatılmaz.” Evet, haklısınız. Bu masal böyle değil ama bizim zamanımız için böyle değil. Artık her şey değişti. Masalın bir yerinde kızınız size: “Neden Pamuk Prenses ormanda yerini babasına bildirmek için cep telefonundan konum atmıyor?” diye sorarsa işte o zaman bizim zamanımızdakilerin bir anlamı kalmıyor ve masal da yeni halini alıyor.

“Bizim zamanımızda…” çocukluk ve gençlik çağlarımda en çok

duyduğum cümle başlangıcıydı ve bu sözlerle başlayan cümleler sıkıcı, nasihat dolu, anlamsız gelirdi. Aynı “ama” ile başlayan cümleler gibi. Çünkü “ama” kendisinden önceki cümlelerin katilidir. Ama şimdi anlıyorum “Bizim zamanımızda” ile başlayan cümleleri. Ben de “ama” ile başladım cümleye ve ondan önceki cümlelerin hepsini öldürdüm. Çünkü artık sıkıcı, nasihat dolu, anlamsız gelmiyor o cümleler bana. “Bizim zamanımız”dayı anlamak için insanın bir zamanı yaşaması gerekiyormuş ve bizler de şimdi onu yaşıyoruz ve gençlere cümle başı süsü olarak kullanıyoruz bu sözcükleri. Peki, onlar dinliyor mu bizi ya da bizim o yaşlarda hissettiğimiz, düşündüğümüz gibi mi bakıyor olaylara?

Aslında bunun yanıtı çok basit. Tabii ki onlar da bizim o yaşlarda düşündüğümüz gibi düşünüyorlar. Siz konuşurken onlar “Bitse de gitsek...” derdindeler. O zaman bu kısır bir döngü. Birileri “bizim zamanımızda” diye başlar, karşı taraf da dinlemez. Böyle gelmiş, böyle mi gidecek ya da değişmesi için neler yapmalıyız? İlk önce biz değişmeliyiz.

Bugün 2016’dayız. Zamanla beraber her şey değişti. Öğrenciler, çocuklarımız değişti ve biz öğretmenler, anne babalar da değiştik. Değişmek zorundaydık çünkü. Bizler için zamanın gerisinde kalmak demek, geleceğimizi yani çocuklarımızı tehlikeye atmak demektir.

Hemen hemen tüm anne babaların şikâyeti: “Çocuğum beni dinlemiyor.” Çocukların şikâyeti ise: “Ailem beni anlamıyor. ”Peki, neden? Aynı evi, aynı sofrayı paylaşan insanlar neden sürekli birbirlerinden şikâyet ederler? Bunun altında aslında tek bir neden var: Bizler çocuklarımızdan bizim çocukluğumuzdaki gibi davranmalarını bekliyoruz, çocuklar da bizden onların dünyalarına dâhil olmamızı bekliyor. O zaman yapılması gereken şey ortak paydalarda buluşmak. Bunun için eskiyle yeniyi karşılaştırıp ortak paydalarımızı bulmalıyız.

Aslında her şey cep telefonlarıyla başladı. Hayatımıza

cep telefonları girdikten sonra hayatımızdan gidenleri hiç düşündünüz mü ya da çocuklarımızın hayatına giren cep telefonları onların hayatına neler kattı?

Biz annelerimizden, babalarımızdan farklıyız; onlar kendi

anne, babalarından farklıydı, çocuklarımız ise hepimizden farklı. En son Kurban Bayramı’nda üniversiteye giden yeğenimin bayramını aynı masada oturmamıza rağmen cep telefonu mesajı ile kutlamak zorunda kaldım ve yemek boyunca zavallı çocuk

başını hiç kaldıramadı. Yanlış anlamayın utancından değil, sürekli cep telefonuna bakmasından. Babam, zaten hiç cep telefonu kullanmaz ve hala yanlış numara çevirdiğinde karşısına çıkan teyp kaydından özür dileyip telefonu kapatır. Ama en güzeli babaannemin yaşadığıdır. Oturdukları mahallede eve telefon bağlatan ilk kişi dedemmiş. Ve telefonun ilk çalışı… Babaannem ve komşusu evde. Telefon çalıyor, komşu: “Zeliha açsana.”, “Ben açmam sen aç.” “Aç, açmam” derken babaannem: “Daha yeni sarımsak yedim, kokmasın karşı tarafa ayıp olur.” diyor. Bu bize şimdi komik geliyor ama aslına bakarsanız içinde büyük bir saygı taşıyor. İşte üç nesil, üç örnek. Bu bize telefonun hayatımızda neler değiştirdiğini göstermesi için yeterli.

Bizim zamanımızda yoksulluk yoktu ama yoksunluk vardı.

İstediğimiz her şeye her zaman ulaşamazdık. Bu da bizim küçük şeylerden mutlu olmamızı sağlardı. Sadece yılbaşında yiyebildiğimiz muz, ayda yılda bir kez olarak babamızın elindeki sürpriz çikolata bizim gözlerimizin içini güldürürdü. Acaba bizler mi çok kanaatkâr çocuklardık yoksa bizim çocuklarımız mı doyumsuz oldu? Çünkü şimdi hiçbirimiz bir çikolatayla bir çocuğu mutlu edemiyoruz. Pahalı cep telefonlarıyla, son model bilgisayarlarla bile bırakın onların gözlerinin içini güldürmeyi onları gülümsetemiyoruz bile. Ama burada suç biraz da bizde. Bizler hep şunu söylüyoruz: “Ben yapamadım, çocuğum yapsın; ben göremedim o görsün.” İşte bu düşüncelerimiz yüzünden hayata karşı hiçbir şey için mücadele vermeyen her şeye çok çabuk ulaştığı için de tatminsiz ve mutsuz bireyler yetiştiriyoruz. Unutmayın fırtınalar karşısında sizler her zaman çocuklarınızın arkasında olursanız, siz onları bıraktığınızda en ufak bir rüzgâr da bile yıkılırlar.

Bizler onlara sorumluluk vermeliyiz. Yarın üniversiteye gittiklerinde yalnız olacaklar ve bu hayata hazırlıksız yakalanırlarsa çok zorlanırlar. Daha ilk gün başlar üniversitede yaşamla mücadele. Kendimden biliyorum. Üniversiteyi kazandığım yıl yurt çıkmadı ve babam: “Ben de seninle beraber İzmir’e geleyim de sana bir ev tutarız.” dedi. Biz yola koyulduk valizlerle, yorganlarla. Aynı İstanbul’a gelen ailelerin Haydarpaşa Garı’nda verdiği poz gibi indik İzmir otogarında. Bornova’da birkaç ev baktık, pahalı geldi. Dün gibi hatırlıyorum saat tam 12’ydi ve babam: “Saat 13.30’da Edirne’ye otobüs var, ben kaçırmayayım.” dedi ve gitti. Hiç bilmediğim bir şehirde, kimseyi tanımadan, eşyalarımla kalakaldım. O gece nerede kalacağımı bile bilmeden. O gün çok kızdım babama beni yapayalnız bırakıp gitti diye. Ama şimdi daha iyi anlıyorum verdiği mesajı. Çünkü o da İstanbul’a çalışmak için 15 yaşında gittiğinde yanında kimsesi yoktu, tek başınaydı ve bana verdiği mesaj netti: “Hayatta tek başınasın oğlum, ayakların üzerinde durmayı öğrenmelisin.” O gün çok yoruldum ama o günden sonra yollar bana daha kısa geldi hep.

Sorumlukları üstümüze alırsak onlar bu hayata hiç yorulmadan hazırlanmış olurlar ve hayatta tek başlarına kaldıklarında çok çabuk yorulurlar. Unutmayalım, yoruldukça önümüzdeki yol uzar ve hedefler ulaşılmaz olur.

Çocuğumuz gülmüyorsa biz de gülemiyoruz. Aslında onlar

gülüyor, ağlıyor, seviniyor, üzülüyor ama biz göremiyoruz.

Page 37: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

36 37

Çünkü onlar bu duygularını artık facebook’ta ya da twitter’da bu şekilde paylaşıyor. Bizler için ilk bakışta hiçbir şey ifade etmeyen bu işaretler çocuklarımızın duygu dünyası aslında. Çünkü bizim çocuklarımız Y veya Z kuşağı. Şimdi diyeceksiniz ki bu Y-Z kuşakları da ne?

1946-1964 - Baby Boomer Kuşağı (BB):En yaşlısı 70, en genci 52 yaşında1965–1979 - X Kuşağı: En yaşlısı 51, en genci 37 yaşında1980-2000 - Y Kuşağı: En yaşlısı 36, en genci 16 yaşında2000 sonrası - Z Kuşağı: En yaşlısı 15 yaşında Tabloda da görüldüğü gibi bilim adamları insanları bazı

kriterlere göre ayırmışlar. Aslında bu tablo bizlere çok şey anlatıyor. Burada bizim için önemli olan bizler dediğimiz BB ve X kuşaklarıyla, çocuklarımız yani Y ve Z kuşakları.Gelin şimdi hep beraber inceleyelim bu kuşakların farklarını.

Bizler Susam Sokağı ile büyüdük. Sakin, içinde şiddet barındırmayan ve rekabet yerine işbirliğini aşılayan. Çocuklarımız ise Pokemon’la büyüdü. Sürekli bir hareket ve rekabet ortamının olduğu bir çizgi filmdi bu. Aslında çocuklarımız için ideal. Bugün onlar da daha ilkokuldan itibaren bir hareketin ve rekabet ortamının içinde değiller mi?

-Bak, Ahmet gördün mü? Ayşe Hanım’ın kızı okumayı sökmüş. -Sen kaç aldın oğlum matematikten? Ya Umut kaç aldı?

Dedim sana çalışmıyorsun.

Ve bunlar hiç bitmez, arkasından TEOG’lar, YGS’ler ve LYS’ler gelir. Bakın en büyük hatalarımızdan birini hatırlattı bana Pokemon. Çocuklarımızı hep birileriyle kıyaslıyoruz. Yapmayın onlar ayrı birer birey ve hepsinin başka çocuklarda bulunmayan yetenekleri var. Başka çocukların yeteneklerini görmek yerine kendi çocuğumuzun yeteneklerini görelim.

Siz her zaman çocuğunuzun yanında olun, başka çocuklarla kıyaslamadan. Bizler sokakta plastik toplarla maç yapardık, çocuklarımız playstationla maç yapıyor. Bizleri sokaktan eve sokmaya çalışırlardı. Çocuklarımızı, bilgisayar başından kaldırıp dışarı çıkarmaya çalışıyoruz. Biz sokaklarda oynayarak büyüdük. O yüzden de bizim hep dizlerimiz kanardı, şimdikilerin ise gözleri bozuluyor bilgisayarlarına bakmaktan. Çamurla oynamaktan üst baş perişan gelirdik eve. Ve daha kapı açılır açılmaz o ses: “ Bu ne hal? Doğru banyoya!” Bizler çamurla yaratıcılığımızı gösterirdik, çocuklarımız legolarla. Ama ben yine de şunu söylüyorum: “Kirlenmek güzeldir.” Kısacası şunu söyleyebiliriz. Bizler X kuşağı sokaklarda büyüdük, ayrı odalarımız olmadığı için oturma odasındaki divanlarda uykuya daldık yorgunluktan, Y ve Z kuşağı çocuklarımız ise kendi odalarında, teknolojiyle büyüdüler. Ve onlar bu teknoloji sayesinde dünyayı küresel bir mahalleye dönüştürdüler. Evet, onlar sokakta oynamıyor belki ama dünyayı odalarının içine taşıyorlar.

Peki, arada bu kadar fark varken biz onlara nasıl ulaşacağız. Tabii ki onları değiştirmeye çalışarak değil, kendimiz biraz değişerek. Onlara nasıl davranmalıyız? Gelin hep beraber inceleyelim.

1. Onlar ‘’hemen’’ cidir; sabırsız oldukları için hızlı hareket ederler. Onlara bir anlam ifade edecek, hız ve yüksek enerji gerektirecek işleri vermeye özen gösterin.

2. Onlar ‘’gayri resmi’’dir; rahatlıkla her seviyede insanla cesurca iletişim kurarlar. Onları bunun için cesaretlendirin, yolunu açıp yardımcı da olun. Ancak kimlerle ve ne konuştuğunu sizinle paylaşmalarını isteyin. Asla emretmeyin, paylaşmasını rica edin.

3. Onlar ‘’hep beraber’’ cidir; internet ve sosyal ağ nesli olduklarından her şeyi konuşurlar. Ve bunları herkesle paylaşabilirler.

Hassas işlerde onlara çizgi dışına çıkacak durumları mutlaka ve net biçimde anlatmalı, kuralları çok net koymalısınız. Bunun dışında onların ‘’hep beraber’’ tarzını, kafanıza pek yatmasa, tarzınız olmasa da içinize sindirmeye çalışmalısınız. Onların cesaretlerini sakın kırmayın.

Tabii ki hepsi bu kadarla sınırlı değil. Bizim, ülkemizin

ve hatta dünyanın geleceğine bizim çocuklarımız yön verecek. Bu yüzden onların özelliklerini bilerek, onlarla arkadaş olarak, onları dinleyerek onların fikirlerine değer vererek her zaman onların yanında olmalıyız. Sanki bunları söylediğimde hep anneler üstüne alınıyormuş gibi gelir bana hep. Çünkü bizde baba; para kazanan, her zaman evden işe yorgun dönen, veli toplantılarına işi dolayısıyla katılamayan, “Biz babamızın yanında bacak bacak üstüne bile atamazdık.” diyen, kendi babasından gördüğü gibi yapıp oğluna veya kızına sarılıp “Seni seviyorum, seninle gurur duyuyorum.” demeyi bir zayıflık olarak algılayan ve bunları yapmak için çocuğun uyumasını bekleyip çocuğun odasına giren ve çocuğuna seni seviyorum diyen otoriter bir kimliktir hep. Ama şunu unutmayalım duymadığımız sözler bizi mutlu etmez. Unutmayalım zaman hızla geçiyor, her gün bir takvim yaprağı daha eksiliyor hayatımızdan ve yaşadığımız kaybettiğimiz günlerin geri dönüşü olmuyor.

Buraya kadar hep anne ve babaların neler yapması

gerektiğinden bahsettik. Peki, çocuklarımız ne yapmalı?Öncelikle çocuklar, her zaman aileleriyle gurur duymalı.Çünkü onlar, dünyanın en zor mesleğini yapıyorlar: anne-babalık. Gençler, aileleri ile gurur duymalı ve onları dinlemeli. Çünkü hayattaki doğruları iki şekilde öğrenebilir: Birincisi yaşayarak, doğru yolu bulursunuz; ancak bu size zaman kaybettirir ve hatalar yaptırır. İkinci ise büyüklerinizin yaşamışlıkları doğrultusunda verdiği öğütlerle. Bu hem zaman kazandırır hem de hata yapmanızı engeller. Çünkü buna hayat tecrübesi denir. Evet, bizlerin de gençlerden öğrenecek çok şeyimiz var ama bizlerin gençlerden daha tecrübeli olduğumuzu da unutmayın.

İşte bu yüzden bizler ve çocuklarımız bir bütünüz her ne

kadar kuşak çatışması desek de bizler X’siz onlar Y-Z desek de aynı şeylerle aynı hayatı paylaşıyor ve aynı şeylere gülüyoruz aslında. Çocuklarımıza ezberlenmiş mutluluklar yaşatmayalım, farklılıklarıyla kendi mutluluklarını yaratan gençler yetiştirelimve onların başarısıyla mutlu olalım.

Page 38: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

38 39

GiZLi GENCLiK DEFTERiEvrim KARCI / Özel Edirne Bahçeşehir Anadolu Lisesi ve Fen Lisesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

İçinde bulunduğumuz modern çağda, birçok duygumuzun rengi çalınmıştır. Gençler; doğdukları yeri, mahallelerini, aile büyüklerini, ilkokullarını, hatıra diye kabul etmezler.

Page 39: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

38 39

İnsanoğlu, dünyaya geldikten sonra varlığının farkındalığını sezmeye başlar. Bu seziş, gerek davranışlarla gerek duygularla kendi içinde bir doğa yaratır. Bu doğada genç birey, varlığını daima bir mücadeleyle sergiler. Fakat bu mücadele, çok da gerçeklere dayanmaz çünkü özellikle gençlik döneminde birey, kendini gizler. Duvarlar örüp gizlediği o mucizevi varoluşunu sergilemeyi geciktirir ve en doğru zamanın gelmesini bekler.

Özgür bırakılmamış bir masumiyet hâkimdir ruha, o heyecan dolu yıllarda. Bu gizlilik, sahip oldukları tüm yeteneklerin bazen örselenmesine neden olur bazen de tamamen aksi yönde gelişmesini sağlar. Gençlik zamanlarında içinde bulundukları yalnız dünyalarındaki ruhsal yolculuk, onların en keyif aldıkları maceradır. Bu macera; aileden uzaklaşma, arkadaşlarla yakınlaşma düzleminde yol alan bir eksen belirler. Gençte ebeveynler tarafından ifade edilen çoğu durum, yanlış yorumlanır ve gencin içinde bir çatışma yaratır. Aynı ifade, bir arkadaş tarafından belirtildiğinde durum aynı sonucu yaratmaz çoğu zaman. Tüm bu farklı duygu durumları, gençlerde mühim bir lisan yaratmış olur. Bu lisanda, kafa karışıklığı ve sorgulama gençte adını koymakta zorlandığı bazı hislere sebebiyet verir.

İçinde bulunduğumuz modern çağda, birçok duygumuzun rengi çalınmıştır. Gençler; doğdukları yeri, mahallelerini, aile büyüklerini, ilkokullarını, hatıra diye kabul etmezler. Hatta çoğu genç, onlara hükmetmek çabasıyla o zamanları karanlığa gömmek ister. Gençler, kimi gerçek manevi değerlere aykırı davranmayı adeta bir farklılıkmış gibi görürler. Anneanne, dede, dayı, amca, teyze onlardan uzak ama bir o kadar da yakın gibi gelir. Bu gelgitler, gençlerde soyut bir kültürün vücut bulmasına neden olur. Her şeyin kontrol altına alındığı bu zamanede; dedenin elini öpmek, ninenin dizinde uyumak, amcayla balık tutmak onlara çok da keyif vermez. Sevgi, şefkat, vefa, samimiyet yerini zamanla bencil ve hırçın duygulara bırakır.

Bir sırrın ağırlığı, bir hatanın telafisi, bir kabahatin hoş görülmesi artık çok sıradan bir hal alır. Gençlerimizin sahip çıkmadığı, adını kültür koyduğumuz gelenek ve göreneklerimiz artık eski gücüyle varlığını koruyamaz. Elbette ki bu uzaklaşmada tek suçlu gençlerimiz değildir. Yenileşen modern dünya, gençlerimizle birlikte hepimizi esir almıştır. Artık ninnilerin yerini yüksek donanımlı cep telefonlarımızdan açtığımız videolar almıştır.Üç yaşındaki bir çocuk da artık bu rengi çalınmış dünyanın esiri olmuştur.

Bayramlarda, düğünlerde yaptığımız ziyaretler, sıradan ve gereksiz görülmeye başlandığından beri başta gençlik olmak üzere tüm insanlar, mutluluğunu yitirdi. Bayram ziyaretinde gördüğümüz bir el örgüsü yün yelek, duvarda asılı bir saz, kenarları oymalı dantellerle süslü bir kütüphaneli yatak, bizlerde tebessüm uyandırmak yerine rahat yaşamdan uzak bir hayatı resmeder oldu. Zamanla yiten bu anılar, bir gencin yıllar sonra ailesinin fotoğrafına boş boş bakıp bir anlam katamamasına neden olur. Sahip olduğumuz süper teknoloji, siyah beyaz fotoğraflardaki büyüyü çalmıştır. Artık bayram ve tebrik mesajlarımız, ziyaretlerle değil de üç cümleyi geçmeyen kısa cep telefonu mesajlarıyla iletilmektedir. Bu soyutlukla gençlerimiz, geçmişini unutup yalnızlaşarak hayatlarına devam etmeye başlamışlardır. Artık çizgi romanlar ve gazoz kapakları yoktur onların hayatlarında.

Demem o ki bugün gençlerimiz, geçmişlerinden uzak, bugünün ve de yarının yollarına düşmüşlerdir. Başka hikâyelerin çocukları oluvermişlerdir. Masallara inanan, efsaneler yaratan, maniler düzen, türküler söyleyen gençlerimiz, bizden gitgide uzaklaşmaktadırlar. Bu dümeni kırmanın en önemli yolu, sevgi ve anlayıştır. Adımız, yaşımız ne olursa olsun hep birlikte yüreğimizi güneşe çevirerek sevgiyi tüm hücrelerimizde hissederek yaşarsak her şey çok daha güzel olacaktır.

Bara

n HA

SAN

ÇEBİ

Has

an R

ıza G

SL Ö

ğren

cisi

Page 40: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

40 41

DURAĞINDilan ERTEK / 80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi Öğrencisi

Hava bulutlu, kasvet yeryüzünde yer edinmiş. Güneş, güzel ışıklarını bizden gizliyordu o gün. Kara bulutlar kaplamıştı her yeri. Gözlerimi kaldırdığım an, onu gördüm. Çöpün yanına oturmuş, gözleri hafif kısık, ağzı gülümsemek için kıvrılmış... Oturduğum yerde onu görmek için yana kaydım. Küçücük elleriyle kendince oyun oynuyor, kıkırdıyordu. Ona seslenmek istedim ama oyununu bozmamak için ağzıma kilit vurdum. İzlendiğini fark edince tombul yanakları kıpkırmızı olup gözlerini kaçırdı.Gözlerimi ondan çektim. Beni izlediğini biliyordum. Ona bakmamak için son ana kadar direndim. En sonunda gözlerimi ona tekrar çevirdim. Hayatımda onun kadar güzel bir çocuk görmemiştim. Siyah saçları öyle fazlaydı ki insan elini sokup saçlarıyla oynamak istiyordu. Bana bakıp kocaman sırıttı. Ağzı bir şey demek için açıldı ama utanıp kapattı.

Kıkırdağını duyabiliyordum. İnatla bana sesini duyurmak ister gibiydi. Yüzümde küçük de olsa bir gülümse peyda oldu. Bundan cesaret alarak oturduğu yerden kalktı.

Etrafına baktı, gizlice izledi. Arabaları takip etti. En sonunda oturduğum bölgeye koştura koştura geldi. Karşı tarafa oturmuş, kollarını dizlerine yaslamış küçük erkek çocuğu... Beni izlemek için biraz daha eğildi. Onun oyununa uyarak az da olsa eğildim. Yüzünü yakından görmek, ay’ı izlemek gibiydi. O kadar güzel ve beyazdı ki yüzü… İnsanın dokunası geliyor ama pis elleriyle onu kirletmek istemiyordu. Fazla masumdu ve benim ona dokunmak gibi bir niyetim yoktu. Güzel olan bir şeye dokunduğunda güzelliği bir ateş gibi söner, geride koca bir kül bırakırdı.

Gözlerini izledim. İri siyah gözleri vardı. Birer siyah taşı andıran gözlerinde kızıllık serpiştirilmiş, bulutlar yer edinmişti. “Merhaba!” diye fısıldadı. Sessiz konuşuyordu. Ona uyarak sessizliğine ortak oldum. Onun durağına oturmuş, yabancıydım sadece ama o gün benim küçük dostum oldu. “Merhaba!” diye fısıldadım. Başka da bir şey demedi. Ben de sessiz oldum. O beni izledi ben onu... Küçük elini gözlerine sürttü hızlıca. Gözleri yaşarmış, ağlamak ister gibi bir hâli vardı.

“Ağlarsan seni izlemem.” diye fısıldadım ona. Hınzırca güldü, elini yavaşça dizinin üstüne koydu. Otobüs geldi, geçti ama ben binmedim. Küçücük erkek çocuğun sessizliğine ortak oldum, o da benim yalnızlığıma…

Bana bir şeyler anlatmak ister gibiydi. Ağzını açmadı ama gözleri konuştu.

Yüzünü yakından görmek, ay’ı izlemek gibiydi. O kadar güzel ve beyazdı ki yüzü… İnsanın dokunası geliyor ama pis elleriyle onu kirletmek istemiyordu. Fazla masumdu…

YABANCISI

Page 41: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

40 41

Foto

ğraf

: Bilg

in A

YYIL

DIZ

Biz o gün onunla sessizce, gözlerimizle konuştuk. Kaşlarımı çattığım an o da çatıyor, gülümsediğimde o da gülüyordu. Çocukluğuma, bir çocuğun gözleriyle indim. Gözleri o kadar çok şey anlatıyordu ki, anlayana. Ayağa kalktı, üstünü temizledi. Bana bir şey demeden, ortadan kayboldu. Arkasından güldüm, güldüğümü hissetmiş gibi arkasını dönüp bana el

salladı. Ağzını kocaman açarak güldü. Sokak ortasında onun sesi duyuldu. Benim için o an. Kuşlar sustu, arabalar sustu, insanlar sustu, ben sustum, hayat sustu, evren sustu. Sadece onun melodili sesini dinledim.

“Gülümsemem senin için... Kocaman gülümse!” diye bağırdı sokak ortasında.

Ben her zaman o durakta ona güldüm,o da bana… Onun için bekledim, o benim otobüsümü bekledi. Sonra silik kalemle yazılmış kâğıt gibi ortadan yok oldu. Ben bir daha hiç gülmedim o durakta. Birinin sessizliğine ortak olmadım, gözlerimle konuşmadım biriyle. Sadece sustum, ruhum konuştu. Ben hep kilit vurdum dilime.

Page 42: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

42 43

Ezgi

Şey

ma

GEZ

GİN

Has

an R

ıza G

SL Ö

ğren

cisi

Page 43: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

42 43

SOSYAL MEDYAVE GENCLİK

Melike GÜRER PAMUKÇU / Özel Edirne Bahçeşehir Anadolu Lisesi Rehber Öğretmeni

Ülkemizde 1993 yılında kullanılmaya başlanan (öncelikle akademik ortamlarda) internet, kullanıcının ilgili adrese giderek sadece bu sitede sunulan bilgiye eriştiği Web 1.0 diye adlandırılan dönemden, içeriğin tamamına yakınının kullanıcı tarafından oluşturulduğu Web 2.0 dönemine evrilmiş, akıllı telefonlar ve GSM şirketlerinin sağladığı altyapı ile de her an, her yerden ulaşılabilir hale gelmiş, kullanımı yaygınlaşmış ve günümüz modern hayatının vazgeçilmez bir unsuru halini almıştır.

Youtube, Facebook, Twitter, Instagram, Flickr vb. içeriğin kullanıcı tarafından oluşturulduğu ve genellikle paylaşıma dayalı bu yapıya verilen bir diğer ad da sosyal medyadır. Yapılan bir araştırmaya göre gençlerin %86’sı sosyal medyaya günde en az bir kez girerken her üç gençten biri de en az 3 saatini sosyal medyada geçirmektedir. Yine gençlerin en çok kullandığı sosyal medya sitesi %89 ile Facebook’tur ayrıca gençlerin %45’i de Twitter kullanmaktadır. Sosyal medya gençler tarafından en çok eğlence, bilgi alma ve bilgi sağlama amacıyla kullanıldığı gibi aynı zamanda geleneksel medyanın alternatifi olarak da görülmektedir. Gençler için sosyal medya, serbest zaman geçirme, iletişim kurma, gündemi takip etme, gündem yaratma ve eğitim-öğretim-araştırma anlamına gelmektedir.

Sosyal medya bilinçli ve sorumlu kullanımı halinde gençlere, kendini ifade etme ve geniş kitlelere ulaşma imkanı sağlamakta, arkadaş grupları arasında bilgi alışverişini hızlandırmakta, sosyalleşmeyi kolaylaştırmakta ve içerik zenginliği ile fırsatlar dünyası sunmaktadır. Her kullanıcının kendi ilgi alanları doğrultusunda içerik sağladığı düşünüldüğünde benzer ilgi alanlarına sahip gençlerin tüm yeniliklere kolayca ulaşabildiği, fikrin oluşumu veya gelişmesine aktif katkıda bulunabildiği, gündemi takip edebildiği, bilgiye erişimi ve paylaşımı kolaylaştıran bir platform özelliği taşımaktadır.

Sosyal medya yanlış, yoğun ve sorumsuz kullanımı halinde ise zaman kaybına ve bağımlılığa yol açmakta, eğitim ve öğretimin aksamasına dolayısı ile akademik başarısızlığa neden olmaktadır. Ayrıca sınırsız ve kontrol edilemeyen içeriği yüzünden gençlerin art niyetli kişi ve gruplar ile temasını, zararlı ve yasal olmayan gruplarla tanışmasına neden olmakta, bu da kişide nefret ve şiddet eğilimini arttırarak ahlaki çöküntü ve kişilik bozukluklarına yol açmakta, suç oranının artmasına sebebiyet vermektedir.

Gençlerin iyi ve doğru bir sosyal medya kullanıcısı olmaları için ailelerin yasak koymadan yapacakları denetim önem taşımakta ayrıca sınırlı kullanımı sağlamak için de birlikte yapacakları etkinlikler geliştirmeleri ve gençleri bu etkinliklere dâhil etmeleri gerekmektedir. Eğitim kısmında ise özellikle okullar kanalıyla bu alanın doğru kullanılmasına yönelik eğitimlerin sıklaştırılması, bilinçli kullanımın çerçevesinin çizilmesi ve sosyal medyanın yanlış kullanımı halinde karşılaşılacak tehlikelerin somut örnekleri ile gençlere tanıtılması gerekmektedir. Yasak konularak sosyal medya kullanımı çekici hale getirilmemeli, bunun yerine bilgi ve eğitim desteği ile sorumluluk bilinci verilmeli, bilinçli kontrol uygulaması ile mecranın doğru kullanımı sağlanmalıdır.

Ayrıca çocuklara sosyal medyada kullanırken sanal ortamdaki bilgi kirliliği ve bu ortamlardaki her bilginin doğru olmadığı, bilgisayarlarda on-line oyun oynamanın tedavi gerektirecek boyutlarda bağımlılık yaptığı söylenmeli ve çocukların sanal ortamlarda iletişim kurabileceği kişiler tarafından istismar edebileceği, gerçek olmayan bu tür iletişimlerin onları ailelerinden ve sosyal çevrelerinden uzaklaştırdığı ve sanal ortamlarda oluşturulan gruplarda hakarete varacak boyuttaki yazışmaların cezai yaptırımlarının olduğunu onlara sık sık hatırlatılmalıdır.

Sosyal medya bilinçli ve sorumlu kullanımı halinde gençlere, kendini ifade etmeve geniş kitlelere ulaşma imkânı sağlamakta, arkadaş grupları arasında

bilgi alışverişini hızlandırmakta, sosyalleşmeyi kolaylaştırmaktave içerik zenginliği ile fırsatlar dünyası sunmaktadır.

Page 44: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

44 45

GENCLiKTEDEĞERLERiNYANSIMASIİsmail KASAPOĞLU / Edirne MTAL Tarih Öğretmeni

Page 45: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

44 45

Ekin

ÖZE

NCA

N H

asan

Rıza

GSL

Öğr

enci

si

Page 46: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

46 47

Yaklaşık iki yüzyıldır yaşanmakta olan modernleşme süreci toplumsal hayatı derinden etkilemektedir. Bu süreçte geleneksel kurumlar ve değerler önemini yitirmektedir. Toplumsal hayatta yaşanan hızlı değişimler insanların dünyaya bakışını ve değer yargılarını da etkilemektedir. Toplumsal hayatta yaşanan bu hızlı değişimlerden en çok etkilenen kesimlerden birisi de şüphesiz gençlerdir. Bilindiği gibi gençlik çağı, insanın kişiliğinin oluştuğu çalkantılı bir dönemdir. Toplumsal hayatta yaşanan kırılmalar en çok gençleri etkilemekte ve bu durum dolaylı olarak toplumun geleceğini ilgilendirmektedir. Bu anlamda toplumsal değerlerin değişmesi karşısında gençlerin yaşadıkları problemler ve geliştirdikleri tutum, üzerinde çalışılması gereken önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada 1998’den 2016 yılına kadar Türkiye’de yaşayan gençler üzerine yapılan araştırmalardan bazı bölümler yorumlanmıştır.

Anketlere katılan gençlerimize “kendileri için yaşamı anlamlı kılan değerlerin ilk üçü” sorulmuş. Hepsinin yanıtlarıyla oluşan sıralamada, “ailevi değerler” ilk başta geliyor. İkinci sırada “saygınlık – eğitim (entelektüel değerler)” var. Sonra sırasıyla toplumsal değerler, bireysel değerler, dinsel değerler ve maddi değerler olarak sıralandığını görüyoruz.

Araştırmaları yapanların sonuçlar hakkındaki yorumlarına baktığımızda: “Türkiye’de gençliğin geniş kesimi dünya görüşü bakımından gelenekle modernizmin değerleri arasında sıkışmış olma halinin getirmiş olduğu gerginlik ve huzursuzlukları yaşamaktadır. Bu yorumu destekleyen önemli bulgulardan biri, soruları yanıtlayan gençlerimizin ‘dürüstlük’ kavramına çok yüksek bir değer önem vermesidir. Gençlerin değerler dünyasında ‘dürüstlük’, sosyalleşmenin ortak anahtar kavramı olarak görülmektedir.”

Araştırmalardan çıkan bir başka sonuç, sosyo-ekonomik statü yükseldikçe kadın-erkek beraberliğinin bireysel boyutunun öne çıkıyor olduğunu görüyoruz. Modern uçta yer alan Ankara, Antalya ve İzmir gibi kentlerde yaşayan gençlerde eş ve sevgili daha ağırlıklı öneme sahipken, çocuk seçeneğinin ağırlığı azalmaktadır. Geleneksel uca yaklaştıkça, İç ve Doğu Anadolu’da ise bu eğilim tersine dönüyor. İstanbul sonuçları ise genel olarak tam anlamıyla bir Türkiye örneği; bütün yanıtlar, araştırma sonuçları ortalama değerlerinin altında kalmaktadır. Verilen yanıtlardan değerlendirme yapan araştırmacılar, bu ilde geleneksellik ve modernlik arasında süre giden çarpışmanın sonucu olarak ailevi değerlerin büyüsünün bozulduğunu düşünüyor.

Gençlerimizin %81’i için aile kavramı “koruyuculuğu” simgeliyor. Araştırmalara katılanların en az yarısı, büyüklerinden anlayış gördüklerini belirtiyor. Üçte ikisinden fazlası aile büyüklerinin öğütlerine ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Yarıya yakın bölümü “kötü yola sapmamaları için özgürlüklerinin aileleri tarafından kısıtlanmasını” uygun buluyor.

Türkiye’de yaşayan gençler arasında eğitim ve bilginin,yaşamı anlamlı kılan değerler arasında anılma sıklığının%20 olduğunu görüyoruz. Araştırmalara katılanlar, bir gencin başlıca sorumluluğu olarak %60 oranında iyi bir öğrenci olmayı geleceği için önemli gördüğünü belirtmiş. Burada çok önemli olan, gençlerimizin sosyo-ekonomik durumları ne olursa olsun bu değere eşit ölçüde değer atfetmiş olmalarıdır. Bir başka nokta da gençler tarafından eğitimin toplumsal, bilgi’nin ise bireysel bir donanım olarak belirlenmiş olmasıdır.

Gençlerimiz, sosyal ağlarda sevdikleri ve çevreleri ile girdikleri iletişimi ve gerçekleştirdikleri paylaşımı, geleneksel biçimde sosyalleşmelerinden farksız görüyorlar. İnterneti genel olarak hayatlarının merkezine koymaya başlamışlar. Gençlerin %74’ü internet kullanırken internette en sık yaptıkları aktivite facebook, twitter, whatsapp vb. gibi sosyal ağlara girmek olduğunu belirtiyorlar. Gençler sosyal aktivite olarak arkadaşlarıyla vakit geçirmeyi gezmeyi dolaşmayı ön planda tutarken en yaygın hobileri ise müzik dinlemek olarak ifade ediyorlar. Cinsiyetin erkekler kategorisi, maceracılık ve ferdiyetçilik ile ilgili değerlerde daha etkili olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durum erkeklerin sosyal hayatta kızlardan daha rahat hareket edebilme imkânlarıyla açıklanabilir.

Yapılan araştırmalarda gençlerimizin hayatını anlamlı kılan şeyler arasında toplumsal değerlerin üçüncü sırada geldiği görülmektedir. Bunlardan en önemlileri “idealler uğruna mücadele” ve uzun zaman anılacak “bir eser bırakma” seçeneklerinin anılma sıklığı %15 olduğunu görüyoruz. İdealler uğruna mücadeleye verilen önem bakımından kadınlar ve erkekler arasında bir farklılaşma olmadığı ortaya çıkmaktadır. “Bir eser bırakma” amacı ise daha çok erkekler tarafından dile getirilmiş. Araştırmayı yapan uzmanlar; bu gruptaki gençlerin, toplumun en üst katmanı ile alt ve orta katmanları arasında yer alan konumlarıyla kendilerine bir “toplumsal görev” belirledikleri görüşünü belirtiyorlar. Ayrıca araştırmalara katılanların %83’ünün “gençliğin toplumsal sorumluluk sahibi olması gerektiği” görüşünü paylaşması, gençlerin toplumsal değerlere atfettikleri önem düzeyini ortaya koyuyor.

İnsan gençliğinde ne ekerse yaşlandığında onun başarısını biçer. Gençliğinizde ne ekerseniz yaşlılığınızda başarılı olup rahat ve mutlu bir hayat yaşarsınız.

Page 47: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

46 47

ama “belirli bir mesafede bırakılması” koşulunu arıyor olduğunu görüyoruz.

Gençlerimizin, aile kurumuna yaklaşımda geleneksel tutumu aşmış olduklarına ilişkin bir başka gösterge, farklı din ve mezhepten olan çiftlerin evlenmesini, %70 oranında desteklemiş olmalarıdır. Evlenme yaşı konusundaki gençlerimizin tercihleri, hem kızlar hem erkeklerde ideal evlenme yaşı için 25’i ifade etmişler. Baba eğitiminin, özellikle toplumculuk ve refahçı eğilime işaret eden değerleri desteklediği görülmektedir. Yine bununla paralel olarak aile gelir seviyesinin yüksek oluşu ferdiyetçilik, maddî hayat ve mutluluk değerleri üzerinde etkili olduğu görülmektedir.

Araştırmalarda beş gençten dördü, kadının ve erkeğin aile gelirine ortaklaşa katkıda bulunması gerektiğini ifade ediyor. Araştırmaları yapan uzmanlar, kadına da erkekle birlikte maddi sorumluluk yükleme eğiliminin, ekonomik zorluklarla ilgili bir kabulden çok, bir yaşam tarzı tercihini yansıttığı saptamasını yapıyorlar. Bu saptamayı destekleyen bir başka bulgu “kadının rolü”ne ilişkin verilen diğer yanıtlar. Kadının varlığını aile sorumluluklarıyla sınırlayan geleneksel tutumun, gençlerimiz tarafından büyük ölçüde aşılmış olduğunu görüyoruz. “Kadınların asıl istedikleri bir ev ve çocuklardır” görüşü, araştırmalara katılan gençlerin yarısı tarafından reddedilmiş. Gençlerimiz kadın - erkek ev kadınlığının, bir işte çalışmak kadar tatmin edici olmadığı görüşünde birleşiyorlar. Buna ek olarak meslek seçimi konusunda da cinsiyetçi bir tutum sergilemiyorlar. Gençlerimiz, sadece çocuk bakıcılığı ve taksi şoförlüğünün farklı cinslere ait olması gerektiğini ifade etmişler ama diğer mesleklerde kadın-erkek ayrımı yapmadıklarını belirtmişler.

Toplumsal hayatta yaşanan hızlı değişimler bağlamında gençler, değişen toplum düzeni içerisinde farklı rol beklentilerine sürüklenerek ruhsal bir gerilim ortamında kimlik arayışlarını sürdürmek durumunda kalmışlardır. Kendi yaşı gereği değer yargıları hızla değişen gençlerin, içinde yaşadığı toplumun değerlerinin de hızla değişmesi karşısında bocalamaması mümkün gözükmemektedir.

Ülkemizde yaşayan gençlerin toplumsal değerlere verdikleri önemin bir başka göstergesi, araştırmaya katılanların büyük bölümünün “gençlik içinde amaçsızlığın, idealsizliğin ve vurdumduymazlığın yaygın olduğu” görüşünü paylaşmalarıdır. Gençlerin çoğunluğunun kendi kuşaklarını amaçsız, idealsiz, vurdumduymaz olarak görmeleri çelişkili görünüyor. Ama bir amaca ve ideale bağlanmaya “değer” olarak atfedilen önemi vurgulaması bakımından anlamlı olduğunu söyleyebiliriz.

Gençlerimiz, “bireysel değerler”deki öncelikleri sorulduğunda ilk olarak “mesleki başarı”dan söz etmişler. Araştırmalara katılanların %28’i, “idealler için mücadele etme seçeneği” ile “mesleki başarı”yı aynı ölçüde önemli görmüş. “Din ve inanç seçeneği”nin ise daha geride kaldığını görüyoruz.

Gençlerimiz arasında “bilgi-beceri kazanma”, “sistemli düşünebilme”, “genel kültür edinme” ve “toplumsal saygınlık kazanma” gibi bireysel amaçları birinci sırada sayanların toplamı %60’ı aşan bir oranda olduğu görülmektedir. Bunlardan özellikle “sistemli düşünme yeteneğini kazanma” amacının, sosyo-ekonomik durumla güçlü bir ilişkisinin olduğu görmekteyiz.

Genel olarak söylemlerde “Şimdiki gençler maddiyata çok değer veriyor.” ifadesi, yapılan araştırmalardaki bulgularda, katılanların yalnızca %3’ünün “yaşamı anlamlı kılan şey” olarak maddi değerleri gösterdiğini görüyoruz. Yalnız burada gelir seviyesi yüksek olan grupta bu oranın %23’e kadar çıkmaktadır. Bu da araştırmacılarca, maddi refah düzeyinin yaşama bakış üzerinde doğrudan etkisi olarak yorumlanıyor. Benzer şekilde sosyo-ekonomik kademelenmenin en alt basamağındaki yoksul grubun, maddi refahın belirleyiciliğini, orta basamaklardaki gruplardan daha büyük bir açıklıkla algıladıklarını ortaya çıkarıyor. Bununla birlikte gençlerin dünyasında maddi refahın tuttuğu yer ile parasal sorunların günlük yaşamlarındaki ağırlığı arasında çarpıcı bir karşıtlık olduğunu görmekteyiz.

Araştırmaları yapan uzmanların hemen hepsinin buna yorumu da şöyle: “Türkiye gençliğinin dünya görüşündeki laiklik, maddi sorunların bütün ağırlığına rağmen, “ekonomik bakış açısı”nı belirleyici bir konuma yükseltmiş değildir. Gençlerin dünyasında ekonomi, ahlakçı tutumun gölgesinde kalmaktadır.”

Yapılan araştırmalarda, Türk gençliğinin büyük bölümünün, evlilik bağının kurulmasında modern davranış örüntülerini benimsediğini ortaya çıkarmıştır. Araştırmalara katılan gençlerimizin % 70’i, görücü usulü evliliğe karşı olduklarını ifade etmişler. Buna verilen yanıtlarda kızlarla erkekler arasında bir fark olmadığı görülmektedir. Genç kız ve erkeklerin “evlilik öncesi arkadaşlık edilmesi” konusunda da geleneksel kuralların aşıldığı, ama yine de ihtiyatlı bir tutumun korunduğu ortaya çıkmış. Araştırmalara katılanların %15’i evlilik öncesi kız-erkek ilişkisini “kabul edilemez” bulurken geri kalanının buna karşı değil

AYDIN, Mustafa, Gençliğin Değer Algısı: Konya Örneği, 2003, DEM.DOĞAN, Musa, Gençlik ve İletişim Araçları, Değerler ve Eğitimi, İstanbul, 2007.Gençlik Araştırmaları Dergisi, c. 1, Ankara 2013.GÜNGÖR, Erol, Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar, İstanbul, 1998.Türkiye’yi Anlama Kılavuzu Araştırması, Ipsos, İstanbul, 2014. Konrad Adenauer Vakfı, Suskun Kitle Büyüteç Altında, İstanbul, 1998.Prof. Dr. ÖNAL, Mehmet Naci (MSKÜ) Gençliğin Geleneğe Bakışı, Marmaris, 2016.Doç. Dr. ŞEN, Faruk (MSKÜ), Yrd. Doç. Dr. BALLI, Serkan (MSKÜ), Ar. Gör. SAĞBAŞ,Ensar Arif (MSKÜ), Sosyal Medya ve Gençler Üzerindeki Etkileri, Marmaris, 2016.SETA, Türkiye’nin Gençlik Profili, Ankara, 2012. TOG Gençlik Araştırması Profili, İstanbul, 2015.

KAYNAKÇA

Page 48: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

48 49

Günümüzde gençler, çocuklar, büyükler hatta yaşlılar bile “teknoloji”nin kurduğu tuzağa düşmüş durumda. Özellikle gençler evde, okulda, sokakta neredeyse aklınıza gelebilecek her yerde telefon veya bunun gibi teknolojik aletlerle meşguller. Akıllarında “kitap okumak” diye bir düşünce yok! Oysa telefondaki oyunları oynamak için ayırdıkları zamanda kitap okusalar şu anda ülkemiz çok daha iyi bir yerde olabilirdi.

Telefonlardaki oyunlar, bizi gerçek hayattan uzaklaştırıyor. Kitaplar ise hem bize binbir çeşit macera yaşatıyor hem bize farklı bir bakış açısı kazandırıyor hem de kelime dağarcığımızı geliştirmemizi sağlıyor. Aynı zamanda araştırma duygumuzu da kabartıyor. Bunu nasıl mı yapıyor? Kitap okurken anlamını bilmediğimiz kelimeleri merak edip araştırıyoruz. Bu da araştırma duygumuzu ortaya çıkarmaya ve artırmaya yarıyor.

Kitap okumanın belki bundan daha da fazla yararı olmasına rağmen gençlik, bizi sanal dünyaya sürükleyen “oyunları” tercih ediyor. Kitap okumanın onlara neler kazandıracağının farkında bile değiller. Çünkü kitap okumaya ilgi duymuyorlar. Okulda başarılı olmayı çok istiyorlar fakat kitap okumuyorlar.

Kitap okumak bir iş olarak görülmemelidir, öyle değildir de. Ama gençlik bunu farkında olmamakla birlikte neredeyse bundan nefret etmektedir. Anne babalar çocuklarına “Biraz kitap okumalısın.” veya buna benzer şeyler söylediklerinde çoğu zaman aynı cevapla karşılaşırlar: “Buna ayıracak zamanım yok.” Bu cevap çok yanlıştır. Çünkü kitap okumak için zaman ayırmaya gerek yoktur. Bunun en güzel örneklerinden biri Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk, binlerce kitap okumuştur. O; kitap okumayı bir iş olarak görmemiş, boş kaldığı her zaman kitap okumuştur. Bu yüzden çok bilgili bir insan ve liderdi.

Atatürk’ün tüm umudu gençliktedir fakat maalesef gençlik, buna göre davranmamaktadır. Eğer biz yani gençlik kitap okumaya daha çok özen gösterir, kitap okumayı bir iş olarak görmezsek hem Ata’mızı hem de ülkemizi, milletimizi çok mutlu ederiz ve ülkemizin gelişmesine de katkıda bulunmuş oluruz.

GENCLiK VEKiTAP OKUMAK

Anday TOPRAKKIRANÖzel Edirne Bahçeşehir Ortaokulu Öğrencisi Duru TURNA / Özel Edirne Bahçeşehir Ortaokulu

Biz yani gençlik kitap okumaya daha çok özen gösterir, kitap okumayı bir iş olarak görmezsek hem Ata’mızı hem de ülkemizi, milletimizi çok mutlu ederiz ve ülkemizin gelişmesine de katkıda bulunmuş oluruz.

Fat

man

ur Y

ILM

AZ H

asan

Rıza

GSL

Öğr

enci

si

Page 49: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

48 49

Kitap ne demek? Sizin için, çevrenizdekiler için ya da ailenizdekiler için ne anlama geliyor? Benim için merak demek, arkadaşlık demek. Sevdiğim bir yazarın okumadığım bir kitabını gördüğümde mutlu olmak demek. Yeni aldığım kitabı inceleyip hatta sayfalarını koklayıp mutlu olmak demek. Birçok insan için de aşağı yukarı benzer şeyleri ifade eder herhalde.

Bu kadar yoğun duygular içeren kitaplar ne için yeterince ilgi görmüyor o zaman? Belki de şöyle sormalıyım: Ülkemizde kitap neden yeterince okunmuyor ve sevilmiyor? Bunu dünya okuma sırasında epey geride olduğumuzu bilerek soruyorum. Teknoloji özellikle gençler için bu kadar önemliyken kitabı onun önüne geçirmek pek kolay değil sanırım. Kitap okumanın oyunda seviye atlamak kadar keyifli olabileceğini gösterecek bir yol bulmalı büyükler.

Tabii ki kitabı seçen çocuklar ve geçler de var. Belki onların içinden yeni bilim insanları çıkacak. O zaman yeni bir buluş, bir Türk adıyla anılacak. Belki de Nobel bir kez daha bizim olacak. Bunlar benim hayallerim. Ve kitaplarla bunlara ulaşıp yapabileceğimi biliyorum. Daha çok hayal kurmamızı öğütlemeli büyükler. Biz gençler de daha çok hayal etmeliyiz…

KiTAP VEGENCLiK

Duru TURNA / Özel Edirne Bahçeşehir Ortaokulu

Daha çok hayal kurmamızı öğütlemeli büyükler. Biz gençler de daha çok hayal etmeliyiz…

M. K

erim

can

CİN

OKU

R Ha

san

Rıza

GSL

Öğr

enci

si

Page 50: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

50 51

GENCLERİNGELECEK KAYGISIHakan TUZCU / Özel Edirne Bahçeşehir Fen Lisesi ve Anadolu Lisesi Felsefe Grubu Öğretmeni

Dünya çok hızlı bir değişim ve gelişim süreci yaşıyor. İçinde bulunduğumuz dönemin temel dinamikleri çok fazla değişime sahne oluyor. Bu değişime uyum sağlayabilen toplumlar ayakta kalabiliyor, eğitim alanında da çok ciddi değişiklikler yaşanıyor. Bu değişim; geleneksel yapıdan sıyrılmayı zorunlu hale getirirken yeni yaklaşımlar, yeni söylemler ve yeni sistemlerin uygulanmasını gerektiriyor. Geleceğimiz, yarınımız kısacasıtoplumun istikbalinin garantisi gençlerimiz, bu değişim sistemi içinde ne durumdalar? Acaba geleceklerini planlamada ne tür sıkıntılar içerisindeler? Bu ve benzeri sorular toplumsal kurumlarımızın tamamının üzerinde titizlikle durması gereken sorunlar. Bu sorunsal yaklaşımlar doğrultusunda gençlerimizin gelecek kaygısı taşımalarının nedenleri ve bu durumdan doğru yönlendirmelerle kurtulmalarını sağlama adına aktarılan bilgilerin uygulanması, gençlerimizi gelecek kaygısını azaltmada yardımcı olabilir.

Amacımız;iyi bir gelecek tesis ederek, dengeli toplumsal ilişkiler geliştirerek, değerlerine bağlı bireyler yetiştirmektir. Tüm enerjimizi aynı noktaya yoğunlaştırırsak verimli sonuçlar alabiliriz.

İrem

KO

ÇAN

Has

an R

ıza G

SL Ö

ğren

cisi

Page 51: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

50 51

Kaygı kavramı, her gelişim dönemi içinde olması muhtemel bir psikolojik davranış örüntüsüdür. Bu davranışın birçoğunun kaynağına ulaşılabilmek mümkünken bir kısmının kaynağı belirsizliğini korumaktadır. Kaygı, her gelişim döneminde gözlemlenebilir. Gençler, içinden çıkılamaz problemlerle karşılaştığını düşünebilir ancak bir üst döneme geçtiğinde daha önceki kaygı nedenleri çok basit olarak görülür. Örneğin üniversite eğitimini tamamlayıp meslek sahibi olan birey için lise okul sınavlarının bir kaygı oluşturması olası değildir. Bu noktadan hareketle olumlu deneyim ve yaşanmışlıkların kaygıyı azalttığını söyleyebiliriz. Kaygının, özellikle genç kuşaklarda, daha baskın olmasının nedeni ergenlik dönemi karmaşası ve kimlik kazanımı arayışlarıdır. Gençler, bu dönemde toplumsal yaşayışa daha fazla dâhil olmakta ve artık dışarıda neler olup bittiğinin daha fazla farkına varmaktadırlar. Buna hazırlıklı olan genç potansiyelleri yetiştirmek bizler için bir zarurettir. Gençleri sadece kendi değerlerimizle yetiştirme gerekliliğiyle birlikte, küreselleşen dünyanın değerleriyle donatmak ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Bu tarzda bir eğitimsel süreç, gelecek kaygısını daha düşük seviyelere indirecektir.

Gençlerimizin gelecek kaygılarının temelinde, standartları yüksek bir işe sahip olma, ekonomik refah düzeyi ve toplumsal prestij konuları önceliklidir. Gençlerimiz, genellikle meslek tercihlerinde ekonomik standartları göz önünde bulundurmaktadır. Bu durum yetenek, ilgi ve idealizm içeren farklı meslek gruplarını atıl hale getirmektedir. Ülkemizin ekonomik verilerindeki gelişme ve ilerlemeler iş bulabilme olasılığını artırarak farklı meslek alanlarının da tercih edilebilirliğini maksimize edecektir. Son dönemlerde özellikle sağlık ve mühendislik alanlarındaki tercih yığılmaları iş bulabilme olasılığı ile orantılıdır. Yüksek puan aralığındaki üniversitelerin tercih edilmesinin temel nedenlerinden biri de yine bu sonuca bağlıdır. Ekonomik standartlardaki artış; meslek tercihlerini, yaşam koşullarını ve niteliği yüksek toplumsal yapıyı tesis edecektir. Bu duruma ek olarak rol model kaynaklı gelecek kaygısı sorunlarını son dönemlerde yaşamaktayız. Farklı kültürel dokulara sahip ülkelerin küresel iletişim kanalları aracılığı ile sınırları sanal ortamda kaldırmaları her türlü bilginin dolaşımını sağlamakta, farklı davranışları ve yaşantıları iletişim ortamına açmakta ve etkileşim ağı kurmaya imkân tanımaktadır. Kültürel değerleri ve eğitim alt yapısı sıkıntılı olan toplumların genç kuşakları, bu küresel şeffaflıktan olumsuz etkilenebilmektedir. Toplumun kendi içinde yaşadığı kuşak farklılıkları da kaygıyı oluşturabilmektedir. Daha önceki dönemlerde borçlanarak ev veya araba sahibi olmayı hedefleyen kuşak, yerini daha anlık yaşayan ve yatırımı kendi gelişimine ayıran bir kuşağa bırakmaktadır. Evlilik yaşı yükselmiş, kariyer hedefleri ön plana çıkmış, mobilize yaşayan ve daha önceki kuşaklara göre donanımlı bir genç kuşak oluşmuştur. Bu durum iki ayrı kuşak arasındaki kaygıların da farklılaşması anlamını taşımaktadır.

Bilgi, günümüzün en önemli realitesidir. Günümüz toplumu, bilgi toplumu; yaşadığımız dönem ise bilgi çağı olarak adlandırılmaktadır. Gelecek kaygısını aşabilmek için gençlerimizi kendine güvenen, ne istediğini bilen, akademik donanıma sahip ve uluslararası boyutta söz sahibi olabilecek şekilde yetiştirilmeleri gerekmektedir. Sadece gençlerin çabalamasını beklemek ve hızına yetişemediğimiz bir değişimi aşmalarını ummak, onlara yapılacak en büyük haksızlıktır. Bu konuda özellikle aileye oldukça önemli görevler düşmektedir. Ailenin, toplumun temeli olduğu gerçeğinden hareketle aile, genç kuşakların yetiştirilmesinde temel sorumluluğu üstlenmelidirler. Ebeveynler, gelişen ve değişen toplumsal yapılara ayak uydurmalı ve gençlerle iletişimlerini sağlıklı bir zemine oturtmalıdırlar. İlk eğitimin verildiği aile, sosyal ve duygusal ihtiyacı karşılayamaz ise istemediğimiz gelişmeler yaşanabilir ve çelişkiler artabilir. Gençlerin kaygı davranışını yaşamalarının bir diğer nedeni de cevaplanamayan ya da soruları için doyurucu olmayan cevapların olmasıdır. Sağlam bir temel alan bireyler, bu binayı diğer eğitim süreçleri ile oluşturur. Okulların görevi işte bu noktada devreye girer. Öğrencilerin farklı özelliklerini ön planda tutan, değerler eğitimine önem veren, akademik eğitim ile sağlamlaştırılan bir okul programı kaygıyı azaltır. Doğru bir rehberlik konsültasyonu, yetenekleri ve bireysel gelişimi ön plana çıkaran öğretim programları, hedeflerimize ulaşmada kolaylık sağlar. Öğrencinin ev ve okul arasında geçirdiği mesai oldukça yoğundur. Bu nedenle gerek evde gerekse okulda geçirilen vakit oldukça kaliteli ve doyurucu olmalıdır. Bu iki ayaktan biri aksarsa denge sarsılır ve istenilmeyen sonuçlar doğar.

Bireysel ve toplumsal sorumluluklarımızın ne gibi etkiler yaratacağını fark edersek gençlerimizin karşılaşabilecekleri zorlukları aşmalarında yardımcı olabiliriz. Kaygının olması temelde büyük bir sorun değildir. Hatta bir teoriye göre yeterli düzeyde kaygı başarı da getirebilir çünkü dikkati artırır. Biz yetişkinler, davranış kalıplarımızla entelektüel eğilimlerimizle sosyal yaşantılarımızla gençlere örnek olmaktayız. Bize düşen görev iyi ve ölçülü modeller olmak ve onların düşüncelerine saygı duymaktır. Bizler hata yaptıkça onlar de hata yapacaklardır. Hayat, bir deneyimsel bütünlüktür. Ülkemizin tüm kurumlarına, toplumsal yapının temeli olan aileye, biz eğitimcilere düşen görev oldukça ciddi ve ağırdır. Amacımız, iyi bir gelecek tesis ederek, dengeli toplumsal ilişkiler geliştirerek, değerlerine bağlı bireyler yetiştirmektir. Tüm enerjimizi aynı noktaya yoğunlaştırırsak verimli sonuçlar alabiliriz.

“Gelecek, çocuklarımızda ve bu çocuklar bizim.” Geleceğimiz olan gençlerimize, onları yetiştiren ailelere ve eğitimcilere, ilerisi için gerekli adımları atan ve alt yapıyı tesis eden tüm kurumlarımıza teşekkür ediyor, kaygıdan uzak bir gelecek diliyorum. Saygılarımla…

Page 52: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

52 53

HAYATTABiR KEREAleyna Kardelen BALCILAREdirne Süleyman Demirel Fen Lisesi Öğrencisi

Gençlik, en güzel mevsimidir insanın değil mi? Gençlik insana neşe katan, hayaller kurduran, insanın en özgür, en bağımsız hissettiği çağdır. Kan bile daha deli akar bu zamanlarda. İlk aşklar, ilk kavgalar bu zamanın hatıralarıdır. Hani derler ya hayata tozpembe bakın, diye. İşte bu yıllarda hayatın çeşitli renklerini keşfederiz. Arkadaşlığı, dostluğu, yanılmayı, başarmayı, terk edilmeyi, affetmeyi, hatalara göz yummayı her biri ayrı bir ders verir, olgunlaştırır bizi.

Gençlik zaman zaman yanlış kararlar vermek demektir. Evet, hatalar çoktur bu çağda. Anne babalar katlanamaz bu hatalara. Kendilerinin de bir zamanlar tattığı gençlik duygusunu unuturlar. Gençliğinde yaşadığı zorlukları sanki hiç yaşamamış gibi kendisine yapılanları çocuğuna da yapar. Oysa bir genç için en zor şeylerden biri de hatayı kabul etmektir.

Genç yaşamın hiçbir döneminde hissedemeyeceği kadar umut doludur. Biz gençler unutmamalıyız ki gençlik, insanın başına hayatta bir kere gelir.

Page 53: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

52 53

Bu yüzden hayal kırıklığı yaşamak gençliğin olmazsa olmazlarındandır. Gencin kendisinden de beklentileri vardır. Bu beklentiler çevreden gelen beklentilerle birleşince gencin üzerinde büyük bir baskı oluşturur. Bunları gerçekleştirememek genci karamsarlığa iter, öz güvenini yitirmesine neden olur.

Evet, genç olmak bir yanıyla zordur zor olmasına ama bir yanıyla da hoştur. Her şey daha renkli daha canlıdır. Değişime, iyiye, güzele, geleceğe daha çok inanılır. Genç yaşamın hiçbir döneminde hissedemeyeceği kadar umut doludur. Biz gençler unutmamalıyız ki gençlik, insanın başına hayatta bir kere gelir.

Genç bir yandan bağımsız olmak bir yandan da kendisini yargılamadan, olduğu gibi, koşulsuz şartsız destekleyecek ve sevecek birilerini ister. Genç olmak asi olmaktır. Bu dönemde yanlışlığa, haksızlığa katlanamaz iyiyi, doğruyu, güzel olanı savunurlar. Var olana, kurulu olana isyan etmek genç olmanın doğasında vardır. Her gencin isyanını ifade edişi başkadır. Bazıları bağırır, çağırır ve öfkelenir; bazıları ise sessiz sedasız bir köşede ağlar, içine atar. Gencin gözü karadır. Bir yandan korkar bir yandan duyacağı heyecanın hazzıyla risk almaktan çekinmez, kendisine heyecan veren bütün işlerin içindedir düşünmeden. Hayatı boyunca hiçbir zaman cesaret edemeyeceği şeyleri bu dönemde yapabilir.

Gençler hayattan ve dünyadan çok şey beklerler. Hayat her şeyi vermeye muktedir gibi görünür.

Met

ehan

ÇAL

IŞKA

N H

asan

Rıza

GSL

Öğr

enci

si

Page 54: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

54 55

TERCİHİNİZGELECEĞİNİZDİRMehmet KÖSE / Uzunköprü Anadolu İmam - Hatip Lisesi Müdür Yardımcısı

Hayatımızın her anında tercih yapıyoruz. Yaş ilerledikçe yaptığımız tercihler geleceğimizi çok fazla etkilemiyor. Geleceği en çok etkileyen tercihler gençlerin yaptığı tercihlerdir. Bu sebeple onların yaptığı ve yapacağı tercihlerin mümkün olduğu kadar mantıklı ve gerçeğe yakın olması gerekiyor.

İnsan gençlik döneminde genellikle akıl, mantık, realite ağırlıklı değil, duygu ağırlıklı tercih yapar. Bu şekilde yapılan tercihler çoğunlukla hatalı tercihlerdir. Çünkü hayatın kuralları duygulara göre belirlenmiyor. Siz gerçeğin acımasız çölünde duyguların sanal dünyası ile yol alamazsınız.

Gençlerin tercih aşamasında geleceğini değiştiren çok önemli dört tercih vardır: iş, eş, arkadaş (çevre), bilgi. Bu tercihlerde yapılan hatalar gençlerin hayatını geri dönülmez şekilde etkilemektedir. Yapılan hatalı tercihler gençlerin karşısına başarısızlık ve mutsuzluk; doğru tercihler ise başarı ve mutluluk olarak çıkmaktadır.

Okul hayatında zekâ, yetenek ve kişiliğine uygun okul veya bölüm seçmeyen genç, emekli oluncaya kadar başarısız olacağı, nefret edeceği, ülkesine ve insanlara zarar vereceği bir işi yapacaktır. Bu durumda hem genç hem de ülke zarar edecektir. Böyle insanlar verimsiz çalışacağı gibi sürekli olarak psikolojik ve bedeni hastalıklara yakalanarak çalıştıkları kuruma yük olacaktır.

Meslek seçiminde doğru tercih yapıldığı zaman, gençler hem başarılı hem de mutlu olacaktır. Bunun yanında iş hayatında verimlilik artacak, gençler hem ülkesine hem de kendilerine değer katacaktır. Sevdiği işi yapan insan, sürekli olarak yeniliklerin ve gelişmenin peşinde olur. Karşılaştığı problemlere çareler arar. Kendisini ve ülkesini daha ileri nasıl götürürüm kaygısında olur.

Doğru mesleği yapanlar sürekli olarak bir idealin peşinde koşarlar. Bir yazarın dediği gibi “Varılacak hedefi olmayanlar, çalışmaktan zevk almazlar.” Hedefi olan insan zararlı alışkanlıklara yakalanmaz. Çalışmaktan yorulmaz.

Geleceğinizi merak ediyorsanız bugün yaptığınız tercihlerinize bakınız.

Page 55: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

54 55

Gençlerin hayatını derinden etkileyen diğer bir tercih eş seçimidir. Yanlış eş seçimi genellikle dağılmış aileler, perişan olmuş çocuklar, mutsuz insanlar olarak karşımıza çıkar. Doğru kişilerle evlilik yapıldığı zaman herkes mutlu olur. Mutlu bir aileye sahip olan insan işini severek yapar. Kötü alışkanlıklardan uzak durur. Çocuklarına zaman ayırır. Sürekli olarak işine ve ülkesine değer katmanın yollarını arar. Sıkıntı çeken insanlara yardım ederek olumsuzlukların azalmasına yardımcı olur.

Geleceği etkiyen diğer önemli bir tercih, arkadaş ve çevre seçimidir. İnsan sosyal bir varlık olduğu için bir gruba ait olmak ister. Değişik sebeplerle mutlaka bir topluluğa katılırız. Arkadaş ve çevre seçiminde gençler genellikle duyguları ile hareket ederek karar veriyor. Hatalı kararlarının bedelini kararmış bir geleceğe sahip olarak ödüyorlar. Arkadaş kurbanı olan gençlerin sayısı hesaplanamayacak kadar çoktur. Gençlik problemlerinin en büyük sebebi hatalı arkadaş ve çevre seçimidir. Hatalı arkadaş seçimi sokak çeteleri, zararlı alışkanlıklar, suça bulaşmış gençler, başarısız okul hayatı, aile içi şiddet, kararmış bir ülke geleceği olarak karşımıza çıkar. Eğer doğru arkadaş ve çevre seçimi yapıldığı zaman gençlerimizin başarılı bir okul hayatı, mutlu bir çevresi olur. Böyle gençler hem kendilerine hem de aile ve ülkelerine değer katarlar. Ülke bu gençlerin omuzlarında yükselir. Bir ülkenin en büyük sermaye ve gücü iyi yetişmiş gençleridir.

Tabiat boşluk kabul etmez. Eğer gençlerin iyi insanlarla ve çevrelerle buluşmasını sağlamazsak kötü niyetli insanlar ve ülkeler devreye girer. Bunun en güzel misalini 15 Temmuz 2016 Darbe Teşebbüsü hareketi ile gördük. Gençler sürekli bir arayış içindedir. Onların bu arayışı bazılarının iştahını kabartmaktadır. Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim sözü her gün karşımıza çıkmaktadır.

Önemi en az bilinen tercih bilgidir. Bilgi çağı, bilgi toplumu sözleri çok duyulan ama önemi anlaşılmayan sözlerdir. Yaşadığımız dünyada bilgi her şeyin önüne geçmiştir.Ülkenin, kurumun, şahsın gücü ve değeri sahip olduğu bilgi ile ölçülmektedir. Ar-Ge çalışmalarının temeli bilgiye dayanır. Bir ülkenin Ar-Ge çalışmalarına ayırdığı para o ülkenin gelişmişlik ölçülerinden biridir. Bilgi, çok yönlü bir kavramdır.

Günümüzün en popüler kavramlarından biri de entelektüel sermaye kavramıdır. Bu sermaye çeşidi temeli bilgiye dayanan bir sermayedir.

Ülkelerin sahip olduğu en değerli güçlerden biri olan entelektüel sermaye miktarı o ülkenin güç ve gelişmişliğinin sembollerindendir. Bu sermaye gücüne sahip olan devletler çok kısa sürede bilgiyi teknolojiye dönüştürerek ekonomik yarışta bir adım öne geçmektedir. Aynı şekilde entelektüel sermaye sahibi gençler hayatta bir adım önde olmaktadır.

Bilginin diğer bir boyutu insanın fikir ve inanç dünyasını şekillendirmesidir. Eğer hatalı bilgi tercihi yapılırsa insan terör ve suç örgütlerine katılabilir. Sapık dini grupların etkisinde kalarak kendisine ve ülkesine zarar verebilir. Çağımızda gençlerin yanlış bilgi tercihi sonrası terör örgütlerine katılması, uçta dini cemaatlere uyması sonucu bir sürü problem ortaya çıkmaktadır. 15 Temmuz 2016 Darbe Teşebbüsü sapık dini grupların bilgilerini doğru kabul eden insanların düştüğü duruma en güzel örnektir.

Batı dünyasında kült grupları denilen yeni dini oluşumlar hızla yayılmaktadır. Bu topluluklar, modern hayatın sıkıntılarından bunalan insanlara alternatif çözümler sunma yalanı ile gençler arasında rağbet görmektedir. Daha sonra maddi ve manevi olarak sömürüye maruz kalmaktadır. Kendi ülkelerine ve ailelerine düşman insanlar haline dönüşmektedir. Bu sıkıntının en önemli sebebi hatalı bilgilerin tercih edilmesidir.

Bu tuzağa düşen binlerce genç aramızda yaşamaktadır. Gençlerimizi doğru bilgileri tercih edecek şekilde yetiştirmezsek karşımıza suçlu ve düşman olarak gelecektir. Bilgi iki tarafı kesen kılıç gibidir. Doğru kullanılmazsa sahibine zarar verir. Dünyadaki terör örgütlerine katılanların büyük kısmı gençlerdir. Bu gençler hatalı bilgilere inandırılmış modern Man kurtlardır. Sözün kısası bilgi tercihini doğru yapmayan gencin geleceği, mesleği, entelektüel sermayesi olmaz. Ülkesinin ve ailesinin başına bela olur. Diplomalı cahiller, katiller, hainler, sapıklar her yeri kaplar. Hayat, çekilmez bir işkence haline gelir.

Geleceğinizi merak ediyorsanızbugün yaptığınız tercihlerinize bakınız.

Nes

lihan

YAZ

ICI H

asan

Rıza

GSL

Öğr

enci

si

Page 56: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

56 57

Levent Tuna TOSUN / Kırkpınar Ağası Alper Yazoğlu Ortaokulu Öğrencisi

UNUTMASEN DECOCUKTUNNuh’un gemisine binemeyen bir yaratık gibi sinirleniyorum o an. Tehdit edilmiş bir çobanaldatan gibi ağzımı açıyorum, konuşamıyorum. Sokrates’in torunuyum sanki. Kendini imparator zanneden şu büyükler benim konuşma hakkımı elimden alıyorlar.

Sabah oldu, uyandım, yine okula gideceğim. Yataktan isteksizce kalktım ve akşam hazırlayamadığım çantama aynen sincapların ağzına fındıkları tıkıştırması gibi kitaplarımı defterlerimi doldurdum. Ve düşündüm, ben neden gidiyorum okula? Nasıl olsa dünden farkı olmayacak bugünün. Karın ağrısı numarasıyla okula gitmeyebilirdim ama ya bizimkilerle oynamak, öğretmenlerle didişmek. Teneffüslerde sinsice kızların yanına gidip poşetleri ve ödlerini patlatmak. Ardından çığlıklarla kaçışlarına katıla katıla gülmek. Herhalde bunlardan vazgeçemezdim. Her gün birbirine benzese de okulda kahkaha garanti. Bunları nasıl kaçırırım?

Amma da ağır oldu bu çanta, kusmaya hazır bir mide gibi. Kamburumun çıkması kimsenin umurunda değil. Her dersin bir ders kitabı, bir çalışma kitabı, bir test kitabı ve bazen hiç açılmadan eve gelen bir defter. Neyse ki sabahları babam götürüyor arabayla okula beni. Eminim müdür yardımcımız da kapıda olacak, “Saçlarını kestir, kız mısın?” diyecek. Ama yanımdan sekizinci sınıflardaki o çocuk küt saçıyla saçını savurarak içeri geçecek.

Hızlıca giysileri üstüme geçirdim. Kahvaltı sofrasına oturdum. Her sabah hiç değişmeyen kahvaltı sofrası önümdeydi işte. Bu annem hiç şaşırmaz mı, yorulmaz mı anlamıyorum. Her şey milimi milimine yerli yerinde. Yumurta, bal, peynir, zeytin, annemin ürünleri reçeller. Aslında güzel bir masa ve her sabah karşımda bana sunulmuş. Eminim her sabah da karşımda olacak benim annem böyleyken. Herkesin sabahı böyle sanıyordum ama yan sınıftaki Deniz’in geçen salı başı dönüp bayıldığında anladım herkesin sabahında balın, peynirin, zeytinin olmadığını. Deniz, diğer kızlar gibi sadece güzellik peşinde olan, sıkıcı biri değildi. Tek sıkıntı bazen çabuk ağlamasıydı. Onu severdim, beni dinleyen sayılı arkadaşlarımdandı. Hem böceklerden de tiksinmiyordu.

Page 57: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

56 57

Leve

nt T

una

TOSU

N K

ırkpı

nar A

ğası

Alpe

r Yaz

oğlu

Ort

aoku

lu Ö

ğren

cisi

Page 58: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

58 59

Meğer Deniz, hiç kahvaltı etmiyormuş, yani aslında edemiyormuş. Annesi ve babası çok erken çıkıyorlarmış evden, Deniz’e sen halledersin diyorlarmış, on üç yaşında kocaman kızsın diyorlarmış. Ayrıca yakın zamanda boşanacaklarmış. Kafaları dağınıkmış, kavga ediyorlarmış sürekli, herhalde onun kahvaltısı düşünecekleri son şeymiş. Deniz bayılınca okulda, beden eğitimi öğretmeni yardım etmiş, tostla meyve suyu kendine getirmiş Deniz’i.

Tabii bunları anneme söylemedim. Yoksa masadakileri iki katına çıkarırdı. “Hiç canım istemiyor kahvaltı etmek; off yine mi yumurta, yine mi peynir, zeytin?” diye sızlanıyordum ki şımardığımı düşünen annem aldı kaşığı, daldırdı bal kâsesine, ne olduğunu anlamadan tıkıştırdı ağzıma.

“Anne bal yemek istemiyorum!” diye homurdandım.O da kızdı: “Yeme de bayıl okulda, gör gününü.”

Deniz’in durumunu ben söylemediysem kimden duydu acaba?

“Haksızlık yapıyorsun anne.” “Asıl ben senin sağlıklı büyüme hakkına sahip çıkıyorum.

Sen hakkını elinin tersiyle itiyorsun. Dünyada bu önündekileri bulamayan ne çok çocuk var biliyor musun?” diye çıkıştı sonra. Annemin artık klasikleşmiş sözleriydi bunlar. Nerdeyse her gün duyardım bunları.

“Evet, anneeeee dünyada bunu bulamayan milyonlarca çocuk var. Bak Afrika’ya pirincin tanesine muhtaçlar.” diye ben tamamladım onun artık ezberlettiği sözleri. Ve ekledim: “Bu masada tüm aç çocuklara yetecek kadar yiyecek var, ben onlara devretsem hakkımı?”

Daha önceki uzun tartışmalardan sonra kararlaştırdığımız gibi masadaki yiyeceklerden üçünü tercih ettim. Balı annem tıkmıştı ağzıma, ben de domates ezmesi ile taze peyniri tercih ettim. Aslında hiç fena da değildi tatları, öğle arası yediklerimizi düşünecek olursak.

“Yarın yumurtaya öncelik vereceksin bak!” dedi annem gözdağı vererek.

Babam da yetişti tabii “Hadi dişler fırçalansın, geç kalacaksın, beni de işe geç bırakacaksın.”

Bunlar hep söz birliği ediyorlar. Güçlü bir ittifak onlarınki. Biri şefkatli bir ejderha, biri nazik bir korsan; karşılarında ne yapabilirim ki? Sanki ben bilmiyorum diş tellerinden dolayı daha dikkatli olmam gerektiğini. Ağzım kokuyor zaten dişlerimi fırçalamadığımda. Sıra arkadaşıma da zulmetmeye hakkım yok, biliyorum zaten.

Ve bağcıklı ayakkabılar… Annemle babam ille de bağcıklı ayakkabı alıyor. Bunları kullanmayı öğrenmem gerekiyormuş. Kapıda da biraz daha çabuk ol diyen bakışları ikisinin. Bu anneler babalar, öğretmenler ve bütün büyükler… Hep zorlama, hep itekleme, hep acele işleri. Hep onların dedikleri olsun. Hep büyüklük taslıyorlar. Zaten büyükler işte, niye büyüklük taslıyorlar?

Bu düşüncelerle okula vardım. İlk ders Türkçeydi. Aslında seviyorum dersleri. Aklıma sayısız soru getiriyor öğrendiklerim. Tek sorun bunları yüksek sesle soramamam. Çabuk sıkılıyor büyükler sorularımdan. Bir de çocukları sabırsız diye eleştirirler. Annem, konuyu hep kendi ilgilendiğin şeylere getiriyorsun ve sözü çok uzatıyorsun, diyor. Öğretmenlerin de o kadar vakti olmayabilir, diyor. Peki, ben ne zaman konuşabileceğim?

Öğretmen, sözcüklerin kökünü ekini öğretiyor. Benim de aklıma bin tane soru geliyor. Nasıl oluşmuş bu sözcükler? Beyaza neden mavi denmemiş? Çince ile Japonca neden farklı, insanların görünüşleri aynı gibi oysa. Bir yerden duydum: Yeşil sözcüğünün kökü yaş’mış. Bunu söylemek istiyorum sınıfta ama parmak kaldırınca, bunu söyleyince öğretmenimin ne yapacağını biliyorum. “Yine arkadaşlarının kafasını karıştıracaksın. Sana ceza: Bugün dersimizde bir daha söz hakkı istemek yok!”

Nuh’un gemisine binemeyen bir yaratık gibi sinirleniyorum o an. Tehdit edilmiş bir çobanaldatan gibi ağzımı açıyorum, konuşamıyorum. Sokrates’in torunuyum sanki. Kendini imparator zanneden şu büyükler benim konuşma hakkımı elimden alıyorlar.

Yerime oturdum, önümde defter ve kalem. Benimle konuşan iki insan gibi bana bakıyorlar. Ne çizeceğimi düşünmeden çizdikçe çizgilerle konuştum, çizgiler de benimle konuştu. Artık beni dinleyen özgürce konuştuğum bir defter var. Yani artık okul defterlerinin bir anlamı vardı. Resim yapıp keyfimce bir şeyler karalarken düşüncelerim serbestti. Defterlerimin içine dalıp bir hoplit çiziyordum, bazen beni susturanları minotor şekline sokuyordum, arada Pegasus’a binip geziyordum. Bu dünya benim cennetimdi, sesimin duyulduğu yerdi.

Gerçek dünyada zil çaldı bile. Emir, Alptekin, Efe, ben okulun bahçesinde deliler gibi koşturduk. Koşmak zorundaydık çünkü saklambaçta kimse ebe olmak istemiyordu. Okulun bahçesi, oyun oynarken nasıl da genişliyordu. Oysa beden eğitimi derslerinde iki sınıfa bile yetmiyordu. Spor salonumuz olsaydı keşke bu havada badminton oynanmıyordu bahçede. Ama teneffüslerde bize yetiyordu saklambaç için.

Teneffüs bitince ben sızlanmadım çünkü benim altın dersim sosyal bilgilerdi. Bir Aztek soylusu gibi takıları çok seven öğretmenimiz sınıfa girdi. Ayağa kalktık.

Page 59: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

58 59

İtiş kakış ancak dört sınıf alabilecek konferans salonuna girdik. Salona özgü bir eğim bile yok. Sadece öndekinin kafasını görüyorsun burada. Mikrofonun görevi ise sesleri boğmak. Yüzlerce yıl önce yapılmış Efes antik kentinin tiyatro salonu otuz beş bin kişilikmiş, hem de herkes rahatça sahneyi görebiliyor, sesleri de duyabiliyormuş. Drama dersini orada yaptığımızı hayal edip çizmiştim.

Yerlerimize oturmuştuk nihayet. Önüm kafa tarlası. Aralardan güçlükle görebildiğim beyaz, arkadan toplanmış, uzun saçlı yaşlıca bir adam kürsüde idi. Ressam olduğunu söyledi. Anılarından söz etmeye başladı. “Sizin gibi ben de ilk güzel resimlerimi ders kitaplarının boş yerlerine çizdim. Yazı yazdığım defterler resimle doluydu. Defterini kirletme diyenler de oldu, çok güzel olmuş devam et diyenler de.” Resim nedir anlattı, okulda nasıl resim yaptığını, büyüdüğünde bu meslek için nasıl uğraştığını da. En mutlu olduğu işi yaptığını ve her zaman önce kendine güvendiğini. Herkes resim yapmanın çok kolay olduğunu düşünürken bunun aslında bir cesaret işi olduğunu anlattı. Zaman su gibi akıp geçti. Konferans boyunca o anlattı ben de çizdim onu.

“Aranızda yanından ayırmadığınız, her an resim yaptığınız bir defteri olan var mı?” diye sordu konferans sonunda. Herkes sus pus oldu. Yere bir yaprak düşse sesi duyulacaktı sanki. Heyecandan kalbim kuş olup uçacaktı. “Benim var!” diyerek ayağa kalktım. Kafa tarlası güneşe dönen ayçiçekleri gibi bana döndü. “Hatta sizi çizdim şimdi.” dedim. Beni sahneye yanına çağırdı. Defterime baktı. Neden ve neleri çizdiğimi sordu. Her şeyi anlatmak istiyordum. Çizerken kendimle konuştuğumu söyledim. Beni anlayan, beni dinleyen biri vardı karşımda. Zil çaldı o an. Anlatmaya doyamadığımı anlayan konuğumuz son sözü, bana bıraktı:

Eski Roma’daki törenlerde, bir köle, imparatorun başının üzerinde defne yapraklarından tacını tutuyormuş. “Unutma, sen sadece bir insansın!” diye fısıldamak da kölenin göreviymiş. Ben köle olmak istemiyorum ama büyüklere resimlerimin ‘Unutma sen de bir zamanlar çocuktun’ diye bağırmasını istiyorum.” dedim ve konferansı bitirdim.

Gülümseyerek “Merhaba!” dedi bize. Ben çok sevdiğim konuları dinleyecektim, bu defa susturulmayıp konuşabileceğimi sanıyordum. Evde okuduğum Antik Çağ Ansiklopedisi’nden neler öğrenip neler merak etmiştim. İşte bu haftaki sorularımı cevaplayacak ders. Ben yerimde duramadım. Öğretmenim yoklama aldığı gibi yakıcı sıcakta denize dalarcasına daldım derse. Nero’nun nasıl olup da hem acımasız hem sanatı çok seven biri olduğunu, Hititlerin nasıl yok olduğunu, Frigyalılar, Lidyalılar ve İyonların aynı kökten gelip gelmediğini, Bizans denince neden akla hep kötü şeylerin geldiğini, Türk mitolojisini konu eden bir bilgisayar oyununun neden olmadığını sorarken bir Aztek soylusu gibi görünen öğretmenim beni durdurdu. “Hey, hey, hey yavaş ol Tuna! Bunların hepsini bir derste nasıl anlatacağız? Hem hepsinin ayrı ayrı, uzun uzun araştırılması gerek, biliyorsun. Sen sınıfın tarihçisisin tamam da sınıfta başka tarihçiler de olabilir. Hem biraz da sıranı bekle.”

“Sıranı bekle” mi? Yuvasını şaşırmış bir köstebek yavrusu gibi oldum ilk anda. Türkçe dersinde bana konan ambargo bu derste de devam edecekti belli ki. Acaba Roma’nın Etrüsklere karşı başlattığı isyan gibi bir isyan mı başlatsam? Öğretmenime kendi kurduğum ülke fethetmece oyununu öğretmekten de vazgeçtim. Elimdeki hamur silgiyle Makedonyalı bir general heykeli yapmaya başladım. Bir yandan da kendi kendimle konuşuyordum. Benim tüm bunları öğrenmeye hakkım var, hem de herkeste görmediğim öğrenme cesaretim.

Kartaca generali Hannibal gibi “ya bir yol bulacaktım ya bir yol olacaktım”. Bu fikir hoşuma gitmişti çünkü Atatürk de bu fikri savaşta kullanmıştı.

Sosyal bilgiler öğretmenimin bana tarihçi demesi çok hoşuma gidiyordu ama neden hep herkese söz verdikten sonra bana söz veriyordu? Neden bir kere bile bana “aferin” demiyordu. Annemle babama veli toplantısında kötü hiçbir şey söylememiş, neden benimle açıkça konuşmuyordu. Cevabı basit. “Ders zamanı yetmiyor!” Zaten büyüklerin bizi dinlemeye hiç vakti yoktur.

Bütün öğle aram can sıkıntısıyla geçti. Argoslu bir gemiciydim bilmediğim engin denizlerde. Emir’in koşarken sümük yutmaktan bağıramaması bile neşemi tam olarak yerine getiremedi.

Öğle arası bitmiş okula dönmüştük. O gün öğleden sonra okulda bir konferans verilecekmiş. Matematik öğretmenimiz, sekizinci sınıfların başka çalışması olduğu için onların yerine konferansa altıncı sınıflardan bizi alacaklarını söyledi. Konferansın ne demek olduğunu daha önceden öğrenmiştim. Bir büyük konuşacak, biz çocuklar dinleyecektik. Ses çıkarmayacaktık.

* Yaratıcı Çocuklar Derneği“Çocuk Hakları” Konulu Öykü Yarışması

Türkiye Birincisi

Page 60: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

60 61

iSTANBULKARAYLARININ

TARiHi & HASKÖY KARAY

KENESASIYrd. Doç. Dr. Bülent AyberkKocaeli Üniversitesi Mimarlık Ve Tasarım Fakültesi İç Mimarlık Bölümü

Karaylar, İstanbul tarihinin ve kültürünün önemli yapı taşlarından biridir. Ancak Karaylar her zaman karanlıkta kalmış, haklarında az sayıda bilgi verilen bir topluluk olmuşlardır. Bunun nedeni; kuşkusuz, üyelerinin hem sayılarının çok azalması, hem de son dönemlerde temkinli bir yaşamı benimsemiş olmalarıdır. İlber Ortaylı, kendi gençlik çağında Karaylara ilişkin olarak anımsadıklarını anlatırken, Karayların toplum tarafından tanınan yüksek eğitimli kişiler oldularını, kendilerini Türk olarak hissetmeleri nedeniyle de bir içe kapanma duygusu yaşamazsızın, vatan olarak bildikleri bu topraklarda yaşadıklarını belirtmektedir. Buna ek olarak İlber Ortaylı, İstanbul’daki Karaköy’ün adının kara yani siyah ile bir ilgisinin olmadığını, gerçek adının Karay’dan gelen Karayköy olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca eserlerinde vatan sevgisini anlatan, Türk edebiyatının seçkin yazarlarından Halit Refik Karay’ın da bir Karay olduğundan söz etmektedir (Ortaylı, 2010). Öte yandan Karayların, kendilerini mirasçısı olarak gördükleri Hazar Devleti ile tarihsel bağları nedeniyle de Türk tarihi açısından ayrıcalıklı bir yere sahip olduğunun da belirtmek gerekmektedir.

Page 61: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

60 61

Page 62: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

62 63

Karaim adı, Arami-İbrani dilindeki bir sözcük olan kara’dan gelmektedir. –im eki çokluk ekidir ve sözcük, kutsal yazıyı bilenler anlamını taşımaktadır. Karaim Türkleri kendilerini tanımlarken Karay sözcüğünü kullanmaktadırlar. (Türk Ansiklopedisi). Güleryüz, Karay teriminin İbranicede kutsal yazılar anlamına gelen Mikra sözcüğünden türemiş olduğunu, Karayların, aynı zamanda, Baalei la Mikra yani “Tora’nın sahipleri” veya “Tora’nın Evlatları” anlamında Bnei ha Mikra olarak da bilindiğini belirtmektedir (Güleryüz, 1992). Karailer, Hz. Musa’nın dinsel öğretilerine bağlı olan, Tevrat okuyan bir inanç anlayışına sahiptirler. Kendilerini Yahudilerden ayıran nokta ise; Mişna, Gemara gibi sonradan ortaya çıkarak Talmudu oluşturan kaynakları dışlayan bir anlayışı benimsemiş olmalarıdır. Kudüs tapınağının yıkılmasının ardından ortaya çıkan köktenci eğilimler arasında bulunan Karailik, Abbasiler Dönemi’nde Anan Ben David tarafından bir dizgeye dönüştürülmüş ve Karai toplulukları ortaya çıkmaya başlamıştır. Talmudcu Yahudiler bu anlayışa karşı çıkmış böylece Karailik mezhebinin varoluş savaşımı başlamıştır (Kuzgun, 2015).

Tarihleri boyunca Yahudilerle olan ilişkilerini sınırlı ölçüler içinde tutan Karailer, Talmud’da Rabbinizme yabancı herkese karşı kin öğütlendiğini ileri sürmüş, Yahudiler arasında her zaman kibir ve diğer halklara körü körüne bir düşmanlık beslendiğini belirterek, Karailerin öğretilerinde buna benzer şeylere rastlanmayacağını belirtmişlerdir. Rabbinizm ve Talmud’da yer alan yanlış düşüncelerin tesirinden kaçınmalarından dolayı Karailer diğer Yahudilerin fanatizmine katılmamıştır (Arık, 2005). Bu nedenle Karailer, misyonerlik anlayışı içinde Musevi mezhebini tüm insanlığa yaymak için çaba göstermişlerdir. Böylece yalnızca Yahudilere ait olarak gelişmekte olan Musevilik dini, diğer dünya halkları arasında da taraftar bulmaya başlamıştır. Bunun sonucunda 8. yy.dan başlayarak Kudüs, Filistin, Suriye, Kuzey Afrika, Bizans, Ermenistan, Kafkasya, Kırım gibi coğrafyalarda yayılma göstermiştir (Güngör, 2002). Hazar Türk devletinde yöneticilerin ya da halkın Musevilik dinini seçmesine ilişkin pek çok sav ileri sürülmesine karşın; Hazar’ların sürdürülen bu misyonerlik faaliyetleri sonucu olarak Karailik mezhebi ile tanıştıklarını özellikle vurgulamak gerekmektedir.

Karaimlerin İstanbul’daki varlığı yazılı tarihi kaynaklarda yer almaktadır. 1170’de Konstantinopolis’e gelen Benjamin de Tudela’nın, gözlemlerini aktarmış olduğu Sefarha adlı seyahatnamesi, Karayların İstanbul’daki varlığını belgelendiren ilk eserdir. (Ovadya, 1994) Tudela, bu eserinde Yahudilerin, şehrin dışında Haliç’in kuzeyinde Pera denilen bir semtte oturduklarını, yaklaşık 2000 Rabinik (geleneksel) Musevi ile yaklaşık 500 Karay bulunduğunu belirtmektedir (Güleryüz, 2012). Ancak her iki toplumu, aralarına örülen yüksek bir duvar ayırmaktaydı. Bunun nedeni, Karay ve Yahudiler arasında sık çıkan kavgaları önlemekti (Arslantaş, 2009).Tudela’nın gözlemine ek olarak Karaylar ile Rabinik Yahudiler arasındaki fark ve iki topluluk arasındaki gerilimli uzaklık başka yazarlar tarafından da belirtilmektedir:

“İstanbul’da sözü edilen Yahudilerden başka bir de Kiev’den gelmiş, başka ülkelerde pek rastlanmayan Karait Yahudileri yaşardı. Bunlar da sadece elli ila yüz aile kadardı. Topluca iki yüz kişiyi geçmezlerdi. Karaitler öteki Yahudilerle görüşmez, onlarla yiyip içmez, onlarla evlenmez, güzel, büyük taş evlerde otururlardı. Bunlar da, kendi hayvanlarını besler, kendi yiyeceklerini, kendi şaraplarını üretir, özel günlerde oruç tutarlardı. Başka Musevilerden çok daha varlıklı olan Karait Musevilerinin bazılarının varlığı 100-150 bin florin bile ederdi.” (And, 1994).

İngiliz akademisyen İsrael Cohen, Trakai’ye yapmış olduğu ziyarette kaleme aldığı, aşağıdaki satırlarında Rabbani Yahudi - Karay çekişmesinin kenesa üzerindeki yansımasını şu sözcüklerle dile getirmiştir:

“Kupolanın üzerinde orijinal olarak Davut yıldızı bulunmakta iken; ortodox Yahudiliği ima eden bu simge, Karay dini önderlerinin ısrarı ile kaldırılmıştır. Rencide edici bu simge (bu ifade yazarın serzenişini göstermektedir. B.Ayberk) şu anda demir avlu giriş kapısının üzerine yerleştirilmiş durumdadır.” (Katz, 2004).

Karayların İstanbul kentinde önce yoğun olarak yaşadıkları kent olan Edirne, 1361 tarihinde Birinci Murad tarafından alınmış; böylece, Balkan Karayları açısından önemli bir konum kazanmıştı. Edirne Karay toplumu, erişmiş olduğu kültürel birikimiyle ilmi ve edebi alanında önemli adlar yetiştirmişti. Bu ayrıcalıklı durum, diğer Karay toplulukları üzerinde etkili olmasının sağlıyordu. İkinci Mehmed döneminde bu egemen konumu yerini İstanbul’daki cemaate bıraktı. Osmanlı coğrafyasındaki Karay toplulukları İstanbul’a göç ederek buraya yerleşmesinin buradaki etkisi önemlidir. Korfu, Parga, Selanik, İzmit, Kırım ve Kefe gibi yerlerden gelen topluluklar olmasına karşın padişahın gözünde en önemli olanlar Edirne’den gelen Karaylardı. Bu nedenle İstanbul Karayları “Edirne Cemaati” olarak adlandırılmışlardır (Şişman, 1957).

Karay toplumuna, Osmanlı devletinin uygulamış olduğu Osmanlı milletler dizgesi içerisinde, diğer dinsel topluluklara tanınan haklardan yararlanmıştır. Sultan İkinci Mehmet, Roma Ortodoks Patriği’ni ve Ermeni milletinin patriğini atarken; Yahudi cemaatinin bağımsızlığını tanımış ve bu arada Karay milletinin de başı olan kişiyi de atamıştır. (Oğuzoğlu, 2005). Osmanlı içindeki Karaylar, Dersaadet’te ikamet eden cemaatbaşları için (fetihten beri sinagog ve diğer mevkileri müstakil ve nüfus defterindeki kayıtları da ayrı olduğundan) ayrıca mühür kullanma konusunda devlete başvuruda bulunmuşlardır. Bu istem üzerine Osmanlı bürokrasisinin, her iki toplumla yapmış olduğu değerlendirme görüşmeleri sonrasında Karayların Yahudilerden ayrı bir toplum olduğu Osmanlı devleti tarafından da onaylanmıştır.

Karay Yahudi cemaatinin cemaatbaşları için memuriyetlerinin onaylandığını gösteren fermanlar bulunmaktadır. Bu fermanlarda Karay cemaati başının hem dersaadette hem de diğer memalik-i mahrusedeki Karaylar üzerinde yetkili kıldığı görülmektedir. Cemaatin başı olan kişi öldüğünde yerine topluluk tarafından bir başkasının seçildiğini ve atanması için gerekli olan buyrukların verildiği görülmektedir. Ölen cemaat başının mührü geri alınmakta ve yeni atanan kişi adına darphane de yeni mühür bastırılmaktadır. (Kenanoğlu, 2004).

İstanbul kent kültüründe ve Osmanlı devlet yapısı içinde önemli bir yeri olan Karay toplumunun İstanbul’da yaşadıkları yerler de tarihsel belgelerde yer bulmaktadır.

İnciciyan İstanbul Tarihi adlı kitabında, Karai denilen Yahudilerin eskiden beri Galata’daki karşılıklı sahillerde oturdukları için; bu yerlerin Karaköy adı ile anıldığından söz etmektedir. Ayrıca, Yenicamii sahili, onların adı ile Karaköy ismini taşır demektedir (İnciciyan,1954).

Ziyaoğlu da, Bizanslılar zamanından beri, Yahudilerin Bahçekapısı ve Yenicami’nin yapılacağı alanda ikamet ettiklerini belirtmektedir. Valide Sultan tarafından burada cami yapılması arzu edilince buradaki Yahudi mahallesi istimlak edilerek alan boşaltılmıştır. Hasköyde “kırk ev” yapılarak Musevi topluluğuna dağıtılmıştır (Ziyaoğlu, 1985).

Page 63: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

62 63

Yahudi din adamlarının yetkesine karşı bir hareket olarak gelişen Karailiğin kurucusu olan Anan ben David, ilk faaliyetlerini gerçekleştirdiği dönemlerde Talmudcu Yahudilerin takibine uğramış ve zor yıllar yaşamıştır (Kuzgun, 2005). Bu baskılara ilişkin yaşamış olduklarını, kendisinin bir izleyicisi olan Kirkisani: “Yahudiler, yedi asır önce Hz. İsa’yı suçladıkları gibi Anan ben David’i de suçlamışlar ve onun ölmesini istemişlerdir.” (Arık, 2005) sözleriyle bu durumu çapıcı bir biçimde anlatmaktadır. Bu baskılara daha fazla dayanamayan Anan ben David, Halife Ebu Cafer el-Mansur’un izniyle Bağdat’tan ayrılarak Filistin topraklarına göç etmiştir. Kudüs’te Kenesa adıyla bir mabed inşa ettirerek Karailiğin merkezini de Bağdat’tan Kudüs’e taşımıştır (Süleymanov, 2013). Kenesa sözcüğü, Arapça Müslüman olmayanların tapınağı anlamına gelen Kanisah sözcüğünden türemiştir( Zajaczkowski, 2009).

O dönem yaşanan bu sıkıntılar nedeniyle Kudüs’te yapılan ilk kenesa yerin altına inşa edilmiştir. Düşmandan korunmak amacıyla geliştirilen bu plan tipi, o yılları anımsamak için korunmuş ve bazı kenesalar özellikle İstanbul Hasköy’deki kenesa bu tipolojiye dayanarak inşa edilmiştir (Kuzgun, 2015). Ayrıca vurgulanması gereken bir diğer nokta şudur: Avrupa’da reformasyon sonrasında Musevi toplulukların elde ettiği kazanımlar sonucu olarak sinagog yapıları gizlenme gereksinimi duyulmadan kent içinde kendisini göstermeye başlamıştır. Ancak bundan önce, diyaspora sinagogları, korunma önceliği nedeniyle, reformasyon dönemine dek, kentsel çevrede görünürlüğü azaltmak için yalın bir cephenin ardında planlanmıştır. Ancak iç mekanlar buna karşıt bir anlayışla Musevilik dinine ilişkin belgilerle varsıl bir biçimde donatılmıştır (Zeren, 2010).

Yukarıdan beri belirttiğimiz bu ilke, yani korunma önceliğinin ön planda olduğu ibadethanelerin bu özelliği, Hasköy Karay kenesasından da gözlemlenmekte ve varsıl bir iç mekanla karşılaşılmaktadır.

Karay kenesasının duvarlarının Mahlul Sokak ve Aziz Sokaklarının birleştiği noktadan görünümü Şapşaloğlu’nun Kudüs’te kurulan ilk kenesayı anlattığı aşağıdaki alıntıda, Hasköy kenesası ile olan benzerlik kolayca anlaşılabilmektedir. Kuşkusuz bunun en başta gelen nedenlerinden bir Hasköy kenesasının Kudüs’ten göç eden cemaat tarafından kurulmuş olmasıdır (Süleymanov, 2013). “Tahte’z-zemin inşa edilmiş olan mabedin mihrabı” Süleyman A.S. “ın mabedine yani Mescid-i Aksa’ya müteveccih olup Karailerin el-yevm ibadetgahıdır. Mabedin mihrabı sokak cihetinde bir taş duvarın temeline müsadif olup diğer tarafı ise kaya içine açılan bir mağaraya gider. Mabede dahil olmak için evvela avluya girmek, taştan bir merdiven ile içeri inmek lazımdır. Bu itinalar ilk asr-ı miladi Hristiyanları gibi Karailer de düşmanlarının takiplerine hedef olmamak için mağaralar içinde ibadetlerini gizleme ıztırarında kaldıklarını göstermektedir.” (Çulha, 2012).

Öte yandan Simon Şişman, İstanbul’da bulunan kenesanın, Hz. Davud’un “yeraltının engin derinliklerinden sana sesleniyorum ey Tanrım” (Mezmur/130) seslenişinden yola çıkarak yer kotunun altına inşa edildiğini belirtmektedir (Şişman, 1957). Ancak her Karay kenesasının bu ayette geçen ilke temel alınarak yapılmadığını da burada bir kez daha belirtmek gerekmektedir. Karaim Musevilerinin ibadet mekanları olan kenesaların mimari biçim olarak farklı örnekleri, dünyanın pek çok yerinde görülebilmektedir. Bugün Kırım’da halen ayakta olan yedi kenesadan yalnızca Gözleve’de bulunan kenesa kullanılmaktadır (Çulha, 2015). Ayrıca özellikle Kırım’daki Çufut-Kale, Kudüs’ten sonra tarihi ilk kenesanın olması nedeniyle Karaylar arasında kutsal sayılmaktadır (Çulha, 2015). Litvanya’nın Trakai ve Vilnius kentlerinde bulunan ibadethaneler de Karay toplumu tarafından kullanılmaktadır.

Kenesalar ve Hasköy Karay Kenesası

Kenesanın yüksek duvarlarının Dere Sokaktan görünümüGörsel Kaynak: Bülent Ayberk

Vilnius kentinde bulunan Karay kenesasıGörsel Kaynak: Bülent Ayberk

Trakai kentinde bulunan ve günümüzde ibadetler için kullanılan KenesaGörsel Kaynak: Bülent Ayberk

1

3

2 4

Page 64: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

64 65

Kiev’de bulunan Kenesa.Günümüzde Aktörler Evi olarak kullanılan yapının iç mekanı yeniden işlevlendirilmiştir.Yukarıda görülen kapısı kullanılmamakta giriş yan tarafta bulunan yapıdan sağlanmaktadır.Görsel Kaynak: Bülent Ayberk

Görselin ortasında bulunan kapı, kenesanın ana giriş kapısıdır. Dere sokak üzerinde bulunan ana giriş kapısından merdivenle avluya inilerek kenesaya ulaşılmaktadır.Görsel Kaynak: Mihail Örme

Merdivenlerin çıktığı kemerli kapı ise ;sonradan örülerek kullanım dışı bırakılmıştır. Örme, eski zamanlarda cemaatin cenazelerini bu kapıdan avluya getirdiğini belirtmiştir.Görsel Kaynak: Mihail Örme

5 6

Eskiden İstanbul’un da pek çok yerinde kenesaların bulunduğu Karaylar tarafından belirtilmektedir. Simon Şişman, İstanbul Karayları adlı makalesinde çok açık bilgilerle bu kenesaların konumlarını vermektedir. Şişman, Karayların Balat’ta yaşadıkları dönemde, Şişman, Karayların Balat’ta yaşadıkları dönemde, Kemankeş Kasap çıkmazında iki numaralı binayı kullandıklarını, bu yapıda Karay topluluğunun bürosunun olduğunu ve kenasanın bu yapıya çok yakın olan Karaköy ve Necatibey Caddelerinin köşesinde bulunduğunun belirtmektedir. Eminönü’nde bulunan Karay topluluğunun kenesalarının ise Arpacılar Caddesi üzerindeki Arpacılar Mescidinin olduğu yerde bulunduğunu söylemektedir (Şişman, 1957). Bu ibadetevi İstanbul’un fethinden sonra İstanbul’a yerleşen Edirne Karay cemaatinin yerleştiği Edirnevi Yahudi Mahallesi olarak adlandırılan topluluğunun kenesasıydı (Süleymanov, 2013).

Mihail Örme, çocukluk döneminde bazı yaşlılardan; Karaköy’de bir kenesa bulunduğunu duyduğunu fakat bu ibadetevinin sonradan bir iş hanına dönüştürüldüğünü söylediklerini belirtmektedir (Çulha, 2011). Yakup Tanafar, Karaköy’deki Yer altı Camii ile Eminönü’ndeki eski Ege Lokantasının içinde bulunduğu yapının, Karaim sinagogu olduğundan söz etmektedir (URL-1).

Hasköy karay kenesası, yurtdışında bulunan ibadethaneler arasında, Museviliğin ilk dönemlerine ait olan tipolojisi ile ön plana çıkmaktadır. Bu yapı, Karaim mezhebinin dinsel ibadetlerinin yapıldığı bir mekan olması kadar; Karayların nikah törenlerinin düzenlendiği bir yapı olduğunu da vurgulamak gerekmektedir. Kenesanın yapım tarihini tam olarak belirlemek olanaklı değildir. Şişman, İbadet evinin Bizans döneminden beri mevcut olduğu söylemektedir (Şişman, 1957). 1536 yılında önemli bir onarım geçirdiği belirlenen yapı, 1729 yılında çıkan bir yangın sonucu yanmış, Kırım Karaylarının maddi yardımları ile onarılmıştır (Yenitürk, 2012). Yakup Tanatar, geçirdiği bu yangın neticesinde tekrardan inşa edildiğini belirtmektedir (URL-2). 1774 felaketinde ikinci kez yangın gören kenesanın yeniden yapımı için Abdülhamit’ten alınan izinle başlamış, Kırım ve Mısır Karaylarının yaptıkları yardımlar ile başlayan onarım, 1880 yılında tamamlanmıştır (Yenitürk, 2012). 1842 yılında Sultan Abdülmecid’ten alınan onay ile büyük bir onarım daha geçirmiştir (Svastics, 2011).

7

Page 65: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

64 65

Kenesada erkekler için kullanılan ibadet mekanıTeva, merkezi bir öğe olarak konumlandırılmıştır.Görsel Kaynak: Mihail Örme

Avluda bulunan çeşme.Karaylar için İbadet öncesinde ellerin yıkanması önemlidir. Bu nedenle kenesaların avlusunda bir çeşme yer almakta; ya da kenesanın iç mekanında bulunabilmektedir.Görsel Kaynak: Mihail Örme

Kenesada Perdeİç mekanın, Süleyman Mabedine dönük olan cephesinde Tevrat rulolarının korunduğu dolap olan ehal ve ehali örten perde. Görsel Kaynak: Mihail Örme

İlk dönem sinagoglarında görüldüğü üzere mekanın merkezinde teva yer alacak biçimde oluşturulmuştur. İki basamakla ulaşılan bir bima üzerinde bulunan tevanın hemen önünde Kudüs’e bakan cephede kutsal dolap - ehal bulunmaktadır. Burada Tevrat yer almakta ve dolabın önü bir kumaş bir perde ile kapatılmaktadır.

Oturma elemanları, bu öğenin çevresinde yer almaktadır. Diyaspora sinagoglarında gelişen bu planlama, Kudüs’teki tapınağın yıkılması ardından ortaya çıkmış olan ilk plan tipolojileri arasında gösterilmektedir (Zeren, 2010). Yahudi toplumunun bu, en önemli dini noktasını kaybetmesinin ardından, diyaspora cemaatleri yaşamlarının ve ibadethanelerinin merkezine Tevrat’ı koymaya başlamaları, mekandaki etkisini, böyle bir plan tipini ortaya çıkararak göstermiştir. Özellikle Kudüs’teki tapınağı kurtarma amacını güden Musevi mezheplerinden biri olan Karailik için bunun ne kadar önemli olduğu açıktır (Kuzgun, 2015). Karailik’te Siyon’un önemi çok büyüktür. İlk devir Karaimlerinde en büyük amaç, İsrail’in kurtarılması, Siyon dağındaki Süleyman Mabedi’nin yeniden inşa edilmesiydi. Bu amaç sonraları Karaimlerde giderek zayıflarken, Talmudist Yahudilerde güçlenmiştir. Anan ben David’in gidip Kudüs’e yerleşmesi Karailer açısından Kudüs’ü kutsal bir coğrafya durumuna getirmiştir (Doğan İ, Kıvrıkdal İ., 2002). Bu gibi nedenlerden ötürü Karailikte kıble, Kudüs’te bulunan Siyon Dağı’ndaki Beyt ha-Mikdaş, yani Süleyman mabedi olarak kabul edilmektedir. Bütün ibadetevlerinin mihrapları bu yöne bakmaktadır (Kuzgun, 2015).

Diyaspora cemaatlerinden olan Seferadların sinagoglarında da Teva’nın sinagogun ortasında konumlandırılması, Tevrat’ta bulunan “… üçüncü gün Rab sinai dağı üzerine inerek herkese görünecek ve halkı etrafında toplayarak diyecek ki…” sözüyle ilişkilendirilmektedir (Güleryüz, 1992).

8 10

9

Page 66: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

66 67

Bu yorum da, mekanın tipolojisinin çözümlenmesinde göz önünde tutulması gereken bir ilkedir. Avrupa’da bulunan kenesalarda, reformasyon sinagoglarının doğrusal plan tipolojisi kullanılmakla birlikte; İstanbul’daki kenesanın, merkezi plan anlayışına dayanan tipolojisi, bu mekanı ayrıcalıklı kılmakta ve önemli bir duruma getirmektedir.

Tapınağın yıkılması sonrasında inşa edilen diğer ibadethanelerin Mabet kadar kutsallık kazanmaması için sinagoglara ayakkabı ile girmek serbest bırakılırken (Güleryüz, 1992). Karaylar, Tevrat’ta 2. Sefir, 3. Bab ve 5. Ayette bulunan “ve dedi: buraya yaklaşma; çarıklarını ayaklarından çıkar, çünkü üzerinde durduğun yer mukaddes topraktır” hükmü gereğince kenesaya girerken ayakkabılarını çıkartmaktadırlar (Çulha, 2015). Öte yandan, yazılı kaynaklar tarafından bu gelenek ya da bu geleneğin sürdürülmesi, Anan ben David’in Ebu Hanefi’den ve dolayısıyla İslam kültüründen etkilenmesine bağlanmaktadır. Karay mezhebinin inanç ilkelerini ve ibadet mekanlarını değerlendirirken göz önünde tutulması gereken ilkelerden biri Anan ben David’in Hanefi mezhebinin kurucusu olan Ebu Hanefi ile hapis döneminde başlayan dostluğunun yarattığı etkidir. Bu etkileşim İslam kültürüne ait bazı öğelerin Karay mezhebinin içinde yer almasına neden olmuştur (Kuzgun, 2015).

İsrael Cohen’in Trakai’ye yaptığı ziyarette kentte bulunan kenesanın iç mekanını anlatırken, Karaylarda zeminin kutsal olması nedeniyle ayakkabılarını çıkarttığından söz etmektedir. Ayrıca, ibadet mekanına girilen kapıdan ehala kadar, yerin Türk halısı ile kaplı olduğunu yazmaktadır (Katz, 2004). Ancak günümüzde bu uygulama terk edilmiştir. Litvanya’nın Vilnius ve Trakai kentlerinde bulunan kenesalarda zemin halı ile kaplı olmasına karşın; cemaat, ibadet mekanına ayakkabıları ile girmektedirler.

Karay ibadetinde, hazanın Tevrattan okumuş olduğu ayetlerin noktalı virgülden sonra gelen bölümüne cemaat yüksek sesle eşlik etmektedir. Hazanın okuduğu bölüm, okunan bölümün gerektirdiği biçimde cemaat tarafından ayakta, ya da diz çökerek okunmaktadır. Bu nedenle, burada yer alan mobilyalar toplu olarak ibadet eden kullanıcıların, ibadet sırasında ayakta durma, diz üstü çökme yada oturma gereksinimlerine karşılayacak biçimde üretilmiştir. Diz üstü çökerek Tevrat’taki ayetleri okuyan kullanıcı burada kitabı elinde tutmamakta; Tevrat’ı hemen alt tarafta bulunan okuma rafının üzerine koyarak ibadete katılımını sürdürmektedir.

Sonuç:Karayların tarihi, Türk tarihinin önemli bir sayfasıdır. Mustafa Kemal

Atatürk bunun bilincinde olarak Türk dili uzmanlarından oluşan bir heyeti dil üzerine inceleme yapmaları amacıyla Trakai’ye göndermiştir. Yüzyıllardır diğer Türk topluluklarından uzak bir konumda bulunmalarına karşın, Litvanya Karayları diğer Türk lehçelerinde kaybolan arkaik sözcük dağarcığını korumuştur. Türk dilini yabancı kelimelerden arındırma amacı taşıyan bu ziyaret sonucu Türk dili sözlüğü 330 karaim sözcüğü ile varsıllığa ulaşmıştır (Lavronovic, 2014).

Litvanya Karay Türklerinden olan ve Türkiye’de ve Finlandiya’da Litvanya adına konsolosluk görevlerinde bulunan Halina Kobeckaite, Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’nda çok sayıda Karay Türkünü yok ettiğini bunun nedenini ise; yalnızca Türk olmalarından kaynaklandığını belirtiyor (URL-3). 2. Dünya savaşında Almanya’nın Yahudilere uyguladığı soykırım Karaim toplumu üyeleri için de zor günler yaşamalarına neden olmuştur. Tülay Çulha, Tamara Örmeli’nin Kırımçak, Çingene ve Yahudilerin uğradığı kıyımdan sonra sıranın kendilerine geleceği korkusunu uzun süre üstlerinde atamadıklarını belirttiği aktarmaktadır (Çulha, 2011). İkinci Dünya Savaşı’nın en sert çatışmalarının devam ettiği yer Kırım olmuştur. Burasının yeniden Sovyet’lerine geçmesinden sonra yapılan çalışmalar ve hazırlanan raporlarda 67.000 Yahudi, Karay ve Kırımçak Türkü’nün Almanlar tarafından kurşuna dizildiği kayıtlara yansımıştır (Özcan, 2002).

Uzun ve sıkıntılı yıllar boyunca, yerkürenin üzerinde yaşadıkları diğer bölgelerinde, kendi kimliklerini büyük bir başarıyla korumaya başarmış olan Karayların İstanbul’da sayıları gittikçe azalmış bir durumdadır. Geçmişten günümüze Kültürel birikimleri ile içinde yaşadıkları toplumun her zaman bir parçası olduklarını belirten Karayların kültürlerine sahip çıkmak; Türk ulusunun dünya toplumu ile daha yoğun ilişkiler kurabilmesini sağlayacağı gibi; bir zorunluluk olarakta, bu önemli kültürel hazineyi keşfetmeli ve sahiplenmelidir.

- Ortaylı İ., Açılış Töreni Konuşması, Uluslararası Karay Çalışmaları Sempozyumu, Bilecik, 2010- Karay Türkleri, Türk Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, Cilt 21, Ankara, 1974- Güleryüz N., İstanbul Sinagogları, Birinci Baskı, Yazarın Kendi Yayını, İstanbul, 1992- Kuzgun Ş., Türklerde Yahudilik ve Doğu Avrupa Yahudilerinin Menşei Meselesi Hazar ve Karay Türkleri, Bilge Kültür Sanat, İstanbul, 2015- Arık D., Türk Yahudiler: Kırım Karaileri, Dini Araştırmalar Dergisi, 2005, cilt 7, s. 27-49- Güngör H., Eski Türklerden Din ve Düşünce, Genel Türk Tarihi, Ankara, Cilt 2, s. 418 – 420, 2002- Ovadya S., Karaylar, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, İstanbul, 1994- Güleryüz N., Bizans’tan 20.Yüzyıla Türk Yahudileri, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş., İstanbul, 2012- Tudela’lı Benjamin, Ratisbon’lu Petachia, Ortaçağda İki Yahudi Seyyahın İslam Dünyası Gözlemleri, İkinci Baskı, Çeviri: Nuh Arslantaş, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2009- And M., 16. Yüzyılda İstanbul – Kent, Saray, Gündelik Yaşam, Akbank Yayınları, İstanbul, 1994- Katz, D., The Karaites Of Lithuania, Lithuanian Jewish Culture, Baltos Lankos, Sayfa 374, Vilnius, 2004- Şişman S., İstanbul Karayları, İstanbul Enstitüsü Dergisi, 1957, Cilt 3, Sayfa 99-108- Oğuzoğlu Y., Osmanlı Devlet Anlayışı, İkinci Baskı, Eren Yayınları, İstanbul, 2005- Kenanoğlu M.M., Osmanlı Millet Sistemi – Mit ve Gerçek, Birinci Basım, İstanbul, 2004- P.Ğ. İnciciyan, XVIII. Asırda İstanbul Tarihi, Çev: Andreasyan H. D., İstanbul Fethi Derneği İstanbul Enstitüsü Yayınları, İstanbul, 1956- Ziyaoğlu R., Yorumlu İstanbul Kütüğü, Turing ve Otomobil Kurumu Yayını, İstanbul, 1985- Süleymanov S., Kırım Karayları, Uludağ ÜniversitesiTürk Devletleri ve Akraba Toplulukları Uygulama ve Araştırma Merkezi, Bursa, 2013- Zajaczkowski M., The Karaite Kenesa In Trakai, Yazarın Kendi Yayını, Vilnius, 2009- Zeren M.T., İzmir’de Seferad Mimarisi Ve Sinagogları, Yalın Yayıncılık, İstanbul, 2010- Çulha T., Seraya Şapşal’a Göre Karay Türkleri ve Karayca, Türk Dilleri Araştırmaları, 2002, 12, 97-188- Çulha T., Kırım Karaycasının Katık Mecmuası, Türk Dil Kurumu, 2015- Çulha T., İstanbul Karaim Cemaati, 7. Uluslararası Türk Kültürü Kongresi, İstanbul, 2011- URL -1 gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/1989/11/26- Yenitürk B., Sütlüce’den geçtin mi?, Birinci Basım, Kitabevi, İstanbul, 2012- URL -2 emelvakfi.org/ozuturk/karaylar1.htm- Svastics O., Yahudilerin İstanbulu, Boyut Yayın, İstanbul, 2011- Doğan İ, Kıvrıkdal İ., Karaim Türkleri,Editörler: Güzel H. C., Çiçek K., Koca S., Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, Cilt 20, Sayfa 781-785, 2002.- Lavrinovic D., Lithuanian Karaims’ Hachan Mark Lavrinovicius’s Contribution to the Studies and Survival of the Karaim Language, Editörler: Butkus Z., Dybas B., ve diğerleri, Turks’ History And Culture İn Lithuania, Vilnius University, Sayfa: 264- 272, 2014- URL-3 gazetearsivi.milliyet.com.tr/Arsiv/2000/06/19- Çulha T., İstanbul Karaim Cemaati, 7. Uluslararası Türk Kültürü Kongresi, İstanbul, 2011- Özcan K., Kırım Türklerinin Sürgünü, Editörler: Güzel H. C., Çiçek K., Koca S., Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, Cilt 20, Sayfa 350-369, 2002.

Kesesada düzenlenen bir ibadetten çekilen görsel.İbadet, hazanın Tevrattan okumuş olduğu bölümlere göre ayakta ya da oturarak gerçekleştirilmektedir. Görsel Kaynak: Tülay Çulha

11

KAYNAKÇA:

Page 67: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

66 67

Page 68: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

68 69

Koro, çoğunlukla kimsesiz erkek çocukların kaldığı yatılı bir okulda öğretmen-öğrenci ilişkilerine dair bir film. Yakın bir zaman diliminde koro şefinin yönetimindeki bir konserle başlayan film, geçmişe uzanıp müzik ve duygusal sahnelerle dolu sımsıcak bir atmosfer sunuyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa’da işsiz olan müzisyen Clement Mathieu, gelen bir teklif üzerine erkek öğrencilerin olduğu bir okulda işe başlar. Clement Mathieu, daha okulun kapısındayken bu okulun farklı bir okul olduğunu anlar. “Suyun Dibi” (Fond de l’Etang) adı verilen okulda tamamen birbirlerinden farklı karakterlerden oluşan ve oldukça asi tavırlar sergileyen, genelde kimsesiz, fakir öğrenciler bulunmaktadır. Okulun müdürü ise öğrencilere oldukça sert davranmakta,

hücre cezası ve dayak gibi acımasız cezalar vererek disiplini sağlamaya çalışmaktadır.

Clement Mathieu; daha ilk gün, acil önlemler almazsa zorba müdürle isyankâr öğrenciler arasında kalıp un ufak olabileceğini fark eder. Bununla beraber çocuklara şarkı söylemeyi öğretmeye başlar ve bir süre sonra koro oluşturma talebini müdüre de kabul ettirmeyi başarır. Clement Mathieu’nün bu çabaları öncelikle kendi işine yarar. Öğrenciler, onu sevip sayar ve giderek ona bağlanmaya başlarlar. Fakat koro faaliyetinin asıl yararı çocuklara olur. Hayatta ilk kez güzel bir amaç için yaşayabileceklerini fark etmeleri, çocukların davranışlarına olumlu yönde yansır ve çocuklar mutlu olurlar. Bir kısmı savaş kurbanlarının öksüz ve yetim çocukları olan, yaşadıkları sarsıntıyla ilgilenecek kimseyi bulamamış bu güzel varlıklar, bu sayede adım adım içlerindeki güzelliği açığa çıkarmaya başlarlar.

Filmde Koro’nun söylediği bir şarkının sözleri:Rameaux’dan GeceGece dünyaya gelir, gizemin büyüleyici sakinliği,Seni takip eden gölge çok tatlıdır.Çok güzel bir konser, sesin herkesi büyülüyor.Gücün olağanüstü, her şeyi bir rüyaya döndürüyor.Bir rüyadan daha güzel olan bir şey var mıdır?Umuttan daha güzel olan bir şey var mıdır?

Film; eğitim sisteminin klasik, eski tip anlayışla yeni bakış açılarının çeliştiği noktaları ortaya koymakta. Okul müdürü, sürekli etki-tepki yasasından bahsederek “Her etkiye karşı eşit ve ters yönde bir tepki oluşur.” anlayışını eğitime uygulamaya çalışmakta. Bu düşünceyle öğrencilere karşı oldukça sert ve acımasız cezalar vererek disiplini sağlamaktadır.

Mathieu, okul müdürüne bu cezalar ile hiçbir sonuca varılamayacağını dile getirir. Çünkü cezaların caydırıcı olmaktan çok, olumsuz davranışın sürdürülmesine neden olacağını ve öğrenciler arasındaki çatışmayı arttıracağını düşünür. Mathieu, olumsuz bir davranış ortaya çıkmadan önce eğer öğretmen olumlu bir davranış gösterirse ortaya çıkabilecek olumsuz davranışın henüz ortaya çıkmadan engellenebileceğine inanır

Filmin ilerleyen sahnelerinde okula suça meyilli ve yaşça diğerlerinden büyük Mondain isimli bir öğrenci gelir. Okul müdürü ve öğretmenler bu öğrencinin yanında onun düşük zekâsıyla ilgili yorumlar yaparlar.

Ayşegül DEĞİRMENCİOĞLU / 80. Yıl Cumhuriyet Anadolu Lisesi Tarih Öğretmeni

Page 69: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

68 69

Mondain, okulda uygulanan yöntemler nedeniyle okula uyum sağlayamaz ve okuldan uzaklaştırılır. O giderken duruma itiraz eden Mathieu “O, benim tek baritonumdu.” der. Çünkü onun gözünde her öğrenci değerlidir ve hiçbirinin yeri doldurulamaz.

Mathieu’nün okul müdürüyle son tartışmasında eleştirilerini müdürün yüzüne adeta haykırması üzerine müdürden aldığı yanıt, “Eğitimci olmayı hiç istemedim.” olur. Bu cevap, onun öğrencilere karşı tutumunu açıklar. Öğretmenliği sevmeyen bir insanın öğrencilerine vereceği en ufak bir ışık parçası yoktur. Ancak onları içine düşürebileceği kocaman karanlık dünyalar vardır.

Filmin sonunda okul müdürünün hoşuna gitmeyen yöntemleri nedeniyle elbette Mathieu okuldan kovulur. Giderken çocuklarla vedalaşmasına dahi izin verilmez. Fakat çocuklar pencereden attıkları kâğıttan uçaklara yazdıkları mesajlarla ona en güzel uğurlamayı yaparlar. Mathieu, okul yönetiminden hak ettiği değeri görmez belki ama ardında ona minnettar altmış çocuk bırakır.

Filmin başlangıç sahnesinde yüzlerce kişinin izlediği konserdeki Şef Pierre Morhange, filmde okulun en sorunlu öğrencisidir.

Mathieu’nün çabalarıyla müziğe olan yeteneği ortaya çıkar ve Koro’nun melek yüzlü solisti olur. Mathieu, Pierre’in Lyon’daki müzik okuluna girmesini sağlayarak amacına ulaşır.

Koro’da bir filmde karşınıza çıkabilecek en tatlı çocuklardan Pépinoté’ı tanıyıp Mondain gibi asla iflah olmaz çocukların varlığını da görüyoruz. Notaların ve sözlerin ahengi içinde kaybolup gittiğimiz masalsı bir anlatıma kendimizi kaptırıyor,hem hüzünleniyor hem de mutlu oluyoruz.

Koro, içine bolca müzik döşenmiş “Dead Poets Society” (Ölü Ozanlar Derneği ) yapısında ve aynen onun gibi seyircisine ilham veren yönleri çok olan bir film. Aynı zamanda çocukların yaşlarının küçük olması filmin sevimli ve sıcak atmosferine de katkıda bulunuyor. İçlerindeki güzelliğe seslenince ve yeteneklerinin açığa çıkarılmasına imkân sağlanınca pek çok insanın olumlu yönde değiştirilebileceğinin mümkün olduğunu gösteren bir film bu.

“Bir rüyadan daha güzel olan bir şey var mıdır?Umuttan daha güzel olan bir şey var mıdır?”

Page 70: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

70 71

Fotoğraf: Ahmet AKIN

Page 71: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

70 71

D E S T İ N A S Y O NM A R K A L A N M A S I

Page 72: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

72 73

Edirne, her geçen gün artan turist potansiyeliyle hem yurtiçindeki hem yurtdışındaki gezginler tarafından ulaşılabilir bir destinasyon olmaya başlamıştır. Yugoslavya’daki iç savaştan önceki dönemde, dünyada Meksika’dan sonra en işlek sınır kapısına sahip olan Edirne, hâlâ yılda 3milyonu aşkın turist hareketliliğine ev sahipliği yapmaktadır.

Edirne; coğrafi, doğal, tarihi, kültürel, sosyal, beşeri ve ekonomik kaynaklarının oluşturduğu marka bileşenleriyle; başka şehirlerden daha şanslı kentler arasında bulunmaktadır. Farklı yerler keşfetmek, bulunduğu yerden ayrılarak farklı deneyimler yaşamak isteyen insanlar; Edirne gibi çok kültürlü destinasyonları tercih etmektedirler.

Osmanlı İmparatorluğu’na 92 yıl başkentlik yapmış olan Edirne, tarihsel süreç içinde insanlar için her zaman önemli bir kent olmuştur. Bulgaristan ve Yunanistan’a sınır olan Edirne, aynı zamanda Asya-Avrupa geçiş yolunda önemli bir konumda bulunmaktadır.

Çeşitli kültür ve farklı dinlerin etkisinde kalan şehir, birçok kültür ve dini halen bünyesinde barındıran özellikleriyle bir hoşgörü merkezidir. Bunun yanında birçok tarihi, doğal ve kültürel eserlere sahip olan kent; tarım, ticaret, turizm ve eğitim sektörüyle marka sürecine girmiş bulunmaktadır.

Foto

ğraf

: N.D

ilek

ALTA

Y

Page 73: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

72 73

Turistler somut bir şeyler görmedikçe, anlatılan onlar için inandırıcı olmamaktadır. Bunun için, Edirne’deki mevcut turlara; yeni ürünler eklenmeli, her misafir “kırmızı dipli mum ”la karşılanmalıdır. Rehberli doğa, bisiklet gezileri; Osmanlı Saray turları; peynir, hardaliye, ekmek yapımı atölyeleri gezisi; meyve toplama gezileri, yöresel yemek yapımı ve tadımı turları, Meriç kenarında gondol turları, Karaağaç bölgesine faytonla gezi turları, Av köşkünde ada yürüyüşü, Kırkpınar Güreşleri ve yöresel müzik dinletileri, Hıdrellez Şenlikleri turları, Saray Düğünü ve Balayı turları geliştirilebilecek turistik faaliyetlerdendir.

Başka bir deyişle, Edirne’nin marka olması için gerekli her şey mevcuttur. 2007 yılından bu yana marka kent projesi çerçevesinde yapılan faaliyetlerden; ulusal, uluslararası ve sınır ötesi projeler, uluslararası kardeş kent çalışmaları, festivaller, Unesco eserleri ve saray kültürünün yeniden canlandırılması gibi girişimler başlatılmıştır.

Edirne markalanma sürecini hızlandırmış, diğer kentlerden farklı bir imaja sahip olmasını sağlamış ancak, destinasyon yönetim sürecinde bazı zorluklar yaşanmaktadır.

Destinasyon markalanması, yalnızca bir logo ve bir sloganın ortaya çıkarılmasından daha fazla bir kavramı ifade etmektedir. Kentlerin ekonomik, politik, kültürel ve sosyal özelliklerinin yansıtıldığı marka; tüketiciler için daha çok duygusal bir bağı ifade etmekte, onlar için maddi öğelerden çok manevi etkilenmeler söz konusu olmaktadır.

Dolayısıyla turizmde rekabet, destinasyonların sundukları fiziksel öğelerin yanında ruhun ve aklın doyum noktasında olacağını göstermektedir.

Çağlar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve günümüze kadar bu kültürün etkisinde kalmış, dünya haritasında önemli bir konumda olan Edirne’nin rekabet gücü, iyi bir “Destinasyon Yönetim Örgütü” ile ortaya çıkarılabilecektir.

Marka bağlılığı yaratma sürecinde, yerel yönetimlerin arasındaki iletişimsizlik, yerel halkta yeterince turizm bilincinin oluşmaması ve sürece katılamaması, turistik mal ve hizmet satan esnafın Edirne’yi temsil ettiğinin farkında olmadan satış yapması, Edirne’nin markalaşmasında yetersiz kalan önemli faktörlerdendir.

Edirne’nin uluslararası marka kenti olma sürecinde, marka kent bileşenlerini tespit etmek ve yetkililerin çalışmalarına katkıda bulunmakamacı ile bir eylem planı hazırlanmalıdır. Bununla birlikte, Marka kent çalışmalarının, Edirne’nin her şeye rağmen marka olmak değil, geleneksel kent kimliğinin korunarak, kendine özgü değerlerini geleceğe taşıyarak, öncelikle kentlinin daha iyi yaşamasına olanak sağlayarak, dış pazarlama yanında iç pazarlamanın yapılması üzerinde de durulmalıdır.

402 bin nüfuslu bir kentte 45 bin üniversite öğrencisinin yaşıyor olması, Edirne’nin hem mevcut hem de gelecekteki marka değerini arttıran unsurlar olduğu hiç unutulmamalıdır.

Foto

ğraf

: Lev

ent T

osun

Page 74: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

74 75

Edirne’de geliştirilecek “Destinasyon Yönetim Örgütü” çerçevesindegenel olarak şu aşamalar takip edilmelidir.

Mevcut ve Potansiyel Hedef Pazar Tanımlanmalı,Edirne Destinasyonunun Sahip Olduğu Turistik Mal Ve Ürünler Belirlenmeli, Rakip Destinasyonlar Olmak Üzere Turizm Çevresi Tanınmalı,SWOT Analizi Yapılmalı, Müşterilerin Beklentilerini Karşılamak İçin Turistik Alt Yapı Geliştirilmeli,Pazarlama Hareket Planın Yapılması ve Uygulanması gerekmektedir.

1)2)3)4)5)6)

Foto

ğraf

: N.D

ilek

ALTA

Y

Page 75: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

74 75

Anılar defterinde gül yaprağı Gibi unutuldum kurudum Başıma düşmüş sevda ağı Bir başıma tenhalarda kahroldum Sen kimbilir, rüzgârlı eteklerinle Kimbilir hangi iklimdesin, ben Sensiz bu sessizlikle Deli gibiyim sensiz Bu sessizlikle

Ayrılıkla başım belada Gözlerini çevir gözlerime Yoksa sensiz bu sessizlikle Deliler gibiyim Sensiz bu sessizlikle

Cahit ZARİFOĞLU

ANILAR DEFTERİNDEGÜL YAPRAĞI

Ezgi

Şey

ma

GEZ

GİN

Has

an R

ıza G

SL Ö

ğren

cisi

Page 76: KARAMSARLIK KURBANI HİKÂYE: BiR KÜÇÜCÜK TOHUMDAN BiR ...edirne.meb.gov.tr/_belgeler/e-dergi/edirne_MEM_Dergisi_8Sayi.pdf · da ilerilere götürecektir. Nitekim hem İslam tarihi

76 PBGıy

asetti

n G

EZG

İN H

asan

Rıza

GSL

Öğr

etm

eni


Top Related