BİR OSMANLI AYDINI BURSALI MEHMED TAHİR BEY’İN
MENÂKIB‐I HARB RİSALESİ
Ali KOZAN ‐ Ali ÇAKIRBAŞ
Özet
Daha çok biyografi ve bibliyografya türünde kaleme aldığı eserleriyle bilinen bir Osmanlı
aydını Bursalı Mehmed Tahir Bey’in askerî okullarda verdiği tarih dersleri için hazırlamış olduğu notlardan oluşan risalesi Menâkıb‐ı Harb, daha Balkan Savaşı sırasında Sebîlü’r‐
Reşâd’da yayınlanmıştır.
Menâkıb‐ı Harb adlı risale Osmanlı tarihinden bazı kahramanlık menkîbeleri, cihad ile ilgili tarihî şahsiyetlere ait bazı vecizeler, cihadın faziletine dair bir makale ve cihadın
faziletine dair Osmanlı müellifleri tarafından yazılmış olan 38 adet eserin müellifleriyle
birlikte zikredilmesinden oluşmaktadır. Bu çalışmada öncelikle tarihî kaynak olarak menâkıbnâmeler üzerinde durulmuştur.
Bunu müteakip Menâkıb‐ı Harb adlı risalenin günümüz Türkçesine aktarılması ve değer‐lendirilmesi yapılmıştır.
Anahtar Sözcükler
Menk ıbe, Menâk ıbname, Bursa lı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, Biyogra fi
THE PAMPHLET OF MENAKIB‐I HARB WRİTTEN BY AN OTTOMAN INTELLEC‐
TUAL MEHMET TAHİR BEY FROM BURSA
Abstract The pamphlet namely Menâkıb‐ı Harb was edited from the notes of the courses given at military
school by Mehmed Tahir Bey who is better known his biographic and bibliographic edited from the notes of courses then published at Sebîlü’r Reşâd during Balkan War.
The pamphlet of Menâkıb‐ı Harb contains some legendary exploit stories from Ottoman history,
jihad adages belong to some historical individuals, an essay about the virtue of jihad and the list of the 38 authors and works which were written by Ottoman authors and about the virtue of jihad.
Yrd. Doç. Dr., Nevşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
[email protected] Okutman, Nevşehir Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Öğretim Elemanı, Nevşehir/Türkiye.
TARİHİN PEŞİNDE ‐ULUSLARARASI TARİH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ‐
Yıl: 2013, Sayı: 9 Sayfa: 37 ‐71
THE PURSUIT OF HISTORY ‐INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY AND SOCIAL RESEARCH‐
Year: 2013, Issue: 9 Page: 37 ‐71
38 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
In this work, primarily menâkıbnames were held as historical sources. Afterwards the elaboration and transcription of the pamphlet “Menâk ıb‐I Harb” was made.
Key Words Menk ıbe, Menak ıbname, Bursa lı Mehmed Tahir, the Ottoman Writters, Biography
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 39
GİRİŞ
I.MENÂKIBNÂME KAVRAMI
“Menkabe” kelimesi ve çoğulu olan “menâkıb” kelimesi Arapçada,
“övünülecek güzel iş hareket ve davranış” manasına gelmektedir. Menkabe
kelimesi Türkçe’de galât olarak menkîbe şeklinde ifade edilmekte ve
yaygın olarak ilmî eserlerde de bu şekliyle kullanılmaktadır.1 Bunun
dışında farklı tanımlar da mevcuttur. Hadis kitaplarında Hazreti Pey‐
gamberin (S.A.V), sahabelerinin meziyet ve güzel davranışları hakkında
kullanılan menâkıbın, tarihî şahsiyetlerin biyografileri ve bazı zümrele‐
rin takdire şayan işleri için de kullanıldığı görülmektedir.2 Din büyükle‐
rinin ya da tarihte rol oynamış önemli isimlerin yaşamları ve olağanüstü
davranışları3 ile ilgili hikâyeler de bu kavram çerçevesinde değerlendi‐
rilmektedir. Ayrıca “Menkîbe” kelimesinin “destan”4 kelimesinin karşılığı
olarak kullanılmaktadır. “Tezkire” ve “vilayetname” kelimeleri de
“menâkıbnâme” yerine kullanılmıştır.
“Menkîbe”nin ıstılahî anlamı; “bir zatın fazl’u meziyetine delalet eden fık‐
ra ve bundan bahseden makale ve risâle‐i mehdiye”5; şeklinde olup “din büyük‐
lerinin, kahramanların ve tarihî şahsiyetlerin üstün vasıflarını, ahlâkî meziyet‐
lerini, olağanüstü iş ve davranışlarını destânî‐efsânevî bir üslûpla anlatan fıkra,
hikâye v.b.”6 şeklinde de tanımlanmaktadır.
Menâkıbnâmeler ise bir şeyh, veli veya onun etrafındaki müritlere
ait menkabeleri söz konusu eden eserlerdir. Bu eserlerde, şeyh ya da
velilerin diğer insanlara örnek teşkil edebilecek biyografileri anlatılmak‐
tadır. Ayrıca bu kişilerin gösterdikleri kerâmetlere yer verilmektedir.
Özellikle şeyhlerinin manevî üstünlüğünü ispat etmek için müritler tara‐
fından kaleme alınan menâkıbnâmeler, müritler iç in öğretici olduğu
kadar tarikatın tanıtılması ve yayılması amac ıyla da kullanılmaktadır.7
1 Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler (Metodolojik Bir Yaklaşım), TTK Yayın-
ları, Ankara 1997, s. 27; Ahmet Yaşar Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menka-beler i, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1983, s. 27; İsmail Hakkı Mercan, “Türk Tarihinin Kaynakla-rından Olan Bazı Menakıbname ve Gazavatnameler Hakkında” Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Der gisi, S.10, C.6, Balıkesir 2003, s. 113.
2 Ahmet Ateş, "Menâkıb", İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, C. VII, İstanbul 1978, s. 701–702. 3 Hasan Eren vd, Tür kçe Sözlük, C. II, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1988, s.563. 4 Emine Seval Yardım, Menkıbe ve Menâkıbnâmelerle İlgili Eserler İçin Açıklamalı Bir Bibliyogr afya
Denemesi: 1928-1998, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1999, s. 1.
5 Şemseddin Sâmi, Kâmûs-ı Tür kî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1999, s. 1420. 6 İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, C.2, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2006, s. 2000; Ferit
Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, haz. Aydın Sami Güneyçal, Aydın Kitabevi, Anka-ra 1997, s. 735.
7 Gencay Zavotçu, “Tasavvufî Bir Eser: Menâkıb-ı Evliyâ ya da Sümbüliyye”, Aşk İlinden Gönül Dilinden İnciler , (Ed. Deniz Saraç), İstanbul 2009, s. 162.
40 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
Menâkıbnâmelerde yer alan kerâmetler şu şekilde sıralanabilir: Hz.
Muhammed (S.A.V), kırklar ve yediler ile görüşmek, aynı anda farklı
mekânlarda bulunmak, kişinin zihninden geçenleri okuyup anlamak, acı
çekmeden ölmek, kendi ölümünü tayin etmek, ölüyü diriltmek, diriyi
öldürmek, göğe yükselmek ve yaratılanlara hükmetmek gibi.8
Menâkıbnâmelerde anlatılan bu kerametler bazen başka bir veliye,
ya da bir Hıristiyan azize ait menkîbelerden de oluşabilmektedir. Bir
başka deyişle bir bölgede anlatılan menkîbe daha sonra o bölgede yaşa‐
yan veliler için de anlatılmaktadır. Yani aynı menkîbenin farklı kişiler
iç in de anlatıldığı durumlar olmuştur.
İslamiyet’in Türkler arasında yayılma kanallarından birisi de tasav‐
vuf kanalı olup. Türklerin İslamiyet’e girişleri sırasında eski İslam öncesi
kültürlerini de İslamiyet’e taşımışlar, şamanların ve budist azizlerin ser‐
giledikleri olağanüstü durumlarını evliya menkîbelerinde İslamî bir
duruma büründürerek yer vermişlerdir.9 Örneğin Ahmet Yesevî’nin
menkîbeleri Türkler arasında yayılarak kutsal addedilmiş ve buna ina‐
nılmıştır.
Dolayısıyla İslamiyet’in Orta Asya ve Anadolu’da yayılmasında
menkîbelerin büyük etkisi olmuştur. Türk‐İslam dönemine ait ilk evliya
menâkıbnamesi olan “Tezkire‐i Saltuk Buğra Han” Karahanlılar döne‐
minde XI. yüzyıl sonlarında yazılmıştır.10 Karahan hükümdarı Saltuk
Buğra Han adına yazılan bu tezkirede hükümdarın hayatı ve kerametle‐
rinden bahsedilmektedir. Bu eserle birlikte başlayan Türk menâkıbnâme
edebiyatı özellikle beylikler döneminde Anadolu’da hızla yayılmıştır.
Anadoluʹda XIII. yüzyılda yaşayan Mevlâna, Yûnus Emre, Hacı Bek‐
taş Velî, Muhyiddin Arabî, Fahrüddin İrakî, Kirmanî, Şeyh Necmedin
Dâye, Sadreddin Konevî, Müeyyidüddin Cendî, Sadeddin Ferganî,
Mahmud Hayranî ve Hacı İbrahim Sultan gibi büyük mutasavvıflara ait
menâkıbnâmeler bu alanda verilmiş önemli ürünlerdir.
II. MENÂKIBNÂMELERİN ÖZELLİKLERİ
Evliya menâkıbnâmelerinin ilk özelliği menâkıbnamelere konu olan
kahramanların gerçek ve mukaddes kişiler olduğudur. Bir diğer özellik,
anlatılan olayların belirli bir yerde ve bilinen bir zamanda geçtiğidir.
Üçüncüsü; anlatılan konular sırf eğlenmek ve belli bir eşya ya da tabiat
8 Erman Artun, Dini-Tasavvufi Halk Edebiyatı, Edebiyat Tar ihi/Metinler , Karahan Kitabevi, Adana
2011, s.117. 9 Erman Artun, Dini-Tasavvufi Halk Edebiyatı, Edebiyat Tar ihi/Metinler , s.117. 10 Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, s. 42; Artun, Dini-Tasavvufi Halk
Edebiyatı, Edebiyat Tar ihi/Metinler , s. 118.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 41
olayını izah etmek için değil, gerçek olduğuna inanılan olayları kapsa‐
maktadır. Dördüncüsü; yarı mukaddestir ve bir doğma gibi kabul edilir.
Beşincisi; konu edilen velî hayatta iken de öldükten sonra da
menâkıbnâmesi yazılabilir. Altıncısı ise; biçim olarak son derece kısa ve
sade bir anlatım ile kaleme alınmışlardır.11 Dolayısıyla menâkıbnâmeler
dinî ve sosyal hayatın içerisinde cereyan eden olayları kapsamakta olup
bu aç ıdan önemli birer kaynak eser hükmündedirler.
Bu özelliklere bakarak menâkıbnâmelerin toplumun sosyal boyutu
hakkında da bilgi verdiklerini görmekteyiz. Çünkü bu eserlerin ortaya
ç ıkması, kendilerine inanılan bir topluluğun varlığını ortaya koymakta‐
dır. Bu eserlerde anlatılan olayların gerçek bir zaman ve mekânda olma‐
sı, bu eserlerin sadece harikulade olayların anlatıldığı gerçek dışı hikâye‐
lerin yer aldığı eserler olmadığını göstermektedir.
Dil aç ısından bakıldığında Arapça, Farsça ve Türkçe dillerinde ya‐
zılmış menâkıbnâmeler bulunmaktadır. Herkes tarafından kolayca anla‐
şılması iç in sade bir dil üslubu kullanılmıştır. Her üç dilde yazılan
menâkıbnâmelerde kısa şiirlere, menkîbe sahibine ait hatıralara, ayetle‐
re, hadislere ve büyük zatlara ait veciz sözlere de rastlanmaktadır.12
Menâkıbnâmeler genellikle müritlerin yetişmesi ve tarikatın bütünlüğü‐
nün korunması maksadıyla yazılmıştır. Ancak topluluk dışından kişile‐
rin de menâkıbnâme yazdığı olmuştur.
III.MENÂKIBNÂMELERİN ÇEŞİTLERİ
Menâkıbnâmeler genelde aynı türden eserler olarak bilinir. Fakat bi‐
raz yakından incelendiğinde farklı özellikleri olduğu görülmektedir.
Menâkıbnameler amaç, içerik ve konu edindiği şahıslar itibariyle farklı
tasniflere tabî tutulmaktadır. Bu bağlamda menâkıbnâmelerin iki gruba
ayrıldığı görülmektedir. Birinci grup, tarihî gerçeklere dayanan
menkîbeler olup ikinci grup ise, hayalî menkîbelerdir. Ocak’a göre evli‐
ya menkabelerinin büyük kısmı tarihî gerçeklere dayanmakta yani bi‐
rinci grupta yer almaktadır. Bu özellikleri çerçevesinde tarihe kaynaklık
ederler. İkinci gruptakiler ise daha çok tasavvufî menkîbelerdir. Bunlar
toplumsal değerleri ve ahlakî faziletleri öne çıkarmak için tarihî gerçek‐
liğe dayandırmadan ortaya konulmuştur.13 Bu tür menkıbelerde kendi
iç inde üç kısma ayrılır. İlki, toplumun ictimaî değerler sisteminden kay‐
11 Ocak, Kültür Kaynağı Olar ak Menâkıbnâmeler (Metodolojik Bir Yaklaşım), s. 32-33. 12 Ocak, Kültür Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler (Metodolojik Bir Yaklaşım), s. 33-34; Mercan, “ Türk
Tarihinin Kaynaklarından Olan Bazı Menakıbname ve Gazavatnameler Hakkında”, s. 116.; Ayşenur Öz-kul, Tacü’l-Arifin Ebü’l-Vefa’nın Menâkıbı-İnceleme ve Metin, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2008, s. 55-56.
13 Özkul, Tacü’l-Ar ifin Ebü’l-Vefa’nın Menâkıbı-İnceleme ve Metin, s. 56.
42 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
naklanan menkîbeler. İkincisi, ahlakî bir teolojiye dayanan menkîbeler.
Üçüncüsü ise propaganda maksadını güden menkîbelerdir.14 Bu
menkîbeler de yine tarihe kaynaklık ederler. Zira hayalî menkîbelerde
hayalî olan sadece olaylardır. Kişiler, zaman ve mekân gerçektir.
Menâkıbnâmelerin farklı bir tasnifini de Atilla Özkırımlı tarafından
yapılmaktadır.15 Birincisi din uğruna savaşan kahramanların hayat
hikâyeleri ve olağanüstü güçlerinden bahseden menkîbelerdir. İkincisi
ise din büyükleri ve ermiş kişilerin, velilerin menkîbeleridir. İkinci grup
kendi iç inde, zahitler, tarikat kurucuları ve dinsel kimliği yanında siyasî
yönü de bulunan kişilerden bahseden menkîbeler olarak üç kısımda ele
alınabilir.
IV.KAYNAK ESER OLARAK MENÂKIBNÂMELER
Menâkıbnâmeler içlerindeki zayıf rivayetler ve uydurma haberler
ç ıkarıldığında önemli birer kaynak hüviyetindedir. Yine de kullanılırken
tarihî tenkit metodu ile ele alınması ve özellikleri bilinerek kullanılması
gerekir. Menkîbeler yazıldığı bölgenin siyasî, kültürel, fikrî ve sosyal
hayatı hakkında bilgiler içerir. Hatta sadece tarih aç ısından değil, dil,
din, edebiyat, sosyoloji, psikoloji ve ekonomi gibi alanlara da çok önemli
bilgiler aktarır.
Kaynak olarak menkîbelerin önemi batıda bizden yaklaşık bir asır
önce keşfedilmiştir. Batıda légendes hagiographiques16 adıyla anılan evliya
menkîbeleri üzerine tarihî, sosyolojik, psikolojik alanlarda yapılan ça‐
lışmalar XIX. yüzyılda başlamıştır. Bu çalışmalar arasında Hippolyte
Delehaye’nin eserleri önemli bir yere sahiptir.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemine ait kaynaklar büyük oranda
menâkıbnâmelere dayanmaktadır. Bu alandaki en önemli kaynaklardan
birisi Yahşi Fakih’in (XIV. Yüzyıl) kaleme aldığı “Menâkıbnâme‐i Âli Os‐
man” adlı eserdir. İlk zamanlar hanedanların ve hükümdarların tarihinin
yazılması geleneği II. Bayezid döneminden itibaren değişmiş, Aşıkpaşa‐
zâde ile beraber eleştirel tarih anlayışı başlamıştır. Ancak klasik dönem
tarihçilerinin kuruluş dönemine ait kaynakları menâkıbnâmeler olmuş‐
tur. Anadolu’da her hangi bir büyüğün adına yazılan menâkıbnâmeler
ele alınarak bir Osmanlı tarihi yazılması, bunların râvîlerinin tespit
14 Ocak, Kültür Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler (Metodolojik Bir Yaklaşım), s. 34-35; Gülay Kara-
man, “ Mevlana’nın Menkibeleri Üzerine Folklorik Bir İnceleme”,Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 7/3, Summer 2012, Ankara 2012, s.1679.
15 Özkul, Tacü’l-Arifin Ebü’l-Vefa’nın Menâkıbı-İnceleme ve Metin, s. 56-57; Atilla Özkırımlı, Tür k Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 3, Cem Yayınevi, İstanbul 1987, s. 842.
16 Detay İçin Bakınız: Jürgen Paul, “ Hagiographic Literature” EI, XI/5, New York 2002, s. 536.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 43
edilmesi, olayların içinde yaşayan gerçek kişilerin ve uydurma olayların
temizlenerek tarihî olaylara ulaşılması ile modern tarihçiliğin temelleri
atılmıştır.17 Bu yönüyle menâkıbnâmeler yazılan bu Osmanlı tarih ça‐
lışmalarına önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Örneğin Aşıkpaşazâde
yazdığı Tevârîh‐i Âli Osman adlı eserinde kendinden önceki dönemleri
Yahşi Fakih’in menâkıbnamesine dayandırmaktadır.
Bilimsel çalışmalarda menkîbelerin kullanılmasına ilk dikkat çe‐
ken ise Fuad Köprülü olmuştur. 1918 yılında yazdığı “Türk Edebiyatında
İlk Mutasavvıflar” adlı eserinde Ahmet Yesevî’nin hayatını tenkit metodu
kullanarak menkîbelere dayalı olarak ele almıştır. Bu alandaki diğer
çalışmalar yine Fuad Köprülü denetiminde İstanbul Üniversitesi Edebi‐
yat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nde kendi öğrencilerine yaptırdığı iki
lisans tezidir.18 Fuad Köprülü’nün Belleten’deki makalesinde de evliya
menkîbelerinin tarih kaynağı olarak nasıl kullanılacağı hakkında bilgiler
vermekte ve bunu örneklendirmektedir. Yine aynı makalede Köprülü
bu tür eserler hakkında şu tespitte bulunmuştur. “Doğrudan doğruya
Mevlevî ricâlinî kerâmetlerini tasvîr ve hikâye eden bu eserler, her şeyden evvel,
tarikat propagandası maksadıyla yazılmakla beraber, tarihî hakikatten büsbütün
ayrılmış değillerdir ve müellifler, yaşadıkları içtimaî muhiti çok doğru ve çok
canlı bir surette aksettirmişlerdir. Yüksek sınıflara mahsus olarak yazılmış olan
ve tarihî kıymetleri hiç şüphe götürmeyen bu edebi mahsullerle, halk arasında
yayılan ve ‘bir yığın masal unsurlarıyla karışarak, tarihî hüviyetini büsbütün
kaybeden menkabelerin sonradan toplanmasıyla’ teşekkül etmiş halka mahsus
menâkıb kitaplarını, birbirinden tamamıyla ayırmak lazımdır. Tarihi mahiyette
olan eserleri büyük bir ehemmiyetle kullanmak kâbil olduğu halde, asıl menkabe
hüviyetinde olan ikinci kısım mahsullerin çok büyük bir ihtiyatla ve en sıkı bir tenkîde tabi tutularak kullanılabileceğini unutmamak lazımdır.”19 Bu konuda
1953 yılında Orhan Köprülü tarafından yapılmış bir doktora tezi20 de
bulunmaktadır. Bu alanda Fuad Köprülü’yü Abdülbaki Gölpınarlı takip
etmiştir.21 Ayrıca A.Sırrı Levend, Ahmet Ateş, Tahsin Yazıc ı, Mustafa
Tatç ı, Cemal Kurnaz, C. A. Storey ve Jürgen Paul gibi yerli ve yabanc ı
17 Franz Babinger, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Çev. Coşkun Üçok, Ankara 1992, s. 11, 27, 39,
83, 173. 18 Bu tezler Fuad Köprülü danışmanlığında yapılmıştır. A.Recep, Türk Edebiyatında Evliya Menkıbeler i,
İstanbul Üniversitesi, Mezuniyet Tezi, İstanbul 1935; Altan Sunar, Evliya Menkıbeleri, İstanbul Üniversi-tesi, Mezuniyet Tezi, İstanbul 1938.
19 Fuad Köprülü, “Anadolu Selçuklu Tarihinin Yerli Kaynakları” Belleten, S. 27, Ankara 1943, s. 422. 20 Orhan Köprülü, Tar ihî Kaynak Olar ak XIV. ve XV. Yüzyıllar da Anadolu’da Bazı Tür kçe
Menâkıbnâmeler , İstanbul Üniversitesi, Basılmamış Doktora Tezi İstanbul 1951. 21 Ocak, Tür k Halk İnançlar ında ve Edebiyatında Evliya Menkabeler i, s. 57.
44 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
birçok tarihçi, dil bilimci, ilahiyat ve edebiyatçı menâkıbnâmeleri farklı
şekillerde kullanılmıştır.22
Mübahat Kütükoğlu, menâkıbnâmelerin tarihin sözlü kaynakların‐
dan birisi olduğunu ve sonradan yazıya geçirildiğini ifade etmektedir. 23
Yakın dönem tarihçilerimizden Ahmet Yaşar Ocak tarafından kaleme
alınan bir çalışma24 da menâkıbnâmelerin akademik düzeyde bilimsel
bir kaynak olarak nasıl kullanılabileceği hakkında yöntem konusunda
önemli bilgiler içermektedir. Öncelikle kavramlar üzerinde genel bilgiler
veren eser menkîbe ve menâkıbnâmeler ile ilgili çalışma yapacak araş‐
tırmac ılara önemli bir usul eseri niteliğindedir.
Genel olarak bakıldığında Menâkıbnâmelerin pek çoğunda tarihe
kaynaklık edecek bilgilere rastlanmaktadır. Ancak yukarıda da işaret
edildiği üzere bu eserlerin subjektif bir bakış ve belli bir düşünce siste‐
mine duyulan yakınlık düşüncesiyle kaleme alınmış olabileceği de unu‐
tulmamalıdır. Bunun iç in bu tür eserleri kullanmadan önce mutlaka sıkı
bir tenkit süzgecinden geçirmek gerekir. Menâkıbnâmelerde hayalî olay‐
lar, kerâmetler ve olağanüstü kabul edilen davranışlardan bahsedilse de,
sonuçta bu olayların anlatıldığı tarihler, olayların geçtiği coğrafya, olay‐
ların kahramanları ve çevresindekilerin isimleriyle ilgili tarihe önemli
bilgiler aktarması açısından önemli kaynaklar olarak kabul edilmekte‐
dir.
V.MENÂKIB‐I HARB MÜELLİFİ BURSALI MEHMED TAHİR
BEY
Bursalı Mehmed Tâhir Bey, Osmanlı tarihi, Türk dili ve edebiyatı,
ahlâk, tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf, akaid, kelâm, tıp, coğrafya, mantık,
matematik, astronomi, musiki gibi birçok bilim ve sanatın tarihiyle meş‐
gul olan bir şahsiyettir. O aynı zamanda bir biyografi ve bibliyografya
âlimidir.25
Osmanlı Müellifleri adlı eseriyle meşhur olan Bursalı Mehmed Tahir
Bey; 23 Kasım 1861 tarihinde Bursa’nın Yerkapı Mahallesi’nde doğar.
Dedesi Abdülmecid’in Hassa Alayı kumandanlarından Üsküdarlı Sey‐
yid Mehmed Tahir Paşa’dır. Babası ise sağlık sebebiyle askerlikten ayrı‐
22 Haşim Şahin, “Tarih Kaynağı Olarak Evliya Menakıbnameleri”, Işın Demirkent Anısına, Dünya Yayınla-
rı, İstanbul 2008, s. 547-566. 23 Mübahat Kütükoğlu, Tar ih Ar aştır malar ında Usul, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1995, s. 20. 24 Bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler, (Metodolojik Bir Yaklaşım),
TTK Yayınları, Ankara 1997. 25 M.F (Köprülüzade Mehmed Fuad), “Tercüme-i Hal: Bursalı Tâhir Bey”, Tür k Yur du, Yıl: 2, S. 46, 21
Ağustos 1913, s. 408-409; Adem Ceyhan, “Biyografi ve Bibliyografya Âlimi Bursalı Mehmed Tâhir Bey’in Eserleri”, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 8, S. 2, Manisa 2010, s. 2.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 45
lıp Bursa Belediyesi’nde kâtiplik yapan Rıfat Bey’dir.26 Adını da paşa
olan dedesinden alır. Mehmed Tahir Bey ilköğrenimini, evlerinin hemen
karşısındaki Taş Mektep’te tamamlar. Ardından Mülkiye’nin Rüşdiye
kısmını da 1875 yılında birincilikle bitirir. Rüşdiye mektebine giderken
Niğdeli Ali Efendi’den dinî ve Arabî dersler alan Mehmed Tahir, daha
sonra eğitimine Bursa Askerî İdadîsi’nde devam eder. Bursa Askeri
İdâdîsi’ni birincilikle bitirip İstanbul’daki Harp Okulu’na geçen Tahir
Bey, eğitimine İstanbul’da devam eder. Çalışkan ve başarılı bir öğrenci
olan Tahir Bey, Harp Okulu’nu da birincilikle tamamlar. Tahir Bey,
Harp Okulu’na devam ederken tasavvufa merak sarar. Hafta tatillerinde
İstanbul’daki tekkeleri dolaşarak kendisine bir mürşid ararken
Harîrîzâde ile tanışarak onun tasavvuf halkasına girer.27 Şeyhi sayesinde
Melâmîliği seçen Tahir Bey, İstanbul’daki kalan eğitimi süresince mür‐
şidiyle bağlantısını koparmaz. Ancak şeyhinin genç yaşta vefâtı Tahir
Bey’i çok etkiler.
Harbiye’deki eğitimini 1883 yılında piyade teğmeni olarak tamamlar
ve Üçüncü Ordu emrine verilerek, Manastır Askerî Rüşdiyesi’nde coğ‐
rafya öğretmeni olarak tayin edilir. (23 Kasım 1883). Askerî Rüşdiye’deki
öğretmenliği yanında Mülkiye İdâdîsi’nde de tarih ve hitabet dersleri
verir. Öğretmenlikteki yeni ve farklı eğitim metotları vesilesiyle yüzbaşı‐
lığa terfi ettirilir. Tahir Bey Melâmîlik yolundaki faaliyetlerine burada da
devam ederek çevreye kendisini tanıtır. Manastır’a gelişinin birinci yı‐
lında bölgedeki Melâmî şeyhlerinden Hoca Muhammed Nûrü’l‐Arabî
el‐Melamî’yi Ustrumca’da ziyaret ederek ona biat eder.28 Daha sonraki
ziyaretinde ise ondan icazet alır. Şeyhin 1888 yılında vefâtından sonra
bölgede Melâmîliğin artık önde gelenlerinden birisi olur.29 Manastır’da
Tahir Bey bir taraftan öğretmenlik yaparken diğer taraftan da araştırma‐
larını sürdürür ve “Türklerin Ulûm ve Fünûna Hizmetleri” adlı ilk eserini
kaleme alır.
26 Muallim Vahyî, Müslümanlık ve Türklüğü Yükseltmeye Çalışanlar : Bur salı Tâhir Bey, Matbaa-i
Orhaniye, İstanbul 1334, s. 8; Ömer Faruk Akün, “Bursalı Mehmed Tâhir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. VI, İstanbul 1992, s. 452; Ahmet Yasin Tomakin, Bursalı Mehmet Tahir ve Tarih ile ilgili Eserleri, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2009, s. 10; Abdülbâki Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmiler , Gri Yayınları, İstanbul 1992, s. 328-329.
27 Vahyi, Müslümanlık ve Türklüğü Yükseltmeye Çalışanlar: Bursalı Tâhir Bey, s. 20; Tomakin, Bursa-lı Mehmet Tahir ve Tarih ile ilgili Eserleri, s. 11; Cüneyt Sapanca, Osmanlılarda Tefsir Usulü Çalış-malar ı, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007, s. 70; İsa Çelik, “Bursalı Mehmed Tahir'in Yorumuyla Nazar-ı İslâm'da Fakr”, Atatürk Üniversitesi Tür kiyat Ar aştır malar ı Enstitüsü Der gisi, S. 22, C. 10, Erzurum 2003, s. 188-189.
28 Tomakin, Bursalı Mehmet Tahir ve Tarih ile ilgili Eserleri, s. 12-13; Vahyi, Müslümanlık ve Türklüğü Yükseltmeye Çalışanlar : Bur salı Tâhir Bey, s. 28.
29 Akün, “ Bursalı Mehmed Tâhir” , s. 453.
46 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
1895 yılında Üsküp Askerî Rüşdiyesi’ne tayini ç ıkan Tahir Bey bu‐
rada da bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra, 1896 yılında Kolağası rüt‐
besi ile tekrar Manastır Askerî Rüşdiyesi’ne Müdür olarak görevlendiri‐
lir. Manastır’da 6 yıl görev yaptıktan sonra 1902 yılında Selânik Askerî
Rüşdiyesi Müdürlüğü’ne atanır ve rütbesi 1903’te binbaşılığa yükselti‐
lir.30 Tahir Bey Selanik Askerî Rüşdiyesi’ndeki görevi sırasında Mustafa
Kemal Atatürk’ün hem öğretmeni hem de müdürlüğünü yapar.
Manastır ve Selanik’te Askerî Rüşdiye Müdürlüğü görevini sürdür‐
düğü sırada Sultan İkinci Abdülhamid’e muhalefet eden Genç Osmanlı‐
lar hareketine katılması, Osmanlı Devleti’nin yönetimini ele geçirmeye
çalışan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olması ve Melâmî çevredeki
faaliyetlerini sürdürmesi gibi asıl görevi dışındaki işlerle uğraşması se‐
bebiyle dikkatleri üzerine çeker. Bu çerçevede hakkında düzenlenen iki
jurnal sonucu Selanik Askerî Rüşdiye Müdürlüğü görevine son verilir.
Böylece Tahir Bey’in öğretmenlik görevi sona erer ve sürgün cezası söz
konusu olur. Ancak bir yakın dostu sayesinde Fizan’a sürgüne gitmek‐
ten son anda kurtularak Manisa Alaşehir Alayı Birinci Tabur Kuman‐
danlığı’na tayin edilir.31
Kaleme aldığı ilk eserinde insanları millî meseleler hakkında bilgi‐
lendirme ve bilinçlendirme gibi konulara değinmektedir. Bu amac ını
bazen ilimle bazen de siyasetle gerçekleştirmek çabası içerisinde olmuş
ve bu faaliyetleri çok sevdiği öğretmenlik mesleğini bırakmasına sebep
olur. Siyasî alandaki girişimi ise, Mustafa Kemal’in (Atatürk) Şam’da
kurduğu Vatan ve Hürriyet adıyla gizli siyasî cemiyetin, Rumeli’deki
şubesini teşkilatlandırmak amac ıyla genç subaylarla birlikte bu cemiyete
üye olmasıdır.32 Yine İttihat ve Terakki Cemiyeti’ndeki çalışmaları onu
1908 ihtilâli sonrası mebusluğa taşır.
1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanından sonra Tahir Bey, Bursa’dan
milletvekili seçilerek Meclis‐i Mebusan’a girer. Ancak mebus olarak par‐
lamentoya girdikten sonra da üyesi olduğu İttihat ve Terakki Cemiye‐
ti’nin politikalarını eleştirmekten geri durmaz. Bu yüzden, politikadan
hoşlanmaz ve bir daha mebus seçimlerinde aday olmaz.33 Dolayısıyla
siyasete veda ederek yeniden ilim âlemine döner ve çalışmalarına kaldı‐
30 Akün, “ Bursalı Mehmed Tâhir” , s. 453. 31 Akün, “Bursalı Mehmed Tâhir”, s. 454; Gölpınarlı, Tacü'l-Arifin Ebü'l-Vefa'nın Menâkıbı-İnceleme ve
Metin, s. 328-329. 32 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, C. 1, Hürriyet Vakfı İletişim Yayınları, İstanbul 1988, s.
21-22. 33 Tomakin, Bursalı Mehmet Tahir ve Tarih ile ilgili Eserleri, s. 24-26; Akün, “Bursalı Mehmed Tâhir”, s.
454; Vahyi, Müslümanlık ve Tür klüğü Yükseltmeye Çalışanlar : Bur salı Tâhir Bey, s. 73-74.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 47
ğı yerden devam eder. Bundan sonra ilmî çalışmalarının yanında döne‐
min gazete ve mecmualarında da yazılar yazmaya başlar.
Mehmed Tahir Bey’in yazdığı eserlerinin yanında, Sîrat‐ı Müstakîm,
Sebîlü’r‐Reşâd, Cerîde‐i Sâfiyye, Kelime‐i Tayyibe, Türk Derneği, Türk
Yurdu, Bilgi Mecmuası, İslam Mecmuası ve Kırım Mecmuası gibi dergi‐
lerde çoğunluğu biyografi konulu olmak üzere yazıları bulunmaktadır.
Askerî ve siyasî kişiliğinden ziyade bu sahada yazdığı eserleriyle
dikkati çeken Mehmed Tahir Bey, 28 Ekim 1925’de vefât eder ve Üskü‐
dar’da Aziz Mahmud Hüdâyi Dergâhı haziresinde toprağa verilir.34
BURSALI MEHMED TAHİR BEY’İN ESERLERİ:
Bursalı Mehmed Tahir Bey’in basılmış ve basılmamış birçok eseri,
bibliyografya ve biyografi sahasında önemli kaynaklar arasında yer al‐
maktadır.
Basılmış olan eserlerinden bazıları şunlardır:35
1. Osmanlı Müellifleri: Eserlerinin içerisinde en mühimi olan bu ki‐
tap on iki senelik bir inceleme ve araştırma neticesinde ortaya ç ıkmıştır.
Eserde 1600’ün üzerinde âlim, şâir ve evliyâ zâtın hal tercümesi anlatıl‐
mıştır. Eser üç ciltten oluşmaktadır.
2. Türklerin Ulûm ve Fünûna Hizmetleri,
3. Terceme‐i Hal ve Fezâil‐i Şeyh‐i Ekber Muhyiddîn Arabî,
4. Kibâr‐ı Meşâyih ve Ulemadan On iki Zatın Terâcim‐i Ahvalî,
5. Meşâyih‐i Osmâniyye’den Sekiz Zâtın Terâcim‐i Ahvâli
6. Ulemâ‐i Osmâniyyeden Altı Zâtın Terâcim‐i Ahvâli,
7. Müverrihîn‐i Osmâniyye den Âli ve Kâtib Çelebi’nin Terceme‐i
Halleri,
8. Aydın Vilâyetine Mensûb Meşâyıh, Ulemâ, Şuarâ, Müverrihîn ve
Etibbânın Terâcim‐i Ahvâli,
9. Ahlak Kitaplarımız,
10. Hac ı Bayram Veli,
11. Mevlânâ eş‐Şeyh İsmail Hakkı el‐Celvetî Hazretlerinin Muhtasa‐
ran Terceme‐i Hâlleriyle Matbû’ ve Gayr‐ı Matbû’ Âsârını Hâvî Risâle
12. Katip Çelebi,
13. Siyâsete Müteallik Âsâr‐ı İslâmiyye.
14. Menâkîb‐î Harb
34 Tomakin, Bursalı Mehmet Tahir ve Tarih ile ilgili Eserleri, s. 29-31; Akün, “Bursalı Mehmed Tâhir”, s.
454-355; Gölpınarlı Tacü’l-Ar ifin Ebü’l-Vefa’nın Menâkıbı-İnceleme ve Metin, s. 329 35 Tomakin, Bursalı Mehmet Tahir ve Tarih ile ilgili Eserleri, s. 72-95; Çelik, “Bursalı Mehmed Tahir'in
Yorumuyla Nazar-ı İslâm'da Fakr”, s. 191-192; Akün, “Bursalı Mehmed Tâhir”, s. 455-360; Ceyhan, “ Bi-yografi ve Bibliyografya Âlimi Bursalı Mehmed Tâhir Bey’in Eserleri” , s. 3-14.
48 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
15. İdâre‐i Osmâniyye Zamanında Yetişen Kırım Müellifleri
16. Delîlü’t‐tefâsîr: İlm‐i Tefsîr ve Müfredât‐ı Kur’ân’a Dair
Ma’lûmât‐ı İcmâliyye
17. Müntehebât‐ı Mesârî’ ve Ebyât
18. Nazar‐ı İslâm’da Fakr
19. Manastıra Mensup Meşâyih, Ulemâ ve Şuarânın Terâcim‐i
Ahvâli
20. Menâkıb‐ı Şeyh Hâce Muhammed Nûru’l‐Arabî ve Beyân‐ı
Melâmet ve Ahvâl‐i Melâmiyye
Bursalı Mehmed Tahir Bey’in Basılmamış Eserleri ise şunlardır:36
Mecmûa‐i Tahir.
Hasaneyn Hakkında Şeref‐vârid Olan Ehâdîs‐i Şerîfe ve Tercümeleri.
Fezâil‐i İmam Ali Hakkında Şeref‐vârid Olan Ehâdîs‐i Şerîfe ve Ter‐
cümeleri.
İmam Suyûtî’nin“El‐Ehâdîsü’ş‐şerîfe Fi’s‐Saltanati’l‐Münîfe” risalesinin
tercümesi.
Mecmûa‐i Durûb‐i Emsâl‐i Arabiyye ve Fârisiyye.
Manastır a Mensup Meşâyih, Ulemâ ve Şuarânın Terâcim‐i Ahvâli.
MENÂKÎB‐Î HARB RİSALESİ MUHTEVÂ ANALİZİ
Tahir Bey ve eserleri hakkında, “Bursalı Mehmed Tahir ve Tarih ile ilgili
Eserleri” başlıklı bir çalışmada Menâkıb‐ı Harb; Bursalı Mehmed Tahir
Bey’in eserleri arasında zikredilmektedir.37
Mehmed Tahir Bey’in bu risalesinin 1914‐1915 yıllarında Ahmed İh‐
san ve Şürekâsı Matbaacılık ile Matbaa‐i Hayriye olmak üzere iki ayrı
baskısı yapılmıştır. Ahmed İhsan ve Şürekâsı Matbaac ılık tarafından
basılan nüshası 23 sayfadan, Matbaa‐i Hayriye tarafından yapılan baskı‐
sı ise 30 sayfadan oluşmaktadır. Bursalı Mehmed Tahir Bey’in bu eseri
Osmanlı harp tarihinde vuku bulmuş bazı kahramanlık sahnelerini gü‐
zel bir üslup ile nakletmektedir. Tahir Bey bu risaleye yazmış olduğu
önsözde, bu tarz bir çalışmanın eksikliğini dile getirmekte ve eserin ya‐
pılacak olan çalışmalara yol açması temennilerinde bulunmaktadır.
Risalenin içeriği Tahir Bey’in öğretmenlik yaptığı yıllarda tarih ders‐
leri münasebetiyle tuttuğu notlar ve yaptığı araştırmalar sırasında top‐
ladığı millî tarihimize ait menkîbelerden ve cihadın fazileti üzerine yap‐
36 Adem Ceyhan, “Biyografi ve Bibliyografya Âlimi Bursalı Mehmed Tâhir Bey’in Eserleri” , s.12-14. 37 Bkz. Tomakin, Bursalı Mehmed Tahir ve Tarih ile ilgili Eserleri, s. 84.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 49
tığı değerlendirmelerden oluşmaktadır. Tahir Bey bu notlarını önce Bal‐
kan Savaşları münasebetiyle Sebîlü’r‐Reşâd gazetesinde yayınlamıştır.38
Risalenin giriş kısmında doğru söz söyleme ve bunun hikmetleri
üzerinde durulmaktadır. Ardından bu risalenin nasıl ortaya ç ıktığı ele
alınmakta ve araştırmaları sırasında tesadüf ettiği menkîbeleri Sebîlü’r‐
Reşâd gazetesinde yayınladığından bahsetmektedir.39 Yayınladığı bu
menkıbeleri “Menâkîb‐î Harb” adı altında toplamış ve cihâdın fazileti
hakkında eser veren müelliflerin listesini de risâlenin sonuna eklemiştir.
Bu risâlede yer verdiği “Osmanlı Menakıb‐ı Harbiyesinden Bir Nebze”adlı
makalesi Sebîlü’r‐Reşâd gazetesinde 31 Ekim 1912‐ 14 Kasım 1912 (18
Teşrinievvel 1328‐1 Teşrinisani 1328) tarihleri arasında yayınlanmıştır.
Yine Cihâdın fazileti hakkında eser veren müelliflerin listesi risâlede 38
iken Sebilü’r‐Reşad gazetesindeki makalesinde 24 olarak verilmiştir. Do‐
layısıyla bu risalenin daha önce Sebilü’r‐Reşad’da yayınlanan iki makale
ve harb menkîbelerinin toplamından oluştuğu görülmektedir.
Tahir Bey’in bu risalesi bugün Milli Kütüphane’de Bursalı Mehmed
Tahir, Menâkıb‐ı Harb, Ahmed İhsan ve Şürekâsı Matbaac ılık Osmanlı
Ş irketi, Dersaadet 1333, Demirbaş No: 001816 ve Bursalı Mehmed Tahir,
Menâkıb‐ı Harb, Dersaadet 1333, Demirbaş No: 006035 numaraları ile iki
ayrı kayıtta yer almaktadır. Çalışmamızda bunlardan 001816 demirbaş
numaralı nüsha kullanılmıştır. Bu nüshayı tercih etme sebebimiz ise
diğerlerine göre eksik bölümlerinin olmamasıdır. Milli Kütüphane’deki
006035 demirbaş numarasına kayıtlı olan nüshada son bölümde yer alan
Osmanlı müellifleri listesi 31 kişi olarak verilmiştir. Yani diğer nüshalar‐
da yer alan 32 ila 38 arasındaki müellifler eksiktir. Yine bu nüshanın
sonunda diğer nüshalarda olmayan Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakka‐
le cephesine ait bir kroki yer almaktadır. Ayrıca Mehmed Tahir Bursevî,
Menâkıb‐ı Harb, Demirbaş No: YB00005868/3 numarasıyla Konya Bölge
Yazma Eserler Kütüphanesi Yusuf Ağa bölümünde de eserin farklı bir
nüshası yer almaktadır.
Yaptığımız araştırma çerçevesinde Menâkıb‐ı Harb risalesinin henüz
günümüz harflerine çevrilmediğini, Osmanlı harfleriyle yukarıda bah‐
sedilen matbaalarda basılmış nüshalarının bulunduğunu ve Sebilü’r‐
Reşad dergisinde yayınlandığını tespit ettik. Bu amaçla Menâkıb‐ı Harb
38 Bursalı Mehmed Tahir Bey, “Osmanlı Menâkib-i Harbiyyesinden Bir Nebze”, Sebîlürreşâd, IX, nr. 217-
219, (18 Teşrinievvel 1328-1 Teşrinisani 1328), s. 165-166, 186-187, 202; Tomakin, Bur salı Mehmet Tahir ve Tar ih ile ilgili Eser ler i, s.84.
39 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Harb, Ahmed İhsan ve Şürekâsı Matbaacılık, Dersaadet, 1333. s. 5.
50 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
risalesinin Türkiye’deki kütüphanelerimizde bulunan nüshaları ve
Sebîlü’r‐Reşâd’daki söz konusu makale tarafımızdan incelenmiştir.
Tahir Bey menakıblar bölümünde cihâdın fazileti üzerinde durmak‐
ta ve tarihten önemli şahsiyetlerin cihâd üzerine menkîbeleri ile söyle‐
dikleri veciz sözlere yer vermektedir. Risalede bahse konu olan şahsiyet‐
ler; Osman Gazi, Orhan Gazi, Süleyman Paşa, Gazi Mihal Bey, Yıldırım
Bayezid, Timurtaş Paşa, Fatih Sultan Mehmed, Kanunî Sultan Süley‐
man, Tiryaki Hasan Paşa ve Reşid Paşa’dır. Tarihî şahsiyetlere ait
menkîbeler anlatılırken kronoloji takip edilmemiş şahıslar rastgele ele
alınmıştır.
Çalışmamızın bu bölümünde ise risalede geçen menkîbeler kronolo‐
jiye uygun olarak ele alınacak ve değerlendirilecektir. Bunlardan ilki
Osman Gazi dönemine aittir. Osman Gazi’nin komutanlarından Gazi
Ali Bey, İzmit’in fethi sırasında Hereke Kalesi’ni muhasara ederken,
düşmanın sayısına ve kalenin güçlü olmasına bakmaksızın “dinini devle‐
tini seven arkamdan ayrılmaz” deyip, yalın kılıç düşman üzerine yürümüş
ve kale 4 saat içerisinde ele geçirilmiştir. Bu sırada Gazi Ali Bey’in sağ
gözüne bir ok saplanmış olmasına rağmen Gazi Ali Bey, etrafındaki
cengâverlerin telaşına aldırış etmeden savaşmaya devam ederek “‐Noldu
yiğit! Bir başa bir göz el virmez mi? İki gözü olup da biriyle arkasına bakmağ‐dan ise bir gözle bir yürek sahibi olub ileri bakmak dahâ hayırlıdır.”40 sözü ile
askerlerini cesaretlendirmeye çalışmıştır.
Bir diğer menkîbede ise; Orhan Gazi döneminde şehzade Süleyman
Paşa, Gelibolu taraflarını fethi sırasında Bizans ordusunun sayıca çok
olması karşısında askerlerine bir konuşma yapar. Bu konuşmasında
amaçlarının îlâ‐yı kelimetullâh olduğunu, şimdiye kadar olduğu gibi
şimdi de tek yardımcılarının Cenab‐ı Allah olacağını, düşmandan kesin‐
likle yüz çevirmemeleri gerektiğini belirtir ve savaştan firâr etmenin
İslam şeriatında büyük günahlardan sayıldığını ifade eder.41 Süleyman
Paşa’nın bir kaza sonucu vefatından sonra düşmana karşı yapılan savaş‐
ta bir ara hezimet söz konusu olur, ancak gaziler Süleyman Paşa’nın
birkaç gün önce irâd ettiği hitabı hatırlayarak düşmana galip gelirler.
Tarihî kaynaklara paralel olarak verilen menkıbelerden birisi de şu‐
dur. Murad Hüdavendigâr döneminde Sırp, Macar, Bulgar Krallıkları ile
Bosna ve Eflak Prensliklerinden oluşan Haçlılar, Balkanlardan Müslü‐
manları ç ıkarmak iç in oldukça kalabalık bir ordu hazırlarlar. Bunun
üzerine başkumandan Lala Şahin Paşa, askerleri içerisinden en tecrübeli
40 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Har b, s. 7. 41 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Har b, s. 10-11.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 51
ve kıdemlisi olan Gazi Hacı İlbeyi’ni bir miktar asker ile öncü kuvvet
olarak düşman üzerine gönderir. Haçlılar sayıca az olan Müslümanlara
galip geleceklerini düşünerek Meriç nehri boyunca yayılır. Gazi Hac ı
İlbey düşmanın bu tedbirsiz durumunu fırsat bilerek askerlerinin dört
gruba ayırarak, belirlenen saatte hep birlikte Allah Allah sesleriyle
hücûm emri verir. Düşman kalabalık sayısına rağmen gece karanlıkta
dört tarafdan gelen taarruz karşısında şaşırıp birbirlerini kılıçtan geçirir.
Sabah olduğunda her şey anlaşılır ama iş işten geçer. Osmanlı ordusu
küçük bir kuvvet ile koskoca Haçlı ordusunun üstesinden gelir. Savaşın
cereyan ettiği bu yer Sırpsındığı olarak bilinmektedir.42 Bu menkıbe dö‐
nem kaynakları ile de sabittir.
Yıldırım Bayezid döneminde savaş esnasında ganîmetler arasında
güzel bir kadın esir edilerek Timurtaş Paşa’ya götürülür. Paşa, kadının
kocasını buldurup kadını teslim ederken “Zevcenizin ‘ırz‐ı ‘askerimizin
‘iffeti sayesinde kurtulduğunu bil!” 43 sözleriyle ordusunun esir edilen bir
kadının bile iffetine dokunmadığına dikkat çekmiştir.
Bir diğer menkıbe de Fatih Sultan Mehmed’in Belgrad Muhasarası
sırasında yaralandığı yolunda bir haber yayılması üzerine Osmanlı or‐
dusunda bir ara bozulma emaresi görülür gibi olmuştur. Bunun üzerine
padişah atına atlayarak atını meydana sürmüş ve :“‐Askerler! Düşman
mermiyâtı korkanlarla saklananlara irişûr. Demincek biraz saklanûr gibi oldum
derhâl beni buldu. Bakın şimdi gögüs geriyorum önünde kızıyordum da bana
gelmiyor, sanki mermiler de benden korkuyor; işte her cesurdan böyle korkarlar ecsâm‐ı ulviyeye mevâd‐ı süfliye irişemez.‐”44 sözleriyle askerlerini cesaret‐
lendirerek savaşın kazanılmasını sağlamıştır.
Risalede geçen diğer bir menkıbe de Yavuz Sultan Selim dönemin‐
deki seferlerden birinde Yeniçerilerin savaştan usanması ve bıkkınlık
emareleri gösterip yolsuz hareketler sergiledikleri görülür. Bunun üze‐
rine Padişah Yeniçeri Ağalarının cezalandırılması sonrasında komutan‐
larını toplayarak; “‐İşte bakınız terbiyesizlerin bundan böyle görecekleri
muâmele budur. Ben dîn‐i mübînin ‘izzeti içûn çalışıyorum bu yolda ihrâz‐ı şan
ve galebeye çalışacağım. İhrâz‐ı şan ve galebe ise askerin çokluğuna değil terbiye
ve şecâ‘atina menûtdur.–”45 sözleriyle orduların üstünlük ve başarı ka‐
zanmasının sayıca çok olmasına değil, terbiye ve şecaatine bağlı oldu‐
ğunu vurgulamıştır.
42 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Har b, s. 15. 43 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Har b, s. 8. 44 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Har b, s. 9. 45 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Har b, s. 8-9.
52 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
Bir başka menkîbe de Kanunî Sultan Süleyman dönemine aittir. Bu
dönemde Rodos kalesinin fethi sırasında çeşitli sebeplerden muhasara‐
nın uzaması üzerine askerlerin bir kısmı uygunsuz hareketler içerisinde
bulunmuştur. Bunun üzerine padişah askerleri silahsız olarak bir mey‐
dana toplattırıp şu konuşmayı yapmıştır: “Eğer siz er ve erkek olmuş olsa ‐
nız idi sizi silâhlarınız ile huzûruma gelmeğe ruhsat verir idim. Çünkü silâh
taşımak ancak şeçi’ve cesur erkek adamlara yakışır. Siz şimdiye kadar silâhınızın
hakkını veremeyib silâh taşımağa liyakâdsiz bir takım avraddan korkan adamlar
olduğunuzu harekât‐ı vak‘anız inbat itdi. Hayıf size olsun ki etrafınızı bahr,
ihâtâ etmemiş ve kaçmağa bir yol bulunmuş olsa idi hasmı göremezden evvel
şimdiye kadar firar ederdiniz. Sizleri te’dib ve emsalinizi terhîb idecek vecihle
cezayı mâ‐layıkınızı icrâ edeyim de halinizi görünüz.”46 Padişahın bu hiddetli
konuşması üzerine emirler ve beyler padişah huzuruna gelip kabahatle‐
rinin affını isteyerek Rodos’un fethi konusunda söz vermişlerdir ve kısa
süre sonra da fetih gerçekleşmiştir.
Anlatılan bu menkîbelerden başka Fatih Sultan Mehmed’in “Taşdan
tuğladan ibâret olan en mükemmel surların şehr ve kasabâtı muhâfaza edeme‐
diklerini çok gördük. Fakat suru olmayan memleketleri bahâdır askerin teşkîl ettikleri hatt‐metin hüsn‐ü muhafaza eder.”şeklindeki vecîz sözü ve Osman‐
lı Devleti’nin savaş geleneği hakkında;“Muhârebe ettiğimiz düşman
memâlikde bulunan zevât‐ı rûhâniyye, kadınlar, çocuklar, ihtiyâr fukara ve
hastalar bizim düşmanımız değildir.”47 sözleriyle de Osmanlı Devleti’nin
sahip olduğu yüksek bir medeniyet seviyesine vurgu yapılmıştır.
Kara Mustafa Paşa’nın “Bir adım ileri atubda düşman toprağından bir
mezara mâlik olmak geri çekilübde düşmanı vatana sokmak ve bilâhere tahte’l‐hicâb yüz sene daha ömr sürmekden bin kat hayırlıdır.”48sözüyle zilletle ya‐
şamaktansa şeref ile ölmenin üstünlüğünden bahsedilmektedir.
Yavuz Sultan Selim’in, “Vatandaşların mallarıyla değil gânâim ile zengin
olmaya çalışın”; Gazi Mihâl Bey’in “Düşmanın hâlini keşfe müteallik olan
rûyadan güzel bir tedbir olamaz ve en evvelki iş bu olmalıdır.” ve kime ait
olduğu belirtilmemiş olan “Kumandan icabı halinde nefer olmalıdır”,“İnsanı
Tebcil eden rütbe değildir. Bilakis insan rütbeyi tebcil eder”gibi veciz sözlere
yer verilmiştir.49
Risalenin son bölümünde ise cihadın faziletine dair bir değerlendir‐
me yapılarak bu alanda eser vermiş 38 Osmanlı müellifinin eserlerinin
listesi, müelliflerin vefât tarihleriyle birlikte zikredilmektedir. Adeta
46 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Har b, s. 17-18. 47 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Har b, s. 18. 48 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Har b, s. 19. 49 Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb-ı Har b, s. 18-19.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 53
cihad hakkında yazılan eserler bibliyografyası denebilecek bu çalışma ile
risalesini tamamlamıştır.
SONUÇ
Menâkıbnâmeler, Türk‐İslâm kültüründe yer alan önemli şahsiyetle‐
rin hayatlarına dair genellikle ibret verici mahiyette olağanüstü olayların
kaleme alındığı biyografi türü eserler olarak karşımıza ç ıkmaktadır. Bu
eserlerde anlatılan olaylar gerçek bir zaman ve mekânda gerçekleşmesi
hasebiyle, birer tarihî kaynak özelliğini de taşırlar.
Bursalı Mehmed Tahir tarafından kaleme alınan bu risâle de, dönem
kaynaklarında yer alan farklı rivayetlerin bir araya getirildiği ve kaynak
mahiyeti taşıyan bir eser olmasının yanı sıra, yukarıda menâkıbnâme
türleri arasında zikredilen ve propaganda amacı güden menâkıbnâmeler
kategorisine dâhil edilebileceği görülmektedir.
Yaptığımız çalışmada öncelikle, esasında birçok kaynakta yer alan
rivayetlerin mezc edildiği bir risale hüviyetinde olan Tahir Bey’in bu
risalesi orijinal metinden günümüz harflerine aktarılmıştır. Risalenin
günümüz harflerine aktarılmış metni ise çalışmamızın sonuna eklenmiş‐
tir. Fakat kanaatimizce eseri asıl önemli kılan husus, Osmanlı tarihi kay‐
naklarında yer alan bu rivayetlerin bir araya getirilmesinden ziyade,
yazıldığı dönem ve şartlardır. Bu dönem, Osmanlı Devleti’nin Cihan
Harbi’ne girdiği ve düvel‐i muazzama tabir edilen İtilaf devletlerine
karşı birçok cephede mücadele ettiği sıkıntılı bir dönemdir. İşte kaleme
alınan bu eser de, Osmanlı askerlerine manevî destek olmak amac ıyla
yazılan ve çoğaltılan bir propaganda aracı olarak ön plana ç ıkmaktadır.
Eserin, 1333/1914‐15 yılında Müdâfaa‐i Hukuk Cemiyeti tarafından
ücretsiz olarak ve bir hediye eser olarak basılmasının da, Cihan Harbi’ne
giren Osmanlı Devleti’nin savaşçı unsurlarını gazâ ideolojisi etrafında
toplamak amac ına matuf olduğu aşikârdır. Nitekim Bursalı Mehmed
Tahir de eserinin girişinde bu düşünceyi doğrular nitelikte, “hayatdan
ziyâde vatanı sevdiren, cism‐i vatana vurulmak istenilen darbeleri sine‐i
şecâ’atle karşıladub müte‘arrızlara bârân‐ı intikâm yağdırtan vesâîtin en mües‐
siri sözdür.” ifadeleriyle menkıbelerin az bir topluluğun büyük bir ço‐
ğunluğa galebe çalmasına zemin hazırlayan hikmetli sözler olduğunu
belirtmektedir. Ve yine ona göre, “mevzuû, gayesi âlî, kelimâtı da hikmet ve
hamâsetle mâlî olan bir hitâbenin bazen bir orduyu ve belki bir milleti izmihlâl‐
den kurtarıb şevket ve zaferin üç kemâline isâ le‐i hidmet etdiği kâbil‐i inkâr
olmayan hâkikatlerdendir.” Ayrıca bu eseri, vatan fedâkârlarını galeyâna
getirmek için kaleme aldığını ve propaganda hizmetleri ile de halkın
moralini yüksek tutmaya çalışan Müdâfaa‐i Milliye Cemiyeti’nin yürüt‐
54 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
tüğü şanlı hizmetlere bir katkı olması hasebiyle telif ettiğini de eklemek‐
tedir.50
Eserin ücretsiz basımını yapan Müdafaa‐i Milliye Cemiyeti, Balkan
Savaşları’nın olumsuz sonuçlanması sonrasında, daha önce kurulmuş
olan Müzâheret‐i Milliye Cemiyeti’nin amaçları genişletilerek 13 Şubat
1914 tarihinde İstanbul’da kurulan bir cemiyettir. Cemiyetin kurucuları
arasında başta padişah Sultan Mehmet Reşad olmak üzere Sadrazam ve
Hâriciye Nâzırı Mehmet Sait Halim Paşa, Harbiye Nâzırı Enver Paşa ve
Dâhiliye Nâzırı Talat Paşa gibi üst düzey yönetim kadroları bulunmak‐
tadır.51 Cemiyetin kuruluş nizamnâmesinde de belirtilen temel amac ı,
şartlar ne olursa olsun orduya destek olmaktır. Cemiyet, millî felaketler
karşısında milleti topyekûn olarak birleştirme konusunda büyük sorum‐
luluklar üstelenmiştir. Milleti gazâ ve cihâda hazırlama konusunda Bur‐
salı Mehmet Tahir Bey tarafından yazılmış olan “Menakıb‐ı Harb” risâle‐
sinin basım işinin üstlenilmesi de bu meyanda gerçekleştirilmiştir.52
Son tahlilde, Menâkıb‐ı Harb Risalesi’nde Osmanlı tarihinden verilen
bu kahramanlık menkîbeleri aktarılarak cihadın önemine vurgu yapıl‐
dığı görülmektedir. Zira kısa bir süre önce Cihan Harbi’ne giren Osman‐
lı Devleti’nin cihad çağrısında bulunmuş olması ve Tahir Bey’in çalış‐
masının da bu süreçte basılması eserin önemini gözler önüne sermekte‐
dir. Bir başka deyişle bu risale, Türk İslâm toplumunun cihad anlayışını
harekete geçiren ve dış tehditlere karşı birlik ve beraberliğine katkı sağ‐
layacak önemli mesajlar içeren bir eser niteliğindedir.
50 Bursalı Mehmed Tahir, Menâkıb-ı Har b, s. 3-6. 51 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye'de Siyasal Partiler, Cilt.1, İstanbul, 1984. s. 448. 52 Nazım Hikmet Polat, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1991, s. 184-185.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 55
‐ÇEVİRİ METİN‐
MENÂKIB‐I HARB
Müdafaâ‐i Milliye Cemiyeti Tarafından
Meccânen İhdâ Olunur
Eser
Burusalı Mehmed Tahir
Dersaâdet
Ahmed İhsan ve Şürekâsı
Matbaâcılık Osmanlı Şirke ti
1333
[s.3]İfâde
Doğru söz yanlış fikirlere sapanların doğru yolu anlayub ona kavuşma‐
larına medâr olduğu gibi meydân‐ı şehâmetde kılıcın hakkını tanımak, ta ‐
nıtmak meziyeti de muhikk bir sözün, şer’î bir vazîfenin vicdân‐ı leşkerde
uyandırdığı kahramanlık hissinin te ’sirât‐ı ulviyesinden hâsıl olur.
Doğru söz doğru fikrin, doğru fikirde istikâmet‐i vicdânın mahsûlûdür,
istikâmet‐i vicdân da kendinde nûr‐u îmân parlamasından, feyzini defîne ‐i
şeri‘atden almasından tecelli ider. Bu hâssaya hâiz olan bir vicdân, hakkı
ihlâl iden hâilleri izâle itmek içün dâimi sûretde bir âhenîn‐i hamâset gibi
mücâhedeye mukâvemete âmâde bulunur, Allah’a, halka taşıdığı vazîfenin
ağırlığı ile beraber ‘ulviye tini bir ihtizâz‐ı mü’minâne ile hiss iderek
muhâfaza‐i hak yolunda her dürlü fedakârlığı ihtiyâra münhemik olur.
Hak olan hikmetiyle memzûc bulunan bir sözün dînî, vatanî vazîfelerde
ne büyük te ’sîrler yaptığı az düşünmekle derk olunur. Evet insanı dalâletten
kurtaran, sapık kalpleri doğrultan, ma‘nevî hisleri zemîn‐i pestîden merte ‐
be ‐i ‘ulyâya çıkaran levh‐i dülden‐i cebânet ‘alâkasını silûb anı bir menba‘‐ı
hamâset hâline koyan, binlerce vücûdu hûn‐i hayâtlarını akıtdıracak bir
meyl‐i kahramânî ile kütle‐i müttehide hâline getirmeğe yarayan, fie‐i kalîle
ile bir kesret‐i ‘uzmâya galebe çaldıracak derecede şânlı menkabe ler,
ce lâdetli misâller tevlîd iden, hayâtdan ziyâde vatanı sevdiren, cism‐i vatana
vurulmak istenilen darbeleri sine ‐i şecâ’atle karşıladub müte ‘arrızlara
bârân‐ı intikâm yağdırtan vesâîtin en müessiri sözdür.
Âlî sözlerin her husûsda kıymet ve ehemmiyeti büyüktür. Fakat
umûma âid [s.4] meydânlarda ve tahsîs‐i cihâd sâhalarında o büyüklük
tasavvurun fevkinde yükselir. Zîrâ mahsûs bir hezîmeti, müşâ’şâ bir nusrete
merkûz bir te reddüdü, seyyâl bir faâliyete, müteferrik kulûb‐ı müteheyyic
bir vahdete bir an gayr‐ı münkesımda tahvîl ider. Mahzûn bir kalbe tese lli‐
yet viren, müşevveş bir hâtırayı yoluna koyan, muhtelif zemînlerde cevelân‐
ı isti‘dâdını hâîz bulunan aklın dizginlerini tutacak, nik‐ü bed ahvâle karşı
56 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
metânet virecek sûretde fikr‐i hikmet te lkîn eden dürûb‐i emsâlin e lzem
kulûbdeki hasâis‐i âliyesi düşünülürse te’sirât‐ı belîgası bundan ziyâde olan
hitâbelere ne derecede ehemmiyet virilmek lâzım geleceği bir kat daha
takdîr olunur. Çünkü mevzu‘û, gayesi âlî, kelimâtı da hikmet ve hamâsetle
mâlî olan bir hitâbenin ba‘zen bir orduyu ve belki bir mille ti izmihlâlden
kurtarıb şevket ve zaferin üç kemâline isâle ‐i hidmet e tdiği kâbil‐i inkâr
olmayan hâkikatlerdendir.
Bu mebhasda tağmîk‐i fikr olunursa kıymetli bir sözün en büyük
gazâları lem’a‐i nusretle tetvîc, en büyük fitne leri bir intibâh‐ı kâmile ile
teskîn idebilmesi i‘tibarıyla saha‐î medeniyye ve cihâdiye isbât idege ldiği
fevâid, umûr‐ı hârikada husûle getirdiği menâkıb, ihâta ve tasvîr olunama‐
yacak bir kesretde görülür. Bu menâkıbın bir kısmı tarîhlere geçebilmiş , bir
kısmı da bu şerefden cüdâ kalarak âmelleri gibi nisyâna uğramış ve ba‘zısı
da nef’i ‘umûma şâmîl olamayacak sûre tde eşhâs‐ı ma‘dûdenin sîne ‐i
ketmânında mahfûz kalmıştır.
Târîhle tevaggul idenler, büyük vak‘alarda hârikalı netîceler hâsıl eden
menâkıb‐ı hitâbet ve hâmasetin binlerce emsâline tesâdüf iderler, bunların
kesreti her nasılsa târîhe geçemeyen aksâmından da gına idebilir; ne çâre ki
şimdiye kadar o misillû menâkıb‐ı mazbûtanın bi hakkın cem‘ ve te lfîkîyle
‘umûmen bu ders‐i kahramânîden hissedâr idilmesi acınacak bir sûre tde
ihmâle uğrayarak fıtraten [s.5] büyük yaradılmış , hayâtında herkese müyes‐
ser olamayacak menkîbeler göstermiş olanların şâyân‐ı taklîd bulunan
evsâf‐ı ber‐güzîde lerinden ‐ba‘zı havâss müstesnâ olmak üzere‐ birçok teş‐
nigân‐ı hamiyet bî‐haber kalmıştır.
Dikkatle bakılırsa ezmine‐i muhtelifede âlem‐i İslâm’ı imhâ kasdıyla
yürüyen düşmanları tebkît, kelimetullah‐i âlâ içün nûr‐ı İlâhînin tece lligâhı
olan kalblerden çıkan gazânferâne nidâlar, fedâkârane gayretler inzâr‐ı im‐
tidâ kıyamete kadar tebcîl ve takdîs olunacak harîkalar cümlesinden oldu‐
ğuna göre bunların derc ve teşhîr nice ihmâl ve vukû‘u asla tecvîz olunma‐
mak lâzım gelir. Çünkü dînî, vatanî bir hidmet âyât‐ı Kur’âniyye ve hadîs‐i
nebeviyyenin haber virdiği mükâfât‐ı Rabbâniyye ile mübeşşir olmakla
beraber o hidmeti ibrâza muvaffak olanların yetiştiği millet içunde de lâyık
olduğu ihtirâma mazhar olmaları aynı seviyede ve belki ânlara fâîk sûretde
zuhûrü’l‐azîme medâr olacak vesîleler teşkîl ider. Ânların dürüs‐ı menâkıbı,
ihlâfa âyîne‐i imtisâl olur. Şu hakîkate nazaran en azîz bir mevhîbe‐i kudret
olan cevher‐i hamâsetin meşrû‘ yerlerde âsâr‐i lâmiâsını göstermesine her
ne gibi şeyler hâdim ise ânların ihmâl edilmemesi bir vecîbe ‐i kat‘iyyedir.
Vaktiyle bir mektepde târîh dersi müzâkere vesîlesiyle vâki‘ olan te teb‐
buâtın esnasında tesâdüf idebildiğim menâkıb‐ı harbiyeyi evrâk‐ı pe ‐
rişâneme kayd itmiş ve evve lce bi’l‐münâsebe (Sebilü’r‐Reşâd) gazetesiyle
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 57
neşr eylemiştim, müteaddid, büyük cildler vücûda getirecek bir kesre tde
olan nevâdir‐i ricâlin bu misillû menkîbelerinin bir zerresini bile teşkîl ide ‐
meyen şu müstahdarât‐ı sâbıkamız tecdîd‐i hâtıra ‐i medâr, târîhe âşinâ
olanların bu çığırda da sarf‐ı himmetlerine numûne‐i teşvîk olmak içûn bir
risâle şeklinde tab‘ itdirmek arzusunda idim. Ba‘zı ihvânın şevk‐i âmiz
teklîfle ri de bir takım meşâgil [s.6] haylûle tiyle te ’hîr iden o arzumun
mevkî‘‐i fi‘le gelmesine yardım etti. “Menâkıb‐ı Harb” ‘unvânı altında neşri‐
ne karar virdim ve fezâ’il‐i cihâdiyyeye dâir vücûdlarını öğrenebildiğim
âsârın nev’i ve müellifleri hakkında yazub bir müddet evve l cerîde‐i sûfiyye
ile neşr eylediğim cedve l ile bundan bahs bir makaleninde fâîde ‐i
mu’allakası i‘tibarıyla derc ve ilâvesini münâsib gördüm. Ümid ederim ki
târîh mütegavvilleri er meydanlarında sahâvet‐i cân ile hamâset saçan kah‐
ramanlarımızın menâkıb‐ı celâdetlerini, havârik hidmetlerini cem‘ ve neşr
husûsunda da yekdiğerine müsâbaka idercesine ibrâz‐ı himmet eylerler.
Târîh gûlşenlerden toplanılcak ezhâr‐ı ‘ulviyyetin râihâ‐i saâdet bahşâsı
vatan fedakârlarını sermest iderek ânları nazîre teşkîl ider sûre tde meâli‐i
kahramâne göstermelerine sâîk olan hamiyyet‐i fıtriyye lerini galeyâna geti‐
recek mâhiyetde olduğu içûn bunları cem‘ ve neşr, rûh‐ı mille ti ikâz ve
tenvîr eyler i‘tikâdındayım.
Binâenâleyh bu eserciğim muhterem Müdâfaâ‐i Milliyye Cem‘iyyeti’nin
tâkîp itdiği maddî, ma‘nevi şânlı hidmetlere karışdırması ve menâfi‘ini
derûhde itdikleri umûr‐ı hayrîyyeye sarf itmesi zimmetinde cem’iyyet‐i
müşârün‐ileyhâya nâcîzâne ithâf eyledim.
Çengelköy 10 Kânûn‐i evve l sene 330
Bursalı Mehmed Tahir [s.7]
Osmânlı Menâkıb‐ı Harbiyesinden Bir Nebze (1)
(1) Ba‘zı âsarı Osmâniyyeden intihâb edilmiştir.
Zamânında fevkalâde metânetli olan ‐Hereke‐ kal‘ası düşmanın mer‐
kez‐i ictimâ‘ı idi. Kendisine güvenen ve ‘Osmânlı kılıcından kurtulan düş‐
mandan sekiz‐dokuz yüz kişi oraya tahsîn iderek ‘asâkir‐i İslâmın hareket‐i
harbiyyesine mâni‘alar peydâ itmekden hâlî kalmazlardı.
Sultân Osmân Gâzî İzmit’i fe the ‘azm eyledikleri sırada yüz kadar mün‐
tehib dilâver ile kahramânân‐ı meşâhirden Gâzî ‘Ali Bey’i ‐ guzât‐ı
Osmâniyyeden Timurtâş Paşa merhûmun pederidir‐ Hereke ’nin zaptına
i‘zâm buyurdular.
Gâzî‐yi müşârün‐ileyh oraya varır varmaz kal‘anın metânetine ve düş‐
manın kesretine ve ma‘iyyetindeki bahâdırların kılletine bakmaksızın he ‐
men ayağı tozuyla “dînini devletini seven arkamdan ayrılmaz”‐ diyerek yalın
kılıç kal‘aya doğru hücûm eyler.
58 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
Şan meydânlarında kimseden gerû kalmamağı ve câib‐i hamiyetden bi‐
len ‘Osmânlı bahâdırları dahî arkasından ayrılmazlar ve dört sâ‘at zarfında
kal‘ayı fe th iderler.
Gâzî Ali Bey’in ise hücûm sırasında sağ gözüne bir ok isâbet ider, o
timsâl‐i şecâ‘at ise gözüne saplanmış olan oku eliyle çekub atar. Böyle bir
fâci‘a ile ‘azminde fütûr göstermediğinden başka yanında bulunan genc bir
gâzînin te lâşını görünce :
‐“Noldu yiğit! Bir başa bir göz elvirmez mi? İki gözü olup da biriyle arkasına
bakmakdan ise bir gözle bir yürek sâhibi olub ileri bakmak dahâ hayırlıdır” sözüyle
latîfesince besâle t olarak onu da teşcî‘ ider. [s.8]
Asıl ismi Hüseyin iken nehâfet‐i vücûdiyyesiyle beraber her önüne ge ‐
len pehlivânı yenmekde ve zimâm idâresini ele aldığı fırkayı dâima gâlib
itmekde olduğundan dolayı beyne’l‐guzât –Timurtaş – ‘unvânını ihrâz bu‐
yurmuş olan Timurtâş Paşa ise mülkümüzde her askerin vücûduyla iftihâr
ideceği ümerâdan olub mevki‘lerinin sarblığı cihetiyle zabtleri hayli meşgûl
olan Rumili kal‘alarını ancak şecâ‘ati sâyesinde fe th itdi.
Bu cümleden olarak Pirlepe kal‘asına hücûm itdiği sırada ibtidâ kal‘a
burcuna bayrağı elinde olarak kendisi ipek kemendiyle çıktı ve ba‘de’l‐feth:
‐“Burca çıkıncaya kadar, hendekte çiğnediğim şehitlerin yedisi akrabamdan
idi”‐ dimişdi.
Yıldırım Bâyezîd Hân devrinde Anadolu muharebesindeki ‘asâkirden
ba‘zıları hücûm ile dâhil oldukları bir mahalde gâyet güze l bir kızı kayd‐ı
esarete giriftâr idûp emvâli ganîmenin nahibesi olmak hasebiyle Timurtâş
Paşa merhûma takdîm olunur. Şanlı, şanlı olduğu kadar da nefsine hâkim,
güyâ ‘asâkir‐i merkûme bu mehpâreyi şehvet elinden kurtarmak ümidiyle
getirdiklerini işrâbla iş bu tavır ve hareketlerinden dolayı bir sûre t‐i fev‐
kalâde de tatyîb ve taltîf iderek derhâl mezbûrenin zevc‐i meşrû‘unu bul‐
durmuş ve kendisine teslîm itmiş olduğu sırada:
‐“Zevcenizin ‘ırz‐ı ‘askerimizin ‘iffeti sa‘yesinde kurtulduğunu bil!”‐ sözüyle
te ’kîd‐i ‘iffe t eyleyub hitâb itmişdir.
Cennetmekân ‐ Yavuz Sultân Selîm Hân‐ Hazretlerinin icrâ itdikleri se ‐
fe rlerinden birinde ‘askerlere ba‘zı mürettibe usanç gelip harpten bıkmış ve
ba‘zı mürettibe yolsuz hareketlerde ve münâsebetsiz [s.9] nümâyişle rde
bulunmuş olduklarından şehriyâr‐ı zafer şiâr derhâl yeniçeri ağasını celb ile
cezâ‐yı sezâsını virdikden ve ümerâ‐yı sâireyi haremgâh‐ı zafir iktinâhları
önüne da‘vet eyledikden sonra:
‐“İşte bakınız terbiyesizlerin bundan böyle görecekleri mu‘âmele budur. Ben
dîn‐i mübînin ‘izzeti içûn çalışıyorum bu yolda ihrâz‐ı şân ve galebeye çalışacağım.
İhrâz‐ı şân ve galebe ise askerin çokluğuna değil terbiye ve şecâ‘atina menûtdur.” –
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 59
Tehdîd‐i fa‘al‐ânesiyle ordusunda terbiye‐i askeriyyeyi te ’yîd eylemiş‐
dir.
Fâtih Sultân Mehmed Hân Hazretleri Edirne ordugâhını İstanbul’a nakl
eylediği sırada irâd buyurduğu bir nutukda:
‐“Ölüm adama bir defâ gelir korku ise ölüm gelene kadar temâdî ettiğinden her
an bir ölüm acısı hissettirir; el hâsıl korku ölmekten hem zor hem acıdır.”‐ fıkrasını
dermeyân buyurmuştur.
Belgrad muhârebesinde Fâtih Sultân Mehmed Hân Hazretleri yaralan‐
dığı cihe tle ordu‐yı Osmânîde bir dereceye kadar bozgunluk alâmeti görül‐
düğünden hemân Hazreti Fâtih tekrâr atını meydâna sürüb:
‐“Askerler! Düşman mermiyâtı korkanlarla saklananlara irişûr. Demincek bi‐
raz saklanûr gibi oldum derhâl beni buldu. Bakın şimdi gögüs geriyorum. O günde
kızıyordum da bana gelmiyor, sanki mermiler de benden korkuyor; işte her cesurdan
böyle korkarlar ecsâm ‐ı ulviyeye mevâd‐ı süfliye irişemez.”‐
Yolunda bir hitâbet ile sâîka gibi tekrâr meydân‐ı muharebeye girişmiş
ve şâhidi‐i dilârâ ‐yı mâ‐muvaffakiye ti der‐agûş e tmişdir.[s.10]
Muhârebede düşmanın dâneleri etrâfa geldikçe dehşe tten yüzükoyun
yerlere kapanan ba‘zı askerlere Hazreti Fâtih’in:
‐Putperestler! Demir parçasına secde idiyorsunuz! Hitâb‐ı ‘itâb âmizi
hemân hitâbet ve hamâset‐i ‘askeriyye içun pek büyük bir numûne ittihâz
olunsa becâdır.
Osmânlı serdârlarından birine “süvârînin silâhı mı yoksa atı mı mukaddem‐
dir?” deyu irâd olunân suâle cevâben:
‐“At süvârînin cânı silâh cânın muhâfazasıdır. Cân olmayınca silâha ne lüzüm
kalır.”‐ dimiş…
Sâni‐i mülûk‐i âli ‘Osmân Sultân Orhan Hazretlerinin hengâm‐ı saltana‐
tında Şehzâde Süleyman Paşa’nın Rumili kıt‘asına sokulup da Akdeniz
boğazının kilidi mesâbesinde olan Gelibolu’yu ve sâir mevkileri zapt edi‐
şinden, İstanbul İmparatoru (Bizantin) devle tinin Osmanlı e linde mahv
olacağını aklı kesmekle, teşebbüsât vak‘asından bir numra‐i müfîde hâsıl
idemeyeceğini idrâk iderek Türkleri Rumili kıt‘asından sürmek üzere ordu‐
sunu teşkîl ile Osmânlı’ya karşı yürümekte olduğunu müşârün‐ileyh haber
almakla rû’esâ‐yı ‘asâkiri toplayıp şu vech ile bir hitâbe‐i belîğa ve müessire
irâd eyledi.
‐“Ey mücâhidler,! Böyle ecnebî memâlikinde bizim gibi kalîlü’l‐aded mücâhidle‐
rin az‐vakit içûnde mazhar olduğumuz bunca fetih ve zafer, mücerred hüsn‐i niye‐
timize mükâfaten imdât ve tevfîk‐i ilâhî semeresi olduğunda iştibâh yoktur. Şimdi
üzerimize gelen ‘asker gerçi kesretlidir, dehşetlidir, lâkin bizi bu ana kadar düşman‐
larım ıza gâlip eden ‘avn‐u Rabbâniden [s.11] ümîdimiz munkati‘ değildir.
Ma‘lûmdur ki emelimiz i‘lâ‐i kelimetullâh‐i’l ‐ulyâ ve fî‐sebîlillâh şehâdet bizim içûn
60 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
mûceb‐i sa‘âdet‐i ‘ukbâdır. Şayet bu aralıkta benim vefâtım vaki‘ bulursa olmaya ki
düşmandan yüz çeviresiniz. Zirâ bilirsiniz ki şerîât‐ı İslâmiyede firâr‐ı anül zehr
kebâîr‐i zunûbdand ır.”
Serdâr‐ı müşârün‐ileyh bir gün kazâ ölümüne uğramış ve mütte fikeyn
ordusu dahî dağlar gibi gelip çatmış idi. Osmânlı ordusu kendilerinin iz‘âf‐ı
mudâifî olan bu ordunun karşısında hezîmete yüz tutmuş iken serdâr‐ı
merhûmun birkaç gün akdem irâd eylemiş olduğu hitâbesini namdârân
rûesa yâd ve tahattur iderek bir gayre t‐i fevkalâde izhâr itmeleriyle bi‐
tevfîkihî Te‘âlâ Osmânlı ordusu mazhâr‐ı muzafferiyet olduktan başka, bu
vukû‘at Âl‐î Osman’ın Rumili kıt‘asında temekkün ve temelüküne bir mu‐
kaddeme ‐i mu‘azzama olmuşdur.
1150 senesi düşman tarafından muhâsara alınan Banaluka kal‘ası
imdâdına giden ordu‐yı hümâyûnun serdâr‐ı ‘âli‐i tebâri bulunan zât ordu‐
yı hümâyûnun on mislü bulunan düşman ordusuna bir buçuk sâ‘at kadar
tekarrüb edüb bil cümle asker ve ümerâ ile lâzım gelenlere Âğâlarım, Paşa ‐
larım, Yiğitlerim diyerek ayrı ayrı iltifâttan sonra cümlesine hitâben şu vech‐
le bir hitâbeye başlar:
‐“Ey gâziler, bugün ben dahî sizinle beraber cenâb‐ı bârînin bir abd‐i âciziyim .
İşte bugün din‐i mübîn yoluna kurban olacak, velîü’n‐nîmetimiz ve ba’s‐i istirâhat
ve asâyişimiz olan padişâh‐ı İslâm Efendimizin uğruna baş ve cân fedâ edecek gün‐
dür.
Düşmana zafer, sebât kadem‐i şiddetle, sabr‐ı metânetle olageldiği mücerreb ve
mukarrerdir. Göreyim sizi, dîn‐i Muhammedî yolunda ne gûnâ hidmet ve pâdişah
uğrunda ne vecihle izhâr‐ı şecâ‘at idersiniz!”[s.12] Bu nutkun şiddet‐i te’sîriyle o
gün ‘asker‐i İslâm’da görülen şecâ‘at fevkalâde bir muzafferiye t‐i azîmeyi
intâc eylemişdir.
Kanije kal‘asının hengâm‐ı muhasarasında düşman ‘askerinin kemâl‐i
şiddetle kal’aya hücûmlarına dâir hazırlıklar görmekte olduğunu Gâzî‐i
meşhûr Tiryâkî Hasan Paşa merhûm hissetmekle umûmen ‘askeri bir yerde
cem‘ ile bir ‘âlî dîvân tertîp iderek şu mukaddemât ile mücâhidîni teşcî‘
eyledi.
‐“Ey Gâzîler!
Düşmanın harekâtında hücûm emâreleri görülüyor. Mateyus’un ordusuyla be‐
raber buraya gelişine bakılırsa serdârımız ya ânların dediği gibi ma‘lûm olmuş ve
yahûd benim zannım gibi sefer mevsimi geçtiğinden bu kal‘ay ı sizin gayretinize
emânet bırakarak kışlağa dönmüş, hakîkat her hangisi olursa olsun biz burada serdâr
içun harb etmiyoruz, elhamdulillâh müslümanız. Mukâbelemize gelen düşmanla
vazîfe‐i cihâdı icrâ etmek üzerimize farzdır. Padişah kuluyuz velî ni‘metimiz olan
halîfe‐i İslâmın bir kal‘ası değil bir avuç toprağı içun cânımızı fedâ iderek yediğimiz
ekmeği kendimize helâl itmek cümlemize vâciptir. Milletimiz serhad ın emniyetini
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 61
bizden bekliyor. İki kavm arasında açılan meydân‐ı mubârezenin kararını bizim
gayretimiz verecek. Üç aydır aç kaldık. Yastık yerine kılıca yasland ık. Bu kadar
ihvânımız gözümüzün önünde şehîd oldu. İçimizde yara yemedik insan kalmad ı.
Kal‘alar içunde yuvarlandık bu kadar hidmetin bu kadar gayretin netîcesini bugün
göreceğiz. Elhamdulillâh cümleniz bilirsiniz ki düşman karşısında vefât idenlerimiz
şehîd olur. Kalanlarımız gerek dünyada gerek âhirette necât ve selâmet bulur. Ben
bu düşmanın hücûmunu bilirim. Bir kere yüzü dönerse mağlûp olduğu gündür.
Yerlerinizde [s.13] sebât edin. İlk hücûmdan yılmayın. Ondan sonra bi‐‘avnillâh
nusret bizimdir.” iye ağlayarak aksakalı üzerine inci dânesi gibi yaş döktü ve
guzât‐ı muvahhiddiyenin se lâmetine hayır duâlar eyledi…
Nihâyet fe rdâsı günü düşman hücûma ibtidâr eyledi. Dört defa seyrlere
çıkmış iken yine tard olundular. Yedi sâ‘at miktârı şiddetli bir hücûmdan
sonra düşman ric‘at edip asâkir‐i İslamiye siperlerden taşra fırlayarak az bir
zaman içûnde Hasan Paşa’nın huzûruna rivâyet‐i sahîha üzere on sekiz bin
kelle getirdile r. Mecrûhları buna kıyâs oluna.
Sadr‐ı esbâk Reşîd Paşa merhûmun Mora muhârebelerinde düşmanın
yapmış oldukları tabyaların ahz ve zaptına ‘azîmet ve niyet olunmuş ve
hücûm ve iktihâma asker hazırlanmakta iken ve sergerdelerden (Veys) ağâ
askerin ile risine çıkub:
“Askerler!
Bu tabyaları almağa ve yürüyüşden yüz çevirmeğe azim ve niyetiniz var m ı‐
d ır? Eğer sahîh niyetiniz var ise bu maksat öyle uzaktan tüfenk ve tabanca atmakla
hâsıl olamaz. Bu maksada ancak kılıçlarımızı ve bıçaklarımızı düşmanın kafasına
eriştirmek ile nâîl olabiliriz. Ânın içun işte ben tüfenki de tabancanın da taşlarını
attım. Ve kılıcımı da çektim. Siz de beni taklîd eyleyiniz.” yollu îrâd‐ı kelâm ile
askerin uruk şecâatlerini teheyyüç ve tahrîk ve Allah Allah diye düşmana
en evve l hücûm iderek derhâl asker dahî ta‘kib eylemekle tabyalar ile pek
müşkîl görünen mahâlleri dahî kemâl‐i suhûletle zapt eylemişlerdir ki yiğit‐
lik olursa bu kadar olur. Tüfenk ve tabancanın terkiyle böyle merdâne düş‐
mana hücûm eylemek millet‐i muhterememize mahsûs bir hasle t‐i ce lîle ‐i
makbûle olduğundan[s.14] sırasına göre bu gibi hareketlerden istifâde
olunmuştur.
Eslâf‐ı izâm tarafından hengâm‐ı muhârebede pek çok kimseler açıktan
açığa vücûdlarını efnâ‐û fedâ eylemişlerdir. Eğerce bu husûsa misâl yazmak
lâzım gelirse bu makale sığmaz. Târîhlerimizin her parçası böyle bir fe ‐
dakârlıklar ile müzeyyendir. Ez cümle (Kanije) kal‘asının muhâsarasının on
beşinci günü kuşluk vakti kal‘a derûnunda esir bulunan bir İslâm neferi
serdârın attığı gülleden açılan deliği kapamak üzere hidmete gönderildiği
sırada cephânenin kapusını açık bulmuş ve şevket‐i İslâmı i‘lân içun her
nasılsa eline geçirebildiği bir yalık fitili büyük kantârdan mütecâviz barutun
62 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
içerisine bırakarak düşmandan üç binden ziyâde Ademi isâl‐ı nâr‐ı cahîm
idüp kendisi dahî din ü devle ti uğrunda şu fedakârlığı ihtiyâr ile ihrâz‐ı
sa‘âdet‐i ulviyye eylemiştir. (Mevlâ rahmet eyleye)
İşte şecâ‘at ve yiğitlik, kahramânlık ve fedakârlık böyle olur.
Bunun diğer bir nev‘î daha vardır şöyle ki: Kal‘a‐i mezkûreyi serdâr
muhâsara ittiği zaman düşman ‘aciz kalarak ordu‐yı İslâma e lçi gönderdi‐
le r. Fakat kal‘a teslim oluncaya kadar serhâd‐ı İslâmın meşhur gâzîlerinden
Peçoylu (Koca Sinân) çavuş merhûmu rehin tarîkiyle istediler.
Serdâr ise düşmanın nakz‐ı ‘ahd etmek ihtimâlini mütala‘â iderek is‐
tinkâf eyledi. Bu madde Sinân Çavuş merhûmun mesmû‘u oldukda kük‐
remiş arslan kesilerek kemâl‐i tehayyüçle serdâr‐ı merhûmun huzuruna
gelerek ve e teğine sarılarak:
“Paşa yarın Allahın huzurunda senin (silik) eteğine sarılacağım senden da‘va
edeceğim . Sana bir kal‘a veriyorlar da benim gibi bir ayağı çukurda bir ihtiyârı m ı
rehin etmeğe kıskanıyorsun.” diyerek şecâ‘at ve kahramânlığını izhâr eyledi.
Hatta mecliste serdâr ve sâirleri dehşetten ağlamağa başladılar. Serdâr dahî
mütevâziâne : [s.15]
“Hakkın var babacığım iktizâ ederse ben de rehin olarak giderim , yürü Hakk
muînimiz olsun.” kavliyle muvaffak gösterdi. Ve târîhte muharrer olduğu
üzere şurût‐ı lâzımeye tatbîken Kanije kal‘ası fe th olundu.
Rumili kıt‘asında bulunan Müslümanları sürüp çıkarmak üzere yüz bi‐
ni mütecâviz mütte fikeyn ordusu on bin kadar mevcûdu bulunan İslâm
ordusu üzerine seyl‐i belâ gibi akın akın gelmekte olduklarını başkuman‐
dan Lala Şahin Paşa merhûm haber almakla umerâyı askeriyyenin en kı‐
demli ve tecrübelisi olan (Gâzî Hacı İlbeyi) bir mikdâr asker ile keşşâf sûre ‐
tinde ile ri gönderdi.
Mütte fikeyn ordusu Rumili’nde miktâr‐ı cüz’îden ibâre t bulunan mü‐
cahidîni hiçe sayarak ve âdetâ Müslüman ordusuna gâlip geleceklerine
kendilerince yakîn hâsıl iderek sermest bâde‐i gurûr oldukları halde (Meriç)
nehri boyuna yayılmış olduklarını gâzî‐i müşârün ileyh fırsat ittihâz etmek‐
le zikr‐i âtî‐i hudaa ile hâb girân‐ı mestide olanları uyarmıştır.
Şöyle ki giceye kadar nut’â kendini göstermeyip nısfü’l‐leylde mevcûd
maiyyeti bulunan cüz‘î bir askeri güze l ve müsteid zabıtlara te rfîk iderek
dört kısma taksîm edip her bir kısmını düşmanın etrâf‐ı erbaasına uzaktan
tâ‘yîn iderek cümlesinin vakt‐i ma‘lûmda sadâyı Allah Allah ile düşman
ordusuna hücûm eylemelerini te rtîb eder. Ve hulûl‐i vakt‐i ma‘lûmda
mücâhidînin hücûm ile Allah Allah feryâdları düşman ordusunu şaşırtub
ta ‐bi sabah bir birlerini kırıp kılıçtan geçirmiştir ki mahâll‐i mezkûr el‐yevm
(Sırp Sındığı) nâmıyla yâd olunmaktadır.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 63
Kanije risâlesinde muharrer olduğu üzere dokuz bin mevcûd maiyye ‐
tiyle dört yüz bin düşmana mütecelledâne karşı duran Tiryâki Hasan Paşa,
serdârdan istimdâd etmekle gönderdiği âdemin[s.16] bir cevâb‐ı şâfi getir‐
mesine muntazir idi. Nihâyet serdârdan gelen mektûblar meâlinde ümîd‐i
hayr olmadığını anlar anlamaz efkâr‐ı askeri bastırmak içün bir hîleye sülûk
ile ümerâ‐yı askeriyyeye gayet tantanalı bir ayak dîvânı te rtîb eyledi. Ve
kendisi bir kürsi‐i ‘âlî üzerine ku‘ûd ve güyâ sadrazamdan gelen va‘d
mektûbunu tekrimâd‐ı fâîka ile kıraât iderek ve e trafını süzerek:
“İşte gâzîler biz burada âdi palânka hükmünde bir ufacık kal‘anın muhâfazâsına
me’mûruz. Birkaç bin padişah kuluyuz hâlbuki serhad üzerinde devletimizin her
taşı bunun gibi bir kal‘a değerince memleketleri vard ır ki her birinde bizim yüz
mislimiz mücâhidler düşman şerrinden muhâtaralar içûnde duruyor. Hal böyle iken
yine pâdişâhımızın serdâr‐ı kirâmı mücerred bizim gösterdiğimiz gayret ve hidmete
hürmeten ve asker‐i İslâmın şân‐ı i‘laen bu kal‘ayı anların cümlesine tercîh etmiş
imdâdımıza geliyor ya şimdi bu kadar meşakkat çekdikden sonra serdârın bizler
hakkında olan ümîdini hebâya virmek gayrete yakışır mı? Ben cümlenizden evvel‐
kinden ziyâde himmet‐i me’mûl iderek göreyim sizi halîfe‐i rû‐yi zemîne nasıl hid‐
met ideceksiniz.”akvâl‐i mütecelledânesiyle ve şu yolda gösterdiği hîle ile
askeri cûşa getirerek muhâsaradan bîzâr olmak şöyle dursun bize imdâd
geliyormuş diyerek cümlesi mukâbelede dilîrâne sebât eylediler.
Hazreti Fâtih’in eyyâm‐ı saltanatlarında Mora’ya vuku‘ bulan se ferde
vezîr‐i a‘zam Mahmud Paşa talîa‐i fırkasıyla azîmet eyledi. Lakin ‘asâkir‐i
İslâmiyyenin vusûlünden evve l Firenkler Mora’ya çıkub (Germe) hisârını
ta‘mîr ve tahkîm itdikden sonra Mora muhâfızı bulunan Sinân Bey’in ka ‐
panmış olduğu (Korint=Kordos) kal‘asını muhâsara eylemişle r idi.
Sinân Bey fena halde sıkılıb şâyet bir müddet dahâ tedâfi‘[s.17] hareket‐
le mahsûr kalacak olsa kal‘ayı düşmanın istilâ ideceğini anladığından had‘‐i
harb yoluna sulûk ile bir gece yüz kadar güzîde Osmânlı dilâverini ba‘deten
Firenklerin üzerine hücûm itdirdi. Firenkler kal‘a halkının harîce hücûm
e tmek ihtimâlini hiçbir vakitte hatırlarına getirmedikleri ve vezîr‐i a‘zam
ordusunun karîb bir mahalde geldiğini ma‘lûmları olduğu cihetle geceleyin
üzerile rine gelen ‘asâkirin sadrazam ordusu olduğuna zâhib olarak bu
evhâm ile yüz kadar ‘asâkir‐i İslâmiyyenin müdafaâsına müktedir olama‐
yub münhezim ve perişân oldular.
Bu aralık Mahmud Paşa dahî vâsıl olarak (Germe) hisârını bi’s‐suhûle
teshîr ve Firenkleri ta‘kîb ve tedmîr itdiğinden bunların bakiyyetü’s‐ süyûfu
güç hâl ile sefînelerine binub savuşmuş olduğu “Haber‐i Sahîh”in cümle ‐i
mündericâtındandır.
Sultân Süleymân Hân Kanunî Hazretleri Rodos kal‘asının fethi içün kül‐
liye tli askerden müretteb olarak kal‘a ‐yı mezkûre üzerine bir ordu sevk
64 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
buyurmuşlar ise de ahz ve teshîri hayli müddet uzamış olması askerin
me’yûsiyetini mûceb olub yolsuz hareketlere tasaddî ve mücâseret eylemiş
olmaları infiâl‐i şehriyârîyi müste lzem bulunarak on beş bin asker is‐
tishâbıyla ordu‐yı hümâyûnlarına iltihâk ve kal‘a ‐yı mezkûre pişgâhını
teşrîf buyurarak vusûlleri günü orada mevcûd askerlerinin eslihâlarını
ba’de’n‐ nez’ huzûr‐ı şehriyârânelarine celb ve cem‘ ile bi’l‐istishâb getirdik‐
le ri müsellâh asker ile ‘asâkir‐i mezkûrenin e trâfını kuşattıkdan sonra:
“Eğer siz er ve erkek olmuş olsanız idi sizi silâhlarınız ile huzûruma gelmeğe
ruhsat verir idim. Çünkü silâh taşımak ancak şeci‘ ve cesûr erkek adamlara yakışır.
Siz şimdiye kadar silâhınızın hakkını veremeyib silâh taşımağa [s.18] liyakâdsiz bir
takım avraddan korkan adamlar olduğunuzu harekât‐ı vak‘anız inbât itdi. Hayıf size
olsun ki etrafınızı bahr, ihâtâ etmemiş ve kaçmağa bir yol bulunmuş olsa idi hasm ı
göremezden evvel şimdiye kadar firâr ederdiniz. Sizleri te’dîb ve emsâlinizi terhîb
idecek vecihle cezâ‐yı mâyelîkanızı icrâ edeyim de hâlinizi görünüz.” diye askere
bir tavr‐ı münfailâne ve gâzâbane ile hitâb buyûrduklarında mezkûr mü‐
se llâh bulunan asker tenbîh olundukları vech üzere derhâl hâmil oldukları
palalarını çekib bunların üzerlerine hücûma ibtidârda fe rmân‐ı şehriyârîyi
müterakkib olmuşlar ve o hâlde hâzır olan vüzerâ‐yı a‘zâmdan biri
hüdâvendigâr‐ı müşârün ileyh hazre tlerinin ayaklarına kapanub cürm ve
kabahatlerinin afvını niyâz ve artık uğûr‐ı pâdişâhîde cân fedâ ederek hid‐
met eyleyeceklerine tekeffül ve şahâdet eyledikde artık cezâlarının icrâsını
şimdilik te’hîre ve kabahâtlerinin kâmilen afvı husûsunu Rodos Kal‘asının
a‘dâdan ahz‐u fe thine ta‘lîk ettim deyu emr‐u fe rmân buyurmuş oldukla‐
rından ‘asâkir‐i merkûme bir elden himmet ile kal‘a‐yı mezkûrenin fe th ve
teshîri müyesser olmuştur.
Taşdan tuğladan ibâret olan en mükemmel surların şehr ve kasabâtı
muhâfaza edemediklerini çok gördük. Fakat suru olmayan memleketleri
bahâdır askerin teşkîl e ttikleri hatt‐ı metîn hüsn‐i muhâfaza eder.
Fâtih Sultân Mehmed
İnsanı tebcîl ittiren rütbe değildir. Bilakis insan rütbeyi tebcîl eder.
Kezâ
Muhârebe ettiğimiz düşman memâlikde bulunan zevât‐ı rûhâniyye ,
kadınlar, çocuklar, ihtiyâr fukarâ ve hastalar bizim düşmanımız değildir.
Kezâ Kumandân icâb‐ı hâlinde nefer olmalıdır.
Kezâ [s.19]Vatandaşların mallarıyla değil gânâim ile zengin olmağa çalı‐
şın. Yavuz Sultân Selîm
İhrâz‐ı şân ve galebe askerin çokluğuna değil te rbiye ve şecâ‘atine
menûttur.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 65
Kezâ Uzun uzun te rtibât‐ı harbiye‐i meclisde rağbet etmeyen asker min‐
vech en büyük cengâverlerimizdir. Bunlar meydân‐ı icrâya kemâl‐i şevk ve
arzu ile herkesten evve l girerler.
Kezâ
Düşmanın hâlini keşfe müteallik olan rûyâdan güze l bir tedbîr olamaz
ve en evve lki iş bu olmalıdır.
Gâzî Mihâl Bey
Bir adım ileri atubda düşman toprağından bir mezâra mâlik olmak geri
çekilüb de düşmanı vatana sokmak ve bilâhare tahte’l‐hicâb yüz sene daha
ömr sürmekden bin kat hayırlıdır. Kara Mustafa Paşa
Fezâîli Cihâd Hakkında Müellifât‐ı Osmâniyye
Cihâd ki tahkîk vücubunda her mü’min içûn bir emr‐i ma‘rûfdur. Bu
fezâîli hemân herkesce icmâlen ma‘lûm hükmündedir. Ancak gâzâvet ve
şehâdete müteallik ‘akâid‐i mukaddesenin te’sîr‐i lahûtiyesiyle hâiz şere f
girâmbahâ olan cihâd ne gibi ahvâlde farz‐ı kifâye ve hangi hususâtda farz‐ı
‘ayndır? Sebeb ve hikmeti nedir? İsti‘dât‐ı bedeniyye ve maliyyeye mâlik
olanlara emr edildiği vezâif‐i iştirakiyye ile bu bâbda gösterilecek i‘tinâ ‐yı
fedakârânenin te’mîn edeceği mehâsin ve müsâvebât neden ibâretdir? Bun‐
lardan imtina‘ ve tebâüd vuku‘u halinde tevlîd edecek te’sîrât ve ukûbât ne
dereceye kadar varabilir? Az çok bu ahkâma teşmîl‐i vukûf edilmek e lzem‐
dir.
Âyât‐ı kerîme ile memdûh‐ı İlâhi ve ehâdis‐i nebevîyye ile mazhâr‐ı teb‐
cîl [s.20] nâmütenâhî olan cihâd, din, nâmûs ve vatan gibi revâbıt‐ı
mu‘azzezenin hıfz ve te ’yîdine müte ‘allik olduğu içûn ehl‐i îmanın o
ahkâmı istiknâh ve iktisâb etmekten kasr‐ı himmet etmesi aslâ revâ görüle ‐
mez.
Mesele‐i cihâda dâir dermeyân idilecek bir bahs, irâd olunacak bir
kelâm lisân‐ı kudret olan âyet‐i kerîme‐i furkâniyyeden iktibâs feyz edilmek
ve nâşir‐i hükümet bulunan ehâdis‐i celîle‐i risâletpenâhîden istinâre olun‐
mak suretiyle mevzû‘u ve gâyesinin uluvviyeti nisbetinde müzeyyen ve
medlâl olur ise maksûd olan te ’sîr‐i belîğ husûle gelir. Bunun hâsîd müesse‐
resi en ziyâde irâd nutk ve hitâbetle teşrîh müzâyasına girişildiği vakt‐i ru‐
nemâ olur.
Sâir furûzât‐ı İslâmiyye gibi farz cihâd hakkında da öğrenilmesi vacib
kavî derecesinde bulunan ma‘lûmât ve vezâîf‐i meşrû‘anın neşr ve ta‘mîmi
ne mertebe muhsenât‐ı ‘aliyyeye dâ‘î olacağı vâreste‐i tasvîrdir. Binâenâleyh
ricâl‐i ilmiyyenin cevâmi‘de va‘az ve nasîhat esnâsında bu mebâhisde mün‐
demic ahkâm ve dekâik‐i kutsiyeyi kulûb‐ı mü’minîne nakş ve ilgâ edecek
sûre tde şerh ve tebeyyin eylemişleri, arada sırada ihtilâs vakt ile bu bâbda
te ’lîf‐i asâr ile de ta‘mîm‐i fevâîd etmeleri hakîkaten bir vecîbe‐i hamiyyet ve
66 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
diyânettir. Gerçi hukûk‐ı devlete hukûk ve icâbât‐ı harbe dâir mebâhis‐i
mühimme mevcûd ise de herkesin bunları tâhsîl‐i ıtlâ‘ e tmesi muhâl ve
meselenin maddî ve ma‘nevî aksâmı hakkında kütüb‐i fe thiyyede ve ba‘zı
resâilde münderic ebhâs ve ma‘lumât‐ı matnû‘a ve vecâib‐i dînîyye ve vata‐
niyyenin idarân ve ihâtâsına ve semerât‐ı mübâcelesinin te’mîn‐i husûlune
hakkıyla hâdim olacağı bir burhân‐ı zi kemâldir.
Hezâin‐i ‘asâr‐ı Osmâniyeden müstefîd olunduğum sırada müellifîn‐i
Osmâniyyemizin ‘ulûm ve fünûnun her kısmında tatbiât, neşriyât
irşâdkârânede bulundukları gibi emr‐i cihâd hakkında da icrâ‐yı ta’migât ve
te tebbuâtdan geri durmamış ve bu bâbda da ihlâfa bir hayli ‘asâr‐ı güzide
bırakmış[s.21] olduklarını nâzır‐ı şükrân ve minnetle gördüm. Bunların
tedârik ve mütâla‘ası ihvân‐ı dînin tezâyüd‐i istifâdelerine ve bu mebhâsda
daha ziyâde tenvîr‐i efkâr ve kifâyâr e tmelerine medâr olur mülâhazası
zahnıma tebâdir itdi. Binâenâleyh bunların müellifleriyle beraber bir veche
zîr‐u ‘arz‐u esâmîsini lâzıme ‐i kadirşinâsi ittihâz eyler:
(Terceme‐i Seyr‐i Kebîr): 1238 de “Ayd ın”da vefât eden (Hoca Münib)
Efendi tarafından terceme olunan bevâir‐i Âli ve cismin ekser münderecatı
fezâîl‐i cihâd ile buna âid mevâd‐ı lâzımeden bahs olub matbuâtdır.
(Risâle‐i Fezâîl‐i Cihâd) : 901 de İstanbul’da vefât eden (Hatibzâde Mu‐
hiddin Efendi) tarafından müelle fdir.
(Risâle‐i Fezâîl‐i Cihâd) : 920 de İstanbul’da vefât eden (Kirmastılı Yusuf
Efendi) tarafından müelle fdir.
(Risâle‐i Fezâîl‐i Cihâd) : 1026 da Hicâz’da vefât eden Manastırlı Kadı
Mahmud Efendi
(Risâle‐i Fezâîl‐i Cihâd) : 1070 de Mısır’da vefât eden (Konevî Nuh
Efendi) tarafından müelle fdir.
(Muhimmâtü’l Gâzî fî Meyâdünü’l Megâzî) : Alay müftüsü (Kayserili
Mehmed Fikri Efendi) tarafından müelle f olub matbû‘dur.
Risâle‐i Fezâîl‐i Cihâd): 1311 de İstanbul’da vefât eden Gümüşhaneli
(Hacı Ahmed Efendi) tarafından müellif olub matbû‘dur.
(Neyl’ür‐ Reşâd fî Emru’l Cihâd) : 1156 da tarîk‐i haccda vefât eden
Emirzâde Sâlim Efendi tarafından, matbû‘dur.
(Fezâîl‐i Cihâd): 1008 de Dersaâdetde vefât eden şehr‐i meşhûr (Abdül‐
bâki) Efendi tarafından
(Râyât‐ı’n‐nasr ve’l İrşâd):1272 de Köstendil’de vefât eden müfti (Meh‐
med Şem’î) Efendi tarafından [s.22]
(Seyfü’l Cihâd fî Nasru’l İbâd) : 1318 de Dersaâdetde vefât iden Edirne
Müftüsü (Mehmed Fevzi) Efendi tarafından matbû‘dur.
(İmâdü’l Cihâd‐ Fezâîlü’l Cihâd): (Derviş Âli bin Mustafayı Bosnevî) ta ‐
rafından,
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 67
(Nehcü’r‐Reşâd fî Emrü’l Cihâd) Müftü (Ahmed Hafız) Efendi tarafın‐
dan matbû‘dur.
(Teşvîkâtü’l‐Ciyâd fi’l‐Azvü’l Cihâd): 1130 da vefât eden (Abdürrezzak
bin Abdülataç Lazkî) tarafından,
(Fezâîl‐i Gâzâ ‐ Menâkıb‐ı Cihâd) : Ali Galib Bey tarafından matbû‘dur.
(Kevkebü’l‐Mes‘ûd fî Kevkebetü’l Cünûd) : 1264 de vefât eden sahâflar
Şeyhzâde (Mehmed Esâd Efendi) tarafından matbû‘dur.
(Düstûrü’l Mücâhidîn li‐İzzeddîn ) Furkanü’l kirâm mütekâidlerinden
Kayserili (Mustafa Hilmi Paşa) tarafından matbû‘dur.
(Tahrîsü’l Mücâhidîn) Hanya’lı (Ahmed) Efendi tarafından
(Risâle‐i Cihâd‐ı Kebîr): 1151 de İstanbul’da vefât eden sâhib‐i kü‐
tüphâne (Çarrah Veliddin) Efendi tarafından
(Fezâîl‐i Remy) ibn Rüşen dimekle ma‘rûf (Mehmed Hatib) tarafından
(Risâle‐i İrşâdiyye Fezâîl‐i Cihâd) Mithâd Paşa Vapuru İmâmı (Hacı
Hamdi Efendi) tarafından matbû‘dur.
(Tarîkâtü’l Cihâd) 1706 da vatanı olan (Mora) ’nın (Tibsastifa) şehrinde
vefât eden (Atina) müftüsü (Birtevî Ali ) Efendi tarafından
(Hükûmetü’l Gâzâ ‐i fî Fezâîl‐i Cihâd ve’l Gâzâ) Hoca Münib Efendi ta ‐
rafından
(Tergîbi’l Mücâhidîn ilâ Nikâyet‐i a‘dâü’d‐dîn) asrı [s.23] Mecid Hânın
da beşinci Alây baş imâmı (Mustafa Âsım bin Mehmed) Efendi tarafından,
(Şere fü’l Mücâhidîn) Erzincan Medrese lerinden Diyorikli (Ahmed
Mikdâd) Efendi tarafından matbû‘dur.
(Fezâîl‐i Cihâd) : 981 tarihinde irtihâl eden bir köy Mehmed Efendi tara‐
fından
(Fezâîl‐i Cihâd) : Sultan İbrahim zamanı Kuzâtından (Esa’t Efendi) tara ‐
fından
(Cihâd‐ı Ekber) : Mehmed Hâlis Efendi tarafından matbû‘dur.
Fezâîl‐i Harbiyye ‐i Bahriyye: Bahriye Yüzbaşılarından Üsküdarlı Hasan
Latif Efendi tarafından matbû‘dur.
Cihâd: [E.F] Efendi tarafından matbû‘dur.
Mevâizu’l‐Cihâd ve ’d‐dîn: Alay müftüsü Hacı İzzet Efendi tarafından
matbû‘dur.
Cihâd hakkında ehl‐i İslâma, asker‐i İslâma girse İslâmdan bir hitâb: Si‐
nop mebusu Fazlı Hasan Fehmi Efendi tarafından matbû‘dur.
Cihâdda İslâmın Vazifesi: Resne Kadıyı Sabıkı Manisali Halil Hilmi
Efendi tarafından matbû‘dur.
Risâle ‐i Cihâd: Mehmed Halid Bey tarafından matbû‘dur.
İslâmda Cihâd: Şeyhülislam Musa Kazım Efendi Hazretleri tarafından
matbû‘dur.
68 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
Risâletü’l Guzât ve ’ş‐şehadât: Varnalı Süleyman Vehbi Efendi gayr‐ı
matbû‘dur.
İcâle tü’s‐Sefer ve Risâletü’z‐Zafer: Osman Kırımî Enderunî gayr‐ı mat‐
bu‘. Sene 1149.
Tahkîkü’l Guzât: Ahmed Fehmi Efendi gayr‐ı matbû‘dur.
Hitâm
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 69
KAYNAKÇA ‐AKÜN, Ömer Faruk, “Bursalı Mehmed Tâhir”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklope‐
disi, C. VI, İstanbul 1992, ss. 452‐461. ‐Altan Sunar, Evliya Menkıbeleri, İstanbul Üniversitesi, Mezuniyet Tezi, İstanbul 1938.
‐ARTUN, Erman, Dini‐Tasavvufi Halk Edebiyatı, Edebiyat Tarihi/Metinler, Karahan
Kitabevi, Adana 2011. ‐ATEŞ, Ahmet, “Menâkıb”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, C. VII, İstanbul
1978, s. 701–702.
‐AYVERDİ, İlhan, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, C.2, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 2006. ‐BABİNGER, Franz, Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Çev. Coşkun Üçok, Ankara
1992. ‐Bursalı Mehmed Tahir Bey, “Osmanlı Menâkib‐i Harbiyyesinden Bir Nebze”, Sebîlür‐
reşâd, IX, nr. 217‐219, (18 Teşrinievvel 1328‐1 Teşrinisani 1328), s. 165‐166, 186‐187,
202 ‐Bursalı Mehmed Tahir Bey, Menâkıb‐ı Harb, Ahmed İhsan ve Şürekâsı Matbaacılık,
Dersaadet, 1333.
‐CEYHAN, Adem, “Biyografi ve Bibliyografya Âlimi Bursalı Mehmed Tâhir Bey’in Eser‐leri”, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 8, S. 2, Manisa
2010, ss. 1‐16.
‐ÇELİK, İsa, “Bursalı Mehmed Tahir in Yorumuyla Nazar‐ı İslâmʹda Fakr”, Atatürk Üni‐versitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S. 22, C. 10, Erzurum 2003, ss. 187‐
207. ‐DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca‐Türkçe Ansiklopedik Lugat, haz. Aydın Sami Güney‐
çal, Aydın Kitabevi, Ankara 1997.
‐EREN, Hasan, vd, Türkçe Sözlük, C. II, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1988.
‐GÖLPINARLI, Abdülbâki, Melâmîlik ve Melâmiler, Gri Yayınları, İstanbul 1992.
‐KARAMAN, Gülay, “Mevlana’nın Menkibeleri Üzerine Folklorik Bir İnceleme”,Turkish Studies ‐ International Periodical For The Languages, Literature and History of Tur‐
kish or Turkic Volume 7/3, Summer 2012, Ankara 2012, s.1675‐1693. ‐KÖPRÜLÜ, Fuad, “Anadolu Selçuklu Tarihinin Yerli Kaynakları” Belleten, S. 27, Ankara
1943, ss. 379‐458.
‐KÖPRÜLÜ, Orhan, Tarihî Kaynak Olarak XIV. ve XV. Yüzyıllarda Anadolu’da Bazı Türkçe Menâkıbnâmeler, İstanbul Üniversitesi, Basılmamış Doktora Tezi İstanbul
1951.
‐KÜTÜKOĞLU, Mübahat, Tarih Araştırmalarında Usul, Kubbealtı Neşriyatı, İstanbul 1995.
‐M.F (Köprülüzade Mehmed Fuad), “Tercüme‐i Hal: Bursalı Tâhir Bey”, Türk Yurdu, Yıl:
2, S. 46, 21 Ağustos 1913, ss. 408‐409; ‐MERCAN, İsmail Hakkı, “Türk Tarihinin Kaynaklarından Olan Bazı Menâkıbnâme ve
Gazavâtnameler Hakkında” Balıkesir Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.10, C.6, Balıkesir 2003, ss. 107‐130.
‐OCAK, Ahmet Yaşar, Kültür Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler (Metodolojik Bir Yakla‐
şım), TTK Yayınları, Ankara 1997. ‐OCAK, Ahmet Yaşar, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri,
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara 1983.
‐ÖZKIRIMLI, Atilla, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 3, Cem Yayınevi, İstanbul 1987. ‐ÖZKUL, Ayşenur, Tacül‐Arifin Ebüʹl‐Vefaʹnın Menâkıbı‐İnceleme ve Metin, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2008.
70 • THE PURSUIT OF HISTORY INTERNATIONAL PERIODICAL FOR HISTORY and SOCIAL RESEARCH • 5/9
‐PARLATIR, İsmail, vd., Türkçe Sözlük, C.2, TDK Yayınları, Ankara 1998. ‐PAUL, Jürgen, “Hagiographic Literature” EI, XI/5, New York 2002.
‐POLAT, Nazım Hikmet, Müdafaa‐i Milliye Cemiyeti, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1991.
‐SAPANCA, Cüneyt, Osmanlılarda Tefsir Usulü Çalışmaları, İstanbul Üniversitesi, Sos‐yal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2007.
‐ŞAHİN, Haşim, “Tarih Kaynağı Olarak Evliya Menakıbnameleri”, Işın Demirkent Anı‐sına, Dünya Yayınları, İstanbul 2008, s. 547‐566.
‐Şemseddin Sâmi, Kâmûs‐ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul 1999, s. 1420.
‐TOMAKİN, Ahmet Yasin, Bursalı Mehmet Tahir ve Tarih ile ilgili Eserleri, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
2009.
‐TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiyeʹde Siyasal Partiler, C. 1, Hürriyet Vakfı İletişim Yayınları, İstanbul 1988.
‐VAHYİ, Muallim, Müslümanlık ve Türklüğü Yükseltmeye Çalışanlar: Bursalı Tâhir Bey,
Matbaa‐i Orhaniye, İstanbul 1334. ‐YARDIM, Emine Seval, Menkıbe ve Menâkıbnâmelerle İlgili Eserler İçin Açıklamalı Bir
Bibliyografya Denemesi: 1928‐1998, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1999.
‐ZAVOTÇU, Gencay, “Tasavvufî Bir Eser: Menâkıb‐ı Evliyâ ya da Sümbüliyye”, Aşk
İlinden Gönül Dilinden İnciler, (Ed. Deniz Saraç), İstanbul 2009, s. 162.
5/9 • ULUSLARARASI TAR İH ve SOSYAL ARAŞTIRMALAR DERGİSİ TARİH İN PEŞİNDE • 71
EK: Bursalı Mehmed Tahir’in, Menâkıb‐ı Harb adlı eserinin kapak ve giriş kısmı.