T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ)
ANABİLİM DALI
ALMAN KAYNAKLARINA GÖRE OSMANLI İKTİSADINDA ALMAN ETKİSİ
(1908-1914)
Yüksek Lisans Tezi
Bilge KARBİ
Ankara-2011
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ)
ANABİLİM DALI
ALMAN KAYNAKLARINA GÖRE OSMANLI İKTİSADINDA ALMAN ETKİSİ
(1908-1914)
Yüksek Lisans Tezi
Bilge KARBİ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Üçler BULDUK
Ankara-2011
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ)
ANABİLİM DALI
ALMAN KAYNAKLARINA GÖRE OSMANLI İKTİSADINDA ALMAN ETKİSİ
(1908-1914)
Yüksek Lisans Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Üçler BULDUK
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı İmzası
.................................................................... ........................................
.................................................................... ........................................
.................................................................... ........................................
.................................................................... .........................................
.................................................................... .........................................
.................................................................... .........................................
Tez Sınavı Tarihi ..................................
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge ile bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/20…)
Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı
………………………………………
İmzası
………………………………………
I
ÖNSÖZ
Türk-Alman ilişkilerinin iktisadi boyutunun tartışıldığı bu tezde 1908-1914
yılları, her iki devletin bu dönemdeki iktisadi yapıları ve aralarındaki ilişkiler
dolayısıyla önemli bir dönemi oluşturur. Almanya, 1871 yılında siyasi birliğini
sağladıktan sonra Avrupa’nın diğer önemli güçleri arasındaki yerini
sağlamlaştırmak için Avrupalı devletler gibi sömürge arayışlarına girmiş ve
sonunda Osmanlı Devleti ile başta iktisadi olmak üzere çeşitli alanlarda çok sıkı
ilişkilerde bulunmuştur. Söz konusu ilişkiler her iki devletin kendi iç politikalarına
ve diğer Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nden olan taleplerine göre inişli-
çıkışlı bir seyir izlemiştir.
Bu sebeple tezin başlangıç yılı olarak 1908 yılının alınması bir tesadüf
değildir. II. Meşrutiyet’in ilanı ile İttihat Terakki Cemiyeti’nin Osmanlı
politikasındaki aktif rolü Türk- Alman ilişkilerinin tarihi gelişimi açısından
önemlidir. Ayrıca 1890 yılında Bülow’un Alman politikasını temelinden
değiştirmesi gerçeği sonucu geçmişe atıflar da yapılmıştır.
İlişkinin temelinde iktisadi nedenler yattığı için Alman girişimciler de olaylara
bizzat müdahale etmişlerdir ki Bağdat demiryolu projelerinde Deutsche Bank’ın son
derece aktif bir rol oynaması buna örnek verilebilir. Avrupalı büyük devletlerin,
başta İngiltere ve Fransa, politikaları sonucu ortaya çıkan gerçek I. Dünya Savaşı
olmuş ve birçok devletin kaderi bu savaşla beraber tamamen değişmiştir.
Tez çalışmam sırasında yardımlarını esirgemeyen başta kıymetli hocalarım
Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU ve Prof. Dr. Üçler BULDUK ile yazdıklarımı
sabırlara okuyan arkadaşım Cihat AYDOĞMUŞOĞLU’na teşekkür ederim. Ayrıca
desteklerinden dolayı aileme, Almanya’daki çalışmalarım sırasında bana yardımcı
II
olan Dr. Lutz WIEDERHOLD’a ve Viyana’daki uzun sohbetler sonucu bana inanan
Dr. Bruno CAPELLI’ye sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Ama en çok ablam Seda
KARBİ’ye teşekkür etmek isterim. O olmasaydı eksik olurdu.
Bilge KARBİ
Ankara, 2011
III
KISALTMALAR
a.g.e. :Adı Geçen Eser
a.g.m :Adı Geçen Makale
a.g.t. :Adı Geçen Tez
AA :Auswärtiges Amt
AÜSBF :Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
BA :Bundesarchiv
bkz. :Bakınız
C. :Cilt
Çev. :Çeviren
DİA :Diyanet İslam Ansiklopedisi
Haz. :Hazırlayan
İA :İslam Ansiklopedisi
s. :Sayı
T.K.A.E :Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
TTK :Türk Tarih Kurumu
trhsz :Tarihsiz
IV
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ I
KISALTMALAR III
İÇİNDEKİLER IV
GİRİŞ 1
I. BÖLÜM
1908-1914 OSMANLI DEVLETİ’NİN POLİTİK VE İKTİSADİ YAPISINA
GENEL BİR BAKIŞ
1.1908 Öncesi Osmanlı Maliyesinin Genel Durumu 9
2. Genç Türkler ve Avrupalı Devletler 16
3. 1908-1914 Osmanlı İktisat Politikaları 26
II. BÖLÜM
1908-1914 İNGİLTERE, FRANSA VE ALMANYA’NIN NÜFUZ ÇEKİŞMESİ
VE DEMİRYOLU İNŞA FAALİYETLERİ
1.İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne Nüfuzu 36
2.Osmanlı İktisadında İngiltere ve Fransa Sermayesi 41
3.Demiryolu Çekişmeleri: İngiltere- Almanya- Fransa 48
V
III. BÖLÜM
1908-1914 TÜRK-ALMAN İKTİSADİ İLİŞKİLERİ
1.Türk-Alman Yakınlaşmasının Temel Etkenleri 61
2.Alman İktisadi Gücünün Gelişimi ve Dışa Yayılması 65
3.Türkiye’ye Yabancı Sermaye Girişinde Almanya’nın Rolü 74
SONUÇ 88
ÖZET 90
ABSTRACT 91
KAYNAKÇA 92
EKLER 97
1
GİRİŞ
I. Dünya savaşı öncesi başta Almanya olmak üzere Avrupalı devletlerin
Osmanlı iktisadındaki etkisini anlamak, 18. yüzyıl sanayi devrimiyle Avrupa’da
başlayan rekabeti doğru analiz etmek ile yakından alakalıdır. İlk olarak İngiltere’de
başlayan sanayi devrimi tüm dünyayı tek bir seferde kapsamak yerine önce Avrupa
olmak üzere daha sonra Dünya’nın diğer alanlarına yayıldı.1 İşte bu yayılmanın hızı
ve şiddeti ölçüsünde Avrupa’daki sanayi devriminden ve özellikle 19. yüzyılın ikinci
yarısından itibaren Avrupalı devletlerin emperyalizm hareketleri doruk noktasına
ulaştı. Emperyalizmin doğuşunu etkileyen en önemli unsurlar, Avrupa’da biriken
sermaye fazlasına yeni yatırım olanak ve alanları, makineleşmenin ürünü olan
üretim fazlasına yeni pazarlar yaratma isteği, nüfus artışına bir çare olarak yeni
yerleşim alanları bulma zorunluluğu, üretim sürecinin esası olan hammadde elde
etme isteği oldu.2
Sanayi devrimi ile Avrupa’da başlayan arz-talep dengesizliklerine çözüm
bulma arayışları Avrupalı devletleri kıtanın dışında arayışlara itti. Yakın Doğu
devletleri şüphesiz bu arayışta önemli birer kaynak olarak görüldü. Nitekim
Osmanlı Devleti ile daha çok savaş meydanlarında karşılaşan Avrupa’nın
Osmanlı topraklarını artık bir hammadde rezervi ve bir ticaret alanı olarak
görmeye başlamasının nedenlerinden biri de bu gerçektir. Osmanlı Devleti ise
Avrupa’dan gelen hırslı ve doymayan bu taleplerle mücadele etmek için
yeteneksiz bir idare ve bozulan bir iktisat nedeniyle hazırlıksızdı. Bu dönemde
1 Christoph Buchheim, Einführung in die Wirtschaftsgeschichte, Verlag C.H.
Beck, München, 1997, s. 17
2 Oral Sander, Siyasi Tarih, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2009, c. 1, s. 226
2
oynanan siyasi oyunların etkileri, güçsüzleşmeye başlayan Osmanlı Devleti’nde
hem siyasi hem de iktisadi anlamda kendini belirgin bir şekilde gösterdi. Özellikle
Avrupa’nın büyük güçleri arasında sayılan İngiltere ve Fransa kendi çıkarları için
Osmanlı Devleti’nden sınırsız denilecek taleplerde bulunmaya başladılar. Bu
devletlerin talepleri şüphesiz zaman içinde değişiklik gösterse de I. Dünya Savaşı
arifesinde yaşanan gelişmelere bakıldığında bu taleplerin aslında iktisadi çıkarlar
ekseninde kendini gösterdiği ortaya çıkar. Nitekim bu sonuçlar gerek
uygulanmaya çalışılan demiryolu projelerinde gerekse bankalar aracılığıyla
Osmanlı iktisadi kurumlarına olan müdahalelerde açıkça görülebilir.
Söz konusu Avrupalı büyük güçler Osmanlı Devleti’ni tek başlarına idare
edebilecek durumda olsalar da siyasal denge hesapları sonucunda kendilerini riske
atmak istememişlerdi. Bu sebeple ortaya çok uzun dönemli ve akıl almaz denge
oyunları oynanan bir süreç çıktı. Bu dönemin bu kadar çetrefilli olmasının
nedenlerinden biri de bu devletlerin zamanla birbirlerinin çıkar alanlarına girmeleri
sonucu yaşananlardır.
Almanya ile olan ilişkilere bakıldığında ise temasların diğer Avrupalı
devletlere nazaran daha geç gelişmesi şüphesiz Almanya’nın kendi siyasi birliğini
geç tamamlamış olmasıyla alakalıdır. 1871 yılında Almanya siyasi birliğini
sağladıktan sonra Osmanlı Devleti ile olan ilişkileri hız kazandı ve bu ilişkiler
kendini öncelikle askeri alanda gösterdi. 1871 yılına kadar Türklerin Almanlar ile
olan ilişkileri genelde Prusya önderliğinde olmuştu. II. Mahmud döneminde resmi
olarak Osmanlı ordusunda başlayan Prusya-Almanya reform hareketleri ilerleyen
yıllarda askeri ve iktisadi olduğu kadar politik açıdan da derinleşti ve I. Dünya
3
Savaşı’nda iki tarafın da aynı cephede savaşmalarına sebebiyet verdi.3 Bu sebeple
denilebilir ki Türk-Alman ilişkisinin tayini gerek Alman gerekse Osmanlı devlet
adamlarının takip ettikleri siyaset sonucu belirlendi. Ayrıca II. Wilhelm ve Sultan
Abdülhamid’in dostluğunun getirdikleri de bu noktada üzerinde durulması gereken
önemli bir konudur. Özellikle II. Wilhelm’in 1898 yılında ailesiyle beraber
İstanbul’a doğru yapmış olduğu ikinci ziyaret ve Kayzer’in Şam’da yaptığı ünlü
konuşması sırasında kendisini Sultan’ın ve üç yüz milyon Müslümanın dostu olarak
gördüğünü söylemesi ilişkileri güçlendirmiştir.4 Ayrıca Bülow 15 Kasım 1897
yılında Adolf Freiherr Marschall von Bieberstein’ı İstanbul’a elçi olarak atadı.5 Bu
gelişme Almanya’nın Türk politikasındaki dönüm noktalarından biridir. Çünkü
Marschall herhangi bir diplomat değildi. Kendisinin Bülow ve II. Wilhelm ile olan
uyumlu ilişkisi sayesinde Alman ticari işletmeleri Osmanlı Devleti’nde geniş
faaliyet alanları kazandı.
Bu kısa özet ile ayrıca belirtilmelidir ki Almanya’nın Osmanlı devleti ile olan
ilişkiler Prusya döneminde de güçlüydü. Ancak iktisadi anlamdaki asıl ilişkiler
Almanya’nın güçlenmesi ile başlamıştır ki bu dönem 1871 yılından sonradır.
Göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek de Osmanlı Devleti Almanya
ilişkilerinin başlangıcını ve gelişimini anlamak için iki devletin kurmuş oldukları
3 Necmettin Alkan, Die Deutsche Weltpolitik und die Konkurrenz der Mächte
um das Osmanische Erbe: Die deutsch-osmanischen Beziehungen in der
deutschen Presse 1890-1909, Lit Verlag, Münster, 2003, s. 25
4 Bernhard von Bülow, Denkwürdigkeiten I, Verlag Ullstein, Berlin, 1930, s. 258
5 Jan Stefan Richter, Die Orientreise Kaiser Wilhelms II. 1898, Verlag Dr. Kovač,
Hamburg, 1997, s.52
4
bağı incelemenin yetmeyeceğidir. Bu ilişkiye yön veren, onu şekillendiren en önemli
etmen diğer Avrupalı devletler olmuştur. Bu sebeple denilebilir ki diğer Avrupalı
devletler arasındaki rekabet ve bu rekabetin getirdiği hırs aslında Osmanlı
Devleti’nin Almanya ile olan ilişkilerini de belirledi.
Osmanlı Devleti’nin iç siyaseti de bu ilişkilerin seyri konusunda önemli bir
etmen oldu. Bu dönemde özellikle 1908 yılından itibaren devletin sancılı bir sürece
girdiği görülür. Nitekim 1908 yılının Osmanlı devleti için bir dönüm noktası
olduğunu söylemek abartı sayılmaz. II. Meşrutiyet’in ilanıyla Sultan Abdülhamid’in
1876’dan beri süregelen ve muhalif kesim tarafından baskıcı olarak görülen rejimi
önemli bir darbe almış ve ülkenin her tarafında ‘serbesti’ kavramı hızla yayılmıştır.
Osmanlı iktisadında da görülen bu serbesti akımlar, I. Dünya Savaşı arifesine kadar
hâkim oldu.
Zafer Toprak ‘Milli İktisat- Milli Burjuvazi’ isimli eserinde II. Meşrutiyetle
gelen bu değişim rüzgârlarını şöyle tanımlamıştır; “Çok partili siyasal bir yaşama
geçildi, 10’a yakın siyasal parti kuruldu, 1910 yılına değin 353 gazete ve dergi
yayımlandı, çalışanlar sendika çatısı altında örgütlenmeye başladı, siyasal liberalizm
kendisini iktisadi alanda da gösterdi ve liberalizmle yabancı sermayeye geniş
olanaklar sağlandı.”6 Ancak Osmanlı Devleti’nde yaşayan Müslüman tacirler bu
yabancı sermaye anlayışından son derece olumsuz bir şekilde etkilendiler. Nedeni
Osmanlı Devleti’nin çok uluslu yapısıydı. Osmanlı topraklarında yaşayan
gayrimüslimler (ticaretle uğraşanlar genelde Rum, Ermeni, Yahudi) liberal
akımlardan fazlasıyla yararlanmayı bilmişti. Öyle ki bir süre sonra Müslüman
6 Zafer Toprak, Milli İktisat- Milli Burjuvazi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,
1995, s. 1
5
tüccarlar gayrimüslimlerle baş edemez duruma geldi. Bu olumsuz gelişmelerin
önünü kesmek için alınan önlemler sonucu “Milli İktisat” ve “Halka Doğru” gibi
kavramlar ortaya çıkarıldı. Bu gelişmelerin tek sebebi gayrimüslim halk değildi;
şüphesiz Bosna’nın ilhakı, Balkan Savaşları gibi dış politikada yaşanan
olumsuzluklar da bu süreçte etkili olmuştur. Yaşanan bu gelişmeler milli bilincin
uyandırılmasında önemli bir etken oldu. Buna ilave olarak I. Dünya Savaşı
arifesinde yaşanan gerilimli ortamdan faydalanılarak bu doğrultuda kapitülasyonlar
kaldırıldı.
Yukarıda da belirtildiği gibi Osmanlı maliyesinin artık toparlanamaz
durumda oluşu, devletin ayakta kalabilmesi için dış borçlara ihtiyaç duyması ve
alınan borçları ödeyememesi içinden çıkılamaz bir hal almıştı. Ayrıca Avrupalı
devletler sermaye yatırımları ile Osmanlı iktisadını ele geçirmeye başlamışlardı.
Böyle bir ortamda artan yabancı sermaye talepleri içerisinde en güvenilir olanı
Alman sermayesi oldu. Bu sermaye ise kendisini en çok Bağdat Demiryolu
yapımında gösterdi. Artık Almanya’nın Osmanlı devletindeki ‘Barışçı Sızması’
(pénétration pacifique) önlenemez durumdaydı.
Osmanlı Devleti’nin bahsedilen bu dönemlerini iyi tahlil edebilmenin yolu,
Genç Türk devriminden ve onun merkezindeki İttihat Terakki Cemiyeti’nden
geçiyor. Sultan Abdülhamid’in baskıcı yönetimi II. Meşrutiyet ile yeni bir boyut
kazanmış ve belki de liberalizmin bu kadar çok taraftar bulması bu baskıdan
kaynaklanmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Sultan Abdülhamid’in yönetimine
karşı hürriyet istemesi cemiyetin bu kadar sahiplenilmesini sağlamıştı. Ancak
Meşrutiyetin ilanı ile cemiyet, parti yapısına bürünerek siyasi yaşamını sürdürmeye
devam etti. Çünkü cemiyetin amacı sadece siyasi değil aynı zamanda ekonomik ve
6
sosyal bir hürriyet de yaratmaktı. Bu da uzun bir süreç sonrasında gerçekleşebilirdi.
Ancak ittihatçıların bu planları belki de onların da tahmin edeceğinden çok daha
farklı boyutlara ulaştı.
Konuya iktisadi açıdan bakıldığında İttihatçı kesimin en önemli isimlerden
biri olan Cavid Bey’in Osmanlı iktisadında yarattığı liberal akımlar bu değişime bir
örnektir. Kendisi birçok hükümetin maliye nazırlığını yapmıştı ve mecliste önemli
bir yere sahipti. Cavid Bey’in liberal akımlarının bu kadar savunulmasının gerek
bütçe gibi iç olaylar gerekse yabancı devletlere verilen imtiyazlar yüzünden dönemin
iktisadi gelişmelerinde önemli etkileri oldu.
Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı’na işte böyle bir ortamda girdi. Savaşa
Almanya tarafında girme fikri yukarıda bahsedilen uzun soluklu süreçlerin belki de
doğal bir neticesiydi.
Özetle söylenebilecek gerçek, Osmanlı Devleti’nin artık gerek askeri
gerekse iktisadi açıdan güçsüzleştiği ve dış desteklere ihtiyaç duyduğudur. Böyle bir
durumda, özellikle bu kadar iç karışıklığın yaşandığı siyasal bir ortamda Osmanlı
Devleti gibi çok uluslu bir devlet olma olumsuzluklarının sıkça görülmeye
başlandığı bir dönemde Osmanlı Devleti’nin Almanya gibi diğer devletlere nazaran
daha “masum” görülen bir devletle “anlaşması” belki de gerçekten kaçınılmazdı.
Tezin bölümlerini oluştururken tezin ana konusunu teşkil eden 1908-1914
Türk- Alman iktisadi ilişkilerine değinmeden önce bu ilişkileri belirleyen
faktörlerin nasıl bir gelişim gösterdiğine değinmek gerekiyordu. Konu iktisat
temelli olduğu için birinci bölümde öncelikle 1908 öncesi Osmanlı maliyesi
hakkında bilgi verildi. Ancak bu tarihte yaşanan ve çok önemli siyasal bir gelişme
olan II. Meşrutiyet ile Osmanlı Devleti’nin içine girdiği süreç gerek dış politikayı
7
gerekse devletin iktisadi yapısını anlama açısından önemlidir. Bu sebeple döneme
damgasını vuran İttihat Terakki Cemiyeti’nin yapısı ve Genç Türk devriminde
başrol oynadıktan sonra cemiyetin iktisadi faaliyetleri de tezin birinci bölümünde
anlatılmıştır.
Tezin ikinci bölümünde ise aslında Alman-Türk ilişkilerinin
belirlenmesinde kilit rol oynayan İngiltere ve Fransa devletlerinin Yakın Doğu
politikaları üzerinde duruldu. Özellikle söz konusu iki devletin Osmanlı
Devleti’ne olan siyasi ve iktisadi nüfuzu anlatıldı. Avrupalı devletlerin rekabeti en
çok demiryolu projelerinde görüldüğü için ikinci bölümde bu konu ayrı bir başlık
altında incelendi. Bu rekabet daha çok İngiltere ve Almanya arasında geliştiği için
konu İngiltere merkezli anlatıldı.
Tezin son bölümü olan üçüncü bölüm tezin ana kısmını oluşturmaktadır.
Birinci ve ikinci bölümde anlatılan gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkan bu
bölümde Türk-Alman ilişkilerine iktisadi açıdan değinildi. Bunu yaparken de
öncelikle Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne daha çok hangi sebeplerle ilgi
duyduğu konusu üzerinde duruldu. İlişkinin temelinde iktisadi ilgiler ön planda
olduğu için Almanya’nın bu süreci başlatmadan önceki iktisadi gelişimini
anlatmak önemliydi. Ayrıca tezin konusunun iki cepheli olması yaşanan
gelişmelere iki boyutlu bakabilmeyi gerektirdi. Tezde Almanya’nın Osmanlı
Devleti üzerindeki etkisi araştırıldığı için olaylara Osmanlı Devleti üzerinden
bakılması gerekiyordu. Ancak bunu yaparken de Almanya’nın Osmanlı Devleti’ni
nasıl anladığını, algıladığını ortaya çıkarmak önemliydi. Bunun için kullanılan
kaynaklarda daha çok tez döneminde Alman bilim adamları, devlet adamları ve
gezginler tarafından yapılmış olan çalışmalara ağırlık verildi.
8
Konuya Almanya’nın gözüyle yaklaşmak şu ana kadar çok da bilinmeyen
tarafı ortaya çıkarmak açısından önemlidir. Bu sebeple Alman iktisadının genel
seyri ve büyük bir Dünya gücü olma yolunda yapılanlara tezde geniş yer verildi.
Ayrıca bu bilinmeyen tarafı anlatmak için kullanılan almanca kaynaklar konuya
aydınlık kazandırdı.
Almanya’da Berlin’deki devlet arşivlerinde yapılmış olan çalışmalarda
birçok gazete ve döneme ait raporlar tarandı. Özellikle belli başlı büyük
gazetelerden olan “Frankfurter Zeitung” gibi gazetelerin Türkiye’de yürütülen
iktisadi faaliyetlere geniş yer verildiği görüldü. Bu gazetelerde çıkan haberlerin
tezde kullanılması arşiv kaynakları olmaları bakımından teze bilimsel açıdan
önemli bir değer katmıştır.
9
I.BÖLÜM
1908- 1914 OSMANLI DEVLETİ’NİN POLİTİK VE İKTİSADİ YAPISINA
GENEL BİR BAKIŞ
1. 1908 ÖNCESİ OSMANLI MALİYESİNİN GENEL DURUMU
Çalışma alanını oluşturan Osmanlı maliyesi, Osmanlı Devleti’nin son
dönemlerinde birçok bozulmalara uğramıştır. Bu bozulmaların sebeplerinin
anlaşılması için geçmişe dönük bir değerlendirme yapmak gerekmektedir. Bu
değerlendirmede 19. yüzyılda mali yapıdaki bozulmalar sonucu iç borçlanma ile dış
borç sorunlarına ve yabancı sermayenin önlenemez yayılması konularına
değinilecektir.
Maliye şüphesiz bir devletin en önemli kurumlarındandır. Maliye, devletin
bütçesi yani gelir-gider dengesi demektir. Devlet, çeşitli kamu hizmetlerini yerine
getirmek için bütçe gelirlerini arttırmak ister veya bütçe açık verdiğinde bu açığı
kapatmak için çözümler arar. Bu çözümler içinde vergiler en önemli gelir elde etme
yoludur.
Osmanlı devleti gibi birkaç kıtada hüküm süren, egemenliği altında farklı
milletleri barındıran bir devlet için vergi toplama işleyişi doğal olarak çeşitli
yöntemler doğmasına neden olmuştu. Ayrıca kuruluşundan itibaren gaza anlayışı ile
topraklarını genişletme politikası izlemiş olan bir devlet için askeri yapı, hem
kazanılan toprakların elde tutulması hem de yeni topraklar elde edilmesi için son
derece önemliydi. Son olarak Osmanlı Devleti’nin tarıma dayalı bir iktisadi anlayışı
vardı. İşte bütün bu sebeplerden dolayı Tımar sistemi Osmanlı mali yapısı yanında
sosyo-ekonomik yapısı bakımından da önemlidir.
10
Ömer Lütfi Barkan gibi tarihçiler tarafından da savunulduğu üzere Selçuklu
ikta sisteminden gelen tımar7, son dönemlere kadar Osmanlı Devleti’nin bel
kemiğini oluşturmuştur. Bu sistem klasik dönem olarak adlandırılan XVI. yüzyılın
sonuna kadar başarıyla kullanıldı. Devlet bu sayede, hem asker maaşlarını ödemiş
hem vergi toplamış hem de fethettiği topraklarda bu sistemi yürüten yerel halkın
orada tutunması sayesinde topraklarının güvenliğini sağlamıştır. Bu sistemin
olumsuzluğu ise sınırlarda yaşayan bazı ailelerin beklenenden fazla güçlenerek
merkezi yapıyı tehdit edecek boyuta gelmesi olmuştur. XVI. Yüzyıldan itibaren
Tımar sistemi Osmanlı Devleti gibi kısa sürede genişleyen bir devlete yeterli
gelmedi. Ayrıca sistemin işleyişinde usulsüzlükler ortaya çıktı. Üstelik savaş
teknolojileri çok gelişmişti ve devletin artık merkezi bir orduya ihtiyacı vardı ve bu
ordu için de gelirlerin merkezde toplanması gerekiyordu. Bu yüzden devlet Tımarı
tamamlayacağını düşündüğü İltizam Usulünü kullanmaya başladı.8 Ancak burada
belirtmek gerekir ki İltizam ve ondan sonra kullanılan yöntemler Tımar gibi vergiler
yolu ile merkezi devlet için mali bir gelir olarak kullanılsa da aslında Tımardan
farklı olarak devletin iç borçlanma ihtiyacı sonucu ortaya çıkmışlardır. Tımarın
Osmanlı iktisadı üzerindeki Sosyo-ekonomik etkisi sırf bir iç borçlanma yöntemine
indirgenmemelidir. Osmanlı Devleti artık sadece vergiler yoluyla gelir elde
edemiyordu. Devletin borçlanması gerekiyordu. Ancak Osmanlı Devleti, ilk olarak,
dışarıdan borç almak yerine iç borç kaynaklarına yöneldi. İşte iltizam usulünden
7 Ömer Lütfi Barkan, “Timar”, İA, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul, 1993,
c.12, s. 294
8 Eftal Şükrü Batmaz, "İltizam Sisteminin XVIII. Yüzyıldaki Boyutları", Osmanlı,
Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, c.3, s. 250
11
gelecek olan gelir bu kaynaklardan biri olmuştur. İltizam sayesinde bütçeye nakit
gelir sağlanmış oldu. Devlet kendi vatandaşından borç alıyordu. Bunun için de
devlet, vergi kaynaklarını geçici olarak açık arttırma yöntemiyle vatandaşına
bırakıyordu.9 Borç veren de bu kaynaktan vergi topluyordu. Ancak iltizam
usulünden de beklenen fayda sağlanamamıştır. Çünkü iltizam usulünün işleyişini
yürütmek mültezimlere bırakılmış onlar da daha fazla vergi toplamak için halka
baskı yapmış hatta ayanlarla bile anlaşma yapmaya çalışmışlardır. Bu sistemin
bozulması mali yapıda ciddi bozulmalara sebep oldu. Nitekim bu durum vergilere de
yansımıştır. Ayrıca Tımardan iltizama daha sonra da 1696 yılında Malikâne
sistemine olan geçiş toprakta özel mülkiyetin artması sürecini hızlandırdı.10 İltizamın
da malikâne usulünün de amacı aynıydı. Devlet, hazineye ayni değil nakdi gelir
sağlamak istiyordu.11 Malikânenin özelliği ise devlet, bir gelir kaynağından vergi
toplama hakkını vergiyi toplayacak kişiye hayatının sonuna kadar satmaktaydı.
Ancak kişiler öldüğünde kontratları tekrar devlet denetimine dönmediği için devlete
ulaşan vergi gelirleri artmadı, hatta bu yüzden azaldı.12 Malikâne sisteminden sonra
kullanılan diğer iç borçlanma usulleri ise Esham ile 1830 yılından sonra basılan ve
9 Murat Çizakça, “Osmanlı İmparatorluğu’nda İç Borçlanmanın Evrimi (XV.
Yüzyıldan, XIX. Yüzyıla)”, Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, c.3,
s.224
10 Ahmet Tabakoğlu, “Yenileşme Dönemi Osmanlı Ekonomisi”, Türkler, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, c.14, s. 215
11 Batmaz, a.g.m. , s. 251
12 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Türkiye İş Bankası Yayınları,
İstanbul, 2008, s. 14
12
1840 yılında İstanbul yöresinde kaime olarak anılan iç borç senetlerinin basılması
oldu.13
19. yüzyıla gelindiğinde devlet bütçesinin gelir ihtiyaçları artık ciddi
boyutlardaydı. Devlet vergiler yolu ile istediğini alamıyordu. Savaşlardaki yenilgiler
hazineyi zor durumda bırakıyordu. Ayrıca II. Mahmud döneminde gerek orduda
yapılan gerekse diğer alanlarda yapılan reformlar gelir ihtiyacı doğuruyordu. Devlet,
tağşişe başvuruyor, Galata Bankerlerinden borçlar alıyordu.
Mali düzenlemeler ile ilgili olan bir diğer önemli olay da 1839 tarihli
Tanzimat Fermanı’nın ilanı olmuştur. Tanzimat Fermanı’nda vergi ile ilgili
düzenlemelere gidilmişti. Fermanda dikkati çeken hususlardan biri vergi toplama ile
ilgili olan maddedir. Burada vergi miktarının önceden belirlenmesi gerektiği
üzerinde durulmuştur. Böylece mükellefler ödeyeceği vergiyi önceden bileceklerdi
ve bu sayede usulsüzlüklerin önüne geçilebilecekti.14 Bu yenilik verginin tarh, tahsil
ve tahakkukunda adaleti sağlayacaktı. Tanzimat ile beraber mali yapıda şüphesiz
olumlu gelişmeler yaşanmıştı ancak bu yenilik tabana yayılma söz konusu
olduğunda beklenen etkiyi gösteremedi. Maliye geçici ve kısıtlı etki yapan
düzenlemelerle aslında hala bir bozulma içerisindeydi. Tanzimat ile gelen
reformların ana temasını II. Mahmud ile başlayan merkezileşme çabaları
oluşturmuştu. Bu çaba kendisini mali alanda da gösterdi. Ancak Tanzimat ile mali
alanda beklenen iyileşmeler yüzeysel kalmıştır.
19.yüzyıl Osmanlı iktisadını anlamak aslında bir nevi hem I. Dünya
Savaşı’nın siyasi açıdan arka planını hem de erken Cumhuriyet dönemi iktisadını
13 Pamuk, a.g.e. , s. 15
14 Abdurrahman Şeref, Tarih Müsahabeleri, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1339, s. 53
13
anlamak ile yakından alakalıdır. Şüphesiz bu gelişmeler Avrupalı devletler ile olan
iktisadi ilişkiler ile de doğrudan bağlantılıdır. Şevket Pamuk, Osmanlı ekonomisinin
dışa açılmasında ve Osmanlı maliyesinin Avrupa sermayesinin denetimi altına
girmesi konusunda en önemli dönüm noktaları olarak 1838 yılında imzalanan Balta
Limanı Ticaret Antlaşmasını, 1854 yılında başlatılan dış borçlanma sürecini ve
1850’lerden itibaren demiryolları yapımı konusunda yabancı sermayeye için verilen
imtiyazları göstermektedir.15
1838 yılında İngiltere ve Osmanlı Devleti arasında imzalanmış olan bu
antlaşma, Osmanlı iktisadında neden bir dönüm noktası oluşturmuştur? Bu sorunun
cevabı antlaşmanın maddelerinde yatmaktadır. Antlaşma maddelerinden; İngiliz
tebası olan şahısların artık Osmanlı ülkelerinde yetiştirilen her türlü malı satın
alabilmesi, zirai ürünler üzerine konulmuş olan yed-i vahid usulü kaldırılabilmesi
gibi maddeler bu bakımdan önemlidir.16 Ayrıca Osmanlı Devleti’nin antlaşmayı sıkı
ticari ilişkiler içinde olduğu İngiltere gibi güçlü bir ülkeyle yapmış olması
antlaşmanın önemini arttırır. Nitekim aynı yıl Fransa rakibi İngiltere’yi takip ederek
buna benzer bir antlaşmaya imza atacaktır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti artık dış
ticarette olağanüstü vergiler uygulayamayacaktı. Böylece Osmanlı Devleti özellikle
savaş dönemlerinde faydalandığı önemli bir gelir kaynağından vazgeçmiş oluyordu.
Bu maddenin uygulama alanı 1853 yılında Osmanlı- Rusya arasında yaşanan Kırım
Savaşı olmuştur. Rusya ile yapılan Kırım savaşı sırasında artık devlet hazineden
15 Şevket Pamuk, Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve
Büyüme, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2008, s.7
16 Mübahat Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri (1580-1838),
T.K.A.E. Yayınları, Ankara, 1974, s. 109
14
umudu kesmiş ve bu tarihte ilk dış borcunu almıştır. Artık Osmanlı Devleti’nin dış
borçlanma süreci resmen başlamıştı. 1854 yılında başlayan ve Osmanlı Devleti’nin
dış borçlarını ödeyemeyecek duruma geldiğini açıkladığı 1876 yılına kadar devam
eden bu süreç dış borçlanma serüveninde önemli bir dönem olmuştur.17 Devlet dış
borçlarını ödeyemiyor, yeni borçları ise eski borçların faizlerini ödemek için
alıyordu. Böylece borç borcu doğuruyordu. Ayrıca alınan borçlarla mali bir
düzenleme yapılmıyor tam tersine keyfi derecede yapılan gereksiz harcamalar
hazineyi sıkıntıya sokuyordu. Bu dönemde artan saray inşaatları bunun en somut
örneklerindendir.
Alacaklı devletlerin hem alacaklarının tehlikeye girmesi hem de siyasi bazı
çıkarlar neticesinde 1880 Muharrem Kararnamesi ile 1881 yılında Düyun-u
Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kuruldu. 1863’de İngiliz ve Fransız ortaklığı ile
kurulmuş olan Osmanlı Bankası da bu kuruluşta önemli bir rol oynamıştı. Nitekim
İdare, yabancı alacaklılar tarafından yönetiliyordu. Bu gerçek de Osmanlı
maliyesinin Avrupa’nın egemenliği altına girmesi demekti. 19. yüzyılın ilk
çeyreğinden itibaren başlayan bu yabancı ülkelerden borç alma serüveni, gerek
Osmanlı Bankası gerekse Düyun-u Umumiye gibi kuruluşlarla artık içinden
çıkılamaz bir hal almıştı. Doğal olarak bu kuruluşları sadece bir banka olarak değil
daha ziyade yabancı sermayeye fırsat veren ve ülkenin mali denetimini eline
geçirmeye çalışan yatırım veya kredi şirketleri gibi görmek çok abartılı olmasa
gerek. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki Tanzimat ile amaçlanan mali reform
hareketleri, Düyun-u Umumiye’nin kurulması sonucu daha modern teknikler
17 Şevket Pamuk, Osmanlı- Türkiye İktisat Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2007, s. 230
15
kullanılmaya başlanmasıyla aşama kaydetti. Artık bu dönemden itibaren Osmanlı
Devleti kapılarını yabancı sermayeye kayıtsız şartsız açmış oluyordu. Yabancı
sermaye sorunu aslında daha eskilere dayanıyordu. Ancak Düyun-u Umumiye bu
konuda bir dönüm noktası olmuştu. Şimdiye kadar çok genel olarak 1908 yılına
gelene kadar ülkenin içinde bulunduğu mali durum ana hatlarıyla belirlenmeye
çalışıldı. Korkut Boratav’a göre Osmanlı Devleti’nin yarı- sömürge olmasının en
açık belirtisi, dış borçlanmalar- Düyun-u Umumiye- sürekli imtiyazlar alarak ülkeye
giren yabancı sermaye yatırımları- giderek ağırlaşan ve yaygınlaşan kapitülasyonlar
zinciri sonunda ülke yönetiminin önce iktisadi sonra büyük ölçüde askeri siyasi
alanlarda emperyalizmin denetimine girmiş olmasıydı.18 1908 yılı yukarıda da
bahsedildiği gibi mali açıdan dolaylı da olsa bir dönüm noktası niteliğindedir.
18 Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-1922, İmge Yayınevi, Ankara,
2005, s. 21
16
2. GENÇ TÜRKLER VE AVRUPALI DEVLETLER
II. Meşrutiyet, Sultan Abdülhamid’in iktidarının son dönemlerinde 23
Temmuz 1908 yılında ilan edildi.19 Sultan Abdülhamid’in saltanatı, ülkenin içinde
bulunduğu mali ve siyasi buhranlardan dolayı giderek artan bir baskı şeklini almıştı.
Sultan Abdülhamid’in kuşkulu yapısı gereği yürüttüğü politika kendisini hem dış
politikada hem de kendi topraklarında yaşayan halkın üzerinde son derece etkili bir
biçimde gösteriyordu. Bu baskıya bir son verebilmek için özellikle genç kuşak
arasında çeşitli direnişler görülmeye başlanmıştı. Bu karşıt görüşler özellikle yüksek
öğretim kurumlarında giderek güçlendi. Bunun sebebi, muhaliflerin Avrupa’da olup
bitenleri gerek yabancı dil açısından gerekse eğitim düzeyi açısından takip
edebilecek ve olanları yorumlayabilecek bir bilgi birikimine sahip olmalarıydı.
Ayrıca gizli de olsa yurtdışından gelen yayınlar ellerine ulaşabiliyordu. Onlar da
Avrupa’daki diğer milletlerde olduğu gibi özgürlük hayal ediyorlardı. Bu kesimin
Meşrutiyet’in ilanını ve anayasayı bu kadar çok istemesi bu yüzdendi.
Sultan Abdülhamid’in bu istibdat yönetimine karşı Genç Türkler arasında
başlatılan en önemli örgütlenme İttihat Terakki Cemiyeti olmuştur. Faaliyetlerine ilk
olarak bir cemiyet örgütlenmesi olarak başlamış olan İttihat ve Terakki’nin kuruluşu
aslında çok öncelere dayanıyordu.20 Cemiyetin ismi, hukuki statüsü, yöneticileri ve
hatta merkezi zaman içinde değişse de amaç aynıydı. Amaç, Sultan Abdülhamid’in
bu baskıcı tutumuna bir son verebilmek ve ülkeyi özgürlükçü bir ortama
19 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri,
Yedigün Matbaası, İstanbul, 1960, s. 46
20 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara,
2009, s. 47
17
kavuşturmaktı. Aslında bu noktada Genç Türkler bir çelişki içindeydi. Padişahı mı
değiştirmek gerekiyordu yoksa sistemi mi?21 Ancak çoğunluk şüphesiz Sultan
Abdülhamid’in despotizmine karşı bir görüş içindeydi. Nitekim İttihatçıları
birleştiren slogan: “ Ya özgürlük ya da ölüm; ya anayasa ya da ölüm” oldu.22
Saltanat yönetimini tehdit eden bu yeni fikirlerin uzun ömürlü olmayacağını
düşünen Sultan Abdülhamid daha sonra Genç Türkleri dikkat ile takip etti.23 Nitekim
İttihat Terakki, Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’i ilan ettirip, Anayasa’nın yeniden
yürürlüğe girmesini sağladığı zaman Sultan Abdülhamid durumun ciddiyetinin
farkına vardı. Bu yüzden Meşrutiyet’i sonuna kadar savunacağı konusunda
Şeyhülislam’a söz verdi. Yaptığı açıklamada “Siz Şeyhülislamsanız, işte önünüzde
yemin ediyorum: Meşrutiyet’i hiçbir zaman kaldırıp onu hükümsüz bırakmayacağım,
yürürlükte kalması için kendim çalışacağım…” dedi.24 Ancak bu bir kabullenme
veya bir yenilgi değildi. Zaten İttihatçılar da denetimi henüz tam olarak ellerine
almamışlardı. Bunun sebepleri, başlangıçta Sultan Abdülhamid’in onlara olan ılımlı
yaklaşımı veya Sultan Abdülhamid’i tahttan indirmeye yetecek kadar güçlerinin
olmamasıydı. İttihatçılar amaçlarına ulaşmışlardı. Ancak cemiyeti dağıtmayı
düşünmüyorlardı. Bundan sonra gerçekleştirmek istedikleri reformlar vardı.
21 Bernhard Stern, Jungtürken und Verschwörer- Die Innere Lage der Turkei
Unter Abdul Hamid II. , Verlag Grübel & Sommerlatte, Leipzig, 1901, s. 232
22 Franz Karl Endres, Die Türkei: Bilder und Skizzen von Land und Volk, Oskar
Beck Verlag, München, 1916, s. 122
23 Endres, a.g.e. , s. 125
24 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1999, c. 9. s. 45
18
İttihatçılar denetimi tam olarak ellerine geçirmemekle birlikte kabinede yer
alacak nazırların belirlenmesinde ve sadrazamın yürüttüğü politikada söz sahibi
olma hakkını elde edebilmişlerdir. Nitekim Meşrutiyet’in ilanı ile İttihatçıların
istediği oldu ve Sait Paşa sadrazamlıktan çekilerek yerine 6 Ağustos 1908’de Kamil
Paşa atandı.25 İttihatçıların bu gücü bazı muhalif kesimler tarafından zamanla çok
sert tepkiler çekecekti.
Meşrutiyetin ilanı, Osmanlı Devleti’nin tüm memleketlerinde coşkulu bir
şekilde kutlanıyordu. Ancak Meşrutiyet ilan edildiği zaman Osmanlı
memleketlerinin bütünü dikkate alındığında aslında ortaya hiç de beklenildiği gibi
olumlu bir durum çıkmadı. Halk, bu özgürlüğü istediği biçimde algılamış ve bu
durum beklenildiği gibi bir birlik yaratmanın aksine görüş ayrılıklarını
derinleştirmişti. Basılan gazete sayısı artmış, her partiyi destekleyen bir gazete
ortaya çıkmış ve bu durum muhalefetin sesinin yükselmesine neden olmuştu. İttihat
Terakki ile benzer amaçlarla kurulan diğer dernekler, bu gelişmeler yaşanırken
sessiz kalmamışlardı. Bu cemiyetler de muhalif kanadı oluşturup iktidarda olmayı
arzuluyorlardı. Bunlar arasında en önemlileri Prens Sabahattin’in kurduğu
“Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti”, Arnavut grupları, “Arap Milli
Komitesi” ve Ermeni İhtilal Cemiyetleri’dir.26 Aslında cemiyetlerin hepsinin amacı,
Sultan Abdülhamid’in istibdatçı yönetimine son verebilmekti. Fakat amaçları aynı
olsa da Sultan Abdülhamid’in yönetimine son verme isteklerinin nedenleri farklıydı.
Örneğin, Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti, merkezileşmekten uzak
aslında çevreci bir cemiyetti. Bu cemiyete göre Osmanlıcılık fikri Türkçülük
25 Karal, a.g.e. s. 46
26 Karal, a.g.e. , s. 14
19
fikrinden daha önemliydi. İttihat Terakki’den en önemli farkı buydu. Bu görüş
ileride onların gayrimüslim kesimden geniş destek almalarını sağlayacaktı.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki Genç Türkler hiçbir zaman tek bir
cemiyet altında birleşmemişlerse de II. Meşrutiyet’in İttihat Terakki önderliğinde
ilan edilmiş olmasında onların da katkıları olmuştur. Bunlar, daha sonra cemiyet
yapısından çıkıp birer fırka şeklini almışlardır ki Ahrar Fırkası buna bir örnektir.
İttihatçıların yönetimde bu kadar söz sahibi olması ayrılıkçı görüşlerin ortaya
çıkmasına neden oldu. Özellikle Prens Sabahattin’in etrafında topladığı kişiler sert
muhalefet yapmaya başladılar. 1909’da kurulan Kamil Paşa hükümeti, bu ayrılıkçı
ortamda kabinesini ne ittihatçılardan ne de saray yanlılarından kurmuştu.
Başlangıçta ittihatçılar ile ılımlı bir havada görüşen Kamil Paşa zamanla onlarla ters
düştü. Meşrutiyet’in ilanından sonra Kamil Paşa’nın meşruti bir idareye karşı olan
davranışları iki tarafın aralarını daha da açtı. Yapılan mebusan seçiminde meclise
giren adayların büyük bir çoğunluğu ittihatçı kanattan oldu. Bu gelişmeler
ittihatçıların daha çok düşman toplamasına neden oldu. Bu düşmanlar içinde Kamil
Paşa ve Prens Sabahattin’in grubu en önemlilerindendir. İttihat Terakki Cemiyeti’ne
karşı duran diğer cemiyetler ise İttihat Terakki’nin artık dağılmasını istiyorlardı.
İttihatçılar bu muhalif kanatla uğraşırken dinci kesim de muhalefetini arttırmıştı.
Özellikle bu amaç için kurulmuş olan İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ve gazetesi
Volkan ittihatçılara karşı cephe almıştı.
31 Mart’a işte böyle bir süreçten geçilerek girilmiştir. Feroz Ahmad’e göre
bu hareket aslında laikliğe karşı yapılmış dinci bir ayaklanmadan çok öte bir şeydi.
20
Aslında bu tamamen ittihatçı düşmanı bir hareketti.27 12-13 Nisan’da başlayan
ayaklanmalar sonucu İttihat Terakki’nin etkinliği azaltıldı. Ayaklanma Hareket
Ordusu tarafından bastırılmış, Sultan Abdülhamid’in 33 yıllık padişahlığına son
verilerek yerine Mehmet Reşat geçirilmişti.
12 Ocak 1910’da kurulan Hakkı Paşa hükümeti, bir dönüm noktası
niteliğindeydi. Kabinedeki nazırların çoğu ittihatçılardandı. Dâhiliye’de Talat,
Maliye’de Cavit muhafaza edildiği gibi Maarif’e İsmail Hakkı, Evkaf’a Hayri
Beyler getirilmişti.28 İttihatçılar denetleme konumundan sıyrılıp iktidara daha yakın
olmaya başlamışlardı. Muhalefetin gücü ise eskisine göre daha baskındı. Muhalif
kanadın sıkıntısı bir birlik haline gelememeleriydi. Bu sıkıntı 21 Kasım 1911’de
Hürriyet ve İtilaf Fırkasının kurulmasıyla son buldu.29 Hürriyet ve İtilaf Partisi,
İttihat Terakki’nin yok olmasını arzuluyordu. Gerek orduda gerekse mecliste
yaşanan bu bölünmeler sırasında Edirne’nin Bulgaristan’ın topraklarına katılması
tehlikesi daha da artmıştı. Hükümetin Edirne meselesini halletmek için Babıâli’de
toplandığı gün (23 Ocak 1913) Enver ve Talat Beylerin başlattıkları ayaklanma ile
halk milliyetçi duygularla Babıâli önüne kadar geldiler.30 Tarihe Babıâli baskını
27 Feroz Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2009, s.
19
28 Sina Akşin, a.g.e. , s. 274
29 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Partisi – II. Meşrutiyet devrinde İttihat ve
Terakki’ye karşı Çıkanlar, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1990, s. 48
30 Karal, a.g.e. , s. 195
21
olarak geçen bu olay sonucu Kamil Paşa ittihatçılar tarafından sadrazamlıktan alındı
ve yerine Mahmud Şevket Paşa getirildi.31
Ancak tam ve doğrudan iktidar devri 1913’te Sait Halim Paşa’nın
sadrazamlığı ile başlamıştır.32 Nitekim Sait Halim Paşa’nın bizzat kendisi koyu bir
ittihatçıydı. Bu sebeple İttihatçılar artık istedikleri reformları daha kolay
yapabileceklerdi ve yönetimde artık söz sahibi olabileceklerdi.
Görülüyor ki 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle başlayan bu süreç iç
politikada ciddi otorite bunalımlarına sebep olmuştu. Bu dönemde birçok sadrazam
değişikliği olmuştu. Ayrıca II. Meşrutiyet’in anayasal gelişimine bakıldığında ise
1908-1913 yılları arasında 13 siyasi parti kurulmuş, yürütme bakımından üç
Osmanlı padişahı tahta çıkmıştır, kabineler açısından ise 1908-1913 arasında kurulan
kabinelerden Gazi Ahmet Muhtar Paşa ve Kamil Paşa kabineleri hariç diğerleri
ittihatçı yanlısı olmuştur.33 Kabineye girecek olan nazırlar bazen Saray’ın iradesiyle
bazen de İttihat Terakki Cemiyetince belirlenmiştir.
II. Meşrutiyet dış politikada da Avrupalı büyük devletler tarafından farklı
şekillerde, kendi çıkarları doğrultusunda yorumlanmıştır. Örneğin Alman
Frankfurter Zeitung gazetesi, II. Meşrutiyet’in ilan edildiğini ve arkasından Sultan
Abdülhamid’in saltanatına son verildiğini bildirip ortaya çıkan manzara hakkında
şöyle bilgi veriyordu: “Ülkede devam eden anarşi, anayasanın ilan edilmesi ile sona
31 Danişmend, a.g.e. , s. 523
32 Birinci, a.g.e. s.32
33 Tarık Zafer Tunaya, “ İkinci Meşrutiyet’in Siyasal Hayatımızdaki Yeri ”, Türk
Parlamentoculuğunun İlk Yüzyılı-1876-1976, Ajans Türk Matbaacılık, Ankara,
1976, s.83
22
erdi. Bu sayede ülkede yeniden düzen ve güvenlik sağlandı. Bu yeniden inşa için
Türk yönetimine çok büyük bir sorumluluk düşüyor.” 34 Dış basının da belirttiğine
göre Avrupalı devletlerin gözü Osmanlı Devleti’ndeki yeni düzendeydi. Avrupalı
büyük güçler bundan sonra yaşananlara göre kendi çıkarlarını da garanti altına
almak istiyorlardı.
Dış politikada yaşanan bazı olumsuz gelişmelerin bu döneme denk gelmesi
yürütülen politikaların karşılıklı değişmesine neden olmuştur. Örneğin 1908
İngiltere-Rusya arasında gerçekleşen Reval görüşmeleri İttihatçıları rahatsız etti.
Ayrıca bu dönemde Avusturya, Bosna-Hersek’i ilhak etti, Bulgaristan bağımsızlığını
ilan etti, Girit Yunanistan ile birleştiğini bildirdi; Eylül 1911’de İtalya Trablusgarb’a
saldırdı, Ekim 1912’de ise Balkan Savaşları patlak verdi.35 Denilebilir ki, Osmanlı
Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girerken iç politikada yaşadığı karışıklıklar dış
politikaya da yansımıştı. Avrupalı Devletler yaşanan bu bunalımlı dönemden
kendileri için fırsat yaratmaya çalışmışlardır. Nitekim Kamil Paşa’nın İngiltere’yi bu
kadar çok desteklemiş olması veya Sultan Abdülhamid’in dostu olarak gördüğü
Almanya’nın II. Meşrutiyet’in ilanı karşısındaki tavrı bunun örneklerindendir. II.
Meşrutiyet’in ilanı sonucu Sultan Abdülhamid’in devrilmesi ile Almanya ile olan
ilişkilerin bozulması süreci başlarken Avusturya’nın Bosna’yı ilhak etmesi,
Bulgaristan’ın bağımsızlığı ve Girit’in Yunanistan’a katıldığını bildirmesi gibi
34
Frankfurter Zeitung, 04.06.1909, No. R 901, 2251, BA/AA
35 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Basımevi, Ankara, 2007,
s.213
23
olaylar karşısında Berlin’in sessiz kalması Almanya’nın itibarını daha da düşürdü.36
Üstelik Almanya’nın Sultan Abdülhamid’in katı yönetimini desteklemesi yüzünden
İttihatçılar ile Alman devlet adamları arasında soğuk havaların esmesine neden oldu.
Bu gelişmeler İngilizlerin de çabalarıyla İngiltere ile olan ilişkileri kısa bir süreliğine
de olsa güçlendirmiştir. Aslında İngiltere’nin çıkarları için devlet, Sultan
Abdülhamid’in mi yönetiminde yoksa anayasal bir düzen getirmeye çalışan Genç
Türklerin mi elinde önemli değildi.37 Bu sebeple İngiltere hangi taraf iktidara gelirse
onunla iyi ilişki kurma peşindeydi.
Genç Türkler ise bazı baskı unsurlarını göze alarak Osmanlı Devleti’nin
çökmekte olan idari ve iktisadi yapısının Avrupa’dan ve özellikle İngiltere’den
gelecek uzmanlar ve yabancı sermaye ile kurtulabileceğine inanıyorlardı.38 Ancak bu
iyi ilişkilerin kısa süreli olmasının sebebi İngiltere’nin Osmanlı toprakları üzerindeki
siyasi emellerinin artık göz ardı edilemeyecek bir sömürge politikasına
dönüşmesidir. Bu sebeple Almanya ile olan ilişkiler özellikle Almanya’nın 1910
yılında İngiltere’nin aksine Cavid Bey’in borç talebini kabul etmiş olması ile yeni
bir döneme girdi. Bu sebeple Türk- Alman ilişkileri incelenirken 1908 ve 1910
yılları birer dönüm noktası olarak düşünülmelidir. Ayrıca bu konuda üzerinde
durulması gereken diğer bir önemli hususta İttihatçıların ideolojilerinin İngiliz ve
36 Mehmet Beşirli, “Birinci Dünya Savaşı Öncesi Büyük Güçlerin Osmanlı
Stratejileri: İttihatçılar ve Alman Nüfuzunun Tanınması”, Türkler, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara, 2003, c.3, s. 323
37 Mehmet Beşirli, Die Europäische Finanzkontrolle im Osmanischen Reich in
der Zeit von 1908 bis 1914, Mensch & Buch Verlag, Berlin, 1999, s. 111
38 Ahmad, a.g.e. s, 136
24
Fransız okulundan etkilendiği ancak dönemin Osmanlı ordusunun ise Alman
subaylar tarafından şekillendirilmiş olduğudur. Nitekim bu önemli fark dış
politikanın belirlenmesinde kilit görevi üstlenmiştir. Bu nedenle II. Meşrutiyet’i ilan
eden İttihatçıların Almanlara sırt çevirip İngilizlere yanaşmasının ardından Hareket
ordusunun 1909’da çıkan isyanı bastırması ise bir Alman zaferi sayılmasının ardında
yatan çelişki bu noktadan kaynaklanmaktadır.
II. Meşrutiyet’i ilan eden Genç Türkleri biraya getiren en önemli etkenlerden
biri de bu kuşağın Avrupa’dan büyük ölçüde beslenmiş olmasıydı. Onları kendi
topraklarında böyle bir devrim yapmaya iten asıl itici güç Avrupa olmuştur. Genç
Türkler Avrupa’yı kendi yaşadıkları topraklara uyarlamaya çalışmışlardır. Bu
gelişme de onların farklı alanlarda Türk modernleşmesini sağlamaya çalışmaları
demekti. Konu iktisadi açıdan ayrıntılı olarak ele alınacağından burada özellikle bu
etkilenmenin kültürel boyutuna değinilmelidir. Genç Türklere göre Osmanlı
Devleti’nin dış politikadaki başarılı savunmaları için Avrupa ile aynı seviyeye
çıkmayı bir çare olarak görülüyordu. Nitekim Genç Türkler de kendilerinden önceki
reformcular ve devrimciler gibi, kendilerini yabancı saldırılardan korumak için
Osmanlı devletinde kökten bazı ıslahatları gerekli görüyorlardı.39 Özellikle Avrupalı
siyasetçi, iktisatçı ve sosyologların görüşleri Genç Türklerin fikirlerini etkilemiştir.
Ancak bu etkilenme yanlış veya eksik yorumlanma gibi hatalardan dolayı tabana
yayılma konusunda istenilen başarıyı sağlayamamıştır. Örneğin Avrupa
modernitesinin Osmanlı ticaretinde birleştirilmesinde asıl hedef Müslüman tüccarlar
olması gerekirdi. Ancak durum böyle olmamış Avrupa ile Akdeniz’den bölgesinden
39
Lewis, a.g.e. , s.227
25
gelerek Türkiye’de yerleşmiş ve kendi dil ve kültürünü korumuş olan “Levantenler”
bu modernleşme çabalarından en çok faydalananlar olmuşlardır.40
Yukarıda sayılan tüm sebeplerden dolayı II. Meşrutiyet’i ilan ettiren ve bu
süreci belirleyen Genç Türk ideolojisini doğru anlamak önemlidir. Çünkü bu
dönemde ortaya çıkan ideolojik akımların karmaşası aslında bir birliğe ihtiyaç
varken ayrılıkçı görüşlerin daha da belirginleşmesine neden olmuştur. Niyazi
Berkes, 1908 ile gelen inkılap kavramının İslamlaşmak, batılılaşmak, uluslaşmak
gibi üç temel ideoloji altıda kaybolduğunu yazar.41 Bu görüşleri destekleyen taraflar
şüphesiz Avrupalı devletlerden etkilenmiş ve bazen onları örnek almış bazen de
onlara karşı bir savunma aracı olarak bu ideolojileri Osmanlı halkına yerleştirmeye
çalışmışlardır. Bu ideolojilerin önemli bir uygulama alanı da yürütülen iktisat
politikaları olmuştur.
40
Ahmad, a.g.e. , s. 27
41 Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yay. Haz. Ahmet Kuyaş, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul, 2002, s. 410
26
3.1908-1914 İKTİSAT POLİTİKALARI
Osmanlı Devleti’nin 1908-1914 yılları arasında yürüttüğü iktisat politikalarının
arkasında döneme damgasını vuran İttihat Terakki Cemiyeti’nin iktisadi fikirleri
vardır. II. Meşrutiyet’in ilanı ile gelen özgürlük hareketleri sadece siyasi değil aynı
zamanda iktisadi alanda da etkili oldu. 1908’den itibaren Osmanlı Devleti, I. Dünya
Savaşı’nın sonuna kadar birbirinden son derece zıt iktisadi politikaların etkisi altında
kaldı. Bu çelişkiler devletin hem iç politikada hem de dış politikada yaşadığı siyasi
ve iktisadi sorunlarla alakalıdır.
II. Meşrutiyet’in siyasi alanda getirdiği özgürlük akımlarının iktisattaki adı
liberalizmdir. Liberalizm, kişi mülkiyetini savunmak ve şahsi teşebbüslere imkan
sağlamaktır. Osmanlı Devleti gibi yerli sermayesi son derece zayıf olan ve yabancı
sermayeye muhtaç olan bir devlette bu şahsi teşebbüslerin desteklenmesi sonucu
genelde gayrimüslimler bu durumdan faydalanabilmişlerdir. Bunun zararı ise
Osmanlı Devleti’nde yaşayan gayrimüslimlerin Avrupa’daki yabancı güçlerden
destek almış olmalarıdır ki bu gelişme, Osmanlı Devleti’nin iktisadi bağımsızlığını
gün geçtikçe daha da kaybetmesi anlamına gelmiştir.
II. Meşrutiyet ile gelen liberalizm akımının, ilk yıllarda Osmanlı Devleti’nin
kendi içinde de birçok temsilcisi olmuştur. Yayınlanan gazete sayısının artması ise
liberal kesimin gücünü arttırmıştı. Prens Sabahattin ve “ Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i
Merkeziyet ”çi grubun yanı sıra Mehmed Cavid Bey ve dergisi “ Ulum-i İktisadiye
ve İctimaiye Mecmuası” bu kesimin öncülerindendi.42
II. Meşrutiyet döneminin ünlü Maliye nazırı Cavid Bey, liberalizmin en büyük
destekçilerindendi. Selanikli bir aileden gelen Cavid Bey, Mülkiye’yi bitirmiş ve
42 Toprak, a.g.e. , s. 10
27
daha sonra İlm-i Servet Muallimliği (iktisat dersi hocalığı) yapmıştı.43 1906 yılında
Genç Türk hareketine katılan Cavid Bey, bu tarihten sonra giderek İttihat Terakki
Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden olmuştu.44 Cavid Bey, birkaç hükümetin
kabinesinde nazır olarak yer almış, bu durum da iktisadi politikaların
belirlenmesinde kendisinin de söz sahibi olmasını sağlamıştır. Cavid Bey’e göre
sermaye, Osmanlı Devleti’ne özellikle demiryolu gibi bayındırlık hizmetleri için
gerekliydi. Bunun için yabancı sermaye desteklenmeliydi. Ayrıca Osmanlı Devleti,
sanayileşmekten ziyade tarıma ağırlık vermeliydi. Çünkü Osmanlı Devleti’nin
toprakları tarıma son derece elverişliydi. Bunun için fabrikalar kurup sanayileşmek
yerine tarımın gelişmesi için sulama projelerine önem verilmeli, ülke içindeki ulaşım
ağları yine tarım için güçlendirilmeliydi. Konstantinopler Handelsblatter’de
yayınlanan bir haber de Cavid Bey’in düşüncelerine hak veriyordu. Yayınlanan
habere göre; “Türkiye bir tarım ülkesidir. Ziraat geliştirilmeli ki ihraç edilen tarım
ürünlerinden gelen nakit para ile Avrupalı sanayi ürünleri ithal edilebilinsin.
Türkiye’de henüz işlenmemiş olan ve çok kar getirecek tarım alanları var. Yönetim
bu tarım alanlarını açmak için işe girişmeli. Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde çalışan
Avrupalı sanayi işletmeleri sayesinde görülüyor ki yerli halk modern tarım teknikleri
ile çalışmak için son derece heveslidir. Böyle giderse birkaç yıl için de gözle görülür
bir başarı yakalanabilinir. Böylece halkın satın alma gücü artacak, ticaret gelişecek.
Türkiye’nin iktisadi geleceği tarımda ve hayvancılıktadır.” 45 Bu gelişimin yolu da
43 Nazmi Eroğlu, Fırtınalı Günlerin Ünlü Maliye Nazırı- Cavid Bey, Birharf
Yayınları, İstanbul, 2006, s. 14
44 Eroğlu, a.g.e. s. 26
45 Konstantinopler Handelsblatt, 10.11.1909, R 901/2251, BA/AA
28
şüphesiz sermayeden geçiyordu. Liberallere göre Osmanlı Devleti kapılarını yabancı
sermayeye sonuna kadar açmalıydı. Böylece bayındırlık hizmetleri gelişecek, ülke
kalkınacaktı. Aslında liberal kesimi oluşturanlar yabancı ve yerli sermaye arasında
bir ayrım yapmıyor sadece yerli sermayenin gelişmesi için uğraşmayı geç kalınmış
bir çaba olarak görüyorlardı
Bu dönemde liberalizm sesi olarak yazılar yazan Frankfurter Zeitung da yeni
rejimi getiren Osmanlı yönetimin Avrupalı sermayedarlara ihtiyacı olduğunu
yazıyordu. “Yeni Anayasa ile beraber asıl sorulması gereken soru Avrupalı
finansörlerin Türkiye’ye yardım edip etmeyeceğidir. Bu soru Türkiye’nin kaderi,
Avrupa’nın ise vicdan sorunudur. Eski rejimde çalışmış olan Avrupalı finansörler,
yeni rejimde eski işletmelerin yenileyerek veya yenilerini kurarak Türk sanayisini
geliştirmek isterler.”46 Gazetelerden bu ve bunun gibi haberler yayınlayarak yabancı
sermayenin Türk iktisadına girişinin propagandası yapılıyor ve yabancı girişimciler
bu konuda destekleniyordu
Bir girişimcinin başka bir ülkede şirket kurup ticaret yapması önündeki en büyük
engellerden biri o ülkenin vergi sistemidir. Hükümetler gümrük vergileri başta
olmak üzere vergilerin oranlarında ayarlamalar yaparak dış ticaret açıklarının önüne
geçebilir veya o ülkeye olan yabancı sermaye girişini destekleyebilir. Osmanlı
Devletinde de vergiler bu noktada önemli bir rol oynamıştır. Yabancı girişimcilere
uygulanan vergi muafiyetleri ve bazı yatırım alanlarındaki vergi istisnaları bu
ortaklıkları teşvik etmiştir. Ayrıca genel olarak Kapitülasyon ismi verilen
imtiyazların iktisadi alana yansımaları da bu vergi sisteminin getirdiklerindendir.
Avrupalı devletler Kapitülasyonlardan aldıkları imtiyazları yani imtiyazlar
46
Frankfurter Zeitung, 04.06.1909, R 901, 2251, BA/AA
29
koparmak için siyasi ve iktisadi bir baskı aracı kullanıyorlardı.47 Sonuçta Osmanlı
Devleti’nin dış ticaret politikası yabancı devletlere göre şekillenir olmuştu.
II. Meşrutiyet ile beraber Osmanlı devleti yöneticileri iktisat ve maliye ayrımına
gitmeye başladı. Maliye, devlet hazinesinin gelirler aracılığıyla dolması demekti ki
bu da devletin vergileri arttırması ile veya tüm tebaaya eşit oranda vergi uygulaması
ile mümkündür. İktisat ise ülkede yatırımların artması demektir. Bu artış da Osmanlı
devletinde olduğu gibi vergi indirimleri veya gümrük politikalarındaki teşvikler yolu
ile olur. Bu yüzden de 1908 yılından itibaren Osmanlı Devletinde mali politikalar
önemini kaybetmiş, iktisadı güçlendirecek dış ticaret politikaları ön plana çıkmıştır.
Osmanlı Devleti’nin önde gelen siyasetçi ve yazarlarının bu seslenişleri sonuçsuz
kalmamış; 1908-1913 yılları arası yabancı sermaye ile kurulan anonim şirketlerinin
sayısında ciddi artışlar görülmüştür. Bu şirketler genelde yabancı- Osmanlı
gayrimüslim ortaklığı şeklinde gerçekleşmiştir.48
Bu sayede dış ticaret Osmanlı
Devleti’nde yabancıların eline geçti. Bu dönemdeki ithalat- ihracata bakıldığında
ihracat kalemleri daha çok koyun-pamuk yünü, halı, ipek, incir, kuru üzüm, baklagil,
tütün, afyon, zeytinyağı ve sabun iken ithalat kalemlerini tekstil ürünlerinin yanında
ayrıca tahıl, un ve üçüncü sırada şeker ve kahve almıştır.49 Osmanlı Devletinde
merkantilizm bu sayede hızla gelişiyordu. Ancak finans-ticaret temelli merkantil
kapitalizm Batıda olduğundan farklı gelişiyor; merkantilizm ayakta tutan, dışa
47 Kurt Hassert, Das Türkische Reich- Politisch, Geographisch und
Wirtschaftlich, J.C.B. Mohr, Tübingen, 1918, s. 164
48 Toprak, a.g.e. , s. 67
49 Hassert, a.g.e, , s. 194
30
bağımlı, Avrupa uzantılı ve Osmanlı’ya karşı imtiyazlarla donatılmış bir sınıf ortaya
çıkıyordu.50
I. Dünya Savaşı arifesinde dış politikada yaşanan gerginlikler artık daha ciddi
sorunlara sebep oluyordu. Avusturya’nın Bosna’yı ilhak etmesiyle başlayan bu süreç
I. Dünya Savaşı’nın başlamasına kadar devam etti. Avrupalı devletler ile yaşanan bu
olumsuzluklar iktisadi ilişkilere de yansıdı. Nitekim Avusturya’nın 5 Ekim 1908
yılında Bosna Hersek’i ilhak etmesi Avusturya ile olan ticareti ilişkilerin
gerginleşmesine neden oldu. Bosna’nın ilhakı sırasında, Avusturya- Macaristan
İmparatorluğu tarafından askeri ataşelik görevinin yükseltilip “Askeri Konularda
Tam Yetkili” olarak İstanbul ve Atina’ya atanan Wladimir Giesl von Gieslingen,
anılarında kendisine ve ülkesine karşı Türk politikacıların tavrından, Kamil Paşa ile
Pallavicini arasındaki görüşmelerden bahsetmiştir.51 Siyasette bu kadar hararetli
günler yaşanırken aynı zamanda Müslüman halk tarafından Avusturya mallarına
karşı boykot başlatılmıştı. Von Gieslingen, bu boykotun çok iyi organize edildiğini
anlatıyordu. Liman işçileri Avusturya’dan gelen malları Türk limanlarına indirmeyi
reddetmişlerdi. Avusturya’ya karşı başlatılan bu boykot aslında Müslüman halkın bir
direnişiydi. Yabancı sermayeye karşı olan bu bağımlılık ile dış politikada yaşanan bu
gelişmelerin zıtlığından dolayı Osmanlı devleti vatandaşları artık yerli sermayenin
önemini anlamışlardı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra yürütülen iktisat politikaları
terk edilmeye başlanmış ve “ Milli Sermaye ” nin önemi kavranmıştı. Nitekim
50 Gülten Kazgan, Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2002, s. 31
51 Wladimir Giesl, Zwei Jahrzehnte im Nahen Orient, Yay. Haz. Ritter V. Steinitz,
Verlag für Kulturpolitik, Viyana, 1927, s. 191
31
özellikle 1911 Kongresinden sonra İttihat Terakki Cemiyeti’nin programı da
Milliyetçi- İslamcı bir yönde değişmiş ve 1913 yılından itibaren bu yoldaki
çalışmalar, hareketler hız kazanmıştır.52 Liberalizmin şiddetli savunucularından olan
Cavid Bey’in de 1913 yılından sonraki düşünceleri değişmeye başlamıştır. Cavid
Bey, yabancı sermayenin eskisi artık serbest olmaması gerektiğini yerli sermaye ve
işgücü ile işbirliği yapması gerektiğini savundu.53 Örneğin 1.12.1913 tarihinde “
Teşviki Sanayi Kanunu Muvakkatı” nın kabulü ile milli sermaye özendirilmeye
çalışıldı. Ancak kredi kolaylıklarının düşünülmemiş ve yabancı sermayeye karşı
himaye tedbirlerinin tertip edilmemiş olmasına rağmen yatırım faaliyetlerinde bir
canlanma görülmüştür.54
Bu değişiklik basın tarafından da desteklenmiştir. Birçok iktisatçı ve yazar “milli
sermaye”ye teşvik için çeşitli dergilerde makaleler yazmaya başlamıştı. Bu
kişilerden en önemlileri ise şüphesiz Parvus Efendi takma adıyla bilinen Alexander
Helphand, Tekin Alp, Ziya Gökalp idi. Parvus Efendi, Türk Yurdu, İktisadiyat
Mecmuası isimli mecmuada kaleme aldığı makaleleri ile Müslüman halkın
bilinçlenmesi için uğraşmıştır. Özellikle Osmanlı maliyesinin bozulması konusuna
değinen Parvus Efendi, Türk Yurdu’nda yayınlanan çeşitli makalelerinde de bu
konulardan bahsetmiştir. Örneğin, “Türkiye Avrupa’nın Maliye Boyunduruğu
Altındadır ” adlı makalesinde Avrupalı Devletlerin özellikle Osmanlı Devleti’ne
52 Tunaya, 1960, s. 49
53 Mehmet Beşirli, a.g.e. s. 97
54 Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında bir
Tetkik, TTK Basımevi, Ankara 1994, s. 61
32
borç vererek Osmanlı Devleti’ni bu yolla kendilerine bağladıklarını yazmıştır.55
Parvus Efendi aynı dergide çıkan bir diğer makalesinde ise Avrupa’nın Osmanlı
Devleti’ne bir şey vermekten ziyade hep aldığından, Avrupalı devletlerden
alınanların ise önemiz şeyler olduğundan ve Türklere çok pahalıya mal olduğundan
bahsetmiştir.56
Gerçekten de Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devletlere verdiği imtiyazlar artık
çok yüksek boyutlara ulaşmıştı. Özellikle Bağdat Demiryolu inşası sırasında başta
Almanya olmak üzere diğer devletlerin kazandığı çok sayıda imtiyaz söz konusudur.
Devlet, hat garantisi olarak çeşitli bölgelerin vergi gelirlerini imtiyazı kazanan
devletlere bırakmış bu durum da Osmanlı maliyesini çökme noktasına getirmişti.
İktisadi bağımlılıkla ilgili makalelere yer veren bir diğer dergi ise Yeni Mecmua
dergisi olmuştu. Nitekim Ziya Gökalp 1918 yılında Yeni Mecmua’da yayınlanan
“İktisadi Vatanperverlik” adlı makalesinde, Manchester İktisadının bir öğretisi olan
liberalizmin hala mekteplerde öğretilen bir ders olduğunu eleştiriyor ve “milli
iktisat” politikasına geçişin neden hala gerçekleşmediğini soruyordu.57
Osmanlı Devleti II. Meşrutiyet ile girilen bu yeni dönemde maliyesini de tıpkı
ticaretinde olduğu gibi bağımsızlaştırmaya çalışmıştı. Düyun-u Umumiye bu konuda
başlı başına bir engel gibi dursa da Cavid Bey’in önderliğinde başlatılan borç
55 Parvus Efendi, “ Türkiye Avrupa’nın Maliye Boyunduruğu Altındadır ”, Türk
Yurdu, Tutibay Yayınları, Ankara, 1999, c. II, s. 263
56 Parvus Eefendi, “Devlet ve Millet”, Türk Yurdu, Tutibay Yayınları, Ankara,
1999, c.II, s. 56
57 Ziya Gökalp, “İktisadi Vatanperverlik” Yeni Mecmua, Sayı 43, Tanin Matbaası,
İstanbul, 1918, s. 323
33
girişimleri de bu durumun zorluğunun bir kanıtıydı. Cavid Bey 1910 yılında yeni
bütçe taslağı ile mali reform girişimlerine başlamıştı. Ancak maliyedeki bu reform
sürecini Osmanlı Bankası veya Düyun-u Umumiye gibi yabancı kaynaklı
girişimlerle yapmak istemese de Türk maliyesinin düzenlenmesi için kendi
kaynaklarının yeterli olamayacağını da anlayarak dış borç aramaya başlamıştır.58
II. Meşrutiyet’in ilanı sonrasında Osmanlı maliyesinde beklenen iyileşme
görülemedi. Nitekim bu dönemin savaşlar dönemi olması bu iyileşme beklentisini
olumsuz etkiledi. Yeni dönemden beklenen mali ıslahata uygun olarak saraylardaki
lüzumsuz birçok hizmetkâr işten çıkarıldı, saray varidatı devlet idaresinden alındı,
yabancı uzmanlar ile ortak çalışıldı.59 Alman gazetesi Berliner Tageblatt, Osmanlı
maliyesindeki reform çabalarını İstanbul’daki muhabiri aracılığıyla bildiriyordu.
“Genç Türkler mali reformlara başlayarak bakanlık maaşları ve diğer yüksek
memur seviyeleri azaltıldı. Fazla mesai gerektirmeyen memur kadrolarının
kapanmasıyla çalışan memur sayısı azaltıldı.”60
İttihatçıların mali ve iktisadi alandaki ıslahat umutları I. Dünya Savaşı ile kesildi.
Savaş ekonomisinin bir gereği olarak iktisat politikalarının değiştirilip ülkenin
ekonomisinin korunması politikasına geçilmesi doğal bir süreçtir. I. Dünya Savaşı
arifesinde, 8 Eylül 1914 günü Osmanlı Devleti, milli iktisat politikasının bir gereği
olarak Avrupalı devletlerin tüm sert itirazlarına rağmen kapitülasyonları
kaldıracağını açıkladı. Sonunda 1 Ekim tarihinden itibaren finansal, iktisadi, hukuki
58 Beşirli, a.g.m. , s. 324
59 Donald Blaisdell, Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Mali Kontrolü, Arkadaş
Matbaası, İstanbul, 1940, s. 208
60 Berliner Tageblatt, 17.08.1908, No. R/901 2258, BA/AA
34
ve idari alandaki kapitülasyonlar kaldırıldı.61 Bu gelişmeden sonra gümrük vergileri
%15’ ve daha sonra ise %30’a kadar çıktı.62 Bu sayede sanayiyi koruyucu bir gümrük
politikası, liberal Cavit Bey okulunun ideolojik egemenliği, öte yandan dış ticaret
politikasını ipotek altından tutan ticaret anlaşmalarından gelen engeller savaş
yıllarında aşılabilmiş ve spesifik gümrük tarifesine de ancak savaş başladığı zaman
geçilebilmiştir.63
Ancak Osmanlı Devleti’nin, 1908-1914 arası yürüttüğü iktisat politikalarının
temeli aslında siyasi alanda yaşanan gelişmelerle sıkı sıkıya bağlıdır. Bu sebepten
dolayı Osmanlı Devleti’nin iktisadi politikalarını analiz ederken devletin içinde
bulunduğu siyasi esareti de göz ardı etmemek gerekir. Nitekim iktisadi alandaki
bağımsızlık, siyasi alandaki bağımsızlığı beraberinde getirmiştir. Avrupalı
devletlerin kapitülasyonların kaldırılmasına sert tepki göstermeleri ise bunun en
önemli örneklerinden olmuştur.
1908-1914 yılları arasında iktisat politikalarının kısa süreler içinde birbirlerinden
bu kadar farklı olmalarının arkasında şüphesiz II. Meşrutiyet ile gelen bir yeni
oluşum çabaları vardır. İttihatçıların iktisadi alanda yenilik yapma gayretleri sonucu
yürütülen politikalar maalesef çok başarılı sonuçlar doğuramamış ve bu politikalar
sonucu iktisat I. Dünya Savaşı arifesine kadar daha da dışa bağımlı hale gelmiştir.
Sonuç olarak Şevket Pamuk’a göre Osmanlı döneminde 20. yüzyıl Türkiyesi’ne
devredilen mirasın y-temel özelliklerini iki kümede toplamak mümkün: Bir yanda,
61 Carl Anton Schäfer, Türkische Wirtschaftsgesetze, Gustav Kiepenheuer Verlag,
Weimar, 1917, s. 1
62 Akşin, a.g.e. , s. 425
63 Boratav, a.g.e. , s. 31
35
tarıma dayalı ve dış ticarete, yabancı sermayeye açılmış yapılar, öte yanda ise siyasal
bağımsızlığını kaybedilmemiş olması ve küçük üreticiliğin ağır bastığı tarımsal
yapılar söz konusudur.64
64 Şevket Pamuk, Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları ve
Büyüme, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2008, s. 28
36
II. BÖLÜM
İNGİLTERE, FRANSA VE ALMANYA’NIN NÜFUZ ÇEKİŞMESİ
VE DEMİRYOLU İNŞA FAALİYETLERİ
I. İNGİLTERE VE FRANSA’NIN OSMANLI DEVLETİ’NE NÜFUZU
19. yüzyıldan itibaren daha da belirgin olarak Avrupalı devletler ve Osmanlı
Devleti arasındaki ilişkiler boyut değiştirmeye başlamıştır. Avrupa’nın özellikle kara
ve deniz yolu taşımacılığı ile ülkeler arasındaki iktisadi ilişkiler gelişmişti. Batı
Avrupa’nın sanayileşmekte olan ülkelerinde hızlı sanayileşme ile beraber tarımın
ihmale uğraması sonucunda gıda maddelerine ve hammaddeye olan ihtiyaç
karşısında ticari ilişkilere verilen önem arttı ve bu yüzden sanayileşmiş devletler ile
zirai devletler arasındaki ilişkiler kapitalizmin niteliğini değiştirdi.65 Avrupa’nın bu
emperyal talepler doğrultusunda özellikle doğuya yönelik bir politika izlemesi
karşısında Osmanlı Devleti’nin söz konusu emperyal talepleri karşılayacak iktisadi,
siyasi gücünün kalmaması neticesinde Avrupa’daki güç dengeleri yer değiştirdi. Bu
değişiminden en zararlı çıkan taraf ise Osmanlı Devleti oldu. Nitekim İngilizceye
Eastern Question ve Almancaya Orientalische Frage olarak geçen “Şark Meselesi”
tanımına göre Batı, Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırılması gereken ve bunu
yaparken elde edilmiş olan fırsatların kaybedilmemesi gereken bir sorun olarak
görüyordu. Bu sorun ise büyük güçlerin arasındaki rekabetin belirlendiği süreç
doğrultusunda I. Dünya Savaşı’na kadar sürdü.
Şark meselesi üzerine çalışmaları olan Yusuf Akçura’ya göre ise Şark
meselesinin amilleri şöyleydi: Bir tarafta Osmanlı devletinden ve ahalisinden
65 Eldem, a.g.e. , s. 1
37
Müslümanlar, hususiyetle Türkler; diğer tarafta Avrupa devletlerinin cümlesiyle
Osmanlı tebaasından bazıları.66 Yusuf Akçura, Osmanlı tebaasından bazıları diyerek
şüphesiz Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimleri kastediyordu.
Gayrimüslimler özellikle çeşitli ticari ve adli imtiyazları aldıkça onları destekleyen
Avrupalı devletlerin sayesinde Osmanlı Devleti’nden kopma noktasına gelmişlerdi.
Avrupa, gayrimüslimler aracılığıyla Osmanlı Devleti’nden temelde ticari olsa da
aynı zamanda kültürel anlamda da taleplerde bulunmuşlardı.
Avrupalı devletler Osmanlı Devleti’ne daha çok siyasi ve iktisadi taleplerle
yakınlık gösteriyordu. Dönemlere göre farklılık gösteren ölçülerde ve ağırlıkta siyasi
talepleri olan başlıca ülkeler İngiltere, Fransa ve Rusya idi. İktisadi açıdan ise bu
ülkelerden ziyade Almanya daha geç bir dönemde de olsa öne çıkmaktaydı. Ayrıca
Avusturya’nın Balkan topraklarındaki çıkarları ve İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali de
yine bu iki devletin çıkarları doğrultusunda şekillenmişti. Söz konusu çıkarlar,
devletleri bazen ortak paydada birleştirmiş bazen de aralarındaki rekabetten dolayı
onları birbirine düşürmüştü. Örneğin Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında 1838
yılında imzalanan Balta Limanı Ticaret Antlaşması, Fransa’nın da çok kısa bir
sürede, 6 Nisan 1839’da benzer bir antlaşmayla çeşitli imtiyazlar elde etmesine
neden olmuştur.67
Emperyalizmin bir gereği olarak İngiltere, Fransa ve Almanya Afrika’da ve
Ortadoğu’da sömürge arayışlarını hızlandırmışlardı. Ancak Avrupa’nın bu rekabet
ortamında Almanya’nın, birliğini sağladıktan sonra daha çok söz sahibi olması,
66 Abdullah Gündoğdu, Yusuf Akçura’ya göre Büyük Güçler ve Osmanlı
Devletinin Yıkılışı, IQ Yayınları, İstanbul, 2010, s. 103
67 Kütükoğlu, a.g.e. , s. 115
38
Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerinin diğer devletlere göre ve onların çıkarlarının
aleyhine olacak şekilde kısa sürede güçlenmesi bütün dikkatleri Osmanlı Devleti’ne
yani “Şark Meselesi”ne çekti.
Aslında 1914 yılından önceki son yirmi yılda Osmanlı Devleti, uluslararası
iktisadi rekabet açısından en önemli topraklara sahip olmamasına rağmen Avrupalı
devletler bu yarıştaki fırsatları kaçırmak istemiyorlardı.68 Osmanlı topraklarını bu
kadar çekici yapan Avrupalı devletlerin fırsatları kaçırmamak için rekabete
düşmeleriydi. Bu sebeple 19. yüzyılın sonlarına doğru “Şark Meselesi” öncelikle
iktisadi açıdan halledilmesi gereken bir mesele olmuştu.
Örneğin Osmanlı Devletli ile olan ticari ilişkilerin zarar görmesi veya
Osmanlı topraklarının İngiltere’nin sömürgelerine giden yollarının aleyhine
parçalanması İngiltere’nin en büyük çekinceleri arasındaydı. Bu yüzden İngiltere
Osmanlı Devleti’nin diğer devletler ile olan iktisadi ve siyasi ilişkilerinde etkin bir
rol oynamak istiyordu. İngiltere’nin bu dönemdeki çıkarları öncelikle Hindistan’ın
savunulması için stratejik bir yerde olan Basra Körfezi ve Mezopotamya üzerinde
yoğunlaşmıştı.69 İngiltere’nin gelecekte yaşanacak bir bölünme için
Mezopotamya’nın petrol ve sulama projelerini yürüten İngiliz şirketleri için özel
68 M.S Anderson, The Eastern Question, 1774-1923, The MacMillan, Londra,
1968, s. 264
69 Marian Kent, “Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu” Osmanlı
İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Haz. Marian Kent, Çev. Ahmet
Fehmi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, s.199
39
talepleri söz konusuydu.70 Bu taleplerin sırf finansal kaygılar sebebiyle olmadığı
İngiltere’nin siyasi politikalarından da anlaşılabilir. 19. yüzyılın sonlarında İngiltere
diğer devletlere nazaran Osmanlı Devleti ile yapılan ticarette ve imzalanan
sözleşmelerde ezici bir güce sahipti.71 Ancak Almanya’nın 19. yüzyılın sonlarından
itibaren güçlenmeye başlaması sebebiyle İngiltere’nin bir diğer politikası da
Almanya’nın önünü kesmek olmuştu. Nitekim iki devlet en çok Bağdat Demiryolu
yapımı sırasında karşı karşıya gelmiştir.
Osmanlı Devleti’nde faaliyet alanları geniş bir diğer devlet ise Fransa idi.
Tıpkı İngiltere gibi Fransa’nın çıkarları da belirli bir bölgede yoğunlaşmıştı. Bu
bölgeler Suriye başta olmak üzere Lübnan ve Filistin’di.72 Fransa’nın İngiltere’den
farklı olarak Osmanlı topraklarında yaşayan Katolikleri koruma politikası
güdüyordu. Fransa, Osmanlı tebaası Hıristiyan Cemaatlere verdiği diplomatik destek
karşılığında geniş bir okul ve hastane ağına sahip olmuş ve Fransız dilinin
yaygınlaşmasını sağlamıştır73 Bu sayede Fransızca artık Suriye’de ticaretin dili
olmuş ve “Frank” kelimesi Yakın Doğu’da Batı medeniyetinin sembolü haline
70 D.C.M Platt, Finance, Trade and Politics in Britisch Foreign Policy, 1815-
1914,
Clarendon Pres. , Oxford, 1968, s. 195
71 Platt, a.g.e. , s. 197
72 L.Bruce Fulton, “Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu” Osmanlı
İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Haz. Marian Kent, Çev. Ahmet
Fehmi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, s.165; Tevfik Çavdar, a.g.e. ,s.
88
73 Fulton, a.g.e. , s. 164
40
gelmişti.74 Fransa, bu misyonerlik faaliyetlerine devam ederken Almanya’nın
Osmanlı Devleti’nden aldığı imtiyazlar, tıpkı İngiltere örneğinde olduğu gibi
Fransa’yı da rahatsız etmişti. Bunun üzerine Fransa, iktisadi nüfuzunu arttırma
yarışına girdi. Nitekim Fransa’nın Osmanlı finans dünyasındaki yeri son derece
sağlamdı. Ayrıca Osmanlı finansında çok etkili bir kurum olan Osmanlı Bankası (
Bank-ı Osman-i Şahane ) da İngiltere’nin geri çekilmesiyle tamamen Paris merkezli
yönetilir olmuştu. Neticede Fransa, gerek eski imtiyazlarını kullanarak gerekse
Almanya’yı demiryolu inşası sırasında özellikle Suriye civarında engelleyerek I.
Dünya Savaşı arifesinde Osmanlı topraklarındaki iktisadi çıkarlarını sağlamlaştırdı.
74 Edward Mead Earle, Turkey, The Great Powers and The Bagdad Railway, The
Macmillan Company, New York, 1924, s. 154
41
2. OSMANLI DEVLETİ’NDE İNGİLTERE VE FRANSA SERMAYESİ
Osmanlı iktisadında görülen yabancı sermaye yatırımları en çok İngiliz,
Fransız ve Alman kaynaklı olmuştur. Bu devletlerin Osmanlı Devleti ile olan iktisadi
ilişkileri de özellikle belirli alanlarda daha güçlü olmuştur.
1914 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na doğrudan yabancı yatırımların
sektörel dağılımı şu şekildedir:75
Pay(yüzde)
Demiryolları 63,1 Bankacılık 12,0 Ticaret 5,8 Endüstri 5,3 Kamu Hizmetleri 5,1 Limanlar 4,3 Madencilik 3,7 Sigorta 0,7
Toplam 100,0
Görüldüğü gibi demiryolları büyük bir farkla birinci sırayı alırken bankacılık,
ticaret ve sanayi onu takip eden sektörler olmuştur. Nitekim demiryolları inşa
faaliyetleri bazında bu sektörlere olan talep incelendiğinde aslında aralarında çok
sıkı bir bağ olduğu ve birbirlerini tetikledikleri görülür. Örneğin Avrupalı devletlerin
bizzat kurmuş olduğu yabancı bankalar sayesinde yabancı sermaye girişi
kolaylaşmıştır. I. Dünya Savaşı öncesi tüm Avrupa sermayesi tarafından Osmanlı
topraklarına yapılan doğrudan yatırımlar 75 milyon İngiliz sterlinine ulaşmıştı.76
75 Pamuk, a.g.e. , s. 88
76 Pamuk, a.g.e. , s. 142
42
Üstelik Düyun-u Umumiye ile Avrupalı devletlerin alacakları garanti altına
alınmış bunun sonucunda da alacaklı devletler Osmanlı Devleti’ndeki iktisadi
faaliyetlerini güven içinde daha da arttırmışlardı. Özellikle demiryolu imtiyazları
sırasında görülen bu durum, Düyun-u Umumiye’nin teminat olarak gösterilen
gelirleri etkin bir şekilde toplaması sonucu imtiyaz taleplerinin daha da artmasına
neden olmuştur.77
İngiltere ve Fransa’nın bankacılık sektöründeki en önemli araçları şüphesiz
Osmanlı Bankası oldu. Osmanlı Devleti’nin Osmanlı Bankası niteliğinde bir
bankaya sahip olma ihtiyacı devletin mali sorunlarından kaynaklandı. Bu mali
sorunlardan en önemlileri istikrarlı bir parasal ortamının olmaması ve devletin artan
gelir ihtiyaçları için iç borçlanmaya giderek Galata bankerlerinden aldığı kısa vadeli
borçların artık ihtiyaçlarını karşılayamamasıydı.78 Bugün bile T.C Merkez
Bankası’nın temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olması, Osmanlı Bankası gibi
bir kuruluşun önemine ve ihtiyacına bir örnektir. Tüm bu sebeplerle 1863 yılında
İngiltere ve Fransa’nın eşit sermayesi ile Osmanlı Bankası kuruldu. Zamanla banka
tahvilatındaki Fransız sermayesi 1885’te %40’dan 1914 yılında %58’e kadar
çıkmıştı.79 Osmanlı Bankası kurulduğu andan itibaren para basma, kısa vadeli borç
verme, iç ve dış borç anapara ve faizlerinin ödenmesi gibi yetkileri eline geçirdi.80
77 İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Timaş Yayınları,
İstanbul, 2008, s. 130
78 Şevket Pamuk, Osmanlı- Türkiye İktisat Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2007, s. 23
79 Donald Blaisdell, a.g.e. , s. 253
80 Pamuk, a.g.e. , s.234
43
Osmanlı Bankası’nın devletin merkez bankası işleviyle bu işlemleri yapması
normalken söz konusu bankanın İngiliz ve Fransız sermayesi ile kurulmuş olması
sıkıntı yaratabilirdi. Nitekim bankanın kurulmasından itibaren Fransız ve İngiliz
sermayesinin önünün açılması garanti altına alındı. Ayrıca banka 1871’de kurulan
Düyun-u Umumiye ile ortak hareket ederek, Osmanlı maliyesindeki bütün söz
hakkını eline geçirdi. Edhem Eldem’in hazırlamış olduğu Osmanlı Bankası Tarihi
adlı son derece ayrıntılı çalışmada bankanın 1908 yılından itibaren yürütmüş olduğu
para politikalarına da yer verilmiştir. Bu dönemden I. Dünya Savaşı’nın başlamasına
kadar Osmanlı Bankası emisyon ile ilgili aktif bir rol üstlenmiştir. Edhem Eldem’in
belirttiğine göre banka, dönemin Maliye nazırı Cavid Bey’in kırsal kesimde kâğıt
para tedavülünün arttırılması hakkındaki düşüncelerinde dolayı Osmanlı Bankası’nın
kırsal kesimdeki şubelerinde de emisyona ağırlık vermiştir.81
İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Bankası sayesinde Osmanlı iktisadında bu
kadar çok güçlenmeleri Berlin merkezli Deutsche Bank’ın etkinliğini arttırması ile
azalmıştır. Bu süreçteki en önemli rekabet, şüphesiz Bağdat Demiryolu yapımında
yaşanmıştır.
İngiltere ve Fransa sermaye yatırımlarının Osmanlı Bankası aracılığıyla
gerçekleşmiş olmasına örnek olarak I. Dünya Savaşından önce Türkiye’nin en
önemli üç limanından ikisi olan İstanbul, Beyrut liman ve rıhtımları, İstanbul su,
tramvay ve elektrik şirketlerinin idare heyetleri Osmanlı Bankası’nın aracılık yaptığı
şirketlerin elindeydi.82 Ticaret ve sanayi alanlarında kurulan küçük çaplı birçok şirket
81 Edhem Eldem, Osmanlı Bankası, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 1999, s.256
82 Blaisdell, a.g.e. , s. 254
44
olmasına rağmen bu şirketlerden, İngiliz sermayeli olanlar genelde İngiltere’nin
çıkar merkezi olan Basra Körfezindeki taşımacılıkla ilgili olanlardır.
İngiltere’nin Osmanlı topraklarına olan ilgisinin asıl amacının Basra Körfezi
ve Mezopotamya olması sonucu İngiliz sermayesi bu bölgede ağırlık kazanmıştır.
Temmuz 1912’de İngiltere’nin Bağdat- Basra demiryolu projesi ile ilgili kontrol
taleplerini geri çekmesi İngiltere’nin Mezopotamya’daki çıkarlarından vazgeçeceği
anlamına gelmemiştir.83
İngiltere’nin bu politikasının sebebi, Almanya’nın
Mezopotamya ve İran’daki petrol imtiyazlarını ele geçirme ihtimalinden duyduğu
rahatsızlıktı. Böyle bir gelişme Hindistan ile olan bağlantının kopması ve bölgedeki
petrol rezervlerinin ele geçirilememesi demekti. Nitekim İngilizlerin Osmanlı
Devleti ile yürüttüğü yoğun müzakereler sonucu bölgede en az %50 hisse talebi
onların lehine olmuş ve 19 Mart 1914’de %50’lik hisse bir İngiliz Şirketi olan
D’arcy’e %25 hisse Deutsche Bank’a ve geri kalan %25’lik hisse ise yine bir İngiliz
şirketi Anglo - Persian Petroleum Şirketi’ne verilerek bölgedeki petrol çalışma
imtiyazlarını içeren anlaşma imzalanmıştır.84
Fransa, gerek 1908 yılından itibaren aldığı gerekse daha eskilerden gelip I.
Dünya Savaşı’na kadar sürdürdüğü imtiyazlarla Osmanlı devletinde çeşitli şirketler
kurmuştu. Bu şirketlerin sektörel dağılımı liman işletmeleri, gaz ve aydınlatma ile
tramvay işletmeleriydi. 1883 yılında Osmanlı Tütün Tekel Şirketi (Société de la
Régie cointéressée des tabacs de l’Empire Ottoman) adıyla kurulan tütün rejisi
Fransız sermayesi ile kurulan en önemli şirketlerden biriydi. Reji İdaresi, Duyûn-u
83 Joseph Heller, British Policy Towards The Ottoman Empire 1908-1914, Frank
Cass Pres. , Londra 1983, s. 90
84 Heller, a.g.e. , s. 92
45
Umûmiye’nin en önemli kuruluşlarından birisiydi; başkan ve başkan yardımcılığına
getirilen kişiler Osmanlı Bankası, demiryolu şirketleri ve yabancı bankalarda hizmet
yapan kişilerdi.85 1880 yılındaki Muharrem Kararnamesine göre, tütün tekelinin
gelirinin görünüşte Duyûn-u Umûmiye’ye ama aslında Düyun- Umumiye tarafından
kurulan Reji Şirketi’ne bırakılması, İdarenin Osmanlı iktisadındaki etkisini
göstermektedir.86 Şirketin 1914 yılında dolan imtiyaz sözleşmesi 1912’de yapılan
görüşmeler sonucu 15 yıl daha uzatılmıştı. Reji’nin dönemin işçi hareketlerine olan
etkisi dikkate alınırsa söz konusu dönem, sosyolojik açıdan incelenmeye değer bir
görünüm arz etmektedir.
İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı iktisadındaki etkisinin Almanya ile
karşılaştırıldığında çok daha eskilere dayandığı ve söz konusu iki devletin kurumsal
açıdan Osmanlı iktisadı ile olan ilişkilerinin birbirine daha sıkı bağlarla bağlı olduğu
görülür. Özellikle İngiltere ile olan çok çeşitli ticari kalemleri ortalama olarak şu
şekilde bir seyir izlemiştir:87
Osmanlı Devleti’nden yapılan İthalat: 1910-1912 1913 (Mark olarak) Arpa 22 200 000 17 880 000 Keçi Kılı 11 640 000 12 820 000 Kuru Üzüm 11 530 000 14 980 000 Yün 5 540 000 5 480 000 Afyon 5 450 000 6 170 000 Yünlü Ürün 5 420 000 4 290 000 Osmanlı Devleti’ne yapılan İhracat: Yünlü Ürün 14 670 000 8 490 000
85 Geyikdağı, a.g.e. , s. 187
86 Blaisdell, a.g.e. , s. 140
87 Karl Hermann Müller, Die Wirtschaftliche Bedeutung der Bagdadbahn: Land
und Leute der Asiatischen Türkei, Bonsen&Maasch Verlag, Hamburg, 1917, s. 59
46
Pamuk İpliği 9 390 000 8 800 000 Kömür ve Kok Kömürü 6 700 000 6 780 000 Makine 6 500 000 6 460 000 Demirden Mamüller 4 580 000 6 200 000
Tablodan da görüleceği gibi Osmanlı Devleti’nin İngiltere’den aldığı mallar
genelde işlenmiş hammaddeler iken İngiltere’ye satılan mallar hammadde ürünleri
ve genelde tarım ürünleri olmuştur. Bu durum İngiltere ve Osmanlı Devleti’nin
sanayileşme düzeylerine açıklanabilir.
Ancak I. Dünya Savaşı arifesinde söz konusu devletlerin Osmanlı Devleti ile
olan ticari hacimlerine bakıldığında Almanya’nın ezici gücü ortaya çıkmaktadır.
Nitekim Osmanlı Devletindeki bu ticaret hacimlerinin değişimi şu şekilde
olmuştur.88
Devletler 1887 % 1910 %
İngiltere 61 35
Fransa 18 11
Almanya 6 21
Alman ticaretinin güçlü rakiplerinin aleyhine olacak şekilde ve çok kısa
sürede olan bu muazzam artışı sadece demiryolları alanında değil ayrıca bankacılık
ve alt yapı çalışmaları gibi sektörlerde de görülmüştür.
Borç veren başlıca üç ülkenin (İngiltere, Fransa, Almanya) Osmanlı devletine
verdikleri borçlar genelde özel teşebbüs şekildeki sermaye yatırımlarına yönelikti.
Özel teşebbüs olarak görülen bu yabancı şirket yatırımları demiryolu, madencilik,
tekel maddelerinin üretim ve dağıtımı gibi konularda yoğunlaşmıştı.89 Bu
sermayenin oransal dağılımı şu şekilde olmuştur.90
88 Ortaylı, a.g.e. ,s. 59
89 Tevfik Çavdar, Osmanlıların Yarı Sömürge Oluşu, Dünya Yayıncılık, İstanbul,
2000, s. 111
47
1914 Yılında Osmanlı İmparatorluğundaki Yabancı Sermayenin
Oransal Dağılımı
Yatırımın Yeri Fransa İngiltere Almanya
Kamu Borcu 60.31 14.36 21.31 Özel Teşebbüs 53.55 13.66 32.77
Toplam 60.08 14.46 24.52
Tablodan da anlaşılacağı gibi Fransa’nın gerek özel teşebbüslerde gerekse
kamu borçları içindeki payı diğer ülkelere nazaran daha fazla olsa da bu dağılım
geçmişten gelen uzun soluklu bir süreç olarak analiz edildiğinde asıl dikkat çekecek
nokta Almanya’nın hissedilir derecedeki artan iktisadi nüfuzudur.
90 Çavdar, a.g.e. , s. 111
48
3. DEMİRYOLU ÇEKİŞMELERİ: İNGİLTERE-ALMANYA-FRANSA
Avrupalı devletlerin Osmanlı devletindeki yabancı sermaye yatırımlarının en
önemlisi şüphesiz demiryolları yapımında kendini göstermiştir. Avrupa’nın ve
Asya’nın 19. yüzyıldaki coğrafi yapısı göz önüne alınırsa demiryolları özellikle söz
konusu dönem için sadece bir ulaşım aracı değildi. Devletler demiryolları sayesinde
askeri yapılarını güçlendiriyor, ticaretlerini geliştiriyor ve bu gelişmeler sonucu
aslında topraklarındaki etki alanlarını sağlamlaştırıyorlardı. Bugün bile Avrupa
devletlerinin birçoğunun ulaşımda demiryolunu tercih etmesi ve muazzam
demiryolu ağlarına sahip olmasının arkasında geçmişten gelen bu bilinç vardır.
Osmanlı iktisadını özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren inceleyen
birçok iktisat tarihçisinin kabul ettiği gibi demiryolları, Osmanlı iktisadında ayrı bir
öneme sahiptir. Osmanlı topraklarındaki demiryolu inşa faaliyetleri incelenirken
aslında bir nevi Osmanlı iktisadındaki yabancı sermaye etkisi, Osmanlı Devleti’nin
askeri hizmetleri, Avrupa’nın Osmanlı topraklarına olan siyasi ve hatta kültürel
nüfuzu gibi konular hakkında da geniş bir bilgi birikimine sahip olunur. Nitekim
gerek Alman gerekse İngiliz tarih yazıcılığına baktığımızda özellikle “Şark
Meselesi” veya “Emperyalizm” konulu çalışmalarda da Osmanlı Devleti’ndeki
demiryolu inşa faaliyetlerine yer verilmiştir.
Osmanlı topraklarındaki demiryolu inşası özellikle 19. yüzyılın son
çeyreğinde başlamış ve değişken bir biçimde genelde İngiltere, Fransa, Almanya ve
kısıtlı da olsa Avusturya ve Rusya’nın etkinlik alanına girmişti. Avrupalıların ve
Türklerin karşılıklı olarak talepte bulundukları demiryolu inşasından iki tarafında
farklı beklentileri oldu. Özellikle Sultan Abdülhamid döneminde inşası hız kazanan
demiryollarını Sultan Abdülhamid’in bu kadar çok istemesinin sebebi askeri ve
49
iktisadi açıdan güçlenme isteği ile ilgiliydi. Osmanlı Devleti’nin merkezi otoritesinin
zayıflaması sonucu çeşitli bölgelerde isyanlar artmış ancak merkezden bu bölgelere
yapılan asker sevkiyatı sıkıntı yaratmıştı. Sultan Abdülhamid, sistemli bir ulaşım
sayesinde Suriye, Mezopotamya, Arabistan ve diğer çevre vilayetlerde artan
isyanları bastırabileceğini, asker sevkiyatının hız kazanacağını ve bütün bu
topraklarda vergi toplamanın kolaylaşacağını düşünüyordu.91 Ayrıca gerek
İstanbul’un gerekse diğer şehirlerin iaşe sorunu vardı. Ülkede yetişen tarım
ürünlerinin buraya gönderilmesi hem çok maliyetli oluyor hem de zaman alıyordu.
Üstelik demiryollarının Avrupa’daki şöhreti de Osmanlı Devleti’nde bir istek
uyandırmıştı. Temelde bu sebeplerden dolayı Sultan Abdülhamid, Avrupalıların
Osmanlı topraklarındaki demiryolu projelerine sıcak baktı. Ayrıca böyle bir
demiryolu projesini gerçekleştirmek için Avrupalı devletlerin yardımına ihtiyacı
olduğunu biliyordu.92 Konuya Avrupalı devletler açısından bakıldığında ise bu
ilgileri ortak paydada birleştiren sebep, kendi aralarındaki rekabet ve fırsatları
kaçırmama hırsı olmuştu.
Osmanlı topraklarındaki demiryolları inşası Avrupa ve Asya’daki inşa
faaliyetleri olarak ikiye ayrılabilir. 1908 öncesi, Osmanlı Devleti’nin Avrupa
topraklarındaki demiryolu faaliyetlerine bakıldığında bu sürecin Kırım Harbi
sonrasına kadar uzandığı görülür. Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarındaki en
önemli demiryolu inşası 1868 ve 1869 yılları arasında Belçikalı bir banker olan
Baron Hirsch’e Rumeli demiryollarının imtiyazının verilmesi ile başladı. Hirsch, bu
91 Earle, a.g.e. , s. 21
92 Michael Fröhlich, Imperialismus Deutsche Kolonial- und Weltpolitik 1880-
1914, Deutscher Taschenbuch Verlag, München, 1994, s. 15
50
hattı 1875 yılında tamamladı. Daha sonra da kurduğu şirket olan Rumeli Demiryolu
Şirketi’ndeki imtiyaz hakkını 1890 yılında Deutsche Bank ve Wiener Bankverein’ın
öncülüğündeki başka bir gruba satmış, alıcı bankalar da 1890’da Zürih’te Şark
Demiryolları Bankasını kurmuşlardı.93 Bu dönemdeki diğer önemli girişimler ise
Deutsche Bank’ın aracılığıyla Alman Alfred von Kaulla’nın 1894’te hizmete açtığı
Selanik-Manastır arasındaki 219 kilometrelik hat ile Fransızların, 1896 yılında
hizmete açtığı 510 kilometre uzunluğundaki İstanbul-Selanik hattı olmuştur.94
1908 sonrası inşa faaliyetleri özellikle Asya topraklarında, Bağdat Demiryolu
ile önem kazanmıştır. Bu çalışmada üzerinde durulması gereken en önemli konu
şüphesiz Bağdat demiryolu hattıdır. Bağdat demiryolu hattı geçmişteki Türk-Alman
ilişkilerinin önemli bir parçasıdır. Öyle ki 1890 sonrası Türk-Alman ilişkileri Bağdat
demiryolu hattı üzerinde durulmadan çalışıldığında eksik kalmış olur. I. Dünya
Savaşı öncesi Osmanlı Devleti’nin iktisadi bilançosuna bakıldığında bu hattın inşası
sadece Türk-Alman ilişkilerini değil aynı zamanda Türklerin Fransa ve İngiltere ile
olan ilişkilerini de derinden etkilemiştir.
İlber Ortaylı’nın Bağdat Demiryolu’na “Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman
Koridoru” şeklinde bir benzetme yapması bu hattın finansal kaynağını özetler
niteliktedir.95 Bağdat’a kadar uzanacak olan demiryolu hattının yapımı 1908 yılından
itibaren hız kazanmış olsa da hattın inşa faaliyetini üstlenen şirketin tarihçesi ve
Almanların demiryolu serüvenleri 19. yüzyılın son çeyreğine kadar uzanmaktadır.
Almanlar, özellikle de Alfred von Kaulla, İngiltere ve Fransa’yı örnek alarak
93 Geyikdağı, a.g.e. , s.133
94 Geyikdağı, a.g.e. , s. 135
95 Ortaylı, a.g.e. , s. 125
51
Osmanlı Devleti’ne olan sermaye yatırımlarını oldukça arttırmıştı. Ancak 19.
yüzyılın son yıllarındaki ticaret paylarına bakıldığında İngiltere ve Fransa’ya göre
hala geriydiler. Ayrıca önemli sermaye yatırımları, ticaret yapma ve demiryolu inşa
etme imtiyazları diğer Avrupalı devletlerin güdümündeydi. İşte tam böyle bir
ortamda Almanlar demiryolu kurma yolundaki hedeflerini Osmanlı Asya’sına doğru
yönlendirdiler. Almanların faaliyet alanı gösterecekleri Osmanlı Asyası, İngiliz
imtiyazların olduğu Ege, Çukurova bölgeleri ile Fransız yatırımlarının olduğu
Marmara Bölgesi dışındaki geniş topraklar; özetle İzmit’in doğusundan başlayıp
Basra’ya kadar uzanan bölgeydi.96 Bağdat Demiryolu süreci de bu bölgede gelişti.
Bu süreçte rol oynayacak olan önemli kuruluşlar ise 1889’da kurulan ve
başkanlığına Otto von Kühlmann’ın getirildiği Osmanlı Anadolu Demiryolu Şirketi
ile bu şirketi mali yönden tamamlayan Georg von Siemens’in -23 Ekim’deki
ölümünden sonra yerine ardılı Dr. Arthur von Gwinner geçmiştir97- önderliğindeki
Deutsche Bank’tı. Von Kühlmann’ın imtiyazları almasını sağladığı Anadolu
Demiryolu Şirketi’nin Osmanlı topraklarındaki faaliyet alanı Bağdat demiryolu
sürecinden daha öncelere dayanıyordu. Şirket, 1890 yılında başladığı faaliyetleri
sonucu 1893 yılında İzmit-Ankara hattını tamamlamış, aynı yıl 384 km.
uzunluğundaki Ankara-Kayseri ve 445 km uzunluğundaki Eskişehir-Konya
imtiyazını da almaya hak kazanmıştır.98
96 Ortaylı, a.g.e. , s. 127
97 Friedrich Heinz Bode, Der Kampf um die Bagdadbahn 1903-1914; Ein Beitrag
zur Geschichte der Deutsch- Englischen Beziehungen, Priebatschs
Buchhandlung,Breslau, 1941, s. 4
98 Hacı Bayram Soy, Almanya’nın Osmanlı Devleti Üzerinde İngiltere ile Nüfuz
52
Almanya Anadolu’daki demiryolu yapımlarını çok hızlı bir şekilde
tamamlıyordu. İnşa edilen bu demiryolları Alman sermayesinin Osmanlı
iktisadındaki somut örneklerinden biriydi. Nitekim demiryolları sistemi Alman
demiryolu dehaları tarafından şekilleniyor, Alman mühendisler, Alman işçilerinin
Alman fabrikalarında işledikleri inşa malzemelerini kullanıyor, imtiyazlar Alman
bankaları ve Alman yöneticileri tarafından alınıyordu.99
Almanların Sultan Abdülhamid’den aldıkları imtiyazlar sonucu Konya’ya
kadar süratle ilerlemeleri ve Sultan Abdülhamid’in bu işbirliğinden memnun olması
sonucu Konya-Bağdat-Basra Körfezi hattının yapımı gündeme geldi.
Sultan Abdülhamid neden Almanya’yı seçmişti sorusunun cevabı aslında
yine İngiltere ve Fransa kaynaklıdır; Sultan Abdülhamid’e göre İngiliz ve Fransız
firmalarının söz konusu projeye sıcak bakmalarının sebebi politik çıkarlarını
gerçekleştirmek iken Almanya’nın böyle bir nüfuz kullanma niyeti yoktu. Çünkü
Almanya yükselmeye çalışan bir güçtü ve kendi emniyetini korumak Almanya için
daha önemliydi.100 Anadolu Demiryolu Şirketi’nin tüm çabaları sonucunda Sultan
Abdülhamid, 27 Kasım 1899’da söz konusu hattın tüm inşa imtiyazını Deutsche
Bank’a ve Anadolu Demiryolu Şirketi’ne vereceğini açıkladı.101 Proje için 15 milyon
frank sermaye ile kurulan yeni şirketin adı Bağdat Demiryolu Kumpanyası idi ve
Mücadelesi 1890-1914, Phoenix Yayınevi, Ankara, 2004, s. 196
99 Earle, a.g.e., s. 35
100 Hermann Schmidt, Das Eisenbahnwesen in der Asiatischen Türkei, Franz
Siemenroth Verlag, Berlin, 1914, s. 6; Bode, a.g.e. , s. 2
101 Earle, a.g.e. , s. 61
53
şirketin hisselerinin %10’u Anadolu Demiryolları Kumpanyasına aitti.102 Bu yeni
şirketin kurulma sebebi Anadolu Demiryolu Şirketi’nin söz konusu demiryolu
inşasının finansal risklerini yalnız üstlenmek istememesiydi.103 Nitekim Bağdat
Demiryolu Şirketi öncelikle İngiltere ile anlaşmaya çalışmış ancak bu mümkün
olmayınca %40’ar hisseyi Alman ve Fransızlara ve geri kalanı Osmanlı Hükümeti ve
Anadolu Demiryolu Şirketi’ne vererek faaliyetine başlamıştır.104
İmtiyaz tarihinden itibaren bu projede rol oynayacak önemli bir isim de Karl
Helfferich oldu. Helfferich, üniversitedeki profesörlük kariyerinden (Para politikası)
sonra Alman Dış İşleri Bakanlığı’nın ekonomi bölümünde görev aldı. Von Gwinner
ile olan tanışmasından sonra Anadolu Demiryolları Şirketi’nin idaresine getirildi.105
Helfferich’in bu konuda yaptığı atılımlar ve diğer Avrupalı devletler ile olan
görüşmeleri Bağdat demiryolu projesi tarihinde önemli bir yer tutar.
1903’te imzalanan antlaşma için Alman Dışişleri Sekreteri Baron von Schön
antlaşmanın Almanya ve Türkiye arasında değil; Osmanlı Hükümeti ve Anadolu
Demiryolu Şirketi arasında imzalandığını söylemiştir.106 Bu ifade, Osmanlı
devletindeki emperyalist kurumların ne kadar güçlü olduğunun bir göstergesidir.
102 Ortaylı, a.g.e. , s. 146
103 Schmidt, a.g.e. , s. 11
104 Schmidt, a.g.e. , s. 12
105 Manfred Pohl, “Extracts from a Diary Kept During his Stay in Turkey, 1906-
1908”, Studies on Economic and Monetary Problems and on Banking History,
No.1-22, Yay. Haz. Manfred Pohl, Hase&Köhler Verlag, Mainz, 1988, s. 585
106 Earle, a.g.e. , s. 120
54
Nihai anlaşmanın 5 Mart 1903’te imzalanması ile Almanya ayrıca demiryolu
inşa hattının her iki tarafında yirmişer kilometrelik bir alanda maden ocağı işletme
imtiyazlarını da almıştı.107 Üstelik demiryolu inşaatı ile ilgili bütün malzemeler
gümrükten muaf tutulmuştu.108
Almanya’nın almaya hak kazandığı Bağdat demiryolu imtiyazı ilerleyen
yıllarda İngiltere ve Fransa tarafından şiddetli itirazlara neden oldu. İngiltere ve
Fransa aslında Almanya’dan çok önce birçok demiryolu imtiyazına sahip olmuşlardı
ancak Bağdat demiryolu sadece bir demiryolu imtiyazı değildi. Nitekim uzandığı
coğrafi alan İngiltere ve Fransa’nın ticaret yollarına karşı bir tehdit unsuru
oluşturabilirdi. Proje, Fransızların Suriye’deki, İngilizlerin Mısır ve
Mezopotamya’daki - özellikle Basra Körfezi109 - çıkarlarını tehdit edebilirdi.110
Bağdat demiryolu projesinin yapımını üstlenen Almanya’dan sonra söz
konusu çıkarlar nedeniyle bu projeye ortak olmak isteyen en hırslı devlet İngiltere
olmuştu. Bu sebeple proje etrafında dönen politik oyunları İngiltere üzerinden analiz
etmek, konunun anlaşılması açısından daha önemli olacaktır. Nitekim İngiltere ve
Almanya bu süreç içerisinde birbirinden çok farklı nedenlerle bazen uzlaşmaya
çalışmış bazen de çatışmışlardı. Bu çıkarlara İngiltere açısından bakıldığında,
İngiltere’nin politikasının 1903 Alman-Türk imtiyaz anlaşmasından sonra
107 Charles Morawitz, Die Türkei im Spiegel ihrer Finanzen, Fransızcadan Çev.
Georg Schweitzer, Carl Heymanns Verlag, Berlin, 1903, s. 460
108 Soy, a.g.e. , s. 214
109 Heller, a.g.e. s. 60
110 Harry N. Howard, The Partition of Turkey- A Diplomatic History 1913-1923,
University of Oklahoma Press, New York, 1966, s. 48
55
Almanya’yı kendi sömürge yollarından uzak tutmak olduğu gözlemlenebilir. Bağdat
Demiryolu, İngiltere’nin emperyalizmin şahdamarı olan Hindistan yolunu tehdit
ediyordu.111
Bu sebeple hattın Basra Körfezi’ne kadar uzatılması Hindistan yolunda
Alman egemenliği demekti. İşte bu sebeplerle İngiltere, özellikle de Basra körfezi ile
Bağdat arasında (Bağdat-Basra demiryolu) ve Mezopotamya alanında bu projeye
ortak olmak istedi. Nitekim İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Asya’sındaki demiryolu
çalışmaları da genelde bu amaçla yani kendi sömürü çıkarlarını korumak adına
olmuştu. Bu yoruma uygun olarak Karl Hellferich, İngiltere’nin amacının “Sömürge
demiryolları [Ausbeutungsbahnen]” inşa etmek olduğunu yazmıştı.112
Almanya’nın proje konusundaki mali sıkıntıları Almanya’daki finans
çevrelerini düşündürüyordu. Almanya, bu kadar geniş çaplı bir projenin altından
kalkamayacağını düşünüyordu. Özellikle başta von Siemens olmak üzere
Almanya’nın proje yapımı sırasında uluslararası bir ortak araması onu önce Fransa
daha sonra İngiltere ile uzlaşmaya itti. Siemens’in ortak bulma arayışları O’nun
Bieberstein ile anlaşmazlığa düşmesine bile neden oldu.113 Nitekim Bieberstein,
demiryolu projesinin sırf Alman sermayeli olmasını istiyordu. Ancak bu diplomatik
sorunlara rağmen Almanya’nın bu sebepten kaynaklanan uluslararası ortak bulma
arayışları 1910 yılına kadar sürdü.114
111 Bode, a.g.e. , s.11
112 Karl Hellferich, Die Deutsche Türkenpolitik, Vossische Buchhandlung Verlag,
Berlin, 1921, s.12
113Wolfgang J. Mommsen, Grossmachtstellung und Weltpolitik: Die Ausenpolitik
des Deutsches Reiches 1870 bis 1914, Ullstein Verlag, Berlin, 1993,s. 193
114 Bode, a.g.e. , s.13
56
Hacı Bayram Soy, İngiltere’nin Almanya ile Bağdat demiryolu üzerindeki
nüfuz mücadelesini 3 döneme ayırmaktadır: İlk dönemde (1888-1903), İngiltere
Alman demiryolları teşebbüslerine karşı çıkmamış, hatta bölgede Fransa ve
Rusya’ya karşı denge unsuru olarak görmüş ve İngiliz sermayedarlarının da projeye
katılmalarına sıcak bakmıştır. İkinci dönemde (1903-1911) ise, Alman
demiryollarının İngiliz çıkarlarını tehdit edeceği düşüncesiyle, mümkün olan her
yolla bu projeyi engellenmeye çalışılmıştır. Üçüncü dönemde de (1911-1914)
Almanların Potsdam’da Ruslarla anlaşma yaparak Üçlü İtilaf bloğunda Bağdat
demiryolu ile ilgili bir gedik açmaları neticesinde, tekrar görüşmeler başlamış ve
nihayet anlaşma imzalanmıştır.115
Söz konusu ikinci dönemde yaşanan en önemli olay şüphesiz 1908 Genç
Türk devrimi olmuştur. Devrime dış politika açısından bakıldığında 19 Temmuz
1908’de İngiltere ve Rusya’nın Reval’daki görüşmeleri devrime dolaylı da olsa bir
etki yapmıştı.116 Bu görüşmenin de etkisinden dolayı Avrupalı büyük güçlerin
politik oyunları sonucu imzalanan demiryolu anlaşmaları da Genç Türkleri tıpkı
Reval’daki görüşmeler gibi etkilemişti. Bu sebeple 1908’den itibaren demiryolu
konusu Sultan Abdülhamid’in tekelinden çıkıp, İttihat Terakki Cemiyeti’nin
politikalarına göre şekillenmişti. Nitekim 1908 devrimi ile beraber meclis açılmış ve
başta Almanlarınki olmak üzere imtiyaz anlaşmaları mecliste şiddetle tartışılır
olmuştu. Almanya’nın Osmanlı devlet adamları arasında yayılan kötü ünü özellikle
ittihatçılar arasında Almanlara verilen imtiyazları eleştirenlerin sayısını arttırdı.
Ayrıca 1903 yılında imzalanan imtiyaz anlaşmasının sadece elli kopyasının basılıp
115 Soy, a.g.e. , s. 240
116 Helfferich, a.g.e. , s. 21
57
halk tarafından içeriğinin öğrenilememesiydi.117 Bu sebeplerin yanında ayrıca
Almanya’nın dış politikada özellikle Bosna’nın ilhakı sırasında sergilediği tutum da
Almanya aleyhtarlığını arttırmıştı.
İttihatçıların ileri gelenlerinden ve aynı zamanda Bağdat mebusu olan
İsmail Hakkı Bey, mecliste Hariciye ve Nafıa nazırları ile tartışılmak üzere bir sözlü
soru önergesi hazırlamış söz konusu önerge 27 Şubat 1909 tarihli meclis
toplantısında tartışılmıştı.118 İsmail Hakkı Bey, hazırladığı önergede imtiyaz
anlaşmasının Osmanlı Devleti’ne olan mali külfetinden, söz konusu imtiyaz
anlaşmasını fırsat bilerek Avrupalı devletlerin siyasi oyunlarına alet olunduğundan
dem vuruyordu. Özellikle Nafıa nazırı Noradunghian Efendi İsmail Hakkı Bey’in
eleştirilerine şiddetle karşı çıkıyor soru önergesine verdiği cevaplarla hükümeti
savunuyordu. Cavid Bey ve onun gibi düşünen diğer meclis üyeleri ise asıl sorunun
hattın mali boyutu olduğunu dile getiriyordu. Bu sorunlar temelde şunlardı: Bağdat
demiryolu km garantisinden dolayı pahalıya mal oluyordu, Osmanlı Devleti hattın
yapımı için borçlanmak zorunda kalıyordu, Bağdat demiryolu şirketi bu projeden
gerek inşaat şirketi olması dolayısıyla Osmanlı tahvillerinde söz sahibi oluyor
gerekse demiryolunun işletmeciliğini de üstlendiğinden karı ciddi boyutlara
ulaşıyordu.119 Ancak İsmail Hakkı Bey ve Cavid Bey gibi konu hakkında ayrıntılı
bilgi sahibi olan devlet adamları Bağdat demiryolunun önemini de
117 Earle, a.g.e, s. 219
118 Gündüz Ökçün, “Osmanlı Meclis-i Mebusanında Bağdat Demiryolu Üzerine
Yapılan Tartışmalar”, AÜSBF Dergisi, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, c. 25, no.2,
s. 20
119 Ökçün, a.g.m. , s. 37
58
vurgulamışlardı.120 Bu sebeple onlara göre imtiyaz anlaşmalarında bazı değişiklikler
yapılarak hattın inşasının devamı desteklenebilirdi.121 İlerleyen dönemlerde varılan
bu görüş birliğinin de pekişmesi ile üstelik Almanya ile olan ilişkilerin tekrar
dostluğa dönüşmeye başlamasıyla hattın faaliyetine devam edilmişti. Özellikle 1910
yılından itibaren Alman prestiji Yakın Doğu’da artmış ve 1911 baharında
Türkiye’deki Alman nüfuzu eski gücüne yeniden kavuşmuştu.122
1910 yılından itibaren Avrupalı güçlerin kendi aralarında yapmış olduğu
anlaşmalar ile Bağdat demiryolu sorunu da giderek çözüme kavuşmaya başlamıştır.
Örneğin, Almanya ve Rusya arasındaki 1910 sonbaharında vuku bulan “Potsdam
Görüşmeleri” bunlardan biridir. Antlaşma maddeleri Bağdat demiryolu imtiyaz
rekabetinde önemli bir dönüm noktası olmuştu. Almanya, Kuzey Basra’da her türlü
demiryolu ve diğer ulaşım faaliyetlerinden vazgeçerek bölgedeki Rus politikalarını
kabul etmiş buna karşılık Rusya da Almanların Bağdat projesi için hiçbir güçlük
çıkarmayacağını onaylamıştı.123 Almanya daha sonra Fransa ile anlaştı. Bu
anlaşmaya göre Kuzey Anadolu ve Suriye Fransız nüfuzuna terk edilecek, Deutsche
Bank ve Osmanlı Bankası yatırım yaparken birbirlerinin nüfuz sahalarına
girmeyeceklerdi.124
Almanya’yı en çok uğraştıran devlet olan İngiltere ile uzlaşma görüşmeleri
ise I. Dünya Savaşı arifesinde 15 Şubat 1914’te imzalanan anlaşma ile nihayete
120 Ökçün, a.g.m. , s. 34
121 Ökçün, a.g.m. , s. 56
122 Earle, a.g.e. , s. 222
123 Helfferich, a.g.e. , s. 24
124 Ortaylı, a.g.e. , s. 163
59
ermişti.125 İngiliz-Alman-Türk görüşmelerinin kesin sonucu İngilizlerin Basra
Körfezindeki hâkimiyetini ve Mezopotamya’daki nüfuz genişliğini tanınması
oldu.126
Almanya’nın Osmanlı iktisadı üzerindeki en büyük etkilerinin görüldüğü
demiryolu projesi Almanya için neden bu kadar önemliydi? Almanya’yı Avrupalı
sömürge devletlerinden ayıran nokta Almanya’nın bu imtiyazı siyasi değil sadece
iktisadi açıdan istiyor olması mıydı? Helfferich’e göre Osmanlı topraklarındaki
Alman demiryolları “Gelişim demiryolları [Entwicklungsbahnen]” idi.127 Georg von
Siemens de Almanya’nın Asya kıtasındaki ticari girişimlerini sadece iktisadi olarak
değerlendirmiş, hiçbir siyasi amaç gütmemiştir.128 Von Siemens’in bu görüşü
iktisadın ve siyasetin o dönemde öyle bir ortam içinde bile ayrı ayrı ele
alınabileceğini kanıtlar niteliktedir. Ancak şu da bir gerçektir ki Bekir Sıtkı
Baykal’ın belirttiği gibi bu olayların vuku bulduğu dönem kapitalizmin ve
emperyalizmin dönemiydi o yüzden kim kendi iktisadını yabancı bir gücün eline
bırakırsa siyasi kaderini de otomatik olarak ona devretmiş olurdu.129 Bu sebeple I.
Dünya Savaşı arifesinde yaşanan Bağdat demiryolu sorunu Avrupalı büyük güçlerin
Osmanlı Devleti üzerindeki siyasi emellerinin en belirgin örneklerinden biri
olmuştur.
125 Helfferich, a.g.e. , s. 26
126 Helfferich, a.g.e. , s. 27
127 Helfferich, a.g.e. , s. 12
128 Bekir Sıtkı Baykal, Das Bagdad-Bahn Problem 1890-1903, Rudolf Goldschagg
Druck, Freiburg, 1935, s. 164
129 Baykal, a.g.e. , s, 169
60
Gelişimi çok eskilere dayanan bu demiryolu projesi incelenirken
paralelinde aslında Osmanlı Devleti’nin hem iç hem de dış siyasi ve iktisadi
görünümü ve Avrupalı devletlerin çıkar dayanışması doğrultusunda şekillenen
kutuplaşmalar da incelenmiş olur.
61
III. BÖLÜM
1908-1914 TÜRK-ALMAN İKTİSADİ İLİŞKİLERİ
1.TÜRK- ALMAN YAKINLAŞMASININ TEMEL ETKENLERİ
1871 yılında Bismarck’ın önderliğinde Almanya kendi ulusal birliğini
Danimarka, Avusturya ve Fransa gibi devletlerle yaptığı savaşlarla sağladı. Bu
savaşlar dolayısıyla Almanya’nın bundan sonraki politikası topraklarını elinde
tutabilmek için barışçı bir politika olmalıydı. Bu yüzden 1871 tarihten itibaren
Bismarck, Almanya’nın kaderinde çok etkin bir rol oynadı. Hatta denilebilir ki
Almanya devletinin temelleri Bismarck ile belirlenmiştir. Bugün Bismarck’ın
Almanya’da eleştirilmesinin sebebi belki de onun fazla koruyucu bir tutum
sergilemesidir. Nitekim Bismarck, savaşılarak kurulan bu birliğin Avrupa’da diğer
devletler tarafından tepki çekeceğini biliyordu. Bunun için belki de öncelikle
devletin iç dinamiklerini geliştirmeye çalışmış, Avrupa’da veya dünyada yaşanan
gelişmelere müdahaleci bir tutum izlemekten kaçınmıştır. Ancak bu O’nun pasif bir
politika izlediği anlamına da gelmez. Nitekim O’nun dış politikada Avrupa’daki
diğer devletlerle yaptığı ittifak anlaşmaları bunun bir göstergesidir.
Bismarck “Şark meselesi” ile direkt olarak ilgilenmekten kaçınmıştır. Bunu
doğrulayan olay ise Bismarck’ın 5 Aralık 1876 yılında Alman meclisinde, Şark
meselesi ile ilgili sorunlarla ilgili kurduğu şu cümledir: “Almanya’nın bütününü
ilgilendirmeyen bir sorun için bir tek Pomeranyalı askeri bile harcamaya
değmez.”130 Bismarck’ın amacı böyle bir sorun için Avrupa’nın ve Rusya’nın
düşmanlığını üstüne çekmemekti. Ancak burada şu noktayı da belirtmekte fayda var
130 Gregor Schöllgen, Die Macht in der Mitte Europas, Verlag C.H.Beck
München, 1992, s. 32
62
ki o da Almanya’nın Afrika’da aslında bir koloni arayışına girdiğidir. 1884 ve 1885
yılları arasında Almanlar Kuzeydoğu Afrika, Togo, Kamerun ve çeşitli Pasifik
adalarında görünmüşlerdir. Ancak Bismarck bu alanları hiçbir zaman askeri üs
olarak görmedi. Ona göre buralar sadece Alman tacirleri içindi ve buraların idari
masrafları da yine onlar tarafından karşılanacaktı.131
II. Wilhelm’in 1888 yılında Alman tahtına geçmesiyle Bismarck’ın siyasi
faaliyetleri 1890 yılına kadar sadece iki yıl uygulama alanı bulabilmiştir. II. Wilhelm
tahta geçişinden itibaren Bismarck’ın dengeci ve uyumlu dış politikasına zıt giden
bir politika izledi. Bunun sebebi belki de Wilhelm’in Bismarck’ın sarsılmaz
otoritesini hazmedememesi veya Wilhelm’in sağlık sorunlarının yarattığı ruhsal
sıkıntılardı. Nitekim bundan sonra II. Wilhelm ile çatışan Bismarck, 1890 yılında
görevinden istifa etmiştir.
Zamanla Almanya’nın dış politikadaki emperyal hırsı doruk noktasına ulaştı
ve Bismarck’ın yürüttüğü denge politikasından eser kalmadı.
II. Wilhelm ve 1900 yılında şansölye olarak göreve gelen Bernhard von
Bülow ile Almanya’nın İslam dünyasına karşı izlediği politika da belirli oranda
değişmiştir. Almanya artık Bismarck’ın dış politikasından sonra Bülow’un
“Weltpolitik”132 amaçlı politikasıyla dünya sahnesine çıktı. Bülow’un bundan
sonraki politikasını belirleyen en önemli ipucu “Almanya kimseyi gölgeye itmek
istemiyor ancak güneşteki yerini de almaya kararlıdır.”133 cümlesi olmuştur.
131 William Carr, A History of Germany 1815-1945, Edward Arnold Publishers,
London, 1969, s. 178
132 Schöllgen, a.g.e. , s. 56
133 Fröhlich, a.g.e. s. 75
63
Bu dönem itibariyle Almanya’nın koloni kazanma çalışmaları onu önce
denizaşırı ülkelere yönlendirdi. Nitekim Çin ile olan askeri alandaki ilişkilerini
güçlendirme düşüncesi bunun bir örneğidir. Ancak Almanya Pasifik okyanusuna
çıkaracağı bir donanması olmadığını biliyordu. Bu durum onu diğer ülkeler
açısından dezavantajlı bir duruma itiyordu. Bu dezavantaj aslında Almanya’nın
donanmaya sahip olma isteğiyle beraber onun sanayisini de geliştirmesine önemli
katkılar sağlayacaktı. Almanya demir ve çelik sanayileri yanında Bayer, AEG,
Siemens gibi firmalar sayesinde dünyada egemen olma yolundaydı.134
Almanya’nın Yakın Doğu’ya yönelik bir politika izlemesi sonucu Almanya
şansını İran’da ve daha sonra da Osmanlı devletinde arayacaktı ki bu devletle
gerçekleştirdiği birliktelik iki devletin I. Dünya Savaşı’nda aynı tarafta olmaları
sonucunu getirecektir.
Almanya’nın Osmanlı Devleti ile olan yakınlaşmasının etkisi özellikle askeri
ve iktisadi alanlarda görüldü. Nitekim Almanlara göre Türkiye büyük ve gelecek
vaat eden bir pazardı ve Almanya burada birinci planda olabilecek şansı elde
edebilirdi.135
Aslında Sultan Abdülhamid ve II. Wilhelm zamanından beri güçlenen bu
birliktelik kültür, eğitim, sağlık gibi alanlarda da derin etkiler bırakmıştı. İki devleti
bu derece yakınlaştıran etmenler, temel olarak yukarıda da bahsedildiği gibi
134 Ulrich Trumpener, “Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı
İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Haz. Marian Kent, Çev. Ahmet
Fehmi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, s. 129
135 Davis Trietsch, Deutschland und der Islam: Eine Weltpolitische Studie, Orient
Verlag, Berlin, Tarihsiz, s. 46
64
Almanya’nın Avrupa’daki diğer ülkelere nazaran koloni kazanma çalışmalarına geç
girişmiş olması ve Sultan Abdülhamid yönetimindeki Osmanlı Devleti’nin II.
Meşrutiyet’in ilanından itibaren yaşadığı gelişmelerdir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin
iktisadi bunalımları sonucu borç arayışları, Sultan Abdülhamid’in İngiltere ve
Fransa’nın politik oyunlarından kuşkulanıp Almanya’yı daha güvenilir bulması gibi
nedenler etkili olmuştur.
Bundan sonraki gelişmelerle artık Almanya’nın Osmanlı topraklarında
yayılma süreci tam olarak başladı. Bu birlikteliğin ana temasını ise şüphesiz
Almanya’nın iktisadi hedefleri oluşturur ki buna verilebilecek en belirgin örnek
Bağdat Demiryolu Projesidir.
65
2. ALMAN İKTİSADİ GÜCÜNÜN GELİŞİMİ VE DIŞA YAYILMASI
Almanya, kısa süre içinde Osmanlı Devleti’nde nasıl bu kadar güçlendi
sorusunun cevabını araştırmak başta Almanya olmak üzere Avrupalı devletlerin
birbirleri arasında geçen rekabetini anlamak açısından önemlidir. Bu amaçla bu
bölümde daha çok Alman iktisat tarihinin dışa yayılma süreci üzerinde durulacaktır.
Paul Erker’e göre Kayzer İmparatorluğu sürecinde Alman iktisat tarihi üç
temel soru etrafında gelişti: Bunlardan birincisi Almanya’nın sınai bir güç olarak
ortaya çıkışı ile Fransa ve -birkaç alanda da olsa- İngiltere’yi geride bırakmasının
nedenleri ve bu sürecin işleyişi, ikincisi iktisat sistemlerinde görülen ve yeni bir
değişim olan teşkilatlanmış kapitalizmin (Organisierten Kapitalismus) nasıl bir
değişim olduğu ile ve son olarak üçüncüsü söz konusu bu sanayileşmenin sosyal
maliyetinin ne olduğudur?136 Bu sorular doğrultusunda bir kronoloji yapıldığında
Almanya’nın önce kendi iç dinamiklerini geliştirdiği daha sonra kıta dışına açılan bir
iktisat politikası izlediği sonucu ortaya çıkar. Bu gelişime paralel olarak da kendi
içinde birtakım sosyal güvenlik önlemleri veya birtakım “müdahaleler” ile halkı bu
doğrultuda yönlendirmeye çalışmıştır. Almanların dışa yayılma noktasında bu
politikasına örnek olarak önce kendi topraklarını demiryolu ağları ile örmesi daha
sonra ise Bağdat demiryolu yapımı projesini gündeme taşıması verilebilir.
Aslında Alman siyasi birliğinin sağlandığı ilk yıllarda bile Almanya güçlü bir
devletti. Bir devleti güçlü yapabilecek askeri güç ve iktisadi potansiyelin yanında
geniş bir egemenlik alanı ile jeostratejik konum gibi apaçık belli olan nitelikler
136 Paul Erker, Dampflok, Daımler, Dax: Die Deutsche Wirtschaft im 19. und 20.
Jahrhundert, Deutsche Verlags-Anstalt, München, Stuttgart, 2001, s. 81
66
Almanya’da mevcuttu.137 Artık yapılması gereken bu gücü etkin bir şekilde
kullanmaktı. Takip edilecek olan politika ise Bülow’un tanımladığı “Weltpolitik”
idi. Almanlar bu politikayı kendileri için mantıklı bir tutarlılık ve aynı zamanda da
emperyalizm çağında güçlü diğer ulus devletler ile karşılaştırıldığında ise bir hak
eşitliği olarak görüyorlardı.138
Söz konusu dönem kapitalizmin sınır tanımayan bir dönemiydi ve Almanya
da bu hızlı gelişimden etkilendi. Georg W.F. Hallgarten’a göre ise bahsi geçen
dönem “Klasik Emperyalizm” idi. Hallgarten’a göre Klasik emperyalizm, beyaz
ırkın -özellikle iktisadi açıdan- yayılması ve I. Dünya Savaşı öncesi kapitalist
sisteme geçişe bir hazırlık demektir.139 Almanya da bu oluşumda çok kısa bir süre
içinde yerini aldı. Nitekim Almanya’nın iktisadi alanda kısa sürede kat ettiği başarı
muazzamdı. Bu başarının ardında ise şüphesiz bugün de izlenebilen Alman idealizmi
yatmaktadır.
Gelişmekte olan her ülkede görüldüğü gibi Almanya’da da sanayileşme,
nüfus artışı ile beraber hız kazandı. Nüfus artışı şu şekilde bir gelişme gösterdi: 1870
yılında 40. 9 milyon, 1880 yılında 45. 3 milyon, 1890 yılında 49. 5 milyon, 1910
137 Gregor Schöllgen, “Deutsche Aussenpolitik im Zeitalter des Imperialismus: Ein
Teufelkreis?”, Flucht in den Krieg?, Yay. Haz. Gregor Schöllgen,
Wissentschagtliche Buchgesellschaft, Darmstadt, 1991, s. 170
138 Schöllgen, a.g.e. s. 174
139 Georg W.F. Hallgarten, “Vom Imperialismus zum Wettkampf der Überstaaten”
Das Schicksal des Imperialismus im 20. Jahrhundert, Europäische Verlaganstalt,
Frankfurt am Main, 1969, s. 137
67
yılında 65 milyon ve 1914 yılında ise 67. 8 milyon.140 Yaşanan bu nüfus
patlamasının taleplerini karşılamak için iktisadi gelişim de buna uygun olarak
artmalıydı. Üstelik sırf sanayi değil aynı zamanda tarım da artan Alman nüfusunu
doyurmak için gelişiyordu. Almanya’nın sınaî kalkınmaya önem vermiş olması
tarımın durağan bir sektör olmuş olduğu anlamına gelmez. Nitekim Almanya’nın
birleşmeden önce bir tarım ülkesi olması ve tarımdaki makineleşmenin artmış
olmasının da bu gelişimde payı vardır. Alman nüfusun artması tarımsal ürünlerin
ithalatının ihracata oranla daha hızlı artmasına neden oldu.141
Söz konusu emperyalizm döneminde önce kömür ve demirin kullanımı daha
sonra ise elektrik, çelik ve kimyadaki ilerleme sayesinde Almanya bir tarım
ülkesiyken sanayi ülkesine dönüştü.142 Kısa sürede sağlanan bu artış şüphesiz etkin
bir iktisat politikası ile açıklanabilir. Elektrikte (akım, telefon, elektromotor)
kullanılan yeni teknolojiler iktisatta etkili bir değişim yarattı. 1885 yılında 40.112
140 Hajo Holborn, A History of Modern Germany: 1840- 1945, Eyre &
Spottiswoode, London, 1969, s. 367
141 Ulrich Wengenroth, “Deutsche Wirtschaft- und Technikgeschichte im 19. und 20.
Jahrhundert”, Deutsche Geschichte: von den Anfängen bis zur
Wiedervereinigung, Yay. Haz. Martin Vogt, J.B. Metzlersche Verlag, Stuttgart,
1991, s. 310; Gustav Stolper, Deutsche Wirtschaft seit 1870, J.C.B. Mohr,
Tübingen, 1966, s. 24
142 Werner Conze, “In der Epoche des Imperialismus” Deutsche Geschichte:
Epochen und Daten, Yay. Haz. Werner Conze, Volker Hentschel, Verlag Ploetz,
Freiburg, 1991, s. 225
68
bin km olan iletişim ağı hatları 1913 yılında 5,5 milyon km’ye çıktı.143 Bugün
Avrupa’nın en büyük şirketlerinden olan Siemens’in bu noktadaki başarısında
Siemens’in 1871 yılından itibaren yürüttüğü hızlı gelişimi vardır. 1903 yılında
Siemens ve AEG’nin ortaklaşa kurduğu Telefunken şirketi ve 1919 yılında kurulan
Osram ile I. Dünya Savaşı öncesi Alman elektrikli ürünlerin %75’ini üretiyorlardı.144
Etkin bir iktisat politikası sayesinde Almanya’nın gelişim gösterdiği
alanlardan en önemlilerinden biri ağır sanayi oldu. Ağır sanayinin gelişmesi sonucu
ilk olarak Alman demiryolu inşa faaliyetleri 1870- 1912 yılları arasında 18650
km’den 60521 km’ye, ikinci olarak ticaret filosu 1871- 1913 yılları
karşılaştırıldığında 147 gemiden 2098 gemiye ve üçüncü olarak makine
sanayisindeki çalışan sayısı 1882 yılında 356000’den 1907 yılında 1112000’e
çıktı.145
Almanların en önemli iktisatçılarından olan ve düşünceleri ile gerek
Almanya’nın gerekse diğer devletlerin iktisadi doktrinlerinin oluşmasına ön ayak
olan Friedrich List’in de çok önceden belirttiği gibi demiryolları bu noktada
önemliydi.146 List’e göre demiryolları inşası ve Alman şehirleri arasındaki gümrük
duvarlarının kaldırılması ile Alman ekonomik birleşmesi sağlanabilirdi.147
143 Erker, a.g.e , s. 97
144 Erker, a.g.e. s. 97
145 Stolper, a.g.e. , s. 29
146 Walter Braeuer, “Friedrich List”, Neue Deutsche Biographie,
Duncker&Humblot Verlag, Berlin, 1985, c.14, s. 697
147 Braeuer, a.g.e. , s. 697
69
Ayrıca ulaşım konusunda Almanya İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve
İtalya gibi ülkelerle karşılaştırıldığında denizlerden yararlanamazdı ki Almanya bu
sebeple ucuz bir ulaşım aracı olan demiryollarına yöneldi.148
Almanya’nın iktisat politikalarından olan diğer bir önemli politika da
koruyucu gümrük [Schutzzolle] politikası oldu. Bu politika sayesinde sadece sanayi
değil aynı zamanda tarım da korundu.149 Almanya bu sayede yurtdışı pazarlara
açılmadan önce kendi dinamiklerini yarattı. Bu sayede yerli üretici korundu, dış
pazarlarla rekabet edilebilindi.
Yürütülen iktisat politikasının başarısı bazı alanlardaki sayısal veriler
sayesinde de izlenebilir:150
Alman halkının satın alma gücünün geliştiğini gösteren tasarruf sandıkları ve
kredi bankalarının sermaye payları:
Yıllar Tasarruf Kredi
(Milyar Mark olarak)
1881 2790 320 1893 5898 443 1907 13920 2660 1911 17900 4042 1913 19689 1912: 4448
Diğer bir önemli ölçüt ise şirketlerin sermaye artışlarıdır:
148 Ortaylı, a.g.e. , s. 35
149 Albert Arnstadt, Der Weltkrieg und die Deutsche Volkswirtschaft,
Wendt&Klauwell, Langensalza, 1916, s. 9
150 Arnstadt, a.g.e. , s. 14
70
Yıllar Anonim Şirketler Limited Şirketler
(Milyar Mark)
1887 4876 1908 15324 1909: 3611 1913 19036 1912: 4498
Yukarıdaki veriler bir ülkenin iktisadi gelişiminin izlenebildiği alanlardır.
Almanya’nın gelişimi çeşitli yıllar baz alınarak izlendiğinde bu gelişimin istikrarlı
bir şekilde ve tek bir alanda değil, iktisadi gelişimin tutarlı bir göstergesi olarak
birkaç alanda birden yaşandığını gösterir.
Anonim şirket olarak kurulan şirket sayısındaki artış özellikle 1887’den
1908’e kadar olan süreç içerisinde kayda değerdir. Nitekim aile şirketlerinin yerini
anonim şirket olarak kurulan şirketler grubu alıyordu ki bunlar içerisinde 1907
yılında Krupp’un 64000 görevli personeli, Siemens-Schuckert’in 43000 ve AEG’nin
ise 31000 vardı.151
Almanya’nın yürüttüğü Büyük Güç olma politikası O’nun dönemin büyük
güçlerinden olan Fransa, İngiltere gibi koloni hareketleri ön planda olan devletler
tarafından dikkatle izlenmesine neden oldu. Bu sebeple Almanya’nın olası bir
savunma için kullandığı en önemli araçlardan biri ise şüphesiz donanma projesi
oldu. Almanya koloni kazanma çabaları için bir donanmaya ihtiyacı olduğunu
biliyordu ve başta İngiltere ile olmak üzere olası bir savaş halinde Almanya’nın bir
donanmaya ihtiyacı vardı.152 Bülow’un, Alfred von Tirpitz’i başkan olarak
görevlendirdiği bu donanma projesi, Bülow’un Dünya politikasının uygulanmasına
151 Erker, a.g.e. , s. 92
152 Schöllgen, 1992, s. 55
71
verilecek dikkat çekici bir önektir. Bu donanma sayesinde “Güneşte bir yer” [Platz
an der Sonne] edinilecek ve ayrıca donanma İngiltere için bir baskı aracı olacaktı.153
Bu amaçlarla Amiral Tirpitz’in “Risikoflotte” diye tanımladığı güçlü bir donanma
yapma fikri ortaya çıktı. Nitekim güçlü bir donanma yaratma fikrinin arkasında aynı
zamanda güçlü bir ticaret filosu yaratma amacı da vardı.
Almanya’da sadece hükümet değil aynı zamanda özel sektör de ülke
dışındaki ticarete ilgi duyuyordu. Örneğin Almanya’nın denizaşırı ülkelerde kendine
bir yer edinme arayışı hususunda Darmstädter Bank’ın yönetim kurulu üyelerinden
olan Bernhard Dernburg‘un uğraşları dikkat çekici olmuştur. Dernburg,
Almanya’nın sadece kısa süreli ve sırf ganimet kazanmak için böyle bir arayışa
girmesinden ziyade uzun soluklu olan ve Alman bankalarının ve finans çevrelerinin
de söz konusu çabaya ilgi duymalarını istemiştir.154 Bu sebeple denilebilir ki Alman
sermayesi farklı yollarla yurtdışına yayıldı. Alman şirketlerinin kurduğu yurtdışı
ticaret ağlar ve sanayi işletmeleri, yabancı işletmelere ortak olma ve yabancı hisse
senetlerini alma şeklinde olan bu yollar sayesinde I. Dünya Savaşı’nın hemen
öncesinde Alman sermaye yatırımları yurtdışında 30 milyar Mark iken
Almanya’daki yabancı sermaye yatırımları 5 milyar Marktı.155
Alman uluslararası ticaret hacmi I. Dünya Savaşı’na kadar Alman iktisadı
içinde önemli bir yer edindi:156
153 Fröhlich, a.g.e, s.75
154 Mommsen, a.g.e. , s. 188
155 Stolper, a.g.e. , s. 37
156 Stolper, a.g.e. , s. 34
72
Yıllar İhracat İthalat (Milyar Mark olarak) 1872 2,5 3,5 1880 3,0 2,8 1890 3,4 4,3 1900 4,8 6,4 1910 7,5 8,9 1913 10,1 10,8
Alman sermaye yatırımlarının yurtdışında artmasının en önemli aracıları
şüphesiz bankalar olmuştur. Özellikle D- Bankalar olarak anılan, Deutsche Bank,
Disconto- Gesellschaft, Dresdner Bank ve Darmstädter Bank’ın bu konudaki
uğraşları dikkat çekicidir. 157
Almanya’nın bir Dünya sanayi gücü olma gayreti sonucu 1914 yılından
hemen önce Almanya İngiltere ve ABD ile beraber en güçlü üç ülke arasında
sayılıyordu.158 Almanya’nın I. Dünya Savaşı arifesinde işlenmiş mallar bazında
Dünya ihracat payı içindeki yeri %22’lik bir pay ile İngiltere’nin %27’lik payına
yaklaştı.159 Alman ihracatının Avrupalı diğer devletler arasındaki başarısı temelde üç
faktöre dayanır: 1) Sanayiyi geç yakalayan Almanya 1914 yılına kadar öncü
durumdaki İngiltere’ye karşı düşük yaşam standartlarının gereği olarak işçilik
maliyetlerinden tasarruf etti. 2)Almanlar hem mühendislik hem de kalifiye eleman
yetiştirme eğitim sistemini rekabet edebilecek biçimde düzenlediler ve Alman
157 Stolper, a.g.e. , s. 33
158 Erker, a.g.e. , s. 104
159 Dieter Ziegler, “Das Zeitalter der Industrialisierung 1815-1914”, Deutsche
Wirtschaftsgeschichte, Yay. Haz. Michael North, Verlag C.H. Beck, München,
2000, s. 204
73
girişimciler tıpkı bazı Amerikalı girişimciler gibi üretimdeki bilimsel teknolojileri
geliştirmeleri sayesinde yüksek teknolojili ürünler ürettiler 3) Alman ihracat
sektörleri organizasyonla ilgili bazı önemli üstünlükleri ellerinde tuttular. Bazı
büyük Alman şirketleri kendi dış pazarlarını geliştirdiler. Ayrıca hammadde
aramadan malların işleyişi sürecindeki her basamakta ve yan ürünlere pazar
yaratmada Alman mallarının maliyet avantajı uluslararası rekabet edilebilirliği
arttırdı.160
Almanya’nın hammadde bulma ve pazar yaratma arayışı sonucu yurtdışı
yatırımlarının çoğu doğuya doğru oldu. Nitekim “Drang nach Osten” [Doğu
Arzusu] tabirinin ortaya çıkışı bu yönelişin bir ifadesidir. Bu yayılma ise Avusturya-
Macaristan, Romanya ve Türkiye yönlüdür.161 Almanya özellikle Osmanlı iktisadına
hakim olma mücadelesi içinde en çok İngiltere ile karşı karşıya gelmiştir.
160 Ziegler, a.g.e. s. 205
161 Stolper, a.g.e. , s. 38
74
3. TÜRKİYE’YE YABANCI SERMAYE GİRİŞİ’NDE ALMANYA’NIN
ROLÜ
Almanya’nın sanayileşmeye ağırlık vermesinin bir sonucu olarak Osmanlı
Devleti’ndeki faaliyetleri de zamanla bir artış göstermiştir. Bu hedef doğrultusunda
ilerleyen Almanya’nın amacı sınaî ürünleri için Osmanlı pazarlarına girebilmekti.
Nitekim Bağdad demiryolu inşası sırasında görev yapmış olan Alman
mühendislerden Karl Hermann Müller, Almanya’nın görevinin Yakın Doğu’daki
sanayiyi geliştirmek ve sermaye yatırımlarıyla bu sanayiyi korumak olduğunu
yazmıştı.162 Bu amacın arkasında siyasi nedenler de olsa yaşanan gelişmelerin
iktisadi bir değerlendirilmesi yapıldığında Osmanlı Devleti’nin idari bozulmalardan
kaynaklanan iktisadi yapısı dolayısıyla bu tip bir yayılmaya daha da elverişli hale
gelmiş olması göz ardı edilemez. Bu durumdan yararlanmak isteyen Almanya’ya
göre Osmanlı Devleti sanayi ürünleri için, işgücü piyasası ve sermaye açısından yeni
bir pazar kazanmak demekti.163 Bir başka Alman tarihçi ve oryantalist Becker’a göre
Almanya, Osmanlı Devleti’ne özellikle iki konudan dolayı ilgi duyuyordu.
Bunlardan birincisi Rusya Karadeniz’den ve dolaylı olarak Balkanlardan, Fransa
Cezayir ile Tunus’tan ve İngiltere ise Mısır’dan Osmanlı Devleti’nde bir etkinlik
sağlayabilirken Almanya’nın coğrafi konumu nedeniyle böyle bir şansının olmaması
ve bu sebeple Almanya’nın diğer devletler kadar etkili bir doğu politikası takip
162 Müller, a.g.e. , s. 80
163 Reinhard Junge, Die deutsch-türkischen Wirtschaftsbeziehungen, Kiepenheuer
Verlag, Weimar, 1916, s. 1
75
edememesi ve ikincisi ise sanayi alanında gelişme ihtiyaçlarının olmasıydı.164 Bu
rekabet edebilme potansiyelini arttırma Almanya’nın gelişimi için kaçınılmazdı. Bu
sebeplerden dolayı Almanya Osmanlı Devleti’ne dolaylı yollardan nüfuz edebildi.
Ancak dolaylı yollardan da olsa bu uğraşlar I. Dünya Savaşı’na kadar iki devleti
diğer devletlere nazaran kısa süre içinde hiç olmadığı kadar birbirine bağladı.
Osmanlı Devleti’nde birçok alanda görülen olumsuz değişimler Almanya’nın
Osmanlı Devleti’nde yayılması için bir bahane iken Osmanlı Devleti için ise bu
bahane bir kurtuluş umuduydu. Nitekim söz konusu kurtuluş umudu sayesinde
Alman sermayesi Osmanlı Devleti’nden gelen bir talep sonucu kendine bir yer
edindi. Bu talebin en belirgin uygulama göstergesi ise Sultan Abdülhamid’in
Bağdat’a kadar uzanacak olan demiryolu inşa projesi için Almanları seçmesi, Alman
sermayedarlarına güvenmiş olmasıdır.
Bismarck ve Caprivi’den sonra Bülow ile Osmanlı iktisadındaki Alman
yatırımları birçok alanda hız kazandı. Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne iktisadi
nüfuzu genelde demiryolları, bankacılık ve ticaret ile oldu. Bu yatırımlardan en
önemlileri 1896’daki Deutsche Levante Schiffahrtgesellschaft ve yine aynı yıl
kurulan Deutsche Palästina Bank’tır.165
Bu bölümde Alman sermayesinin yatırım alanlarının en çok görüldüğü
sektörlerden olan bankacılık ve ticaret sektörleri üzerinde durulacaktır. Bu sektörler
ayrıca demiryollarından sonra Almanya’nın İngiltere ve Fransa ile en çok rekabet
ettiği sektörlerin başında gelmesi açısında da önemlidir.
164 C.H. Becker, Deutsch- Türkische Interessengemeinschaft, Friedrich Cohen
Verlag, Bonn, 1914, s. 17
165 Mommsen, a.g.e. , s. 192
76
Bir ülkedeki yabancı sermayenin en önemli uygulama araçlarından birisi
bankalardır. Bankaların sağladığı kredi veya faiz konusundaki kolaylıklar veya
yarattığı finansal güven ortamı yabancı ülkelerin söz konusu devlette ticari faaliyette
bulunmasına destek olur.
Osmanlı Devleti gibi siyasi ve iktisadi karışıklıkların fazla olduğu bir
devlette ve özellikle idari kurumların birçok açıdan bozulmalara uğradığı bir
dönemde üzerinde en çok durulması gereken konu şüphesiz finansal güven
ortamıdır. Düyun-u Umumiye’den sonra bu güven ortamını İngiltere ve Fransa
Osmanlı Bankası aracılığıyla sağladığı gibi Almanya da en çok Deutsche Bank ile
sağladı. Nitekim Deutsche Bank’ın aracılık yaptığı veya doğrudan kendi kurduğu
sermaye yatırımları 1880 yılında 40 milyon marktan 1913 yılında 600 milyon marka
yükselecekti.166
Deutsche Bank diğer Alman bankaları ile beraber önemli faaliyetlerde
bulundu. Nitekim Alman bankacılığının en önemli görevi gittiği yerlerdeki Alman iş
adamı ve tüccarını bol kredilerle destekleyerek onların etkin bir grup oluşturmalarını
sağlamak oldu.167 Bu sayede de Alman dış ticaret hacmi artmış ve Osmanlı
pazarlarında yerini sağlamlaştırmıştır. Osmanlı Devleti’nde faaliyet gösteren diğer
Alman bankaları ise Deutsche Palästine Bank, Deutsche Orient Bank gibi
bankalardı. Söz konusu bankalar tarafından finanse edilen faaliyetler aracılığıyla
Avrupalı devletlerin Osmanlı iktisadındaki payı artmıştır. Osmanlı Bankası veya
166 Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Yordam Kitap, İstanbul,
2007, s. 231
167 Rıfat Önsoy, Osmanlı-Alman Ticari Münasebetleri (1871-1914), Basılmamış
doç. tezi, Hacettepe Üniv. , Ankara, 1979, s. 88
77
Deutsche Bank aracılığıyla süren bu rekabet bir süre sonra ticari kaygılardan çok
devletlerin imtiyaz rekabetine dönüştü. Girişimciler Osmanlı devlet adamları ile
bizzat görüşüyorlar, ilişkileri kendi ülkelerinin menfaatine olacak şekilde
yönetiyorlardı. Bu sebeplerle bankacılık sektörünün ticari alanda şiddetli bir rekabet
alanı haline gelmesi nedeniyle İngiltere, Fransa ve Almanya’nın önderliğinde
kurulan bankaların sayısı 1908 yılından sonra da artmaya devam etti. İngilizlerin
1908 yılında faaliyete geçirdiği The Anglo- Levantine Banking Co. Ltd. Şirketi ile
1909 yılında şube açan İngilizlerin kontrolündeki Türkiye Milli Bankası ( The
National Bank of Turkey) açılan bankalara örnektir.168 Türkiye Milli Bankası’nın
kurulma hazırlıkları aslında II. Meşrutiyet’in ilanından birkaç ay sonra başladı.
Nitekim Frankfurter Zeitung, İstanbul’da böyle bir banka kurmanın söz konusu
olduğunu yazmıştı.”Türkiye Milli Bankası kuma fikri henüz tasarı aşamasındadır. 8.
300.000Türk Lirası ile kurulacak olan banka için şimdiye kadar 500.000 Türk Lirası
bulundu. Anlaşma için atılan ilk imzaların sahipleri ise Mısırlı Said Halim Paşa,
Küçük Said Paşa, adalet bakanı Hasan Fehmi, Mahmud Muhtar Paşa, İngiliz tüccar
William Whithall, Düyun-u Umumiye başkanı Adam Block, Alexander Ralli ve
Nubar Paşa’dır.” Almanya kaynaklı bu haber Osmanlı devletindeki diğer yabancı
sermayeli şirketlerin faaliyetlerinin bu banka ile kısıtlanabileceği uyarısını
yapıyordu.169Nitekim aynı gazete birkaç ay sonra Deutsche Bank’ın Osmanlı
Devleti’nde bir şube açma fikri haberini verdi. “Deutsche Bank’ın İstanbul’da bir
şube açma kararı bankanın gelişimi için şüphesiz çok anlamlıdır. Almanya’nın
Yakın Doğu’daki çıkarlarının en büyük temsilcisi olan Deutsche Bank, İstanbul’da
168 Geyikdağı, a.g.e. , s. 156
169 Frankfurter Zeitung, 16.11.1908, No. R 901/ 2265, BA/AA
78
şimdiye kadar tek bir kurum tarafından hiç temsil edilmemiştir. Deutsche Bank’ın
İstanbul’daki şirketleri Anadolu Demiryolları Şirketi tarafından temsil edilmiştir.
Ancak görülüyor ki Osmanlı Bankası’nın üstünlüğü ve İngiliz sermayeli bir Osmanlı
Milli Bankası kurma projeleri karşısında artık bu temsil yeterli gelmeyecektir.”170
Aynı yıl bankalar arasındaki rekabeti haber yapan bir başka gazete ise Berliner
Tageblatt oldu. “Deutsche Bank Denetleme Kurulu’nun aldığı son karara göre
İstanbul’da bir şube açılacaktır. Resmi olarak yapılan açıklamaya göre bu sayede
ticari ve iktisadi ilişkiler yeni bir bakış açısıyla yürütülecektir.” 171
Avrupa sermayeli bankalar sadece ticari aracılık yapmamışlar ayrıca
çıkarılan tahviller aracılığıyla Osmanlı borçlarında da etkili olmuşlardır. Örneğin
Osmanlı Devleti borçlarının Fransa, Almanya ve İngiltere kaynaklı borçlarının 1898-
1913 yılları arasındaki karşılaştırması şu şekildedir:172
1898 1913
(Osmanlı Lirası olarak)
Fransa 35,00 65,00
İngiltere 8,50 9,00
Almanya 9,50 26,30
Tablodan da görüleceği gibi Fransa dış borçlar konusunda birinci sırayı
korurken Almanya’nın kısa zamandaki artışı dikkat çekicidir.
170 Frankfurter Zeitung, 22.12.1908, No. R 901/2265, BA/AA
171 Berliner Tageblatt, 22.03.1908, R 901/2265, BA/AA
172 Geyikdağı, a.g.e. , s. 85
79
İktisadi rekabeti belirleyen artık bankalardı. Nitekim Osmanlı Bankası da çok
geçmeden Deutsche Bank’ın Alman sermayesinin ve iktisadi yayılmasının bir
savunucusu olduğunun farkına vardı.173 Bu sebeple Deutsche Bank’ı yakından takip
etmeye başladı. Osmanlı Bankası’nın en önemli ayrıcalığı Osmanlı Devleti’nin
merkez bankası olarak çalışmasıydı. Bu ayrıcalık da en çok Osmanlı Devleti’nin dış
borçlarını kontrol etme de ortaya çıkıyordu ki Deutsche Bank, bu sebeple sadece
demiryolu imtiyazları kazanma ile uğraşmamış aynı zamanda Osmanlı dış borç
konusunda da aktif olmaya çalışmıştır.174
Osmanlı Devleti’nde bankacılık sektöründe söz sahibi olmak isteyen bir
diğer devlet de Rusya olmuştur. Bülow İstanbul’dan Almanya’ya gönderdiği bir
raporda bu konuya dikkat çekmiştir.”Fransız, İtalyan şirketlerinin yanında Rusya da
Türkiye’de girişimlerde bulunmaya başladı. Kurulan örnek işletmeler genelde
pamuk ve deri mamülleri, dokuma, ipek ve mobilya hammaddeleri, işlenmemiş
pamuk ipliği gibi alanlarda faaliyette bulunuyorlar. Ayrıca Rus Milli Bankası yakın
bir zamanda İstanbul’da ve daha sonra belki de Selanik, İzmir ve Trabzon’da da
şubeler açmayı planlıyor. Banka, daha çok Rus işletmecileri ve tüccarlarının
Türkiye’de şube açmaları konusunda desteklemek istiyor.”175 Rusya’nın bankacılık
politikası da tıpkı diğer devletler gibiydi. Rusya da kendi girişimcilerini
özendirmeye çalıştı. Ayrıca açılacak olan şubeler için özellikle kıyı kesimlerinin
seçilmesi bu politika için örnektir. Bülow, Almanya’ya verdiği raporlarla gelişmeleri
bildirmeye devam etti. Nitekim ilk rapordan üç ay sonra yeni bir rapor hazırladı.
173 Beşirli, a.g.e., s. 123
174 Beşirli, a.g.e. , s. 124
175 BArch, 26.01.1909, R/901 2265, BA/AA
80
Bülow raporda şunları belirtti. “ İstanbul’da bir Rus bankası açma fikri artık
kesinleşmiş gözüküyor. Ancak bir önceki raporda belirtildiği gibi açılacak banka
şubesi Rus Milli Bankası’nın değil, Dış Ticaret Bankası’nındır. Banka bu amaçla
İstanbul’un iki semtinde arazi kiralandı. Hızlı bir inşaat çalışmasıyla haziran
başında açılışı yapmayı umuyorlar. İki şube de ticari girişimleri destekleyecek.
Ancak amaç özellikle Rusya’dan Türkiye’ye şeker, tahıl, un, kömür ve petrol ihracını
teşvik etmek.”176 Bülow’un yayınladığı rapor, Osmanlı Devleti’ndeki yabancı
imtiyazların ne derece önemli bir hal aldığının önemli bir örneğidir. Avrupalı
devletler birbirlerinin faaliyetlerini dikkatle takip ediyordu.
Burada ayrıca belirtmek gerekir ki Almanlar imtiyaz rekabeti konusunda en
çok İngiltere ve Fransa ile mücadele etmişlerse de Amerika ve Rusya da aslında
Osmanlı Devleti’nde kendi çıkarlarına hitap eden alanlarda faaliyet de
bulunmuşlardır. Özellikle Amerika, Almanya’nın takip ettiği güçlerden bir tanesi
olmuştur. Amerika da tıpkı Almanya’nın politikasını izlemiş ve demiryolları
imtiyazı vesilesiyle o bölgenin zirai, madeni zenginliklerini elde tutmaya çalışmıştır.
Frankfurter Zeitung bu çekişme ile ilgili Amerikalı girişimciler Türkiye’de başlıklı
bir haber yayınlamıştır. Habere göre “Uzak Doğu’da görülen Amerikalı
girişimcilerden sonra şimdi de Yakın Doğu’da Amerikalı bir işletmenin ortaya
çıktığını görüyoruz. Şirketin adı Ottoman American Development Company’dir ve
idaresinde de James W. Colt ve Arthur J. Chester vardır. Bu işletme Türk yönetimi
ile demiryolu hatları ile ilgili görüşmelerde bulunuyor. Tasarıya göre hat, Sivas’tan
Diyarbakır’a kadar uzanacak ve Yumurtalık üzerinden geçecek. Bir de onu
tamamlayan bir yan hat olacak. Bu hat da Bitlis, Musul üzerinden Süleymaniye’ye
176 BArch, 29.03.1909, R/901, 2265, BA/AA
81
kadar gidecek. Ana hattın bulunduğu bölgedeki Arghana bakır madeni özellikle göze
çarpıyor. Ayrıca yan hattın bulunduğu bölgede Dicle nehri v Basra körfezi boyunca
petrol yatakları zengindir. Herr Chester buralardan yararlanmanın demiryolu inşa
sermayesi ve itfası bakımından bir haksızlık yaratmayacağını umuyor. Herr Chester
bu proje için Türkiye’deki faaliyetleri diğer devletlere nazaran daha az olan ve
Samsun’dan Sivas’a bir demiryolu rayı döşemeyi düşünen Ruslarla anlaşma yapmak
niyetindedir. Bu sayede Karadeniz ve Akdeniz’i birleştiren bir bağlantı meydana
getirilecek ve başta iktisadi olmak üzere diğer ilişkiler için de çok anlamlı bir
girişim olacak.” 177 Tarihe “Chester Projesi” olarak geçen bu proje Amerikaların
Osmanlı Devleti’ndeki demiryolu faaliyetlerinin en somut örneğidir.
1908 Genç Türk devrimi ile gelen liberal akımların I. Dünya Savaşı arifesine
kadar popülaritesini koruması ve ayrıca Genç Türklerin mali sistemi yenileştirme
gayretleri onları Avrupalı devletlere daha da yakınlaştırdı. Bu gelişmeler sonucu
yabancı sermaye yukarıda bahsedildiği gibi çok farklı kollardan Osmanlı iktisadına
nüfuz edebildi. Aslında bir bakıma Osmanlı Devleti’nden gelen zorunlu talep kendi
arzını yarattı. Ancak bu beklenen etkiyi gösteremedi. Cavid Bey’in planladığı gibi
borç alarak ve yabancı sermayeyi kollayarak iktisadi kalkınma yaratmak tam tersi
bir etki yarattı.
Almanların bankacılık ile beraber ticari ilişkileri geliştirme çabasına örnek
olarak çeşitli ticari faaliyet kollarından bahsedilebilinir. Yabancı sermaye
yatırımlarının görüldüğü projeler çok çeşitliydi. Örneğin sulama projeleri veya
pamuk üretimi gibi tarım ağırlıklı sektörler ile yer altı ve yer üstü kaynaklarda
177 Frankfurter Zeitung, 19.09.1910, R/901, 6668, BA/AA
82
Alman sermayesinin görülmüştür.178 Bu şirketlerden merkezleri Dresden’de olan
Deutsch- Levantinische Baumvollgesellschaft, Baumvoll- Dampfpresse-
Gesellschaft, Anatolische Industrie-und Handelsgesellschaft buna bir örnektir.179
Deutsch-Levantinische Baumvoll Gesellschaft İzmir bölgesi pamuğuna da ilgi duysa
da daha çok Çukurova bölgesinde faaliyet göstermiştir.180 Ayrıca demiryolları inşası
sırasında imtiyazı alınan Konya havzasını sulama projesi sonucu da Anadolu
demiryolu şirketi Philipp Holzmann&Co. Şirketi ile beraber ortaklaşa bir şirket
kurmuşlardı.181 Böyle bir sulama projesinden Almanya’nın kazancı ne olabilir
sorusunun cevabı Almanya’nın asıl hedefi ile yani ürettiği sanayi mallarına pazar
bulmak ile doğrudan alakalıdır. Almanya bu proje sayesinde bölge halkını iktisadi
olarak kalkındıracaktı. Böylece satın alma gücü artan halkın Alman mallarına olan
talebi de artmış olacaktı.182 Alman iktisadının kalkınması dolaylı da olsa bölge
halkının kalkınması demekti.
Alman-Türk ticari ilişkileri ihraç ve ithal edilen ürünler bazında
incelendiğinde Almanya’nın bir tarım ülkesi olan Osmanlı Devleti’ne kendi sanayi
mamullerini ihraç ettiği buna karşılık tarım ürünleri ve ham madde ithal ettiği
görülebilir.183
178 Önsoy, s. 72
179 Hassert, a.g.e. , s. 201
180
Grothe, a.g.e. , s. 43
181 Hellferich, a.g.e. s. 66
182 Önsoy, a.g.e. ,s. 72
183 Önsoy, a.g.e. ,s. 96-98
83
İTHALAT İHRACAT
(Osmanlı Lirası olarak) Toplam Almanya Toplam Almanya Canlı hayvan 637 000 420 700 710 170 Hayvansal Gıda Maddeleri 647 000 9 130 1 151 030 59 160 Hububat, un ve unlu mamuller 5 435 960 52 470 2 250 840 159 300 Meyve-Sebze 353 110 2 410 4 404 490 429 330 Alkollü İçkiler 3 648 900 92 830 14 650 810 Kimyevi Maddeler 648 480 114 550 796 380 142 070 Parfüm ve Ecza Maddeleri 273 910 54 750 1 529 220 29 970 Patlayıcı Madde, Silah 374 930 48 040 16 340 14 720 Metal 3 010 670 769 900 639 110 120 560 Kağıt 705 420 104 040 48 430 1 650 Makine, araba, deniz taşıtları 999 480 353 710 4 370 170 Saat ve müzik aletleri 205 530 33 030 4 730 880 Laboratuar Cihazları 244 070 86 570 3 310 160 Tekstil 15 667 170 1 271 260 6 141 930 84 590
Yukarıda verilen 1910 tutarlarında anlaşılan Osmanlı Devleti Almanya’dan
en çok işlenmiş madde talep ederken kendisinin Almanya’ya daha çok hammadde
niteliğindeki mallar ihraç etmiş olduğudur. Osmanlı Devleti’nin Almanya’dan ithal
ettiği mallar içerisinde birinci sırayı tekstil almıştır. Nitekim Almanya için pamuk
bütün tekstil hammaddeleri içerisinde en önemlisiydi.184 Almanya’nın Osmanlı
topraklarındaki pamuk üretimine ilgi duyması ve Alman tekstilinin Osmanlı ihracat
payındaki yerinin önemi iki ülkenin iktisadi ilişkilerinin niteliğinin anlaşılması
açısından önemlidir.
Alman ticaretinin payının bu kadar artması üzerine İngiltere bu durumdan hiç
memnun olmadı. İngiltere’nin pamuklu kumaşlar ticareti, Almanya’da geliştirilen ve
kumaşların renginin atmamasını sağlayan Hemsdorf boyama yöntemiyle boyanan
184 Hugo Grothe, Türkisch Asien und seine Wirtschaftswerte, Frankfurt am Main,
1916, s. 42
84
Alman pamukluları karşısında gerilemeye başladı.185 İngiliz- Alman rekabetinin
görüldüğü İzmir örneğine bakacak olursak 1890’lı yıllarda İzmir’de dört Alman ve
altı Avusturya ticaretevi varken bu rakam 1913 yılında kırka yükseldi.186
Diğer devletler ile yapılan dış ticaretin Osmanlı Devleti’ni neden yarı-
sömürge yaptığı sorusunun cevapları çok boyutludur. Burada üzerinde durulması
gereken dış ticaret kalemlerinin maliyetleri, bu kalemlerin nitelikleridir. Örneğin İç
Anadolu’da yetişen buğdayın İstanbul’un iaşe sorununa çare olamamasının
arkasında aslında ülkenin bir başka sorunu olan ulaşım sorunu yatıyordu. Nitekim İç
Anadolu’dan İstanbul’a buğday nakletmek, New York’tan buğday ithal etmekten
%75 daha pahalıydı.187 Buna bağlı olarak ortaya çıkan gerçek yabancı sermayeli
mallara olan talebin sadece siyasi kaynaklı olmadığı kar- zarar dengesi açısından
maliyetleri azaltmanın bir yöntemi olduğu sonucuna varılabilir. İlişkilere bu açıdan
bakıldığında ortaya çıkan sonuç dış ticaretin başta İstanbul, İzmir olmak üzere
nüfusun yoğun olduğu yerlerde aslında bir bakıma iaşe sorununa çare olduğudur.
Almanya’nın Osmanlı Devleti’ndeki ticari girişimleri yukarıda örnekleri
verildiği gibi bu girişimleri destekleyen gazetelerden olan Frankfurter Zeitung
tarafından yayınlanan birçok haber ile okuyucuya ulaştırılmıştır. Basının gücü
Bülow’un gazetede çıkan haberleri yorumlayan raporlar hazırlamasında da görülür.
Bülow, 1909 yılında Bağdat’tan Almanya’ya gönderdiği bir raporda kendi Dünya
politikasına uygun olarak gazetenin anayasanın ilanından sonra Türkiye’de beklenen
iktisadi gelişmelerin beklenildiği gibi olmadığı haberini onaylamış ve girişimcilerin
185 Kurmuş, a.g.e. , s. 251
186 Kurmuş, a.g.e. , s. 252
187 Boratav, a.g.e. , s. 28
85
Bağdat’a daha fazla yatırım yapmalarının teşvik etmiştir.188 Almanya’nın Osmanlı
iktisadına olan etkisi en önemli alanlar olan birkaç alanda incelenmiştir. Bu
inceleneme sonunda varılan sonuç ise aslında ilişkilerin sırf iktisat temelli ele
alınamayacağıdır. Almanya ve Osmanlı Devleti şüphesiz bu ilişkiler sonucu
karşılıklı olarak yarar sağlamışlardır. Ancak bu yararlar doğal bir sonuç olarak sırf
finansal alanlarda olmamıştır.
Bu sebeple Türk-Alman ilişkilerinin Osmanlı iktisadına yansıyan boyutu
incelenirken Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne olan nüfuzunun iktisat dışı alanlara
olan etkisi üzerinde durulmalıdır. Bu etkileşim aslında bir bakıma olayların
görünmeyen yüzünü gösterir. Nitekim Almanya’nın Osmanlı ordusunu ıslah etme
çabaları Osmanlı Devleti tarafından bir talep olarak gelse de Almanya’nın Osmanlı
ordusunu iyileştirme ile bu kadar yakından ilgilenmesinin arkasında yine finansal bir
sebep vardı ki Krupp şirketinin Osmanlı ticaretindeki faaliyetleri bunun bir
göstergesidir. Ancak Becker’a göre Almanya Osmanlı Devleti’ni güçlendirmeliydi.
Çünkü Osmanlı devleti ne kadar güçlenirse Alman sermaye yatırımları da o kadar
sağlam korunmaya alınmış olunurdu.189 Askeri yapıyı güçlendirmenin birbirinden
çok farklı nedenleri olabilir. Ama Krupp gibi Osmanlı ordusunda görev yapan
Alman subayları sayesinde ürettiği silahları Osmanlı Devleti’ne satan bir şirket için
önemli olan hiç şüphesiz şirketin elde edeceği karlardır. Krupp’un Osmanlı
Devleti’ndeki ticari faaliyetleri bir tarafta Deutsche Bank ve Krupp şirketinin
188 BArch, 06.08.1909, R/901 6668, BA/AA
189 Becker, a.g.e. , s. 18
86
yetkilileri ile diğer tarafta İstanbul’daki Marschall’ın işbirliğinin iyi bir örneğidir.190
Nitekim Krupp, gerek Osmanlı iktisadındaki Alman sermaye yatırımları için gerekse
Alman tarihi için önemli bir geçmişe sahiptir.
Aslında bir devlet yabancı bir devlete sermaye götürdüğünde bununla
beraber yanında başka şeyler de götürmüş olur. Örneğin ticarette kullanılan dil gibi.
Nitekim uzun bir dönem Fransızca dünya diliyken bugün aynı güç İngilizcenin
elindedir. Aynı etki Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne olan nüfuzu sayesinde de
görülmüş. Sonuç olarak politik ve iktisadi güç aynı zamanda kültürel yayılmayı da
sağlamıştır ki bu da Avrupalı devletlerin gücünü sağlamlaştırmıştır.191
Bu gerçek aslında Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne olan nüfuzunu
değerlendirirken ilişkinin farklı boyutlarını ortaya koyuyor. Nitekim bir ülkeye
İstanbul’dan Bağdat’a kadar uzanacak bir demiryolu inşa etmek demek aslında o
ülkeyle kültürel boyuta kadar indirgenecek olan ve kısa bir zaman aralığıyla
ölçülemeyecek olan bir birlik yaratmak demektir. Nitekim Almanya ve Osmanlı
devleti gibi geçmişten gelen hiçbir dinsel, kültürel, jeopolitik ortaklığı olmayan iki
ülkenin I. Dünya Savaşında birlikte hareket edebilecek yakınlığa varmaları buna
örnektir.
Üzerinde tartışılan dönem Osmanlı kurumlarının bozulmuş olduğu bir dönem
olduğu için reform hareketleri birçok açıdan son derece gerekliydi. Bu sebeple
reform çabaları başta askeri olmak üzere yine ona bağlı olarak eğitim ve sağlık
190 Gregor Schöllgen, Imperialismus und Gleichgewicht: Deutchland, England
und die Orientalische Frage 1871-1914, München, 2000, s. 234
191 Trietsch, a.g.e. , s. 52
87
alanlarında daha çok talep edilir olmuştu. Ancak bu talebi belirleyen ise yine güçlü
taraf yani yine Almanya oldu.
88
SONUÇ
Bir değerlendirme yapıldığında ortaya çıkan sonuç Türk-Alman ilişkilerini
belirleyen etkenlerin çok boyutlu olduğudur. Bu etkenler kimi zaman Türk- Alman
devlet adamlarının yürüttüğü iç ve dış politikalar kimi zaman bizzat Alman
girişimciler kimi zaman da İngiltere, Fransa gibi dışarıdan müdahaleler olmuştur.
Bu faktörlerin incelenmesi ile ortaya çıkan gerçek ise tüm bu müdahalelerin bir
etkisi olarak Türk-Alman ilişkilerinin zamanla daha da derinleştiğidir.
İki devleti birbirine bu denli yakınlaştıran nedenlere bakıldığında
Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne olan iktisadi nüfuzunun arkasında yeni bir
hammadde ve üretilen ticari mallar için bir pazar alanı yaratma fikri söz konusu iken
Osmanlı Devleti için ise Almanya bir nevi kalkınma aracıydı. Bir ülkenin kalkınması
için gerekli olan üretim faktörlerinden sermayenin Osmanlı Devleti’ndeki eksikliği
Almanya’nın Osmanlı Devleti’ndeki faaliyetleri için tıpkı bir davetiye olmuştur.
Üzerinde durulan konu iki cepheli olduğu için yaşanan gelişmeler de iki
taraflı olarak anlatılmalıydı. Bunun için konuya öncelikle Osmanlı Devleti açısından
bakılmaya çalışılmıştır. Bu sebeple Türk tarihi açısından önemli bir dönüm noktası
olan 1908 yılının başlangıç olarak seçilmesi bir tesadüf değildir. II. Meşrutiyet’in
ilan edildiği tarih olan 1908 yılı ile Osmanlı Devleti’nin son dönemleri için gerek
iktisadi gerekse siyasi açıdan önemli gelişmelerin yaşandığı bir döneme girilmiştir.
Bu dönemde önemli bir rol oynayan İttihat Terakki Cemiyeti ise Osmanlı
Devleti’nin özellikle dış politikadaki kaderini belirleyecek atılımlarda bulundu.
Osmanlı Devleti’nin içeride yaşadığı bu değişim rüzgârları dış politikada da
birçok gelgitin yaşanmasına neden oldu. Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti ile
olan ilişkilerinin 19.yüzyıl ile boyut değiştirmeye başlaması sonucu İngiltere,
89
Fransa, Rusya gibi devletlerin taleplerini de değiştirmişti. Bu değişimdeki en önemli
faktör ise şüphesiz İngiltere’de başlayıp zamanla tüm Avrupa’ya yayılan sanayi
devrimi sonrası artan hammadde ihtiyaçları ve üretilen ticari ürünlere pazar bulma
kaygıları oldu. Bu rekabette yerini biraz geç belirlese de Almanya da bu devletlere
katıldı.
Almanya, 1871 yılında siyasi birliğini sağladıktan sonra “büyük devlet” olma
politikası gütmüş ancak bir süre sonra bunun yerini “Dünya devleti” olma arzusu
almıştır. Bu amaçla hareket Almanya, Osmanlı Devleti’ni bu politikasını
yürütebileceği birçok elverişli bir alan olarak görmüştür. Ancak diğer Avrupalı
devletler ile çatışan bu ilişki sonucu ortaya çıkan tablo aslında beklenen gelişimi
göstermiş ve I. Dünya Savaşı başlamıştır.
I. Dünya Savaşı ile beraber sadece Avrupa değil onun etkinlik kurduğu
sömürge devletleri bile bu savaştan etkilenmiştir. Ancak uzun bir dönemi alan bu
ilişkilerin seyri ortaya çıkan sonucun iki devlet açısından da beklenildiği gibi
olmadığını göstermiştir. Bu noktada en önemli etken ise şüphesiz I. Dünya
Savaşı’nın başlamasıdır. Savaş gerçeği sadece Türk-Alman ilişkilerini değil diğer
devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve hatta devletlerin kaderini de
değiştirmiştir. Bu değişim ise Dünya’daki emperyal hareketlerin yeni bir forma
bürünmesine neden olmuştur.
90
ÖZET
Tez çalışmasında özellikle Türk-Alman iktisadi ilişkileri üzerinde
durulmuştur. Bu ilişkiler geçmişten gelen bazı değişimlere göre şekillendiği için
gerek Almanya’nın gerekse Osmanlı Devleti’nin 1908 öncesi iktisadi yapısı
hakkında da bilgi verilmiştir. Osmanlı iktisadi yapısının bozulması ve Almanya’nın
1890 yılından itibaren dışa yayılmacı bir politika izlemesi çalışmanın çıkış noktasını
oluşturur. Ayrıca Almanya’nın ve Osmanlı Devleti’nin kendi iç politikalarında
yaşadığı gelişmeler birbirleri ile olan ilişkilerini etkilemiştir. Bunun için her iki
devletin iç politikalarından söz etmek gerekliydi. Bu noktada özellikle İttihat
Terakki Cemiyeti’nin faaliyetleri dikkat çekicidir. Bu sebeple II. Meşrutiyet ile gelen
iç politikadaki bu değişiklikler aslında Türk- Alman ilişkilerini de belirleyen
değişikliklerdendir.
Tezin ilerleyen bölümlerinde Almanya’nın iktisadi gelişiminin ve dışa
yayılmasının ayrıntıları üzerinde özellikle durulmuştur. Çünkü Almanya, kendi
iktisadi gelişimi için yürüttüğü politikalardaki başarısını dış politikaya da taşımış
bunu da Osmanlı Devleti’nde başarılı bir şekilde uygulamıştır. Bu nedenle
Almanya’nın 1890 yılından itibaren bir Dünya devleti olma yolundaki politikası
Almanya’yı Osmanlı Devleti’ne yakınlaştıran en önemli nedendi. Bu yakınlaşma ise
daha çok bankacılık, ticaret gibi sektörlerde hayat buldu. Ancak Almanya’nın
Osmanlı iktisadı üzerindeki söz hakkının artması İngiltere, Fransa gibi güçlü diğer
Avrupalı ülkeler tarafından sıcak karşılanmadı. Bunun doğal bir sonucu olarak da
söz konusu devletlerin aralarındaki rekabet daha da arttı. Bu sebeple rekabetin en
çok yaşandığı alanlar bu devletlerin ekseninde incelendi. Özellikle Bağdat demiryolu
projesi üzerinde en çok durulan konulardan biridir.
91
ABSTRACT
This thesis attempts to set the economic relations between the Ottoman
Empire and Germany between the years of 1908-1914. These relationships are
shaped by events from the past, so need for giving some information about changes
in the economic structure of Germany and the Ottoman Empire prior to 1908.
Deterioration of the Ottoman economic structure and export from Germany in 1890
to gollow an exponsionist policy creates the starting point of this study. In addition
developments in Germany and the Ottoman Empire experienced its own
internalpolicies affected their relation with each other. For this, the domestic policies
of bothstates was necessary to talk about. At this point, especially the activities of
the Connitte of Union and Progress is strikting. For thşs reason II. Constitutinal
change that come with the fact that domestic politics determing the Turkish- German
relations.
Later in this thesis mainly focus on the detail’s of Germany’s economic
development and spread out. Germany carried out policies for the development
of their economic success hascarried on foreign policy.Therefore, since 1890 Germa
ny's policy towards becoming a world state closer to the Ottoman Empire. This
policy was the most important motivating factor for Germany. Generally,
this convergence was about banking and trade. However, United Kingdom, France
and other strong Europen countries were annoyed with this relationship. As result of
this, the competition between the states increased. Fort his reason competition were
reviewed in most areas of these states. Especially, Baghdad railway is one of the
most important subject about this.
92
KAYNAKÇA
Alman Devlet Arşivi:
Berlin Bundesarchiv, Abteilung Auswärtiges Amt
Nr. R 901- 2251, 2258, 2265, 6668
İkincil Kaynaklar:
Ahmad, Feroz , İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak Yayınları, İstanbul,2009.
Akşin, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara,2009. Alkan, Necmettin, Die Deutsche Weltpolitik und die Konkurrenz der Mächte um das Osmanische Erbe: Die deutsch-osmanischen Beziehungen in der deutschen Presse 1890- 1909, Lit Verlag, Münster, 2003. Arnstadt, Albert, Der Weltkrieg und die Deutsche Volkswirtschaft, Wendt&Klauwell, Langensalza, 1916 Barkan, Ömer Lütfi, “Timar” , İA, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul, 1993, c.12, s. 286-333 Batmaz, Eftal, "İltizam Sisteminin XVIII. Yüzyıldaki Boyutları", Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2000, s. 250-257 Becker, C.H., Deutsch- Türkische Interessengemeinschaft, Friedrich Cohen Verlag, Bonn, 1914 Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yay. Haz. Ahmet Kuyaş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002 Beşirli, Mehmet, Die Europäische Finanzkontrolle im Osmanischen Reich in der Zeit von 1908 bis 1914, Mensch & Buch Verlag, Berlin, 1999 Beşirli, Mehmet, “Birinci Dünya Savaşı Öncesi Büyük GüçlerinOsmanlı stratejileri: İttihatçılar ve Alman Nüfuzunun Tanınması” Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2003, c.13, s. 321-330 Birinci, Ali, Hürriyet ve İtilaf Partisi – II. Meşrutiyet Devrinde İttihat ve Terakki’ye karşı Çıkanlar, Dergâh Yayınları, İstanbul 1990 Blaisdell, Donald, Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa Mali Kontrolü, Arkadaş Matbaası, İstanbul, 1940.
93
Braeuer, Walter, “Friedrich List”, Neue Deutsche Biographie, Duncker&Humblot Verlag, Berlin, 1985, c.14, s.694-697 Buchheim, Christoph, Einführung in die Wirtscfatsgeschichte, Verlag C.H. Beck, München, 1997
Bülow, Bernhard von, Denkwürdigkeiten I, Verlag Ullstein, Berlin, 1930
Carr, William, A History of Germany 1815- 1945, Edward Arnold Publishers, Londra, 1969. Çizakça, Murat, Osmanlı İmparatorluğu’nda İç Borçlanmanın Evrimi (XV. Yüzyıldan, XIX. Yüzyıla), Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 1999, s.223-226 D.C.M Platt, Finance, Trade and Politics in Britisch Foreign Policy, 1815-1914, Clarendon Pres., Oxford, 1968 Earle, Edward Mead, Turkey, The Great Powers and The Bagdad Railway, The Macmillan Company, New York 1924 Eldem, Vedat, Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında bir Tetkik, TTK Basımevi, Ankara, 1994 Eldem, Edhem, Osmanlı Bankası, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999. Endres, Franz Karl, Die Türkei: Bilder und Skizzen von Land und Volk, Oskar Beck Verlag, München, 1916
Eroğlu, Nazmi, Fırtınalı Günlerin Ünlü Maliye Nazırı: Cavid Bey, Birharf Yayınları, İstanbul, 2006. Erker, Paul, Dampflok, Daımler, Dax: Die Deutsche Wirtschaft im 19. und 20. Jahrhundert, Deutsche Verlags- Anstalt, München, Stuttgart, 2001. Fröhlich, Michael, Imperialismus Deutsche Kolonial und Weltpolitik, Deutscher Tashenbuch Verlag, Münih, 1994. Grothe, Hugo, Türkisch Asien und seine Wirtschaftswerte, Frankfurt am Main, 1916. Geyikdağı, V. Necla, Osmanlı Devleti’nde Yabancı Sermaye 1854-1914, Hil Yayın, İstanbul, 2008. Gündoğdu, Abdullah, Yusuf Akçura’ya göre Büyük Güçler ve Osmanlı Devletinin Yıkılışı, IQ Yayınları, İstanbul, 2010.
94
Hallgarten, George W. F. “ Vom Imperialismus zum Wettkampf der Überstaaten” Das Schicksal des Imperialismus im 20. Jahrhundert, Europäische Verlaganstalt, Frankfurt am Main, 1969. Hassert, Kurt, Das Türkische Reich: Politisch, Geographisch und Wirtschaftlich, J.C.B. Mohr, Tübingen, 1918. Hellferich, Karl, Die Deutsche Türkenpolitik, Vossische Buchhandlung Verlag, Berlin, 1921. Heller, Joseph, British Policy Towards The Otoman Empire 1908- 1914, Frank Cass Pres. , Londra 1983. Holborn, Hajo, A History of Modern Germany: 1840- 1945, Eyre & Spottiswoode, London, 1969. Howard, Harry N. , The Partition of Turkey: A Diplomatic History 1913-1923, University of Oklahoma Pres, New York, 1966. Junge, Reinhard, Die deutsch-türkischen Wirtschaftsbeziehungen, Kiepenheuer Verlag, Weimar, 1916. Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, TTK Basımevi, Ankara 1999, c. IX Kazgan, Gülten, Tanzimattan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2002. Kurmuş, Orhan, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Yordam Kitap, İstanbul, 2007. Kütükoğlu,Mübahat, Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri (1580-1838), T.K.A.E., Ankara,1974. Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, TTK Basımevi, Ankara, 2007. Mommsen, Wolfgang J., Grossmachtstellung und Weltpolitik: Die Ausenpolitik des Deutsches Reiches 1870 bis 1914,Ullstein Verlag, Berlin, 1993. Morawitz, Charles, Die Türkei im Spiegel ihrer Finanzen, Fransızcadan Çev. Georg Schweitzer, Carl Heymanns Verlag, Berlin,1903. M.S Anderson, The Eastern Question, 1774-1923, The MacMillan, Londra 1968. Müller, Karl Hermann, Die Wirtschaftliche Bedeutung der Bagdadbahn: Land und Leute der Asiatischen Türkei, Bonsen&Maasch Verlag, Hamburg, 1917.
95
Ortaylı, İlber Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Timaş Yayınları, İstanbul, 2008 Ökçün, Gündüz,“Osmanlı Meclis-i Mebusanında Bağdat Demiryolu Üzerine Yapılan Tartışmalar”, AÜSBF Dergisi, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, c. 25. Önsoy, Rıfat, Osmanlı-Alman Ticari Münasebetleri (1871*1914), Basılmamış doç. tezi, Hacettepe Üniv.,Ankara, 1979. Pamuk, Şevket, Osmanlı-Türkiye İktisat Tarihi 1500-1914, İletişim Yayınları, İstanbul, 2007. Pamuk, Şevket, Osmanlıdan Cumhuriyete Küreselleşme, İktisat Politikaları Ve Büyüme, İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2008. Pamuk, Şevket, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2008. Parvus Efendi, “ Türkiye Avrupa’nın Maliye Boyunduruğu Altındadır ”, Tutibay Yayınları, Ankara 1999, c. II, s.262-265
Pohl, Manfred, “Extracts from a Diary Kept During his Stay in Turkey, 1906-1908”, Studies on Economic and Monetary Problems and on Banking History, No.1-22, Yay. Haz. Manfred Pohl, Hase&Köhler Verlag, Mainz, 1988. Richter, Jan Stefan, Die Orientreise Kaiser Wilhelms II.1898, Verlag Dr.Kovač, Hamburg 1997.
Sander, Oral, Siyasi Tarih, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2009, c. 1 Schäfer, Carl Anton ,Türkische Wirtschaftsgesetze, Gustav Kiepenheuer Verlag, Weimar, 1917.
Schmidt, Hermann, Das Eisenbahnwesen in der Asiatischen Türkei, Franz Siemenroth Verlag, Berlin, 1914.
Schöllgen, Gregor, “Deutsche Aussenpolitik im Zeitalter des Imperialismus:Ein Teufelkreis?”,Flucht in den Krieg?,Yay. HazGregor Schöllgen, Wissentschagtliche Buchgesellschaft, Darmstadt, 1991. Schöllgen Gregor, Die Macht in der Mitte Europas, Verlag C.H. Beck, München,1992 Schöllgen, Gregor, Imperialismus und Gleichgewicht: Deutchland, England und die Orientalische Frage 1871-1914,München, 2000. Soy, Hacı Bayram, Almanya’nın Osmanlı Devleti Üzerinde İngiltere ile Nüfuz Mücadelesi 1890-1914, Phoenix Yayınevi, Ankara 2004
96
Stern, Bernhard, Jungtürken und Verschwörer: Die Innere Lage der Turkei Unter Abdul Hamid II. , Verlag Grübel & Sommerlatte, Leipzig, 1901. Stolper, Gustav, Deutsche Wirtschaft seit 1870, J.C.B. Mohr,Tübingen, 1966. Şeref, Abdurrahman, Tarih Müsahabeleri, Matbaa-i Amire, İstanbul, 1339. Tabakoğlu, Ahmet,“Yenileşme Dönemi Osmanlı Ekonomisi”, Türkler, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, c.14, s. 207-240. Toprak, Zafer, Milli İktisat- Milli Burjuvazi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995. Trietsch, Davis, Deutschland und der Islam: Eine Weltpolitische Studie, Orient Verlag, Berlin, trhsz Trumpener,Ulrich,“Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu” Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Haz. Marian Kent, Çev. Ahmet Fehmi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, s.129-164 Tunaya, Tarık Zafer, “İkinci Meşrutiyet’in Siyasal Hayatımızdaki Yeri” Türk Parlamentoculuğunun İlk Yüzyılı- 1876-1976, Ajans Türk Matbaacılık, Ankara, s.75-121 Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Hareketleri, Yedigün Matbaası, İstanbul, 1960. Wengenroth, Ulrich, “Deutsche Wirtschaft- und Technikgeschichte im 19. und 20. Jahrhundert”,Deutsche Geschichte: von den Anfängen bis zur Wiedervereinigung, Yay. Haz. Martin Vogt, J.B. Metzlersche Verlag, Stuttgart, 1991. Wladimir, Giesl, Zwei Jahrzehnte im Nahen Orient, Yay. Haz. Ritter V. Steinitz, Verlag für Kulturpolitik, Viyana, 1927. Ziegler, Dieter, “Das Zeitalter der Industrialisierung 1815-1914”,Deutsche Wirtschaftsgeschichte, Yay. Haz. Michael North, Verlag C.H. Beck, s. 197-287 München, 2000.
97
EKLER
Alman İmparatoru II. Wilhelm, Alman Amiral von Tirpitz ve Alman
Amiral von Holtzendorff (Soldan Sağa) Kaynak: Fritz Fischer, Griff nach der Weltmacht, Droste Verlag, Düsseldorf, 1961
98
Almanya Şansölyesi, Alman Dış İşleri Bakanı ve Deutsche Bank Kaynak: Fritz Fischer, Griff nach der Weltmacht, Droste Verlag, Düsseldorf, 1961
99
Almanya Şansölyesi Bernhard von Bülow (1849-1929) Kaynak:
http://www.bundesarchiv.de/oeffentlichkeitsarbeit/bilder_dokumente/01107/index-
14.html.de
100
Almanya Şansölyesi, Otto von Bismarck (1815 - 1898) Kaynak:
http://www.bundesarchiv.de/oeffentlichkeitsarbeit/bilder_dokumente/01107/index-
1.html.de
101
Bağdat Demiryolu’nu gösteren harita Kaynak: Karl Hermann Müller, Die Wirtschaftliche Bedeutung der Bagdadbahn: Land und Leute der Asiatischen Türkei, Bonsen&Maasch Verlag, Hamburg,
1917.
102
Osmanlı Bankası’nın ve diğer Avrupalı bankaların şubeleri Kaynak:Mehmet Beşirli, Die Europäische Finanzkontrolle im Osmanischen Reich in der Zeit von 1908 bis 1914, Mensch & Buch Verlag, Berlin, 1999
103
Almanya’nın Osmanlı Devleti’ndeki faaliyet alanlarını gösteren harita Kaynak: Mustafa Gencer, “ Imperialismus und die Orientalische Frage” TTK
Basımevi, Ankara, 2006