mahvÎ, hayati, eserlerİ, edebÎ kİŞİlİĞİ ve dİvanÇesİ

28
226 Kütahyalı Şairler Sempozyumu -1 MAHVÎ, HAYATI, ESERLERİ, EDEBÎ KİŞİLİĞİ VE DİVANÇESİ Yrd. Doç. Dr. İrfan AYPAY Dumlupınar Üniversitesi Fen-Ed. Fak. TDE Böl. KÜTAHYA • • Özet: Mahvı Ahmed Çelebi Kütahyalı Divan şairlerindendir. Küçük bir divan oluşturacak kadar Türkçe şiirleri vardır. Fazla tanınmış bir şair olmayan Mahvî’nin hayatı hakkındaki bilgiler değerlendirildikten sonra edebî kişiliği ortaya konmaya çalışılacak, Sebk-i Hindi ile ilgisi incelenecektir. Hayatı Hakkında maalesef çok az bilgiye sahibiz. Adı Ahmet, mahlası Mahvı olan şair, Kütahya’da doğmuştur.1 Doğum tarihiyle ilgili bir bilgi yoktur. Şeyhî Mehmed Efendi, 1055/1645-6 yılında öldüğünü belirterek Seyyid Rıza Efendi’nin, onun ölümüne düşürdüğü tarih beytini verir: “Çün Mahvî idi mahlası tarih içün Rızâ Dedi ki “mahv eyledi âhir zamânımız Bu Seyyid Rıza, Tezkire sahibi Zehrimarzade Seyyid Mehmet Rıza (Ölümü 1082/1671) olmalıdır. Rıza’nın söylediği beytin tarih cümlesi olan “ Mahv eyledi âhir zamanımız.” ifadesinin ebcedle sayı değeri gerçekten 1055/1645-6’dır. Beliğ de şairin ölüm tarihini 1645-6 gösterir. Safayi ise Mahvî’nin, 1 Rıza, Tezkire-i Şuara, İkdam Matbaası, İstanbul 1316, s.90; Şeyhi Mehmed, Vakayiü’l-fuzala, Neşre Hazırlayan: Abdülkadir Özcan, Cilt I, İstanbul 1989, s. 177; Safayî, Nuhbetü’l-asar Min-fevaidi’l-eş’ar, İstanbul Ü. Kütüphanesi, T.6124, yaprak 201b; İsmail Beliğ, Nuhbetü'I-ifsar Li-zeyli Zübdetü'l-eş’ar, Hazırlayan: Abdülkerim Abdulkadiroğlu, Ankara 1985, s. 484. 2 Şeyhî Mehmed, Vakayiü'l-fuzâla, Cilt I, s. 177. 3 Beliğ, Tezkire, s. 484.

Upload: afyonkocatepe

Post on 24-Feb-2023

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

226 Kütahyalı Şairler Sempozyumu -1

MAHVÎ, HAYATI, ESERLERİ, EDEBÎ KİŞİLİĞİ VE DİVANÇESİ

Yrd. Doç. Dr. İrfan AYPAYDumlupınar Üniversitesi Fen-Ed. Fak.

TDE Böl.

KÜTAHYA

• •

Özet:

Mahvı Ahmed Çelebi Kütahyalı Divan şairlerindendir. Küçük bir divan oluşturacak kadar Türkçe şiirleri vardır. Fazla tanınmış bir şair olmayan Mahvî’nin hayatı hakkındaki bilgiler değerlendirildikten sonra edebî kişiliği ortaya konmaya çalışılacak, Sebk-i Hindi ile ilgisi incelenecektir.

Hayatı

Hakkında maalesef çok az bilgiye sahibiz. Adı Ahmet, mahlası Mahvı olan şair, Kütahya’da doğmuştur.1 Doğum tarihiyle ilgili bir bilgi yoktur. Şeyhî Mehmed Efendi, 1055/1645-6 yılında öldüğünü belirterek Seyyid Rıza Efendi’nin, onun ölümüne düşürdüğü tarih beytini verir:

“Çün Mahvî idi mahlası tarih içün RızâDedi ki “mahv eyledi âhir zamânımız

Bu Seyyid Rıza, Tezkire sahibi Zehrimarzade Seyyid Mehmet Rıza (Ölümü 1082/1671) olmalıdır.

Rıza’nın söylediği beytin tarih cümlesi olan “Mahv eyledi âhir zamanımız.” ifadesinin ebcedle sayı değeri gerçekten 1055/1645-6’dır. Beliğ de şairin ölüm tarihini 1645-6 gösterir. Safayi ise Mahvî’nin,

1 Rıza, Tezkire-i Şuara, İkdam Matbaası, İstanbul 1316, s.90; Şeyhi Mehmed, Vakayiü’l-fuzala, Neşre Hazırlayan: Abdülkadir Özcan, Cilt I, İstanbul 1989, s. 177; Safayî, Nuhbetü’l-asar Min-fevaidi’l-eş’ar, İstanbul Ü. Kütüphanesi, T.6124, yaprak 201b; İsmail Beliğ, Nuhbetü'I-ifsar Li-zeyli Zübdetü'l-eş’ar, Hazırlayan: Abdülkerim Abdulkadiroğlu, Ankara 1985, s. 484.2 Şeyhî Mehmed, Vakayiü'l-fuzâla, Cilt I, s. 177.3 Beliğ, Tezkire, s. 484.

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1 227

1089/1678-9 yılında öldüğünü belirtir. Bu durumda karşımıza iki tarih çıkmaktadır.

Hakkındaki bilgilerin azlığı, elimizdekilerin de birbirinin tekrarı olması, onun ölüm tarihini netleştirmemizi engellemektedir. Ancak dikkatimizi çeken bazı hususları belirtmeden de geçemeyeceğiz.

1078/1667-8’de doğan, dolayısıyla Mahvî'nin zamanına yetişemediğinden, bilgilerini sözlü veya yazılı kaynaklardan toplamış bulunan Şeyhi’nin tek dayanağının bu tarih beyti olduğunu düşünüyoruz. Ayrıca Şeyhî, Rıza’nın bahsedilen tarihiyle beraber Mahvî’nin bir beytini kaydeder ki bu da Rıza Tezkiresi’nde mevcuttur. Bütün bu bilgiler Şeyhi’nin tek kaynağının Rıza olduğu düşüncesini uyandırmaktadır. Ayrıca burada, Nailî’nin ölüm tarihi için söylenmiş şiirde olduğu gibi4 tamiyenin bulunduğu beytin kaydedilmemiş olması ihtimalini hatırda tutmalıyız.

Böyle düşünmekle Şeyhi’nin verdiği bilgilerin güvenilmez olduğunu söylemek istemiyoruz. Sadece konu etrafındaki ihtimalleri ortaya koymak amacındayız. Bu durumda Safayî’nin belirttiği tarihin de en azından yeni bilgiler elde edinceye kadar bir ihtimal olarak kabulünde yarar vardır.

Öğrenimini tamamladıktan sonra asrın şairleri arasına katıldı.5 Kaynaklar mesleğiyle ilgili bir bilgi vermezler. Muhtemelen kalemde kâtip olarak çalışmıştır. Belki de devlet kademesinde hiç görev almamış, Mevleviliğe intisap ederek kendi halinde bir hayat sürmüştür. Bu ihtimalleri, Mahvî’nin isminin sonuna eklenen çelebi unvanından çıkarıyoruz. Çünkü bu kelimenin âlimler, alelâde kâtipler ve Mevleviler için kullanıldığını biliyoruz.

İlmiye sınıfından olanlar için de kullanılmasına rağmen onun, bu zümreden olmadığı söylenebilir. Çünkü ulema hakkında birinci dereceden kaynak olan Şeyhülislam defterlerini kullanan Şeyhi Mehmet,* • # • • nMahvî’yi Sultan İbrahim devri (1640-1648) şairlerinden saymaktadır. Bu durumda da onu, ilmiye sınıfından kabul etmemiz mümkün görünmemektedir. Şiirleri arasında Mevlevilikle ilgili hiçbir ipucunun bulunmaması, Hz. Mevlana’yı bir beyitle olsun methetmemesi ve

4 Haluk İpekten, Naili (Hayatı, Sanatı, Eserleri), Akçağ Yayınları, Ankara 1991, s. 16.5 Safayî, Tezkire, yaprak 201b.6 M.Zeki Pakalm, Osmanlı Tarih Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, C.I, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1983, s.344.7 Şeyhi, Vakayiü’l-fuzala, Cilt I, s. 177.

228 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1

herşeyden önce Mevlevi kaynaklarında adından bahsedilmemesi, onun bu tarikatla ilgisinin olmadığını gösterir, sanırım. Bu durumda da Mahvî’nin kâtiplikle geçimini sağladığı ihtimali kuvvet kazanmaktadır.

Mahvî'nin kardeşi Fârig Abdurrahim Çelebi de bir şairdir ve Şehrî (Ölümü 1071/1660-1) tarafından yetiştirilmiştir.8 Rıza, Fârig’i tanıtırken “Tercemesi sebt olunan Mahvî’nin biraderidir.” der. Bu ifadeyle şairin, kardeşi Fârig’den daha meşhur olduğunu veya yaşça büyük olduğunu belirtmek istemiş olmalıdır.9 Fârig 1079/1668 yılında ölmüştür.10

Eseri

Mahvî’nin tek eseri olan Divanı, Ankara Millî Kütüphane Yz FB 321 numarada kayıtlı mecmuadadır.

Mecmua 280x173-210x90 mm ebadındadır, cildi meşindir. Kağıdı birleşik harf ve arma fligranlıdır. 29 satirli olup talikle yazılmıştır. Müstensihi Trabzonlu Haşan bin Mustafa’dır. 1084 Rebi’ül- ahir, 1673 Temmuz-Ağustosu’nda istinsah edilmiştir. Mecmuanın içinde Fuzulî, Vecihî, Sabuhî, Neşatî, Şehrî, Mahvî Divanlarıyla Şemseddin’in Deh-murg’ı ve Riyazî’nin Saki-namesi vardır. Mahvî Divanı, mecmuanın 115b-127b yaprakları arasındadır. Bu mecmua, Fahri Bilge’den alman kitaplardandır.

Bu eser biraz yıpranmış durumdadır. 124b, 125a, 125b, 126a,126b ve 127a’nın üst tarafları ve başka yapraklarda mürekkep dağılmış olduğundan, bazı kelimeler okunamaz haldedir. 124 ve 125. yapraktan sonra yaprak kopmuştur. Bu sebeple kef, lam, mim, nun, vav harflerinden (eğer söylediyse) gazelleri yoktur. Kaf ve he harflerinden ise eksik gazeller vardır. Kitabın cildi tamir görürken 127a’nın kenarına kağıt yapıştırıldığından ilk iki gazelin baş tarafları okunamıyor.

Divanı’nda 2 kaside, 1 mesnevi, 1 terci-i bent, 1 terkib-i bent, 75 gazel ve 4 müfret mevcuttur. Gazellerinin 61 tanesi tamdır. 6 tane gazelinde yaprak kopmasından dolayı beyit eksikliği vardır. 7 gazelinde de okunamayan kelimeler bulunmaktadır. Nüshada bazı mısraların yeri boş bırakılmıştır. Zel, sad, tı ve zı harflerinde ise gazel yazmadığı anlaşılmaktadır.

8 Rıza, Tezkire, s. 83; Şeyhi, Vakayiü’l-fuzala, Cilt I, s. 684; Safayi, Tezkire yaprak 164a-b; Beliğ, Tezkire, s. 386.9 Rıza, Tezkire, s. 83.10 Bu bilgi, 1050/1640 yılında tamamlanmış olan Rıza Tezkiresi hariç, kullandığımız bütün kaynaklarda mevcuttur.

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1 229

Edebî Kişiliği

Şiirlerinin Şekil ÖzellikleriKasideleriElimizdeki iki kasidesinden ilki 50, diğeri 38 beyittir. Başlıkları

olmayan bu şiirlerin beyitlerinde de kimlere sunulduğu konusunda bir işaret yoktur. İlk kasidesi nesib bölümüyle başlar. 16 beyitlik bu kısımda sevgiliden bahseden şair,

17 Vâlî-i dil semiyy-i Nebî ma°den-i hayâ K'eyler gubâr-ı râhun ile iftihar çeşm

18 Şensin o şâh-ı mısr-ı mahabbet ki pâyunaYüz sürmeyince olmadı çün kâmkâr çeşm

beytiyle övgüye geçer. Ama memduhunun adı, görevi ve özellikleri belli değildir. Bir devlet adamı olmadığı söylenebilir. Övülenin yüceliğinden, ahlakından, yumuşak huyluluğundan bahsedişine bakılırsa bir dostunu veya sevdiğini methettiği tahmin edilebilir:

20 Görmezdi kasr-ı kadrini ger zîr-i pâyınaSahn-ı semâyı koymasa ger pây-dâr çeşm

23 Yâd eyledükçe dîde-i dil hüsn-i hulkum‘ Aks-i hayâlün eyler idi der-kenâr çeşm

24 Hilmün hayâl-i câşıka geldükçe gâh şevkTahte's-serâyı eyler idi lâlezâr çeşm (115b)

İkinci kaside fahriye, tegazzül ve dua bölümlerinden oluşur. İlk25 beytinde şair kendi şiirini över, sonra 8 beyitlik gazel gelir. Son 5 beyti ise dua bölümüdür. Bu kasidesinde Nefî tesiri görülür.

İki kasidesinde de tegazzül bölümlerinin varlığı dikkati çekmektedir. Bu konuda devrin şiir ustalarını takip ettiği söylenebilir.

"Mahvî, Divan, Ankara Millî Ktp Yz FB 321, yk.ll5b. Mahvî Divanı’na ait yaprak numaralan, bundan sonra örneklerin sağında, parantez içinde belirtilecektir.

230 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1

Büyük şair N ef î, tegazzül yoluyla kasidelerine yerleştirdiği gazelleri ahenk sağlama unsuru olarak kullanmıştır.12 Nailî de bazı kasidelerinde, özellikle uzun olanlarında araya bir gazel eklemiştir.13

Kasidelerinde memduhun bulunmaması belki de yenilik yapma gayretinin sonucudur. Çünkü aynı dönem ve Sebk-i Hindî şairi Fehim, hiçbir şahsa hitap etmeyen kasideleriyle yenilik gösterme çabası içindedir.14 Ayrıca bu durumu, yine Fehim’de olduğu gibi kasideyi caize ve ihsan elde etme vasıtası görmeme anlayışının tezahürü olarak kabul etmek de mümkündür.

Mahvî iki kasidesinde de bütünlüğü sağlama gayreti içinde olmuştur. Bölümler arasındaki bağlantıyı tabii bir akış içinde sağlamaya çalışır. Kasidelerinde söylediği gazellere geçişinin ustaca olduğunu söylemek zordur. Fahriye ile başladığı ikinci kasidesinde kendisini, Farsça yazan şairlerle hatta İsa ve Mani ile tek tek kıyas ederek sözü uzatmıştır.

GazelleriElimizde 69 tam gazeli mevcuttur. Divam’mn bazı yapraklarının

kopmuş olmasından dolayı, gazellerinin kesin sayısını bilemiyoruz. Çağdaşı şairlerden Şehrî’nin 10 kasidesi, 1 terkib-i bendi, 1 terci-i bendi, 4’ü Farsça 131 gazeli, 16 rübaisi, 6 kıtası, 7 tarih kıtası vardır. İsmetî (Ölümü 1075/1665)’nin 1 kasidesi, 113 gazeli, 10 kıtası, mevcuttur.17 Neşatî’nin ise değişik şekillerde 27 kasidesi, 1 tahmisi, 137 gazeli, 15

• 1 O

rübaisi, 2 kıtası, 4 tarih kıtası, 4 matlaı ve 1 mesnevisi vardır. Mahvî'nin de bu şairlere yakın sayıda gazel yazdığı tahmin edilebilir.

Gazelleri genellikle 5 beyitlidir. Bir oranlama yapacak olursak 56’sı (% 81) 5, 8’i (% 11.6) 6, 4’ü (% 5.7) 7, l ’i (% 1.4) 7 beyitlidir.Bütün bu rakamlar Mahvî’nin şuurlu bir şekilde az beyitli gazeller yazdığını, devrinin anlayışına uyduğunu göstermektedir. N efV de 5 beyitli gazellerin çokluğu dikkat çeker, 83 gazeli (% 61) 5 beyitlidir ki

12 Metin Akkuş (Hazırlayan), N e fî Divanı, Akçağ Yayınları, Ankara 1993, s.29.13 H.İpekten, Naili, s.40.14 Tahir Ozgör (Hazırlayan), Fehim-i Kadim (Hayatı, Sanatı, Divan’ı ve Metnin Bugünkü Türkçesi), Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1991, s. 17.15 T.Üzgör, Aynı eser, s. 19.16 Şehri, Divan, Kütahya Vahid Paşa İl Halk Kütüphanesi, Yazma Eserler Bölümü no: 631.17 H. İpekten, Eski Türk Edebiyatı (Nazım Şekilleri ve Aruz), Dergâh Yayınları, İstanbul 1994, s.316.18 Mahmut Kaplan, Neşatî Divanı.

Kütahyalı Şairler Sempozyumu -1 231

Metin Akkuş bunu Sebk-i Hindî etkisine bağlar.19 Nailî de gazellerinin çoğunu, tam 245 gazelini (% 63) 5 beyitli yazmıştır.20 Fehim’in 293 gazelinin 134’ü (% 45) 5, 103’ü (% 35) 7 beyitlidir.21 Neşatî’de bu sayı çok daha fazladır, 123 gazel (% 89).22Gerek gazel gerekse beyit sayısındaki bu azalmayı, şairlerin az şiir söylemeleriyle izah etmek mümkündür. Ama bunun bir anlayış olabileceğini de düşünmeliyiz. Şiirin dilinde ve muhtevasında yapılmaya çalışılan giriftlik ve yoğunluk, sanatçıların çok yazmasını engellemiş olmalıdır.

Beyit sayısındaki titizlik, şiirlerinin üzerinde durduğunu gösterir. Bu yüzden gazelleri mana yönünden oldukça işlenmiştir. Birçok gazeli yek-ahenktir. Ayrıca işlediği konular da pek değişmez. Sevgilinin güzelliği, işret, tabiat, rintlik ile tasavvufî ve mecazî yönleriyle aşk işlenmiştir.

Diğer ŞiirleriMahvî'nin birer tane mesnevisi, terkib-i bendi ve terci-i bendi

vardır. Dört tane de müfret yazmıştır. Mesnevisi fazla uzun değildir (61 beyit). Terci-i bent 9’ar beyitlik 5 haneden oluşur. Terkib-i bent ise 8’er beyitlik 5 haneden mürekkeptir.

Mesnevi ayrılık, ıstırap, ağlayıp inleme, güzellik ve aşk üzerinedir. Buradaki aşk tasavvufîdir. Terci-i bent ve terkib-i bendin konusu da tasavvuftur. Bu üç şiirinin anlaşılması biraz daha zordur.

KafiyeMahvî, şiirlerinde genellikle tam ve zengin kafiye kullanır.

Kafiyelerini Arapça ve Farsça kelimelerden seçer. Bazı Türkçe ekleri, Arapça ve Farsça kelimelerle ender de olsa kafiyelendirir. Redifler sadece ek veya kelime ile ek ve kelimeden oluşur. İki kelimeden meydana gelen redifler ise çok nadirdir. Bir şiir içinde aynı kelimeyi iki kere kafiye yapmaktan kaçınmaz.

VezinMahvî, aruz kalıpları kullanmada kendine sınır koymuştur demek,

sanıyorum yanlış olmaz. Çünkü 84 şiirinden 75’ini (% 89) çok kullanılan6 aruz kalıbıyla söylemiştir. Geriye kalan 5 vezinle sadece 6 şiiri vardır. Bu rakamın, Divan şiiri istatistiklerine göre en alt seviyede olduğu

19 M. Akkuş, N efî Divanı, s.33-4.20 H. İpekten, Nailî, s.46.21 T. Üzgör, Fehim-i Kadim Divanı, s.732.22 Mahmut Kaplan (Hazırlayan), Neşatî Divanı, Akademi Kitabevi, İzmir 1996.23 Haluk İpekten, Eski Türk Edebiyatı, s.276.

232 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1

açıktır. Sebk-i Hindî şairleri, şiirin ahengine uygun düşmeyen aruzO A

bahirleriyle vezinlerini kullanmaktan kaçınırlar. Mahvî’nin, belli aruz kalıplarını kulanmış olmasını bu anlayışla açıklamak mümkündür.

Dili ve Üslûbu

Gramer ÖzellikleriCümle öğelerinin doğru dizilişine yeterince uymamak Hint

üslûbunun bir özelliğidir. Sözün giriftliği bazen böyle sağlanır.25 Mahvî'de de bu ve benzeri gramer kusurlarına rastlanır:

Berk-ı ahumun dudı şeklindeki Farsça-Türkçe karışık tamlama kurulmuş ve bunun bir öğesi diğer mısraa taşırılmıştır:

Şevk-ı ruhunla eyledügüm berk-ı ahumun Dûdı carûs-ı bahtuma müşgîn-külâledür (119a)

Taze eylemek birleşik fiilinin arasına cümlenin bir başka öğesini yerleştirmesi zor anlaşılmayı getirmiştir:

Ruhsat mı virür gamze’ki dil arz ide hâlin Dâg-ı dilümi tâze o çeşm-i siyeh eyler (124a)

Alttaki beyitte bildirme hali eki düşürülmüştür:

Nigehinden görinür gamze-i hûn-efşânı Bir nigâhıyla nice Yûsuf ider zindânî (119b)

Zaten kendisi de şiirlerinde mananın sağlam, buna karşılık söz ve ifadenin dağınık olduğunu belirtmiştir:

Sözümün va de-i âşık gibi ma nîsi metin Lafzı da şîve-i macşûk gibi hayrânî (119b)

TamlamalarHint üslûbunun en belirgin dil özelliği Farsça zincirleme isim

tamlamalarıyla vasıf terkiplerini, hem ayrı ayrı hem de bir arada çokça kullanmaktır. Anlam ve hayallerdeki derinlik ve inceliği sağlayabilmek için yeni terkipler yapmışlardır. Mazmunlar ve içinde birleşik sıfatların

24 Ömer Okumuş, “Hind Üslûbu (Sebk-i Hindî)”, Atatürk Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Edebiyat Bilimleri Araştırma Dergisi, Sayı 17, Erzurum 1989, s.116.25 Ö. Okumuş Aynı makale, s.l 16.

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1 233

da bulunduğu Farsça tamlamalarla bir cümle veya cümlecikle anlatılabilecek manaları ifade etme imkânını bulmuşlardır. Bu yolla mana yönünden daha yoğun beyitler söyleyebilmişlerdir. Fehim ve Nailî’de bu özellikler görülmektedir. Aynı dönemin şairi Şehrî ise bu konuda daha da ileri gitmiştir. Ali Nihat Tarlan Hoca, Şehrî’nin terkipleri kullanmasıyla ilgili şu değerlendirmelerde bulunur:1- Şehrî, Farsça izafet ve vasıf terkiplerini, çok dikkate lâyık bir

tahassüs inceliği ve pervasızlığı ile kullanmıştır. Mürekkep sıfatlardaki pervasız tasarrufuna, devrin bu yolda yazan şairlerinde tesadüf edilmez.

2- Üç kelime içine bazen ne kadar geniş bir duygu ve hayal âleminin teksif edildiğini ve bunların bazen Servet-i Fünun şairlerini geride bırakacak bir serbestliğe erdiğini görürüz.

3- O, öncekilerin böyle yapıp yapmadığına bakmamış, kabul görüp görmeyeceğini de düşünmemiştir. Ve böylelikle yenilik yaptığına kânidir.26

Yenilik yapma iddiası dışında bu değerlendirmeler, Mahvî için de geçerlidir. O, şairliğiyle övünür ama yeni tarzda şiir söyleme iddiasında bulunmaz. Gerek Farsça zincirleme izafet gerekse vasıf terkiplerini kullanmada Mahvî de pervasızca davranmıştır:

Gazab-âlûde-nigâh eyleye bin nâzile gerHuşk ider berg-i ter-i bâgçe-i imkânı (119b)

Henüz âh-ı dilüm gül-gonca-sünbülŞerâr-âbisten-i sad-beççe-bülbül (116b)

Gonca-i âteş-tebessüm dâg-ı cânumdur benümZehr-i çeşm-i dil-ber-i tannâz mahremdür bana (120a)

(

Mutrib-i nagme-serâ-yı çemenistân-ı gamamSûziş-i nâle virür hâlet-i şeh-nâz bana (120a)

Bu terkiplerde çoğu kere, yine üslûbun özelliği olarak soyut kavramlarla somut nesneleri bir arada kullanmıştır:

26 Ali Nihat Tarlan, “Şehrî”, İstanbul Ü. Edb Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, C. II, Sayı 3-4, İstanbul 1948, s.224,227 ve 229.

234 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1

Nâzun hırâma başlasa ger sahn-ı dîdede Medd-i nigâhın eyler idi ber-karâr çeşm (116a)

01 Kelimem olmışam şevk-ı tecellîden berî Şucle-i berk-ı nigâhun nâr-ı Eymendür bana (120a)

Maksad-ı cân-ı zîbak-ârâmıDidüm ol şûh-ı cişve-bâza bu şeb (120b)

Bu revişle güzelüm cişveye âgâz itsenMeğer âşûb-ı ecel-şucle mühim-sâzun olur (122a)

Nâz ider bâd-ı sabâya meşreb-i Mahvî gibi Gonca-i feyz-i nigâhun şucleden şâd-âb olur (123a)

Çeşm-i tegâfîil-nigeh olsa terahhum-eser Kem-şerer-i dâg olur zinde-çerâg-ı heves (125a)

Ayrıca manayı yoğunlaştıran ince hayalleri ifade için yeni terkipler de meydana getirmiştir. Meselâ gam-aşina, gamı, aşk ıstırabını bilen, onunla yaşamaya alışmış anlamıyla âşık karşılığı olarak kullanılmıştır. Ama şair aşka, aşkı hiçbir kimse tanımadan, ilk olarak düştüğünü yani sevgiyi Belâ Meclisi’nden beri sadece kendisinin bildiğini ifade edebilmek için bî-gam-aşina terkibini oluşturmuştur:

Derd-i mahabbet olmayalı bî-gam-âşnâ Oldum belâ-yı cışkun ile câlem-âşnâ (120a)

Bu âlemde vuslat arzusunu duyan kişi yani Hak aşığı, haşre kadar uyanık olmalıdır, diyebilmek için teşne-i şevk-ı vasi ve bezm-i kaza- tertip terkiplerini birleştirmiştir:

Teşne-i bezm-i kazâ-tertîb-i şevk-ı vaslunun Dîde-i şucle-nigâhı haşre dek bîdârdur (124a)

#

Baht. yıldızının kararmasının, gönlüne düşmanlık yaptığını yani kara bahtının gönül işlerini de etkilediğini belirtebilmek için alttaki tamlamayı kullanır:

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - / 235

Mahvî esîr-i dil-ber-i bî-mihr ider bizi Dil-düşmenî-i kevkeb-i baht-ı siyâhumuz (125a)

Gönlün vuslat ümitsizi yani kavuşma ümidini kaybetmiş olduğunu belirtebilmek için aradaki izafet kesresini kaldırarak birleşik sıfat yapma yolunu seçmiştir:

Mest-i şarâb-ı hayret olur fikr iden seni Dil-nâ-ümîd-i vaslile giryân olan bizüz (125a)

Feleğin her an yeni oluşumlar içinde olduğunu yani dönüp durduğunu ifade etmek için şu terkibi kullanmıştır:

Mahvi ol gerdûn gibi sen dahi kâfir-mâ-cerâ Tâ sana mahsûs (ola) câlemde cüst ü cûy-ı dûst (121a)

Gönül karşılığı olarak zulmet-saray terkibini kullanır:

Mir’ât-ı rûha şucle düşe şems-i cebheden Zulmet-sarây-ı câşıkı leb-rîz-i nûr ider (123a)

Deyimler

Mahvî, şiirlerinde halk dilinden deyimler kullanmıştır:T*

Cihanı kırmak ve kana doymak:

Kırar gamzen cihanı bir nigehleYine toymaz Cacebdür kana ol şûh (121b)

Dağ etmek ve gözü kör:

Bilmez ol şûha benüm destine dâg itdügümi Kevkeb-i bahtumuzun dîdeleri kûr gibi (127a)

Gözden kaybolmak:

Virür mi bir nefes reşk-i mahabbet ana âsâyiş#

Olursa çeşm-i gamdan Mahvi-i âteş-zebân gâ’ib (120b)

236 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1

Hüsn-i Yûsuf (Bir çeşit çiçek, yaban karanfili):

Sana Yûsuf dimek ancak senün hüsn-i beyânundur Hezârân hüsn-i Yûsuf hâk-i râh-ı âstânundur (123a)

Keder çekmek:

Kerem-i baht-ı dûnile MahvîOlma gamdan halâs u çek kederi (126b)

/

Minnet çekmek:

Çekdüm anun da minnetini bir dem olmadum Gül-gonca-i mahabbet-i dil şeb-nem-âşnâ (120a)

Saye salmak:

‘Isâ olurdı pey-rev-i hükm-i semenderi Sâye salaydı câleme ger berk-ı âhumuz (125a)

Berk-ı nigehün câleme ger sâye salarsa Mahvî gibi dünyâyı perîşân-nigeh eyler (124a)

Takat getirmek:

Bî-tâbi-i dil dîdemüze hvâb getürmezTûr olsa vücûdum bu gama tâb getürmez (125a)

ft

Uğrun uğrun bakmak:

Uğrun uğrun nigâh-ı cismet-i dûst Tolaşur zülf-i şeb-tırâza bu şeb (120b)

Zar zar ağlamak:

Şimdi o demde eyledigün lutfı yâd idüp Ağlar hücûm-ı gayret ile zâr zâr çeşm (119b)

Kütahyalı Şairler Sempozyumu -1 237

Zibak-ı guş-ı adû (Şeytan kulağına kurşun?):

‘Örfı-i Rûm olalı lemca-i kilküm Mahvî Zîbak-ı gûş-ı cadû zemzeme-i sûr gibi (127a)

Ayrıca nev‘ ve şem‘ kelimelerini, nevi ve şemi şeklinde konuşma dilindeki telaffuzlarıyla kullanır.

ÜslûbuXVII. yüzyıl, Divan şiirinde bir iç değişmenin yaşandığı

dönemdir. Dilin mimarisinde ve hayallerde giriftlik esas olmuştur. Şiirde dış dünyanın tasvirinden çok insanın iç âlemi yer almaya başlamıştır. Istırap ve tasavvuf daha çok işlenen konular haline gelmiştir. Sebk-i Hindi diye adlandırılan bu üslûbun özelliklerini, devrin bazı şairlerinde görmek mümkündür.

Ali Nihat Tarlan, XVII. asrın Sebk-i Hindî’yi benimseyen şairleri olarak Nailî, Fehim, İsmetî, Neşatî, Rızayî, Samî ve Şehrî’yi göstererek asıl hamleyi Nailî’nin yaptığını belirtir.27 H. İpekten ise XVII. yüzyıl Divan şiirinde Sebk-i Hindî’nin bütün özelliklerini yansıtan gerçek temsilciler olarak Şehrî, Nailî, İsmetî, Neşatî ve Fehim’i sayar.28 Bu listeye Mahvî de rahatlıkla ilave edilebilir. Yalnız Mahvî'nin şiirlerinin, Fehim, Şehrî ve bilhassa Nailî kadar sanatlı olmadığını ve onun bu tarz içinde denemeler yapan birisi olduğunu belirtmemiz gerekir. İran’da itibar görmeyen şairlerin ortaya çıkardığı Hint üslûbuna bizde Nailî, Fehim, Şehrî ve Mahvî gibi belli bir meslek erbabı kişilerin ilgi göstermesi ilginçtir.

Mahvî'nin şiirlerinde, Nailî ve Fehim’de belirginleşen bu sanat anlayışının özellikleri göze çarpar. Gazelleri arasında Nailî, Fehim, Neşatî ve Şehrî’ye nazire sayılabilecek şiirleri mevcuttur. Rıza, Tezkiresi’nde, onun şairliğini değerlendirirken “Sanat-ı ihtirada misli nadir ve her beytin manasın vermeğe kadir”der. Bu ifadelerle Mahvî'nin benzeri görülmemiş şiirler söylemede usta olduğunu ve şiir sanatından anladığını belirtmek ister. Rıza ayrıca, “Gâhi bu güne eşarla dahi azmayiş-i tab ’-ı namdar iderler idi. ” diyerek yeni tarzda şiirler yazma gayretinde olduğunu kaydedip buna dair örnek şiirlerine yer verir. Eserine aldığı örnekler şunlardır:

27 Ali Nihat Tarlan, “Şehrî”, s.22828 H. İpekten, Nailî, s.67.29 Rıza, Tezkire, s.90.

238 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1

1 Ateş-kede-i zülfüne bî-nûr dimezlerDâg-ı dilüme meşacle-i Tür dimezler

3 Olmakda siyeh-pûş şemic her seher (ü) şâm Merg-i dil-i pervâneye bî-sûr dimezler

*

4 Şol mertebe bî-tâb ü tüvân eyledi hayretAh-ı dilüme zemzeme-i mûr dimezler (123b)

Nigâhumdur degüldür nakş-ı hattun Tokunmuş rûyuna olmış siyeh-pûş

Böyle mestâne olur hâne-i agyâra giden Bir Caceb haste olur hastaya tîmâra giden

Burada şunu da ilave edelim. Rıza, Fehim ve Şehrî’yi cömertçe över. Ama aynı cömertliği Mahvî için göstermez. Böylece onun şairliğinin gerçek değerini ortaya koymaya çalışır. Diğer tezkirelerde ise sanatıyla ilgili değerlendirme yoktur.

Hint üslûbunun özelliklerinden olan mübalağa, telmih ve teşbih sanatlarının şiirde çok kullanılması Mahvî'de de görülür. Ayrıca alışılmadık benzetmeler yapar ki bu da Hint üslûbunun bir özelliğidir:

Gonca-i dâgum tebessüm eylesün nev-rûzdur ‘Andelîb-i dil tekellüm eylesün nev-rûzdur (123b)

Mahvî olalı dîdelerüm macden-i elmasHer dâglarum sinede sîm-âb-ı sükûndur (124a)

30 Rıza, Aynı eser, s.91.31 Rıza, Aynı eser, s.92.32 Fehim Süleyman, eserinin Şevket-i Buharî maddesinde yazdığı 9 beyitlik bir manzumede Sebk-i Hindî’nin özelliklerini sıralar:

1 Abını elmasın eder cûybâr Kıl'a-iyâkûtu eder kûhsâr2 Gâhice gül sağarım teng eder Geh kademin nakşını ferseng eder3 Zerreyi ki âlem eder iddia Şemsi eder gâhice necm-i Sühâ4 Geh getirir bûy-ı gülü bâ-katâr Şemsi gehî mevcli deryâ yapar5 Goncaları gâh hum-t'mül eder Sinedeki dâgını geh gül eder6 Reng ü rük ü mevcile söyler sühan Tavrı kadimâne değildir bu fen

Sefînetü’ş-şuara, Matbaa-i Amire, İstanbul 1259, s.344.

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1 239

Dil, gönül, aşk, muhabbet, belâ, dâg, âh, gam, şevk ve tâb gibi kelimeleri çokça kullanması onun, duygulu ve ıstıraplı bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir. Berk (şimşek), ateş, şule gibi kavramlar ise içindeki coşkunluğun anlatılmasını sağlar.

Na‘t ve benzeri dinî şiir yazmamış olan Mahvî, ayetlerle hadislerden iktibas da yapmamıştır. Şeyh San‘an ve Mansur’a şiirinde çokça yer verir. Tek iktibası ise Mansur’un Ene’l-Hak sözüdür. Bu da tasavvufun, onun şiirindeki yerini izah eder, sanıyorum.Şiirlerindeki tasavvuf kolayca anlaşılabilecek şekilde değildir. Çünkü bir kere üslubu kapalıdır. Bir de tasavvufun kelime ve sembollerle şiire girmiş olması anlamayı daha da zorlaştırır. Kavrayabilmek için hayli düşünmek gerekir. Beyitlerin anlamlarını ancak bazı ipuçlarından hareketle çözmek mümkündür. Ama bunun yanında tasavvuf ilham kaynağı olarak şiirlerine derinlik kazandırmış, duygu ve ıstıraplarını anlatmada yardımcı olmuştur.

Tabiat ve tabiat varlıklarının hepsi şiirine girmemiş, girenler de bütün yönleriyle yer almam'ştır. Servi yine sevgilinin boyudur, âşık bülbüldür ama ar’ar ve çınarla kumru onun manzumelerinde yer bulamaz. Servi salınmaz, serkeş değildir; su onun ayağına düşüp yalvarmaz. Yani o, mazmunların ve mevcut malzemenin hepsini kullanmamıştır.

O, şiirlerinde aşka yer verir ama sevgilisi için her şeyini vermeye hazır, her an ağlayıp inleyen, benzi sapsarı bir âşık değildir. Kendisini meşhur aşk kahramanlarıyla kıyaslamaz. Zaten şiirlerinde sadece Hüsrev ile Mecnun’un adı geçer. Rakibin, kendisinin sevgiliye ulaşmasını engellemesinden fazla şikâyet etmez. Bu sebeple rakibin kötü sıfatlarını sayıp dökmez. Onun rakibi yine kendisidir, arzularıdır:

Olursam küşte-i reşk-i mahabbet sanma bî-câdur Nigâh-ı ârzû dirler derûnumda rakîbüm var (124b)

Hint üslûbunda, yeni hayal ve manaları ifade için yeni kelimeler gerekmiştir. Bu sebeple sözlüklerden yeni, nadir, kimsenin bilmediği kelimeler seçilmiş, bunlara halkın dilinden kelime ve deyimler eklenmiştir. Bunun yanında eski kelimeler de kullanılmaya devam edilmiştir.33 Bu anlayışa uygun olarak Mahvî de bazı kelimeleri, çok kullanılan anlamlarının dışındaki anlamlarıyla kullanmıştır.

33 H. İpekten, Nailî, s.65.

240 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1

Alttaki örnekte sâmân kelimesinin çok bilinen anlamı devlet vea i

servet, kuvvet ve kudrettir. Diğer manası ise karar ve ârâm’dır ve bu manasıyla kullanılmıştır:

Benem ol bâde-i vahdet ki benüm kem-katrem Düşse ger hâke virür neşve-i bî-sâmânî (119a)

Derman kelimesi ilaç, çare anlamıyla değil de takat anlamıyla kullanılmıştır:

Böyle bir şûha esîr olmak olurdı olsa Derd-i cışkı ile ger cân-ı dilün dermânı (119b)

Mihrigânî kelimesi bayramla ilgili, bayrama ait ve musikîısmakamı anlamlarıyla değil muhabbet anlamıyla kullanılmıştır:

Benem ol bülbül-i hoş-baht dil-i nâlânı Eyledüm nagme-zen-i gonca-i mihrigânî (119b)

36Reşk kelimesi gayret anlamıyla kullanılmıştır:

Virür mi bir nefes reşk-i mahabbet ana âsâyiş Olursa çeşm-i gamdan Mahvi-i âteş-zebân gâ’ib (120)

Vâlâ kelimesi yüz örtüsü yapılan bir nevi ipekli kumaş ve yüksek anlamlarına gelir. Saçın başta yani yüksekte, yukarıda olması da çağrıştırılmakla beraber, sevgilinin saçlarının yüzü örtmesi kastedilerek vâlâ kelimesi örtü anlamıyla kullanılmıştır:

Cebhen ki o vâlâ-yı siyeh itdi der-âgûşSan levha-i meh üzre hat-ı gâliye-gündur (124a)

Onun üslûbunun bir başka yönü de şiirlerindeki konu birliği ve beyitler arasındaki mana bağıdır. Mahvî, şiirlerinde mana birliğini koruma çabası içindedir. Bu sebeple gazellerini yek-ahenk yazmaya

34 Ziya Şükûn, Gencine-i Güftar Ferheng-i Ziya, C.2, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1984, s.1125.35 Z.Şükûn, Aynı eser, C.3, s. 1837-9.36 M. Asım, Burhan-ı Kâtı1, s.300.'7 Z.Şükûn, Gencine-i Güftar, C.3, s. 1951.

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1 241

gayret eder. Ayrıca manayı, bir beyitte tamamlamayıp sonraki beyte geçirir. Örneğin alttaki beyitler arasında böyle bir bağ söz konusudur. Şair ilk beyitte nidaya yer vermiş, asıl hitabı ise sonraki mısralarda yapmıştır:

1 Ey mihr-i ruhi encümen-ârâ-yı kıyâmet V'ey gamzesi cözr-âver-i rüsvâ-yı kıyâmet

2 Reftâra gelüp nâzile ger cilveger olsanBin dürlü nümâyân olur eczâ-yı kıyâmet (121a)

Şu örnekte de ilk beyitte, nesimin yakıcılığını kendi tabiatının artıracağını belirtmiş, sonraki beyitte de bunun Osmanlı ülkesindeki etkisini dile getirmiştir. Böylece manayı iki beyte yaymıştır:

15 Gâh magrûri-i tabcumla vezân olsa nesimGonca dem-beste kalur olmaz anun mihmânı

16 Özge magrûr(i) ki tâb-ı nigeh-i germi ileMâye-i sûziş ider memleket-i Osmânı (119b)

Hint üslûbunun bir özelliği olan merhun beyit, Örfi ve Nefî gibiT O

şairlerce de kullanılmıştır.“İlk mısrada ileri sürülen bir düşünce ya da hayalin ikinci

mısrada tekrar anılması da bu üslûbun bir tekniğidir. ” 3 9 Hint üslûbunun bu özelliğini Mahvî'de de görmek mümkündür:

Dile keyf-i nihânî neşve-i zevk-ı tebessümdür Tebessüm câşıka ser-mâye-i lutf u terahhumdur (123a)

Tegâfül eyledükçe çeşmün artar mâye-i derdüm Tegâfül mâye-i germiyyet-i bâzâr-ı hüsnündür (124a)W

Nigehinden görinür gamze-i hûn-efşânı Bir nigâhıyla nice Yûsuf ider zindânî (119b)

38 Fatma Tulga Ocak, “N efî ve Eski Türk Edebiyatımızdaki Yerı\ Ölümünün Yüzellinci Yılında Nefî, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1987, s.26.39 Fahir İz, Eski Türk Edebiyatında Nazım 1 (Divan Şiiri), Küçükaydm Matbaası, İstanbul 1967, s.XLIX.

242 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - /

Ama üslûp özelliğinden ziyade şahsî kusur olarak değerlendirilebilecek durumlar da mevcuttur:

Dil ki hüsn-i gonca-i mestûruna vâ-bestedür Kâse-i çeşm-i dilüm çün kâse-i gül-destedür (123b)

Böyle bir şûha esîr olmak olurdı olsa Derd-i cışkı ile ger cân-ı dilün dermânı (119b)

Olmasa mâye-i gam reşk-i ruhun olmazdı Zülf-i pür-çîn ü mühim-sâzuna mihmân diller (122b)

Şiirlerinin Muhteva Özellikleri TelmihlerMahvî Divam’ndaki telmihler o zamana kadar kullanılan

malzemenin dışında değildir. İsa, Musa, Yusuf, Yakup ve Eyüp Peygamberlere; Tur ve Tufan’a; Hızır’a; Mansur, Şeyh San‘an ve Edhem’e; İsfendiyar ve Feridun’a; Leyla, Mecnun, Züleyha ve Hüsrev’e; Mani’ye telmih yapılmıştır. Bilhassa peygamberlerle ilgili telmihler çokça yer alır. Ama onun telmihlerinde bir sınır göze çarpar. Yukarıda isimleri anılanların dışında kalan peygamberlere telmih yapmamıştır. Buna paralel olarak onların başından geçen bütün hadiselere de telmihte bulunmamıştır. Bazen de daha önce şiirde pek kullanılmamış olayları esas almıştır.

Meselâ genelde Yusuf ve Züleyha beraber ele alınıp bilhassa etek hadisesine telmih yapılır. Mahvî ise sadece Züleyha’ya ve yaptırdığı kasra telmihte bulunmuştur. Züleyha’mn, Yusuf tan kâm alabilmek için iç içe yedi ev şeklinde bir saray yaptırıp duvarlarına kendisiyle Yusuf u beraber resmettirdiği ve etek hadisesinin geçtiği binaya40 telmih yapmıştır:

Tab°um ol kasr-ı Züleyhâ-yı me°ânî ki bilür Şîve-i sûretini sûz-ı dilümden Mânî (119b)

Buna benzer bir durum da İsfendiyar’la ilgili telmihte mevcuttur. İran’ın mitoloji kahramanlarından olan İsfendiyar, savaş sırasında Rüstem’in attığı çatal bir okla gözlerini kaybetmiştir.41 Bu efsane

40 Naci Onur (Hazırlayan), Yusuf u Züleyha (Hamdî), Akçağ Yayınları, Ankara 1991, s.308.41 Şemseddin Sami, Kamusu’l-a‘lâm, C.2, İstanbul 1306, s.912.

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1 243

kahramanına diğer şairlerimiz şiirlerinde başka olaylar içinde yer verirler ama Mahvî, sadece okla gözlerinin görmez olmasını kullanmıştır:

Kıble-nümâ-yı ye’s olalı oldı bî-rüsûm Sûret-nümâ-yı dîde-i İsfendiyâr çeşm (115b)

r. •

• A * \

En çok Isa Peygamber’e (15 yerde) telmih yapmıştır . Bunlardan başka 5 beyitlik bir gazelinin redifi Mesih’tir ve terci-i bendinin bir hanesinin redifi Mesîhâ’dır. Onun gökte oluşuna, konuşma mucizesine, hastalara şifa vermesine, ölüleri diriltmesine ve tecerrüt ehli oluşuna

telmih yapmıştır. Isa Peygamber’in geçtiği beyitleri başka yerlerde*

kullandığımız için tekrara düşmemek gayesiyle buraya almadık.Cevher-i ferd sevgilinin kendisi veya dudağıdır. Can bağışlama

konusunda Isa ile kıyaslanmıştır:%

Sen cevher-i ferd-i sânic-i °ışk Hem-zâd olımaz senünle ‘Îsî (118b)

% (

Hz. Musa ile ilgili telmihler de çoktur. Bu telmihler Kelîm, Tür, ateş gibi kelimelerle yapılır. Sevgilinin bakışına hedef olan, onunla

. ____

konuşan şairin tecelliye ihtiyacı yoktur. Sevgilinin bakışları Eymen ateşine benzetilir:

Ol Kelimem olmışam şevk-ı tecellîden berî Şucle-i berk-ı nigâhun nâr-ı Eymendür bana (120a)

Bir Caceb turfe belâdur nigeh-i şûhı anun Her dile şucle salar meşcale-i Tûr gibi (127a)

Tur dağındaki ateş, âşığın gönül yarası için benzetme unsuru olur:A ^

Ateş-kede-i zülfüne bî-nûr dimezler Dâg-ı dilüme meşacle-i Tûr dimezler (123b)

Ki bî-revgan-fetîl-i dâg-ı dûrîHacel eyler şerâr-ı şemc-i Tûrı (116b)

42 Fehim de Hz. Isa’ya geniş yer vermiştir. Bakınız, T.Üzgör, Fehim-i Kadim Divanı,s.33.

244 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1

Yine Tur dağı, tahammül yönünden âşığın vücudu için kendisine benzetilen olur:

Bî-tâbi-i dil dîdemüze h âb getürmez'Tûr olsa vücûdum bu gama tâb getürmez (125 a)

Tur-mana ve Musa-şair-i muciz-beyan benzetmelerini, kendi şiirinin tesirini anlatmada kullanmıştır:

Mahvi-i âteş-zebânam yine Tûr-ı macniyeMûsi-i mucciz-beyânam râz mahremdür bana (120a)

Yakup Peygamber, oğlu Yusufa duyduğu hasret sebebiyle düştüğü hüznü ve gözlerini kaybetmesi ile ele alınır. Ama burada dikkati çeken husus, onun görme yeteneğini kaybetmesinin kör kelimesiyle ifade edilmesidir:

Yackûbda olmış nigeh-i hasret-i Yûsuf Ol şucle ki dâg-ı dil-i nâ-kâmuna düşmiş (125b)

Pîçîde iden zülf-i siyâhın nigehündür Mahvî sana Yackûb gibi kûr dimezler (123b)

Be-nûr-ı gül-bün-i ahzân-ı Yackûb Be-bî-verdî-i derd-i cân-ı Eyyûb (117a)

Yusuf Peygamber güzelliğiyle ele alınmıştır. Ama her türlü varlık ve nesne, güzellik yönünden Yusuf la mukayese edilir:

Gayrun şüküfte gülşen-i Yûsuf-giyâhınun Zîb-i hayâlin eylemedi ihtiyâr çeşm (116a)

N'ola Ya kûba nâz itsem belâ-yı derd-i ışkunla Nice Yûsuf esîr-i nâle-i bîmâr-ı hüsnündür (124a)

Rûz-ı visâl şûhi-i nâzunla eylediHer perdesini safha-i Yûsuf-nigâr çeşm (115b)

Mahvî kendi şairlik tabiatını Yusuf un güzelliğine benzetir:

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1 245

Yûsuf-ı tabcum ile sûziş-i cân u dildenGüft ü gû eyleyerek mest olurum rûhânî (119b)

Mahvî, Yusuf un kuyudan ip ve kova vasıtasıyla kurtulmasına da telmihte bulunur. Bu beyitte kendisini Yusuf ile kıyaslar ki ortak malzemeyi farklı bakış açısıyla ele almasına bir örnektir:

Bizüz ol Yûsuf-ı bî-kayd-ı gam-ı delv ü resen Dest-gîr oldı kad-i zemzeme-i âh bize (126a)

Nuh Peygamberin- adı anılmadan kullanılan Tufan, sevgilinin bakışının etkileyiciliği ve şairin kendi gözyaşlarının çokluğu için mukayese vasıtası olur. Yine şairin gözyaşları gönülde öyle bir coşku meydana getirir ki bir damlası bile Tufan’la kıyaslanabilir:

Hurşîd olurdı âbide-sîmâ-yı seng-i la°l Berk-ı nigâhı k'eyleye Tûfân-feşâr çeşm (115b)

Görinmezdi mey-i giryemde ser-cûş0 1 updur her müj em Tûfân-der-âgûş (116b)

Mansur ile de kendisini kıyaslar. Bu telmihler hayli mübalağalıdır:

Ben ki hoş-lehçe-i gülzâr-ı cünûn-ı cışkamRûh-ı Mansûr olamaz hem-dem (ü) dem-sâz bana (120a)

Revnak-efzâ-yı gül-i şöhret-i Mansûr olsam Dîde-i câlem ider hâk-i reh-i dâra hased (122a)

Virürse bülbül-i ser-mest ü şeydâ hâra âsâyişBen ol Mansûr-ı hoş-bahtam ki virmem dâra âsâyiş

(125a)

Bütün bu örneklerde görüldüğü gibi şiirin muhtevasında detaya özen gösterilmesi Sebk-i Hindî’nin bir başka özelliğidir. Çünkü “Sebk-i Hindî şairleri, ekseriya bir imajı yakalayıp onu türlü cepheleriyle işlerler,”43

43 A.N.Tarlan, Edebiyat Meseleleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1981, s. 104.

246 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - I

Ayrıca buna benzer bir durumu Naili’de de görüyoruz. Nailî, kasidelerinin nesib bölümlerinde, övdüğü kişilerin mesleğine, özelliklerine veya kasideyi sunuş sebebine uygun konuları seçmekte titizlik göstermiştir.44

MübalağaMübalağa, Hint üslûbuyla yazan diğer şairler gibi Mahvî'nin de

rağbet ettiği bir sanattır.*

Istırabından dolayı feryad eden âşığın ahi göğe yükselirse İsa Peygamber’i bile yakabilir. Bu tasavvurda Isa, ateşler içinde kalmış bir semender olarak düşünülmüştür:

• •

#

Tsâ olurdı pey-rev-i hükm-i semenderi Sâye salaydı câleme ger berk-ı âhumuz (125)

Sevgilinin baygın bakışı o kadar etkilidir ki eğer İsa onu görseydi dili tutulur, konuşamaz olurdu:

/N # •

Eger ‘Isâ göreydi nakşını ol nergis-i mestünFerâmûş itmemek mümkin midür macnâ-yı i°câzı (126b)

Sevgilinin baktığı toprak zerrelerinin Yusuf görüntüsü vereceği hayali de abartılıdır:

• • •

Olur Yûsuf-nümâ her zerre-i hâk Gehî pertev sala lutf-ı nigâhı (126a)

Aşığın bakışının, sevgilinin ayva tüylerini kararttığı mübalağası:• * • •

Nigâhumdur degüldür nakş-ı hattun Tokunmuş rûyuna olmış siyeh-pûş45

HayallerMazmun ve hayalleri daha da işleyerek veya eskilerine eklemeler

yaparak şiire derinlik kazandırmak, daha kapalı bir yapıda sunmak, Hint

44 H. İpekten, Nailî, s.40.45 Rıza, Tezkire, s.92.

Kütahyalı Şairler Sempozyumu -1 247

üslûbunun başka belirgin yönüdür.46 Mahvi'de de bu özelliği görmek mümkündür.

Sevgilinin bakışları âşığı kendinden geçirir, şaşırtır. Mahvî'nin tasavvurunda ise eğer sevgili alnını buruşturmaktan vazgeçerse âşık ona rahatça bakabilecektir. Ama o, sevgili ile karşı karşıya değildir. Sevgilinin hayali onu etkilemektedir. Hayalindeki sevgilinin yüzüne bakamamak düşüncesi yenidir. Burada bakış ile ayak arasında ilgi kurması da bir hayal inceliğidir:

Görse güşâde çîn-i cebîn-i hayâlüni Pây-ı nigâhın eyler idi üstüvâr çeşm (115b)

Divan şiirinde âşık yalvarırken sevgili naz eder. Bu motife, âşığın yalvarmasından sevgilinin rahatsız olması düşüncesi eklenmiştir. Ayrıca nazın, eli olan ve gül yaprağından incinen, narin bir varlık olarak sunulmasıyla hayal daha da inceltilmiştir:

Gül-berg-i niyâzumdan âzürde mi dest-i nâz Tâ böyle neden bilmem bu lutf-ı citâb-âlûd (122a)

Gönül, söz ve mana incisini barındırması ve şekli yönüyle sadefe benzetilir. Mahvî de bu benzetmeyi kullanmıştır. Ama gönlü, sevgi incisine mekân olarak düşünmüştür:

Bin zahmile virmez güher-i mihrini yârün Olsun mı sadef sîne-i sad-çâke ber-â-ber (124b)

Sîm-ten sevgili civa gibi hareketli sevgili olmuştur:

Bu güne dil-ber-i sîm-âb-tabcun Dil-i cuşşâkdur ârâmgâhı (126a)

Gözyaşının çocuğa benzetilmesi vardır ama kanlı gözyaşının kırmızı elbiseler giymiş bir yetime benzetilmesi yenidir:

Tıfl-ı yetîm-i sürh-kabâ-yı mahabbeti Bî-sacy-i şevk eylemede der-kenâr çeşm (115b)

46 A.N.Tarlan, “Şehrî”, s.223.

248 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - /

Yine bakışın, kırmızılar giyinmiş olarak tasavvuru da yenidir:

Görinmez tıfl-ı eşk-i gam-penâhum ‘ Acebdür sürh-pûş oldı nigâhum (116b)

Nesimin, uykudaki sevgiliyi uyandırmasından korkmak ince bir hayaldir:

Korkanım bîdâr ider ol mest-i nâzı hvâbdan Gerçi reftâr-ı nesîm-i subh-dem âhestedür (123b)

Bu beyitteki hayal ve ifadeler ile Nedim’in şu beyti arasındaki benzerlik hayli fazladır.47

Fahriyeİran edebiyatında Örfi, Türk edebiyatında ise Nefî fahriyeleriyle

meşhurdur. Mahvî'de de övünme hem çoktur hem de mübalağalıdır. Şiirini vahiy derecesinde gören Mahvî, kendisini İsa ve Musa Peygamberlerle karşılaştırır. Hz. Musa’nın Kelîmullah olması, Hz. Isa’nın da bebekken konuşması mucizesine telmihte bulunur:

Benem ol gülşen-i macnî ki eger rûh-ı Mesîh Kisvet-i bülbüle girse olamaz derbânı (119b)

Fehm iden rûh bulur neşve-i pür-sûzumdan Ser-fürû itse n'ola ‘îsi-i iccâz bana (120b)

Feyz-i cışkunla dilin mahz-ı tecellî itdi‘îsi-i Meryem ider Mahvi-i sehhâra hased (122a)

' Keşf ider bir sözi bin muccizenün esrârın Kanda Mahvî-i meşiyyet-eser ü kanda Mesîh (121b)

Mahvi-i âteş-zebânam yine Tür-ı macniyeMûsi-i mucciz-beyânam râz mahremdür bana (120a)

47 “Güllü dîbâ giydin amma korkarım âzâr ederNazeninim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni" A.Gölpınarlı (Hazırlayan), Nedim Divanı,

İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul 1972, s.335.

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1 249

Tabcum ol levh-i mecânî-suver-i mekteb-i vahy Dâg-ı reşk olsa n'ola sîne-i rûh-ı Sânî (119a)

Şâcir-i muccize-perdâzum u hem vahy-tırâz Bende cemc itdi kazâ macrifet-i Yezdânı (119b)

Şiirindeki hayallerin güzelliğini Yusufla karşılaştırır, kıskanılmasının doğal olduğunu belirtir:

Hasûdun bağrı dâg olsa Caceb mi Mahvi sûzumdan Hayâl-i Yûsuf-ı macnî gibi hem-dem habîbüm var (124b)

Mahvî fahriyelerinde, Nefî gibi48 kendisini Fars şairleriyle bir tutar, hatta çoğu kere onlardan üstün görür. Onun adını andığı şairler Hakanî-i Şirvanî (Ölümü 595/1199), Feyzî-i Hindî (Ölümü 1004/1595-6), Selman-ı Savecî (Doğumu 700-9/1300-9, Ölümü 778/1376) Muhteşem-i Kaşanî (Ölümü 996/1588), Kemal-i Isfahanî (635/1237) Örfî-i Şirazî (Ölümü 999/1591) ve Nefî (Doğumu 980/1572?, Ölümü 1044/1635)’dir.

Hakanî, Selman ve Muhteşem-i Kaşanî gibi klâsik şairlerden kendisini üstün gören Mahvî, Kemal-i Isfahanî, Feyzî ve Örfî’den saygıyla söz ederek onları takdir ettiğini ortaya koyar. Nefî ve ismini en çok andığı Örfî ile kendisini mukayese ettiği bazı yerlerde de övünmenin gereği olarak üstünlük tasladığı olur:

6 Benem ol mihr-i cihân caks (Metinde eksik.)Neşteri stân-ı hased çeşm-i dil-i Hâkânî

7 Tûti-i tabcum eger nâzile güftâr itseŞâd olur cân u dil-i Feyzi-i Hindûstânî

8 Hâmem ol sâhir-i âteş-dem-i mucciz-gûdur Mahv ider sûzı ile zemzeme-i Selmânı

11 Benem ol bülbül-i Rûm bana mucâdil olmazBülbül-i köhne-nüvişt (Muhteşem-i) Kâşânî

48 İsmail Unver, uOvgü ve Yergi Şairi N e f f \ Ölümünün Yüzellinci Yılında Nefî,s.62.

250 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - 1

12 ‘İşve-perdâz olıcak gamze-i bikr-i fıkrümŞâd olur cân u dil-i Hvâce-i Isfâhânî

23 ‘Örfiyem dirsem eger töhmet-i nisbet ne belâSözlerüm sâbit ider olmaya bana sânî (119b)

Dâg dâg olsa n'ola sîne-i rûh-ı N efîMahvi pey-rev olamaz ‘Örfı-i Şîrâz bana (120a)

Senün cışkunla Mahvî bir Caceb feyz-i safâ buldı Şikest itdi sözi kadr-i dür-i ‘Örfı-i Şîrâzı (126b)

Kendisini vahiy ülkesinin, adamları mucize olan padişahı gören şair, Isfahan sürmesinin, ayağının tozu bile olamayacağını belirtir. Isfahan sözüyle bir şairi çağrıştırdığını da düşünmek mümkündür:

Benem ol şâh-ı haşem-muccize-i milket-i vahy Hâk-i pâyum olamaz sürme-i Isfâhânî (119a)

Ona denk olacak yine kendisidir:«

Pâk ola âyinem n'ola gerd-i misâldenMahvî olursa tabcuma tabcum nazîr olur (122a)

Şiirlerinin değerini erbabı bilir:

Nakd-i cânile al urlar görseler erbâb-ı dilSözlerün Mahvî senün ya cevher-i macnâ mıdur (123a)

T asavvufMahvî'nin şiirlerindeki tasavvufu basit ve sade gibi sıfatlarla

anlatmak mümkündür. Yani pek derin değildir ama bazı yerlerde ilk plânda sezilemeyecek kadar kapalıdır.

Ateş-kede, Mecusî mabedi veya onların kutsal ateşlerinin devamlı yandığı kule şeklindeki yapıdır. Mecazen, şairin aşk ateşiyle dolu gönlüdür. Burada, sevgilinin saçında asılı gönül motifi de düşünülerek zülüf ile ateşkede tamlama yapılmıştır. Sevgilinin saçına bağlanmış gönülde, sadece mecazî bir aşk pırıltısı vardır. Şairin gönlündeki yara ise, hakiki aşk ateşidir. Bu sebeple maddî, dünyaya ait olan Tur meşalesine

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - I 251

benzetilmemektedir. Şair kesretten kurtulduğunu, vahdete erdiğini ifade etmektedir:

A

Ateş-kede-i zülfüne bî-nûr dimezler Dâg-ı dilüme meşacle-i Tûr dimezler (123b)

Sevgilinin saçlarının kokusu âşığa teselli vermez, onu tatmin etmez. Ona teselli veren, sevgilinin gülen ateş, gonca olan ağzıdır. Hakiki sevgili olan Tanrı’nın kokusu, tabiatta koklanır. Bu kokular O’nun sıfatlarıdır, zatı değildir. Halbuki âşık için önemli olan geçici güzellikleri aşıp fenafıllaha erişebihnektir. Bu sebeple onu çeken, fenafillah olan sevgilinin dudağıdır:

A

‘Aşıka virmez teselli nükhet-i gîsû-yı dûst Olmasun âteş-tebessüm lacl-i mucciz-gûy-ı dûst (121a)

• •

insanın beklentileri, istekleri türlü türlüdür, istekler kişinin aklını başından alınca bütün gayretleri boşa gider:

1 Gül-i ümmîdüm olursa çemen-ârâ-yı taleb Rengden renge girer gonca-i sîmâ-yı taleb

2 Gonca-i himmeti pejmürde ider bâd-ı hevesBizi bî-hûş idicek neşve-i sahbâ-yı taleb (120b)

A

Aşığın gönlü Hakk’ın sırları ile dolu olmalıdır, önemli olan budur. Yoksa katı kurallara bağlı zahitlik ona birşey kazandırmaz:

Dil-i Hakk-nâ-şinâsı âşnâ-yı nükte-i cân itSadâ-yı nagme-i zühd-i belâ-ender-belâdan geç (121b)

A

Aşığın yakasını yırtıp ağlaması, aşk ve ıstırap işaretidir. Beççe-i pür-hun yani kanlı göz yaşı ise hakikî aşka doğru gitmenin alâmetidir. Belâ Elest meclisidir, ruhlar âlemindeki ahittir. İnsan, o ahdinin sınanması için bu dünyaya, kesret âlemine gönderilmiştir. Ahdini yerine getirmek, hakikî aşka ulaşmak için ıstırabı yaşamak gerekir ki belâ gelini ancak böyle süslenebilir:

Çâk-i girîbânumuz zülf-i carûs-ı belâ Beççe-i pür-hûnumuz tâb viren şânedür (122a)

252 Kütahyalı Şairler Sempozyumu - l

IstırapSebk-i Hindî’nin bir yönü de talihsizlik ve gam gibi bazı ruh

dalgalanmalarının sonucunda insanın iç dünyasının, ıstırap ve kederlerinin şiire konu olmasıdır.49 Buna bağlı olarak Mahvî de şiirinde bu konulan işlemiş ve ah, aşk, muhabbet, belâ, gam, dâğ, hun, hasret, hicran ve nale gibi kelimeleri sıkça kullanmıştır.

Ah çektiğini yani ıstırap içinde olduğunu ve bundan kurtulma kaygısı taşımadığını Yusuf, ip ve kova kelimeleriyle, dolayısıyla kuyu etrafında kurduğu tasavvurla ifade eder:

Bizüz ol Yûsuf-ı bî-kayd-ı gam-ı delv ü resen Dest-gîr oldı kad-i zemzeme-i âh bize (126a)

Âşık, sevgiliyi unutup ayrılığı tercih etmeli, hüzün ve ıstırabı yaşamalıdır:

Ferâmûş eyle hüsn-i Yûsufı YaLkûb-ı hicrân ol Meşâmm-ı cânuna âmed-şüd-i bûy-ı sabâdan geç (121b)

O, eğer kara bahtı engel olmazsa sevgilinin bakışıyla teselli bulur. Yani bu derece bahtsızlık içindedir:

Bulur Mahvî nigâhunla tesellî Meğer mânic ola baht-ı siyâhı (126a)

Âşığın bahtına düşen âhtır. Bu da yine gelin, yüz ve saçla ilgilendirilerek anlatılır:

Şevk-ı ruhunla eyledügüm berk-ı âhumun Dûdı carûs-ı bahtuma müşgîn-külâledür (124b)

Âşık dertsiz, gamsız, ıstırapsız olamaz. Çünkü o gamla dost olmuştur:r

Mahvî gibi ârâm idemem olmasa derdüm Destüm ideli çâk-i girîbân ile ülfet (121a)

Ona göre aşk, tıbbın derman bulamayacağı bir derttir:

49 H. İpekten, Nailî, s.63; Ö.Okumuş, “Hind Üslûbu”, s. 115.

Kütahyalı Şairler Sempozyumu - I 253

Pây-mâl-i Cacz olur hikmet hazer kıl ey tabîb Dil hücûm-ı derd-i cışk-ı bî-devâdan hastedür (123b)

SonuçMahvî, Sebk-i Hindî ile yenilenme hamlesi içinde olan XVII.

yüzyıl Divan şiirinin önemli isimlerinden biridir. Alt kademede bir devlet memuru olan Mahvî, Nailî, Fehim ve bilhassa Şehrî gibi, Hint üslûbunu benimseyen bir şairdir. Manzumeleri, bu tarzın usta temsilcilerinin şiirleri kadar güzel ve sanatlı değildir.