keyfi sefa dergisi rÖportaji
TRANSCRIPT
Fotoğrafa ilk başladığınızda böyle bir kariyer ve başarıya ulaşacağınız aklınıza
gelir miydi, başarınızı neye bağlıyorsunuz?
Aklımdan geçtiğini söyleyemem ama yapmak istediklerim konusunda
hayallerim, hedeflerim vardı. 1974 yılında fotoğrafla tanıştığımda, onu Dünya’yı
keşfetmenin farklı bir aracı olarak gördüm. 1980’li yıllara doğru ise,
düşüncelerimi de fotoğraf aracılığıyla ifade eder olmuştum. Artık, başlangıçta
beni keşiflere yönlendiren fotoğraf benim için bir ifade biçimi olmuştu. Bu ise,
kendinizi güçlü hissettirebilen müthiş bir duygu veriyordu. Renkli televizyonun
her evde olmadığı, internetin adının bile bilinmediği bir süreçte olağanüstü bir
medya aracına sahip olmanın ve onun olanaklarıyla insanlara varlığı, yokluğu,
güzelliği, çirkinliği, kısacası yaşamın kendisini göstermenin sağladığı ayrıcalığı
tarife gerek yok.
1980’li yılların başından bugüne değin projeli çalışmaları tercih ettim. Böyle bir
çalışma ciddi bir ön araştırma, çekim ve sunum gibi süreçleri içerir. Bu ise
mutlak bir disiplinle sağlanır. Bu da yetmez; altyapınızı sağlam tutmak
zorundasınız. Yani, okumak, tartışmak, gerektiğinde yazmak sizi besleyecek,
Dünya’ya bakışınızı sağlam ve sağlıklı kılacak olmazsa olmazlardır.
Dedem Ali Münger'in tarlasında, Kırkağaç, 1974
Fotoğraf sizin için ne ifade ediyor, sizin için meslek mi hobi mi?
Fotoğraf, üniversiteyi bitirerek çalışma hayatına atılana kadar hobiydi benim
için. Yani, amatör bir çabaydı.
Ancak, 1982’den bu yana doğrudan ya da dolaylı olarak fotoğrafla ilgili işlerden
geçimimi sağlıyorum. Birçok dergideki görevlerim, foto muhabirliğim,
yayıncılığım, 90’lı yıllarda Ankara’daki tanıtım fotoğrafçılığı atölyem, proje
çalışmalarım ve bugün İzmir’de bir eğitimci olarak üniversitedeki, çeşitli
atölyelerdeki çalışmalarım benim profesyonel yanımı yansıtır.
Yüzler ve Düşler Serisi'nden Mehmet Gün'ün Portresi, 1994
Fotoğraf çekerken öncelikle neyi dikkate alıyorsunuz? Size göre sadece anı
yakalamak mı?
Ben fotoğrafı hem deneysel, hem de belgesel olarak çalışabilen bir insanım. Pek
çok belgesel projemin yanısıra, foto-montajlarımı boyayla birleştirdiğim,
polaroid malzemeyle ürettiğim çeşitli deneysel-kavramsal serilerim de vardır.
Birçok disiplini bir arada kullanarak üretim yapabiliyorum. Son 10-15 yıldır
bunların arasına video sanatı da dahil oldu.
Bu nedenle, bu sorunuzu şöyle yanıtlamam gerekiyor: belgesel fotoğraf söz
konusuysa, konunun hikayesi ama deneysel fotoğraf söz konusuysa, benim
hikayem ya da hayallerim önemlidir. Sağlam bir öykü, kavram ya da tema
fotoğrafınızı bir adım öne çıkarmaya yeter. Sonraki adımlar ise, başarılı bir
teknik ve özgün bakıştır.
Bizim klasik fotoğraf bakışımıza uygun olan doğrudan fotoğraf, yalnızca anı
yakalamaktan ibaret olamaz. Ben “anı yakalamak” ifadesini basın
fotoğrafçılığıyla daha çok ilişkilendiriyorum. Şüphesiz, fotoğrafçının deklanşöre
basacağı “karar anı” son derece önemlidir ama yalnızca ‘o an’ın peşinden
koşmak gerçeklerin önünden çoğu kez gözü kapalı geçmeye benzer. Oysa,
belgesel fotoğrafçı bir sosyolog titizliğiyle çalışmalıdır. İyi bir belgesel çalışma
Dünya’yı değiştiremeyebilir ama sorumlulara sıkı bir çimdik atabilir.
Saraybosna, 2013
En çok hangi konu üzerine fotoğraf çekmeyi seviyorsunuz?
Başından beri belgesel fotoğraf çekmeyi seviyorum. 1974 yılında çektiğim ilk
fotoğraflarım da belgesel idi. Ancak, kendi özgün düşüncemi söyleyeceksem,
fotoğrafı sanatsal bir malzeme olarak kullanabileceğim şekilde çekiyorum. Bu
da genel anlamıyla işlenmek üzere çekilmiş kurgulanmış bir fotoğraf oluyor.
Daha önceden söylediğiniz fotoğrafçılığı bir dil olarak görmenizin sebebi
nedir?
Günümüzde imgeler sarmalında sıkışmış olan Dünya’da neyin doğru neyin
yanlış olduğunu ayırmak kadar zordur sanatın adını koyabilmek. Fotoğrafın
ticari boyutu içerisinde yer bulan çalışmalar her ne kadar estetik unsurlar
taşısalar da sanat değildirler. Daha çok işin zenaat yanını içerirler. Bana göre
sanat, topluma düşler ekmektir ve bu düşlerin toplum belleğinde
nesnelleşmesidir. Sanat daima toplumu yükseltir, geliştirir. Sanatçı ise, tüm
içtenliğiyle, özgün düşüncesiyle ve aracısız, dolayımsız olarak üretir yapıtını.
Ancak, fotoğraf hangi boyutuyla yapılırsa yapılsın, bir anlatı içerir. Bunu da
kullandığı göstergelerle imgeler oluşturma yoluyla yapar ve algı düzleminde de
çok yönlü bir iletişimi içerir. Bu görsel dildir. Fotoğrafçının bu dili kullanarak
yalansız, dolansız, samimi bir anlatı oluşturmak gibi etik bir sorumluluğu da
vardır.
Akhisar’daki diğer fotoğrafçıları nasıl buluyorsunuz? Kendilerini nasıl
geliştirebilirler?
Akhisar’da geniş kitlelerin fotoğrafla ilk anlamlı buluşması 1993 yılına rastlar.
Belediye tarafından düzenlenen 5. Kültür ve Sanat Şenliği’nde Şehit Teğmen
Tahir Ün Caddesi'nde bir sokak sergisi açarak fotoğraf çalışmalarımı
sunmuştum.
Şüphesiz, aynı festivalde gözden kaçırılmaması gereken iki önemli sergi daha
vardı. İlki, Doç.Dr. Mehmet Koştumoğlu'nun düzenlediği 9 Eylül Üniversitesi
Fotoğrafçılık Ana Sanat Dalı öğrenci fotoğraf çalışmaları ve diğeri de Dr. Baki
Satış'ın Akhisar Fotoğrafları Koleksiyonu sergisiydi. Erhan Bener, Tarık Dursun K.
ve Ataol Behramoğlu ile birlikte, imza günümde fotoğraf albümümü imzalamış
ve gece de meraklı ziyaretçilerle dolup taşan caddede açık havada bir fotoğraf
gösterisi yapmıştım. Bu unutulmaz bir etkinlikti benim için.
MustagAta Dağı Önünde Kırgız Kızı, Taşkurgan, Çin, 2013
Daha sonraki yıllarda, Belediyeler tarafından, çoğuna katkı verdiğim etkinlikler
yapıldı ama Akhisar’da düzenlenen çeşitli ulusal yarışmaların kentte fotoğrafa
olan ilgiyi kışkırttığını söyleyebilirim. Lakin, Dünya’da fotoğraftaki asıl popüler
çıkışın sayısal devrim ile birlikte olduğunu söylemek de yanlış bir tesbit olmaz.
Akhisar’ın bu dönemdeki hareketliliği zaten sanatın diğer disiplinlerinde ürün
veren Erol Mollaibrahimoğlu’nu ve Urungu Erdal Özer’i fotoğrafa kazandırdı.
Erol Mollaibrahimoğlu izleyen yıllarda Devlet Fotoğraf Yarışması da dahil birçok
ödülün sahibi oldu ve kendine özgü bir dil kullanarak üretmeye devam ediyor.
Urungu Erdal Özer ise, Soma Fotoğraf Topluluğu’nu kurarak sürdürdüğü
çalışmalarla Soma’daki fotoğraf yaşamına ciddi katkılarda bulunuyor. Ancak,
beni asıl şaşırtan, eğitmenliğini Kudret Olgun’un yaptığı Akhisar Koleji
Fotoğrafçılık Kulübü’nün çalışmaları oldu. Bu yıl genç öğrencilerin sergisini
gezerken gördüğüm başarılı işlerle çok heyecanlandım ve umutlandım.
Akhisar’da fotoğrafa gönül vermiş, üretmeye çalışan ve burada ismini
sayamadığım pek çok insan vardır.
Bu konuda, son bir öneri olarak, fotoğrafta istikrarlı bir yol isteyenlere yukarıda
da ifade ettiğim gibi altyapılarını güçlendirmelerini salık veririm. İyi bir temel
fotoğraf eğitiminin yanısıra, okuyarak, tartışarak ve hatta yazarak kendi
birikimlerini güçlü kılmalılar. Ayrıca, bol bol fotoğraf okumalılar. Bir süre sonra
bu birikimlerinin fotoğraflarına yansıdığını ve daha güçlü fotoğraflar
üretebildiklerine tanık olacaklardır. Fotoğrafın bir yaşam biçimi olarak
benimsenmesinin gelişim sürecini hızlandıracağı unutulmamalıdır.
Fotoğrafla bir boş zaman uğraşı olarak ilgilenmek isteyenler için ise, teknik bilgi
ve çektikleri fotoğraflardan paylaşabilecek düzeyde keyif almaları yeterlidir diye
düşünüyorum.
Son dönemdeki fotoğraf çalışmalarınız için neden öncelikle Çin’i tercih ettiniz?
Çin’den gelen profesyonel bir proje daveti üzerine 2011 yılından bu yana
bölgede çalışıyorum. Bu proje kapsamında benim gibi çalışan ve A.B.D., Fransa,
Rusya Cumhuriyeti, Pakistan, Mısır, Malezya, Romanya gibi farklı ülkelerden
fotoğrafçılar da var. Herbiri bağımsız olarak kendi projelerini üretiyorlar.
Bölgenin hem sosyo-kültürel hem de doğal zenginliği burayı benim için hayli
çekici kılıyor. Burada “Xinjiang : Atayurdu”, “Çin Portreleri” gibi projeleri
tamamladıktan sonra, bölgedeki kentsel dönüşümle birlikte değişen sosyolojik
yapıyı irdelediğim “Xinjiang : Yeniden Yapılanma” adlı çalışmamı sürdürüyorum.
Uygur Kızı, Gulca (Yining), 2011)
En son katıldığınız, Litvanya’da gerçekleşen Photonic Moments Festivali’nde
hangi projeleriniz ile yer almıştınız?
Bu festivalde 2 ayrı projem ile yer aldım. Bunlardan ilki üstte söz geçen
“Xinjiang:Yeniden Yapılanma” ve diğeri de geçtiğimiz ocak ayında
tamamladığım Soma kömür madenlerinde bir günün öyküsünü anlatan
“Vardiya” adlı çalışmamdı.
Yeni projeleriniz var mı? Bir sonraki adresiniz belli mi?
Ben yüksek tempoda çalışıyorum. Henüz sergileme olanağı bulamadığım bazı
işlerim sırada bekliyorlar. Bunlar arasında Toroslar’da yaptığım bir çalışmanın
yanısıra, otistik çocuklarla başladığım bir başka belgesel çalışma daha var.
Ayrıca, yeni video çalışmalarım da devam ediyor.
Son olarak, önümüzdeki ay İzmir’de açacağınız “1+40 – Ali” isimli serginizden
söz eder misiniz?
Benim çok önemsediğim bir ikili sergi bu. 11-31 Ekim tarihleri arasında
fotoğrafseverlerle İzmir’de buluşacak. Önemi pek çok nedene dayanıyor.
Öncelikle, benim
fotoğrafta 40. Yıl
sergim. Diğer yandan
sergiyi benimle
paylaşacak olan Ali
Var’ın 1. yıl sergisi.
Sergideki
fotoğraflarımla Ali
Var’ın yaşamından
kesitler aktarıyorum. Ali
Var ise, yaşama bakışını
yansıtan fotoğraflarını
sergiliyor. Ali Var, doktorların 3 yıl ömür biçtiği ve bedeninin %85’ini
kullanamayan ama tekerlekli sandalyesine kurduğumuz bir düzenekle fotoğraf
çeken genç bir ALS (amyotrofik lateral skleroz) hastası. Dolayısıyla, Ali Var’ın
şahsında tüm hastalara adanan serginin adı da “1+40 – Ali” oldu. Yolun
başındaki bu genç fotoğrafçıyla birlikte amacımız ALS hastaları ve diğer tüm
engelliler için farkındalık yaratabilmek. Geliri ALS hastalarına bağışlanacak sergi
için bir de katalog hazırlanıyor.
Bu, fotoğrafın bir başka gücüdür. Zaman zaman maksadını aşarak eylemin
kendisi olur…
Keyfi Sefa Dergisi, S.9, Eylül 2014