george bataille erosun gozyaslari

75
Georges Bataille EROS’UN GÖZYAŞLARI Çeviren: M. Mukadder Yakupoglu tBpCEBE YAYINLARI

Upload: independent

Post on 26-Apr-2023

1 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Georges Bataille

EROS’UN GÖZYAŞLARI

Çeviren:M. Mukadder Yakupoglu

t B p C E B EY A Y I N L A R I

Georges Bataille (1897-1962)

Georges Bataille, lanetlenmiş yazar: Edebiyat tarihçilerinin onu sınıflan­dırırken kullandıkları bir terim. Aslında kendi döneminin entellektüelleri üzerinde önemli bir etkisi olmuş ama bu etki yeteri kadar kabul edilme­miştir. Bu durum belki de çok kişinin onun görüşlerinin parlaklığı ve bü­tünlüğünden tedirgin olmaları nedeniyle onun eserlerinden faydalandık­larını açıklamaktan çekinmelerinden kaynaklanmıştır. Toplum ise, kendi

. üzerine kapanan bir sistem ve dogmalar aradığı yerde çelişkilerle dolu bir çeşitlilik ve açılımlara rastladığından yolunu şaşırmıştır. Böylece Ba­taille'ın özel şiirsel tonunu, komiklik ve skandal zevkini bağışlamamıştır. Bataille, lanetlenmekten dolayı çok yanlış tanınmıştır.İnsanın hayvandan çalışma aracılığıyla ayrıldığı olgusuna dayanan Bata­ille çalışmanın esiri olmuş insanın bu esaretten ancak çalışma yoluyla kurtulacağını söyleyen Hegel’in kuramını yeniden ele almıştır. Buna göre Bataille insanın tarih-öncesi dönemden beri bir taraftan düzenli bir etkin­liğin kesin kurallarını koyarken, diğer taraftan kendini kurtaramadığı bir yapıdan doğan çılgın bir düşkünlüğe takılı kaldığını ileri sürmüştür. Ba­taille bu görüşten yola çıkarak Lascaux Fresklerini ‘Lascaıa ve Sanatın Doğuşu adlı eserinde yorumlamıştır: Çalışmaya boyun eğmeyen hayvan­sal yaşama saygı.Bataille toplumda iki tane düzensizlik nedeni görmektedir: Ölüm ve cin­sellik. Bunlar hu nedenle insanın hayvansal yanının karşı geldiği yasakla­rın konusu olmuşlardır. Ama tabu yalnızca üretimi düzenlemekle kalma­mıştır, aynı zamanda isteğe başka bir boyut kazandırmıştır: Yasağa uğra­yan istek yasağa karşı gelmek istiyor. İnsan yasağa karşı gelme yoluyla isteğe ulaşıyor.Bataille Nitezsclıe' nin başlattığını (Tanrı öldü) sürdürmek ve modern ya­şamda gizemciliğin zenginliğini korumak istemiştir. Tanrıtanımaz Üçlü­sünde, kendine özgü yolunu anlatmış ve içinde uyanan ışığı iletmek iste­miştir.Eserleri: Histoire de l’Oeil (Gözün Öyküsü), 1928: L ’Experience Interi- eure (İç Deneyim), 1943; Le Coupable (Suçlu), 1945: Sur Nietzsche (Ni- etzsehe Üzerine), 1945; L ’Impossible (İmkansız), 1947, La Part Maudite (Lanetli Bölüm), 1949, Le Bleu du ciel (Göğün Mavisi), 1957, La Litte- erature et de Mal (Edebiyat ve Kötülük); L ’Erotisme (Erotizm), 1957; Theorie de la Religion (Din Kuramı).

Göçebe: 17 Araştırma Dizisi

Georges Bataille Les Larmes d'£ros

EROS'UN GÖZYAŞLARI Çeviren: M.Mukadder Yakupoğiu

Ön Kapak Resmi: Salvador Dali Arka Kapak Resmi: Sinan Dülger

ISBN 975 -8143-30-1

© Yayın haklan saklıdır.1. Basım, İstanbul, 1997

Yayıma Hazırlayan ve Kapak Tasarımı: Yaşar Selçuk

Dizgi: Ekol Tanı itimBaskı ve cilt: Engin Matbaacılık (0.212) 243 57 63

G Ö Ç E B EY A Y I M L A R I

Bahariye Caddesi, 37/41 Kadıköy 81310 İstanbul Tel/Faks: (0.216) 337 72 75

içindekiler

I. BÖLÜMBaşlangıç (Eros’un Doğuşu)......................................................111- Ölüm Bilinci1. Erotizm, Ölüm ve ‘Şeytan’ ....................................................... 132. Tarih-Öncesi İnsanlar ve Resimli Mağaralar...........................143. Ölümün Bilinmesine Bağlanan Erotizm.................................. 164. Lascaux Mağarasının Dibindeki Ölüm..................................... 1811- Çalışma ve OyunI. Erotizm, Çalışma ve Küçük Ölüm............................................232- İki Kez Büyülü Olan Mağaralar............................................... 26

II. BÖLÜMSon (Antik Çağdan Günümüze)...............................................33I- Diyonizos veya Antik Çağ1. Savaşın Doğuşu........................................................................ 352. Kölelik ve Fahişelik................................................................... 363. Çalışmanın Önceliği...................................................................374. Aşağı Sınıfların Dinsel Erotizmin Gelişimi İçindeki

Rolü Üzerine............................................................................... 395. Erotik Gülüşten Yasaklamaya....................................................416. Trajik Erotizm............................................................................. 427. Yasağa Karşı Gelmenin ve Şenliğin Tanrısı: Diyonizos.........438. Diyonizyak Dünya......................................................................45

II. Hıristiyanlık Dönemi1. Hıristiyansal Mahkum Edişten Hastalıklı Taşkınlığa

(veya Hıristiyanlıktan Şeytana Tapmaya)................................ 482. Erotizmin Resimde Yeniden Ortaya Çıkışı.............................. 493. Manyerizm.................................................................................. 514. XVIII. Yüzyılın Ahlak-Dışılığı ve Marquis de Sade.............. 645. Goya.............................................................................................656. Gilles de Rais ve Erzsebet Bathory...........................................677. Modem Dünyanın Evrimi..........................................................688. Delacroix, Manet, Degas, Gustave Moreau ve

Gerçeküstücüler..........................................................................69III. Sonuç Olarak1. Büyüleyici Kişiler.......................................................................722. Vodu’larda Kurban E tm e...........................................................743. Çin İşkencesi............................................................................... 75

ÖNSÖZ

Erotizm ile ahlak ilişkisinin saçmalığını görme noktasına geliyoruz.

Bunun kökeninin erotizm ile dinin en uzak boş inançları arasındaki ilişkilerin içinde verildiğini biliyoruz.

Ama tarihsel kesinliğin üzerinde, şu ilkeyi hiçbir zaman gözden kaybetmiyoruz: ya kafaya saplanan şey ilk olarak arzu­nun, yakıcı tutkunun bize telkin ettiği şeydir, ya da daha iyi bir geleceğin akılcı kaygısına sahibizdi

Orta bir yol var gibi görünüyor.Daha iyi bir gelecek kaygısı içinde yaşayabilirim. Ama bu

geleceği hala başka bir dünyanın içine atabilirim. Bu, içinde yal­nızca ölümün beni içine sokma gücüne sahip olduğu bir dünya­dır...

Bu orta yol kuşkusuz kaçınılmazdır. İnsan için, -her şeye bel bağladığından daha fazla- ölümünden sonra vuku bulabilecek ödüllendirmelere veya cezalandırmalara bel bağlama zamanı gelmiştir...

Ama sonunda bu tür kaygıların (veya bu tür umutların) ar­tık rol oynayamayacağı zamanı hayal meyal görüyoruz. Yakıcı ar­zunun aklın düşünülmüş hesabına aykırı olacağı yerde anlık çı­kar. Ara yol olmaksızın gelecekteki çıkarla zıtlaşacaktır.

Hiç kimse, yakıcı tutkunun kesin olarak bizi tedirgin etmeyi sona erdireceği bir dünyayı hayal etmiyor... Diğer taraftan kimse, hiçbir zaman hesabın kendine bağlamadığı bir yaşımın olabilirli­ğini düşünmüyor.

Tüm uygarlık, insan yaşamının olabilirliği, yaşamı müm­

1

kün kılan araçların akılcı öngörüsüne dayanmaktadır. Ama bu yaşam, sağlama yükümlülüğünde olduğumuz bu uygar yaşam, onu mümkün kılan bu araçlara indirgenemez. Hesaplı araçların ötesinde, bu araçların amacını -veya amaçlarını- araştırıyoruz

Açık olarak yalnızca bir araç olan şeyi amaç edinmek ba­sitliktir. Zenginliğin -kimi kez bencil bireylerin zenginliğinin, ba­zen de ortak zenginliğin- araştırılması kuşkusuz bir araçtan baş­ka bir şey değildir. Çalışma yalnızca bir araçtır...

Şiirin ve esrimenin arzusuna olduğu gibi, erotik arzuya ya­nıt daha insancıl (daha az fiziksel) olabilir (ama erotizmle şiir ve­ya erotizmle esrime arasındaki farklılık açık olarak kavranılabilir midir?) -erotik arzuya yanıt, aksine bir amaçtır.

Aslında, araçların araştırılması, her zaman, sonunda akıl­cıdır. Bir amacın araştırılmasının kendisi, çoğu zaman akla mey­dan okuyan arzunun içinden çıkaı

Bende çoğu zaman, bir arzunun tatmini çıkarla zıtlaşır. Ama çoğu zaman tatmine boyun eğerim çünkü bu tatmin hoyratça benim son amacım haline gelir!

Bununla birlikte, erotizmin yalnızca beni büyüleyen bu amaç olmadığını kabul etmek mümkün olacaktır. Çocukların doğ­masının sonuç olduğu ölçüde erotizm amaç değildir. Ama yalnız­ca bu çocukların gereksinecekleri bakımın insani açıdan faydalı­lık değeri vardır. Hiç kimse, çocukların doğumunun sonuç olaca­ğı erotik etkinlikle onsuz bu çocukların en sonunda acı çekecekle­ri ve ölecekleri faydalı çalışmayı birbirine karıştırmamaktadır...

Erotizm yaşamımızın amacı olduğu sürece, cinsel etkinlik erotizmle zıtlaşır... Ama testerenin çalışmasına benzeyen, dölle­menin ölçülü yapaylığı insani açıdan içler acısı bir mekaniğe in­dirgenme tehlikesi taşır.

İnsanın özünün, onun kökeni ve başlangıcı olan cinselliğin içinde verilmiş olması, onda çılgınlıktan başka bir çıkışı olmayan

8

bir soruna yoiaçar.Bu çılgınlık “küçük ölüm” ün içinde verilmiştir. "Küçük

ölüm”ü tam olarak yaşayabilecek miydim? Yoksa bunu son ölü­mün önceki bir tadı olarak mı yaşayacağım?

Kasılmak coşkunun şiddeti derin olarak kalbimin içinde­dir. Bu şiddet, aynı zamanda, bunu söylerken titriyorum, ölümün kalbidir: bu kalp içimde açılıyor.

Bu insan yaşamının anlaşılmazlığı, çılgın gülüşün ve hıçkı­rıkların anlaşılmazlığıdır. Bu yaşamı kuran akılcı hesabı bu hıç­kırıklarla -bu gülüşle- uyumlu hale getirmenin zorluğuyla ilgili­dir...

* * *

Bu kitabın anlamı, ilk adımda, bilinci, "küçük ölüm" ile kesin ölümün özdeşliğine açmaktır. Zevkten, kendinden geçmeden sınırsız korkunçluğa gitmektir.

Bu ilk adımdır.Bu adım bizi aklın çocuksuluklarının unutuluşuna götürür!Hiçbir zaman sınırlarını ölçemeyen aklın.Bu sınırlar, kaçınılmaz olarak, aklı aşan aklın amacının

aklın aşılışına zıt olmaması olgusu içinde verilmiştir.Aşmanın şiddetiyle, gülüşlerimin ve hıçkırıklarımın düzen­

sizliği içinde, beni parçalayan esrimelerin taşkınlığı içinde, kor­kunçluğun ve beni aşan bir zevkin, son acının ve dayanılmaz bir coşkunun benzerliğini kavrıyorum!

9

BİRİNCİ BÖLÜM

BAŞLANGIÇ(Eros’un doğuşu)

ÖLÜM BİLİNCİI

1. EROTİZM, ÖLÜM VE ‘ŞEYTAN’Basit cinsel etkinlik erotizmden farklıdır: İlki hayvansal

yaşamın içinde verilmiştir ve yalnızca insansal yaşam, erotizm adının uygun düştüğü, belki de ‘şeytansı’ bir yönün ortaya çıkar­dığı bir etkinliği suna:

‘Şeytansı’nın Hıristiyanlıkla ilgili olduğu doğrudur. Ama, görünüşe göre, Hıristiyanlığın ortaya çıkışından çok önceleri, in­sanlık erotizmle tanışmıştı. Tarih-öncesi belgeler çok çarpıcılar: İnsanın, mağara duvarlarına çizilen ilk imgelerinde cinsel organ­ları kalkıktır. Kesinlikle ‘şeytansallık’la en küçük bağlantıları bile yoktur: Bunlar tarih-öncesine aittirler ve bu zamanlarda... Her şe­ye rağmen şeytan yoktı

Öz olarak ‘şeytansı’nm ölümle erotizmin çakışması anla­mına geldiği doğruysa, eğer şeytan sonunda yalnızca çılgınlığı­mızsa, eğer ağlıyorsak, eğer uzun hıçkırıklar bizi parçalıyorsa - veya çılgın gülüş bizi içine alıyorsa- doğmakta olan erotizme bağlanan ölüm (zaten gülünç olmasına rağmen bir anlamda trajik olan ölüm) kaygısını, saplantısını neredeyse kavrayabiliriz. Ma­ğaralarının duvarlarına kendilerinden bıraktıkları imgelerde, çoğu zaman kendilerini ereksiyon durumunda gösterenler, -ilke olarak- bu şekilde varlıklarının özüne bağlanan arzu nedeniyle yalnızca hayvanlardan farklı olmamaktadırlar. Onlar hakkında bildikleri­miz bize, -hayvanların bilmedikleri şey olan- öleceklerini bildik­lerini söylememize olanak vermektedir...

insanlar çok eski zamanlarda ölüm hakkında korkutucu bir bilgiye sahip olmuşlardır. Kalkık penisli insan imgeleri geç yont-

13

mataş dönemine aittir. Bunlar en eski resimleme örnekleridirler (bizden yirmi ile otuz bin yıl öncesine kadar gitmektedirler). Ama ölümün bu korkulu bilgisine yanıt veren en eski gömütler bu re­simlerden çok daha öncelerine aittirler; erken yontmataş devrinin insanı için çoktan ölüm o kadar yoğun -ve o kadar açık- bir anla­ma sahip olmuştur ki bu insan kendi cesetlerini gömmüştür.

Böylece, bilindiği gibi, Hıristiyanlığın sonunda dehşetin anlamını atfettiği “şeytansı” alan -özünde- çok eski insanların ya­şadığı dönemde de vardır. Şeytanlara inananların gözünde ölüm­den sonrası şeytansıdır... Ama çoktan, insanlar -en azından türle­rinin ataları- öleceklerini bildikleri için ölümün beklentisi, korku­su içinde yaşadıkları andan itibaren ‘şeytansı alan’ çekirdek ola­rak varoldu.

2. TARİH ÖNCESİ İNSANLAR VERESİMLİ MAĞARALARİnsan varlığının bir defada tamamlanmamış olması olgu­

sundan basit bir zorluk doğar. Bununla birlikte, kendilerinden olan cesede özen gösteren bu insanlar hala tam olarak insan de­ğildirler. Bize bıraktıkları kafatasları hala maymunsuydu: Çenele­ri çıkıntılı ve hayvanlara özgü bir biçimde kaslarının üstünde ke- r kİ bir şişkinlik vardı. Bu ilkel varlıklar zaten tinsel ve fiziksel olarak bizi gösteren -ve bizi olumlayan- bu dik duruşa tam olarak saf p değildi. Kuşkusuz dik duruyorlardı ama bacakları bizde olduğu gibi dik değildi. Hatta onların maymunlar gibi onları kap­layan ve soğuktan koruyan bir tüylü sisteme sahip olduklarını da düşünmek zorundayız... Tarih-öncesi uzmanlarının Neandertal in­sanı olarak adlandırdıkları varlığı yalmzca bıraktığı iskeletler ve gömütlerle tanımıyoruz; aynı zamanda atalarının aletlerine de sa­hibiz. Neandertal’ın ataları bütün olarak daha az insandılar; zaten, Neandertal insanı oldukça hızlı olarak, her bakımdan bizim ben-

14

zerimiz olan Homo sapiens tarafından aşılmıştır. (Adına rağmen Homo Sapiens onu önceleyen maymuna hala yakın olan varlığın bildiğinden pek fazla bir şey bilmiyor ama fizik olarak bizim ben­zerimiz.)

Tarih-öncesi uzmanlan, öncellerine olduğu gibi Neandertal Insam’na Homo faber (işçi insan) adını veriyorlar. Bir kullanıma uyarlanan ve sonuçta biçimlendirilen alet ortaya çıktığı andan iti­baren gerçekten sözkonusu olan insandır. Eğer bilmenin “yapma­yı bilmek” olduğu kabul edilirse, alet bilginin kanıtı olur. Arkaik insanı en eski izleri olan aletlerin eşlik ettiği aşağı yukarı bir mil­yon yıllık kemikler Kuzey Afrika’da (Ter nifine Palikao’da) bu­lunmuştur. Ama ilk gömütlerin işaret ettiği, ölümün bilinçli hale geldiği zaman çoktan büyük bir ilginin odağı olmuştur (özellikle erotizm düzleminde). Bu olgunun tarihi oldukça geçtir; ilke ola­rak bizden yüzbin yıl öncesine dayanmaktadır. Sonunda, benzeri­mizin, tartışmasız iskeletinin türümüze aidiyetini hazırladığı var­lığın çıkışı (eğer ayrık kemiklerin kalıntıları değil de tüm bir uy­garlığa bağlanan çok sayıdaki mezar hesaba katılırsa) bizi en çok otuzbin yıl geriye götürür.

Otuzbin yıl... Ama bu kez artık, kazılar tarafından, yorum­layan ve zorunlu olarak kurutan bilime, tarih-öncesi bilimine su­nulan insan kalıntıları sözkonusu değildir...

Burada sözkonusu olan çarpıcı imlerdir... derin duyarlılığa ulaşan imlerdir; bu imlerin sonunda coşturma gücü vardır ve kuş­kusuz artık bizi tedirgin etmekten geri durmazlar. Bu imler, çok eski insanların büyüleyici ayinlerini kutladıkları mağaraların du­varları üzerinde bıraktıkları resimlerdir...

Geç Yontmataş İnsanı ’nın, tarih-öncesi biliminin zor savu­nulabilir bir adla gösterdiği (Homo sapiens)(1) insanın gelişine kadar, ilk zamanların insanı görünürde hala hayvanla bizim ara­mızdaki bir aracıdan başka bir şey değildir. Karanlığı içinde bu

15

varlık kesinlikle bizi büyülüyor ama bıraktığı izler bütünlüğü içinde bu belirsiz büyülenmeye pek bir şey eklemiyor. Onun hak­kında bildiğimiz ve bizi içten etkileyen şey, öncelikle duyarlılığa seslenmiyor. Cenaze ile ilgili adetlerinden ölüm bilincine sahip olduğunu çıkarıyorsak, yalnızca düşünce bundan doğrudan etki­lenmiştir. Ama Geç Yontmataş İnsanı olan Homo sapiens yalnız­ca olağanüstü bir güzellikle (resimleri çoğu zaman mükemmeldi­ler) bizi etkilemeyen imler aracılığıyla bize kendini tanıtmıştır. Bu imler bize, erotik yaşamının çok sayıda olan tanıklığı nede­niyle ulaşmıştır.

Erotizm adıyla adlandırdığımız ve insanı hayvanla zıtlaştı­ran bu aşın heyecanın doğuşu kuşkusuz, tarih-öncesi araştırmala­rın bilgiye getirdiği şeyin temel bir görünümüdür...

3. ÖLÜMÜN BİLİNMESİNE BAÖLANAN EROTİZMHala biraz maymunsu olan Neandertal insanından bizim

benzerimize, iskeleti hiçbir şekilde bizimkinden farklı olmayan ve onu resmeden resimlerinin veya gravürlerinin hayvanın bol kıllı sistemini kaybettiğini gösterdiği bu tamamlanmış insana ge­çiş kuşkusuz kesin olmuştur. Daha önceden görmüştük, muhte­melen kıllı olan Neandertal insanı ölümün bilgisine sahipti. Ve bu bilgiyle birlikte, insanın cinsel yaşamını hayvanınkiyle karşı kar­şıya getiren erotizm ortaya çıkmıştır. Sorun ortaya konmamıştı; ilke olarak, insanın, hayvanların büyük bir çoğunluğundaki gibi 1

1) Sapiens sıfatı tam olarak bilgiyle donanmış anlamına gelir. Ama aletin onu biçimlendiren kişide amacının bilgisinin varolduğunu varsaydığı açıktır. Aletin amacının bu bilgisi kesin olarak her bilginin temelidir. Diğer taraf tan, temeli duyarlılığı devreye sokan ve bu nedenle açıkça gidimli saf bil­giden farklı olan ölüm bilgisi bilginin insansal gelişimi içindeki bir evreyi gösterir. Oysa alet bilgisinden çok sonra olan ölüm bilgisi, tarih-öncesinin Homo sapiens adıyla adlandırdığı insanın gelişinden önceye rastlar.

16

mevsimsel olmayan cinsel rejimi maymununkinden türemiş gibi görünüyor. Ama maymun, ölümün bilgisine sahip olmamasıyla temel olarak insandan farklıymış gibi görünüyor. Bir maymunun ölmüş bir türdeşinin yanındaki davranışı bir kayıtsızlığı ifade ederken, bala eksik olan Neandertal insanı kendi cesetlerini gö­merken bunu, aynı zamanda saygıyı ve korkuyu açığa vuran inançlı bir özenle yapmaktadır. İnsanın cinsel davranışı, genel olarak maymunun davranışı gibi, hiçbir mevsimsel ritmin kesme­diği yoğun kışkırtmaya bağlı olmaktadır ama aynı zamanda, hay­vanlar tarafından bilinmeyen ve özellikle maymunların gösterme­diği bir sakınımla kendini göstermektedir... Gerçekte, cinsel et­kinlik karşısındaki çekinme duygusu, en azından bir anlamda, ölüm ve ölüler karşısındaki çekinme duygusunu anımsatmaktadır. Şiddet her durumda tuhaf bir şekilde bizi aşmaktadır; her defasın­da olup biten şey, her defasında bu şiddetin zıtlaştığı şeyler düze­nine yabancıdır. Ölümde, kuşkusuz, cinsel etkinliğin nezaketsizli­ğinden farklı olan bir densizlik vardır. Ölüm gözyaşlarına ve ba­zen de cinsel arzu gülüşe bağlanmıştır. Ama gülüş, göründüğü kadarıyla gözyaşlarının zıttı değildir; gülüşün konusu ile gözyaş­larının konusu her zaman, şeylerin düzenli gidişatını, alışık oldu­ğumuz gidişatını keserek, bir tür şiddetle ilişkili olurlar. Gözyaş­ları genelde, üzüntü veren beklenmedik olaylara bağlanırlar, ama diğer taraftan mutlu ve umulmadık bir sonuç bazen bizi o kadar coşturur ki ağlamaya başlarız. Cinsel düzensizlik kuşkusuz bizi gözyaşlarından kurtarmaz ama her zaman bizi rahatsız eder ve bazen bizi alt-üst eder ve şu iki olaydan biri gerçekleşir; cinsel düzensizlik ya bizi güldürür; ya da bizi sıkıştırmanın şiddetinin içine sokar...

Kuşkusuz, ölümün veya ölüm bilincinin erotizmle olan bir­liğini açık ve belirgin bir biçimde görmek zor. Azgınlaşmış arzu özünde, sonucu olduğu yaşamın karşısında olamaz. Erotik donık

17

hatta, en büyük gücü ve en büyük şiddeti iki varlığın birbirini çektiği, birleştikleri ve sürüp gittikleri anda ortaya çıkan bu yaşa­mın doruğudur. Burada sözkonusu olan yaşamdır, yaşamın yeni­den üretilmesidir ama yaşam yeniden ürerken taşar; taşarken en uç coşkuya ulaşır. Kıvranırken, kendindeng eçerken, zevkin aşırı­lıkları içinde kaybolan bu birbirine karışmış bedenler daha sonra onları çürümenin sessizliğine adayacak olan ölümün tersine gi­derler.

Aslında, görünüşe göre herkes için erotizm, sonsuzca ölü­mün yıkıntılarını onaran doğuma, üremeye bağlıdı

Hayvanın, bazen şehvet duygusu azgınlaşan maymunun erotizmi bilmediği de bir gerçektir. Tam da ölümün bilgisinden yoksun olduğu ölçüde erotizmi bilmemektedir. Aksine, insan ol­duğumuz ve ölümün karanlık perspektifi içinde yaşadığımız ölçü­de erotizmin azgın şiddetini, umutsuz şiddetini biliyoruz.

Aklın faydalı sınırlarından sözederken, cinsel düzensizli­ğin zorunluluğunu ve pratik anlamını algıladığımız doğrudur. Ama son evresine “küçük ölüm” adını verenler, kendi acıların­dan. erotizmin kasvetli anlamını görmekte haksızlar mı? 4

4. LASCAUX MAĞARASININ DİBİNDEKİ ÖLÜMOnları kavramanın mümkün olduğunu zannettiğim şekilde,

ölüm ve erotizm konusunda -doğrudan- karanlık tepkiler içinde kesin bir değer, temel bir değer yok mudur?

Başlangıç olarak, bize ulaşmış olan insanın en eski imgele­rinin sahip olabileceği ‘şeytansı’ bir görünümden sözetmiştim.

Ama bu “şeytansı” unsur şudur; Cinsel etkinliğe bağlı la­netleme gerçekten bu imgelerin içinde ortaya çıkıyor mu?

Sonunda en eski tarih-öncesi belgelerde Incil’in açıkladığı temayı bulurken en ağır sorunu ortaya koyduğumu düşünüyorum. Lascaux mağarasının en dibinde ilk günah temasını, Incil’deki ef-

18

sanenin temasını! günaha, cinsel azgınlığa, erotizme bağlanan ölümü bulurken veya en azından bulduğumu söylerken!

Bu mağara, ne olursa olsun, -çok zor ulaşılabilen- doğal bir girintiden başka bir şey olmayan bir tür kuyu halinde alt-üsl edici bir bilmeceyi ortaya koyuyor.

Lascaux insanı, istisnai bir resim biçimiyle, bize sunduğu bu bilmeceyi en derine gömmeyi bilmiştir. Doğruyu söylemek gerekirse, onun gözünde bir bilmece oluşmamıştır. Lascaux insa­nı için, temsil ettiği bu insanın ve bu bizonun açık bir anlamı ol­muştur. Ama şimdi, mağara duvarlarının bize sunduğu karanlık imgenin karşısında umutsuzluğa düşmek zorundayız: Kalkık bir cinsel organın olumladıgı ama aynı zamanda ölmekte olan kuş yüzlü bir insanın imgesi. Bu insan yaralı bir bizonun karşısına uzanmış. Bu bizon ölecek ama insanla yüz yüze iken iğrenç bir şekilde bağırsaklarını yitiriyor.

Karanlık, tuhaf bir özellik bu acı verici sahneyi ayrık tutu­yor. Bu zamana ait hiçbir şey bu sahneye yaklaşamaz. Düşmüş ınsamn altında aynı çizgiyle çizilmiş bir kuş, bir çubuğun ucunda, düşünceyi şaşırtma işini tamamlıyor.

Daha uzakta, sola doğru, bir gergedan uzaklaşıyor ama bi­zonun ve insan-kuşun bize yaklaşan ölümün içinde birbirlerine bağlanmış göründüğü sahneye kesinlikle bağlı değil.

Abbe Breuil’ün belirttiği gibi, gergedan, bizon karnım del­dikten sonra, yavaş yavaş ölmekte olan canlıların yanından uzak­laşmış olabilir. Ama kompozisyon açıkça yaranın kökenini, öl­mekte olan insanın atmış olabileceği mızrağın sahibi olan insana atfediyor. Gergedan, aksine, zaten hiçbir zaman açıklanamayabi- lecek olan ana sahneden bağımsızmış gibi görünüyor..

Adeta ulaşılmaz olan bu kaybedilmiş derinlik içinde bin­lerce yıldır gömülü olan bu çarpıcı anımsatma hakkında ne söyle­yebiliriz?

19

Ulaşılamaz mı? Günümüzde, yirmi yıldan beri, yaratılış (Genesis) efsanesine bağladığım ve aynı zamanda bu efsanenin karşısına yerleştirdiğim bu resme aynı anda ancak dört kişi baka­bilir. Lascaux Mağarası 1940’da keşfedildi (tam olarak 12 eylül­de). Bu tarihten sonra ancak çok az sayıda insan kuyunun dibine inebildi ama fotoğraf oldukça geniş bir kitleye bu istisnai resmi tanıttı. Bu resim, kendini öfkeye kaptıran ve can çekişen bir bizon önünde düşmüş ve belki de ölmüş kuş kafalı bir insanı temsil et­mektedir.

Bundan altı yıl önce Lascaux mağarası üzerine yazdığım bu kitapta*2 3* bu şaşırtıcı sahneyi kişisel olarak açıklamaktan sa­kındım. Bu sahneyi eski bir kurban etme olayına benzeten ve in­sanın davranışında, görünürde bir maskenin kuş kılığına soktuğu bu şamanın esrimesini gören Alman bir antropologun13* yorumu­nu aktarmakla yetindim. Yontmataş döneminin şamanı -büyücü­sü- modem zamanların Sibirya’lı bir büyücüsünden, bir şamama­dan pek farklı değildir. Doğruyu söylemek gerekirse, bana göre yorumun tek bir başarısı vardır: “sahnenin tuhaflığının altını çi­ziyor.*4* İki yıl süren bir kararsızlıktan sonra, kesin bir varsayımın eksikliği nedeniyle, benim için bir ilkeyi öne sürmek mümkün ol­muştur. Yeni bir yapıtımda,*5* “hayvanın öldürülmesini izleyen kefaretin, yaşamları belirli bir ölçüde mağara ressamlarının yaşa-

2) G.BATAİLLE, Lascaıa ou la Naissance de 1'Art, Cenevre, Skira, 1955, s. 139.

3) H. KIRCHNER, Eirt Beitrag :ur Urgeschichte der Schamanismus, Anthro- pos 1952.

4) Aynı zamanda geç Yonımaiaş insanlarının sonuçta modem zamanlann ba­zı SibiryalI'larından çok farklı olmadıkları olgusunun da altını çiziyor. Ama benzetmenin kesinliği az desteklenebilir bir kırılganlığa sahip.

5) G.BATAİLLE, Erotizm, Ed. de Minuit, 1957, s.83 Çeviri: Bilkamat Yayın­lan 1993.

20

Lascaux ou la Naissance de i art, Skira, 1955.

Kuş kafalı insan, Lascaux mağarasındaki resimden bir bölüm.İ.Ö. 13500 civarında

21

mına benzeyen topluluklarda kural olduğu” olgusuna dayanarak şunu kabul ettim:

“(Çok sayıda çelişkili ve temelsiz açıklamalara neden olan bu ünlü resmin konusu Öldürme ve kefaret olmalıdır.”(6>

Şaman ölerek, bizonun ölümünün kefaretini ödemiş ola­caktır. Avda öldürülen hayvanların öldürülmesinin kefareti, bir­çok avcı kabile için kuraldı.

Aradan dört yıl geçtikten sonra, bu ifadenin sakmımlılığı bana aşırı görünüyor. Yorumların eksikliği nedeniyle olumlama­nın çok az anlamı var. 1957’de şunu yazmakla yetindim:

“En azından bu bakış açısının başarısı, mağara resimlerinin büyüsel (faydacı) yorumunun yerine, yüksek bir oyun özelliğiyle daha uyumlu dinsel bir yorumu getirmesindedir...”<6 7)

Bugün bana daha ileriye gitmek gerekli görünüyor. Bu ye­ni kitapta, Lascaux bilmecesi tüm alanı işgal etmeyecektir ama en azından benim için yola çıkacağım nokta olacaktır. Ve bu noktada insanın, gözardı etmenin veya es geçmenin faydasız olduğu ve erotizm adımn gösterdiği bir yönünün anlamını göstermeye çalı­şacağım.

6) En azından çok fazla mürekkep akıttırdığı için ünlüdür.7) Erotizm, s.83.

ÇALIŞMA VE OYUNII

1. EROTİZM, ÇALIŞMA VE KÜÇÜK ÖLÜMŞeyleri öncelikle uzaktan bir bakışla ele almak zorunda­

yım. İlke olarak, kuşkusuz, erotizmin oynandığı dünyadan çok fazla sözetmeden, ayrıntılı olarak erotizmden sözedebilirdim. Bu­nunla birlikte, erotizmden, doğumundan bağımsız olarak, erotiz­min verildiği ilk koşullardan bağımsız olarak sözetmek bana boş görünüyor. Hayvansal cinsellikten itibaren, yalnızca erotizmin doğumu temel olanı sözkonusu etn iştir. Eğer erotizmin başlan­gıçta ne olduğundan sözedemezsek, onu anlamaya çalışmak bo­şuna olacaktır.

Bu kitapta, insanın ürünü olduğu evreni, tam da erotizmin yolundan çevirdiği evreni anımsatmaktan geri duramam. Köken­lerin tarihi ile ilgili olarak tarih ele alınırsa, erotizmin bilinmeme­si apaçık yanlışlıklara neden olmaktadır. Ama genel olarak insanı anlamak isterken, özellikle erotizmi anlamak istersem ilk bir zo­runluluk önüme çıkar: Öncelikle ilk yeri çalışmaya vermek zo­rundayım. Aslında tarihin başından sonuna, ilk yer çalışmaya ait­tir. Çalışma, kesinlikle, insan varlığının özüdür

Köklerden (yani tarih-öncesinden) yola çıkarak tarihin ba­şından sonuna kadar... Zaten tarih-öncesi tarihden yalnızca onu ku­ran kanıtların azlığı nedeniyle farklıdır. Ama bu temel nokta üze­rinde, en eski ve en çok sayıda olan kanıtların çalışmayla ilgili ol­duğunu söylemeliyiz. En kötü olasılıkla, avlandıkları ve genel ola­rak beslendikleri hayvanların veya kendilerinin kemiklerini bulu­yoruz. Ama taştan yapılmış aletler büyük bir farkla, en uzak geçmi­şimize biraz ışık tutmamızı sağlayan kanıtların en fazla olanlarıdır.

23

Tarih-öncesi uzmanlarının araştırmaları, çoğu zaman yeri­nin görece tarihini verdiği sayısız yontmataşın bulunmasını sağla­mıştır. Bu taşlar üzerinde, bir kullanıma yanıt vermek üzere çalı­şılmıştır. Bir kısmı silah olarak, diğer kısmı alet olarak hizmet vermişlerdir. Yeni aletlerin imaline hizmet eden aletler aynı za­manda silahların imaline gerekliydiler: taştan yapılabilen ama ba­zen öldürülen hayvanların kemiklerinin ilk maddeleri olduğu bal­talar, mızraklar, ok uçları

İnsanı ilk hayvanlık durumundan çıkaran tabii ki çalışma­dır. Hayvan çalışma aracılığıyla insan olmuştur. Çalışma her şey­den önce bilginin ve aklın temeli olmuştur. Aletlerin veya silahla­rın yapımı, kendimiz olan hayvanı insanlaştıran bu iki akıl yürüt­melerin çıkış noktası olmuştur. Maddeyi biçimlendiren insan, bu maddeyi ona ayırdığı amaca uygun hale getirmeyi bilmiştir. Ama bu işlem yalnızca, ondan elde ettiği parçaların istenen biçimi ver­diği taşı değiştirmemiştir. İnsanın kendisi de değişmiştir: ondan insan varlığım, şu an olduğumuz akıllı hayvanı oluşturan kuşku­suz çalışmadır.

Ama başlangıçta çalışmamn olduğu doğruysa, çalışmanın insanlığın anahtarı olduğu doğruysa, insanlar çalışmadan itibaren uzun sürede tamamen hayvanlıktan uzaklaşmışlardır. Özellikle cinsel yaşam düzleminde hayvanlıktan uzaklaşmışlardır. Çalışma­da öncelikle etkinliklerini çalışmaya ayırdıkları faydalılığa uyar­lamışlardır. Ama gelişmeleri yalnızca çalışma düzlemi üzerinde olmamıştır: yaşamlarının bütünlüğü içinde, hareketlerini ve dav­ranışlarını izlenen bir amaca uygun hale getirmişlerdir. Hayvanla­rın cinsel etkinliği içgüdüseldir, dişiyi arayan ve onu kapan erkek yalmzca içgüdüsel çalkantıya yanıt vermektedir. Ama çalışma aracılığıyla izlenen amaca ulaşan insanlar genel olarak, bu yanıtın kendileri için olan anlamım ayırdederek saf içgüdüsel yanıttan uzaklaşmışlardır.

24

Bunun bilincinde olan ilk insanlar için, cinsel etkinliğin amacı çocukların doğumu olmak zorunda değildi. Amaç, bu et­kinlikten doğan anlık zevkti. İçgüdüsel devinim, çocukların besi­nini sağlamak için bir erkek ile bir kadının birleşmesi yönündeydi ama hayvansallığın sınırları içindeki bu birleşme ancak çocuğun doğmasından sonra anlam kazanıyordu. Çocuk yapma önceleri bilinçli bir amaç değildi. Başta, cinsel birleşme insani açıdan bi­linçli istence yanıt verdiği zaman, amacı zevkti, zevkin yoğunlu­ğu ve şiddetiydi. Cinsel etkinlik, bilincin sınırları içinde, öncelik­le şehvetli esrimelerin hesaplı araştırılmasına yanıt vermişti. Gü­nümüzde hala arkaik topluluklar şehvetli birleşme ile çocukların doğumu arasındaki zorunlu bağlantıyı bilmemektedirler. İnsani açıdan, aşıkların veya eşlerin birleşmesinin yalnızca bir anlamı vardır, bu da erotik zevkin anlamıdır: erotizm, öz olarak, çalışma­da olduğu gibi, zevk olan amacın bilinçli araştırılması olmasıyla cinsel dürtüden farklıdır. Bu amaç, çalışmanın amacı gibi, kaza­nım ve büyüme zevki değildir. Yalnızca çocuk bir kazanımı tem­sil etmektedir ama ilkel, çocuğun etkin olarak yararlı olan kazanı- mını cinsel birleşmenin sonucu olarak görmemektedir; uygar in­san için, çocuğun dünyaya gelişi genel olarak yabanıl için olan yararlı -maddi açıdan yararlı- anlamını yitirmiştir.

Günümüzde, bir amaç olarak ele alınan zevk n araştırılma­sının çoğu zaman kötü görüldüğü doğrudur. O, etkinliğin bugün dayandığı ilkelere uygun değildir. Aslında mahkum edilmeyen zevk araştırılması, öyle tasarlanmıştır ki bazı sınırlar içinde on­dan sözetmemek daha iyi olacaktır. Zaten, derin olarak, ilk bakış­ta doğrulanmayan bir tepki daha az mantıksal değildir. Ayrıca et­kinliğini sürdüren ilkel bir tepki içindeki zevk erotik oyunun ön­görülen sonucudur. Ama çalışmanın sonucu kazançtır; çalışma zenginleştirir. Eğer erotizmin sonucu bir çocuğun mümkün olan doğumundan bağımsız olarak arzunun perspektifi içinde gözönü-

25

ne alınırsa, bu, “küçük ölüm”ün paradoksal olarak geçerli ifadesi­nin yanıt verdiği bir kayıptır. “Küçük ölüm”ün ölümle, ölümün soğuk dehşetiyle çok az ilgisi vardır... Ama erotizm sözkonusu olduğu zaman paradoks yer değiştirmiş mi olacaktır? Ölüm bilin­ci nedeniyle hayvanla karşı karşıya gelen insan, ondaki erotizm, organların kör güdüsünün yerine istemli bir oyunu, bir hesabı, zevkin hesabını koyduğu ölçüde, hayvandan uzaklaşır.

2. İKİ KEZ BÜYÜLÜ OLAN MAĞARALARNeandertal İnsanı’nın gömütlerinin bizim için şu temel an­

lamı vardır: bu gömütler ölüm bilincinin, trajik bir olayın göster­geleridir: insanın ölümün içine batabileceğini, batmak zorunda olduğunu gösterirler. Ama, içgüdüsel cinsel etkinlikten erotizme geçişten, ancak bizim benzerimizin, bu geç Yontmataş devri insa­nının, fizik olarak bizden hiçbir şekilde aşağı olmayan, belki de ve hatta bunu varsaymak gerekir, bizimkine benzer zihinsel yete­neklere sahip olan bu ilk insanın ortaya çıktığı dönem için emi­niz.^ Bu çok eski insanın, bazen “yabanıl” veya “ilkel” diye ad­landırdığımız bu insanların, bize göre zaten yüzeysel olan bu aşa­ğı durumlarım hiçbir şey kanıtlamıyor. (Bilinen ilk resimler olan o dönemin resimleri müzelerimizin şaheserleriyle bazen boy öl­çüşebilir değiller mi?)

Neandertal İnsanı’nın bizimle karşı karşıya gelirken, görü­nür bir aşağı durumu vardı. Kuşkusuz bizim gibi (atalarında oldu­ğu gibi) dik duruma sahipti. Ama bacaklarının üzerine doğru bi­raz bükülüyordu ve zaten insan gibi yürümüyordu: yere ayağının tabanıyla değil arka ucuyla basıyordu, basık bir alnı ve çıkıntılı bir çenesi vardı ve boynu bizimki gibi uzun ve ince değildi. Hatta 8

8) İlke olarak, okullarımızda yetiştirilmiş bir geç Yontmataş devri çocuğu bi­zimle aym düzeye ulaşmış olurdu.

26

onu, maymunlarda ve genelde memelilerde olduğu gibi tüylerle kaplı olarak hayal etmek akla uygundur.

Bu arkaik insanın yokoluşu hakkında, benzerimiz insanın Ncandertal insanının işgal ettiği bölgelere yerleştiğinin dışında genel olarak hiçbir şey bilmiyoruz; örneğin hayranlık uyandıran yeteneklerinin çok sayıdaki izlerinin keşfedildiği Vezera vadisin­de ve başka bölgelerde (güney-batı Fransa’da ve Ispanya’nın ku­zeyinde) çoğaldıklarını biliyoruz: sanatın doğuşu gerçekte, insan varlığının fiziksel tamamlanışını izlemiştir.

Çalışma belirleyici olmuştur: çalışmanın etkisi zekayı orta­ya çıkarmıştır. Ama tepede insanın tamamlanışı vardır, bizi ay­dınlatırken, öncelikle olduğumuz varlığa yalnızca faydalı bir ça­kmanın sonucu olmayan bir esrikliği, bir tatmini veren bu insan

doğası vardır. Sanat yapıtının ortaya çıktığı sırada, çalışma, insan türünde, yüzbinlerce yıldan beri vardı. Sonunda, sanat yapıtı ta­mamlandığı ve çalışma, gerçek başyapıtlarında kısmen faydalılık kaygısına bir yanıttan başka bir şey haline geldiği zaman, belirle­yici olan çalışma değil oyun olmuştur. Kuşkusuz insan öz olarak çalışan hayvandır. Ama aynı zamanda çalışmayı oyuna dönüştür­meyi b mekted. Sanatla (sanatın doğuşu ile) ilgiii olarak bunun altını çiziyorum; insansal, gerçekten insansal oyun önce bir çalış­maydı, bir oyun haline gelen bir çalışmaydı.*9) Sonuç olarak giril­mesi zor olan mağaraları düzensiz olarak süsleyen muhteşem re­simlerin anlamı nedir? Bu mağaralar meşalelerin çok az aydınlat­tıkları karanlık tapmaklardı; bu resimlerden büyüsel olarak, res­mettikleri hayvanın, av hayvanının ölümünü gerçekleştirmek zo­runda oldukları doğrudur. Ama, hayvansal, büyüleyici güzellikle- ri, binlerce yıldan sonra, her zaman ilk bir anlama sahiptir: çekı-

9) Bu kitabın sınırlan içinde, çalışmanın ilk, belirleyici özelliğini daha açık hale getiremem.

27

ciliğin ve tutkunun anlamına, hayret ettiren oyunun, soluğu kesen ve başarı arzusunun yöneldiği oyunun anlamına sahiptir.

Her şeyden önce mağara-tapınaklarının alanı gerçekte oyu­nun alanıydı. Mağaralardaki ilk yer, resimlerin, belki de resimlen­dirmelerin güzelliğinin büyüsel değeri oranında, ava verilmiştir: bu resimler güzel oldukları ölçüde etkiliydiler. Ama çekicilik, oyunun derin çekiciliği mağaraların çok süslü ortamında kuşku­suz her şeye baskmdı ve bu anlamda av hayvanlarının figürleri ile erotik insan figürleri arasındaki ortaklığı yorumlamanın yeri var­dır. Hiç kuşku yok ki, böyle bir ortaklığın hiçbir şekilde bir yan tutma ile bağlantısı yoktur. Rastlantıya başvurmak akla daha yat­kın bir davranıştır. Her şeyden önce, bu loş mağaraların aslında, özünde oyun olana, -çalışmayla karşı karşıya gelen ve anlamı her şeyden önce çekiciliğe boyun eğme, tutkuya yanıt verme olan oyuna hasredilmiş oldukları doğrudur. Oysa, genelde, insan figür­lerinizi tarih-öncesi mağaralarının duvarlarına resmedilmiş veya çizilmiş olarak belirdikleri yere buyur edilen tutku erotizmdir. Lascaux kuyusunun ölü insanından sözetmesek bile bu figürlerin çoğunun kalkık penisleri vardır. Dişi bir figür bile açıkça arzuyu dile getirmektedir. Son olarak, Laussel kayalığının altındaki sığı­nakta ikili bir imge açık cinsel ilişkiyi göstermektedir. Bu ilk za­manların özgürlüğü cennetsel bir özelliği ifade etmektedir. Geliş­memiş ama yalınlıkları içinde güçlü olan uygarlıklarının savaşı bilmemeleri mümkündür. Savaşı bilmeyen bugünkü Eskimo uy­garlığı, Beyazların gelişinden önce, savaşın temel özelliklerine sahip değildi. Ama tarih-öncesi Dordogne’un iklimi bugün Eski- molar’ın yaşadığı kuzey bölgelerinin Alimine benziyordu. Ve Es- kimolar’ın şenlik mizacı kuşkusuz çok eski atalarımız olan kişile­re yabancı değildi. Eskimolar, bugüne kadar öten kuşlarınkine benzer şekilde özgürce ve sevinçle sahip oldukları cinsel özgür­lüklerini engellemek isteyen papazlara tepki gösteriyorlardı. Kuş-

28

kuşuz soğuk, erotik oyunlara, bugünkü konforun sınırları içinde zannettiğimizden daha az zararlıdır. Eskımolar bunun kanıtı. Aynı şekilde, kutupsal iklimini bildiğimiz Tibet’in yüksek yaylalarında yaşayanlar bu oyunlara kendilerini kaptırmışlardır.

Belki de, mağaralarda naif izlerini bulduğumuz ilk erotiz­min cennetsel bir yönü vardır. Ama bu yön çok açık değil. Bu erotizmin çocuksu saflığıyla belirli bir ağırlığın zıtlaştığı kesindir.

Trajik... Ve bunda en ufak bir kuşku yok. Aynı zamanda, öncelikle, komik. Bunun nedeni erotizm ile ölümün birbirlerine bağlı olmalarıdır.

Aynı zamanda gülüş ile ölümün, gülüş ile erotizmin birbir­lerine bağlı olmalarıdır...

Daha önceden Lascaux mağarasının en dibinde ölüme bağ­lanan erotizmi görmüştük.

Burada tuhaf bir ipucu, temel bir ipucu var. Ama kuşkusuz bu öyle bir ipucu ki, ilkin yalnız başına böyle yüklü bir gizemi karşılayan sessizlikten -anlaşılamayan sessizlikten- şaşkına dön- ıııemeliyiz.

Resim, penisi kalkık olan bu ölünün bir kuş kafasına, bir hayvan kafasına sahip olduğu ölçüde tuhafken aynı zamanda o kadar çocuksu ki belki de bu resimden anlaşılmaz bir biçimde gü­lünç bir yön çıkıyor.

Bağırsaklarını yitirirken can çekişen ve görünüşte bu ölü adamın ölmeden önce öldürdüğü bir bizonun, bir canavarın ya­kınlığı.

Kuşkusuz dünyada bu resim kadar gülünç bir korkunçlukla ağırlaşmış başka bir resim yoktur; zaten özünde bu resim kavra- mlaınazdır.

Burada, ilk zamanlarda gülünç bir vahşilikle ortaya konan umut kırıcı bir bilmece sözkonusudur. Bu bilmeceyi çözmek ger­çekten sözkonusu değildir. Ama, onu çözmeye yarayacak araçlar-

29

dan yoksun olduğumuz doğru olsa da, gizlenenleyiz; bilmece kuşkusuz kavranılamazdır ama en azından derinliği içinde yaşa­mamıza için vermektedir.

insani açıdan ilk kez ortaya konan bu bilmece bizden, ero­tizm ve ölüm tarafından içimizde açılan uçurumun dibine inme­mizi istemektedir.

Hiç kimsenin, rastlantı sonucu bazı yeraltı dehlizlerinde görülen hayvan resimlerinin kökeni konusunda kuşkusu yok. Bin­lerce yıldan beri, tarih-öncesi mağaralar ve onların resimleri bir şekilde kaybolmuştu: mutlak bir sessizlik ebedileşiyordu. Geçen yüzyılın sonunda kimse, rastlantının ortaya çıkardığı mağaraların başdöndürücü eskiliğini düşleyememistı. Yalnızca bu yüzyılın ba­şında, büyük bir bilim adamı olan Abbe Breuil’ün gücü, ilk in­sanların, -tamamen bizim benzerimiz olan ama geçen zamanın büyüklüğünün bizden ayırdığı bu ilk insanların- eserlerinin ger­çekliğini kabul ettirdi.

Bugün, hiçbir kuşkunun gölgesinin olmadığı ışık doğdu. Durmayan bir ziyaretçi akını bugün yavaş yavaş birbiri ardına sonsuz bir geceden dışarı çıkan bu mağaraları canlandırıyor... Bu akın özellikle mağaraların en güzeli, en zengini olan Lascaux ma­ğarasını canlandırıyor...

Bununla birlikte Lascaux mağarası, hepsinin arasında, kıs­men gizemli kalmaya devam ectyo

Bu aslında, bu mağaranın en derin, en ulaşılamaz girinti çı­kıntısıdır (bugün dikey bir demir merdiven oraya ulaşmamızı sağ­lıyor veya en azından aynı anda çok az sayıda insanın ulaşmasını sağlıyor, öyle ki ziyaretçiler burayı bilmiyor veya reprodüksiyon­lardan tanıyor...); bu resim o kadar zor girilen bir girinti çıkıntının dibinde ki bugün orası “kuyu” adıyla adlandırılıyor ve bu kuyuda kendimizi çağrıştırmaların en çarpıcısı ve en tuhafı ile karşı karşı­ya buluyoruz.

30

Göründüğü kadarıyla ölü bir insan, hareketsiz ve tehlikeli olan ağır bir hayvanın önünde uzanmış, devrilmiş. Bu hayvan bir bizon ve ondan kaynaklanan tehlike can çekiştiği oranda artıyor; yaralanmış ve açılan kamından barsaklar sarkıyor. Gör j işte, bu uzanmış insan mızrağıyla ölmekte olan hayvanı vurmuş... Ama bu insan tam bir insan değil, bir kuş kafası olan kafası bir gagayla tamamlanıyor. Bu bütünlüğün içindeki hiçbir şey insanın kalkık bir penise sahip olmasının paradoksal yapısını doğrulamıyor.

Sahne bu olgu nedeniyle erotik bir özelliğe şahin oluyor; bu özellik apaçık ve açıkça vurgulanmış ama anlaşılmam

Böylece, içine çok zor girilebilen bu girinti çıkıntının için­de, binlerce yıldan beri unutulmuş olan bu dram -ama belirsiz bir biçimde- ortaya çıkıyor: yeniden ortaya çıkıyor ama karanlıktan çıkmıyor. Açığa çıkıyor ve buna rağmen gizleniyor.

Ortaya çıktığı anda gizler: yor...Ama bu kapalı derinliğin içinde, paradoksal bir uyum, bu

ulaşılamaz karanlıkta kendini belirttiği oranda ağır olan uyum or­taya çıkıyor. Bu temel ve paradoksal uyum ölümün ve erotizmin uyumudur.

Kuşkusuz bu gerçek h bir zaman kendini göstermekten ge­ri durmamıştır. Bununla birlikte, bu gerçek kendini gösterirse, giz­lenmesi devam eder. Hem ölümün ve hem de erotizmin özü budur. Aslında her ikisi de gizleniyor: ortaya çıktıkları an gizlemyorlaı

Düşüncelerin düzensizliğini sağlamak için bundan daha karanlık, bundan daha iyi yapılmış bir çelişki düşünemeyiz

Zaten bu düzensizliğe daha uygun olan yeri düşünebiliriz: hiçbir zaman içinde oturulmamış olması gereken ve hatta tam olarak insansal olan ilk zamanlarda terkedilmiş olması gereken bu mağaranın kaybedilen derinliği.<10) (Atalarımızın, bu kuyunun derinliklerinde kaybolduğu zamanda, her şeye rağmen oraya ulaş-

10) Zamanımızdan aşağı yukarı 15000 yıl önce.

31

inak isterken iplerin yardımıyla hu kuyuya inmeleri gerekiyor­du...)^1̂

“Kuyu bilmecesi” kuşkusuz bilmecelerin en ağırı, türün bilmecelerinin en trajiği. Bu bilmecenin doğduğu geçmiş, bilme­cenin, ilk olarak aşırı karanlığının çarpıcı olduğu terimlerle orta­ya konduğu olgusunu hesaba katar. Ama sonunda, içine nüfuz edilemeyen karanlık bir bilmecenin temel özelliğidir. Eğer bu pa­radoksal ilkeyi kabul edersek, temel bilmeceye çok tuhaf ve çok mükemmel biçimde yanıt veren bu kuyu bilmecesi, en eskisi ol­duğu ve eski insanlığın şimdiki insanlığa sunduğu bilmece oldu­ğu için, kendi içinde en karanlığı olduğu için, aynı zamanda en fazla anlamla yüklü olanı olabilecektir.

İnsanın dünyaya gelişi, ilk ortaya çıkışı kendi gözünde, ilk gizemle ağırlaşmış değil midir? Bu gizemi aynı zamanda erotiz­me ve ölüme bağlamıyor mu?

Aym anda hem temel olan ve hem de çok iyi bilinen ve bu­na rağmen insanın yapısı nedeniyle özde gizli kalan bir bağlam­dan bağımsız olarak en şiddetli biçimiyle ortaya konmuş bir bil­meceyi getirmenin boş olduğu bir gerçektir.

Bağlam , insan tini g izlend iğ i ö lçüde g izli kalır. Bana göre, “olabilirin en ucu” olan ulaşılamaz derinlikte başdön- dürücü biçimde ortaya çıkan çelişkiler önünde gizlenmiş.

Özellikle şunlar:Gülmeyen maymunun alçaklığı..“Düğmeleri çözülmüş bir kamı” olan bir gülüşün yine de

sarstığı, insanın saygınlığı...Ölümün oluşturduğu trajiğin zevkle ve gülüşle olan suç or­

taklığı...Dik duruşun ve çömelmeye bağlı anal açılışın özden zıtlı­

ğı... 11

11) Lascaux mağarasında bir ip parçası bulunmuştu.

32

İKİNCİ BÖLÜM

SON(Antik çağdan günümüze)

33

DİYONİZOS VEYA ANTİK ÇAĞI

1. SAVAŞIN DOĞUŞUÇoğu zaman Eros adını atfettiğimiz esrimelerin trajik bir

anlamı vardır. Bu anlam özellikle kuyu sahnesinde ortaya çıkı­yor... Ama ne savaş, ne de kölelik tamamlanmış insanlığın ilk za­manlarında görülmez

Geç Yontmataş devrinin bitimine kadar savaş bilinmiyor- muş gibi görünüyor. İnsanların birbirlerini öldürdükleri kavgala­rın ilk beli:"ileri, orta taşçağı*12* adının gösterdiği ara dönemlerde görülmektedir. Bir İspanyol Levanteninin kayaya oyulmuş resmi, okçuların aşırı gerginlikteki bir kavgasını göstermektedir.*13* Bu resim göründüğü kadarıyla bizden hemen hemen onbin yıl önce­sine aittir. Yalnızca bundan sonra insan toplumlarının kendilerini savaş pratiğine sürekli olarak adadıklarını da ekleyelim. Bununla birlikte, Yontmataş devrindeki cinayetin, bundan bireysel cinayeti anlıyorum, bilinmiş olmasının gerektiğini düşünebiliriz. Ama yo- kolmayı amaçlayan silahlı grupların zıtlaşması o kadar sorun ol­mamıştır. (Günümüzde hala bireysel cinayet, istisnai olarak, Yontmataş devri insanları gibi savaşa yabancı Eskimolarm işidir. Oysa Eskimolar, Fransa’da resimli mağaralarımızın insanlarının yaşadığı bölgelerin iklimine benzeyen soğuk bir iklimde yaşıyor­lar.)

İlk zamanlardan itibaren, ilkel savaşın bir grubu diğer bir grupla karşı karşıya getirmesi olgusuna rağmen baştan sistemli

12) Orta taşçağı, yontmataş devri ile cilalı taş devri arasındadır.13) Bu resmi Erotizm’de kullandım. Ed. de Minuit, levha no.VIII s.l 12.

35

bir biçimde yürütülmediğini düşünebiliriz. Zamanımızda yeniden bulunan ilkel biçimlerle savaş hakkında değerlendirme yaptığı­mızda bulunacak maddi bir yararın sözkonusu olmaması gerekti­ğini görmekteyiz. Kazananlar kaybedenler grubunu yokediyorlar- dı. Savaşların sonunda geriye kalan düşmanları esirleri ve kadın­ları toptan öldürüyorlardı. Ama kuşkusuz her iki cinsiyetteki genç çocukların galipler tarafından evlat edinilmiş olmaları gerekir ve savaş bittikten sonra galipler bu evlatlıkları kendi öz çocuklarıyla aym düzeyde görmüş olmaları gerekir. İnanabildiğimiz ölçüde, modern ilkellerin uygulamalarına baktığımızda, savaşın tek mad­di yararının kazanan grubun daha sonraki büyümesi olduğunu gö­rüyoruz.

2. KÖLELİK VE FAHİŞELİKÇok sonraları -ama bu değişimin tarihi hakkında hiçbir şey

bilmiyoruz- galipler esirleri köleliğe indirgeyerek onları kullanma olanağını farkettiler. Çalışma güçlerinin artışının ve grubun varlı­ğını sürdürmesi için gerekli çabanın azalışının olabilirliği hemen görüldü. Cilalı taş devrinde gelişen hayvancılık ve tarım böylece savaşçıların görece aylaklığına izin veren bir el emeği artışından yararlandı. Şeflerinin de tam aylaklığı da böylece gerçekleşti.

Savaşın ve köleliğin gelişine kadar ilk uygarlık, temelde eşit olan özgür «asanların etkinliğine dayanıyordu. Ama savaştan kölelik doğdu. Kölelik toplumun birbirine zıt sınıflar halinde bö­lünmesinde rol oynadı. Savaşçılar, başta yaşamlarını ortaya koy­ma, daha sonra benzerlerinin yaşamını ortaya koyma koşuluyla savaş ve kölelik aracılığıyla büyük zenginliklere kavuştular. Ero­tizmin doğuşu, insanlığın özgül insanlar ve köleler olarak bölün­mesinden öncedir. Ama erotik zevk, kısmen, toplumsal statüye ve zenginliğe sahip olmaya bağlı olmuştur.

ilkel koşullarda, erotik zevk, erkeklerin çekiciliğinin, fizik-

36

sel gücünün ve zekasının ve kadınların güzelliğinin ve gençliği­nin sonucu olmuştur. Kadınlar için güzellikleri ve gençlikleri be­lirleyici olarak kalmıştır. Ama savaştan ve kölelikten doğan top­lum ayrıcalıkların önemini artırmıştır.

Ayrıcalıklar, erotizmi bireysel güce ve zenginliğe bağımlı bir duruma getirerek ve onu sonunda yalana adayarak, fahişeliği erotizmin normal yaşamı haline getirmiştir. Burada hataya düş­memeliyiz; tarih-öncesinden klasik antik çağa kadar, cinsel ya­şam savaş ve kölelik nedeniyle yoldan sapmış ve dönmüştür. Ev­lilik, gerekli olan çocuk doğumu bölümünü kendine ayırmıştır. Bu bölüm, erkeklerin özgürlüğü onları evden uzaklaştırdıkları öl­çüde daha ağır bir iş haline gelmiştir. Günümüzde, insanlık so­nunda yeni yeni düze çıkıyorsa..

3. ÇALIŞMANIN ÖNCELİĞİUzun dönemde temel bir olgu ortaya çıkıyor: İnsanlık,

yontmataşın sefaletinden çıkarken ilk zamanların bilmediği kötü­lüklerle karşılaştı. Görünüşte, savaş pratiğinin başlangıcı yeni za­manların başına isabet ediyor.*14) Bu konuda açık olarak hiçbir şey bilmiyoruz ama savaşın sahneye girişi, ilke olarak, maddi uy­garlığın geriye gidişini göstermiş olmalıdır. Yirmibin yıl süren geç Yontmataşın hayvan resmi sanatı kayboldu. En azından ‘fran- co-canîabrique’*l5> bölgesinde kayboldu: hiçbir yerde bu kadar güzel, bu kadar büyük hiçbir sanat eseri olmadı. En azından bi­zim bildiğimiz kadarıyla...

İnsan yaşamı, ilk yalınlıktan çıkarken, savaşın lanetli yolu­nu izledi. Yıkıcı savaşın, alçaltıcı sonuçları olan savaşın, köleliğe

14) Orta taşçağı Yontmataş devrinin sonlarında ve kuşkusuz Yontmataş'dan Cilalı Taş’a geçiştir.

15) Fransa’nın güney-batısı ve İspanya’nın kuzeyi.

37

ve ayrıca fahişeliğe'16) götüren savaşın lanetli yolunu.XIX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Hegel bunu göster­

meye çalıştı: savaşın kölelikten kaynaklanan sonuçlarının aynı zamanda faydalı yönleri vardır.'17) Hegel’e göre, bugünkü insanın ilk zamanların savaşçı aristokrasisi ile çok az ortak yönleri vardır. Bugünkü insan ilke olarak işçidir. Zenginler ve genel olarak ege­men sınıflar da çalışıyorlar. En azından ölçülü olarak çalışıyor­lar...

Her durumda, çalışmasıyla dünyayı değiştiren savaşçı de­ğil köle olmuştur ve çalışmanın özünde değiştirdiği de köle ol­muştur. Çalışma köleyi, köle uygarlığın zenginliklerinin tek başı­na gerçek yaratıcısı haline geldiği ölçüde değiştirmiştir: özellikle zeka ve bilim, kölenin öncelikle efendilerin buyruklarına yanıt vermek için çalışırken göstermekle zorunlu olduğu çabanın mey­veleridir. Böylece çalışma insanı doğurdu. Çalışmayan, çalışma utancının yönlendirdiği kişi, eski düzenin zengin aristokratı veya zamanımızın rantçısı kalıntıdan başka bir şey değillerdir. Şimdiki dünyanın yararlandığı zengin sanayi, boyun eğen kitlelerin, cilalı taş devrinden beri kölelerin ve işçilerin oluşturduğu mutsuz ço­ğunluğun binlerce yıllık çalışmasının sonucudur.

Bundan böyle dünyada belirleyici olan çalışmadır. Savaş her şeyden önce sanayi sorunlarını, yalnızca sanayinin belirlediği sorunları ortaya koyar.

Ama gücünü savaştan alan aylak ve egemen sınıf bugünkü çöküntüsüne gelmeden önce, aylaklığı, öneminin bir kısmını on­dan çekip aldı. (Sıkıcı çabayı, çalışmanın gerekli çabasını başka­larına bırakan kim olursa olsun sonunda, gerçek bir lanet onun

16) Eğer başta fahişelik mutlaka alçaltıcı bir biçim olmasa da (dinsel fahişe­likte, kutsal fahişelikte olduğu gibi) kölelik sefaletinden itibaren hemen alçaltıcı fahişeliğe ulaşmıştır.

17) Tinin görüngübilimi (1806),

38

ıl/.crine çullanıyor). Her yerde aristokrasi kendiliğinden kendini hı/lıca çöküntüye bırakmaktadır. Bu, XIV. yüzyılda Tunuslu bir Arap yazarın formülleştirdiği bir yasadır. İbni Haldun için, savaş i',*ipleri kendilerini şehir yaşamına bırakıyorlar ve bir gün daha sert yaşamlarının onları savaşın gereksinimleri düzeyinde tuttuğu göçebeler tarafından yenilgiye uğratılıyorlar. Ama bizim bu ilkeyi daha geniş bir alana uygulamamız gerekiyor. Genel kural olarak, uzun sürede, zenginliklerin kullanımı en yoksullara daha büyük bir enerji veriyor. En çok zengin olanlar önce maddi kaynakların üstünlüğüne sahipler. Romalılar, uzun süre askeri tekniğin onlara sağladığı avantaj nedeniyle egemenliklerini sürdürdüler. Ama, Barbar tarafta savaşa daha büyük bir uyumun olması ve Romalı­larda asker sayısının azalması nedeniyle bu avantajın azaldığı gün geldi.

Ama, savaşlarda askeri üstünlüğün yalnızca başta anlamı vardır. Sürekli bir avantajla sağlamlaştırılan verili bir maddi uy­garlığın sınırlan içinde, yoksul sınıflar, maddi güçlerine rağmen ayrıcalıklı sınıflarda eksik olan ahlaksal bir güçten yararlanırlar.

Şimdi hiç kuşkusuz önemi ikinci derecede olan ...ama An­tik çağda önemli bir yeri, bugün kaybettiği bir yeri tutan erotizm sorununu ele alfnalıyız. 4

4. AŞAĞI SINIFLARIN DİNSEL EROTİZMİN GELİŞİMİ İÇİNDEKİ ROLÜ ÜZERİNEAntik çağda erotizmin anlamı olduğu ölçüde, insan etkinli­

ği iç ide rolü olduğu ölçüde, bu rolü oynayanlar her zaman aris­tokratlar -bu dönemde zenginlik ayrıcalığına sahip olanlar- olma­mıştır. Hatta erotizm, her şeyden önce, malsız-mülksüzlerin din­sel çalkantısının karanlıkta ortaya çıkardığı şeydi.

Kuşkusuz zenginlik rol oynuyordu. Bu rol değişmez bi­çimler sözkonusu olduğu ölçüdeydi: evlilik, fahişelik, kadınlara

39

sahip olmayı paraya bağımlı kılmaya yöneltiyordu. Ama, antik erotizmin bu görünümü içinde, öncelikle dinsel erotizmi ve özel­likle Diyonizos’un içki alemli dinini ele almak zorundayım Di- yonizyak mezhebin sınırları içinde, ilke olarak para rol oynamı­yordu veya ikinci derecede rol oynuyordu (bedendeki hastalık olarak), Diyonizos’un içki alemlerine (orjilelere) katılanlar çoğu zaman malsız-mülksüz insanlar, hatta bazen kölelerdi. Zamana ve yere göre, toplumsal sınıf ve zenginlik değişim gösterdiler... (Bü­tün hakkında bilgi edinmemiz çok yenidir. Ama hiçbir zaman bu konuda kesin bilgimiz olmamıştır)/18)

Hiçbir zaman, bir bütünlüğü olmamış gibi görünen düzen­siz bir etkinliğin genelde sahip olduğu önem üzerinde kesin hiç­bir şey söyleyemeyiz. Birleşik bir Diyonizos kilisesi olmamıştır ve sonuç olarak törenler zamana ve yere göre değişmiştir. Zaten bu törenler hakkında belirsiz bir bilginin dışında bir bilgimiz yok.

Hiç kimsenin sonradan gelenleri bilgilendirme kaygısı ol­mamış. Hatta hiç kimse bunu istenen kesinlikle de yapamazdı.

Ancak, kuşkusuz, imparatorluğun ilk yüzyıllarından önce, en azından zevk düşkünü aristokratların mezhepler içinde rolleri olmadığını söyleyebiliriz.

Başlangıçta, Eski Yunan’da, göründüğü kadarıyla, Baküs şenliğinin aksine zevk verici erotizmin aşılması anlamı vardı. Di= yonizyak uygulama önce şiddetli bir biçimde dinseldi, önce yakı­cı bir hareketti, kaybedilmiş bir hareketti. Ama bu hareket, bütü­nü içinde, o kadar yanlış tanındı ki, Grek tiyatrosu ile Diyonizos mezhebi arasındaki bağları belirlemek zorlaştı. Bir şekilde traje­dinin kökeni bu şiddetli mezhebe bağlamyor gibi görünse buna şaşıramayız. Diyonizos tapınması öz olarak trajikti. Aynı zatnan-

18) Eski Yunan’da, en azından, zenginliğin desteklemediği doğumun yasal yönü yoktu.

40

da erotikti, esritici bir düzensizlik içinde erotikti ama Diyonizos tapınışının erotik olduğu ölçüde trajik olduğunu da biliyoruz... Ayrıca her şeyden önce bu tapınış trajikti ve trajik bir korkunçluk içinde erotizm bu tapınışı içeri şokmuştur.

5. EROTİK GÜLÜŞTEN YASAKLAMAYAİnsan kafası erotizm: gözönüne getirdiği andan itibaren te­

mel güçlüğü ile karşı karşıya gelmiştir.Erotizm bir anlamda gülünçtür...Erotik anıştırmanın her zaman alaycılığı tahrik etme gücü

vardır.Hatta Eros’un gözyaşlanndan sözetmekle, biliyorum, gü­

lüşe neden olabilirim... Eros aynı oranda trajiktir. Ne söyleyeyim? Eros her şeyden önce trajik tanrıdır.

Eski insanların Eros’unun çocuksu bir görünümünün olma­sı gerektiği de bilinmektedir: genç bir çocuğun görünümüne sa­hip i.

Ama aşk sonunda güldürdüğü oranda kaygı verici değilmidir?

Erotizmin temeli cinsel etkinliktir. Oysa, bu etkinlik bir ya­saklama darbesine maruz kalmaktadır. Bu anlaşılmaz bir şeydir! aşk yapmak yasaktır! Bunu gizlice yapmadıkça.

Ama bunu gizlilik içinde yaparsak, yasak, yasakladığı şeyi hem hüzünlendırici(19) ve hem de tanrısal olan bir ışıkla aydınlatır ve değiştirir.

Yasak, dokunduğu şeye, kendi özelliğini verir. Çoğu za­man, bacakları ayırma eğilimini hissettiğim anda bile, aksine sin­sice tahrik olup olmadığımı kendi kendime soruyorum!

Yasak, dokunduğu şeye, kendi içinde yasak eylemin sahip

19) Müstehcenliğin aydınlatması, cinayetinki gibi iç karartıcıdır.

41

olmadığı bir anlamı verir. Yasak, onsuz eylemin baştan çıkaran kötü ışığa sahip olmadığı yasağa karşı gelmeye bağlanıyor... Bü­yüleyen şey yasağa karşı gelmedir...

Ama bu ışık yalmzca erotizmin ortaya çıkardığı ışık değil­dir. Bu ışık, tam şiddetin, ölümün kurbanın gırtlağını açtığı ve - yaşamını sona erdirdiği- şiddetin eyleme geçtiği her defasında dinsel yaşamı aydınlatı

Kutsal!..Öncelikle, bu sözcüğün heceleri boğuntu ile yüklüdür, on­

lara yüklenen ağırlık kurban etmedeki ölümün ağırlığıdır.Tüm yaşamımız ölümle yüklüdür...Ama, kesin ölüm, bende, tuhaf bir zaferin anlamına sahip­

tir. Işığıyla beni yıkar ve içimde sonsuzca neşeli olan gülüşü aça yokoluşun gülüşünü!..

Bu birkaç tümce içinde, ölümün varlığı yokettiği anın içine kapanmasaydım, içinde gerçekten ölmeden, bir zafer duygusuyla yığılıp kalacağım bu “küçük ölüm”den sözedebilecek miydim? 6

6. TRAJİK EROTİZMSonunda, erotizmin içinde, onda önceden gördüğümüzden

daha fazla bir şey vardır.Bugün hiç kimse, erotizmin, esirimsi biçimle.inin ötesinde

derinliğinin cehennemsel olduğu kaçık bir dünya olduğunu far- ketmemektedir.

Öne sürdüğüm ve ölümün ve erotizmin bağlantısını onay­layan görüşe lirik bir biçim verdim. Şunun üzerinde duruyorum: erotizmin anlamı dik bir derinliğin içinde verilmezse, bizden ka­çar. Erotizm öncelikle en heyecan verici gerçektir ama aynı za­manda daha az olmamak üzere en iğrenç gerçektir. Psikanalizden sonra bile, erotizmin çelişkili yönleri bir şekilde sayısız bir biçim-

42

de ortaya çıkmaktadır: derinlikleri dinseldir, korkunçtur, trajiktir, lıala itiraf edilemezdir. Kuşkusuz bu derinlik tanrısal olduğu ölçü­de bu niteliklerin şiddeti artmaktadır...

Bütünlükleri içinde insanları sınırlayan bu yalınlaştırılmış gerçeği gözönüne getirdiğimizde, bu gerçek içinde kaybolan kişi­nin titrediği korkunç bir labirenttir. Erotizmin gerçekliğine yak­laşmanın tek yolu titremedir..d20) Taşkınlıklarını Lascaux mağa­rasının kuyusu içine gömülen resme bağlayan tarih-öncesi insan­ları bu gerçeği biliyorlardı!21)

Fikirlerini, kendi çocukları yerine, dişleriyle canlı oğlakları parçalarken, yerken Bakhos rahibelerin in fikirlerine bağlayabilen Diyonizos mezhebindekiler bunu biliyorlardı..!22 23)

7. YASAĞA KARŞI GELMENİN VEŞENLİĞİN TANRISI: DİYONİZOSBu noktada, erotizmin dinsel anlamı üzerinde açıklama

yapmak istiyorum.Erotizmin anlamı, erotizmin dinsel anlamını görmeyen ki­

şiden kaçar!Buna karşılık, dinlerin bütünsellik anlamı, dinin erotizmle

olan anlamını gözardı eden kişiden kaçar.Öncelikle din hakkında, bana göre,123) özüne ve kökenine

yanıt veren imgeyi vermeye çalışacağım.Diğer eylemlerle suçlu eylemleri, tam olarak yasak eylem­

20) Bkz. s. ve s. 1721) Bkz. s. 1922) Şimdi belki de yanlış anlaşıldım... Ama daha fazla beklemeden okuyucu­

yu kitabımın bölümlerine gönderiyorum.23) Diyonizyak dinin bütününün anlatımının bir anlam kazanması, yalnızca

dinin anlamı üzerinde bu ilkenin olumlanmasından sonradır.Genel olarak, dine, eylemlerin değerini sonuçlarına bağımlı kılan ahlakın anlamını vermek beylik bir düşüncedir. Ama dinin içinde, eylemlerin öz

43

leri karşı karşıya getirmek dinin özünde varolan şeydir.Dinsel yasak ilke olarak belirli bir hareketi uzakta tutuyor

ama aynı zamanda bu uzakta tuttuğu harekete de bir değer verebi­lir. Hatta bazen yasağı delmek, ona karşı gelmek mümkündür ve­ya gereklidir. Ama her şeyden önce, yasak reddettiği şeyin -ge­nelde tehlikeli olan- değerini yönlendirir; genel hatlarıyla bu de­ğer, Yaratılış'm birinci bölümündeki ‘yasak meyve’nin değeridir.

Bu değer şenliklerde vardır. Bu şenlikler sırasında, genelde dışlanan şeye izin verilir, hatta bu şeyin yapılması zorunlu olur. Şenlik zamamndaki yasağa karşı gelme şenliğe tam da olağanüstü bir yön, tanrısal bir yön veren şeydir. Tanrılar içinde, Diyonizos öz olarak şenliğe bağlıdır. Diyonizos şenliğin, dinsel karşı gelme­nin tanrısıdır. Diyonizos çoğu zaman şarap ve sarhoşluğun tanrısı olarak görülür. Diyonizos sarhoş bir tanrıdır, tanrısal özü çılgınlık olan bir tanrıdır. Ama, çılgınlığın kendisi de tanrısal öze sahiptir. Burada tanrısal, aklın kuralını reddetme anlamına gelmektedir.

Dini yasaya, akla bağlama alışkanlığımız vardır. Ama ge­nel olarak dinleri oluşturan şeyi gözönüne alırsak bu ilkeyi red­detmemiz gerekir.

Kuşkusuz din vardır, hatta bozguncu bir taban üstündedir: yasaların gözleminin dışına çıkar. En azından yönlendirdiği şey aşırılıktır, bu kurban etmedir, esrimenin tepesi olduğu şenliktir.*24)

olarak doğrudan bir değerleri, kutsa! bir değerleri vardır. Kuşkusuz (bu, geniş bir ölçekte rol oynar) kutsal bir değere faydalılık yönünde (bu anda bu değer bir güce benzetilmektedir) sahip olmak mümkündür. Ama ilke olarak kutsal değerin de doğrudan bir değeri vardır: tam da faydalı değer­den nihai değere geçtiğimiz bu dönüşüm anında değeri vardır; daha son­raki etkisinden bağımsız değer, temel olarak estetik değerdir.Kant sorunun konumunu görmüştür ama kuşkusuz olumlamasında b ka çiş vardır (konumunun yargılamada faydalılık üzerinde, faydalılığa karşı önceden gelen uyumu varsaydığını görmediyse).

24) Hızlı bir anlatımda olayları bütünlükleri içinde göstermek zorundayım.

44

8. DIYONİZYAK DÜNYADinsel erotizmden çarpıcı bir görüntü vermek isterken, aşı­

rı biı karmaşıklığıa sahip düşüncelere sürüklendim. Erotizm ile dinlerin ilişkileri sorunu, bugünün yaşayan dinlerinin genelde bu ilişkileri yadsımakla veya dışlamakla yetindikleri ölçüde daha da ağırlaşmaktadır. Dinlerin kökeninde öz olarak erotizm dinsel ya­şama bağlı iken dinin erotizmi mahkum ettiğini kabul etmek basit bir görüştür. Modern uygarlıklarımızın bireyselleşmiş erotizmi­nin, hatta bu bireysel özelliği nedeniyle, erotizmin düzensizliği­nin dinsel anlamıyla zıtlaşan nihai mahkum etmenin dışında, onu dine bağlayan hiçbir şeyi yoktur.(25)

Bununla birlikte bu mahkum etme dinlerin tarihinde yer alır: olumsuz olarak görünür ama görünür. Bu görüşümün bağlan­dığı gelişmeyi başka bir yapıta bırakmak zorunda kalarak (kaçı­nılmaz felsefik özelliği nedeniyle) burada bir parantez açıyorum. Aslında insan yaşamının belirleyici anına geliyorum. İnsanlar di­nin erotizmini reddederek onu faydalı ahlaka indirgemişlerdir... Kutsallık özelliğini yitiren erotizm iğrenç hale dönüşmüştür.

Şimdilik Diyonizos mezhebi üzerine olan görüşlerden, din­sel erotizme en dikkate değer biçimini veren oldukça sürekli olarü25 26) uygulamalardan bildiğimiz şeylerin hızlı bir açıklamasına geçmekle yetineceğim.

Kuşkusuz, özünde bile, saf olarak mitolojik veya ritüel bir

25) En kötü olasılıkla, Hıristiyanlığa (en azından Hıristiyanlığın zıttı şeytana tapmaya) erotik bir ilginçlik atfeden belirsiz kalıntılar vardır: ama Şeyta­na tapma, Huysmans’dan sonra, onun XIX. yüzyılın sonunda kitaplarında betimlediği güncel değerini yitirmiştir. Bildiğim kadarıyla kalıntılar artık tecimsel olarak organize edilen komedilerden başka bir şey değiller.

26) En azından bin yıl sözkonusu. Diğer taraftan VI. yüzyılm diyonizminin çok eski adetleri sürdürmesi muhtemeldir. Daha önce atıfta bulunduğum şeytana tapmanın bütün olarak Diyonizos tapınışının bir devamına bağ­lanması mümkündür.

45

varoluştan itibaren sözkonusu olan bir saplantının inatla varlığını sürdürmesidir. Diyonizos yasağa karşı gelmenin ve esrimenin ve çılgınlığın tanrısı olmuştur. Söylediğim gibi aynı zamanda esri­menin ve çılgınlığın tanrısıydı. Sarhoşluk, içki alemi, erotizm, de­rin kendinden geçişin çizgilerini erittiği bir tanrının kavrartılabilir yönleridir. Bu sarhoş figürün daha üzerinde tarımsal, arkaik bir tanrısallığı ayırdettiğmiz doğrudur. Bu figür, en eski görünümü içinde, köylü yaşamına bağlanan maddi, tarımsal kaygılara bağla­nıyor. Ama tarlaların çalışanının kaygısı onu sarhoşluğun ve deli­liğin düzensizliğine kapılmaktan çok çabuk alıkoymuştur. Diyo­nizos başta şarap tanrısı değildi... Bağ kültürü VI. yüzyılda çok kısa süre içinde elde ettiği öneme Eski Yunan’da sahip değildi...

Diyonizyak çılgınlık kurbanlarının çıkarını gözeten sınırlı bir çılgınlıktır: ölüm ancak çok ender olarak çıkış olur... Menad- lar’ın çılgınlığı öyle bir dereceye ulaşmıştır ki yalnızca canlı ço­cukların, kendi öz çocuklarının parçalanması bu düzensizliklerine yanıt veriyor görünmektedir. Kuşkusuz bu tür aşırılıkların gerçek­ten ayinlerde olduğunu onaylayanlayız. Ama çılgın Menadlar kendi çocuklarının yerine, oğlakları -can çekişme çığlıkları be­beklerin ağlayışlarından çok az farklı olan oğlakları- parçalıyor­lardı. (27>

Ama Bakhos’ların boşalımını bilsek de, bu boşalımın ge­lişmeleri üzerinde kesin hiçbir şey bilmiyoruz. Diğer unsurların buna bağlanması gerekirdi. Balkan paralarının üzerinde bulunan resimler, aleme (orji) doğru bir kayış yönünde gerçekleşen düzen­sizliği tasarlamamıza yardım etmektedir. Bu paralar yalnızca Bakhos’ların arkaik bir yönünü göstermektedir. Art arda gelen yüzyılların vazoları üzerindeki resimler kuraldışılığı temel olan

27) Ben çocukken, evin önünde kasabın bıçağının boğazladığı oğlaklarm hıç­kırıklarını korku içinde duyuyordum.

46

bu ayinlerin ne olduğunu görmemize yardım etmektedir. Bu geci­ken resimler diğer taraftan, içinde ilk zamanların insanlık-dışı şiddetinin kaybolduğu bir gelişmeyi kavramamıza yardımcı ol­maktadır: Pompei’deki Gizemler villasının güzel resimlen birinci yüzyıldaki ıcelmiş seremonilerin ulaştığı parlaklığı tasarlayabil- ınemizi sağlıyorlar. Tıtus-Livius’un anlattığı İ.Ö. 186 yılındaki kanlı bastırma hakkında bildiğimiz şey, güçsüzleştirici yabancı bir etkiyi engelleme amacındaki bir politik harekete temel olma hizmeti gören kuşkulu suçlamalardan oluşmaktadır. (İtalya’da, Diyonizos mezhebinin, Latin bir Diyonizos’a, Liber Tanrısına rağmen bir doğu olgusu görünümü vardır.) Tacititus’un savlan veya Petronius’un anlatıları, en azından kısmen, Diyonizyak pra­tiğin basit fuhuş biçiminde bozulduğuna inanmamıza yolaçmak- tadır.

Bir taraftan, imparatorluğun ilk yüzyıllarında, Diyonizm’in saygınlığının onda Hıristiyanlığın tehlikeli bir rakibini görecek kadar büyük olduğunu bildiğimizi zannediyoruz. Diğer taraftan, uslanmış bir Diyonizm’in, uygun bir Diyonizm’in gecikmiş varlı­ğı, anlaşılmazlık korkusunun Diyonizos yandaşlarının ilk zaman­ların sertliği ile zıtlaşmaya götürdüğünü gösteriyor gibidir.

4 7

HIRİSTİYANLIK DÖNEMİII

1. HIRİSTİYANSAL MAHKUM EDİŞTENHASTALIKLI TAŞKINLIĞA (VEYAHIRİSTİYANLIKTAN ŞEYTANA TAPMAYA)Erotizmin tarihi içinde Hıristiyanlığın rolü şu olmuştur:

erotizmi mahkum etmek. Hıristiyanlık dünyayı yönettiği ölçüde onu erotizmden kurtarmaya çalışmıştır.

Ama nihai sonuca ulaşmak isterken kuşkusuz kafamız ka­rıştı.

Hıristiyanlık bir anlamda çalışma dünyasına uygundu. Zevkin aleyhine çalışmaya değer verdi. Kuşkusuz cenneti doğru­dan ve aynı zamanda sonsuz tatminin krallığı haline getirdi... Ama bu cenneti bir çabanın nihai sonucu olarak gösterdi.

Hıristiyanlık bir anlamda çabanın gelecekteki sonucundan -öncelikle eski dünyanın çabasının sonucundan- çalışma dünyası­nın giriş parçasını oluşturan bir köprüdür.

Eski dünyanın içinde, her gün biraz daha fazla, dinin ama­cının, nihai sonuca en üst değeri veren ve bu değeri anlık olgular­dan yoksun bırakan ölümden sonraki yaşam olduğunu gördük. Ama Hıristiyanlık bunda ısrar etti. Anlık zevke nihai sonuca göre artık, bir suçluluk anlamından başka bir şey bırakmadı. Hıristi­yanlık perspektifinde, erotizm nihai sonucu tehlikeye atıyor veya en azından geciktiriyordu.

Ama bu eğilimin tersi de vardır; Hıristiyanlık yakıcı özelli­ğe, mahkum etmeyle ulaşmıştır.

Şeytana tapmada da aynı şeyler olmuştur. Hıristiyanlığın yadsınması olan şeytana tapmanın Hıristiyanlık doğru göründüğü

48

ı

ölçüde bir anlamı olmuştur. (Bununla birlikte sonunda, Hıristi­yanlığın yadsınması, unutuluşun ardına düşülmesiyle uyum için­de olmuştur.)

Şeytana tapmanın -özellikle Ortaçağın sonuna doğru ve da­ha sonra- bir rolü olmuştur ama kökeni onu yaşayabilirlikten alı­koyuyordu. Erotizm zorunlu olarak bu drama bağlandı. Şeytana tapma kaçınılmaz olarak, şeytanın kurbanı olduğu lanetlemeden sonra, yandaşlarını da ona çarpan kötü talihe adadı. Kuşkusuz yanlışlık olanağı rol oynadı: şeytanın şans verme gücü varmış gi- b görünüyor. Ama böyle bir görüntü sonunda umut kırıcı olmuş­tur. Engizisyon yanılgıdan kurtarma gücüne sahip olmuştur.

Onsuz erotizmin kaçınılmaz olarak zıttı olan kötü şansa sa­hip olduğu şans ancak dolambaçlı yollarla aranabilirdi. Ama ero­tizm dolambaçlı yollara başvurunca büyüklüğünü yitirdi: aldat­macaya indirgendi. Uzun sürede erotizmin aldatmacası onun özü oldu. Diyonizyak erotizm -kısmen sadist olan her erotizm gibi- bir olumlamaydı ama bu göreceli aldatmacanın içinde, olumlama dolambaçlı yollara saptı.<28>

2. EROTİZMİN RESİMDE YENİDEN ORTAYA ÇIKMASIOrtaçağ erotizme resimde yer verdi: onu cehennemin içine

attı!<29) Bu dönemin ressamları Kilise için çalışıyorlardı. Ve Kili­se için erotizm günahtı. Resmin erotizmi içine sokacağı tek du­rum mahkum etmeydi. Yalnızca cehennem tasarımları -kötü ola-

28) Ama büyük bir istisna var: Sade.29) Cehennemin resimdeki temsiline bakınız. Dante’nin kendisi de erotizmi

cehennemin içine attı. Ama Dante’nin şiirindeki Paolo ve Francesca ce­hennemin dibinde yüce aşka ulaşıyorlar.

49

sılıkla günahın tiksindirici imgeleri- erotizme bir yer verilmesini sağladı.

Rönesans’dan itibaren işler değişti. Özellikle Almanya’da - ortaçağ biçimlerinin terkedilmesinden önce- amatörlerin erotik eserleri satın aldıkları andan itibaren değişti. O dönemlerde yal­nızca zenginlerin laik resimleri ısmarlama olanağı vardı. Gravür daha az bir harcamaya yolaçıyordu. Ama gravür de tüm keselere uygun değildi.

Bu sınırlamaları hesaba katmalıyız. Bu resimlerde -veya bu gravürlerde- bize sunulan tutkuların yansıması yanlış değer­lendirilmiştir. Bu resimler, bu gravürler. Ortaçağ resimciliğiyle aynı tarzda, genel tepkiye, halkın tepkisine yanıt vermiyorlar. Ama halkın kendisi de tutkunun şiddetinin konusuydu: şiddet, içinden geceden doğan bu sanatın çıktığı yoğunluğu azalmış bu dünyanın içinde rol oynayabilirdi.

Kuşkusuz bu sınırlamaları hesaba katmalıyız. Kısmen, re­simde -veya gravürlerde- bize sunulan tutkuların yansıması yanlış değerlendirilmiştir. Bu resimler, bu gravürler, Ortaçağ resimcili­ğiyle aynı tarzda, ortak bir duyguyu dile getirmemektedirler. Ama tutkunun şiddeti, dinsel dünyanın, sofuca bedenin eserini lanetle­yen bu artakalan dünyanın gecesinden doğan bu erotik sanatta da­ha az rol oynamamaktadır...

Albert Dürer’in, Lucas Cranach’ın veya Baldung Grien’in eserleri hala gündüzün bu belirsizliğine yanıt vermektedirler Bundan dolayı, erotik değerleri bir şekilde dokunaklıdır. Kolaylı­ğa açılan bir dünyanın içinde doğrulanmaz. Burada söz konusu olan, tiırek ve en kötü olasılıkla ateşli ışıklardır. Cranach’ın çıp­lak kadınlarının büyük şapkalarının tahrik etme saplantısına yanıt verdikleri doğrudur. Bugün, ciddiyetsizliğimiz büyüktür ve buna gülme duygusuna kapılabiliriz... Ama, bacaklarından asılmış bir durumda işkence gören insanı, bacaklarının arasından itibaren ke-

50

scıı uzun bir testereyi resmeden insana eğlendirici bir duygudan daha fazlasını uygun görmek zorundayız...

Öncelikle, uzak ve çoğu zaman kaba bir erotizmin bu dün­yasına girişte, kendimizi erotizmin ve sadizmin korkunç uyumu karşısında buluyoruz.

Albert Dürer’in erotizmi ve sadizmi yapıtlarında, Cra- nach’ın veya Baldung Grien’in yapıtlarındakinden daha az birbir­lerine bağlı değillerdir. Ama Baldung Grien, erotizmin çekiciliği­ni, bizi dehşete düşüren ama bizi büyücülüğün dehşetinin ezici büyüleyiciliği yönüne sürükleyen ölüme, çok güçlü bir ölüm im­gesine bağlar, acıya değil, ölüme, ölümün çürümüşlüğüne bağlar. Daha sonra bu çağrıştırmalar yokolacaktır: Manyerizm, resmi bundan kurtaracaktır! Ama kendinden emin erotizm, ahlak-dışı (liberten) erotizm ancak XVIII. yüzyılda günışığma çıkar.

3. MANYERİZMErotik resmin tümü içinde bana göre en çekicisi Manye-

ı:zm adının gösterdiği resimdir. Bu resim, bugün bile yanlış ta­nınmıştır. İtalya’da Manyerizm Mikelanj ile başladı. Fransa’da Fontainebleau okulu bu akımı muhteşem bir şekilde temsil etti. Kuşkusuz Mikelanj’m dışında!30! manyerist ressamlar fazla itibar görmemişlerdir. Bunlar genel olarak kötü tanınan sanatçılardır. Fontainebleau okulunun resim içinde daha başka bir yeri olabilir-

30) Mikelanj ve Greco'nun dışında. Ama ben burada yalnızca erotik manye- rizmden sözediyorum ve bana göründüğü kadanyla erotizm manyerizmin özüne dokunuyor. O halde ben burada Greco’nun hangi ölçüde ve hangi biçimde manyerizme bağlandığım söylemek zorundayım. Greco manye- rizme, bir azize Angele de Foligno’nun, veya bir azize Therese d’Avi- la’nın azgın Hıristiyanlığa bağlanması gibi bağlanıyor. Bu Hıristiyanlığın içinde temel olarak Hıristiyanlığı oluşturan gelecek kaygısı yerini şimdiki anın kaygısma bırakmıştır (ki bu Hıristiyanlığın erotizmin şiddetine, yo­ğunluğuna yanıt verdiğini söylemiştim).

51

Le Correge (1489-1534) Jüpiter et lo. Gravüre de Francesco BartolozziBiblfOthöçue Alatıonale, Est.

52

Cranach: Le Paradi s TerrestreMusee National, Oslo

Cranach: Dünyevi cennet.

53

Cranach: La scieBibliotheçue Nationale Est

Cranach: Testere

54

Hans Buldung Grien: L'amour et la mort (Vanitas). 1510HansBaldung Grien: Aşk ve Öliim

55

Thierry Bouts (1400-1475) L'Enfer (det.)Louvre

Venedik’de bir ressam da çıplaklığı resmediyor ama buna Saint-Geor- ges’un öldürdüğü ejderhanın kurbanlarının cesetlerini göstermek için yapıyor.

Van der Weyden kıyamet günündeki yargılamayı, Thierry Bouts’un ce­henneme yerleştirdiği çıplaklıkla birleştiriyor.

56

Ecole de Fontainebleau: Le hain et le masqueColiection pnvee

Ecole de Fontainebleau: Banyo ve Maske

57

Tintoret: Vulcairı surprend Mars et VenüsMunich

58

Poussın: Hermaphrodite (grave par Bernard Picartfıls) Bibliotheçue Nationale

59

Goya: Les Cannibalesı I )Musse de Besançon

Goya: Yamyamlar

60

Goya: La DecollationCollection Villagonzalo Ct. RenĞ Huyghe,

Dialogue avec le visible, Paris, 1955

Goya: Kelle uçurma

61

Paul Dclvau* La villt lunaire <1944 ıC ontam A lt« S ttu n U t» Yo*

62

/

Clovis Trouille: Le Tnmbeau (anctennemenr de Sade)

63

di. Ve Caron(31>, Spranger veya Van Haarlem adları, içinde az ve­ya çok görüldükleri unutuluşu haketmemişlerdir. “Tuhaflığın me- leği”ni sevmişler ve kendilerini güçlü duyguya teslim etmişlerdir. Klasisizm onları küçümsedi... Ama, sürekli olmayan her şeyden veya en azından sürmemesi gerekir gibi görünen şeyden korkma­nın dışında ölçülülük ne anlama gelir. Aynı nedenlerle Greco’nun kendisi dikkati çekmemeye başlamıştır. Manyeristlerin çoğunun Greco’nun şiddetine sahip olmadığı doğrudur -ama erotizm onla­ra zarar vermiştir...

Daha az saplantılı, daha az gözüpek olanların dışmdaki ressamların hemen hemen aynı zamanda ve aym yollarda ilerledi­ğini belirtmeliyim. Titien’in Tintoret’in ustası olması gibi Tinto- ret de Greco’nun ustasıydı. Ama kısmen İtalya’da (özellikle Ve- nedik’de) klasisizmin ve çöküntünün daha az derin olması nede­niyle, Titien’in veya Tintoret’in manyerizmi ve erotizmi rahatsız etmedi. Buna karşın Greco’nun manyerizmi XVII. yüzyıl İspan­yasını o kadar sarstı ki Avrupa’mn en tuhaf ressamlarından biri­nin silinip gitmesi üç yüzyıl sürdü. Hiçbir zaman Greco gibi biri­nin aşırılıklarının ilgi çekmeyeceği Fransa’da, Poussin’in öz ola­rak klasizmine zıt olan erotik saplantısı görünüşte etkisiz oldu... Eğer çarpıtıldıysa bu, kullanılmayan bir taslakta oldu.

4. XVIII. YÜZYILIN AHLAK-DIŞILIĞI VE MARQUIS DE SADEXVIII. yüzyılın ahlak-dışı Fransası ile birlikte, köklü bir

değişiklik oluştu. XVI. yüzyılın erotizmi eziciydi. Antoine Ca- ron’da erotizm esritici bir sadizmle birlikteydi. 31

31) Antoine Caron (Beauvais 1520-Paris 1598) Fontainebleau okulunda Prı- matice’in yanında yetişmişti. Resmi Niccolo del’Abate tarzına benzet­mektedir ama ‘çılgınlığı’ ustalarının ve esin vericilerinin çerçevesini çok aşmaktadır.

64

Bouciıer’in erotizmi hafiflik yönündeydi. Hafiflik yalnızca ağırlığa kapıları açmak için burada olabilirdi... Bazen gülüş per­deyi bir kıyımın üzerine açıyordu. Ama o dönemin erotizmi giriş bölümü olduğu korkunçluklar hakkında hiçbir şey bilmiyordu.

Bucher hiçbir zaman Sade'la buluşmak zorunda olmadı. Tüm yaşamı boyunca ona c 'eş olmaktan geri durmayan ve ki­taplarının acımasız bir anlatısı oıduğu bu aşırı korkunçluklar ne olurlarsa olsunlar, Sade güiebilirdi.*32 33) Bununla birlikte, onu Ma- delonnettes hapishanesinden Picpis hapishanesine götüren ve Thermidor'cu tepki olmasaydı idam sehpasında bitecek olan bir gün boyunca, Devrim’in, gözleri önünde, kafalarını kopardığı ki­şileri görmek(33> onu tüketmişti... Ama yaşamının otuz yılını ha­piste geçiren ama özellikle bu yalnızlığı birçok düşle, korkunç çığlıkların ve kanlı bedenlerin düşleriyle süsleyen Sade’ın kendi yaşamı. Sade’ın kendisi bu yaşama katlanırken, ona ancak daya­nılmazı düşlerken katlanabildi. Çalkantısı içinde, onu parçalayan ama bununla birlikte onu boğan bir patlamanın benzeri vardı.

5. GOYASade’m yalnızlığının hüznünün yolaçtığı sorun, işin içine

yalnızca sözcükleri koyan, bıktırıcı bir çabanın içinde çözülemez­di. İnsan yaşamının nihai sorununun ortaya konduğu her defasın­da yalnızca alay bu soruna yanıt veriyor. Korkunçluğu aşma ola­nağına yalnızca kanın hareketi yanıt veriyor. Yanıt her zaman mi­zaç değişikliği içinde verilmiştir: Bu yamt yalnızca mizaç deği­şikliği anlamım taşır. En kötü olasılıkla, Sade’m dili içinden bir şiddet hareketini çıkarabilirdim (ama Sade’ın son yılları, ölümün yaklaşması ile birlikte bezginliğin baskın çıktığını gösteriyor).*34)

32) La Philosophie dans le houdoir hoş bir kitap: korkunçluğu alaya bağlıyor.33) Hücresinin bahçesine giyotin kurulmuştu.34) Bkz. G. BATAILLE, Erotizm.

65

Sorun, doğrulanmış bir bakış açısını doğrulanmamış bir di­ğeriyle karşı karşıya getirmemektedir. Son noktada yalnızca ya­tıştırıcıların veya uyarıcdarın yanıt verdiği çelişkili nevrotik du­rumları karşı karşıya getirmektedir...

Sorunun bizi sancıtması sürüyor. Geriye tek bir olasılık ka­lıyor: çılgınlık modelini çökmüş bir korkunçluk modeliyle karşı karşıya getirmek. Sade ve Goya hemen hemen aynı dönemde ya­şamışlardır/35 36* Bazen öfkenin sınırında zindamna kapanmış olan Sade; otuzaltı yıl boyunca mutlak bir sağırlığın zindanında kapalı kalan sağır Goya. Fransız devrimi ile her ikisini de umutlandır- mıştı; her ikisinin de dine dayanan bir rejimden hastalıklı bir tik­sintileri vardı. Ama özellikle aşın acıların yakalarını bırakmaması onları birleştirmişti. Goya, Sade’ın aksine, acıyı zevkle birleştir- memişti.

Bununla birlikte, ölüm ve acı saplantısı onda, onları ero­tizmle yakınlaştıran kasılmalı bir şiddete sahipti. Ama erotizm bir anlamda çıkıştı, bu, tiksintinin iğrenç çıkışıydı. Goya’nın sağırlığı gibi karabasanı, Goya’dan veya yazgının en acı şekilde kapattığı kişi olan Sade’dan insani açıdan sözetmek mümkün olmadan, onu içine kapatmıştı. Sade’ın sapkınlığı içinde insani duygularını koruduğu kuşkusuzdur. Diğer tarafta Goya, gravürlerinde, desen­lerinde, resimlerinde tam bir sapkınlığa (Sade’in bütünsel olarak, yasaların sınırları içinde kalmış olması mümkündür)(36* ulaşmış­tır (yasalara karşı gelmeden).

35) Goya, Sade'dan altı yıl sonra Ispanya'da doğmuş ve ondan ondört yıl sonra Fransa’da ölmüştür. Goya, 1792 yılında Bordeaux’da tamamen sa­ğır olmuştur.

36) Bununla birlikte, ancak hapiste ve geç olarak, yazıyla hayalde tatmin ol­ma yolunu seçmiştir. Kuşkusuz onu ömür boyu hapse götüren Marseille davasının günümüzde bu kadar ağır sonuçlan olmazdı.

66

6. GILLES DE RAIS VE ERZSEBET BATHORVSade Gilles de Rais’yi biliyordu ve onun katılığım değer­

lendirmişti. En dikkat çekici olan bu katılıktı: “Sonunda çocuklar ölü olarak yatıyor oldukları zaman onları kucaklıyordu... ve en güzel kafalara ve organlara sahip olanları seyrediyor ve bedenle­rini vahşice yarıyor ve iç organlarını görmekten büyük bir zevk alıyordu.”

...Şu sözcükler son noktada beni titrememe olanağından çekip çıkarıyor: “Ve çoğu zaman... çocuklar öldükleri zaman ka­rınları üzerine oturuyor ve onları bu şekilde ölürken görmekten zevk alıyordu ve Corillaut ve Henriet’in (hizmetçileri) söyledik­lerine göre bunlara gülüyordu... Sonunda son noktaya kadar tah­rik olmak için, Rais hazretleri kendinden geçiyor ve yığılıyordu. Hizmetçiler odayı temizliyorlar, kam yıkıyorlardı... ve efendileri uyurken, söylediklerine göre “kötü koku”yu yoketmek için giysi­leri birer birer yakıyorlardı.”(37t

Sade Erzsebet Bathory’nin varlığından haberdar olsaydı hiç kuşkusuz çok etkilenirdi. Isabeau de Baviere hakkında bildik­leri onu kendinden geçirmişti. Erzsebet Bathory onda vahşi bir hayvanın homurdanışına neden olurdu. Bu kitapta bundan sözedi- yorum ve bunu ancak gözyaşları içinde yapabiliyorum. Bu üzün­tü verici tümcelerin düzenlenmesi, Erzsebet Bathory adının çağ­rıştırdığı esritici soğukkanlılığın zıttındaki bilincim içinde ger­çekleşmiştir. Burada sözkonusu olan vicdan azabı değildir, bura­da sözkonusu olan, Sade’ın kafasında oluştuğu gibi, arzu fırtınası da değildir. Sözkonusu olan, bilinci, insanın gerçekten ne olduğu­nun temsil edilişine açmaktır. Hıristiyanlık bu temsil karşısında gizlenmiştir. Kuşkusuz insanlar bütün olarak, her zaman gizlen- 37

37) Bkz. Proces de Gilles de Rais, G.BATAlLLE’ın bir önsözüyle sunulan belgeler, Club Français du Livre, 1959.

67

mek zorundalar ama insan bilinci -gurur ve alçakgönüllük içinde, tutkuyla ama titreme içinde- dorukdaki korkunçluğa açılmak zo­runda. Sade’ın eserlerinin bugün kolay olan okunuşu, cinayetlerin sayısım -hatta sadist cinayetlerin sayısını- değiştirmedi ama insan doğasını bütün olarak kendinin bilincine açıyor!

7. MODERN DÜNYANIN EVRİMİBilinçten başka bir çıkışımızın olmadığını biliyoruz. Yazar

için bu kitabın yalnızca bir anlamı vardır: bu kitap kendinin bilin­cine açılıyor!

Sade’ı ve Goya'yı izleyen dönem bu sarp yönleri kaybetti. O zamandan beri kimsenin tırmanmadığı bir doruk vardı. Buna rağmen sonuçta insan doğasının yumuşadığını söylemek erken olacaktır. Savaşlar bunun kamtını getirmediler... İlkelerini olum- lamayan Gilles de Raıs’den, ilkelerini olumlarken onları gerçek­ten eyleme geçirmeyen Marquis de Sade’a kadar şiddetin azalma­ya yöneldiği doğrudur. Gilles de Rais kalelerinin içinde, onlarca, belki de yüzlerce çocuğa işkence yaptı ve onları öldürdü... Bir yüzyıldan biraz daha fazla bir zaman sonra, şatolarının duvarları­nın koruması içinde, büyük bir kadın, Erzsebet Bathory Macaris­tan’da genç hizmetçileri ve daha sonra aristokrasinin genç kızları­nı öldürdü. Bunları sınırsız bir vahşet uygulayarak yaptı... XIX. yüzyılda ilke olarak daha az şiddet vardı. XX. yüzyıldaki savaşla­rın aşırı bir boşalım izlenimi verdikleri doğrudur. Ama korkunç­lukları ne kadar büyük olursa olsun, bu boşalım ölçülüdür. Bu, di­siplin içindeki eksiksiz bir alçaklık olmuştur!

Savaşın artan vahşeti ve disiplin içinde boğulma, eskiden savaşın kazanana verdiği iğrenç gevşemenin ve rahatlamanın pa­yını azaltmıştır. Bunun tersine, kıyımlara çürümüş korkunçluk, kamplardaki çıkmaza girmiş korkunçluk eklenmiştir. Korkunçluk bile bile depresyonun anlamını almıştır; yüzyılımızın savaşları

68

savaşı mekanikleştirmiş ve savaş yaşlı hale gelmiştir. Dünya so­nunda akla teslim olmaktadır. Ve çalışma savaşa kadar onun ilke­si ve temel yasası haline geliyor.

Ama çalışma şiddetten gizlendiği ölçüde, kör sertlikte kay­bettiğini bilinç aracılığıyla kazanıvor. Özellikle resim bu yeni yö­nelişin yavaş yavaş sadık bir yansıtıcısı oluyor. Resim idealist durgunluktan paçasını kurtarıyor. Hatta kesinlik karsısında, ger­çek dünya karşısında elde ettiği özgürlükler içinde her şeyden ön­ce yıkmak istediği şey idealizmdir. Erotizmin bir anlamda çalış­manın karsısına çıktığı doğrudur. Ama bu karsı çıkma hiçbir şe­kilde canlı değildir. Bugün insanları tehdit eden şev hiçbir şekilde maddi zevk değidir. Maddi zevk ilke olarak zenginliklerin artma­sına karsıdır. Ama zenginliklerin artması, -en azından kısmen- zenginliklerdcn beklemekte haklı olduğumuz zevke karşıdır. Zen­ginliklerin artması, savasın tek çıkışı olduğu aşırı üretime görü­rün Erotizmin, zenginliklerin akıl-dışı artışına bağlı olan sefalet tehlikesine karşı tek ilaç olması gerektiğini söylemiyorum. Tam tersini savunuvorum. Ama erotik zevk almanın -enerjinin anında tüketilmesinin- modeli olduğu, savaşa zıt çeşitli tüketim olanakla­rını hesaba katmadan aklın oluşturacağı bir çıkışı keşfedemeyız.

8. DELACROIX, MANET, DEGAS,GUSTAVE MOREAG VE GERÇEKÜSTÜCÜLER Resim, bu noktadan sonra, bir anlamda, edebiyatmkinden

daha uzağa giden açık bir olabilirliğine sahipti. Ama Sade’ınkin- den daha uzağa değil -ama Sade, ilk noktada, çok az biliniyor­du...: yalnızca ayrıcalıklı olanlar dolaşımdaki ender kopyaları okuyabiliyorlardı.

Bütünsel olarak, idealist resmin ilkelerine sadık kalmış ol­sa bile, Delacroix, yeni bir resme doğru yönlendi ve erotizm düz­leminde, resmini ölümün temsiline bağladı.

69

İlk olarak Manet, görmek zorunda olduğunu değil de gör­düğünü resmederek, kararlı bir şekilde, uzlaşımsal resmin ilkele­rinden ayrıldı. Seçimi zaten onu, alışkanlığın bozmadığı açık bir görmenin, hoyrat bir görmenin yoluna sokuyordu. Manet’nin çıp­laklarının, -çökerten- alışkanlığın giysisinin ve -yokeden- uzlaşım giysisinin örtemediği bir birdenbireliği vardır. Degas’ın monotip­lerinde densizliğini göstermek istediği şekilde genelevlerin kızla­rının çıplaklığı için de aynı şeyi söyleyebiliriz.,/3fb

Kuşkusuz Gustave Moreau’nun resimleri ters yöne gidi­yorlar. Bu resimlerin içindeki her şey uzlaşımsaldır. Geriye şidde­tin uzlaşıma aykırı olması kalıyor: Delacroix’nın şiddeti o kadar büyük ki tablolarındaki uzlaşım idealizm ilkesine yanıt veren bi­çimleri iyi örtemiyordu. Gustave Moreau’nun figürlerini erotiz­min kaygılandırıcı çıplaklığına bağlayan tek şey, şiddet değil sap­kınlıktı, cinsel saplantıydı...

Şimdi, bu konuyu bitirmek için genelde bugünkü manye- rizmi temsil eden gerçeküstücü resimden sözetmem gerekiyor. Manyerizm mi? Bu sözcük, onu kullananların kafasında artık bir gözden düşmenin anlamına sahip değil. Bu sözcüğü yalnızca, on­suz uzlaşımdan kendimizi kurtaramayacağımız gergin şiddeti dile getirdiği ölçüde kullandım. Onu, Delacroix’nm veya Manet’nin şiddetim, Gustave Moreau’nun ateşim ifade etmek için kullan­mak isterdim. Ondan, değişmez gerçeklerin peşindeki bir klasi- sizmle olan zıtlığını vurgulamak için yararlanıyorum: manyerizm ateşin araştırılmasıdır!

Bu araştırmanın, hastalıklı bir şey olan dikkati çekme ge- 38

38) Genç Cezanne aynı eğilimle doludur: Olympia’sı Manet'nınkiyle suçla­nan bir densizlik yoluyla zıtlaşmak istemiştir ama yapıtı sonuçta Ma- net’nmkınden daha inandırıcı olmamıştır (Manet’nın yapıtı, cinsel çeki­min yoğunluğuna yanıt vermek için daha fazla gerçeklik ve daha fazla tu­haflık bulmuştur).

70

reksinimine bahane işlevini gördüğü doğrudur; onun tehlikeli gerçeğini unutarak erotizmle aldatmacaya girişen bir insanın du­rumu böyledir. J 39)

Bugün hiç kimse gerçeküstücülük sözcüğünü, bu adla Andre Breton’dan yararlanmak isteyen okula hasretmemektedir. Bununla birlikte manyerizmden sözetmeyi tercih ettim; saplantısı ateşi ifade etmek olan resimlerin temel birliğini vurgulamak isti­yorum: ateş, arzu, yakıcı tutku. Sözcüğün esinlettirdiği yapayı he­saba katmak istemiyorum; eğer sözcük arzuya bağlanıyorsa bu, abartıyı isteyenlerin kafasındadır. Sözünü ettiğim ressamların te­mel çizgisi uzlaşımdan nefret etmektir. Yalmzca bu, onlara erotiz­min ateşini sevdirmiştir -erotizmin ortaya çıkardığı solunamaz sı­caklıktan sözediyorum... Sözünü ettiğim resim, esas olarak, coş­kunluk içindedir, yaşıyor...yakıyor... ondan, değerlendirmelerin, sınıflandırmaların gerektirdiği soğuklukla sözetmek istemiyorum.

39) Eskiden resmi bana yakıcı görünen ve bugün yalmzca yapaylık bulduğum Salvador Dali’den sözediyorum. Ama ressamın da kendisini yapaylıkları nın gülünç ve aynı zamanda yakıcı olan tuhaflığına bıraktığını zannediyo rum.

7 1

IIISONUÇ OLARAK

1. BÜYÜLEYİCİ KİŞİLERBundan önceki iki bölümde, ölçüsüz erotizmden bilinçli

erotizme geçişi duvarlı hale getirmek istedim.Savasın zincirden boşanmış şiddetlerinden temsili trajediye

geçişin bir düşüş anlamı olacak mıdır1S*vaş, insani olarak trajedinin ilginçliğine sahip olacak mı­

dır? Sonunda sorun yürek parçalayıcıdır.ilk hareket komedinin ilginçliğini bertaraf etmektir...Eğer ölçüsüz boşalımı, korku yokluğunu hesapla karşı kar­

şıya getirirsek, bir güçsüzlük duygusu bizi çökertir.Buna rağmen, olabilirliğin zenginliğine çok çabuk ulaşa­

madığımızı biliyoruz. İntikam gibi -soğuk yenen bu yemek- zen­ginliklerimizin göz kamaştırıcı ama açık bilgisi şiddetin yatışma­sını, tutkuların göreceli soğukluğunu ister. İnsanlar güçlerinin ucuna ancak iki evrede varırlar. Birincisi zincirden boşalımları evresidir ama İkincisi de bilinç evresidir. Bilinçle neyi kaybettiği­mizi değerlendirmek zorundayız ama öncelikle, bizi içine kapatan bu insanlık ölçüsünde, bilincin açıklığının soğuma anlamına gel­diğini de görmeliyiz. Bilince bağlı kaçınılmaz çöküntünün hesa­bım yapıyoruz... Şu ilke daha az gerçek değildir: insani olanla bi­linç arasında fark oluşturamayız...

Bilinçli olmayan insani değildir.Bu öncelikli gerekliliğe bir yer ayırmak zorundayız. Ancak

zamanın kıvrımları arasında varolabiliriz, insani olarak yaşabili­riz; yalnızca zamanın bütünü insan yaşamını oluşturur ve tamam­lar. Başlangıçta, tutkuların şiddeti nedeniyle bilinç kırılgandır; tutkuların bir süre için yatışması nedeniyle bir süre sonra ortaya

72

Bu fotoğraflar günümüzde Orta Amerika’da siyah esirler arasında geliş­tiği ve uyulandığı şekliyle Vodu tapmışına aittir. Bugünün en iyi etnologların dan biri olan Alfred Metraux <le Vaudou, Gallimard. 1955) Afrika kökenli İni Amerikalıların dininin aslına sadık ve canlı bir betimlemesini yapıyor

73

çıkar. Şiddeti küçümseyenleyiz, şiddetin yatışması ile alay ede­meyiz.

Belirli bir anın anlamı tek bir zamanda ortaya çıkabilir mi? Vurgulamak faydasız; yalnızca anların art arda gelişi aydınlanı­yor. Bir anın ancak anların bütününe göre bir anlamı var. Onları başka parçalara bağlamazsak, biz her defasında anlamsız parça­lardan başka bir şey olamayız. Tamamlanmış bütüne nasıl bağla­nabiliriz?

Tüm yapabileceğim şey, yeni bir görüş eklemektir ve eğer mümkünse, sunduklarımın hepsine son görüşü eklemektir.

Bağlantısının bana sonunda görünebileceği bir bütünlüğün içine dalacağım.

Bu hareketin özü, yalnızca doğrudan bilincin kendisine ve­rildiği açık bilincin imkânsızlığıdır.

Düşünmeme, yalnızca fotoğrafın bana tanıttığı hemen he­men çağdaş figürler üzerinde takılıp kalmasını öneriyorum. Söz- konusu iki kişi yaşadıkları anların çok az bilincindeler. Birincisi bir ‘Vodu’ kurban edicisi. İkincisi, işkencenin kuşkusuz ölümden başka bir sonuç doğuramayacağt. Çin işkencesine maruz kalan bir Çinli...

Kendime önerdiğim tarz, objektifin görünümlerini cama veya filme kaydettiği anda yaşadıkları şeyi özenle kendim için kafamda canlandırmaktır.

2. VODU’LARDA KURBAN ETMEVodu kurban edicisinin yaşadığı şey bir tür esrimeydi. Bir

anlamda sarhoşluğa benzer bir esrime. Kuşların öldürülmesinin uyardığı bir esrime. Günümüzün en dikkat çekici, -en ünlü- fo­toğrafçılarının çektiği bu çok güzel fotoğraflara hiçbir şey ekle­meyeceğim. Ne var ki, onlara tutkuyla bakarken, mümkün olduğu kadar bizden uzak olan bir dünyanın içine girebiliriz.

74

Bu dünya, kan dökücü kurban etme dünyasıdır.Zamanla, kan dökücü kurban etme, insanın gözlerini dinsel

dünyada kutsal adını alan ve günlük gerçekle ortak ölçüsü olma­yan bu aşırı gerçeğin seyrine açmıştır. Bu sözcük hakkında doğ­rulanabilir bir tanım veremiyoruz. Ama aramızdan bazıları kutsal adının ifade ettiği anlamı hala tasarlayabilirler (tasarlamaya çalı­şabilirler). Ve kuşkusuz bu kitabın bu tür okurları bu fotoğraflar karşısında, onların anlamını, onların gözünde kurban etmenin kan dökücü gerçekliğini, kurban etmedeki hayvan ölümünün kan dö­kücü gerçekliğini temsil eden imgeye bağlamaya çalışacaklardır. İmgeye...belki de, içinde başdöndürücü korkunçluğun ve sarhoş­luğun oluştuğu... içinde ölümün, ölümün ani gelişinin gerçekliği­nin yaşamdan daha ağır ve daha dondurucu bir anlama sahip ol­duğu tedirgin edici duyguya bağlamaya çalışacaklardır.

3. ÇİN İŞKENCESİPekin’de, işkence sırasında, birçok kez fotoğrafı çekilen iş­

kence altındaki kişinin açık görüntüsüne bağlanan dünya, bana göre, ışığın sabitlediği görüntülerle bize ulaşabilir olanların en boğucusudur. Gösterilen işkence, en ağır cinayetlere verilen Yüz parça cezasıdır. Klişelerinden biri, 1923’de, Georges Dumas'nın Traite de psychologie' sinde yayınlanmıştır. Ama yazar, hatalı ola­rak, bu işkenceyi çok eski bir tarihe atfediyor ve ondan, tüyleri diken diken etme’nin örneğini vermek için sözediyor: kafanın üzerine dikilmiş saçları! İşkenceyi uzatmak için, mahkuma bir miktar uyuşturucu verildiğini zannediyorum. Dumas kurbanın çizgilerinin esrimesel görüntüsü üzerinde duruyor. Kuşkusuz, en azından kısmen uyuşturucuya bağlı olan yadsınamaz bir görünü­mün fotoğrafta boğucu olan şeye eklendiğini tabii ki ekliyorum. 1925 yılında bu klişelerden birine sahip oldum. Bu klişe bana Fransa’nın ilk psikanalistlerinden biri olan Doktor Borci tarafın-

75

Bu dünya, kan dökücü kurban etme dünyasıdır.Zamanla, kan dökücü kurban etme, insanın gözlerini dinsel

dünyada kutsal adını alan ve günlük gerçekle ortak ölçüsü olma­yan bu aşırı gerçeğin seyrine açmıştır. Bu sözcük hakkında doğ­rulanabilir bir tanım veremiyoruz. Ama aramızdan bazıları kutsal adının ifade ettiği anlamı hala tasarlayabilirler (tasarlamaya çalı­şabilirler). Ve kuşkusuz bu kitabın bu tür okurlan bu fotoğraflar karşısında, onların anlamını, onların gözünde kurban etmenin kan dökücü gerçekliğini, kurban etmedeki hayvan ölümünün kan dö­kücü gerçekliğini temsil eden imgeye bağlamaya çalışacaklardır. İmgeye...belki de, içinde başdöndürücü korkunçluğun ve sarhoş­luğun oluştuğu... içinde ölümün, ölümün ani gelişinin gerçekliği­nin yaşamdan daha ağır ve daha dondurucu bir anlama sahip ol­duğu tedirgin edici duyguya bağlamaya çalışacaklardır.

3. ÇİN İŞKENCESİPekin’de, işkence sırasında, birçok kez fotoğrafı çekilen iş­

kence altındaki kişinin açık görüntüsüne bağlanan dünya, bana göre, ışığın sabitlediği görüntülerle bize ulaşabilir olanların en boğucusudur. Gösterilen işkence, en ağır cinayetlere verilen Yüz parça cezasıdır. Klişelerinden biri, 1923’de, Georges Dumas’nın Traite de psychologie’ emde yayınlanmıştır. Ama yazar, hatalı ola­rak, bu işkenceyi çok eski bir tarihe atfediyor ve ondan, tüyleri diken diken etme’nin örneğini vermek için sözediyor: kafanın üzerine dikilmiş saçları! İşkenceyi uzatmak için, mahkuma bir miktar uyuşturucu verildiğini zannediyorum. Dumas kurbanın çizgilerinin esrimesel görüntüsü üzerinde duruyor. Kuşkusuz, en azından kısmen uyuşturucuya bağlı olan yadsınamaz bir görünü­mün fotoğrafta boğucu olan şeye eklendiğini tabii ki ekliyorum. 1925 yılında bu klişelerden birine sahip oldum. Bu klişe bana Fransa’nın ilk psikanalistlerinden biri olan Doktor Borci tarafın-

75

Cf. Georçes Dumas Traite de p.ıycholog'e. Paris. 1923.

Bu işkenceyle ilgili resimler kısmen Dumas ve Carpeaux tara­fından yayınlandı. Carpeaux 10 Nisan 190’'de bu işkenceye tanık oldu­ğunu belirtiyor.

25 Man 1905 de ■'Cheng-Pao" şu imparatorluk fermanım yayın­lamıştı:

“Moğoi prensleri. Prens Ao-Han-Quan ı öldürmekten suçlu bu­lunan Fou-Tchou-Li'nın yakılarak öldürülmesini talep ettiler ama im­parator bu işkenceyi çok vahşi bularak Fou-Tchou-Li’nin Leng-Tch ile (keserek parçalama) yavaş ölüme mahkum etti. Bu buyruğa uyulsun!”.

Bu işkence Manchou hanedanlığı dönemine aittir. (1644-1911)

76

Les exces de l’amour, gravüre anglaise (Mary Auhrey)Bibliotheçue Nationale

77

dan verildi. Bu klişenin yaşamımda belirleyici bir rolü oldu. Acı­nın, aynı anda hem esritici(?) ve hem de dayanılmaz olan bu gö­rüntüsü yaşamım boyunca kafamdan çıkmamıştır. Marquis de Sa- de’ın, düşlediği gerçek işkenceye katılmadan görüntüden çekip çıkaracağı ama ulaşamamış olduğu yam kafamda canlandırıyo­rum: bu görüntü, şu veya bu şekilde her zaman gözlerinin önün­deydi Ama Sade, bu görüntüyü, onsuz esrimesel ve şehvetsel çı­kışın gözönüne getirilemeyeceği, yalnızlık içinde, en azından gö­receli yalnızlık içinde görmek isterdi.

Çok sonraları, 1938’de, bir dostum beni Yoga pratiğinin iç ıe soktu. Bu vesileyle, bu görüntünün şiddeti içindeki alt-üst oluşun sonsuz bir değerini farkettim. Bu şiddetten yola çıkarak - bugün hala kendime bundan daha çılgın, bundan daha korkunç bir şiddeti öneremem- o kadar alt-üst oldum ki esrimeye ulaştın: Buradaki amacım temel bir bağlantıyı ortaya çıkarmaktır: dinsel esrime ile erotizmin -özellikle sadizmin- bağlantısı. En itiraf edi­lemeyenle en yükseğin bağlantısı. Bu kitap, tüm insanlara ait olan sınırlı deneyim içinde değildir.

Bu olguyu kuşkulu hale getiremem...Birden! ’ 'e gördüğüm ve beni korkunun içine hapseden

ama aynı zamanda beni kurtaran- şey, tanrısal esrimeyle en uç korkunçluğu karşı karşıya getiren bu mükemmel karşıtlıkların öz­deşliğidir.

Bana göre, erotizmin tarihinin kaçınılmaz sonucu budur. Ama şunu eklemeliyim: kendi ilanıyla sınırlanan erotizm, dinsel erotizm içinde verilen bu temel gerçeğe yani korkunçluğun ve dinselin özdeşliğine ulaşamayacaktır. Din, bütünü içinde, kurban etmenin üzerine kurulmuştur. Ama yalnızca bitmeyen bir kıvrım, içinde açıkça zıtlıkların birleşmiş göründüğü, içinde kurban etme­de oluşan dinsel korkunçluğun erotizmin uçurumuna, yalnızca erotizmin aydınlattığı son hıçkırıklara bağlandığı ana ulaşmayı sağlamıştı

78