bİzans dÖnemİnde cezalandirma yÖntemlerİ lİsans tezİ

78
T.C. PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ BİZANS DÖNEMİNDE CEZALANDIRMA YÖNTEMLERİ LİSANS TEZİ DANIŞMAN PROF.DR. FAHRİYE BAYRAM HAZIRLAYAN GÖKMEN ÖRDEM 12170055 DENİZLİ 2016

Upload: pamukkale

Post on 02-Dec-2023

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

T.C.

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ

FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ

ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ

BİZANS DÖNEMİNDE CEZALANDIRMA

YÖNTEMLERİ

LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF.DR. FAHRİYE BAYRAM

HAZIRLAYAN

GÖKMEN ÖRDEM

12170055

DENİZLİ

2016

2

12170055 numaralı Gökmen ÖRDEM tarafından sunulan “Bizans Dönemi’nde

Cezalandırma Yöntemleri” başlıklı bu çalışma tez danışmanı ile bölüm başkanlığımız

tarafından PAÜ. Lisans Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği’nin ilgili maddeleri uyarınca

Bitirme Tezi olarak kabul edilmiştir.

Dönem Son notu:

Tez Danışmanı Bölüm Başkanı

Prof. Dr. Fahriye Bayram Prof. Dr. Celal Şimşek

…/…/2016

3

İçindekiler ÖNSÖZ .......................................................................................................................................... i

1. GİRİŞ ....................................................................................................................................... 5

1.1. Amaç .................................................................................................................................. 6

1.2. Kapsam .............................................................................................................................. 6

1.3. Yöntem ............................................................................................................................... 6

2. SUÇ VE CEZANIN TARİHİ ................................................................................................. 7

2.1. Tevrat Yasaları ................................................................................................................... 7

2.1.2. Yargılama Sistemi ..................................................................................................... 10

2.2. İncil Yasaları .................................................................................................................... 12

2.3. Westminster İnanç Açıklaması ........................................................................................ 15

3. ROMA DÖNEMİ .................................................................................................................. 17

3.1. Roma Hukukunun Tarihsel Gelişimi ............................................................................... 18

3.2 On İki Levha Kanunları .................................................................................................... 19

4. ANTİK YUNAN VE ROMA’ DA İŞKENCE ..................................................................... 23

4.1. Özgür Yurttaşlara Yapılan İşkence .................................................................................. 23

4.2. Kölelere Yapılan İşkence ................................................................................................. 24

4.3. Romalı Gladyatörler ......................................................................................................... 29

5. İŞKENCE TEKNİKLERİ .................................................................................................... 31

5.1. Çarmıha germe ................................................................................................................. 31

5.2. Dağlama ........................................................................................................................... 33

5.3. Diri diri yakmak ............................................................................................................... 35

5.4. Haşlamak ve Kızartmak ................................................................................................... 37

5.5. Taşlayarak Öldürme ......................................................................................................... 40

6. BİZANS DÖNEMİ ................................................................................................................ 41

6.1. Bizans Nedir? ................................................................................................................... 41

6.2. Bizans’ta Yasama Sistemi ................................................................................................ 45

6.3. Ceza Şekilleri ................................................................................................................... 48

6.4. Çilecilik ............................................................................................................................ 51

7. ÇEŞİTLİ CEZA VE İŞKENCELER................................................................................... 56

7.1. Uygulanan İşkencelerin Resim Sanatına Yansımaları ..................................................... 56

8. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ....................................................................................... 75

KAYNAKÇA ............................................................................................................................. 76

ŞEKİL LİSTESİ ........................................................................................................................ 77

4

ÖNSÖZ

Meslek hayatımın ilk bilimsel çalışması sayılabilecek, lisans tezimin konusunu

veren ve hazırlanması aşamasında, gerek kaynak bulma gerekse bilimsel bir

araştırmanın nasıl yapılması konusunda beni yönlendiren ve yardımcı olan sayın hocam

Prof. Dr. Fahriye Bayram’ a en içten teşekkürlerimi sunarım.

Arkeoloji ve bilim adına, üzerimde büyük emeği olan saygıdeğer bölüm

hocalarımdan Prof. Dr. Celal Şimşek, Prof. Dr. Elif Özer, Prof. Dr. Bilal Söğüt, Prof.

Dr. Fahriye Bayram, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Büyükkolancı, Doç. Dr. Bahadır Duman,

Yrd. Doç. Dr. Erim Konakçı, Öğr. Gör. Umay Oğuzhanoğlu Akay, Öğr. Gör. Dr.

Coşkun Daşbacak, Öğr. Gör. Özlem Aytek, Öğr. Gör. Koray Alper, Arş. Gör. Mediha

Ayşem Sezgin, Arş. Gör. Murat Taşkıran, Arş. Gör. Bilge Yılmaz Kolancı’ ya

katkılarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim.

Öğrencilik dönemimde tanımış olduğum, üzerimde en az bir iyiliği bulunduğunu

asla unutmayacağım ve inkâr edemeyeceğim saygıdeğer arkadaşlarım;

Ahmet Acur, Ahmet Kayer, Alp Kavas, Ayşe Sınlık, Ayşegül Kocabalkan, Berivan

Çalkap, Burhan Yılmaz, Büşra Söyler, Büşra Yeniaşçı, Caner Can, Cüneyt Gökçen,

Çağla Şaşmaz, Çağrı Irmalı, Dilara Alşen, Dilek Koyun, Duygu Tunalıoğlu, Ebru Çirik,

Ebru Gökbel, Eda Ova, Eliz Cambaz, Emine Saraç, Ender Anaç, Ender Keyik, Fatma

Ceylan, Furkan Evren, Gözde Civan, Gülce Hepşen, Gülnihal Çekin, Hazal Ay, Hilal

Büyükçelik, Hüseyin Uslu, İlkay İnal, İlknur Derleyen, İrfan Özdemir, İsmail Korman,

Kader İzbudak, Lamia Dağlı, Mehtap Tuna, Merve Eken, Merve Temiz, Musa Kancı,

Nejla Çiloğlu, Nihal Kurtoğlu, Nurdan Güven, Oğuzhan Salık, Oktay Eser Orman,

Oktay Mermer, Özge Türk, Sami Güleç, Süleyman Özcan, Süleyman Sarıca, Şerefhan

Tosun, Şerif Dinçel, Tuğba Tokmak, Tuğçe Keser, Ubeyithan Yazıcı, Volkan Turalı,

Yalçın Bayer, Yusuf İslam Saydan ve Ziya Kaya’ ya teşekkür ederim.

Son olarak da varlığımı borçlu olduğum, tahsil sahibi olarak hayatta başarılı bir

insan olabilmem için maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen bu günlere

gelebilmemi sağlayan sevgili babam SUPHİ ÖRDEM annem NESLİHAN ÖRDEM

ve ağabeyim GÖRKEM ÖRDEM’ e şükranlarımı sunar bu çalışmamı onlara ithaf

ederim.

5

1. GİRİŞ

Ceza olgusu eski tarihlerden günümüze dek gelen süreç içerisinde çeşitli

değişimlere uğramıştır. İnsanlığın toplu yaşamaya başladığı, daha doğrusu yerleşik

hayata geçtiği Neolitik Dönemden itibaren toplum düzenini sağlamak adına bazı

kurallar ve yaptırım türleri ortaya çıkmıştır. Belli bir hukuk düzeni sayılabilecek

sistematik bir bütünlüğü yoktur ancak çeşitli yaptırım türleri ile insanları kötü sayılan

işlerden uzak tutmak ya da yapılan eylemin, işlenen suçun cezasız kalmaması

sağlanmıştır. Tek tanrılı inanç ile birlikte kurallar ve cezalar bir bütünlük kazanmıştır.

İlk olarak Tevrat’ta karşımıza çıkan bu yazılı kurallar her ne kadar hukuk kurallarının

temelini oluştursa da evrensel olamamıştır. Roma Döneminde senato ve imparator eliyle

bazı düzenlemelere gidilmiştir ancak, tam anlamıyla bir düzenden bahsetmek söz

konusu değildir. Bizans Dönemi’ni farklı ve önemli kılan, bu kural ve kanunların

toplanıp harmanlandıktan sonra belli bir düzene sokulmuş olmasıdır. Codex adı verilen

bu kanun derlemesi beraberinde hukuk sisteminin de oluşmasını sağlamıştır. Bizans ya

da Doğu Roma İmparatorluğu, M.S. 330’dan 1453’e kadar varlığını sürdürmüş köklü

bir devlettir. Bizans, Hristiyanlığı resmi dini olarak kabul eden, Hristiyan öğretisine

göre yaşamaya başlayan ilk büyük devlettir. Hristiyanlık ilkeleri her zaman çok önemli

olmuş ve Hristiyanlığın dayandığı öğretilere karşı duydukları saygı, Avrupa’nın temelde

Hristiyan olan uygarlığının çerçevesini oluşturmuştur. Eskiden süre gelen paganizm ile

yeni inanç olan Hristiyanlık doğal olarak çekişme içindedir. Bu çekişmeleri

giderebilmek adına I.Constantinus (306-37) değişimin gerekliliğine halkı ikna

edebilmek adına bir düş gördüğünü söylemiştir. Böylelikle halk, değişime ayak

uydurmak ya da kabullenmek durumunda kalmıştır. Constantinus, kendi çabaları sonucu

324’te büyük Roma İmparatorluğu’nun tek hükümdarı olunca, Hristiyanları baskılardan

korumak üzere bir bildiri yayınlamıştır. On iki ay sonra Nikea’da kilise üyelerinden

oluşan konsili toplayarak Hristiyanlık inancını imparatorluk içinde yasallaştırmıştır.

Elbette ki devlet otoritesi yanı sıra Hristiyanlığın kurumsallaşması ile meydana gelen bir

de dini otorite söz konusu olmaya başlamıştır. Bunun sonucunda yasama ve yürütme her

ne kadar imparator elinde görünse de dini kurallar çerçevesinde de insanlar

yargılanmıştır.

6

1.1. Amaç

Bizans dönemi (İ.S 330-1453) içerisinde uygulanan cezalandırma yöntemlerinin,

tarihsel süreç içerisinde geçmişini araştırmak, uygulanan yöntemler hakkında bilgi

sahibi olmak ve bu ceza daha doğrusu işkence yöntemlerinin resim sanatına etkilerini

incelemektir.

1.2. Kapsam

Bizans dönemi ile sınırlı tutulmuştur ancak gelişimini takip edebilmek adına antik

Yunan ve Roma dönemleri de incelenmiştir.

1.3. Yöntem

Konunun içeriği gereği yüzey araştırması ya da arazi çalışmaları yapılamadığından,

kütüphane çalışması yapılarak kaynak tarama yöntemi kullanılmıştır.

7

2. SUÇ VE CEZANIN TARİHİ

İnsanların birbirlerine uyguladığı cezalar çok eski zamanlardan beri var olan bir

olgudur. Neolitik ve Kalkolitik Dönemde “Vandetta” uygulanmıştır. Yani “göze göz,

dişe diş.” bir kişi karşısındaki kişinin elini kestiyse kendisi de aynı şekilde eli kesilerek

cezalandırılmaktadır. Öç alma ya da hesap sorma şeriat şeklinde olmaktadır. Bu

yöntemin Yahudi toplumlarda da uygulandığı Tevrat’ta görülebilmektedir. Tevrat’ta yer

alan günah ve suç kavramları şu ayetlerde açıkça belirtilmiştir.

2.1. Tevrat Yasaları

Levililer 5:15-19

"Eğer biri RAB'be adanmış nesnelere el uzatır, bilmeden günah işlerse, suç

sunusu olarak RAB'be küçükbaş hayvanlardan kusursuz bir koç getirmeli. Değeri

gümüş şekelle, tapınak şekeliyle ölçülmeli. Adanmış nesneler konusunda işlediği

günahın karşılığını ödemeli ve beşte birini üzerine ekleyip kâhine vermeli. Kâhin suç

sunusu olan koçla kişinin günahını bağışlatacak ve kişi bağışlanacak. "Eğer biri günah

işler, RAB'bin buyruklarından birinde yasak olanı yaparsa, bilmeden yapsa bile, suç

işlemiş olur; suçunun bedelini ödeyecektir. Kâhine suç sunusu olarak küçükbaş

hayvanlardan belli değeri olan kusursuz bir koç getirmeli. Kâhin kişinin bilmeden

işlediği günahı bağışlatacak ve kişi bağışlanacak. Bu suç sunusudur. Kişi gerçekten

RAB'be karşı suç işlemiştir.

Levililer 6:2-7

"Eğer biri günah işler, RAB'be ihanet eder, kendisine emanet edilen, rehin

bırakılan ya da çalıntı bir mal konusunda komşusunu aldatır ya da ona haksızlık ederse,

kayıp bir eşya bulup yalan söylerse, yalan yere ant içerse, yani insanların işleyebileceği

bu suçlardan birini işlerse, günah işlemiş olur ve suçlu sayılır. Çaldığı ya da haksızlıkla

ele geçirdiği şeyi, kendisine emanet edilen ya da bulduğu kayıp eşyayı, ya da hakkında

yalan yere ant içtiği şeyi, üzerine beşte birini de ekleyerek, suç sunusunu getirdiği gün

sahibine geri vermeli. RAB'be suç sunusu olarak kâhine belli değeri olan kusursuz bir

koç getirmeli. Kâhin RAB'bin huzurunda onun günahını bağışlatacak; işlediği suç ne

olursa olsun kişi bağışlanacak."

8

Levililer 20:2-27

"İsrail halkına de ki: İsrailliler’den ya da aranızda yaşayan yabancılardan kim

çocuklarından birini Molek'e sunarsa, kesinlikle öldürülecek. Ülke halkı onu taşlayacak.

Kim çocuğunu Molek'e sunarak tapınağımı kirletir, kutsal adıma leke sürerse, ona

öfkeyle bakacağım. Onu halkımın arasından atacağım. Adam çocuğunu Molek'e sunar

da, ülke halkı bunu görmezden gelir, onu öldürmezse, adama ve ailesine öfkeyle

bakacağım. Hem onu, hem de bana ihanet edip onu izleyerek Molek'e tapanların hepsini

halkımın arasından atacağım. "Kim cincilere, ruh çağıranlara akıl danışır, bana ihanet

ederse, ona öfkeyle bakacak, halkımın arasından atacağım. Kendinizi kutsayın, kutsal

olun. Tanrınız RAB benim. Kurallarıma uyacak, onları yerine getireceksiniz. Sizi kutsal

kılan RAB benim. "Anasına ya da babasına lanet eden herkes kesinlikle öldürülecektir.

Anasına ya da babasına lanet ettiği için ölümü hak etmiştir. "Biri başka birinin karısıyla,

yani komşusunun karısıyla zina ederse, hem kendisi, hem de zina ettiği kadın kesinlikle

öldürülecektir. Babasının karısıyla yatan, babasının namusuna leke sürmüş olur. İkisi de

kesinlikle öldürülecektir. Ölümü hak etmişlerdir. Bir adam geliniyle yatarsa, ikisi de

kesinlikle öldürülecektir. Rezillik etmişler, ölümü hak etmişlerdir. Bir erkek başka bir

erkekle cinsel ilişki kurarsa, ikisi de iğrençlik etmiş olur. Kesinlikle öldürülecekler.

Ölümü hak etmişlerdir.

Bir adam hem bir kızla hem de kızın anasıyla evlenirse alçaklık etmiş olur.

Aranızda böyle alçaklıklar olmasın diye üçü de yakılacaktır. Bir hayvanla cinsel ilişki

kuran adam kesinlikle öldürülecek, hayvansa kesilecektir. Bir kadın cinsel ilişki kurmak

amacıyla bir hayvana yaklaşırsa, kadını da hayvanı da kesinlikle öldüreceksiniz. Ölümü

hak etmişlerdir. "Bir adam anne ya da baba tarafından üvey kız kardeşiyle evlenir,

cinsel ilişki kurarsa, utançtır. Ait oldukları halkın arasından atılacaklardır. Adam kız

kardeşiyle ilişki kurduğu için suçunun bedelini ödeyecektir. Adet gören bir kadınla

yatıp cinsel ilişki kuran adam kadının akıntılı yerini açığa çıkarmış, kadın da buna

katılmış olur. İkisi de Tanrı Halkı'nın arasından atılacaktır. "Teyzenle ya da halanla

cinsel ilişki kurmayacaksın. Çünkü yakın akrabanın namusudur. İkiniz de suçunuzun

bedelini ödeyeceksiniz. "Amcasının karısıyla cinsel ilişki kuran adam, amcasının

namusuna leke sürmüş olur. İkisi de günahlarının bedelini ödeyecek ve çocuk sahibi

olmadan öleceklerdir. Kardeşinin karısıyla evlenen adam rezillik etmiş olur. Kardeşinin

namusunu lekelemiştir. Çocuk sahibi olmayacaklardır. "Bütün kurallarıma, ilkelerime

9

uyacak, onları yerine getireceksiniz. Öyle ki, yaşamak üzere sizi götüreceğim ülke sizi

dışarı kusmasın. Önünüzden kovacağım ulusların törelerine göre yaşamayacaksınız.

Çünkü onlar bütün bu kötülükleri yaptılar. Bu yüzden onlardan nefret ettim. Oysa size,

'Onların topraklarını miras alacaksınız. O bal ve süt ülkesini size mülk olarak

vereceğim' dedim. Sizi öbür uluslardan ayrı tutan Tanrınız RAB benim. "Temiz

hayvanlarla kuşları kirli olanlardan ayırt edeceksiniz. Sizin için kirli ilan ettiğim

hayvanlarla, kuşlarla, küçük kara hayvanlarıyla kendinizi kirletmeyeceksiniz. Benim

için kutsal olacaksınız. Çünkü ben RAB kutsalım. Bana ait olmanız için sizi öbür

halklardan ayrı tuttum. "Cincilik yapan ve ruh çağıran ister erkek olsun, ister kadın

olsun kesinlikle öldürülecektir. Onları taşlayacaksınız. Ölümlerinden kendileri

sorumludur."

Leviiler 24:15-21

İsrail halkına de ki: Kim Tanrısına lanet ederse günahının bedelini ödeyecektir.

RAB'be söven kesinlikle öldürülecektir. Bütün topluluk onu taşlayacak. İster yerli ister

yabancı olsun, RAB'be söven herkes öldürülecektir. "Adam öldüren kesinlikle

öldürülecektir. Başkasının hayvanını öldüren, yerine bir hayvan vererek aldığı canın

karşılığını canla ödeyecektir. Kim komşusunu yaralarsa, kendisine de aynı şey

yapılacaktır. Kırığa karşılık kırık, göze göz, dişe diş olmak üzere, ona ne yaptıysa

kendisine de aynı şey yapılacaktır. Hayvan öldüren yerine bir hayvan verecek, adam

öldüren öldürülecektir.

Mısırdan Çıkış 21:22-27

"İki kişi kavga ederken gebe bir kadına çarpar, kadın erken doğum yapar ama

başka bir zarar görmezse, saldırgan, kadının kocasının istediği ve yargıçların onayladığı

miktarda para cezasına çarptırılacaktır. Ama başka bir zarar varsa, cana karşılık can,

göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık

yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere ödenecektir. "Bir adam erkek ya da

kadın kölesini gözüne vurarak kör ederse, gözüne karşılık onu özgür bırakacaktır. Eğer

erkek ya da kadın kölesinin dişini kırarsa, dişine karşılık onu özgür bırakacaktır.

Tevrat’ta geçen Musa Peygamber’e verilen 10 emirin ilk 4’ü Tanrıya karşı

sorumlulukları geri kalanlar ise insanlara karşı sorumlulukları içermektedir.

10

Yasa Kitabı Bölüm 5

1.Emir: Yas.5: 7 “Benden başka tanrın olmayacak.”

2.Emir: Yas.5: 8 “Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer

altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın.”

3.Emir: Yas.5: 11 “Tanrın Yahve' nin adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü

YHVH, adını boş yere ağzına alanları cezasız bırakmayacaktır.”

4.Emir: Yas.5: 12 “Tanrın RAB’ bin buyruğu uyarınca Şabat Günü'nü tut ve kutsal

say.”

5.Emir: Yas.5: 16 “Tanrın RAB’ bin buyruğu uyarınca annene babana saygı göster.

Öyle ki, ömrün uzun olsun ve Tanrın RAB’ bin sana vereceği ülkede üzerine iyilik

gelsin.”

6.Emir: Yas.5: 17 “Adam öldürmeyeceksin.”

7.Emir: Yas.5: 18 “Zina etmeyeceksin.”

8.Emir: Yas.5: 19 “Çalmayacaksın.”

9.Emir: Yas.5: 20 “Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin.”

10.Emir: Yas.5: 21 “Komşunun karısına kötü gözle bakmayacaksın. Komşunun evine,

tarlasına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.”

2.1.2. Yargılama Sistemi

Tarihsel süreci göz önünde bulundurduğumuzda İbranilerin ilk yargıcı Musa’dır.

Musa zamanla bu görevi atadığı diğer yargıçlara devreder ve kendisi sadece en önemli

duruşmaların başında yer alır (Çıkış 18:1). Musa’dan sonra Hakimler dönemine

girilmektedir. Bu dönemde İbraniler Kenan’a yerleşmeye başlar ve kentler oluştururlar.

Kentler beytlerden (aile birimlerinden) oluşur. Her beyt reisi veya ihtiyarı aile

içerisindeki sorunları yargılayan yargıç olur. Birden fazla beyt’i ilgilendiren bir olayda

ise beytlerin ihtiyarları toplanır ve bir jüri oluşturup duruşma beyt reislerinin verdiği

ortak kararla sonuçlanmıştır. Beyt ihtiyarları anlaşmalarda ve ant içmelerde tanık

görevini yerine getirmişlerdir (Yas.Tek. 25:5-10; Rut 4:1-12); sanığın suçlu veya suçsuz

olduğuna karar vermiştir (Yas.Tek. 19:01; 22:13-21; Yeşu 20:1-6); ve sanık suçlu

11

bulunduğu takdirde cezayı uygulamıştır (Yas.Tek. 25:1-3; 22:13-21)1. İhtiyarlar

anlaşmazlıkları bütün toplumun adil olarak göreceği ve toplumun huzurunu

kaçırmayacağı bir şekilde çözmeye gayret ederlerdi. Bu sistem kral Yehoşafat’ın reform

dönemine kadar devam etmiştir. (2. Tarihler 19). Yehoşafat kentlere profesyonel

yargıçlar atamıştır, Kudüs şehrinde ise merkezi bir mahkeme kurulmuş ve bu

mahkemeye tapınak görevlileri olan Levililer yargıç olarak atanmıştır2.

Dava sürecinde tanıkların olması çok önemli bir husustur. Yasa’nın Tekrarı

19:15-19 şöyle açıklar: “Herhangi bir suç ya da günah konusunda birini suçlu çıkarmak

için bir tanık yetmez. Her sorun iki ya da üç tanığın tanıklığıyla açıklığa

kavuşturulacaktır. Eğer yalancı bir tanık kötü amaçla birini suçlarsa aralarında sorun

olan iki kişi RAB’bin önünde kâhinlerin ve o dönemde görevli yargıçların önüne

çıkarılmalıdır. Yargıçlar sorunu iyice araştıracaklar. Eğer tanığın kardeşine karşı yalancı

tanıklık yaptığı ortaya çıkarsa, kardeşine yapmayı tasarladığını kendisine yapacaksınız.

Aranızdaki kötülüğü ortadan kaldırmalısınız”3.

Mahkemeler bir mahkeme binasında değil, -ki böyle bir bina veya kavram o dönemde

yoktur- şehir kapılarında görülmektedir. İşgalcilere karşı kent korumasının bir parçası

olmasının yanında, şehir kapıları Kutsal Kitap döneminde birçok faaliyeti yerine

getirmiştir. Kapıların iç kesiminde sıralı odalar mevcuttur ve bu odalarda farklı farklı

işlemler gerçekleşmiştir. Bu odalarda önemli ticari işlemler gerçekleşir, antlaşmalar

mühürlenir, mahkemeler toplanır ve önemli kamu duyuruları yapılırdı. Yani bir nevi

belediye binası, borsa ve mahkeme karması olan merkezi ve önemli bir yapıdır.

1 Kutsal Kitap 2009

2 Scalise 1991, 28.

3 Hoerth 2009, 97.

12

Şekil 1: Megiddo kapısı

2.2. İncil Yasaları

İncil’de ise bu yaklaşım daha farklıdır;

Matta 5:17-48

İsa; «Kutsal Yasa'yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için

geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu

söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan

ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek. Bu nedenle, bu buyrukların en

küçüklerinden birini kim çiğner ve başkalarına öyle yapmayı öğretirse, “Göklerin

Egemenliği”nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve

başkalarına öğretirse, “Göklerin Egemenliği”nde büyük sayılacak. Size şunu

söyleyeyim: doğruluğunuz din bilginleriyle Ferisilerinkini kat kat aşmadıkça, “Göklerin

Egemenliği”ne asla giremezsiniz! “Atalarımıza, `Adam öldürme. Öldüren, yargılanmayı

hak edecek” denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kardeşine karşı öfkelenen

her kişi yargılanmayı hak edecek. Kim kardeşine aşağılayıcı bir söz söylerse, Yüksek

Kurul'un yargısını hak edecek. Kim kardeşine ahmak derse, cehennem ateşini hak

13

edecek. Bu yüzden, adağını sunağa getirdiğinde, orada kardeşinin sana karşı bir şikâyeti

olduğunu hatırlarsan, adağını orada, sunağın önünde bırak, git, önce kardeşinle barış;

sonra gel, adağını sun. Senden davacı olanla daha yoldayken çabucak anlaş. Yoksa o

seni yargıca, yargıç da gardiyana teslim edebilir; sonunda da hapse atılabilirsin. Sana

doğrusunu söyleyeyim, son kuruşu ödemedikçe oradan asla çıkamazsın. “Zina etme”

denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, bir kadına şehvetle bakan her adam,

zaten yüreğinde o kadınla zina etmiştir. Eğer sağ gözün seni günaha sokarsa, onu çıkar,

at. Çünkü vücudunun bir üyesinin yok olması, tüm vücudunun cehenneme atılmasından

iyidir. Eğer sağ elin seni günaha sokarsa, onu kes, at. Çünkü vücudunun bir üyesinin

yok olması, tüm vücudunun cehenneme gitmesinden iyidir. “Kim karısını boşarsa ona

boş kâğıdını versin” denilmiştir. Ama ben size diyorum ki, karısını cinsel ahlaksızlıktan

başka bir nedenle boşayan her adam, onu zinaya itmiş olur. Boşanmış bir kadınla

evlenen de zina etmiş olur. “Yine atalarımıza, `Yalan yere ant içme, ama Rab'be içtiğin

antları tut' denildiğini duydunuz. Oysa ben size diyorum ki, hiç ant içmeyin, ne gök

üzerine - çünkü orası Tanrı'nın tahtıdır; ne yer üzerine - çünkü orası O'nun ayaklarının

basamağıdır; ne de Kudüs üzerine - çünkü orası Büyük Kral'ın kentidir. Başınızın

üzerine de ant içmeyin. Çünkü saçınızın tek telini ak ya da kara edemezsiniz. “Evet”

iniz evet, “hayır” ınız hayır olsun. Bundan fazlası şeytan’dandır.” “Göze göz, dişe diş”

denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ

yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. Size karşı davacı olup mintanınızı

almak isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım

yürüyün. Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin.

“Komşunu sev, düşmanından nefret et” denildiğini duydunuz. Ama ben size diyorum ki,

düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerde olan Babanızın

oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerine doğdurur.

Yağmurunu da hem doğruların hem de eğrilerin üzerine yağdırır. Eğer yalnız sizi

sevenleri severseniz, ne ödülünüz olur? Vergi görevlileri de öyle yapmıyor mu? Yalnız

kardeşlerinize selam verirseniz, fazladan ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle

yapmıyor mu? Bu nedenle, göksel Babanız yetkin olduğu gibi, siz de yetkin olun.

14

Luka 6:27-424

Ama beni dinleyen sizlere şunu söylüyorum: Düşmanlarınızı sevin, sizden nefret

edenlere iyilik yapın, size lanet edenler için iyilik dileyin, size hakaret edenler için dua

edin. Bir yanağınıza tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. Abanızı alandan mintanınızı

da esirgemeyin. Sizden bir şey dileyen herkese verin, malınızı alandan onu geri

istemeyin. İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın.

Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile

kendilerini sevenleri sever. Size iyilik yapanlara iyilik yaparsanız, bu size ne övgü

kazandırır? Günahkârlar bile böyle yapar. Verdiğinizi geri almak umudunda olduğunuz

kişilere ödünç verirseniz, bu size ne övgü kazandırır? Günahkârlar bile verdikleri

kadarını geri almak koşuluyla günahkârlara ödünç verirler. Ama siz düşmanlarınızı

sevin, iyilik yapın, hiçbir karşılık beklemeden ödünç verin. Alacağınız ödül büyük

olacak, en yüce Olan'ın oğulları olacaksınız. Çünkü O, nankör ve kötü kişilere karşı iyi

yüreklidir. Babanız merhametli olduğu gibi, siz de merhametli olun. «Başkasını

yargılamayın, siz de yargılanmazsınız. Suçlu çıkarmayın, siz de suçlu çıkarılmazsınız.

Başkasını bağışlayın, siz de bağışlanırsınız. Sizde olanı verin, size verilecek. İyice

bastırılmış, silkelenmiş ve taşmış, dolu bir ölçekle kucağınıza boşaltılacak. Hangi

ölçekle ölçerseniz, size de aynı ölçek uygulanacak.» İsa onlara şu benzetmeyi de anlattı:

Kör köre kılavuzluk edebilir mi? Her ikisi de çukura düşmez mi? Öğrenci

öğretmeninden üstün değildir, ama eğitimini tamamlayan her öğrenci öğretmeni gibi

olacaktır. Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği

fark etmezsin? Kendi gözündeki merteği görmezken, nasıl olur da kardeşine, “-Kardeş,

izin ver de gözündeki çöpü çıkarayım” dersin? Seni ikiyüzlü! Önce kendi gözündeki

merteği çıkar, o zaman kardeşinin gözündeki çöpü çıkarmak için daha iyi görürsün.

Bu bilgiler ışığında bir açıklama yapma gereği duymaktayım. Günümüzde

Hristiyanlık yanlış anlaşılmaktadır. Yahudiler Tevrat’a Hristiyanlar ise İncil’e inanıyor

şeklinde bir algı söz konusudur. Ancak Eski Ahit (Tevrat-Zebur) ve Yeni Ahit (İncil)

aslında birlikte kullanılan ve bir bütün olarak kabul edilen kitaplardır. Kitab-ı Mukaddes

yeni çevirisi ile Kutsal Kitap Hristiyan inancının temelini oluşturmaktadır. Bilinenin

aksine Tevrat-Zebur-İncil bir bütün halinde yer almaktadır. İsa’nın da sözlerinde

belirttiği gibi birbirini reddeden ya da yok sayan değil birbirini tamamlayan niteliktedir.

Westminster İnanç Açıklaması bu bağlamda önem arz etmektedir.

4 Kutsal Kitap 2009

15

2.3. Westminster İnanç Açıklaması

Westminster Kongresi 1 Temmuz 1643 yılında Londra Westminster

Manastırı’nda toplanmıştır. Bu kongrede 5 yıl 2 gün boyunca derin ve dürüst bir

tartışma yapılmıştır. Kilise tarihçilerinin aktarımına göre bu, yeryüzünde Hristiyanlık

gerçeğini maddeler halinde özetlemek ve yaşanılabilir biçimde anlaşılır hale gelmesini

sağlamak için yapılan en titiz çalışmadır. Bu kongreye 121 önder, Lordlar kamarasından

10 üye, avamdan 20 üye ve oy vermemelerine karşın etkileri olan İskoçya’dan 8

temsilci katılmıştır. İngiliz Parlamentosu’nun yönlendirişinde bu kişilerin hedefleri

yalnızca Kutsal Kitap’a uygun düşünmek ve kutsal yazıların anlatmak istediğini açık bir

dille ortaya koymaktı. Westminster Kongresi’nin olduğu dönemde yaşamış olan

Richard Baxter, kendi otobiyografisinde bu kongreden de bahsetmiştir. Yazılarında

şöyle demektedir: “Bu kongreye katılan kişiler gerçekten öğrenmeye açık, Tanrısal

yaşam süren, din adamlığını üzerlerinde taşıyan ve sadık kişilerdi. Elçiler döneminden

şimdiye kadar hiçbir synod bunun kadar ve Dort Synodu kadar kaliteli olmamıştır.”

Anglikan Kilisesi’nden Dean Stanley Westminster İnanç Açıklamasını “Tanrı’nın

öğretişinin açıklanışı açısından diğerlerinden çok daha derin” olarak

değerlendirmektedir. 33 bölümde bütün Hristiyan inancının öğretişi özetlenmektedir.

Kutsal Yazılar temelinden başlanarak son yargıya kadar uzanan bir özet sunulmaktadır.

Her bir bölüm kendi içinde oldukça tutarlı olmuştur5.

Tanrının Yasası6

I. Tanrı, Adem’e işler antlaşması şeklinde, bir yasa verdi ve bunun aracılığıyla onu ve

tüm soyunu kişisel, bütün, kesin ve sürekli bir itaate bağladı, öyle ki bu yasanın yerine

getirilmesi halinde yaşam vaat etti ve ihlali halinde ise ölümle tehdit ederek onları bu

yasayı tutmaları için güç ve yeterlilikle donattı.

5 Letham 2009, 35.

6 I. (Tek. 1:26-27; Tek. 2:17; Rom. 2:14-15; Rom. 5:12, Gal. 3:10,12; Vaiz 7:29; Eyüp 28:28), II. (Yak. 1:25;

Yak. 2:8,10-12; Rom. 13:8-9; Tes. 5:32; Tes. 10:4; Çık. 34:1; Matta 22:37-40), III. (İbr. 10:1; Gal. 9:1-3; Col. 2:17; 1.Kor. 5:7; 2.Kor. 6:17; Yahuda 23; Col. 2:14,16,17; Dan. 9:27; Ef. 2:15-16), IV. (Çık. 21; Çık. 22:1-29; Tek. 49:10; 1.Pet. 2:13-14; Matta 5:17,38-39; 1.Kor. 9:8-10) V. (Yak. 2:10,11; Matta 5:17-19; Yak. 2:8, Rom. 3:31), VI. (Rom. 6:14; Gal. 2:16; Gal. 3:13; Gal. 4:4-5; Elç.İşl. 13:39; Rom. 8:1; Rom. 7:12,22,25; Mez. 119:4-6; 1.Cor. 7:19; Gal. 5:14,16,18-23; Rom. 7:7; Rom. 3:20; Gal. 2:16; Luka 17:10) VII. (Gal. 3:21; Hez. 36:27; İbr. 8:10; Yer. 31:33)

16

II. Günaha düşüşten sonra bu yasa, yetkin bir doğruluk yasası olmaya devam etti ve

Tanrı tarafından Sina Dağında on emir şeklinde iki levhaya yazılı olarak verildi: İlk dört

emir Tanrı’ya karşı, geri kalan altı emir ise insana karşı olan sorumluluklarımızı

içeriyordu.

III. Yaygın olarak “ahlaksal” adı verilen bu yasanın yanı sıra Tanrı, yetişkin olmayan

bir kilise olarak İsrail halkına kısmen tapınma hakkında, Mesih’e - O’nun lütuflarına,

eylemlerine, acılarına ve sağladıklarına işaret eden ve kısmen, ahlaki sorumluluklara

ilişkin çeşitli kurallar vermekten hoşnut oldu. Bütün bu törensel yasaların hepsi, yeni

antlaşma altında geçersiz kılınmıştır.

IV. Aynı zamanda, politik bir beden olduklarından Tanrı onlara çeşitli adli yasalar da

verdi. Ancak bu yasalar o ulusa ait halkla birlikte son bulmuş, geçerliliğini yitirmiştir.

İçinde belirtilen adaletin gerektirdiğinden öte hiç kimseyi bağlamaz.

V. Ahlaksal yasa aklanmış olan insanlarla birlikte diğerlerini de sonsuza dek bu yasaya

itaate bağlar;[8] ve bu da yalnızca içinde yazanlardan ötürü değil, ama aynı zamanda bu

yasayı veren Yaratan Tanrı’nın yetkisi nedeniyledir. Mesih de bu yükümlülüğü

Müjde’de geçersiz kılmaz, tersine tamamlar.

VI. Gerçek imanlılar işler antlaşmasında olduğu gibi her ne kadar yasa altında

olmasalar, bunun aracılığıyla aklanıp ya da mahkûm edilmeseler de; bu yasanın

diğerlerine olduğu gibi kendilerine de büyük yararı bulunmaktadır; çünkü Tanrı’nın

isteğini ve onların sorumluluklarını açıklayan bir yaşam buyruğu olarak onları

yönlendirir ve bu yasaya uygun bir şekilde yürümeye bağlar; bunun aracılığıyla aynı

zamanda doğalarının günahlı kirliliklerini görürler; böylece kendilerini buna göre

değerlendirdiklerinde günahlılıklarının daha derin bilincine ulaşırlar, bu nedenle

alçalırlar ve günahtan daha da nefret ederler, Mesih’e ve O’nun itaatinin

17

mükemmelliğine ne denli gereksinimleri olduğunu daha açık bir şekilde görürler. Aynı

şekilde yasa, günahı yasakladığından, yeniden doğmuş kişiler için de düşmüşlüklerini

kontrol altına almalarında onlara fayda sağlar: içindeki tehditler, günahlarının aslında ne

tür bir ceza gerektirdiğini ve her ne kadar yasada belirtilen bu lanetlerden artık özgür

olsalar da, günahın sonucu olarak bu hayatta kendilerini ne gibi güçlükler

bekleyebileceklerini onlar gösterir. İçindeki vaatler de, aynı şekilde, Tanrının itaate ne

kadar değer verdiğini ve bunlara uyulması sonucu ne tür bereketler bekleyebileceklerini

onlara gösterir: Ancak bu, işler antlaşmasında olduğu gibi kazanılmış bir hak olarak

verilmez. Dolayısıyla kişinin, yasanın teşvikine uyarak günahtan kaçınıp, iyilik yaparak

diğerlerinden farklı olması ne lütfun, ne de yasanın altında bulunduğunun bir kanıtıdır.

VII. Ne de yasanın daha önce belirtilen faydaları, Müjdenin lütfuna aykırıdır, tersine

tatlı bir uyum içerisindedir; Mesih’in Ruhu, yasada açıklanan ve yapılması öngörülen

Tanrı isteğini özgürce ve sevinçle yerine getirmesi için kişinin iradesini dizginler ve

bunları yapmaya yeterli kılar7.

3. ROMA DÖNEMİ

Roma İmparatorluğu M.Ö 753 yılında bir şehir devleti olarak Roma’da

kurulmuştur. Roma İmparatorluğu’nun kuruluşuyla ilgili çeşitli efsaneler günümüze

kadar gelmiştir. Bu efsanelerden birine göre, Troia şehri prenslerinden Aeneas’ın

soyuna dayanan Numinator’un kızı, Remus ve Romulus isminde ikiz erkek çocuklar

dünyaya getirir. İki kardeş büyüyüp belli bir yaşa geldiklerinde bir şehir kurarlar.

Ancak, iki kardeş arasında şehir sınırları nedeniyle ortaya çıkan anlaşmazlık sonucu

Romulus Remus’u öldürür. Böylece, Romulus’un Palatinus tepesinde kurduğu bu

şehir Roma adını alır. Kurulduğu ilk günden itibaren yayılma politikası güden Roma

Devleti, önce İtalya Yarımadasına ve komşu Akdeniz ülkelerine, daha sonra da

Avrupa’nın içlerine kadar yayılmıştır. M.Ö. 1. yüzyıla gelindiğinde Roma Devleti artık

bir imparatorluk (Imperium Romanum) haline gelmiştir. Batıda, Fransa, İspanya

fethedilmiş, Büyük Britanya sınırlarına ulaşılmış, güneyde kuzey Afrika, doğuda ise,

Hazar Denizi’ne kadar olan bölge, Anadolu, Suriye, Mısır, Filistin imparatorluk

18

topraklarına katılmıştır. Böylece, Roma Devleti, kendi zamanının ölçülerine göre bir

dünya imparatorluğu olmuştur. Roma Devleti’nin bu kadar genişleyerek bir

imparatorluk haline gelmesindeki en önemli etken şüphesiz ki, iyi bir hukuk düzenine

sahip olmasıdır8.

3.1. Roma Hukukunun Tarihsel Gelişimi

Roma Hukuku, genellikle Roma şehrinin kuruluş tarihi olarak kabul edilen M.Ö.

753 yılından, Doğu Roma İmparatoru Iustinianus’un M.S. 565 yılında ölümüne kadar

geçen süre içinde Roma’da ve Roma egemenliği altındaki ülkelerde uygulanmış olan

hukuktur. Ancak bu dönemden sonra da Roma hukuku hemen hemen tüm Kıta Avrupası

ülkelerinde, 19. yüzyıldaki kanunlaştırma hareketlerine kadar, etkinliğini sürdürmüştür.

Roma Hukuku bugün özellikle kıta Avrupası’nda yürürlükte olan birçok özel hukuk

sistemine ve bunların ana kurallarının büyük bir kısmına kaynak olmuştur. Günümüzde

Almanya, Fransa, İtalya, İsviçre gibi ülkelerde yürürlükte olan özel hukuk kurallarının

büyük bir kısmı Roma hukuku temellerine dayanmaktadır9. Roma Devleti’nde ilk

dönemlerde örf adet hukuku hakimdir. Daha sonraları rahip hukukçular yetişmiştir ve

“XII Levha Kanunları” kaleme alınmıştır. Romalılar örf âdeti “Consuetudine ius esse

postulatur id quod voluntate omnium sine lege, vetustas comprovavit.” (Örf adet

hukuku, bir kanun yapılmadan, toplumun iradesiyle, eskiden beri kabul edilen

hukuktur.) olarak tanımlamışlardır10

. Roma Hukuku, genellikle Roma şehrinin kuruluş

tarihi olarak kabul edilen M.Ö. 753 yılından, Doğu Roma İmparatoru Iustinianus’un

M.S. 565 yılında ölümüne kadar geçen süre içinde Roma’da ve Roma egemenliği

altındaki, ülkelerde uygulanmış olan hukuk olarak kabul edilmektedir. Batı Roma

İmparatorluğu döneminde gelişen Roma hukuku, Iustinianus dönemiyle birlikte Doğu

Roma İmparatorluğu’nda da uygulama alanı bulmuştur. Iustinianus’un Büyük Roma

İmparatorluğu’nun siyasal bakımdan olduğu gibi, hukuk açısından da en parlak dönem

olan Klasik Dönem Hukuku’nu çağının toplumsal ve ekonomik gerçeklerine uygun

düşecek ve gereksinmeleri karşılayacak şekilde değiştirerek yeniden geçerli kılma

politikasının bir sonucu olarak M.S. 528-534 tarihleri arasında “Corpus Iuris Civilis”

(C.I.C.) adı altında bir kanunlar derlemesi yapılmıştır.

8 Demircioğlu 1998, 40.

9 Ceylan 2004, 18.

10 Umur 1990, 76; Umur 1965, 33

19

Bu durum, eski Roma İmparatorluğu hukukunun toplanması, çağın ve toplumun

gerçeklerine uygun düştüğü oranda yazılı olarak saptanıp yürürlüğe konması biçiminde

kendini göstermiştir. Iustinianus’un hukuk alanındaki çabaları, Roma hukukunu, Klasik

Hukuk Dönemi’nde ulaştığı en yüksek düzeye yeniden ulaştırmaya yönelik olmuştur.

3.2 On İki Levha Kanunları

Şekil 2: 12 Levha Kanunları

Günümüz Avrupa Hukuku'nun temelini oluşturan Roma'da, ilk yazılı kanunlar

olan 12 Levha Kanunları, Roma toplumundaki patrici (soylular) ve pleb (halk)

arasındaki sınıf mücadelesi sonucu hazırlanmıştır. M.Ö. 452 yılında yazılı olmayan

hukuku tedvin (derleme) için halk tarafından seçilen on kişi iki yıl çalışarak on iki

levhaya, hukukun bütün sahalarına ait maddeleri yazmışlar ve bunlar halk meclislerince

kabul edilerek kanunlaşmıştır. O zamanda geçerli olacak hukukun tümünü kapsayacak

20

biçimde hazırlanan 12 Levha Kanunu Roma'nın daha sonraki hukuki gelişimine de

temel olmuştur11

.

Yedi tepe üzerine yerleşmiş aileler ve liderleri olan Patres (Baba)'lar birleşerek

bir rex (lider) altında toplanmaya karar verirler. Bu aileler, aynı zamanda toprak sahibi

olup Roma vatandaşıydılar. Plebler hakkında tam ve kesin bir bilgi olmamasına rağmen

bu kişilerin surların dışında yasayan ama roma vatandaşı olan fakir kimseler oldukları

tahmin edilmektedir. 12 Levha Kanunları ile bu iki sınıf arasındaki fark hukuksal olarak

büyük ölçüde giderilmiştir. Daha sonraları da ortadan kalkmıştır.

Bu 12 Levha kanunları, sadece Roma hukukunun değil; aynı zamanda geçmişte

birçok ülke tarafından ilan edilen "İnsan Hakları Beyannamesi" nin de temeli

sayılmaktadır. Bu kanunlar dizisi ile iki toplum arasında daha önce hiç olmayan adalet

ve dürüstlük mekanizması kurulmuş ve güçler patriciler ile pleblerin büyük toprak

sahipleri tarafından paylaşılmıştır. Böylece, her iki halk grubu da seçme seçilme

hakkına sahip olmuştur. Kanuna göre toprak, el değiştirebilir nitelik kazanmış; asalet

rejimi yerine servet rejimi geçerli olmuştur12

.

12 Levha Kanunu bir yenilik getirmekten çok, eskiden beri geçerli olan örf ve

adet hukukunun yazılı olarak saptanması yoluyla, yürürlükte olan hukuku herkes için

açık, kesin ve anlaşılabilir duruma getirmek düşüncesiyle hazırlanmıştır. Roma

İmparatorluğu'nda yazılı kanunlar olmadığı dönemde, örf ve âdete göre hareket

edilmektedir. Bu örf ve adetleri ise ancak patriciler bilmektedir. Bu nedenle patriciler,

örf ve adetlerin yazıya geçirilmesine, mümkün olduğu kadar karşı koymuşlardır.

Kanunun İçeriği

Kişisel öç alma yasaklanmış, suçluları devletin cezalandıracağı kabul edilmişti. Dişe

diş, göze göz diyebileceğimiz kısas usulü ancak tarafların anlaşamaması halinde geçerli

kılınmıştır. Eğer bir kimse diğerinin bir organını kullanılamaz hale getirmişse, mesela

bacağını kırmış veya gözünü kör etmişse bu hukuka aykırı bir eylemdir. Buna kısas

uygulanır. Kısas zarar görenin öç alma duygusunu karşılar, ama bu emredici değildir.

11

Çelebican 1986, 146 12

Çelebican 1986, 152

21

Taraflar belli bir bedel konusunda anlaşabilirler, fakat anlaşamazlarsa bu fiile maruz

kalan aynen karşılık verebilir13

.

El veya sopa ile kemik kırılmışsa zarar gören hür bir kimse ise 300, köle ise 150 roma

parası (as) ödenirdi. Diğer bütün hallerde, yani hukuka aykırı diğer fiillerde ceza 25

roma parası idi. Yalan yere tanıklık ve hâkimin rüşvet alması durumu için ağır cezalar

öngörülmüştür. Vatana ihanet ölümle cezalandırılıyordu. 12 Levha Kanunu'nda yangın

çıkarmaya ilişkin hükümler vardı, ancak M.Ö. 5. yüzyılda bile kasten veya ihmal ile

yakma arasında fark gözetilmişti. Böyle bir ayırım kasıtla ve ihmal ile adam öldürme

arasında da yapılmıştı. Kanun hırsızlık hakkında ayrıntılı hükümler getirmişti. Suçüstü

hırsızlık ile suçüstü olmayan hırsızlık arasında fark vardı: Suçüstü veya gece hırsızlık

yaparken yakalanan veya kendini silahla savunan hırsızın öldürülmesi caizdi, ancak

malı çalınmak istenen kimsenin bağırarak halkı haberdar etmesi gerekirdi. Buna karşı

suçüstü olmayan hırsızlık daha hafif cezaya tabi tutulmuştu, hırsız çaldığı malın

değerinin iki katını ödemekle yükümlüydü. Kamu adına takip edilen suçlar arasında

sihir ve büyücülük de sayılmıştır. Başkalarının sağlığını ve hayatını kötü etkileyecek

sihir ve büyü, başkasına ait ürünün kötü olması için edilen dualar ölümle

cezalandırılıyordu.

Bazı Örnek Hükümler

12 Levha kanunlarına göre; Bir kimse, kendisine borçlu olan vatandaşı hâkim (majistra)

önüne götürür, borçlu borcunu ödeyemezse muayyen şekillere riayet ederek ona el kor,

evine götürür ve zincire vurur. Muayyen zaman içinde yine ödeyemezse öldürebilir.

Veya köle olarak satar. Alacaklı birden fazla ise borçlu, alacaklar nispetinde parçalara

ayrılır. Devlete ve ammeye karşı işlenen suçların çoğuna ölüm cezası verilir: Vatana

ihanet, ana veya babayı öldürme, kundakçılık (suçlu kırbaçlanır, zincire vurulur, ateşle

öldürülür), yalancı şahitlik (suçlu uçuruma atılır), hâkimin rüşvet alması, üfürükçülük

bu suçlar arasındadır. Bazı suçlar ilâhların mukaddes haklarına tecavüz şeklinde

anlaşılır, suçlu cemiyet dışı ve her türlü haklardan mahrum bırakılır. Herkes tarafından

öldürülebilir. Hususî menfaatlere ve şahıslara yönelik suçlarda şahsî intikam usulü

caridir. Diyeti kabul etmezse suçlu, zarar görene teslim edilir; o da göze göz, dişe diş

şeklinde öcünü alır. Hırsızlık gece olur, suçu işlerken yakalanırsa hırsız öldürülebilir.

Daha hafif durumlarda hırsız yaptığı zararı iki misli ile öder. Aile reisi babadır. Riyaseti

13

Demircioğlu 1998, 98

22

altındakilerin hayat ve ölümlerine şamil bir baba hâkimiyeti vardır. Bazı malların

mülkiyetinin devren iktisabı için malın, tarafların, beş şâhidin (Roma vatandaşı) ve bir

terazicinin hazır bulunması şarttır14

.

Önemi

Hukukun uygulanmasında, soylular sınıfına mensup olan rahiplerin tekelinin kırılması,

12 Levha Kanunu'nun çıkarılmasından ancak bir buçuk yüzyıl sonra sağlanabildi.

Böylece hukuk bilimi rahiplerinden tekelinden kurtulmuş ve laik bir nitelik kazanmıştır.

12 Levha kanunlarında modern Avrupa medeniyetinin üç temel düşüncesi yer

almaktaydı:

Kişisel mülkiyet

Vasiyet

Kişisel Hak

Ayrıca 12 Levha Kanunu ile kişiler arasında eşitliğin sağlanmasına, hürriyetin

kayırılmasına, fertlere hukuki muhtariyet verilmesine, bilhassa dikkat edilmiştir. Ceza

hukuku bakımından bile, cemiyetin sınıfları arasında fark gözetilmemektedir. 12 Levha

Kanunu, eski hukukun bilinmesi bakımından faydalı bir kaynaktır. Elimizde bulunan

kaidelere bakarak, o devirde yaşanan hayat tarzlarını, adetlerini ve zihniyetlerini tahmin

etmek mümkün olmaktadır. Ayrıca, çok muhafazakâr olan Romalılar nezdinde, o

devirde yürürlükte olan ana kaideler, çok sonraki asırlara kadar, az çok değişikliklere

rağmen, esas sistemi itibariyle baki kalmış olduklarından, klasik devrin kurumların

açıklanması bakımından da faydalı olmaktadırlar.

14

Schwarz 1945, 87-107

23

4. ANTİK YUNAN VE ROMA’ DA İŞKENCE

4.1. Özgür Yurttaşlara Yapılan İşkence

Çeşitli yazarlar tarafından sıkça yinelenen ifadelerde Yunanistan ve Roma'da

işkencenin (qucestio) ancak kölelerle sınırlı kaldığı söylenir; biz, terimin, tarihçileri ve

diğerlerini yanıltmış olan itiraf ettirme usulüyle sınırlı olan kullanımının bir başka

örneğini görüyoruz. Yunanistan'da, örneğin, işkence, tanıklık yaptırmak veya itiraf

ettirmek amacıyla özgür yurttaşlara asla uygulanmamakla birlikte bütün sınıflara

uygulanabilir bir cezalandırma yöntemi olarak kullanılmıştır. Aristophanes bu amaçla

kullanılan çarktan sıkça söz eder. İşkence tezgâhı da aynı derecede yaygındır. Başka

özgür insanların yanı sıra, Antiphon’da işkence tezgâhında öldürülmüştür. Polybios'a

göre, Tiran Nabis, kadın biçiminde iğrenç bir İşkence aleti kullanırdı (İspanyol

Engizisyonu'nun "Bakire Meryem’i” ve Ortaçağ Almanya’sının jungfernkussu’nun

atası) ; kurbanlar bunun içinde haraç verinceye kadar sıkıştırılırlardı15

. Roma’da özgür

insan, normal koşullarda zorla itiraf ettirmek amacıyla işkenceye maruz kalmazdı. Bu

kuralın tek istisnası hainlikle suçlanmaktır. Bu özel suçla itham edilen veya kendisinden

kuşku duyulanlara işkence uygulamasını ilk onaylayan Arcadias Charisius olmuştur.

Gibbon, hainlik vakalarında yasal işkencenin yaygınlaşmasının, gerçekte güya az

rastlanan hainlik vakarı dışında özgür insanın questiodan muaf sayılması ilkesini

bozduğunu belirtir; çünkü bu her nasılsa her tür cürümü aynı ikircikli kategoriye dahil

etmenin görece kolay bir yoludur. Bazı istisnalar dışında, özgür insanın işleyebileceği

kimi başka suçlarda da işkence uygulanmaktadır. Örneğin kocasını zehirlemekle

suçlanan bir kadın quaestio’ya alınabilmiştir. Ya da tanıklığı sırasında yanıltıcı ifade

veren kişiye de aynı işlem uygulanabilmekteydi.

Severus’un hükümdarlığı döneminde zinadan suçlanan birine işkence

yapılabiliyor, Maximus zamanında ensest ilişkide, Constantinus zamanında ise büyü ve

sihir olaylarında quaestio uygulanabilmektedir. İstisnaların en çekici yanı ise yukarıda

sözü edilen büyücülük ve hainlik dışındaki bütün suçlarda, aristokratlara, din

15

Scott 2001, 64

24

adamlarına, hamile kadınlara ve on dört yaşın altındaki çocuklara da uygulanmasıdır.

Bununla birlikte işkence, bu suçların sanıklarıyla sınırlanmıştır. İşkencenin

cezalandırma biçimi olarak kullanılmasına baktığımızda bunun ne denli yaygın olduğu

görülebilmektedir. Bazı durumlarda cezalandırmanın bütününü oluşturuyor, diğer

hallerde sürgün veya ölüm cezasından önce uygulanan bir yaptırım halini alıyordu.

Cumhuriyet zamanında bireylerin, borçlu olanları özel hapishanelere kapatıp alacakları

ödenene kadar ölüme neden olmayacak biçimde her tür işkenceyi yapmaya yetkisi

vardı. Kiliseye karşı suç işleyenler son derece şiddetli işkence ile cezalandırılırlardı.

Kilisede bir papaza veya piskoposa hakaret etmekle suçlanan kimseye, Justinianos’un

açık emriyle işkence yapılabilirdi. Bazı durumlarda sakatlama da verilen cezalar

arasında yer almaktadır. Daha eskiden genellikle ayak ve ellerin hepsi kesilirken,

Jıstinianos yalnızca tek elin kesilmesiyle sınırlayarak bu yasanın şiddetini hafifletmiştir.

Theodosius Yasası’na göre, sapkınlıktan mahkûm olan biri, uçları kurşunla

ağırlaştırılmış kırbaçla dövülürdü(contusus plumbo). Bu tanımlanmış suçlar ile cezası

kamçılanma ve burnun kesilmesi olan kişi Kiliseye karşı işlenmiş diğer suçlar ve

zinanın dışında özgür yurttaşlar kamçılanmamaktadır. Kamçılama kölelere verilen bir

ceza türüdür. Çok derin bir onursuzluk ve aşağılanmanın işareti sayılır ve ortalama

Romalı bir birey, kamçılanmaktansa ölümü yeğlerdi.

4.2. Kölelere Yapılan İşkence

Yunanistan ve Roma’da kölelere işkence yapılması değişmez yargı olarak kabul

edilirdi. Buna karşı çıkıldığı çok enderdir. Filozoflar bile buna taraftardı. Aristotales,

bunu onayladığını açıklayanlardan biridir. Platon, ütopya düşüncesini açıklarken, özgür

yurttaşlar ve köleler için ayrı bir hukukun gerekli olduğunu kabul ediyordu. Özgür

insanların yalnızca kınandıkları bir kabahati, köleler işlediklerinde kırbaçlanmaları

gerektiğini savunan yaygın ve popüler öğretiyi onaylıyordu; özgür insan para cezasıyla

kurtulurken, kölelere ölüm cezası verilmekteydi.

Antik Yunanistan’da köleler başlangıçta, savaş veya yağma seferlerinde ele

geçirilenlerle sınırlıydı. Yunanlılar, düşmanı öldürmek veya zindana kapatmaktansa

onları alçaltıcı ve onur kırıcı bütün günlük işleri yaptırmaya zorlamanın çok daha iyi bir

çözüm olduğunu kavramışlardı. Kölelik kurumu, bir kez uygulamaya konulduktan

sonra, çoğunlukla çekici gelmiştir. Giderek daha çok sayıda insan, sevimsiz işlerin,

bunları yapmayı reddetmeyecek veya karın tokluğunun ötesinde bir karşılık beklemeyen

25

biri tarafından yapılmasından hoşlanır olmuştur. Tutsakların sayısı yetmemeye

başlayınca, gözlerin yeni ve başka kaynaklara çevrilmesi doğaldı. Mahkûmlar veya

cürüm işleyenler köleliğe zorlanmıştır16

. Solon uygulamayı durdurana kadar borcu olan

ve bunu ödeyemeyen kimse; doğrudan alacaklının kölesi olurdu. Sonra insan ticareti

başladı. Köleler sığır gibi alınıp satıldı. Atina'nın dile düşmüş köle pazarında --erkekler

ve kadınlar- çıplak olarak sergilenip açık artırmada en yüksek fiyatı verene satıldılar.

Roma hukukunda tanımlanmış olduğu gibi, köle söz konusu olduğunda en iyi ve çoğu

durumda doğruyu söyletmenin tek yolu işkenceydi; zaten sahibi, kölenin hayatı üstünde

neredeyse mutlak söz sahibi olduğundan, en zalim ve hayvani biçimde sürekli olarak

cezalandırılmaktaydılar. Bütün bunlar Devletin işkence konusunda bir düzenleme

yapmadığı anlamına gelmez. Böyle birçok düzenleme vardı. Ancak bunlar her kölenin

açıkça karşılaştığı özel işkencelere ek ama onlardan ayrı cezalandırma biçimleri

sayılıyordu; sahibi, kölesini, gerçek ya da gerçek dışı her kusuru için, dilediği biçimde

cezalandırma hakkına sahipti. Devlet düzenlemeleri mahkemelerin alanına giren

cürümlerle sınırlıydı. Örneğin, köle bir suç işlemekle suçlansın ya da (bazı istisnalarla)

yalnızca suça tanık olsun, doğruyu söyletmek amacıyla ona işkence edilebilirdi. Bir

koca, karısını zina yapmakla suçladığı zaman, kocanın, kadının ve kadının babasının

sahip olduğu kölelere gerçeği söyletmek için işkence yapılabilirdi. Bununla birlikte,

genelde hiçbir köle, efendisine karşı tanıklık yapamazdı. Bu genel kuralın istisnası

hainlik suçlamasıydı. Sahibin mülkiyet hakkı, kölesine kendisinden başka bir otorite

tarafından işkence yapılması konusunu etkiliyordu. Hukuki bir cezalandırmadan sonra,

kölenin değerinin ciddi bir biçimde düşebileceği tartışması akılcıydı. Böylelikle, köleye

efendisinin iradesi ya da açık onayı olmaksızın işkence edildiğinde, sahibine, kölenin

parasal değerinin karşılanacağı güvencesi veriliyordu. Efendisinden başka birinin köleyi

suçlaması ve bu suçlamanın asılsız çıkması durumunda, işkence gören kölenin sahibi

suçlamayı yapandan, uğramış bulunduğu zarara karşılık olarak kölenin değerinin iki

katını alma hakkına sahipti. İşkencenin yapısı ve derecesi yargıca kalmıştı. Bütün diğer

kanıtlar gözden geçirildikten sonra işkenceye başvurulabilirdi. Bir suçlama söz

konusu olduğunda, bütün kanıtlar sunulduğu ve iş yalnızca itiraf ettirmeye kaldığı

zaman işkenceye karar verilirdi. Sanığa karşı güçlü ve oldukça açık kanıtlar olduğu

halde işkenceyle itiraf alınamadığında, yargıç, işkencenin yinelenmesi emrini vermeye

yetkiliydi. Durum gerektirdiğinde, yargıç, böyle bir emri tekrar tekrar verebilirdi,

16

Scott 2001, 65

26

işkencenin yinelenme sayısına iliş kin bir sınırlama yoktu. Özgür insandan farklı olarak,

efendisinin bu hakkı olmasına karşın köle, temyiz hakkından yoksundu. Temyiz

sırasında sanık gözaltına alınır ancak hiçbir şekilde işkence görmezdi. Kullanılan

hukuki işkencenin biçimlerinde, Cicero’nun da belirttiği gibi, işkence tezgâhı(equuleus)

temel ve en eski işkence aletiydi. Kollara bağlanan ipleri derece derece gererek tanıkları

konuşmaya ikna etme yöntemi sıkça kullanılırdı. Köleler sürekli kırbaçlanarak

cezalandırılırdı. Çeşitli türlerde kamçı kullanılırdı. Öküz derisinden yapılan korkunç

Roma flagrum’u eti bir bıçak gibi keserdi.

Şekil 3: Roma Flagrum örneği

Horatius’a göre, bazı yargıçlar sadistçe gaddarlıkları ve kinleri sonucu öyle

abartılı ve öyle sonu gelmez kırbaçlama cezaları verirlerdi ki kırbaçlayanlar genellikle

ceza tamamlanmadan yorulup bırakmak zorunda kalırlardı. Birçok köle kırbaç altında

ölmüştür. Daha hafif suçlar için parşömen iplerinden yapılmış olan (scutica), Küçük

kusurlar için düz deriden yapılmış bir kayış olan (ferula) kullanılırdı. Mahkemede

verilen cezalardan ayrı olarak köle sahipleri kırbacı her gün her türlü kabahatte

27

kullanırlardı. Bu özel cezalandırmanın şiddetine ya da kullanılan kırbacın türüne ilişkin

yasal bir düzenleme yoktu. Köle güdücüler mahkemelerce kullanılanlardan çok daha

korkunç cezalandırma araçları icat etmek için bütün yaratıcılıklarını kullandılar. İplere

kemik ve metal parçaları bağlandı; kimi zaman uçlarına ayrıca kurşun toplar, zalim

kancalar veya çiviler takıldı. Kırbacı kendisi kullanamayan kadınlar, hizmetkârlarını

kırbaçlatmak için kamu cellatlarını kiraladılar ya da onları diğer kölelere zorla

kırbaçlattılar.

Kırbaçlamanın dışında kölelere uygulanan sayısız ceza biçimi vardı ve bütün

cezalara işkence denilmese de, çoğu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde zalimce ve

insanlık dışıydı. Kaçmaya çalışan ve yakalanan kölelerin alınları genellikle dağlanırdı.

Hırsızlara da aynısı uygulanırdı. Diğer durumlarda ellerinden asılırlar, ayaklarına

ağırlıklar bağlanır ve bu durumdayken ölümüne kırbaçlanırlardı. Boyuna asılan demir

halka ve kelepçe yaygın olarak kullanılırdı. Bazı hırsızlık vakalarında tek el bilekten

kesilirdi. Ceza ölüm olduğunda, çarmıha germek en başta gelen infaz yöntemiydi.

Çarmıha gerilerek ölüme mahkûm edilen köleye V harfi biçiminde bir tür tasma olan

(furca) zorla takılırdı. Furca enseden bağlanır ve uçları omuzlara otururdu. Suçlunun

elleri uyluklarına bağlanırdı. Yol boyunca arkasından gelen camificeler sopalarla vurup

kırbaçlarken, bu halde idam alanına yürürdü17

.

Şekil 4: Furca taşıma

17

Scott 2001, 66

28

Şekil 5: Çarmıh taşıma olayının çizimi

Şekil 6: İsa’nun çarmıhını taşıması (Film Sahnesi)

Bilindiği üzere İsa’nın çarmıha gerilmesi olayı da bu cezanın nasıl uygulandığına örnek

olacaktır;

İsa ölüme mahkûm ediliyor

Yuhanna 19:1-1-18

O zaman Pilatus İsa'yı tutup kamçılattı. Askerler de dikenlerden bir taç örüp O'nun

başına geçirdiler. Sonra O'na mor bir kaftan giydirdiler. Önüne geliyor, «Selam, ey

Yahudilerin Kralı!» diyor, yüzüne tokat atıyorlardı. Pilatus yine dışarı çıktı. Yahudilere,

«İşte, O'nu dışarıya, size getiriyorum. O'nda hiçbir suç bulmadığımı bilesiniz» dedi.

Böylece İsa, başındaki dikenli taç ve üzerindeki mor kaftanla dışarı çıktı. Pilatus onlara,

«İşte o adam!» dedi. Baş kâhinler ve görevliler İsa'yı görünce, «Çarmıha ger, çarmıha

29

ger! » Diye bağrıştılar. Pilatus, «O'nu kendiniz alın, çarmıha gerin!» dedi. «Ben O'nda

bir suç görmüyorum!» Yahudiler şu karşılığı verdiler: «Bizim bir yasamız var, o yasaya

göre O'nun ölmesi gerekir. Çünkü kendisinin Tanrı Oğlu olduğunu ileri sürüyor.»

Pilatus bu sözü işitince daha çok korktu. Yine vali konağına girip İsa'ya, «Sen nereden

geliyorsun?» diye sordu. İsa ona cevap vermedi. Pilatus, «Benimle konuşmayacak

mısın?» dedi. «Seni salıvermeye yetkim olduğu gibi, çarmıha germeye de yetkim

olduğunu bilmiyor musun?» İsa, «Sana gökten verilmemiş olsaydı, benim üzerimde

hiçbir yetkin olmazdı» diye karşılık verdi. «Bu nedenle beni sana teslim edenin günahı

daha büyüktür.» Bunun üzerine Pilatus İsa'yı salıvermek istedi. Ama Yahudiler, «Bu

adamı salıverirsen, Sezar'ın dostu değilsin!» diye bağrıştılar. «Kral olduğunu ileri süren

herkes Sezar'a karşı gelmiş olur.» Pilatus bu sözleri işitince İsa'yı dışarı çıkardı. Taş

Döşeme - İbranicede Gabata - denilen yerde yargı kürsüsüne oturdu. O gün Fısıh

bayramına hazırlık günüydü. Saat on iki sularıydı. Pilatus Yahudilere, «İşte, sizin

Kralınız!» dedi. Onlar, «Yok et O'nu! Yok et, çarmıha ger!» diye bağrıştılar. Pilatus,

«Kralınızı mı çarmıha gereyim?» diye sordu. Başkâhinler, «Sezar'dan başka kralımız

yok!» karşılığını verdiler. Bunun üzerine Pilatus İsa'yı, çarmıha gerilmek üzere onlara

teslim etti. Askerler İsa'yı alıp götürdüler. İsa çarmıhını kendisi taşıyıp Kafatası -

İbranicede Golgota - denilen yere çıktı. O'nu orada çarmıha gerdiler. O'nunla birlikte iki

kişiyi daha, İsa ortada, onlar da iki yanında olmak üzere çarmıha gerdiler.

Kutsal Kitap’ın Yuhanna, Matta, Markos, Luka bölümlerinde bu olay anlatılmaktadır.

Constantinus zamanında, tecavüzle suçlanan ya da suça katılan bir köle

yakılarak öldürülür ya da boğazından eritilmiş kurşun dökülürdü. Romalı kadınlar,

anlatıldığına göre, cinsel zevklerini tatmin ederken hamile kalma riskini ortadan

kaldırmak için genç erkek kölelerini hadım ettirirlerdi. Bu, İskit kadınlarının her türlü

kayda değer ilerlemeyi sergiledikleri bir uygulamaydı. Montaigne'in dediği gibi "Bütün

kölelerinin ve savaş tutsaklarının gözlerini çıkarır, böylece kölelere kendilerini

tanıtmadan zevklerine bakabilirlerdi18

.

4.3. Romalı Gladyatörler

Roma'nın en kudretli günlerinde filizlenen işkenceler arasında hiçbir şey

gladyatörlerin halkı eğlendirmek için boyun eğmeye zorlandıkları şeytanca kurnazlık ve

dehşetin yanına yaklaşamazdı. Antik Roma'nın gladyatör gösterileri bugüne kadar gelen

18

Montaigne 1711, 110

30

bir ün ve saygınlık kazanmıştı. Vahşiliğinin büyük bölümü zaman içinde örtülmüş veya

bilerek silinmiştir ve bugünün ortalama İngiliz veya Amerikalısı için bunlar Antik

Romalıların spora düşkünlüklerinin bir kanıtı sayılmaktadır. İşin gerçek doğası üzerinde

ise pek az yorum yapılmıştır. Bu gösterilerde insanlar vahşi hayvanlarla ve birbirleriyle

karşı karşıya getirilerek dövüştürülürlerdi. Çevrelerine göz kamaştırıcı bir hale örülmüş

olan gladyatörler, genel görüşün aksine, yarışmaya can atan, kuvvet, yetenek ve

cesaretlerini sergilemek için yanıp tutuşan kişiler değildi. Yarışmalardan ücret bile

almazlardı. Onlar ölüme mahkûm edilmiş tutsaklar, katiller, suçlulardı. Gladyatörlük

gösterileri infazların uygulanma biçimi ve asılmak ya da kurşuna dizilmek gibi bir infaz

yöntemiydi. Mahkûm edilen insanı, niteliği ve derecesi ile tanımlanamaz zalim

işkencelere uğratması, diğer infaz türlerinden onu ayıran tek noktaydı. Böyle bir

dövüş içinde ölümüne yer almaya zorlanan insanın zayıf da olsa yaşamını kurtarma

şansı olduğu kanısı da bir yanılgıdır. Gladyatörün böyle bir şansı yoktu. İzleyenlerin

alkışları eşliğinde, dehşet verici bir biçimde öleceği kesindi. Yöneticilerin, sadistçe

zevklerinden yoksun kalma endişesiyle, mahkûmun gladyatör gösterisinde boy

göstermeden önce intihar etmeyeceğinden emin olmak için onu en sıkı biçimde

korumalarında ve her tür önlemi almalarında şaşılacak bir yan yoktur. Yine de

gladyatörler, bütün önlemlere karşın, intihar ederlerdi. Symmachus birkaç mahkûmun

oğlunun onuruna dövüşmelerini emrettiği zaman yaşananlar buna iyi bir örnek

oluşturur. Kendilerine biçilen yazgıdan kaçabilmek için gladyatörler birbirlerini

boğazlamışlardır19

.

Amfiteatrlarda hemen her tür vahşi hayvan kullanılırdı. Aslanlar, ayılar,

leoparlar, kaplanlar, panterler ve kurtlar ölümüne yapılan bir dövüşte insanlara karşı

kışkırtılırdı. Daha baştan insanların çabalarının umutsuz olduğu belliydi. Hasım kurt ya

da yabani köpek olduğunda, tıpkı bin yıl sonrasında

İngilizlerin zevk için ayı ve boğaları bağlamaları gibi, çoğu zaman gladyatör de

kazığa bağlanırdı. Kimileri mutlak ölümü cesurca karşılayarak, hayvanla ellerinden

19

Sumner 1907, 572

31

geldiğince dövüşürdü20

. Zayıf veya daha az güçlü olanlar arenaya çıkmayı reddederlerdi

ve bu durumda fikirlerini değiştirene kadar kırbaçlanırlar ya da ne olduğunu

anlayamadan bekleşen hayvanlara fırlatılırlardı. Eldeki suçlular veya tutsaklar ihtiyacı

karşılamadığı zaman onların yerini alacak köleler satın alınırdı. Amfiteatrda düzenli

olarak toplanan geniş izleyici kitlesi de eğlenceden yoksun bırakılmazdı. Zaman zaman

kadınlar da arenada dövüşmeye zorlanırdı. Baş sadist Neron, anlatılanlara göre, böyle

gösterilere bayılırdı. Martialis'e göre, bir keresinde, bir aslan bir kadını parçalamıştı.

Aynı yazarın verdiği bir başka örnekte de, bir hırsız haça çivilenmiş ve ayı tarafından

parça parça edilmiştir. Her durumda, ölüm biçimleri seyredilemeyecek kadar

korkunçtur. Ölüm gelmeden önce, çabuk bir ölüm için yalvaran kurbanlara bunun

bağışlanması istisnadır.

5. İŞKENCE TEKNİKLERİ

5.1. Çarmıha germe

En eski işkence yöntemlerinden biri çarmıha germekti. Fenikelilerce yaygın

biçimde kullanılması ne kadar eski bir yöntem olduğunu gösterir. Ayrıca İskitler,

Yunanlar, Romalılar, Persler ve Kartacalılar tarafından da kullanılmıştır. Haçın

kullanımı, büyük bir olasılıkla, çoğu kavimde kazığa oturtmaktan önce uygulanmıştır.

Ağaç haç, tarihin farklı dönemlerinde, farklı kavimlerde değişik biçimler almıştı. İsa'nın

çarmıha gerilmesiyle ölümsüzleştirilen biçim, her halde o zaman en yaygın olarak

kullanılan biçimdi. Kısa bir ağaç parçasının daha uzun, dik bir kazığa yatay biçimde

çakılmasından ibaret, çok ilkel bir düzenekti. Bu kazık, infazdan önce toprağa sıkıca

çakılırdı. Kırbaçlandık tan sonra haç direğini infaz meydanına taşıtmak, suçluya her

zaman yaptırılan bir uygulamaydı21

. İnfaz meydanına gelindiğinde, kurban çırılçıplak

soyulur ve başı çapraz direğin üstüne ve kolları yanlara gelecek biçimde sırtüstü

yatırılırdı. Bazı durumlarda kolları direğe bağlamak için ip kullanılırdı; bazen de bu

işlem uygulanmayıp avuç içleri direğin iki yanına gerilip çivilenirdi. Çarmıh, üstüne

bağlanmış ya da çivilenmiş insanlarla birlikte dik konuma getirilirdi. Suçlunun bütün

20

Scott 2001, 68 21

Bazı durumlarda kırbaçlama, çarmıha germeden önce kırbaçlamak yerine veya ona ek olarak, kurban çarmıha çivilendikten sonra yapılırdı.

32

ağırlığını ellerine verip etin yırtılmasını engellemek için gövde, dik kazığa sabitlenmiş

enli bir tahtayla desteklenirdi. Yerden biraz daha yukarıda olan ayaklar, dikey

konumdaki direğe çivilenir ve bazı durumlarda bacaklar bir ip le direğe bağlanırdı. Her

bir ayaktaki büyük ve uzun çiviler ayağın üstünden çakılıp tabandan çıkarılırdı.

Ölüm yavaş ve dayanılmaz biçimde acı verici olurdu. Kimi zaman suçlulara

yiyecek ve içecek verilerek iyice uzatılan, günlerce devam eden bir işkence biçimiydi

bu. Zulmedenin ya da celladın habisliğine veya kinciliğine göre ıstırap daha da

artırılabilir veya şiddetlendirilebilirdi. Bazen bacaklar ağır darbelerle kırılır, yüz ve

göğüs kancalı aletlerle yırtılır, gövde sivri uçlu sapalar veya kazıklarla delik deşik

edilirdi. Bazen anal yoldan veya cinsel organa sopalar sokulup çıkarılırdı. Bir diğer

yöntem de böcekleri çekmek için yüze bal sürmekti. Romalılar ve başka birçok kavim,

gövdeyi çürüyüp kemiklerden başka bir şey kalmayana değin haçın üstünde bırakırdı.

Yahudiler ölümden hemen sonra cesetleri indirirler ve Musa'nın öğretilerine uygun

biçimde gömerlerdi, yani, "Gövdesi bütün gece ağaçta kalmayacak, onu ne olursa olsun

o gün gömeceksin," düsturunda olduğu gibi. Çarmıha germe, çok sık uygulanmamakla

birlikte, yüzyıllar boyunca görüldü. Kayda geçen son olaylardan biri Fransa' da 1127

yılında Dürüst Charles'ın katili Bertholde'un, Louis'nin emriyle çarmıha gerilmesidir.

33

Oyun Zarları;

Engizisyonca uygulanan hafif cezalardan biri sayılan bu işkencede, mahkûm,

yere yatmaya zorlanırdı. Bu konumda bağlanır ya da tutulurdu. Zar biçiminde ancak bir

yanı içbükey olan bir çift demir veya başka bir metal, sağ ayağının topuğuna yerleştirilir

ve iple sıkıca bağlanırdı. Vida yardımıyla baskı uygulanır ve ete metal batırılırdı22

.

5.2. Dağlama

Bu ceza bir zamanlar İngiltere’de de yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir.

Roma ve Bizans döneminde de suçun niteliğine göre çeşitli işaretler ve harfler

kullanılarak, Kızgın demirin yüze yada avuç içine basılması şeklinde damgalanmasıdır.

Dağlamakta iki amaç güdülebilir. Kızgın demirin deriye vurulmasıyla suçlular

imlenirken hiç de hafif olmayan bir ceza veriliyor, böylece şu yada bu suçtan yeniden

tutuklanmaları halinde mahkeme önceki suçlarından haberdar oluyordu. Bazı

durumlarda elden çok daha hassas yerler de dağlanırdı. Dükkân soyanların cezası gözün

hemen altının dağlanmasıydı. Tanrı’ya küfretmenin cezası, dilin kızgın şişle

delinmesiydi; yalancı tanıklığın cezasının bir kısmı alnı P harfi (Perjury: Yalancı

tanıklık.) ile dağlamaktır.

22

Scott 2001, 167

34

Dağlamak, Deri yüzmek, Uzuvları kesmek ve kırmak

Şekil 7: Çeşitli çarmıha germe biçimleri

Çeşitli Çarmıha Germe Biçimleri

35

5.3. Diri diri yakmak

Bu infaz biçiminin İncil’de yer alması, ne denli eski olduğunun da kanıtıdır. Babilliler

de bu yöntemi belirli suçlar için bir infaz biçimi olarak kullanmışlardır. Maximinus’un

dehşet verici zalimliğinin kurbanı olan Apphianus’un ölümünü anlatan Eusebios da bu

yöntemden söz eder. Adamın ayakları yağa batırılmış, pamuklara sarılmış be sonra

tutuşturulmuştur.

“Şehit, bu dehşet verici manzara ile bütün görenlere korku salması için iyice yükseğe

asılmıştı ve aynı zamanda yan taraflarını ve kaburgalarını, şişmiş bir yığına dönüşene

kadar tarakla yırtmışlardı ve yüzünün görüntüsü tamamıyla değişmişti. Uzun bir süre

ayaklarını harlı ateşle yaktılar, etleri erimiş mum gibi aktı ve ateş kemiklerini kuru

sazlar gibi yaktı”23

. Vahşi halklar tutsaklarını bu yolla yakmayı adet edinmiştir.

Genelde, düşmanlar, alt tabakadan olanlar ve aşağılık, tiksindirici suçlar işleyenler için

yerinde bir infaz yöntemi sayılmaktadır. “Bir papazın kızı, fahişe gibi davranıp kendini

kirletirse, babasını da kirletmiştir: Ateşte yakılmalıdır.” Konstantinos, özgür bir kadınla

zina yapan kölelerin diri diri yakılmasını emretmiştir.

Din sapkınlığıyla suçlu bulunanlara verilen gözde bir ceza yöntemiydi bu.

Engizisyon binlerce kişiyi alevlere mahkûm etmiştir. Bütün Avrupa’da, Katolikler kadar

Protestanlar arasında da, büyücülük ve cadılıkla ilişkisi olanlara uygulanan çok gözde

bir yöntem olarak görülmektedir.

23

Caesarea 1861, 15

36

Şekil 8: Diri diri yakma örneği

Şekil 9: Fırına atılarak öldürme

37

5.4. Haşlamak ve Kızartmak

Haşlayarak öldürmek çok eski bir infaz biçimidir. Eski kaynaklarda tekrar tekrar

konu edildiğini görebiliriz. Uygulama yönetimi basittir. Su, yağ veya balmumuyla dolu

koca bir kazan ya da başka bir kap kaynayıncaya kadar ısıtılır ve kurban, çoğunlukla

önce başı olmamak üzere, bunun içine atılırdı. Veya cellatlar kurbanın acısını uzatmak

istediklerinde elleri ve kolları bağlı, başı dışarda olan kurban, kazanın içine konur ve

içindeki sıvı yavaş yavaş kaynama derecesine getirilirdi. Kızgın tava yöntemi, kurbanın

içi yağ, balmumu veya zift dolu genişçe ve sığ bir kaba konulup diri diri kızartılması

dışında haşlanmaktan pek farklı değildi. Bu işlemin bir başka çeşidi de altında ateş

yanan bir ızgara veya sac kullanılmasıydı. Bu tür işkence tanımlamaları içerisinde,

Josephus’un aktardığı ve Makabicileri anlatan işkence hikâyeleri, belki de en ünlü

olanıdır. Josephus, acımasız canavar Antiokhos’un emriyle, bir anneyle yedi oğluna

yapılan işkenceleri ve infazı anlatır.

"Tiran onları boğa-organıyla dövdürdü; Makabi önce büyük oğlanın soyulmasını

emretti, oğlan elleri bağlı halde işkence tezgâhına yatırıldı, en zalim biçimde dövüldü,

işkenceciler oğlanı emredilenden kat be kat fazla dövdüler. Sonra işkence çarkına kondu

ve ayaklarına ağırlıklar asıldı, öyle sımsıkı gerildi ki sinirleri ve iç organları dağıldı;

yine de bütün bu süre içinde Tanrı'ya sesleniyordu. Bir ateş yakıldı ve işkence çarkına

gerildi, bu halde ateşe atıldı, alevlerden öyle yandı ki bağırsakları ortaya çıktı, hala

kendindeydi. Ardından ateşten alınarak katledildi, dili koparıldı ve kızgın tavaya kondu,

düşmanlarının hayranlığı, annesi ve kardeşlerinin ölümünü kurtuluş olarak

karşılamalarıyla bu hayattan göçtü. "Peşinden Aber adlı ikinci kardeş askerlerce

sürüklenip getirildi. Tiran ona bütün işkence aletlerini gösterdi ve kurbanı yemesini

istedi; reddetmesi üzerine elleri zincirlerle bağlandı ve bu halde asıldı, derisi başından

dizlerine kadar yüzüldü, göğsündeki iç organları görünüyordu: Sonra üstüne kana

susamış zalim bir panter salındı ancak hayvan onu koklayınca zalimliğini unuttu ve ona

hiçbir zarar vermeden uzaklaştı. Bu, Tiran'ın öfkesini artırdı ve Aber'in çektiği işkence

daha da uzadı. Haykırışından hemen sonra ruhu Tanrı'ya kavuştu. "Sonra üçüncü oğlan

Machir getirildi. Tiran, yeni işkenceler türetmişti. Bir küre getirmelerini emretti ve

bütün kemikleri en acınacak biçimde çekilerek eklem yerlerinden çıkarılıp kürenin

üstüne bağlandı. Sonra baş ve yüz derisi yüzüldü ve işkence çarkına alındı ama

38

kemikleri daha beter gerilemezdi, çünkü hepsi önceden çıkmıştı, fena halde kan

akıyordu - sonra dili kesildi ve kızgın tavaya oturtuldu, ruhunu Tanrı'ya teslim etti."

Josephus dehşet verici ve sinir bozucu anlatımına devam eder.

Dördüncü çocuk ludas'ın kazığa bağlanıp dövülüşünü, dili koparılıp işkence

çarkında can vermeden önce nasıl eziyetlere uğradığını anlatır; beşinci çocuk Achus'un

pirinç kaba atılışını, altıncı çocuk Areth'in bir direğe bağlandıktan sonra baş aşağı

çevrilip, yakacak ama öldürmeyecek bir mesafede ateşe tutuluşunu, sivri uçlu aletlerle

gövdesinin her yerinin delik deşik edilişini ve dilinin kızgın kerpetenle koparılışını ve

sonunda kızgın tavaya konuluşunu anlatır; en küçükleri]acob'un kızgın tavada

pişirilmeden önce ellerinin kesilişini ve dilinin koparılışını anlatır. Bunlardan sonra

Antiokhos, her Spartalı kadını delirtmeye yetecek bu hunharca ve dehşet verici

işkenceleri görmekten çektiği ıstırapla zaten aklını yitirmiş olan anneye döner. "Onu

soydurdu, ellerinden astırıp zalimce kamçılattı. Göğüsleri ve cinsel organları kesildi ve

o da kızgın tavaya kondu."

39

Şekil 10: Makabil’in işkenceleri

Clark’ın Martyrologia’sından MAKABİL’İN İŞKENCELERİ

40

5.5. Taşlayarak Öldürme

Yöntemin eskiliği, kolay ve açık oluşunda kendini göstermektedir. Herodotos da bunun

kullanıldığından söz eder. Küfür, sapkınlık, putperestlik, zina, hayvanlarla ilişki,

eşcinsellik vb. için kullanılır.

Şekil 11: Taşlayarak öldürme

Paganizmin etkisini silmek kolay olmamıştır bu neticeyle Hristiyanlar büyük

zulümlere uğramışlardır. Başta İsa’nın öğrencileri olmak üzere Hristiyan inancına sahip

olan birçok aziz ve inanlı katledilmişlerdir. Bu katledilişler basit ölümler değil oldukça

acı verici işkencelerle gerçekleştirilen bir uygulamadır.

41

İlk örnekler olarak İsa’nın 12 havarisi;

1.Petrus çarmıha gerildi.

2. Andreas çarmıha gerildi.

3.Matta kılıçla öldürüldü.

4.Yuhanna doğal olarak öldü.

5.Alfay oğlu Yakup çarmıha gerildi.

6.Filipus çarmıha gerildi.

7.Simun çarmıha gerildi.

8.Taday oklarla öldürüldü.

9.İsa’nın kardeşi taşlanarak öldürüldü.

10.Tomas mızrakla öldürüldü.

11.Bartalmay çarmıha gerildi.

12.Zebedi’nin oğlu Yakup kılıçtan geçirildi.

Bu ölümler ilk elçilerle (Havariler) ile sınırlı kalmayıp Elçilerden sonra yaşayan

Hristiyanlık inancını benimsemiş Aziz ve İnanlılar ile devam etmiştir.

6. BİZANS DÖNEMİ

6.1. Bizans Nedir?

Tarihte ne kendisini “Bizans İmparatorluğu” olarak adlandıran bir devlet vardı,

ne de kendisine “Bizanslılar” diyen bir halk. Bugün Bizans dediğimiz uygarlık, Roma

İmparatorluğu’nun varlığını Doğu topraklarında Hristiyanlaşarak sürdürmesinden

ibarettir. İlkçağın son yüzyıllarında Atlas Okyanusu'nun kıyılarından Basra Körfezi'ne

kadar uzanan Roma İmparatorluğu, esas olarak Akdeniz çevresinde ulaşabileceği doğal

sınırlarına dayanmış, MS 3. yüzyıldan başlayarak da bu geniş coğrafyada ciddi

sorunlarla karşılaşmış ve zaman içinde imparatorluğun yönetsel, ekonomik ve kültürel

ağırlık merkezi kaçınılmaz olarak Doğu'ya kaymıştır. Bu eğilim daha Diocletianus

döneminde (285-305) başlamışsa da, ilk gerçekçi adımlar Roma İmparatoru I.

42

Constantinus (Büyük Konstantin) tarafından atılmıştır. O, bu zorlukları aşmak için

öncelikle Doğu'da yeni bir din olarak güçlenen Hristiyanlığı, 313 yılında,

imparatorluğun "eşit" dinlerinden birisi olarak tanıdı. Bu bir bakıma, yıpranan Roma

yönetimi için yeni, güçlü ve dinamik bir dayanak, bir toplumsal destek bulma çabasının

sonucuydu.

Çünkü yeni din, özellikle Doğu topraklarında görmezden gelinemeyecek denli

güçlü bir toplumsal tabanı, daha 3. yüzyılda edinmişti ve bu diri güç, çökmekte olan

Roma İmparatorluğu'nu tekrar diriltecek toplumsal dinamiği sağlayabilirdi. Bu gerçeği

gören I. Constantinus, daha 312'de, Ortak İmparator Maxentius'u yenerek saf dışı

bıraktığı Milvian Köprüsü Savaşı’nda, savaştan önce gördüğü bir rüyayı yorumlayarak

askerlerinin kalkanlarına ve labarumun üzerine İsa Mesih'in (Iesus Xristos) baş

harflerinin üst üste getirilmesinden oluşan khristogramı koydurmuş ve zaferini de buna

bağlamıştır. Kendisinin Hristiyan olup olmadığı kuşkuluysa da, imparatorluğun

özellikle Doğu topraklarındaki Hristiyan cemaatler arasında sempati ve destek

kazandığı muhakkaktır. Artık imparatorluğun Roma kentinden yönetilmesinin zorlukları

da ortadaydı. Başkentin kendisi güven altında değildi. Milvian Savaşı’ndan sonra

imparatorluğa tek başına egemen olan I. Constantinus24

, başkenti de kademeli olarak

daha güvenli gördüğü Doğu topraklarına taşıdı. Küçük bir Roma kenti olan Byzantion,

yoğun bir imar faaliyetinden sonra 330 yılında imparatorluğun “ikinci başkenti” olarak

kutsandı. Constantinus'un bu yoğun imar çabası, onun “yeni bir Roma yaratma”

vizyonunun bir göstergesidir. Yeni başkent, Roma kenti model alınarak neredeyse

baştan inşa edilmiş; imparatorluk sarayı, büyük kamu hamamları, geniş meydanlar

(forum), revaklı caddeler, zafer takları inşa edilmiş, hipodrom genişletilerek işlev

kazandırılmıştı. Bu yeni merkeze, yeni rolünü perçinlemek amacıyla imparatorluğun

dört bir köşesinden önemli heykeller, mimari parçalar getirilmiş, bunlar kentin yeniden

inşasında önemli semboller olarak kullanılmıştır.

Bu süreç, 395 yılında İmparator I. Thedosius'un ölümüyle Roma

İmparatorluğu'nun resmen Doğu ve Batı diye iki ayrı yönetsel birime ayrılmasıyla

devam etmiş, Theodisius'un oğullarından Arcadius, Doğu Roma'nın, Honorius ise Batı

Roma'nın imparatoru olmuştur. Roma İmparatorluğu bir süre iki başkentli ve iki eş

imparatorlu bir devlet olarak yönetildi. Doğu ve Batı arasındaki sınırı ise, bugünkü

24

Akyürek 2016, 1-2

43

Ortodoks dünyanın batı sınırı oluşturmaktaydı. Aynı yıl Hristiyanlık Doğu Roma

İmparatorluğu'nun “devlet dini” olarak ilan edilmiştir. İzleyen yüzyıllarda Batı Roma

İmparatorluğu kuzeyden gelen kavimler tarafından yıkılmış, Doğu topraklarındaki

Roma İmparatorluğu ise varlığını, başkenti Konstantinopolis olmak üzere, 1453 yılına

kadar yaklaşık 11 yüzyıl sürdürmüştür. Modern tarihçilerin “Bizans” olarak adlandırdığı

uygarlık, işte bu, Doğu'da süren Roma İmparatorluğu'dur. Ancak bu uygarlık hiçbir

zaman kendisini Bizans olarak adlandırmamış, ilk imparatoru I.Constantinus'tan, son

imparatoru XI. Konstantinos Palaiologos'a kadar tüm imparatorlar “Roma İmparatoru"

unvanını kullanmış, imparatorluğun halkına da Romalılar denmiştir. Bizans ismi, 19.

yüzyılda tarihçiler tarafından bu uygarlığa verilmiş olan bir isimdir. Bizans

imparatorları Roma’nın halefi ve tek varisi olma hakkına imparatorluğun tarihi boyunca

hep sahip çıkmıştır. Bu “evrensel egemenlik” iddiasının sürdürülmesi demektir.

Geç Antik Çağ’ın bütün “uygar” dünyası Akdeniz ve çevresindeki topraklardan

oluştuğuna göre, bu toprakları yöneten Roma, bütün dünyanın da hakimiydi, yani

evrensel bir devletti. Onun sınırları dışında kalanlar ise, ne konuştukları bile

anlaşılmayan, Romalıların “Barbar” diye adlandırdıkları kavimlerden ibaretti.

Dolayısıyla Roma İmparatorluğu bütün dünyanın tek bir imparatorluk altında

birleştirilmesinin sembolüydü. Roma İmparatoru da, bütün dünyanın tek hükümdarıydı.

Başka hükümdarların varlığı, ancak Roma İmparatoru’nun bahşettiği unvanla mümkün

olabilirdi. Tek meşru imparatorluk olabileceği ve bunun da tüm dünyayı yöneteceği,

Roma’nın olduğu gibi, Bizans’ın da siyasal doktrininin temelini oluşturuyordu. Süreç

içinde Hristiyan bir kimliğe bürünen Bizans İmparatorluğu için bu savın anlamına

siyasal istemlerin yanı sıra, dinsel amaçlar da yüklenmişti: Nasıl ki evrene hükmeden

tek Tanrı vardı, bu dünyaya da onun temsilcisi olarak tek hükümdar hükmetmeliydi ve

bu da elbette ki Roma İmparatoru olmalıydı. Tek meşru imparatorluk olan Roma (artık

Bizans demeye başlayabiliriz) evrensel bir devlet olarak tüm Hristiyanları içinde

barındırmalıydı; imparator ise Tanrı’nın bu dünyadaki tek meşru temsilcisi olarak

Hristiyanlığın bekçisi ve tüm Hristiyanların koruyucusu olmalıydı. Tek Tanrı, Tek

İmparator, Tek İmparatorluk! Bu ancak Hristiyan Roma İmparatorluğu, yani Bizans

İmparatorluğu ile mümkün olabilirdi. Bu doktrin bütün bir Geç Antik Çağ ve Ortaçağ

boyunca Bizans Devleti’nin temel doktrini olmasının yanı sıra, Bizanslıların dışında

kalan halk ve kavimler tarafından da bir gerçeklik olarak kabul görmekteydi. Gerek

Bizans İmparatorluğu’nun kendi tebaası, gerekse bunun dışında kalanlar için, Bizans

44

İmparatorluğu hukuki ve ideolojik algılanış biçimiyle yeryüzünün tek meşru

imparatorluğuydu.

Öyle ki, bir zamanlar imparatorluk tebaası olan, ama sonraki yüzyıllarda

ayrılarak kendilerini “imparatorluk” ilan eden, hatta Bizans’ın varlığını tehdit edecek

kadar güçlenen bazı uluslar için bile bu algılama değişmiyordu. Onların hükümdarları,

Konstantinopolis’teki Roma İmparatoru’nun kendilerine gönderdiği hükümdarlık

taçları ile meşruiyet kazanmakta, onun verdiği saray unvanlarını gururla

kullanmaktaydı. Çizmeyi çok aşanlar, 6. yüzyılda Ravenna kenti başta olmak üzere

İtalya’nın bir kısmını ele geçiren Teodorik gibi, kendisini Roma İmparatoru ilan edip

bu meşruiyeti kendisi kullanmaya çalışıyordu. Ama bu prestij, son yüzyılını neredeyse

bir ”şehir devleti” olarak yaşayan Bizans’ın 1453 yılındaki sonuna kadar ona ait oldu.

1453’te ise Bizans İmparatorluğu’nun başkentini ele geçiren II. Mehmet, bu unvana

sahip çıkarak kendisini Roma’nın da imparatoru olarak ilan etmiştir. Bizans ile aynı

jeopolitiği paylaşan Osmanlı İmparatorluğu da kendi tebaası olan Bizanslıları, “Rum”,

yani Romalı diye adlandırmaya devam etmiştir. İşte bugün bizim “Bizans

İmparatorluğu” olarak adlandırdığımız siyasi ve kültürel varlık, bu imparatorluktur. Bu

imparatorluk için “Bizans” adını her ne kadar ilk olarak 16. Yüzyılda Hieronymus

Wolf (1516-1580) kullanmışsa da, akademik alanda bu adın kullanılması 19.yüzyıl

tarihçileriyle başlamıştır25

.

Neden Bizans isminin seçildiği sorusunun yanıtı ise, ”Yeni Roma” olarak, Doğu

İmparatorluğu’nun yeni başkenti seçilen bugünkü İstanbul kentinin ilk kuruluşuna

uzanmaktadır. MÖ 7. yüzyılda Megara’dan yola çıkan Byzas komutasındaki Yunan

kolonistleri, yola çıkmadan önce danıştıkları Delphi’deki Apollon Tapınağı

kâhinlerinin de önerileri ile, kendilerinden önce gelerek buraya yerleşmiş olan

Khalkedon’daki (Kadıköy) “Körler Ülkesinin karşısına, yani bugünkü Sarayburnu’na

kentlerini kurmuştur. Khalkedonlular ”kör”dü, çünkü stratejik olarak savunulması çok

kolay olan bu yarımada (bugünkü Sarayburnu) dururken, onlar Khalkedon’a yerleşmişti.

Bu küçük Grek kolonisi, Byzas’ın kenti anlamında “Byzantion” olarak adlandırılmıştır.

Nitekim daha MÖ 3. yüzyılda basılan bazı sikkelerde kentin adı Byzantion olarak

25

Demircioğlu 1998, 103

45

okunmaktadır. MS 73 yılında Roma İmparatorluğu’nun topraklarına katılan kent, 330

yılında Konstantinopolis olana kadar 10 yüzyıl boyunca Byzantion olarak anılmıştır26

.

6.2. Bizans’ta Yasama Sistemi

Bizans, kendi yasama sisteminin temeli olarak kullanmak üzere Roma’nın

yasama sistemini almıştır ama Konstantinopolis’te oldukça erken bir tarihte eski

yasaları, değiştirmek ya da kaldırmak üzere, incelenmesi için bir kurul oluşturulmuştur.

Bu kurul toplandığımda vali doğrudan ilgili olduğundan, bu dönemlerde işi daha da

yoğunlaşmıştır. Yasaların yenilenmesi tümüyle imparatorlara bağlıdır. Her biri, bir

hükümdar olarak, yasama organının başındaydı ama bazı imparatorlar sistemi

çağdaşlaştırmak ile diğerlerinden daha çok ilgilenmişlerdir27

. Theodosios yasaları

yumuşatma girişiminde bulunan ilk imparatordur. İ.S 438’de I.Constantinus’un ve

Bizans tahtına çıkan bütün ardıllarının bildirilerini bir külliyat haline getirmiştir ve

onları Codex biçimine sokup başlık olarak kendi adını vermiştir. Bütün yasaları tek bir

ciltte toplayarak, onlara gönderme yapılmasını ve kontrol edilmesini kolaylaştırmıştır.

Bu gelişme avukatların yasaların karmaşıklığından ve yanlış yorumlanmasından

kaynaklanan yanlışlardan kaçınabilmelerini sağlamıştır.

Ayrıca Codex Roma’da değilse de Bizans’ta ülkenin yasama sisteminin temeli olarak

çabucak kabul edilmiştir. Bunun sonucunda özgün metnin Latince yazılmış olmasına

karşın, bu kitabın ortaya çıkışı, İmparatorluğun Doğu ve Batı bölgelerinde uygulanan

anayasaların ayrılmasının ilk işaretidir. Bizans yasaları Iustinianos’un ölümünden sonra

olduğu gibi kalmamıştır. Bunu izleyen yüzyıllarda genel görünümdeki değişikliklere

uyarlanmak üzere değiştirilmiştir. Isaurialı III.Leon (717-41) Iustinianos’un

ardıllarından küçük değişiklikler yapma gereğini duyanların ilkidir. Leon’un

reformlarından birçoğu bugün barbarca kabul edilse bile, sekizinci yüzyılda yerini

aldıkları yasalara göre çok daha insaflı sayılabilir28

.Iustinianos’un yasalarına göre bazı

durumlarda verilebilecek tek ceza ölüm ya da yıkıcı bir para cezası iken, Leon, bu

cezaların yerine bugün bizim kanımızı donduran burun yada elleri kesme ve dil

koparma cezalarını koymuştur. Bin yıl önce en şefkatli ve aydın Hristiyanlar,

mutilasyonun normal sayıldığı, aynı zamanda da Hristiyanlık inancının aziz ve din

26

Akyürek 2016, 5 27

Rice 2002, 94 28

Rice 2002, 95

46

şehitlerine yapılan işkenceleri betimleyen resimlerin göze çarpacak biçimde yapıldığı

bir toplumda yaşamaktadırlar. Bunun sonucunda duyarlılıkların körelmesi niye bu gibi

cezaların geniş çapta ölüm ya da yoksulluk cezalarına çarptırılmaya yeğlendiğini

açıklamaya yardımcı olabilir. Suçlar, topluma ve kişilere karşı işlenenler olmak üzere

iki kategoriye ayrılmaktadır. M.Ö. 672 – 674 yıllarında Sylla’nın ceza mevzuatında

yaptığı reformdan sonra, usul kanunları çıkmış ve özel suçlar yanında kamusal suçlar

kavramı da ilk kez benimsenmiştir. Ayrıca suça teşebbüs ve iştirak halleri de

cezalandırılmıştır. Ceza hukukunun kaynağı İmparatorluk emirnameleri, senato kararları

ve hukukçuların yorumları ve eserleriydi. Roma’da da evvela teamül hukuku vardı.

Bunu müteakip, rahip hukukçular yetişmiş, daha sonra XII Levha Kanunu kaleme

alınmıştır. Teamül hukuku, bütün Roma tarihi boyunca, belli başlı hukuk kaynağı olarak

kaldı. Roma’nın ilk ve büyük kodifikasyonu olan XII Levha Kanunu, o zamanki teamül

hukukunun en mühim kısmını, yazılı olarak tespit etmekte idi. XII Levha Kanununda

üzerinde en fazla durulan mevzular, Usul Hukuku, Hukuki Muamelelerde Şekil, Miras,

Vesayet, Haksız Fiiller ve Cezalardır29

. Bu kanunda ve Roma hukukunda ceza

yargılamasına ilişkin hükümler hemen hemen hiç yoktur. Kanundaki usul hükümleri

özel hukuka ilişkindir. El veya sopa ile kemik kırılmışsa zarar gören hür bir kimse ise

300, köle ise 150 As (Roma parası) ödenirdi. Diğer bütün hallerde, yani hukuka aykırı

diğer hafif maddi tecavüzlerde, müessir fiillerde ceza 25 As idi30. Yalan yere tanıklık

ve hakimin rüşvet alması durumu için ağır cezalar öngörülmüştü. Vatana ihanet ölümle

cezalandırılıyordu. 12 Levha Kanunu’nda yangın çıkarmaya ilişkin hükümler vardı,

ancak M.Ö. 5. yüzyılda bile kasten veya taksir (ihmal) ile yakma arasında fark

gözetilmişti. Böyle bir ayırım kasıtla ve taksir (ihmal) ile adam öldürme arasında da

yapılmıştı. Kanun hırsızlık hakkında teferruatlı hükümler getirmişti. Suçüstü hırsızlık ile

suçüstü olmayan hırsızlık arasında fark vardı. Kamu adına takip edilen suçlar arasında

sihir veya büyücülük de sayılmıştır. Başkalarının sağlığını ve hayatını kötü etkileyecek

sihir ve büyü, başkasına ait ürünün kötü olması için edilen dualar ölümle

cezalandırılmaktaydı31

.

29

Umur 1999, 74-77 30

Şahin 20014, 366 31

Kocaoğlu 2013, 189

47

Şekil 12: Çarkta işkence yöntemi

Şekil 13: Çarkta kemiklerin kırılması

48

6.3. Ceza Şekilleri

Suç kavramı ile bağdaştırılan cezalar esasen; işkencelerin yasallaştırılmış

biçimidir. Neolitik dönemden bu yana insanlığın yerleşik hayata geçmiş olmasının

verdiği birlikte yaşama olgusu, İnsanlar içerisinde bir düzen ve disiplinin gerekliliğini

doğurmuştur. Bu nedenle belirli kurallar çerçevesinde birlikte yaşam daha kolay ve

düzenli hale getirilmiştir. Çok eski zamanlardan bu yana devam eden kurallar bütünü

eski zamanda yazılı bir hukuk kuralları adı altında toplanmamış olsa da çeşitli dini, örfi

adetler neticesinde uygulanmaktadır. Bizans döneminin farkı ise bu kuralların

yasalaştırılmış olmasıdır. Kurallar bir araya getirilerek Codex’ler de toplanmış,

işkencelerin yasal hale gelmesini sağlamış ve bir düzen bir disiplin kurmak amacı ile

insanlara dayatılmıştır. Fakat bu düşüncelerin olumlu yanları olduğu kadar olumsuz

etkileri de meydana gelmiştir. Her ne kadar yasallaştırılmış olsa da insanlar tarafından

bu ayrıcalık ve yetkiler her konuda olduğu gibi aşırılığa kaçan ve keyfi uygulamaları da

içinde barındırmıştır.

Cezalandırma çeşitlerini

1-) İmparator kanunları

2-) Kilise Cezaları

3-) İnsanların, ibadet ve arınma amacı ile kendilerine verdikleri cezalar

Üç ana başlıkta sınıflandırmak mümkündür.

Bunun yanı sıra halk sık sık çağdaş bir diktatörün, hiçbir zaman hoşgörü ile

karşılamayacağı yöntemlere başvurmuştur. Konstantinopolis’in tarihinin her döneminde

kargaşa ve başkaldırılar çok sık görülen olaylardı ve tüm kutsal haklarına ve sınırsız

güçlerine rağmen sayısız imparator halk ya da diğer imparatorlar tarafından insafsızca

tahtından indirilmiş, çoğunlukla işkence edilmiş ve hatta öldürülmüştür. Bu tahttan

indirmeye örnek verecek olursak;

49

I.Andronikos Kommenos 2 Eylül 1185’te tahtından indirilmiştir. Sokak ortasında

soyulup bıçaklanarak işkenceye tabi tutulup idam edilmiştir.

Şekil 14: I.Andronikos Kommenos’ un öldürülmesi

602 yılında Phocas, Mavrikios’u tahttan indirmek adına askerler ile birlik olmuş

ve isyana önderlik edip Mavrikios’u yönetimden indirmiştir. Bunun neticesinde çeşitli

reformlar ve vergi indirimleri yaparak halkın güvenini kazanmıştır. Ancak imparator

Mavrikios tahtı bırakıp manastırda keşiş olmaya karar vermiş olmasına rağmen onu ve

ailesini bir tehdit oluşturmadığı halde öldürtmüştür. Aynı zalimlik 610 yılında arkadaşı

olan Herakleios tarafından kendisine uygulanmıştır. Sonrasında varis olarak

III.Konstantin (641) ve Heraklonas vasiyet edilmiştir. Roma Dönemi’nde sıkça

karşımıza çıkan entrikalar sonucu III.Konstantin, Martina (Heraklonas’ın annesi)

tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Heraklonas ve annesi yönetimi ele almışlardır.

Ancak senato tarafından cezalandırılarak Heraklonas’ın burnu kesilmiş, annesi

Martina’nın ise dili kesilmiştir. İşte buna benzer tahttan indirme ve cezalandırma

şekilleri Bizans Dönemi’nde oldukça yaygındır. Cezaların bir kısmı da imparator

olamama adına yapılmış çirkinleştirme operasyonlarıdır. İmparatorluğun Tanrı’nın

temsilcisi olduğuna inanıldığından kusursuz ve güçlü olması düşüncesi oldukça

hakimdir. Bu düşünceden dolayı bazı İmparatorların burunları kesilmesi, gözlerinin kör

50

edilmesi, dilin kesilmesi ve hadım edilmesi gibi İmparatoru zayıf konuma düşürebilecek

cezalandırma yöntemleri olarak uygulanmıştır.

Çirkinleştirme cezasına uğrayıp ta kör edilen imparator veya imparator

adaylarına örnek olarak; Alexios Philanthropenos (1295), Artabasdos (743), Sisinnios

(743), Bardanes Tourkos (803), Bardas Phokas (1026), Nikephoros (792) verilebilir.

Burnu kesilerek cezalandırılanlara ise; John Athalarichos (637), Heraklonas (641),

Justinianus II (695), Theodorus (637) örnek verilebilir.

Şekil 15: Dil kesme ve kör etme yöntemleri

51

Roma döneminde kullanılan ceza ve işkenceler Bizans Döneminde de varlığını

sürdürmeye devam etmiştir. Ancak yeni bir olgu olarak manastır cezaları ve çilecilik

kavramı oraya çıkmıştır. Kadınların saçları kesilerek manastırlara kapatılması,

İmparator eşlerine dahi bu cezaların verilmesi oldukça dikkat çekicidir. Bunun yanı sıra

insanları ibadet ve arınma maksadıyla kendilerine verdikleri cezalar Bizans dönemi

farkını ortaya koymaktadır.

6.4. Çilecilik

Ruhban sınıfına verilmiş sayısız görev ve işlere karşın, bunların arasında en

ateşliler bile, mutlak mutluluğu kiliselerine rahip olarak hizmet etmekte

bulamamışlardır. Hem ruhban sınıfının dışındakilerin hem de rahiplerin varlıklarını

tümüyle kiliseye dayandırdıkları bir toplumda, her davranış dinsel bir bakış açısından

yargılanmaya başlanmıştır. Giderek daha çok insan düşüncelerini mezarın ötesindeki

dünyada ruhlarını bekleyen kader üzerinde yoğunlaştırırken, her birey cennete alınmak

için gerekli olan niteliklere sahip olmak üzere dinsel sapkınlıkta bulunmaktan kaçınmak

için büyük bir çaba sarf etmiştir. Onların gözünde ruhların kurtuluşunu güvenceye

almak ve diğerlerine örnek olarak onların da ruhlarını kurtarmak, insanların

Şekil 16- Kör etme uygulaması

52

yeryüzündeki varlıklarını geliştirmekten daha büyük önem kazanmıştır. Bu çizgide

düşünen insanlar çoğunlukla, başlıca görevlerinin, diğerlerinin yararına çabalamaktan

çok bedenlerinin isteklerini yok ederek kendilerini kötülüklerden arındırma olduğuna

inanmaya başlamışlardır.

Bu tümüyle yeni bir yaklaşım değildir. Hristiyanlığın yasallaştırılmasından sonra

bir Hristiyan şehidi olarak kurtuluşu güvenceye alma yeteneğinden yoksunluğun

mantıklı sonucudur. Çilecilik, yani başkalarının yaptığı işkence kadar ruhu denemek

için iyi bir yol olan kendi kendine acı verme, din şehitliğine karşı tek olası seçeneği

sunmaktadır. Kutsal topraklarda Hristiyanlık öğretisi ilk vaaz edildiğinde Orta Asya’nın

Budist toplumlarında manastır yaşamı kavramı zaten geniş çapta yaygındır; sayısız

Budist manastırı o sırada binlerce yandaşını barındırmaktaydı. Onların ünleri çok

değerli ipek balyalarını Çin’le Avrupa’yı birbirine bağlayan kervan yollarında taşıyan

tüccarlar tarafından Batı’ya ulaştırılmıştır, fakat ilk Hristiyanlar Budist keşişlerin

geliştirdiği disipline katı bir çilecilik öğesi katmışlardır32

.

Bir Hristiyan çilecisinin yaşam biçimi kavramı büyük bir olasılıkla 3.yüzyılda

Mısır’da ortaya çıktığı için temelde doğu kökenlidir. Daha sonra bu moda Suriye’ye

yayılmıştır ve sayıları giderek çoğalan ateşli Hristiyanlar, din şehitleri gibi ruhlarını

cehennem azabından kurtarmak için onları taklit etme çabasıyla bedenlerini feda edip,

doğal isteklerini engelleyerek keşişler gibi yaşamak üzere Mısır çöllerine çekilmişlerdir.

Aziz Simeon’un “Azizler yeryüzünde parlarlar ve cennette aziz olurlar.” gibi ifadeleri

ya da Enkhaita’lı Ionnes’in “Azizler yaşamda olmayanı sağlama gücüne sahiptirler.”

gibi öğretilerinden destek almışlardır. Mağaralarda yaşamak üzere diğer insanların

dünyasından kaçan münzeviler ya da ağaçlarda yaşayan dendritos’lar meyve ve otla

beslenmiştir ve uyanık oldukları saatleri dua ederek geçirmişlerdir. Birçoğu ruhlarını,

bedenlerini geçirdikleri deneyler kadar ağır deneylerden geçiren sanrılara(halüsinasyon)

yol açana kadar kendi açtıkları yaralarla bedenlerine işkence etmiştir. Daha sonra

yaklaşık 384 yılında üç yıl münzevi yaşamı geçirerek ruhunu deneyen ateşli bir

Hristiyan kendisi için daha da külfetli bir kefaret yolu icat etmiştir. Yaşamının geri

kalanını Suriye ile Kilikya arasında diktiği bir sütunun üzerinde ayakta durarak

geçirmeye karar vermiştir. Böylece Simeon, daha sonra sütun üzerinde yaşayanların

isimlendirildiği gibi “Stylitos”ların ilki olmuştur.

32

Rice 2002, 74

53

Şekil 17: Sütun üzerinde Aziz Simon

Şekil 18: Sütun üzerinde Aziz Alypius

54

Bastırılamayan bir inanca sahip birçok kimse onu izlemiştir, fakat sütun üzerinde

yaşayan Danyal en çok tanınanıydı çünkü o, Konstantionopolis’te bir sütunun üzerine

33 yaşında çıkmıştır ve 493 yılında 83 yaşında ölene kadar orda kalmıştır. O,

Simeon’un müridiydi ve günde iki kez öğüt vermek ve onları rahatlatmak üzere

ibadetine ara verdiği kendi müritleri vardır.

Sütun üzerinde yaşayanlar 40 gez(dirsekten orta parmağın ucuna kadar olan

uzunluk ölçüsü) yüksekliğinde ve uyuduklarında onları düşmekten koruyan demir

parmaklıklarla çevrili sütunların üzerinde ayakta durarak yaşamışlardır. Hiç oturmadan

ya da diz çökmeden ve bedenlerine hiç bakmadan ve gerçekten de bir rüzgâr, oradan

geçen bir kuş, bir yolcu ya da bir mürit birkaç meyve ya da kabuklu yemiş getirene

kadar hiçbir şey yemeden orada dururlar ve hiç pişmiş yemek yemezlerdi. Aşırı sıcak ve

soğuğa dayanır, bazen güneşten kör olur bazen de buzlarla kaplanırlardı: temizliğin

tanrısal olmak gibi hiçbir iddiası bulunmadığı bir çağda, bu gibi insanlar leş gibi

kokarak pislik içinde yaşamışlardır. Danyal öldüğünde ayakları sürekli ayakta

durmaktan ve ayaklarındaki yaralardan beslenen mikroplar sonucu oluşan

enfeksiyonlardan harap olmuştur. Keçeleşmiş saçları geçen kuşlara yiyecek olabilir

düşüncesiyle öldürmekten kaçındığı bitlerle doluydu. Giyinmek için hiçbir çaba

harcamayan münzevilerin aksine (Aziz Onouphrios çıplaklığını örtmek için dizlerine

kadar inen bir sakal uzatarak kutsallığa ulaşmıştır.) Sütunlarda yaşayanların bazıları

gövdelerinin üst bölümünü örtmek üzere deri bir yelek giymişlerdir. Danyal’ın sütunu

üç basamakla ulaşılan bir platformun üzerindeydi; en kıdemli müridin her akşam

kendisine günün tek öğününü vermek üzere uzanabilmesi için geleneğe göre bir de

merdiven konulmuştur.

Hristiyanlığın ilk dönemlerinde inzivaya çekilerek, dua ederek ve çileyle

geçirilen yaşamlar olağandışı değildir. Çilecilerin sergiledikleri dindar davranışlar

Bizans’ta söylence olmuştur ve İmparator Iustinianos bunların gerçeklerini

sahtelerinden ayırt edebilmek için, Palladios ismindeki gözlemciyi, bu vakaların

gerçekliğini araştırmak üzere Mısır, Filistin ve Suriye’ye göndermiştir. Palladios, bu

münzevilerin deneyimlerine ilişkin öğrenebildiği her şeyi, gördükleri sanrıları, teşvik

edildikleri günahları ve çektikleri acıları tanımayarak bu azap içindeki yarı aç

yaratıkların çektiklerini her vakada edindiği bilgilerin ikinci elden geldiğini ya da

55

kendisinin görüştüğü bir münzevinin ağzından döküldüğünü belirterek büyük bir sabırla

rapor edip, araştırmalarını çağdan bir araştırmacının titiz özeniyle yürütmüştür33

.

Keşişlerin ve münzevilerin istedikleri süre boyunca kendi kendilerine uyguladıkları bu

kişilik ve dayanıklılık denemeleri, cennete girebilmek için uygun olmaya duydukları

özlemle giderek onların yanlarına mürit olarak yerleşip azar azar manastır cemaatleri

oluşturanların dikkatini çekmiştir. Aziz Antonios bunlardan en ilki değilse bile hiç

kuşkusuz ilk keşişlerin en etkilisi olmuştur. Yine Kommenoslar dönemine baktığımızda

çeşitli dinsel acılar ve günah bağışlatma adına çekilen çileler görmekteyiz.

İmparator Alexios Kommenos onların karşısına bir suçlu gibi, bir hükümlü gibi,

garibanın biri gibi hatta kendinden üstün olanlar karşısında boyun bükmüş, kendisi

hakkında mahkemece verilecek hükmü, ne hüküm verilecek olursa olsun, endişeyle

bekleyen birisi gibi, çıktı. Ne ilk heveslenmeyi ne bu hevese boyun eğmeyi, ne eylemin

kendisini, ne de bu davranışların nedenini söylenmemiş bırakarak, her şeyi itiraf etti:

Her şeyi[suçluluğundan dolayı] korkarak ve [yargıçlar kurulu durumundaki din

büyüklerinin âdetine] güvenerek, açıkladı ve pişmanlık gösterip, ısrarla [çektiği] bu

acılara bir deva bulunmasını istedi34

. Yargılayıcıları, yalnız Alexios’a değil, onunla aynı

kandan [onun kan hısımı] olup da onun ayaklanmasına katılmış olanlara da aynı cezayı

verdiler. Bunlar, Tanrıyı yatıştırmak için, oruç tutacaklardı, toprak üzerinde [döşeksiz

yatıp] uyuyacaklardı ve [günah bağışlatma konusunda geleneksel olan] diğer bağlantılı

dinsel adetleri yerine getireceklerdi. Onlar [Kommenos’lar] bu cezaları haklı buldular

ve içtenlikle kabullendiler. Ayrıca, onların [Kommenos kardeşlerin] eşleri de bu cezaları

üstlenmekten bağışık kalmak istemediler –zaten, kocalarına böylesine bağlı iken, nasıl

isteyebilirlerdi? – ve kendiliklerinden, boyunlarını tövbe eziyetleri [tövbe gereği

çekilecek eziyetler] boyunduruğuna uzatmışlardır.

O zaman saray, gözyaşlarıyla acıyla dolmuşa döndü; ama bu, kınanacak ve

yürek güçsüzlüğünün belirtisi olan [bir] acı değil, övgüye değer ve [hem] çok daha

büyük, [hem] bir kez edinilince yok olmaz bir mutluluğun yaratıcısı olan bir acıydı.

Ancak, imparator, çok dindar olduğundan, [din büyüklerince buyurulanlardan] daha da

fazlasını yaptı: 40 gün 40 gece boyunca, mor renkli [İmparatorlara özgü] giysisi altında,

33

Rice 2002, 76 34

Komnena 1997, 106

56

bedenine tenin hemen üzerine [kendi kendine eziyet etmek için] çuldan bir iç gömleği

giydi. Geceleri toprağın üzerinde yatıyor, başını bir taşa dayıyor ve doğal olacağı üzere

kendi suçlarına ağlıyordu. İşte sonradan, böylece elleri temiz [günahlardan arınmış]

olarak devletin yönetimini ele almıştır35

.

7. ÇEŞİTLİ CEZA VE İŞKENCELER

Pater familyasının katli, her türlü insanın öldürülmesi (tartışmalı bir

meseledir),vatana ihanet, devlet teşkilatının güvenliğini tehlikeye düşürmek,

kundakçılık, gece toplantıları, hakime rüşvet verme, zina vd.. Suçlar ölümle

cezalandırılıyordu. İdam farklı şekillerde olabiliyor özellikle bu şekli dini hukuk tayin

etmektedir. Örneğin başkasına ait ekinleri gece imha eden kişi, Tanrıca Cares’in kurbanı

olarak “uğursuz ağaç” a asılırdı. Fail yılanlar ve başka hayvanlarla birlikte deri bir

çuvala konulup suda boğulmaya bırakılırdı36

.

7.1. Uygulanan İşkencelerin Resim Sanatına Yansımaları

Ceza ve takibata uğrayan Hristiyan inanlı ve azizlerin ne şekillerde

öldürüldüğünün resim sanatına yansımasının en iyi örneklerini ve Basileios’un

Menologio’sunda görebilmekteyiz.

35

Komnena 1997, 107-108 36

Wilinski 1966, 89-94

57

Şekil 19: 20.000 Hristiyan inanlısının Nicomedia(İzmit)’da diri diri yakılıp şehit edilmesi

Şekil 20: Abibus'un Edessa(Şanlıurfa) da diri diri yakılması

58

Şekil 21: Acindynus, Pegasias ve7000 kişinin katledilmesi

Şekil 22: Adauctus’un Efes’te kafasının kesilmesi

59

Şekil 23: Agapia, Irene ve Chionia'nın diri diri yakılması

Şekil 24: Agathocleia'nın ensesinden şişlenmesi

60

Şekil 25: Akepsimas ve Aithalas'ın Mısır da kafalarının kesilmesi

Şekil 26: Rahip Akepsimas, Joseph ve Aethalas'ın işkence edilerek öldürülmesi

61

Şekil 27: Alexander ve 30 kişinin Pisidia'da kafalarının kesilmesi

Şekil 28: Alexander'in Selanik’te kafasının kesilmesi

62

Şekil 29: Rahip Alexander, Heraclius, Anna, Theodota ve Glyceria'nın Adrianapolis'te kafalarının kesilmesi

Şekil 30: Ananias'ın İran'da dövülmesi

63

Şekil 31: Ananias'ın İran'da taşlanması

Şekil 32: Ananias, Azarius ve Misael'in diri diri yakılması

64

Şekil 33: Anastasia ve Basilissa'nın kafalarının kesilmesi

Şekil 34: İsa'nın öğrencisi Andreas'ın çarmıha gerilmesi

65

Şekil 35: Rahip Anthimus'un İzmit'te dövülmesi

Şekil 36: Rahip Anthimus'un İzmit'te kafasının kesilerek şehit edilmesi

66

Şekil 37: Aquila, Valerian, Eugene ve Candidus'un Trabzon'da kafalarının kesilmesi

Şekil 38: Archippus ve Philemon'un işkence edilerek öldürülmesi

67

Şekil 39: Arianus'un yılanlı çuvallara konularak denize atılması

Şekil 40: Rahip Aristion'un İskenderiye'de diri diri yakılması

68

Şekil 41: Basil'in Ankara'da aslan tarafından parçalanarak öldürülmesi

Şekil 42: Basus, Eusebius, Eutichius, ve Basilides'in İzmit'te çeşitli işkenceler görerek öldürülmeleri

69

Şekil 43: Carpus, Papylus, Agathadorus ve Agathonike'nin Bergama'da işkence edilerek yakılması

Şekil 44: Claudius, Asterius, Neon ve Theonilla'nın Kilikya'da işkence görmesi

70

Şekil 45: Daniel peygamberin aslanlara atılması

Şekil 46: Dasias, Caius ve Zoticus'un boyunlarına ağırlık bağlanarak denize atılması

71

Şekil 47: Galacteon ve karısı Episteme'nin Suriye'de Humus yakınlarında uzuvlarının tek tek kesilerek

öldürülmesi

Şekil 48: Kutsal 40 rahibenin ve onların öğretmeni Ammon'un işkencelere tabi tutularak öldürülmesi

72

Şekil 49: Aziz Ignatius'un aslanlar tarafından parçalanması

Şekil 50: Aziz Judas Cyriacus'un haşlanarak öldürülmesi

73

Şekil 51: Julian'ın Humus'ta kafasına çivi çakılarak öldürülmesi

Şekil 52: Sarbelius ve Bebaia'nın testere ile kafalarının kesilmesi

74

Şekil 53: Haşlama, diri diri yakma, denize atma, uzuvları kesme, ters olarak askıya asıp kafasını kesme gibi

cezaların bir arada bulunduğu bir resim

Şekil 54: Zachary'nin boğazının kesilmesi

75

8. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Ceza, şiddet ve işkence olgusu antik dönemden günümüze dek süre gelen bir

süreçtir. Her ne kadar belirli dönemlerde bazı kurallar çerçevesine alınmış olsa şiddet

hiçbir zaman son bulmamıştır ve günümüzde de kendini göstermektedir. Kişisel

görüşüm şiddetin meşrulaştırılmasına izin verilmemesi yönündedir. Uzuv kesme, diri

diri yakma, aslanlara atma, suda boğma, bıçaklama, çarmıha germe, haşlama, dağlama,

kırbaçlama, kör etme, dil ve burun kesme, çarkta kemikleri kırma, yılan, timsah gibi

vahşi hayvanlarca öldürme vd.. Bana göre; iğrenç, sapkın ve sadist eylemlerdir.

İnsanların bu denli vahşileşebilmesinin altında elbette ki psikolojik sorunlar

yatmaktadır. Hiçbir insanın bir başka insana fiziksel veya ruhsal şiddet uygulamaya

hakkı olmamalıdır. Bu durum yalnızca insanlarla sınırlı kalmayıp içinde bulunduğumuz

dünyada birlikte yaşadığımız tüm canlıları kapsamalıdır. Günümüz dünyasını temel

olarak ele aldığımda bunun eğitim seviyesi ve dini inançların yanlış öğrenilip

yorumlanmasına bağlamaktayım. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde şiddet ve

suçun bu denli çok olmasının ciddi bir sorun olarak ele alınıp bu konuda yapılan

çalışmaların daha etkin hale getirilmesi taraftarıyım.

Bu çalışmam boyunca anlattığım tarihsel deneyimlerden ders çıkarılmalıdır.

Şiddet tarihin hiçbir döneminde çözüm aracı olamamıştır. Belirli bir süre insanları baskı

altında tutarak korkutmuş ya da dayatılmak istenileni yaptırmış olsa da geçerli ve kalıcı

bir çözüm aracı değildir. Elbette ki insan olmanın, birlikte yaşamanın gerektirdiği bazı

kurallar vardır. Buna bağlı olarak bazı yaptırımlar gerekmektedir fakat bu modern

hukuk kuralları çerçevesinde insanlık öz haklarına saygılı bir biçimde gerçekleşmelidir.

Hiçbir suç ölümü ya da işkenceyi haklı kılmaz. Yapılan kötü işler yaptırım gücü yüksek

olan ceza biçimleri ile yargılandığında insanlar için yeterince caydırıcı olacağı

görüşündeyim. En önemlisi başında da belirttiğim gibi insanların ve toplumun eğitim

seviyesini, insan olma ahlakını, neleri yapmaya hakkı olup olmadığı konusunda

bilinçlendirilmesi en etkin, geleceğe yönelik ve kalıcı çözümdür. Bu çalışmamda yer

verdiğim Hristiyan toplumun şiddetle, işkencelerle inancından döndürmeye yönelik

eylemler her ne kadar inanılmaz derecede vahşi yöntemler kullanılmış olsa da sonuç

alamadığı, günümüzde bu inanca sahip olan insanların varlığı ile kanıtlanmış bir

gerçektir. Bu nedenle tarih, örnek alınmaktan ziyade ders çıkarılması gereken bir

olgudur. Sizleri bu konuda düşünmeye teşvik ediyorum şiddetin ne denli yanlış

olduğunu görmeniz ve yaşamınızda şiddetten uzak durmanız temennisiyle...

76

KAYNAKÇA

05 14, 2016 tarihinde Hristiyan.net: http://www.hristiyan.net/westminster/19.htm adresinden

alındı

Akyürek, E. (2016), Bizans Uygarlığı Üzerine Genel Bir Değerlendirme. 05 14, 2016 tarihinde Tay

Project: www.tayproject.org/downloads/Bizans_EA.pdf adresinden alındı

Caesarea, E. O. (1861), The History of the Martyrs in Palestine. (W. Cureton, Dü.) London.

Çelebican, Ö. K. (1986), Roma Hukuku. Ankara: Turhan Kitabevi.

Demircioğlu, H. (1998), Roma Tarihi (Cilt 1). Ankara: Türk Tarih Kurumu.

Güneş, S.C. (2004), Roma Hukukunun Günümüz Hukuk Düzenlerine Etkisi. Ankara.

Hoerth, A. J. (2009), Archaeology and the Old Testament. Baker Academic.

Karaman, H. Roma Hukuku. 05 14, 2016 tarihinde Hayrettin Karaman:

www.hayrettinkaraman.net/kitap/tarih/0030.htm adresinden alındı

Kocaoğlu, K. N. (2013/1), Roma Hukukunda Adli Teşkilatlanma. Ankara Barosu Dergisi.

Komnena, A. (1997), Alexiad: Malazgirt'in Sonrası. (B. Umar, Dü.) İstanbul: İnkilap Kitapevi.

Kutsal Kitap. (2009), İstanbul: Yeni Yaşam Yayınları.

Letham, R. (2009), The Westminster Assembly : Reading Its Theology in Historical Context.

Londra: P & R Publishing. 05 14, 2016 tarihinde Westminster:

http://www.hristiyan.net/westminster/ adresinden alındı

McDowell, J. (2004), Marangozdan da Öte. İstanbul: Zirve Yayıncılık.

Montaigne, M. E. (1711), Essays, Book 3. (C. Cotton, Dü.) Londra.

Rice, T. T. (2002), Bizans'ta Günlük Yaşam. (B. Altınok, Dü.) İstanbul: Ufuk Matbaası.

Scalise, P. J. (1991), Court Systems. Holman Bible Dictionary.

Schwarz, A. B. (1945), Roma Hukuku Dersleri. İstanbul: Doğan Kardeş.

Scott, G. R. (2001), İşkencenin Tarihi. (H. Koyukan, Dü.) Ankara: Dost Kitapevi.

Sumner, W. (1907), Folkways. Boston.

77

Şahin, E. (20014, Temmuz), Ceza Yargılamasının Tarihçesi. TAAD.

Umur, Z. (1965), Roma Hukuku Tarihi Giriş. İstanbul.

Umur, Z. (1990), Roma Hukuku. İstanbul.

Umur, Z. (1999), Roma Hukuku Dersleri. İstanbul: Beta Yayınları.

Wilinski, A. (1966), Roma Ceza Hukuku Ve Ceza Usül Hukukuna Bir Kuşbakışı. (B. Erdoğmuş,

Dü.) Leipzig: Das Römische Recht.

05.14.2016 tarihinde Menologio Resimleri:

https://commons.wikimedia.org/wiki/Menologion_of_Basil_II?uselang=tr adresinden alındı.

ŞEKİL LİSTESİ

Şekil 1- Megiddo kapısı .......................................................................................................................... 12

Şekil 2- On iki levha kanunları ................................................................................................................ 19

Şekil 3- Roma Flagrum örneği ............................................................................................................... 26

Şekil 4- Furca taşıma ............................................................................................................................. 27

Şekil 5- Çarmıh taşıma olayının çizimi .................................................................................................. 28

Şekil 6- İsa’nun çarmıhını taşıması (Film Sahnesi) ............................................................................... 28

Şekil 7- Çeşitli çarmıha germe biçimleri ............................................................................................... 34

Şekil 8- Diri diri yakma örneği .............................................................................................................. 36

Şekil 9- Fırına atılarak öldürme ............................................................................................................. 36

Şekil 10- Makabil’in işkenceleri ............................................................................................................ 39

Şekil 11- Taşlayarak öldürme ................................................................................................................ 40

Şekil 12- Çarkta işkence yöntemi .......................................................................................................... 47

Şekil 13- Çarkta kemiklerin kırılması .................................................................................................... 47

Şekil 14- I.Andronikos Kommenos'un öldürülmesi ................................................................................ 49

Şekil 15- Dil kesme ve kör etme yöntemleri .......................................................................................... 50

Şekil 16- Kör etme uygulaması .............................................................................................................. 51

Şekil 17- Sütun üzerinde Aziz Simon .................................................................................................... 53

Şekil 18- Sütun üzerinde Aziz Alypius .................................................................................................. 53

Şekil 19- 20.000 Hristiyan inanlısının Nicomedia(İzmit)’da diri diri yakılıp şehit edilmesi................. 57

Şekil 20- Abibus'un Edessa(Şanlıurfa) da diri diri yakılması ................................................................ 57

Şekil 21- Acindynus, Pegasias ve7000 kişinin katledilmesi .................................................................. 58

Şekil 22- Adauctus’un Efes'te kafasının kesilmesi ............................................................................... 58

Şekil 23- Agapia, Irene ve Chionia'nın diri diri yakılması .................................................................... 59

Şekil 24- Agathocleia'nın ensesinden şişlenmesi ................................................................................... 59

78

Şekil 25- Akepsimas ve Aithalas'ın Mısır da kafalarının kesilmesi ....................................................... 60

Şekil 26- Rahip Akepsimas, Joseph ve Aethalas'ın işkence edilerek öldürülmesi................................. 60

Şekil 27- Alexander ve 30 kişinin Pisidia'da kafalarının kesilmesi ....................................................... 61

Şekil 28- Alexander'in Selanikte kafasının kesilmesi ............................................................................ 61

Şekil 29- Rahip Alexander, Heraclius, Anna, Theodota ve Glyceria'nın Adrianapolis'te

kafalarının kesilmesi .............................................................................................................................. 62

Şekil 30- Ananias'ın İran'da dövülmesi .................................................................................................. 62

Şekil 31- Ananias'ın İran'da taşlanması ................................................................................................. 63

Şekil 32- Ananias, Azarius ve Misael'in diri diri yakılması................................................................... 63

Şekil 33- Anastasia ve Basilissa'nın kafalarının kesilmesi .................................................................... 64

Şekil 34- İsa'nın öğrencisi Andreas'ın çarmıha gerilmesi ...................................................................... 64

Şekil 35- Rahip Anthimus'un İzmit'te dövülmesi .................................................................................. 65

Şekil 36- Rahip Anthimus'un İzmit'te kafasının kesilerek şehit edilmesi .............................................. 65

Şekil 37- Aquila, Valerian, Eugene ve Candidus'un Trabzon'da kafalarının kesilmesi ......................... 66

Şekil 38- Archippus ve Philemon'un işkence edilerek öldürülmesi ....................................................... 66

Şekil 39- Arianus'un yılanlı çuvallara konularak denize atılması .......................................................... 67

Şekil 40- Rahip Aristion'un İskenderiye'de diri diri yakılması .............................................................. 67

Şekil 41- Basil'in Ankara'da aslan tarafından parçalanarak öldürülmesi ............................................... 68

Şekil 42- Basus, Eusebius, Eutichius, ve Basilides'in İzmit'te çeşitli işkenceler görerek

öldürülmeleri .......................................................................................................................................... 68

Şekil 43- Carpus, Papylus, Agathadorus ve Agathonike'nin Bergama'da işkence edilerek

yakılması ................................................................................................................................................ 69

Şekil 44- Claudius, Asterius, Neon ve Theonilla'nın Kilikya'da işkence görmesi ................................. 69

Şekil 45- Daniel peygamberin aslanlara atılması ................................................................................... 70

Şekil 46- Dasias, Caius ve Zoticus'un boyunlarına ağırlık bağlanarak denize atılması ......................... 70

Şekil 47- Galacteon ve karısı Episteme'nin Suriye'de Humus yakınlarında uzuvlarının tek tek

kesilerek öldürülmesi ............................................................................................................................. 71

Şekil 48- Kutsal 40 rahibenin ve onların öğretmeni Ammon'un işkencelere tabi tutularak

öldürülmesi ............................................................................................................................................ 71

Şekil 49- Aziz Ignatius'un aslanlar tarafından parçalanması ................................................................. 72

Şekil 50- Aziz Judas Cyriacus'un haşlanarak öldürülmesi ..................................................................... 72

Şekil 51- Julian'ın Humus'ta kafasına çivi çakılarak öldürülmesi .......................................................... 73

Şekil 52- Sarbelius ve Bebaia'nın testere ile kafalarının kesilmesi ........................................................ 73

Şekil 53- Haşlama, diri diri yakma, denize atma, uzuvları kesme, ters olarak askıya asıp kafasını

kesme gibi cezaların bir arada bulunduğu bir resim .............................................................................. 74

Şekil 54- Zachary'nin boğazının kesilmesi ............................................................................................ 74