avrupa bİrlİĞİ - tÜrkİye İlİŞkİlerİnde tÜrk ve tÜrkİye İmaji

12
10 th International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11 th International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2 nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD PROCEEDINGS 1098 “AVRUPA BİRLİĞİ - TÜRKİYE İLİŞKİLERİNDE TÜRK VE TÜRKİYE İMAJI” / “IMAGE OF TURKEY IN THE EU – TURKEY RELATIONS: EUROPEAN IDENTITY AND THE PROBLEM OF TURKEY’S BELONGINGS TO EUROPE” Efe Çaman / Medeniyet University Kenan Dağcı/ Yalova University Özet Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde kimlik meselesi ve bu mesele ile bağlantılı olan uygarlık, kültür, coğrafya, tarih gibi unsurlar AB’deki muhafazakar Hristiyan Demokrat kesimlerce giderek daha fazla gündeme getirilmekte ve Türkiye’nin AB üyeliği karşısında argüman olarak kullanılmaktadır. Kimlik meselesinin gündeme getirilmesinin hem AB için hem de Türkiye için içsel boyutları bulunmaktadır. Bu meselenin Türkiye – AB ilişkilerini nasıl etkilediği ve Türkiye ve AB içerisinde bu algının ne gibi neden ve sonuçları olduğu, hem Avrupa bütünleşmesi açısından, hem de Türkiye’deki öz algı ve Avrupa algısı bakımından önemlidir. Bu makalede yukarıdaki sorunsal ışığında Türkiye AB ilişkileri değerlendirilmektedir. Summary The problem of identity and some related elements like civilization, culture, geography and history are more and more in the agenda of Turkey EU relations and being utilized in the context of Turkey’s membership in the EU as contra arguments. The problem of identity has both for the EU and for Turkey some internal dimensions. Both for the EU integration process and for Turkey’s self- perception it is crucial to understand how this issue influences the Relations between Turkey and the EU and what kinds of reasons and effects does this perception have. This article evaluates Turkish EU relations from the angle of the problem above.

Upload: rdsinstitute

Post on 16-Nov-2023

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1098

“AVRUPA BİRLİĞİ - TÜRKİYE İLİŞKİLERİNDE TÜRK VE TÜRKİYE İMAJI” /

“IMAGE OF TURKEY IN THE EU – TURKEY RELATIONS: EUROPEAN

IDENTITY AND THE PROBLEM OF TURKEY’S BELONGINGS TO EUROPE” Efe Çaman / Medeniyet University

Kenan Dağcı/ Yalova University

Özet

Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde kimlik meselesi ve bu mesele ile bağlantılı olan

uygarlık, kültür, coğrafya, tarih gibi unsurlar AB’deki muhafazakar Hristiyan

Demokrat kesimlerce giderek daha fazla gündeme getirilmekte ve Türkiye’nin AB

üyeliği karşısında argüman olarak kullanılmaktadır. Kimlik meselesinin gündeme

getirilmesinin hem AB için hem de Türkiye için içsel boyutları bulunmaktadır. Bu

meselenin Türkiye – AB ilişkilerini nasıl etkilediği ve Türkiye ve AB içerisinde

bu algının ne gibi neden ve sonuçları olduğu, hem Avrupa bütünleşmesi

açısından, hem de Türkiye’deki öz algı ve Avrupa algısı bakımından önemlidir.

Bu makalede yukarıdaki sorunsal ışığında Türkiye – AB ilişkileri

değerlendirilmektedir.

Summary

The problem of identity and some related elements like civilization, culture,

geography and history are more and more in the agenda of Turkey – EU relations

and being utilized in the context of Turkey’s membership in the EU as contra

arguments. The problem of identity has both for the EU and for Turkey some

internal dimensions. Both for the EU integration process and for Turkey’s self-

perception it is crucial to understand how this issue influences the Relations

between Turkey and the EU and what kinds of reasons and effects does this

perception have. This article evaluates Turkish – EU relations from the angle of

the problem above.

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1099

Giriş

Türkiye, bugüne kadar AB’ye üye adayı veya üye olarak kabul edilmiş olan bütün diğer AB

adaylarından daha farklı bir konumdadır. Türkiye’nin adaylığı, Avrupa Ekonomik Topluluğu

(AET) ile ilk ilişki kurulan 1960’ların başlarından bugüne, giderek artan bir biçimde daha

fazla kimlik ve aidiyet gibi sübjektif ve yoruma açık kavramlar ekseninde tartışılmaktadır.

Türkiye bu kavramlar ile ilintili bağlamlarda ele alınırken, sadece Türkiye ile Avrupa Birliği

arasındaki ilişkiler ele alınmamakta, aynı zamanda Avrupa kimliği ve Avrupalılık aidiyeti gibi

esasen Birlik entegrasyonunu yakından ilgilendiren ve yatay entegrasyon kadar (genişleme)

dikey entegrasyonu da (derinleşme) ilgilendiren alanlar işin içine girmektedir. Bu nedenle

aslında Türkiye adaylığı ile AB içindeki kimlik arayışında istemeden ya da farkında olmadan

bir katalizatör rolü oynamıştır ve halen de oynamaktadır. Aynı şekilde bu tartışmalar, Türkiye

içerisinde yaşanan kimliksel süreçlere de yansımaktadır. Gerek Türkiye’ye özgü kültürel ve

coğrafi tahayyüllerde, gerekse de Türk dış politikasının aksiyon alanını giderek daha fazla

kaplayan mücavir bölgelerle kurulan ilişkilerde – bölgesel politikalar boyutu – aidiyet

sorunsalı veya konusu karşımıza çıkmaktadır. Bu kimi zaman mevcut dış politik yönelimleri

anlamlandırmak, açıklamak hatta meşrulaştırmak bağlamında, kimi zaman ise bölgesel

politikaların ideolojik arka planını oluşturabilmek adına yapılmaktadır. Her ne kadar bu

süreçler Türkiye’nin öz dinamiği olarak da tezahür etse, aslında burada AB ile mevcut bir

diyalogu tespit etmek zorundayız.

Bu tebliğde, AB ve Türkiye arasında hâlihazırda sürmekte olan tam üyelik müzakerelerinde

yukarıda bahsi geçen kimlik ve aidiyet sorunsalı ele alınacak ve bu sorunsalın mevcut

ilişkilerde oynaya geldiği rol ve işlev tartışılacaktır.

Objektif Kriter: AB Hukukuna Göre Avrupa’ya Aidiyet

AB’de Türkiye ve Türk algısının Türkiye’nin AB üyelik yolundaki etkisini tartışmaya

başlamadan önce, AB’nin kurum olarak kendisini önceden tanımlanmış bir kültürel kimlik

tanımıyla bağlamadığını, yani AB entegrasyonunda hukuki metinlerde, Türkiye bağlamında

güncel olarak tartışılan kimlik ve aidiyet konularının yer bulmadığını belirtmek gerekiyor. Bu

metinde daha çok üye ülke karar alıcılarının ve siyasi elitlerinin Türkiye’nin AB’ye katılım

sürecindeki algıları ve görüşleri ekseninde bir değerlendirme yapılacaktır. Her ne kadar

AB’nin görece objektif ekonomik ve siyasi üyelik ölçütleri – Kopenhag ve Amsterdam

kriterleri – tam üye adaylarını değerlendirmede esas olarak kabul edilse de, Birlik içerisindeki

Türkiye konusunun daha farklı bağlamlarda yapıldığı gözlemlenmektedir.

Türkiye Avrupalı mıdır? Tartışmanın özü bu soruda yatmaktadır. AB Amsterdam

Antlaşması’nın 49. maddesi her Avrupalı devletin Birliğe katılabileceğini ifade etmektedir

(EU-Vertrag, Artikel 1). Gene Avrupa Bütünleşmesini başlatan temel antlaşma metni olan

Roma Antlaşması’nın 237. maddesi de üyelik ve Avrupalılık konusunda bağlantı kurmaktadır.

AB bütünleşmesi bölgesel bir doğaya sahiptir ve sadece Avrupalı devletler AB’ye tam üye

olarak katılabilirler. Bu hukuken tespiti kolay olan objektif bir değerlendirmeyi mümkün

kılmaktadır. Fas örnek olayında bu objektif aidiyet ölçütü test edilebilmektedir. Fas’ın 1987

yılında yaptığı tam üyelik müracaatı AB Komisyonu tarafından reddedilmiş, reddedilme

gerekçesi olarak da adı geçen adayın Avrupa’ya ait olmadığı ifade edilmiştir (Margedant

1998, s. 47-50). Bu değerlendirmeye istinaden Fas’ın yaptığı müracaat işleme konulmadan,

yani bu ülkenin tam üyelik ölçütünü yerine getirip getirmediğine dair herhangi bir

değerlendirme sürecini başlatmadan, başından reddedilmiştir. Bu değerlendirme yukarıda

ifade edilen AB hukukunun bahsi geçen maddelerine göre yapılmış olup, Fas’ın Avrupalı bir

devlet olup olmadığı hususunda sadece tek bir kriter dikkate alınmıştır: Avrupa kıtasında

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1100

toprağı olup olmaması. Fas kuzey Afrika’da konumlu bir ülke olduğundan ve Avrupa’da

herhangi bir toprağa sahip olmadığından, AB Fas’ın başvurusunu AB hukukuna dayanarak

geri çevirmiştir.

Bu durum aslında Türkiye’nin antlaşmalar hukukuna dayanan en geçerli tezine bir dayanak

oluşturmaktadır. Türkiye, her ne kadar topraklarının büyük kısmı coğrafi olarak Asya

kıtasında da yer alsa, Trakya topraklarının Avrupa kıtasında yer almasından dolayı coğrafi

olarak Avrupa’ya da ait kabul edilmektedir. Avrupa entegrasyonuna katılım sürecinde

Türkiye ile AB arasında tesis edilmiş olan bütün ilişkiler temelde bu objektif

değerlendirmenin ardından başlamıştır. Burada temel göstergelerden birisi 1963 yılında

imzalanmış olan Türkiye ve AB Ortaklık Antlaşması, diğer adıyla Ankara Antlaşması’dır. De

jure bu antlaşmanın parafe edilişini müteakiben, AB müktesebatına göre Türkiye Avrupalı bir

devlet olarak resmen birlik hukukunca tanınmıştır. O dönemin AET Komisyon Başkanı

Hallstein, net ifadelerle bu durumun altını çizerek, Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası

olduğunu, imzalanan Ankara Antlaşmasının da esasen bu durun tescili olduğunu belirterek,

antlaşma ile Türkiye ve AET arasında hukuki bir bağlantı kurulduğunu ve bu bağlantı ile

Topluluk evriminin de etkilendiğini ifade etmiştir (Vali 1971: 335).

Bunun yanında 1987 yılında Turgut Özal’ın kararlılığı ile ilişkileri bir ileri safhaya taşımak

iradesini gösteren Türkiye tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Bu başvuru da Türkiye’nin

Avrupa entegrasyonunun bir parçası olma politikasında hukuken ehliyetli olduğunun diğer bir

göstergesini teşkil etmektedir. Çünkü Ankara Antlaşması neticede sadece bir Ortaklık

Antlaşması olarak yorumlanabilmekte, tam üyelik perspektifi bu antlaşma kapsamında

opsiyonlardan biri olarak öngörülmüş olduğundan aidiyetle ilgili bir çekince ortaya

konmadığı aşikâr da olsa, kimi Avrupalı yazarlar bu antlaşmanın her halükarda tam üyeliği

garanti etmediğini işaret etmektedirler. Fakat 1987 tam üyelik başvurusu bu argümanların

geçersizliğini kanıtlamaktadır. Çünkü Avrupa Komisyonu, Türkiye’nin başvurusunu işleme

koymuş ve Fas’ın başvurusu gibi Avrupa aidiyetine atıfta bulunarak reddetmemiştir. Aksine,

diğer üye adaylarının prosedüründe olduğu gibi, Türkiye’nin müracaatı işleme alınmıştır

(Vardar 1994: 121-132). 1989 senesinde Komisyon değerlendirme sürecini sonlandırarak,

Türkiye’nin Topluluğa katılımının önünde demokratikleşme ve görece ekonomik geri

kalmışlık nedenlerini tam üyelik müzakerelerinin açılmaması yönünde argüman olarak

getirmiş, ancak Türkiye’nin ilke olarak tam üyelik konusunda ehliyetli olduğunu yinelemiştir

(Şen 1989: 3-6).

1999 senesinde de AB hukukuna atıfta bulunularak Türkiye resmi olarak AB tarafından “tam

üye adayı” ilan edilmiştir ve Türkiye’nin Avrupa’ya ait olup olmadığı sorunsalı görece

gündemden çıkmış, Türkiye’nin adaylığı gerek Birliğin resmi belgeleri ve raporlarında

tamamen, gerekse de Avrupa kamuoyunda büyük oranda kabul görmüştür. 2004 yılında AB

Komisyonu Ankara’nın Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiğine karar vermiş ve

Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlama kararı almıştır. Buna rağmen AB içerisinde

Türkiye’nin AB’nin geleceğinde yeri olup olmadığı tartışmaya açılmış ve tartışmalar bu güne

kadar büyük çoğunlukla kimlik ve aidiyet üzerinden yapılmıştır.

Avrupa Birliği’nde Türkiye Algısı: Coğrafya

Formel olarak AB Türkiye’nin coğrafi olarak Avrupalı olduğuna hükmederek AB’ye üyelik

için ehil olduğuna karar vererek bugün mevcut müzakere sürecine kadar ilişkileri üyelik nihai

hedefiyle yürütmüş de olsa, özellikle müzakerelerin başlama kararından günümüze AB

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1101

çerisinde giderek artan bir şekilde Türkiye’nin üyeliğine karşı güçlü bir muhalefet oluşmuş ve

bu muhalefet en güçlü argüman olarak coğrafyayı kullanmıştır.

AB ülkelerinde bu yönde muhalefetin başını Almanya’daki ve Fransa’daki muhafazakâr

partiler ve siyasi elitler çekmektedir. Özellikle ön planda Türkiye’nin yüzölçümünün yüzde

üçünün Avrupa’da, yüzde doksan yedisinin ise Avrupa dışında yer alması nedeniyle

Türkiye’nin Avrupa’ya ait olamayacağı ifade edilmektedir. Literatürde Anadolu yarımadası

Asya kıtasına ait olarak kabul edilmektedir. Daha özelde ise Türkiye Ortadoğu’ya aittir. Bu

nedenle bu argümana coğrafi gerçeklik bakımından karşı çıkmak imkânsızdır. Aslında bazı

coğrafyacılar boğazların Avrupa ile Asya kıtalarını fiziki ve kültür coğrafyası olarak ayırması

tezini benimsemeseler ve bu ayrımı yanlış bulmaktadırlar (Louis 1979: 11-19). Herbert Louis

Avrupa’nın sınırlarının doğuda doğal bir sınır olmaması nedeniyle kolaylıkla

belirlenemediğine işaret etmekte, Wolf-Dieter Hütteroth da Anadolu’nun Avrupa’dan coğrafi

olarak ayrımının hiçbir şey ifade etmediğini belirtmektedir (Hütteroth 1982: 24). Hütteroth

Anadolu’daki yerleşim tipolojisi ile Avrupa’daki yerleşim tipolojilerinin aynı olmasından

hareketle, Anadolu yarımadasının kültür coğrafyası temelinde Avrupa’nın bir paçası olduğunu

öne sürmektedir (Hütteroth 1982: 24). Ancak ifade edildiği üzere, bu tezi savunan

coğrafyacılar azınlıktadır ve coğrafyacıların azami çoğunluğu Anadolu’yu Asya’ya dâhil

etmektedir.

Önde gelen Alman Hristiyan Demokrat politikacılardan Wolfgang Schaeuble, coğrafi

argümanı Türkiye’nin AB’nin geleceğinde yeri olmaması tezini güçlendirmek için

kullanmaktadır (Generalanzeiger 30.1.1995). Hans Arnold ise, Avrupa’nın sınırlarına dâhil bir

Türkiye’nin sadece askeri coğrafya bağlamında ele alınabileceğini, bu durumun Soğuk Savaş

döneminde kabul gördüğünü, ancak günümüzde bu terminolojinin geçerliliğini kaybettiğini

ileri sürmektedir (Arnold 1993: 31). Soğuk Savaş’ın sona erdiği dönemde iki Almanya’yı

birleştiren Şansölye Helmut Kohl de, Türkiye’nin Avrupa’ya coğrafi anlamda ait olup olması

konusunda, ders kitaplarında Türkiye’nin Asya’ya ait olduğunu öğrendiğini ifade etmiştir.

Eski Fransız Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing ve Nicolas Sarkozy de Kohl ile aynı

görüşü savunarak, Türkiye’nin coğrafi manada Avrupa’ya sadece kısmen ait olduğunu

savunmaktadırlar.

Diğer bir coğrafi argüman ise Birliğin sınırları konusudur ve bu konuda Türkiye esasen

AB’nin sınırları ya da AB’nin tamamlanması tartışmalarını başlatmış görünmektedir. En

azından, AB sınırları konusu daha çok Türkiye’nin Birliğe katılıp katılmaması bağlamında

tartışılmaktadır.

Tam da bu noktada Türkiye’nin doğuda istikrarsız bir coğrafya ile sınırdaş olması gündeme

gelmektedir. Türkiye AB’nin dış sınırını oluşturduğunda AB Gürcistan, Azerbaycan,

Ermenistan, İran, Irak, Suriye gibi çatışma potansiyellerinin ya da akut çatışmaların yaşandığı

bir coğrafya ile komşu haline gelecektir. Birçok AB’li siyasi elit ve karar alıcı, bu senaryoyu

bir kâbus olarak nitelemektedir. Örneğin Erwin Faul Türkiye’nin AB’ye üye olması

durumunda birliğin entegrasyon ve hazmetme kapasitesinin iflas edeceğini ileri sürmektedir

(Faul 1997: 446). Faul’e göre bu güvenlik boyutu olan bir meseledir. Klaus-Dieter

Frankenberger de jeopolitik olarak Türkiye’nin AB’ye üye olmasının sorunlarına işaret

ederek, bunun ciddi güvenlik risklerini beraberinde getireceğini ifade etmektedir

(Frankenberger 1998: 21-26). Bu teze göre de Türkiye’nin AB coğrafyasına dâhil edilmesi

AB’yi içinde Rusya’nın da bulunduğu sorunlar yumağı olan Kafkasya coğrafyasına ve

istikrarsızlık ve çatışmaların merkezi konumundaki Ortadoğu’ya komşu haline getirecek ve

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1102

AB’nin dış politik zafiyetlerinin güvenlik açıklarına dönüşmesine sebep olabilecektir. Bu

nedenle Türkiye Birliğe katılmamalıdır.

Avrupa Birliği’nde Türkiye Algısı: Kültür

Avrupa Birliği’nde Türkiye algısı konusunda coğrafi argümanlardan daha sübjektif olanı

kültürel farklılık tezidir. Almanya eski şansölyelerinden Kohl, Türkiye’nin Avrupa kültürüne

ait olmadığını, başka bir “Kulturkreis”a (kültür havzasına) ait olduğunu sıklıkla dile

getirmiştir. Kohl bu konuda Almanya’da karar alıcı pozisyondaki tek politikacı değildi.

Aslında partisi CDU ve Bavyeralı ortağı CSU – Almanya’nın Hristiyan Demokratları –

Türkiye’nin AB katılımı konusunda tamamen Kohl gibi düşünmektedirler.

William Wallace Avrupa’yı Müslüman kültürün ötekisi bir Hristiyan bir kültür olarak

kabullenmenin son derece tehlikelerle dolu olduğunu ifade ederken, aslında bunu yapmayı

haklı çıkartacak birçok gerekçe de bulunabileceğini itiraf etmektedir (Wallace 1992: 40).

AB’nin Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan muhafazakâr elitleri aslında tam da bunu

yapmaktalar ve Türkiye’nin Müslüman kimliği nedeniyle AB dışında tutulması gerektiğini

söylemekteler. Bu durumda Türkiye ve Müslümanlar, Avrupa kültürünün ötekisi haline

getirilerek, AB’nin ortak kimliksel özelliği olarak Hristiyanlık ön plana çıkartılmaktadır.

Huntington da kültürü ve tarihiyle Türkiye’nin Batılı bir ülke olmadığını ifade ederken,

Batılılık ile batı tipi Hristiyanlığı kimlik belirleyici öğe olarak ele almaktadır (Huntington

1997).

Somut olarak Türkiye ve AB arasındaki kültürel farkların Türkiye’nin AB üyelik süreci

bağlamında telaffuz edilmesi, 1990’lı yıllara rastlamaktadır. 1989’da Federal Almanya (BRD)

ile Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin (DDR) birleşmesi, 1991’de Sovyetler Birliği’nin

resmi olarak dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, AB’de özellikle Hristiyan

muhafazakâr kesimler AB kimliğini giderek daha fazla Hristiyan köklerine dayandırmaya

başlamışlar ve bu bağlamda da Türkiye’yi ötekileştirmekten kaçınmamışlardır. Örneğin 1992

yılında AB Parlamentosu’ndan Raymond Durry, Türkiye’nin AB kültüründen “farklı”

özellikler taşıdığına işaret etmiştir (Milliyet 15.01.1992). 1997 yılında aralarında görevdeki

Almanya Şansölyesi Helmut Kohl’ün de bulunduğu Avrupa Birliği Parlamentosu’ndaki

muhafazakâr Hristiyan Demokrat Fraksiyon, Brüksel’deki Hristiyan Demokrat Avrupalı

partilerin çatı örgütü olan Avrupa Halk Partisi toplantısında, Türkiye’nin ne kısa ne de uzun

zamanda AB üyesi olamayacağını, çünkü bu ülkenin Müslüman olduğunu deklare ederek

(Süddetsche Zeitung 22.3.1997), AB bağlamında ilk defa Türkiye’nin katılımına karşı kültürel

ve dinsel argümanlar kullanılmıştır. Muhafazakârlar bu bildiride Avrupa kültürünün Hristiyan

olduğunu ve Müslüman bir ülkenin Hristiyan kültüre mensup ülkelerden oluşan bir birliğe

katılmasının mümkün olamayacağını vurgulamışlardır. Kohl’e göre Türkiye’nin üyeliği

önünde aşılamaz kültürel ve dini bariyerler mevcuttu ve Türkiye’nin adaylığına yanlış

anlamalara yer bırakmayacak kadar net ve açık bir ret cevabı vermek gerekiyordu (Sommer

1997). Avrupa Halk Partisi – Avrupa Birliği’ndeki muhtelif ülkelerin muhafazakâr Hristiyan

vurgulu partilerinin AB Parlamentosu’ndaki fraksiyonu – AB’nin sadece bir ekonomik

topluluk ya da siyasi bir birlik olmayıp aslında bir “medeniyet projesi” olduğunu ifade ederek,

bu medeniyet projesinde Türkiye’nin yeri olamayacağını açıkladı (Nutall 1997). Bu

açıklamalara paralel olarak Türkiye’nin AB üyeliğine alternatif olarak “imtiyazlı ortaklık”

teklif edilmesi gündeme geldi.

AB içerisinde kültürel temelli dışlamaların odak noktası Türk kültürünün İslami bir kültür

olması ve bu kültürün Hristiyan Avrupa ile uyumlu olmaması olarak özetlenebilir. Türk ve

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1103

İslam kültürü doğu – Orient – olarak nitelenirken, Orient’in başlangıcı Avrupa için

Türkiye’dir. Zaten esasen Avrupalıların ötekileştirdikleri doğulu kimlik de Osmanlı

İmparatorluğu’ndan beri kendilerine coğrafi olarak en yakın ve bundan dolayı da en fazla

ilişki kurabildikleri Osmanlı – Türk kimliğidir. Öyle ki Avrupalılar ötekileştirdikleri İslam’ı

Osmanlılar üzerinden öğrenmiş ve tanımışlardır denilebilir. “Osmanlı” ve “Türk” terimleri

Avrupa’nın birçok bölgesinde Türk kelimesiyle eşanlamlı kullanılmaktadır. Örneğin eski

Yugoslavya sınırları dâhilindeki halklar etnik temelli iç savaş esnasında, ötekileştirilen

Boşnakları “Türk” olarak algılamıştır. Bugün özellikle Hristiyan demokrat muhafazakârların

perspektifinden “Avrupalı” kimliği ancak “Türk” ve “Müslüman” öteki ile

tanımlanabilmektedir. Tıpkı aydınlık kavramının tanımlanabilmesi için karanlık kavramına

otomatikman ihtiyaç duyulması gibi, kimlik tanımlanmasında mutlaka bir öteki söz konusu

olmaktadır.

Kültürel ret tezlerindeki radikal yaklaşımları ile bilinen Erwin Faul Avrupa kültürünü

tanımlarken “Batılı Hristiyanlık” kavramını kullanmakta ve Rönesans ve aydınlanma

kavramlarını Batı Hristiyanlığı ile bir bağlamda ele alarak, bunların günümüz Avrupa

kültürünün temelini teşkil ettiğini öne sürmektedir (Faul 1997: 449). Bunlarla tarihi anlamda

herhangi bir bağlantısı veya ortak özelliği olmayan Türkiye, Faul’e göre Avrupalı olamaz.

AB, sınırlarını coğrafi olarak belirleyememiştir. Doğu sınırlarının coğrafi olarak tespiti

konusu fiziki olarak mümkün değildir. Bu durumda sınırların belirlenmesi siyasi bir tercih

tercihtir. Kültürel farklılık tezi, Avrupa’nın sınırlarının belirlenmesinde kullanılabilecek

yollardan biridir ve Hristiyan demokrat Avrupalı muhafazakâr çevrelerce bu kültürel

verilerden hareketle yapılan sınır tespiti “tarihi verilere” de uygun olarak algılanmaktadır.

Onlar bu konunun Türk karar alıcı ve siyasi elitlerce neden bu kadar hassasiyetle

değerlendirildiğini ve bir tür ayrımcılık olarak reddedildiğini anlamakta güçlük

çekmektedirler. Hristiyan demokrat Avrupalılar için Türkiye’nin Avrupalı değil doğulu

olması tarihi bir gerçek ve toplumsal bir özelliktir.

Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinde özellikle adaylığının AB tarafından 1999 Helsinki

Zirvesinde resmen kabul edilmesi ve akabinde 2004’te müzakere kararının alınması ile

Türkiye ciddi bir reform sürecine girmiştir. Bu sürece bir dönüşüm süreci de demek

mümkündür. AB’ye uyum sürecinde gerçekleştirilen reformlar, 2000’li yıllara kadar

Türkiye’nin üyeliği önünde engel olarak gösterilen demokratik ve ekonomik ölçütlere

Ankara’nın uyum süreci kapsamında ger geçen yıl daha fazla uyması ve AB müktesebatının

da önemli oranda Türk müktesebatı ile uyumlu hale getirilmesi, AB’li Hristiyan Demokratları

zor durumda bırakmıştır.

Daha önceleri AB’li elitler kültürel tezleri gündeme getirmekten kaçınan ya da en azından bu

konuda Türk tarafının ve kamuoyunun hassasiyetini dikkate alan bir tutum içindeydiler.

Örneğin Soğuk Savaş döneminde Türkiye ile Avrupa bütünleşme süreci arasında kurulan

ilişkilerde Türkiye’nin kültür olarak Avrupalı olmadığı argümanına literatürde

rastlanmamaktadır. Bu dönemde Türkiye’nin Avrupa bütünleşmesine üye olarak katılımı

konusuna genelde siyasi ve ekonomik kıstaslarla yaklaşılmış ve görece objektif olan bu

kıstaslar Türk kamuoyunu, özellikle siyasi elitleri fazlaca rahatsız etmemiştir. Çünkü Türk

siyasi elitleri de Türkiye’de demokratik standartların eksikliğinin farkındaydılar. Hatta bu

AB’ye üyelik bağlamında gerçekleştirilen reformlardan istifade etmekteydiler. Aynı yaklaşım

ekonomik kıstaslar için de geçerlidir. Türk ekonomisinin AB’li ölçütlere göre ciddi bir geri

kalmışlık göstermesi, AB’nin ekonomik seviyesini yakalama bağlamında ciddi bir seviye

belirlemiş ve Türkiye bu seviyeye ulaşmayı hedef olarak benimsemiştir. Özellikle 2000’li

yıllardan itibaren Türk ekonomisindeki dinamizm ve büyüme rakamları, Türkiye ile birlik

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1104

ortalaması arasındaki farkın hızla kapanmasını beraberinde getirmiş, belli başlı AB üyeleri

dışında Türkiye pek çok AB üyesinden daha iyi ekonomik standartlara ulaşmıştır. Bu durum

Türkiye’nin üyeliği karşısındaki ekonomik argümanlar temelli direnci zayıflatmaktadır.

Ekonomik olumsuz argüman, yerini artık Türkiye’nin Birliğe ekonomik katkısı beklentisi

temelinde olumlu ve Türkiye’nin üyeliğini destekletici bir argümana dönüşmüştür. Siyasi

kriterlerde ulaşılan seviye de bu konuda Türkiye’nin elini güçlendirmektedir. Özellikle askeri-

bürokratik vesayetin Türk siyasal sisteminde giderek marjinalleşmesi ve bunun yanında

demokratikleşmede kat edilen mesafeler, Batı’dan Türkiye’nin siyasi gerekçelerle

dışlanmasını haklı çıkartmaktan çok uzaktır.

Bu nedenlerle AB’li muhafazakâr çevreler Türkiye’nin giderek somutlaşan üyelik

perspektifinden rahatsız olmaya başlamışlardır. AB Komisyonu’nun Türkiye ile üyelik

müzakerelerini başlatma kararının ardından, “eksik demokrasisi” ve “gelişmemiş” ekonomisi

ile “üyeliği zaten mümkün olmayan” bir Türkiye imajı giderek değişmiştir. Demokrasisi AB

standartlarına ulaşan (ya da çok yaklaşan) ve de ekonomik bakımdan dinamik büyüme

göstererek dünyada kayda değer bir ekonomik güç haline gelmeye başlayan Türkiye’nin AB

katılıma karşı söylem olarak artan biçimde kültürel (daha çok dini) karşı söylemleri

dillendirmeye başlamışlardır. Muhafazakâr liderler olan Alman şansölyesi Angela Merkel ve

Fransa eski cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğini engellemeye

çalışırken, her ikisinin de mensubu bulunduğu siyasi kanadın Türkiye algısı, yukarıda

betimlenen kültürel temelli ret tezi olmuştur.

AB’nin Kimlik Jeopolitiği ve AB’nin Geleceği

Esasen yukarıda kısmen değinildiği üzere, kültürel ret tezinin jeopolitik ve güvenlik

stratejileri boyutu unutmamak gerekir. Avrupa kıtasında gerçekleşen bir ekonomik ve siyasi

birlik projesi olan AB’nin gelişiminde kabaca iki farklı dinamikten söz etmek mümkündür.

Bunlardan biri derinleşme, diğeri ise genişleme kavramı ile anlam bulmaktadır. Derinleşme

kavramı, var olan bütünleşmenin kalitatif olarak iyileştirilmesi ve entegrasyon boyutunun

güçlendirilmesi olarak nitelenebilir. Burada ulusüstü boyutun hükümetlerarasıcı yaklaşıma

göre giderek daha fazla öne geçmesi ve ilerleme kat etmesi, kısacası daha fazla federal yapıda

bir AB vizyonu söz konusudur. Genişleme ise, Birlik sınırlarının başka aday ülke sınırlarını

da kapsaması ve AB müktesebatının bu yeni katılan bölgelerde de geçerli hale gelmesidir. AB

bu bakımdan küresel açılardan da bir meydan okuma içerisindedir. Şu anda AB’nin içinde

bulunduğu ekonomik kriz, daha fazla derinleşmiş bir birliği zorunlu kılmaktadır. Bir örnek

vermek gerekirse, Avrupa bankacılık sektörünün ulusal düzeyde değil, ulusüstü seviyede AB

Merkez Bankası tarafından kontrol edilmesi gündeme geldiğinde derinleşme istikametinde bir

adım atılmaktadır. Doğu ve Güneydoğu Avrupa’dan aday ülkelerin Birliğe katılımları ise

genişleme istikametinde atılan bir adımdır. AB, hâlihazırda ulaştığı sınırlarla Avrasya

hinterlandı ile sınırdaş olmuştur. Genişleme politikasının devamında Güneydoğu Avrupalı

adayların da katılımı ile Birlik Türkiye sınırına kadar komple bir coğrafi alanı kapsayacak

şekilde genişlemiş olacaktır. Akabinde söz konusu yeni üyelerin “hazmedilmesi” sorunu söz

konusu olacaktır. AB’de mevcut hukuki normların fiiliyatta uygulanması kolay

olamamaktadır. AB müktesebatının tamamına AB’nin objektif kültürü demek olanaklıdır.

Burada bahsi geçen kültür, yönetim kültürüdür. AB, aslında uluslararası hukukun temel

sorunu olan norma tekabül etmeyen davranışa yaptırım getirmek açmazını, AB hukukunda

görece çözmüş durumdadır. AB hukuku üye ülkeleri bağlamaktadır. Üye ülkelerin iç

hukukunun AB hukuku ile çelişmesi durumunda, AB hukuku üstündür. AB yönetim

kültürünün yeni katılan bir üyede içselleştirilmesi zaman almaktadır. Bu durum özellikle

Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerde geçerlidir. Gene Yunanistan, Portekiz, İspanya gibi

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1105

Akdenizli üyeler, özellikle ekonomik normlara uyum konusunda problem yaşamaktadırlar.

Normların eksik uygulanması ise bazı sorunları beraberinde getirmektedir. AB’nin eski ve

yeni üyeleri ile gelecekte katılması planlanan Hırvatistan ve diğer eski Yugoslavya ardılı

potansiyel üyelerinin AB’nin derinleşmesi bakımından problemleri beraberinde getireceği

tahmin edilmektedir.

Bu objektif AB kültürü ile sübjektif Avrupalı – Batılı – kültür arasında jeopolitik bir bağlantı

kurulmaktadır. Bu bağlamda birinci adım Avrupa kültürü ile Batılı Hristiyan kültürün

anlamdaş olarak kullanılmasıdır. İkinci adım, demokrasi ile bu sübjektif Avrupa kültürü

arasında bağlantı kurulması ve demokrasinin evrensellik durumundan çıkartılarak

Huntington’cı bir yerelleştirmeyle, sadece Batılı Avrupalı Hristiyan toplumların demokratik

rejimleri kurup uygulayabileceği tezidir. Bunu yaparak AB’li kültür jeopolitikçileri, özellikle

Hristiyan demokrat muhafazakârlar ve aşırı sağcı Avrupa ırkçıları AB’nin de doğu sınırlarını

belirginleştirmektedirler. AB özellikle Türkiye gibi yukarıdaki kültür jeopolitiğine uymayan

adayları yukarıda zikredilen siyasi grupların güçlü etkisi ve bu etkiden güçlenen kamuoyu

baskısı ile dışlamaya başlamış görünmektedir. Özellikle müzakere süreci başarı ile

tamamlansa dahi Türkiye’nin üyeliği konusunda referanduma gidilecek olması, pratikte

Türkiye’nin birliğe üye olarak kabulünü hemen hemen sıfırlamaktadır. Çünkü referandum

sonucunda Türkiye’nin katılımı tek bir AB üyesi ülkede dahi reddedilse, Türkiye’nin AB’ye

katılımı gerçekleşemeyecektir.

Türkiye’nin olası bir AB üyeliği kültür jeopolitiği yaklaşımının başarısız oluşu ve AB’nin

kozmopolitleşmesini beraberinde getirecektir. Müslüman bir toplumun hem de nüfus olarak

en büyük üye olan Almanya’nın nüfusuna yakın bir üyenin AB’nin Hristiyan köklerden

referans alan mono-kültürünü “sulandıracağı” Hristiyan demokrat kültür jeopolitikçilerince

endişe ile karşılanmaktadır.

Bu tezin savunucularından Faul, Hristiyan Avrupa ile İslam arasında bin yıldır süregelen

hasımca bir çatışma olduğunu iddia etmektedir (Faul 1997: 449). Yurdusev bu bağlamda

Avrupa’da bazı kesimlerce İslam’ın bir düşman imajı olarak algılandığına ve bir tehdit olarak

değerlendirildiğine atıfta bulunmaktadır (Yurdusev 1997: 53).

Bu durumda AB’nin Türkiye’yi içine alacak şekilde sınırlarını genişletmesi, AB’nin esasen

tehdit olarak gördüğü bir coğrafya ile sınırdaş olarak bir güvenlik tehdidine maruz kalması ve

görece homojen Hristiyan kültürlü bir AB’ye ciddi oranda Müslüman AB vatandaşını dâhil

ederek kültürel bütünlüğünü riske atması sonuçlarına sebep olabilecektir. Türkiye’nin

üyeliğini reddeden AB’li elitlere göre jeopolitik olarak AB bunu riske atamaz. Bunun yerine

Türkiye’nin “imtiyazlı ortak” olarak AB ile İslam coğrafyası arasında bir tampon olması

önerilmektedir. Dolayısı ile kültürel jeopolitik, AB’nin sınırlarının belirlenmesinde

Türkiye’nin üyeliğinin engellenmesini olmazsa olmaz olarak öngörmektedir.

Türkiye İçin AB Üyeliğinin Kültürel Boyutu

Türkiye’de cumhuriyet döneminde devlet tarafından doktrine edilen söylem iki temele

dayanmaktaydı. Bunlardan birincisi Osmanlı İmparatorluğu’nun kimlik ve kültür siyasetinin

haricinde tutulması ile yeni bir millet oluşturulması, ikincisi ise referans olarak İslam

coğrafyasından Avrupa coğrafyasına başvurma.

Erken dönem cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen bütün reformların orijini Avrupa

kültürüdür. Bu nedenle “muasır medeniyet seviyesine yükselmek” olarak formüle edilen

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1106

siyaset, esasen yeni kültürel referanslarla yeni bir vatandaş kimliği oluşturmaktır. Ulus devlet

modeli, hukuk reformları, kılık kıyafet uygulaması, empoze edilen müzik tercihleri, eski yazı

yerine Latin harflerinin kabulü, metrik sisteme geçiş, Halifeliğin kaldırılması vb. birçok

reform, aslında Türkiye vatandaşlarının muasır medeniyet Batı ile uyumlu ve bu medeniyetin

bir parçası haline getirilme gayesinin ifadesidir. Bu yaklaşım aslında Cumhuriyet siyasi

elitlerinin keşfettikleri bir yaklaşım değil, aksine Osmanlı döneminde de görece başlamış olan

bir kısmi Batı yönelimli reform sürecinin daha radikal biçimde uygulanışıdır.

Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı ertesinde uluslararası sistemde Türkiye’nin güvenlik

zorlamaları ile olsa da memnuniyetle NATO’ya katılarak “Batı kulübünde” bir oyuncu olması

ve Avrupa bütünleşmesine 1960’lardan itibaren Batılılaşma ve yeni Türk kimliği

perspektiflerinden yaklaşması sürpriz olmamalıdır. Türk siyasi elitleri AB bütünleşmesini

daima erken Cumhuriyet dönemi kültür politikası ve kimlik seçimiyle aynı kontekstte

değerlendirmişler ve AB’ye katılımı “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmanın bir ispatı

olarak değerlendirmişlerdir.

Dolayısıyla AB üyelik sürecinin kültürel argümanlarla engellenmesi Türk siyasi elitleri

bakımından kabul edilemez ve onur kırıcı bir tavırdır. AB’deki tartışmaların aksine

Türkiye’de AB’nin bu tutumu objektif olarak değil duygusal olarak algılanmakta ve

değerlendirilmektedir.

Yakın dönemde özellikle AKP dönemi dış politikada artan oranda yerellik içeren kimlik

vurgusu ve dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’yi merkez olarak tahayyül eden

konsepti, Batı ve Avrupalı kimlik etrafında seyreden genel kimlik tahayyülünü de

değiştirmeye başlamış, AB’nin kültürel ret yaklaşımına Türk siyasi elitleri giderek daha nötr

yaklaşmaya başlamışlardır. Bu tutum Türkiye’nin AB politikalarına da yansımaya başlamış ve

Türkiye AB’li Türkiye muhaliflerine Avrupalılığını ispatlamaya çalışmak yerine,

Medeniyetler Diyaloğu veya Medeniyetler Arası İttifak gibi daha fazla İslam ve Batı arasında

köprü olma fonksiyonuna atıfta bulunma stratejisini izlemiştir.

Aslında Soğuk Savaş döneminde Batı Türkiye’nin Avrupa Güvenliği eksenli işlevini

vurgularken, Türk siyasi elitleri ilişkilerin kültürel boyutları üzerinde kafa yormamış, Soğuk

Savaş’ın sona ermesinden sonra ise Doğu Avrupa’nın AB’ye entegrasyonu sürecinde geçerli

kimlik politikası haline gelen Hristiyan ve kültürel değerlere atıfta bulunan AB içi

tartışmalara da aktif olarak katılamamıştır. 1991’den buyana AB üyeliğini meşru ve gerekli

gösterebilme sorunları yaşayan Türkiye, kendi kimliğindeki dönüşümler ile AB kimliğinin

oluşması süreci arasında felsefi ve kültürel bir tartışma ve iletişim kanalı oluşturamamış

görünmektedir. Türkiye’nin kendine özgü kimlik sorunları genellikle çeşitli kamusal

alanlarda İslami kültürel referansların rolü boyutu ile etnisite ve vatandaşlık tanımları arasında

cereyan etmektedir. Avrupa’da bu Türkiye’ye özgü tartışmalar ise, daha çok siyasi sistem

üzerinden değerlendirilmekte, tıpkı yakın döneme kadar devam eden vesayetçi rejimin

algılaması gibi, zaman zaman dış politikada “eksen kayması”, zaman zaman da İslamcılık ve

Batı değerlerinin karşı karşıya getirilmesi gibi çatışma potansiyellerinden yürütülmektedir.

Türk toplumunda da Avrupa kimliği söz konusu olduğunda biz – onlar düzlemi olmadığını

varsaymak gerçekçi olmaz. Hristiyan demokrat muhafazakârların ötekileştirdikleri Türkiye

sadece AB içi bir kimlik oluşumuna – AB’nin ötekisi olarak – katkıda bulunmakta, hem de

AB’nin dışlamasıyla kendi içindeki kültürel aidiyet ve kimlik tartışmalarındaki gidişat, AB

tarafından etkilenmiş olmaktadır.

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1107

Sonuç Yerine

AB’nin kendi söylemi olan “farklılıkta bütünleşmek”, Türkiye örnek olayında geçerli

olamamaktadır. Birlik içinde Türkiye’yi destekleyen kesimler bile Türkiye’nin Avrupalı

kimliğine vurgu yapmak yerine, Türkiye’nin stratejik önemine, ekonomik dinamizmine,

Avrupa Güvenliğine yapacağı katkılara, Türk göçmenlerin entegrasyonunda AB üyesi bir

Türkiye’nin oynayabileceği role, fosil enerji boru hatları rotaları üzerinde bulunan

Türkiye’nin AB için önemine vb. atıfta bulunmaktadırlar.

En iyimser yorumlarda Türkiye’nin Afganistan veya İran gibi ülkeleri barındıran İslam

coğrafyasında kendi modeli ile rol model olduğuna ve AB üyesi bir Türkiye’nin AB ile İslam

Dünyası arasında ilişkilere önemli katkılarda bulunabileceğine vurgu yapılmaktadır.

2000’li yıllardan itibaren Türkiye’nin AB’ye katılımı konusunda kimlik sorunu giderek daha

sesli olarak telaffuz edilmektedir. Günümüzde bu sorununun buz dağının yüzey altında kalan

kısmı olduğunu söylemek hatalı olmaz.

AB’de Türkiye’nin üyeliğine karşı retçi tutum içinde olanlar sadece radikal unsurlar değildir.

Hristiyan demokratlar AB’de gerek ulusal meclislerde, gerekse AB Parlamentosunda en

yüksek oy oranına sahip partiler veya fraksiyonlardır. AB’deki kültürel retçi yaklaşımın

sadece basit bir Türk fobisi olmayıp, altında ciddi kültürel jeopolitik sebepler ve gerçekten

AB’nin finalite ve sınırlarının nihai tespiti konusunda öne sürülen bir tez olduğu

değerlendirilmektedir. Türkiye’nin üyelik sürecinde gösterdiği somut ilerlemeler ve objektif

AB ölçütlerine uyum sağlamada gösterdiği başarı, AB’ye üyelik perspektifini hâlihazırda

1960’lardan bu güne kadarki zaman dilimindeki en somut ve yakın duruma getirmiş

bulunmaktadır.

Üzerinde hemfikir olunan tek konu, Türkiye’nin AB’ye kabulünün teknik bir konu olmayıp,

siyasi bir karar olacağıdır.

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1108

Kaynakça

Arnold, Hans: Europa am Ende? Die Auflösung von EG und NATO, München 1993.

Dedeoğlu, Beril: Yeni Türkiye, Yeni AB. AB’deki Değişimin Üyelik Sürecine Etkisi, Haşimi,

Cemal (Ed.), Türkiye, Avrupa ve Avrupa Birliği, İstanbul 2011.

Eralp, Atilla (Ed.), Türkiye ve Avrupa, Ankara 1997.

Eralp, Atilla ve Şenyuva, Özgehan: Türkiye – AB İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi ve

Dönüşümü, Haşimi, Cemal (Ed.), Türkiye, Avrupa ve Avrupa Birliği, İstanbul 2011.

EU-Vertrag, Laeufer, Thomas (Ed.), Vertgag von Amsterdam. Texte des EU-Vertrages und

des EG-Vertrages mit den deutschen Begleitgesetzen, Bonn 2000.

Faul, Erwin: Eine Aufnahme der Türkei untergräbt die Legitimität und innere Sicherheit der

EU, in: Politik und Gesellschaft. International Politics and Society, 4/1997.

Frankenberger, Klaus-Dieter: Wo endet Europa? Zur politischen und geographischen

Identität der Union, in: Internationale Politik, Juni 1998, 6/53.

Genç, Savaş: Avrupa Birliği’nin Doğu’ya Genişleme Süreci ve Türkiye ile İlişkileri, Haşimi,

Cemal (Ed.), Türkiye, Avrupa ve Avrupa Birliği, İstanbul 2011.

General-Anzeiger (Almanya Resmi Gazetesi), 30.1.1995.

Haşimi, Cemal: Sunuş. 2000’li Yıllar ve Avrupa’nın Müzakere Edilişi, Haşimi, Cemal (Ed.),

Türkiye, Avrupa ve Avrupa Birliği, İstanbul 2011.

Hütteroth, Wolf-Dieter: Türkei, Darmstadt 1982.

Louis, Herbert: Die Stellung Anatoliens am Rande Europas, in: Die Türkei in Europa.

Beiträge des Südosteuropa-Arbeitskreises der Deutschen Forschungsgemeinschaft zum IV.

Internationalen Südosteuropa-Kongress der Association Internationale d’Études du Sud-Est-

Européen, Ankara 13.-18.8.1979, Göttingen 1979.

Margedant, Udo: Beirtitt, Beitrittsverhandlungen, Mickel, Wolfgang (Ed.): Handlexikon der

Europaeischen Union, Köln 1998, s. 47-50.

Müftüler – Baç, Meltem: Türkiye ve AB. Soğuk Savaş Sonrası İlişkiler, İstanbul 2001.

Nuttall, Chris & Traynor, Ian: Kohl tries to cool row with Ankara, The Guardian, 7.3.1997.

Sommer, Theo: Europa ist kein Christen-Club, in: Die Zeit, Nr. 12 vom 14.3.1997.

10th

International Conference on Knowledge, Economy and Management; 11th

International Conference of the ASIA Chapter of the AHRD & 2

nd International Conference of the MENA Chapter of the AHRD

PROCEEDINGS

1109

Şen, Faruk: Einleitung. Osteuropa hat Vorrang und die Türkei muss noch warten, Şen, Faruk

& Rehwinkel, Dieter (Ed.): Türkei und europaeische Integration. Dokumentationen einer

gemeinsamen Tagung der Friedrich – Ebert – Stiftung und des Zentrums der Türkeistudien in

der Gustav – Heinemann Akademie in Freudenburg, 15 – 17 December 1989.

Usul, Ali Resul: AK Parti Hükümetleri Döneminde Türkiye-AB İlişkileri, Haşimi, Cemal

(Ed.), Türkiye, Avrupa ve Avrupa Birliği, İstanbul 2011.

Van den Broek, Hans: Die Herausforderung eines erweiterten Europa, Röttlinger, Moritz ve

Weyringer, Claudia (Ed.), Handbuch der europaeischen Integration. Strategie-Struktur-Politik

der Europaeischen Union, Wien 1996.

Vardar, Deniz: Türkiye – Avrupa Topluluğu İlişkileri, Sönmezoğlu, Faruk: Türk Dış

Politikasının Analizi, İstanbul 1994.

Vali, Ferenc: Bridge Across the Bosporus. The Foreign Policy of Tuırkey, Baltimore &

London 1971.

Wallace, William: From Twelve to Twenty Four? The Challenges to the EC Posed by the

Revolutions in Eastern Europe, in: Crouch, Colin & Marquand, David (Hg.): Towards Greater

Europe? A Continent without an Iron Curtain, Kent 1992.

Yurdusev, Nuri A.: Avrupa Kimliği’nin Oluşumu ve Türk Kimliği, Eralp, Atilla (Ed.),

Türkiye ve Avrupa, Ankara 1997.