arkeolojik restorasyon uygulamalarında görülen teori ve pratik Çelişkileri

17

Upload: independent

Post on 02-Feb-2023

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

460

ARKEOLOJİK RESTORASYON UYGULAMALARINDA GÖRÜLEN TEORİ VE PRATİK ÇELİŞKİLERİ GAMZE KAYMAK HEINZ1 ÖZET

Doğal bir gelişme süreci olan herşeyin ‘geçiciliği’ gerçeğine karşı

çıkmayı içinde barındıran anıt koruma ve bakımı, bilimsel tanılara ve ilkelere (tarih ve kültür bilimleri, estetik, fen bilimleri) dayalı, fakat yoğun bir şekilde duygulara bağlı, çok kompleks bir görev alanını oluşturmaktadır.

Koruma konusundaki objektif ve subjektif değerlendirmeler, uluslararası ölçütlerle uygulamalar arasında karşıtlıklar oluşmasına neden olmaktadır.

Sardes Mermer Avlu, Efes Memmius Anıtı, Domitian Çeşmesi, Celsus Kitaplığı, Afrodisias Tetrapylon, Antalya Cumanın Camii gibi restorasyon örnekleri, uygulamaların geri dönüşebilirliği ve restorasyonlardaki genel eğilimler, çağdaş koruma bilimi ve anlayışı bağlamında değerlendirilmektedir.

1. GİRİŞ

Her anıtın tarihe ve sanata ilişkin ideal değerlerini ihmal ederek, modern

teknik araçlarla sağlamlaştırılması ve onarımı mümkündür. Fakat ideal değerler, teknik olanakların sadece belirli değerleri kısıtlamayacak olanlarla sınırlandırılmasını gerektirebilmektedirler. 1 DI.Dr. Araştırmacı Serbest Mimar, Viyana

461

Restorasyonlardaki teknik hatalar anıtlarda sık görülen bozulmaların nedenini oluşturmaktadır. Yapı tekniği 19. yy.’ın derinliklerine kadar oldukça sabit kalmıştır. Dolayısıyla restorasyon alanındaki büyük yenilikler, öncelikle Avrupa’da doğa bilimleri alanındaki gelişmelere bağlı olarak, 19. ve 20. yy.’larda olmuştur: mekanik, statik, kimya, fizik v.b. alanlardaki gelişmelerle birlikte, tarihi bir yapının statik durumunu hassas olarak ilk defa bu yıllarda hesaplama şansına sahip olunmuş ya da restorasyon metotları için yeni yapı malzemeleri laboratuvarlarda ve bilimsel olarak geliştirilebilmiştir. Bu anlamda, “yoksa kaybolup gidecek olan” bir çok tarihi yapının kurtarılması için yeni olanaklar yaratıldığı kesindir. Fakat gelişmişlik inancı yer yer yeni yöntemlerin sorgulanmadan kullanılmalarına da neden olmuştur.

Anıt koruma ve bakımıyla ilgili uluslararası anlamdaki ilk tüzük, Parthenon’un kuzey sütunlarının bitirilen restorasyon çalışmalarından dolayı Atina’da toplanan müzeciler ve anıt koruma, bakımı uzmanları tarafindan geliştirilmiştir (21-30 Ekim 1931). O zamanki restorasyonların sorunları, doğrudan bu ilkelere yansıtılmıştır: Kongrede restorasyonlarda kullanılan mermerin orijinale göre çok büyük bir kontrast yaratmasından ve yıllar geçse de eskimeyen ‘yeni gibi’ görünümünden yakınılmış, tamamlamalar için henüz yeni denenmiş bir malzeme olan betonarmenin kullanımı önerilmiştir [1].

1950’li ve 1960’lı yılların başlangıcında, teknik gelişmelerin savaş öncesi kaldığı yerden devam ettirilmesi anlamında Yunanistan (Attalos Stoası, Aegia’da Aphaia Tapınağı, Kap Sunion’da Poseiodon Tapınağı, Brauron’da Artemis Tapınağı’nın Stoası), İtalya (Hadrianus Villası, Sicilya Selinunt’da Hera Tapınağı, Paestum’daki Athena Tapınağı) [2] ve ilk defa Türkiye’de de (Hadrianus Tapınağı, Memmius Binası, Traian Nymphaeumu, Domitian Çeşmesi gibi) teknolojik olanakların gelişmesine bağlı bir dizi restorasyon uygulamaları gerçekleştirilmiştir [3]. Bu yıllarda İtalya’daki ve Türkiye’de Avusturyalılar tarafindan Side ve Efes’te yürütülen projelerde, betonarmenin yoğun kullanımı dikkat çeker. Antik malzemeye karşı oldukça dikkatsiz davranılmıştır.

Aynı yıllarda Sicilya Selinunt’daki Hera Tapınağı tamamıyla harabe bir çevrede yeniden ayağa kaldırılmıştır. Bu projenin “turistik anlamda anıt koruma ve bakımı”nın [4] ilk kilometre taşı olduğu söylenebilir. Bu uygulamanın açıklaması, bilimsel araştırmadan ya da konservasyondan çok, bağlantıların ziyaretçiler için anlaşılabilir hale getirilmesi olarak yapılmıştır.

Aradan geçen zaman içinde, barış dönemlerinde insan eliyle anıtlara verilen zararın, savaşlarda verilen zarardan daha büyük olduğu gözlemlenmiş, bilim adamları bu konudaki ilkeleri yeniden gözden geçirmenin zamanının geldiğine karar vermişlerdir [5]. Mimarların ve anıt

462

koruma, bakımı uzmanlarının katıldığı Venedik’teki II. uluslararası kongrede (25-31 Mayıs 1964) çok çeşitli teknik olanakların antik malzemeye getirdiği tehlikeler dile getirilmiş, 1931 yılında belirlenen temel ilkeler, geçmiş otuz yılın restorasyonlarından edinilen deneyimlere uyarlanmıştır.

İki tüzük arasındaki önemli fark; sadece tek tek anıtların değil, ‘kentsel ve kırsal bölgelerdeki anıtlar’ın da, yalnızca tanınmış ve anıtsal değeri yüksek eserlerin değil, daha ‘mütevazi eserler’in de korumaya değer olduğuna dikkat çekilmesidir. Hem ‘sanat değeri’nin hem de ‘tarihi belge olma değeri’nin korumaya değer olduğu vurgulanır. Her restorasyon çalışmasından önce mutlaka ‘sanat bilimleri ve tarihi araştırmalar’ gerçekleştirilmesi istenir. Koruma önlemleri alabilmek için, tüm modern teknik yöntemlere başvurulmasının onaylanmasına devam edilir, ancak 1931’dekine farkla, “doğa bilimleri yoluyla ispatlanmış ve pratik deneyimlerle garanti edilmiş modern konservasyon yöntemlerinin kullanılmasına veya modern teknik önlemlerin alınmasına”[6] izin verilebileceği eklenir. Betonarmenin, yardımcı modern teknik malzeme olarak vurgulanması iptal edilmiştir.

Arkeolojik kazı alanlarındaki restorasyonlar konusunda UNESCO’nun arkeolojik kazı alanları için geçerli olan 1956 yılı uluslararası Yeni Delhi Tüzüğü’ne bağlı kalınmıştır. Burada anastilosis, sözkonusu olabilecek tek yeniden yapım metodu olarak anılmış ve gerekli ‘tamamlamalar’ın ‘modern birer ekleme’ olarak ayırd edilebilirliği ve bunların da ‘minimumla sınırlandırılması’ zorunluluğu, aynı zamanda ‘formların sürekliliği’nin sağlanması gerektiği vurgulanmıştır.

Venedik Tüzüğü’nün 15. maddesinde anıtlarda, “tüm rekonstrüksiyon (yeniden yapım) işlemlerinden peşinen vazgeçilmesi”[7] gerektiği belirtilir; bunun nedeni faraziyeleri kabullenme tehlikesinin –en azından detaylar için– sözkonusu olmasındandır [8]. Sadece, özgün malzeme kullanımının söz konusu olduğu, dolayısıyla faraziyenin olabildiğince engellenmesini sağlayan “anastilosis”e, yani mevcuda ait fakat artık orijinal yerinde olmayıp, dağılmış olan parçaların bir araya getirilmesine izin verilebilir denmektedir.

Aynı tüzüğün restorasyon başlığını taşıyan paragrafının (Madde 9) Türkçe çevirisinde “Onarım uzmanlık gerektiren bir iştir...”[9] denilmektedir. Böylece sözkonusu olabilecek en doğal bir olasılıktan yola çıkılmakta, fakat herkesin bu işi yapamacağı söylenmektedir (yani anıtın korunma durumu vs. değil, uygulamayı yapan kişi sorgulanır). Oysa ki aynı maddenin Almanca çevirisinde “Restorasyon her zaman için sadece olağanüstü koşullarda başvurulan bir koruma önlemi olarak kalmalıdır” [10] diye geçer, dolayısıyla metodun kendisi sorgulanır. Almanca çevirisinde

463

ise “restorasyon”un pek te tercih edilmemesi gereken bir koruma metodu olduğu algılanır ya da en azından bir sorgulama durumu görülür. Bu örnek, uluslararası geçerli ve benimsenmiş ortak kurallardan yola çıkılmasına rağmen her toplumun yaklaşımının, yorumunun, dolayısıyla uygulamalarının farklı olabildiğini göstermesi açısından ilginçtir.

Venedik Tüzüğü Türkiye’de Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu (GEEAYK) tarafindan 1967 yılında resmen benimsenmiş, ama ilkelerinin uygulamaya girmesi zaman almıştır [11].

1979-1987 yıllarında Yunanistan, Akropolis’te tekrar restorasyon çalışmaları yapılmıştır [12], konuyla görevli bir kurul oluşturulmuş ve detaylı bir belgeleme çalışmasının [13] ardından düzenlenen uluslararası bir sempozyumdan sonra çalışmalara başlanmış ve genel prensipler, çalışmalara başlamadan önce dile getirilmiştir [14]. Dikkat çekilmesi gereken konu, burada Venedik Tüzüğü’nün yanısıra ek kararlar alınmış olmasıdır; kesinkes ‘geri dönüşebilirlik’ istenir yani anıt, gerektiğinde çalışmalara başlamadan önceki eski durumuna tekrar geri getirilebilmelidir.

Günümüzde teknik önlemler ve yapı malzemeleri laboratuvarlarda hızlı yöntemler aracılığıyla denenebilmektedir, ama bu bile bir metotun uzun süre geçerliliği konusunda kesin bir garanti veremez. Oysa ki tarihi yapılarda ‘yöntemin uzun süre geçerliliği’ konusu en önemli yeri teşkil etmelidir. Dolayısıyla teknik önlemlerin en ideal olanı geriye döndürülebilir (reversible) olanıdır. Yani zaman içinde uygulanan yöntemin etkisiz olduğu anlaşıldığında yerine daha iyi ve yeni yöntemlerin konulmasına izin verebilecek nitelikte olmalıdır. Halbuki bugün özellikle sık kullanım bulan yöntemler: Betonarme, sentetik enjeksiyonlar vs. genelde geri döndürülemez niteliktedir, hatta çok katlı malzeme değişimine neden olmaktadırlar. Dolayısıyla bu yöntemlere, anıtın özgün yapısını daha az değiştirecek bir yöntemin olmadığı durumlarda başvurulmalıdır.

Bir taraftan tarihin birer belgesi olan anıtların korunması ve bakımı ‘tüm insanlığın’ ortak ilgi alanını oluştururken diğer taraftan bu gerçek, normalde daha fazla rant getirmesi amaçlı optimal kullanım çabasıyla çelişmektedir. Bu durumun kazı alanları için geçerli olmadığı düşünülse de, bu alanda da durum daha farklı değildir: İtalya’da 1900’lerin başlangıcından itibaren devlet tarafından teşvik edilen politik amaçlı bir uygulamayla antik tiyatroların yeniden yapımında ve kullanımında özel bir çaba görülür. Böylece ortaya ‘yaşayan’ ve ‘kullanılan’ anıtlar kavramı çıkmıştır [15].

Günümüz Türkiye’sinde de, hem kazılarda ortaya çıkarılan eserlerle bağlantılı olarak ‘bir sonuç görülmesi’ açısından hem de bu eserlerin ayağa kaldırılarak teşhir edilmesi ya da kullanıma açılması isteğiyle yeniden yapım (!) ilginin merkezini oluşturmaktadır. Türkiye’de eski eserlerin turizmle

464

ilişkisinin kurulması fikri 1955’e kadar uzanmaktadır [16]. Halbuki anıt koruma teorisi, bir anlamda kullanımının sınırlandırılmasını gerekli kılmakta, dolayısıyla mülkiyet sahibinin subjektif haklarına müdaheleyi de beraberinde getirmektedir.

1999 yılında düzenlenen T.C. Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu İlke Kararları ile, Venedik Tüzüğü’nün ‘sadece özel durumlar’da başvurulmalıdır dediği ‘restorasyon’ (9. Madde) ile ‘peşinen vazgeçilmelidir’ dediği ‘rekonstruksiyon = yeniden yapım’ (15. Madde) yaklaşımlarına aynı derecede olumlu veya en azından önyargısız bakıldığı görülmektedir. Hatta 5 Temmuz 2005 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak uygulamaya giren 5366 sayılı "Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun"un getirdiği fırsatlar, uygulamalarda “kültürel, tarihi ve anı” değerleri ile “kullanım ve rant” değerlerini karşı karşıya bırakacak niteliktedir.

2. ARKEOLOJİK RESTORASYON ÖRNEKLERİ Türkiye’de 1960’lı yıllardan beri arkeolojik alanlarda önemli sayıda

‘yeniden yapım’ çalışmaları gerçekleştirilmektedir:

2. 1. Mermer Avlu, Sardes Sardes’teki Gymnasium kompleksinin merkezinde yer alan Mermer Avlu

arkasını tuğla duvara dayamış, ama onunla statik bir bağlantısı olmayan 8,40 m x 35,80 m büyüklüğünde sütunlu, iki katlı mimariye sahip bir avludur.

Tabanından itibaren 3-5 m yüksekliğinde ayakta kalabilmiş olan Mermer Avlu bir Amerikan-Türk ortak çalışması olarak 1964-1973 yılları arasında F.K. Yegül denetiminde M.C. Bolgil’in mühendislik önerilerine göre yeniden yapılmıştır. Yeniden yapım için öne sürülen nedenler arasında Venedik Tüzüğü’nden bahsedilmemekte ama turistlerin ziyaretine açık olan kazı alanının daha ilgi çekici kılınması öne sürülmektedir. Ayrıca yapılacak rekonstrüksiyonla, tamir yoluyla ve antik yapı elemanlarının mimari tasarıma uygun olarak düzenlenmesiyle harabenin ve sonuçta ta yapı elemanlarının emniyeti, dolayısıyla korunması sağlanmalıdır [17].

İlk öneriye göre, sütunları ve kornişleri delme yoluyla sütunlu, nişli, saçaklıklı cephe elemanları ayağa kaldırılmadan önce statik bir bütünlüğe kavuşturulmalıdır. Fakat uygulama zorluklarından dolayı, ikinci öneri olan massiv arka duvara bir betonarma çerçeve integre edilmesine ve cephe elemanlarının buradan çıkan konsollara asılmasına, ya da üzerine

465

yerleştirilmesine karar verilir. Bu durumda sütunlar ve sütun altlıkları olduğu gibi ayağa kaldırılabilir ve sadece kendilerini taşımak durumundadırlar, fakat korniş elemanları, kolayca asılabilmeleri ve ağırlıklarının azalması için, arka kısımlarından kesilerek daraltılmaya maruz kalmışlardır [18]. Böylece antik malzemeye oldukça yoğun bir müdahelede bulunulmuştur. Tamamlamalar için yerinde dökülmüş beton elemanlar, kalıbı alınarak yapılmış elemanlar, mermer malzemeyle elde edilen soyuta yakın formlar ve önceden kalıbı alınarak yapılmış elemanlara serbest formlar vermek şeklinde uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Kullanılan malzemelerin, tekniklerin ve formların çeşitliliği kesin bir restorasyon konseptinin tanınmasını zorlaştırmaktadır.

Çalışmalar 1964’te başlar ve 1967 yılında ayağa kaldırılan katın, aslında üst kat olduğu anlaşıldıktan sonra tüm yapı elemanları tekrar sökülür.

Antik tuğlanın yetersizliğinden arka duvar yeni üretilmiş tuğlalar ile ve yeniden yapılmıştır. Antik Çağ’da da tuğla olan bu duvar mermer bloklarla kaplanmıştı, yeniden yapım sırasında ekonomik külfetinden dolayı kaplamalarından vazgeçilmiştir. Böylece görünen çıplak tuğla duvar, eserin Antik Çağ’daki orijinal görünümünden çok farklı, bundan dolayı da bir miktar yanıltıcı ve nitekim aslına uygun değildir. 2. 2. Memmius Anıtı, Domitian Çeşmesi ve Nymphaeum Traianı, Efes

Efes’te 1963-1972 yılları arasında oluşan yeniden yapımlarda, anıtların aslına uygun rekonstrüksiyonlarının, bilinçli olarak denenmeye bile kalkışılmadığını görürüz: 1963-1964 yıllarında yeniden yapım suretiyle arkeolog mimar A. Bammer ve heykeltraş F. Öhlzant tarafından ayağa kaldırılan Memmius Anıtı’nda korunabilmiş mermer parçalar plan gözönüne alındığında doğru yerlerinde, ama görünüşe göre farklı yüksekliklerde yerleştirilmişlerdir [19]. Malzeme, geometrik, soyut formlarda dökülmüş kaba betondur [20]. Memmius Anıtı’nı izleyenlerin orijinal binayı çizim ve model olmadan kafalarında canlandırmaları mümkün değildir. Oysa Venedik Tüzüğü’nün kazılarla ilgili maddesi “... ortaya çıkarılan anıtların kolayca anlaşılabilmesi için, anlamını bozmayan tüm insiyatiflere başvurulmalıdır“ [21] şeklinde belirtir.

H. Pellionis ve W. Mach tarafından yeniden yapılan Nymphaeum Traianı’nda sütun başlıklarının ve kornişlerin büyük bir bölümü mevcuttu ama sütunlar yoktu. Böylece alçak bir beton kaidenin ayırdığı iki kat üst üste oturtularak, binanın yükseklik oranlarında oldukça büyük farklar elde edilmiştir. Bu yapının izleyenler tarafından anlaşılması Memmius Anıtı kadar zor olmasa da elde edilen mimari etki özgününe göre tamamen farklıdır. Domitian Çeşmesi’nde korunmuş olarak günümüze kadar gelen kemer, çeşme apsisindeki orijinal yüksekliğine soyut bir beton iskele ile

466

getirilmiş, orijinal taşıyıcı sistem ise örnek olarak bile dikkate alınmamştır [22]. Görünen yüzeylerde, kaba strüktürü ve sadeleştirilmiş biçimiyle dolgu malzemesi olarak çıplak beton kullanılmıştır. Bu örneklerin hiç birinde orijinal yapıyı bir zamanlar ayakta olduğu şekliyle yeniden yapma girişiminde bulunulmamıştır [23]. Daha ziyade anıta ait orijinal malzeme kullanılarak başka bir sanat eseri yapılmıştır.

Bu uygulamalar başlı başına birer sanat eseri olarak değerlendirildiğinde, “sanat” değeri yüksektir denebilir, ama tarihin birer belgesi olarak oldukça yanıltıcıdır ve antik malzemenin korunması açısından değerlendirildiğinde, ideal değerlerden oldukça uzak olduğu söylenebilir. Fakat dönemin antik yapılara olan yaklaşımını anlatması açısından önemlidir: Bu yaklaşımın arkasında yatan Antik Çağ’ın parçalanmışlığını ve her şeyin geçici olduğunu anlatma felsefesidir [24].

2. 3. Celsus Kitaplığı, Efes

İlk defa Celsus Kitaplığı’nın yeniden yapım çalışmalarında, bilimsel olarak restitüsyonu önceden yapılmış bir yapıya ait parçaların biraraya getirilmesi yoluna gidilmiştir [25]. 1970-1978 yılları arasında Avusturya’lı mimar F.J. Hueber ve mühendis H. Endl tarafindan Celsus Kitaplığı’nın cephesi yeniden ayağa kaldırılmıştır. Burada da yeniden yapımın nedeni olarak, yapı elemanlarının konservasyonunun gerekliliğinin yanısıra, yeniden kazanılmış malzemenin yanıltmayan, anlaşılabilir sunumu neden olarak gösterilmiştir [26]. Ayrıca yeniden yapım sırasında antik mimari araştırmaların yapılabilmesi bir şans olarak nitelendirilmiştir [27]. Tüm cephenin çatı kornişi seviyesine kadar kaldırılmasına yetecek kadar (% 80) antik malzeme mevcuttur, fakat arka duvarın taşlarından oldukça az miktarda kalmıştır. Böylece arka duvar neredeyse tamamıyla yeni bloklardan yapılmış, dolayısıyla öndeki genelde daha küçük bloklarla yapılmış cepheye karşın ve çevredeki mevcut strüktürden farklı bir görünüm elde edilmiştir [28]. Taşıyıcı sistem geliştirirken yerine getirilmesi gereken koşullardan biri, depreme dayanıklılığın sağlanması olmuştur. Kısmen mevcut taşların kullanımıyla ve özellikle cephenin iç tarafında orijinal taşın olmadığı yerde betonarmenin kullanımıyla oluşturulan çerçeve taşıyıcı sistemi oluşturmuştur. Buradan çıkan konsollar, sütunların üzerine oturtulmuş, kornişler doğrudan betonarme konsollara bağlanmıştır. Donanımda kullanılan inşaat çeliği taşlara delme yoluyla yerleştirilmiş ve çatlaklar birbirine reçine bazında sentetik bir yapıştırıcı kullanılarak yapıştırılmıştır [29]. Betonarme kısımlar, üst yüzey malzemesine yer kalacak kadar bir kaç cm geri çekilerek yapılmış, üzerine orijinal taşın rengine uygun olarak renklendirilmiş beyaz çimento bazında yapay taşlar, üst yüzey olarak

467

eklenmiştir. Sadece üst yüzey ince grenli ve beyaz çimentodan yapılmış, alt katmanlarda % 70 daha ucuz olan normal çimento kullanılmıştır [30].

Uygulama tarihinde kırılan orijinal parçaların yapıştırılmasında kullanılan araldit ve kullanma tekniği ile ilgili deneyim yoktu, aradan geçen zaman içinde aralditin çözüldüğü, zamanla renk değişimine uğradığı, giderek büyüyen çatlaklar oluştuğu bilinmekte ve ölçüm yoluyla denetlenmektedir. 2. 4. Tetrapylon, Afrodisias

Afrodisias’daki Tetrapylon, Agora ile Sebasteion Propylonu’nu birleştiren yol üzerinde bulunan dört kapılı anıtsal bir yapıdır. Planda ölçüleri dış köşelerinden itibaren yaklaşık 11 m x 11 m olan bir karedir [31]. Bu kare üzerinde her köşede dört olmak üzere toplam 16 sütun yer almaktadır.

Tetrapylon ilk defa 1904 yılında P. Gaudin adında Fransız bir tren yolu yapımcısı tarafından ortaya çıkarılmıştır. Araştırmalar, 1963 yılında K.T. Erim yönetiminde yeniden ele alınmıştır. Anıtın tam fonksiyonunun belirlenemediği gibi, tarihlemesi de, kısmen problemli kalmıştır [32].

1969 yılında bulunan bir kaç sütunun ayağa kaldırılmasına karar verilmiş ve zamanın restorasyon teknikleriyle gerçekleştirilmiştir. 15 yıl sonra tüm yapının yapılmasına karar verilince mevcut restorasyonlar, başlı başlına bir problem olmuştur [33].

1980’li yılların başında F.J. Hueber, K.T. Erim tarafindan ortaya çıkarılan eserin anastilosis için uygun olup olmadığını yerinde incelemesi amacıyla davet edilir. Sonuç olarak, K.T. Erim ilk adımını Tetrapylon anastilosisinin oluşturacağı geniş bir restorasyon programına başlamak ister. 1970 yılında A. Machatschek (TU Viyana) daha sonraki araştırmaların da doğruladığı bir restitüsyon gerçekleştirmiştir. 1983 yılında yapının çevresinde kazılara devam edilmiş ve paralel olarak taşın özüne uygun restitüsyonuna ve tüm yapı elemanlarının, yapımından sonra artık görünmeyecek olan taşların da çizim yoluyla belgelenmesine başlanır.

1984-1991 yıllarında Avusturyalı mimar G. Paul yönetiminde Tetrapylon yeniden ayağa kaldırılmıştır. Çalışmalara başlamadan önce tüm yapının, in situ elemanları dahil yerinden kaldırılması gerekmiştir. Çünkü, 60’lı yılların restorasyon çalışmalarında kullanılan demir dübeller zaman içinde mermere tamir edilemeyecek zararlar verebileceğinden o zamanki restorasyonları düzeltmek ve yenilemek gerekmiştir. Sütunların yapıştırma yoluyla bir araya getirilen parçalarının statik olarak yeterli olmadığı tespit edilmiştir. Ayrıca temelde kuvvetlendirme çalışmaları yapmak gerekmiş, böylece in situ elemanların normalde görünmeyen statik problemlerini inceleme fırsatı da doğmuştur [34].

468

Orijinal yapı elemanlarının yerleştirilmesine başlanmadan önce restitüsyonu tamamlanmış, yani teoretik olarak nereye ait olabilecekleri belirlenmiştir. Antik malzemenin korunması gerektiği ana fikrinden hareketle, bilimsel araştırma ön planda tutularak antik malzemeye olabildiğince saygılı davranılmış, statik açıdan gerekli müdaheleler minimumda tutularak gereksiz eklemelerden, tamamlamalardan kaçınılmış, Venedik Tüzüğü’nün istediği gibi, örnek bir anastilosis gerçekleştirilmiştir, tabii ki burada % 80 oranında orijinal malzemenin varlığı [35] belirleyici olmuştur. 2. 5. Cumanın Camii, Antalya

Antalya’nın tarihi merkezi Kaleiçi’nde yeralan Cumanın Camii, 5./6. yüzyılda bir Bizans kilisesi olarak neredeyse tamamı Hellenistik ve Roma Dönemleri’ne ait devşirme taşlardan yapılmıştır. Muhtemelen Osmanlılar Dönemi’nde bir camiye çevrilmiş, 1896’da geçirdiği bir yangından sonra terk edilmiştir.

Yapı, Hellenistik Dönem’den itibaren hemen her dönemin ve kültürün belgelerini uyumlu bir biçimde bünyesinde barındırdığından kent yerleşiminin gelişme sürecini yansıtan önemli bir eserdir. Dolayısıyla ‘tarihi’ değerinin çok yüksek olduğu tartışma götürmez. Yüksek sanat tarihi değeri, büyük yıkılmalar nedeniyle sadece bazı yapı evrelerinde veya yapı elemanlarında ölçülebilir. Harabenin görsel etkisi çok fazladır. Çeşitli kültürlerden kaynaklanan kalıntılar ‘yaşlılık’, ‘hatıra’ ve ‘sembol’ değerleri [36] taşımaktadır. Buna karşın şimdilik ‘kullanım değeri’ çok kısıtlıdır.

Harabeye, yer yer yıkılma tehlikesi gösterdiğinden 1974 yılında T.C. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafindan koruma amaçlı bir restorasyon uygulanmıştır. Bu restorasyonda alınan belli başlı önlemler arasında, orta nefin kuzey ve güney duvarlarında yıkılan revaklı geçişlerin tamamlanması ile haç planlı giriş yapısının ve minarenin üst örtüsünün tamirinin yanı sıra taşıyıcı ayaklardaki ve duvarlardaki çeşitli tamamlamalar sayılabilir [37]. Betonarmenin kullanıldığı bu restorasyon sayesinde çöküşün devamı biraz ertelenmiş, fakat koruma önlemleri genelde bir kötüleşmeyi de beraberinde getirmiştir: Batı köşe odasının ve haç planlı yapının doğu kanadının tonoz kemerlerinin restorasyonu ‘yeniden inşa’ ölçülerine varan uygulamalardır [38]. Batı köşe odasındaki yeni taşıyıcı ayakların yerleri ve haç planlı yapıdaki kemerin yüksekliği, olması gereken orijinal yerinde değildir. Orijinal tonoz örtüsünün kendinden sonraki sıva ile kesişme çizgisi boyunca bıraktığı bugün hâlâ görülebilen izler ve M. Hartel’in çizdiği uzunlamasına kesit [39], tonoz örtüsünün akışını, başlangıç ve bitiş noktasını vakıf restorasyonu uygulamasından daha farklı yükseklikler de gösterirler.

469

Sütun başlıkları ve kapı söveleri yeni eklemeler nedeniyle yer yer kapatılmış ve betona gömülmüştür. Tamamlanan bölümlerin ve eklemelerin adeta yeni bir yapı gibi uygulanmış olmasıyla anıtın özgün, uyumlu estetik görünümü bozulmuş, ayrıca sanatsal ve tarihi tanıklığı yanlış bir şekilde yansıtmasına neden olmuştur. Uygulamada harabenin ‘estetik’ değerine bir ölçüde zarar getiren ‘yenilik’ değeri [40] ön plana çıkarılmıştır.

3. SONUÇLAR Türkiye’deki restorasyonlarda “yenilik değeri”nin ve şimdiki “kullanım

değeri”nin yükseltilmesi, zaman zaman ‘tarihi belge’ ya da ‘sanat değeri’nin üstünde tutulması yolunda eğilim gösterilmektedir. Bu durumda varılan sonuçlar ‘görünümün değiştirilmesi’, ‘anıtın özgün yapısına müdahele‘ edilmesi, ‘tekniğin etkinliği’nin belirgin olmasıdır.

Ülkemizde restorasyon ve koruma kavramlarının yerine tam oturmadığı yer yer birinin diğerinin yerine kullanıldığı görülmektedir. Anıtları korumanın teorisini ve uygulamada gerekli olan metotlarını başlı başına bir bilim dalı olarak öğretildiği ülkelerde ‘restorasyon’ duruma göre, anıtı koruma amacıyla başvurulacak bir metot olarak tanıtılmakta, anıt koruma ve bakımının tek ve en iyi yolu olarak algılanmamaktadır. Kavram ülkemizde de üniversitelerden başlamak üzere ait olduğu yere geri koyulmalı, yer etmiş olan pozitif yüklü ‘restorasyon’ kavramı yerine, metota eleştirel bir yaklaşım getirilmesi eğitimin bir parçası olmalıdır.

1- Anıt koruma ve bakımı, anıtın doğal gelişmiş son şekli olan bize ulaşmış haline bağlı kalarak, ilke ve ölçütler çerçevesinde, değiştirmelerden kaçınarak Anıt = Belge, prensibinden hareketle, anıtın yapısına uygun metotla, çevresini de kapsayacak şekilde, sonradan yapılan eklemeleri minimumda tutarak ve ek olduğunu tanıtacak şekilde orıjinal bünyenin korunması, eskimenin durdurulmasıdır.

2- Rekonstrüksiyon = Yeniden Yapım: 1/1 ölçekli model, önkoşul hassas dökümantasyondur. Venedik Tüzüğü, koruma amaçlı arkeolojik restorasyonlarda ‘yeniden yapımı’ red eder.

3- Anastilosis: Mevcut fakat bağlamından kopmuş yapı elemanlarının bir araya getirilmesidir, daha iyi bir belge değerine ulaşılabilinir.

4- Restorasyon: Anıtın özünü değiştiren bir koruma önlemidir, eklemeler kesin bir şekilde belli olmalıdır, varsayımların başladığı yerde restorasyon durmalıdır, amaç anıtın tarihi ve estetik değerlerini korumaktır. Yaşanan dönemlerin hiçbir izinin silinmemesi mutlak koşul olmalıdır.

470

5- Konservasyon: Anıt koruma ve bakımının en başta gelen ilkesidir, amaç yıkımı durdurmak, özgünü korumaktır. Orijinal bünyenin sağlamlaştırılmasını aşan tamirler konservasyon olarak görülmemelidir.

6- Kopya ve rekonstrüksiyon ‘anıt koruma ve bakımı’ kapsamında kabul edilemez

Bilimsel anıt koruma ve bakımının (Venedik Tüzüğü) tüm problemlerinin anlaşılması ve metotlarının doğru yorumlanabilmesi, sadece teoretik bilgiye sahip olunduğunda mümkündür.

Türkiye gibi koruma alanındaki sorunları oldukça büyük olan bir ülkede, arkeolojik restorasyonlara eleştirel bir gözle bakmak, hatta yapılan ideal koruma metodu anastilosis uygulamalarında bile antik malzemenin oldukça müdahele gördüğünü, zarara uğradığını söylemek abartılı gözükebilir. Buna rağmen, bu gerçeğe dikkat çekilmek zorundadır, çünkü üzerinde titrenmesi gereken tarihi mirasın tekil ve yerine bir daha aynısı konulamaz nitelikte olmasından dolayı kaybedecek değerler çok büyüktür, paha biçilmezdir. Dolayısıyla büyük bir titizlikle koruma denetleme şemsiyesinin altına alarak koruyup, gelecek nesillere aktarma sorumluluğumuz vardır. Tek doğrudan kaynak anıtın kendisidir. Anıtın tarihi bir belge olarak özelliği ve önemi de burada yatmaktadır. Belge niteliğinde ve biricik olma karakterine sahip bu eserler, hem sanat hem de mimarlık tarihine beklenmedik yeni bulgular kazandırabilecek titiz araştırmalara olanak sağlamak gibi çok önemli bilgi kaynağını bünyelerinde barındırırlar. Dolayısıyla bu özgün yapıyı korumak en üst görev olmalıdır. Bu sorumluluk bilinciyle yapılacak müdahelelerde acelecilik, uygulama kolaylığı ve duygusallık nedenlerinin hiçbiri, eksikleri olan sürekli ve yeterli denetimi yapılmayan, belirlenen ölçütlere uymayan uygulamalara izin verilmesine neden olmamalıdır.

KAYNAKLAR 1. Atina Tüzüğü (1931), bkz. Madde 4. Restorasyon Malzemeleri. 2. Starosta, U., (1991) Reparatur und Wiederaufbau antiker Bauwerke, Cilt I., Universität Karlsruhe (TH), Aus Forschung und Lehre 25, s. 147, Dresden. 3. Miltner, F., (1959) “Denkmalpflege in Ephessos”, Österreichische Zeitschrift für Kunst und Denkmalpflege (ÖZKD), ss. 2-4, Viyana; Eichler, F., (1963) “Die österreichischen Ausgrabungen in Ephesos im Jahre 1968”, Anzeiger der österreichischen Akademie der Wissenschaften (ÖAW) Nr. 7, ss. 49-51, Viyana. 4. Ceschi, C., (1970) Teoria e storia del restauro, s. 132, Roma. 5. Dyroff, H.-D., (1991) „UNESCO und das Kulturerbe“, Erhalten Historischer Bauten Kongresi Bildiriler Kitabı, ss. 1-17, Köln.

471

6. Venedik Tüzüğü’nün 10. Maddesi, (1989) Chorın, 14 Nisan 1989. ÖZKD 43, s. 76, Viyana. Venedik Tüzüğü’nün Almanca çevirisi Fransızca ve İngilizce orijinal metin ile o ana kadar ki mevcut Almanca metinler temel alınarak E. Bacher (Avusturya ICOMOS ulusal komitesi başkanı), L. Deiters (Doğu Almanya ICOMOS ulusal komitesi başkanı), M. Petzet (Batı Almanya ICOMOS ulusal komitesi başkanı) ve A. Wyss (İsviçre ICOMOS ulusal komitesi başkanı) tarafından ortak bir çalışma ile gerçekleştirilmiştir. 7. Venedik Tüzüğü 15. Madde (y.dn. 6); Arkeolojik mirasın bakımı ve korunması ile ilgili uluslararası şartlar için, bk.: Lozan Tüzüğü 7. Madde (1992) ÖZKD 46, s. 85. Viyana. 8. Machatschek, A., (1996) “Erste Methodische Restaurierungen an Baudenkmälern der Antike im Zeitalter des Klassizismus”, F. Blakholmer v.d. (ed.), Fremde Zeiten, Festschrift für Jürgen Borchhardt II, s. 358 dn. 2, Viyana. 9. Ahunbay, Z., (1996) Tarihi Çevre Koruması ve Restorasyon, ss. 150-151. Istanbul. 10. Venedik Tüzüğü 15. Madde ve Lozan Tüzüğü 7. Madde, (y.dn. 7). 11. Kejanlı, T., Akın, T., Yılmaz, A., (2007) „Türkiye’de Koruma Yasalarının Tarihsel Gelişimi Üzerine Bir İnceleme”, www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 - C.6 S.19 (179-196), s. 188. 12. Dontas, G., (1975) “Probleme der Restaurierung und Erhaltuing der Akropolis”, Archäologie und Denkmalpflege Kollokyumu Bildiriler Kitabı, ss. 111-118, Berlin. 13. Groupe de Travail pour la Sauvergade des monuments de l’Acropole, la restasuratıon de l’Erechtheion, 1977, Athen. 14. Groupe de Travail, (y.dn. 13), ss. 377-379. 15. Starosta, U., (y.dn. 2), s. 9. 16. Zeren, N., (1981) Kentsel Alanlarda Alinan Koruma Kararlarının Uygulanabilirliği, Yayınlanmamış Doktora Tezi, I.T.Ü., ss. 6-7, Istanbul. 17. Yegül, F.K., (1976) „The Marble Court of Sardis and Historical Reconstruction”, Journal of Field Archaeology, Cilt. 3, s. 173. Boston. 18. Yegül, F.K., (y.dn. 17) res. s. 186. 19. Alzinger, W., Bammer, A., (1971) Das Monument des C. Memmius, Forschungen in Ephesos (FiE) 7, Viyana. 20. Bammer, A., (1981) Architektur und Klassizismus, Hepaistos 3. ss. 96-103. Bremen. 21. Venedik Tüzüğü 15. Madde (y.dn. 6). 22. Bammer, A., (1978-1980) „Elemente flavisch-trajanischer Architekturfassaden aus Ephesos”, ÖJH 52, s.76, Baden. 23. Miltner, F., (y.dn. 3), ss. 2-3; Bammer, A., (1981) (y.dn. 20) s. 97. 24. Bammer, A., (1981) (y. dn. 20) s. 104. 25. Starosta, U., (y. dn. 2) s. 147. 26. Hueber, J.F. - Strocka, V.M., (1975) „ Die Bibliothek des Celsus. Eine Prachtfassade in Ephesos und das Problem ihrer Wiederaufrichtung”, Antike Welt 4, ss. 3-4. 11, Basel. 27. Hueber, J.F., (1978) Theorie und Praxis der Anastylose und ihre Bedeutung für die Bauforschung (dargestellt am Beispiel Celsus Bibliothek, Ephesos), Yayınlanmamış Doktora Tezi, TÜ., s. 6, Viyana. 28. Hueber, J.F. - Strocka, V.M., (y.dn. 26) s. 14. 29. Hueber, J.F. - Strocka, V.M., (y.dn. 26) s. 14.

472

30. Hueber, J.F., (1978) (y.dn. 27) s. 105. 31. Paul, G., (1996) „Die Anastylose des Tetrapylons in Aphrodisias“, Journal of Roman Archaeology, Aph. Papers 3, s. 201 res. 5. London. 32. Smith, R.R.R., (1996) “Archaeological research at Aphrodisias 1989-1992” Aphrodisias Papers 3, JRA Suppl. 20, ss. 11-13; Outschar, U., (1996) “Zur Baudekoration und typologischen Stellung des Tetrapylons”, Aphrodisias Papers 3, JRA Suppl. 20, ss. 215-224. London. 33. Erim, K.T., (1990) “Recent work at Aphrodisias 1986-1988” K. Erim - C. Roueche, Aphrodisias Papers JRA Suppl. 19, ss. 9-13. London; Paul, G., (1996) s. 207. 34. Paul, G., (y.dn. 31) s. 208. 35. Paul, G., (y.dn. 31) s. 213. 36. Riegl, A., (1929) “Der moderne Denkmalkultus sein Wesen und seine Entstehung”, A. Riegl’s Gesammelte Aufsätze s. 144. 150. 160. Viyana. 37. Kaymak, G., (1997), Die Baugeschichte der Cumanin Camii in Antalya und ihre byzantinischen Ursprünge. Bauaufnahme-Bauforschung-Denkmalpflege (Viyana Teknik Üniversitesi, Doktora tezi, AKMED Enstitüsü tarafindan yayınlanmak üzere). 38. Venedik Tüzüğü 9. ve 15. Madde (y.dn. 6). 39. Lanckoronski, K. Graf., (1890), Städte Pamphyliens und Pisidien I. Band: Pamphylien, Lev. XI, Viyana. 40. Riegl, A., (y.dn. 36) ss.144–193.