din Ö gre t i. mİ· dergisi -...
TRANSCRIPT
T. C. MİLLİ EGİTİM GENÇLİK VE SPOR BAKANLIGI
DiN Ö GRE T i .Mİ · DERGiSi
Aralık 1988, Sayı : 17
ta
A
N
n L
l
A
İMANIN KALKINMAYA 'ETKİSİ
İMANIN ÜRETiME TESİRİ (1)
Prof. Dr. Yusuf el·KARDAVİ
Çev : Dr. İsmail
DURMUŞ
D. E .. ü. İlillıiyat Fak. Öğretim GörevHsi
Biz burada, üretimle, özel olarak iktisadi üretimi, genel olarak ta, maddi ve manevi üretimi kastediyoruz. Vakıa, bazı ansanlar, dine ve onun inanç esaslarına inanmanın, nefislerde yaşama sevgisini, maddi (Dünya iQin) çalışma arzusunu öldürdüğünü; insanların gönüllerıine, onun hür değil bağınılı olduğunu,
Dünya hayatının çalışmaya ve önemsenmeye değer olmadığını telkin ettiğini
sanmakta ve bu suretle de, üretıim çarkını gerilettiğini veya onu seyir ve hareketindell alıkoyduğunu iddia etmektedirler.
Bunlar, din ve imandan cahil olmanın yaydığı kuruntulardır. Gerçekte im·an, insafla düşünülürse, en büyük üretim amilidir. Çünkü üretim, ancak insanların sarfettıi.ği gayret ve yaptığı işle, bu işte gösterilen dikkat ve titizl.ilde artıp çoğalır. Bunlar da ancak, işe saıniıniyetle sarılma ile ve güven ortamında gerçekleşir. Bu da ancak, güçlü bir amil, halcim bir etmenle olur. Artık, bu konuda, imandan daha güçlü ve daha etkili bir amil olabilir mi? ..
İMAN VE AKSİYON (AMEL)
Şüphesiz ki, gerçek aman, hayatta pratik neticesi olmayan sırf kalbi bir tasdik, ya da mücerret zihni bir ıi.drak değildir. Aksine iman, aksiyon (amel) ve ıihlasla bir bütündür.
Kelam alimleri, her ne kadar "amel 9mandan bir cüz müdür, veya onun bir şartı, ya da bir neticesi midir" konulannda ih1ıilaf etmişlerse de, arnelin kamH
(1) Bu yazı, el· Muslim(ln dergisinin, 1964 Mart'ında, VI. sayısuıda 604. 612 sayfalarında yayınlaıırnı§tı r. ·
46 DİN ÖÖRET1Mi
imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir. Nitekim, Peygamber (a. s.)'m şu Hadis-d Şer:if'i, bize gerçek imanı tanıtmaktadır. O, şöyle buyuruyor : "İman, terneoniden abaret değilclir. Aksine o, kalpte yerleşmiş olan ve arnelle doğrulanan İNANÇ'tır." (Hadis' in kaynakları için bkz. es - Suyftti, el- camiu's-sağir, II, 140)
Kur'an-ı Kerim, yetmişten fazla ayeti.nde, ıimanı -amel ile birlikte zikretmi.ş; hem de, sadece "amel" die yetinmeyerek SALlHA T'm arnelini taleb etmiştir. Bu kavram, Kur'an-ı Kerim'm geniş kapsamlı, özlü deyimlerindendir : Dünya ve Ahiret, fert ve toplum dçin, madd! ve manevi hayat için yararlı olan her türlü işi kapsar.
MÜMİN, İŞİNE İÇİNDEN GELEN BİR HİSLE KOŞAR
Genel olarak bir dine ıi.nanan, özel olarak ta, İslam'ın inanç sistemine jman eden &imse, Dünya dşine, hayvan sürüleri gibi götürülmez. Onu ıişine şevkeden amil, • bazı Dünyevi nizanılarda bilindiğd gibi - ne hükümet gücü, ne harici bıir baskı, ne de aç bırakmak, haklarmdan mahnım etmek veya alçaltıcı, horlayıcı
işkencelere maruz bırakmak suretiyle, kendisine karşı tehddt kılıcını çekmiş olan bir yaptırım gücü ve kontrolüdür. Mürnin ancak, n thtmdan gelen bir saik, özünden kopan bir amil ve içinden gelen bir his Jlc ıişe koşar. Kendisini sevkeden harıici bir kamçı ile değil. İşte bu deruhi hds, Allah'a ve Semavi risalete, onun yeryüzünü imardaki, evrene halcim olmadaki görevine olan imandır.
Şüphesiz ki, mümin, Ahiret'te mutluluğun, Dünya'da başarının çalışmaya
bağlı olduğunu; Ahiret'te Cennet'ıin de, tembel, gayretsiz ve ça~mayan kimse
letin değil, aksine gayretli, çahşkan ve ıişinde titiz kıi.mselerin mü.kafaatı olduğuna
inanır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor : "İşte bu, yapmış oldu
ğunuz arnelieroin Jcarşılığı varisi kılmdığınız Cennet'tJr." (2) "Yapmış olduklan
arnellerinin karşılığı olarak, onlar açJn saklanmış olan ve sevinçten gö~leri par
latan nimetleri hiçbir nefis -(kimse) bilemez." (3)
AHİRETIR KURTULUŞ TEMENNİLERLE DEGİL, A.MEL İLEDİR
Şüphesiz ki, İslam akidesi, bir sınıf insanı, Cennet'ıi. kendilerinin özel mülkü zanneder hale getJren; ya da, sırf belli bir dlne mensup olm-akla veya özel bjı' ünvan altına girmekle hak edecekleri, babalarından, dedelerinden kalma bir akar sanır duruma sokar o baş temennHer.i, o Eş'abvari tamahı yıkmıştır.
İslam, bu sonsuz iddiaları ıiptal etmiş; bütün işi, gerçek imana ve güzel arnele irca etmiştir. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de öyle buyuruluyor : "Cennet'e ancak,
(2) ez- Zuhruf (43), 72. (3) es· Secde (32), 17.
DİN ÖÖRETİ M İ 47
yahudi veya hıristiyan olanlar girecektir, dediler. Bu, onların temennileridir. Eğer doğru söylüyorsanız, bürhanınızı getirin, de. Evet, güzel amel işlediğ~ halde, yüzünü (kendisini) Allah'a teslıim (iman) edenlerin ecri, Rablerinan katındadır. Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar, üzülmeyeceklerdıir de." (4) İşte, Cennet'in yolu, bu ayetle çizilmiştir: Yüzünil (benliğini) Allah'a teslim (dman) eunek ve güzel (salih) arnel işlemek.
Bu durum, sadece yahudi ve hıristiyanlar iÇıin dewilctir. Şüphesiz ki, nefsani arzularına tabi olan ve Allah'tan bir takım temenm ve dileklerde bulunan, sadece "müslürnanım" demenin veya müslüman adı taşımanın, kendiler.ine Çennet'in liapılarının açılıp selamla ve güven ~çinde ortaya 8lımeye kafi geleceğini zarı
neden gaffil müslümanlar için de, aynı durum sözkonusudur. Çünkü, Allah'ın
ceza kanunu (yapılan iyi veya kötü işe karşılık verme ıkuralı) bütün kulları için geçerlidir.
Kur'an yorumcuları (müfessirler), bir mecliste, yahudi, hiristiyan ve müslümanlardan oluşmuş bir topluluğun bulunduğunu ve onlardan her taifenin, Cennet'e girmeye, dnsanların en Iayığı, kendilerinin olduklarını iddia ettiklerini rivayet etmişlerdir. Yahudiler demiş: "Biz, Allah'ın, ııisaletine ve hitabına mazhar kıldığı Musa'nın tabileriyiz." Hıristiyanlar da, "Ailah'ın Meryem'e bıraktığı kelimesi olan İsa'nın tabileri olduklarını" söylediler. Müslümanlar ıise "Biz, pey- . gamberlerin sonuncusu olan Muhammed'ın tabileri ve :insanlar için çıkarılmış
olan en hayırlı ümmetiz" dediler. Kur'an, onları bu iddia ve münakaşaları ile başbaşa bırakmadı. Hemen, aralarında hakça ve adilee hüküm vermek üzere, müslümanlara açık ve seçik olarak hitabeden şu ayetlerd nazil oldu : "Sizin teuıemlileriniz de, ehl-i kitabın temennileri de gerçek değildir. Kdm bir kötülük işlerse, cezasım çekecek ve kendisi için Allah'tan başka, ne bir yAr, ne de bdr yardım eden bulacak. İster erkek, ister kadın olsun, inanmt§ olarak salih arnellerden işleyenler yok mu! İşte onlar, Cennet'e girecekler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmayacaklardır." (5)
DÜNYA'DA BAŞARI AMEL İLEDİR
Hiçbir kimse, zanna veya vebme kapılarak, mutluluğun ve başarının arnelle ıi lişkisinin, yalnız Ahiret'e münhasır olduğunu sanmasın. Çünkü, Allah'ın ceza ve mükafat kanunlan bir, Dünya ve Ahiret'in Rabbi birdir. Nitekim, Allah Teala şöyle huyurmaktadır: "Güzel "iş yapanların ecrini asla zayıi etmeyin". (6) "Çalışanların ecri ne güzeldir!" (7). "Kim zerre kadar hayır yaparsa onu(n müka-
(4) el - Bakara {2), 11 ı. (5) en • Nisi (4), 123. (6) el - Kehf (18), 30. (7) Al-i 'Iıman {3), 136.
48 DİN ÖGRETİMi
fatım) görecek; kim de, zerre kadar kötülük yaparsa, onu(n cezasını) görecektir." (8)
Kur'an'ın bize, değişmez ve şaşmaz olarak haber vercliği "sünuetullah" (Allah'ın kanunlan), çalışmayıp tembelce oturanın lİstediğini elde etmesine veya arzuladığını gerçekJcştıirmesine müsaade etmez. Çünkü, Allah'ın bu kevru kanunları, işe verilecek karşılık hususunda, inanan ile inanmayan arasında ayının gözetmez. Onun için, dini. ya da ıinancı ne olursa olsun, _çalışan karşılığım alır,
çalışmayan mahrum kalır.
İşte nıümin, işine daima bu inançla sarılır. Ta kıi, Allah'ın kevni kanunlanyla çatışmasın. Yoksa, onlar karşısında ezilip Iletak olur.
MÜMİN İŞİNDE ALLAH'TAN KORKAR; BU NEDENLE ONU MÜKEMMEL YAPAR
Mürnin işine, bu deruni hisle koyulmakla kalmaz. Bunun yamnda o, daima, işine şu dnanç ve şuurla sarılır : İşinde Allah'ın . kendisini gözetlediğine; fabrikasında, tarlasında veya herhangi bir halinde onu gördüğüne; üstlendiği her işi güzel ve mükemmel yaptığı takdirde, onu yazıp, ona göre ecir vcreceğine derin blı- inancı ve engin bir şuuru vardır. Bu itibarla, ona yaraşan, işini güzel ve sağlam yapmak .için gayret sarfetmesidir. İslam Peygamberi, ibadet hususunda,
\. sözkonusu İHSAN'ı (işi mükemmel yapmayı), açıklamak üzere şöyle buyurmuştur : "İHSAN, Allah'a, onu görüyormuşcasına ibadet etmendir. Şüphesiz ki, sen O'nu görmesen de, O seni görmektedir". (9)
İşte, mümin, sadece Jbadetini değil, her işini bu şuurla, yani Allah'ı karşısında görüyormuş gibi yapar. Vakıa, o, bu mertebeye ulaşınasa da, en · azından, Allah'ın kendisini gördüğü şuurundadır. Müminin, işini yaparken, daima şian,
"Rabbimi razı ediyorum" düşüncesidir. Rabbini ise, ancak, Jşiill. hakkiyle ve mükemmeL bir surette yaptığı takdirde razı edebilir. İslam Peygamberi'nin, müminlere öğrettiği, jşte budur : "Şüphesiz ki, Allah, bıiriniz bir iş yaptığında, onu mükemmel yapmasını sever". (10) Artık bu iş, ıister Dünya, isterse Ahiret işi
olsun, farketmez.
İş-in mükemmel ve üretimin ô.yi olması, işi yapanda, şu iki temel hasletin bulunmasına bağlıdır : Güvenilirlik ve samimdyet. Bunlar ise, müminde, en mükemmel bir surette ve en parlak bir örnek halinde mevcuttur.
Misal olarak, mürnin sanatkarı ele alalım : Onun, sanatından amacı, sadece maddi bir kazanç sağlamak, ya da, fabrikasında işçi olarak çalıştığı patronu-
(8) ez- Zelzel e (99), 7 - 8. (9) cl- Buhil.rl, el -lınran, 37; Müslinı, el - İman, 57.
(10) Hadis'in kaynakları için bkz. cl- Aclüni, Keşfi.i'l. Hafa, I, 285. 286.
DİN ÖGRET1Mi 49
nu hoşnut etmek değildir. Bunların yanında o sanatmda emindıir; sanatının ehlidir. Onu özen ve ihlasla yapar. Onda Rabbinin rızasını gözetir. Amirleri ve i§ arkadaşları durumundaki mümin kardeşlerinin hukukuna rüayet eder. Bütün bunlardan sonra da, Allah'tan uhrevd mük~fat bekler. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de öyle buyuruluyor: "Ve ·de ki, - çalışınız! Çünkü, Allah, Rasfılü ve müminler, arnellerinizi görecektir. Görülmeyen ve görülen alemleri bile~ Allah'a döndürüleceksiniz de, size işlemiş olduğunuz arnellerinizi haber verecektir". (ll)
Bozuk clhazlardan, tahrip edilmiş makine, malzeme, alet, araç ve gereçlerden, başarısız plan ve projelerden, gecikmiş işlerden, zayi olmuş menfaatlardan ... kamu kurumlarının dfıçar olduğu felaketleri, gazetelerde okuyor, insanlardan işitiyor ve gözler.iınıizle görüyoruz. Bunlar ancak, Allah korkusu bilmeyen, Ahiret hesabına inanmayan vicdanların harap olması sebebiyledir. Bunun sonucu da, gayretlerio heba olup gitmesi, milletin malından milyonların zayıi olması ve bütün bunlardan sonra da, genel (milli) üretimin düşmesidir.
İÇ HUZURUN ÜRETİME TESİRİ
Mümin, hayatında, iç huzuruna, kalp sükU.nuna, gönül ferahlığına, ümit ni
şanesine, güven ve rıza nimetlerine, sevgi ve safa (iç temizliği) ruhuna ha.izdir.
.Böyle bir ruh haLinin, üretime tesiri ise, şüphesizd.ir. Çünkü, güvensiz, tedirgin,
endişeli, çalkantılı, huzursuz, ümitsiz, insanlara kin besleyen, hayata küsmüş olan
Iciınsenin, kendisine verilen bir işi güzel yapması veya tat.ııı.Jn ve memnun edici
bir üretıim vermesi, hemen hemen imkansızdır. Bu durum, ilml araştırmaya, fel
sefi istidlale ıi.htiyaç göstermeyen ve en satlıi bir düşünce ile bilinebulecek bip.gerçektir.
DOÖRULUGUN ÜRETiME TESİRİ
Gerçek mümin, daima, Allah'ın sevgisini ve rızasını gözetir. Onun ôçin de, yasaklarından kaçınır. Nefsini fuhşiyyattan çeker; onun yularını şehvetlere salıvermekten sakırur. Çünkü, onun imanı, güç ve enerjisini, gece-gündüz boş şeyler peşinde; haram eğlence uğrunda harcamasına engel olur. Şarap köpüren bir kadeh, kumar dönen bir masa, ya da f.itneye düşüren bir ceset (kadın) peşinde koşmasına manti. olur.
Böylece o, zindeliğiııi, beden, sinir, akıl ve ruh gücünü korumuş olur. Onları yararlı dşlere (amel-i salih'e), me§ru eğlenceye sarfeder. İşte bu, fert için, ailesi ve çocukları ~çin, ıiçinde yaşadığı toplum ve tüm beşcr hayatı için, en büyük kazançtır.
(ll) et - Tevbe (9), 105.
50 DİN ÖÖRETİMİ
Hiç şüphesiz ki, biz, gerçek müminlerin kaçındığı haram şehvetlemn, yasak fuhşiyyatın, günah eğlencelerin, insanlığın maddi güç ve enerjisinden tüketmiş olduklarını hesap etmiş olsaydık, en ·kanlı savaşların, kırıp geçiren katLiamların, büyük afet ve felaketierin götürdüklerin.i, korkunç bir haddi aşmış olduğunu esefle görürdük. Ne yazık ki, insanlığın, hergün, belki de, her saat, maruz kaldığı bu ağır kayıplar, alışkanlık ve da-ima karşılaşma nedeniyle, ona hafif ve önemsiz görünmektedir.
MÜMİN VAKTiN KIYMETİNİ BİLİR
Mümin, vaktin kıymetini, insanlar içinde, en derin bir şekilde hissedendir.
Çünkü, Allah ona, Ceza günü, ömrünü ne uğurda tüketti~ini, gençliğini nerede
harcadığını soracaktır. Bu nedenle o, vaktini boş şeylerle zayi etmekten kaçınır.
Çünkü vakit, onun sermayesidir. Onu nasıl zayi edip eli boş kalabilir ki!. Şüp
hesiz ~i vakit, zayi edilmek suretiyle nankörlük değil, aksine, kendisinden yarar
lanılmak suretiyle şükredilmesi gereken büyük bir nimettir. Nitekim, bu meyan
da, Ömer b. Abdilaziz, şöyle buyurmuştur : "Gece ve gündüz, senin için çalıştı
lar; ya sen, onlar dçin ne yaptın?!".
Mümin; güneşi doğan, sabahı açılan her günün, kendisine yüksek bir sesle, şöyle seslendiği bilincindedir: "- Ey insan! ben yenıi bir günüm. Arneline (yapacağın işlere) şahidim. Benden yol azığını tedarik et; salih arneller yapmak suretiyle yarar lan. Çünkü, ben gidince bir daha geri dönmem".
İşte bu nedenle o, günlerirlin işsiz ve verimsiz elinden çıkıp gitmesinden korkar. Onun için de, bugünün işini, yarına bırakmaz. Çünkü, yarının da, .kendisine göre, diğer günlerin işlerine zaman bırakmayacak bir yığın işi vardır.
Aynı şekilde o, bugününün dününden daha iyi, yarınının bugününden daha hayırlı olması arzusunu taşır. Arnellerinin çokluğu ile ölümünden sonra da hayatını sürdürmek, güzel eserierirlin fazlalığı ile ömrünü uzatmak hırsı taşır. Arkasında faydalı bir amel, semereli bir eser, sevabı sürekle bir hayır (sadaka-i cariye), saLih bir nesil bırakma şevki !içindedir. Çünkü, Allah katındaki sevabı, geride bıraktığı eserlerinin çokluğu, sürekliliği ve bekası nisbetinde, insanların onlardan yararlanması ölçüsünde olur. İşte, Allah el9,isinin arkadaşı, Ebüdderda gibi, hayat yolculuğunun son merhalesine gelmiş bir zata, ceviz ağacını diktiren, bu ruhtur. Bunun üzerine bir zatın ona, "- Sen yaşlı bir ihtiyarsın. Bu ancak, şu kadar yıl sonra meyve verebilir. Öyleyse, bu ceviz ağacını neye dıikiyorsun?" demesi üzerine Ebudderda, " - Onun sevabının benim, meyvesinin başkalannın olması, fena mı?" cevabını vermiştir. Yine bir başka müntine, zeytin ağacını diktiren ve "- Bizden öncekiler dikti1er; biz yedik. Biz de dikm.etiyiz ki, bizden sonrakiler yesin", dedirten de o ruhtur.
DiN ÖÖRETİMİ 51
İBADETLERİN ÜRETİME TESİRİ
Bazı ıinsanlar, şöyle diyorlar : "Her dilli inanç, kendisine inananlara, çeşit çeşit ibadetler, türlü türlü nafileler ve merasimler yüklemektedir. Bunlar, dnsanlarm vakitlerinden, çeşitli diniere ve onların ıibadet türlerine göre azalıp çoğalan bir şeyler almaktadır. Mesela, her gün beş defa eda edilen İslam namazını örnek al. Şimdi ' buııda, bu makine, alet ve hız çağınd·a, bu cebbar yarış ve· kalıir rekabet asrında, çalışanı işinden alıkoymak yok mu? .... "
Gerçekte, genel olarak, dinlerdeki Jbadetl~r, insanların vakitlerinden, ancak, az bir şey almaktadır. Tabii ki bu, insanların kendileri ·içıin, dinden A~lah'ın emretmediği, nefislerine meşakkat verecek ve onları ·zora koşacak şeylerıi dine sokmadıkları, meşru kılmadıkları sürece. Üstelik, ibadete harcanan bu · az zaman, hayat ve üretim için kaybedilmiş b.ir vakit de değildir. Hayır, hayır.. Aksine o, bir enerji şarjı, bir gayret bilemesi, bir güç ve takat jenerasyonu; bir ruh madenıi cilasıdır. Bu itibarla, bir şeyin, maddi, pratik ve görülen eserin·i nazara alarak, onun, hem ruh, hem de madde (beden) Iiçindeki görülmez, gizli, sakin ve etkin tesirinden gaflet etmek, gerçeğe karşı yapılmış bir haksızlıktır.
"İNSAN, BU MECHÜL" kitabının yazarı ve Nobel barış ödülü sahiplerinden olan Dr. Alex.is Carrel'in söyledikleri ne kadar doğrudur! O, şöyle diyor : "Belki de DUA (salat), bugüne kadar bilinen en büyük takat ve enerji jeneratörüdür. Bu tabip sıfatımla, tedavisinde ilaç ve devalann başarısız kaldığı pek çok hasta gördüm ki, ne zaman tıp, acizlik ve teslimiyetle onlardan ellerinıi çekmişse,
dua araya girmiş ve onları hastalıklarından kurtarmıştır. Şüphesiz ki dua, radyum madeni gibi bir ışm kaynağı ve bir özgüç jeneratörüdür. Dua ile insanlar, gücü tiikenmeyen, sonsuz Kuvvet'e iltica ederek sınırlı güçlerini artırmış olurlar. Şüphesiz ki', dua ettıiğimizde, ruhlarımızı evrene hakim olan en büyük Güç ıile temasa geçirmiş oluruz. Yakarışlarımızla da, kendisiyle hayatın zorluklarına karşı koyacağımız bir güç ve takat kıvılcımı verme9ini isteriz O'ndan. Belki de, yalnız bu yakarış bile, kuvvetimizin ve enerjoiınizin artmasına kafi gelecektir. Allah'a bir kez tazarru ile dua etmiş olan hiç bir kimse yoktur ·kıi, bu yakarış, en güzel neticelerle kendisine geri dönmüş olmasın."
Genelde duanın tesiri bu olunca, özelde İslami dua (NAMAZ)'nın tesiri daha engin ve daha derOnidir. Çünkü o, ne sadece b:iı: ibadet, ne de, lı~yatın anlamlarından uzak bir duadır. Bunlarla birlikte, aynı zamanda o, bir temizlik ve kültUr, bir riyazat ve ahlaki terbiycdir. Yine o, İslam'ın koyduğu cemaat nizarnı .ile örnek ve ideal toplum prensüpler~nin, adab-ı muaşeretin öğretildiği bir okul, insanlar arasında eşitliğin, sevgi ve kardeşliğin tatbik edildiği "uygulamalı eğitim enstitüsü"dür.
Keşke bilseydim! .. Güneş yuvasından çıkmadan önce uyanıp yatağından kalkarak abctest alan ve temizlencn, Rabbisine nizay eden ve namaz kılan, gününü
52 DİN ÖGRETİMİ
erkenden, temiz bir ruh, dinç bir beden, açık bir gönül ve güçlü -bir inian ik karşılayan kıimseden üretim .zarar mı eder, y0ksa kar mı? .. .
İslam'ın cemaat · namazının, müslümanın hayatı üzerindekıi tesirini araştıranlardan bir zatın söyledikleri ne kadar gerçek!.. Şöyle diyor :
"Hiç şüphesiz ki ve Hakk'a yem:in olsun ki, insanın günde beş kez, boğuşma, didişme ve kavgaların hakim olduğu bir alemin ortasında, tam ' barış ortamından Jstifade etmesi, ayrılık ve eşitsdzliklerin hakim nizarn olduğu bir zamanda, eşitlik havasını teneffüs etmesi·; günlük hayatı dolduran bayağı kin, buğuz, atışma, kakışma, çekişme, tartışma ve düşmanlıklarm çalkantı ·ve kargaşasında, sevgi ve kardeşlik ortamından faydalanma imkanının olması, en bü-
. yük bir nimettir.
Gerçekten o, nimetlenin en büyüğüdür. Çünkü o, en b_üyUk bir hayat dersidir. Çünkü. ıinsan, bu ayrıhk, eşitsizlik, kavga ve _boğuşma ortamlarında, kin ve nefret alanlarında çalışmak zorundadır. Ondan dolayı da, mümin, . insan mutluluğunun gerçek kaynakları olan bakiki eşitliği, kardeşliği ve sevgıiyi tatmak üzere, nefsini ve ruhunu günde beş kez, bütün bunlardaıı çekip kurtarır. Onun .içdn, namazın aldığı vakit, fiill fayda açısından ve . insanlığa pratik yararı bakımından boşa gıitmiş değildir. Aksine o, hayatı, gerçekten ıiç.inde yaşamaya değer
kılan bu büyük derslerin onda öğrenilmesiyle, en güzel üretimi vermi§, en büyük faydayı sağlamış olur~ Namazlaı·daki bu kardeşlik, e~tlik ve sevgi derslerıi,
günlük hayatta, pratik olarak . uygulanmalan ile, insanlığın birmğini ve barışını
sağlayacak olan, uygarlığı beşeriyet için ebedileştirecek olıin esas ve temelleri teşkil etmektedıirler.
MÜMİN, ALLAH'IN ARZINI ÇALIŞMAKLA iMAR EDER
Bazı insanlar, hayale dalıp mümini, tekkesinde bU.r derviş, ya da, hayattan kesilmiş ve kendisin~ ibadete vermiş olan manastırında bir rahip olarak tasavvur etmektedıirler. İşte, iş ve üretimıin üzerine çöken en büyük felaket, bu anlayıştır.
Ancak, İslam akldesi, bu tasavvuru, - bazı dinler, belli çevrelerde tanısalar . bile - asla kabUl etmez. Çünkü İslam, mümini çalışıp çabalayarak, alış veriş yaparak hayati görevıini yerine getiren kimse olarak tanır. Allah'ın, Ademoğlların
dan, onları yeryüzünde kendisıinin halifelerJ kıldığın_da, istemiş · olduğu şeylere
cevap veren insan olarak bilir. Ni.tekim, Kur'an-ı Kerim'de huyurulmuştur: "0, sizi yerden -topraktan- yarattı ve orayı size· yaşayacağınız yer yaptı." (12)
İslam a~idesi, haftanın günleri J.çinde, ibadete tahsis · edıilmi§ olan ve insanların kendisinde Dünyevi işleri bıraktığı bir gün - mesela yahudiliğin tanıdığı
gibi- kabul etmez. Aksine, İslam'a göre, bütün günler iş günüdür. Hatta İslam'da,
(12) Hüd (ll), 61..
DlN ÖÖRETİMİ 53
Dünyevi işlerıin bile halis niyetle yapılmalan halinde, ibadet sayılmaları miimkündür.
İşte, İslam'ın hafta bayramı olan Cuma günü ... Allah; bu hususta şöyle buyuruyor: "Ey iman edenleri ·Cuma günü, namaz için ezan okunduğunda, Allah'ın zikrine (namaza) koşun! Alışverişi bırakın! Eğer bilirseniz, bu sizin ıiçin daha hayırlıdır. Naıriaz eda edilıince · de hemen yeryüzüne dağılın ve Allah~ın fazhndan isteyin! Bir de Allah'ı çok zikredin! Umulur !ci, böylece kurtuluşa erersinlz". (13)
İşte, müslümanın, - hafta bayramı olan - Cuma günündeki hayatı budur : Namazdan önce, iş, çalışma, tıicaret ve alışveriş; sonra, zikrullah'a ve namaza koşmak. Namaz bittikten sonra da, yeryüzüne dağılıp Allah'ın fazlından - rızık -talep etmek - Çalışmak - tır.
Anlatırlar kıi ... Hattab oğlu Ömer, Cuma namazından sonra, mescidin bir köşesinde inzivaya çekilmiş bir topluluk görür ve onlara :
- Siz kimsiniz? diye sorar. Onlar da :
- Biz, Allah'a tevekkül edenleriz, deyince; Ömer, onlara kamçısı ile vu-rur ve azarlar; sonra da Şöyie buyurur :
- Sizden hıiç biriniz rızık için çalışmayı bırakıp ta, sadece "Allahım, bana nzık .ınsan eyle," demesin. Bilirsiniz ki, gökten ne altın yağar, ne de gümüş. Nitekim, Allah Teala, "Namaz kılınınca, hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın faztından - rızık- talep edin" (14) buyurmuştur.
AHİRET'E İMAN, DÜNYA'YI iHMAL ETMEYİ GEREKTiRMEZ
Bazı insanlar, Ahiret'e inarımanın ve ona yönelmenin, Dünya içJn çalışmayı ve onu yükseltmek için mücadeleyi bıraktırdığını sanıyor ve iddia ediyorlar. Gerçekte .ise, Dünya ve Ahiret, terazıinin iki kefesi gibidir. Onlardan biri, ancak diğerinden ağır bastığı ölçüde tercih edilebildr. Ya da, onlar, doğu ve batı gibidirler : BiriSıine yaklaştığında, diğerinden uzaklaşmış olursun. İşte, Dünya ve Ahiret te böyledir. Ahiret'e her yöneliş, Dünya'dan bir kopuş demektir.
Kalplere, amaçlara ve niyetiere bakarsak, bu sözün doğru olduğunu anlarız ... Çünkü, Dünya'yı, gayesi, niyeti ve düşüncesi edinen kıimse, gönlünün Dünya'ya bağlılığı ölçüsünde Ahiret'ten uzaklaşmış olur. Bunun tersi de öyledir. Şu halde, Dünya'da müminden i~tenen, nıiyeti, gayesi ve emeti Ahiret olmak üzere, çalışıp çabalaması, mücadele etmesi, yapması, kurması, .imar ve inşa etmesidir.
Mümin, Dünya'yı Ahiret'in tarlası kabul eder. Tarla, çalısıp çabalamak ister. Meyvenin ' bir kısmı Dünya'da alınsa da, tamamı ancak . Ahiret'te devşirildr.
(13) el - Cum~ (62), 9. (14) el- Cuma (62), 10.
54 DiN ÖÖRETİMİ
Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyunılmuştur : "Bunlar (zinet ve temiz nzıklar), Dünya hayatında inananlarındır; Kıyamet gününde de, yalnız onlar dçindir, de." (15) Mümin, Dünya'yı kendine boyun eğdiııir; kendini Dünya'ya değil. Mümin, Dünya'yı Rabb edinmez; yoksa, Dünya onu kul edinir. Üstelik, bütün bunlardan sorn-a o, milletin bünyesinde çalışan bir organ; damarlarında dolaşan ona güç, hareket ve ıinkişaf veren bir kandır. Artık o, ekerse güzel eker, yaparsa mükemmel yapar, ticaret yaparsa yükselir. Hasılı, hayatın her yöni.inde mahir ve ustadır.
Peygamber (a. s.)'ın ashabı, çiftçi, tüccar ve usta sanatkardı. Alıiret'e inanmaları, onları Dünya için çalı~maktan alıkoymadı. Nasıl alıkoysun ki, Peygamberleri şöyle buyurmuşken : "Birinizin elinde bir filiz varken Kıyamet kopmuş olsa, durmasın onu düksin." (16)
TEVEKKÜLÜN ANLAMI TEMBELLİK DEGİLDİR
"Şüphesiz ki, gökten ne altın yağar, ne de gümüş ... "
Bu Örneri cevapla, bazı gönüllere işlemiş olan o şüphe gidiyor. Vakıa, Allah'a tevekkül, tüm hal ve işinde ona tes1im olmak, müminin sıfatlarındandır. Nitekim, Kur'an-ı Kerıim şöyle buyuruyor: "Allah'a tevekkül et! Vekil olarak Allah kafidir;" (17) ''Allah'a tevekkül edüniz! Eğer mümi.nseniz;" (18) "Kim Allah'a tevekkül ederse, o ona kftfidir." (19)
Öyleyse, tevekkülün anlamı nedir?
Şüphesiz ki, tevekkülün anlamı, ıinsanın, Allah'ın yarattığı sebepleri bir kenara atıp da, Allah'a bel bağlaması, ıişlerini ona havale etmesi, kendisiı !için, Allah'ın harikalar yaratması, başının üstündeki gökten altın, gümüş yağdırması,
ayaklarının altındaki yerden,. ona, yağ, bal, yiyecek içecek ... çıkarması değildir.
Tevekkülün anlamı, insanın, öncüleri düzenleyip neticeleri Allah'a bırak
ması; tohumu ekip ürünü Allah'tan bekleınesidir. Kendisine düşen beşeri yönü yapıp, kendisi içi.n sebepleri hazırlaması ve yolundan engelleri kaldırması için, gedsini Rabbisine terketmesidir. Çünkü, insanın üstes.iİıden gelmek şöyle dursun, cahili olduğu pek çok sebep ve bilemediği pek fazla engel vardır.
Bir bedevi Rasôlüllah'a gelip devesini mescidi.n kapısına başı boş ve bağsız bir halde bırakmış ve bununla, koruması Jçin Allah'a tevekkül ettiğini söylemişti. Bunun üzerine, Yüce Peygamber ona, dillerde dolaşan atasözleri mi-
(15) el- A'raf (7), 32. (16) Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, III, 184, 191. (17) en-Nisa (4), 81. (18) el- Ma'ide (5), 23. (19) et- Talak (95), 3.
DiN ÖGRETİMİ 55
sali müslümanlar arasında yayılmış olan şu sözünü söylemişti: "Onu önce bağla, sonra tevekkül et!". (20)
Tembellerin, eteklerıine tutunduğu şu "Allah'a hakkıyla tevekkül etmiş olsaydınız, O sizi, sabahleyin y~valarından aç gidip, akşamieyin tok dö~en kuşları rızıklandırdığı gibi ıızıklandırırdı" (21) Haclis-i Şer.if'i, gerçekte, onların lehine değil, aleyiline bir delildir .. Çünkü bu Hadis-ıi Şerif, onlara akşamıeyin tok dönme garantisini ancak, sabahleyin erkenden çıkıp çalışmalarından sonra vermektedir; yuvalarında kalmaları ile değiL
Sözün kısası :
Şüphesiz ki üretim ancak, halis niyet ve düşünce, işi güzel ve hakkıyla yapma (ahsaıı) neticesi artar. Bunların da, en bereketli toprağı İMAN'dır; uyuyan ve uyuştııran iman değil, gerçek ve fışkıran iman, sahiplerine insanlar dçinde güvenilirLik, yeryüzünde efendilik ve hakimiyet sağlayan imaİı ... Öyle buyuruluyor : "And olsun ki, Tevrat'tan sonra, Zebur'da da, yeryüzüne salih kullarımın var.ı:s olacağını yazdık." (22)
Ey Peygamber, Allah sana ve sana tabi olan mü'minlere yeter. (Enfal Suresi, 64. ayet)
(20) et- Tirmizi, Kıyamet, 60. (21) İbn Mace, ez- Zühd, 14. (22) el- Enbiya (21), 105.