din Ö gre t i. mİ· dergisi -...

12
T. C. VE SPOR BAKANLIGI DiN Ö GRE T DERGiSi 1988, : 17 ta A N n L l A

Upload: others

Post on 18-Jan-2021

0 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

Page 1: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

T. C. MİLLİ EGİTİM GENÇLİK VE SPOR BAKANLIGI

DiN Ö GRE T i .Mİ · DERGiSi

Aralık 1988, Sayı : 17

ta

A

N

n L

l

A

Page 2: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

İMANIN KALKINMAYA 'ETKİSİ

İMANIN ÜRETiME TESİRİ (1)

Prof. Dr. Yusuf el·KARDAVİ

Çev : Dr. İsmail

DURMUŞ

D. E .. ü. İlillıiyat Fak. Öğretim GörevHsi

Biz burada, üretimle, özel olarak iktisadi üretimi, genel olarak ta, maddi ve manevi üretimi kastediyoruz. Vakıa, bazı ansanlar, dine ve onun inanç esas­larına inanmanın, nefislerde yaşama sevgisini, maddi (Dünya iQin) çalışma ar­zusunu öldürdüğünü; insanların gönüllerıine, onun hür değil bağınılı olduğunu,

Dünya hayatının çalışmaya ve önemsenmeye değer olmadığını telkin ettiğini

sanmakta ve bu suretle de, üretıim çarkını gerilettiğini veya onu seyir ve hare­ketindell alıkoyduğunu iddia etmektedirler.

Bunlar, din ve imandan cahil olmanın yaydığı kuruntulardır. Gerçekte im·an, insafla düşünülürse, en büyük üretim amilidir. Çünkü üretim, ancak insanların sarfettıi.ği gayret ve yaptığı işle, bu işte gösterilen dikkat ve titizl.ilde artıp çoğalır. Bunlar da ancak, işe saıniıniyetle sarılma ile ve güven ortamında gerçekleşir. Bu da ancak, güçlü bir amil, halcim bir etmenle olur. Artık, bu konuda, imandan daha güçlü ve daha etkili bir amil olabilir mi? ..

İMAN VE AKSİYON (AMEL)

Şüphesiz ki, gerçek aman, hayatta pratik neticesi olmayan sırf kalbi bir tas­dik, ya da mücerret zihni bir ıi.drak değildir. Aksine iman, aksiyon (amel) ve ıih­lasla bir bütündür.

Kelam alimleri, her ne kadar "amel 9mandan bir cüz müdür, veya onun bir şartı, ya da bir neticesi midir" konulannda ih1ıilaf etmişlerse de, arnelin kamH

(1) Bu yazı, el· Muslim(ln dergisinin, 1964 Mart'ında, VI. sayısuıda 604. 612 sayfalarında yayınlaıırnı§tı r. ·

Page 3: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

46 DİN ÖÖRET1Mi

imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir. Nitekim, Peygamber (a. s.)'m şu Ha­dis-d Şer:if'i, bize gerçek imanı tanıtmaktadır. O, şöyle buyuruyor : "İman, terneo­niden abaret değilclir. Aksine o, kalpte yerleşmiş olan ve arnelle doğrulanan İNANÇ'tır." (Hadis' in kaynakları için bkz. es - Suyftti, el- camiu's-sağir, II, 140)

Kur'an-ı Kerim, yetmişten fazla ayeti.nde, ıimanı -amel ile birlikte zikretmi.ş; hem de, sadece "amel" die yetinmeyerek SALlHA T'm arnelini taleb etmiştir. Bu kavram, Kur'an-ı Kerim'm geniş kapsamlı, özlü deyimlerindendir : Dünya ve Ahiret, fert ve toplum dçin, madd! ve manevi hayat için yararlı olan her türlü işi kapsar.

MÜMİN, İŞİNE İÇİNDEN GELEN BİR HİSLE KOŞAR

Genel olarak bir dine ıi.nanan, özel olarak ta, İslam'ın inanç sistemine jman eden &imse, Dünya dşine, hayvan sürüleri gibi götürülmez. Onu ıişine şevkeden amil, • bazı Dünyevi nizanılarda bilindiğd gibi - ne hükümet gücü, ne harici bıir baskı, ne de aç bırakmak, haklarmdan mahnım etmek veya alçaltıcı, horlayıcı

işkencelere maruz bırakmak suretiyle, kendisine karşı tehddt kılıcını çekmiş olan bir yaptırım gücü ve kontrolüdür. Mürnin ancak, n thtmdan gelen bir saik, özün­den kopan bir amil ve içinden gelen bir his Jlc ıişe koşar. Kendisini sevkeden ha­rıici bir kamçı ile değil. İşte bu deruhi hds, Allah'a ve Semavi risalete, onun yer­yüzünü imardaki, evrene halcim olmadaki görevine olan imandır.

Şüphesiz ki, mümin, Ahiret'te mutluluğun, Dünya'da başarının çalışmaya

bağlı olduğunu; Ahiret'te Cennet'ıin de, tembel, gayretsiz ve ça~mayan kimse­

letin değil, aksine gayretli, çahşkan ve ıişinde titiz kıi.mselerin mü.kafaatı olduğuna

inanır. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruluyor : "İşte bu, yapmış oldu­

ğunuz arnelieroin Jcarşılığı varisi kılmdığınız Cennet'tJr." (2) "Yapmış olduklan

arnellerinin karşılığı olarak, onlar açJn saklanmış olan ve sevinçten gö~leri par­

latan nimetleri hiçbir nefis -(kimse) bilemez." (3)

AHİRETIR KURTULUŞ TEMENNİLERLE DEGİL, A.MEL İLEDİR

Şüphesiz ki, İslam akidesi, bir sınıf insanı, Cennet'ıi. kendilerinin özel mülkü zanneder hale getJren; ya da, sırf belli bir dlne mensup olm-akla veya özel bjı' ünvan altına girmekle hak edecekleri, babalarından, dedelerinden kalma bir akar sanır duruma sokar o baş temennHer.i, o Eş'abvari tamahı yıkmıştır.

İslam, bu sonsuz iddiaları ıiptal etmiş; bütün işi, gerçek imana ve güzel arne­le irca etmiştir. Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de öyle buyuruluyor : "Cennet'e ancak,

(2) ez- Zuhruf (43), 72. (3) es· Secde (32), 17.

Page 4: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

DİN ÖÖRETİ M İ 47

yahudi veya hıristiyan olanlar girecektir, dediler. Bu, onların temennileridir. Eğer doğru söylüyorsanız, bürhanınızı getirin, de. Evet, güzel amel işlediğ~ halde, yüzü­nü (kendisini) Allah'a teslıim (iman) edenlerin ecri, Rablerinan katındadır. Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar, üzülmeyeceklerdıir de." (4) İşte, Cennet'in yolu, bu ayetle çizilmiştir: Yüzünil (benliğini) Allah'a teslim (dman) eunek ve güzel (sa­lih) arnel işlemek.

Bu durum, sadece yahudi ve hıristiyanlar iÇıin dewilctir. Şüphesiz ki, nefsani arzularına tabi olan ve Allah'tan bir takım temenm ve dileklerde bulunan, sade­ce "müslürnanım" demenin veya müslüman adı taşımanın, kendiler.ine Çennet'in liapılarının açılıp selamla ve güven ~çinde ortaya 8lımeye kafi geleceğini zarı­

neden gaffil müslümanlar için de, aynı durum sözkonusudur. Çünkü, Allah'ın

ceza kanunu (yapılan iyi veya kötü işe karşılık verme ıkuralı) bütün kulları için geçerlidir.

Kur'an yorumcuları (müfessirler), bir mecliste, yahudi, hiristiyan ve müs­lümanlardan oluşmuş bir topluluğun bulunduğunu ve onlardan her taifenin, Cen­net'e girmeye, dnsanların en Iayığı, kendilerinin olduklarını iddia ettiklerini ri­vayet etmişlerdir. Yahudiler demiş: "Biz, Allah'ın, ııisaletine ve hitabına mazhar kıldığı Musa'nın tabileriyiz." Hıristiyanlar da, "Ailah'ın Meryem'e bıraktığı ke­limesi olan İsa'nın tabileri olduklarını" söylediler. Müslümanlar ıise "Biz, pey- . gamberlerin sonuncusu olan Muhammed'ın tabileri ve :insanlar için çıkarılmış

olan en hayırlı ümmetiz" dediler. Kur'an, onları bu iddia ve münakaşaları ile başbaşa bırakmadı. Hemen, aralarında hakça ve adilee hüküm vermek üzere, müslümanlara açık ve seçik olarak hitabeden şu ayetlerd nazil oldu : "Sizin te­uıemlileriniz de, ehl-i kitabın temennileri de gerçek değildir. Kdm bir kötülük işlerse, cezasım çekecek ve kendisi için Allah'tan başka, ne bir yAr, ne de bdr yar­dım eden bulacak. İster erkek, ister kadın olsun, inanmt§ olarak salih arnellerden işleyenler yok mu! İşte onlar, Cennet'e girecekler ve zerre kadar haksızlığa uğ­ratılmayacaklardır." (5)

DÜNYA'DA BAŞARI AMEL İLEDİR

Hiçbir kimse, zanna veya vebme kapılarak, mutluluğun ve başarının arnelle ıi lişkisinin, yalnız Ahiret'e münhasır olduğunu sanmasın. Çünkü, Allah'ın ceza ve mükafat kanunlan bir, Dünya ve Ahiret'in Rabbi birdir. Nitekim, Allah Teala şöyle huyurmaktadır: "Güzel "iş yapanların ecrini asla zayıi etmeyin". (6) "Ça­lışanların ecri ne güzeldir!" (7). "Kim zerre kadar hayır yaparsa onu(n müka-

(4) el - Bakara {2), 11 ı. (5) en • Nisi (4), 123. (6) el - Kehf (18), 30. (7) Al-i 'Iıman {3), 136.

Page 5: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

48 DİN ÖGRETİMi

fatım) görecek; kim de, zerre kadar kötülük yaparsa, onu(n cezasını) görecek­tir." (8)

Kur'an'ın bize, değişmez ve şaşmaz olarak haber vercliği "sünuetullah" (Al­lah'ın kanunlan), çalışmayıp tembelce oturanın lİstediğini elde etmesine veya arzuladığını gerçekJcştıirmesine müsaade etmez. Çünkü, Allah'ın bu kevru ka­nunları, işe verilecek karşılık hususunda, inanan ile inanmayan arasında ayının gözetmez. Onun için, dini. ya da ıinancı ne olursa olsun, _çalışan karşılığım alır,

çalışmayan mahrum kalır.

İşte nıümin, işine daima bu inançla sarılır. Ta kıi, Allah'ın kevni kanun­lanyla çatışmasın. Yoksa, onlar karşısında ezilip Iletak olur.

MÜMİN İŞİNDE ALLAH'TAN KORKAR; BU NEDENLE ONU MÜKEMMEL YAPAR

Mürnin işine, bu deruni hisle koyulmakla kalmaz. Bunun yamnda o, daima, işine şu dnanç ve şuurla sarılır : İşinde Allah'ın . kendisini gözetlediğine; fabrika­sında, tarlasında veya herhangi bir halinde onu gördüğüne; üstlendiği her işi gü­zel ve mükemmel yaptığı takdirde, onu yazıp, ona göre ecir vcreceğine derin blı- inancı ve engin bir şuuru vardır. Bu itibarla, ona yaraşan, işini güzel ve sağlam yapmak .için gayret sarfetmesidir. İslam Peygamberi, ibadet hususunda,

\. sözkonusu İHSAN'ı (işi mükemmel yapmayı), açıklamak üzere şöyle buyurmuş­tur : "İHSAN, Allah'a, onu görüyormuşcasına ibadet etmendir. Şüphesiz ki, sen O'nu görmesen de, O seni görmektedir". (9)

İşte, mümin, sadece Jbadetini değil, her işini bu şuurla, yani Allah'ı karşı­sında görüyormuş gibi yapar. Vakıa, o, bu mertebeye ulaşınasa da, en · azından, Allah'ın kendisini gördüğü şuurundadır. Müminin, işini yaparken, daima şian,

"Rabbimi razı ediyorum" düşüncesidir. Rabbini ise, ancak, Jşiill. hakkiyle ve mükemmeL bir surette yaptığı takdirde razı edebilir. İslam Peygamberi'nin, mü­minlere öğrettiği, jşte budur : "Şüphesiz ki, Allah, bıiriniz bir iş yaptığında, onu mükemmel yapmasını sever". (10) Artık bu iş, ıister Dünya, isterse Ahiret işi

olsun, farketmez.

İş-in mükemmel ve üretimin ô.yi olması, işi yapanda, şu iki temel hasletin bu­lunmasına bağlıdır : Güvenilirlik ve samimdyet. Bunlar ise, müminde, en mükem­mel bir surette ve en parlak bir örnek halinde mevcuttur.

Misal olarak, mürnin sanatkarı ele alalım : Onun, sanatından amacı, sade­ce maddi bir kazanç sağlamak, ya da, fabrikasında işçi olarak çalıştığı patronu-

(8) ez- Zelzel e (99), 7 - 8. (9) cl- Buhil.rl, el -lınran, 37; Müslinı, el - İman, 57.

(10) Hadis'in kaynakları için bkz. cl- Aclüni, Keşfi.i'l. Hafa, I, 285. 286.

Page 6: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

DİN ÖGRET1Mi 49

nu hoşnut etmek değildir. Bunların yanında o sanatmda emindıir; sanatının eh­lidir. Onu özen ve ihlasla yapar. Onda Rabbinin rızasını gözetir. Amirleri ve i§ arkadaşları durumundaki mümin kardeşlerinin hukukuna rüayet eder. Bütün bunlardan sonra da, Allah'tan uhrevd mük~fat bekler. Nitekim, Kur'an-ı Ke­rim'de öyle buyuruluyor: "Ve ·de ki, - çalışınız! Çünkü, Allah, Rasfılü ve mü­minler, arnellerinizi görecektir. Görülmeyen ve görülen alemleri bile~ Allah'a döndürüleceksiniz de, size işlemiş olduğunuz arnellerinizi haber verecektir". (ll)

Bozuk clhazlardan, tahrip edilmiş makine, malzeme, alet, araç ve gereç­lerden, başarısız plan ve projelerden, gecikmiş işlerden, zayi olmuş menfaatlar­dan ... kamu kurumlarının dfıçar olduğu felaketleri, gazetelerde okuyor, insanlar­dan işitiyor ve gözler.iınıizle görüyoruz. Bunlar ancak, Allah korkusu bilmeyen, Ahiret hesabına inanmayan vicdanların harap olması sebebiyledir. Bunun sonu­cu da, gayretlerio heba olup gitmesi, milletin malından milyonların zayıi olması ve bütün bunlardan sonra da, genel (milli) üretimin düşmesidir.

İÇ HUZURUN ÜRETİME TESİRİ

Mümin, hayatında, iç huzuruna, kalp sükU.nuna, gönül ferahlığına, ümit ni­

şanesine, güven ve rıza nimetlerine, sevgi ve safa (iç temizliği) ruhuna ha.izdir.

.Böyle bir ruh haLinin, üretime tesiri ise, şüphesizd.ir. Çünkü, güvensiz, tedirgin,

endişeli, çalkantılı, huzursuz, ümitsiz, insanlara kin besleyen, hayata küsmüş olan

Iciınsenin, kendisine verilen bir işi güzel yapması veya tat.ııı.Jn ve memnun edici

bir üretıim vermesi, hemen hemen imkansızdır. Bu durum, ilml araştırmaya, fel­

sefi istidlale ıi.htiyaç göstermeyen ve en satlıi bir düşünce ile bilinebulecek bip.­gerçektir.

DOÖRULUGUN ÜRETiME TESİRİ

Gerçek mümin, daima, Allah'ın sevgisini ve rızasını gözetir. Onun ôçin de, yasaklarından kaçınır. Nefsini fuhşiyyattan çeker; onun yularını şehvetlere sa­lıvermekten sakırur. Çünkü, onun imanı, güç ve enerjisini, gece-gündüz boş şey­ler peşinde; haram eğlence uğrunda harcamasına engel olur. Şarap köpüren bir kadeh, kumar dönen bir masa, ya da f.itneye düşüren bir ceset (kadın) peşinde koşmasına manti. olur.

Böylece o, zindeliğiııi, beden, sinir, akıl ve ruh gücünü korumuş olur. On­ları yararlı dşlere (amel-i salih'e), me§ru eğlenceye sarfeder. İşte bu, fert için, ailesi ve çocukları ~çin, ıiçinde yaşadığı toplum ve tüm beşcr hayatı için, en bü­yük kazançtır.

(ll) et - Tevbe (9), 105.

Page 7: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

50 DİN ÖÖRETİMİ

Hiç şüphesiz ki, biz, gerçek müminlerin kaçındığı haram şehvetlemn, yasak fuhşiyyatın, günah eğlencelerin, insanlığın maddi güç ve enerjisinden tüketmiş olduklarını hesap etmiş olsaydık, en ·kanlı savaşların, kırıp geçiren katLiamların, büyük afet ve felaketierin götürdüklerin.i, korkunç bir haddi aşmış olduğunu esefle görürdük. Ne yazık ki, insanlığın, hergün, belki de, her saat, maruz kaldığı bu ağır kayıplar, alışkanlık ve da-ima karşılaşma nedeniyle, ona hafif ve önemsiz gö­rünmektedir.

MÜMİN VAKTiN KIYMETİNİ BİLİR

Mümin, vaktin kıymetini, insanlar içinde, en derin bir şekilde hissedendir.

Çünkü, Allah ona, Ceza günü, ömrünü ne uğurda tüketti~ini, gençliğini nerede

harcadığını soracaktır. Bu nedenle o, vaktini boş şeylerle zayi etmekten kaçınır.

Çünkü vakit, onun sermayesidir. Onu nasıl zayi edip eli boş kalabilir ki!. Şüp­

hesiz ~i vakit, zayi edilmek suretiyle nankörlük değil, aksine, kendisinden yarar­

lanılmak suretiyle şükredilmesi gereken büyük bir nimettir. Nitekim, bu meyan­

da, Ömer b. Abdilaziz, şöyle buyurmuştur : "Gece ve gündüz, senin için çalıştı­

lar; ya sen, onlar dçin ne yaptın?!".

Mümin; güneşi doğan, sabahı açılan her günün, kendisine yüksek bir sesle, şöyle seslendiği bilincindedir: "- Ey insan! ben yenıi bir günüm. Arneline (ya­pacağın işlere) şahidim. Benden yol azığını tedarik et; salih arneller yapmak su­retiyle yarar lan. Çünkü, ben gidince bir daha geri dönmem".

İşte bu nedenle o, günlerirlin işsiz ve verimsiz elinden çıkıp gitmesinden kor­kar. Onun için de, bugünün işini, yarına bırakmaz. Çünkü, yarının da, .kendisine göre, diğer günlerin işlerine zaman bırakmayacak bir yığın işi vardır.

Aynı şekilde o, bugününün dününden daha iyi, yarınının bugününden daha hayırlı olması arzusunu taşır. Arnellerinin çokluğu ile ölümünden sonra da ha­yatını sürdürmek, güzel eserierirlin fazlalığı ile ömrünü uzatmak hırsı taşır. Ar­kasında faydalı bir amel, semereli bir eser, sevabı sürekle bir hayır (sadaka-i ca­riye), saLih bir nesil bırakma şevki !içindedir. Çünkü, Allah katındaki sevabı, ge­ride bıraktığı eserlerinin çokluğu, sürekliliği ve bekası nisbetinde, insanların on­lardan yararlanması ölçüsünde olur. İşte, Allah el9,isinin arkadaşı, Ebüdderda gibi, hayat yolculuğunun son merhalesine gelmiş bir zata, ceviz ağacını diktiren, bu ruhtur. Bunun üzerine bir zatın ona, "- Sen yaşlı bir ihtiyarsın. Bu ancak, şu kadar yıl sonra meyve verebilir. Öyleyse, bu ceviz ağacını neye dıikiyorsun?" de­mesi üzerine Ebudderda, " - Onun sevabının benim, meyvesinin başkalannın ol­ması, fena mı?" cevabını vermiştir. Yine bir başka müntine, zeytin ağacını dikti­ren ve "- Bizden öncekiler dikti1er; biz yedik. Biz de dikm.etiyiz ki, bizden son­rakiler yesin", dedirten de o ruhtur.

Page 8: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

DiN ÖÖRETİMİ 51

İBADETLERİN ÜRETİME TESİRİ

Bazı ıinsanlar, şöyle diyorlar : "Her dilli inanç, kendisine inananlara, çeşit çeşit ibadetler, türlü türlü nafileler ve merasimler yüklemektedir. Bunlar, dnsan­larm vakitlerinden, çeşitli diniere ve onların ıibadet türlerine göre azalıp çoğalan bir şeyler almaktadır. Mesela, her gün beş defa eda edilen İslam namazını örnek al. Şimdi ' buııda, bu makine, alet ve hız çağınd·a, bu cebbar yarış ve· kalıir reka­bet asrında, çalışanı işinden alıkoymak yok mu? .... "

Gerçekte, genel olarak, dinlerdeki Jbadetl~r, insanların vakitlerinden, ancak, az bir şey almaktadır. Tabii ki bu, insanların kendileri ·içıin, dinden A~lah'ın em­retmediği, nefislerine meşakkat verecek ve onları ·zora koşacak şeylerıi dine sok­madıkları, meşru kılmadıkları sürece. Üstelik, ibadete harcanan bu · az zaman, ha­yat ve üretim için kaybedilmiş b.ir vakit de değildir. Hayır, hayır.. Aksine o, bir enerji şarjı, bir gayret bilemesi, bir güç ve takat jenerasyonu; bir ruh madenıi ci­lasıdır. Bu itibarla, bir şeyin, maddi, pratik ve görülen eserin·i nazara alarak, onun, hem ruh, hem de madde (beden) Iiçindeki görülmez, gizli, sakin ve etkin tesirinden gaflet etmek, gerçeğe karşı yapılmış bir haksızlıktır.

"İNSAN, BU MECHÜL" kitabının yazarı ve Nobel barış ödülü sahiplerin­den olan Dr. Alex.is Carrel'in söyledikleri ne kadar doğrudur! O, şöyle diyor : "Belki de DUA (salat), bugüne kadar bilinen en büyük takat ve enerji jenera­törüdür. Bu tabip sıfatımla, tedavisinde ilaç ve devalann başarısız kaldığı pek çok hasta gördüm ki, ne zaman tıp, acizlik ve teslimiyetle onlardan ellerinıi çekmişse,

dua araya girmiş ve onları hastalıklarından kurtarmıştır. Şüphesiz ki dua, rad­yum madeni gibi bir ışm kaynağı ve bir özgüç jeneratörüdür. Dua ile insanlar, gücü tiikenmeyen, sonsuz Kuvvet'e iltica ederek sınırlı güçlerini artırmış olurlar. Şüphesiz ki', dua ettıiğimizde, ruhlarımızı evrene hakim olan en büyük Güç ıile te­masa geçirmiş oluruz. Yakarışlarımızla da, kendisiyle hayatın zorluklarına kar­şı koyacağımız bir güç ve takat kıvılcımı verme9ini isteriz O'ndan. Belki de, yal­nız bu yakarış bile, kuvvetimizin ve enerjoiınizin artmasına kafi gelecektir. Al­lah'a bir kez tazarru ile dua etmiş olan hiç bir kimse yoktur ·kıi, bu yakarış, en güzel neticelerle kendisine geri dönmüş olmasın."

Genelde duanın tesiri bu olunca, özelde İslami dua (NAMAZ)'nın tesiri daha engin ve daha derOnidir. Çünkü o, ne sadece b:iı: ibadet, ne de, lı~yatın anlam­larından uzak bir duadır. Bunlarla birlikte, aynı zamanda o, bir temizlik ve kül­tUr, bir riyazat ve ahlaki terbiycdir. Yine o, İslam'ın koyduğu cemaat nizarnı .ile örnek ve ideal toplum prensüpler~nin, adab-ı muaşeretin öğretildiği bir okul, in­sanlar arasında eşitliğin, sevgi ve kardeşliğin tatbik edildiği "uygulamalı eğitim enstitüsü"dür.

Keşke bilseydim! .. Güneş yuvasından çıkmadan önce uyanıp yatağından kal­karak abctest alan ve temizlencn, Rabbisine nizay eden ve namaz kılan, gününü

Page 9: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

52 DİN ÖGRETİMİ

erkenden, temiz bir ruh, dinç bir beden, açık bir gönül ve güçlü -bir inian ik karşılayan kıimseden üretim .zarar mı eder, y0ksa kar mı? .. .

İslam'ın cemaat · namazının, müslümanın hayatı üzerindekıi tesirini araş­tıranlardan bir zatın söyledikleri ne kadar gerçek!.. Şöyle diyor :

"Hiç şüphesiz ki ve Hakk'a yem:in olsun ki, insanın günde beş kez, bo­ğuşma, didişme ve kavgaların hakim olduğu bir alemin ortasında, tam ' barış or­tamından Jstifade etmesi, ayrılık ve eşitsdzliklerin hakim nizarn olduğu bir za­manda, eşitlik havasını teneffüs etmesi·; günlük hayatı dolduran bayağı kin, bu­ğuz, atışma, kakışma, çekişme, tartışma ve düşmanlıklarm çalkantı ·ve karga­şasında, sevgi ve kardeşlik ortamından faydalanma imkanının olması, en bü-

. yük bir nimettir.

Gerçekten o, nimetlenin en büyüğüdür. Çünkü o, en b_üyUk bir hayat der­sidir. Çünkü. ıinsan, bu ayrıhk, eşitsizlik, kavga ve _boğuşma ortamlarında, kin ve nefret alanlarında çalışmak zorundadır. Ondan dolayı da, mümin, . insan mut­luluğunun gerçek kaynakları olan bakiki eşitliği, kardeşliği ve sevgıiyi tatmak üzere, nefsini ve ruhunu günde beş kez, bütün bunlardaıı çekip kurtarır. Onun .içdn, namazın aldığı vakit, fiill fayda açısından ve . insanlığa pratik yararı bakı­mından boşa gıitmiş değildir. Aksine o, hayatı, gerçekten ıiç.inde yaşamaya değer

kılan bu büyük derslerin onda öğrenilmesiyle, en güzel üretimi vermi§, en bü­yük faydayı sağlamış olur~ Namazlaı·daki bu kardeşlik, e~tlik ve sevgi derslerıi,

günlük hayatta, pratik olarak . uygulanmalan ile, insanlığın birmğini ve barışını

sağlayacak olan, uygarlığı beşeriyet için ebedileştirecek olıin esas ve temelleri teşkil etmektedıirler.

MÜMİN, ALLAH'IN ARZINI ÇALIŞMAKLA iMAR EDER

Bazı insanlar, hayale dalıp mümini, tekkesinde bU.r derviş, ya da, hayattan kesilmiş ve kendisin~ ibadete vermiş olan manastırında bir rahip olarak tasavvur etmektedıirler. İşte, iş ve üretimıin üzerine çöken en büyük felaket, bu anlayıştır.

Ancak, İslam akldesi, bu tasavvuru, - bazı dinler, belli çevrelerde tanısalar . bile - asla kabUl etmez. Çünkü İslam, mümini çalışıp çabalayarak, alış veriş ya­parak hayati görevıini yerine getiren kimse olarak tanır. Allah'ın, Ademoğlların­

dan, onları yeryüzünde kendisıinin halifelerJ kıldığın_da, istemiş · olduğu şeylere

cevap veren insan olarak bilir. Ni.tekim, Kur'an-ı Kerim'de huyurulmuştur: "0, sizi yerden -topraktan- yarattı ve orayı size· yaşayacağınız yer yaptı." (12)

İslam a~idesi, haftanın günleri J.çinde, ibadete tahsis · edıilmi§ olan ve insan­ların kendisinde Dünyevi işleri bıraktığı bir gün - mesela yahudiliğin tanıdığı

gibi- kabul etmez. Aksine, İslam'a göre, bütün günler iş günüdür. Hatta İslam'da,

(12) Hüd (ll), 61..

Page 10: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

DlN ÖÖRETİMİ 53

Dünyevi işlerıin bile halis niyetle yapılmalan halinde, ibadet sayılmaları miim­kündür.

İşte, İslam'ın hafta bayramı olan Cuma günü ... Allah; bu hususta şöyle bu­yuruyor: "Ey iman edenleri ·Cuma günü, namaz için ezan okunduğunda, Allah'ın zikrine (namaza) koşun! Alışverişi bırakın! Eğer bilirseniz, bu sizin ıiçin daha hayırlıdır. Naıriaz eda edilıince · de hemen yeryüzüne dağılın ve Allah~ın fazhndan isteyin! Bir de Allah'ı çok zikredin! Umulur !ci, böylece kurtuluşa erersinlz". (13)

İşte, müslümanın, - hafta bayramı olan - Cuma günündeki hayatı budur : Namazdan önce, iş, çalışma, tıicaret ve alışveriş; sonra, zikrullah'a ve namaza koşmak. Namaz bittikten sonra da, yeryüzüne dağılıp Allah'ın fazlından - rızık -talep etmek - Çalışmak - tır.

Anlatırlar kıi ... Hattab oğlu Ömer, Cuma namazından sonra, mescidin bir köşesinde inzivaya çekilmiş bir topluluk görür ve onlara :

- Siz kimsiniz? diye sorar. Onlar da :

- Biz, Allah'a tevekkül edenleriz, deyince; Ömer, onlara kamçısı ile vu-rur ve azarlar; sonra da Şöyie buyurur :

- Sizden hıiç biriniz rızık için çalışmayı bırakıp ta, sadece "Allahım, ba­na nzık .ınsan eyle," demesin. Bilirsiniz ki, gökten ne altın yağar, ne de gümüş. Nitekim, Allah Teala, "Namaz kılınınca, hemen yeryüzüne dağılın ve Allah'ın faztından - rızık- talep edin" (14) buyurmuştur.

AHİRET'E İMAN, DÜNYA'YI iHMAL ETMEYİ GEREKTiRMEZ

Bazı insanlar, Ahiret'e inarımanın ve ona yönelmenin, Dünya içJn çalışma­yı ve onu yükseltmek için mücadeleyi bıraktırdığını sanıyor ve iddia ediyorlar. Gerçekte .ise, Dünya ve Ahiret, terazıinin iki kefesi gibidir. Onlardan biri, an­cak diğerinden ağır bastığı ölçüde tercih edilebildr. Ya da, onlar, doğu ve batı gi­bidirler : BiriSıine yaklaştığında, diğerinden uzaklaşmış olursun. İşte, Dünya ve Ahiret te böyledir. Ahiret'e her yöneliş, Dünya'dan bir kopuş demektir.

Kalplere, amaçlara ve niyetiere bakarsak, bu sözün doğru olduğunu anla­rız ... Çünkü, Dünya'yı, gayesi, niyeti ve düşüncesi edinen kıimse, gönlünün Dün­ya'ya bağlılığı ölçüsünde Ahiret'ten uzaklaşmış olur. Bunun tersi de öyledir. Şu halde, Dünya'da müminden i~tenen, nıiyeti, gayesi ve emeti Ahiret olmak üzere, çalışıp çabalaması, mücadele etmesi, yapması, kurması, .imar ve inşa etmesidir.

Mümin, Dünya'yı Ahiret'in tarlası kabul eder. Tarla, çalısıp çabalamak is­ter. Meyvenin ' bir kısmı Dünya'da alınsa da, tamamı ancak . Ahiret'te devşirildr.

(13) el - Cum~ (62), 9. (14) el- Cuma (62), 10.

Page 11: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

54 DiN ÖÖRETİMİ

Nitekim, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyunılmuştur : "Bunlar (zinet ve temiz n­zıklar), Dünya hayatında inananlarındır; Kıyamet gününde de, yalnız onlar dçin­dir, de." (15) Mümin, Dünya'yı kendine boyun eğdiııir; kendini Dünya'ya değil. Mümin, Dünya'yı Rabb edinmez; yoksa, Dünya onu kul edinir. Üstelik, bütün bunlardan sorn-a o, milletin bünyesinde çalışan bir organ; damarlarında dolaşan ona güç, hareket ve ıinkişaf veren bir kandır. Artık o, ekerse güzel eker, yaparsa mükemmel yapar, ticaret yaparsa yükselir. Hasılı, hayatın her yöni.inde mahir ve ustadır.

Peygamber (a. s.)'ın ashabı, çiftçi, tüccar ve usta sanatkardı. Alıiret'e inan­maları, onları Dünya için çalı~maktan alıkoymadı. Nasıl alıkoysun ki, Peygam­berleri şöyle buyurmuşken : "Birinizin elinde bir filiz varken Kıyamet kopmuş olsa, durmasın onu düksin." (16)

TEVEKKÜLÜN ANLAMI TEMBELLİK DEGİLDİR

"Şüphesiz ki, gökten ne altın yağar, ne de gümüş ... "

Bu Örneri cevapla, bazı gönüllere işlemiş olan o şüphe gidiyor. Vakıa, Al­lah'a tevekkül, tüm hal ve işinde ona tes1im olmak, müminin sıfatlarındandır. Ni­tekim, Kur'an-ı Kerıim şöyle buyuruyor: "Allah'a tevekkül et! Vekil olarak Al­lah kafidir;" (17) ''Allah'a tevekkül edüniz! Eğer mümi.nseniz;" (18) "Kim Al­lah'a tevekkül ederse, o ona kftfidir." (19)

Öyleyse, tevekkülün anlamı nedir?

Şüphesiz ki, tevekkülün anlamı, ıinsanın, Allah'ın yarattığı sebepleri bir ke­nara atıp da, Allah'a bel bağlaması, ıişlerini ona havale etmesi, kendisiı !için, Allah'ın harikalar yaratması, başının üstündeki gökten altın, gümüş yağdırması,

ayaklarının altındaki yerden,. ona, yağ, bal, yiyecek içecek ... çıkarması değildir.

Tevekkülün anlamı, insanın, öncüleri düzenleyip neticeleri Allah'a bırak­

ması; tohumu ekip ürünü Allah'tan bekleınesidir. Kendisine düşen beşeri yönü yapıp, kendisi içi.n sebepleri hazırlaması ve yolundan engelleri kaldırması için, gedsini Rabbisine terketmesidir. Çünkü, insanın üstes.iİıden gelmek şöyle dur­sun, cahili olduğu pek çok sebep ve bilemediği pek fazla engel vardır.

Bir bedevi Rasôlüllah'a gelip devesini mescidi.n kapısına başı boş ve bağ­sız bir halde bırakmış ve bununla, koruması Jçin Allah'a tevekkül ettiğini söy­lemişti. Bunun üzerine, Yüce Peygamber ona, dillerde dolaşan atasözleri mi-

(15) el- A'raf (7), 32. (16) Ahmed b. Hanbel, el- Müsned, III, 184, 191. (17) en-Nisa (4), 81. (18) el- Ma'ide (5), 23. (19) et- Talak (95), 3.

Page 12: DiN Ö GRE T i. Mİ· DERGiSi - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D00407/1988_17/1988_17_DURMUSI.pdf · 2016. 6. 28. · 46 DİN ÖÖRET1Mi imandan bir cüz olduğunda birleşm~şlerdir.Nitekim,

DiN ÖGRETİMİ 55

sali müslümanlar arasında yayılmış olan şu sözünü söylemişti: "Onu önce bağ­la, sonra tevekkül et!". (20)

Tembellerin, eteklerıine tutunduğu şu "Allah'a hakkıyla tevekkül etmiş ol­saydınız, O sizi, sabahleyin y~valarından aç gidip, akşamieyin tok dö~en kuş­ları rızıklandırdığı gibi ıızıklandırırdı" (21) Haclis-i Şer.if'i, gerçekte, onların le­hine değil, aleyiline bir delildir .. Çünkü bu Hadis-ıi Şerif, onlara akşamıeyin tok dönme garantisini ancak, sabahleyin erkenden çıkıp çalışmalarından sonra ver­mektedir; yuvalarında kalmaları ile değiL

Sözün kısası :

Şüphesiz ki üretim ancak, halis niyet ve düşünce, işi güzel ve hakkıyla yap­ma (ahsaıı) neticesi artar. Bunların da, en bereketli toprağı İMAN'dır; uyuyan ve uyuştııran iman değil, gerçek ve fışkıran iman, sahiplerine insanlar dçinde gü­venilirLik, yeryüzünde efendilik ve hakimiyet sağlayan imaİı ... Öyle buyuruluyor : "And olsun ki, Tevrat'tan sonra, Zebur'da da, yeryüzüne salih kullarımın va­r.ı:s olacağını yazdık." (22)

Ey Peygamber, Allah sana ve sana tabi olan mü'minlere yeter. (Enfal Su­resi, 64. ayet)

(20) et- Tirmizi, Kıyamet, 60. (21) İbn Mace, ez- Zühd, 14. (22) el- Enbiya (21), 105.