chp yöneticileri devamlı suç İşliyor ıulkunet.com/ucuncusayfa/devlet_428_yeni_5702.pdf ·...

11
MİLLİYETÇİ SAYI SİYASİ 428 EY TÜRK KENDİNE DÖN... HAFTALIK GAZETE Y I L : 9 16 OCAK 1978 PAZARTESİ FİYATI 5 TL. Hükümet programında parti rozetlerine göre muamele yapılmayacağı vadedilirken ; • Rüşvet ve yolsuzluğun çanına ot tıkayan idarecilere keyfi olarak işten el çektiriliyor. CHP Yöneticileri Devamlı Suç İşliyor ı İL

Upload: others

Post on 05-Feb-2021

8 views

Category:

Documents


0 download

TRANSCRIPT

  • MİLLİYETÇİ S A Y I

    SİYASİ 428

    EY TÜRK KENDİNE DÖN...

    HAFTALIK GAZETE Y I L : 9

    16 OCAK 1978 PAZARTESİ FİYATI 5 TL.

    Hükümet programında parti rozetlerine göre muamele yapılmayacağı vadedilirken ;

    • Rüşvet ve yolsuzluğun çanına ot tıkayan idarecilere keyfi olarak işten el çektiriliyor.

    CHP Yöneticileri Devamlı Suç İşliyor ı

    İL

  • DEVLET — YIL : 9 SAYI : 428 — 16 — OCAK 1978 SAYFA : 2

    Ankara Kulisi mehmet Özkan IDfflMMBM

    Bu hay huy arasında, vaadediğim bir mevzuu yazamamıştım : Hani bir Ö. Lütfi Taştanoğlu'muz var idi. Soy adını «Taştan» yazmıştım da cam sıkılmıştı. Şimdi onun gerçek aile lâkabını yazayım, bakalım kendisi bunu da reddedecek mi ? Biz kimseyi, mezhebinden, cinsinden, cibiliyetinden dolayı kınamayız, lâkin aslım inkâr edenleri de sevmeyiz. Hemşehrilerinin anlattıklarına gö re, Ömer Lütfi Taştanoğlu'nu, memleketi Zile'de «Hömbüloğullarından Ömer Lütfi» denilmez ise, kimse tanımazmış. Hattâ, hem şehrilerinden biri, Ö. Lütfi'nin «Taştanoğlu» soyadını aldığım işitince, «Allah, Allah, acep, niye ata - baba, lâkabını değiştirmek lüzumunu duymuş ki, insan isim değiştirince daha mı makbul olur?» diye sual eylermiş. Ne bilelim biz, makbul mü, yoksa maktul mü olur ? Onun orasını kendisi bilir.

    îşte bu «Hömbüloğlu» veya Taştanoğlu Ömer Lütfi Bey, Ecevit hükümetinin kurulduğu günden beri, «süngüsü düşmüş», O, ortalığı yakıp yıkan, Van'dan Edirneye kadar hüküm geçiren adam gitmiş, yerine süklüm püklüm, yumuşak huylu bir adam gelmiş.

    Yalnız ara sıra dostlarına diyormuş ki, «Şu ülkücülere gönlümce ders veremedim, tam hızlanmıştım ki felek yâr olmadı.» Bu «ukdesini» duyan bir arkadaşı, Öğretmen Okulları Genel Müdürü Ömer Lütfi Höm-böloğlu'na telefon ederek, «Ömer Lütfi, sizi ülkücü öğretmenlerin ahi tuttu.» demiş.

    Ömer Lütfi diyormuş ki, «Eğer, bu CHP de akıl varsa bana dokunmaz, zira onun tek düşmanı olan Ülkücüleri, Milli Eğitim'-de tesirsiz bırakan yegâne Genel Müdür benim. Yeni Bakan sahiden, partizanlarını değil de, hizmeti geçenleri değerlendirecek-se, komandolara karşı korkmadan karşı çıkan «beni» değerlendirmeli, hatta tecrübemden istifade etmelidir.» Kim bilir belki yeni Bakan da Ömer Lütfi gibi düşünüyordur. Hele onun 27 Mayıs ihtilalinin gaye ve maksatlarını vatandaşa anlatmak için kurulan bilmem ne kervanlarındaki hizmetini duyar sa, sayın Taştanoğlu'nu yerinde tutar.

    Geçenlerde Maarife uğrayan bir arkadaş, «Yahu Bakanlıkta sinek uçsa duyula

    cak, sanki işgal kuvvetlerinin emrine geçmişte, kapısına kilit vurulmuş kışlalara ben ziyordu.» diyordu. Her türlü imza yetkileri elinden alınmış genel müdürler çay, kahve içerek vakit geçiriyorlarmış.

    Mehmet Didin isimli bir Genel Müdür, korkusundan hastalanmış, fukarayı hastaha neye kaldırmışlar. Allah geçinden versin adamcağızın başına bir hal gelirse, sebebi yeni Bakan olacak diyorlar. Üstündağın Haziran'da Bakan olmasıyle, başlayan solcu terbiyesizliklere tahammül edemiyen Başhukuk Müşaviri Necati Benderlioğlu'-nun, beyin kanamasından öldüğünü arkadaş lan anlatıyorlar. ı

    Gerçi Mehmet Didin'in «tahammülüne» geviniyorlar, çünkü diyorlar, O Deli Veli ile uzun süre çalıştı, epeyi muafiyet kesbetmişti. Yalnız, cesaretine pek itimatı mız yok...

    Derece, kademe ilerlemesini bile dur duran, en küçük memurun dahi izne ayrılmasına müsaade etmeyen yeni Bakan, Müsteşar A. Demirtaş'ın bir aylık Avrupa gezi sine nedense izin vermiş. Gerçi bu bir resmi gezi diyeceksiniz ama, tehir edilen, hatta iptal edilen muamelelerin cümlesi de resmi iştir. Ama neylersiniz A. Demirtaş yumuşak adamdır. C.H.P'lilerin de gönlünü kazanır, diyor en yakın mesai arkadaşları. Bilmem hangi dereceli okul müdürleriyle vekalette yapılan bir toplantıda Bakan için, Çok mükemmel insandır, efendi, dirayetli, bilgili bir Vekile kavuştuğumuz için çok sevinçliyiz.» demiş... Hey dünya, hep! Nahit Men-teşe'nin kulakları çınlasın. Maarifi, A. De mirtaşla milliyetçi kılacaktı, başlatılan müsbet icraatı devam ettirip geliştirecekti.

    Yeni Kabineden de size bir kaç çizgi sunayım. Bugünlerde, Devlet Bakanlarımızdan Mustafa Kılıçla ilgili ne hikâyeler, ne hikâyeler anatılıyor, sormayın gitsin... Ge-çenerde Mecliste C.H.P kulisindeydik. Güle kahkaha sohbet eden bir grup milletvekilinin masasına oturduk. İçlerinden biri güzel bir Urfa şivesiyle Mustafa kılıcı taklit ediyordu :

    «Adam içerlemiş, sağda solda kendisinin okur yazar olmadığını söyliyenlere. Misafirlerinin de bulunduğu bir sırada,. içeriye imza için giren görevlilerden bîrine.

    «De bağayım erkadaş, sizin bur da çizik soldan sağa mı, yoksam yukarıdan aşağıya mı çekilir ? Ben her türlüsünü bilirem, Ben deniz Urfa Belediye Reisliği yapmış bir zatım, Kakko, getir o kağızı, ben bir çizik çekerem ki, vallah Başbakan bile ölesini yapamaz.» diyerek okur yazar olduğunu du yurmak istemiş.

    Okur yazar olduğunu duyuran Mustafa Kılıç gevrek bir kahkaha atarak, misafirlerine içecek birşeyler ikram etmek istiye rek onların nazlandıklarını görünce,

    Korhmayın ha, birader, burda herşey be dava. Niye herkesin vakil olmak istediklerini şimdi anladım kardaşım.»

    işte CHP budur, vatandaşa hep tepe den bakmış, onu hep horlamış, alaya almış tır. Adamcağızı hem bakan yapıyorlar, hem de arkalarına dönüp yalan yanlış bir sürü hikâye anlatarak, alaya alıyorlar. Çok yakında sıra Feyzioğlu ile Sükan'a gelecektir.

    Meselâ, Faruk Sükan'a verilen görevler a rasnda çevr e sağlığı işlerine bakarak, hü-hûmet güven oyu aldıktan sonra;

    «Yahu, Faruk Sükan da kendisini sahiden Başbakan Yardımcısı sanıyor. Adam, Ankara Belediyesinin Hükümetteki temsilcisi olduğunun farkında değil.» Bekleyin göreceğiz...

    Feyzioğlu, her ne kadar hükümetin kuru luşu sırasında, Ecevit'e karşı müstakilleri yanına alamamış ise de, bu sevdasından vaz geçmiş değil. Bir kaçını «İhtilal olacak, asker gelip hepinizin hesabını görecek» diye korkutarak partilerinden koparmaya muvaffak olan Feyzioğlu, bu sefer de «Bakın Ecevit'e kayıtsız şartsız tabî olursanız, memlekete solu getirirsiniz, diye tehdid ediyormuş. Feyzioğlu bu, kılıcı iki tarafı da kesiyor. Bakalım müstakillerle ilgili oyunda Ecevit mi, Feyzioğlu mu galip gelecek?...

    Süleyman GENÇ'in Evine Bombayı Kim Attı ?

    Fikri ne olursa olsun bomba atmak yoluyla adam sindirmek veya ortadan kaldırmaya kalkmak çirkindir, korkunçtur, ağır bir suçtur. Bu tarz hareketlere kalkışanları takbih etmek herke sin görevidir. Geçen hafta CHP îzjmir milletvekili Süleyman Genc'in evinde bomba patladı.

    Herkes kadar biz de üzüldük, ken dişine geçmiş olsun deriz. En kısa zamanda faillerin yakalanmasını ve cezalandırılmasını bek iyoruz.

    CHP'lilerin eski iddialarına göre, bu gibi saldırılar faşist (!) hükümetçe örtbas ediliyordu. Şim

    di işin başında CHP hükümeti ve onun İçişleri Bakanı olduğuna göre faillerin hemen yakalanıp adalete teslim edileceğini um mak milletçe hakkımızdır. Bek liyoruz^.

    Yalnız bu bomba işinde mesele bir hayli karışık.. İddiaya gör e bomba dışarıdan atıldığına göre, camı nasıl deldi, perdeden nasıl geçti?.. Bu sesleri evdekilerden hiçbiri neden duymadı ? O sırada Genc'in ODTÜ'de öğrenci olan yeğeni ne ile meşguldü ? Odanın ortasında dumanı tüten bir bombanın aniden zuhur et

    mesi v e bomba ihbarım ODTÜ'li yeğenin yapmış olması hayli il gi çekici. Tabii polis uzmanları bombanın atılışını, pencerenin vaziyetini, cam kırıklarının nerede olduğunu, izleri ve bombanın patlayış şeklini bir bir inceleyecekler. Sonuç en kısa zamanda ışığa kavuşur sanırız.

    Ecevit, bu olay dolayısıyla verdiği beyanatta, her zaman olduğu gibi işin aslını öğrenme* den hemen beyanat verdi ve fa-şistleri suçladı ama biz onun kadar aceleci davranıp bir iddiada bulunmayacağız.

  • DEVLET - YIL : 9 SAYI : 428 - 16 - OCAK 1*78 SAYFA : S

    m

    i

    î İ olaylar

    düşüm eler yorumlar

    CHP Yöneticileri

    CHP Yöneticileri eski alışkanlıklarından kurtulamıyorlar bir türlü.. Baskı guru bu dedikleri yandaşlarına, geniş propaganda imkânlarına, yarıaydınların idraksizliğine, solcu basına, emirlerinde saydıkları TRT'ye, bürokratlarına güvenerek istediklerini yapabileceklerini sanıyorlar. İşledikleri suçların görülmeyeceğine o kadar eminler ki... Halbuki vaziyet artık sırıtıyor. İşleri eskisi kadar kolay değildir.

    CHP'nin yurtdışı temaslarını ve yabancı komünist partilerle giriştikleri münasebetleri bir kaç defa yazdık. Yaptıklarının, kanun maddeleri de göstererek nasıl bir suç olduğunu, hangi müeyyidelerin uygulanması gerektiğini bir bir sıraladık. Hâlâ bir ses yok. Bu konuyu, Senatodaki görüşmeler sıra sında MHP Kütahya Senatörü Sayın Osman ALBAYRAK bir kere daha dile getirdi. Bu konuşmanın tam metnini dergimizde neşret mistik.

    Sayın Albayrak, aynı konuşmasının bir başka bölümünde CHP'yi son derece kötü duruma düşürecek bir beyanda daha bulunuyor : CHP Senatörü Niyazi UNSAL, Senatoda yaptığı konuşma sırasında açıkça bölücülük yapmıştır. Kullandığı ifadeler da ha önce dergimizde yer aldığı için tekrar etmiyeceğiz. Ama Ünsal'm işlediği suç kim senin inkâr edemiyeceği kadar açıktır. Beyanları Siyasî Partiler Kanununun 89. mad desine aykırıdır. Bu durumda CHP'nin ya Niyazi Ünsal'ı ihraç etmesi veya kapatılması gerekecektir. Siyasî Partiler Kanununun İH. maddesinin kesin hükmü bunu gerektiriyor. S. Partiler K.nun hükmü aynen şöyle : «Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyeti ülkesi üzerinde millî veya dinî kültür fark lılıklarına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremezler...»

    CHP Yöneticilerinin bu seri suçlarına geçen hafta yenileri de eklendi : Biri Ece-vit'in, diğeri de Alyanak'ın beyanları..

    Ecevit'in beyanatında; hem suç, hem siyasî şantaj ve hemen de tehdit var. Ece-vit diyor ki :

    «Eğer geçmişin yaralarım tedavi edip kapatarak yeni bir dönemi başlatmamız, şid det eylemlerinin sorumlularınca kolaylaş-torılmazsa, geçmişi de iyice deşmek zorun-

    a a l ır ız ve bundan asla kaçınmayız.» başbakan Ecevit'in ağzından çıktığı için

    bu beyanat evvelâ müthiş bir suçtur. Anayasa nizamımız ve hukuk devleti prensibi açısından dehşete düşmemek mümkün değildir. Türk hâkimlerinin Ecevit'in yaka-

    Devamlı

    i m m • • " • /

    m

    1 e Suc Islıyor.

    sın3 derhal yapışması ve hesap sorması şart tır. Suç müruruzamana uğramış ise onu kim se yeniden diriltemez, yok eğer uğrama-mışsa bu defa da onu kimse suç olmaktan çıkaramaz. Ecevit, hangi yetkiye dayanarak şart ileri sürüyor ve bazı suçları görmezlik ten gelebileceğini iddia ediyor ? Kimlerdir bilemeyiz nma «şiddet eylemi sorumluların ca» (kim olduklarını Ecevit ayrıca açıklamaya da mecburdur) Ecevit'e yardım edilmezse beyefendi eski suçlan deşecekmiş.

    Suçun eskisi olmaz. Hâlen ceza görme-ye müstehak bir suç var ise bunu saklamak ve görmezlikten gelmek Ecevit'in yetkisi değildir. Eğer bildiği ve söylemediği şeyler varsa ve bunların açıklanmasını siyasî şan taj olarak kullanmak üzere bekletiyorsa Ece vit de TCK'nuna göre açıkça suç işlemektedir. Suçluları bilerek himaye etmekte, suçu örtbas etmektedir. Bu suçtur. Tahkikatı niçin ve ne yetkiyle bekletmektedir ? TBMM' ne ait bulunan af yetkisini «İsmet Paşa vâri pozlarla» kullanmaya mı kalkmaktadır ?

    Ecevit «geçmişi iyice deşmek zorunda kalırız» diyor. Ne zaman bu durumda kalacakmış ? Eğer şiddet eyleminin sorumluları Ecevit'e yardımcı olmazsa... Demekki eşki-yâdan, anarşinin önlenmesi için yardım istiyor. Eh Ecevit'e de yakışıyor doğrusu... Şiddet eylemlerinin sorumluları Ecevit'e yardımcı olacaklar ve böylece anarşi önlenecek... Her konuda mucit olan Ecevit, asayiş konusunda da yeni bir şey icat etti : Anarşiyi eşkiyânin yardımıyla önlemek (Tabii, şiddet eylemlerinin sorumlularının kim olduklarım Ecevit açıklamadığı için biz onlara eşkiya olsalar gerektir deyip geçiyoruz...)

    Bir suç mevzuubahis olduğu zaman idarenin de, adliyenin de görevi meseleyi «iyice deşmektir.» Bunu yapmamak gibi yaptırmamak suçtur. S u ç l a r ı i y i c e tahkik etmeyi ve ortaya çıkartmayı Ecevi-tin yaptığı gibi şarta bağlarsanız, hem de Başbakan sıfatıyla, suç işlemiş olursunuz; Hükümeti de bu suça iştirak ettirmiş olursunuz.

    Şimdi birisi farzımuhal çıksa ve dese ki; «Ey Ecevit, doğrusu tehdidinden korktum, şiddet eylemlerinin sorumlularından biri de benim; bundan sonra işlerini kolay laştıracağım; eskiden yaptıklarımı affet», o zaman ne olacak ? Ecevit af mı edecek ? Hangi yetkiyle ? Niçin ? Ne hakla ? Af yet kişi Meclise, suçları yargılamak da Mahkemelere ait bir şeydir. Ecevit mahkeme

    lere tesir ederek suçluları koruyabileceğini mi iddia ediyor ? Öyleyse suç işliyor. Meclise ait af yetkisini mi kullanacağını iddia ediyor ? Öyleyse gene suç işliyor. Anayasa diyor ki : «Hiçbir kimse veya organ, kay nağım Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.» Ecevit bu yetkilerinin hangisini Anayasadan alıyor ?

    Ecevit siyasî tehdit ve şantajlarla, açık ça suç işlemekle içyüzünü göstermiştir. Hu kuk devleti yaygaralarıyla başa geçenlerin hukuka saygısı da anlaşılmıştır. Ecevit Hükümetinin anarşiyi hangi hukukî (!) usûllerle önleyeceğini ise şimdiden anlar gibiyiz. Allah devletimizin ve milletimizin yardımcısı olsun.

    îzmirin CHP'li Belediye Başkanı İhsan ALYANAK'ın beyanatına gelince : Alyanak, «Belediye hizmetlerinin daha iyi görülmesi için mahallelerde (Yerel Halk Komiteleri) kurulacağım» söylemiş. Kanunlarımızı araş tırdık (Yerel Halk Komitesi) diye bir şey bulamadık ve ne olduğunu da anlayamadık. Dernek desen dernek değil, Beledîye'ye bağ lı bir organ desen o da dğil. Öyleyse hukukî olmayan bir teşkilât veya gizli teşkilât... Yerel Halk Komitesi ne demektir ? Yetkile ri ne olacaktır ? Hangi tüzüğe göre yönetilecektir ? Kim idare edecektir ?

    Bildiğimiz kadarıyla (Yerel Halk Komitesi) veya (Halk Meclisi) (Halk Mahke mesi) gibi kuruluşlar sadece komünist ülkelerde vardır; hem de sadece komünist ihtilâlin ilk başladığı devrelerde. Komünistler devlete tamamen hâkim olduktan sonra buna müsaade etmezler. Komünistlerin bile sadece ilk ihtilâl devresinde müsaade ettikleri bir müesseseyi Türkiye'de kurmaya kalkmanın tehlikeleri ve neye delâlet ettiği bellidir. Kurulacak böyle Komitelerin yarın nelerle meşgul olabileceklerini tasavvur etmek bile kâfidir.

    Bu beyanıyla Alyanak da suç işlemiştir. Bütün bu suçlar karşısında yetkililerin

    harekete geçmesini bekliyoruz.

    i M

    mUfiyeSpk I

    £

  • DEVLET — YIL : 9 SAYI : 428 - 16 — OCAK 1978 SAYFA : 4

    Yılbaşı ve Televizyon

    m

    1

    Topal Timur Sivası zabteder. Savaşsız teslim olmayan bütün şehirlere yaptığını orada da uygular. Talan, emri verir. Asker, şehrin altını üstüne getirir. İşe yarar tüm varlıkları çapul eder. Timur, akşam üzeri serdarım çağırır.

    — Git şehri gez. Halka bak. Hiç bir varlıklarının kalmadığını istiyorum. Der...

    Başkomutan emri yerine getirmek için, hemen, dün harabe olan Sivasa koşar. Baştan başa gezer. Dönüp Timurlenge tekmil verir.

    — Hünkârım, ti Tamamen yağma edilmiş, yakılıp, yıkılmış. Halkta da bir sey kal mamış Herkes, gözü yaşlı, boynu bükük eli koynunda matem tutuyorlar der.

    Bunun üzerine Timur. — Serdarım. Askerini yeniden şehre sal,

    anlattıklarından, orada halen talan edilmemiş varlık bulunduğunu anladım, onları da vursunlar, diye buyurur. Bu emir de yerine getirilir. Kıyıda köşede kalıp, gözden kaçan varlıklara da el atılır. Bundan sonra, Sivası yeniden dolaşan serdar tekrar huzura çıkar.

    — Bu kez Sivasta hiç bir şey kalmadı. Evler de çökertildi. Halkı sorarsanız, ayak-da durur mecalleri bile yok. Cümlesi yıkıntılarının önünde çömelmiş, ellerinde birer çöp, düşünceli, düşünceli külleri karıştırmakla meşguller der. Bu sözleri işiten Topal Timur.

    — Serdar. Serdar... Sivasta hâla bir şey ler kaldığım sezinlemekteyim. Askere yeni bir talan yaptırmak gerekiyor, der. Tatar askeri harap ili üçüniü kez, eler. Emirinin buyruğu ile Sivasa, bir kerre daha kontrola giden serdar ne görsün. Kılıç artığı tüm Sivaslı ayakta. Vur patlasın alem yapıyorlar. Kahkahalar, şarkılar göklere yükseliyor. Bebeklerle, acuze karılar bile göbek atıp oynuyorlar. Emir, hayretten küçük dilini yutar. Koşarak geri döner ve şahit olduğu bu acayip manzarayı şahına anlatır. Söylenenleri dikkatle dinler Timurlenk.

    1977 yılını 1978'e bağlıyan gece de, devlet televizyonumuzun programını görünce bu tarihi hikâyeyi tedavi ettim.

    Kadınlığa özenen erkekler, erkekleşen ve mart kedileri gibi sahnede bile kendisini firenliyemiyen avratlar (affınıza sığınarak bunlara Kadın - Hatun - diyemiyeceğim.)' Su luluk, kepazelik yani akla gelen ve gelemi-yecek olan her türü cıvıklığı, hiç bir hicap ve mesuliyet hssi duymadan Müslüman Türkün kendi evinde, büyüklerinin ve çocukları mn önünde yüzlerine kustu. Bir kısmına yerli malı, bir kısmınına ithal malı damgasını vurdukları bu kusmakların failleri, kusmakların dan -la teşbih eserlerinden- o kadar gurur duymakta idiler ki, sanat kabiliyetlerini teşhire imkân bulabilme fırsatından ağızları kulaklarına varmakta idi. Ne utanma^ ne üı-perti duyuyor, ne de, dünyada böyle kıymet mefhumları bulunduğudan haberli görülüyorlardı. Yani beş yüz yıl evvel tatar çapulcuları tarafından bütün varlıkları koparılıp alın

    mış karabahtlı Sivaslılar gibi, bunlar da talan artıkları idi. Aralarındaki fark ise, oradaki talanın Sivaslının ihtiyarı dışında yapılışı, buradaki talanın da maddi değil, manevî oluşu idi.

    Hepimizin bildiği gibi yurdumuzda üç türlü sebebe dayanarak bayram yapılmakta ve o günler resmi tatil olarak geçirilmektedir»

    Bu bayramlardan ilk sırayı, dini bayramlarımız, ikincisini millî bayramlarımız, üçün cüsünü de aslında, bizimle hiç bir ilgileri bulunmadığı halde zorla hayatımıza eklenen yabancı fikir ve görüşlere ait bayramlarımız (Bu son şıkta yalnız resmi tatil günlerimiz.) almaktadır.

    Üçüncü türdeki tatillerimiz 1 mayıs gününe rastlayan ve bahar bayramı olarak isimlendirilen bayram, aslında beynelmilel komünist bayramıdır. İkincisi de yılın son gecesinde yapılan ve Hıristiyanların Noel yortusu ile ilgisi bulunan yılbaşı bayramı -veya tatili- dir.

    Bunların ikisinin de müslümanlıkla Türk lükle, dolayısı ile çoğunluğumuzla hiç bir ilişkisi bulunmadığı halde, garplılaşma hastalığımız yüzünden, hayatımıza yamanmış, ve bu yamaların verdiği sıkıntı ve zarar her gün biraz yayılıp artarak bir kanser uru gibi bünyemizi ve ruhumuzu kemirir ol muştur.

    Bir mayısın son zararım, Taksim meydanında tezgâhlanan ve bir çok masum kar deşimizin hayatına mal olan uygulamasında, Yeni Yıl tatilinin marifetini de o gece bahane yapılmak suretile Türk televizyonunun uyguladığı manevi tahrip harbi, programında gördük. Kanunlarımızın yasak ettiği komünizmin, bayram gününü, bu millete zorla tesit ettirmenin garabetini yüce takdirlerinize terk edip bu yazımızda yalmz televizyonun yıl başı programını konu olarak alacağız.

    Bilirsiniz. Yılbaşı, Hazreti İsa'nın, doğum günü dolayısı ile hırıstiyanlarca kutlanan bir bayramdır. Ulu Peygamberimizin Mekkeden Medineye göç etmesinden 622 yıl önce vuku bulan bu olay sebebile, başlangıçta dini ve sade törelerle kutlanan bayram, soysuzlaşan batının elinde, manevi hüviyetini temamen kaybederek, Baküs âlem lerini, Sodomun sapkınlıklarını, Hasan Sab hahın ayini cemlerini gölgede bırakacak bir hüviyete bürünerek doğuda da yayılmağa başlamış ve bu arada biz batı hayranı, cahil, biçare ve şaşkın kitleyi de tamamen pençesi içerisine almaya başlamış, basın, tiyatro, sinema gibi bazı sanat dalları ile televizyonumuz da bilerek veya bilmiyerek ona yardımcı olmuşlardır.

    Türk televizyonunun bazı görevlilerinin, yıl başını bahane ederek (Parasal olanaksızlıkları nedeni ile bu mutlu günden gönüllerince yararlanamıyan, kentsel ve kırsal alanlardaki yoksul halklarımızı bir gece

    MEHMET YUSUF ÖZBAŞ

    mutlu kılabilme çabası ile...) çok büyük külfete katlanmak suretile Hasan Sabbah'ın ruhunu ihya edişleri de bardağı taşıran son damla olmuştur.

    Şunu hiç bir zaman unutmamalıdır ki. T.R.T, siyasi yönden özerktir. Yani o bir şahsın partinin vey a zümrenin davulunu çal maz. İdarecisinin değişmesiyle yönünü değiştirmez. Hepimizin uymaya mecbur, olduğumuz kanun ve ahlâk nizamı çerçevesin de görev ve hizmet yapar. Her şeyin hatta eğlencenin de bir adabı, nezahatı vardır. Bu milletin eğlencesi de, düzenli, nezih ve efen dicedir.

    Televizyonun, topluma misal olma ve lesir etme kudreti her gün biraz daha art maktadır. Bir öğretmen ancak 40 yavruyu eğitebilir. Fakat televizyon, yaşlı, genç, kadın, erkek, köylü, şehirli kırk beş milyonluk insan varlığımızın tümünü, yaz, kış, gece, gündüz bayram, tatil demeden, hem d e evlerinin içine yataklarının başına varmak suretiyle eğitmekte, ve değişmekte olduğumuz bazı yanlış uygulaması ile de, anarşi dediğimiz yedi başlı ejderhanın, en zehirli başının varolup gelişmesine zemin hazırlamaktadır.

    Su dediğimiz en aziz ve faydalı varlık büe, düzen altına alınmadığı sürece çok büyük zararlar getirir. Kuruluş gayesine uygun olarak çalıştırıldığı zaman, en büyük eğitimci olacak kudret ve imkânlara sahip olan televizyonda, bu şekilde başı boş, yahut boş ve sarhoş başlar elinde bırakılırsa, bizim için başka düşman ve belâ aramaya lüzum bırakmıyacak, bir zehir kaynağı olur. İş işten geçmeden bütün niyetli yetkililerin bu derde çare arayıp bulmaları gerekir.

    42 yıl önce Mısırdan İstanbula dönen rahmetli büyük şairimiz Mehmet Akif Er soy, batının yurdumuzdaki ilk tahribatını görerek.

    Hava sıyrılmış inmiş öyle yüzsüzlük ki her yerde.

    Ne çirkin yüzler örtermfş, meğer o ince cik perde.

    Diye isyan etmiş ve durumu mazlum Şarka ilan etmiş, yüzlerden kalkan incecik hicap perdesinin örttüğü çirkinlikleri teşhir eylemiştir. Bu yılbaşı gecesi mezarından kalkıp televizyon programımızı seyretse, canından çok sevdiği Müslüman Türk toplumunun nasıl bir felâkete itilmek istediğini görür ve kim bilir nasıl bir kükreyişle isyan ederdi.

    Yazımı, Urfalı Nabi'mizin meşhur nâ-tı'ndan aldığım iki mısraın yardımı ile bitirmek istiyorum.

    Sakın terki edepten, köyü mahbubu Hü-dadır bu.

    Nazargahı ilahidir, makamı Mustafndır bu.

    Evet, edep çok iyi bir şeydir. Fakat Nabi nin de ifade ettiği gibi, sevgili Muhammet Mustafanın köyünde, edepli davranış, uyul-

    (Devamı Sayfa l l 'de)

    m

    â

    I i i I

  • DEVLET - YIL : 9 SAYI : 428 - 16 - OCAK 1978 SAYFA : fi

    HÜKÜMET PROGRAMINI OKUYAN ECEVİT «BÜTÜN MİLLETİN HÜKÜMETİ OLACAĞİZ... PARTİ ROZETLERİ NE GÖRE MUAMELE YAPMAYACAĞIZ» DERKEN TİCARET BAKANI KÖPRÜLÜLER, İŞE BAŞLAR BAŞLAMAZ; BİRLİKLERDE RÜŞVETİN YOLSUZLUĞUN ÇANINA OT THCAYAN GENEL MÜDÜRLERİ İŞTEN EL ÇEKTİRİYOR VE AÇIĞA ALIYORDU.

    Eli Kamçılı Ticaret Bakanı

    Yeni Ticaret Bakanı Teoman KÖPRÜLÜLER işe sıla başladı doğrusu. Daha güvenoyu bile almadıkları halde, eü kamçılı ayağı çizmeli bir ihtilâl kumandanı gibi Ticaret Bakanlığına girdi. Yanında muhafızlar, polisler, be lediyeden derlenmiş «yan bakışlı» militanlar., v.s..

    îlk işi Bakanlığın bütün yetkililerinin imza yetkisini almak oldu. Hemen akabinde 11 Birlik Genel Müdürünü teleks emriyle görevlerinden aldı : Tariş, Çuko-birlik, Fiskobirlik, And Birlik, Güneydoğu v.s.. Yerlerine de alel acele militanlar tayin edildi.

    Hele Çukobirliğe tayin ettik leri çok orjinal... Yetkilerinin ne olduğunu bile öğrenmeye lüzum hissetmeksizin adam gider gitmez 4 tane fabrikayı kapatmış. Devlete milyonlarca zarar, 2000 işçi açıkta, makinalar stop etti... Bunu maazallah başka biri yapay di, CHP'liler ve yandaşları yeri yerinden oynatırlardı. Teknisyen ler Fabrikaların durdurulmasının teknik ve mâlî sonuçlarını bize anlattıklarında ürperdik : fabrikayı bombalamak gibi bir şey.. Devletin malına nasıl kıyarsın ? İstihsali nasıl durdurursun ? Hani durmuş iktisadî çarları hareket ettirecektin; böyle mi yapacaksın ? Hani kendini işçi babası diye satıyordun; işçi babalığı bu mudur ?

    Ayrıca, geçen iktidar döneminde işe alınmış 200 memurun işine son vermiş. Ticaret Bakanı hukuk mukuk dinlemiyor; ben yaptım oldu diyor. Şimdi yapılan açık hukuk dışı işlemler tabii Danıştay'a götürülecek' Göreceğiz encanlarını...

    d TİCARET BAKANLIĞINDA

    SANAT ESERLERİNDEN İNTİKAM ALINIYOR Hani tarihte Hülâgu'ya mâledile-rek anlatılan hikâyeler gibi... Ki tap yakmak, resim yırtmak, mabet yıkmak gibi bir şey... Ticaret Bakam gelir gelmez, Bakan-lığıft girişindeki iki tabloyu da

    bodruma kaldırtıyor : Biri «Erge-nekondan çıkış,» diğeri ise «Yeni Ergenekon...» İkisinin de ressamı eski bir CHP milletvekili Ratip Tahir Burak.. Tabloların ikisi de hem sanat, hem de tarih değeri

    taşıyor. Üstelik, tablolar Atatürk zamanında asılmış. Ve 1934'ten beri asıldığı yerde duruyor.. On lan oradan kaldırmak barbarlığını ancak yeni CHP yöneticileri gösterebilirdi ve gösterdiler

    KORKU M. A. CELİLOĞLU

    Asrımızın en kuvvetli silahlarından birinin de propaganda olduğu artık kesinlik kazanmış bir gerçektir. Bu silahı da Türkiye de en iyi kullanan CHP ile işbirliği yaptığı aşın soldur. Sayın Ece vit'in bir müddet'ten beri tekrarladığı «MHP AP'nin tabanmı yiyor, Demirel AP'yi MHP'ye teslim etti» gibi tutarız bazı sloganlar, başta AP içinde bazı parlementerler de olmak üzere kamu oyunun bir kısmmca kabul edilmeye başlamıştır. Hele son mahallî seçimlerde gerilemeye devam eden AP'den başarısızlığına bir tutanak arayanların sarıldıkları bir değnek olmuştur. Siyaset sahnesinde yaptıkları binlerce kusur dururken bu asılsız iddaya meyil bağlamak başka bir büyük hatadır. MHP felsefe itibariyle soldan çok sağa yakındır, ancak onu sağcı ya da solcu diye ayırmak da başka biryanlıştır. Zira MHP'ye yönelen seçmenler içinde inkâr edilemeyecek kadar eski CHP'li ya da ana ve babaları CHP'li olan gençler vardır. Sayın TÜRKE§'in yıllar önce Türk gençliğini komünistlerin ilk akınından korumaya, onlan teşkilatlandırmaya baş-ladıklan bir sırada, bugünkü bu soğanları tekrarlayan zatlar «Türkeş kandıracak adam bulmayınca çocukları buldu, fakat ba-şanya ulaşması imkansızdır» diyerek işi hafife almışlardı. Unu^ tulmamalıdır ki, eğer bu gençlere o zaman sahip çıkılmasaydı, bugün bunların yüzdedoksam CHP'nin kollara arasında gelişeni komünist gençler arasmda bulunacak, o zaman her yerde onların borusu ötecekti. Yakalanan anarşistler arasında AP milletvekillerinin yakın akraba ve çocuklarının da bulunduğu 12 Mart dosyalarında açıkça belirtilmiştir. Demek ki mesele MHP'nin AP tabanını yediği meselesi değil, AP'nin kendi seçmenlerini bile tutmakta acz gösterdiğidir. Seçmenini dört yıldan dört yıla hatırlayan AP artık gözlerini açsa da iş işten geçmiştir.

    Milliyetçiler tek bölünmeyelim, iktidar CHP ye kaçmasın diye yıllarca sabır etmişler, bunca geçen zamana rağmen akıllanmı-yan yöneticileri karşısında artık saf tutmağa başlamışlardır. Meclise seçip gönderdiklerinin bile bir kısmı kimden rey aldığını unutarak oraya buraya gidip, bakan olamadığı için CHP dümenine giren bu partinin seçmenlerine kızmağa hakkı olmasa gerekir. Oysa yıllarca grup kuramayan MHP ilk kez bu sayıya kavuşunca memleket meselelerinde ne kadar titiz davrandığını bu kısa sürede bile seçmenine göstermiştir. Akılcı yolda tehlikeli sol karşısında işin başından beri en güçlü mukavemet gösteren ve solun bütün niyet ve amaçlarım çok Önceden kamu oyuna sergileyen de yine bu partidir. Yine AP'nin güçlü yıllarında tek basınayken parlemantoda yaptığı konuşmada «bunlar el - fetih'e gidiyorlar, tedbir alınmazsa geldiklerinde bunlarla başa çıkılmaz» dediği zaman başta AP milletvekillerinden bir kısmı olmak üzere CHP'liler* le birlikte kürsü kapaklarına vurarak. Türkeş eyhamlı demişlerdi. İşte bütün bu hatalar derlenip toparlanıp 12 Martı doğurdu, mecliste güçlü olmasına rağmen Üniversite - fabrika ve sokakta gücü olmayan AP'yi dört imza al aşağı etti.

    Tarih sayfalarına geçecek bu acı terrübelerden sonra AP'nin bazı milletvekillerinin çıkıp da Ecevit'in oyununa gelmesi çok şaşılacak bir durumdur...

    diişüh'İefar yorumlar

    de... Hınçlarını tablolardan alıyor

    lar. Sanata karşı vahşet, tarihe karşı vahşet, Attürk'e karşı vahşet... Tam bir barbarlık. Eğer Bakanlığı düşman askerleri işgal etmiş olsalardı bilmem bunların yaptığını yaparar mıydı ? Belki de sanata olan saygılarından yap mazlardı.

    Ey sanatseverler ! Ey eski CHP'liler ! Ey ilericiler ! Üma-nistler ! Neredesiniz ? Hesap sor sanıza!..

    CHP Yöneticileri herhalde ya kında mezarda kilerden bile hesap sormaya başlayacak.

    Bu konuda MHP Başkanlık Divanı Sn. Cumhurbaşkanına ve Ecevit'e birer telgraf çekmiştir. Sn. Korutürk'e çekilen telgrafı aynen veriyoruz2 :

    Sayın Fahri KORUTÜRK * Cumhurbaşkanı

    ANKARA «1934 yılında Cumhuriyeti

    mizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından yaptırılarak, Ticaret Bakanlığı girişme (o zaman Maarif Bakanlığı idi) asılan «Ergenekon 1» ve «Ergenekon 2» adlı tarihi tabloların dün gecö sorumsuz kimseler tarafından in dirilerek depoya atıldığını üzüntü ile öğrenmiş bulunuyoruz.

    Tablolar indirilirken müdahale eden bir görevli müstahdemin de vazifesine bu sabah son verildiği ifade edilmiştir.

    Türk Milletinin tarih sahnesine çıkışım temsil eden «Ergenekon 1» ve milletimizin ikinci Erge nekonu olarak adlandırılan İstiklâl Harbi sonrası yeni Türkiyeyi temsil eden «Ergenekon 2» adlı tablolar tarihi değeri ile birlikte, eşsiz birer sanat eseri olarak, 40 yıldan fazla bir zamandan beri adı geçen bakanlığın girişinde bulunuyordu. Tarihimizin iki önemli olayım temsil eden bu tabloları, CHP'li Ticaret Bakanının emri İle indirerek bir mahzene hapsetmek isteyen zihniyetin, ülkenin kaderinde hangi mevkilere kadar tırmandığını dikkatlerinize sunmak isterik.

    Türk tarihi, Atatürk ve eser leri ile Türk Sanatına karşı girişilen bu menfur tecavüz karşısında hiç bir Türk insanının seyirci kalmasının mümkün olmadığı inancındayız.

  • Üzerinde bugünlerde en çok münakaşa efdilen, bizleri en çok itham ettikleri bir mesele : «Efendim, îslâımiyette milliyetçilik yoktur, milletini sevmek yoktur, millet yoktur, ırk yoktur, sadece ve sadece İslâm var dir, her şey bundan ibarettir.» Onların ortaya koyduğu bu fikirlerin haklı olup olma-dıiğı veya bizim milliyetçiliğimizin haklı olup olmadığı hususunda, mademki Kur'an-ı Kerîm'in ilâhi bir Kitap olduğunda hamdol-sun hiçbirimizin şüphesi yok, Kur'an-ı Ke rîm'e müraacat ederek bu meseleyi incelemeye çalışalım.

    Milliyetçilik İslâm'a göre caiz mi ? Var mı, yok mu ? Bunun incelemesini yapacağız. Bu incelemeyi yaparken işe, «muhakkak surette millet var mı, yok mu?» sualinden başlamak lâzım. Çünkü millet gerçeği eğer yoksa, hakikaten Allah indinde insanlar tamamen insanlık, olarak ele alınmış da ayrı a y n miletler halinde ele alınmamışsa, İslâmiyet insanlığa böyle bakıyor ise, Îslâmiyete göre millet mevcut değilse, o zaman elbette miliyetçilik üzerinde durulamaz, bahsedilemez. O halde ilk arayacağımız şey; dinimizde, Kur'an-ı Kerîm'de, Allah indinde insanlar tamamen dünya in sanlığı mıdır, yoksa ayrı ayrı milletler halinde midir ?

    Hucurât sûresinin 13. âyet-i celîlesinde Hak teâlâ şöyle buyurur : «Ey insanlar, şüphesiz ki sizleri bir erkekle bir dişiden halkettik.» Tabii, bahsedilen erkekle dişi hepimizce malûm; Hz. Adem ile Hz. Havva. Daha sonra : «Birbirinizle daha iyi ta-nışasınız, birbirinizle.daha iyi kaynaşasınız, ısmasınız diye sizleri çeşitli kabilelere ve şubelere -yani milletlere- ayırdık. Şüphe yok ki Allah indinde en sevimli olanınız en çok muttaki olanınız yani Allah'a en çok bağlı olanınız- dır. «Bu âyet i celîleden Al-lahü teâlânm, insanlığı birbirleriyle daha iyi tanışıp kaynaşsınlar hikmetine metni ol mak üzere, kabilelere, şubelere, milletlere bizzat Kendisinin ayırmış olduğunu hiç bir şüpheye meydan bırakmayacak şekilde anlıyoruz.

    Fürkan . sûresinin 54. âyet i kerîmesinde : «O, öyle bir Allah'tır ki sudan bir beşer, yarattı ve. sonra onu son yaptı. Allah her şeye kaadirdir.» deniliyor. Dikkat ediniz «sudan bir beşer yarattı.» Burada kastedilen su hepinizce malûm; mikroskopla ancak görülebilen, o su damlacıklarının içindeki milyonlarca spermadan bir tanesinin yumurtayı döllemesi suretiyle çocuğun teşekkülü biliniyor hepinizce, o kastediliyor su ile. «Sudan bir beşer yarattı ve sonra onu soy sop yaptı. Şüphesiz ki Rabbin her şeye kaadirdir, her şeye gücü yeten, kudreti kâfi gelendir.»

    . Şur'a sûresinin 214. âyet-i kerîmesi : «Habibim, sen önce kendi aşiretini ve akrabalarını inzâr et, dini onlara tebliğ et, önce onları ikaz et.» şeklinde.

    • Dikkat ederseniz, birinci ayet-i kerîme de kabile, şuub yani millet, şube ifadesi geç ti. İkinci âyet-i kerîmede nesap ve sıhr, akrabalık, soy, sop ifadesi geçti. Üçüncü âyet i kerimede aşiret ve akraba ifadesi aynen mevcut, ki bunların hepsi zaten Türkçe mize de yerleşmiş, bizim de her zaman kullanmakta olduğumuz kelimeler.

    Mâide sûresinin 54. âyet-i kerîmesinde . - • - -

    Allah şöyle diyor : «Ey iman edenler siz eğer dininizden yüz çevirir, gevşeklik gösterirseniz Allahü teâlâ öyle bir kavim getirir ki -burada da kavim ifadesi aynen mevcut- onlar Allah'ı severler Allah da onları sever. Müminlere karşı, müslümanlara kar şı onlar çok müşfik, çok mütevazi, çok merhametli, düşmanlara karşı da çok cesur, çok şiddetlidirler. Allah yolunda mücadele ederler. Hiç bir kimsenin levmin den, alay etmesinden vesairesinden de kork mazlar. Bu, inananlara Allah'ın bir lütfu-dur, Allah'ın dilediğine verdiği, bağışladığı bir hususiyettir. Şüphesiz ki Allahü teâlâ her şeyi bilen ve lütfü, inayeti geniş olandır.» Bu âyet-i celîlede de açık olarak kavim, yani bugün millet kelimesinin karşılı ğında kullanılan ifade açıkça geçmektedir.

    Bir kısım muterizler, yani îslâmiyete göre milletin, kavmin, şubenin, aşiretin, kabilenin vs.nin olmadığını iddia edenler bu kelimelerin ümmet manasında kullanıldığını ortaya koymağa çalışırlar ki, bu tamamen yersizdir. Çünkü Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerîm'de ümmet kastedildiği zaman açık şekilde ümmet kelimesiyle hitap etmiştir. Bakınız : «İçinizden hayra davet eden bir ümmet çıksın, bir ümmet bulunsun.» Yine baş ka âyetlerde siz öyle hayırlı bir ümmetsiniz ki, şöy-esiniz, böylesiniz şeklinde ümmet kas-. tedild'ği zaman -zaten ümmet kelimesi Arap çadır- açıkça bu kelime kullanılmıştır. Dolayısıyla okunan âyetlerde geçen kabile, aşi ret, soy sop, nesep, akraba vs. gibi kelimeler hiç bir şekilde ümmet manasına alına maz, mutlak olarak millet manasındadır.

    Biraz sonra bu mesele üzerinde daha geniş duracağız. Şimdi yeri gelmişken şu hu susu sizlere arzedeyim. Türkçe en güzel tefsiri yazmış olan, en muteber tefsirin sahibi Elmalık Muhammed Hamdi Yazır meşhur tefsirinde, «Eğer siz dininizden yüz çevirir, gevşeklik gösterirseniz Allah öyle bir kavim getirir ki onlar Allah'ı severler. Allah da onları sever.» âyet-i kerîmesinin izahını yaparken şöyle diyor (2. cilt 1720. sahife) : «Evvelâ Arap'lar kavimden kavime bu hizmeti yapmışlar, daha sonra Emeviyyenin son zamanlarında olduğu gibi bu hizmet Arap'tan Acem'e doğru geçmiş, hadis-î şerifin de delalet ettiği üzere İranlılar, manen ve maddeten İslama pek büyük hizmetler eylemiş. .Sonra bunlar da aym hale gelmiş. yani İslamiyetten yüz çevirmiş, gevşeklik etmiş, bu defa da AUah Türk'leri göndermiş. Arap'ların Fars'ların kadrini bileme-yip zayi ettikleri devlet-i İslâmı ele alarak İstanbul'a ve oradan kıtaatı arzın (kıtaat kıt'anın çoğuludur) her tarafına yaymışlar, bina enaleyh ebnai faris hadisinin delâleti ve fethi Konstantiniy'ye hadisinin seraha ti ve vaadi Hallisinin ıdlak ve işareti ile Türklerde «bikaviminyuhibbihum» tebşirine (müjdesine) dahil olmuşlardır. Hiç kimse nin ilmî hüviyetine itiraz edemeyeceği meş hur müfessir, Elmalık Muhammed Hamdi Yazır da, Türk'lerin Allahü teâlânın sevdiği kavim ifadesine, o tebşiratına mazhar olduğunu açık şekilde ifade etmiştir. Bu meselede, nedense Türklükten hoşlanmıyan lar Türklük'ten bahsedilince sanki tüyleri diken diken olan bir kısım kimseler, Resulü

    • Ekrem efendimizin : «İstanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır. Onun askerleri ne güzel askerlerdir.» şeklinde tebşir etmiş olduğunu

    , bu tebşirata mazhar olan- Türk Milleti meydanda iken, bu hâdîs-i şerifin bile mevzu ol

    İslâm'a Gör Gerçeği

    KÂMİLİYDİN ESKİ TARStf MÜFTÜSÜ

    madiğini, uydurma olduğunu iddia edecek kadar maalesef ileri gitmişlerdir. Halbuki Ahmed ibn-i Hanbel'in mesnedinde mevcuttur, Beyhakîde mevcuttur, birçok muteber hadis mecmuasında mevcuttur. Ve kaldıki Elmalı'k Muhammed Hamdi Yazır gibi büyük bir âlim eğer hakikaten bu hadîs-i şerifin aslı olmasa, mevzu olsa, tutup da Resulü Ekrem'in Konstantiniyye hadîs-i şerifin deki tebşirata nail olmuştur diye kati suret te eserine dahil etmez, almaz. Evet, şimdi bu meselenin başka bir yönü oraya yine geleceğiz.

    Şuraya kadar metinlerini, meallerini verdiğim âyet-i kerîmelerden açıkça anladık ki; kavim, kabile, aşiret, akraba hepsi Cenab ı Hak'kın takdiriyle meydana gelmiş, insanlar onun iradesi ile, fermanı ile ayrı millet, ayrı soylar haline getirilmiştir. Peki soylar ayrı ayrı olunca, milletler ayrı olunca, bir kimsenin kendi mil'etinin mensup larını, kendi akrabalarını, kendi yakınlarını daha çok sevmesi îslâmiyete göre caiz olur mu, olmaz mı ? Şimdi meselenin bu tarafına geliyoruz İd, işte esas milliyetçilik dediğimiz şey burada başlıyor. Milletin gerçek olduğunu anladıktan sonra milliyetçiliğin münakaşasına gelelim.

    Mâide sûresinin 2. âyeti kerîmesinde Al lahü teâlâ şöyle buyuruyor : «Siz iyilikte, hayırda ve güzel işlerde birbirinize yardımcı olun». Müslüman olanın, hakikaten imanı olan kimsenin, güzel işlerde, iyi işlerde •Allah'ın emrine uygun olan meselelerde bir birlerine yardımcı olmaları gerekir, yardım etmeleri gerekir. Bu, umumî mânâda bütün müslümanların gücünün yettiği kadar birbirine imkân nisbetinde yardım etmesinin efdâliyetine delâlet eden bir âyet-i kerîme. Bir diğer âyet : «Siz hayırlı işlerde müsabaka ediniz, yarışınız.» Kişiler birbiriyle, müslüman milletler birbiri ile, devletler birbiriyle hayırlı olan işlerde yarış etmek mecburiyetindedirler, bu Allahü teâlânın em ridir. Allah'ın emirlerine uyabilmekte, meselâ îslâmî eserler neşretmekte, küfrün karşısında askerî bakımdan, ekonomik bakımdan, her bakımdan kuvvetli olmakta, topunu tüfeğini kendisi yapmakta, düşmana muhtaç değil, onun karşısında kale gibi kuvvetli durumda bulunmak gibi Allah'ın emirlerine tamamen uygun olan bütün bu çalışmalarda, müsümanların, şahısların birbiriyle, müslüman milletlerin, devletlerin birbiriyle müsabaka halinde olması, yanş halinde olması Allahü teâlânın emridir.

    Peki, şimdi bizim milliyetçiliğimiz nedir ? Biz Türk derken Türk'ü İslâmiyet'ten ayrı düşünmüyoruz. Diyorlar ki : Niçin Müs lüman Türk demiyorsunuz da Türk diyor -

    . . . . - . . . . . . . . . . . - , . • •

    sunuz ? Biz İslâmiyet'le Türklüğü o kadar birbirine girmiş, o kadar birbirinden ayrılmaz kabul ederiz ki, Türk deyince zaten Müslüman Türk demeye, ayrıca onun müslüman olduğunu ifade etmeğe lüzum bile görmeyiz. Nitekim Avrupa'da, Amerika'da birisi ihtida ettiği, yani müslüman olduğu zaman müslüman oldu demezler, Türk oldu de; 1er. Çünkü Türklük hakikaten bütün batı dünyasında, Amerika'sında, Avrupa'sında İslâmiyet'e alem olmuştur. Adam müslüman kelimesini bilmez, fakat Türk deyince İslâm'ı anlar, müslümankğı anlar. Türk kelimesi bu kadar İslâmiyet'in işareti, alemi olmuş durumdadır. Bizim milliyetçiliğimiz de zaten bu manâda. Biz diğer İslâm devletleri, diğer İslâm milletleri aman ha geri kalsınlar; aman İngiliz'in Frensız'm, Yuna-n'ın şunun bunun esiri olsunlar, onların çizmesi altında inim inim inlesinler de biz iler leyelim, yahud biz onların çeşitli yollardan ilerlemesine mani olalım, gibi bir milliyetçilik peşinde değiliz. Biz bütün İslâm ülkelerinin, İslâm milletlerinin küfür karşısında hepsinin güçlü olmasını, hepsinm kuvvetli olmasını; hepsi ile gayet iyi münasebetler tesis etmeyi gönülden arzu ederiz. Bu, şimdiye kadar bütün konuşmalarımızda, yazdıklarımızda, çizdiklerimizde, Türk milliyet çilerinin bütün eserlerinde mevcuttur. Daha düne kadar İslâm alemiyle teşriki mesaiden bahsetmeyi akıllarından geçirmezlerken birçok kimseler; Türk milliyetçilerinin eser lerinde, dış politika ile ilgili makalelerinde, yazılarında herşeylerinde; mutlak surette Türk Milleti'nin, Türk Devleti'nin, İslâm alemiyle daha sıkı, daha yakın alâkalar kurmak mecburiyetinde bulunduğunu; dinimizin, kültürümüzün, coğrafî durumumuzun, asırlarca o topluluğun liderliğini yapmış olmamızın, yani her şeyimizin bunu icap ettirdiği ortaya konmuştur. Bunun iddiası açık, açık her tarafa duyurulmuştur. «Fes-tabikulhayrat : Siz hayırlı işlerde müsabaka ediniz.» âyet i kerîmesiyle girdik bu meseleye, dolayısıyla milliyetçiliğimiz bu mânadadır.

    Şimdi insanın kendi yakınlarını sevmesi mevzuundan da meseleyi ele alalım. Hani bütün İslâm âlemini, bütün müslümanları seviyoruz. «Bütün müslümanlor kardeştir.» aye t i celîlesine, elbette Kur'anın bütün âyetlerine olduğu gibi şüphesiz iman ediyoruz. Ama bunun yanında müslümanların bir birine akraba olan, birbirine yakın olan, aynı vatanı, aym toprakları paylaşmakta ve müdafaa etmekte olan, aynı bayrağın altında, aynı devletin tabaası durumunda olan insanların birbirlerini daha çok sevmek, daha yakın alâkalar kurmak mecburiyetin

    de olduğunu da yine âyet-i kerîmelerden bulalım ve onlardan çıkaralım da ben Müs iüman Türk'ü diğer müslümanlardan daha çok severim dediğim zaman bunun Allah'ın hükmüne aykırı olmadığını onlar da bilsinler. Bütün hutbelerin sonunda okunan bir âyet var : «İnnellâhe ye'mürübil adli vel ihsâni ve îtâ izil kurba ve yenha anil fah-şâi vel münkeri vel bağy yeuzuküm lealle-küm tezekkerûn : Şüphesiz ki Allah adaleti emretti. Yardımlaşmayı, iyiliği emretti. Ve yakınlarına yardımcı olmanı, yardım etmeni, iyilikte bulunmanı emretti.» Adaleti, ihsa nı, yardımda bulunmayı emrettikten sonra hususî olarak, tahsisen, bilhassa garabet sahibi, birbirine daha yakın, birbirine akraba olan kimselerin umumî yardımlaşmanın da haricinde, birbirlerine hususî surette yardımcı olmalarını Cenab-ı Hak emrediyor. V e «Allahü teâlâ münkarat (Şeriat'ın yasak kıldığı şeyler) tan, fuhşiyattan, çeşitli kötülüklerden de sizleri menetti» ayet i kerîmesi hakkında ashabın âlimlerinden, uluların dan Abdullah ibn-i Mesud (radıyallahü anh: Allah ondan razı olsun) şöyle diyor : «Cena-b-ı Hak Kur'an-ı Kerîm'de hiç başka âyet indirmeseydi de, tek bu âyet i kerîme mevcut olsaydı bile, hakikaten akıl sahibi insana bu âyet i kerime mevcut olsaydı bile, haki katen akıl sahibi insana bu âyet-i kerîme kafi gelir.» Adalet, ihsan, yakınlarına yardım : münkerat, fuhşiyat ve bagy dediğimiz insanın büyüklük kibirlilik duygusundan meydana gelen kötülüklerden uzaklaşması. Üç ana esas emrediliyor. Kötülüklerin bütün hepsinin menşei olan üç husustan da nehyediliyor ki, bu âyet kafi gelirdi diyor. Bakınız bu kadar ehemmiyetli, İslâm'ın ade ta ruhunu, ana esaslarını özetlemiş olan böy le bir âyet i kerîmede Cenâb-ı Hak mutlak suret'te müslümanların yakınlarına yardımcı olmalarını hususî surette zikrediyor, em rediyor.

    Nisa, sûresinin 36. âyet-i kerîmesinde de şöyle diyor : «Allah'a kul olun, Allah'a ibadet edin ve O'na hiç bir şekilde şerik (ortak) koşmayın, şirk koşmayın, Ana - babanıza iyilikte bulunun. Mutlak suret'te onlara karşı hürmetli olun, en küçük şekilde saygısızlık etmeyin. Hısım akrabanıza yardımda bulunun, onlara karşı da hürmet olsun, maddî - manevî yardım olsun bu husus larııı hiçbirinde ihmal göstermeyin, elinizden geleni yapın Yakın komşularınıza, uzak komşularınıza, yolda kalmış olan gariplere ve çalıştırmakta olduğunuz işçilerinize de elinizden geldiği kadar yardımcı olun.» Bakı niz, Ailahü teâlâ insanın fıtratına, doğuşuna, yaratılışına uygun olarak en yakınların dan başlamak üzere anasından, babasından, diğer akrabalarına, sonra yakın komşularına, uzak komşularına, garip kimselere, işlerinde çalıştırdıkları kimselere merkezden çevreye doğru halka, halka genişle yeni bir sevginin neticesi, iyi bir sevginin zarurî neticesi olan yardımlaşmayı emrediyor. Bizim milliyetçilik dediğimiz şey de bu zaten. İnsanın en yakın olduğu annesi, babası, kardeşleri, çoluk çocuğu, hısımı, akrabası ve ondan sonra yavaş yavaş komşusu, hemşehrileri, aynı vatanı beraber paylaştığı, aynı bayrağın altında, birlikte gerekirse mücadele ettiği, omuz omuza döğüş-tüğü insanları daha fazla sevmesi, birbirine daha çok bağlı olması insan tabiatının, insan yaratılışının da zaten bir gereğidir, tabii neticesidir ve Allahü teâlâ bunu emrediyor. Yani milliyetçiliği menetmiyor. Allahü teâlâ bilakis bunu çeşitli âyetlerle

    . . , • • •

    emrediyor, sevmemizi, saygı göstermemizi istiyor bizden.

    Gelelim bir hadîs-i şerife : Ashabı Kiram'dan birisi soruyor. «Ya Resûlüllah, Ey Allahın'ın Resulü, kime iyilikte bulunayım, birinci derecede yardım etmem için kim var, kimi tavsiye edersiniz?»

    — «Anana babana kız kardeşine, erkek kardeşine, sonra bunlardan sonra gelmekte olan yakınlarına hısım akrabana ve sende hakkı bulunan, ziyaretin üzerine elzem olan kimselere.»

    Yine hadîs-i şerifte gördüğümüz gibi ana sı babası, kız kardeşi, erkek kardeşi, hısım akrabası, üzerinde hakkı bulunan ve ziyaret etmesi, saygı duyması gereken kimselere aemeksuretiyle böyle merkezden çevreye doğru açılan bu sevgi silsilesini zikrediyor. Zaten çeşitli dini konuşmalarda, vaazlarda, sohbetlerde dinlemişsinizdir, dini kitaplarda okumuşsunuzdur, dinimizin ana rüknleri (esacları) içerisinde yer alan sıla i rah'ın dediğimiz bir mesele vardır. Hani söyler, sık sık duyarsınız. Bir kimsenin hiç olmazsa yedi senede bir sıla-i rahimde bulunma sı üzerine vaciptir. Ne demek sıla-i rahim ? Bir kimsenin doğup büyüdüğü yerleri ziyaret etmesi, hısım akrabasını, konu komşusunu görmesi, halini hatırını sormasıdir.

    Diğer taraftan, bir hadîs i nebevi var dır, bir de hadîs-i kudsî vardır. Hadîsler malûm doğrudan doğruya Peygamber Efen dimiz'in Kendisinin ifadesi, âyet dediğimiz zaman manası da lâfzı da Cenabı Hak'ta ait demektir. Hadîsin lügat mânası eski olma yan, yeni olan şey demektir. Din alimlerinin deyiminde ise Peygamberimiz (S.A.V.)'in sözüne, işine, takririne ve bunların rivayetine denir. Hadîsler ya Peygam ber'c nispet edilir, ya d'< Allah'a nispet edi kr. Peygambere nisbet edilenlere «hadîs-i nebevi», Allah'a nispet edilenlere de hadîs-i ilâhî ya da hadîs-i kudsi «denilir. Demek oluyor ki; kudsî hadîs, Peygamber (S.A.V.) in Rabbinden rivayet ettiği sözdür, hadîs i nebevinin ise mânâ ve sözünün hepsi Pey-gamberimiz'e aittir. Biraz önce geçen hadîs-i nebevi idi. Şimdi arzedeceğim hadîs-i kud-sîdir. Resûlüllah efendimiz (S.A.V) «Allahü teâlâ şöyle söyledi» diyor, şöyle buyurdu : «Ben rahmenım (merhamet ediciyim) ve yakınlığı, hısım akrabalığı, halkettim. Ve a'^r -balıma kendi Rahman isminden isim ver dim.» Sıla-i Rahim dediğimiz zaman geçen Rahim ifadesi akrabalık mânâsında (Rahim; Cenâb ı Hak'kın Rahman isminden, bizzat Yüce Zatı'nın mübarek isminden isim vermesiyle olmuştur.) «Kim hısım akrabalık bağlarını görüp gözetirse Ben de onu görüp gözetirim. Kim hısım akrabalık bağlarını keser, kopartır atarsa, soyuna sopuna hısım akrabasına dikkat etmez, onlarla alâkalı vazifelerini yapmazsa Ben de onların üzerinden rahmetimi keserim.» Bunu da Cenâbı Hak Resulüne ilham ediyor ve Allahü teâlâ şöyle söyledi diye Resulü Ekrem efendimiz zikrediyor.

    Ben Türk soyundanım. Allahü teâlâ beni Türk olacak yaratmış. Bir diğer müslüman kardeşimi Arap olarak halketmiş, öbürünü İranlı olarak, berikini Pakistanlı olarak, hani İslâmiyet hangi ırktan, hangi milletten, han gi coğrafyadan, dünyanın neresinden olursa olsun herkes için açıktır. Hani biz Türk'üz, elhamdülillah müslümanız deyince, İslâmiyet'e, haşa Cena^b-ı Hak'kın Kitabına elkoymuş, onu taht-ı inhisarımıza almış değiliz. Herkes ..için. açık. . . . .. 1

    (DEVAM EDECEK).

  • DEVLET — YIL : 9 SAYI : 428 - 16 — OCAK 1978 SAYFA : 8

    f olaylar düşünceler

    l Aorumlar

    Ülke ve Millet olarak birliğe, kardeşliğe, huzura ve barışa en çok ihtiyacımız olduğu bir dönem

    de milletimizi meydana getiren kıymet hükümlerine ve milli tarihe saldırılması, anarşinin yayılmasını teminden ve kardeş kav gasını tahrikten başka bir anlam taşımamaktadır.

    Türkiye böylesine tarihine, sanatına ve milli değerlerine düş manlık gösteren tavrı yakın tarihinde Yunan işgalcilerinden görmüştür.

    Milliyetçi Hareket Partisi Baş kanlık Divanı olarak bu çirkin ve endişe verici olaylı nefrette gereği için durumu bilgilerinize arz ediyoruz.»

    En derin saygılarımızla.

    DENİZ BAYKAL PETROL ŞİRKETLERİNİ NASIL İKNA ETTİ ?

    Deniz Baykal'ın Amerikan Petrol Şirketleriyle veya «Çokuluslu Şirketlerle» neden arası bu kadar iyi ? Gazetelerden öğrendiğimize göre, yeni Enerji Baka nımız derhal emir vermişler ve «şahsî girişimleriyle» petrol sıkın timizi halletmişler. Ataş Rafineri sinin ortağı olan bütün yabancı Petrol Şirketleri bundan sonra daha çok petrol ithal edip, nafi-neriyi tam kapasite çalıştıracak mışlar.

    İddiaya göre böylece döviz kaybımız da önlenecekmiş. Gerçi daha çok petrol ithal edip, daha

    az döviz harcamanın nasıl bece-rilebileceğini anlayamadık ama, hadi bunu cahilliğimiz yüzünden anlayamadığımızı kabul edebilirler diyelim. Peki Deniz Baykal'ın yabancı şirketler üzerindeki fu nüfusunu nasıl açıklayacağız ? Sanki hepsi Hazretin emrinde imiş gibi... CHP inşallah bu numarayı bize milliyetçilk diye yut turmaya kalkmaz da, biz, de baklayı ağzımızdan çıkartmayız... Zira bu konuda epeyce bakla birikti. Daha güvenoyu almadığı halde dış ülkelerden epeyce tebrik geldi de.. însan ister istemez düşünüyor doğrusu...

    İçişleri Bakanı POL-DER Hakkında ne Düşünüyor?

    Sıradan bir dernek olsa aldır mayacağız. Nasılsa alıştık. Ama Pol-Der, Devletimizin iç güven ligi ile ilgili en kıymeli teşkitâtı mız oan Emniyet Genel Müdürlüğü personelinin, yani polislerimizin adını kullanarak işer karış tırıyor. Beş - on kişinin kontro-luna girmiş ve tamamen CHP paralelinde bir teşkilât. Sözümo-na bütün polisleri temsil ediyor; doğru değil...

    Bu derneğin yöneticileri ge çenlerde arka arakaya beyanatlar verdi: «Faşist saldırganların polis örgütü içindeki yandaşların dan cesaret bularak....», «tüm gericilere ve işbirlikçilerine karşı yasaların, özellike devrim yasalarının yılmaksızın uygulanacağı», «milliyetçilik kelimesini faşist, gerici ve masonların kul lanamıyacağı» gibi ifadelerle doluydu bu beyanatlar. Ayrıca bankaların korunmasında bekçilerin kullanılması eleştirilerek «kend' imkânlarını kuUanmıyarak Emni

    yet örgütünden bu korumayı bekleyen çıkarcılar» denilmekteydi. Bildiriler tepeden aşağı solun manifestosu... Hee en son beyanatlarında «biz ezilen halkımızın polisiyiz» deniliyordu. Demekki ezilen halkın polisi ayrı, ezilmeyenlerin ayrı; bankaların ayrı, mahallelerin ayrı... Öyleyse herkes ayrı bir polis teşkilâtı kursun da kendi güvenliğini böylece sağlasın. Ne iyi mantık!..

    îşin şakaya gelir tarafı yok. Emniyet mensuplarına ait bir der nektir. Bu kadar politikayla iç içe olması güvenliğimiz açısından da tehlikelidir. Bu beyanları okuduğu halde, bu derneğin yöne ticileri hakkında hiçbir tedbir almazsa İçişleri Bakanı tarafsızlığına kimseyi inandıramaz. Dernek yöneticileri, hem dernekten, hem de polislikten atılmalarını gerektirecek suçlar işlemişlerdir. Dernek ve yöneticileri hakkında uygulanacak işlemi merak ve heyecanla bekliyoruz. Bakalım göre ceği*.

    JLİJ&JLPJİ 'J? I um »IIMM

    Emperyalizmin gizli güçleri tarafından bir hükümet devrildi ve yeni bir ekip iktidara geçirildi Türkiye'de bir müddet önce. Enternasyonalcisinden, bölücüsünden, mezhep kışkırtıcısından, beynelmilel ideolojilerin sözcülerinden müteşekkil olduğu intibaını veren bu yeni kabinenin Türk millî kültürüne ve şerefli tarihine indireceği darbenin ne kadar büyük olacağım, daha güvenoyu indireceği darbenin ne kadar büyük olacağını, daha güven oyu almadan; giriştikleri personel tasfiyesi, bazı Bakanların demeçleri, tutum ve davranışları da bunu ortaya koymaktadır.

    1974 senesinde kurulan CHP — MSP koalisyon Hükümeti sırasında, Millî Eğitim Bakanlığı görevini yürüten CHP'li Bay Mustafa Üstündağ'ın yaptığını, bu yeni kabinede aym görevi yürütenin de yapacağına hiç şaşmamak gerek. Önümüzdeki günler bunu gösterecektir.

    Mustafa Üstündağ'ın görevde bulunduğu 1974 yılında; Edirne'den Kars'a Muğla'dan Hakkari'ye, Sinop'tan Antalya'ya. Tür kiye'nin bir köşesinden diğer bir köşesine «sürgün» edilen, görevden alınan, olmadık hakaretlere mâruz bırakılan Milliyetçi - Ülkücü görevlilerin başına gelen akıbetin, tekrar başlarına geleceği unutulmamalıdır. CHP — MSP koalisyonu sırasında Milliyetçi -Ülkücü görevliler üzerine düzenlenen Haçlı seferlerinin devamının bu yeni iktidar mensuplarınca yapılacağım bilmeyen dağdaki çoban bile kalmadı.

    1974 senesinde Türk kültürünü yozlaştırmak için olmadık çabalar sarfedildi. Tek misâl olarak, Türk kültürünü «Türk»e, «Türküce tanıtan, «Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü» kapatıldı. Yine bu Enstitü tarafından çıkartılan aylık «Türk Kültürü» dergisinin de yayın hayatına son verildi CHP — MSP koalisyonunca. 1974'de kurulan o ikili koalisyon Hükümeti zamanında Türk millî kültürüne yönelen «Haçlı ruhu»nun, Karışık Cephe Kabinesi'nin işbaşında bulunduğu bu sıralarda, tekrar hortlayacağindan da hiç kimsenin şüphesi olmamlıdır.

    Bilindiği gibi, 5 Haziran 1977 genel seçimlerinin ardından [CHP'nin 25 günlük iktdarında, Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı birleştirilip, başına da 1974'de Ülkücü öğretmen ve öğrenciler üzerine yapılan Haçlı seferlerinin başkumandanlık görevini üstlenen Bay Mustafa Üstündağ getirildiğinde, bu zat-ı muhteremin imzasıyla bir demeç verilerek, okullarda ve resmî dairelerde «Atatürk» resminin dışında resim ve tabloların indirilmesi istenmiş ve ayrıca Milliyetçi Partiler koalisyonu hükümetince yazdırılan ders kitaplarının da iptal edileceği, okutulmayacağına işaret edilmişti.

    Gelelim şuna; Geçenlerde Karışık Cephe Kabinesi'nin Bakanlarından biri

    kalktı ve bir demeç verdi. Bu demeç, radyoda ve televizyonda duyuruldu. Gazetelerde de yayınlandı... Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni idare eden bir hükümette Gençlik ve Spor Bakanlığı görevine getirilen Yüksel Çakmur isminde CHP'li bir zat-ı muhteremin imzasını taşıyan bu pek anlı - şanlı demeç, yeni kabinenin Türkiye'yi nerelere sürükliyeceğine bir işarettir. Yine «Okullarda, resmî dairelerde «Atatürk»ün resminden başka hiçbir resmin, tablonun aşılmaması» hususunda idi bu demeç de.

    Sormak lâzım; Türk yurdunda ve Türk öğrencilerinin okullarının duvarlarını süsleyen, Türk zaferlerini sembolize eden ve Türklüğün yücelişi için küffara karşı yiğitçe mücadele veren Türk büyüklerinin resimleri ve tablolarının asılmasının getireceği zarar acep ne ola ki ?

    Atatürk yanlısı geçinen böyle kimselere, Atatürk'ün «Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça...» diye başlayan sözünü hatırlatmak gerekir.

    Karışık Cephe Kabinesi'nin sayın baylarının düzenleyecekleri yeni Haçlı seferlerinin başarısızlığa uğrayacağına kendilerinin de inanmalarını isteriz. Biline ki; Hilâl, Haç'a galebe çalacaktır!..

    Hayrı Başbuğ

  • DEVLET — YIL : 9 SAYI : 428 - 16 — OCAK 1978 SAYFA

    Doğu Türkistan Dâvası Birleşmiş Milletlere

    İkinci Cihan harbinden sonra, bir çok devletler istilâ ettikleri memleketlerden çekilip gitti ler. Bazı devletler mazlum milletlere sahip çıkmış, onlann kur tuluşu için maddi ve siyasi alan da destek olmuş, bir çoklarını esaretten kurtarmış ve kurtarmaktadırlar.

    Biz Doğu Türkistan Türk'ü Çin emperyalizminden kurtulmak için yıllardır ölüm, kalım savaşı verdik ve yurt'ta kalanlar hâlen vermektedirler. Bu savaşlar dışardan destek ve yardım görme diği için nüfusça üstün Çin kuvvetleri karşısında binlerce şehit vermemize rağmen istiklâlimize kavuşamamıştk. 1944 - 1949 arşı Gulca ayaklanmasının neticesi olarak kısmen muhtariyetimize kavuşmuşsakta, Ekim 1949'da Kı-zll cinliler bu muhtariyete son ver mislerdi. Bunun neticesi olarak Yurt'ta tekrar huzursuzluklar başladı. Bir kısmımız Yurdumu zu terketmek zorunda kaldık. Ben de Orta okul ikinci sınıf öğrencisi iken. ıssız çöller. zo~ tter.it veren dağlar, dondurucu sogi'V-

    A. ŞEKÜR TURAN

    lar, açlık ve susuzluklarla müca dee ederek, Hindistan'ın bir eya leti olan Keşmire sığınabilen bin lerce Doğu Türkistanlılardan biri idim.

    Aynı tarihlerde bizimle hem hudut olan Tibetliler de Çin mezaliminden kurtulmak için Hindistan'a iltica etmişlerdi. Onların toprakları da bizim gibi Çin istilası altında idiler. Tibetlilerin başında dinî ve siyasî liderleri olan Dalay Lama bulunuyordu. Biz Türklerin başında Mehmet Emin BUĞRA ve tsa ALPTEKİN beyler bulunuyordu. Bilindiği gibi Tibetlilerle Hindistanlıların büyük bir kısmı aynı dini paylaşmakta idiler. Yani Hindis tanhların bir kısmı Tibetliler gibi Budist idiler. Onun için Tibetliler Hindistan'da büyük bir ilgi gördü, dâvaları benimsendi ve aynı zamanda Dalay Lamaya Dâvasını yürütebilmek için Hindistan'da ikâmet yeri ve maddi, siyasi des tekler saklandı.

    O tarihlerde biz Türkler Hin distan'ın Keşmir eyaletinde vok l"k, himavesi^lik fibi vatansız

    lığın acı ve ağır yükleri altında idik. Gerçi bize Keşmirin müslü man lideri Şeyh Abdullah Şafak h ellerini uzatıyordu. Bu uzanan eller bizim dâvamıza değil, bizim hâlimize acıdığından uzanan ellerdi. Bu ellerin her uzanışında onurumuzdan bir şeyler yitiriyor -duk. Çaresizlikler içinde idik. Doğu Türkistan'a dönmemize de imkân yoktu. Bizii orada ölüm bekliyordu. Bu acı günlere daya namayıp ölüme gidenler de oldu.

    Başımızda bulunan Mehmet Emin BUĞRA ve îsa Alptekin Beyler derdimizi islâm âlemine duyurmak için büyük umutlarla islâm ülkelerine gittiler. Devlet Başkanlarından yardım, ilgi talep ettiler. Maalesef hiç bir islâm ülkesinden ilgi görmedik. Oy sa cedlerimiz Doğuda islâmın ya yılmasında, korunmasında büyük hizmetler yapmış, Arab adeti ve nizami içersinde benliğinden, bü yük kültüründen çok şeyler feda etmişlerdi. Bize o «Müslüman kar deşler»den bir yardım gelmedi. Tersine Hıristiyan misyonerleri vardım teklifinde bulundular.

    Bu «İslâm kardeşler»den bir netice alamayınca Mehmet Emin BUĞRA Türkiye'ye gelip O zamanın Hükümet Üyeleri nezdin-de teşebbüs'e geçti. Biz Türkiye'ye göçmen olarak kabul edildik. Hepimiz kısa zamanda is -güç sahibi olduk. İçlerimizden

    zenginlerimiz çıktı ve okumuşları mız da çıkmaktadırlar.

    Hindistanlılar Tibet dâvasını desteklemek için 1958 senesinde bir konferans tertipledi. O toplan tıya Mehmet Emin BUĞRA ve îsa Yusuf Alptekin beyler de davet edildi. Tibet davası yanında Doğu Türkistan davası da ele alınmış oldu. Mehmet Emin BUĞRA toplantıdan döndükten sonra Tibet dâvasına duyulan ilgiden yararlanarak, Doğu Türkistan dâva sini duyurmak için bu iki eseri yazdı.

    1. Tibet ve Doğu Türkistan hakkında bilinmiyen siyasî konular. Ankara 1959

    2. Delhi konferansı ve Tibet. Ankara 1960

    Mehmet Emin BUĞRA öldükr ten sonra bu dâvayı İsa Yusuf Alptekin yürütmektedir. Aradan çok zaman geçti. B u dâvanın te melini Türkiye'de Atsız Beg ve dâva arkadaşları atmış, ektiği tohumlar yeşermiş, kök tutmuştur. Simdi de meyvesini vermektedir ler. Bu olay biz Türkistanlılar için umut vericidir. Bizler bu im kân ve ortamdan faydalanıp, ken dimize gelmeliyiz ve çeki - düzen vermeliyiz. Bu kutsal dâvamıza her türlü şahsi çlkar ve-çekişmelerden uzak bir şekilde ciddi sanbp. Do&u Türkistan dâvasını Birleşmiş Milletlere götürme çarelerini ve vollarını bulmalıyız.

    Tek Meclis - Tek Başkan Sazım bu dağ köyü kahvesinde de göre

    vini yapmıştı. Mızrap tellerde gezinirken, sözlerim de sorumsuzların enselerinde boza pişirmiş, kulaklarına kadar gitmişti. Ben din lenirken köylüler akşam üzeri serinliğinin çöktüğü kahvehane önündeki ağaçların altında çalıp söylediklerimi yorumluyorlardı.

    Zaman Cumhurbaşkanının seçilme zamanıydı. Gazeteler, radyolar, televizyon hep bu seçimden bahsediyordu. Gazetede radyoda konu edilir de köy kahvesinde konuşulmaz mıydı Cumhurbaşkanı seçimi. Nitekim b:'risi ortaya attı :

    — Kim seçilir dersiniz ?

    Bu soru hararetlendirdi kahvede bulunanları. Her ağızdan bir ses çıkmaya, herkes birşeyer söylemeye başladı bildiği kadar. Sonunda düşündüğüm gibi oldu, bana da sordular :

    — Sen ne dersin Oğuzsoylu?... Söz bana düştüyse, saz da konuşmalıy

    dı. Mızrabı elime aldım :

    Devletin başı ikidir, Cumhurbaşkanı, başbakan. İşler böyle hep gecikir Türk'e emretsin tek başkan.

    Türkler güçlü yarınlara Tek liderle gitmelidir. Demokrasi, eğer varsa Başkanı halk seçmelidir.

    Oğuz'un sözleri gerçek Sazına kulak veriniz. Devlet nazik yumurtadır Bir ele teslim ediniz.

    Söz sırası bendeyken meclis konusunda da birşeyler çalıp söylemek ihtiyacım duydum. Türk adlı bu çileli insanlar uyarılmalıydı.

    — Sözü bana verdiğiniz için sağ olun. Cum hurbaşkanı seçimi meselesine benzeyen birkaç sözüm vardır. Dilerseniz bunun için de söylerim, dedim.

    Köylüler,

    — Çal Oğuzsoylu, söyle, dediler. Gönlüme meclis konusunda gelen ilhamı, tellerin yardımıyla nağme nağme sundum mil letime...

    Derler, «Devlet malı deniz, Yemeyenler olur domuz.» Altıyüz tane mebusla Yönetiliyor yurdumuz.

    HASAN KALLİMCİ

    İki meclis başımızda, Yağ kalmadı aşımızda. Doyurmak için bunları Saç kalmadı başımızda.

    Senato meclis denetler, Kalkınmanın hızı tekler. Anayasa Mahkemesi Ankara'da niye bekler ?

    İki meclis bir olmalı, Senato kaldırılmalı, Milletvekili sayısı Üçyüzde durdurulmalı.

    Oğuzsoylu'nun sözü bu, Derdimizden bir sızı bu. Türklük için, vatan için Açıkça bir ikazı bu...

  • DEVLET — YIL : 9 SAYI : 421 - 16 — OCAK 1978 SAYFA : 10

    -?&xf&*tos*m&f

  • DEVLET - YIL : 9 SAYI : 428 - 16 — OCAK 1978 SAYFA : 11

    Ö N S Ö Z Yusuf SAVCI

    Ufuk, kuşluk - altı güneşinin turunculu-ğuna sarınmış bulutlarla haşır - neşirdi. Tu runcu ışık huzmeleri, karla aklanmış tepelerin ayazında, çabucak yosumuştu.

    Suskun ve aheste yürümekteydin... Karşında, hemen iki adım ötende, seninle birlikte ilerleyen bir aynada, kendine bakıyordun... O, kimdi ?

    Sen gidiyorken, O, geliyordu... Sordun... «Nereye gitmektesin?»

    Hezeyan yarasalarının sığındığı, bazı fikir mağaralarının önünde, dikkât kesilmiş tin.

    Çığlıklar, haykırışlar, hönkürüşler hayretinin sınırlarına dayanmış, çağıl - çuğul bir curcuna benliğine işlemişti.

    Tam içeri giriyordun, bir ses, «ne aradığını» sordu.

    «Gerçeği» dedin, «gerçeği arıyorum.» Güldü... «Burada mı?» Sordun... «Nerede?»

    înce bir buz tabakası, dereyi kıvrımlarından yakalamıştı. Dere kenarında sıralan rmş salkım söğütlerin, çıplak dallarından süzülen mahzunluk bile, kıskıvrak yakalanmışlığın utancına eğilmişti.

    Bakışın, yan bahçelerdeki dutların soyunmuş dallarına ilişti. Attığın taşlar, dallarda unutulmuş bir - kaç kozayı düşürdü... Ve sen, onları inceledin...

    Delinmiş ipek yumakların!. Obur tırtılların sardığı, masum krizalit yuvalarını... Uçarı kelebek kapılarını...

    Ne gördün ? îstismar edenin felâketini mi ? Yoksa,

    hürriyetini mi ? Hangisi fedaya değer ? Boynundaki ipekli kaşkolü gösterip sor

    dun, «hangisini, hangi gözle göreydim?»

    * -fr ıV

    Yükselen güneşi kar örtüsünde sürekli bir kütürtü... Ayak izlerinde gönül takibi... Bu takip, uçsuz - bucaksız sandığın buyduru cu aklığın, kristal geometrisine meydan oku yan bir direniş noktasında, son buldu.

    Orda, bir kar çiçeği, tek kalacağını bile bile tohumunu çatlatmış, hayatı değersiz bulanlar için, her bir yaprağına ümit ateşleri yakmıştı.

    O'na dokundun. Keşke dokunmakla kalsaydın... Kopar

    dın da. Kordan bir bıçaktı sanki ellerin, eridi

    yalazında. Önce kalbin suçladı, «ne yaptın?...» El cevap, «ne yapmalıydım?»

    Dostlar meclisinde sana, bu serlevhanın fazla imâh olduğu anlaşıldığında, de ki, «bakışlarım kendime yönelmişti... Birlik denizinin ülkü fenerine. Özfftiü sözleyen gönül erine.»

    ' „ ' v ' ' '

    _

    ^ ^ 1 ^ II m m

    '

    .

    Yepyeni bir sigara ITEKCH den

    YILBAŞI VE TELEVİZYON (Baştarafı Sayfa 4'de)

    ması gerekli bir kaidedir. Kalbini, Muhammet Mustafanm da kulu

    bulunduğu, ulu Tanrıya ev edinmiş bulunan bu aziz milletin yurdunda ise edepli hare ket ilâhi bir buyruğun icabıdır.

    Televizyon programında, yangın var yan gın var, diye - diye nara atan kadının sözlerinde çıplak bir gerçek yatmaktadır. Hakikaten orada çok büyük bir yangın vardır. Hem de kıvılcımları, sürekli olarak hepimizin harimi ismetine savrulan helak edici bir yangın.

    MİLLİYETÇİ HAREKETİN SESl

    MİLLET MİLLİYETÇİ - ÜLKÜCÜ

    GÜNLÜK GAZETE

    OKUYUNUZ OKUTUNUZ

    İDEOLOJİK KAVGADA

    T( BİR SİLAHTIR

  • - •

    izamı Yeniden Kurmak •

    Türk kültür hayatı iki yüzyıldan beri sürekli şekilde müdahalelere tâbi tutularak, önceden çizilen bir istikamet üzerinde tanzim edilmek istenmiştir. Osmanlı Devletinin birbiri ardınca gelen askeri yenilgileri ve devamlı toprak kayıpları karşısında paniğe kapılan yöneticiler, çareyi galip tarafın, yâni Batı âleminin teşkilat yapısını taklit etmekte gördüler. Bu hususta yapılan bir takım teşebbüsler istenilen sonucu vermeyince, bu defa daha ileri özentiler, geniş bir kültür ve medeniyet değişimine yöneliş şeklinde belirmeye başladı. Ancak münasebet kurulan âlemin kültür yapısına vücut veren unsurları gerekli şekilde anlayıp idrak edemeyen ve bir takım şekil taklitleri amaç edinen sözde münevver kitle, bilâhare cemiyetimizde yeniş yaralar açan çok zararlı bir gelişmenin yolunu açtı.

    Böylece baş'anan taklitçi ıslâhat hareketleri köklü rejim ve idare değişiklikleri meydana getirdi. Bu değişmelerin hazırlıkla rının çoğu kere Avrupa ülkelerinde yapılmış olması, Türkiye'ye dış kaynaklı müdahalelerin tesir derecelerini alabildiğine artırdı. «Genç Osmanllar», «Jön Türkler» gibi çarpıcı tavsiylerle isimlendirilen bu hareketlerin nâzım adamları, kendilerine yardımcı ve müttetif olarak Ermeni komitacıların, îngi-

    NURİ GÜRGÜR

    liz ve Fransız Hükümetlerini almakta bir sakınca görmüyorlardı.

    Bu anlayış içerisinde gerçekleştirilen rejim değişikliklerinin cemiyetimize ne ka-zandırabildiği siyasî bilançoda açıkça görülebilir. Tarihimizin en hazin mağlubiyetleri ve en korkunç toprak kayıplarımız bu dönemde vuk'ubulmuştur. Siyasî plânda cereyan eden faciaların hemen yanibaşında ve bunlara paralel olarak meydana gelen kül tür çözülmesi hâdisesi en az birincisi kadar millî bir felâket hâlinde ortaya çıkmıştır. Üstelik toprak kayıplarımızın durduğu vasıflandırılan diplomalılar, kitlesinin millî değerlere ve kültür yapımıza gittikçe yaban cılaşan menfi tutumları daha belirli hâle gelmiştir. Hayata bakış tarzında esas alınan pozitivizin özentisi maddeci torunlar, bir kaç nesil sonra münevverimizin büyük kıs mında materyalizmi köklü şekilde benimsemeye yol açtı. Millî kültür kaynaklarını bilmeyen, bu hususta kendisine ciddi bir şey öğretilmeyen, kafası sadece içinde yaşadığı devrin yöneticilerinin övgü ve mersiyeleriyim doldurulan bu insanlar, sadece nefisleri ve menfaatleri için yaşayan, tefekkür yönleri bulunmayan manevî dünyaları kurumuş varlıklar hâline getirildiler. Bu zihni vasat içersinde milliyetçi, ülkücü düşüncelerin din dar ve muhafazakar duyguların mevcudiyeti daima istisna hâlinde azınlık olarak kaldı.

    Ancak sosyal gelişmelerin kanunlarını matematik ölçüler hâlinde belirlemek kolay olmamaktadır. Nitekim bütün bu menfi faktörlere bakmak suretiyle, toplumumuzun çok daha feci gelişmelere sahne olacağından bahsedilirken, mevcut fikri ve zihni vasata tamamiyle tenakuz teşkil eden yeni bir gelişme ortaya çekti. Bunu insan unsurunun yüzyıllar ötesinden tanıyıp getirdiği millî öz ve cevherin psikolojik ve ırkî bir tepkisi olarak da ifade etmek mümkün o^bilir. Mevcut eğitim şartlarından, çeşitli telkin ve tetir vasıtalarından, içinde yaşanılan muhitlerden «ülkücü» nesillerin vücut bulması, güçlü bir toplumsal akın hâline gelmesi, daha şimdiden çeşitli sosyal tabakalarda ve tecirli mevki ve organlarda söz sahibi olması fevkalade bir olaydır.

    Ülkücü Hareket'i basit bir siyasî olay şeklinde yorumlamak, cereyan eden büyük toplumsal değişmeyi görmezlikten gelmek our. Türk insanı iki asırdan bu tarafa ilk

    defa ülke kaderinde kendine düşen yetki ve sorumlulukların icâbına göre davranmaktadır. Kaybettiği kültür unsurlarını tarihi derinliklerinden devralarak bunlara çağdaş yorumlar ve mânalar kazandınldığı ölçüde, aradığı millî ve îslamî nizama ulaşmış ola çaktır. Siyasî merhalelerin ötesinde bu muh tevaya ulaşmak, asırlarca evvel yitirilen nizâmı yeniden kurmak Milliyetçi Hareket'in temel hedefidir

    / TÖRE - DEVLET YAYINLARI

    geza gardonyi

    V

    BU KİTABİ OKUDUNUZ MU?

    Her Ülkücünün Mutlaka Okuması Gereken ^ ^ —

    TARİHİ ROMAN p » ı > Büyük Hun imparatoru ATTİl.Â'nın ^ ROMA'YI DİZE GETİRİŞİ **ŞI

    TÖRE — DEVLET YAYINEVİ VARKEN x ^ • ^ TÖRE — DEVLET YAYINLARI OKUNUR. »/"»>

    $Ste%J

    M^rf^M nffifer " • « " • J M 1 I 1 " "

    Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

    M. ÇAĞATAY ÖZDEMİR

    İdare Müdürü HAYRİ BAŞBUĞ

    Haberleşme Adresi : K. 284 BAKANLIKLAR

    ANKARA

    Abone : 6 AYLIK : 120 TL. YILLIK : 240 TL.

    Posta Çeki Nu : 21849 Dizgi - Testip - Baskı

    Yeni Işık Matbaası - ANKARA Tel : 29 58 20

    HER TÜRLÜ İLÂN VE REKLÂM PAZARLIĞA TÂBÎDÎR.

    Gazetemizde yayınlanan yazılar kaynak gösterilmeden iktibas

    edilemez.