Çanakkale boĞazi'nda İlk bombardimanlar ve İstanbul

132
ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL Yrd. Doç. Dr. Lokman Erdemir VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI Rinaldo Marmara - Bülent Günal MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI

Upload: ngohanh

Post on 17-Jan-2017

257 views

Category:

Documents


12 download

TRANSCRIPT

Page 1: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL Yrd. Doç. Dr. Lokman Erdemir

VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI Rinaldo Marmara - Bülent Günal

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI

Page 2: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

1453 dergi aralik 2014 12/12/14 1:05 PM Page 1

Composite

C M Y CM MY CY CMY K

Page 3: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 4: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

Baskı - CiltSeçil Ofset(2126290615)

Renk Ayrımı / CTPSeçil Ofset

Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, çizim ve planlardan yasal olarak eser sahipleri sorumludur. Yazılardan kaynak belirterek tam veya özet alıntı yapılabilir. Fotoğraflar izinsiz kullanılamaz.

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR A.Ş. YAYINLARIİstanbul Kültür ve Sanat Ürünleri Tic. A.Ş.Maltepe Mahallesi Topkapı Kültür Parkı Osmanlı Evleri 34010 Topkapı - Zeytinburnu / İSTANBUL

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüNurten ŞAFAK TOPCU

EditörBetül EREN

Yayın KuruluMüjdat ULUÇAM, Salih DOĞAN, Fatih DALGALI, Betül EREN, Esra ERKAL, Ömer OSMANOĞLU, Metin ÖZTÜRK, Hüseyin SORGUN, M. Lütfi ŞEN, Nurten ŞAFAK TOPCU, Altay ÜNALTAY, Ferudun AY, Gülsüm SEZGİN, Cihat ARINÇ

Sanat YönetmeniAydın SÜLEYMANZADE

Grafik TasarımFeyza ERYÜKSEL

FotoğraflarFatih DALGALI, Necmettin ÖZÇELİK Arşivi, Özgür SANAL Arşivi

Kapak Görseli“Fransız zırhlısı Bouvet‘in Osmanlı Bataryası tarafından sûret-i garkı“ Necmettin ÖZÇELİK Arşivi

Reklam KoordinatörüMustafa YALMANRezervasyon / 0212 467 07 00 - 1469 (Dahili)

İletiş[email protected]

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Adına SahibiAhmet SELAMET

Genel Yayın Yönetmeni Nevzat KÜTÜK

Yayın Danışma KuruluProf. Dr. Halil İNALCIK, Prof. Dr. Semavi EYİCE, Prof. Dr. İlber ORTAYLI, Prof. Dr. İskender PALA, Ahmet Faruk YANARDAĞ, Doç. Dr. Haluk DURSUN, Şevket DEDELİOĞLU

Yayın KoordinatörüFatih YAVAŞ

SAYI 21 / 2015BU BİR SÜRELİ YAYINDIR PARA İLE SATILMAZ

YAYIN

YÖNETİM

YAPIM

KÜLTÜR A.Ş.

İSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

Page 5: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

İÇİNDEKİLER

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBULYrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR 10

68

BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENECEKTİR!Ahmet APAYDIN

96

AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞIEbru AFAT

36

ÇANAKKALE 1915 VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASIDr. Rinaldo MARMARA, Bülent GÜNAL

78

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN…Söyleşen ve FotoğraflayanFatih DALGALI

58

BU MEKTUP ÇANAKKALE GEÇİLMEZİ ANLATIR!Sertaç DALGALIDERE

42

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARIİrfan DAĞDELEN

102

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLARDoç. Dr. Ferhat ASLAN

110

ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBUAhmet YURTTAKAL

116

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIRİlknur BEKTAŞ

72

ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARIMustafa NOYAN

88

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEYÖmer Faruk ŞERİFOĞLU

124

İSTANBUL MEKÂNPanorama Zafer Müzesi

62

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİDr. Nuri GÜÇTEKİN

50

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNESöyleşen ve FotoğraflayanFatih DALGALI

126

AJANDA

20

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARIDr. S. Murad HATİP

28

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ?Soner DEMİRSOY

Page 6: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 7: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

Dünya, tarih boyunca çok sayıda kanlı savaşlara sahne olmuştur. Bu savaşların en büyükleri arasında sayabileceğimiz Birinci Dünya Savaşı, açılan 4 ana (Kafkasya, Çanakkale, Irak, Filistin), 4 tâli (Galiçya, Selanik, Libya, Arabistan) cepheyle Osmanlı Devleti’nin topraklarında cereyan etmiştir. Çanakkale cep-hesi, İstanbul’a yani imparatorluk başkentine yakın olması dolayısıyla diğer cephelerden farklılık arz etmektedir. Bu cephenin kaybedilmesi, İstanbul’un da kaybedilmesi anlamına gelmektedir.

Bu çerçevede, Çanakkale Savaşı’nın bizler için dünya tarihi açısından öneminin ötesinde; bir varoluş mücadelesi olarak hayati bir yere sahip olduğunun altını çizmek gerekir.

1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi, 2015 yılının Çanakkale Savaşları’nın 100. yıldönümü olması se-bebiyle bu sayısını Çanakkale’ye ayırdı. Konuyu tarihi yönüyle olduğu kadar kültürel yönüyle de ele alan makaleler derginin sayfalarında sizleri bekliyor. Hem geleceğe daha sağlam adımlar atma ama-cıyla hafızalarımızı tazelemek, hem karşılıksız fedakârlıklar neticesinde bize bu vatanı emanet bırakan ecdadımıza minnet borcumuzu bir nebze de olsun ödeyebilmek, hem de 100 yıl sonrasından bir bakış açısıyla bugüne kadar fark edemediğimiz, önemini yeterince kavrayamadığımız noktaları tespit ve id-rak gayretiyle sizleri Çanakkale sayısıyla baş başa bırakıyorum.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, Çanakkale’de kahramanca çarpışarak şehit düşen, gazi olan, cephe önünde ve arkasında emek veren tüm kahramanlarımızı rahmet ve vefayla yâd ediyorum. Derginin bu sayısını Çanakkale Savaşı’na ayıran, yayında emeği geçen mesai arkadaşlarıma ve makale-leriyle katkıda bulunan tüm yazarlara teşekkürü bir borç bilirim.

TAKDİM

Page 8: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 9: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

2015 yılının Çanakkale Savaşları’nın 100. yılı olması, 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi olarak Ça-nakkale’yi yeniden hatırlamak ve gündeme taşımak için bir vesile oldu. Birinci Dünya Savaşı dâhilinde, Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında açılan toplam 8 cepheden biri olan Çanakkale cephesini diğerle-rinden önemli kılan; Çanakkale Boğazı’nın iki kıtayı birleştirmesi ve coğrafi konum olarak Osmanlı’nın başkenti İstanbul’a yakınlığıdır.

Bu minvalde, Lokman Erdemir’in kaleme aldığı “Ça-nakkale Boğazı’nda İlk Bombardımanlar ve İstan-bul” başlıklı yazının dikkatle okunmasını önemsiyo-ruz. Çanakkale’den bahsederken, savaş esnasında cereyan eden deniz muharebelerinin ehemmiye-tine binaen dosyayı hazırlarken S. Murad Hatip’in “Çanakkale Deniz Savaşları” ve bu muharebelerde görev yapan denizaltılarla ilgili Soner Demirsoy’un “Çanakkale Geçildi Mi?” makalelerine özellikle yer verdiğimizi belirtmek isteriz.

Rinaldo Marmara ve Bülent Günal’ın Vatikan Arşiv-leri’nden faydalanarak ortaya çıkarttığı Frank Cof-fee vak’asını ele alan, Osmanlı’nın savaş esnasın-da bile insani değerlere olan hassasiyetini ortaya koyan makalesi, Mustafa Noyan’ın Çanakkale’de görev yapmış İstanbullu vapurları konu edinen yazısı ile Nuri Güçtekin’in “Çanakkale Savaşı’nın İs-tanbul’daki Eğitim Kurumlarına Etkisi” makalesi de bu sayının ilgi çekici başlıkları arasında yer alıyor.

Yazdığı Çanakkale Mahşeri kitabı pek çok Çanak-kale araştırmasının yapılmasına ve Çanakkale hak-kında yazılan kitapların sayısındaki artışa vesile olan Mehmet Niyazi ile yaptığı röportaj ve Seyit Onbaşı’nın köyünün bulunduğu Havran’a gidip Koca Seyit’in cepheden dönmesinden vefatına ka-dar olan hayatına şahitlik etmiş köylülerle görüşüp dergimiz için özel bir dosya hazırlayan Fatih Dalga-lı’ya teşekkür ederiz.

Çanakkale Savaşı’nın ressamı Bahriyeli İsmail Hak-kı Bey ve Çanakkale resimlerini ele alan Ömer Faruk Şerifoğlu’na ait yazı, Ebru Afat tarafından kaleme alınan Avustralya Sinemasından Yansıyan

Birinci Dünya Savaşı ve Ferhat Aslan’ın hazırladığı Çanakkale Savaşları, Kolektif Hafıza ve Memoratlar yazıları da, Çanakkale Savaşları’nın resim, sinema ve edebiyat özelinde kültür ve sanat alanına yansı-malarını göstermektedir.

Nadir Eserler uzmanı İrfan Dağdelen’in sekiz hari-tayı incelediği “Çanakkale Savaş Haritaları” başlıklı yazısı; araştırmacı İlknur Bektaş’ın kaleme aldığı “Çanakkale Savaşı’nın Gizli Kahramanı Türk Kadı-nıdır” makalesi; gazeteci Ziyad Ebüzziya’nın gün ışığına çıkarıp yayınladığı Mehmet Muzaffer isimli öğrencinin tâbi olduğu taburun ihtiyaçlarını karşı-lamak için hazırladığı paranın hikâyesini yeniden kaleme alan Ahmet Apaydın’ın “Bedeli Çanakka-le’de Ödenecektir!” yazısını da okurlarımızın dik-katine sunuyoruz.

Son olarak; Sertaç Dalgalıdere’nin satırlara dök-tüğü, savaşın akıbetini büyük ölçüde etkileyen ve savaş raporu olarak bilinen Keith Murdoch’ın Gelibolu mektupları ve Ahmet Yurttakal’ın yayı-na hazırladığı “Çanakkale Şehidi Üsteğmen Zahit Efendi’nin Son Mektubu” iki tarihi vesika olarak dergimizin sayfalarında yerlerini aldı. Ayrıca, gör-sel arşivlerini cömertçe istifademize sunan Nec-mettin Özçelik’e, Özgür Sanal’a ve Atatürk Kitaplı-ğı yetkililerine şükran borçluyuz.

Yeni yılın bu ilk sayısında sizleri dergimizin sayfa-larıyla baş başa bırakmadan önce İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale mahşerini en de-rinden hissettiren Çanakkale Şehitlerine şiirinden dizelerle canı bahasına bugün üzerinde yaşadığı-mız topraklar için cephede kahramanca çarpışan, cephe gerisinde varıyla yoğuyla destek veren, elle-ri karıncalanana kadar dua dua yakaran ecdadımızı rahmet ve minnetle anıyoruz.

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? ‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.

Kültür A.Ş.

SUNUŞ

Page 10: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 11: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 12: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 13: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBULYrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİRÇanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi

Çanakkale’deki bombardımanlar özellikle başkent İstanbul’da halk ve devlet ricalinde heyecana sebep olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri büyükelçisi Hanry Morgenthau bu konuyu “Sadece halkı değil, resmî

sınıfları da saran korku ve paniğin

emareleri her tarafta belli oluyordu.” ifadeleri ile biraz da abartılı olarak hatıralarına alır. Elçi ayrıca Türk yetkililerin başkentin önemli yerlerini müttefiklere terk etmektense tahrip etmeyi planladıklarını da eklemektedir. Morgenhau, hemen hemen herkesin donanmanın Boğaz’ı geçeceğine inandığını, bu fikre karşı yegâne direnen kimsenin Enver Paşa olduğunu belirtmektedir.

Page 14: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİRİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

12

Dünyanın şüphesiz en önemli şehir-lerinden biri İstanbul’dur. Üç kıtanın ortasında stratejik öneme sahip İs-tanbul çağlar boyu birçok kavmin hedefi olduğu gibi 20. yüzyılın en kanlı hadiselerinden biri olan I. Dün-ya Harbi’nde İtilaf devletlerinin de hedefidir. İtilaf devletlerinin arala-rında yapılan tüm anlaşmaların odak noktasında bu şehir vardır.

Çanakkale Cephesi’nin açılışı, İngil-tere ve müttefikleri için bir günde verilmiş karar olmadığı gibi tek se-bebe de dayanmamaktadır. İngilte-re’nin kendi güvenliği çerçevesinde İstanbul’a1 Rusya’dan önce hâkim olma düşüncesi cephenin acelece açılmasında önemli bir etkendir.2 Ça-nakkale’ye seferin bu zahiri sebepleri yanında savaşa katılanların yüklediği başka anlamlar da vardır. Karşılıklı si-perlerin birkaç metreye kadar indiği, ölümün hayat kadar sıradanlaştığı zaman ve mekânda savaşa katılan-ların gaye-i hayalleri başkadır: Ame-rikalı bir yüzbaşının notlarında bu

sefer “Türkler gibi medeniyet sahibi olmayan bir milletin elinde bulunan Avrupa’nın bu son kalesi…” yani İs-tanbul ele geçirmek için yapılmak-tadır.3 Ian Hamilton’un günlüğünde de bu gaye-i hayali, İstanbul’un ele geçirme arzusunu görmekteyiz:

“Ümitlerimiz çok, çok artmıştı. Kurta-rılacak Kudüs mü, yoksa Constanti-nople mu idi? Ne farkı vardı? Askerin başarısının sınırı yoktur. Seyredenler, heyecan ve coşkunluk içindeydiler. Sonunda şapkalar çıkartıldı ve yürek-lere kahramanlık duygularıyla taşan bu insanlar haykırdılar…” 4

19-25 Şubat 1915 Bombardımanları

İstanbul’a Rusya’dan önce hâkim olabilme fırsatını İngiltere’ye 1914 yılı ekim ayı sonunda yaşanan hadi-seler verecektir. 29 Ekim 1914’te Ka-

radeniz’de Rus limanlarının bomba-lanmasından sonra 3 Kasım 1914’de Boğaz girişindeki tabyaları İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan müt-tefik donanması ateş altına almıştır. Bu bombardımandan sonra gelişen olaylar öteden beri Boğaz’a bir ha-rekât için hazırlık yapan İngiliz Hü-kümeti’ne yeni fırsatlar vermiştir. Kafkaslar’da zor durumda kalan Rus Çarı’nın, 2 Ocak 1915’te İngiltere’nin Saint Petersburg Büyükelçisi Sir Ge-orge Buchanan’dan “Lord Kichner’in Osmanlılara karşı karada veya de-nizde bir -askeri- gösteride bulunup bulunamayacağını” sorması İngiltere için bulunmaz bir fırsat olur.5

Bu çağrı üzerine harekete geçen İngiliz hükümeti 13 Ocak’ta Savaş Konseyi’nde “Hedefi İstanbul olmak üzere, Gelibolu Yarımadası’nı topa tutmak ve almak için şubatta bir se-

Tren istasyonunda cepheye nakledilmekte olan askerlerden bir grup.

Page 15: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

fer için hazırlıklara başlama” kararı-nı alır. Bu süreçte en aktif siyasi ise İngiliz Deniz Bakanı Winston Chur-chill’dir. Savaş Konseyi’ni, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu şart-ları ve İstanbul’un Türkler için önemini anlatarak ikna eden de kendisidir. Ona göre İstanbul’un düşmesi ile Osman-lı Devleti’nin düş-mesi aynı şeyi ifade etmektedir.6 Chur-chill’in bu aceleci-liği 18 Mart günü yaşanan mağlubi-yete şahit olan Ian Hamilton’un gün-lüğünde de yerini bulur: “Fakat ne ya-zık ki, çok zamansız bir anda Çanakkale Boğazı’nda bulu-nuyorduk! Winston Churchill’in acele-ciliği beni buraya getirmişti” sözlerin-de bu gerçeği gö-rürüz.7

Akdeniz’deki Do-nanma komutanı Amiral Carden’in planına göre önce Boğaz’ın girişi, daha sonra sırası ile merkez ve iç ta-byaları susturulacak ve mayınlar temiz-lenecekti. Sonraki aşama da hedef ise İstanbul’a ulaşmak-tı. Kağıt üzerindeki bu basit planın konseyin ikna olması için yeterli ola-cağı düşünülüyordu.

19 Şubat 1915’te Boğaz dışında İngi-liz ve Fransız 11 zırhlı, 3 kruvazör ve muhtelif gemilerden oluşan filo giriş tabyaları Seddülbahir, Ertuğrul, Kum-kale ve Orhaniye Tabyalarını bomba-layarak ağır zayiat verdirilmiştir. Hava

muhalefeti nedeniyle ara verilen harekât 25 Şubat’ta tekrar başlamış, yapılan bombardımanda giriş tabya-ları tamamen susturulur. 19-25 Şubat 1915’teki Boğaz harekâtı ile Amiral

Carden’in planının ilk aşaması ger-çekleşmiştir: Boğaz’ın giriş tabyaları susturulmuş, sıra Boğaz’ın merkez tabyalarına gelmiştir.

Bombardımanda alınan bu başarı Londra’da zafer havası estirirken İs-tanbul’da endişeye sebep olur. The Daily Mirror, 5 Mart 1915’deki nüsha-sını bu konuya ayırır. Gazeteye göre,

İstanbul’a büyük bir korku hâkimdir. Bu “korku ve karışıklığın olduğu şe-hir” düşüşünü beklemektedir. Gaze-tenin iç sayfalarındaki haberde ise İstanbul’un panoramik bir fotoğrafı-

nın üst yazısı: “Müt-tefikler için Çanak-kale’nin ardındaki ödül” şeklindedir.8

The Manchester Guardian ise İstan-bul’da yaşananları sayfalarına “şehir alarma geçmiştir” şeklinde yansıtır. Bombardımanla-rın etkisi ile şehir-de bazı bankaların altınlarını Küçük Asya içlerine taşı-dığı belirtilmekte, Meclis-i Mebûsan Başkanı Halil Bey’in parlamentodaki ko-nuşmasına yer ve-rilmektedir. Haber-de hükümetin bu durum karşısında parlamentoyu tatil etmek zorunda kal-dığı da anlatılır.9

18 Mart’a kadar gi-riş istihkâmlarının düşürülmesi, Müt-tefik Donanma’da Boğaz’ın geçilmesi hususunda bir ümit uyandırmış, Rusya ve Balkan devletleri üzerinde büyük bir tesir meydana ge-tirmiştir. Romanya

ve İtalya’dan İtilâf devletlerine sıcak mesajlar gelmeye başlamış, Bulgaris-tan ise bu durum karşısında Merkezî devletlerle görüşmelerine son ver-miştir.10

Öte yandan harekâtın Osmanlı Dev-leti tarafında da askerî, siyasî ve sosyal tesirleri olmuştur. Öncelikle Osmanlı askerî makamları savaşın

The Daily Mirror, 5 Mart 1915.Müttefiklerin büyük silahları Türk kalelerini yerle bir ediyor. Büyük korku şehri İstanbul, Çanakkale’nin kaçınılmaz sonunu ve düşüşünü bekliyor.

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

13

Page 16: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİRİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

14

ciddiyetini anlamış, cephede askeri tedbirler alamaya başlamıştır.11 Bu ilk bombardımanların asıl tesiri ise cep-he gerisinde, İstanbul’da olacaktır.

Bombardımanlar ve İstanbul

Çanakkale’nin İstanbul’a uzaklığı 150 deniz milinden biraz fazladır. Çanak-kale Boğazı’nın düşme ihtimalinin daha yakın olarak hissedildiği 19 Şu-bat-18 Mart 1915’te bombardıman-ların İstanbul’da Hükümet, Saray ve halk nezdinde etkileri görülecektir. Öncelikli olarak Çanakkale’den ge-len haberler üzerine Sultan ve ha-nedanın taşınması planları yapılırken şehrin savunulması için çalışmalar yapılır. İstanbul’da Yeşilköy ve Saray-burnu arasına muhtelif bataryalar yerleştirilir. Marmara sahillerine müf-rezeler gönderilir. Boğaz’ın geçilme-si durumda düşman donanmasının harekâtı izlenecek, gerekli tedbirler buna göre alınacaktır. 12

Boğaz’ın geçilmesi halinde gemilerin İstanbul’a ulaşması 12 saat kadardır13 ve hazırlıklar buna göre planlanır. İstanbul’un işgali durumunda hükü-metin ve saray ahalisinin nakli için yer arayışına da başlanmıştır. Başlan-gıçta İstanbul yakınlarında bazı yer-

ler düşünülse de merkeze yakın ol-ması, buraların da işgal edilebileceği endişesinden vazgeçilmiştir.14 Uzun tartışmalarda padişah ve maiyetinin Eskişehir’e nakli kararlaştırılmıştır.15 Bu süreçte hazinenin kıymetli evrak-ları Konya’ya gönderilir. Öyle ki muh-temel bir işgal öncesi Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne ait birçok eşya da Eski-şehir’e nakledilmiştir bile.16

Sultan Mehmed Reşad’ın mabeyin kâtipliğini yapan Ali Fuat Paşa, Bo-

ğaz istihkâmlarının İngiliz ve Fransız Donanması’na mukavemet edeme-yeceği, bu nedenle hükümetin ge-çici olarak naklini padişahın uygun gördüğünü belirtmektedir. Ali Fuat Paşa ifadelerinin devamında, Eskişe-hir’de bu iş için hazırlıklar yapılma-ya başlandığını da belirttikten sonra Hazine-i Hümâyun’un kıymetli eş-yalarının sandıklara konularak Kon-ya’ya gönderildiğini, bu çalışmaların Boğaz’ın denizden zorlanmasından vazgeçileceği 18 Mart’a kadar devam ettiğini belirtmektedir.17

18 Mart Zaferi’nden sonra kurulacak 5. Ordu komutanı olacak Liman Von Sanders ise günlüğünde İstanbul halkının ve hükümet ricalinin içinde bulunduğu durumu “Türk Genel Ka-rargâhı, Şubat sonlarına doğru düş-man donanmasının Boğaz’ı geçme ihtimalini dikkate almaya başlamış ve Sultan ile maiyeti, mülkî ve askerî makamlar ve hazine için tedbirler alınmasına girişmişti. Düşman do-nanması başarıya ulaşır ve Boğaz’ı geçerse, bütün bunlar Anadolu yaka-sındaki bazı yerlere taşınacaktı.” ifa-deleri ile belirtir.18

İstanbul’un sıkıntılı günlerine şahit olan bir yabancının “Başkentte her an ölümcül bir gelişme bekleniyordu. Arşivler, sandık sandık belgeler, her şey yetkili kişilerin bana söylediğine

Necmettin Özçelik Arşivi

Seddülbahir Tabyası’nda tahrip edilen bir bataryada “Allah bizimledir” yazısı

Page 17: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

göre Anadolu’ya, Konya’ya çoktan yollanmıştı bile.” şeklindeki ifadeleri de kayda değerdir.19

Çanakkale Boğazı’nın geçilmesi du-rumunda Sultan Mehmed Reşad ve hanedanın hızlı bir şekilde nakli için planlar yapılmıştır. 1915 Ocak ayı içerisinde İstanbul Polis Müdürü Bedri Bey, merkez İstanbul’un idare-cisi; Emniyet-i Umumiye Müdürü İs-mail Canbolat Bey, Beyoğlu kısmının ve Beyoğlu Mutasarrıfı; Kani Bey de Üsküdar kısmının mutasarrıfı olarak göreve başlarlar. Hükümet’in Eskişe-hir’e tahliyesi görevini alan Üsküdar Mutasarrıfı Kani Bey, o günleri şöyle anlatır:

“Bedri, İsmail Canbolat Beyler’le ben düşman donanması İstanbul önünde görüneceği ana kadar alınacak ter-tibatı aramızda müzakere ve Dâhi-liye Nazırı Talat Bey’e arz edecektik. Donanma Boğazı geçtiği haberinden sonra üçümüz de mıntıkalarımızda zaruri birbirimizle irtibatsız olarak çalışacaktık. Heyeti Vükelaca verilen karar ile üçümüz de ordunun işini ko-laylaştırmak için mıntıkalarımızda ci-heti askeriye ile sıkı münasebette bu-

lunacaktık. Bugünlerde halkın iaşesi ve âsayişin muhafazası en mühim ve mesuli’yetli işimiz olacaktı.” 20

Hazırlıklar çerçevesinde Boğaz’ın ge-çilmesi halinde Rumeli tarafında otu-ran Hanedan üyeleri vapurla Beyler-beyi İskelesi’ne gelecekler ve orada hazır bekletilen 40 atlı araba ile Hay-darpaşa’ya ulaştırılacaklardı. Burada da iki tren bekletilmekteydi. Trenlerin biri ile sultan ve mahiyeti, diğeri ile hükümet nakledilecekti.21

Ayrıca Şirket-i Hayriye’ye ait 57 nu-maralı Tarabya ve 61 numaralı Sulta-niye vapurları da gerektiğinde her an hareket edebilecek şekilde köprüde ve 26 numaralı Suhulet araba vapuru da Üsküdar İskelesi’nde bekletilmeye başlanmıştı.22

Şifre: Kar Yağıyor

Boğazın bombardımanı İstanbul’dan yakın takiptedir. Sultanın nakli ile il-gili hususlardan sorumlu Emniyeti Umumiye Müdürü İsmail Canbolat Bey Harbiye Nezareti İstihbarat Şu-besi ile daima irtibatta olmuştur. 19 Şubat’tan 18 Mart’a kadar Çanakka-

Sultan Mehmed Reşad (1909-1918).

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

Nec

met

tin Ö

zçel

ik A

rşiv

i

15

Page 18: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİRİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

16

le Boğazı’ndaki bombardımanlar ve muhtemel Boğaz’ın geçilmesi duru-mu kendisine telefonla bildirilecektir: “Kar yağıyor, kar şiddetli, kar durdu”, şeklindeki şifreler durumu göster-mesi bakımından önemlidir.

Zira böyle bir durumda Sultan hızlı bir şekilde Haydarpaşa’ya, oradan da kendisine tahsis edilen trenle Eskişehir’e nakledilecektir. Bu tele-fonlaşmanın en şiddetli ve stresli olduğu gün ise pek tabii 18 Mart günü olmuştur. İngiltere ve Müt-tefiki Fransa’nın 16 büyük zırhlı ve onlarca gemiden oluşan donanması nihai bir saldırı ile Boğaz’ı geçmek için 11.30’da Çanakkale şehrine ve tabyalara ölüm püskürmeye başladı-ğında İsmail Canbolat Bey telefonun başındadır.

Sultanın nakli ile sorumlu Üsküdar Mutasarrıfı Süleyman Kani İrtem o günü şöyle anlatır:

“Öğleye doğru başlamak üzere Can-bolat Bey’in bana telefon haberleri birbirini takip etti:

- Kar yağıyor!

- Kar şiddetleniyor!

- Kar pek şiddetlendi!

- Kar bora halini aldı!

Anlaşılıyordu ki bugün vaziyette fevkalâdelik vardı. Öğleden sonra saat ikiye doğru idi. Dâhiliye Nazırı ilk trenin hazır bulundurulması için istasyona emir vermemi ve nakli-ye vasıtalarını da yerlerinde hazır bulundurmamı telefonla bildirdi. Padişah ile hanedanı götürecek tre-nin istasyonda harekete hazır bu-lundurulmasını Haydarpaşa İşletme Müdüriyetine tebliğ ettim. Üsküdar arabacılar kâhyasına 40 arabanın ta-rafımdan emir verilir verilmez Beyler-beyi’ne sevk edilecek süratte tertibat almasını bildirdi. Biraz sonra trenin hazırlandığı haberi geldi. Nazıra arz ettim. Fakat çok geçmeden telefon haberleri farklılaştı:

- Bir düşman zırhlısı batıyor!

- Batanlar bir değil!

- Bombardıman hafifledi. Ve nihayet:

-Düşman donanması çekildi.

Süleyman Kani Bey burada bu du-ruma sarayın çok sevindiğini bu ne-denle hazırlanan göç planın da unu-tulduğunu belirtir.23

İstanbul Halkı

Bombardımanlar özellikle başkent İstanbul’da halk ve devlet ricalinde heyecana sebep olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri büyükelçisi Hanry Morgenthau bu konuyu “Sadece hal-kı değil, resmî sınıfları da saran korku ve paniğin emareleri her tarafta belli oluyordu.” ifadeleri ile biraz da abar-tılı olarak hatıralarına alır.24 Elçi ayrı-ca Türk yetkililerin başkentin önemli yerlerini müttefiklere terk etmekten-se tahrip etmeyi planladıklarını da eklemektedir.25 Morgenhau, hemen hemen herkesin donanmanın Bo-ğaz’ı geçeceğine inandığını, bu fikre karşı yegâne direnen kimsenin Enver Paşa olduğunu belirtmektedir.26

Boğaz’ın mütemadiyen bombalan-dığı bu günlerde, hükümetin Eski-şehir’e taşınması meselesi Meclis-i

Mebûsan’da da tartışılmıştır. Meclis Başkanı Halil (Menteşe) Bey taşınma hazırlıklarının yapıldığı günlerde 1 Mart 1915’te, Meclis’in kapanış ko-nuşmasında düşmanın dört beş gün-dür Çanakkale Boğazı’nı zorladığını, buna rağmen cüz’i bir netice aldığı-nı, düşmanın Boğazlar’ı geçmesinin muhtemel olmadığını, geçse bile bu-nun kendi azim ve metanetini artır-maktan başka bir netice hâsıl etme-yeceğini ve bu konu ile ilgili ordunun gerekli tedbirleri aldığını belirterek hükümetin Eskişehir’e nakline karşı çıkmıştır27.

İstanbul’un ve özellikle Hanedanın nakline en fazla karşı çıkanlardan biri de Sultan Abdülhamid olmuştur. Çanakkale Boğazı’nın geçilmesinin II. Abdülhamid’e göre neticesi pek bü-yük olacaktır:

“Hafazanallah İstanbul’un sükûtu Pa-ris’in Bordeaux’ya nakline benzemez. Bizimkiler düşünmeden, ‘ne olur? Konya’ya çekiliriz. Müdafaa ederiz’, diyorlar ama. Yanlış. İstanbul elden çıkınca artık bu devlette hayır kal-maz. Belki yine bir Selçuk hükümeti olur? İngiliz himayesinde Mısır’da bir hilafet tesis eder.”28

Sarayın ve hükümetin nakli husu-sunda bu gelişmeler olurken halk,

Ateş halindeki İngiliz Majestic Muharebe Gemisi

Page 19: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

17

İkdam gazetesine göre normal ha-yatına devam etmiştir. Gazete, Ça-nakkale’nin bombardımanını halkta tesirinin ehemmiyetsiz olduğunu be-lirttikten sonra “Memleketin ahval-i umûmiyesinde zerre kadar tebeddül yoktur. Herkes işiyle, vazifesiyle, alış verişiyle meşguldür.” der. 29 Hâlbuki ki o dönem tutulan günlüklerde durum biraz farklıdır. O zaman İstanbul’da bir topçu subayı olan Eyüp Durukan günlüğüne o günleri “Sabah gaze-teleri düşmanın dün uzun fasılalarla Seddülbahir’i bombardıman ettiğini resmi tebliğde yazıyor. İstanbul’dan Anadolu içlerine doğru göç başladı-ğını arkadaşlardan işittim. Dairede meşgul oldum.” şeklinde kaydeder.30

Bu günlükten de görüleceği üzere halkta, özellikle hali vakti yerinde olanlarda bir korku hâsıl olmuştur.

Sabah gazetesine göre ise durum günlük gülistanlıktır: “Türk zâbitinin ruhu” adlı yazı dizisinde bir gazinin: “Düşünüyorum ve ilerliyorum. Her-kes kendi hâlinde, her fert yönelmiş olduğu mücadelenin inhasına kadar erişmeye sâi ve namzet. Bir çehre-i münkedir gayri mevcut. İstanbul hep o, her zamanki mevcudiyet. Her şeyi yerli yerinde. Ne harpten bir eser ne de muhite mahsus bir tebeddül.” ifa-deleri, halkın gündeminde böyle bir şeyin olmadığını, günlük hayatına devam ettiğini göstermektedir.31

Bütün bunlarla beraber, mevcut sansür uygulamasını da göz ardı etmemek lazımdır. Diğer taraftan hükümetin savaşın başlangıcında Al-manya’dan aldığı borçlar ve savaşın henüz ağır masraflarının ortaya çık-maması nedeni ile savaşın yükünü finanse edecek imkânı bulunmakta-dır. Ayrıca henüz Çanakkale’de kara muharebeleri de başlamamıştır.

Sonuç

18 Mart günü kazanılan büyük zafer, bir ay boyunca süren şehirdeki endi-şeyi ortadan kaldırmış, şehrin taşın-ması fikrinden vazgeçilmesini sağla-mıştır. Hatta daha sonra Anadolu’ya nakledilen birçok evrak ve malzeme tekrar geri getirtilmiştir. Bununla birlikte 9 Ocak 1916’da sona erecek Çanakkale Muharebeleri’nin Osmanlı Devleti’ne faturası İngiliz resmi tari-hiçisi Aspinall Oglander’in değerlen-dirme yazısında da belirttiği üzere büyük olacaktır: “İstanbul’un tehdit edilmesi Süveyş kanalını muhafa-za etmiş ve Rusları Kafkasya’da Türk baskısından kurtarmıştır ve nihayet Gelibolu’daki kanlı muharebeler ki, Türk ordusunun çiçeğini yemiş bitir-miş ve Lord Allenby’nin Filistin’deki kazandığı başarıyı hazırlamıştır.”

Yukarıdaki ifadeleri destekleyen bir diğer ifade ise gerek Arıburnu gerek-se Anafartalarda gösterdiği şecaat ve gayretle Çanakkale’nin kahramanla-rı arasında haklı olarak yerini alan Mustafa Kemal’in “Bir Çanakkale’de bir Darulfünun gömdük” ifadelerinde kendini bulan memleketin geleceği gençleri vatan uğrunda toprağa ve-rildiği yer olmuştur.

Bu değerlendirme ile birlikte Çanak-kale Zaferi, Türk milletine Milli Müca-dele’yi kazandıracak ruhu kuvvetini ve kahramanlarını kazandırmış, en büyük hasmı Rusya’yı savaş dışı bı-rakmıştır.

İstanbul, 1914-1915

Page 20: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİRİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

18

Dipnotlar

1 Ö. Osman Umar, “Çanakkale Savaşı’nın Önemi ve Sonuçları”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı.15, İstanbul, 1998, s. 2.

2 Avrupalı devletlerin düşüncelerini Napolyon, “Büyük soru temel olarak değişmez İstanbul’a kim hâkim olacaktır” sözleriyle özet-lemektedir. Ellis A., Bartlett, Çanakkale Gerçeği, İstanbul, Yeditepe Yay., 2005, s. 21.

3 Granville Fortescue, Çanakkale, çev. Rahmi. İstanbul 1331, s. 13.4 Ian Hamilton, Gelibolu Hatıraları 1915, çev. M. Ali Yalman, Nurer

Uğurlu, İstanbul 2005, s. 65.5 C. F. Aspinall Oglander, Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu As-

keri Harekâtı: Seferin Başlangıcından 1915 Mayısına Kadar, c. I, haz. Metin Martı, İstanbul 2005, s. 76.

6 Alan Moorehead, Gelibolu; çev. Ali Cevat Akkoyunlu, İstanbul 2000,, s. 34.

7 Hamilton, s. 34-36.8 The Daily Mirror, 5 Mart 1915.9 The Manchester Guardian, 3 Mart 1915.10 Oglander, I, 112; Robert Rhodes James, Gelibolu Harekâtı, çev. Ha-

luk V. Saltıkgil, İstanbul 1965, s. 61.11 Çanakkale Harekâtı, I, 120.12 Mustafa Selçuk, Hedef Şehir İstanbul, Emre Yayınları İstanbul 2005,

s. 47-50.13 Moorehead, s. 63.14 Bu yerlerden biri de Alemdağ’ında bir köşktür. Süleyman Kani İr-

tem, Meşrutiyetten Mütarekeye (1909- 1918) , (Haz. O.S.Kocaha-noğlu), Temel Yay., İstanbul, 2004, s. 616.

15 Türkeldi, s. 130.16 Türkiye Kızılay Derneği 73 Yıllık Hayatı (1877-1949), Ankara, 1950,

s. 28.17 Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1984, s. 130-131.18 Liman Von Sanders Türkiye’de Beş Yıl, çev. M. Şevki Yazman, İstan-

bul 1968,, s. 73.19 Harry Stuermer, Konstantinpol’da Savaşın İki Yılı: 1915-1916, İstan-

bul 2002, s. 70.20 İrtem, s. 614.21 İrtem, s. 616, Moorehead, s. 62-63, Türkeldi, s. 130.22 Eser Tutel, Seyr-i Sefain Öncesi ve Sonrası, İletişim Yay., İstanbul,

2000, s. 164. 23 İrtem, s. 620-62124 James, s. 61.25 Stefanos Yerasimos, İstanbul 1914-1923: Kaybolup Giden Bir Dün-

yanın Başkenti ya da Yaşlı İmparatorlukların Can Çekişmesi, çev. Cüneyt Akalın, İstanbul 1996, s. 66.

26 Henry Morgenthau, Secrets of The Bosphorus: Constantinople, 1913-1916, London: Hutchinson Co., [t.y.], s. 133.

27 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Ankara 1952, c. III, ksm. 1, s. 74.

28 Atıf Hüseyin Bey, Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri: Hususi Doktoru Atıf Hüseyin Bey’in Hatıraları (1909-1918), haz. Metin Hü-lagü, İstanbul:Timaş Yay. Haziran 2010, s. 306.

29 İkdam, 19 Şubat 1330 [4 Mart 1915].30 Eyüp Durukan, Sofya Esaretinden Çanakkale Zaferine (1913- 1915)

Günlüklerde Bir Ömür – II, Yay Haz. Murat Uluğtekini İşbankası Ya-yınları İstanbul 2014, s. 402.

31 “Türk Zâbitinin Ruhu: Bir Kahramanın Defter-i Hatırâtından” Sabah, 8 Nisan 1331 [21 Nisan 1915].

Kaynakça

Bartlett, Ellis A. , Çanakkale Gerçeği, Yeditepe Yay., İstan-bul 2005.

Bayur, Yusuf Hikmet. Türk İnkılabı Tarihi, c. III, ksm. 1, An-kara 1952.

Fortescue, Granville. Çanakkale, çev. Rahmi. İstanbul 1331.

Durukan, Eyüp. Sofya Esaretinden Çanakkale Zaferine (1913- 1915) Günlüklerde Bir Ömür – II, Yay Haz. Murat Uluğtekini İşbankası Yayınları İstanbul 2014.

Hamilton, Ian. Gelibolu Hatıraları 1915, çev. M. Ali Yalman, Nurer Uğurlu, İstanbul 2005.

İrtem, Süleyman Kani. Meşrutiyetten Mütarekeye (1909- 1918) , (Haz. O.S.Kocahanoğlu), Temel Yay., İstanbul, 2004.

Moorehead, Alan. Gelibolu; çev. Ali Cevat Akkoyunlu, İs-tanbul 2000.

Morgenthau, Henry. Secrets of The Bosphorus: Constanti-nople, 1913-1916, London: Hutchinson Co., [t.y.].

Oglander, C. F. Aspinall. Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı: Seferin Başlangıcından 1915 Ma-yısına Kadar, c. I, haz. Metin Martı, İstanbul 2005.

Atıf Hüseyin Bey. Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri: Hususi Doktoru Atıf Hüseyin Bey’in Hatıraları (1909-1918), haz. Metin Hülagü, İstanbul:Timaş Yay. Haziran 2010.

Rhodes, Robert James. Gelibolu Harekâtı, çev. Haluk V. Saltıkgil, İstanbul 1965.

Selçuk, Mustafa. Hedef Şehir İstanbul, Emre Yayınları İs-tanbul 2005.

Stuermer, Harry. Konstantinopl’da Savaşın İki Yılı: 1915-1916, İstanbul 2002.

Türkgeldi, Ali Fuat. Görüp İşittiklerim, Ankara 1984.

Türkiye Kızılay Derneği 73 Yıllık Hayatı (1877-1949), An-kara, 1950.

Tutel, Eser. Seyr-i Sefain Öncesi ve Sonrası, İletişim Yay., İs-tanbul, 2000

Umar, Ö. Osman. “Çanakkale Savaşı’nın Önemi ve Sonuçla-rı”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S.15, İstanbul, 1998.

Yerasimos, Stefanos. İstanbul 1914-1923: Kaybolup Giden Bir Dünyanın Başkenti ya da Yaşlı İmparatorlukların Can Çekişmesi, çev. Cüneyt Akalın, İstanbul 1996.

Von Sanders, Liman Türkiye’de Beş Yıl, çev. M. Şevki Yaz-man, İstanbul 1968.

Page 21: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

İSTANBUL MEKTEBİ/ Prof. Dr. Sadettin ÖKTEN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

19

Page 22: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 23: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI

Dr. S. Murad HATİP

Çanakkale Deniz Savaşı’nda sadece Kahraman Nusret’i ve 18 Mart’ı anımsayıp kahraman bahriyelilerin hakkını vermemek, tıpkı karadaki muharebeleri kazanmayı sadece birkaç komutana atfetmek gibi büyük bir haksızlık olacaktır. Mehmetçik, ordunun kahraman askerlerini cepheye ulaştıran ve denizaltı tehdidine rağmen takviyesini sağlayan Osmanlı Donanması’nın kahraman personeliydi.

Page 24: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİPİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

22

Çanakkale Deniz Savaşı denilince ço-ğumuzun aklına hemen kahraman Nusret Mayın Gemisi ve 18 Mart 1915 Deniz Zaferi gelir. Ancak Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale cephe-sine bakacak olursak SMS Goeben (Yavuz Sultan Selim) ve SMS Breslau (Midilli)’nun Boğaz’ın medhalinden girmesinden itibaren başlayan de-niz harekatı aralıksız 4 yıl sürmüştür. Osmanlı bahriye subayları üzerle-rine düşen görevleri layık-ı veçhile fedakârca yerine getirmişlerdir. Ça-nakkale Cephesi’nin denizden ka-zanıldığını vurgulamakla bu fedakâr bahriyelilerimize karşı şükran ve vefa borcumuzu bir nebzede olsa yerine getirebiliriz. Osmanlı Bahriyesi sa-vaş boyunca, mayın döküş harekâtı, denizaltı savunma harekâtı, lojistik nakliyat (cephane nakli, silah nak-li, personel takviyesi, yaralı nakli), kara savunma harekâtını denizden aşırtma atışlarla destekleme, sahil tabyalarının gemi topları ile teçhiz ve batarya personelinin verilmesi, deniz hava harekâtı, liman savunma harekâtı. Osmanlı beşinci ordusu Gelibolu yarımadasını kahraman-ca savundu. Şair Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine şiiri tek ke-limeyle harbi her yönüyle anlatan bir mükemmellikte bir eserdir. Bu muhteşem yapıtta Mehmetçik’in kahramanlığını layık olduğu övgüyü mısralarda olağanüstü betimlemiş-ti. O ordunun kahraman askerlerini cepheye ulaştıran ve denizaltı teh-didine rağmen takviyesini sağlayan Osmanlı Donanması’nın kahraman personeliydi. Ordu cephanesiz, yiye-cek desteği olmadan savaşamazdı. Bu kısıtlı imkânlara rağmen ve büyük tehdide rağmen bahriye bu görevle-ri başarı ile yerine getirdi. Çanakkale Deniz Savaşı’nda sadece Kahraman Nusret’i ve 18 Mart’ı anımsayıp kah-raman bahriyelilerin hakkını verme-

mek, tıpkı karadaki muharebeleri kazanmayı sadece birkaç komutana atfetmek gibi büyük bir haksızlık ola-caktır.

Savaşa Giriş

Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde; İngilizler, tersanelerinde inşa edilmekte olan ve bedeli halk yardımları ile peşin olarak ödenen Sultan Osman 1 ve Reşadiye adlı, Ege ve Karadeniz’de güç dengesini lehi-mize çevirecek iki Türk savaş gemisi-ne el koyduğunu açıklar. (3 Ağustos 1914)

Bu durumun halkta büyük öfkeye ne-den olması İstanbul’da Alman Büyü-kelçisi Wangenhaym’ı harekete geçi-rir. İngilizlerin el koyduğu zırhlıların Osmanlı’da yarattığı hayal kırıklığını, Alman çıkarları için kullanmakta hiç vakit kaybetmez. Enver Paşa’nın Al-man sempatisi ile gelişen bu durum, Osmanlı’nın Alman tarafına daha da yaklaşması, on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan Çanakkale Sa-vaşlarına gidişin bir başlangıcı olur. Almanlar, Akdeniz’deki Goeben ve Breslau zırhlılarına derhal İstanbul’a intikal emri verir. Amiral Wilhelm An-ton Souchon komutasındaki bu kru-vazörler, Ege’yi İngilizler’in takibinde geçerek Çanakkale’ye gelirler. 10 Ağustos 1914 günü2 Almanya’ya ait Goeben ve Breslau gemilerine Bo-ğaz’dan geçiş izni verilmesi, Osman-

“Çanakkale Savaşlarında vatan müdafaasında hayatını kaybeden tüm şehit-lerimiz ile mezarları denizler; toprakları tuzlu sular; mezar taşları dalgalar ve kitabeleri beyaz köpükler olan deniz şehitlerimizi rahmet ve şükranlarımızla anıyoruz.”1

Atatürk Kitaplığı Arşivi

Page 25: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİP İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

23

lı’nın tarafsızlığını olumsuz yönde et-kiler. Bir süre sonra Osmanlı Devleti tarafından bu gemilerin satın alındığı açıklanır. Amiral Souchon komuta-sındaki filo, Karadeniz’e çıkar. Bu fi-lonun 29 Ekim 1914 günü Rus liman-larını bombardıman etmesi üzerine Osmanlı fiilen Birinci Dünya Sava-şı’na girer.3 İngiliz Akdeniz Filosu ise bir misilleme olarak 3 Kasım 1914’de Seddülbahir ve Kumkale tabyalarına ateş açar. Seddülbahir’de cephaneli-ğin patlaması üzerine 5 subay 81 er şehit olur, 23 er yaralanır.4

Çanakkale Cephesine Yöneliş ve Müşterek Deniz Armadasının Oluşması

Bu arada Avrupa’da savaş sürmekte, Almanya ve İtilaf Devletleri arasın-da kilitlenen mevzii muharebelerini aşabilme çareleri araştırılmaktadır. Rusların güçlendirilmesi, Almanlar ile Avusturya-Macaristan’ı iki cepheli savaşta yıpratabilecektir. Bunun için acilen Rus buğdayının batıya nakli, Rusya’ya da batıdan silah ve cep-hane sevk edilmesi gerekmektedir. Rusya’ya ulaşmak için alternatif yol-lar değerlendirilir ve en uygun yolun Çanakkale deniz yolunun kuvvet kul-lanılarak geçilmesi olduğuna karar verilir. Boğaz önlerinde konuşlanan İngiliz Akdeniz filosunda bulunan B-11 denizaltısı Boğaz’a girerek Ke-pez Sarısığlar’daki Mesudiye Firka-teyni’ni torpido ile batırırken bahri-yede ilk deniz şehitleri verilmişti.

Çanakkale Harekâtı fikrinin baba-sı ve savunucusu durumunda olan İngiltere Bahriye Bakanı Churchill’in çabaları sonucunda İngiliz Hükümeti Çanakkale Boğazı’na karşı girişilecek harekâtın planlarını kabul eder.5 18 Ocak’ta Fransızlar plandan haberdar edilir pastadan payını almak ihti-yacı ile Fransız Hükümeti de Amiral Sackville Carden’in emrine bir filo göndermeye razı olur. 19 Ocak’ta Rusya’ya bilgi verilerek, aynı anda İstanbul Boğazı’na karşı, Karade-niz’den bir taarruzu harekâta hazır-

lanmaları da istenir. Bu arada Rusya Askold adlı bir kruvazörü Baltık’tan Ege Denizi’ne yollar ve bu gemi de Amiral Carden’in güçlü deniz arma-dasının bir parçası olur. Çanakkale’yi deniz gücü ile aşma görevi verilen Amiral Carden’in emrinde, tarih-te ilk defa bir araya gelmiş toplam 102 parçadan oluşan dünyanın en büyük armadası toplanır. Müttefik Deniz Kuvvetleri Şubat 1915’ten iti-baren üs olarak seçilen Yunanistan’ın Limni Adası’na ve Selanik Limanı’na gelmeye başlarlar.6 Boğaz girişindeki kalelere 5 Kasım 1914’de yapılan mi-silleme bombardımanını saymazsak; Müttefik Deniz Kuvvetleri, Boğaz’a karşı ilk büyük harekâtını 19 Şubat 1915’te yapar. Bu 18 Mart harekâtı-nın adeta provasıdır. 25 Şubat’ta ve daha sonraları da bu harekât tekrar-lanır. Şiddetli bombardımanlardan elde ettikleri neticeler ve Boğaz gi-rişindeki Kumkale ve Seddülbahir ta-byalarına yapılan komando harekâtı başarı için ümitlerini çok arttırmıştır. Meteorolojik tahmin, harekâtın 18 Mart günü yapılabileceğini göste-riyordu. Boğazı zorlayan düşman filosunun komutanı Amiral Carden durumdan çok ümitliydi, hatta emin-di. Nitekim 2 Mart 1915’de Amirallik Birinci Lordu Churchill’e gönderdiği telgrafta “14 gün sonra İstanbul’da-yız” diyordu. Fakat meteorolojik tah-minin dışında tahmin edemedikleri sürprizler de vardı. Tüm masrafı Os-manlı Donanma Cemiyeti tarafından karşılanan ve Türk mühendislerince Haliç Taşkızak Tersanesi’nde yapılan son 26 mayın, İstanbul’dan Selanik Gemisi ile getirilmiş ve Yzb. Hakkı Bey komutasındaki Nusret mayın ge-misine yüklenmiştir. 7-8 Mart 1915 gecesinin şafağında, 360 tonluk Nusret mayın gemisi güçlükle elde edilen son 26 mayını, 11. hat olarak 100’er metre arayla Müttefik Donan-ması’nın manevra sahasına, Eren-köy önlerinde sahile paralel olarak büyük bir gizlilik içinde dökmüştü.7 Hattın bu şekilde tesis edilmesinde; düşman gemilerinin bombardıman

sonunda mevki değiştirme manev-ralarını Erenköy Koyu’nda, Karanlık Liman’da yapmalarının çok iyi de-ğerlendirilmesi etkili olmuş ve Müt-tefik gemilerinin manevra sahasının kirletilmesi ile baskın tesiri yaratıl-ması hedef alınmıştı. İtilaf Devletle-ri mayınlar döküldükten sonraki 10 gün süresince bu yeni mayın hattının varlığından haberdar olamamışlardır. Bu mayınlar hakkında İngiliz tarihçi Oglander Gelibolu Askeri Harekâtı adlı eserinde aşağıdaki cümleleri sarf etmiştir.8

“Pek müsait başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının o fevkalade ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzün-den tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu 26 mayının deniz savaşının talihi üzerindeki tesiri ölçülemez.”

Churchill’e çektiği telgrafta “14 gün sonra İstanbul’da” olacağını belir-ten Amiral Carden’in yerine 17 Mart 1915 günü yani harekâttan bir gün önce Amiral John Michael de Robeck atandı. Amiral de Robeck, ertesi gün komuta edeceği armadayla tarihi bir zafer kazanacağı fikri içinde çok önemli bir fırsatın karşısına çıktığını düşünüyordu.

Page 26: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİPİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

24

18 Mart 1915 Deniz Zaferi

18 Mart 1915 Perşembe sabahı, 270.000 ton tutarındaki 247 ağır topa sahip zırhlı gemiler armadası, 3 hat halinde Türk Topçu Tabyalarını bom-bardımana tutarak Boğaz’a girmeye başladılar. Saat 10:30’da filonun en kuvvetli 4 yeni İngiliz zırhlısından oluşan birinci gruba verilen hedef, Boğaz’ın en dar yerindeki Çimenlik ve Kilitbahir Kaleleri’nin tahrip edil-mesi, Kepez-Soğanlıdere arasında mayın kontrol ve temizlik taraması-nın desteklenmesi idi. Saat 11:00’den itibaren de Queen Elizabeth’in 38 cm.lik dev topları Anadolu Hamidi-yesi Tabyası ile Çimenlik Kalesi’ni he-def alarak ateşe başladı. Bu sırada ilk grupta bulunan İngiliz Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible Zırhlıları da Rumeli Hamidiyesi ve Kilitbahir Ka-lesi’ni hedef almıştı. Fransız Bouvet Zırhlısı Dardanos, İngiliz hedef taksi-mi tamdı. Henüz hiçbiri, ateş altında-ki tabyalarımızın top menzili içinde değildi.

Amiral de Robeck daha yakın mesa-feden ateş açma zamanının geldi-ğine inanarak; Fransız Amirali Émile Paul Aimable Guépratte’e filosunu ön safa geçirmesini emretti. Onları Suff-ren ve Charlemagne zırhlıları izledi. Fransız filosu biraz daha yaklaşarak ateşe başladı. Artık Müttefik filosu, Türk toplarının menzili içine girmişti.

Saat 12.30’da düşman ilk kayıpları-nı vermeye başladı. Gaulois Zırhlısı bir mermi isabetiyle su kesimi yakı-nından yara alınca çekilmek zorun-da kaldı ve bir süre sonra da Boğaz ağzındaki küçük bir adacığa baştan-kara etti. Aldığı isabetlerle Inflexible zırhlısının ise pruvası hasar gördü.9 Agamemnon, Lord Nelson, Albion ve Fransız Charlemagne zırhlıları da isabet almalarına rağmen hasarları

çok ciddi değildi. Amiral de Robeck, saat 13:45 sularında cephane zafi-yeti nedeniyle bataryalarımızın ateş yoğunluğu azaldığından mayın tara-yıcıların mayın temizliği ve kontrolü için ilerlemelerini; üçüncü gruptaki gemilerin Fransız gemileriyle yer de-ğiştirmelerini emretti.

I. ve II. gruptaki gemiler görev de-ğiştirmek üzere geri çekilip, her

Necmettin Özçelik Arşivi

Çanakkale’de bir Osmanlı harp gemisinde top talimleriAtatürk Kitaplığı Arşivi- Sevret Avşar Arşivi

Page 27: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİP İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

25

zaman yaptıkları gibi Anadolu sa-hillerine, yani Kepez-Erenköy tarafı-na doğru dönüşlerini tamamlarken saat 13:55’de, Fransız zırhlısı Bouvet, Nusret’in döktüğü mayınlardan biri-ne çarparak 630 kişilik personeliyle bir-iki dakika içinde Boğaz’ın sularına gömüldü. Sadece 30 kişi kurtuldu.10

Saat 15:35’te hatta bulunan İngiliz Irresistable gemisinin pruvasında bir mayın, bir-iki dakika sonra da baş-ka bir İngiliz muharebe gemisi olan Ocean’ın pupasında diğer bir mayın infilak etti.11 Ortaya çıkan mayın teh-likesi, muharebenin akışını bir anda değiştirmişti. Bu durum Amiral de Robeck’i yeni bir karar vermeye zor-luyordu. Doğru karar; muharebeyi kesip Boğaz’ın dışına çekilmek-ti. Müttefik Donanması’na bu ağır sürprizi hazırlayan Yüzbaşı Hakkı komutasındaki 360 tonluk küçük ve mütevazi Nusret Gemisi ile onun ce-sur personeli idi. Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’a girmek için sabırsız-lananlar, geldikleri gibi değil, çelik devleri ateş ve alev yığınları halin-de tarihin gördüğü ender perişanlık içinde zafer umutlarını ve gururlarını Çanakkale’nin sularına gömerek gi-diyorlardı. Türk Ordusu’nun zaferiyle biten günün bilançosu ağırdı. Mütte-fiklerin o güne kadar Ganbot diplo-

masisi yoluyla topraklar fethedip za-ferler kazandıkları armadasındaki 3 çok değerli zırhlısı batırılmış, 4 zırhlısı ağır yara almış, beraberinde 666 de-nizci ölmüş 134 denizci yaralanmıştır. Ayrıca 7 adet düşman mayın tarama gemisi batırılmıştır. Türk tarafında ise 44 şehit verilmiş, bu arada 74 Türk ve 19 Alman yaralanmıştır. Elden çıkan top sayısı 4’tür.

Kara Savaşları Esnasında Deniz Muharebeleri

Bunun üzerine Çanakkale’yi doğru-dan denizden geçemeyeceğini anla-yan müttefikler bir kara harekatı ile deniz geçişinin karadan emniyetini sağlama düşüncesine yöneldiler. Bir amfibi harekât için plan ve hazırlık yapmaya başladılar. Planlanan çıkar-ma harekâtının komutası General Ian Standish Monteith Hamilton’a veril-di. Hamilton’un planlarına göre daha önce İstanbul’un zaptında kullanıla-cak olan ve Mısır’da bekletilen kara birliği böyle bir harekât için yeterli değildi. Fakat Savaş Bakanı Mareşal Horatio Herbert Kitchener aksi fikir-deydi. Ona göre yarımadadaki Türk-ler öylesine güçsüzdü ki, bir İngiliz denizaltısı Boğaz’dan geçmeyi başa-rıp Gelibolu önünde İngiliz bayrağını dalgalandırsa bütün Türkler siper-

lerinden fırlayacak ve soluğu Bola-yır’da alacaktı. Hamilton, Türk tah-kimatını arkadan vuracak, böylece Anadolu tarafındaki tahkimata hâkim bir bölgeyi de elde edecekti. Amfibi harekât için Çanakkale’de toplanan donanma ise, harekâtı bu defa daha da güçlü araçlarla, 409 harp gemi-si ve 42 uçağı ile destekleyecekti.12 25 Nisan 1915’te başlayan bu işgal harekâtı 9 Ocak 1916 tarihinde son İngiliz askerinin Seddülbahir’den çe-kilmesi ile başarısızlıkla neticelendi.13 Gelibolu Çıkarması esnasında Morto Limanı’nda İngiliz Kara Kuvvetleri’nin mevzilerde tutunabilmeleri mak-sadıyla ateş desteği sağlayan HMS Goliath, 13 Mayıs 1915 gecesi saatler 01:10’u gösterdiği sırada Muavenet-i Milliye gemisi tarafından torpido hü-cumuyla batırılmıştır. İngiliz Donan-ması’nın Çanakkale seferi boyunca maruz kaldığı en büyük felaket HMS Goliath’ın batışı olmuş ve 600’den fazla subay ve er hayatlarını kaybet-miştir.14 İngiliz donanmasına diğer bir darbe de Alman U-21 tarafından vurulmuştur. 25 Mayıs 1915 günü Kabatepe açıklarında U-21’in ateşle-diği torpido Triumph’un bordasında patlamıştır. Birden yana yatan Trium-ph’a diğer gemiler yardıma koşmuş, ancak Triumph sadece 8 dakika içe-risinde batmıştır. Türk topçusu tara-

“Queen Elizabeth zırhlısı.”

Atatürk Kitaplığı Arşivi

Page 28: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİPİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

26

fından denize dökülen denizcilere ve gemiye ateş açılmamasına rağmen 71 İngiliz denizcinin boğulduğu an-laşılmıştır.

27 Mayıs 1915 tarihinde ateş desteği sağlamak üzere Seddülbahir önle-rinde bulunan Majestic Zırhlısında 06.40’da bir patlama olmuştur. HMS Majestic 9 dakika içinde alabora ola-rak ters bir şekilde dibe oturmuştur. 49 İngiliz denizcisi hayatını kaybet-miştir.15 Kara harekâtı boyunca Bar-baros ve Turgutreis zırhlıların Ecea-bat’tan Kabatepe ve Saroz körfezine endirekt atışları cephedeki Osmanlı askerlerine büyük bir destek sağla-yarak rahat bir nefes aldırmıştır.

Çanakkale Cephesi’ne Lojistik Nakliyat

Osmanlı Ordusu’nda ise; 18 Mart Deniz Zaferi’nin kazanılması döne-minde Çanakkale bölgesinde yakla-şık 30.000 kişi toplamındaki bir kara birliği bulunmaktaydı. Cephe komu-tanlığına getirilen Liman Von San-ders komutasında karada düşmanın hazırlıklarına paralel olarak büyük bir askeri hazırlık ve eğitim yapılmaya çalışıldı. 8,5 ay süren savaşın sonuna kadar buraya getirilen asker sayısı 11 kat büyüyecek ve sağlanan bir-likler 350.000’e ulaşacaktı. Bu kadar büyük asker nakliyatının yanında o

askerin kullanacağı, giyecek, yiyecek, cephane silah, araç ve malzeme nakli ihtiyacı büyük bir deniz yolu nakliya-tını da vazgeçilmez kılıyordu. Ordu-nun başarısı için Marmara Denizi’nin kontrol altında tutulması mutlak şarttı. Gelibolu Yarımadası’ndaki Os-manlı kuvvetlerinin her bakımdan ik-malini sağlayacak nakliyat için 4 yol bulunmaktaydı;

• İstanbul-Çanakkale deniz yolu

• İstanbul-Bandırma deniz yolu ve Bandırma’dan Çanakkale’ye kara yolu

• Uzunköprü’ye kadar tren ve bu-radan Keşan yolu üzerinden Bo-layır ve Gelibolu’ya giden yürü-yüş yolu

• Karadan Boğaz’ın Anadolu yaka-sına ve oradan Rumeli yakasına aktarma yolu. 16

Ancak Osmanlı Donanması bütün gücüyle bu nakliyat hatlarına yö-nelmek imkânını kullanamıyordu. Çünkü Çanakkale kara muharebeleri sırasında Osmanlı Deniz Kuvvetleri, esas olarak Karadeniz’de harekât yü-rütmek üzere tertiplenmişti. Kafkas cephesine personel ve mühimmat nakli ile gemilerin yakıtının Ereğli’de taşkömürü yataklarına bağlı olması ve İstanbul’un bir Rus çıkarmasına

karşı korunma mecburiyeti, Karade-niz’de donanmanın harekâtını zo-runlu kılıyordu. Dolayısıyla sadece bir kısım harp gemisi ile Osmanlı Donanması, Çanakkale’deki görevle-rini yürütmek durumunda kalmıştır. Buna ek olarak, İstanbul-Çanakka-le deniz nakliyatını devam ettirmek gibi hayati önemi olan bir görevi de üstlenmişti. Çeşitli kaynaklara göre 7 ila 16 tümen kadar asker ile bunla-rın malzemesi ve destekleyici lojistik nakliyat deniz yoluyla yapılmış, Ge-libolu’daki kara savunması için çok büyük katkı sağlamıştır. Aksi takdirde bu nakliyat, tek tren hattına ve bun-dan sonra kara bombardımanı teh-didi altındaki bozuk kara yollarına ve kağnı taşımacılığına dayanacaktı. Eldeki araçların azlığı da düşünüldü-ğünde, durum Çanakkale savunma-sı için oldukça kritik bir hal alacaktı. Marmara’daki deniz nakliyatı ve bu nakliyatın korunması maksadıyla Ka-radeniz’deki mücadeleden tasarruf edilen 71 adet muhtelif tipteki gemi Çanakkale’deki Deniz Savaşı’na katıl-mıştır. İstanbul-Çanakkale ikmal hat-tının kesilmesi, 5’inci Ordu’nun harp gücünü kritik bir duruma sokabile-cekti. Müttefik kuvvetler tarafından da açıkça bilinen bu önemli nokta, onları, denizaltılarını Marmara’ya göndererek bir denizaltı harbi yap-maya zorunlu kılmıştı.

Necmettin Özçelik Arşivi

Page 29: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİP İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

27

etti. 20 Ocak 1918’de Yavuz Sultan Selim ve Midilli zırhlıları Gökçea-da’ya bir akın harekâtına girişirler. Gökçeada’da konuşlu iki İngiliz kara bombardıman gemisi monitör HMS M 28 ve HMS Raglan’ı batırırlar an-cak dönüşte iki gemide İngiliz mayın mânialarına girer ve Midilli hemen batar.20 Yavuz Sultan Selim, Çanakka-le Boğazı önlerine ulaşmayı başarır ve burada karaya oturarak batmak-tan kurtulur.21 İngiliz E-14 denizaltısı Yavuz’u batırmak için görevlendirilir ancak Yavuz, İstanbul’a intikale geç-miştir. HMS E-14 ise geri intikal sey-rinde Kumkale önlerinde sahil top-çusu tarafından batırılır. Çanakkale deniz muharebelerinin batan son gemisi olur. 22

Dipnotlar

1 Yazar tarafından yazılan Çanakkale Bar-baros Deniz Şehitliği giriş kitabesi.

2 Işın. İ. Bülent, Osmanlı Bahriyesi Krono-lojisi: XIV-XX Yüzyıl: 1299-1922 Ankara: DZ.K.K. Mrk. D. Bşk. Basımevi, 2004 s.324

3 Churchill, Wınston S. - The World Crisis 1911-1918 Thornton Butterworth, Lon-don, 1931. S.284

4 Churchill, s.2855 Richard Hough. Former Naval Person:

Churchill and the Wars at Sea London: Weidenfeld & Nocholson, 1985. S.71

6 Çanakkale, Osmanlı Devleti’nin kurulu-şundan son dönemine kadar olmazsa olmazı, vazgeçilmezi olmuştur. Bazı it-hamların aksine Osmanlı Çanakkale sa-vunmasını ilk sıraya koymuş ve asla ih-mal etmemiştir. 14. yüzyılda Orhan Gazi döneminde Çimpe ve Gelibolu kalelerini fetheden Osmanlı, 15. yüzyılda Fatih döneminde Kilitbahir Ve Kala-i Sultani-ye’yi inşa etti. 17. yüzyılda Padişah Avcı Mehmed (VI.) zamanında boğaz girişine Kumkale ve Seddülbahir Kaleleri inşa edildi. 19. yüzyılda Padişah II. Mahmud tarafından Boğaz ortalarına Mahmudiye Kaleleri yapıldı. 19. yüzyılın ortalarından itibaren yelken döneminden buharlı tek-nolojiye geçiş oldu, yelkenli tahta ge-milerin yerlerini zırhlı ve stimli gemiler almaya başladı. Silah teknolojisinde de gelişme ile birlikte topların menzilleri ve tesirleri yani tahrip güçleri arttı. Bu de-ğişim savunma konseptlerine de yansı-dı. Osmanlı Devleti bu değişime anında ayak uydurarak Çanakkale’de Kale sa-vunmasından Müstahkem Mevki Ve Ta-bya Düzenine geçmiştir. Sultan II. Abdül-hamid döneminde kaleler müstahkem tabya haline çevrilmiş ilaveten Hamidiye Tabyaları başta olmak üzere onlarca ta-bya inşa edilmiştir. Bu tabyalar inşa edi-lirken stratejik öngörü ile eğitilmiş topçu personeli için 1895 yılın da Çanakkale Kilitbahir Değirmen Burnu’nda bir Topçu Okulu kurulmuştur. Harbin sert rüzgârla-rının Çanakkale’de estiği esnada Osmanlı

İmparatorluğu ise, Çanakkale Boğazı sa-vunma sistemini takviyeye devam eder. Bu nedenle önce Sahil Bataryaları ve Tab-yaları elden geçirilir. Bu Bataryalar ile Ta-byalar Merkez Tabyalar Seyyar Bataryalar ve Boğaz Girişi Tabyaları olmak üzere iki grupta toplanır. Muin-i Zafer, Asar-ı Tev-fik, Mesudiye, Berk-i Satvet ve Ertuğrul gemilerinden sökülen toplardan yeni sa-hil bataryaları kurulur. Bu bataryalar gemi topçusu ve denizci personel komutasına verilir.

7 Nigel Steel - Peter Hart. Gelibolu - Ye-nilginin Destanı. Çeviren: Mehmet Har-mancı Sabah Kitapları İstanbul 1997 s.17, Ayrıca bkz.Layman, Richard D, HMS Ark Royal 1914-1922, Cross and Cockade, Volume 14, No. 4, 1987 s.151

8 Aspinall-Oglander C. F. History of the Great War Military Operations Gallipoli: Vol. I William Heinemann (1929)

9 Nigel Steel - Peter Hart. Gelibolu - Yenil-ginin Destanı. Çeviren: Mehmet Harman-cı Sabah Kitapları İstanbul 1997 s.19

10 Aspinall-Oglander C. F. History of the Great War Military Operations Gallipoli: Vol. I William Heinemann (1929) s.98

11 Peter Hart. Gelibolu - Yenilginin Destanı.Çeviren: Mehmet Harmancı Sabah Kitap-ları İstanbul 1997 s.19

12 İngilizler müttefiklerinden ve sömürgele-rinde çeşitli propagandalarla yeterli asker mevcudunu toparlamaya çalışıyorlardı. Birlik eğitimleri için İskenderiye’nin yanı sıra Ege’de Bozcaada ve Limni ileri üs bölgeleri olarak kullanılıyordu. Bu sırada Yunanlılardan çıkarmalarda kullanılacak filikalar satın alınıyor, diğer lojistik ihti-yaçlar tamamlanıyordu.

13 Broadbent, Harvey (2005). Gallipoli: The Fatal Shore. Camberwell, Victoria: Viking/Penguin. s.266

14 Hatip, S. M. (1990). Muavenet-i Milli-ye’nin Harekatı Çanakkale Muharebeleri 75. Yıl Armağanı. (ATASE, Dü.) Ankara: Gnkur. Ss.110-111

15 Burt, R. A. (1988). British Battleships 1889–1904. Annapolis, MD: Naval Insti-tute Press. ss. 130–131

16 Ayrıca bkz. (ADM.231/14.NID.PR., 1889, s.58) Baker Paşa, (Valentine Baker) (1827—1887, İngiliz asıllı asker. Birleşik Krallık, Osmanlı Devleti ve Mısır devletle-ri hizmetinde komutanlık yaptı.) 1878 yı-lında Bolayır ile Gelibolu arasındaki yolu çamur deryası olarak olarak tarif eder-ken, topların nakledilirken yarıya kadar çamura gömüldüğünü ve atların bunları çamurdan çıkarabilmek için çok zorlan-dıklarını belirtmektedir.

17 (IDC, 1915, s.3).18 Compton-Hall, Richard (2004) [1991].

Submarines at War, 1914–18. Penzance: Periscope Publishing. s. 140

19 O’Connell, John (2010). Submarine Ope-rational Effectiveness in the 20th Century: Part One (1900–1939). New York ss.76-78

20 Th. Kraus - Karl Dönıtz. Yavuz Geliyor, Ya-vuz! Goeben ve Breslau’ nun (Yavuz ve Midilli ) Deniz Seferleri. Çeviren: Mustafa Haydar Cümbüş Çiğdem Kitap. Ankara 2007 ss.226-227

21 Gardiner, Robert; Gray, Randal, eds. (1984). Conway’s All the World’s Fighting Ships: 1906–1922. Annapolis, Maryland: Naval Institute Press. s.152

22 UK National Archive ADM 1/8515/51 Re-port Loss of Submarine “E14”

Denizaltı Harbi

İngiliz İmparatorluk Savunma Ko-mitesi için Haziran 1915 tarihinde hazırlanan raporda İstanbul’dan ge-len lojistik nakliyatın kesilmesinin hayatiyeti vurgulanıyordu.17 Harekât esnasında mayın ve denizaltı mâni-alarına rağmen 25 Nisan sabahından itibaren İngiliz, Avustralya ve Fransız denizaltılarının Marmara’ya geçme çabaları olmuştur. Bunların bir kısmı Çanakkale Boğazı sularında batı-rılmış, bir kısmı da teslim alınmıştır. Ancak Marmara’ya geçmeyi başaran denizaltılar da kuvvetlerimize ve lo-jistik nakliyatımıza büyük kayıplar verdirmiştir.18 Alaylar, taburlar, bö-lükler gerek donanma gerekse Şir-ket-i Hayriye ve sivil ticaret gemileri ile cepheye taşınıyordu. Hatta İngiliz denizaltı komutanlarına batırdıkları gemilerdeki boğulan her asker başı-na birer altın mükâfat vaat edilmişti. E-14 denizaltısının komutanı 5000 altın mükâfat almıştır. Çanakkale’de toprağın üstündeki gibi denizin di-binde de azımsanmayacak sayıda şehit verilmiştir.

Denizaltı hücumları ile Çanakkale savaşları sırasında; Osmanlı Deniz Kuvvetleri’nin toplam kaybı 21.000 ton tutarında sekiz harp gemisi, Os-manlı ticaret filosunun kaybı ise top-lam 38.000 ton tutarında buharlı ve 200’den fazla yelkenli tekne olmuştu. Buna karşılık, İtilaf Devletleri 4’ü İngi-liz, 3’ü Fransız ve 1’i Avustralya Bahri-yesi’ne ait toplam 5018 ton tutarında 8 denizaltı gemisi kaybetmiş ve bir Fransız denizaltı gemisi de (390 ton) Türkler tarafından ele geçirilmişti.19

Çanakkale Cephesinde Son Deniz Muharebeleri - Ocak 1918

Birçok kaynak Gelibolu Harekâtı’nın 9 Ocak 1916 tarihinde Seddülba-hir’den son müttefik askerin geri çekilmesi ile tamamlandığını belirt-mekteyse de, Çanakkale Boğazı’nda ve önlerindeki deniz muharebeleri 28 Ocak 1918 tarihine kadar devam

Page 30: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 31: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ?

Soner DEMİRSOYAraştırmacı, Tarihçi

İlk olarak Büyük İskender devrinde yapılmaya başlandığı bilinen ve tarihi seyir içinde büyük gelişme kaydeden denizaltılar, Birinci Dünya Savaşı’nda oldukça gelişmiş vasıflara sahip olmuşlardı. Osmanlı Devleti’nin aldığı bütün önlemlere rağmen savaş boyunca Boğaz’dan 15 müttefik denizaltısı toplam 27 kez Çanakkale Boğazı’na girip çıkmayı başarmıştır.

Soldaki Resim: İngiliz B-11 denizaltısı tarafından torpillenerek batırılan Mesudiye Zırhlısı (Ali Cemal Benim, İstanbul Deniz Müzesi Resim Koleksiyonu, Db. No:1641)

Page 32: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

30

İtilaf Devletleri Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale’yi rahatlıkla geçerek İstanbul’u işgal edeceklerini ve müt-tefikleri olan Rusya’ya yardım ederek kısa sürede savaşı bitireceklerini düşünüyorlardı. 18 Mart 1915’te denizde aldıkları büyük hezimetten sonra donanmanın geçişini engelleyen bataryaları etkisiz bir hale getirme amacıy-la kara savaşlarını başlattılar. Gelibolu Yarımadası’nda 5. Ordu’nun bütün ihtiyaçları deniz yoluyla İstanbul’dan temin ediliyordu. Denizyolu sevkiyatının durdurulması 5. Ordu’nun cephanesiz, askersiz ve yiyeceksiz kalması ma-nasına geliyordu. Madem Boğaz, denizin üstünden geçi-lemiyordu o zaman bir de denizin altı denenmeliydi1. Bu maksatla başlatılan harekâtta 13 Aralık 1914’ten 2 Ocak 1916’ya kadar 15 düşman denizaltısından 9’u 27 kez Bo-ğaz’dan Marmara’ya girip çıktı2.

Müttefik Denizaltılarının Boğaz’ı Geçme Denemeleri

Kara savaşları başlamadan önce Müttefik Filo Komutanı Amiral de Robeck’in emrinde 9 İngiliz ve 4 Fransız deni-zaltısı bulunuyordu3. Bu denizaltılar yedek güç olarak İtilaf Devletleri’nce Çanakkale Boğazı önünde demirli bekletili-yordu. Kendilerine verilen görev; Yavuz ve Midilli zırhlısı Boğaz’dan çıkarsa onlara hücum etmek ve batırmaktı. Al-man denizaltılarının, İngilizlerin en korunaklı deniz üssü olan İskoçya’nın kuzeyindeki Orkney Adaları’nda bulunan ana deniz üslerinden biri olan Scapa Flow’a sızması müt-tefik denizaltılarının da Çanakkale Boğazı’nı geçebileceği fikrini verdi.

Boğaz, doğal olarak oldukça korunaklıydı, bunun yanında çeşitli harp tedbirleri de alınmıştı. Denizin üstünden Bo-ğaz’ın geçilmesi imkânsızdı. Geriye bir tek yol kalıyordu; denizin altından gitmek. En büyük sorun ise o zamanın tahrik gücü bilinmeyen gemilerin Boğaz akıntısını yenip, Çanakkale ile Kilitbahir arasındaki en dar yerden geçebil-me ihtimaliydi. İtilaf Devletleri Çanakkale’de üst üste farklı istikamete akan iki akıntının varlığını biliyorlardı4. Fakat bu akıntıların yoğunlukları hakkında bilgi sınırlıydı. Fark-lı yoğunluktaki su katmanları denizaltıların yüzerliklerini etkileyebilir, karaya oturmalarına ya da suyun üstüne fır-lamalarına sebep olabilirdi. Bunu denemek gerekiyordu5. Bu görev için ilk olarak B-11 İngiliz denizaltısı seçildi. Ma-yın demirleme tellerinden korunabilmesi için baş tarafına özel bir koruyucu konularak Boğaz’a gönderildi.

B-11 denizaltısı, 13 Aralık 1915 günü Çanakkale Boğa-zı’nın güney methalinden içeri girdi ve kendisini Sarısığlar

Koyu’nda demirli Mesudiye Zırhlısı’nın karşısında buldu. Saat 11.55 sularında 800 yarda (1 yarda 0.91 m) kadar zırhlının yanına sokuldu ve torpitosunu fırlattı. Bir zaman-lar Osmanlı Bahriyesi’nin amiral gemisi olan zırhlı, infilak sesinin ardından yan yatmaya başladı. Her ne kadar Me-sudiye top ateşiyle denizaltıya karşılık vermek istemişse de gemi 8-10 dakika içinde iskele tarafına alabora oldu ve gemide 10 subay ve 24 erimiz şehit oldu6.

Kazanılan bu başarı daha büyük evsaflı denizaltıların Bo-ğaz’ı geçebileceği ve Türk siperlerinin arkasına dolanarak Marmara’da Türk ve Alman gemilerine zarar verebilece-ği fikrini verdi7. Savaş şartları henüz tekâmül aşamasında olan meçhul silahların nasıl kullanılacağını öğretiyordu. Boğaz’ın güçlü akıntısına da karşı koyabilecek teknik ba-kımdan donanımlı bir geminin pekâlâ bu görevi başarabi-leceği ortadaydı8. Bu görev için Fransız denizaltısı Saphir-re uygun görüldü9.

Geminin kumandanı Teğmen Henri de Fournier, 15 Ocak Cuma günü saat 06.00-07.00 sularında Boğaz girişinde dalışa geçti ve bir süre bu vaziyette yol aldı. Fournier, ma-yın hatlarına takılmamak için 30 metre derinlikte seyretti. Bu sırada denizaltı, iskele kıç tarafından ve omurganın 280 santim yukarısından ciddi miktarda su sızdırmaya başladı. Tulumbalar içeri giren suyu tahliye etmekte yetersiz kal-dı. Sızan suyun kollektörler üzerine dökülmeye başlaması geminin elektrik aksamının yeterince iyi çalışmamasına, gemi içerisinde aşırı bir gürültüye ve buhara neden oldu. Sarısığlar koyunda su üstüne çıkmaya çalışan Saphire pe-riskop derinliğindeyken Ferman gemisi tarafından fark edildi. Denizaltının avlanması için İsareis gambotu ve Nus-ret mayın gemisi de mücadeleye dahil oldu10. Tekrar dalışa geçen gemi 70 metre derinlikte dibe oturdu11. Bu derinlik fazla olduğu için basıncın etkisiyle içeriye daha fazla su girmeye başladı. Kaptan gemiden ümidini kestikten sonra mürettebatı kurtarmaya karar verdi ve yüzeye çıktı. Dışarı çıkan mürettebat teslim olurken gemi beş dakika içinde battı12. Saphirre batığı, Köseburun ile Değirmen Burnu arasında oluşturulan hattın Anadolu sahilinden yaklaşık 400 metre mesafede bulunmaktadır.

İngi

ltere

’nin

en

mod

ern

deni

zaltı

sı AE

-2’y

i bat

ıran

Sulta

nhis

ar T

orpi

tosu

, (H

üsey

in T

engü

z, İs

tanb

ul D

eniz

Müz

esi R

esim

Kol

eksi

yonu

, Db.

No:

247

5)ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOYİSTANBUL

KÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

Page 33: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

İkinci denemenin başarısız olması İtilaf devletlerinin Bo-ğaz’ı geçme düşüncesini değiştirmedi. Onlara göre İngi-lizlerin “E” sınıfı denizaltıları, gelişmiş pusulaları ve diğer denizaltılara nazaran daha büyük olan bataryaları ile bu geçişi başarabilirlerdi. Bunun için İngiltere’nin, Avustral-ya Deniz Kuvvetleri’ne ait AE-2 isimli denizaltısı, Çanak-kale’ye geldi. Gemi 7 Mart 1915’te keşif seferine çıktı13. Mondros Limanı’nın girişindeki deniz fenerinin yerinin değiştirildiği geminin kaptanı Stoker’e bildirilmeyince de-nizaltı kayalara çarptı ve ağır yara aldı14. Tamir için Malta filo tamirat üssüne gönderildi.

AE-2 yerine Boğaz’ı geçme görevi E-15 İngiliz denizaltı-sına verildi. İlk defa Boğaz’ı geçmeye bu denizaltı teşeb-büs etti. Gemi 17 Nisan 1915 günü saat 02.20 sularında Bozcaada’dan Çanakkale Boğazı istikametine hareket etti. E-15, 02.30’da projektörler tarafından fark edilmemek için dalışa geçti fakat akıntının etkisiyle Anadolu sahilindeki Kepez civarında karaya vurdu. Bu esnada kule kısmı su yüzüne çıkmış olduğundan Osmanlı projektörleri tara-fından fark edildi. İlk mermi kaptan kulesini tahrip edip gemi kaptanı T. S. Brodie’yi hedef aldı. İkinci merminin de elektrik dairesine isabet etmesi üzerine mürettebat gemi-yi terke mecbur oldu. 31 kişilik mürettebattan 24’ü esir

edildi, geriye kalan gemi kaptanı dahil 7 kişi kayboldu15. İçinde 10 torpido bulunan ve bir kısmı su üstünde duran E-15, Türk denizciler tarafından kurtarılmaya çalışılıyordu.

Müttefikler için yapılacak tek bir iş kalıyordu; denizaltının Türklerin eline geçmemesi için kendileri tarafından batı-rılması. Bu görev Yüzbaşı Mc Arthur kumandasındaki B-6 denizaltısına verildi. Fakat o vazifesini tamamlayamadan geri dönmek durumunda kaldı. Donanmadan yapılan aşırtma atışlarla ve tayyarelerden atılan bombalarla bir netice elde edilemedi16. Sonuçta torpitolarla donatılmış iki piket botu kesin sonucu aldı ve E-15 denizaltısı yine İngiliz silahlarıyla Marmara’nın serin sularına gömüldü.

AE-2 Boğaz’ı Geçiyor

Boğaz’ın muhakkak sûrette geçilmesi gerekiyordu. Tamiri biten AE-2, 25 Nisan 1915’te (kara savaşlarının başladığı gün) Çanakkale Boğazı’na daldı, altı saatlik bir yolculuk sonrasında mayınlı bölgeyi atlattı, Türk topçu mevzilerinin önünden geçti ve Marmara Denizi’nde seyre başladı. AE-2’nin Marmara’ya ulaşmasının ardından diğer denizaltılar

Sultanhisar’ın AE 2’yi batırması, (Hüseyin Hüsnü Tengüz, İstanbul Deniz Müzesi Resim Koleksiyonu,

Db. No: 1524)

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOY İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

31

Page 34: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOYİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

32

da Boğaz’a doğru yola çıkmaya başladı. AE-2’den sonra ilk gönderilen gemi E-14 denizaltısıydı. AE-2 denizaltısı, Çanakkale Boğazı’nı geçerken gösterdiği başarıyı Marma-ra’da gösteremedi. 800 tonluk denizaltı daha ilk haftasını tamamlayamadan 30 Nisan 1915 günü Karaburun yakın-larında, Gelibolu’dan dönmekte olan Yzb. Rıza Bey komu-tasındaki 97 tonluk Sultanhisar torpitobotuna yakalandı. 2,5 saat süren bir mücadelenin ardından mağlup olan taraf Stoker ve mürettebatı oldu17. AE-2’nin mürettebatı esir alın-dı18. AE-2’nin batırılmasıyla düşman yalnız 800 tonluk bir silahını yitirmekle kalmadı; aynı zamanda Çanakkale’yi ilk geçen denizaltı komutanının tecrübelerinden istifade ede-medi. Kara savaşlarının başlaması arefesinde Gelibolu’ya lojistik desteğin kesilmesi fikri de gerçekleştirilemedi. AE-2 denizaltısı, tarihte ilk defa Çanakkale Boğazı gibi korunaklı bir yerden içeri giren ve Marmara’da Türk donanması tara-fından batırılan ilk denizaltı oldu19. AE-2 denizaltısı, elimize geçmemesi için kaptanı tarafından sapasağlam batırılan dünyanın ender gemilerinden birisidir. Avustralya Deniz Kuvvetleri’ne bağlı, döneminin en modern denizaltısı, batı-rılışından 83 yıl sonra Karaburun’un 6.4 km kuzey batısında, 72 metrelik derinlikte tespit edildi20.

Savaş Hukukunun İhlali ve Sınırsız Av

E-14 denizaltısı, 1 Mayıs 1915’te Mürefte-Şarköy arasın-da Nurulbahir Gambotunu batırdı ve 10 Mayıs 1915’te bir

muhrip refakatinde Çanakkale’ye personel ve malzeme götüren Gülcemal Vapuru’nu yaraladı. Deniz altından yol açılmıştı. Artık takviye denizaltılar da gelmeye başlamıştı. 19 Mayıs 1915’te E-11 denizaltısı E-14’ten karakol vazi-fesini devraldı. Savaş gittikçe kızışıyordu. 18 Mart hezi-metinin ardından kara savaşlarında da bir başarı göste-remeyen düşman, kural dinlemez olmuştu. E-11 bordo numaralı denizaltı gemisinin kaptanı Bnb. Nasmith, 1907 Lahey Sözleşmesi’nin denizaltı harekâtına kısıtlama ge-tiren hükümlerini hiçe sayarak kayıtsız denizaltı harbine başladı21. İngiliz denizaltısı önüne çıkan ne varsa ya imha etti ya da yaraladı22.

İngilizlerin savaş hukukuna aykırı hareketleri denizlerde işledikleri suçlarla sınırlı kalmadı. Çanakkale Muharebeleri esnasında Maydos kasabasını ve o civardaki Hilâl-i Ahmer bayrağı çekmiş olan hastaneyi top ateşine tuttular. Tayya-relerle sargı yerlerine bomba attılar. Cepheden İstanbul’a yaralı taşıyan hastane gemilerimize taarruz ettiler. Buna karşılık Harbiye Nezareti hadisenin Amerikan Sefareti vasıtasıyla protesto edilmesini istedi. Ayrıca denizaltıla-rın hukuk dışı davranışlarının devam etmesi durumunda İstanbul’da bulunan İngiliz ve Fransız esirlerin gemilerle Gelibolu’ya gönderilmesi düşünüldü23. Bütün bu önlem-lere rağmen İtilaf Devletleri faaliyetlerine hız kesmeden devam etti.

Sultanhisar Torpidobotu ve Mürettebatı(İstanbul Deniz Müzesi Resim Koleksiyonu, Db. No: 4197)

Page 35: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOY İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

33

Osmanlı Devleti’nde bu gelişmeler olurken B-11 denizal-tısının komutanı geldiği yoldan tekrar geriye döndü. Mar-mara’da yaptığı sınırsız denizaltı harbi, gemi komutanı ve mürettebatına Victoria Cross nişanını kazandırdı24. Binbaşı Nasmith ilk Marmara görevinde hiçbir torpitosunu boşa harcamamıştı. Hazırladığı raporunda “Yakalanan hedef-lerin çoğunluğu küçük tekneler, takalar ve mavnalardır. Torpito gibi pahalı, yerine konması ve ikmali zor bir silahla batırmaya değmemektedir. Bu gibi hedeflere karşı kulla-nılmak üzere denizaltılara top monte edilmelidir” diyordu. Harp, denizaltıların nasıl kullanılacağını öğretmeye devam ediyordu. Topların monte edilmesiyle beraber denizaltıcı-lık teknolojisinde yeni bir çağ başlıyordu.

İkinci Dünya Savaşı’nda da yoğun olarak kullanılacak olan denizaltıların ikinci ana silahı olarak toplar yerini aldı. Ar-tık denizaltılar sadece deniz ulaşım araçlarına saldırmıyor-lardı. Demiryollarına, kıta nakliyatı yapan trenlere, kara-yollarına, köprü, tünel gibi bağlantı noktalarına, kısacası Çanakkale ile bağlantı kurulan bütün iletişim yollarına çeşitli saldırılar düzenliyorlardı.

E-11 denizaltısının Marmara’daki ilk görevinden son-ra E-2 ve E-7 Marmara’ya gönderildi. E-11, 5 Ağustos 1915’te ikinci; 26 Kasım 1915’te üçüncü karakol görevi için Marmara’ya girdi. E-12, 25 Haziran 1915’te birinci ve 21 Eylül 1915’te ikinci karakol görevi için Boğaz’ı geçti. Bunun yanında E-20 ve H-1 denizaltı gemileri de Çanak-kale Boğazı’nı geçen müttefik denizaltılarıdır. Fransız de-nizaltıları İngiliz denizaltılarından daha geri seviyedeydi. Buna rağmen Fransızların da Marmara’ya denizaltı sokma teşebbüsü oldu. Bu görevi tek Turquoi-se adlı denizaltı başardı, fakat bu gemi de ancak savaştan sonra Boğaz’dan dı-şarı çıkabildi. Fransızların Joule adlı ge-misi 1 Mayıs 1915’te Yüzbaşı Dupetit Thouars komutasında Kepez-Havuzlar arasında 2A hattındaki mayına çarparak 29 mürettebatıyla battı. Geminin enkazı günümüzde 44 metre derinlikte yatmak-tadır25. Mariotte adlı Fransız denizaltısı da 26 Temmuz 1915 günü Çimenlik Kalesi önünde yakalandı, top ateşi ile batırıldı ve 31 kişilik mürettebatı esir alındı26. Geminin enkazı uzun yıllar Çimenlik Kalesi yakının-da karada kaldı. Daha sonra geminin bir kısmı söküldü. Bir kısmı da Nara’da bir is-kelenin altına temel oldu.

Marmara’ya girme başarısı gösteren Turqu-oise denizaltısı, Marmara’dan dönerken 30 Ekim 1915 günü Çanakkale Boğazı’nda Akbaş önünde dibe oturdu. Müstecip On-başı’nın zamanında müdahalesi ve isabetli

top atışlarıyla gemi, mürettebatıyla esir edildi. Gemi de Müstecip Onbaşı adıyla Osmanlı Bahriyesi’ne katıldı. Bu gemi o kadar ani saldırıya uğradı ki mürettebat ellerindeki gizli belgeleri bile imha edemedi. Ele geçirilen belgeler arasında Turquoise’nin E-20 İngiliz denizaltısıyla randevu koordinatları da vardı. 5 Kasım günkü buluşmaya Turqu-oise yerine UB-15 Alman denizaltısı gönderildi ve İngiliz denizaltısı batırıldı. 4 Eylül 1915 günü E-8 denizaltısı gü-venlik için Boğaz’a gerilen ağlara takıldı. Nöbette bulunan motor gambotların çabalarıyla satha çıkmak zorunda bı-rakılan geminin personeli esir alındı.

Osmanlı Devleti’nin Denizaltılara Karşı Aldığı Önlemler

Müttefik denizaltılarının Mesudiye zırhlısını batırması Os-manlı Devleti’nin Boğaz’da yeni önlemler alması gerekti-ğini ortaya çıkardı27. İlk zamanlar başlıca engel Boğaz’ın doğal olarak korunaklı olması ve döşenmiş olan mayın-lardan ibaretti. Savaş, düşmana denizin altından yol bulup Marmara’ya girmeyi öğrettiği gibi Osmanlı Devleti’ne de denizaltılara karşı önlem almayı öğretecekti.

Mesudiye’nin batırılmasından sonra bu gemide görev yapan personelden 120 kişi ile Boğaz’ın her iki kıyısında gözetleme postaları kuruldu28. Ayrıca Mudanya ve Mar-mara Adası’nın gözetlenmesi için Galata yatıyla İstanbul vapuru, Çanakkale Boğazı için de Peleng-i Derya ve İsareis gambotları görevlendirildi. Torpitobot ve gambotlarımıza denizaltılara karşı zikzak çizerek hareket etmeleri ve onları baskı altında tutarak taarruz etmelerine

Turqoise adlı Fransız denizaltısını esir eden Müstecip Onbaşı

Page 36: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOYİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

34

büyük değişme oldu. Bunun sebebi de gelen Alman deni-zaltısının üç günde iki dev İngiliz zırhlısını Boğaz’ın dibine göndermesiydi.

25 Mayıs 1915 günü U-21, Kabatepe açıklarında 10 pusluk toplarıyla Türk mevzilerine ateş eden Triump muharebe

gemisini ve iki gün sonra da Mehmetçik Feneri açıkların-da demirli Majestic muha-rebe gemisini torpilledi. Bir zamanlar İngilizlerin Anava-tan Filosu’nun gururu olan koca gemi 7 dakika içinde denizin dibine gömüldü31. Bu iki geminin batırılması Türk tarafını büyük nisbet-te rahatlattı. İtilaf Devletleri muhripten daha büyük ge-milerini Mondros Limanı’na geri çektiler. Gemiler kara savaşları sırasında uçurulan balonların verdiği koordi-natlara aşırtma atışı yapıyor, kara birliklerini deniz atışla-rıyla destekliyorlardı. Artık İtilaf donanması Ege Deni-zi’nde istediği gibi dolaşa-mıyordu. Queen Elizabeth

gibi devrin en yeni muhare-be gemisi, denizaltı tehdidine karşı limana geri çağırıldı.

Çanakkale muharebeleri sırasında Alman denizaltıları Ege, Marmara Denizi ve Karadeniz’de harekât yapmak üzere 5 botluk bir filotilla halinde teşkilatlandı. U-21 filotillanın komutanı idi. Bu filotilladan UC-13 Karadeniz’de kaybol-du. U-21’in arızaları arttığı için Cattaro’ya geri döndü.

24 Mayıs 1915’te İtalya’nın İtilaf Devletleri’nin yanında sa-vaşa girmesiyle Alman denizaltılarına yeni hedefler çıktı. Bu nedenle Çanakkale muharebelerinden sonra denizaltı-ların harp sahası Akdeniz’e kaydırıldı32.

Denizaltı Savaşlarının Sonuçları

İlk olarak Büyük İskender devrinde yapılmaya başlandı-ğı bilinen ve tarihi seyir içinde büyük gelişme kaydeden denizaltılar, Birinci Dünya Savaşı’nda oldukça gelişmiş va-sıflara sahip olmuşlardı. Osmanlı Devleti’nin aldığı bütün önlemlere rağmen savaş boyunca Boğaz’dan 15 müttefik denizaltısı toplam 27 kez Çanakkale Boğazı’na girip çık-mayı başardı. Denizaltı harekâtında 1914 ila 1916 yılları asındaki kayıp bilançomuz:

Mesudiye Fırkateyni, Barbaros Zırhlısı, Yarhisar Muhribi, Peleng-i Derya Vapuru, Nurülbahir ve Sakız Gambotları,

imkân vermemeleri talimatı verildi. Deniz uçaklarından denizaltıların yerlerinin tespit edilmesi için istifade edil-meye çalışıldı. Denizaltılar sadece gemilere saldırmayıp aynı zamanda demiryolları, köprüler, fabrikalar, iskele ve limanlara da saldırdıkları için stratejik noktalara bataryalar kuruldu. İlk zamanlar su üstü gemilerine göre ayarlanan mayınlar yanında 2, 5, 4, 5, 8, 30 ve 40 metrelik kade-meli mayınlar döşendi. Mayın hatlarından sızarak Marmara’ya yönelen deni-zaltılara karşı daha uyanık olmak ve daha çabuk ha-berleşmeyi sağlamak için Boğaz’ın muhtelif noktaları-na birer gözetleme postası yerleştirildi29.

Düşman denizaltılarını Mar-mara’ya geçirmemenin en kısa ve kestirme yolu hiç şüphesiz Boğaz’ın ağlarla kapatılması ve buralarda bulundurulacak karakol ge-mileriyle denizaltıları tahrip etmekti. Bunun için ilk ola-rak Şubat 1915’te Boğaz, balık ağı kuvvetinde hafif ağlarla kapatıldı. Bu ağlar 5 metre yüksekliğinde ve 47 ila 50 metre uzunluğundaydı. Ağların yüksekliğini arttırmak için 5 ağ birbirine ekleniyor ve bu surette 20 metreye kadar çıkarılabiliyordu. Sağlam olması için de ağlar dört kat yapılıyordu. Bu ağların de-nizaltıları durdurmaya yetecek kadar sağlam olmadığının anlaşılması fazla uzun sürmedi. Bu sefer Boğaz daha kalın ağlarla kapatıldı. Karaya bataryalar kuruldu. Işıldaklarla her gece Boğaz tarandı.

Alman Denizaltıları Çanakkale Önlerinde

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce ve savaş sırasında Os-manlı Devleti’nin Avrupalı devletler ve Amerika’dan de-nizaltı alma teşebbüsleri oldu, fakat bu konuda somut bir gelişme olmadı. Dolayısıyla Müttefik denizaltıları Ça-nakkale Boğazı’ndan Marmara’ya girerken Osmanlı’nın elinde kendine ait bir denizaltısı yoktu. Müttefikimiz olan Avusturya’dan denizaltı gemisi alma teşebbüsümüz de sonuçsuz kaldı. Bu durumda tek ümidimiz Alman denizal-tılarıydı. Bu amaçla dönemin Bahriye Nazırı Cemal Paşa, 4 Ekim 1915’te Sadaret makamına gönderdiği yazıda Almanya’dan satın alınacak iki denizaltının Türk suların-da kullanılmasının faydalı olacağını belirtiyordu30. Bunun için ilk Yzb. Otto Hersing komutasındaki U-21 denizaltısı Çanakkale’ye geldi. U-21’in gelmesiyle güçler dengesinde

E-11 Denizaltısı tarafından batırılan Barbaros Hayreddin Zırhlısı.

Page 37: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOY İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

35

Samsun Mayın Gemisi, Nara Vapuru, Bandırma Vapuru, Tecelli Vapuru, Ceyhun Vapuru, Halep Vapuru, Peyk-i Şev-ket Torpito Kruvazörü, İsfahan Vapuru, Halep ve Tenedüs Vapurları, Gelibolu Vapuru, Bosphorus vapuru, Leonida vapuru, 40 ve 41 numaralı Şirket-i Hayriye Vapurları, 1 nolu Haliç Vapuru, Bülbül Vapuru, Biga Vapuru, Hayrullah Vapuru, Kesendra Vapuru, Mahmut Şevket Paşa Gemisi, Aydın Reis Gambotu, Hanefiya ve Plevne Vapuru başta olmak üzere 38.000 ton tutarında 31 ticaret gemimizi ba-tırdılar. Bunun yanında 200’den fazla yelkenli ve mavnayı tahrip veya imha ettiler.

Buna karşılık İtilaf Devletleri’nin de kayıpları ağırdı. Harekât sırasında 5 İngiliz, 3 Fransız ve 1 de Avustralya denizaltısı olmak üzere toplam 5818 ton tutarında 9 denizaltı batı-rıldı ve Turquoise adlı Fransız denizaltı gemisi esir alındı33. Deniz üstünden ve karadan ilerleyemeyen düşman suyun derinliklerinden yol bulup Marmara’ya girebildi. Fakat asıl vazifeleri olan Beşinci Ordu’nun İstanbul ile olan irtibatını kesemediler. Boğaz’dan ilk geçen AE-2 denizaltısı Marma-ra Denizi’nde ilk sancak açtığında Türklerden kimse teslim olmadı. Zaman zaman Çanakkale ile irtibatımız kesintiye uğrasa da tamamen durmadı. Alınan tedbirlerle düşman tam olarak durdurulamasa da hızı kesildi. Zaten Osmanlı Devleti denizaltı tehlikesine karşı denizden ulaşımını dur-durup kara ulaşımına ağırlık verseydi, İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’den elleri boş gittiklerini göremezdi.

Dipnotlar

1 Mustafa Selçuk, Hedef Şehir İstanbul Çanakkale Geçildi mi?, İstan-bul 2005.

2 Soner Demirsoy, “Çanakkale Denizaltı Savaşları”, Osmanlı’nın Son Kilidi Çanakkale Tek Kitap, (Ed. Soner Demirsoy-Kasım Hızlı), İstan-bul 2014, s. 21-40.

3 Mustafa Selçuk, a.g.e. s. 1124 Oğuz Otay, Efendi Kaptan Kurtar Bizi: Mesudiye Zırhlısı Osmanlı’nın

Son 40 Yılının Tanığı (1874 – 1914), İstanbul 2005, s. 200.5 Çetinkaya Apatay, “Çanakkale Muharebelerinde Denizaltı Ha-

rekâtı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 37, Mart 1988, s. 53.6 ATASE, BDH. KL. 101 D. 496, F. 2-2; Oğuz Otay, a.g.e. s. 220; Çetin-

kaya Apatay, a.g.m. s. 53.7 Orhan Bayrak, Çanakkale Savaşları, İstanbul 2005, s. 83; Mustafa

Selçuk, a.g.e. s. 112;8 Soner Demirsoy, “Çanakkale’de Denizaltı Savaşları”, Yedikıta Dergi-

si, Sayı 7, Mart 2009, s. 42-47.9 Kemal Koç, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale Boğazı ve Marmara’da

Denizaltı Muharebeleri, MSGSÜ, Yayınlanmamış Y.L. Tezi, İstanbul 2012, s. 114.

10 DMA, FAB., D. No. 171, 1.11 DMA, FAB., D. No: 171, 13.12 DMA, FAB., D. No. 171, 13.13 Kemal Koç, a.g.t., s. 121.14 Fred & Elizabeth Brenchley, Gelibolu Çıkarmasının Yapıldığı Gün

Avustralya’nın Çanakkale Boğazı’na Yağtığı Cesur Saldırı: Stoker’ın Denizaltısı, (terc. Pervin Yanıkkaya), İstanbul 2003, s. 73.

15 ATASE, BDH.KL., 4669, D., H-14, F., 1-14.16 ATASE, BDH.KL. 4669, D. H14, F. 1-14a.17 “Sultanhisar Destanı”, (Anlatan: Sultanhisar Süvarisi Ali Rıza Kap-

tan), Yıllarboyu Tarih Dergisi, VIII/4 (Nisan 1982), s. 63–64.18 BOA, HR. SYS, 2323/1; Fred & Elizabeth Brenchley, a.g.e. s.12919 Ayhan Yüksel, “Çanakkale Savaşlarında Sultanhisar Torpidosu,

Muâvenet-i Milliye Muhribi: Mürettebâtı ve Faaliyetleri”, Çanakkale Savaşları Tarihi Citl IV. İstanbul 2008, s. 2060.

20 Savaş Karakaş, Yakın Tarih İncelemeleri -1 Çanakkale Savaşı, İstan-bul 2006, s. 140.

21 Çetinkaya Apatay, a.g.m. s. 54.22 BOA. DH. EUM. VRK. 25/25.23 BOA. HR. SYS. 2179/3.24 Çetinkaya Apatay, a.g.m. s. 54.25 Savaş Karakaş, a.g.e. s. 140.26 BOA. HR. MA. 1136/64.27 Saim Besbelli, (1914 – 1918) Çanakkale’de Türk Bahriyesi, Ankara

1959, s. 17 (424 sayılı Donanma Dergisi ekidir)28 I. Dünya Harbi’nde Türk Harbi, C. VIII, Ankara 1976. s. 270.29 Nurcan Bal, Türk Deniz Harp Tarihinde İz Bırakan Gemiler, Olaylar

ve Şahıslar, Marmara’da Denizaltı Avı Sultanhisar ve Stoker’in Deni-zaltısı AE 2, Piri Reis Araştırma Merkezi, İstanbul 2006, s. 49.

30 BOA, HR. SYS. 2107-4.31 BOA. HR. MA. 1155/72.32 Çetinkaya Apatay, a.g.m. s. 57.33 Çetinkaya Apatay, a.g.m. s. 556.

1993 yılında İstanbul Kemerburgaz

Bölgesi Akpınar Köyü sahilinde bulunan

UB-46 Alman denizaltısının 16 m.’lik

baş kısmı.

Çanakkale muharebeleri sırasında Alman denizaltıları Ege, Marmara Denizi ve Karadeniz’de harekât yapmak üzere 5 botluk bir filotilla halinde teşkilatlanmıştır.

Page 38: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 39: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE 1915VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI

Dr. Rinaldo MARMARATürkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu Basın Sözcüsü ve Kültür Ateşesi

Bülent GÜNALGazeteci-Yazar

I. Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıldönümünde, Vatikan Gizli Arşiv belgelerinin ışığında Çanakkale Savaşı’nın insanî yönünü belirtmek istedik. Bu konuda yayınlanmamış Vatikan Gizli Arşivleri, Türk halkının savaş zamanında bile düşmanlarına karşı sergilediği yüce duruşa bir övgü niteliğindedir. Türk halkının, 1915’teki o müthiş Çanakkale Savaşı’nda çatışmalar sürerken, düşman askerlerinin mezarlarını koruma kaygıları ve niyetleri kaydedilmeye değer. Bu, savaş esnasında vuku bulan bir insanlık dersidir.

Page 40: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

38

Çanakkale Savaşı tarihe birçok yö-nüyle geçti. Ama tarihçilerin üzerin-de hemfikir olduğu konuların başın-da Çanakkale Savaşı’nın dünyanın gelmiş geçmiş en centilmen savaşla-rından biri olduğu geliyor.

Birinci Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıldönümünde, Vatikan Gizli Arşiv belgelerinin ışığında Çanakkale Sa-vaşı’nın «insanî» yönünü belirtmek istedik. Bu konuda yayınlanmamış Vatikan Gizli Arşivleri, Türk halkının savaş zamanında bile düşmanla-rına karşı sergilediği yüce duruşa bir övgü niteliğindedir. Türk halkı-nın, 1915’teki o müthiş Çanakkale

Savaşı’nda çatışmalar sürerken, düşman askerlerinin mezarlarını koruma kaygıları ve niyetleri kay-dedilmeye değer. Bu, savaş es-nasında vuku bulan bir insanlık dersidir.

Kayıp asker aileleri, ölen yakın-larının mezarlarının bulundu-

ğu yerler hakkında bilgi edinmek için Papa XV. Benoît’ın aracılığı ile Türki-ye’deki gayrı resmi temsilcisi Mon-senyör Dolci’ye başvurmaktaydılar. Enver Paşa, yüksek görevinin sonu gelmez meşguliyetlerine rağmen harbin başlangıcından itibaren, bu pek kutsal mezarlara gereken say-gının gösterilmesi için generallerine talimat verir.

Çanakkale Savaşı’nın bilinmeyen bir yönüydü İngiliz, Fransız ve Avust-ralyalı askerlerin mezar yerlerinin bulunması ve korunmasına yönelik verilen uğraşlar. Papa XV. Benoît’un aracılığıyla Osmanlı Devleti’nin en üst kademeleriyle bağlantı kurul-muş; ölen Hıristiyan askerlerinin mezar yerlerine dini semboller ko-nulması, yine mezar yerlerinin plan-

larının çıkartılıp fotoğraflanması istenmişti. Ancak unutulmaması ge-reken bir detay var. O da bu isteklerin talep edildiği, Osmanlı Devleti’nce de karşılık gördüğü o günlerde, sa-vaş bütün hızıyla devam ediyordu. Savaş bitmiş olsa, barış anlaşmaları yürürlükte olsa, bu talepler sıradan karşılanabilirdi. Oysa bu yazışmaların büyük çoğunluğunun yapıldığı gün-lerde Çanakkale’de top sesleri eksik olmuyor; hemen her gün binlerce asker aldığı bir kurşun yarası ya da vücuduna isabet eden bir şarapnel parçası nedeniyle son nefesini verip, toprağa düşüyordu. Mektup trafiği yıllar sürdü.

Papa XV. Benoît bu konuyla ilgili Kar-dinal Gasparri’yi görevlendirmişti. Ayrıca Vatikan’da, Çanakkale’de kayıp ve muhtemelen Türkiye’de esir olan Fransız, İngiliz ve Anzak askerlerinin listelerini tutmak için “Harp Esirleri İstihbaratı Geçici Bürosu” kurulmuş-tu. Kardinal Gasparri, kendilerine gelen tüm talepleri Vatikan İstanbul Temsilcisi Monsenyör Angelo Maria Dolci’ye iletiyordu. Mektup trafiği bu şekilde yürütülüyordu. Monsenyör

Kraliyet gemisi Londra’da, Avustralyalılar ve Mavi Ceketliler

Gully Ravine (Zıgın Dere) bölgesi, Eylül 1915

Page 41: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE 1915 VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI / Dr. Rinaldo MARMARA - Bülent GÜNAL İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

39

Dolci ise özellikle Harp Esirleri İstih-baratı Geçici Bürosu’ndan kendisine iletilen bu talepleri karşılayabilmek için Osmanlı Hükûmeti ile yakın iliş-kiler kurmuş; özellikle de mezar yer-lerinin korunması için Harbiye Nazırı Enver Paşa ile görüşmüştü.

Enver Paşa ise Vatikan’ın mezarların korunması hakkındaki endişelerine duyarlılık göstermiş; harbin başın-dan itibaren bu mezarlara saygı gös-terilmesi için gereken tüm emirleri vermişti. Hatta söz konusu bölgeye gidip mezarları bizzat gözden ge-çirebilsin diye Monsenyör Dolci’nin emrine bir grup asker vermeyi dahi teklif etmişti. Enver Paşa böylece, Papa XV. Benoît’un ricası üzerine, Çanakkale’de ölen askerlerin mezar-larını çok özel bir şekilde kendi yük-

sek himayesine almış; acılı ailelerin yüreğini bir nebze rahatlatmak için Monsenyör Dolci’ye Çanakkale’de bulunan bütün mezarların fotoğraf-larının kopyalarını hediye etmişti.

Papa, Enver Paşa’nın yaptığı bu büyük jestten çok etkilenmişti. Enver Pa-şa’nın emriyle verilen ve kendilerine ulaşan tüm mezarlık bilgi ve fotoğraf-larının kopyalarını Çanakkale Sava-

şı’nda taraf olan bütün hükümetlere hatta ailelere göndermişti. Papa’nın bu çabası da hükümetler nezdinde büyük taktirle karşılanmıştı.

Savaşların görünmez yüzüydü me-zarlıklar sorunu. Birinci Dünya Sa-vaşı boyunca, hatta sonrasında Va-tikan-İstanbul-Çanakkale üçgeninde yaşanan mektup trafiğinin ana ko-nularından biri yaşamını yitiren as-kerlerin mezarlarıydı. İtilaf güçlerine mensup on binlerce asker evlerin-den binlerce kilometre uzaklıkta yabancı topraklarda son nefeslerini vermişlerdi. Çanakkale’de oğlunu kaybeden Fransız acılı bir annenin de Avustralyalı bir babanın da tek tesellisi evlatlarının mezarlarının bu-

lunması, mümkünse de korunmasıy-dı. Ancak bazen iyi niyet de yeterli olmuyordu. Yabancı askerlerin me-zar yerlerinin bulunmasında bin bir sorunla karşılaşılıyordu.

Her şeyden önce, Avustralyalıların Gelibolu yarımadası üzerinde sa-vaştıkları arazi oldukça genişti; da-hası ‘Lonesome Pine’, ‘Brown’s Dip’, ‘Walker’s Ridge’ gibi isimlendirmeler İngilizler’in icadıydı. İngiliz haritaları-nın dışında bu isimler hiçbir haritada

yer almamaktaydı. Bu nedenle veri-len açıklamalar, çoğu zaman anla-şılmaktan uzaktı. Mezarlıkların harp sahasında bulunduklarını ve mezar-ların listeleri ile konumlarını belirten planları talep etmenin Osmanlı aske-ri yetkililerinde stratejik sorunlara yol açtığını özellikle dikkate almak gere-kir. Buna rağmen Monsenyör Dolci aracılığıyla Vatikan’dan gelen ricalar geri çevrilmemeye çalışılıyordu.

Frank Coffee Vak’ası

Tüm bu mektup ve yazışma trafiği içinde genç bir Anzak teğmenin hi-kayesi dikkat çekiyordu: Frank Mat-thew Coffee. Bu öyle bir hikayeydi ki, savaşın hem acı hem de insanî yönlerini sinematografik bir tatla an-latıyordu. İşte tüm tarihi gerçeklerin tanıklığı ve Vatikan Gizli Arşivleri’nde yer alan belgeler ışığında, çok çarpıcı bir yaşam hikayesinin, Frank M. Cof-fee’nin hikayesinin kapısını aralıyo-ruz.

Frank Matthew Coffee, 11 Nisan 1887’de dünyaya gelmişti. Zengin bir Avustralyalı yayıncı olan babası Frank Coffee ile aynı adı taşıdığı için Junior Frank olarak anılıyordu. Ame-rika Birleşik Devletleri’ndeki Kentu-cky ve Stanford Üniversiteleri’nde hem gazetecilik hem de mühendis-lik okumuştu. Birinci Dünya Savaşı patladığında Sidney’deydi; gazete-

Frank Coffee

Page 42: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE 1915 VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI / Dr. Rinaldo MARMARA - Bülent GÜNALİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

40

lere yansıyan haberler, Sid-ney’deki caddeler, sokaklara asılan askere çağıran afişler kanının kaynamasına yet-mişti de artmıştı bile. Evet, askere gönüllü olarak ya-zılmalıydı. Bu düşüncesini ilk olarak kendinden 5 yaş büyük ağabeyi Jack’e açtı. Jack de kardeşiyle aynı duyguları paylaşıyordu. Ertesi gün her iki karde-şin adı da Birinci Dünya Savaşı’na katılacak gönüllü askerler arasında yazıyordu. Aldıkları bu ka-rarla ilgili anne ve babalarının nasıl bir tepki gösterdiğini bilmiyoruz ama tahmin etmek zor değil. Çocuk-larının evlerinden binlerce kilometre uzaklara hem de savaşmak için git-mesi hiçbir anne babanın kolay ko-lay kabullenebileceği bir durum de-ğil. İhtimaldir ki, hem Frank hem de Jack anne ve babasının itirazlarına

rağmen Avustralya ordusuna katıl-mışlardı. Her ikisi de asteğmendi. Ve kaderin garip bir cilvesi olsa gerek her iki kardeş de aynı cephede gö-revlendirilmişti: Çanakkale’de!

Çanakkale’de müttefik güçleri tahmin etmedikleri bir dirençle karşılaşıyor-du. “Çanakkale geçilmez” dedirten günler yaşanıyordu. Geceler gün-düze, gündüzler geceye karışmıştı. Kanlı çarpışmalar nedeniyle her gün binlerce asker toprağa düşüyordu. Ve 19 Kasım 1915’te Frank M. Cof-fee kalbine isabet eden bir şarapnel parçası nedeniyle 28 yaşında yaşama veda etti. Ancak onun hikayesi ölü-müyle bitmedi, aksine başladı...

Asteğmen Frank M. Coffee’nin ölüm ha-beri binlerce kilometre uzaklıkta bulunan Sid-ney’deki evine ulaşmış-tı. Acı haberi alan baba Frank Coffee’nin artık tek bir amacı vardı; oğlu Frank M. Coffee’nin me-zarını buldurup, Sidney’e getirtmek. Ama savaş hala olanca hızıyla de-

vam ediyordu. Çanakkale Boğazı’nın masmavi suları kan kızıla boyanmış-tı. Cepheden top atışları, silah sesleri eksik olmuyordu. Böyle bir ortamda kim bir Anzak askerinin mezarıyla ilgilebilir, binlerce kimsesiz mezarlık arasında Frank M. Coffee’nin meza-rını bulabilirdi? Baba Frank Coffee yine de kararlıydı. Oğlunun mezarı-nı bulmalı, onu doğduğu topraklara Sidney’e getirmeliydi. Katolik Kilise-si’ne yaptığı bağışlarla tanınan Baba Frank Coffee çareyi “bir umut” diye-rek Vatikan’ın Sidney Temsilciliği’ne başvurmakta bulmuştu.

Sidney Vatikan Temsilciliği, acılı ba-banın isteğini gerçekleştirmenin ne kadar zor olduğunun farkındaydı. Ama bir şey yapmalıydılar. Sidney Vatikan Temsilciliği, asteğmen Frank M. Coffee’nin mezarının bulunabil-mesi için Vatikan’a mektup gönderdi. Mektupta, Baba Frank Coffee’nin ta-lebini iletiyorlardı. Baba Coffee, hem oğlunun mezarının bulunmasını hem de oğlunu doğduğu topraklara götürmek istiyordu. Vatikan Devlet Sekreteri Kardinal Pietro Gasparri Çanakkale Savaşı’ndaki kayıp mezar-larla ilgili tüm başvurularda olduğu gibi, bu talebi de Vatikan İstanbul Temsilcisi Monsenyör Angelo Ma-ria Dolci’ye iletmişti. Ve Sidney-Va-tikan-İstanbul- Çanakkale arasında asteğmen Frank M. Coffee’nin me-zarının bulunmasına yönelik yazış-malar tam 4 yıl sürdü, koskoca 4 yıl! Savaş bittikten sonra bile bu kayıp

Frank M. Coffee’nin mezarının bulunmasına yönelik yazışmalar tam 4 yıl sürdü, koskoca 4 yıl! Savaş bittikten sonra bile bu kayıp mezarın aranmasına devam ediliyordu. Her türlü bilgi kırıntısının üstüne gidiliyor, alan çalışması yapılıyor, genç asteğmenin mezarı aranıyordu.

X Beach (İkiz Koyu) civarında sıhhiyeci subaylar için düzenlenmiş istirahat ve toplantı odası. Masanın solunda Kralliyet Deniz Tümeninden Rahip Hallding oturuyor.

Suvla Koyu’nda üsleme

Page 43: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE 1915 VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI / Dr. Rinaldo MARMARA - Bülent GÜNAL İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

41

mezarın aranmasına devam ediliyordu. Her türlü bilgi kırıntısının üstüne gidiliyor, alan çalışması yapılıyor, genç asteğmenin mezarı aranıyordu. Nihayet, 4 yılın sonunda Sidney’e Baba Frank Coffee’nin yüreğinin bir nebze olsun rahatlatan haber ulaştı: ‘’Oğlunuz Frank M. Coffee’nin me-zarı bulunmuştur.’’ Oğlunun naaşını doğduğu topraklara götürmek isteyen baba Frank Cof-fee bu fikrinden vazgeçmişti. Vatikan Sidney Temsilciliği’ne yazdığı teşekkür mektubun-da şöyle diyordu: “(...) Naaşın kalıntılarının Brown’s Dip Mezarlığı’ndaki Frank’ın Avust-ralyalı asker arkadaşlarının yanında kalma-sını arzu ettiğimizi bildireceğim. Eminim ki, kendisine bu konuda fikri sorulabilse onun da arzusu aynı olurdu”.

Frank M. Coffee vak’ası bir başka soruyu da akıllara getiriyor. Mustafa Kemal Ata-türk, Frank Coffee vak’asından haberdar mıydı? Acaba o da tüm bu yazışmalara, genç teğmenin mezarının bulunması çalışmalarına tanıklık etmiş miydi? Bu soruyu sorduktan sonra, Atatürk’ün 18 Mart 1934 yılındaki Çanakkale Zaferi Törenleri’ne gönderdiği mesajı tekrar hatırlamakta yarar var. Atatürk o ünlü mesajında şöyle diyordu: “Bu mem-leketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın bağrında bulunuyorsunuz. Huzur ve barış içinde uyuyun. Sizler Mehmetçikler ile yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan ev-latlarını bu savaşa gönderen ana-lar, göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlat-larınız, bizim bağrımızdadır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim çocuklarımız ol-muşlardır”.

Evet, Mustafa Kemal Atatürk bel-ki de Frank M. Coffee olayından haberdardı. Öyle olmasa bile Frank M. Coffee benzeri olay-lara tanıklık ettiği için 1934 yı-lında bu çok önemli mesajı ya-yınlamış olabilir. Çünkü Frank M. Coffee vak’ası tüm belge-ler ışığında incelendiğinde Atatürk’ün o sözlerinin anla-mı bir kat daha artıyor.

Çanakkale’nin tahliyesi arifesinde General Brulad ve General H.E. Street ile Kurmay heyetinin

Seddülbahir Kalesi avlusundaki hatıra fotoğrafı, 1 Ocak 1916

Anafartalar Kumandanı Miralay Mustafa Kemal ve maiyeti

Suvla Koyu’nda mavnalardan inen birlikler

Page 44: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 45: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI

İrfan DAĞDELENNadir Eserler Uzmanı

Çanakkale muzafferiyetiyle nihayetlenen savaşın üzerinden 100 yıl geçti. Bu zaman zarfı içerisinde Çanakkale Savaşları ile alakalı on binlerce kitap yayınlandı. Bütün yönleri ile anlatılmaya, yazılmaya başlandı. Tarihi önemi, Birinci Dünya Savaşı’ndaki yeri, savaşanların anıları, harp cerideleri, cepheden gönderilen ve cepheye gönderilen mektuplar… Tüm bunların mütemmimi mesabesinde olan bir de haritalar vardır ki yazılan tüm bu bilgileri anlamlandıran hatta delillendiren ünik belgelerdir. Bu haritalardan birkaçı ışığında Çanakkale savaşlarını farklı bir bakış açısı ile ele alacağız.

Page 46: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI / İrfan DAĞDELENİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

44

I. Dünya Savaşı’nın en önemli cephelerinden biri olan Ça-nakkale Cephesi’nde Şubat 1915’te başlayan çatışmalar 18 Mart 1915’te en şiddetli deniz savaşları ile devam et-miştir. Netice itibariyle Çanak-kale muzafferiyetiyle nihayet-lenen savaşın üzerinden 100 yıl geçti. Bu zaman zarfı içerisinde Çanakkale Savaşları ile alakalı on binlerce kitap yayınlandı. Bütün yönleri ile anlatılmaya, yazılmaya başlandı. Tarihi önemi, Birinci Dün-ya Savaşı’ndaki yeri, savaşanların anıları, harp cerideleri, cepheden gönderilen ve cepheye gönderilen mektuplar…

Tüm bunların mütemmimi mesabe-sinde olan bir de haritalar vardır ki yazılan tüm bu bilgileri anlamlandı-ran hatta delillendiren ünik belgeler-dir. Bu haritalardan birkaçı ışığında Çanakkale savaşlarını farklı bir bakış açısı ile ele alacağız.

Harita:1Çanakkale Boğazı Haritası

Page 47: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI / İrfan DAĞDELEN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

45

Yukarıdaki harita: 11.01.1332 tarihinde Yirmi Beşin-ci Fırka ile taht-ı emrinde bulunan İynoz müfrezesinin vaz’u’l-ceyşleri ve kezâlik fırka taht-ı emrinde bulunan Bo-layır Ağır Topçu Alayı’na mensup bi’l-cümle ağır topların cins, adet ve mevzi’lerini müş’ir krokidir. 1: 157.500 metre mikyasında olan haritanın işaret-i mahsusasında 15’lik L 40 tûlünde top, 15’lik L 21 tûlünde top, 9’luk âdi krupp, 7,8’lik ateşli top, 5,7’lik seri’ ateşli top, Süvari Muhabere

Postası, Muhabere atlıları, Piyade postası, On İkilik santral, Onluk santlar, Dörtlü santral, Adi Telefon Merkezi, Sahra Telefon Merkezi, Hudut istikameti ve kablolar gösteril-mektedir. Ayrıca harita üzerinde yeşil ile yazılan yerlerde tahte’l-bahre karşı konuşlandırılan topların adedini ve ko-numunu belirtmekte. Yirmi Beşinci Fırka’nın harekat alanı, Bursa Seyyar Jandarma Taburu ile İynoz Sahil Jandarma Bölüğü Mıntıkası’nı göstermektedir. (Harita: 2)

Haritanın işaret-i mahsusasında Tabur Merkezi, Alay Merkezi, Muhabere Postaları, Sargı Mahal-leri, Bir Sıra Köprü Alanı, İki Sıra Köprü Alanı, Tel Örgüsü gibi alanlar işaretlenmiştir. Ayrıca harita üzerinde “12. Bölük’te Yedinci Onbaşı Mustafa Çerkeş” yazmaktadır.

Harita’da Kirte Muharebeleri’nin yapıldığı ala-nı göstermektedir. Birinci Kirte Muharebesi 28 Nisan 1915, İkinci Kirte Muharebesi 6-8 Mayıs 1915, Üçüncü Kirte Muharebesi 4-6 Haziran 1915 tarihlerinde yapılmıştır. Kirte Muhare-belerinde İngiliz ve Fransızların kaybı bizden daha fazla olmuş ve burada kazandığımız ba-şarılar ile Savunma hattı korunmuş, belli bir müddet de rahatlama olmuştur. (Harita: 3)

Harita:2

Harita:3

5,6 Şarapnel Bombası. Yüzbaşı Bekir Efendi.

Page 48: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI / İrfan DAĞDELENİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

46

Kilitbahir ve Kirte arasındaki İkinci ve Üçüncü Müda-faa hatlarını göstermektedir. (Harita: 4)

Kanlıdere, Kirte deresi ve Alçıtepe arasını gösteren haritanın lejantında; Düşman siperleri, Birinci hat si-perleri, Müdafaa Tertibatı Bulunan ikinci ve üçüncü hat siperleri, Tamire muhtaç siperler, Tabur merkez-leri, Adi Karargahlar, Sargı merkezleri gösterilmek-tedir. (Harita: 5)

Harita: 4

Harita: 5

Page 49: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI / İrfan DAĞDELEN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

47

Çanakkale Boğazı’nın Garbi Kısmı ha-ritası: Bu haritada işaret-i mahsusa olmayıp Eceabad, Bigalı Köyü, Kuru-ca Dere (Kocadere), Arıburnu arasın-da fırkaların konumu yer almaktadır. Özellikle Kuruca Dere mevkii’nde bir hastane yer almakla birlikte burada ağır hastaların tedavisi yürütülmek-teydi. Baştabip Tatar İsmet Bey’in gayretleri ile düzenli bir hastane oluşturulmuş ve burayı ziyaret eden Liman Von Sanders Paşa hastane-yi altın madalya ile ödüllendirmiş. Bugün burada isimleri tespit edilen 1354 nefer için bir şehitlik yer almak-tadır. (Harita: 6)

Anafarta-i Sagir haritası: Anafarta-i Sagir ile Muarız Körfezi arasındaki ordunun durumu-nu gösterir haritadır. Erkan-ı Harbiye-i Umu-miye’nin basmış olduğu bu harita üzerine elle yazılmış olarak, ordunun hareket kabiliyetini gösterir işaretler yer almaktadır. Köyler, dağlar, tepeler, dereler ve çeşmelerin yerleri belirtil-miş, eşyükselti eğrileri ile de yüksekliklerin he-saplanması amaçlanmıştır. (Harita: 7)

Harita: 6

Harita: 7

Page 50: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI / İrfan DAĞDELENİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

48

1: 50.000 ölçekli haritada Kumkale, Odun İskelesi, Kemikli, Karanlık Liman arasındaki askeri hareketliliği göstermektedir. 143 Alay ile muhtelif tabur ve bölüklerin vaziyeti belirtilmektedir. (Harita: 8)

Bu harita örneklerini çoğaltmak ve çeşitlendirmek mümkündür. Kitaplarda yazılanları haritalar üzerinde okumak keyifli bir çalışma. Belgeler ve haritalar gün yüzüne çıktıkça Çanakkale Savaşları’nın topografik tarihini yazmak mümkün olacaktır.

Harita: 8

Page 51: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

İSTANBUL MEKTEBİ/ Prof. Dr. Sadettin ÖKTEN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

49

Page 52: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 53: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE

Söyleşen ve Fotoğraflayan:

Fatih DALGALI

Öz yanmayınca göz yanmazmış. Ciğer yanacak ki, göz de yansın.“

Page 54: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALIİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

52

Tarihimizde önemli yer tutan Ça-nakkale Muharebeleri, sebep ve so-nuçlarıyla dünya tarihine büyük etki

etmiş, I. Cihan Harbi sonundaki olayların seyrini değiştirmiştir.

Bu muharebelerde Osmanlı milleti, her kesimiyle ve her alanda birbirine kenetle-nerek büyük fedakârlıklar-la zafere ulaşmıştır. 1453 Dergisi olarak yüzüncü yı-lına geldiğimiz Çanakkale Savaşı hakkında araştırmacı yazar Mehmet Niyazi ile bir söyleşi gerçekleştirdik. 1942 yılında Sakarya’nın Akyazı ilçesinde doğan Mehmet Niyazi Özdemir, Haydar-

paşa Lisesi’ni tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakül-tesi’ne devam etti. Hukuk eğitimiyle birlikte üniversitede felsefe eğitimi de aldı. 1967 yılında Millî Türk Talebe Birliği’nin yönetiminde yer aldı. Tarihi roman yazarı olarak da tanınan Meh-met Niyazi, Türk Devlet Felsefesi ve İslam Felsefesi konularında da eserler kaleme almıştır. Mehmet Niyazi Öz-demir, araştırmalarına büyük bir yo-ğunluk ve titizlikle devam etmektedir.

Çanakkale Savaşı nesilleri etkile-miş, dünyayı etkilemiş ve yeniden şekillendirmiş bir savaş. Sizin Ça-nakkale Savaşı hakkındaki genel görüşünüz nedir?

Ben Almanya’da bulunurken bir öğ-renci gününde yaşlı bir Alman profe-sörü bana geldi. Herhalde yüzümden benim Türk olduğum anlaşılıyor. Dedi ki “Çanakkale’yi bir daha yapabilir misiniz?”. Tabii ben böyle bir soru beklemiyordum. “Yapabiliriz herhal-de” falan dedim. Bu soruya ben 7-8 defa şahit oldum. Acaba bu Çanak-kale dünyada nasıl bir yankı uyan-dırmış diye kütüphanede Çanakkale hakkında kitapları tasnif etmeye baş-ladım. Mesela adam hem Yemen’de

Mehmet Niyazi ÖzdemirFotoğraf: Fatih Dalgalı

Page 55: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALI İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

53

bulunmuş hem Çanakkale’de bu-lunmuş yani kitabın tamamı değil ama büyük kısmı Çanakkale’ye ait olan zannediyorum 700 küsur değişik kaynak vardı. O sıralarda Türkiye’ye gelmiştim. Yazın Beyazıt Kütüphanesi’ne gittim.Orası derle-me kütüphanesidir. Oraya baktım 23 tane kitap var. “İntepe Topçuları” var, böyle ufacık bir kitap, bilmem ki-min serencamı var. Yahu dedim böy-leyse biz bunu yazalım, bu bakımdan ben Çanakkale’ye eğildim. Yoksa be-nim hiç gündemimde değildi.

Peki, Çanakkale Savaşı, dünya gün-demi olarak, dünyaya neler getir-miştir, neler götürmüştür?

Şimdi, tabii biz Çanakkale Savaşı’nı bilmiyoruz. Osmanlı’yı sanki böyle Almanların yanında harbe girmiş gibi görüyoruz. Hâlbuki Osmanlı İngiliz-lerle, Fransızlarla çok yakın temaslar-da bulundu. Onlardan herhangi bir alaka göremeyince bu sefer Alman-ların yanına geçti. Biz, Çanakkale’nin bizim için çıktığını biliyoruz. Biz Al-manların yanına geçince, Rusya’daki 1905’te komünist ihtilali olan Lenin kaçmış İsviçre’ye gelmiştir. Onun üzerine bizimkiler ve Almanların ge-heimnis dedikleri hizmeti bir araya getirip Lenin’e gittiler, Lenin’e, “seni biz Almanya’da işbaşına getireceğiz, sen hattan çekileceksin” dediler. Bi-zim Teşkilat-ı Mahsusa da buradan düğmeye bastı. Rusya’daki bütün hocalar, İmam Mustafa’dan, Kayzer, Sultan Galiyev, bütün bunların hep-si Lenin’e destek vermeye başladılar. Lenin işbaşına geçtikten sonra ko-münizm idaresi kuruldu ve Çarlık’ın bazı yerlerini terk etti. İşte Lenin, Rusya’da komünist idaresine karşı savaş yaparken İngiltere ve Fransa İmparatorlukları da Rusya’nın ka-labalık ordusuna bel bağlamışlardı. Onun için, komünistlere karşı suyolu açmak için Çanakkale’ye hücum et-tiler. Yani Çanakkale meselesi Rus-ya’dan çıktı. Hatta bunun için Enver Paşa’nın 1915 senesinde Beyazıt’ta

bir konuşması var. “Biz Çanakkale’de ölüyoruz, ama Rusya’da bir kızıl ce-hennem kurulacak, Türk milleti ora-dan bir daha dirilecektir.” diyor. Ça-nakkale böyle bir muharebedir. Bu muharebenin esası 3 Kasım 1914’te deniz muharebesidir. 18 Mart 1915’e kadar deniz muharebeleridir. Deniz muharebelerinden geçemeyince, bü-tün dünyadan İngiliz ve Fransız kara ordularını getirmiştir. İskenderiye’de Mısır’da bu ordular talim yaparak 22 Nisan’da tekrar Çanakkale’ye gelmiş-ler. O zaman deniz ve kara kuvvetle-riyle beraber Nisan ayının 22’sinden tam 9 Ocak 1916’ya kadar Çanakka-le’de kalmışlardır.

Çanakkale Savaşı’nda bir nesil yok oldu. Şehit oldular, gazi oldular. Bunlardan kimi ilim adamı kimiy-se öğrenciydi. Bu ne kaybettirdi Osmanlı Devleti’ne?

Osmanlı çok şey kaybetti de, biz hep üniversite, lise son sınıf talebelerini gözlüyoruz. O zaman üniversitede

zannediyorum 2600 küsur öğrenci var liselerde var son sınıflarda İstan-bul Erkek Lisesi, Galatasaray Lisesi, değişik liseler de var. Toplasan bunlar 5.000 küsur eder. Ama Osmanlı’nın orada esas önemli olan medreseler-de. Çok var medreselerden çıkmış, 10.000-15.000 gönüllü var. Bunların hepsi de Çanakkale’de çok büyük yararlılıklar yapmışlardır. Tabii bu ne-sil gitmiştir,Türk milletinin gerçekten böyle bir nesili kaybolmuştur.

Bu talebeler içerisinde gayrimüs-limler de vardı.

Çok az ama çok az.

Bunlardan da savaşa giden oldu mu hocam Osmanlı safında savaşan?

Evet var, çok az ama çok değil yani. Ama Rumlar daha çok bizim karşıki tarafta bulundu.

Savaş esnasında karşı tarafa geçen oldu mu?

Çanakkale Cephesi’nde subaylar.

Necmettin Özçelik Arşivi

Page 56: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALIİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

54

Yunanistan’dan gelen Rumlar da var, buradan da giden var mı yok mu tam bilemiyorum. Saroz Körfezi’ne hücum ettiler Yunanlılar ve Yahudi-ler beraber. Bizim ordumuz orada da çıkarsın diye. Çünkü başka yerlerde denizden çıkarma yapılıyor. Onlar da oradan hücum ettikleri için bi-zim ordumuz onlara da karşı koydu Saroz’da. 5000 küsur Rum ve Yahudi birlikleri var orada

Yani şöyle diyebiliriz o zaman, az bir azınlıkla gayrimüslimlerle de omuz omuza savaştık.

Evet. Ermeni, Rum olarak çok az.

Çanakkale’de biz ne ödedik, ne kazandık? Çanakkale Savaşı son-rasında biz ne elde ettik?

Eğer Rusya komünist olmasaydı dünya bu kadar değişmezdi. Me-sela bugün Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan şu, bu tek-rar hepsini topladığın zaman büyük bir kütle sırtımızdan geçinmiş oldular. Dolayısıyla biz, bir defa kendi vatanımızı kazandık. Çün-kü bu vatan, Çanakkale’den önce Vladivostok’ta yapılan bir anlaş-mayla Karadeniz’in bütün kuzeyi, İstanbul ve Çanakkale Boğazları Rusya’ya veriliyor. Bizim bütün Ege Denizi’miz ve Suriye, Ürdün, bunlar hep Fransa’ya veriliyor. Bütün Gü-neydoğu Anadolu bölgemiz, petrol bölgeleri İngilizlere verildi. Şimdi bir defa buradan kurtulmuş olduk. Çünkü karşımızdaki düşman milli mücadelede, bir terk biz Rumlarla mücadele ettik, ama İngilizler, Fran-sızlar, diğer şeyler, Ruslar zaten çe-kildi 1917’de, Türk Milleti rahat bir

nefes aldı. Onun için Çanakkale çok mühim bir hadisedir.

Çanakkale’yle ilgi bir roman yazdı-nız, Çanakkale Mahşeri. Bu romanı yazmaya sizi iten neden neydi? Ve bu roman Çanakkale’yle ilgili ya-zılmışların içinde nereyi doldurdu. Çok fazla okundu, gündem oldu, genç nesil Çanakkale Mahşeri’ni elinden düşüremedi. Bu roman hangi boşluğu doldurdu sizce?

Dediğim gibi yani bizim Çanakka-le’yle alakalı bir roman o zaman hiç yoktu. Hiç yoktu demek yanlış çün-kü Sepetçioğlu’nun bir romanı var-dı “Geldiler, Gördüler, Gittiler” diye. Ama o roman bir kurgu romanı, be-nim Çanakkale hakkında yazdığım roman vesikalara dayanarak yazdı-ğım bir romandır. Onun için, bana göre ayağı yere basan bir roman ol-duğu için, samimiyet de olduğu için

genç nesil bunu, bir süre de olsa, elinden bırakamadı. Ama bu Çanak-kale bir Alman’ın, bir İngiliz’in, bir Fransız’ın elinde olsaydı Çanakkale hakkında binlerce roman yazılırdı. Bizde ise baktılar ki ben biraz roman satıyorum, hemen bütün millet üze-rine hücum etti. Bir yılda 200 küsur roman yazılmış oldu Çanakkale hak-kında. Böyle bir şey oldu.

Hocam konu sizin romanınızdan açıldı, Avrupa’da hayali kahra-manlar var, Batman, Örümcek Adam, Süpermen şeklinde hayali kahramanlar var. Ama bizim ger-çek kahramanlarımız var Çanak-kale Savaşı’nda. Seyit Onbaşı ve-yahut da Niğdeli Ali arkadaşı gibi. Bu Avrupa’daki hayali kahraman yaratma olgusuyla, bizdeki kah-ramanlarımızı hiç gündeme ge-tirmeme düşüncesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Tabii bizim kahramanlarımızı ro-mancıların, hikâyecilerin gündeme getirmesi lazım. Bizim öyle bir ro-mancımız, hikâyecimiz yok. Bir rah-metli Ömer Seyfettin vardı, bir de Müftüoğlu vardı, onlar göçüp gittik-ten sonra bizim hikâyelerimizde Tür-kiye’de belki hem devlet politikamız bizim “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”, bu güzel bir şey ama o kahramanları orta yere çıkarmamız lazım. Çünkü bunda biz ‘sulh’ diyoruz ama acaba dünya ne diyor bizim hakkımızda. O bakımdan biz, gençliğimizi o kahra-manların etrafında motive etmemiz gerekmektedir. Bu daha çok devleti değil de milli eğitimi, romancı, hikâ-yecileri deruhte eden bir hadisedir. Devlet kimseye şunu yaz bunu yaz

Necmettin Özçelik Arşivi

Page 57: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALI İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

55

diye kimseye bir şey söylemiyor. Ama ben bu ıstırabı duyduktan sonra bu-nun üzerine eğilmemiz lazım. Bizim romanların, büyük kısmı kesinlikle şey yapmıyor, araştırmaya yönel-miyor. Mesela bir Tolstoy, “Harb ve Sulh”, adam bütün o harb ve sulhun, muharebelerin geçtiği yerleri tek tek atla beraber gitmiş dolaşmış.

Aynı havayı yaşamış yani

Tabii, tabii, tabii. Ama bizde böyle bir ciğerimiz yok yani. Öz yanmayınca göz yanmazmış. Ciğer yanacak ki, göz de yansın.

Her şeyi masa başında halletmeye çalışıyoruz

Ucuz yani.

Aslında bunun yeni nesillere akta-rılması gerekiyor.

Elbette, elbette. Mesela Plevne hak-kında kimse doğru düzgün bir şey yazmamıştır. Plevne çok büyük bir hadisedir.

Bu savaş sonunda Almanlar Os-manlı sırtından ne kazandılar?

Almanlar, tabii bizden önce mütare-ke yaptıkları için kendi mıntıkalarını kazandılar. Yani Almanya, harpten önce çok şey kaybetmedi. Ama Os-manlı, imparatorluğun büyük bir kısmını kaybetti. Onun için Almanlar bizi harbe sürüklerken veya bizimle beraber müşterek olduğu zaman, kendi öz toprağını kaybetmedi. Bir tek Alsace Lorraine ki, o zaten Fran-sızlarındı, kömür yataklarını alacaktı, alamamış oldu. Daha sonra aldılar ama II. Dünya Harbi’nden önce.

Çanakkale Savaşı’nın Batı için önemi nedir sizce? Batı neyi an-ladı? Hani Türklerdeki Batı şunu diyordu “Osmanlı Devleti, dişleri sökülmüş bir aslandır.”

Şimdi bir defa Çanakkale yoğun bir ordunun bulunduğu yer. Hem bi-

zim 250.000 civarında askerimiz var, hem karşımızda bundan daha fazla 282.000 İngilizlerin 80.000, 79.000 Fransızların, böyle yoğun birliklerde iki ordunun birbirine girmesi. Başka, Rus Çarı’nın devrilmesi, Çanakka-le’den sonra mesela Alman Kayzer’i devrildi, Rus Çarı devrildi, Avusturya devrildi, yani bütün imparatorluklar, İngiltere hariç, bir de ufak Belçika, Hollanda hariç, bütün dünyadaki im-paratorluklar devrildi. Tabii bu dev-rilen imparatorlukları iyi etüt etmek lazım. Kime yarıyor bu devrilmeler? Onun için, dünyada bir demokra-tik sistem hâkim olmaya başladı. O bakımdan, bütün dünya bu savaşla alakalıdır.

Çanakkale’yle alakalı çok sayıda araştırma yaptınız, kaynak topla-dınız, okudunuz. Hiç menkıbevi tarzda olaylarla karşılaştınız mı?

Tabii karşılaşırsın bizim kitaplarımızda çok var menkıbevi tarzda olay ama onlara ben biraz uzaktan yaklaşıyo-rum. Yani, çünkü nasıl söyleyeyim, mesela Türkiye Gazetesi’nin öyle bir şeyi vardı: Çanakkale’de ordu sabaha kadar talim yapıyormuş. Şimdi bunlar bizim dışımızda olan bir hadisedir. Bi-zim orada gerçek kahramanları orta-ya çıkarmamız lazım. 253.000 adamı-mız bizim orada şehit oldu. Kahraman onların arasında. Onların dışındaki metafizik şeyi bizim bulmamız, biz enbiya, evliya değiliz. Onlar zaten bunu söylemezler. Ama bizim gerçek kahramanları ortaya çıkarmamız la-zım. Menkıbevi şeyler bizim maalesef her yerde var ama bu doğru mu değil mi bunu artık ehline sormak lazım. Ben bunu bilmiyorum yani.

Çanakkale apayrı bir ruh. O ruh şu anda Türkiye’de var mı?

Tabii bu millet, yine aynı millettir de biraz böyle üzerini kazırsanız alttan o ruh çıkabilir.

Biraz üzerimiz artık toz kaplamış, silkelememiz gerekiyor.

Tabii, tabii. Hem ecdat sevgimizi biz biraz böyle kazıyabilirsek. Şimdi me-sela bakınız tarihi romanlara bakınız Türkiye’de satıyor neden? Millet hâlâ ecdadına hatırlamak, bilmek istiyor.

Seyit Onbaşı hakkında ne söyleye-bilirsiniz hocam?

Mustafa Kemal 50 lira vermiştir ona. Seyit Onbaşı, bizim Rumeli tarafın-dakiAziziye tabyasındaydı. Oranın kumandanı Alman, Alman’dır oranın kumandanı. O Seyit Onbaşı’yı gün ışığına o çıkardı zaten. “Kenardan bakıyoruz” diyor, “216 kiloluk topu kaldırdı” diyor.

Kimi 216 diyor, kimi 276 diyor.

Şimdi o 216 Almanların kilosu, biz o zaman 216 kiloyu okka olarak hesap ediyoruz, 276’ya getiriyoruz. Hâlbu-ki o mermiler dışarıdan geldiği için kilo olarak, üzerinde 216 kilosu var. Yani 276 diyoruz, hâlbuki 216. Yani okka olarak 216 olsa 276 olur. Ama bu şimdi kilo olarak geldi. Ama buna rağmen onu kaldırmak kolay değil. Topun etrafında vinçler var. Onlar hep parçalanmış. Seyit Onbaşı böyle elini toprağa sürüyor, baştan kaldıra-mıyor. Sonra, toprağa elini sürdükten sonra mermiyi kavrıyor, o Alman, dürbünüyle beraber bakıyor, Seyit Onbaşı topu kaldırıyor, sırtına vuru-yor, götürüyor namluya koyuyor. Ya-nına Niğdeli Ali geliyor. “Bunu Oce-an Zırhlısı’na atalım” diyor. Zırhlı da onlara yakın. “Biz bunu vuramayız” diyor. “Hayır” diyor, atıyorlar. Üçüncü mermide geminin dümeni vuruluyor. Gemi vurulunca gemi böyle dönüyor.

Biz cesur milletiz. Cesaret, merhametle beraberdir.

Page 58: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALIİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

56

Toplam üç defa kaldırıyor.

Evet, üç defa kaldırıyor. Ertesi gün geliyor Cevat Paşa “Oğlum bir daha kaldır da seni bir görelim”, diyor. O zaman kaldıramıyor. İşte bak ma-neviyat buradan mı değil mi, belki konsantrasyon, belki maneviyat… Kaldıramıyor ikinci sefer [ikinci günü kastediyor], o zaman onun resmini yapıyorlar. Maket topla beraber, çe-kiyorlar.

Peki hocam, 2015 Çanakkale Sa-vaşı’nın yüzüncü yılı. Çeşitli etkin-likler yapılacak. Size göre ne ya-pılması lazım 2015 yılı içinde?

Bana göre Çanakkale’yi çok güzel araştırma yapmamız lazım. Çanak-kale deyince aklımıza Mustafa Ke-mal geliyor. Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, bunun yanında Çanakkale’de pek çok bü-yük kahramanlar var, mesela Esat Paşa, Vehib Paşa, Mehmet Ali Paşa, General Trommer, General Weber pek çok paşa, şu, bu var yani. Bun-ların hepsini yerli yerine koymamız lazım. Bu savaştaki tüm kahraman-ları yerli yerine koymalıyız. Böylece millet tarihi oluşturabiliriz. Biz hâl-buki bir milletiz, yani tarihimizde pek çok adam vardır. Mustafa Kemal’in etrafında da pek çok insanlar var-dır. Cevat Paşa mesela, Mustafa Kemal yarbaydır. Mesela 9. Tümen Kuman-danı Halil Sami Bey, düş-manı tek karşılayan odur, 9. tümendir. Halil Sami Bey aşağı yukarı 8 ay düşmana karşı orada harb etmiştir. Mahmut Sabri Bey, Lütfi Bey “Yetiş ya Muhammed kitabın elden gitti!” diye bağıran adamdır. Biz bunları bilmiyoruz tabii. Çocukları-mıza bunları vermemiz lazım. İki-üç tane kitap alıyoruz, on-dan kopya çekip yeni roman yazıyoruz, öyle işte.

Çanakkale Savaşı’yla ilgili söyle-mek istediğiniz başka konular var mı hocam?

Çanakkale iyi yazılsa, iyi araştırılsa bir güruhu millet yapar. Çok büyük bir hadisedir Çanakkale. Hemşire-si öyle, Çanakkale halkı öyle, oraya gitmiş olan medreseliler, Darülfünun üniversiteliler, hepsi öyle. Yani mil-letimiz bir tehlike karşısında kaldı-ğı vakit, gerçekten bizim insanımız, devletimize, milletimize sahip çıkıyor.

Konuşmaya başlarken dile getir-miştik, Çanakkale Savaşı’nda bir insani boyut da var. Yani gelen düşman askerlerine acımasızca davranılmamış…

1940 senesinde Avusturalya genel valisi Çanakkale’de teğmenmiş, vu-ruluyor, düşüyor, bizim bir askerimiz onu sırtına alıp gidip İngilizlerin si-perine atıyor. O yağmurun altında tekrar siperine dönüyor. Diyorlar ki “niye bunu yaptın, bizim ekmeğimiz yok buna ne vereceğiz” diyor. Oraya gidiyor adam, sonra iyi oluyor adam, şu oluyor bu oluyor. Avusturalyada genel valisi olarak 15 Mart’ta bunu

açıklıyor. Biz cesur milletiz. Cesaret, merhametle beraberdir.

Hocam teşekkür ederiz, sizi yor-duk.

Estağfurullah.

Necmettin Özçelik Arşivi

Atatürk Kitaplığı Arşivi

Page 59: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALI İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

57

Page 60: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 61: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

BU MEKTUP ÇANAKKALEGEÇİLMEZİ ANLATIR!

Sertaç DALGALIDEREKırıkkale Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Rupert Murdoch’ın babası Keith’in Çanakkale’de yaşadıkları ise kayda geçilmesi ve anlatılması gereken önemli bir tarihi vesika niteliğindedir. “Gelibolu Mektupları” olarak bilinen rapor adeta “Çanakkale Geçilmez!” sözünün işgal güçlerine ifadesidir. Murdoch’ın mektubunun neredeyse tamamı, Çanakkale’nin İngiliz ve Avustralyalı askerler için bir hezimetten ibaret olduğunu raporlamaktadır. Savaşın ve Murdoch ailesinin kaderi tamamen değişti. Londra’da toplanan Savaş Kabinesi’nde Murdoch’ın raporu, “Savaş Raporu” olarak okunmuş, 17 Ekim tarihinden itibaren ise Hamilton görevden alındı ve cepheden çekilmeler başlamıştır.

Page 62: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

BU MEKTUP ÇANAKKALE GEÇİLMEZİ ANLATIR! / Sertaç DALGALIDEREİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

60

News Corporation’ın sahibi Rupert Murdoch’ı tüm dünya tanıyor. Tür-kiye’nin onu tanıması ise 2006 yılı ortalarında TGRT’yi satın alarak FOX TV isimli kanalı kurmasıyla başlıyor. Ancak çoğu kimsenin bilmediği bir ayrıntı gözden kaçıyor. Murdoch ai-lesinin Türkiye’yle tanışması 1915’e kadar dayanır. Rupert Murdoch’ın babası Keith Murdoch, Avustralya’da yayın yapan Melbourne Age isimli gazetenin muhabiri olarak hükümet adına Çanakkale’de görev yapmıştır.

Çanakkale Savaşı’ndaki izlenimlerini Avustralya ve İngiltere hükümetleri-ne rapor halinde sunan Keith Mur-doch, 1952 yılında gözlerini dünyaya kapattığında oğlu Rupert Murdoch’a pek fazla kâr etmemekle birlikte saygınlığı bulunan yerel bir kasaba gazetesi Adelaide News’i miras bı-rakmıştır. Bu mirası oldukça iyi de-ğerlendirdiği görülen Rupert, bugün dünyanın en ünlü medya patronla-rından biridir.

Rupert Murdoch’ın babası Keith’in Çanakkale’de yaşadıkları ise kayda geçilmesi ve anlatılma-sı gereken önemli bir tarihi vesika niteliğindedir. “Gelibo-lu Mektupları” olarak bilinen rapor adeta “Çanakkale Geçil-mez!” sözünün işgal güçlerine ifadesidir.

Keith Murdoch, İskoçya’dan Avustralya’ya göç eden bir aile-nin oğludur. Çocukluğunda aşırı utangaç ve kekeme olması ne-deniyle oldukça zor günler ya-şayan Keith Murdoch, Londra’da konuşma terapisi alır. Meslek olarak gazeteciliği seçen Keith, Avustralya hükümeti tarafından ilk olarak 1915 yılında Mısır’da-ki posta şikâyetlerini araştırmak için görevlendirilir. Bu sırada Ça-nakkale’de savaş olanca sertli-ğiyle devam etmektedir. Çanak-kale’de Avustralyalı askerlerin kaybının artması üzerine Keith Murdoch, buradaki durumu

gözlemlemesi için Avustralya hükü-meti tarafından görevlendirilir. Bu-nun üzerine, Murdoch, 2 Eylül 1915 Perşembe günü İmroz Adası’ndan (Imbros; Gökçeada) savaşa komu-ta eden General Hamilton’ın yanına ulaşır. Keith Murdoch, savaşın gidi-şatına ilişkin bilgiler toplar ve bunları Avustralya hükümetine sunmak üze-re rapora dönüştürür.

Avustralya hükümetine gönderdiği raporlarda, Çanakkale cephesinde Anzak askerlerinin çoğunlukla ön saflarda savaşarak öldüklerini ve sa-vaşın tam bir hezimet olduğunu söy-lemektedir. Mevcut bilgiler İngilizleri oldukça rahatsız eder, raporların yet-kililere ulaşmasıyla İngiltere’de hü-kümet düşer ve Akdeniz Donanma Kuvvetleri Komutanı General Ian Ha-milton görevden alınır.

Tarihi anlamda oldukça önemli bir ve-sika olan “Gelibolu Mektupları” neyi anlatmaktadır? Murdoch, Çanakkale savaşında yaşanan çatışmaları, geri

püskürtmeleri ve cephelerde yaşa-nanları olanca açıklığıyla kaleme al-mıştır. Mektuplar toplamda 8 bin ke-limeden oluşmaktadır ve Avustralya Başbakanı Andrew Fisher’a hitaben yazılan “Gelibolu Mektupları” Çanak-kale savaşı ve Murdoch ailesi için bir dönüm noktası olmuştur.

“Çanakkale Talihsiz Bir Harekat”

Murdoch, 23 Eylül 1915 tarihli mek-tubuna, Çanakkale’yi, “talihsiz askeri harekat” olarak nitelendirerek başlar. Çanakkale harekatının oldukça kısa süreceği ve işgalin hızlıca tamamla-nacağı yönündeki öngörülerin boşa çıktığına vurgu yapan Murdoch şöy-le demektedir, “Bir dizi küçümseme hatası yapmış olduğumuz ve bunun felakete yol açtığı muhakkaktır ve bence Avustralyalı generallerimiz şu tespitlerinde haklılar: Britanyalı gibi davranmayıp karşımızdakini oldu-ğundan da büyük görerek hareket etmek talihine sahip olsaydık şimdi İstanbul’a girmiş olurduk ve bu, bu

yarımadanın uçurumlarında bir arpa boyu ilerleme için ödedi-ğimiz bedelden çok daha azına mâl olurdu.”

Murdoch, mektubu boyunca ya-pılan harekatın başarısızlığından ve Avustralya’nın askeri kayıp-larından bahsetmektedir. İngiliz komutan Hamilton’un yanlış ter-cihlerinin, hatalı kararların çok pahalıya mâl olduğunun altını çizmektedir.

“Birleşik Kuvvetlerin Gerçek-leştirdiği Girişim Hezimetle Sonuçlandı”

“İlk iki girişim yani salt deniz filosuyla yapılan girişim ile Ni-san-Mayıs aylarında birleşik kuv-vetlerin gerçekleştirdiği girişim hezimetle sonuçlandı ve bunun başlıca nedeni Londra’nın yüzer topçulardan, yapabileceklerin-den çok daha fazlasını beklemiş olmasıydı. Yatık mermi yoluna

Page 63: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

BU MEKTUP ÇANAKKALE GEÇİLMEZİ ANLATIR! / Sertaç DALGALIDERE İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

61

sahip deniz silahlarının dar Türk si-perleri karşısında çok az işe yaradığı ancak şimdi kabul görmektedir. Son büyük gayretimiz yani 6-21 Ağustos tarihlerindeki mücadelemiz de çok pahalıya patlayan ve kanlı bir fiyas-koyla sonuçlandı; kurmay becerik-sizlikleri bir yana, gönderilen birlikler yetersizdi ve nitelikleri uygun nispet-te değildi. Bu başarısızlık da şimdi bile halen yüzleşilmeyen bir durum yarattı: Ordularımızın geri çekilmesi ile kışı müteakiben saldırıya geçmek üzere bulunduğumuz yerde tutun-maya çalışmak arasında bir tercih yapma zorunluluğu.”

Murdoch’ın mektubunun neredey-se tamamı, Çanakkale’nin İngiliz ve Avustralyalı askerler için bir hezi-metten ibaret olduğunu raporla-maktadır. Peki, raporun gerekli yer-lere ulaşmasıyla neler olur? Aslında savaşın ve Murdoch ailesinin kaderi tamamen değişti. Londra’da topla-nan Savaş Kabinesi’nde Murdoch’ın raporu, “Savaş Raporu” olarak okun-du. 17 Ekim tarihinden itibaren ise Hamilton görevden alındı ve cephe-den çekilmeler başladı.

Savaş sonunda, Avustralya’ya dönen Keith Murdoch, hükümet tarafından savaşla ilgili gönderdiği rapordan dolayı “Sir” ünvanıyla ödüllendiril-miş, ayrıca, Avustralya’nın ilk ulusal basın kuruluşunda üst düzey yöneti-ci olarak atanmıştır.

Keith Murdoch

Page 64: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 65: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ

Dr. Nuri GÜÇTEKİNAraştırmacı, Yazar

Çanakkale Savaşı’nın eğitime etkileri şu başlıklar altında ele alınmalıdır. Öncelikle Osmanlı Devleti’nin tüm bütçeden Maârif Nezareti kanalıyla eğitime ayırdığı pay 0,5’e kadar düşmüştür. Seferberliğin ilân edilmesi ile birlikte, 20 yaşından 45 yaşına kadar olan herkesin silahaltına alınması sebebiyle İstanbul’daki tüm yüksekokul öğrencileri ve öğretmenleri ‘darülfünun taburları’ adıyla Çanakkale Cephesi’ne sevk edilmişlerdir. Maârif Nezareti’nin idari ve eğitim personelinin de savaşa katılması bir anlamda yazışma, özlük, teftiş, işleyiş, maaş, denetim ve daha birçok alanda eğitimin ikinci planda kalmasına neden olmuştur.

Page 66: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ / Dr. Nuri GÜÇTEKİNİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

64

Mart 1915-9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan Çanak-kale Savaşı, Dünya tarihine Türk’ün gerektiğinde vatanı uğruna hiç düşünmeden ölüme koşmasının ve Türk kah-ramanlığının tarihe altın harflerle yazıldığı savaşa verilen addır.

Osmanlı Devleti, 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ile yapılan gizli anlaşma sonrasında İttifak Devletlerine katıl-mıştır. Ancak savaşa hazır olmadığı gerekçesiyle, güvenli-ği açısından sadece seferberlik ilan etmiştir. Ancak Ami-ral Souchon’un komutasındaki Goeben (Yavuz), Breslau (Midilli) gemilerinin, Ruslara ait Sivastopol ve Novorosisk limanlarını bombalaması, Osmanlı Devleti’nin resmen savaşa girmesine neden olmuştur. Bu durum karşısında önce 1 Kasım 1914’te Rusya, ardından 3 Kasım 1914’te İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişler-dir. Osmanlı Devleti de 12 Kasım 1914’te İtilaf devletlerine savaş açmış ve 14 Kasım 1914’te de cihad ilan etmiştir.

Tüm bu gelişmeler ve savaşın getirmiş olduğu olumsuz etki İstanbul’da çok ağır bir şekilde hissedilmiştir. Bu sü-reçte tüm kaynaklar Harbiye Nezareti’ne aktarılmıştır. Ma-aşların ödenememesi sebebiyle alım gücü azalmış, temel besin kaynağı olan ekmek bile karne ile dağıtılmaya baş-lanmıştır. Cihan Harbi’nin bu etkisinin eğitim alanına yan-sıması çok daha ağır olmuştur.

Çanakkale Savaşı’nın eğitime etkileri şu başlıklar altında ele alınmalıdır. Öncelikle Osmanlı Devleti’nin tüm bütçe-den Maârif Nezareti kanalıyla eğitime ayırdığı pay 0,5’e kadar düşmüştür. Seferberliğin ilân edilmesi ile birlikte, 20

yaşından 45 yaşına kadar olan herkesin silahaltına alın-ması sebebiyle İstanbul’daki tüm yüksekokul öğrencileri ve öğretmenleri ‘darülfünun taburları’ adıyla Çanakkale Cephesi’ne sevk edilmişlerdir. Maârif Nezareti’nin idari ve eğitim personelinin de savaşa katılması bir anlamda ya-zışma, özlük, teftiş, işleyiş, maaş, denetim ve daha birçok alanda eğitimin ikinci planda kalmasına neden olmuştur.

Osmanlı eğitim sistemi içerisinde asli işi askerlik dışında asli, fahri, ücretli ya da idareci olarak öğretmenlik yapan askeri personelin cepheye çağrılması okullarda öğretmen açığına da neden olmuştur. Bunun dışında 20-45 yaşların-da olan tüm öğretmenlerin silahaltına alınması ilköğre-timden üniversiteye kadar tüm kurumları etkilemiş ve za-ten mevcut olan öğretmen ihtiyacını daha da arttırmıştır. Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı süresince eğitime devam etmiş, mevcut olan eğitim kurumlarını kapatmamıştır. Ön-celikle tüm okullarda zorunlu ya da gönüllü olarak askere giden öğretmenlerin yerine vekil personel alınması yoluy-la bu problemi çözmeye çalışmıştır. Maârif Nezareti, okul idarelerinden boş geçen derslerin sayısı ve nedenleri ile ilgili rapor istemiştir. Bununla da yetinilmeyip müfettişler tarafından okulları denetleyerek mevcut durum ayrıntılı olarak tespit edilmiştir. Bu vekillere öğretmenlerin aldığı ücretin yarısı verilmiştir. Askere giden öğretmenlerin ise maaşları tamamen kesilmiştir.

Bu dönemde İstanbul’daki Türk özel okullarından birçoğu, ders gelirleri dışında gelirleri olmadığından dönemin ağır koşulları ve maddi sıkıntılar dolayısıyla kapanmak zorun-da kalmıştır. Yabancı ve Gayrimüslim okulları ilk kez dö-nemin olağanüstü şartları, kapitülasyonların kaldırılması ile meydana gelen boşluk ve çok özel şartlar sonucu 22 Eylül 1915 tarihli Mekâtib-i Hususiye Talimatnamesi ile kontrol altına alınmıştır. 46 maddelik bu talimatname ile 129. madde genişletilerek hem yerli hem yabancı özel okullar kontrol altına alınmıştır. Yeni özel okul kurmak çok zorlaşmıştır. Eski okullara üç ay gibi kısa süre veril-miş ve bu sürede şartları sağlamayan özel okullar ka-patılmıştır.

Çanakkale Savaşı’nda yaralanan askerler, öncelikle İs-tanbul’a sevk edilmiştir. Yaralı sayısının artması üzerine İstanbul hastanelerinin kapasiteleri tamamen dolmuş-tur. Bu nedenle Darülfünun, Mekteb-i Sultânî (Galata-saray Lisesi), İstanbul Erkek Lisesi, Darüşşafaka, Şehit Muhtar Bey İnas Mektebi ve daha birçok okul eğitime devam etmekle beraber, okul binaları kullanım amacı dışında hastane olarak da işlev görmeye başlamıştır. Ancak her geçen gün yaralı sayısının daha da artması sonucu, bu mecburiyet karşısında en son çare ola-rak Maârif Nezareti tarafından düşman devletlere ait okul ve müessese binalarına el konulmuştur. Bunlar; 50’si Fransız, 6’sı İngiliz, 3’ü Rus ve 4’ü İtalyan olmak

Mekteb-i Sultânî

Page 67: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ / Dr. Nuri GÜÇTEKİN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

65

üzere toplam 63 adettir. Bu binalara el koyulurken içinde olan tüm eşyaların kayıtları tutulmuştur. Bu yapılar, has-tane olarak kullanılan resmi ya da özel Türk okullarının öğrencisine veya yeni gelen yaralılar için hastane olarak tahsis edilmiştir. Ancak 1918 yılında İngiltere, İtalya ve Fransa bu uygulama dolayısıyla İttihâd ve Terakki Cemi-yeti’ni suçlamış ve nispet yaparcasına Türk resmi kurum-larını eşyalarıyla beraber eşyalara zarar vererek ve ihtiyaç dışında işgal etmiştir.

Öğrenci kayıplarına geçilmeden önce 1914 yılında günü-müz anlamında lise kurumları olan, ‘sultânî’nin ne olduğu hakkında kısaca bilgi verilmesi gereklidir. Osmanlı orta eğitim kurumlarını II. Abdülhamid Dönemi’nde “idadiler”, İttihâd Terakki Dönemi ise “sultânîler” olarak adlandırabi-liriz. 14 Ekim 1910 tarihinde, öncelikle yedi yıllık idadiler-den on ikisi sultânîye dönüştürülmüştür. Bu süreç içerisin-de öğretmen tayini, kitap, idareci, talimatname, öğrenci işleri ve daha birçok sıkıntı yaşanmıştır. Bu sıkıntılardan en önemlisi ise eğitim süresi ile ilgili olanıdır. İdadilere; 3 ya da 4 yıllık eğitim sonucunda alınmış ibtidâi diploması ile öğrenci kabul edilmiştir. İdadilerde 4 yıl rüşdiye ve 3 yıl lise eğitimi olmak üzere toplam 7 yıllık eğitim verilmekte-dir. Sultânîler, idadilerden 1 yıl fazla eğitim verilmekteyken bu iki farklı kurumdan alınan diplomalar aynı derece ve denklikte sayılmıştır. Bu problem tüm yedi yıllık idadilerin 1913-1914 eğitim döneminde sultânîye dönüştürülme-siyle çözüme kavuşturulmuştur.

Sultânî mektepleri; İnas (kız) Sultânîyeleri ve Zükûr (erkek) Sultânîyeleri olarak ikiye ayrılmıştır. Bu eğitim kurumların-da Müslüman ve Gayrimüslim (Rum, Ermeni, Musevi ve saire) öğrenciler beraberce eğitim almışlardır. Öğretim süresi; 5 yıl ibtidâi, 4 yıl tâlî birinci devre ve 3 yıl tâlî ikinci devre (edebiyat ve fünûn olmak üzere iki ayrı şube) olmak üzere eğitim süresi toplam 12 yıldır. Sultânîlerin birinci sınıfına 7-8, tâlî birinci devresine 12-14 ve tâlî ikinci devre-sine 16-18 yaşlarını geçmemiş öğrenciler kayıt edilmiştir. Bu bir anlamda 7-18 yaş arası tüm öğrencilerin aynı bina-da beraberce eğitim görmesi demektir.

Sultânî öğrencileri; yatılı, gündüzlü, ücretli ve ücretsiz olarak dörde ayrılmıştır. Ücretli öğrencilerden; eğitim, ba-rınma, yemek, kıyafet ve diğer tüm masrafları için yıllık bir ücret alınmıştır. Bu ödeme yıllık peşin ya da iki taksitle alınmıştır. Bu taksitlerini ödemeyenler okuldan ayrılmak zorunda kalmıştır. Ücretsiz öğrenci alımı; öncelikle başa-rılı, fakirliğini muhtar tarafından imza ve mühürlü fakirlik belgesinin Maârif Nezareti tarafından oluşturulan komis-yon raporu neticesinde yapılmıştır.

Sultânîlerin kuruluş amaçları ve verdikleri eğitimle çağın şartlarına uygun donanımlı ve devletin ihtiyacını sağlaya-cak nitelikli elemanların yetiştirilmesi esas alınmıştır. Yatılı olan sultânîlere, ülkenin her yerindeki öğrenci için baş-

vuru hakkı sağlanmıştır. Bu kurumlara alınacak idareci ve öğretmenler özel olarak seçilmişlerdir. Tayin ve atamaları doğrudan Maârif Nezareti tarafından yapılmıştır. Prog-ramları, devletin ihtiyacı olan her alanda şubeler açarak, buradan yetişecek bireylerin ara eleman ihtiyacı gidere-cek şekilde hazırlanmıştır. Bu okullarda Arapça ve Fars-ça dışında Fransızca, Almanca ve İngilizce öğretilmiştir. Müfredat ve okutulan kitaplar verilen eğitim seviyesinin yüksek olduğunu göstermektedir. Sınıf geçmek için sene sonu imtihanlarının verilmesi gerekmektedir. Bunun için düzenli, disiplinli bir çalışma ile beraber derslere devam etme zorunluluğu bulunmaktadır. Sultânî Mekteplerini bi-tirerek diploma alan öğrenciler, yükseköğretim kurumla-rının giriş sınavına girme hakkı kazanmıştır. Bu dönemde ki yüksekokullar şunlardır: Tıp Fakültesi, Mülkiye, Darül-fünun’un Edebiyat, Tabiiyat, Riyaziyat ve Hukuk Şubeleri, Mühendishane, Baytar ve Orman Mektebi’dir.

İstanbul’da 1913-1915 yılları arasında daha önceki yıllarda kurulmuş ya da bu tarihler arasında idadiden sultânîyeye dönüştürülmüş ve yeni açılmış erkek sultânîleri: Galatasa-ray, İstanbul, Kabataş, Mercan, Vefa, Üsküdar, Gelenbevi, Davutpaşa, Nişantaşı, Kadıköy ve İttihat ve Terakki Mek-tebi Sultânîsi (1919 yılından sonra Gaziosmanpaşa Beşik-taş Mektebi Sultânîsi adını almıştır) olmak üzere toplam 11’dir. 1913-1924 yılları arasında faaliyet gösteren sultânî-ler, liseye dönüştürülmüştür. Günümüzde Galatasaray, İstanbul, Kabataş, Mercan, Vefa, Gelenbevi ve Davutpaşa Lisesi olarak eğitim faaliyetlerine devam etmektedirler. Nişantaşı Sultânîsi, Nişantaşı Nuri Akın Anadolu Lisesi’ne, Kadıköy Sultânîsi, İstanbul Anadolu Lisesi’ne ve Üsküdar Sultânîsi, Üsküdar Burhan Felek Lisesi adlarını almıştır. Ga-

Mekteb-i Sultâniyye’nin bir kısmının haricen görünüşü

Page 68: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ / Dr. Nuri GÜÇTEKİNİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

66

ziosmanpaşa Beşiktaş Mektebi Sultânîsi ise Gaziosman-paşa Ortaokulu olarak faaliyet göstermektedir. İstanbul Sultânîlerinin arasında bugün faaliyet göstermeyen ise sadece Mercan Sultânîyesi’dir.

Padişah V. Mehmed Reşat’ın 27 Mayıs 1915 tarihli irade-siyle; Çanakkale Savaşları’nda asker ihtiyacının karşılana-bilmesi için, 1314/1901 doğumlular yani dönemin sultânî (lise) öğrencileri de cepheye çağırılmıştır. Bu durum kar-şısında İstanbul sultânî öğrencileri eğitimlerini bırakarak Çanakkale cephesine koşmuşlardır. Osmanlı Devleti, bu öğrencilerin tahsillerinin yarım kalmaması ve sene kay-betmemeleri için tüm öğrencilerin okuldan tasdikname alarak gelerek önce cepheye yakın bir mektepte bitirme sınavlarına girmeleri imkânı sağlamıştır. Ayrıca yıllık ücret-lerini sene başında peşin olarak ödeyen öğrencilere tas-dikname ile beraber eğitim almadıkları süre hesaplanarak paraları iade edilmiştir.

1330-1331/1914-1915 yılından 1334-1335/1918-1919 öğretim yılına kadar öğrenci kayıpları şu şekildedir: Gala-tasaray Sultânîsi’nde 87 öğrenci, İstanbul Sultânîsi’nde 71 öğrenci, Davutpaşa Sultânîsi’nde 58 öğrenci, Gelen-bevi Sultânîsi’nde 56 öğrenci, Mercan Sultânîsi’nde 80 öğrenci, Vefa Sultânîsi’nde 67 öğrenci, Kabataş Sultânî-si’nde 56 öğrenci, Üsküdar Sultânîsi’nde 48 öğrenci, Ni-şantaşı Sultânîsi ve Kadıköy Sultânîsi’nde 8. sınıftan mezun ettikleri 40’ar öğrenci, İttihat ve Terakki Sultânîsi (Gaziosmanpaşa Beşiktaş Sultânîsi) ’nde öğrenci lise çağı-na ulaşmamıştır. Böylece İstanbul Sultânîleri yaklaşık 603 lise öğrencisini Çanakkale ve diğer cephelere yollamıştır. Yaklaşık denmesinin sebebi, bundan sonra okulla tema-sı kesilmiş olmasıdır. Zorunlu asker olduğu için cepheye gidip gitmediği, yurtdışına çıkıp eğitimine devam edip etmediği ve ya gidip şehit olup olmadığı hakkında kesin bilgimiz bulunmamaktadır.

Bu sultânîlerden sadece Galatasaray, İstanbul ve Kadı-köy Sultânîleri yatılı eğitim vermiştir. 1914-1918 yılların-da Osmanlı Devleti’ndeki hiçbir sultânînin 9-10-11 ve 12 sınıflarında yani lise kademesinde öğrencisi olmamıştır. Sadece ibtidâi ve tali evvel kademesinde eğitim vermiş-lerdir. Bu nedenle şimdiye kadar hatalı olarak söylenege-len “Sultânîler sadece şu kadar mezun vermişlerdir” ifa-desi düzeltilmelidir. Sultânîlerde şahadetname alıp mezun olanlar sadece 8. sınıflardır. Çok anlamlı olarak üst dö-nemdeki abileri, vatan uğruna şehit olmaya cepheye gitti-ğinden hiçbir sultânîyede mezuniyet töreni yapılmamıştır.

1334-1335/1918-1919 eğitim döneminde lise kısmın-da öğrencisi olan sultânîler şu şekildedir. İstanbul Erkek Sultânîsi’nde 4 fünûn ve 4 edebiyat şubesinde olmak üzere 8 öğrenci vardır. Üsküdar Sultânîsi fünûn şubesinde 4 öğrenci, Mercan Sultânîsi fünûn şubesinde 1 öğrenci ve Vefa Sultânîsi 4 fünûn ve 8 edebiyat şubesinde olmak

1 Bu makalede verilen tüm bilgiler; Devlet ve Maârif İstatistikleri, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kızılay Arşivi, bu okullara ait künye, sicil ve kayıt defterleri ve özel arşivimden belgelere dayalı olarak hazır-lanmıştır. Bu konu hakkında bir kitap hazırlanmaktadır. Bu nedenle kullanılan belgelerin tasnif ve künye bilgileri verilmemiştir.

üzere 12 öğrenci bulunmaktadır. Kabataş Sultânîsi 10 sı-nıfta 2, 11 ve 12 de 1’er olmak üzere toplam 4 öğrencisi vardır. 1919 yılında sultânîlerin lise kısmında toplam 29 öğrenci eğitim almaktadır. Bir diğer husus, 1919 yılında Gelenbevi Sultânîsi meşhur Çırçır yangını ile yandığın-dan öğrencilerin ilk kısmı Mercan Sultânîsi’ne, orta kısmı Vefa Sultânîsi’ne devam etmiştir.

Çanakkale Savaşı’nda diğer yüksekokul mezun ve öğrenci-leri ile beraber sadece İstanbul’dan yaklaşık 7.500 nitelikli, maddi ve manevi zorluklarla yetiştirilen üst sınıf okumuş genç şehit olmak için cepheye koşmuştur. Mustafa Kemal Atatürk: “Biz Çanakkale’ye bir Darülfünun gömdük!” ve Churchill, cephede kaybedilen gençlikle ilgili olarak; “Biz onların çiçeklerini kopardık” ifadelerini kullanmıştır. Bu ni-telikli insan kaybı, Cumhuriyet’in ilk döneminde fazlasıyla hissedilmiştir. Ancak bu nesil, yetiştikleri dönemin ahlaklı ve vatansever ikliminde vatanlarını canları pahasına sa-vunmuştur. Düşmana vatanlarını çiğnetmemişlerdir. Bu mücadele azmi, vatan aşkı, milli birlik ve beraberlik Türki-ye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamıştır. Ölüme mey-dan okuyan bu gençliğin, Çanakkale Savaşı’nda göster-dikleri kahramanlık, Dünya tarihine kazınmış ve daha bu dünyada ölümsüz olmuşlardır.1

Dipnot

Mek

teb-

i Sul

tânî

- Ö

ğren

cile

r jim

last

ik d

ersin

de

Page 69: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ / Dr. Nuri GÜÇTEKİN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

67

Page 70: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 71: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENECEKTİR!*

Ahmet APAYDINAraştırmacı, Yazar

Mekteb-i Sultani öğrencilerinden Mehmed Muzaffer’in, bulunduğu birliğin kamyon ve otomobil lastiği ile bazı malzemelere ihtiyaç duyması üzerine İstanbul’a gidip, vatan sevgisi ve sorumluluk bilinciyle vazifesini başarıyla yerine getirmesini anlatan bu hikâye; Çanakkale Savaşları esnasında cereyan eden olay arasında halka mal olmuşların içinde en başta akla gelenlerindendir. Buna rağmen Çanakkale ruhunu daha iyi idrak etmeye vesile olması amacıyla tekrar tekrar okuyup üzerine düşünmek faydalı olacaktır.

”* Yazıda bahsi geçen hadise ilk defa, kahramanımız Mehmed

Muzaffer gibi kendisi de Galatasaraylı (Mekteb-i Sultânî) olan gazeteci – yazar Ziyad Ebüzziya (1911-1994) tarafından ortaya çıkarılmış ve Lale Mecmuası’nın Temmuz 1984 tarihli 2. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazı, Ziyad Ebüzziya’nın Lale Mecmuası’nda yayınlanan yazısından istifade edilerek kaleme alınmıştır.

Page 72: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENECEKTİR! / Ahmet APAYDINİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

70

Birinci Dünya Savaşı esnasında gar-bın ve şarkın en çetin güçleriyle sa-vaşmak zorunda kaldık. Dünya üzeri-ne doğan bu son güneşin, son dinin son koruyucusunun evlatları vatan-ları, dinleri için kanlarının ve canları-nın son demine dek birçok cephede aynı anda birçok düşmanla savaştılar. Kimi zaman gırtlak gırtlağa, kimi za-man süngü süngüye... Bu cepheler-den biri var ki, herkesin gözü onda, yüreği ondaydı. Osmanlı diyarında gençler sıra sıra dizilmişti, kimi mek-tepte, kimi medresede talebe…

Gönüllülerin kaydedildiği sırada bek-leyenlerden biri de Mekteb-i Sultânî talebelerinden Mehmed Muzaffer. Üç aylık talimden sonra artık cep-hedeki yerini almaya hazır hale ge-len Mehmed Muzaffer, Mart 1916’da zabit namzedi olarak Çanakkale’ye gönderilmişti. O, Çanakkale’ye var-dığında İngilizler ve Fransızlar büyük yenilgiler sonucu kaçıp gitmişlerdi.

İmroz ve Bozcaada’da üs kuran düş-man, tayyareleri ve gemilerindeki uzak menzilli toplarıyla ara sıra yok-lasa da, o gırtlak gırtlağa çarpışılan sekiz ay çoktan geçmişti. Çanak-kale’deki Osmanlı birlikleri ise Kaf-kas, Irak ve Filistin cephelerine sevk edilecekti. Birlikler, hazırlanmak ve noksanlarını gidermek üzere emir almışlardı. Mehmed Muzaffer’in

bulunduğu birliğin kamyon ve oto-mobil lastiği ile bazı malzemelere ihtiyacı vardı. Bu tür ihtiyaçlar ancak İstanbul’dan sağlanabilmekteydi. İh-tiyaçların giderilebilmesi için birliğin komutanı, askerlerden uyanık ve be-cerikli İstanbul çocuğunu, Mehmed Muzaffer’i, gerekli malzemenin temi-ni için İstanbul’a göndermişti. Komu-tan, malzeme temini için lüzumlu pa-ranın kendisine verilmesi için Erkan-ı Harbiye Nezareti’ne yazdığı mektu-bu da Mehmed Muzaffer’e vermişti.

O yıllarda İstanbul yollarında otomo-bil veya bir kamyona rastlamak nere-deyse imkânsızdı. Bu tür vasıtaların azlığı bu vasıtalara ait alet, edevat ve malzemenin de ender bulunma-sına neden olmaktaydı. Olanlar ise karaborsadaydı. Mehmed Muzaffer, İstanbul’a ayak basar basmaz malze-melerin peşine düşmüş ve sonunda Karaköy’de bir Yahudi’nin dükkâ-nında istediklerini bulmuştu. Yahudi tüccarla pazarlığını yaptıktan sonra İstanbul’daki ikinci durağı, alacağı malzemelerin parasını tahsil etmek için Erkan-ı Harbiye Nezareti olmuştu. Harbiye’deki muhatabı yaşlı yarbay uzatılan belgeyi alıp okuduktan sonra Mehmed Muzaffer’e “Ne alınacak?” diye sormuş, “Otomobil ve kamyon lastiği efendim.” Cevabını alınca “Bana bak oğlum! Ben askerimin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bu-lamıyorum. Sen otomobil lastiğinden

bahsediyorsun! Haydi, yürü git; insanı günaha sokma. Para mara yok!” ceva-bını vermiştir.

Beklemediği bu sert ama bizzat hakikat olan cevabı alan Mehmed Muzaffer ağır adımlarla Harbiye Ne-zareti’nden ayrılır. Bulunduğu birli-ğin o malzemelere ihtiyacı vardır ve komutanı ona güvenmiş, onca ar-kadaşının içinden onu seçmiştir. Ne yapıp edip birliğine eli boş dönmek istemeyen Mehmed Muzaffer, bu düşünceler içerisinde Harbiye Ne-zareti’nden çıkıp Beyazıt Meydanı’na vardığı sırada aradığı sorunun ceva-bını bulmuştu.

Koşar adımlarla Yahudi tüccarın dükkânına gidip tüccara; “Paranın bana ödenme işlemleri akşamüstü bitecek. Ezandan sonra gelip mal-ları alamam, gece koyacak yerim de yok. Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkale’ye kalkıyor, yetişmem lazım. Onun için, sabah ezanında geleceğim. Malları o vakte mutlaka hazır edin.” der. Tüccardan “Pekâlâ” cevabını alır. Tam dönmüş uzaklaşa-cakken geriye dönüp “Altın para ver-miyorlar, kâğıt para verecekler.” diye de ekler. Yahudi tüccarın buna da bir itirazı yoktur.

Mehmed Muzaffer, Merkez Komu-tanlığı’ndan tahsis ettiği araba ile bir sonraki günün sabahında Yahudi tüccarın dükkânına gelir. Gün henüz aydınlanmamıştır. Mallar hazırdır ve

Page 73: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENECEKTİR! / Ahmet APAYDIN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

71

alelacele araca yüklenir. Alınacaklar kamyona yüklendikten sonra Meh-med Muzaffer elindeki yüzlük kai-meyi Yahudi tüccara uzatır. Yahudi tüccar gaz lambasının sönük ışığında Mehmed Muzaffer’in uzattığı kâğıt parayı alır.

Mehmed Muzaffer, birkaç saat sonra yanında kendisinden istenen malze-meler, yüreğinde kendisine verilen emri yerine getirmenin ve birliğine eli boş dönmemenin huzuruyla Ça-nakkale’ye doğru yola çıkan vapur-dadır. Muzaffer, Çanakkale’ye var-dıktan kısa süre sonra birliği Sinâ Cephesi’ne yollanır ancak Gazze’den geri dönemez. Bu zeki ve becerikli vatan evladı Gazze’de İngilizlere karşı verdiği mücadelede şehit düşmüştür.

Mehmed Muzaffer, Yahudi tücca-ra ödeyecek parası olmadığından, Osmanlı’da o gün için paraların ba-sıldığı kâğıdın aynısını Karaköy’de-ki kırtasiyecilerinden temin etmiş, bütün gece çini mürekkebi ve boya

ile ilk bakışta gerçeğinden ayırt edi-lemeyecek nefasette taklit bir para yapmayı başarmıştır. Dönemin “ka-ime” ismi verilen kâğıt paralarının en büyüğü elli kaimedir. Ancak Mu-zaffer’in alacağı malzemelerin tutarı bundan fazladır. Bir gecede iki elli kaime çizmeyi yetiştiremeyecek ol-duğundan olsa gerek Yahudi tüccara vermek için 100 kaime hazırlamıştır. O dönemde basılan kâğıt paraların altında “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye edilecektir” ibaresi bulunmaktadır. Mehmed Muzaffer bunu değiştirerek “Bedeli Çanakka-le’de altın olarak tesviye edilecek-tir” ibaresini yazmıştır.

Yahudi tüccar birkaç gün sonra elin-deki yüzlük kaimeyi altın olarak tes-viye etmek üzere Osmanlı Bankası’na gittiğinde olayın farkına varır. Zira elindeki para çoktan Çanakkale’de Mehmetçiğin kanıyla tesviye edil-miştir. Yahudi tüccar bu olayı pek mesele etmemiş ancak olay kısa bir süre sonra tüm İstanbul’da duyul-

muştur. Şimdiye kadar yeryüzünde emsali görülmemiş olan bu hadise, Şehzade Abdülhalim Efendi tarafın-dan duyulunca, şehzade bir adamı-nı yollayarak Yahudi tüccarı buldur-muş, karşılığını altın olarak ödeyerek parayı aldırmıştır. Çok zarif, sedef kakmalı ve içi kadife döşeli bir çek-meceye yerleştirerek İstanbul Polis Okulu’ndaki Emniyet Müzesi’ne he-diye edilen bu paha biçilemez eser, 1917’den 1979’a kadar bu müzede muhafaza edilmiştir. 1970’lerde Po-lis Okulu’nun Ankara’ya taşınması ile Ankara’ya nakledilmiştir. Bugün An-kara Gölbaşı’ndaki Kriminal Polis La-boratuvarı Müdürlüğü bünyesindeki Belge İnceleme Laboratuvarı’ndaki çelik bir kasada koruma altında tu-tulan tarihi paranın, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açmayı planladığı polis müzesinde sergilenmesi plan-lanmaktadır. O enfes sedef kakmalı çekmecesi hakkında ise maalesef malumat bulunmamaktadır.

Page 74: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 75: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI

Mustafa NOYANİstanbul Araştırmacısı ve Tur Rehberi

Cephe gerisinden verdikleri destekle Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasında pay sahibi olan onlarca vapur ile yüzlerce denizcimizin tamamını tanıtabilmek bu makalemizin çerçevesi dâhilinde imkânsız olsa da, birer Fâtiha ile anılmalarını sağlayarak “şehitlerimizin rûhlarını şâdedebilmek” niyetiyle, aralarından birkaçının hikâyesini okurlarımıza hatırlatmak mümkün...

Page 76: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI / Mustafa NOYANİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

74

1910 yılında Balkan Savaşı başladı-ğında İstanbul’un atlı tramvaylarını çeken katanalar orduya tahsis edil-miş, İstanbul’da şehiriçi toplu taşı-manın kara ayağı, 1913 yılı sonunda elektrikli tramvaylar devreye alınana kadar hizmet dışı kalmıştı. İstanbul vapurları da savaş boyunca, şehrin sularında sadece yolcu taşımakla kalmadı; içlerinden bir kısmı Trablus Osmanlı-İtalyan Savaşı, Balkan Sa-vaşları ve Birinci Dünya Savaşı’nda donanmanın emrine girerek cepheye asker ve cephane ikmalinde kullanıl-dılar.

1914 yılından itibaren Birinci Dünya Savaşı tüm dünyayı etkisi altına aldı. Osmanlı Devleti de dâhil olmak üze-re savaşa girme niyetinde olan tüm devletler çeşitli idari ve ekonomik tedbirlere başvurmak zorunda kal-dı. Aynı yıllarda İstanbul’da Osmanlı Seyr-i Sefâin İdaresi, Şirket-i Hayriye ve Haliç Dersaadet Vapur Şirketi’ne ait deniz taşıtları faaliyet göstermek-teydi. Birinci Dünya Savaşı boyunca, başta Şirket-i Hayriye vapurları ol-mak üzere İstanbul limanına kayıtlı irili ufaklı birçok gemi Boğaziçi, Mar-mara Denizi ve Karadeniz’de cepha-ne taşıma işlerine katıldılar.

1915 senesinde Çanakkale Muhare-beleri zamanında cephe arkasında bu vapurlar vardı. Askeri personel ve mühimmat İstanbul ile Çanakkale

arasında deniz yoluyla taşınır-ken, yaralı asker-lerimiz de İstan-bul hastanelerine aynı yolla nakle-dildi. Kurtuluş Sa-vaşı döneminde de Anadolu Kuv-vetleri’ne destek vererek yararlılık göstermeye de-vam eden bu va-purların bir kısmı İtilâf Kuvvetleri gemi ve denizal-tıları tarafından

torpillenerek batırılırken, bir kısmı da yaralı olarak geri dönebilmişti. Batık olanların birkaçı sonradan dipten çıkarıldıktan sonra onarılarak tekrar İstanbullu yolcularına hizmete de-vam edebilmişti. Her biri farklı bir kahramanlık destanı yazan “İstanbul Vapurları” artık gazilik unvanlarını kazanmıştı.

Cephe gerisinden verdikleri destek-le Çanakkale Zaferi’nin kazanılma-sında pay sahibi olan onlarca vapur ile yüzlerce denizcimizin tamamını tanıtabilmek bu makalemizin çerçe-vesi dâhilinde imkânsız olsa da, bi-rer Fâtiha ile anılmalarını sağlayarak “şehitlerimizin rûhlarını şâdedebil-mek” niyetiyle, aralarından birkaçı-nın hikâyesini okurlarımıza hatırlat-mak mümkün...

Seferberlik ilân edilmesiyle birlikte Birinci Dünya Savaşı başından itiba-ren Anadolu’dan toplanan askerler demiryolu ile Haydarpaşa’ya geti-rilmiş, buradan da İstanbul vapur-ları yardımıyla cephelere taşınmıştı. Şirket-i Hayriye’nin anlaşması ge-reği “26” baca numaralı “Suhulet” vapuru” ile “27” baca numaralı “Sa-hilbent” vapuru gece gündüz ayrımı yapılmadan tamamen askeri nakliye amacıyla hazır bulundurulmaktay-dı. Dünyanın ilk araba vapuru kabul edilen, her iki tarafından iskelelere yanaşabilen, at arabalarını yolcular-la beraber taşıyabilen bu iki vapur, 1871 yılında Şirket-i Hayriye Umum Müdürü “Hüseyin Hâki Bey” tara-fından düşünülerek çizimleri kâğıda aktarılmış, İngiltere’de inşa ettirilerek İstanbul’da iki yaka arasında hizmet vermiştir.

“27” numaralı “Sahilbent” vapuru savaş boyunca İstanbul limanı için-de Haydarpaşa-Sirkeci ile Üsküdar–Sirkeci iskeleleri arasında asker ve askeri malzeme naklinde kullanıldı. Ancak “27-Sahilbent”in o zamanlar projektörü olmadığı için geceleri Şir-ket-i Hayriye’nin “55” numaralı “Be-bek” vapuru önünden giderek ona yol gösteriyordu. “Sahilbent” vapu-runun 1915 yılı Temmuz ayında, bir gün içinde sekiz sefer yaparak 5. Ko-lordu’ya ait 2 fırkanın Üsküdar’dan Sirkeci’ye naklini sağladığı; Kızkulesi açıklarında bir İngiliz denizaltısı ta-rafından torpillendiği, ancak torpilin

TSK Askeri Müze Arşivi

Suhulet yolcu ve yük indirirken - Ali Bozoğlu Arşivi

Page 77: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI / Mustafa NOYAN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

75

vapuru teğet geçerek Tophane Rıh-tımı’nı vurduğu ve ağır hasar verdiği kayıtlara geçmiştir.

Gelibolu Yarımadası’na asker ve malzeme nakli o dönemde zorluk-larla yapılabiliyor, kıtalar arasında birliklerin taşınması bazen günlerce sürüyordu. “26-Suhulet” vapuru ter-sanede torpil atmaya özgü aletlerle donatılarak Çanakkale’ye gönderil-mişti. Burada askeri sevkiyata tahsis edilen “Suhulet” vapuru, süvari ve topçu birliklerini bir kıtadan bir kı-taya birkaç saatte nakletmeye başla-mıştı. “Suhulet”, Çanakkale Boğazı’nı dört günde geçebilecek olan, dört bataryadan ibaret bir topçu taburu-nu iki buçuk saat gibi kısa bir sürede karşıya geçirmiş; iki adet topumuzu Çimenlik Mevkii’nden alarak, dört saatte Kilitbahir’e çıkarmıştı.

“Suhulet” 1914 yılı Ağustos ayında İstanbul’a geri gelmiş, Eylül ayında Yeşilköy’den Köprücü Bölüğü’nün eşyalarını yüklenerek tekrar Çanak-kale istikametine hareket etmişti. Büyükçekmece önlerine geldiğinde aşırı sis yüzünden karaya oturmuş ve hasar görmüştü. “26-Suhulet” Ça-nakkale savaşlarının kazanılmasında sağladığı hizmetin onuruyla 1958 yılına kadar çalıştı. 1961 yılında sö-külerek sessizce aramızdan ayrıldı, zihnimizde bıraktığı hatıralarla ebe-diyete intikal etti.

Senelerce Türkiye Denizcilik İşlet-meleri Müzesi müdürlüğü yapmış olan, denizcilik konusunun duayen-lerinden Ali Bozoğlu’nun ifadesiyle, Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasında önemli bir rol oynamış olan “26-Su-hulet”, madalyası verilmemiş bir kah-ramandır. Sağladığı lojistik destek açısından Çanakkale Deniz Harbi’nin kazanılmasında büyük payı olan “Su-hulet”in bu emsalsiz kahramanlığı, ne yazık ki tarih sayfalarında bir satır olsun yer bulamamıştır.

18 Mart 1915 tarihinde İtilâf Kuvvet-leri Donanması’nın Çanakkale Boğa-zı’na saldırısıyla beraber İstanbul’da hemen tedbir alınmış, birçok vapur ordu emrine verilmişti. Elimizdeki kaynakların ifade ettiğine göre Şir-ket-i Hayriye’nin 33 Nusret, 34 Gay-ret, 37 İhsan, 38 Şükran, 39 Neveser, 40 Rehber, 41 Metanet, 43 İkdam, 44 İntizam, 45 Resan, 46 Rüçhan, 60 Rağbet, 66 Boğaziçi, 69 Hüseyin Hâki ve 70 Ziyâ vapurları askeri nakliyeyle görevlendirilmişlerdi.

Bu vapurların ilk görevi İstanbul’da saraylarda, camilerde, müzelerde ve devlet hazinesinde mevcut değer-li eşyaları Haydarpaşa’ya taşıyarak, başta Eskişehir ve Konya olmak üzere Anadolu şehirlerine nakledilmeleri-ni sağlamak olmuştu. Bu kapsamda günümüzde Topkapı Sarayı’nda her yıl milyonlarca kişi tarafından ziyaret

edilen Mukaddes Emanetler de Kon-ya’ya gönderilmişlerdi.

Savaşın ilerlemesiyle beraber 47 Tarz-ı Nevin, 48 Dilnişin, 51 Sürey-ya, 52 Şihap, 55 Bebek, 56 Göksu, 57 Tarabya, 58 Nimet gibi nisbeten küçük vapurlar dahi ordu hizmetine alınmış; ihtiyacın artmasıyla beraber 53 İnşirah, 54 İnbisat, 61 Sultaniye, 62 Hünkâr İskelesi, 63 Sütlüce, 65 Sa-rayburnu, 67 Kalender ve 68 Güzel-hisar gibi Şirket-i Hayriye’nin lüks ve geniş yolcu vapurları, geçici olarak da olsa askeri nakliye hizmetlerinde kullanılmışlardı.

Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi’ne ait çifte bacalı meşhur “Gülcemal” vapu-ru da defalarca İstanbul’dan Çanak-kale’ye asker ve mühimmat taşımış, 19 Mayıs 1915 günü İmralı Adası açıklarında bir İngiliz denizaltı gemi-si tarafından vurularak yara almıştır.

Hasköy Tersanesi de Çanakkale Sa-vaşları döneminde ağır görevler yüklenmiş; bir yandan hasar alan vapurların tamirini gerçekleştirirken, diğer yandan da gemilerin yakıtı olan kömürün taşınabilmesi amacıy-la bazı vapurların düzenlenmesiyle uğraşmıştı. Şirket-i Hayriye vapurla-rından, askerî taşıma amacıyla kul-lanılan “33” baca numaralı “Nusret” ve “34” baca numaralı “Gayret” va-purları Hasköy Tersanesi’nde yapılan

TSK Askeri Müze ArşiviTSK Askeri Müze Arşivi

Page 78: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI / Mustafa NOYANİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

76

revizyonla kömür taşımaya uygun hale getirilmişler; “39” baca numa-ralı “Neveser” ve “41” baca numaralı “Metanet” vapuru da kömür taşıma gemisine dönüştürüldükten sonra sefere konulmuşlardı.

“42” numaralı “Resanet Vapuru” Ga-lata Köprüsü üzerindeki iskelelerden birinde beklerken, başka bir vapurun çarpması sonucu batmış, devrin Pa-dişahı Sultan II. Abdülhamid’in em-riyle sudan çıkartılarak tamir edilmiş ve tekrar hizmete alınmıştı. Bu özel duruma binaen ismi “Eser-i Merha-met” olarak değiştirilen vapur, savaş zamanı Şubat ayında kömür getir-mek üzere İstanbul Boğazı’ndan Ka-radeniz’e çıkmış, Dikilikaya üzerin-den 5 mil geçtikten sonra düşman denizaltısının saldırısına uğramıştı. Vapur mürettebatı tarafından yara-ları kapatılarak yoluna devam etmiş, Ereğli’de hafif bir onarım gördükten sonra İstanbul’a geri dönmüştü. Has-köy Tersanesi’nde bir defa daha ona-rılan vapur aynı sene bu defa Karasu açıklarında düşman denizaltısının saldırısına uğramış, batarak hizmet dışı kalmıştı.

Düşman denizaltıları “Eser-i Merha-met”ten sonra bir İstanbul vapurunu daha hedef almışlardı. “40” numara-lı “Rehber” vapuru, 1915 yılının son günlerinde Biga açıklarında Yumurta Adası önlerinde batırılmıştı.

“62” numaralı “Hünkâr İskelesi” va-puru, 1915 yılı Mayıs ayında İstan-bul’dan Gelibolu’ya top mermisi götürürken, uğradığı Tekirdağ İske-lesi’nde bağlıyken, İngiliz denizaltı-sı “E-11” tarafından torpillenmişti. Vapur isabet aldıktan hemen sonra gemideki cephane patlamış, vapur da batmıştı.

İtilâf kuvvetleri Çanakkale’de kah-ramanca savaşan ordumuzun ikmal yollarını kesebilmek gayesiyle va-purlarımızı hedef almış, Marmara’ya denizaltı gemilerini sokmuşlardı. 19 Mayıs 1915 günü Yüzbaşı Martin Eric Dunbar Nasmith komutasındaki İn-

giliz “E-11” denizaltısı bu yolu izleye-rek Marmara’ya girmişti. Sözkonusu denizaltı Marmara sularında aylarca kalmış, onlarca gemimizi batırmıştı.

Akbaş Limanı, muharebeler boyunca ordumuzun temel ikmal üssü olarak kullanılmıştı. Marmara’dan gemile-rimizin getirdiği cephane ve erzak buradan cepheye nakledilmiş, cep-heden gelen yaralılar da aynı gemi-lerle İstanbul’a gönderilmişlerdi. Ge-libolu Yarımadası’nda muharebelerin yoğunlaştığı günlerden 25 Ağustos 1915 sabahı Akbaş Limanı çok ha-reketli bir güne başlamıştı. Gece boyunca cepheden gelen yaralı as-kerlerden 200’ü, limanda bağlı olan “Halep” vapuruna yerleştirilmiş ve vapur seyir için hazırlanmıştı.

Bu sırada “E-11” denizaltısı kapta-nı limanda bağlı 3 vapur görmüştü. Bunlardan biri Kızılay amblemleriyle boyanmış hastane vapuruydu. Bunun üzerine iskeledeki diğer vapur olan ve herhangi bir amblem taşımayan “Halep” gemisini vurmuştu. Halbuki Kaptan Nasmith yanılmıştı. Cephe-den o gece gelen yaralılar öylesine çoktu ki, 200 kadar yaralı “Halep” vapuruna bindirilmiş, ancak vapurun üzerine Kızılay bayrağı asılamamış-tı. Maalesef “Halep” vapuru oracıkta batmış, yaralılar sulara gömülmekte olan gemiden kurtulamamış, hepsi şehit olmuşlardı. Bu meşum olaydan bir süre sonra şehitlerimiz batık ge-miden çıkarılarak Akbaş Limanı’na

defnedilmişti. Günümüzde birçok İs-tanbullu hemşehrimizin katıldığı Ça-nakkale turlarının çoğunun başlangıç noktası olarak ziyaret edilen “Akbaş Şehitliği” işte bu vesileyle kurulmuştu.

Savaş sonrasında bölgeye envanter çıkarmak amacıyla gelen İngiliz as-kerleri “Halep” gemisinin künyesini sökerek “E-11” denizaltısının kapta-nına hediye etmişlerdir. Araştırmacı denizaltı uzmanı mühendis Selçuk Kolay’ın çabalarıyla bulunan künye, uzun müddet bu künyeyi evlerinde saklayan İskoçyalı kaptanın oğlu ve torunu tarafından 95 yıl sonra İstan-bul Deniz Müzesi’ne teslim edilmiş olup halen müzede sergilenmektedir.

İstanbul vapurlarından biri de Ça-nakkale savaşları boyunca İtilâf kuv-vetleri tarafından kullanılmıştı. Bu va-pur, tarihimizde “Büyük” unvanı lâyık görülen az sayıda devlet adamından biri olan Büyük Reşit Paşa’nın ismi-nin verildiği vapurdu. Şirket-i Hayriye 1851 senesinde, Sadrazam olan Bü-yük Reşit Paşa’nın girişim ve yardı-mıyla, dönemin Padişahı Sultan Ab-dülmecit’ten alınan irade-i şahâneyle ülkemizin ilk anonim şirketi ve milli vapurculuk işletmesi olarak kurul-muştu. Şirketin hissedarı da olan Re-şit Paşa’nın ismi idarenin İngiltere’ye sipariş ettiği “71” baca numaralı va-pura verilmiş, ancak gemi henüz tes-lim alınmamıştı.

“Reşit Paşa”, 1914 yılında Glasgow’da Fairfield Shipping Co. tezgâhların-da yolcu vapuru olarak inşa edilmiş olup Şirket-i Hayriye’nin en büyük gemisiydi. 588 groston ağırlığında çelik saçtan bir tekneye sahip olup çift uskurluydu; uzunluğu 49 met-re, genişliği 7.9 metre, su kesimi 2.4 metreydi. 406 beygir gücünde iki adet üç silindirli buhar makinesi ile saatte 12 mil hız yapıyordu.

Ücreti ödenmiş olmasına rağmen 1914 yılı Kasım ayında gemiye İngil-tere Hükumeti’nce el konulmuş, ismi “Water Witch (Su Cadısı)” olarak değiştirilmişti. Gemi 1915 yılında Kı-

Savaş süresince yaralı nakliyesinin büyük çoğunluğu Şirket-i Hayriye vapurları vasıtasıyla yapılmıştı. Ağadere ve Akbaş iskelelerine kurulan yaralı ikmal merkezlerinde toplanan hastalar İstanbul’a nakledilmişlerdi.

Page 79: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI / Mustafa NOYAN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

77

zılay ve Kızılhaç logolarıyla hastane gemisi olarak Çanakkale muharebe-lerine katılmıştı. 1918 yılında yapılan Mondros Mütarekesi’nden sonra tekrar Türk sularına girmiş, bir İn-giliz sigorta şirketine bağlı olarak 4 yıl hizmet vermişti. 6 Ekim 1923 yı-lında Şirket-i Hayriye’ye iade edilen gemiye, “kurtuluş” anlamına gelen “Halâs” ismi verilmişti. Vapur 60 yıl boyunca İstanbul’da yolcu vapuru olarak hizmet verdikten sonra 12 Aralık 1983’de hizmet dışı kalmış; 1985 yılında bir turizm şirketi tara-fından satın alınarak restore edilmiş-ti. Günümüzde 15 lüks kabinli mo-dern bir turistik gemi haline getirilen “Halâs” vapuru, Boğaziçi sularında halen süzülmeye devam ediyor.

“60” baca numaralı “Rağbet” ve “70” baca numaralı “Ziyâ” vapurları Ça-nakkale savaşları boyunca, üzerlerin-de Kızılay amblemiyle Hilâl-i Ahmer

hizmetinde çalıştırılmışlardı. Kızılay hizmetinde bulunan vapurlardan bir kısmı, üzerlerinde kırmızı hilâl gerili bir örtü taşıdıkları halde, uluslarara-sı savaş kurallarına göre vurulmaları yasak olsa da, İtilâf kuvvetleri tara-fından cepheye asker ve mühimmat taşıdıkları gerekçesiyle torpillenmiş-ler ve yara almışlardı.

Yaralı nakliyesinin büyük çoğunluğu da Şirket-i Hayriye vapurları vasıta-sıyla yapılmıştı, Ağadere ve Akbaş iskelelerine kurulan yaralı ikmal mer-kezlerinde toplanan hastalar İstan-bul’a nakledilmişlerdi. Nakliyat has-tanelerinden yaralıları alan vapurlar, önce Lapseki’ye sonra Gelibolu’ya uğrayarak geriye sevki gereken yara-lıları toplayarak biran önce İstanbul’a sevketmeye çalışmışlardı.

İstanbul’a vapurlarla getirilen yaralı askerlerin büyük çoğunluğu, askeri hastanelerde ve o dönem hastane olarak kullanılan kışlalar ile Yenikapı Mevlevihânesi gibi kurumlarda vefat ederek şehitlik mertebesine erişmiş-lerdi. Haydarpaşa Askeri Hastane-

si’nin hemen yanında, savaşta yaralandıktan sonra İstanbul’a getirilerek burada ölen İtilâf Kuvvetleri Ordusu’na bağlı as-kerlerin yattığı bir de İngiliz mezarlığı bulunur. Karacaah-met, Kulaksız gibi kabristan-larda defnedilenler olsa da, Çanakkale şehitlerinin büyük bir kısmı İstanbul Edirneka-pı’da, hemen surların dışında ayrılan alana gömülmüşlerdi. Günümüzde bu alan ve kab-ristan, Şehitlik ismiyle bilin-mektedir.

Kültür AŞ yerleşkesine neredeyse yü-rüme mesafesinde bulunan Şehitlik, halen Silahlı Kuvvetler mensupları şehit subay ve askerlerin definlerinde kullanılmaktadır. Kabristanın içinde Çanakkale Şehitleri adına yapılmış bir abide vardır. İstiklâl Marşımızın şâi-ri Mehmet Akif Ersoy da en önemli eserlerinden biri olan şiirini “Çanak-kale Şehitleri”ne atfetmiş olduğun-dan, aynı şehitlikte medfundur.

Kaynakça:

Bozoğlu, A., “Suhulet: Madalyası Ve-rilmeyen Bir Kahraman” Deniz Haber Dergisi, Mart 2008, İstanbul.

Güleryüz, A., Şirket-i Hayriye’nin Bo-ğaziçi Vapurları, İstanbul 2002.

İşli, E. Nedret, Şirket-i Hayriye Bibli-yografyası, İstanbul Armağanı: Boğa-ziçi Medeniyeti, İstanbul 1996,

Keskin, G., “Boğaziçi’nden Çanakka-le’ye Şirket-i Hayriye Vapurları” Geli-bolu’yu Anlamak

Kızıldemir, M., Orhan, Şirket-i Hayriye İdaresi, Türkiye Denizciler Sendikası Yayınları, İstanbul 1992

Kolay, S., Derinlerden Yansımalar: Çanakkale Savaşı Batıkları, Vehbi Koç Vakfı,

Koraltürk, M., “Şirket-i Hayriye’nin Kurucu ve İlk Hissedarları”, İstanbul Armağanı 2: Boğaziçi Medeniyeti, İs-tanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayını, İstanbul 1996.

Koraltürk, M., Buharlı Vapurlardan Deniz Otobüslerine İstanbul’da Deniz Ulaşımı, Varlık Yayınları, İstanbul 2010.

Koraltürk, M., Şirket-i Hayriye (1851-1945), İDO Yayını, İstanbul 2007.

Tutel, E., Şirket-i Hayriye, İstanbul 1994.

http://www.tsk.tr/8_tarihten_kesit-ler/8_3_canakkale_muharebelerin-den_kesitler/resim31.htm

Halas (Water Witch)

Edirnekapı Şehitliği - Mustafa Noyan Arşivi

Page 80: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 81: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN…

Söyleşen ve Fotoğraflayan:

Fatih DALGALI

Olağanüstü şartlarda, olağanüstü mücadelelerle yapılmış olan Çanakkale Savaşı, İstanbul’u ele geçirmeye karar veren İtilaf Devletleri’nin yirminci yüzyılda Osmanlı Devleti’nin gücünü sınadığı çetin savaşlardan biridir.

Page 82: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALIİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

80

1889 yılının Eylül ayında, Balıkesir Havran’a bağlı Manastır (Çamlık) Kö-yü’nde dünyaya gelen Seyit, 1909 yı-lında 20 yaşındayken askere alınmış ve daha sonra Balkan Savaşlarına ka-tılmıştır. Balkan Savaşlarından sonra terhis edilmeyip, Birinci Dünya Sava-şı’na katılmış ve Çanakkale Cephesi Mecidiye Tabyası’nda topçu eri ola-rak görev almıştır.

Seyit, elbet vatanı için daha önce de yararlılıklar göstermiştir ancak, onu tarih sahnesine çıkaran olay Çanak-kale Deniz Savaşları’nda 276 kg’lık mermiyi kaldırarak namluya sürmesi ve savaşın kaderini değiştirmesiyle başlamıştır. Seyit’in bu cesareti ve kuvveti uzun yıllar duyulmamıştır. Seyit kendisini gizlemiştir. Çanakkale Savaşı’nın ardından Çamlık Köyü’ne

Mehmed oğlu Seyit mermiyi sırtlarken Niğdeli Ali ile beraber

dönen ve bundan sonra hayatını ormandan topladığı dalları kömür yapmakla ve çiftçilikle geçiren Seyit, 1939 yılında akciğer rahatsızlığı ne-deniyle vefat etmiştir.

Havran’a gerçekleştirdiğimiz ziya-rette, Seyit Onbaşı’yı tanıyanlarla ve görenlerle söyleşiler gerçekleştirdik1. Yapmış olduğumuz bu konuşmalarla Seyit Onbaşı’yı daha yakından tanı-ma imkânı bulduk. Seyit Onbaşı’yı gören 105’lik dedemiz Hüseyin Bağ-cı, köylüsü Halil Keser, Ayşe Keser ve Hüseyin Çevik, üçüncü kuşak torunu Muhammet Yıkar ve yerel araştırma-cı Mehmet Uçar ile yapmış olduğu-muz söyleşilerin sessiz bir kahraman olan Seyit Onbaşı’nın mütevazı haya-tını ortaya koymasını dilerim. Şimdi bu sessiz kahramanın hayatını, hem-şerilerinden dinleyelim.

Hüseyin Bağcı2

Hüseyin Amca bize Koca Seyit’i anlatır mısın?

Anladırız hepsini, anletcez tabi…

Şimdi efendim, benim yaşım 100’ü bile geçti, fakat ben 95 diyorum na-zar değmesin diye. Babacağızım za-bitti, Çanakkale harbine giderkene iki tane kız kardeşim var, onlar öldü-ler şimdi. Giderkene beni, o zaman tomofil yok. Babam giderkene beni sevdi kokladı, hanım ben gidiyom belki bir daha göremem dedi. Sonra bir yıl sonra yaralanmış, geldi yaralı, 20 gün izine geldi. Tabi iyileştikten sonra tekrar geri gitti. İşte ben onları hep hatırlıyorum. Burada yaşım orta-ya çıkıyor ama ben nazar değmesin diye 95 diyorum. Ama 100’den yuka-rı, aşşa değil. Ama şükür, veren Allah, alan Allah.

Şimdi bu Seyit Onbaşı’nın son zama-nında geldi Gazi, fabrikatör Saadet-tin Bey’in evinde bir gece kaldı. Sa-bahleyin, Balıkesirli müdür vardı Hacı Efendi, bize resmigeçit yaptıracaklar. Sonra Seyit’i de çağırttı Gazi. Gazi, cebinden bir kâğıt çıkarttı (ben de ordayım, izliyoz.) “Seyit sen git şura-ya sana maaş bağlasınlar” dedi. Seyit de “Paşam ben devlete etimi satmam dedi” Paşa da “Oğlum neylen geçin-cen sen, Manastır Köyü’ndensin, bir memur bir amir değilsin, hiçbir geli-rin yok” dedi. Seyit de “Bana ormanı serbest yapsınlar (100-120 okkalık bir adam en aşağı. Ben de 12 yaşlarında-yım, mektebin son senelerindeyim, o zaman beş sınıf var mektepte.) ben daha çok nafakamı çıkarırım kimse-ye muhtaç olmam” dedi. Hemen o zaman cep telefonu yok gır gır var. Hemen şef geldi. (biz de dinleyip du-ruz) Şefe dedi ki Gazi, “Bu Onbaşıyı gördünüz mü? Bu dağları büsbütün kaldırsa karşınızda beni görürsünüz. Çünkü İstanbul’u kurtaran bu adam” dedi.

Seyit Onbaşı nafakasını hep orman-dan çıkarırdı. Bizim evimiz vardı öteki

Page 83: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

81

mahallede çıkmaz sokak. Getiriyor keresteyi o, eşeği vardı katır gibi iri, eşekte 120-150 okka yük var, o ge-tirip ora koyuveriyor, biz satıveriyoz. Yani Türkçesi hörmet ediyoz ona. Karı, kızan herkes. 10 lira, 20 lira… ne tuttuysa işte. O günler para gıymatlı. O Cuma günü geliyor, indiriyor diğer keresteleri satılanın parasını alıyor, Havran pazarına çıkıyor 4 şinik3 me-lez alıyor. Melez dediğim de 1 şinik buğday, 1 şinik arpa, 1 şinik darı, 1 şinik çavdar. Haftaya kadar hangi değirmene giderse onu hemen ilkin öğütüverir değirmenci. Hörmet eder yani değirmenci. Her hafta böyle de-vam ederdi. O, yeni keresteleri getirir satılanın parasını alırdı.

O zamanlar Havran’ın yarı tarafı yok-tu. Bir tarafı hep bahçalıktı. Kiraz bah-çaları vardı. O zaman yol yok, eşekle giderdik. Eşek çamura, bataklığa bat-tı mı biz bakar dururduk. Bir keresin-de eşek dereden geçerken batmıştı çamura. Seyit geliverdi, altına girerek eşeği de karşıya geçiriverdi. O yükle, eşek de yüklüydü. Bu gücü kuvve-ti hep böyle devam etti. Ama son-ra hastalandı, epey bir hasta oldu, 50-55 yaşlarındaydı. Hacı Osman’ın Mehmet Bey4 var, fabrikatör. O da belediyenin karşısında, orada buna bakıyolar, battaniye getirdiler, bir şeyler getirdiler. Belediyenin dokto-ru bakıveriyor Seyit’e. Hacı Osman’ın evinde hizmetkârı Arap Mahmut var-dı. Sabahları bir kap yemek, bir torba ekmek, ta ertesi güne kadar. Seyit, onu temizliyor. Ertesi gün yine geli-yor öyle. Bir süre böyle devam etti. Biz de yanına giderdik. Biz vardık, daha büyüklerimiz, daha ufaklarımız var işte. Bize anlatıverirdi. Hörmet ediyoz, bir şey oldu mu götürüp ve-riyoz, yiyor adamcık. Mehmet Bey’e, Belediye doktoru: “Bunun on beş günlük ömrü var Mehmet Bey” dedi. E o zaman tomofil yok, çift hayvan arabasıylan Manastır5’a götürdüler. On beş gün sonra gittiler gömdüler Seyit Onbaşı’yı. İşte Allah bir nimet vermiş ona, o vazifeyi yapmak için, bir de ganimet kazansın maneviyat- Havranlı bir çınar, Hüseyin Bağcı

Page 84: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALIİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

82

tan diye Allah yardım etmiş ona. Baş-ka türlü bu açıklanmaz. Çünkü kendi anladıverirdi, mermi 250 okka, vinç bozuk. “Ne duruyon Seyit” demişler. Bir ses geldi deyo, fakat baktım insan minsan yok deyo. Bismillah dedim aldım topun ağzına koydum deyo. O İngiliz’in amirallik gemisi, bando ça-lıyor. İstanbul’a geçecek. Biz ağlıyoz. Emir verseler ateş edilcek ama her-kesin vazifesi ayrı deyo. Topu ateş-lemesiyle, bacadan içeri koyduruyor mermiyi. Bir kara duman beliriyor. Büyük amirallik gemi batıyor. Daha sonra diğeri. Sonra dış denize ka-çıyor İngilizler. Ehh işte bu adamcık böyle yapıyor. Allah yardım ediyor ona. Seyit Çavuş da böyle halleriyle bu Havran’dan geldi geçti… Değerli bir adamcağızdı.

O marangozhane, odun getirdiği yer mevcut mu şimdi, kalktı mı?

Oralar şimdi, şey ondan önce ma-rangoz aklıma gelmedi ismi. Beledi-ye reisiydi, vekildi. Orayı yıktı falan ama duruyor. Daha onun odun sat-tığı yerler falan duruyor öyle. Orayı çocuk bahçası yapacağıdı emme du-ruyor öyle, yapılmadı. Bir tek ev kal-dı orada. Diğerlerin hepsini aldılar. İşte onun geldiği yerler falan belli. İşte, Hacı Osmanoğlu da yardım etti. Fabrikatör tabi o günkü günde. Böy-le Allah rahmet eylesin geldi geçti adamcık.

Nasıl bir adamdı, kişiliği nasıldı, konuşkan mıydı, sakin miydi?

Hal münasip, konuşması, tahsili yok-tu tabii, köylü konuşmasında. ‘galan, malan’ böyle bi şeyler. Tabii köylü-lerin konuşması. Hiç ağzından, kötü bir söz duymadım. Sakin bir adam, herkes de hörmet ediyo buna. Ka-dın, erkek ne olursa olsun. Sayıyo-lar, olan vakaya göre. İlk karısı öldü, sonra baldızını gaçırdı bu. Kimse ya-nına varamaz, kim varıcek yanına. Bi furdu mu bi daha kalkamaz yerden. Baldızından, sonra bir-iki çocuk daha oldu.

İlk karısıyla ikinci karısı kardeş miydi?

Gardeşdi. Ablasını almış, gız da ye-tişmiş, ablası da ölünce. Hastalanıyor ne olduysa oluyo. Bi şeyler… Bugün bile belli olmuyo. Bu kadar fen yok-tu. Te 80 sene, 75 sene önce nerde bu fen, nerde bu görüş? Ondan da bir-iki çocuk oldu işte. Onlardan da torunları sağ, son garıdan olanlar, baldızından. Ötekiler ölmüş, vefat et-miş. Böyle bi değerli adamdı.

Hayvanı, malı falan var mıydı?

Malı yoktu, kendi malı yoktu. Keres-ticiliklen geçiniyodu. Gazi’nin verdiği şeyi [ödül parayı kastediyor] kabul etmeyince çalışmaklan geçimini ya-pıyodu. Öyle boşu boşuna hayat geçmez ki. Manastır Köyü’ydü şur-da eskiden, Manastır ismi o köyün. Şimdi Kocaseyit Köyü. O pirinanın6 üstüne çıktı mı üstünde biz mesela bir şey çıktı mı taze yağdır, üzümdür,

yemiştir, her ne mevsim varsa eriktir, kirazdır ona korduk mendile götü-rürdük, yirdi adamcık, dua ederdi. Boğazı iyiydi. Şimdi Mehmet Bey’in evinde böyle böyük kapaklı sepet, aşçılar çalışayo, datlısı duzlusu dolu, o yarın akşama gada bi torba ekmeği temizlerdi. Eee 100 okkalık, 120 ok-kalık adam. O tez beri doymaz tabi. Hatta şey vermişler ona, söylemiş o zaman başındakı şeylere bi tayın yetmiyor bana demiş. Verdiler tayın diyo, içime sinmedi oğlum diyo. Bi-raz ben birkaç ay yedim diyo, 2 tayın verdiler emme diyo, sonra içime sin-medi 1 tayına razı oldum deyo. Çün-kü öte yandaki aç duruyo deyo. Yarı doyuyo yarı doymayo deyo.

Çocukları falan sever miydi, ço-cuklarla şakalaşır mıydı?

Yani hiçbir kötü söz şey yapmazdı. Bi çocuk şey yapsa, yahut yemiştir, ya üzümdür yahut bi garpuz, gavun bi

Hüseyin Bağcı, Seyit Onbaşı’yı anlatırken

Page 85: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

83

şey götürse oraya arkasını okşardı “sağol oğlum” derdi. Gari son halini yaşıyodu adamcık.

Okuma yazması var mıydı?

Eski Türkçe bilir biraz. Eski Türkçe. Yeniyi bilmez, yeni yok. Eski rakam; eski şeyi fevkalade okur, bilirdi Kuran okuduğu için.

Kaç sene kalmış askerde?

E işte Çanakkale’nin son haline ga-dan. Sonra ordan da şeylere gitmiş, diğer şeylere Kurtuluş Savaşı’na filan girmiş. Gari orda ne gadar yaptığını bilmiyoz.

Çanakkale’ye nasıl gitmiş acaba, hiç ondan bahsetti mi? Askere na-sıl gitmiş buradan?

O zaman vesait yok, yayan. Yayan gi-diyosun, konak konak. O zaman her köyde erazi işlediyo, yemek çıkayo az çok. Öyle konak konak gidiyosun. Babam benim zabitken bile at araba-sınan götürüyolar, yok vesait. O da gece gidiyo. Akşamdan, ikindin bi-niyola, sabahla oraya iniyolar. Vesait yok. Vesait at arabası, öküz, manda niyse 80 sene, 90 sene evvel.

Çanakkale’deki kahramanlığını an-latır mıydı?

Sorarsak böyle, mesela böyle “na-sıl oldu Seyit Dayı?” falan dedik mi işte “bi ses geldi fakat şey yok” deyo, “böyle görülen bi şey yok” deyo. “ne duruyon Seyit derler” deyo, “Bismil-lah dedim, 250 okka vinç bozuluvedi, vedim ağzına” deyo. O bando çalan gemi, amirallık gemi gidiyo aşağı. İkincisi gidiyo.

Neden hastalandı?

E gari onu doktor biliyo, biz…

Zatürre miydi hastalığı?

Herhalde bi geçici hastalık değildi. Bayağı doktoru da şey yaptı. 6 ay-1

sene baktı. Mehmet Bey yardım edi-yodu, fabrikatör. Her gün muayene ederdi onu. Gelirdi, iğne yapılceyse iğne yapıverirdi. O zaman öyleydi zamanlar.

Cenazesini hatırlıyor musun?

Cenazesine ben gitmedim. Bizim burdan giden işte Mehmet Beyler falan gittiler at arabasınnan. 15 gün yattı orda. Pazartesi gün vefat etti köyde. Manastır Köyü’nde. Şimdi Koca Seyit Köyü. Orda gömüldü fe-lan. Resmi geçitler oldu. Şimdi ara-balarda geziyo faket Mehmet Bey olmayaydı o adam perişandı açık açık. Çünkü Mehmet Bey fabrikatör. Gazanmış her şeyi var, zengin.

Mehmet Uçar7

Atatürk buraya günübirlik geliyor. Balıkesir’e geliyor bir gün kalıyor. Daha sonra Edremit’e geçmek için yola çıkıyor. Ama Edremit’e geçer-ken Havran’da Koca Seyit’in olduğu aklına geliyor. Daha sonra bir yerde konaklamaları için bu Terzizadelerin Konağını seçiyorlar. Benim geçmiş-te, kişilerle yaptığım konuşmalar-dan ben şu bilgilere ulaştım: Ara sıra gelirdi, Ebubekir Camii’nde Cuma namazını kılardı. Yani cumaları Hav-ran’a iniyor. Belediye’nin karşısında hemen, orası ilk pazarın kurulduğu yer. Pazarda alışveriş yapıyor. Köye çıkarken, orda bir değirmen yeri var. Değirmende aldığı buğdayı öğüttürüp un yaptırıyor, haf-talık yiyeceğini götürüyor. Bu böyle devam ediyor. En çok Havran’dan götürdü-ğü, çok sevdiği, çocukları-nın da çok sevdiği helva. Muhakkak heybesinde helva da var. Burada mahalle aralarında odun kestiği görül-müştür, yani yayan geliyor on bir ki-lometreden ma-halle aralarında odun kesiyor.

Hatta ve hatta büyük kalaslar getirdi-ği ve getirdiği bu kalasları sattığı söy-lenir.

Halil Keser8

Benim yaşım 83, dokuz yaşındaydım ben o zaman. Evi, köyün taa beriki girişindeydi. Orda arsası bile kalma-dı şimdi. Koca Seyit’i nasıl hatırlıyom biliyon mu? Fakirdi adam, fakir gel-di fakir gitti. Devlet mayış bağla-yacaktı ama o istemedi. Biz dokuz yaşındaydık, O hastalandı, baya bi hasta yattı. Sonra eski papuçlarımı-zı yama yapıverirdi. Biz papucumuz yırtıldığında, Seyit amcaya götürür-dük. Adam hastalandı, hastalandık-tan sonra yayan buradan Havran’a götürdüler. Havran’da doktor bir iki iğne yapmış, sonra tekrar getirdiler. Bu gece gündüz hamallık yapıyor bu. Kış gününde suyun içine düşmüş, ıslanmış. Sobanın başına gelmiş, tit-

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

Halil Keser Koca Seyit’in köylüsü

Page 86: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALIİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

84

remeye başlamış. Arkadaşları demiş Koca Seyit ölcek köyüne gönderelim. (Ulen doktor mu yok, başka yere gön-dersenize, niye köye yolluyonuz. Bu adam Türkiye’yi kurtardı be adam.) E işte genç yaşında vefat etti git-ti. Dağlarda kömür yapardı, satardı Havran, Edremit’e. O zamanlar millet fakirdi, şimdi her şey bol. Çanakka-le’de babamla birliktelermiş. Babama anlatmış. “Ahmet” demiş. “Üç tane mermimiz kaldı” demiş. “Bismillah dedim kaldırdım” demiş. Bu Allah’ın yapacağı iş. Babamın felan fotoğraf-ları vardı emme biz böyle olacağı-nı bilmiyorduk. Kayboldu gitti. Ama benim hanım onlarla daha komşu idi. Çobancılık yaparlardı. Çoban ol-duğu için orda bir yer vardı onların evin altında. Orda görürmüş. Böyle küt küt yürüyerek camiye geçiverirdi. Namazını kılardı adam. Koca Seyit’i gören bir de bizim burada Kasımla-rın Hüseyin (Çevik) var. Burası Yörük köyü. Keçi koyun güderlerdi. Onla geçinirlerdi. Geçim dağdaydı. Odun eder, kömür eder ve kovan yaparlar-dı. Bu köy üç isim değiştirdi. Manas-tır, Çamlık ve Kocaseyit Köyü. Koca

Seyit, ismiyle birlikte bu köye bereket getirdi. O zamanlar burada yirmi-o-tuz kadar hane vardı.

Seyit çavuş, olgun bir adamdı, yu-muşak bir adamdı. Şöyle giderken papuçlar vardı. Küt küt küt yürürdü. Evveli Edremit’te Seyit’in bir asker ar-kadaşı varmış. O, anlatıverirmiş olayı. İşte olan oldu, bitti gitti. Şimdi olsa adamı camekâna koyarlardı.

Ayşe Keser9

Ben on yaşındaydım. İşte böyle kar-şı komşusuydum. Çift sürerdi, ak ak öküzleri vardı, bir kara eşeği vardı. Odun keserdi. Ben te aşağıda köyün alt yanında dururken, şu direkten kalın odun yüklenip gelirdi. Ben on yaşındaydım, on yaşındaki insanın aklı erer, hatırlıyorum. Mart ayın-da ala güne karşı günde öldü öyle. Koca Seyit pek insanla muhatap ol-mazdı. Bizim evin önünden camiye gelip geçerdi. Çizme giyerdi, esmer adamdı. Dimdik bi adamdı, aha aynı şu direk gibi dimdikti adam. Emme iriden bütündü. Duttuğunu kaldırırdı. Eşeği bile yüküylen bile kaldırırmıştı. Eşek yüklen yıkıldı mı kalk kerata deyip yüklen kucaklar da

kaldırıverirmiş. Öyle sinirlilik bilmez-di, Allah’ın adamıydı, kimseyle çekiş-mezdi. Köyün iki yanında, iki tarlası vardı. Şimdi orman aldı tarlalarını. Bize öyle içlim dışlım anlatmazdı. Öyle kendi kendine işiyle kaydıyla adamcağız. Böyle iri adamdı, küçük oğlu yaşasaydı onu geçerdi. O çocuk da yirmi yaşında öldü gitti. Bizim bil-diğimiz bu kadar. Köyün yaşlılarının yaşı benden aşağıda. Velhasıl ada-ma bakılmadı.

Hüseyin Çevik10

Altı yaşımızdaydık biz. Oğlu Abdur-rahman vardı benlen tertip 1933 doğumlu. Biz komşusuyduk. Öyle tanıyom Koca Seyit’i. Köyün altında bir tarlası vardı. Hemen bizim evle-rin altında. Çift sürerdi. Ufaktık, bize Çanakkale’den bir şeyler anlatmazdı. Babamın adı Kazım’dı. Balcılık yapar-dı. Tepsiye balları koyar sonra tene-kelere basardı. Babamla iyiydi arası. Bir keresinde babama “Kazım al şu tepsiyi şuradan, çocuklara bir şey kalmayacak dedi.” Böyle yemeğin başında bağdaş kuramazdı. Siniyi böyle anam koyardı önüne, öyle yer-di. Etliydi böyle, bağdaş kuramazdı. Şurada köyün orta yerinde köklü bir daş vardı. O daşın yanına oturuve-rirdi. Seyit Çanakkale’deyken karısı ölüyor. İki tane gız yetim kalıyor bur-Seyit Onbaşı (Seyit Çabuk) oduncu kıyafetiyle.

Elinde baltası, sırtında heybesiyle.

Ayşe Keser, Halil Keser’in eşi.

Hüseyin Çevik, Koca Seyit’in köylüsü

Page 87: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

85

da, nenesinin yanında. O da harbden geliyor. Sonra baldızı varmış, onla evlenmiş. Onu da kaçırarak evlenmiş. Ondan da bu iki oğlan olmuş. Öyle derlerdi. Bapuç yamardı. Ağaçtan kalıpları vardı. Öyle yapardı. Edre-mit’ten kamyon lastikleri alırdı, eski. Onlarla papuçların altını yapardı.

Muhammet Yıkar11

Ben Koca Seyit’in torunuyum, Koca Seyit benim büyük dedem. Kızı be-nim babaannemdi. 2008 yılında ben bu müzede görevli olarak işe başla-dım ve halen büyük bir zevkle bura-da çalışıyorum. Dedem Koca Seyit harbden döndükten sonra hiç kim-seye ben harb zamanında şöyle top kaldırdım şeklinde bir şey dememiş. Koca Seyit harbden sonra köyünde 21 yıl yaşamış ve 21 yıl zarfında kim-seye bu olayı anlatmamış. Ancak 11 yıl sonra Atatürk, Havran’a geliyor. Atatürk, Havran Nahiye Müdürü’ne demiş ki, burada bir Seyit Onbaşı varmış, benim onu görmem lazım

demiş. Nahiye Müdürü Seyit Onba-şı’nın Havran’ın hangi köyünde ol-duğunu bilmiyormuş. Paşa, Nahiye Müdürüne demiş “Ben biliyorum da sen neden bilmiyorsun?” Sonra erte-si sabah Nahiye Müdürü, Edremit’e şubeye giderek Koca Seyit’in han-gi köylü olduğunu öğreniyor. Bizim köyün eski adı Manastır’dır. Koca Seyit’in de Manastır Köyü’nde oldu-ğunu öğreniyor. Edremit’ten çıkan jandarmalar öğleden sonra Manastır Köyü’nde oluyorlar. Koca Seyit’i alıp Paşa’nın yanına götürecekler. Ancak Seyit, köyde yok. Dağa, kömüre git-miş12. Jandarmalar akşamı beklemiş-ler. Seyit, dağdan gelirken kapısının önünde bekleyen iki jandarmayı gö-rünce telaşlanmış, dağdan topladığı odunlardan dolayı geldiklerini san-mış. Sonra jandarmalar ona kaçma-masını ve kendisini Paşa’nın çağırdı-ğını söylemişler. Ama Seyit, üstünün çok kötü olduğunu, çarıklarının yırtık olduğunu ve bu halde nasıl yanı-na gideceğini düşünüyormuş. Seyit,

askerlerle birlikte Kocaseyit Köyü’n-den yürüyerek Havran’a varıyor gece yarısı. Evvela, Nahiye Müdürünün yanına varıyorlar. Seyit’i, sabah Pa-şa’nın yanına götürecekler. Ancak Nahiye Müdürü Seyit’e bakıyor, hali perişan. Geceden bir berber buluna-rak tıraş yaptırılıyor ve Seyit’e kendi ceketini veriyor. Ancak, Seyit yapı-lı olduğu için ceketin kolları kısa ve dar gelmiş. Bu halde Seyit, Paşa’nın karşısına çıkmış. Paşa, Seyit’e ne işle meşgul olduğunu sormuş, çiftçilikle uğraştığını ve nafakasını ormandan çıkardığını öğrenince paşa, Seyit’e maaş bağlamak istemiş. Ama Seyit, harbde kendi üzerine düşen görevini yaptığını söylemiş. Paşa, Seyit’e ne istediğini sormuş. Seyit de, “Paşam, ben geçimimi ormandan sağlıyorum, ormancılar bana müsaade etseler ben hayli hayli geçinirim, çoluğuma çocuğuma bakarım” demiş. Paşa da, Nahiye Müdürüne “Seyit, bundan sonra rahat rahat ormanda odun toplayacak” demiş.

Seyit Onbaşı’nın 3. kuşak torunu Muhammet Yıkar.Koca Seyit Anıtı’nda bulunan müzede görev yapmaktadır. Gelen misafirlere

dedesi Koca Seyit’i büyük bir zevkle anlatmaktadır.

Page 88: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALIİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

86

Daha sonra yeni gelen Nahiye Müdü-rü, Seyit ile ilgilenmemiş. O zaman da Seyit ormanda kaçak çalışmaya de-vam etmiş. Bunun yanında da hamal-lık yapıyormuş. Gücü kuvveti yerinde olduğundan herkes bir çuval taşırken o iki çuval taşırmış. Daha sonra üşüt-meden dolayı zatürreye yakalanmış ve 50 yaşında vefat etmiş.

Olağanüstü şartlarda, olağanüstü mücadelelerle yapılmış olan Çanak-kale Savaşı, İstanbul’u ele geçirmeye karar veren İtilaf Devletleri’nin yir-minci yüzyılda Osmanlı Devleti’nin gücünü sınadığı çetin savaşlardan biridir. Milli mücadelemizde canları-nı seve seve feda eden, bu toprak-ları bizlere vatan olarak bırakan tüm şehitlerimizi ve gazilerimiz rahmetle anar ve bu çalışmayı yaparken yar-dımlarını esirgemeyen Havran Be-lediye Başkanı Emir Ersoy, Başkan Yardımcısı Mehmet Yılmaz, değerli öğretmenimiz Nuri İnan ve Harun Kocakurt Beylere ve ayrıca bilgi ve hatıralarını bizlerle paylaşan Hüseyin Bağcı, Halil Keser, Ayşe Keser, Hüse-yin Çevik, Mehmet Uçar ve Muham-met Yıkar’a ayrı ayrı teşekkürlerimizi sunarız.

Dipnotlar

1 Balıkesir’in Havran İlçesi ve Kocaseyit Köyü, 30 Ağustos 2014 Cumartesi. Hüse-yin Bağcı, Halil Keser, Ayşe Keser, Hüseyin Çevik, Mehmet Uçar ve Muhammet Yıkar ile yapılan söyleşiler.

2 Hüseyin Bağcı, 105 yaşında.3 İç Anadolu Bölgesi’nde halen kullanılan

kilenin dörtte biri olan ağırlık ölçü birimi-dir.

4 Mehmet Bey, o dönemde Havran’da Zey-tinyağı fabrikası olan ve yöre halkı tara-fından yardımseverliğiyle bilinen Meh-met Doğrular’dır.

5 Koca Seyit’in doğduğu köyün ilk adı Ma-nastır’dır. Köy, daha sonra Çamlık adını ve 1988 yılında da Kocaseyit Köyü adını almıştır.

6 Pirina: Yağ çıkarmak üzere sıkma işlemin-den sonra zeytinin kalan posa, çekirdek kısmı. Halen içinde yağ kaldığından do-layı küspe, gübre ve yakacak olarak kul-lanılır.

7 Havran’da ikamet eden Mehmet Uçar, ki-taplara gönül vermiş bir kitap dostudur. Yöre hakkında sözlü ve yazılı araştırmalar yapmaktadır. Koca Seyit Anıt Mezar’da yer alan Koca Seyit Müzesi’nin kurulma-sında büyük katkı sağlayan Mehmet Bey, halen Havran’a gelen ziyaretçilere gönül-lü olarak yöre hakkında bilgiler vermek-tedir.

8 Halil Keser, 85 yaşında.9 Ayşe Keser, 85 yaşında, Halil Keser’in eşi.10 Hüseyin Çevik, 81 yaşında.11 Muhammet Yıkar, Seyit Onbaşı’nın 3. ku-

şak torunu. Koca Seyit Anıtı müze görev-lisi.

12 Burada kömür olarak bahsedilen, dağdan toplanılan ağaç dallarının odun kömürü-ne dönüştürülmesidir.

Koca Seyit Anıtı’nda görev yapan Muhammet Yıkar.

Kocaseyit Köyü mezarlığında bulunan Seyit Onbaşı’nın kabri.

Page 89: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

87

Page 90: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 91: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY

Ömer Faruk ŞERİFOĞLUSanat Tarihçisi

İsmail Hakkı Bey, kendisi gibi Bahriyeli ressam Hüsnü Tengüz’ün dediği gibi “Üstad, memleketimizde yetişen en yüksek deniz ressamı dır.” Türk resminin büyük ustası Hoca Ali Rıza Bey de, kayın biraderi İsmail Hakkı Bey’in deniz resimleri yapmakta “pek hünerli” olduğundan söz etmiştir. Celal Esad Arseven’e göre: “Türkiye’nin en değerli deniz ressamı”dır. Pertev Boyar’a göre ise: “Miras bıraktığı mavi renkli fırçasının henüz varisi çıkmamıştır.”

Page 92: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLUİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

90

Türkiye’de resmin kitap sayfalarından taşmasına izin vermeyen minyatür geleneğinden yağlıboya resme geçiş; sarayın ilgisi ve koruyuculuğu altında, kapalı bir çevrede gerçekleşebilmiştir. Sanat tarihimizde Batılı anlamda re-sim, 1794’te eğitimine başlayan Mü-hendishâne-i Berr-i Hümâyûn’un ders programında, askerî amaçlı, perspek-tif ve ışık-gölge gibi temel kurallar üzerine yoğunlaşan ilk resim dersleri konulmasıyla başlatılır. Bunu III. Se-lim (1761-1808, saltanatı: 1789-1807) ve II. Mahmud (1785-1839, saltanatı: 1808-1839) devrinde çağdaş anlamda eğitim veren Harbiye, Tıbbiye, Bahriye gibi okulların açılışı izler. 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren, saray çevresin-de Avrupalı ressamların etkinlikleriyle, sarayda koleksiyon, toplumda ise bir sanat algısı oluşmaya başlar.

Sözü edilen askeri okullardaki sınırlı resim eğitimi sonucunda, yetenekle-riyle öne çıkan ve resim sanatına tut-kuyla bağlanan ilk isimler genellikle asker kökenli sanatçılar olmuştur. Nitekim resim sanatımızda asker res-

samların etkinliği üç kuşak boyunca sürmüştür.

Modern resmin önemli bir kolu olan “maren/deniz” konulu resimleri çalı-şanlar ise genellikle Bahriye Mektebi (bugünkü Deniz Harp Okulu) çıkışlı ressamlar olmuştur. Bu alanın ilk en yetkin isimlerinden biri de hiç kuşku-suz Bahriyeli İsmail Hakkı Bey (1863-1926) olur.

Deniz ressamlığından önce nitelikli bir denizci olan denizi ve gemileri çok iyi bilen sanatçı, bu alan da haklı bir şöhrete ulaşmıştır.

İsmail Hakkı Bey, 1863’te Üsküdar’da doğmuştur. Arabacılar Kahyası Ali Efendi’nin oğludur. İyi huyu, çalış-kanlığı, zekası ve dürüstlüğü ile se-vilen örnek bir öğrenci olur. İlk resim eğitimini Bahriye Mektebi’nde oku-duğu yıllarda resim hocası “Beyba-ba” lakaplı Kaymakam Eyüplü Şükrü Bey’den alır. Resme merakı hocala-rı tarafından takdir ve teşvik edilir. 1884’te Bahriye Mektebi’nin harbiye

Ressam Bahriyeli İsmail BeySüleymaniye Kütüphanesi , Süheyl Ünver Arşivi

Page 93: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLU İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

91

sınıfına geçer, 1886’da da mülazım rütbesiyle, deniz inşaat ve ressamı olarak mezun olur. Bahriye İnşa Da-iresi’nde göstermiş olduğu yenilikler, çalışkanlığı, zekası ve görevine bağlı-

lığı ile Bahriye Nazırı Bozcaadalı Ha-san Hüsnü Paşa’nın da haklı takdi-

rini kazanır. 1888’de yaptırılan bir torpidonun inşaatına nezaret

etmek üzere Almanya/Ham-burg’a gönderilir ve Ejder

adı verilen bu gemiyi tes-lim alarak 1890’da İstan-bul’a getirir.

Osmanlı Donanması için Almanya’ya ısmarlanan Ejder isimli torpidobot, Almanya/Kiel’de Schiffs &

Maschinenbau Germania AG isimli firma tarafından

yapılmış ve bu firma, Osmanlı için 1887-1912 yılları arasında

Nasır, Ejder, Berk, Peyk ve Nusret gibi gemilerin inşasını gerçekleştir-miştir. Dolayısıyla İsmail Hakkı Bey’in gönderildiği şehir Hamburg değil 100 km uzağındaki Kiel’dir, belki daha son-ra Hamburg’ta yaşamayı tercih etmiş olabilir.

İsmail Hakkı Bey, Ejder torpidobotu-nun yağlıboya bir tablosunu da ça-

lışmıştır. Ejder’in zümrüt yeşili coşkun şeffaf dalgalar üzerinde seyir halinde tasvir edildiği resimde romantik bir renk atmosferi hâkimdir. Resmin sağ alt kösesinde “1891 senesi kanun-u evvelinde Ejder torpido divizyon bo-tunun Cezayir açıklarında batı lodos cihetinden müsadif olduğu fırtınadır.” notu ve imza bulunmaktadır. İmzada-ki “kulları” ifadesinden tablonun Sul-tan’a takdim edildiği anlaşılmaktadır.

Almanya’da kaldığı iki yıllık sürede, renkli litografi baskı tekniğini öğ-renmiş, bu teknikle deniz resimleri yapan İsmail Hakkı Bey, mesleki an-lamda da yeni bilgilerle donanmıştır. Yurda dönüşünde Osmanlı donan-masının ıslahı konusunda, gördüğü olumsuzlukları ve gerekenlere dair projeler içeren bir rapor hazırlayarak, Bahriye Nezareti’ne sunar. Bir süre sonra tespit ve önerilerinin dikkate alınmadığından dolayı üzüntüsünü dile getirmeye başlar. Bunun üzerine Bahriye Nezareti tarafından 1895’de tekrar Almanya’ya gönderilerek İs-tanbul’dan uzaklaştırılır.

Vatanından “nezaketle” kovulan İsma-il Hakkı Bey’in arkasından maaşı da kesilir, Bahriye Nezareti’ne gönderdiği dilekçeler hasıraltı edilerek, cevaplan-maz. İsmail Hakkı Bey içine düştüğü bu sıkıntı ve zorluklardan kurtuluşu istifada bularak, Hamburg tersane-lerinde mühendis olarak çalışmaya başlar. 6 Temmuz 1901’de İstanbul’da hakkında dava açılarak altı ay hapse mahkum edilir ve memuriyetten çıka-rılmış olur. 1908’e kadar Hamburg’da Bloom und Voss tersanesinde gemi inşa mühendisliği yapar.

Ünlü ressamların atölyelerinde resim çalışmalarına da katıldığı Almanya yıllarında, ona güçlü bir deniz res-samı olabilmenin ortamını sağlar. Yaptığı pek çok seyahatte denizleri inceler, kuzey denizlerinin ağır ve gri atmosferini tespit eden çalışmalar yapar. Almanya’yı betimleyen deniz, sahil, kır peyzajları üretir fakat Al-manya’da meydana getirdiği eserle-

İsmail Hakkı Bey’in Çanakkale Savaşı’nı içeren peyzaj çalışması

İsmail Hakkı Bey’in imzası

Page 94: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLUİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

92

rin hepsini yaşamını sürdürmek için satmıştır.

II. Meşrutiyet’in ilanından sonra gö-reve davet edilir ve binbaşı rütbe-siyle Bahriye Nezareti İnşa Dairesi Başkanlığı’na getirilir. 1910’da kay-makam (yarbay) rütbesine yükselir, 1913’te -hakkında yapılan dediko-dulara dayanamayarak- kendi iste-ği ile emekliye ayrılır. Paşabahçe’de kurduğu mütevazı tekne yapım tez-gâhında sandallar yaparak geçimini temin etmeye çalışır. İsmail Hakkı, Osmanlı Donanması’na ait gemilerin tanıtım amaçlı portrelerini oluşturan, belgesel anlamda değeri olan bir dizi resimler çalışır. Bir taraftan Alman gazete ve mecmualarının İstanbul muhabirliğini üstlenir, 1914’ten iti-baren altı yıl boyunca Illustrirte Ze-itung dergisine İstanbul’dan resim ve illüstrasyonlar yapar. Bu yayının muhabirliği ve ressamlığı nedeniyle yaptığı çalışmalardan, 1915 yılında bizzat Çanakkale’de bulunduğu an-laşılmaktadır. Aynı yıl, Müdafaa-i Mil-liye Cemiyeti yararına yaptığı 6 adet resmi kartpostal olarak basılır.

Savaştan sonra tekrar devlet hizme-tine davet edilir ve 1920’den itiba-ren İstinye tezgâhlarında çalışırsa da uğradığı haksızlıklardan dolayı ruhu yorgun, kalbi kırıktır. Son yılları Beykoz/Paşabahçe’de geçen İsma-il Hakkı Bey’in bir deniz kenarında başlayan yaşamı, gene bir deniz kenarında 3 Aralık 1926 tarihinde son bulur ve Paşabahçe mezarlı-ğına defnedilir. Önce Zehra Hanım ile daha sonra Almanya yıllarında tanıştığı ve yaşamının son gününe kadar beraber olduğu Juanna Ha-nım olmak üzere iki evlilik yapmış, ancak çocuğu olmamıştır. Sanatçı-nın kız kardeşi Nadide Hanım, Türk resminin büyük üstadı Hoca Ali Rıza Bey’le evlenmiştir.

Akrabalıktan öte dostlukları bulunan Ali Rıza Bey ve İsmail Hakkı Bey’in zaman zaman beraber açıkhava ça-lışmalarına çıktıkları bilinmektedir.

Nitekim, İsmail Hakkı Bey’in birçok desen defteri ve arşivi Hoca Ali Rıza Bey’e kalmıştır. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’nin 1914 tarihli 18 numaralı Hoca Ali Rıza özel sayısının kapağındaki portre de İsmail Hakkı Bey’e aittir.

Çanakkale Resimleri

Suluboya, guaj, karakalem, pastel ve yağlıboya teknikleriyle yaptığı resim-lerde büyük ustalık gösteren İsmail Hakkı Bey’in tablolarında suların kı-pırdanışı, dalgaların çatlayışı, fırtına-ların haykırışı adeta üzerinde ya da tasvir edilen geminin içindeymiş gibi hissedilir.

1915’te Çanakkale’de cereyan eden acımasız deniz savaşlarını konu et-tiği çok sayıda eseri bulunmaktadır.

Aynı yıl tarihli “Goliath Zırhlısı’nın Batırılışı” adlı tablosunda, Çanak-kale’de 13.150 tonluk HMS Goli-ath Zırhlısı’nın, Binbaşı Ahmet Bey komutasındaki Muavenet-i Milliye muhribimizin peş peşe ateşlediği torpidolarla Morto Koyu’nda sancak tarafından vurulduğu an tasvir edil-miştir. Çanakkale deniz savaşlarının kaotik atmosferi çarpıcı bir biçimde tuvale aktarılmış, Muavenet’in vur-duğu Goliath’tan gökyüzüne alevler ve kesif duman bulutları yükselmek-te, Muavenet-i Milliye ise düşman donanmasına ait diğer gemilerin ge-cenin zifiri karanlığını yarıp gündüze çeviren ışıldak tarassutları altında olay mahallinden Boğaz’a doğru uzaklaşmaktadır.

Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Sanat Koleksiyonu’nda bulunan, savaşı da

İsm

ail H

akkı

Bey

’in M

üdaf

aa-i

Mill

iye

Cem

iyet

i yar

arın

a ya

ptığ

ı

resim

ler k

artp

osta

l ola

rak

basıl

mış

tır.

İsm

ail H

akkı

Bey

’in M

üdaf

aa-i

Mill

iye

Cem

iyet

i yar

arın

a ya

ptığ

ı re

simle

r kar

tpos

tal o

lara

k ba

sılm

ıştır

.

Page 95: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLU İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

93

içeren peyzaj çalışması sıradışı boyu-tuyla da dikkat çekmektedir (56x196 cm). Genelde sahili, denizi, denizde yol alan yelkenliyi, savaş gemileri-ni resmeden ressam, bu defa geniş bir açıyla tabiatın içine, yüzbinlerce insanın hayatına mal olacak, tarihin en kanlı, en destansı savaşlarından birinin ölüm makinelerini, karşılık-lı top atışlarının boğaz sularında ve tabyalarda yol açtığı dev yükseliş ve dumanları yerleştirmiştir. Çanakkale deniz savaşlarını panoramik bir şe-kilde tasvir eden bu resim, baharın fışkırdığı toprakları bütün tabiatıyla ön plana çıkarırken, ileride Boğaz su-larında onlarca İngiliz ve Fransız kru-vazör torpido ve savaş muhripleri ve karşısındaki Osmanlı savaş gemileri-nin karşılıklı ateşini belgelemektedir. Çanakkale Sarıcaeli Mevkii’nden ya-pılan resim, bu yönleriyle, ressam-larımızın sularla çerçevelenen diğer deniz resimlerinden ayrı değerlendi-rilmelidir.

Boğazın sağ tarafı ise tam aksine, eniştesi Hoca Ali Rıza’nın göl ve deniz resimlerinde gördüğümüz bi-çimde dingin ve asude bir peyzajı betimler. Bu güzel sular ve resmin beşte üçünü kaplayan makiler, ağaç-lar ve kayalıkları ile bu topraklar, ile-riki günlerde “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” mısralarını yazacak olan Mehmet Akif’in işaret ettiği o cennet vatanı mı göstermek-tedir? Doğanın tazeliği ve savaşın yı-kıcılığının bir arada sunulduğu ilginç bir kompozisyon.

1918’da “Savaş Resimleri” konulu Vi-yana Sergisi’nde yer alan dört ese-rinden biri olan “Yavuz” adlı tablo-da ise adına türküler yazılan sancak gemisi şanlı Yavuz, kuvvetli rüzgâra ve fırtınalı denize aldırmaksızın dal-gaların üzerinde süzülerek ilerlemek-tedir. Şiddetli rüzgârın etkisiyle baca-larından gökyüzüne değil de denizin yüzeyine doğru savrulan kahverengi kesif duman kümelerinden geminin seyir hızı ve kazanlarında nasıl bir ce-hennemin kavrulduğu anlaşılıyor.

“Baltık Denizi’nde Fırtına” isimli tab-losunda ise enginlerden kopup gelen hırçın dalgalar sahildeki kayalıkları dövmektedir. Gökyüzü güneşin kızıl ışıkları ve gri renkli fırtına bulutlarıyla sıvanmıştır. Denizin üzerinde değişen renk değerleri, kayalıklarda son bulan hırçın dalgaların çatlakları ve şeffaflığı duygulu bir izlenim sunar.

Askeri gemileri ve sahneleri konu et-tiği resimlerinde, vatan sevgisini üs-tün sanat yeteneği ile birleştirmiş ve denizlerin üzerinde Türk sancağını nazlı bir gelin edasıyla gezdirip, dal-galandırmış, Osmanlı Donanması’nın mağrur ve muzaffer gemilerini, filola-rını, bu gemi ve filolarla girişilen çar-pışmaları bir manzara estetiği içinde ve milli tarih bilinciyle tuvallerine ak-tarmıştır. Bu konuda ölümsüz eserler bırakmıştır. İsmail Hakkı Bey’in gemi portrelerinde foto-gerçekçiliğe yakın bir tavır görülse de açık hava ressamı olarak gün ışığının doğadaki yansı-malarını zengin paleti ve serbest fırça vuruşlarıyla izlenimci etkilerin ağırlık-ta olduğu başarılı bir usta olarak ta-nımlamak gerekmektedir.

Kendisi gibi Bahriyeli ressam Hüsnü Tengüz’ün dediği gibi “Üstad, mem-

“Kahraman Muavenet-i Milliye’nin Golyat Zırhlısı’nı gark edişi”

İsm

ail H

akkı

Bey

’in M

üdaf

aa-i

Mill

iye

Cem

iyet

i yar

arın

a ya

ptığ

ı re

simle

r kar

tpos

tal o

lara

k ba

sılm

ıştır

.

İsmail Hakkı Bey’in Müdafaa-i Milliye Cemiyeti yararına yaptığı resimler kartpostal olarak basılmıştır.

Page 96: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLUİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

94

leketimizde yetişen en yüksek deniz ressamıdır.” Türk resmi-nin büyük ustası Hoca Ali Rıza Bey de, kayınbiraderi İsmail Hakkı Bey’in deniz resimleri yapmakta “pek hünerli” oldu-ğundan söz etmiştir. Celal Esad Arseven’e göre: “Türkiye’nin en değerli deniz ressamı”dır. Pertev Boyar’a göre ise: “Miras bıraktığı mavi renkli fırçasının henüz varisi çıkmamıştır.”

Hoc

a Al

i Rız

a ve

İsm

ail H

akkı

Bey

çoc

ukla

rıyla

Gül

bün

Mes

ara

Arşi

vi

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti gazetesinin 1 Temmuz 1330 (1914) tarihli 18. sayısının (son sayısı) kapağında İsmail Hakkı Bey’in

çizdiği Hoca Ali Rıza Bey’in portresiYukarıdaki üç görsel, İsmail Hakkı Bey’in Illustrirte Zeitung Dergisi’nin 18 Mayıs 1916 tarihli 3803 numaralı özel sayısında yayımlanan eserlerindendir.

“Ressam Rıza BeyMuhterem Üstadın kayınbiraderi

Ressam İsmail Hakkı Bey’in Albümünden”

“Şam’da: Cihad-ı Mukaddes’e şitab!“

Page 97: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLU İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

95

SERGİLENEN ESERLERİ

1916 Galatasaray- Güney Almanya’da Pişuksahym’de manevra- Çanakkale’de 5 Mart 331’de Buve’nin batışı- Bir etüd.

1917-1918 Galatasaray - Viyana- Çengelköy Sırtları- Hilal-i Ahmer bakıcısı- Küçük deniz- Portre- Yavuz (Goben)

1924 Galatasaray - Ankara- Tuluun ilk saniyelerinde Salacak’tan İstanbul’a bir nazar

1925 Galatasaray- Ayvalık’ta Çamlı Manastır Köyü- İstanbul’da Sabah

1926 Galatasaray- Çamlıca’nın eşarından

1926 Ankara- Fırtınada bir vapur- Naturmort- Manzara (3 adet)- Deniz

1927 Galatasaray- Selahattin Eyyubi türbesi

1927 Ankara- Boğaziçi meltemi- Küçük Çamlıca- Ankara treni Acıbadem’den- Unutmayalım- Haydarpaşa Garı

1928 Galatasaray- Kalamış- Son ışık

“Gazi Sultan Mehmed Reşad Han-ı Hâmis Hazretleri“

“18 Mart 1915’de İtilaf Donanması’nın Çanakkale’den ricˊati“

Page 98: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 99: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞIEbru AFATYazar ve Editör

Avustralya ve Yeni Zelanda’nın Anzak kısaltmasıyla sembolleşen Birinci Dünya Savaşı macerasının kimlik kurucu niteliği, sinema açısından işlenmeye çok müsait bir alan. Filistin topraklarının Britanya kontrolüne girmesini sağlayan galibiyetin gururu ile Çanakkale hezimetinin hayal kırıklığı ve öfkesinin harmanladığı Anzak idrakinin beyaz perdedeki dikkat çekici örnekleri konumundaki filmleriyle Avustralya sineması, bu noktada üzerinde durulmaya değer yapımları bünyesinde barındırıyor.

Page 100: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI / Ebru AFATİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

98

Birinci Dünya Savaşı, Türk askerinin zor şartlarda verdiği büyük müca-deleye rağmen Osmanlı İmparator-luğu’nun dağılması ve Anadolu’nun büyük insan kaybıyla sonuçlanan bir yıkımın hikayesidir.

1914 sonbaharında bir oldubittiyle Almanya safında Britanya, Fransa ve Rusya’ya karşı savaşa giren Osmanlı Devleti’nin yorgun ve yıpranmış or-dusu, 4 ana (Kafkasya, Çanakkale, Irak, Filistin) ve 4 tali (Galiçya, Selanik, Libya, Arabistan) cepheden oluşan geniş bir alanda 1918 yılına kadar canla başla direnmişti.1 Osmanlı or-dusunun komuta kademesinde görev yapan Alman subayları ve Alman-ya’dan gelen silahlar, Büyük Savaş (Cihadı Ekber) olarak da anılan Birinci Dünya Savaşı’ndaki Türk-Alman ittifa-kının temel göstergesiydi. 19. yüzyılı savaşlarla geçiren ve 20. yüzyıl ba-şında tüm Balkan topraklarını yitiren Osmanlı’nın fedakar askerleri, Düveli Muazzama karşısındaki bu nihai sa-vaşını, tüm yoksunluklarına rağmen bir ölüm-kalım mücadelesi bilinciyle yürüttü.

Mehmetçik, Çanakkale ve Arap coğrafyasında, dönemin ‘Üzerinde Güneş Batmayan’ Britanya İmpara-torluğu’nun parçası olan Avustralya ve Yeni Zelandalı askerlerle de çar-pışmıştı. Avustralya Yeni Zelanda Ko-lordusu’nun (Australia New Zealand Army Corps) kısaltması olan ANZAC, Britanyalı kuzenlerine yardım etmek için kendilerinden binlerce kilometre uzağa savaşmaya giden Avustralyalı ve Yeni Zelandalılara dair genel bir tabire dönüştü.

Türkçe yazılışıyla Anzak birliklerinin, Birinci Dünya Savaşı’nın Doğu Cep-hesi’nde Türk askerleri ile savaşması, başta İngilizler olmak üzere İskoçlar, Gallerliler ve İrlandalılar, kısaca Bri-tanya Adaları’nda yaşayan tüm halk-ların birlikte kurduğu Avustralya ve Yeni Zelanda’nın uluslaşma süreçle-rinde kırılma noktası teşkil etti. Tıpkı onlar gibi Britanyalılar tarafından ku-

rulan ama 18. yüzyıl sonunda İngiliz monarşisinden kopan ABD’nin aksi-ne Güney Yarımküre’deki bu iki ülke, bağımsızlık faaliyetlerine girişmedi. Ancak 1915’te Gelibolu Yarımada-sı’nda Osmanlı ordusu karşısında alınan yenilgi, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın özerkleşme arayışlarını hızlandırdı.

Çanakkale ve Filistin Cephelerin-den Anzak Öyküleri

Avustralya ve Yeni Zelanda’nın An-zak kısaltmasıyla sembolleşen Birinci Dünya Savaşı macerasının kimlik ku-rucu niteliği, sinema açısın-dan işlenmeye çok müsait bir alan. Filistin topraklarının Britanya kontrolüne girmesi-ni sağlayan galibiyetin guru-ru ile Çanakkale hezimetinin hayal kırıklığı ve öfkesinin harmanladığı Anzak idraki-nin beyaz perdedeki dikkat çekici örnekleri konumunda-ki filmleriyle Avustralya sine-ması, bu noktada üzerinde durulmaya değer yapımları bünyesinde barındırıyor.

1970’lerde başlayıp 1990’ lara kadar uzanan ve Avust-ralya Yeni Dalgası2 olarak adlandırılan hareketli dö-nemde üretilen Gallipoli (1981) ve The Lighthorse-men (1987), Çanakkale’deki yenilgi ve Filistin’deki zafe-rin izdüşümlerini, Avustral-ya’nın ulus inşacı söylemini baz alan alt metniyle beyaz perdeye taşıyor. Ünlü aktör Russell Crowe’un hem yö-nettiği hem de başrolünde oynadığı The Water Diviner (2014) ise Çanakkale’deki hezimetin Avustralyalıların bilincindeki yerini, muhare-benin Türk tarafına odakla-narak anlatmasıyla Gallipoli, The Lighthorsemen ve diğer öncüllerinden farklılaşıyor.

The Lighthorsemen: Avustral-ya’nın Kahraman Süvarileri

Simon Wincer’in yönettiği The Ligh-thorsemen3 (Süvariler), 1917 yılına gelindiğinde Filistin’de ilerleyişe ge-çen ve adım adım Kudüs’e yaklaşan Britanya ordusunun başarısına katlı sağlayan Avustralya’nın meşhur ha-fif süvari birlikleri üzerinde kurulmuş bir zafer anlatısı. Uzun süredir Filis-tin cephesinde bulunan Avustralya 4. Hafif Süvari (Lighthorsemen) Tu-gayı’ndan dört arkadaş Frank, Tas, Chiller ve Scotty ile Frank’in yaralan-ması üzerine onun yerine gelen Dave

Page 101: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI / Ebru AFAT İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

99

isimli delikanlının, 31 Ekim 1917 ta-rihinde Berşeba’daki Türk Garnizo-nu’nun düşürülmesindeki payına bir güzelleme.

Wincer, nihayetinde bir ‘öldürme’ eylemi olan savaşmanın, askerlerin vicdanı ve benliğinde yarattığı dönü-şümlere yer yer değinmek suretiyle filme sinmiş epik havayı az da olsa dengelemeye çalışıyor. Fakat Avust-ralyalıların, onlara doğrudan bir za-rarı ya da faydası olmayan bir sava-şa katılmalarını, ahlaki açıdan hiçbir sorgulamaya tabii tutmuyor. Aksine, Britanya’nın Filistin’i kontrolüne ala-rak Osmanlı’yı buradan sürmesi, do-ğal bir durummuş gibi ifade etmeyi tercih ediyor.

The Lighthorsemen’de çizilen resim-de, tüm Avustralyalılar, görevlerini yerine getirmeye hazır görünüyor. Birer ölüm makinesine dönüşmüş tecrübeli askerler Tas, Chiller ve Scot-ty’nin yanında, büyük bir heyecanla cepheye koşmasına rağmen insan öldürmekte zorlanan naif ve hassas Dave bile, Kudüs’e giden yoldaki son duraklardan biri olan Gazze’yi ele geçirmek için kullanılacak olan Ber-şeba için öne atılmakta tereddütsüz görünüyor. Nitekim görev başarıyla tamamlanacak, 9 Aralık 1917’de Ku-düs’e girecek olan Britanya’nın eli, bu galibiyetle iyice rahatlayacaktır.

The Lighthorsemen filminin, döne-min Avustralya ordusunun göz be-beği hafif süvariler hakkında özel araştırmalar yapan senaristi Ian Jo-nes, dramatik kurgu gereği çizdiği bu 5 karakter yanında Friedrich von Kressenstein, Harry Chauvel, Richard Meinertzhagen ve Edmund Allenby gibi Birinci Dünya Savaşı’nın gerçek aktörlere de öyküde yer veriyor. Her ne kadar Türk askerleri, kibirli Avust-ralyalı askerlerin konuşmalarında za-man zaman “Abdul” ismiyle karika-türize edilse de Türk ordusu, filmde düzenli ve modern bir ordu olarak tasvir ediliyor. Ama Türk askerlerinin, Britanya ordusu ve onların Avust-

ralyalı kuzenlerinin cesareti yanında komutanlarının kurnazlıkları yanında her halükarda yenilip öldükleri, sağ kalanlarının da esir düştüklerinin altı kalınca çiziliyor.

Gallipoli: Anzakların Çanakkale’ye Gömülen Hayalleri

Avustralya Yeni Dalga Sinema-sı’nın en önemli isimlerinden Peter Weir4 tarafından yönetilen Gallipo-li5 (Gelibolu), 1915 yılında Gelibo-lu Yarımadası’na çıkarma yaparak Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmeye çalışan Britanya güçleriyle birlikte savaşan Avustralya ordusuna katılan iki gencin dostluğuna, cephede ya-şananlardan daha fazla odaklanma-sıyla dikkat çekiyor. Mel Gibson’ın canlandırdığı bitirim Frank ile Mark Lee’nin oynadığı temiz yüzlü, iyi aile çocuğu Archy karakterlerinin birbir-lerini tamamlayan arkadaşlıklarını öne çıkarması, çatışma sahnelerine sadece son bölümde yer vermesiyle Gallipoli, tipik bir savaş filmi olmanın uzağına düşüyor.

Bir spor müsabakası vesi-lesiyle tanışan Frank ve Ar-chy’nin, Gelibolu’ya giden birliklere katılmak için ver-dikleri uğraş ve savaşı heye-can verici bir deneyim ola-rak görmelerindeki o tuhaf çocuksuluk, film boyunca hissettiriliyor. İkilinin, onla-rı Çanakkale cephesinden önce eğitim görecekleri Mı-sır’a götürecek gemiye gi-derken yolda karşılaştıkları yaşlı bir adamla aralarında savaş hakkındaki konuşma, Avustralya’nın Birinci Dün-ya Savaşı’na katılma kararı-nı sorgulamasa da üzerinde düşünmeye çağırıyor. Ancak Gallipoli’nin senaryosunu David Williamson ile birlikte kaleme alan yönetmen Weir, bu düşünme çağrısını, filmin gizli öznesi olan karar verici-lere yöneltiyor.

Avustralyalıların (ve aynı şekilde Yeni Zelandalıların), onlarla doğru-dan hiçbir alakası olmayan Türklerin topraklarına çıkarma yapmaya, dü-ğün-bayram havasında gittiklerini göstermekle yetinen Weir, o haleti ruhiye üzerinde derinleşmekten kaçı-nıyor. Hatta çok iyi savaşan Avustral-yalıların ağır kayıplar vermelerinden Britanya komuta kademesini sorum-lu tutarak bir nevi teselli üretmeye çalışıyor. Osmanlı ordusunun müt-hiş direnişi karşısında Mehmetçik’in İngilizcedeki karşılığı olan “Johnny Turk” diye nitelendiren Türk asker-lerine saygı duymak zorunda kalan Anzakların yenilgisinin temel nedeni, Weir’a göre komuta kademesindeki hatalardan ibaret.

Avustralya Yeni Dalgası’nın yetkin örneklerinden biri sayılan ve 1982 yı-lında Türkiye’de de gösterime giren Gallipoli, Anzakların genelde Birinci Dünya Savaşı, özelde ise Çanakka-le Muhaberesine dair kimlik kurucu söyleminin dışına çıkamıyor. Yine de Gelibolu’daki yenilgiden kaynaklanan

Page 102: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI / Ebru AFATİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

100

hayal kırıklığı ve öfkeyi açık eden bir yaklaşım benimsemekten tamamen geri durmuyor. Gallipoli, Avustral-ya’nın savaşa katılmasını onayla-mamak ile “Britanyalı komutanların kötü idaresi yüzünden yenildik!» tezi arasında ikircikli bir yerden izleyiciye seslense de kendine özgün bir yer açıyor.

The Water Diviner: Çanakkale’nin Öncesi ve Sonrası

Yeni Zelanda doğumlu Avustralyalı aktör Russell Crowe’un ilk yönet-menlik denemesi olan ve 2014’ün son günlerinde Son Umut adıyla Tür-kiye’de gösterime giren The Water Diviner6, Çanakkale Muhaberesi’nin 4 yıl sonrasında, 1919’da geçen bir arayış üzerinden Anzakların ulus bi-lincinin kurucu mitine yeni bir oku-ma getiriyor.7 Anzakların Çanakka-le’ye çıkarma yapmasını, “Bizimle hiçbir sorunu olmayan bağımsız bir ulusu işgal ettik!” şeklinde nitelen-dirmesinden dolayı Avustralya ve

Yeni Zelanda’da eleştiriye uğrayan8 film, Tazmanya Denizi’nin iki yakası açısından ezber bozucu bir işlev üst-leniyor.

The Water Diviner, üç oğlunu bir-den Çanakkale Savaşı’na gönderen Avustralyalı çiftçi Joshua Connor’ın savaşın ardından evlatlarının izini bulma arayışıyla başlıyor. Bu arayış sırasında, parçalanan Osmanlı’nın ardından Anadolu’yu elde tutmaya çalışan Türklerin Çanakkale’ye ba-kışına uzanana bir perspektif kaza-nıyor. Ülkesinde çöldeki su kaynak-larını bulmasını sağlayan kuvvetli altıncı hissini oğullarını bulmak için devreye sokmaya kararlı, kalp gözü açık çiftçi Connor rolünü kendisi üstlenen Crowe’un The Water Divi-ner’ı, Anzakların Çanakkale çıkarma-sın net ve açık biçimde sorguluyor. Senaryosunu Andrew Anastasios ve Andrew Knight ikilisinin yazdığı film, 1919 Türkiye resmini de gerçekçi bi-çimde resmediyor.

Bu kasvetli tasvirde, Çanak-kale Muhaberesi’ni kazanan ama Birinci Dünya Savaşı’nı kaybettiği için toprakları bö-lüşülen Osmanlı İmparator-luğu’ndan geriye Türklerin elinde sadece Anadolu’nun kaldığı, onun da Birinci Dünya Savaşı’nın galiple-ri, özellikle de Britanya’nın kontrolüne girdiği vurgula-nıyor. Diğer yandan Yuna-nistan’ın bu durumdan fay-dalanarak, bölgede yaşayan Rumları da devreye sokmak suretiyle, Anadolu’nun batı-sını ele geçirmeye çalıştıkla-rı gözlerden kaçırılmıyor.

Böylesine kaotik bir ortam-da İstanbul’a gelen ve bura-daki Britanya karargahından izin alamamasına rağmen Gelibolu’ya giden Connor’ın arayışı boyunca savaşa dair yaşadığı dönüşüm, Çanak-kale’de savaşmış Türk su-

bayları Hasan ve Cemal ile kurduğu dostluk, filmin en güçlü ve fark ya-ratan noktaları. Büyük bölümü Türki-ye’de çekilen, Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan başta olmak üzere birçok Türk aktörün rol aldığı The Water Diviner, Mevlevi dervişleri, Çanakka-le’de hayatını kaybetmiş erkek kar-deşinin dul eşiyle evlenmek isteyen Doğulu erkek vb. bazı klişe unsurlar içeriyor. Ama bu klişeler, ana yaklaşı-mını zedeleyecek boyutlara varmıyor. Türklerin bakışını devreye sokması ve Anzakların Çanakkale çıkarmasın net ve açık biçimde sorgulamasıyla The Water Diviner, şüphesiz özel bir ko-numa oturuyor.

Dipnot

1 “4 ana 4 tali cephede 4 yıllık savaş”, Meh-met Tanju Akad, # Tarih Ekim 2014, Sayı 5, s. 39.

2 “Melting Pot Cinema Part XXIV: Austra-lia’s New Wave”, Veronica Jones, 14 April 2014. http://thefilmographer.blogspot.com.tr/2014/04/melting-pot-cine-ma-part-xxiv-australias.html

3 The Lighthorsemen (1987), IMDb, http://www.imdb.com/tit le/tt0093416/?-ref_=fn_al_tt_1

4 Peter Weir: Australian New Wave «Meets the Last Wave», 1 IFC, 2 August 2014.

http://www.ifc.com/fix/2010/08/pe-te r-we i r-aus t ra l i an-new-wave

5 Gallipoli (1981), IMDB, http://www.imdb.com/title/tt0082432/?ref_=fn_al_tt_1

6 The Water Diviner (2014), IMDb, http://www.imdb.com/tit le/tt3007512/?-ref_=nv_sr_1

7 “«Soldiers criticise Russell Crowe’s Gal-lipoli views”, Kurt Bayer, The New Ze-land Herald, 24 November 2014. http://www.nzherald.co.nz/entertainment/news/article.cfm?c_id=1501119&objec-tid=11363648

8 “Russell Crowe criticised for Gallipoli comments”, Jonathan Perlman, The Te-legraph, 24 November 2014. http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/aust-raliaandthepacific/australia/11250394/Russell-Crowe-criticised-for-Gallipo-li-comments.html

Page 103: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI / Ebru AFAT İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

101

Page 104: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 105: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLARDoç. Dr. Ferhat ASLANİstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

Bu yazıda kolektif hafıza ve halk anlatıları bağlamında Çanakkale Savaşları’nın milletimizin kolektif hafızasındaki yeri ve genç nesillerin milli kimliklerinin oluşumundaki önemi örnek metinlerle ele alınacaktır.

Page 106: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLANİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

104

Çanakkale Savaşları; Müslüman Türk milletinin Anadolu’daki kaderini be-lirleyen en önemli savaş olması ba-kımından bizim tarihimizde olduğu kadar dünyada emperyal güçlerin mağlubiyete uğrayarak sömürülen milletlere umut ışığı olması bakı-mından dünya tarihinde de önemli bir yere sahiptir. Çanakkale Savaşları, Müslüman Türk milletinin tüm yok-sulluk ve yoksunluklara rağmen az-minin, vatan sevgisinin ve imanının modern teknolojiye sahip devasa or-dulara nasıl galip geldiğini gösteren olağanüstü şartların savaşı olmuştur. Bu sebeple milletimizin kolektif ha-fızasında derin bir tesir bırakan Ça-nakkale Savaşları ile ilgili İslam kül-türünden beslenen, halk inançlarıyla şekillenen çeşitli halk anlatıları teşek-kül etmiştir.

Bu yazıda kolektif hafıza ve halk an-latıları bağlamında Çanakkale Savaş-ları’nın milletimizin kolektif hafıza-sındaki yeri ve genç nesillerin milli kimliklerinin oluşumundaki önemi ör-nek metinlerle ele alınacaktır.

Çanakkale Savaşları

Türk tarihi içerisinde sebep ve sonuç-ları itibarıyla oldukça önemli bir yere sahip olan Çanakkale Savaşları’nda Müslüman Türk ordusu, on binlerce şehit vermesine rağmen olağanüstü bir başarı göstererek İtilaf Devletle-ri’ni yenilgiye uğratmıştır. İki safha-da meydana gelen Çanakkale Sa-vaşları’nın ilk safhası 3 Kasım 1914 ve 18 Mart 1915 tarihleri arasında gerçekleşen Deniz Savaşları’dır. İn-giliz ve Fransız gemilerinden oluşan düşman donanması, Çanakkale Bo-ğazı girişinde uçakların da desteğiyle Seddülbahir, Ertuğrul, Kumkale ve Orhaniye tabyalarını yerle bir ede-rek Çanakkale Boğazı’na girmiştir. Düşman donanması 18 Mart 1915’te ise 400 gemi ile büyük bir taarruz harekâtına başlamıştır. Düşmanın taaruzuna insan üstü bir azimle kar-şılık veren Müslüman Türk ordusu, düşman donanmasının Çanakka-le Boğazı’nı geçmesini engellemiş, düşman kuvvetleri yaklaşık altı saat devam eden Savaş’ta yenilerek geri

çekilmiştir. Hiç beklenmeyen bu ağır yenilgiden sonra düşman kuvvetle-ri Gelibolu Yarımadası’na üç koldan asker çıkartarak İstanbul’a karadan yürümeye karar vermiştir. Böylece savaşın ikinci safhası olan ve 25 Ni-san 1915 - 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan Kara Savaşları baş-lamıştır.

Deniz Savaşları’nda başarılı olama-yan İngiliz ve Fransız orduları, top-lam 14 ay 6 gün süren kara savaş-larında da başarılı olamamış, Türk ordusunun destanlaşan savunması karşısında hezimete uğramışlardır. Müttefikler 3 Ekim’den itibaren 8-9 Ocak 1916 tarihine kadar Anafarta-lar, Arıburnu ve Seddülbahir’den geri çekilmek zorunda kalmışlardır.

Böylece Müslüman Türk ordusu, Ka-nuni Sultan Süleyman döneminden sonra yaşanan toprak kayıplarını durdurmuş, Türk milletinin Anadolu topraklarındaki geleceğinin garanti altına almış, İngiliz ve Fransız ordula-rıyla temsil edilen emperyalist güçle-

Necmettin Özçelik Arşivi

Page 107: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLAN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

105

re unutamayacakları bir ders vermiş ve sadece yaşadığımız coğrafyada değil tüm dünyada emperyalizmin gururunun kırmıştır.

Kolektif Hafıza

Kolektif hafıza; aile, soy, boy ya da millet gibi farklı özellikler gösteren sosyal bir topluluğun bir araya gel-mesini sağlayan “ortak bir kimlik”tir. İnsanların tecrübe ettiği tarihî ya da sosyal olayların hafızalarında, his ve hayal dünyalarında bıraktığı farklı izler, toplum içinde kolektif bir hafı-zanın oluştuğunu gösterir. Geçmişle ilgili hemen her türlü bilginin bireyler arasında paylaşımı ve gelecek nesil-lere aktarımı, topluluk içinde kolektif bir hafızanın oluşmasını sağlar.

Sözlü, yazılı ve elektronik kültür ortamları bu bilgi paylaşımının ve akışının ana kaynağını oluşturur. Bu kültür ortamlarından edinilen bilgi ise kolektif hafızayı teşekkül ettirir. Kolektif hafıza, toplumla-rı geçmişlerini birlikte hatırlamaya sevk eder. Birlikte hatırlama, söz-lü kaynaklardan kuşaktan kuşağa geçen mit, efsane, destan vb. halk anlatılarının paylaşımı ya da farklı ritüeller, inanç ve pratikler, davranış biçimleri, vb., etkinlikleri kapsayan bir süreç de olabilir.

Kolektif hafızanın oluşması için her-hangi bir ortak geçmişin seçilmesi yeterlidir. Ancak bu geçmiş, insan-ların his ve hayal dünyalarını etkile-yerek onları yönlendirmeli, insanları belli bir amaç etrafında bir araya gelmeye teşvik etmeli yani sosyal ve kültürel bir davranış şekline dö-nüşmelidir. Kolektif hafıza bu yö-nüyle toplumların birlikte hareket etmesinde gerekli olan motivas-yonu sağlar.

Muhtevalarında millet için derin anlamlar ifade eden bir tarihi barındıran; Türk ordusu vb., kurumlar, 18 Mart Çanakkale Zaferi Kutlama Programları vb., kültürel pratikler, Çanak-kale Şehitlikleri, Çanakkale Şehitler Anıtı vb., fiziksel mekânlar, Çanakkale Şehit-lerini Anma Programları

vb., resmi anma törenleri, Çanak-

kale Anzak Günü, Sarıkamış Şehitle-rini Anma Yürüyü-

şü ve Saygı Nöbeti vb., kolektif temsil-

ler, halk anlatılarının temelini teşkil eden şahsi tecrübeler, milli

kimliğin inşasında ve korunmasında

çok mühim bir yer iş-gal eden kolektif ha-

fızayı besle-yen birer unsurdur. Toplum

hayatında birer hafıza de-posu işlevi gören bu unsurlar

aynı zamanda toplum içinde-ki kuşak farklılıklarını ortadan

kaldırır geleceği inşa eden geç-mişin bilgisinin genç nesillere

aktarımını sağlar.

Dolayısıyla kolektif hafıza; şah-si tecrübe ve hayat hikâyelerinde,

milleti yücelten aynı zamanda mil-let için ortak geçmiş ve ortak gele-cek ufku çizen mit, efsane, memorat, destan vb. halk anlatılarında, sözlü tarihte, gelenek ve göreneklerde, dil

Necmettin Özçelik Arşivi

Nec

met

tin Ö

zçel

ik A

rşiv

i

Page 108: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLANİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

106

ve edebiyatta, sanat ve popüler kül-türde tezahür edebilir.

Bir Halk Anlatısı Türü “Memorat”

Çanakkale Savaşları ile ilgili anlatı-lan memorat örneklerine geçmeden önce toplumsal ve kolektif hafızada önemli bir yer işgal eden bir halk an-

latısı olan “memorat” kavramı üze-rine durmanın faydalı olacağını dü-şünmekteyiz.

Latince kökenli bir kelime olan “me-morat” “hatırlama, hatırlayan” an-lamlarına gelen “memor” kelime-sinden türemiştir. Halk bilimsel bir terim olarak memoratlar, folklorist-ler tarafından şöyle tanımlanmıştır: “Anlatan kişinin kendi geleneksel inançları çerçevesinde yorumladığı ve olağanüstü bir varlıkla nasıl bizzat

karşı karşıya kaldığını veya paranormal bir

olayı nasıl tecrübe et-tiğini açıklayan anlatılar için kullanılan teknik bir terimdir. Hepsi olmasa da bazı uzmanlar, bu terimi tecrübeyi ya-

şayan kişinin yakın akra-baları veya arkadaşlarını da

kapsayacak şekilde genişletirler. Bu anlatılar, bir inancın ve onun duy-gusal veya sosyal etkilerinin güncel-liğini gösteren mükemmel kanıtlar-dır ancak efsanelere kıyasla daha az derlenmişlerdir.”

Memoratlar bir kısım araştırmacılar tarafından tıpkı menkıbeler gibi ef-sanelerin alt bir türü olarak da dü-

şünülmüştür. Ancak diğer bir kısım halk bilimciler ise; memoratlarda ya-şanan olağanüstü tecrübenin, bizzat yaşayan kişi tarafından anlatılması ya da olayı aktaranın, yaşayandan biz-zat dinlemesi sebebiyle memoratları farklı bir tür olarak değerlendirmiş-lerdir.

Toplum içinde hemen herkes tarafın-dan tecrübe edilen olağanüstü olay-lar olması ve insanların bu tür sıra dışı olaylara gösterdiği ilgi sebebiyle sözlü kültür ortamında geniş bir icra alanı bulunan memoratların kesin hatlarla belirlenmiş bir formu olma-dığı gibi anlatıcısı, dinleyicisi, icra or-tamı ve mekânı da farklılık gösterir. Olağanüstü olayı bizzat yaşayan ki-şiler tarafından anlatılan memoratlar bizzat yaşayan kişilerden aktarılan memoratlara göre daha hacimli ve ayrıntıdır.

Memoratların teşekkülünde insa-noğlunun içinde bulunduğu psi-kolojik durum oldukça önemli bir yer tutar. İnsanların günlük hayatta şahsi, ailevi ve toplumsal alanlarda yaşadığı ve etkilendiği önemli olay-lar ya da önemsenmeyen ancak kısa süreli belleğe kaydedilerek bilinçal-tına atılan geçici durumlar, uyku ile uyanıklık arası psikolojik bir sarsıntı sonucu ortaya çıkarak memoratların teşekkülüne zemin hazırlar. Necmettin Özçelik Arşivi

Enver Paşa

Page 109: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

107

Memoratlar anlatıcıya bağlı olarak dinî ve din dışı tecrübelere yer ver-mekle birlikte muhtevalarında hem yerel hem de evrensel unsurlar barın-dırabilirler. Türk sosyo-kültürel yapısı içinde yer alan sosyal olarak kabul edilmiş ve iletişim kurulduğuna inanı-lan olağanüstü varlıklar olarak; cinler, şeytanlar, periler, alkarısı, ağırlık, ka-rabasan, Hızır Aleyhisselam, evliyalar, ölüler ve yazımızın ana konusunu teş-kil eden şehitler memoratların tema-larını oluşturur.

İşlevsel özelliklerine baktığımızda memoratların; topluma ait sosyal de-ğerlere dikkat çekerek onları kuvvet-lendirip doğruladığını söyleyebiliriz. Bu anlamda memoratlar, toplumun sosyo-kültürel yapısını oluşturan in-sani, ahlaki ve İslamî pek çok değerin toplum tarafından yaşatılmasında ol-dukça önemli bir işleve sahiptir.

İşte tüm bu hususiyetlerinden dolayı toplumsal ve kolektif hafızada, sözlü edebiyat geleneğimiz içinde derin izler bırakan Çanakkale Savaşları’n-da, şehitlerimizle ilgili de pek çok memorat sözlü kültür içerisinde ya-şatılmaktadır.

Çanakkale Şehitleri İle İlgili Me-moratlar

Çanakkale Savaşları ile ilgili sözlü kültür geleneğimiz içinde kolektif hafızayı besleyen pek çok efsane, menkıbe ve memorat teşekkül ede-rek geçmişten günümüze nesilden nesile aktarıla gelmiştir. Tüm bu an-latıları ele almak yazımızın sınırlarını zorlayacağı için bu yazıda daha çok Çanakkale Şehitlikleri’nin kişisel ola-rak ya da uzman rehberler eşliğinde başta üniversite öğrencileri olmak üzere genç nesiller tarafından ge-zilmesi esnasında, Çanakkale şehit-leriyle iletişime geçildiğini anlatan memoratlar ele alınmıştır:

1. Çanakkale Şehitliği Gezisinde Görülen Şehitler: 2012 yılında Ça-nakkale’ye bir gezi düzenlenmişti, teyzemle beraber ben de katılmıştım. Gezide bize bayan bir hoca rehberlik ediyordu. Rehberimiz gezi boyunca bize çeşitli hikayeler anlattı; Bunlar-dan biri şöyle; “Buraya çok fazla grup getiriyorum. Bir keresinde bayan bir grup getirmiştim. Grup içinde bir ka-dın diğerlerinden biraz farklı davra-nıyordu. Merak ettim, yanına giderek neden farklı davrandığını sordum ama bana cevap vermedi. Bütün gezi boyunca üzgün ve rahatsız bir

haldeydi. Şehitlik civarını gezerken bir yerde aniden arabayı durdurdu. Bunu neden yaptığını anlamadık. Sonra geziye devam etti. Ziyaret edi-lecek yerleri ziyaret etti. Fotoğrafları-nı çekti. Ama gruptakilerle fazla mu-habbet etmedi. Gezi bittikten sonra da telefon numaramı aldı. Geziden sonra bir gün beni aradı ve o gezide yaşadıklarını şöyle anlattı: “Çanakka-le Şehitliği gezisi esnasında yolda bir tabur asker ve başlarında da tabur konutanını gördüm. Bu rütbeli asker bana selam duruyordu. Onun bu ha-lini görünce çığlık attım ama etraf-taki hiç kimse duymadı. Daha sonra bu bir tabur eskeri kimsenin gör-mediğini fark ettim. Bu yüzden bir şey söyleyemedim ve çok korktum. Gezi sırasında ben ürktüm ya, işte o an tabur yolun karşısına geçiyordu. Şöförün onları ezeceğini düşündüm ama şöför onları hiç fark etmedi bile. Yani onları sadece ben görüyor-dum. Bütün gezi boyunca bu askeri ve onun taburunu görmeye devam ettim. Sanki beni takip ediyorlardı. Sonunda gezi bitip de ben otobüse binip evime geldiğimde baktım ki asker yanındaki taburuyla yine kar-şımda duruyor. Otobüs beni bırakıp gittikten sonra asker yanıma geldi; ‘Benim görevim size evinize kadar

Necmettin Özçelik Arşivi

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLAN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

Page 110: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLANİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

108

eşlik etmekti. Görevimi yerine getir-dim, siz sağ salim evinize döndünüz. Ben tekrar Çanakkale’ye dönüyo-rum.’ diyerek yanımdan ayrıldı.” diye anlatmış. Bu olay beni çok etkilemiş, bana Çanakkale şehitlerinin Şehitliği gezen kişileri koruyup kolladığını dü-şündürtmüştü (Yıldız Tulgar).

2. Seyit Onbaşı’nın Üniversiteli Gence Yardımı: Anadolu’nun ücra köşesinden bir öğrenci vatansever olduğu için Çanakkale Savaşı ile il-gili pek çok kitap okur. Üniversite-ye hazırlanır ve Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’ni tercih eder. Üniversi-te’ye girdikten sonra düzenli olarak şehitliği ziyaret eder. Yine bir gün şehitlikte ufka bakıp Savaş anını dü-şünürken, birdenbire olağanüstü bir şekilde savaşın yaşandığı ana gider ve burada top seslerini, silah sesleri-ni, insanların bağırışlarını, çığırışlarını duyar çok etkilenir. O esnada yanına üç asker gelir. Bu askerlerden biri Se-yit Onbaşı’dır. İçinde bulunduğu bu durumdan çıktıktan sonra kendine gelir. Yaşadıklarına inanamaz. Şehit-likten ayrılır. Aradan hayli bir zaman

geçtikten sonra ciddi bir kaza geçi-rir. Yaralanır ve komaya girer. Komadayken yanına üç kişi gelir. Gelen bu kişiler; “Müj-

deler olsun evlat iyileşeceksin tekrar ayağa kalkacaksın.” derler.

Öğrenci habere sevinir ama bu kişi-leri tanıyamaz; “Siz kimsiniz?” der.

“Evlat sen bizi tanımadın mı? Sen her zaman Şehitlik’te bizi ziya-rete gelirdin şimdi de biz seni ziyarete geldik. Ben Seyit On-başı yanımdakiler de sıhhıye arkadaşlarım.” der. Seyit Onbaşı ve sıhhıye arkadaşları bu gen-ci tedavi ederler. Genç iyileşir,

hayatına devam eder (İrfan Çelen).

3. Kaybolan Gençlere Yol Gösteren Şehit: Bir gün bir grup üniversite öğrencisi Çanakkale Şehitler Anı-tı’na geziye gitmişler. Etrafta gezer-lerken kaybolmuşlar. Yolu ve çevreyi bilmedikleri için hiçbir şey yapama-mışlar. Akşam olmuş, yorulmuşlar. Ümitsizlik içindeyken karşılarına ta-nımadıkları bir adam çıkıvermiş. Bu adam gençlere gidecekleri yolu tarif etmiş. Hatta onlarla birlikte normal bir insanmış gibi konuşa konuşa yü-rümüş. Gençlere; “Dikkat edin şurda şu var, burada bu var.” falan diye et-rafı tanıtmış. “Şu yoldan yukarı çıka-caksınız.” demiş. Yolun sonuna gel-diklerinde gençler teşekkür etmek için adama yöneldiklerinde adamın ortadan kaybolduğunu görmüşler. Kendilerine yardım eden bu kişinin bir Çanakkale şehidi olduğunu anla-mışlar (Hüsniye Kapustu).

4. Torunlarını Ziyarete Çağıran Çanakkale Şehidi: Bir grup üniver-site öğrencisi bir araya gelirler ve Çanakkale gezisi yapmak için karar alırlar. İçlerinden bir öğrencinin ba-bası geziye gitmesi için oğluna izin vermez. Babası o gece bir rüya görür. Rüyada ak sakallı nur yüzlü bir dede babayı oğluna izin vermesi için ikaz eder. Bunun üstüne babası ertesi gün oğluna izin verir. Grup yola çıkar ve Çanakkale Şehitliği’ne gelir. Şehit-

liğe girer girmez oradaki bir mezar-lık genci âdeta kendine doğru çeker. Genç o mezarlığın yanına gelince gözyaşlarını tutamaz ve ağlamaya başlar. O anda ilginç bir şey fark eder. Mezarlığın üstünde o gencin köyü-nün adı yazılıdır. Demek ki o yüzden bu mezarlık beni kendine çekti diye düşünür. Bunun üstüne ordaki ismi not eder. Birkaç gün sonra geziden dönünce genç, babasına gördükle-rini anlatır ve yazdığı notu gösterir. O an babası donakalır çünkü o isim Çanakkale Savaşları’nda şehit olan dedesinin ismidir. Adam ağlamaya başlar. Oğlu babasına neden ağladı-ğını sorar. Adam; “Bu kişi bizim bü-yük dedemiz. Yıllar önce Çanakkale Savaşları’na gidip geri dönmemiş. Bu zamana kadar gidip hiç ziyaret etme-dik demek o bizi yanına çağırdı.” di-yip geçen gece gördüğü rüyayı oğ-luna anlatmış. Bunun üstüne ailecek toplanıp şehitliğe dedelerini ziyarete gitmişler (Nuray Karaarslan).

5. Çanakkale Anıtı’ndan Gelen Uğultu: Anlatacağım olay, 1985-1988 yılları arasında Balıkesir, Er-dek’te görev yaparken oldu. Gemide olduğumuz için devamlı İzmir Çeş-me’ye, Çanakkale’ye Gökçeada’ya görev amaçlı gidiyorduk. Bir sefe-rinde Çeşme’den geliyorduk. Şafak vaktinde Çanakkale Anıtı’nın olduğu kısımdan geçiyorduk. Deniz sakin et-rafta yoğun bir biçimde yosun koku-su vardı. Martılar gökyüzünde uçu-şuyorlardı. Anıta yaklaştıkça çevrede bir uğultu duyulmaya başladı.

Komutanımız geminin motorlarını stop ettirdi. Öyle bir sesti ki insanın içini ürpertiyordu. Derinlerden gelen bu güçlü uğultu yavaştan yavaştan bizleri etkisine almıştı. Komutanı-mız yanımıza gelerek şunları söyledi. “Çocuklar, evlatlarım, duymakta ol-duğunuz bu ses Çanakkale Savaşı’n-da ölen yüzbinlerin feryatlarıdır. Şu an üzerinden geçtiğimiz mavi suların altında yüzbinlerce tayfa, gemileriyle birlikte sonsuz maviliğin koynunda istirahat ediyorlar. Duyulan bu uğul-

Seyit Onbaşı

Page 111: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

109

tu denizin altından, Çanakkale sırtla-rına, Anafartalar’a, Gelibolu’ya kadar tüm Çanakkale’yi her sabah şafak vakti sarar. Bütün yamaçlara, denize bu şehitlerin, savaşta ölen yüzbin-lerce insanın feryatları, ölüm anında yaşadıkları acının korkusu sinmiştir.” dedi.

Ardından geminin motorları çalıştı; biz yolumuza devam ettik. Çanakka-le’den her defa geçerken içim ürperir ve Türk’ün Çanakkale’nin her taşına her karış toprağına denizin her dam-lasına akıttığı kan, döktüğü ter ve her yere işlediği vatan sevgisinin önünde daima saygıyla eğilirim (Özkul Çoba-noğlu).

Sonuç

Türk halk kültürü içerisinde tabia-tüstü güçleri olduğuna inanılan var-lıklardan biri de Allah, din, vatan ve millet uğruna canlarını veren şehit-lerdir. Milletimiz tüm bu değerler için gözlerini bile kırpmadan canlarını veren şehitler ve onların şehadetine sebep olan tarihî hadiseler hakkında pek çok memorat üreterek toplum-sal ve kolektif hafızaya kaydetmiştir.

Şehitlerle ilgili bu tür memoratla-rın en temel kaynaklarından biri de hiç şüphesiz; Bakara Suresi’nin, 154. ayetinde ifade edildiği üzere; “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ de-meyin. Bilakis onlar diridirler, lakin siz anlayamazsınız.” vb., ayetlerle Al-lah yolunda savaşırken şehit olmanın önemini ifade eden yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’dir.

Kur’an ve Hadislerin de tesiriyle Türk halk kültürü içinde şehitlere bu ara-da da Çanakkale Savaşları’nda şehit olan tüm Mehmetçiklerimize çok büyük saygı gösterilir. Şehitlerimizin mezarları ziyaret edilir, onların ruhu-nu incitecek davranışlardan kaçınılır. Şehitlerin ölmediklerine ve yaşayan nesiller üzerindeki tasarruflarının devam ettiğine ve milleti koruyup kolladıklarına inanılmaktadır. Tüm bu inanç ve paratikler efsane, menkıbe ve özellikle de memorat türü halk anlatılarında dile getirilerek toplum içinde nesilden nesile aktarılır ve böylece millet için hayati öneme sa-hip tarihî kişi ve şahıslar ölümsüzleş-tirilerek milli kimlik inşa edilir.

Kaynakça

Gökçen Başaran İnce, “Medya ve Top-lumsal Hafıza”, Kültür ve İletişim / Cul-ture & Communication, 2010, 13 (1), Kış/Winter, s. 9-29.

Jacqueline Simpson, Steve Roud, “Me-morate”, A Dictionary of English Folk-lore, Oxford University Pres, 2000, p. 233.

Jeffrey Olick, “Collective Memory: The Two Cultures”, Sociological Theory, 1999 3 (17), pp. 333-348.

Özkul Çobanoğlu, Türk Halk Kültürün-de Memoratlar ve Halk İnançları, Ak-çağ Yayınları, Ankara, 2003.

Hüsniye Kapustu, 1993, Üniversite, Öğ-renci.

İrfan Çelen, Üniversite, Öğretmen.

Nuray Karaarslan, 1975, Lise, Ev Hanımı.

Yıldız Tulgar, 1989, Üniversite, Öğrenci.

Necmettin Özçelik Arşivi

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLAN İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

Page 112: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 113: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBUAhmet YURTTAKALAraştırmacı, Yazar

Üsteğmen Zahit Efendi şehit olduktan sonra cesedini gömmeden evvel ceplerinde yapılan aramada eşi Hanife Hanım’a yazılmış, fakat gönderilme imkânı bulunamamış bir vasiyetname çıkmıştı. Mektubun içinde bir de kırmızı kurdeleye bağlı altın gibi sapsarı bir demet saç bulunmuştu. Bu saçlar, aziz şehidin biricik yavrusu 1 yaşındaki Nadide’ye aitti. Hüzünlü mektupta kahramanımız şehit olacağını hissetmiş ve “şehitlik haberi aldığınızda yüksek sesle ağlamanıza gönlüm razı değil” demiştir.

Page 114: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBU / Ahmet YURTTAKALİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

112

Jandarma Üsteğmen Zahit Efendi, 1881 (1297) yılında Gümüşhane’nin Şiran içerisine bağlı Dumanoğlu Köyü’nde doğdu. Babası Yetimoğlu Mustafa, eşi Kayseri Pınarbaşı ilçesi Kılıçmehmet Köyü’nden Hanife Ha-nım’dır. Biricik kızları ise Nadide’dir.1 Üsteğmen Zahit Efendi, 29 Temmuz 1905’te jandarma eri olarak orduya katıldı. Trabzon Alayı’nın Gümüş-hane Taburu’nun Kelkit Bölüğü’nün süvari çavuşluğu ve çeşitli hizmetler-de bulunarak amirlerinin takdirlerini kazandı. Bu başarılarından dolayı Dersaadet (İstanbul) Jandarma Mek-tebi’ne subay olması için gönderildi. Bu okulun iki yıllık eğitimini başarı ile tamamlamasının ardından 20 Mayıs 1912 tarihinde Sivas Alayı’nın Sivas Taburu’nun Aziziye Bölüğü’ne Müla-zım-ı sani olarak atandı. Daha sonra 1913 yılında aynı bölüğün Bünyan takımında görev yaptı. 1 Mayıs 1914 yılında takımı Kayseri Taburuna nakil oldu.2 Teğmen Zahit Efendi, Birinci Dünya Savaşı başlayınca Ankara Sey-yar Jandarma Alayı emrine atandı. Bir süre sonra İzmir’e giden Alay, burada Enver Paşa ve Mareşal von der Goltz tarafından denetlenmiş, savaş yapa-bilecek durumda olduğu görülünce, 62’nci Piyade Alayı adıyla 20’nci Tü-menin kuruluşunda yer alarak, Ça-nakkale Savaşlarına katılmıştır. 62’nci Alay, Çanakkale Cephesi’nin güney kesimindeki en kanlı muharebelerin yapıldığı Kerevizdere’de bulunuyor-du. Bu alayın 1. Taburu’nun 3. Bölüğü, Kerevizdere’nin Şehitler Tepesi’nde çok kanlı, çetin muharebeler yapmak zorunda kalmıştı. İki tarafın siperleri arasındaki mesafe en fazla 30 met-re idi. Bazı yerlerde bu mesafe 3-4 metreye kadar iniyordu. Her iki taraf da toprağa iyice gömülmüşlerdi. 62. Alay 4. Tabur Bölük Komutanlarından biri şehit olunca, daha önce Şehitler Tepesi’ndeki çatışmalarda büyük ba-şarılar gösterdiğinden dolayı 14 Eylül 1915’te üsteğmenliğe yükseltilen Za-hit Efendi, 28 Eylül 1915’te 62. Alay 1. Tabur 3. bölük Kumandanlığına vekâleten atandı.

62. Alay Komutanı Bin-başı Nazmi, onun bö-lüğüne gelerek çalış-maları yakından izledi. Üsteğmen Zahit, onar-dığı siperleri komutanı-na gösterdi. 3-4 metre ötede korkunç bir yılan gibi uzanıp giden düş-man hatları hakkında komutanına bilgi verdi ve silahların nerelerde mevzilenmiş olduklarını gösterdi. Uzayıp giden siperler içinden komuta yerine dönmekte olan Alay Komutanı, en teh-likeli bölgede düşmanın öldürücü ateşleri altın-da günlerdir duran bu kahraman subayı hiç ol-mazsa birkaç gün nasıl dinlendirebileceğini dü-şünüyordu. Alay Komu-tanı, Tabur Komutanına Zahit’in bölüğünün baş-ka bir bölükle değiştiril-mesinin uygun olacağını bildirdi. Bunu öğrenen yiğit subay, Tabur Komu-tanına; “Komutanım, ben bu bölgeye alıştım, gir-disini çıktısını öğrendim. Bizim yerimize gelecek bölük alışın-caya kadar çok sıkıntı çekecektir. Alay Komutanımın ellerinden öperim ve beni değiştirmemesini istirham ede-rim. Bölüğümle burada çok iyi işler görebilirim. Eğer buradan alınırsam çok üzülürüm,” diyerek yerinin değiş-tirilmemesini istedi. Onun bu içten gelen isteği komutanlarınca kabul edildi. Aradan geçen günler, Üsteğ-men Zahit Efendi’nin haklı olduğunu ortaya koydu. Her geçen gün ona yeni bir başarı kazandırıyor ve arka-daşları arasındaki ününü artırıyordu.3

1915 yılı sonlarına doğru Düşman kuvvetleri Anafartalar’dan çekilmiş, güney cephesinden de çekilmesi bekleniyordu. O tarihlerde düşmanın bazı hazırlıklar yaptığı gözleniyordu. Üsteğmen Zahit Efendi, 8-9 Ocak

1916 gecesi bölüğüyle birlikte hü-cum ettiği sırada şehit oldu.

Şehit Üsteğmen Zahit Efendi’nin Son Mektubu

Üsteğmen Zahit Efendi şehit olduk-tan sonra cesedini gömmeden evvel ceplerinde yapılan aramada eşi Ha-nife Hanım’a yazılmış, fakat gönderil-me imkânı bulunamamış bir vasiyet-name çıkmıştı. Mektubun içinde bir de kırmızı kurdeleye bağlı altın gibi sapsarı bir demet saç bulunmuştu. Bu saçlar, aziz şehidin biricik yavrusu 1 yaşındaki Nadide’ye aitti. Hüzünlü mektupta kahramanımız şehit ola-cağını hissetmiş ve “şehitlik haberi aldığınızda yüksek sesle ağlamanıza gönlüm razı değil” demiştir. İşe Üs-teğmen Zahit Efendi’nin mektubu:

Mülazım-ı evvel Üsteğmen Zahit Efendi

Künyesi: Müstakil Kayseri Taburu Bünyan Süvari Bölüğü

Sicil No: 1114 Mülazım-ı evvel Mustafa oğlu Zahit Efendi. Şiran

Duhulü: 16 Temmuz 1331

Page 115: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBU / Ahmet YURTTAKAL İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

113

Suret

Aziziye Kasabasının Kılıç Mehmed Bey Karyesinden

Ahmed Efendi Kerimesi Refikam Hanife Hanım’a

21 Temmuz 330[3 Ağustos 1914]

1- İşte bugün seferberlik ilan edildi. Ben hem kendim, hem mesleğim itibariyle tam bir asker, hem müftehir bir askerim.

2- Asker olmaklığım hasebiyle bugün sevgili vatanımı müdafaaya gidiyorum. Gidip geri gelmemek, gelip bırak-tıklarımı bulamamak da vaki‘dir. Bu hallerin Alem-i Beşeri-yette vukuu inkar olunamaz.

3- Böyle olmakla beraber, şu vasiyetnameyi yazmak, he-men irtihal-i dâr-ı beka etmek değildir. Bunun için imanı-mız kat‘idir.

4- Cilve-i Rabbanî ve mukadderat-ı ilahi [Kaderin cilvesi ve Allah’ın takdiri ile]: ben seni, sen beni tanımadığımız ve bilmediğimiz halde ba‘id [uzak] bir memleketten bizi yekdiğerimize [birbirimize] nasip etti. Allah’ın emrine ve Peygamberimizin kavline tevfikan izdivacımız icra olundu. Tabii, hayatta olduğum müddetçe idare-i ta’yişinizi [geçi-minizi] temine çalıştım. Fakat bizi toplayıp bir araya ge-tiren devletimiz ilan-ı harb eder de ben de ma‘al-iftihar [iftiharla] vatan uğrunda ihraz-ı mertebe-i şahadet ede-cek [şehitlik mertebesine ulaşacak] olursam, tâbi bulun-duğumuz ahkam-ı şer‘iyeye tevfikan [bağlı olduğumuz şer‘i kurallara uyarak] muamele icrası da zaruridir. Böyle bir hal vukuunda mevcud olan, eşya ve emval-i menku-lümden mihr-i müeccelenizi kendi yedinizle almanız için yine kendinizi tevkil ve tavzif ediyorum, Emval-i menku-lem mihrinize kifayet etmezse muamele-i lazımesini pâk ve temiz vicdanınıza havale ederim. Beni borçlu olarak yatırmayacağınıza eminim.

5- Diğer harekâtınıza dair bir şey yazmayacağım. Şifahen yekdiğerimize verdiğimiz vaadlerden inhiraf etmemenizi ister ve ümid ederim. Binaenaleyh ruhuma bir Mevlid -i Şerif kıraat etmek hususu vicdanınıza muhavveldir. Ken-dim için başka bir talebe ihtiyacım yoktur. Şehitlik bana kifâyet eder.

6- Altı maddeden ibaret olan bu vasiyetnamemi elinize al-dığınız zaman cehren [açıktan] ağlayacak olursanız hüsn-i rızamı tahsil etmemiş olursunuz [beni hoşnut etmemiş olursunuz].

Fi 6 Eylül Sene 330[19 Eylül 1914]

… Kumandanı zevcinizZahid

6 Eylül 330Mühür

Page 116: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBU / Ahmet YURTTAKALİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

114

Üsteğmen Zahit Efendi, vatanın şanlı müdafaası için Ça-nakkale’de toprağa düşen binlerce şehitlerimizin arasına karışmıştır. Daha sonra Kayseri Jandarma taburunun Zahit Efendi’nin şehitlik haberini Jandarma Genel Komutanlığı-na yazı ile bildirilmiştir.

Trabzon Sabit Jandarma Alayı Kumandanlığı

6188

Umum Jandarma Kumandanlığı Cânib-i Alisine

4.11.332[17 Ocak 1917]

Fi 11.7.332 tarih ve 8604/7555 numaralı telgrafname-i aliyyelerine cevaptır.

Kayseri Jandarma Taburu’nun Bünyan Bölüğü Mülazım-ı Evveli iken şehiden vefat eden 1114 Zahid Efendi’nin Gü-müşhane’nin Şiran Kazasının Dumanoğlu Karyesinde pe-deri Yetimoğlu Mustafa Ağa her ne kadar taharri edilmiş ise de [aranmışsa da] ahval münasebetiyle ne tarafa gitti-ği ve nerede ikamet etmekte olduğuna dair bir malumat istihsal edilemediği arz olunur efendim.

SabitJandarma Alay Kumandanı Vekili

Erkân Bölük KumandanıYüzbaşı Mehmet?

Kayseri Jandarma Taburu Kumandanlığı

Adet: 1/905Kayseri / 10.12.331

[23 Şubat 1916]

Umum Jandarma Kumandanlığı Canib-i Alisine

Kayseri Jandarma Taburunun Bünyan Bölüğü Merkez Ta-kımı Kumandanı olup bidayet-i seferberîde seyyara sevk olunan 1114 sicil numaralı Mülazım-ı Evvel Zahid Efen-di’nin, Seddülbahir Muharebesinde bir lağım iştigaliyle [iştialiyle] sonucu 26/27 Kanun-u evvel sene 331 tarihin-de şehiden vefat ettiği Nizamiye 62. Alayın Birinci Taburu Kumandanlığının 24 Kanun-ı Sani sene 331 tarih ve 881 numaralı tahriratından anlaşılmıştır.

Kayseri Jandarma Taburu Kumandanı

H. Nureddin

Şehit Üsteğmen Zahit Efendi’nin şehit olmasının ardından Trabzon Sebat Jandarma Komutanlığı babası Yetimoğlu Mustafa Ağa’yı aramış fakat oğlunun şehit olduğu haberi ulaştıramamıştır. Bunun üzerine Eşi Hanife Hanım’a ve Kızı Nadide’ye 654 kuruş maaş bağlanmıştı.

Page 117: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBU / Ahmet YURTTAKAL İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

115

24.11.332

Pederinin nere[de] olduğu bilinemeyen şehidin zevce ve kerimesine maaş tahsis

olunmuştur. Pederinin müracaatı iktizası ifa olunmak üzere dosyada hıfzı.

25 Kanun-ı sani sene 332

İbrahim

Çanakkale’de düşmanla mücadele veren aziz şehidimizi bir nebze olsun tanıdık ve anlamaya çalıştık. Onun gibi daha nice kahramanlarımız var. Her biri birer abide ve her biri hayatımıza bir mum gibi ışık tutmalıdır. O kahrama-nımıza vasiyetinde belirttiği gibi okunacak tüm mevlitleri onun ruhuna ithaf ediyorum. Ruhunuz şad olsun.

KAYNAKÇA

Üsteğmen Zahit Efendi’nin askeri safahatı

Üsteğmen Zahit Efendi’nin ve ailesinin nüfus kayıt örnekleri

Em. Tümg. Hüseyin IŞIK Silahlı Kuvvetler Dergisinin 265. sayı Mart 1978

Volkan Şenel, Çanakkale’de Şehit Gümüşhaneliler, Gü-müşhane Valiliği Yayınları, Gümüşhane 2006.

Dipnot1 09.03.1965 tarihli Nüfus Kayıt Örneği2 Üsteğmen Zahit Efendi’nin Hizmet Safahatı3 Em. Tümg. Hüseyin IŞIK Silahlı Kuvvetler Dergisinin 265. sayı Mart

1978

Üsteğmen Zahid Efendi’nin Askeri Safahat Belgesi

Page 118: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 119: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIRİlknur BEKTAŞAraştırmacı - Yazar

Türk kadını bu olumsuz hal ve zamanda gerek cephede gerek cephe gerisinde var gücü ile mücadeleye katılmıştır. Cephede erkeklerle omuz omuza savaşırken cephe gerisinde en ağır iş ve yüklere ölümü bahasına girişmiş en ufak bir yılgınlık göstermemiştir.

Page 120: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

118

3 Kasım 1914’te başlayan Çanakka-le Savaşı, 18 Mart 1915’teki Deniz Harekâtı’nın ardından, Nisan-Ha-ziran-Ağustos baskınlarında ağır darbeler indirdiği döneminin güçlü silahlarına sahip İtilaf Devletleri Or-dusu’nun 9 Ocak 1916’da Çanakka-le’yi terk etmek zorunda kalmasıyla nihayetlenmiştir. Birinci Dünya Sa-vaşı’nda birçok cephede mücade-le eden Osmanlı Devleti ve Türkler açısından Çanakkale Muharebesi’nin zaferle sonuçlanması ve milli mü-cadelenin birincil güç kaynağı olan milli şuurun kendini göstermesi ba-kımından son derece önemlidir.

Dünya tarihinin en kanlı savaşların-dan biriydi Çanakkale Savaşı. Top-raklarımız yağma ve istila ediliyordu. Buna karşı koymak için her yaştan insanımız cepheye koşarken geride kalanlar yalnızca elden ayaktan düş-müş yaşlılar ve minicik bebelerdi.

Kadınlar gerek bireysel gerek grup-lar halinde askerlik şubelerine veya en yakın cepheye başvurup terzilik, hemşirelik, mühimmat taşıma, cephe

gerisinde ve cephede olmak gibi kolay veya zor hiçbirinden kaçın-madan görev almışlardır. Bu görev-lere büyük çoğunluğu kayıtlı olarak gelmedikleri, cepheye hizmete koştukları için ne yazık ki binlerce-si isimsiz kefensiz mezarsız olarak kaybolmuşlardır.

Çanakkale Savaşı’nda olağanüs-tü olumsuz koşullarla mücadele eden Türk ordusu ve Türk milleti bu şartlara karşı birlik ve diriliş göstermiştir. Birlik beraberlik, is-tihbarat, basın, ordu, cemiyet, dernekler ve tüm inisiyatiflerin, kadın-erkek-çocuk demeden top yekûn birleşmesi ile Çanakkale Destanı yazılmıştır.

Çanakkale Destanı’nı yazan as-lında Türk anasıdır. Cepheden dönen yaralılar arasında ev-ladını annelik duygu kaygı ve merhameti ile arayan ancak bulamayan bir Türk annesi şu

sözleri söylemiştir; “…Kalbim diyor ki Osman’ım şehit olmuştur. Fakat her halde ister gazi ister şehit olsun, değil mi vazifesini yapmıştır. Gam yemem. Allah devlete, millete zeval vermesin…”1

Türk kadını bu olumsuz hal ve za-manda gerek cephede gerek cephe gerisinde var gücü ile mücadeleye katılmıştır. Cephede erkeklerle omuz omuza savaşırken cephe gerisinde en ağır iş ve yüklere ölümü bahasına girişmiş en ufak bir yılgınlık göster-memiştir. Balkan Muharebeleri gibi önemli bir deneyim yaşamış olan Türk Kadını, savaş yıllarında ordu-ya daha fazla destek sağlayabilmek için yurt sathında dernekler kurmuş asker olan evladını, kardeşini, eşini cephede kaderine terk etmemiş, ya-nında olduğunu ispatlamıştır.

Cephe Gerisindeki Kadınlarımız ve Faaliyetleri

Kadınlarımız seferberliğin ilan edil-mesi ile resmi ve sivil toplum kuru-luşlarını da teşvik ederek her alan-

da destek sağlamayı başarmışlardır. Örneğin “Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi, Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti bünyesinde 20 Mart 1912 tarihinde “Osmanlı Hilâl-i Ah-mer Hanımlar Merkeziyesi” adıyla kurulmuştur. Kurulan bu teşkilat-la kadınlar etkili bir şekilde Hilâl-i Ahmer faaliyetlerine katılmışlardır. Kuruluşundan itibaren cephede sa-vaşan askerlere, yaralı ve hastala-ra, kimsesizlere ve bakıma muhtaç olanlara, şehit ve asker ailelerine, göçmenlere, esirlere yardım eden Hilal-i Ahmer Hanımlar Merkezi, bu faaliyetlerini bağış kampanyalarının yanı sıra; aşhane, çayhane, hastane, dispanser, sanat evi, atölyeler, nekâ-het-hane, gibi kuruluşlar aracılığıyla gerçekleştirmiştir.”2

Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi Osmanlı hanımlarını şöyle göreve çağırmıştır: “… Vatan yalnız silahla müdafaa olunmaz Müdafaa-nın bir de manevî olan kısmı vardır. Harbe giden erkeklerin istirahat-i vicdaniyesini temin için arkada bı-

Kurtuluş Savaşı propaganda kartpostalı

Page 121: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞ İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

119

raktıkları evlad u iyale hüsn-ü mu-amele ve ibraz-ı muavenet etmek, sonra da sahne-i harbde mecruh dü-şen gazileri tedavi ve teselli eylemek kadınlara terettüb eden vezaif-i va-taniyenin en birincisidir... Askere ça-maşır yetiştirmek lazım; dikiş dikmek veyahut diktirmek arzu edenler her gün sabahtan akşama kadar Hilâl-i Ahmer Hanımlar Merkezi’ne müra-caat edebilir…”3

Hilâl-i Ahmer Hanımlar Merkezi’nin gazeteye verdiği bu ilan, vatana hiz-met çağrısı olacak bir davettir. Kadın-lar şefkatleriyle yaraları sarmak, vata-na hizmet etmek için çağrılmışlardı. Bu davete katılım, özellikle İstanbul çevresinde hayli yoğun olmuştur. “Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi’nin Çanakkale Savaşları sıra-sında en büyük ve kapsamlı yardım faaliyeti, askerler için gerekli olan giyim malzemelerinin temininde ol-muştur. Askerin giyim ve kuşamından

hastanelerdeki çarşaf ve hastabakıcı gömleklerine kadar hemen her şe-yin dikilmesinde Balkan Savaşları sırasında tesis edilen Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi’ne bağlı Dârussınaa’nın önemli hizmetleri ol-muştur. Özellikle Çanakkale Savaşları esnasında Darussınaa, milyonlarca

Necmettin Özçelik Arşivi

Hilal-i Ahmer Hanımlar Merkezi, kuruluşundan itibaren cephede savaşan askerlere, yaralı ve hastalara, kimsesizlere ve bakıma muhtaç olanlara, şehit ve asker ailelerine, göçmenlere, esirlere yardım etmiştir.

Necmettin Özçelik Arşivi

Page 122: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

120

çamaşır ve yatak takımı levâzımı ha-zırlamış, ordu için binlerce çorap, el-diven, boyun atkısı örmüştür.”4

Hilal-i Ahmer Kadınlar Merkezi kadar kadınlar tarafından örgütlenen ve büyük hizmetleri olan bir diğer ce-miyet de Müdafaa-i Milliye Cemi-yeti’dir. Hemen her alanda faaliyet gösteren bu cemiyet açtığı kampan-yalar ile iane defterleri ile topladığı para ve yardımları eksiksiz yerine ulaştırmış, yararlıları tedavi, muhtaç şehit aile ve yakınlarına yardım hatta yaralıların ailelerine onlarla birlikte mektup yazmak gibi çok geniş bir yelpazesi olan sosyal başarı örneği olmuştur.

Türk Yurdu’nda bir makalede Müda-afa-i Milliye Cemiyeti’nin çalışmala-rından bahsedilmektedir: “Çanakkale müdafaasında mecrûh olan gazileri-mizin İstanbul’a gelmesi üzerine yurt talibatı ve müdire hanımefendiler kendi aralarında iane toplayarak şe-ker çikolata, sigara ve saire almışlar ve hastahaneleri ziyâret ederek mec-rûhlara tevzi etmişlerdir. Mecrûhların çoğalması üzerine yatak takımlarına ve sair eşyaya ihtiyaç ziyadeleştiğin-

den yurt tarafından 273 parça eşya ve 33 takım yatak tedarik olunarak Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ne iane-ten teslim edilmiştir. … Balkan Harbi esnasında kafile kafile İstanbul’a gel-mekte olan biçare muhacirlerin hal-i sefalet iştimallerini görerek, kalpleri parça parça olan hamiyyetli hanıme-fendilerin annelik hüsn-i şevkatper-veraneleriyle tesis ettikleri Kadınlar Esirgeme Derneği’de Harbi-i Umû-mi’de hamiyyet-i vataniyesini izhar ve ispat etmiştir. Görülen lüzum üze-rine Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne birçok dikiş diktikleri gibi mecruh gazilerin hallerini sormak üzere Daruşşafaka Hastahanesi’ni ziyâret ve hastalara portakal ve sair hediyeler tevzi et-mişlerdir…”5

Bunlarla beraber yardımlar ayni ve nakdi olmakla beraber çeşitli etkin-liklerle moral vermek adına toplantı-lar, piyangolar da düzenlenmekteydi. Yardım için düzenlenen kermeslerde çok çeşitli şeyler yapılıp satılmaktay-dı. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin bu güne kadar kalan dillerden düş-meyen bir Cihadiye yüzükleri etkin-liği vardır ki hala konuşulur ve halk arasında sevilerek farklı versiyonlar-da anlatılır. Cemiyet tanesi 5 kuruş olan bu yüzüklerin satın alınmasının cihada katılımın maddi ve manevi delili olmakla birlikte tarihi bir hatı-ra mahiyeti kazanacağını ve yakında piyasaya sürüleceğini bildirmiş6 ve yaklaşık bir ay sonra da piyasaya sür-müştür.7

Hala günümüzde konuşulan efsane şu şekildedir: “Çanakkale Savaşları’n-da yaralanan binlerce asker, gemiler-le İstanbul’a taşınıp hastanelere yer-leştirilir. Ancak hastanelerdeki hasta bakıcı ve hemşireler gelen yaralılara yardımcı olmada yetersiz kalmakta-

dır. Ev kadınlarından yardım istenir. Vatan hizmetinde cepheye koşan erkeklerinden geride kalmak iste-meyen binlerce kadın, gönüllü ola-rak hastanelerde görev alır. Savaşın ardından kadınlara vefa borcunu ödemek için dönemin yöneticilerin-ce para dağıtılması teklif edilir. Fakat kadınlar böyle bir teklifi kesinlikle kabul etmezler. Bunun üzerine Os-manlı yetkilileri ordu depolarındaki İngiliz tüfeklerinin çelik namlularını kestirerek, üzerinde ‘1332 Cihadiye’ yazılı yüzükler yaptırırlar. Bu yüzükler vatansever kadınlara yaptıkları hiz-metin nişanesi olarak dağıtılır...”

'1332 cihadiye' yazılı yüzükler

Page 123: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

Bu efsanede yanlış olan sadece tü-feklerin namlu kısmının kesilmesi bölümüdür. Memleketin durumu, kadınların vefakâr ve emektarlıkları konusu tamamen gerçektir.

***

Enver Paşa’nın hanımının himayesiyle kurulan Asker Ailelerine Yardımcı Hanım-lar Cemiyeti Asker ailelerine çorba dağıtmak ile başlamış fakat zaman içinde savaş bü-yüdükçe ve cepheler çoğal-dıkça bunu mutfak iaşesine çevirmiş, bunu hastanelere yardım, oralara çalışacak gö-nüllüler temin etmek, maddi destek olacak çeşitli piyan-golar tertip etmek gibi büyük destek olacak faaliyetlerde bulunmuşlardır.8

Çanakkale Savaşı’nda Cep-hedeki Kadınlarımız

Keskin nişancı Türk kadınları ve kızlarımız hakkında Anzak, Yeni Zelanda ve Avustralya arşivlerinde bulunan bilgiler-den örnekler şöyledir:

Asker mektup ve günlükleri-ne yer veren dönemin Avust-ralya gazetesi olan “The Age” 1915 Eylül “Erkek kılığındaki Türk kadınları cephede çatışmalara katıldı. Cephe-de olduğu kadar cephe gerisinde de askerlere mermi ve erzak taşıyarak zafere katkıda bulundular. Anafartalar 56. fırkada silahlı mücadeleye katıl-mış kadınlardan biri Mücahide Hatica Hanım’dır. Ahmet diye çağrılıyordu ve gerek şarapnelle gerekse kurşunla 9 farklı yerinden yara almıştı. Nezahat Onbaşı da Albay Hafız Hamit Beyin kızı idi ve 3 sene tüm savaşlara katıl-mıştı. 70. Alay ile birlikte zafer yolun-da siperlerde mücadele etmişti”

Yeni Zelanda’dan Çanakkale’ye bi-zimle savaşmak için gelen Otago Bir-liği’ne mensup bir askerin savaş son-rasında ülkesinde kendisiyle yapılan

ses kayıtlı röportajında; çok keskin bir nişancı Türk savaşçısını yakalamak için birliği ile operasyon düzenledik-lerini ve bu nişancıyı yakaladıkların-

da büyük bir şaşkınlık yaşadıklarını çünkü kendilerine bu kadar büyük zaiyat veren askerin aslında bir Türk kadını olduğunu anlatmıştır.9

Mısır da yayınlanan The Egyp-tian adlı gazetede bir askerin İskenderiye’den ailesine yaz-dığı mektubu şöyledir. “15 Ağustos 1915 Pazar günü savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi al-dık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları ve makineli tüfek mermilerinin yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı Türk kadın sa-vaşçıların amansız ateşi al-tında cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Bura-da çarpışanların çoğu kadın ve kız. Kendilerini yeşile bo-yayıp, ağaç ve bodur bitkiler-le uyum sağlamışlar.”

Avusturalyalı piyade er J. C. Davies, annesine yazdığı mektupta, kendilerine karşı çarpışan bir kadın savaşçıy-la “Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yer-den gün boyu ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. An-

cak, gün batmadan, bir Avusturalyalı tarafından öldürülmesine gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19- 21 yaşlarında genç bir kızdı. Be-deninde tam 52 kurşun yarası vardı.” demektedir.

Times gazetesinde yayınlanan bir baş-ka askerin hatıralarında da yaşlı anne-si ve çocuğu ile savaşan keskin nişancı bir kadın anlatılıyor. “O, bir Türk kadın savaşçısıydı ve durmaksızın saklandığı evden ateş ediyor, evi boşaltıp teslim olmayı reddediyordu. Sonunda ele geçtiğinde, yanında yaşlı annesi ve çocuğu da vardı. Yakalanana kadar, bir pencereden ısrarla ve özellikle de subaylarımızı hedef alarak ateş etmiş-ti. Sanıyorum öldürdüğü bazı kurban-

“Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyu ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak, gün batmadan, bir Avusturalyalı tarafından öldürülmesine gene de üzüldüm.” -Avusturyalı piyade er J. C. Davies

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞ İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

İstiklal Harbi’nde büyük yararlıklar gösteren mücahide-i muhterem mulazım-ı evvel Kara Fatma Hanım

121

Page 124: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞİSTANBULKÜLTÜR ve SANAT

DERGİSİ

122

larını süngülemişti de. Üzerinde 16 askerimizin künyesiyle, oldukça yüklü miktarda yabancı para bulduk”

Yine bir askerin anlattığı başka bir isimsiz kahramanın büyük cesaret örneği de şöyledir: “… kadın savaş-çılar, gizlendikleri yerden vurulup ölene kadar durmadan ateş ediyor ve attıklarını vuruyorlardı.” Bu kadın savaşçıların kayıtları olmadığından isimleri, kimlikleri bilinmiyor, bireysel mi yoksa bir grup halinde mi hareket ettikleri bilinememiştir.

Kayıtların yetersizliğinden gerçek sa-yıların ve isimlerin net olarak bilin-mediği acısının bilincinde olarak elde olanları toparlayıp paylaşacak olur-sak; Milli Mücadele’de doğu, batı ve güney cephelerinde ve cephe gerisin-de görev alan kadınlarımız hakkında Milli Savunma Bakanlığımız tarafın-dan yaptırılan bir araştırmaya göre; Milli Mücadele’ye katılarak düşmanla mücadele eden kadınlarımız arasında 62 şehit kadınımız tespit edilmiştir.

Çankırılı Yusuf kızı Emine, Amasyalı Adil kızı Zeynep, Erzincanlı Osman kızı Emine, Adanalı Ayşe. Gazian-tepli Güldane şehit edilen arşiv bel-gelerinden tespit edilebilen birkaç

şehit kadınımızın isimlerinden ba-zılarıdır. Bu kadınlarımızda büyük çoğunluğu cephede düşman kur-şunları ile şehit olurken bir kısmı top mermisiyle, bir kısmı evinde ailesini korumak için çarpışırken kurşun-lanarak şehit edilmiş, bir kısmı da yaralı olarak hastaneye getirilmiş ve veya orada vefat etmiştir. Ayrıca Kurtuluş Savaşında Ermenilere ve Fransızlara karşı gösterdikleri mü-cadele ile ayrı bir öneme sahip olan Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta 164 gazi Türk kadını tespit edilmiştir. Tarihimizde düşmanla cephede biz-zat mücadele eden kadınlarımızdan bazıları var ki bahsetmemek haksızlık olur. Balkan harbi ile cephe ile tanışan ve milli mücadelede sayısız cepheye katılan, binbaşı eşini, iki oğlunu ve ai-lesinden 23 kişiyi şehit vermiştir. On-ların yerini doldurmak için cephede en öne atlamış, çeteler kurmuş 700 kişilik askeri ile cephelerde düşmana kan kusturmuş Üsteğmen Kara Fatma (Fatma Seher) kahraman Türk anası.

Annesi öldüğünde henüz 8 yaşında olan Nezahat, Babası Albay Hafız Ha-lit bey ile bütün çocukluğu boyunca cephelerde bulunmuş Askere yaşın-

dan ve boyundan beklenmedik ve büyük yararlılıklar göstermiştir Ne-zahat Onbaşı.

Anafartalar kahramanı Hatice Ha-nım, 56. fırkada görev almıştır. Cep-heye koşup gittiğinde erkek olarak kendisini tanıtıp geri hizmete alın-mamak için kadın olduğunun anla-şılmamasına çok çabalamış ve bunu başarmıştır.

Osmanlı’nın girdiği savaşta yalnızca Türkiye sınırları içindeki kadınlar mü-dafaaya koşmadı. Eskiden Osmanlı sınırları içinde kalan kadınlar da top-yekün destek oldular. Onlar da elin-de ne varsa altını, parası, ilacı, yatak yorganı, yiyecek ve giyeceğini yolla-dı. Cepheye koşanlar da oldu. Onlar-dan biri de Çanakkale Savaşına Aile-sini Kosova da bırakarak, Osmanlının büyük kurtuluşuna destek olmak için tek başına koşup gelen Zeynep Mido Çavuş’tu, Çanakkale’de şehit oldu, Yalova’da medfundur.

Alman asıllı Erika, Türk doktor Ragıp Bey’in eşi olan hemşire yiyecek giye-cek temini gibi konularda da destek olmuş ayrıca cephede gönüllü olarak askerlere sağlık hizmeti veriyordu ve görevi başında şehit olmuştur.

Milli Savunma Bakanlığımız tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre; Milli Mücadele’ye katılarak düşmanla mücadele eden kadınlarımız arasında 62 şehit kadınımız tespit edilmiştir.

“Hilâl-i Ahmer hastanelerinden görünüş” Atatürk Kitaplığı - Necmettin Özçelik Arşivi

Page 125: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞ İSTANBULKÜLTÜR ve SANATDERGİSİ

123

Özet

Tüm kaynak arşiv ve araştırmalar göstermiştir ki yakın tarihimizin en önemli en kanlı savaşlarından biri olan Çanakkale savaşı tarihi yazılır-ken Türk kadınının cepheye çok ciddi katkıları olmuştur. Ancak kayıt altına alınmalarının zamanın ve durumun vehametinden dolayı kimsenin böy-le bir gereksinim duymadığından, neredeyse her evden bir zaiyat, şehit olmasına rağmen kendi acısıyla kav-rulan, vatan sağ olsun diyen Türk anası, Evini, yuvasını, eşi-ni, evladını, babasını, kardeşi-ni kaybetmeyi yüreğine kabul ettirmiş ama vatanını kaybet-meyi kabul ettirmemiştir. Ve ne yazık ki Türk kadınlarının cephe gerisindeki maddi manevi des-teği destan yazmış ama tarihi kayıtlara sayı ve isim olarak ek-sik yazılmışlardır. Yoksa Koskoca Çanakkale Savaşı’nda 250 bin insan kaybedilirken sadece 62 kadına ait şehit kaydının olması başka bir şekilde açıklanamaz.

Kaynaklar

Kızıl Toprak Ak Yemeni Savaşın Kadınları, Zümrüt Sönmez

Tarih Boyunca Harp ve Kadın, Cahit Çaka

Kuvva-yı Milliye’nin Kadın Kahra-manları, Aynur Mısıroğlu

Kurtuluş Savaşı’nda Kadın Askerleri-miz, Fevziye Abdullah Tansel

Milli Mücadele ve Mücadeleci Kadın-lar, Mustafa Tarakçı

Dipnotlar

1 Sabah, “Harp ve Kadınlarımız”, 24 Hazi-ran 1331 (7 Temmuz 1915), s. 3.

2 Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Salna-mesi (1329-1331), İstanbul, 1335, s. 143

3 Tanin, 27 Şubat 19154 Tanin, 11 Ekim 1915; Sabah, 11 Ekim

1915; Akgün, Uluğtekin, a.g.e.,s.159; Er-demir, a.g.t., s. 494

5 Lebib Selim, “Türk Kadınlığının Harb-i Umûmi’deki Faaliyeti”, Tük Yurdu, 5 Teş-rinisani 1331 (18 Kasım 1915), Yıl 5, Sayı 96, s. 270-271

6 Tanin, “Cihadiye Yüzükleri”, 27 Mart 1331 (9 Nisan 1915)

7 Sabah, “Hediye ve Tevzi”, 21 Nisan 1331 (4 Mayıs 1915)

8 Lebib Selim, “Türk Kadınlığının Harb-i Umûmî’deki Faaliyeti”, Tük Yurdu, 22 Teş-rinievvel 1331 (4 Kasım 1915), Yıl 5, Sayı 95, s. 260; Erdemir, a.g.t., s. 488-489; Sa-bah, “Gazileri Ziyâret”, 22 Nisan 1331 (5 Mayıs 1915), s. 2; Sabah, “Asker Aileleri İçin”, 10 Haziran 1331 (23 Haziran 1915), s. 3; Tasvir-i Efkâr, “Asker Aileli lerine Yar-dımcı Hamınlar Cemiyeti Tarafından”, 11 Haziran 1331 (24 Haziran 1915).

9 Abece Eğim ve Ekin Dergisi, Mart 2008.s. 16-17

Page 126: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümü olan 2015 sene-sinde İstanbul’da özellikle gençler ve çocuklarla ziyaret edilebilecek mekânlardan biri Panorama Zafer Müzesi.

Miniatürk Türkiye Parkı’nın içinde daimi bir butik müze olarak bulunan Zafer Müzesi’nde, fonda Çanakkale Sa-vaşı’ndan ve Kurtuluş Savaşı’ndan seçilen sahneler, üç boyutlu maketler, ses ve ışık unsurlarıyla bütünlenerek ortaya canlı bir kompozisyon çıkıyor. Böylece tarihimiz-den önemli kesitler, adeta bir zaman tünelinden geçer-cesine gezilebilecek bir mekâna dönüşüyor.

Cumhuriyet’imizin yakın tarihinin panaromik bir ger-çeklikle yansıtıldığı Zafer Müzesi’nde aynı zamanda Atatürk Fotoğrafları sergisini de gezmek mümkün. Ser-

giye, Atatürk’ün tarihe ve geleceğe yön veren sözleri de eşlik ediyor.

Panorama Zafer Müzesi, bir yandan savaşın gerçekliğini gözler önüne sererken diğer yandan önemli bir eğitici fonksiyon üstleniyor.

Panorama Zafer Müzesi

İSTANBUL MEKÂN

Miniaturk’u ziyaret eden her ziyaretçi, Panorama Zafer Müzesi’ni de ücretsiz olarak ziyaret edebilir.

Miniaturk Giriş Ücreti: Tam: 5 TL Öğrenci: 3 TL

Müze Saatleri: Pazartesi-Pazar: 09:00-18:00

Adres: Sütlüce Mh., İmrahor Cd., Sütlüce-Beyoğlu Telefon: +90 212 222 28 82

Page 127: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

İSTANBUL MEKÂN

125

Page 128: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

AJA

ND

A

ÇANAKKALE 1915: VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI

Dr. Rinaldo Marmara,Bülent GünalKültür A.Ş. Yayınları İstanbul, 2014268 sayfa

ŞEHİTLER DİYARI ÇANAKKALE: DUR YOLCU

Salim Dağ

Çamlıca Basın Yayınİstanbul, 2014104 sayfa

“Çanakkale 1915: Vatikan Gizli Arşiv Belgeleri Işığında Frank Coffee Vak’ası” kitabı, 100. yıldönümünde Çanakkale Savaşı’nı farklı bir yönüyle gündeme taşıyor.

Kültür A.Ş. tarafından yayınlanan kitap, Vatikan gizli arşivinde yer alan ve daha evvel hiç yayınlanmamış olan belgeleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu belgelerin rehberliğinde savaşın insani yö-nünü dikkate sunuyor.

Genç bir Anzak teğmeninin hikâyesini, Papalık ile İstanbul temsilciliği arasındaki yazışmalar vasıtasıyla okura sunan kitap,

Türk halkının savaşta dahi düşmanına saygı duyduğunu belge-liyor olması sebebiyle de ayrı bir öneme sahip.

Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu Basın Sözcüsü ve Kültür Ateşesi Dr. Rinaldo Marmara ile Gazeteci-Yazar Bülent Günal’ın birlikte hazırladığı kitap, yüzüncü yılında Çanakkale’yi farklı bir perspektiften yeniden okumak isteyen okurları ve bu alanda çalışan araştırmacıları raflarda bekliyor.

“Şehitler Diyarı Çanakkale: Dur Yolcu” kitabı, Çanakkale Şehit-liklerini ziyaret etmek isteyenler için bir rehber kitap olma ni-teliği taşıyor.

Kitapta; Çanakkale Savaşları’nın tarihi arka planını, önemi-ni, manevi mahiyetini anlatan bir giriş bölümünün ardından mekânlar, şehitlikler, müzeler detaylıca ele alınıyor. Tarihi ve güncel fotoğraflar aracılığıyla da bahsi geçen yerlerin tarihi se-rencamı ve Çanakkale Savaşları’ndaki yeri aktarılıyor.

Salim Dağ tarafından yazılan ve Çamlıca Yayınları tarafından okura sunulan kitapta ayrıca bir de harita bulunuyor. Bir rehber yahut kılavuz olmadan şehitlikleri gezmek isteyenler için hazır-lanan haritada; yol güzergâhları, şehitlikler, dinlenme tesisleri ve aralarındaki mesafeler detaylıca gösteriliyor.

Page 129: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

AJA

ND

A

HAVÂDİS: YÜZ YIL ÖNCE

Tarih: 22 Aralık 2014 – 25 Mart 2015Yer: Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi (Maksem), İstiklal Caddesi Girişi, Taksim

OSMANLI’NIN SON KİLİDİ ÇANAKKALE

Ed.: Soner Demirsoy, Kasım Hızlı

Çamlıca Basın Yayınİstanbul, 2014528 sayfa

I. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü çerçevesinde düzenlenen etkinliklerden biri de “Havadis: Yüz Yıl Önce” sergisi. İBB Kütüphaneler ve Müzeler Müdürlüğü tarafından düzenlenen sergide, 1914 ve 1915 yıllarına ait pek çok Osmanlı Türkçesi gazete ve dergiden (İkdam, Sabah, Tanin, Tasfîr-i Efkâr, Servet-i Fünûn, Sebilürreşâd, Takvim-i Ve-kayi, Türk Yurdu, Harb Mecmuası, Donanma vs.) dönemin olaylarına ışık tutacak haberler, resimler, fotoğraf, kartpostal, harita ve belgeler bulunuyor.

Özellikle Çanakkale Cephesi, Kafkas Cephesi (Sar-kamış Harekatı) ve Kanal Harekatı’nın büyüteç altına alındığı sergide kullanılmak üzere Alman-ya Federal Arşivlerinden fotoğraflar satın alınmış, özel koleksiyonerlerden ve müzelerden de arşiv desteği sağlanmıştır.

“Osmanlı’nın Son Kilidi Çanakkale” kitabı, farklı araştırmacıların kaleminden 45 makale ile Çanakkale Savaşı’nın askeri, siyasi, sosyolojik boyutlarını inceliyor.

Daha evvel 3 cilt halinde yayınlanan makaleler, Çanakkale Sa-vaşı’nın yüzüncü yılı anısına tek cilt olarak özel bir basımla ye-niden raflardaki yerini aldı.

Soner Demirsoy ve Kasım Hızlı’nın editörlüğünde okuyucusuy-la buluşan kitapta, Çanakkale farklı yönleriyle ele alınıyor. Aske-

ri ve tarihi yönüne odaklanan; denizaltı savaşları, hava harekâtı gibi konularda yazılmış makaleler bulunduğu gibi Lozan Anlaş-ması’ndaki konumunu irdeleyen yahut Sultan Mehmed Reşad Han’ın Çanakkale gazeline yazılan tahmisleri ele alan makaleler de yer alıyor. Ayrıca meşhur Çanakkale hikâyeleri ve kahraman-lık destanları, gazilerin hatıraları, İşgal kuvvetleri askerlerinin izlenimlerine de yer veriliyor.

Page 130: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL
Page 131: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

Avenue-24,5x31,5 ilan.pdf 1 22.12.2014 11:17

Page 132: ÇANAKKALE BOĞAZI'NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

C

M

Y

CM

MY

CY

CMY

K

TTNET_WiFi_HKD_245x315.pdf 1 18.12.2014 16:20