be§evl~r anıtarcı .. kureselleŞme,...
TRANSCRIPT
..
!Jhsan Çap cıoğta A. O. ilahiyat Fakültesi
Be§evl~r - Anıtarcı
KURESELLEŞME, ULUS-DEVLET
VE DiN
Editörler
Şahin GÜRS0Y - ihsan ÇAPCIOGLU
ANKARA 2007
KÜRESELLEŞME, DiN VE ULUS-DEVLET
Hüsnü Ezber BODUR
Giriş
Toplumlarm tarihsel gelişiminde gözlenen belli dönemleri vasıfHunak ve açıklamak üzere çeşitli kavramların ve teorilerin üretildiği bilinmektedir.A3una göre küreselleşme elekt-
" ronik iletişimde ve uluslar ara'sı hızlı ulaşım alanındaki baş döndürücü gelişmelerin mümkün kıldığı, dünya ç.apındaki bağ
lantılar, ortaklaşa fiil ve hareketler ve uluslararası kurumsal yapıların oluşturulması ve sürdürülıİıesine etki eden bir süreç
olarak tanımlanmaktadır/(Strenski, 2004: 631-632). Geride bıraktığımız yüzyılın son on yılı boyunca sosyal bilimciler, akademisyenler, kültür tarihçileri, girişimciler, politikacılar, gazete<:iler kısaca toplumun her katmanından birçok kimse arasın
da, yeni teknolojiler, yeni sosyal yapılar, yeni kültür ve yeni ekonomi tar~fından şekillenen yeni bir dünyanın doğmakta olduğu yönünde bir anlayış yaygınlaşmıştır. Küreselleşme sözcüğü, dünya ölçeğinde tecrübe edilen hızlı değişim ve dönü
şüm süreçlerini tasvir etmek üzere kullanılmaya başlamıştır (Capra, 2003: 113).
. - 17-
ŞAHiN GÜRSOY • iHSAN ÇAPCIOGLU
Modernleşme olgusunun· neden olduğu değişim konusu üzerinde bilimsel çalışmalar yapan Comte, Durkheim, Weber
ve Marx gibi klasik sosyologlar, teorik perspektiflerinde değişimin gelecekteki yönü hakkında küreselleşme olgusuna zırnnen işaret etmişlerdir. Ancak iletişim ve bilişim teknolojilerinin dünya · ticareti ve üretim sistemlerini değiştirdiği, dünyayı küçülttüğü,
. onu küresel bir köye dönüştürdüğü çeşitli' ilişki ağları yoluyla toplumlar üzerinde önemli etkilere sahip olduğu görüşü, günümüzde belli bir popülerlik elde etmiştir. Bu küresel dururnun en önemli özelliklerinden birini bireylerin, malların, fikirlerin, imajların, söylemlerin, bilginin, teknolojilerin, tekniklerin ve benzeri objelerin sürekli hareket halinde alİnaları ve dünyada sınır tanımayan akışkanlık içerisine girmeleri oluştUrmaktadır (Appadurai, 199.9: 229-238). Buna göre küreselleşme, ulusla
rarası her türlü gelişmeyi içeren ve tarihte eşi benzeri görülmemiş bi'r hız, yaygınlık, genişlik ve etkinlikle daha önceki benzer
lerinden ayrılan bir nitelik kazanmıştır. Her kavram ya da teorinin bilimsel yönüne ·ilaveten ideolo
jik bir öze sahip olduğu da bir vakıadJI. Bu bakımdan küreselleşme olgusu, bir yandan yaşadığımız dünyanın tecrübe ettiği
ciddi dônüşümleri asıklamak üzere geliştirilmiş bir kavram olmasının yanında, bünyesinde ince bir telkin i ve yönlendiriciliği de barındırmaktadır. Küreselleşme, modern dünyada oldukça güçlü ve kapsamlı süreçlerden biri olarak algılanmak suretiyle elde ettiği popiliediği sayesinde belki de önüne geçilemeyen ve durdurulamayan bir eğilim· olarak lanse edilmiştir. Küreselleş-
. menin 90'lı yıllarda sosyal bilimler alanında giderek artan bir şekilde etkili bir konunia. sahip olmasının altında, kısmen mo-
• 18 -
KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN
dernleşme perspektifinin bazı durumları açıklamadaki yetersizliğinin ve bu olgunun modernleşmenin yetersiz kaldığı düşünülen sorunlan çözebilme izlenimi vermesinin kısmen de dönemin ruh halini yansıtmasının ve bir moda eğilim olarak kendisini cazip hale getirmesinin yattığı söylenebilir.
Küreselleşme hakkında gelişen literatüre dikkatli bakıldığında farklı bakış açılarını yansıtan eğilimiere göre bu konuya yaklaşıldığına şahit olunmaktadı~,!Bir grup araştırmanın meydana getirdiği birinci çizgide küreselleşme, gelişmiş ülkeler~n kendi ekonomik, siyasal ve kültürel yapılarını az geli§miş_ya da gelişmeı<teOf~Iere etnpoze etme UMaŞısı olarak değerlendirilebilir. Başka bir öbekte yer alan çalı;~ oluşturduğu eğilfİİliÇerisinde küreselleşmenin örılenemez ve durdurul.;;az bir süreç ola;~gılarimasıyla bu gelişmelere ayak uydurmadan
· başkablı-""Çar~;;-~lrr!adı~-~gulanarak t~sli~iyetÇl-bir görü-- ----·- --· ··~·-·--· -·-· ---- ·--------- ··--şün izlerine rastlanır. Ayrıca küreselleşmenin olumsuzlukları-na vurgu yapılarak bütünüyle karşı çıkılınası gereken bir olgu olduğu yönündeki çalı~malar da bir başka kategoriyi oluşturur. Öte yandan karşı konulamaz bir güç olarak küreselleşme reddedilmemekle beraber onun olumsuz yönlerine karşı çözüm üretmeyi öne süren anlayışın taraftarlan da hayli kabanktır.
Geride bıraktığımız yüzyılın son yıllarında küreselleşmenin ekonomik boyutu .ile ilgili ·çok geniş bir literatür doğmuştur. Ancak küreselleşmenin sosyo-kültürel yönü ve bilhassa dini alaridaki etkileri üzerinde yazılanların aynı yoğurılukta olduğunu söylemek zordur. Gerçi son zamanlarda bir dönem moda kavram haline gelen ve neredeyse yaşamın her alanını otomasyenun emrine veren yeni teknolojilerin, yeni kurumsal yapının,
- 19-
ŞAHiN GÜRSOY - iHSAN ÇAPCIOGLU
yeni kültürün ve yeni ekonominin şekillendirdiği bir dünyayı tasvir etmek üzere kullanılan küreselleşmenin, karşı konulamaz
bir giiç olduğu ve onun meydan okumalarına boyun eğmeden başka bir çarenin olmadığının ilan edilmesine karşın, bu olgunun sürdürülebilir olup olmadığı hususundaki tartışmalar da küreselleşmeyi hayli sorunlu hale getirmiştir. Bu bakımdan biz
zat küresel aktörler, siyaşet adamları, bilim adamları, toplum önderleri küreselleşmenin ortaya çıkardığı sorunlan gidermek üzere değişik çabalar içerisine girmişlerdir.
Küreselle§menin Dini Yüzü
Amerika kıtasının Portekizliler ve İspanyollar tarafından keşfinden sonra, o zamana kadar bilinmeyen yerlllerin yaşam tarzları ve kültürleri hakkında Avrupa'ya yoğun bir bilgi akışı
. . olmuş, bunun yanında değişik kültürlerle temasların artması ·
sonucu, Batı dünyasının düşünce yapısında önemli değişiklik- .
ler meydana gelmeye başlamıştır. Bilhassa XVI. Yüzyıldan iti
baren, İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi ülkelerin takip ettikleri merkantilist ekonomi politikası çerçevesinde, Wallerstein'in ifadesiyle Kapitalist dünya sistemi şekillenmeye başlamış, mer
kez olarak anılan bu ülkelerin dışındaki bağınili ülkeler, dünya ticaretine hakim olan ülkelere ucuz iş gücü, hammadde ve çe-. şitligıda malları sağlamak suretiyle "çevre" ülkeler haline gelmiştir.
Ticaretin evrenselleşmesi ya da· ilk ekonomik küreselleşme . diyebileceğimiz bu süreçte, dinin önemli bir rol oynadığı ve kurtuluşçu dünya dinlerinin misyonerlik çerçevesinde yayılmacılığa do~ bir eğilimi bünyelerinde barındırdıkları belirtilmek-
- 20-
KÜRESELLE?ME, ULUS-DEVLET VE DiN
tedir. Bu bakımdan Hıristiyanlık gibi dünya dinlerinin evrensel
ci karakteri, şüphesiz, bu ilk ticari küreselleşmenin itici güçlerinden biri olmuştur. Her ne kadar bu ilk"küresel ticaret ve din ilişkisi" hakkında çok fazla çalışma olmasa da İspanyol Doini~ikan Francisco de Vitoria ve Hallandalı Kalvinist Hugo Grotius gibi XVI. ve XVII. yüzyıl Hıristiyan tealoglan ve hukukçularının yazılannda ve· öğretilerinde bu küresel ekonomik faaliyetlerin açıkça. dini çerçevede meşrulaştınldığı görülmektedir.11 .
İspanyolların Yeni Dünya'daki politikalarını meşrulaştırma arayışları çerçevesinde "öteki" olarak kavramsallaştırdıklan toplulukların nasıl davranmalan ile ilgili girişimleri, skolastik fel
. sefe ve doğal hukuk teolojisi bağlamında Katalik gelenekleri kullanmalarına yol açmı.ştır. Aslında XIII. Yüzyılda Hıristiyan ilahiyatçı Aquinumlu Thomas'ın insanların tabii eğilimleri ile
ilgili doğal hukukun Hıristiyan versiyonunu geliştirdiğini bilmekteyiz. Böylece XVI. Yüzyılda İspanya ve Portekiz dini çevre
lerinde küresel ticaret kavramını Hıristiyan teolojisi çerçevesin
de ele alan ve İspanyolların Yeni Dünya'daki emperyal politikalarını onaylayarak yerlileri "doğal köle" olarak sayan bir Hıristiyan ilahiyatçı ve hukukçu zümresi var olmuştur (Strenski, 2004:
638). O halde, Hıristiyanlık temelinde doğal hukuk anlayışına dayalı liberal yönü ağır basan hukuki düzenlernelerin ilk ekonomik küreselleşmede etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Bilindiği gibi Amerikan toplumu Weber'in kapitalizmin
doğuşunda oldukça etkili olduğuna inandığı Protestanlığın Kal~
ll Dinin ilk küreselleşme üzerindeki etkisi için bkz. I. Strenski, "The Religion in Globalization", Journal of the American Academy of Religion, (September 2004), VoL 72, No. 3, ss. 631-652 .
. 21 -
ŞAHiN GÜRSOY - iHSAN ÇAPCIOGLU
vinci kanadının güçlü etkisi altındadır. Sosyal ve siyasal şartların, dini dünya görüşlerinin ·gelişmesine etki ettiğini ancak, bu
nun insaniann yaşamlarının maddi düzenlemelerinin yan ürünü olarak da görülmemesi gerektiğini belirtmekte yarar vardır. Dini perspektiflerde meydana gelen değişmeler ve gelişmeler de kimi zaman ve şartlarda sosyal hayat üzerinde etkili olabil
mektedir (Ring ve diğerleri, 1998: 240-255). Buna göre küreselleşmenin bu iki sürecin · karşılıklı etkileşiminde önemli rol oynadıgı ve küresel güçlerin takip ettikleri dış politikalannda
· dinselliğin, görünürde olmasa da temelde etkili bir faktör oldu
ğu ileri sürülmektedir. İlk küreselleşmenin aksine son yıllarda oldukça geniş alan- ·
da ·etkin bir süreç olarak gözlenen küreselleşme olgustİnda dinden çok tamamen seküler karakterdeki yeni kültürel ve bilhassa teknolojik güçlerin etkili olduğu ifade edilmektedir. Ancak Hıristiyan teologlann Evangelik kalıntıları hala yaşamaya devam etmekte ve bu süreçte meşrulaştıncı bır amil olarak bun
dan yararlanılmaya çalışılm;ıktadır. Hatta Avrupa, XIV. Yüzyıldan itibarendinin temelinde yer aldığı bu ilk sömürgecilik tica
ri evrenselleşme süreciyle, günümüzde hem küreselleşmenin hem de Avrupa Birliği gibi bloklaşmanın işaretini vermiştir.
Küreselleşmenin tez:nel belirtileri olarak dört yüzünden söz eden ve bunlardan biri olarak da Evangelik Protestanlığın üzerinde duran din sosyologu Peter Berger'in çoğylcııhık, pazar --ekonomisi ve demokrasi yanlısı bir söylemUçe.LeıLb.u...analizi (Sarıbay, 2000: 10) kapitalist sistemin gelişmesinde üç farklı aşama belirleyip her bir endüstrileşme safhasının belli bir dini tepkiyi doğurduğunu belirten Halland ve Hendot'un açıklama-
- 22 -
KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN
lanyla uyuşmaktadır (Hargrove, 1989: 305). Buna göre kapitalist ekonomik modelin giderek küreselleşmesiyle merkezin kendi
kültürel hegemonyasının bir aracı olarak çevreyi etkisi altına alma teşebbüsü çerçevesinde buna uygun dini değişimin mey
dana geldiğinden söz edilmekted~. Bu manada küresel güçlerin çevreyi kendi hegemonik kültürüne dahil etme girişimi karşısında zaman zaman geliştirilen projeler kaps~mında dini boyutta, tolerans ve hoşgörü temelinde bir çeşitliliği teşvik ettik-
. leri de anlaşılmaktadır. . Küreselleşmenin y~ da oluşturulmaya çalışılan küresel me
deniyetin kendine özgü bir din anlayışının geliştirilmesi yön ün- . deki çabalar, küreselleşme literatüründe kendisine yer bulmaya başlarruştır. Bu. medeniyetin özünü oluşturacak ve onu biçimlendirecek olan din anlayışını; dini farklılıklara karşı hoşgörülü olma, dini ifade ve kanaat özgürlüğünü benimseme, demokrasi ve piyasa ekonomisi yanlısı bir söyleme bağlı olma gibi unsurla
n içermesi Evangelik Protestanlığa küresel bir misyon yükleme
izlenimi vermektedir. Nitekim tüm büyük dinlerin çeşitli top· lurnlardaki değişik yansunalarının aslında tek bir hakikatten kaynaklandiğını ifade ederek felsefi planda dini çoğulculuk perspektifi geliştiren John Hick, Wilfred Cantwell Smith ve Stephen Evans (159-184) gibi yazarlar, küresel medeniyetin temelini
oluşturacak dinin Judeo-Hıristiyan gelenek olduğunu zımnen ifade etmektedirler.
Neo-liberal yapılanmanın duayenierinden olan ekonomist Friedrick Hayek ve sosyolog Peter Berger gibi kapitalist ekonomik formlar!J!. kültür üzer~deki etkilerini inceleyenler siyasal vatandaşlığın büyük ölçüde dayanağını oluşturan özgeciliğin
- 23 -
ŞAHiN GÜRSOY - iHSAN ÇAPCIOGLU
(altruizm) ilk kazanıldığı yerin aile olduğu noktasında hemfi
kirdirler. Yine neo-liberal teorisyenler kapitalist toplumlarda
bireye aidiyet ve kimlik kazandıran kururnlara olan ihtiyacı vur
gulamışlardır. Bu çerçevede Hayek, aile değerlerini ve ortak
amaçlar etrafında oluşturulan topluluksal değerleri onaylama
yan bireyciliğin sahte olduğundan söz etmektedir. Berger de
KapitalistDevrim isimli kitabında bireysel otoneminin özgür
lükler ve sorumluluklar arasındaki nazik dengeye dayandınl
masının gereği üzerinde durmuştur (Müller, 1989: 1-7).
Küreselle§me ve Dini Çoğulculuk
Ekonomik küreselleşme ile ilgili analizlerde bulunan sos- ·
yal bilimciler, bu sürecin temel eğilimlerinden biri olarak çoğul
culuktan söz etmişlerdir (Warburg, 2001). Kitle iletişim tekno
lojilerindeki-devrim niteliğindeki gelişmeler, dinlerin kendi bil
gi ve mesajlarını biİ" yandan kendi taraftariarına bir yandan da
tüm insanlığa iletmelerine katkıda b~lunmuştur (Küçükcan,
2006). Bu bakımdan "küreselleşme ve din" konusuna doğru
dan veya dolaylı atıfta bulunan çalışmalarda, küreselleşmenin
dini alan· üzerindeki yansımalarİ, dini çoğulculuk ve köktendin
ci eğilimlerin gelişip güçlenmesi biçiminde olmuştur.
Küreselleşme teorisyenlerinden biri olan Robertson (bkz.
1989: 63-77), bu olgunun bir yandan homojenlik ve evresellik
yönündeki eğilimden oluşan boyutu yanında partikülaristik ve
heterojenliğe doğru eğilimi içeren bir diğer unsur olmak üzere iki ana bileşenden meydana geldiğini vurgulamaktadır. Çeşitli ·
yönleriyle küreselleşme konusunu ele alan çalışmaların temel referanslarından biri haline gelen bu bakış açısına göre küresel-
1
- 24-
KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DIN
leşrne kültürleri bütünleştiediği kadar dini hareket ve cernaatleşrne de dahil yerelliği artırmakta ve bu dinsel oluşumları küresel ölçekte bir şebekeleşrneye sok..rnaktadır. Bu bağlarnda birçok dinsel grup küreselleşmenin temel karakteristiklerinden biri
olan iletişim ve ulaşım sistemlerinin gelişmelerinden yararlanarak faaliyet çeşitliliği ile bu süreci kendi çıkarları yönünde
kullanmaya başlamışlardır. İngiltere, İtalya ve İspanya gibi sanayileşmiş birçok batılı
neredeyse devletin kurumsallaşmış kilise üzerindeki gözetim, denetim ve hakirniy~ti korunmuştur. Bu arada geleneksel dini bünye içerisinde farklı dini oluşumlardan yeni dini hareketler~ kadar geniş bir yelpazenin meydana getirdiği dini alanda çeşitli hareket ve oluşumiar da yaygınlaşmaya başlamıştır. Bütün bu gelişmelere rağmen genelde çoğunluğun bağlı alçiuğu resmi
kiliselerin devlet desteğinde varlıklarını sürdürmeleri dini plüralizrnden çok belki sınırlı bir çoğulcuğu yansıtıyor gözükmektedir. Glenn Vernon, din sosyolojisi kitabında sanayileşmiş ül
kelerde kilise ve devlet arasındaki ayırırnın gelişmesiyle bera
ber din-devlet ilişkisi bağlamında: a) devletin bir dini de~teklernesi; b) devletin genelde dini desteklemesi ancak herhangi bir
dine karşı tercih belirtrnernesi; c) devletin genel olarakdini reddetmesi ve dalaylı ya da dolaysız olarak dini toplumdan silme
ye yönelik faaliyetlerin içinde yer alması şeklinde üç ana ilişki tipinden söz etmektedir. 12 Buna göre, Wilson, Berger ve Luck
rnann gibi birçok din sosyologu yeni dini hareket ve cemaatle-
12Din ve devlet arasındaki ilişki ile ilgili ana tipler hakkında bkz. G. Vernon, Sociology of Religion, McGraw-Hill, New York, 1962, ss. 251-263.
- 25-
ŞAHiN GÜRSOY - iHSAN ÇAPCIOGLU
rin çoğalmasıyla inanç birliğinin zedeleneceğine ve formal dinin etkisinin giderek zayıflayacağına vurgu yapmaktadır (Ha
ralambos, 1995: 487-488). Dini çoğulculuk bağlamında Berger, dinin birleştirici sem
boller ve dünya görüşü sağlayıcı fonksiyonunun kaybolacağın
dan bahsederek dünya görüşlerinin çoğulculuğunun tüm dünya görüşlerinin nisbileşmesine yol açacağını belirtmekte, bunların üzerinde bir şüphenin oluşacağını bu durumun da bireyde anomi duygusu yaratarak krize neden olacağı ihtimalini dile getirmektedir (Roberts, 2003: 30~305). Böylece_Berger, ortak
laşa paylaşılan inançların, değerlerin ve sembollerin toplumsal bütünlüğü sağlamadaki fonksiyon':lna dikkat çekerek dj.ni plüralizmin toplumun istikrarına ve işleyişine ciddi tehdit. Ôluştu
rabileceğini belirtmektedir. Bilhassa gençler arasında yayılma istidadı gösteren yeni dini hareketler ve cemaatlerin her birinin yalnızca kendilerinin temsil ettiği d inin doğru, diğerlerinin yanlış olduğunu vurgulamalarının ve aynı zamanda çok az sayıdaki
taraftarlaorun inançlarını meşrulaştırİnalanrtın, toplumda bir
çatı~maya neden olabileceği, aynı zamanda da formal dinin toplumsal dayanışmayı sürdürme yönündeki fo~iyonunun kaybolmasına neden olacağı ifade edilmektedir.
Küreselleşmeyle ilintili olarak gelişen dini çoğulculuk pers
pektifinin yayılma alanı bulduğu ve bunun dünya ölçeğinde gerçekleştirilmesine demokratikleşme çerçevesinde önem vererek politik hedef haline getiren ABD'nin dini hayatında bu bakış açısının rolünü tetkik edebiliriz. Aslında ABD'nin dini manzarası yakından incelendiğ,inde çoğulculuk yönündeki gelişmeleri besleyen anlayışların, Amerikan toplumunun kendine. özgü
- 26-
KÜRESELLEŞME, ·uLUS-DEVLET VE DiN
şartlannın bir sonucu olarak ortaya çıktığı görülür. Yakın za
manlara kadar Protestan ve Katalikler gibi Hıristiyanlık içerisindeki rnezheplerle Hıristiyan olmayan diğer dini oluşurnlar arasındaki kanlı çatışmaların rnevcudiyeti, toplumsal bütünlü
ğü sağlamada sosyal bilirncileri yeni model arayışlarına yönlendirrniştir. Protestan kültürün ağırlığına rağmen ABD'de devle
tin resmi dini statüsünü elde etmiş geniş bir taraftar kitlesine sahip dini bir gelenek olamamıştır (Çaha, 2003: 31-38). Yani
ABD'de din ve devlet arasındaki i.J,işki tipi devletin genelde dini desteklernesi ancak herhangi bir din lehinde bir tercih belirtıriernesi şeklindedir (Vernon, 257). Ancak, dini çoğulculukretoriği bağlamında Berger'in küreselleşmenin dört belirtisinden biri ·alarak kavramsallaştırdığı "Evangelik Protestanlık"ın13 (Sarıbay, 2000: 10) veya daha kapsayıcı olan yeni Hıristiyan sağın
\
toplumu Hıristiyanlaştırrrıa projesine yönelik faaliyetlerinin var-lığı ve etkinliği, burada dalı! dini çoğulculuk kavramına yüzey
sel bir bağlılığın ifadesi olarak göiiilebilir. Küreselleşmenin dini alan üzerindeki yansımalarının dini
çoğulculuk ve köktenci eğilimlerin gelişip güçlenmesi biçimin- · · de oluştuğunu belirtmiştik. Bu bağlarnda küresel ekonominin
önemli finanslll kurumlarından biri olan Dünya Bankasının sponsorluğunda tertip edilen "Küreselleşme ve Ahlak" konulu bilimsel toplantılar (Strenski, 2004: 632), küreselleşmenin s"ürd ürülebilir hale getirilmesi yönünde ekonomi politikasının oluşturulmasında ahlak ve manevi değerlerin hesaba alınması; yani
13 Evaİıjelik Protestanlık hakkında bkz. R. B. Fowler, "Modern Amerikan Toplumunda Din ve Siyasal Kültür",Liberal Düşünce, (Bahar-Yaz 2003), Yıl 8, Sayı 30-31, ss. 53- 57.
- 27-
ŞAHiN GÜRSOY • iHSAN _ÇAPCIOGLU
liberal ahlakiliğin gereğini vurgulayan girişiml~r olarak görülebilir. ABD'de Evanjelik Protestanlık ya da Ahlaki Çoğunluk ha
reketinin söylemleri; neo-liberal doktrin çerçevesinde G-7 Ülkeleri tarafından kuralları oluşturulan yeni kapitalist ekonomi ile örtüşmektedir. Bu nedenle liberal söylemli, ılırnan görünüşlü dini oluşurnlara kimi zaman köktendinci radikal gruplara,
d_ini motifli siyasal yapılanmalara dini çoğulculuk konsepti içerisinde fırsat tanındığı, ya da bu tür dinsel hareket veya cemaatlerin küresel güçler tarafından kayrıldığı anlaşılmaktadır.
Taraftarların sayısının birkaç yüz ya da bini geçmediği çok
sayıdaki dini grubun_faaliyetlerine bilhassa ABD veya diğer sanayileşmiş ülkelerde izin verilmesi, bir yandan, bunların neo
liberal ekonomik modelin olumsuz sonuçlarını hafifletme amacına yönelik forilcsiyon icra ettiğine inanılması, diğer yandan da
!
rekabeti temel paradigma haline getiren küreselleşme söylemi şartları altında seçme özgürlüğünün pratiği olarak belirtilmektedir (Bkz. Roberts, ·204-310; Çaha, 2003: 15-44). Ancak serbest piyasa ekonomisi mantığı çerçevesinde dini tercihin yapıl
ması anlayışı, hem dini grubun taraftariarına ya da senipatizanlanna uygun dini dünya görüşünün üretilmesi ve hem de
bu gruba ·mensup olan bireyleriri kendi dini anlayışlarının ve dünya görüşlerinin meşru olup diğerlerinin yanlış olduğu şeklindeki düşünceleri bir aynıncılığa yol açarak toplumda bir çatışma nedeni olabilecektir. Böylece kutsallıkla ilgili farklı yo
rumların yol açtığı inanç karmaşası, birey ve toplum sağlığını tehdit etmek suretiyle sosyal düzeni ve istikrarı bozma potansiyeli taŞımaktadır. Aslında çeşitli dini hareket _ve cemaatlerin medyadan eğitim faaliyetlerine kadar global ölçekte değişik fa-
- 28-
KÜRESELLEŞME, ULUS-OEVLET VE DiN
aliyet ağlarıyla kendi kapalı alanlarında ürettikleri kutsallıkları (Bkz. Göle, 2000: 10-17) kamusal hayata taşıyarak hem meş
rulaştırma yollarını aradıkları hem de toplumu dönüştürmeyi amaçladıklan anlaşılmaktadır. Ayrıca bu tür dini oluşumların
toplumda dizentegrasyona yol açtığı, kültürel gelişmeye hiçbir katkısının olmadığı ve bu surette bunların birer sivil toplum
organizasyonu olarak da görülmemesi gerektiği ifade edilmektedir.
Küreselleşme sürecinin yol açtığı dört eğilimden söz edil-, mektedir. Buna göre Karıter'in yaklaşımındaki mobilite, eşza
manlılık, by pass ve çoğulculuk gibi küreselleşme trendlerinden (Warburg, 2001: 5) sonuncusu dini organizasyonların işleyişi hakkında bize fikir verebilecek durumdadır. Kanter, bir zamanların egemen çoğunluk kültürünün gürıümüz dünyasında
artık etkin olmadığını belirterek dini ve etnik çoğulculuktan söz etmektedir. Bu bağlamda, küreselleşme trendlerinden olan dini çoğulculukla ilgili anlayış ve gelişmeleri, ülkemizde faaliyetlerini gizli sürdüren kimi dini oluşumların söylem ve yaklaşımla
rında görmekteyiz. Her şeyden evvel dini hareket ve cemaatlerin kendi bünye
lerinde bir pluralizmden ve sivillikten söz etmek mümkün değildir. Demokratik kültürden oldukça uzak, merkeziyetçi bir organizasyon tipiyle karakterize olan bu tür oluşumlarda grup içi tüm faaliyetler liderin onayı ile gerçekleşirken, hareketin
genişlemeye yönelik tüm faaliyetleri ~e ilgili kararlar merkezden alınmaktadır. Ayrıca grup üyeleri, ... tutum ve davranışların
da özgür olmadıklarından kendilerini, grup liderlerinin din dahil her alandaki açıklamalarının ve yorumlarının tek doğriı ola-
- 29-
ŞAHiN GÜRSOY - iHSAN ÇAPCIOGLU
rak kabullenmek mecbtiriyetihde hissetmektedirler. Bu münasebetle liderin dini konulardaki yaklaşım ve açıklamalan tama
men grubun.çıkarla~na yÖnelik olmasından dolayı tekyanlılığı içermektedir.
Dini hareket ve cemaatler kendi içerisinde plüralistik sivil ·
bir yapılanınayı be~imsemeyerek demokratik ~ültürden olduk-. ça uzak, hayli merkeziyetçi bir organizasyôn tipiyle karakterize olmaktadır. Bu çerçevede eğitimden sağlığa kadarher türlü -organizasyon biçimiyle çeşitli faaliyetlerin hayata geçirilmesi, hep liderin onayıyla gerçekleşirken, hareketin genişleme sürecinde
ki en ince ayrıntıya kadar her türlü kararlar da merkezden alınmaktadır. Bu cümleden olarak ülkemizde popüler dini cemaatlerden biri olarak görülen E Gülen Cemaati'nin lideri her ne kadar ılımlı İslamcı bir portre sunmuş olsa ve bazı çevrelerce geniş görüşlü ve modern b~r lider olarak takdim edilse de bizzat kendisi cemaat oluşumu içerisinde bireysel düşüncelerin gelişeİneyeceğini kabul etmektedir (Sevindi, 2000: 131-136). Yine aynı cemaatle ilgili değerlendirmelerde _bulunan bir çalışmada
da Gülen'in söylemlerinde sivil toplum kavramiarına çok sık yer verilmesine karşılık bu cemaatin sivil toplum ·örgütü olmadığının altı 'çizilmektedir (Başkan, 2000: 273-293).
Ekonomik küreselleşmeye denk düşen liberal teolojiler çer
çevesinde ülkemizde dini çoğulculuk, hoşgörü, diyalog gibi kav· ramların bazı dini hareket ve cemaatler tarafından her türlü çatışmayı önleyen sihirli formül olarak takdim edildiğine şahit olunmaktadır. Aslında bu tür söylemlerin kullanılması, dini olu-
. şumların faaliyetlerini meşrulaştırma amacına yöne'lik araçsal girişimler olarak görülebilir. Öte yandan, küresel iletişim ağla-
-30-
KÜRESELLEŞME, ULUS·DEVLET VE DIN
rının sağladığı imkanlardan yararlanarak bu hareketlerin rne
sajlarını küresel boyuta taşıma gayreti içinde oldukları anlaşılmaktadır. Bu bakımdan özünde partikülaristik ve ayrırncı eğilimleri barındıran ve etrafında topladığı az sayıdaki insanı, şah
si çıkarları için dini değerleri kullanıp mobilize etmeye çalışan
şeyh ve hoca efendi gibi isimlerle anılan ~arikat ve tarikat benzeri oluşumlar, dini motifli hareket ve cemaatler söylernlerinde bu tür kavrarnlara yer vererek gerçek niye~erini gizlerneye ça
lışmaktadır.
Aslında bu kavrarnlar batı merkezli tek yanlı bir yaklaşımın üiünü olarak empoze edildiklerinden (Akyürek, 2003) Hıristiyan medeniyetinin dışındakiler, zımnen çatışma kaynağı olarak
görülmektedir .. Medeniyetler arası hoşgörü ve diyalog çağrılan Hıristiyan değerlerin aktanlmasında önemli araçlar olarak küreselleştirilrnekte~ir. Nitekim '1998 Şubatında Dinler Arası Diyalog Toplantılannda Papa ile görüşen Gülen Cemaatinin lide
ri~ bu tür etkinliklerde yer alarak bir yandan Batı kamuoyunda belli bir ün elde etmeye; bir yandan da mesajını küresel ölçeğe
taşımaya çalışmaktadır.
Küreselleşmenin köktendinci eğilimlerin bilhassa siyasal
İslam'ın gelişip güçlenmesinde de etkili olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda küreselleşmenin ve bununla birlikte günümüzde
ki sosyal değişim süreçlerinin İslam coğrafyası üzerindeki etkisi, dışsal bir faktör olarak, İslam'ın genişleme ve yoğun toplumsal nüfuzu biçimindeki eski iç dinamik kıilıplarını harekete geçirmek şeklinde görülmektedir. Bu bağlamda, eski iç dinamiklerin yanında bu siyasal etki, evrensel değerlere ve kurumlara ka~şı, "İslami bilimden", "İslami insan haklarına" kadar reaktif
- 31 -
ŞAHiN _GÜRSOY • iHSAN ÇAPCIOGLV
İslami alternatifin ve karşıt evienseiliğin üretilmesi CArjomand, 2004: 10) biçiminde olmuş ve bu gelişmeler de fundamentalist eğilimleri içererek siyasal İslam'a yol açmıştır.
Temel küreseki aktörler, yeni küresel ekonominin, daha çok
gelişmekte olan hatta dördüncü dünya denilen (Capra, 2003: •
1 27) sanayileşmiş ülkelerdeki yoksul halk üzerindeki tehlikeli
· sonuçlarının iyice gün.yüzüne çıkmaya başiamasıyla, bu süreci din dahil çeşitli meşrulaştırma araçlanndan yararlanarak haklı
landırmaya çalıştıklan gözden kaçmamaktadır. Bu perspektiften yola çıkarak, gelişmiş ülkeler, zaman zaman Avrasya ve Orta Doğu kavşağında bulunan ve jeo-stratejik önemi haiz bulunan ülkemiz için ılımlı İslam ülkesi modeli şeklinde bir rol biçmek
tedir. Böylece laik, Çağdaş, demokratik, hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, Orta Doğu'nun halkının çoğunun Müslüman olduğu Arap_ ülkeleriyle aynı konuma getirilmek istenmektedir. Şüphesiz böyle biı; modele dayalı yaklaşımın, hem ülke bütün
lüğümüz açısından hem de bölge barışı bakımından tehlikeli olabilecek sonuçlar doğurabileceğini söyleyebiliriz.
Bu türden yapay rol tanımlarnalarına karşı Türk ulusu, la
ikliği S<?SYal dokusunun temeline yerleştirmiş ve bu değeri i~selleştirmiş olarak, laik, çağdaş, demokratik tavır ve duruşuyla en güzel cevabı vermektedir. Ancak ülkemizde sayıları çok faz
la olmamasına rağmen yine de bu türden ılımlı islam modeli yakıştırmasını gönüllü sahiplenecek dini oluşurnlar da yok değildir. Nitekim bazı akademisyenlerin, politikacıların ve basın mensuplarının çeşitli saiklerin etkisiyle ılımlı İslam'ı temsil etti-
. ği söylenen cemaat ve hareketlerin faaliyetlerini destekleyerek halk k~tında pek fazla itibar görmeyen küresel değerlerin, dini
-32-
KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN
söylemlerle popülerleştirilrnesini sağlamak suretiyle küresel
güçlerin çıkarlarına hizmet edeceğini belirtmekte yarar vardır.
Küreselleşme ve Ulus-Devlet
Bilindiği gibi ''yeni ekonomi" olarak isimlendirilen küresel kapitalizmin kuralları, geride bıraktığımız yüzyılm son onlu yıl
lannda hayli ilerlemiş iletişim ve e~ormasy~n teknolojilerindeki gelişmeler yoluyla küresel finansal ağlar etrafında yaygın-
Jaşmıştır. Toplumlar arasında gözlenen sosyal ve kültürel farklılığa rağmen bugünün_ dünyası, tarihte ilk defa bir dizi ortak kurallara göre organize olmaya zorlanmaktadır. Bu çerçevede ekonomik gelişmenin, küreseileşmenin dışında kalarak ya da bu sürecin egemen aktörlerine boyun eğerek mümkün olamayacağı noktasında neredeyse bir konsensüs oluşmuştur. Küre-
. selleşme etrafında ulus-devletin geleceği hakkındaki tartışma
lar, günümüzde bu tür siyasi yapılanmaların öneminin arttığını
göstermektedir.
Sanayileşmiş G-7 ülkele~i ve onların Dünya Bankası, IMF ve D.ünya Ticaret Örgütü g~bi finansal kurumları tarafından serbest ticaret etrafında kuralları oluşturulan yeni küresel ekono
minin sürdürülür olup olmadığı hususunda tartışmalar giderek yoğurıluk kazanmaktadır. Bu nedenle, sayıları her geçen gün artan pek çok bilim adamı, siyasetçi, gazeteci ve kamuoyu önderleri, ye~i ekonomik düzenin yoksulluğu ve işsizliği artırması, gelir dağılımını bozması, sosyal eşitsizliğe ve yabancılaşmaya yol açması gibi birbiri ile ilişkili çok sayıdaki menfi sonuçlarına dikkat çekmeye başlamalarıyla bu sürecin sürdürülemez olduğunu ifade etmişlerdir. Hatta oldukça başarılı küresel fi-
- 33-
ŞAHiN GÜRSOY - iHSAN ÇAPCIOGLU
nansal spekülatör olan G~orge Soros, "ekon<?mik küreselleşmenin dayandığı pea-liberal doktrini piyascı fundamentalizmi" (Capra, 2003: 137) olarak değerlendirmiş, bunun köktendinciliğin her çeşidi gibi oldukça tehlikeli olduğunu vurgulamış ve
küresel e~onominin bu haliyle sürdürülemez olduğunu pelirte- · rek teqbirler alınması gereğini ifade etmiştir.
Küreselleşmenin sosyal ve kültürel alandaki yansınialan da bu sürecin oldukça tehlikeli sonı,ıçlara yol açabileceği ~erçe~i gözler önüne seqnektedir. Küre~el qktörlerin norm ve değerlerinin hayli gelişmiş kitle iletişim vı;ısıtaları yoluyla yayılması,
ulusal kttltürler üzerinde rnenfi etki yapmaya b~şlamıştır. Küreselleşmenin ulus~ kültürler üzerindeki yıpratıcı etkisi ulus-dev
letin ö~emirıi, beklentilerin aksine artİrmıştır. Bu ·çerçevede, küresel finansal ağlar yoluyla sermayenin küreselleşqıesine kar
~ılık emeğin lokal kalara.k eski gücünü de yitirdiği söylenqıiştir. Bu bakımdan küreselleşmenin sosyal alandaki tehlikeli sonuçlarından biri, işçi' sınıfının yapısı üzerinde etkili olarak toplumsal huzursuzlu~a neden olabilme potansiyeli taşıması şeklinde
görülmektedir. Küreselleşme, sanat, bilgi, eğlence ve diğer kültürel ifade
ler üzerinde etlqli olmaktadır. Enformasyon alanındaki devrim niteliğindeki teknolojik gelişmelerden etkilenen kültür, ciddi bir
dönüşüme nıaruz kalmaktadır. Bu nedenle bilhassa küresel haber ağları yoluyla sosyo-kültürel değerlerde meydana gelen aşın
ma, toplumsal entegrasyonda oldukça fonksiyonel olan değer konsensüsünü olumsuz etkileyerek, kaosa, düzensizltğe ve ano
miye yol açmaktadır. Böylece otomasyon~ dayanan küreselleşmenin sosyo-kültürel yansımaları, insani değerleri reddetme ya
- 34-
KÜRESEllEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN
da görmezlikten gelme biçiminde gözlenmektedir. Kültür erozyonunun olumsuz toplumsal etkileri, hatta toplumda dizenteg
rasyona yol açabilecek tehlikeli sonuçları karşısında ulusal değerlerin bilhassa çeşitli mekanizmalada yeni yetişen kuşaklar
da içselleştirilinesini sağiamak ~lus-devletin14 önemini daha da ~rmaktadır.
. Bilindiği gibi modern, laik, ulus-devlet modelinde Türkiye Cumhuriyetini kuran· Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'nin ay
·dınlanma çağı olarak değerlendireceğimiz reformları ivedilikle uygulamaya sokmuş, bu çerçevede tekke ve zaYiyelerin
faaliyetlerine son vererek eğitimde birliği sağlamıştır. Bazı Orta DoğU ülkelerinde kimi liderler de zamcın zartıan reform denemelerinde bulunmuş, ancak başarılı olamamışlardır. Mesela Mısır'da reformİst çabalar çerçevesinde oluşturulan yeni kurum-
. lar, eskilerini_ortadan kaldırinayarak bir arada faaliyetlerini sürdürmek suretiyle dual bir yapı meydana getirmişlerdir. Bu ta
rihsel arka plan, her fırsatta yönetimi ele geçirmek isteyen İs
lamcı grupların sayilarının artmasına neden olmuş, her tfulü başarısızlıktan modern ·yapı ve kurumlar sorumlu tutulmuştur
. (Dessouki, i981: 359-374). Hatta halkının çoğu-Müslüman olan
ülkelerde sayıları çok az da olsa şiddete başvuranların ve bunu küresel boyuta· taşımak isteyenlerin insanlık ve din dışı eylemlerine bakarak baı:ı'şı, sevgiyi ve saygiyı temeline yerleştiren İslamiyet'i her vesile ile terörle özdeşleştirmeye çalışanlara fırsat verenler, büyük ölçüde bu tür geleneksel kurumlardan beslenmişlerdir (Günay, 1998: 69-71).
14 Geniş bilgi için bkz. S. Kili, "Cumhuriyet, Atatürkçülük ve Küreselleşme", Cumhuriyet ve Küreselleşme, Ankara, 2002, ss. 177"-199.
- 35-
ŞAHiN GÜRSOY • iHSAN ÇAPCIOGLU
Kısmen demokratikleşmenin yol açtığı özgür ortamda, kısmen de küreselleşmenin plüralistik biçimde tezahürü sonucu bu tür cemaatlerin hoşgörü, çoğulculuk ve diyalog gibi küresel
kavramlan söylemleri içerisinde sık kullanarak bunları benimsemiş gözülaneteri cemaatlerinin aktivitelerini meşrulaştırma vasıtaları olarak değerlendirilebilir. Aslında sevgi, saygı, orta
· yol, hoşgörü ve uzlaşma gibi temel değerler Yesevi, Mevlana, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaş Veli ve Mustafa Kemal Atatürk gibi şahsiyerlerin fikir süzgeçlerinden geçip zenginleşerek Türk toplumunun inşasında son derece önemli ol.! rnuşlardır. Bu bakımdan özünde "partikülarjstik" eğilimleri barındıran ve bu özelliğinden dolayı çeşitli faktörleri_n etkisiyle
etrafında topladıkları az sayıdaki insanlan mobilize eden şeyh, hoca efendi gibi isimlerle anılan bu tarikat benzeri oluşumlar ve cemaat liderlerinin, kendi çıkarları doğrultusunda her türlü m.odem kavr~lan kullanma eğiliminde oldukları anlaşılmaktadır.
Küreselleşme olgusunun çeşitli dini oluşurn!ann ortaya çık
masında önemli bir etken olduğunu belirtmiştik. Bu çerçevede sözgeli~ kilisenin kurtuluşu, bireysel ruhlada ilgili görmeyip sosyal, siyasal ve ekonomik düzenin dönüşümüne yönelik çabalar biçiminde değerlendirmesi, bununla ilişkili olarak yeni
taraftar kazanma usulleri ve metotları kısa zaman içerisinde iletişim ve enformasyon teknolojilerindeki yoğun gelişmelerin tesiriyle başka toplumlarda da görülmüştür. Bu yüzden çeşitli dini hareket ve cemaatterin medyadan eğitim faaliyetlerine, sağlıktan finans kuruluşların.a kadar kültürel, fin~nsal . ve eğitimsel çeşitli faaliyet alanlarıyla ve değişik propaganda usulleriyle glo-
- 36-
KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN
bal ölçekte şebekeleşerek genişleme faaliyetleri gözden kaçmamaktadır. Taraftar kitlesi itibariyle çok fazla olmayan ancak istatistiksel olarak sayıları hayli kabaran yeni tarikat ve cemaat
tipi organizasyonlar, faaliyet zenginlikleriyle kendi kapalı alan
larında ürettikleri kutsallıkl~ı kamusal hayata taşıyarak bir yandan kendilerini meşrulaştırma yollarını aramakta; bir yandan da toplumu dönüştürmeyi amaçlamaktadır (Göle, 2000:
10-ı 7). Böylece kutsallıkla ilgili farklı yorumların yol açacağı
inanç karmaşası hem birey hem de toplum sağlığını tehdit etmek suretiyle sosyal düzen ve istikrarı bozma potansiyeli taşıyacaktır
Günümüzde yaşanan neo-sekülerleşme diyebileceğimiz
süreç .içerisin~e ~asik sosyolojik teorilerin toplumun gelişmesiY.le dinin öneminin giderek kaybelacağı şekllndeki öngörülerinin pek doğrulanamadığı görülmektedir (Mert, ı 994: 87-100).
Parsons ve Beli~ gibi sosyologların sekülerleşme ile ilgili yo
rumları dinin toplumsal otoritesinin kaybolmasından çok onun
evrim süreci içerisinde değişik tarzlarda kendisini yeniden ifade etmesi şeklindedir (Roberts, 2003: 307). Şüphesiz dinin modern sanayi toplumlarında değişik yüzlerle ortaya çıkması
bu olgudan yararlanmak isteyen birçok insanın iştahını kabartmış ve bu alanda çeşitli faaliyet yoğunluğu gözlenmiştir. Doğ
ruyu yalnızca kendilerinin temsil ettiğine inanan dini hareket ve cemaatler diğerlerini dışiayarak aiıa dini bünye ile ve onun içinde meydana çıkan diğer gruplarla ya çatışmaya girmişler ya da çatışma potansiyeli taşıyarak toplumların varlıklarını sürdürebilmelerinin ön gerekliliklerinden biri olarak görülen_sosyal dayanışmayı ve entegrasyonu tehdit etmişlerdir.
-37-
ŞAHiN. GÜRSOY - iHSAN ÇAPCIOGLU
Ünlü Amerikalı fonksiyonalist Talcott Parsons, bir topltım
da değerler üzerinde bir konsensüsün olmaması ya da dinin ürettiği değerlerin genel değerler olarak payiaşılamaması du
rumunda yeni dini hareketlerin sayısında ciddi artışların olmasının kaçınılmazlığından söz etmektedir (Haralambos, 1995: 485). Sosyolojinin öncülerinden olan burkheim'in İnti-
. har isimli çalışması da inanç birli~inin toplumsal istikrarı sağlamadaki rolüne vurgu yapmaktadır. Bu bakımdan inanç birli
ğinin tesis edilmesinde ulus-devletin rolü yadsınamaz. Küreselleşen dünyada dini geleneğin modern bilimsel bulgularla ve diğer hümanistik değerlerle uyumlu olacak şekilde yeniden formüle edilmesi ancak aydın tealoglar tarafından mümkün olabilecektir.
Medeniyetler arası diyalog ve hoşgörü, her türlü çatışmayı önleyen sUıirli birer formül olarak takdim edilmektedir: Aslınd~ bu kavramlar bati merkezli tek yanlı bir yaklaşımın (Akyü
rek, 2003) ürünü olarak empoze edildiklerinden Hıristiyan
medeniyetinin dışındakiler, mesela İslam medeniyeri zunnen çatışma kaynağı olarak görülüp hoşgörü ve diyalog yoluyla bunlara ba_tılı değerlerin aktarılması istenmektedir. Nitekim 1998
Şubatında "Dinler Arası Diyalog Toplantısı" adı altında pa pa ile görüşen Fethullah Gülen'in bu giiişimini, bu kavramların arkasına sığınarak ismini duyurma ve böylece hareketini küresel boyuta taşıma amacına yönelik girişimler arasında değerlendi
rebiliiiz. Ayrıca Mesih olduğUnu iddia eden Ahmediye Hareketinin kurucusu Mirza Gulaİn Ahmed de küreselleşmenin sağladığı her fırsattan yararl~arak hareketini küresel ölçekte temsil edebilmenin yollarını aramaktadır (Djajasugita, 2002: 3-7).
- 38-
KÜRESELLEŞME, ULUS-DEVLET VE DiN
Ülkeler arasında giderek daha çok yakınlaşmaya sebebiyet
verdiği belirtilen küreselleşmenin, bilhassa küresel aktörlerle karmaşık bağımlılık sistemlerinin oluşmasına yol açtığı ifade edilmektedir. Bu bağlılık ilişkileri üzerinde kontrolü çok az olan
veya hiç olamayan ülkeler, ekonomik güçlere bağımlı olmaya i tilmişler ve kendi işlerini kontrol edebilme kabiliyederini iyice
kaybetrnişlerdir. Bu yüzden bir hayat tarzı olarak benimsenen ve ortak bir noktada buluşma kültürünü geliştiren demokrasinin güvence altına alındığı istikrarlı bir kurumsal yapıyı oluş-
. turmak gereklidir. ~aiklik temelinde demokrasi kültürünün giderek hayatın her alanında kendini hissettirmesiyle tutum ve davranışlarda karşılıklı sevgi ve saygı, birbirine güven ve tahammül ~uygusu gelişmiş olacaktır.
Küreselleşme çağında değişen ekonomik, sosyal, siycısal ve kültürel şartlara bakarak kendimizi tarihimizden, örf ve adetlerimizden ve benliğimizden uzaklaştırma gayreti içinde olmama
mız gerekmektedir. Ancak bu süreç kendimize çekidüzen vermeyi ve bazı revizyonlar yapmayı da gerekli kılmaktadır. Bu anlarn
da devletin saygınlığını yeniden kazanması, Türk toplumunun dayanışmacı erdemlerinin vurgulanması, güçlü bir bağWık ve aidiyet duygusunun geliştirilmesi, zayıflayan sosyal bağiann yeniden güçlendirilmesi, küreselleşmenin neden olduğu problem
Ierin çözümünçle ciddi katkılar sağlayacak değerler arasındadır.
Banş içerisinde karşıiıkıı sevgi ve saygı temelinde tartışma ve müzakere için ortak zeminler oluşturulmalı, kültürler arası çatışmayı sürekli hale getiren ön yargılardan uzaklaşılmalı, öz eleştiriyi ve karşılıklı işbirliğirıi geliştirici sekiller entegre edici mekanizmalara ağırlık verilm.elidir. Ulusal, kültürel araştırmalar ala-
-39-
ŞAHiN GÜRSOY • iHSAN ÇAPCJOGLU
n ında entelektüel birikim ve ekipman geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Toplumda nedenselliği ve bilimsel düşünce sürecini esas alan,
yenilik ve yaratıcılığı teşvik eden bir eğitim ve kültür politikasi uygulanmalıdır. Bu cümleden olarak, küreselleşmenin değişen
şartlarıyla baş edebilecek yeni yaklaşırnlar inşa etme becerisine sahip donanımlı bireylerin yetiştirilmesi önem arzetmektedir . .
Bir yaşam biçimi ve bir davranış yöntemi olarak demokrasinin kökleşmesi ve kururnlaşması onun içerik ve niteliğini be
lirleyen değer, norm ve davranış kalıplarının toplum tarafından özümsenmesiyle mümkündür. istenen bilgiye ulaşabilme gücüne sahip teknik donanımlı uzmanlar arasında tesis edilen yakın işbirliği ile siyasal ve çıkar gruplannın baskısın~~n uzak, o ton om bir yapıya kavuşturolmuş bir b ürokrasi yardımıyla ulusdevletin, stratejik düzenleyici ve yeniden dağıtırncı bir role ka
vuşturulması önem arz etmekt~dir (Bkz. Öniş, 1998: 383-386). Ul~slararası arenada küreselleşmenin temel aktörleri, yani gelişmiş ülkeler, kendi varlıklarını sürdürebilmek için diğer ulus
devletleri riske sokabilecek tarzda hareket etmektedir. Bu çerçevede ulus-devletlerin devamlılığı, biraz da küresel düzeyde
geliştirilen araç ve yöntemleri ulusal değerlerle uyumlu hale getirebilme becerisine bağlıdır. Bu bakımdan sanayileşme ve kalkınma sosyal politikalarla desteklenerek orta tabakanın erimesi önlenmeli, üst ve alt tabakalar arasındaki uçurumun yol açtığı sosyal problemler bütünleştirici politikalarla çözülmeye
çalışılmalıdır. Öte yandan ~ürk kültüründe izleri bulunan ve kar gayesi gütmeyen gönüllü birliktelikler olan sosyal sektör
organizasyonlannın geli.ştirilmesiyle sağlıklı bir toplumsal yapıya kavuşmanın yolları aranmalıdır.
-40.
KÜRESELLEŞ.ME, ULUS-DEVLET VE DiN
Bütün siyasi ve hukuki varlığımızın temelinde ulus kavramı vardır. Türk ulusu etnik bir birliktelikten ziyade sosyal, ekonomik, tarihi, siyasi, hukuki ve kültürel bir bütünlük olarak yerleşik kurumlarıyla tarih içinde var olmuş bir gerçekliktir. Büyük
· Atatürk'ün ifadesiyle Türkiye Cumhuriyetini kuran tüm grupların Türk kimliğini oluşturduğunu, dolayısıyla bunların birer halklar mozaiği olarak görülüp yan yana yaşayan kültür kabileleri' şeklinde değerlendirilmesinin son derece yanlış olacağının altını çizmek isterim. Bütün bunların uluslaşma sürecini güçlendiren ve ulusal birliğimize katkıda bulunan temel unsurlar olarak görülmesi, Curİıhuriyetimizin temel kazanımlarındandır. Küreselleşmenin meydan okumalart çerçevesinde bu kazanımları riske sokmaya yönelik çabalar karşısında, güçlü bir ulusdevlet yapılanmasına ihtiyaç vardır.
Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan laiklik ilkesinin temel oluşturuculanndan biri olan din ve vicdan hürriyeti, kamu sağlığını tehdit edici boyutlara ulaştığında devletin dini hayat
üzerine müdahale hakkı söz konusu olabilmektedir. Küreselleşme bilhassa maddi-kü~türel unsurları zorladığından, ulus-devletler kültürel bağl<,ınndan koparılması ihtimaline karşı kendi kültürünü güçlendirerek muhtemel çözülmelere karşı koyabilmelidir. Toplumsal farklılaşmanın ortaya çıkarabileceği çözülme ihtimaline yeni milliyetçilik anlayışı modern seküler bütünleştirici mekanizmalardan biri olarak görülebilir. Uzlaşma ve toplumsal barışa vurgu yapan bir söylemin gelişebilmesi, dinamik toplum temelli-bir milliyetçilik modelinin oluşturulması ile mümkün olabilecektir.
Küresel korku ve krizleri yenınede atılacak önemli adımlar arasında; yönetim, kurum, sivil ve siyasal özgürlükler, sosyal
- 41 -
ŞAHiN GÜRSOY - iHSAN ÇAPCIOGLU
güvenlik, eğitim alaİıında tamamlayıcı ulusal düzenlemeler, planlar ve programlar sayılabilir (Rodrik, 1997). Her şeyden evvel siyasetin, yargının, bürokrasinin kalitesini yükseltmek ve yolsuz
lukların kökünü kazımak, güçlü bir devlet aygıtının varlığıyla . mümkündür. Küreselleşmenin tehlikelerinden ve olumsuz yönlerinden korunabilmek için bu alanlardaki güvenilirliği artıran
ve şeffaflığa önem veren politikalarla iyi yetişmiş bilgili ve donanımlı elemanlara ihtiyaç vardır. Güçlü ve istikrarlı bir siyasi yapıyla ve sosyal taraflar arasındaki işbirliği yoluyla küresel entegrasyonun ortaya çıkarabileceği endişeler hertaraf edilebilir. Sos
yal güvenlik sistemlerinin iyileştirilmesi, küreselleşmenin olumsuz sosyal sonuçlanna karşı bir tampon işlevi görebil~. Bu bakımdan küreselleşmenin toplumda çatışmalan beslem~ potansiyeline karşı güçlü kurumsal yapılaı:ın oluşturulması gereklidir.
İslam dini, özü itibariyle laiklikle uyuşmasına rağmen asırlardır Müslüman toplulukların tecrübeleri, bu toplumlan kutsal" toplum tipine yaklaştırmış ve bu çerçevede din, toplumsal
hayatın her alanını düzenler hale gelmiştir. Böyle bir dini kül
türün egemen olduğu toplumsal yapılarda her türlü dini oluşumun diz~ntegrasyona yol açarak toplum sağlığını tehlikeye sokacak tehditler içerdiğinden söz edilebilir. Bu bakımdan sağlıklı bir din politikası oluşturup bunu hayatiyete geçirecek güçlü
bir ulus-devlet yapısı gerekli olmaktadır. Elbette dünyadaki gelişmelere kayıtsız kalarak kendi içine kapanık bir şekilde yaşamanın zor olduğu bir dönemde, değişen sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel şartlara göre hareket edebilme gücü ve potansiyeline sahip bireylerin yetiştirilmesinde Atatürk milliyetçiliği çerçevesinde ulus-devlet modeli önemini ko~maktadır .
. 42.