balkanlar-türkiye - balgoc.org.tr · web viewbu truva atı endişesi göz önüne alındığı...
TRANSCRIPT
Balkanlar’da Müslüman Topluluklar ve Türkiye
Erhan Türbedar1
Avrupa’da 19. yüzyılın sonuna kadar, Balkan ülkelerinde ise daha uzun süre Rumeli
Türklerinin Balkanlar’da yaşamamaları gerektiği ilkesi egemenliğini korumuştur. Kısacası bu
dönemde bölgenin istenmeyen halkı durumunda olan Türkler, bölgeye yönelik araştırmaların
çoğunda gizlenmiş ya da önemsiz gösterilmiştir. Balkanlar’da yaşayan diğer Akraba
Topluluklar için de benzer şey söz konusu olmuştur. Her şeyden önce İslâm ve Müslüman
topluluklar, Batılı Avrupa devletleri açısından yaklaşık 1960’lı yıllara kadar genel olarak
“yabancı kavramlar” olarak kalmışlardır. Bu ülkelere yönelik göçler, Batılı ülkelerdeki
Müslümanların sayısını artırınca, Batılılar her şeyden önce göç politikalarını gözden
geçirmişlerdir. İlk başlarda Batılı ülkeler, kendilerine göç eden Müslümanların, bir şekilde
seküler topluma uyum sağlayacaklarına ve bu yoldan eriyip gideceklerine inanmışlardır. Ne
var ki 1970’in başlarına gelindiğinde, Batılı ülkeler, gittikçe siyasi anlamda aktif olan ve
toplumun ayrı bir sınıfını teşkil eden Müslüman topluluklar ile karşı karşıya kalmaya
başlamışlardır. Bu durum Batılılarda bir İslâm fobisinin gelişmesine yol açmıştır. Bu fobi,
Amerika’daki 11 Eylül terör saldırısından sonra, daha da yükselişe geçmiştir.
Resmî rakamlara göre Balkanlar’da 8 milyondan fazla yerli Müslümanın yaşıyor
olmasına rağmen, Avrupalılar genel olarak Tito Yugoslavya’sının dağılmasına kadar, bu
Müslüman toplulukların varlığından farkında olmadıkları gibi gözükmüşlerdir. Önce
Boşnakların, daha sonra Kosovalı Arnavutların kendi ulus devletlerini oluşturma yönünde
örgütlenmeye başlaması, Batılıların zihinlerinde şu iki temel sorunun belirmesine yol
açmıştır:
1. Balkan ülkelerindeki İslâm’ın doğası nedir? Köktendinci bir İslâm Balkanlar’da var
mıdır?
2. Balkanlar’daki Müslümanlar köktendinci olmasa bile, etnik veya dini kimlikleri
tanınmalımıdır? Bazı İslâm ülkelerindeki köktendinciler, Avrupa’ya sızmak üzere
Balkanlar’da bulunan ve durumlarından memnun olmayan Müslümanları bir “Truva
Atı” olarak kullanabilir miydi? Bu Truva Atı endişesi göz önüne alındığı zaman, 1992-
1 Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi-ASAM, Balkan Araştırmaları Masası.
1
1995 yılları arasında gerçekleşen Bosna Savaşı’nda, Boşnakların yaşadığı dramın
karşısında Batılı ülkelerin neden uzun süre seyirci kaldıkları anlaşılmaktadır
Resmî verilere göre günümüzde Balkanlar’da 1 milyon 100 bin civarında Türk
yaşamaktadır. Ancak bölgede yaşayan Türklerin liderlerinin ileri sürdüğü rakamlar dikkate
alındığı zaman, Balkanlar’daki Türklerin sayısı yaklaşık iki milyonu bulmaktadır.2 Türkler
dışında Balkanlar’da, Türkler ile aynı tarihi, kültürü ve benzer kaderi paylaşan
azımsanmayacak sayıda diğer Müslüman topluluklar da yaşamaktadır. Bölgedeki
Müslümanlar ağırlıklı olarak Sunnîdir, bunun yanında Arnavutluk’ta Bektaşîler, Dobruca
bölgesinde Kızılbaşlar da yaygındır.3 Resmî rakamlara göre günümüzde Balkanlar’daki
toplam Müslüman nüfusun sayısı yaklaşık 8 milyon 250 bin (bölgenin toplam nüfusunun %
12’si) civarındadır.4
Balkan ülkelerinde genel olarak nüfus sayımı sonuçlarının tümüne, yönetimin siyasî
amaçlı hilesi gözüyle bakıldığı için, sunulan rakamlara tam anlamıyla hiçbir zaman
güvenilmemiştir. Örneğin Yunanlı yetkililer ülkelerinde hiçbir etnik grubun veya azınlığın
bulunmadığını ve Yunanistan nüfusunun saf Yunanlılardan oluştuğunu ileri sürmekle
azınlıklarını inkâr etmektedirler.5 Balkanlar’daki Müslüman nüfus hakkında kesin olarak
söylenebilecek husus, Osmanlı’nın geri çekilmesiyle Balkanlar’daki Türklerin ve diğer
Müslümanların Türkiye’ye doğru göçünün hızlandığı ve bu yüzden bölgedeki Müslümanların
sayısının önemli ölçüde azaldığıdır. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nin ardından zirveye ulaşan
Rumeli’den Anadolu’ya doğru Müslümanların göçleri, Balkan Harbi’nin ardından da geri
dönüşü olmayan bir şekilde devam etmiştir.6 Kısacası Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekilmesi,
Hristiyan devletleri içinde kalan Müslüman azınlığını çok zor durumda bırakmıştır.
Müslümanlara hep şüpheci bir gözle bakılmış, kendilerine yabancı muamelesi yapılmıştır.7
2 Bkz. Türk Hakları, Mustafa Kahramanyol (der.) Ankara, 1995.3 Hugh Poulton, “Islam, Ethnicity and State in the Contemporary Balkans”, Hugh Poulton, Suha Taji-Farouki (der.), Muslim Identity and the Balkan State, Londra, Hurst & Company, 1997, ss. 14-15.4 Resmî verilere göre Arnavutluk’taki Müslümanların toplam nüfusa oranı % 70, Bosna-Hersek’te % 40, Makedonya’da % 30, Yugoslavya’da (Kosova dâhil) % 19, Bulgaristan’da % 13, Yunanistan’da % 1,3, Hırvatistan % 1,2, Slovenya % 1, Romanya’da % 0,2’dir.5 M. Murat Hatipoğlu, “Yunanistan’ın Dış Politikası ve Balkanlar (1990-2000)”, Ömer E. Lütem, Birgül Demirtaş-Coşkun (der.), Balkan Diplomasisi, Ankara, ASAM Yayınları, 2001, s. 38.6 Balkanlar’dan Anadolu’ya doğru yaşanan göç süreci için bkz. H. Yıldırım Ağanoğlu, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Balkanlar’ın Makus Talihi Göç, İstanbul, Kum Saati, 2001.7 Hugh Poulton, “Islam, Ethnicity and State in the Contemporary Balkans”, s. 25.
2
Justin McCarthy bir çalışmasında, Balkanlar’da 19. yüzyıl boyunca ve 20. yüzyılın başlarında
1 milyon 700 bin üzerinde Müslümanın öldürüldüğünü tahmin etmektedir.8
Tanzimat reformlarına kadar Osmanlı Devleti’nin sosyal tabanı etnik kimliğe ve dile
göre değil, dinî mensubiyete göre belirlenmişti. Buna rağmen Osmanlı asimile etme
politikaları izlememiştir. Sultanların Balkanlar’ın gayrimüslimlerini İslama dönüştürme veya
Türk olmayanları Türkleştirme gibi bir politikaları yoktu.9 Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren iki
temel husus savaşta kullanılabilecek insan gücü ve bunlara ödenecek olan para olduğu için,
fethettiği Hristiyan devletlerdeki yönetime, toplum yapısına ve ayinlere genellikle müdahale
etmemiştir. Ayrıca sultan yetkilerini kullanırken sadece şeriatı değil, boyun eğdirdiği
halkların örf ve âdetlerini de dikkate alıyordu.10 Ne yazık ki Osmanlı’nın ardından Hristiyan
devletlerin içerisinde azınlık konumunda kalan Müslümanlar benzer muameleyi
görmemişlerdir. Müslümanlara karşı işlenen zülüm karşısında Batılı devletler genelde
görmezlikten gelmişlerdir. 1877 yılında dönemin İngiltere başbakanının baş rakibi William
Gladstone’nin “umarım bütün Türkler Balkanlar’dan temizlenir” şeklindeki açıklaması, Batı
ülkelerinin söz konusu pasifliğini iyice açıklamaktadır.11 Osmanlı’nın gerilemesi ve bölgede
yeni ulus devletlerin kurulması, kaybedilmiş toprakların geri alınması olarak algılanmış ve
Birinci Dünya Savaşı’na son veren Paris Konferansı’na kadar amaç Türkleri Avrupa’dan
atmak olmuştur.12
Osmanlı sonrası dönemde yeni kurulan Hristiyan devletleri içerisinde Müslüman nüfus
ikinci sınıf vatandaşı durumuna gelmiş, komünizm döneminde ise siyasî anlamda kendini pek
fazla ifade edememiştir. Genel olarak Osmanlı’nın ardından yeni kurulan devletler
içerisindeki Müslümanlar siyasî hayata katılmamışlardır.
Komünizmin çöküşünün ardından ise, 1990’ların başında, Arnavut ve Türkler hariç,
daha önce sadece dinî topluluk muamelesini gören Müslümanların ayrı bir “siyasî unsur” 8 Snjezana Buzov, “The Problem of Muslims in Non-Muslim States of the Balkans: Bosnians, Albanians and Others”, Balkan Currents: Studies in the History, Culture and Society of a Divided Land, Lawrence A. Tritle (der.), Los Angeles, Loyola Marymount University, 1998, s. 35.9 Feroz Ahmad, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Marian Kent (der), çev. Ahmet Fethi, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999, s. 23; Vladimir Velebit, “Kosovo: A Case of Ethnic Change of Population”, East European Quarterly, Cilt 33 (2), Yaz 1999.10 Robert Mantran, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I: Osmanlı Devleti’nin Doğuşundan XVIII. Yüzyılın Sonuna, çev. Server Tanilli, Adam Yayınları, 1999, s. 170. 11 Mujeeb R. Khan, “The ‘Other’ in the Balkans: Historical Constructions of Serbs and ‘Turks’” , Journal of Muslim Minority Affairs, Cilt 16 (1), Ocak 1996.12 Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar: Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu, çev. Şirin Tekeli, İstanbul, İletişim, 2000, s. 14.
3
olarak ortaya çıkmış olması, son döneme ait Balkan tarihinin en önemli olayları arasında yer
almaktadır. Çok partili sisteme geçmekle, Balkanlar’daki Müslüman unsurlar etnik temele
dayalı kendi siyasî partilerini kurma ve yaşadıkları ülkelerde önemli birer aktör hâline gelme
fırsatını buldular. Kosovalı Arnavutların Kosova Demokratik Birliği (LDK) partisi,
Boşnakların Demokratik Eylem Partisi (SDA), Makedonyalı Arnavutların Demokratik Refah
Partisi (PPD) ve Bulgaristanlı Türklerin Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) buna örnek
teşkil etmektedir. Komünizm sonrası düzenlenen ilk seçimlerde bu siyasî partiler temsilcisi
oldukları kendi milletinden önemli ölçüde oy toplamayı başarmışlardır.13
Balkanlar’daki Müslümanlığın Ayrı Bir Etnik Kimlik Olarak Ortaya Çıkması
Osmanlı’nın Balkanlar’dan geri çekilmesinin ardından, bölgede kalan Müslümanların
kimliği üzerinde yürütülen tartışmalar günümüze dek devam etmiştir. Türk olmayan
kaynaklarda söz konusu Müslümanlar genel olarak Osmanlı döneminde zorla İslamlaştırılmış
Slav kökenliler olarak tanıtılmaktadırlar. Türk kaynakları ise Balkanlar’daki Müslümanların
kökenini Osmanlı’dan önce Balkanlar’a gelmiş olan Türk aslî boylarına dayandırmaya
eğilimlidir. Örneğin birçok Türk kaynağında Pomakların kökeninin Kuman, Kıpçak veya
Peçeneklere dayanmakta olduğu dile getirilmektedir.14 Bazı kaynaklar Bulgarca’ya çok yakın
olan Pomakça’nın % 30 Ukrayna Slavcası, % 25 Kuman-Kıpçakça, % 20 Oğuz Türkçesi, %
15 Nogayca ve % 10 Arapça kelimelerden ibaret olduğunu da ortaya koymaktadır.15
Türklerin Balkanlar ile asıl uzun süreli ve kalıcı ilişkileri Osmanlılar zamanında
başlamış ise de, bu tür köken tartışması yürütülürken, söz konusu Türk boyları da dikkate
alınmalıdır.
Günümüzün Balkanlar’ında sadece Arnavutluk ve Bosna-Hersek’te Müslüman nüfus
çoğunluktadır. Bununla beraber gelecekteki statüsü belirsiz olan Kosova’nın nüfusunun
yaklaşık % 90’ının Müslüman olduğunu söylemekte fayda vardır. Bölgenin diğer ülkelerinde
yaşayan Müslümanlar ise genel olarak etnik azınlık değil, dinî azınlık muamelesini
görmektedirler. Bunun sebebi, Hristiyan çoğunluğa sahip olan bölge devletlerinin, Müslüman 13 Xavier Bougarel, “Islam and Politics in the Post-Communist Balkans”, Workshop: “New Approaches to Southeast Europe”, Minda de Gunzburg Center for European Studies, 12 Şubat 1999.14 Hüseyin Memişoğlu, Pages of History of Pomac Turks, Ankara, 1991, ss. 11-12; Ömer Turan, “Pomaks, Their Past and Present”, Journal of Muslim Minority Affairs, Cilt 19 (1), Nisan 1999.15 Ömer Turan, Rodop Türklerinin 1878 Direnişi, Ankara, s. 4.
4
azınlıklarını kendi dominant milletinin kökenlerine dayandırıyor olmalarında yatmaktadır.
Örneğin Bulgaristan’daki Pomaklar Bulgar kökenli, genel olarak Torbeş olarak adlandırılan
Makedonya’daki Türk ve Arnavut dışı Müslümanlar Makedon kökenli, Goralı olarak
adlandırılan ve ağırlıklı olarak Gora bölgesinde yaşayan Müslümanlar Sırbistan’da Sırp
kökenli olarak görülmektedirler.16 Boşnaklara gelince kendileri Hırvatlara göre Hırvat
kökenli, Sırplara göre ise Sırp kökenlidir. Sırp milliyetçileri sadece Boşnakları değil,
Karadağlıları da komünist dönemin “uyduruk milleti” olarak görmektedirler.17
Slav kimliğini genel olarak inkâr eden Boşnakların gittikçe, Balkanlar’ın en eski
yerlileri arasında yer alan İlirlerin bir kavminden geliştiklerini savunmakta oldukları
görülmektedir.18 1969’da Tito Yugoslavyası Boşnakları “Müslümanlar” adı altında ayrı bir
“kurucu millet” olarak tanımış19 ve 1971’deki nüfus sayımlarında Boşnaklar kendilerini bu ad
altında saydırma imkânına sahip olmuştur. Sırp ve Hırvatların Boşnak kimliği üzerindeki
çekişmesine son vermek için komünist lider Tito’nun Boşnakları ayrı bir etnik grup olarak
tanıma kararını aldığını savunanlar mevcuttur.20 Boşnaklar kendilerini hep Sırplardan ve
Hırvatlardan ayrı bir etnik grup olarak görmüşlerdir. Sayım sonuçları da Boşnakların bu
tutumunu sergilemektedir.21 Örneğin 1948 yılındaki Yugoslavya nüfus sayımlarında
kendilerini “Sırp asıllı Müslümanlar”, “Hırvat asıllı Müslümanlar” ve “etnik kimlik seçmeyen
Müslümanlar” başlıkları altında saydırabilme seçeneği ile karşı karşıya kalan Boşnaklar % 90
16 Özellikle Bulgaristan’daki Pomaklar, ülkedeki Türk azınlığı ile birlikte Bulgarlaştırılma yönünde sistematik devlet baskısı ve bu hedefe yönelik uygulamalar ile karşı karşıya kalmıştır. Bağımsız Bulgaristan yönetiminin Pomaklara yönelik Bulgarlaştırma çalışmasının ilkini 1912-1913 yıllarında görmek mümkündür. Bu Bulgarlaştırma hareketi ile camilerin çoğu kiliseye dönüştürüldü, birçok Pomakın Bulgarca isim alması ve Hristiyanlığı kabul etmesi sağlandı. Bu tür zorlu Bulgarlaştırma girişimleri tarih içerisinde birkaç sefer daha tekrarlanmıştır. Pomakların sayısı hakkında değişik tahminler mevcuttur. Xavier Bougarel’a göre Bulgaristan’da 165 bin, Yunanistan’da ise yaklaşık 30 bin Pomak yaşamaktadır (Xavier Bougarel, “Islam and Politics in the Post-Communist Balkans”.); Konstantinov ise sadece Bulgaristan’daki Pomak sayısını 220 bin civarında tahmin etmektedir (Yulian Konstantinov, “Strategies for Sustaining a Vulnerable Identity: The Case of the Bulgarian Pomaks, Hugh Poulton, Suha Taji-Farouki (der.), Muslim Identity and the Balkan State, Londra, Hurst & Company, 1997). Ancak gerçekte Bulgaristan’daki Pomak nüfusunun daha yüksek olması beklenmektedir. 1989 göçünden önce Bulgaristan’daki toplam Müslüman sayısı 1,5 milyon dolayındaydı (Bilal Şimşir, Bulgaristan Türkleri, Ankara, Bilgi Yayınevi, s. 20). Oysa günümüzde resmî rakamlarda Bulgaristan Türklerinin sayısı 850 bin civarında gözükmektedir. Hatırlatmak gerekirse 1989’da Türkiye’ye göç edenlerin sayısı 350 bin civarındaydı.17 Milan Milošević, “Srpski Muslimani”, AIM, 26 Haziran 1994.18 Bu konuda ayrıntılı bir çalışma için bkz. Enver Imamović, Porijeklo i Pripadnost Stanovništva Bosne i Hercegovine, Saraybosna, Art 7, 1998.19 Boşnakların kurucu millet olarak tanınmaları beraberinde kendi kaderini kendi tayin etme hakkını da getirmiştir. Nitekim 1 Mart 1992’de Bosna Hükümeti bu haktan yararlanıp ülkenin bağımsızlığını ilân etmiştir. Komünist Yugoslavya aynı hakkı Kosovalı Arnavutlara tanımamıştır.20 Örnek olarak bkz. Hugh Poulton, “Islam, Ethnicity and State in the Contemporary Balkans”, s. 23; J. F. Brown, “Turkey: Back to the Balkans?”, Turkey’s New Geopolitics: From the Balkans to Western China, Graham E. Fuller, Ian O. Lesser (der.), Western Press, Oxford, 1993. s, 146.21 Francine Friedman, “The Bosnian Muslim National Question”, Religion and the War in Bosnia, Paul Mojzes (der.), Scholars Press, Atlanta, 1998, s. 3.
5
oranında bu üçüncü kimliği seçmişlerdir.22 Bosna Savaşı yıllarında Boşnakların en önemli
siyasî, dinî ve kültürel temsilcilerini bünyesinde toplayan “Boşnyaçki Sabor”, “Müslüman”
adının “Boşnak” adı ile değiştirilmesini kararlaştırmıştır.
Komünizmin çöküşüyle 1990’lı yılların başında dinî azınlık muamelesini gören
Balkanlar’daki Müslüman topluluklar, etnik kimliklerini ön plâna çıkarmak için daha uygun
bir ortam buldular. Bu konuda değişik yaklaşımların izlendiği söylenebilir: Söz konusu
Müslüman topluluklardan bir kısım, daha önce tanınmış mevcut bir kimliğe ait olduğunu
deklare etti; nitekim Bulgaristan’daki Pomakların ve Makedonya’daki Torbeşlerin önemli bir
kısmı kendini Türk olarak tanıtmaya devam etti. Bulgaristan’ın demokratik yönetime
geçmesinin arından 1992’de düzenlenen ilk nüfus sayımlarında Gotse Delçev ve
Yakorudo’daki Pomakların ana dillerini Türkçe ve kendilerini de Türk olarak deklare
etmeleri, bazı Bulgar milliyetçileri tarafından tepkinin gelmesine sebep olmuştur.23 Gerçi
günümüzde Pomakların önemli bir kısmının kendini hâlâ sadece Müslüman olarak tanıttığı
söylenebilir. Makedonya’daki Torbeşlerin bir kısmı da 1990’ların başlarında Türkçe eğitim
görmeyi talep etmiş, ancak Makedon yetkililer buna karşı çıkmıştır.24 Burada bir parantez
açmak gerekirse, Yunanistan’daki Pomakların Türk kimliği ile neredeyse tamamen
bütünleştiklerini belirtmek gerekir.25
Mevcut tanınmış bir kimliği benimsemeyen Müslümanların bir kısmı ise, kökeninin
Osmanlı’dan önce Balkanlar’a gelmiş olan Türk veya Arap kavimlerine dayandığını ileri
sürerek, diğer etnik gruplardan bağımsız bir kimlik olarak kendini tanıtma yoluna gitti. Bu
yoldan çıkarak ben Pomakım, ben Torbeşim diyenler oldu. İlginç bir şekilde Makedonya ve
Kosova’daki Müslüman çingenelerin bir kısmı kendini “Mısırlı” olarak tanıtmıştır.
Son olarak bölgedeki Müslümanların bir kısmının komünizmin yıkılmasından sonra da
din kimliğini ön plânda tutmaya ve kendini sadece “Müslüman” olarak tanıtmaya devam
ettiğini belirtmek gerekir. Örneğin Sırbistan ve Karadağ’ın içine doğru uzanan ve Bosna-
Hersek sınırlarına varan Sancak bölgesindeki bazı Boşnakların, “Boşnak” adının sadece
22 Mujeeb R. Khan, “The ‘Other’ in the Balkans: Historical Constructions of Serbs and ‘Turks’”.23 Ömer Turan, Rodop Türklerinin 1878 Direnişi, s. 19.24 Hugh Poulton, “Non-Albanian Muslim Minorities in Macedonia”, The New Macedonian Question, James Pettifer (der.), Macmillan Press Ltd., Londra, 1999, s. 116.25 Hugh Poulton, “Changing Notions of National Identity Among Muslims in Thrace and Macedonia: Turks, Pomaks and Roma”, Hugh Poulton, Suha Taji-Farouki (der.), Muslim Identity and the Balkan State, Londra, Hurst & Company, 1997, s. 102.
6
Bosna-Hersek sınırları içerisinde yaşayan Müslümanlara özgü olduğunu düşünerek
kendilerini eskisi gibi “Müslüman” olarak tanıttıklarını görmek mümkündür. Burada İslâm
hem millî kimlik, hem de dinî kimlik olarak algılanmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, benzer
durum Bulgaristan’daki Pomakların bir kısmı için de geçerlidir.
Bazı kaynaklarda Pomaklar, Torbeşler ve Goralılar arasında hiçbir ayrımın yapmadığı
görülmektedir.26 Nitekim Makedonya’daki Torbeşler Pomaklar, Goralılar, Poturlar gibi
isimlerle de anılmaktadır.27 Kemal Karpat da Osmanlı Nüfusu ile ilgili çalışmasında
Balkanlar’daki Müslüman nüfustan bahsederken sadece Türkleri, Arnavutları, “Bosnalıları”
(Boşnakları) ve Pomakları anmaktadır.28 Ancak Pomakların, Torbeşlerin ve Goralıların genel
olarak kendilerini birbirlerinden farklı gördüklerini belirtmek gerekir. Örneğin bir arada
yaşayan Torbeş ve Goralılar arasında bile bu durum gözlemlenebilir. 1991 yılında
Yugoslavya’da düzenlenen en son nüfus sayımına göre toplam sayısı 45 bin civarında olan
Goralılar29 kendilerini Torbeşlerden farklı ve daha üstün görmektedirler. Goralılar geleneksel
olarak genelde Torbeşler ile evlenmez.30 Ağırlıklı olarak Makedonya’da yaşayan ve sayıları
30-40 bin civarında olduğu düşünülen Torbeşlerin ise Goralılardan farklı olduklarını söyleme
eğilimleri yoktur. Bazı Goralılar kendini Boşnak olarak tanıtmaktadır.31 Gora bölgesinin
merkezi olan Dragaş köyünde imamlık yapan Yahya Mazinkar ise Goralıların Türk kökenli
olduklarını savunmaktadır. İstisnai olarak kendini din açısından Müslüman, etnik kimlik
açısından Sırp olarak tanıtanlara da rastlamak mümkündür.32 Buna rağmen Sırpların Goralıları
ülkedeki diğer Müslümanlar ile aynı kefeye koyduklarını belirtmek gerekir. Nitekim Kosova
Savaşı sırasında Sırbistan içinde yaşayan bazı Arnavutlar dışında, birçok Goralı da Sırp aşırı
milliyetçilerin saldırısına uğramıştır.33
Balkanlar’daki Müslümanlar arasında nasıl bir birlik vardır? 1990’lı yıllarda bölgede
yaşanan savaşlar, Müslümanların dinî kimliklerinden çok, etnik kimliklerine önem
26 Örnek olarak bkz. Ömer Turan, Rodop Türklerinin 1878 Direnişi, s. 4.27 Hugh Poulton, “Non-Albanian Muslim Minorities in Macedonia”, s. 114.28 Bkz. Kemal Karpat, Ottoman Population 1830-1914: Demographic and Social Characteristics, Londra, The University of Wisconsin Press, 1985, ss. 22-23.29 Jolyon Naegele, “Yugoslavia: Beatings of Gorans Heighten Ethnic Tensions”, RFE, 24 Ağustos 1999.30 Hugh Poulton, “Non-Albanian Muslim Minorities in Macedonia”, s. 117.31 Samir Ahmeti, “Džamija na Šar-Planini iz 1238. Godine” , Islamskı Omladinski Časopis SAFF, sayı 68, Mart 2002; Adriatik Kelmendi, “Gorani Fear Losing Identity”, IWPR, 21 Şubat 2001.32 Örnek olarak bkz. Milan Laketić, “Zapis Iz Gore, Na Šar-Planini: Kozjim Stazama Preko Makedonije U Srbiju”, Politika, 6 Şubat 2001. 33 Olivija Rusovac, “Nevladine Organizacije u Srbiji”, AIM, 19 Eylül 1999.
7
verdiklerini göstermiştir. Örneğin Bosna Savaşı yıllarında yok denilebilecek kadar Müslüman
Arnavut Boşnakların saflarında yer almıştır. Benzer şekilde 1999’da NATO müdahalesi ile
sonuçlanan Kosova Savaşı’nda çok az sayıda Boşnak Arnavutların yardımına koşmuştur. Bu
kadarla kalmayıp, Kosova Savaşı ardından yükselen Arnavut milliyetçiliği yüzünden, Sırplar
dışında Arnavutça konuşamayan birçok Boşnak da Kosova’yı terk etmek durumunda
kalmıştır. Kısacası İslamın bir “birliktelik duygusu” oluşturmasındaki görevi, Balkanlar’daki
Müslüman topluluklar arasında yükselen milliyetçilikler yüzünden geri plânda kalmaktadır.
Türkiye’nin Balkan Politikasında Balkan Müslümanlarının Yeri
Türkiye Cumhuriyeti Balkanlar’daki Türkler ve diğer Müslüman akraba topluluklar
arasında bir din birliğini kurmayı hiçbir zaman hedeflememiştir. Ancak Türkiye
Balkanlar’daki Müslümanlarla olan tarihî ve kültürel bağlarını da hiçbir zaman unutmamıştır.
Balkan kökenli Türk vatandaşlarının Balkanlar’daki aileleri olan temasları, söz konusu
bağların ebediyen canlı kalmasını kılan önemli faktörlerden biridir.
Türkiye özellikle bazı Sırplar ve Yunanlılar tarafından İstanbul, Bulgaristan, Batı
Trakya, Makedonya, Arnavutluk, Sancak bölgesi, Kosova ve Bosna-Hersek üzerinden uzanan
yolda Müslümanlardan oluşan ve Avrupa’nın içine doğru ilerleyen radikal bir “yeşil kuşak”
oluşturmaya çalışmakla zaman zaman asılsız bir şekilde suçlanmıştır. Yunanistan’ı
endişelendiren olgulardan biri, Türkiye’nin bölgedeki Müslümanlar sayesinde kendisini
kuşatabileceğidir. Ayrıca Yunanistan’da, Türkiye’nin Balkanlar’daki Türk azınlığını bir dış
politika aracı olarak kullandığı şeklindeki bir görüşün yaygın olduğu söylenebilir.34
Bosna Savaşı sırasında Bosnalı Sırplar Batıya “radikal İslama” karşı savaştıklarını
vurgulayarak, Avrupa medeniyetini “İslâm tehdidinden” korudukları şeklindeki mesajı
iletmeye çalışıyorlardı.35 Bu çerçevede Türkiye’ye karşı da şüpheyle yaklaşılıyordu.
Sırbistan’da yayınlanmakta olan Politika gazetesi 1995’te Türkiye’yi, nüfusunun
çoğunluğunu Boşnakların oluşturduğu Sancak bölgesinde bağımsız bir “Sancakistan”
kurmaya çalışmakla suçladı.36 Oysa Türkiye hiçbir eski Yugoslavya cumhuriyetini kopmaya
34 Bkz. Eksusia, 31 Temmuz 2000.
35 S. 15336 “Obuka u Turskoj, Provera u Bosni”, Politika, 22 Haziran 1995.
8
teşvik etmemiştir; ancak Yugoslavya’nın dağılmasının artık kaçınılmaz olduğunu gördüğü
zaman, yeni ortaya çıkan devletleri tanımayı kararlaştırmıştır.37 Türkiye’nin akraba
topluluklar ile olan tarihî, kültürel ve dinî bağları bir gerçektir. Türkiye Balkanlar’dan gelen
mültecilere sürekli kapılarını açık tutmuş ve günümüzde içinde güçlü bir Arnavut ve Boşnak
lobisi oluşmuş durumundadır. Ancak bu, Türkiye’nin Balkanlar’da bir “İslâmi Kuşak”
kurmaya çalıştığı anlamına gelmez. Tam tersine, Ankara Balkanlar’da etnik-dinî temelli bir
politika gütmemeye özen göstermektedir.38 Türkiye’nin neo-Osmancı emelleri yoktur.
Türk dış politikasının değişmeyen özelliklerinden biri Batıya yönelik olmasıdır.
“Yurtta barış, dünyada barış” ilkesine dayalı barışçı bir dış politika izlemekte olan Türkiye,
uluslar arası barış ve güvenlik çabalarının hemen hemen tümüne katılmış ve savaşçı ve
yayılmacı olmadığını ispatlamıştır.
Türkiye kurulduğu tarihten bu yana her zaman çok sayıda güçlü komşuya sahip
olmuştur. Böyle bir ülke bu komşular tarafından saldırıya maruz kalma riski ile karşı karşıya
olduğu için, kendini savunma ihtiyacını mutlak olarak hisseder. Farklı bileşim ve yönelimleri
olan çok sayıda ülke ile sınırdaş olan devlet genel olarak ya silâhlanarak, ya da müttefik
edinerek güvensizliğini azaltmaya çalışır. Türkiye silâhlanmak yerine çeşitli iki taraflı ve çok
taraflı güvenlik düzenlemesine girmiş ve bunların oluşturulmasında en aktif ülkelerden biri
olmuştur.39 Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Balkan ülkeleri ile birçok barış
ve dostluk anlaşmasının imzalanmış olması bu çerçevede yorumlanabilir.
Cumhuriyetin kurulması ile Türkler uluslar arası sistemde statükodan memnun bir ulus
olarak göründü. Bunu da Türkiye’nin çok sayıda güçlü komşuya sahip olması çerçevesinde
yorumlayabiliriz. Büyük güçlüklerle elde edilen bağımsızlığın ve toprak bütünlüğünün
korunabilmesi, daha doğrusu yeni kurulan devletin sonsuza kadar yaşayabilmesi için, Türkiye
ya güçlü sınırlara sahip olacaktı, ya da hem doğusunda, hem de batısında kararlı bir statüko
bulunacaktı.40 Bu anlayış ile hareket eden Türkiye Atatürk döneminde Balkanlar’daki istikrara
büyük önem vermiştir. İzlenen barışçı politika sayesinde dış politikadan dikkatleri uzaklaştırıp
37 A. Hikmet Alp, Mustafa Türkeş, “The Balkans in Turkey’s Security Environment”, Turkish Review of Balkan Studies, 2001, sayı 6, ss. 130-131.38 Şule Kut, “Türkiye’nin Balkanlar Politikası”, Türkiye’nin Yeni Dünyası: Türk Dış Politikasının Değişen Dinamikleri, Alan Makovsky, Sabri Sayarı (der.), Bursa, Alfa Yayınları, 2002, s. 121.39 Oral Sander, Türkiye’nin Dış Politikası, Melek Fırat (der.), Ankara, İmge Kitabevi, 1998, s. 177.40 Oral Sander, Türkiye’nin Dış Politikası, s. 167.
9
Türkiye yöneticileri ülkede köklü reformları başlatmak için gerekli zaman ve enerjiyi
bulmuşlardır.41
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Yunanistan hariç, bütün Balkan ülkelerine
komünizm gelmişti. O dönemde Türkiye’nin Balkan ülkeleri ile olan ilişkileri iki kutba
ayrılmıştı; Sovyet uydusu durumunda olan Bulgaristan ve Romanya ile ilişkiler minimum
düzeyde iken, Sovyet tehdidi yüzünden Yugoslavya ve belli bir ölçüde Yunanistan ile olan
ikili ilişkilerde düzelme söz konusuydu.42 Ancak 1950’lerin ikinci yarısından itibaren özellikle
Kıbrıs sorunu yüzünden Yunanistan ile ilişkilerin bozulması ardından,43 Türkiye Balkanlar ile
pek fazla ilgilenmemeye başlamış, AB ve ABD ile ilişkilerin geliştirilmesinde daha çok çaba
harcamıştır.44
1990’ların başında Yugoslavya krizinin yeni patlak verdiği sıralarda, 1988’den beri
süregelen Ermenistan-Azerbaycan Savaşına ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla
bağımsızlıklarını kazanan Orta Asya Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilerin geliştirilmesine önem
veren Türkiye’nin, Balkanlar’daki gelişmeleri daha geri plânda tuttuğu söylenebilir.
Türkiye’yi Balkanlar’a tekrar yönelten, İslâm dünyasının Balkanlar’daki merkezi
olarak tanımlanan Bosna’da patlak veren savaş oldu. Türkiye’de Boşnaklara yardım edilmesi
gerektiği şeklinde güçlü bir kamuoyu oluşmuş, diğer taraftan Batının pasif kalması da
eleştiriliyordu. O yıllarda Türkiye’nin Bosna krizini istismar edip, Boşnaklar üzerinde
nüfuzunu artırmaya çalışmadığını vurgulamak gerekir. Bu savaş Türkiye’nin, “Türkiye eski
eğilimlerine tekrar dönüyor” şeklindeki bir algılamanın ortaya çıkmasından özellikle
çekindiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bosna Savaşı’nın patlak vermesiyle, Boşnakları
korumak amacıyla Türkiye’nin uluslar arası toplumdan bağımsız olarak girişimlerde
bulunabileceğine dair spekülasyonlara yer verilmişe de, Türkiye sürekli BM ve AGİT
şemsiyesi altında örgütlenen çok taraflı girişimlerden yana olmuştur.45 Bosna Savaşı’nda
Boşnakların aleyhine çifte standartların uygulandığını her ne kadar dile getirmişse de, Türkiye
41 Oral Sander, Türkiye’nin Dış Politikası, ss. 163-164.42 Allan M. Williams, “The Balkans: a European Challenge”, Reconstructing the Balkans: a Geography of the New Southeast Europe”, Derek Hall, Darrick Danta (der.), New York, John Wiley & Sons, 1996, s. 222.43 Tarih içerisinde Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin dalgalanmalarla dolu olduğu görülmektedir. İki ülke arasında yaşanan krizlerin ardından yumuşama süreçleri yaşanmış, sonra da ilişkiler tekrar gerginleşmiştir. 1955 yılından bu yana Kıbrıs sorununun Türk-Yunan ilişkilerinde en büyük pürüzü teşkil ettiği söylenebilir. Bu konuda daha çok bilgi için bkz. Birgül Demirtaş-Coşkun, Türkiye-Yunanistan: Eski Sorunlar, Yeni Arayışlar, Ankara, ASAM Yayınları, 2002.44 Allan M. Williams, “The Balkans: a European Challenge”, s. 222-223.45 A. Hikmet Alp, Mustafa Türkeş, “The Balkans in Turkey’s Security Environment”, s. 131.
10
pratikte duruma bağımsız olarak müdahale etmemiş ve bütün adımları uluslar arası topluluğun
adımları ile uyumlu bir şekilde atmıştır.46 O yıllarda Türkiye’nin ısrar ettiği noktalardan biri,
silâh ambargosunun kaldırılmasıydı.47 BM Güvenlik Konseyi 1991’de Tito Yugoslavyası’na
karşı silâh ambargosu kararı almıştı. Bu karar daha sonra bağımsız olan Bosna-Hersek’e de
uygulanmıştır. Bosnalı Sırplara Sırbistan silâh yardımında bulunduğu için, söz konusu silâh
ambargosu zaten ellerinde pek fazla silâh olmayan Boşnakların aleyhine olmuştur.
1990’lı yılların başında Balkanlar’da yaşanan savaşların Kosova, Arnavutluk ve
Makedonya’ya yayılabilmesi ihtimali, Türkiye’yi de savaşa sokmakla tehdit ediyordu.
Türkiye o yıllarda, Yunanistan ile iyi geçinemeyen Arnavutluk ve Makedonya’nın en
güvenilir müttefikiydi; Makedonya’ya karşı mevcut olan ve “Makedonya” isminin
kullanılmasından kaynaklanan Yunan düşmanlığı,48 Türkiye’nin bu ülke ile yakın ilişkiler
kurma kararına katkıda bulunmuştur. Diğer taraftan 1992’de Arnavutluk’ta “Demokratik
Parti” lideri Sali Berişa’nın iktidara gelmesiyle, Yunanistan ile iyi geçinemeyen Arnavutluk49
Türkiye ile olan ilişkilerini yüksek seviyeye çıkarmıştı. Atina Türkiye’nin bölgedeki bu
etkinliğini “çevrelemenin” bir yolu olarak görmüştü. Türkiye ve Yunanistan’ın birbirlerini
karşılıklı olarak yayılmacı olarak algıladıkları söylenebilir. 1995’te yapılan bir kamuoyu
yoklaması, Yunanlıların % 89’unun Türklere karşı düşmanca duygular beslediklerini ortaya
koymuştur.50
1996’dan sonra Arnavutluk Yunanistan ile yakınlaşmasına daha çok önem vermeye
başlamıştır. İktidara geçen Demokratik Parti’nin geleneksel rakibi olan Sosyalist Parti’nin,
Türkiye’yi “Berişa yanlısı” olarak görmekte olmasının,51 buna katkısı olduğu söylenebilir.
Diğer taraftan 1995 yılından sonra Makedonya’nın komşularıyla ilişkilerini geliştirmeye
46 Sylvie Gangloff, “The Weight of Islam in the Turkish Foreign Policy in the Balkans”, Turkish Review of Balkan Studies, 2000/2001, sayı 5, s. 94.47 Sylvie Gangloff, “The Weight of Islam in the Turkish Foreign Policy in the Balkans”, s. 93.48 O sıralarda Yunanistan’ın Makedonya’ya yönelik politikasının parolası şu şekildeydi: “Yunanistan, tarihsel mirası olan Makedonya ismini taşıyacak bağımsız bir Makedonya devletini tanımayacaktır. Makedonya isimli bir devletin tanınması tarihsel ve kültürel mirasımızın reddi olacaktır”. Bkz. Avrasya-Merkez Balkan Araştırma Grubu, “Yunanistan Dosyası”, Avrasya Dosyası, Cilt 4 (1-2), İlkbahar-Yaz 1998. s. 60. Yunanistan, “Makedonya” isminin günümüz Makedonyası’nın mevcut topraklarından daha geniş bir alanı kapsamakta olan bir bölgeye karşılık geldiğini ve bu bölgenin tarihte Yunanlı kahraman Büyük İskender’in hükmettiği topraklar olduğunu savunmaktadır .49 Arnavutluk’u korkutan en önemli husus, aşırı milliyetçi Yunanlıların, Arnavutluk’un güneyini Yunanistan’a bağlama eğiliminde olmaları ve Arnavutluk’taki bazı Yunan kökenlilerin özerklik talebini dile getirmeleridir. Bkz. Karen Dawisha, Bruce Parrott (der.) Politics, Power, and the Struggle for Democracy in South-East Europe, Glasgow, Cambridge University Press, 1999, ss. 330-31.50 Sylvie Gangloff, “The Weight of Islam in the Turkish Foreign Policy in the Balkans”, ss. 97-98.51 Şule Kut, “Türkiye’nin Balkanlar Politikası”, s. 104.
11
başlaması, Türkiye’nin bu ülkeye olan ilgisini azaltmasına sebep oldu. Zaten o sıralarda Türk
hükümetlerinin Balkanlar’a olan genel ilgisi de göreceli olarak azalmıştı.52
Türkiye’nin Balkanlar’da dinî-etnik temelli bir dış politika izlemediğini gösteren
önemli bir husus, Tito Yugoslavyası’nın parçalanmasından sonraki üç-dört yıl boyunca
Ankara ile Belgrat arasında en alt düzeyde seyreden ilişkilerin, Bosna Savaşı’nın hemen
ardından düzelmiş olmasıdır. Ne var ki 1999’da NATO müdahalesi ile sonuçlanan Kosova
Savaşı yüzünden iki ülke arasındaki ilişkilerde tekrar geçici bir gerileme yaşanmıştır. Gerçi
uluslar arası alanda, zaman zaman da Türkiye’de, Kosova sorununun Kürt sorunuyla
karşılaştırılması ve paralelliklerin kurulması yüzünden,53 Türkiye’nin Kosova konusunda pasif
kaldığı söylenebilir. Türkiye 1992’de Kosovalı Arnavutların ilân ettikleri “Kosova
Cumhuriyeti”ni hiçbir zaman tanımamış, ancak siyasal destek sözü vermişti.54 Kosova
sorununun Türkiye’ye olan yansımaları yüzünden Türkiye 1995 yılında Dayton Barış
Anlaşması’nın imzalanmasının ardından, Yugoslavya toprak bütünlüğüne ve egemenlik
haklarına saygı duyduğunu dile getirmeye başlamış ve sorunun anayasal sınırlar içinde
çözülmesini önermiştir.55
Türkiye her ne kadar din veya etnik temelli politika izlemiyor olsa da, Balkanlar’daki
Müslümanların durumu, Türkiye’nin bölgedeki ülkeler ile olan ikili ilişkilerini her zaman
etkileyen önemli bir faktör olmuştur. Benzer şekilde Türkiye’nin bölgedeki söz konusu ikili
ilişkileri, oralarda yaşayan Müslümanların durumuna da etki etmiştir.
Türkiye’nin Balkanlar’daki Müslümanlar üzerinde etkisi var mıdır? Bölgedeki Türkler
hariç, Türkiye’nin bölgedeki diğer Müslümanlar üzerinde önemli bir etkisinin olduğunu
söylemek abartılı olur. Türkiye’nin bölgedeki Müslümanlara yönelik daha çok kültürel alanda
etkisinin olmasına rağmen, yakın geçmişe kadar Yunanistan ve Bulgaristan’ın “Kıbrıs
sendromundan” rahatsız olduğu söylenebilir; bu iki ülke, 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a
karşı düzenlediği barış harekâtının benzerini Batı Trakya ve Bulgaristan’da yaşayan Türklere
yönelik tekrarlayabileceğinden endişe etmiştir.
52 Şule Kut, “Türkiye’nin Balkanlar Politikası”, s. 119.53 İlhan Üzgel, “Kosova ve Güneydoğu: Benzerlikler ve Farklılıklar”, Baskın Oran (der.), Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (1919-1980), Cilt II, İstanbul, İletişim, 2001, s. 510.54 İlhan Üzgel, “Kosova Sorunu ve Türkiye”, s. 509.55 İlhan Üzgel, “Kosova Sorunu ve Türkiye”, s. 511; İrfan Kaya Ülger, “Balkan Gelişmeleri ve Türkiye: 1990’lı Yıllar”, İdris Bal (der.), 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Dış Politikası, İstanbul, Alfa, s. 198.
12
Türkiye’nin Balkanlar’daki Müslümanlara Yönelik Stratejik Çıkarları Var Mı?
Her şeyden önce Balkanlar’daki Müslümanların yaşadıkları bölgelerde doğal gaz ve
petrol gibi enerji kaynaklarının bulunmadığını belirtmek gerekir. Tam aksine Balkan
ülkelerinde genel olarak enerji sıkıntısı yaşanmaktadır. Diğer taraftan Türkiye mevcut
koşullar altında, bölgedeki Müslüman varlığı sayesinde, Balkanlar’daki etkinliğini pek fazla
artırabilecek durumda değildir. Bosna-Hersek’te yönetim sadece Boşnakların elinde değil,
Bosnalı Sırp ve Bosnalı Hırvatlarla birlikte paylaşılmaktadır. Diğer taraftan son birkaç yıldır
Arnavutluk’un iktidarından düşmeyen Sosyalist Parti’nin, Türkiye ile ilişkilerinden çok,
Yunanistan ile olan ikili ilişkilere daha fazla önem verdiği ortadadır. Ancak yine de,
Balkanlar’daki Yunanistan faktörü yüzünden, Türkiye açısından Arnavutluk’un her zaman
stratejik önemi olacağı söylenebilir. Türkiye’nin önem verdiği diğer bir ülke Bulgaristan’dır.
Bulgaristan diğer Balkan ülkelerine kıyasla hem en çok Türk azınlığının yaşadığı bir ülkedir,
hem de Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapılarından birisidir. Türkiye’nin Avrupa’ya uzanan
kara yolu sadece Bulgaristan ve Yunanistan üzerinden geçmektedir. Bu yüzden Türkiye bu
kapılardan her ikisini de aynı anda kapalı tutma gibi bir lükse sahip değildir. Yunanistan ile
olan sorunlu ilişkileri dikkate alındığında, özellikle Avrupa ülkelerine yönelik olan ihracatı
yüzünden, Bulgaristan kapısının açık olması Türkiye açısından son derece önemli olduğu
söylenebilir. Konumuza bu açıdan yaklaştığımız zaman, Türkiye’nin bölgedeki Müslümanlara
yönelik stratejik çıkarının, yaşadıkları ülkelerde saygın ve eşit haklara sahip birer vatandaş
olarak yaşamalarında yattığı söylenebilir. Bütün bunlar Türkiye’nin ikili ilişkilerine olumlu
yansıyacak, ayrıca bölgeden Türkiye’ye yönelik olan göçlere önemli ölçüde son verecektir.
Balkanlar bir bütün olarak Türkiye’nin Avrupa’ya doğru uzanan bir köprüsü olması
dışında, batıya bakan Türkiye sınırlarına âdeta bir savunma kalkanı gibidir. Hitlerin işbaşına
gelmesinden ve Mihaver devletlerin tehdidinin Doğu Avrupa ve Balkanlar’da da
hissedilmesinden sonra, Türkiye Almanya ve İtalya’dan gelebilecek olası bir saldırıya karşı
Balkan Antantı’nı kurma ihtiyacını hissetmiştir.56 Dolayısıyla Balkanlar’daki Müslümanların,
Türkiye’nin bölge ile olan ikili ve çok taraflı ilişkilerine ne denli olumlu bir etkisi olursa,
Türkiye bundan karlı çıkacaktır. Bölge ülkelerinin Avrupa Birliği ile gelecekteki ilişkileri
dikkate alındığı zaman, söz konusu kar daha da büyük olacaktır.
56 Oral Sander, Türkiye’nin Dış Politikası, s. 176.
13
Son olarak şunu söylemek gerekir; Türkiye’nin uydu televizyon yayınları ve bölgedeki
kültürel faaliyetleri her şeyden önce Balkanlar’daki Türk kültürünü pekiştirmiş durumdadır.
Ne yazık ki kültürel etki gerekli, ancak yeterli değildir. Asıl gerekli olan, Türkiye’nin
Balkanlar’daki ekonomik etkinliğini artırabilmesidir. Günümüzde Makedonya, ismini bile
tanımak istemeyen Yunanistan’ı ekonomik atılımları yüzünden, bölgenin lokomotif gücü
olarak görmekte ve bu lokomotife bir vagon olarak katılmak istediğini açıkça dile
getirmektedir.57
Sonuç
Balkanlar’daki Müslüman azınlıkların kökenleri üzerinde değişik tezlere yer veriliyor
olsa da, bu insanların geçmişte ne olduklarındansa, günümüzde kendilerini ne olarak
hissettikleri önemlidir.
Osmanlı mirasından biri olan Balkanlar’daki Müslüman kitle, Osmanlı Devleti’nin
zayıflamaya başlaması ile birlikte zor durumda kalmaya başlamıştır. Bu durum neredeyse
günümüze kadar, geçmişten kalan hatıralar üzerinde inşa edilen modern milliyetçilik
anlayışıyla gelişen bölgedeki Hristiyan devletleri içerisinde de devam etmiştir. Günümüzde
ise bütün Balkan ülkelerinin Avrupa ve Atlantik kurumlar ile bütünleşmeyi kendisine birincil
hedef olarak seçmiş olması, bölgede yaşayan Müslüman azınlıkların durumunu iyileştiren
önemli bir etkendir. Bu, Balkan ülkeleri ile iyi ilişkiler sürdürmeye çalışan Türkiye açısından
da önemli bir gelişmedir. Balkanlar’daki İslamın Türkiye açısından bir çıkarı söz konusu
olmuşsa, bu dinî çıkar olarak değil, her zaman siyasî çıkar olarak görülmelidir. Kısacası
Türkiye’nin millî çıkarlarının dinî dayanışma üzerinde öncelliği vardır.
Balkan ülkelerinde Osmanlı tarihi çoğu akademisyenler tarafından doğru olmayan bir
şekilde yazılmaya devam etmektedir. Bu durum Balkanlar’da yaşayan soydaş ve Akraba
Topluluklara olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Bu yüzden Osmanlı tarihinin nasıl araştırılıp
okutulması gerektiği ile ilgili uluslararası konferanslar serisinin düzenlenmesinde fayda
olduğu değerlendirilmektedir. Her şeyden ötesinde, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi,
57 Erhan Türbedar, “Selanik-Üsküp Boru Hattı: Yunanistan Balkanlar’daki Ekonomik Atılımlarına Devam Ediyor” Yeni Dönem, 11 Temmuz 2002.
14
Türkiye’de de ya üniversiteye bağlı, yada sivil toplum kuruluşu olarak bir Balkan
Araştırmaları Enstitüsünün kurulmasında büyük fayda vardır.
15