arap tarihi cahiliye çağı neşet çağatay

186
ANKARA UN İ VERS İ TES İ İ LAHiYAT FAKÜLTES İ YAYINLARINDAN XX islâmdan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Ça ğı Dr. NE Ş 'ET ÇA ĞATAY A. Ü. İ lâhiyat Fakültesi İ slâm Tarihi Doçenti MARS T. ve S. A. S. Matbaasi Ankara-1957

Upload: beto

Post on 23-Jul-2016

454 views

Category:

Documents


2 download

DESCRIPTION

 

TRANSCRIPT

ANKARA UN İ VERS İ TES İ İ LAHiYAT FAKÜLTES İ YAYINLARINDAN

XX

islâmdan Önce Arap Tarihi ve

Cahiliye Ça ğı

Dr. NEŞ 'ET ÇAĞ ATAY

A. Ü. İ lâhiyat Fakültesi

İ slâm Tarihi Doçenti

MARS T. ve S. A. S. Matbaasi Ankara-1957

fr) ek24

ANKARA UN İ VERS İ TES İ İ LA' H İ YAT FAKÜLTES İ YAY İ NLAR İ NDAN

XX

İ slâmdan Önce Arap Tarihi ve

Cahiliye Ça ğı

Dr. NEŞ 'ET ÇAĞ ATAY

A. Ü. il'alliyat Fakültesi

İ slâ.m Tarihi Doeenti

MARS T. ve S. A. Ş . Matbaası Ankara-1957

İ Ç İ NDEK İ LER

BİRİNCİ BÖLÜM .......................................

Samiler - Araplar ve Güney Arabistan Devletleri ••• ••• •••

•••

•••

Sayfa

1

1

Samilerin Anayurdu ve yay ı lmaları ••• ••• ••• ••• • 2

— İ lk Sâmi Devletler ••• ••• ••• ••• ••• • •• ••• ••• • •• ••• •-• 3

Akad Imparatorluğ u ,••• ••• ••• ••• ••• ••• • •• •-• ••• 3

Birinci Babil Imparatorlu ğ u • • ••- ••• ••• ••• •-• 4

İkinci Babil Imparatorlu ğu • •• •-• •••• • - ••• ••• 5

— Main. (Mina) Devleti ••• ••• •• • ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 7

Sebal ı lar Devleti ••• ••• ••• ••• ••• 10

— Hımyerliler Devleti ••• • • ••• ••• •• ••• ••• ••• •-• ••• 13

Yemendeki küçük Beylikler • •• •- ••• ••• ••• ••• ••• 20

Eski Yemen Medeni .yeti ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 22

Hükümet ve içtimal durum ••• ••• •-• • • • ••• ••• ••• 23

25

28

28

29

30

Güney Arabistan'da Din ••• ••• •• • • • ••• •• • ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• • 31

İKİNCİ BÖLÜM ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• •-• ••• ••• •• 33

Islamdan Önce Kuzey Arabistan'daki Arap Devletleri

Nabatl ı lar Devleti ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 33

37

Palmirlilerde Dil ve Yaz ı ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 46

Palmir Takvimi ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 46

Palmirlilerde Din ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 47

Ticaret Yollar ı ve Palmir Ticareti ••• ••• ••• •-• 48

Gassaniler Devleti ••• •••••• •• • ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 51

Hireliler Devleti ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 54

Hire hükilmılairları ve tahta ç ıkış y ılları ........ ... .... ••• 60

Hirelilerde topluluk hayat ı , din ve uygarl ık ••• •-• ••• •• •••

Sayfa

••• 61

70

H İ CAZ BÖLGESI

A— Mekke Bölgesi • • ••• •• • • • ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 70

B — Yesrib (Medine) Şehri ••• •• ••• • •• ••• ••• ••• ••• 83

86

A — Cahiliye Ça ğı nda idari ve Siyasi Durum ••• ••• •-• 87

B e— Cahiliye Ça ğı nda Dini İnanç ••• ••• • ••• ••• ••• ••• 90

1 — Tanrı inanc ı ve Puta Tapma ••• •-• ••• ••• 90

2 — Araplar ın Kâbeden ba şka Tap ı nakları ••• 95

••• 95

95

Zülhalasa Tap ı nağı ••• ••• ••• • ••• ••• ••• 96

Fels Tap ı nağı ••• ••• ••• • •• • • •-• ••• ••• ••• •-• 96

97

Zülkâabat Tap ı nağı ••• •••••• ••• ••• ••• ••• • • 97

3 e— Araplar ın Putlara Kar şı Sayg ı sı zlı klar ı •-• • ••• • 98

4 — Kâbe ve Kâbeye sayg ı ile ilgili görevler • • ••• ••• 100

C — Kâbe ve Mekke idaresiyle ilgili baz ı görevler • • ••• • • ••• 105

105

106

107

108

108

109

109

110

110

D Mescid-i Haram ve Önemli Yerleri • • • ••• ••• ••• ••• • • ••• 111

a) Mescid-i Haram •••••• ••• ••• ••• ••• • • ••• • • • •-• 112

b) Hacer-i Esved ••• • ••• ••• ••• ••••• • • ••• ••• ••• ••• 113

c) Makam- ı İbrahim • • ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 114

114

115

f) Ahsef, Mi'cen ••• ••• ••• •-• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 115

g) Zemzem Kuyusu ••• -•• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 115

E — Cahiliye Çağı nda ktimai Durum ••• ••• ••• ••• ••• ••• 116

1) Cahiliye Ça ğı Araplar ında Aile • • • • • ••• • •

2) Cahiliye Çağı nda Sosyal S ın ıflar • ••• • •••

Sayfa

116

118

119

119

120

3) Cahiliye Çağı nda Kad ı nın Durumu ••• •• • 121

4) Hamse ve Semiye ••• • ••• ..... ••• ••• • ••• •• 125

F — Araplarda âdet ve gelenekler ve bat ı l inançlar ••• 125

a) Araplarda ölü gömme âdeti • • • • ••• ••• • •-• 125

126

c) Bahire, S'aibe ve Hani adetleri • • ••• ••• • ••• •••• 126

d) Araplarda Kumar Oyunlar ı ••• ••• ••••• ••• ••• 127

G — Cahiliye Çağı nda Arap Kültürü ••• • • • • •••••• 127

1) 128

2) ilm-i Nücum (Astroloji) ••••• •• ••• ••• 129

3) 130

4) 130

5) Kehanet ve Arafet ................................. 1 30

6) 132

7) Cahiliye Çağı nda Tıb•• •• • • •• •••• •• • ••• ••• 132

8) Cahiliye Çağı nda Ş iir ••• • • 135

Cahiliye Çağı nda San'at • • . 137

H — Cahiliye Çağı nda Hicaz Ticareti • • ••• •• • • ••• •• 139

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM •• •-• •• • ••• • • 145

Hicaz'da İ slamda/1 Önce Tek Tanr ı inanc ı ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• 145

146

Cah ş oğ lu Ubeydullah ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• ••• •••• ••• ••• 147

Huveyris oğ lu Osman • •-• • • • • • • ••• ••• ••• ••• ••• 148

149

151

Ebu's-Salt oğ lu Ümeyye ••• ••• •• • ••• ••• ••• ••• • • ••• ••• 153

GENEL BIBLIYO Ğ RAFYA•••••••••••••••••••••••••••••• 156

GENEL INDEKS . 159

ÖN SÖZ

Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesinde İ slam Tarihi dersini verme-

ğe baş ladığı nı zamandan beri çal ış malar ım ı , öğ rencilerinin; ve bu konuya

ilgi duyan yurdda,ş larımın isteklerine cevap verecek ş ekilde bir islam tari-

hinin meydana getirilmesine yöneltmi ş bulunuyorum.

Bunun için, iş in önemini ve güçlüğünü bilerek, gücümün yetti ğ i ölçü-

de konuyu, haş langlçlar ında.n ele alarak incelemeğe koyuldum.

Öğ rencilerim, ilk y ı llarda verdiğ im ve ikiyüz elli sayfa kadar tutan ders notlar ın derleyip toplıyarak teksir makinesiyle çoğaltmış lardi; bir yandan bu notlar ı genişletip derinleş tirmeğe çal ışı rken öte yandan, Fakül-

tede verdiğ im islam tarihi derslerin& önemle ve hassasiyetle üzerinde dur-duğum islam ın doğusundan baş lıyarak dört halife devrinin sonuna kadar süren, islam ı n doğ uş ve geli şme çağı nı , daha sonra kurulan islam devletle-

ri yani, yedinci yüzy ıldan sonraki doğu milletleri tarihi ve müesseseleri aras ı ndaki kültür ve sanat ba ğ lantı lar ın ı karşı laş tirmağa yarıyacak ve ge-nel bir fikir verecek k ı sa ve toplu bir eserin gerekli ğ ine inanarak, bu ma-

hiyeti dolay ısiyle bütün doğu ve batı dillerine çevrilmi ş olan, Brockel-mann' ın "İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi" ni dilimize çevirdim.

S ıra, ilk yı llarda vermiş olduğum ders notlarm ı n bir plan dairesinde geni ş letilerek parça parça yay ınlanmas ına geldi.

Bu cümleden olarak, islâmiyetin aralar ında doğup yay ı ldığı Arap Ya-

rımadası halkının yani Arap milletherinin islamdan önceki tarihlerini ve on-ların, islâmiyetin doğ uşu s ı ras ındaki genel durumlar ı nı içine alan ilk bö-

lümü, yukarı da aç ı kladığı m düşüncelerden ba şka bir iddias ı bulunm ıyan şu küçük kitapla okuyucularıma sunuyorum.

İ slam dininin ve onun be şeriyete getirdi ğ i yeni düzenin yüceliğ i iyi an-laşı labilmesi için i ş e, Araplar ın tarih sahnesine ç ı kış larından baş laman ın daha doğ ru olduğuna kaani bulunduğumuzdan burada, önce sami topluluk-

ların durumuna k ısaca temas ettikten sonra, kurulu ş ve eskilik s ı rasiyle güney Arabistan'da yerle şmiş olan Arap devletlerini ba şa ald ı k ; ondan

sonra kuzey Arabistan'da yerle şmiş olanlar ı , daha sonra da Mekke ve do-laylar ı ndaki Arap topluluklar ının tarihlerini inceledik.

Son zamanlara kadar bütün bu bölgelerde ya şamış ve geli şkin bir me-

deniyet kurmu ş olan Arap topluluklar ı hakk ındaki bilgilerimiz, ağı zdan

ağı za aktarıla aktar ıla gerçekliğ ini kaybetmi ş , aşı nmış söylentilerden ibaret

olup nailâttan bir kaç yüzy ı l öteye geçmiyordu.

Yetmiş seksen yıl önceden bu yana, bu bölgelerde arkeolojik inceleme-

lerde ve kaz ı larda bulunmuş olan batı lı bilginler, çok eski Bağ lara ait bin-

lerce yaz ı t ve bir çok eski şehir örenleri ortaya ç ıkararak son derece önem-

li bilgiler edinmemize yard ım ettiler.

Bu eski Arap devletleriyle ayn ı çağ larda yaşamış olan Mısır, Fenike, Roma ve eski Yunan devletleri hakk ında eserler yanm ış olan Roma ve Yu-

nan tarihçilerinin verdikleri bilgiler bu son arkeolojik buluntularla kar şı -

laş tırı lınca o devirlerin igtimai, iktisadi ve dini hayatlar ı hakkı nda daha

doğ ru bir bilgi edinmek mümkün olabiliyor.

Gene bu yeni buluntular ın ışığı yla, kaynaklarını Sümer medeniyetin-den ve kültüründen alan bir çok eski do ğu milletlerinin kültürlerinin izle-rini ve kar şı lıkl ı olarak birbirlerine yapt ıkları etkileri takip edebiliyoruz.

Bu gerçek belgeler bize, islâmdan önceki Arap topluluklarm ın, deve

sütüyle, peynirle geçinen, kertenkele ve çekirge yiyen yar ı yaban göçebe-

ler halinde yaşayan insanlardan meydana geldi ğ ini sarmanın çok yanlış ol-duğunu aç ıkça göstermi ş tir.

Onlar, bilhassa güney Arabistan'da devlet kurmu ş olanları , uzun yüz-yıllar boyunca M ı s ırl ı larla, Asurlularla, Fenikelilerle, İranl ı larla, Yunanl ı -larla ve Hind, Çin gibi doğu milletleriyle temasta idiler. Yemen'in yerli ürünleri ve mabetlerde tütsü olarak kullan ı lan günlükleri ve Hind ticareti vası tasiyle zengin olmuş lar, Yunan - Roma'n ın, uzun süren savaş lar sonun-da ilerleme h ızlarını kaybetmesinden sonra bu eski ve geli şkin doğu tica-retini ellerine alm ış lardı . Araplar, Hicaz bölgesinde de ğ ilse bile Yemen'de büyük şehirler, muhteşem saraylar kurmuş lardı . Kuzeyde kurulmu ş olan Arap devletlerinden Palmirlilerin başkanı Odenat, Roma imparatorlanna mahsus olan "avgust" 'ünvan ın ı bile alm ış t ı .

Biz burada, Türkçede bu alanda yaz ı lmış bir eser olmadığı ndan, bu es-ki Arap devletlerinin siyasi, içtimai, dini ve iktisadi tarihlerine oldukça geniş bir yer verdik.

Daha ziyade islâmiyetin doğusundan önceki Hicaz bölgesinin genel du-rumunu ifade eden cahiliye ça ğı üzerinde de fazlaca durduk; çünkü ancak bu devirdeki halk ı n yaş ayışı bütün nıüesseseleriyle iyice kavramrsa islâm tarihinin bir çok konular ı daha kolay anla şı labilir. Mekke ve Taif şehirle-ri halkının, ticari alanda yar ımadanın diğer bölgeleri üzerinde kurduklar ı büyük üstünlük ve bu üstünlüge dayanan imtiyazh durumlar ı iyice belir-

tilmeden, islarniyetin yerle şmesine ve yay ı lmas ına kar şı gösterdikleri di-

renç ve engel olma çabalar ının mânası anla şı larnaz. Onlar, islâmiyet

tutunup geli ş irse, bütün yar ımada Araplar ı= kat ı ldığı yerli panay ırlarla

desteklenen ticaret üstünliiklerinin, elden ç ı kacağı nı , uzun zamandır kendi

başlarına buyruk, hiç bir siyasi ve idari otorite tan ımadan sürdürüp git-

tikleri başı boş y.asayışı n, katlan ı lmas ı zor bir mükellefiyetler zinciri alt ına

gireceğ ini samyorlard ı .

Bütün bunlarla birlikte, bu kitab ı n dördüncü bölümünde ka,ydetti ğ imiz tek Tanr ı inanc ımn mümessillerini ve bu ünlü kimseler d ışı nda kal ıp ayn ı fikirde bulunduklarını tahmin ettiğ imiz bir k ı sım halkı tatmin etmiyen pu-ta tap ı cı lığı n zevali art ık yaklaşmış tı .

Peygamberimiz Hz. Muhammed'in, insanlığı bu aşağı durumdaki yaş a-yış tan kurtaracak olan bir ödevle görevlendirilmesi, bir sürü şahsi menfaat zincirleriyle birbirine kenetlenmi ş sapk ı n gilruhun direnmelerini uzun sür-dürmedi. Sonunda bu gibi kimselerin, islam dini•in yerle şmesine ve yay ıl-mas ı na kar şı gösterdikleri mukavemet k ır ı ldı ve böylece bu kutsal dinin getirdiğ i yeni düzenin nurlu ışı ldariyle ayd ınlanan, be şeriyeti saadete ula ş, t ıracak geni ş ve parlak yol aç ı ldı ; Tanr ının, doğ ru yola yönelmeğ i nasib ettiğ i kimseler veya topluluklar kurtulu ş a ula ş tı .

İslâmiyetten önceki Arap tarihini bu ş ekilde, kaynaklar ı n müsaadesi nisbetinde inceledikten, sonra, islam tarihini ele ald ık. Bunun, yak ın bir za-manda bast ı rabileceğ imizi umduğ umuz birinci cildi, Hz. Muhammed'in do-ğumu.ndan, dört halife devrinin .sonuna yani Muaviye b. Ebu Süfyan' ı n halifeliğe geçmesiyle baş l ı yan EmeviLer ça ğı na kadarki olaylar ı içine ala-cakt ı r.

B1 uğ urda yurddaş lar ıma ufak bir faydam dokunabilirse ne mutlu bana.

Neş 'et ÇAĞATAY

BIRINCI BÖLÜM

SAMİLER - ARAPLAR VE G eNEY ARABISTAN DEVLETLERI

Geçen Yüzy ı l ın sonlann,a doğ ru Yemen'de Ma'rib bölgesinde yap ı lan

arkeolojik ara ştırmalar, bu bölgenin, Milâddan 10 - 15 yüzy ıl önceye ç ıkan

eski ve parlak bir medeniyete sahip oldu ğunu göstermektedir.

Eski Arap tarihçileri ve eski Arap rivayetleri buray ı yani Güney Ara-

bistan' ın bilhassa Yemen dolayları nı , Arap milletinin en eski ana yurdu

olarak göstermektedirler ki a şağı da görüleceğ i üzere bu fikir ve söylenti-

ler yeni zamanlarda yap ı lan jeolojik ve arkeolojik incelemelere uygun dü ş -

mektedir.

T e v r at rivayetlerine dayanan soy kütü ğü baglant ısında K a h -

t ani ler ' den say ı lan bu güneylilerin uygarl ı k alan ı nda elde ettikleri başarı l:arın ve incelemelerin, A d n aniler diye an ı lan, Hicaz bölgesi-ne yerle şmiş İ smail oğulları üzerinde önemli etkiler yapt ı klar ı bugün art ı k şüphe götürmez bir gerçektir. Kalk ı ki — kendileri, aralar ında büyük ayrı lıklar görmelerine rağmen — bir topluluk ve bir ulus olarak da, güney-li Araplarla kuzeyli Araplar ı kesin olarak birbirlerinden ay ırdetmek zor dur.

Eski tarihçilerin birbirinden çok de ğ iş ik olan söylentilerine göre Yemen'de say ı lar ı pek çok olan bövetler (barajlar)'den baz ı ların ın, Milâ-dm üçüncü yüzy ı lı baş larında veya biraz daha evvel y ık ı lması üzerine bir sürü Arap kabileleri kuzeye do ğru göç etmişler, bunlardan bir k ı smı Gassanil er, H'i reliler, Kindeliler devletlerini kurduk-lar ı gibi, Huzae boyu Mekke'de, E v s ve Ha z r e ç boylar ı Yesrib (Medine) de yerle ş ip, islâmiyetin yay ı l ı p geli şmesindeki olaylara kan şmış lard ır.

Güney Arabistan tarihi, eski Sümer medeniyetinin ve Sümerler-den alıp devam ettirmi ş olan B â b i 1, A s u r vesaire gibi Mezopotam-ya'da yaş amış yarı saml ve sanal uluslar ın medeniyetlerinin izlerini takip etmek ve bu medeniyetin ne gibi değ iş ikliklere uğ radığ mı , kimlerden kim-lere aktar ıldığı nı takip etmek bak ımından çok önemlidir. Ayr ıca islâmiye-

İslâmdan Önce Arab Tarihi F: 1 1

tin ortaya ç ıkışı na kadar devaml ı ve geli şkin bir ticari al ış - veri ş sürdü-

ren Mekke'nin bu ticaret yoluyla her türlü fikir mahsulleri ta şı yı cı lığı nı yaptığı da söz götürmez bir olayd ır. Bu itibarla Güney Arabistan tarihi, Kuzey Arabistan tarihi gibi islâm tarihi ile bölünmez bir bütün te şkil eder. Bunun için ş imdi burada samiler'in ana yurdunu ve yay ı lış lannı , ilk sami

topluluklar ı gözden geçircUkten sonra, islâmiyetten önce Güney Arabis-tan'da kurulmu ş olan devletleri ineeliyeeeğ iz.

SAMiLERİ N ANA YURDU VE YAYILMALARI

Tevrat hikâyelerine dayanan eski kitaplarda, ikinci Adem di-ye de an ılan N u h peygamberin (1) o ğlu S a m soyundan üredikleri bildirilen fakat genel olarak konu ş tuklar ı dilin temellerinin, hepsinde bir

olmasından veya birbirine çok benzemesinden dolay ı sami uluslar adı ve-

riler, topluluklar ın baş tipini Araplar te şkil eder.

Bu sami topluluklar ın ilk defa nereden ç ı kıp nerelere yay ı ldıkları hak-k ında bir çok görü ş ler ortaya at ı lmış tır. Bugün genel olarak kabul edilen fikre göre, Mezopotamya, Suriye ve Filistin'e sami bir ülke çehresi veren 'yay ı lmalar, Arabistan'dan kuzeye ç ıkmış sami kavimler taraf ından yapı l-mış tı r.

Jeoloji bilginlerinin, buzullar devrinden hemen sonra, Arabistan'ın bugünkü kum çölleri ve kurak bölgeleri yerinde s ık ve geniş ormanlar ın, büyük ırmakların bulunduğu, iklim şartlarının insanların üreyip çoğ al-mas ına elveri ş li olduğu, fakat buzullar ı n kuzey s ınırı daha yukarıya gi-dince, Orta - Asya ve Büyük Sahra'da olduğu gibi Arabistan'da da yavaş yavaş kendini duyuran bir kurakl ık baş ladığı yolundaki mütalâalan bu görüşü desteklemektedir.

Esenlik içinde ya şamağ a ve üreme ğ e elveri ş li bir iklimin, hüküm sür-düğü çağda Arap Yar ımadas ı 'n ın güney ve orta kesimlerinde gittikçe ço-ğ alan samiler, kurakl ı k baş ladıktan ve ya ş ama şartlar ı zorla ş tiktan sonra, yavaş yavaş çölleş em Arabistan'ı n, eski çağ larda alabildiğ ine çoğ almış olan insan yığı nlarm ı besleyebilme kabiliyetini kaybetmesi 'üzerine, Mi-lâddan önce üçüncü bin'in ba ş larından itibaren, y,ar ımadan ın ortas ından dışı na doğ ru, Afrika'ya (Habeşistan ve Mı s ır'a), Mezopotamya'ya ve Su-riye'ye akmağ a b,a şlamış lard ı r ki bu göç yürüyüş leri, tarihde derin izler b ırakacak kadar büyük topluluklar halinde ve sürekli olmu ştur.

Önce kuzeye ç ı kan, askeri ve siyaysi birlikten mahrum bulunan bu

(1) Nuh Peygambere, tufanda (Nuh Tufan') mahv olan insan soyunun, onun çocuklar ından türediğ i kabul edildiğ inden "İkinci Adem" denir.

2

göçmen topluluklanndan bir k ı sm ı , S ii m e r 1 e r' in muntazam ve dü-

zenli kuvvetleri ve çok daha geli şkin sava ş araçlar ı karşı sında, s ınırları zorl ıyarak geçemediler, F ı rat nehri boylar ında göçebe bir halde epey bir

zaman dolaşmak zorunda kald ı lar. Sümer sitelerine ancak zamanla, işçi

veya ücretli askerler olarak girebildiler. Sonralar ı , yüzyı llar geçtikçe ço-

ğalddar, S u m e r 1 er' in uygarl ı k ve sava ş yöntemlerini ö ğ rendiler

ve, uygarl ı k, rahatl ık ve bunlar ın meydana getirdiğ i gevşeklik sonunda sa-

vaş çı lı k kabiliyetlerini elden ç ı karan efendilerine kar şı koyacak kadar kuv-

vetlendiler; yer yer ve zaman zaman :ayaklanma ğ a ba ş ladı lar. Ard ı arkas ı keğ ilmeden boyuna gelen soydaş lar ı ile kuvvetlenen bu sonradan gelme uy-ruklar, sonunda a ş ağı Mezopotamya'n ın yukarı kesimini yani sonradan

Akadlar Memleketi ad ı nı alan bölgeyi Sümer ler ' in elinden kopa-rıp aldı lar ve bu başar ılar ı aş ağı yukar ı Miladdan, önce 2725 yillarinda Sinear'a hakim olmalariyle sonuçland ı (2). Bu zamandan ba ş layarak Akad bölgesi, güneyden ak ıp gelen sami dalgalariyle dolmağa baş lad ı . Miladdan önce 2050 yı llarına doğru, Elaml ı lar' ın ı Kaldeyi istilâ etmeleri, burada yoğunluk peyda eden sami kabilelerden bir bölü ğünün kuzeye doğ -ru çekilmelerini ve Subartu denilen yukar ı Mezepoamya'ya yay ı lmalan so-nucunu doğurdu. Buralarda Orta Asya'll S u b a r i boylariyle karşı laş -t ılar. Ve bunlara ait Asur, Ninova gibi sitelere yerle şmeğe baş ladı -

lar. S u b a r i l e r 'le bu samilerin kar ış mas ından Ön- Asurlu-1 a r denen melez kavim ortaya ç ıkt ı ki bunlar Miladdan önce 2000 y ıl-larına doğ ru, yukar ı Dicle ve Zab nehirleri dolaylar ına kadar uzanm ış bu-lunuyorlard ı .

İLK SAMİ DEVLETLER

AKAD IMPARATORLUĞ U

Hakikatte halis sami bir kavim taraf ı ndan kurulmuş olmamakla bera-ber, öteden beri sami say ı lan bu imparatorluk, Sinear' ın ilk sakinleri olan

S u m e r 1 e r' le, sonralar ı buralara geldiklerini gördü ğümüz samilerin karış mas ı ndan doğmuş melez bir kavim taraf ı ndan Mil:addan önce 2725 y ı llar ı nda, eski Çağ lar tarihinin büyük şahsiyetlerinden S a r g o n ( Ş ar-

(2) Bu durum Tevratta (say ı lar) bahsinin XXIV. bab ın ı n 20. âyetinde "ka-vinı lerin ilki" diye say ı lan Amalek kavminin bulunu ş u, M.Ö. 3000-2500 y ı llar ı ara Sında Arabistan d ışı nda yaz ı lmış yaz ı tlarda belirtilmi ş bulunuyor. M ısı r' ı istilâ eden ve burada XV -XVIL sülâleyi kuran Ş aso (Hiksos)lar ın bu Amalika kav-minden olduklar ı tahmin ediliyor. Samilerin ana yurdu konusunu Dr. Ali Cevat gayet iyi incelemiş tir; bak. Tarih ül-Arab kabl Ba ğ dad, 1951, I, 150 vdd.

3

sukin) (3) taraf ından kurulmuştur. Sumer ler' in hâkim oldukla-

r ı bölgeleri ele geçiren sami kavimlerin kurdu ğu ilk siyasi birlik say ı lan

bu devlet Milâddan, önce XXVI. yüzy ıl ortalar ında dördüncü Uruk ş ehri

hâkimi Ur-Nig taraf ından ortadan kald ı rı lmış t ır.

Bİ Rİ NCİ BABİL IMPARATORLUĞU

MezopOtamya'da Sumu-Abum idaresinde Bâbil başş ehir olmak

üzere Milâddan önce 2225 y ı l ında kurulan bu sami devletin me şhur hü-

kümdar ı , kendi adiyle an ı lan kanunu (Hamurabi Kanunu) düzenliyen

Hamur abi dir. Bu hükümdar Milâddan önce 2003 - 1.931 y ı lları arasında hüküm sürmü ştür. Hamurabi, Mari sitesi dolaylariyle

Asur ili de dahil olmak üzere bütün Subari'yi, Elam'ı , Amurru'ya kadar

olan bütün ülkeleri ele geçirerek büyük Akad Imparat orlu ğ u-nu diriltmiş tir. Bu ba ş arı sı kendine, Sumer - Akad k ıralı , dört iklim hü-kilmdarı , acun imparatoru gibi ünvanlar kazand ı rmış t ır.

Hamurabi, Tevrat'ta Hz. İ brahim'in Ur şehrin. den ç ıkışı sıras ında hükamdar bulunan Sincar k ı ral ı veya Babil N emrudu A m r af el diye zikredilmektedir ki bu halde islâm

an'anesine göre İbrahim peygamberi atese att ıran Nemrud' un, Ha-murabi olmas ı gerektiğ i söylenebilir. Eski söylentilere dayamlarak yap ı lan hesaplara göre Hz. İbrahim'in(4) Nuh Tufanı 'ndan 1263 sene, sonra doğdu-ğ u, Nuh Tufan ı hikâyesine Milâddan önce dördüncü binin sonlar ına ait olaylar ı anlatan Sumer tabletlerinde (Gilgameş Destanı şeklinde) raslan-dığı na ve ibraniler'in Hz. İ brahim idaresinde Mısır'a gidiş leri de XXII. Fir'avun sülâlesi devrinde M. Ö. 2000 _ 1970 y ı llar ı aras ında vuku

(3) Ş arrukin'in hayat ı hakk ı ndaki efsane, Hz. Musa'n ı n (hayat ı aş ağı yukar ı g.ö. XIII. yüzyı l) hayat ına çok benzer: Agade ş ehrinde do ğmuş olan Ş arrukin (Sargon) fakir ve kimsesiz olan annesi taraf ından bir sepet içine konarak F ırat nehrine b ırak ı lmış tı r. Ayn ı ş ehirde oturan bir bahç ıvan, sepeti nehirde görüp al-mış ve onu evlat edinip büyütmü ş tür. Ş arrukin bahç ıvan ı n yan ında cesur, gözü pek, azimli, yak ışı klı ve kuvvetli bir genç olarak yeti ş ince Agade tanr ı ças ı Ammu-nit kendisine aşı k olmu ş sevgi ve korumasiyle onu Sumerlilerin, saç ve sakallar ı -n ı uzatt ıklar ı için "Kara ba ş lar" lükab ı n ı verdikleri Samiler hükümdarl ığı na yükseltmiş tir.

(4) İbrahim Peygamberin babas ı Azer (veya Tareh), anas ı Uş a'd ı r. O, kar-deş inin oğ lu olan ve Sodom (Lfit gölü k ı y ı s ında) bölgesine peygamber olarak yol-lanan Lüt peygamberle çağdaş t ı r. Babasiyle birlikte Keld,âniler ülkesinden ç ıkı p Harran'a geldiler. Babas ı burada ölünce kendisi Kenan eline geldi yerle ş ti. Ora halk ın ı n ruhani ve dünyevi reisliğ ini eline aldı . Bir kurakl ık yı l ında M ı s ır'a gidip geldi. Ziraatç ı lık alan ı nda çok bilgisi vard ı ; hesap ve kozmo ğ rafya bilgisi de fazla idi. Bak. Abbas Ş usteri Mehrin Hatem ün-nebiyyin, Teheran 1324(H. ş .), ss. 22 vdd,

4

bulduğ u kabul edildiğ ine göre Ham u r a b i ile Ibrahim pey-

gamberin, ça ğdaş bulunmalan i ş i tarihi olaylara uyar görünmektedir.

Birinci Bâbil imparatorlu ğu M. Ö. 1806 y ı lı na kadar parlak devrini

yaşadıktan sonra son hükümdar ı Ş am su d i t a n a zaman ında Doğ u-

Anadolu'dan inen Etiler taraf ından y ık ı lmış tı r. İKINCI BABIL İMPARATORLUĞ U

Gene Bâbil baş -şehir olmak üzere M. Ö. 626 y ı l ında Nabu-Po-

lassar taraf ından kurulmuş ve parlak devrini, bu hükümdar ın oğ lu

ünlü Nabu-Kodonosor (B ıhtunnasar) devrinde ya ş am ış tır. İ dareyi, oğ lu B el-Sar-Utsur (Baltazar)' ı n eline bırakan bece-

riksiz son Bâbil hükümdar ı Nabonid' den (saltanat ı : M. Ö. 556 -

538) memnun olm ı yan halk, Medler'den, sonra idareyi ele alm ış olan An-

zanl ı Ak a m a n i ş ler sülâlesinin ünlü hükümdar ı Kurus'u

(saltanat ı : M. Ö. 559 - 529) bir kurtar ı c ı olarak bekliyorlard ı . Kur u s,

Batı-Anadolu'daki Lidya hükümdar ı Krezüs'ü (saltanat ı : M. Ö. 580 - 545)

yenip devletini sona erdirmi ş ti. Kuru s M. Ö. 538 yı l ında Bâbil'i işğ al

edip devleti ortadan kald ırdı ve Ikinci Bâbil Devleti' nin ünlü hükümdar ı Nabu-Kodonosor (saltanat ı : M. Ö. 604 _ 562)

(5), M. 5. 586 y ı lında Kudüs'ü feth, hükümdar ı S e d e k i ya' y ı öl-

dürerek Yahudileri, tutsak etmesiyle o zamandanberi Bâbil'de tutsak bu-lunan İ srail O ğ ullar ı ' n ı serbest b ıraktı ki böylece, Yahudi-lerce uğursuz bir tarih hadisesi say ı lan Bâbil tutsakl ığı sona ermi ş oldu.

ASUR KIRALLIĞ I

Ne zaman kurulduklar ı tam bir kesinlikle bilinmemekle beraber M. Ö. 1280 - 1260 y ı llar ı aras ı nda hüküm süren birinci S a 1 m a n a s a r za-man•da büyük bir varl ık gösterdiler. Asurlular ikinci Adad-narari (saltanat ı : M. Ö. 911 - 891) zaman ında Babilorlya üzerindeki hâkimiyetini kabul ettirdi. İkinci A s s u r b ani p al (saltanat ı : M. Ö. 884 - 859) ise Akdeniz'e ula ş t ı ve Fenike şehirlerini himayesi alt ına al-dı . Bu devletin bundan sonraki büyük şahsiyeti ikinci Sar gon' dur. Bütün Ön - Asya'ya sahip olan ikinci Sargon (saltanat ı : M. Ö. 722 - 705) imparatorluğu düzene koydu. Korkutma ve y ı ldırma usulü devletin bir prensibi gibi devam ettirildi. O, M.Ö. 722 y ı lı nda baş -şehirleri Kudüs olan Y a h u d a Devleti 'yle ba ş - ş ehirleri Kudüs gibi bir kara ticareti merkezi haline gelmi ş Sameriye (Samarie) şehri olan İ s r a i 1 i y e Devleti aras ı ndaki kanl ı boğ uşmalardan faydalanm ış t ı r. Bunlardan

(5) Bu Nabukodonosor, M ı s ır firavunu Nehao'yu (Saltanat ı : M.Ö. 609-594) M.Ö. 605 yı l ında, daha babas ı Nabupolassar' ın veliandi iken Kade ş meydan sava-şı nda yenmiş ti.

5

İ srailiye hükümeti, Yahuda Devletini s ıkış tırıp

kötü duruma dü şürdüğünden, çaresiz kalan Yahuda hükümdar ı , Asur kıral ı ikinci S a r g o n 'dan yard ım istemi ş , S argon, Asur ordulariyle

Suriye'yi geçerek Sameriye üstüne gitmiş ş ehri kuşatıp M ı sır fir'avunu ile

işbirliğ ine çal ış an hükümdar ı esir ve şehri harap etmi ş ti; halk ım kaldırıp

başka yere sürerek yerlerine Bâbilliler, Araplar ve Hititler yerle ş tirdi.

Bu şekilde bir yerin halk ını sürüp yerlerine ba şkalar ını getirme i ş i yenilmiş milletin direncini k ı rmak için metodlu bir şekilde tatbik edilen bir âdetti. Direnmeksizin hemen tâbi olan yerli k ırallar Ninova'n ın uyruğu oldular;

öldürülen diğer k ırallar yerine de Asurlu valiler tayin edildi ve Asur ül-kesine kat ıldı lar. Fırat nehrinin kilid noktas ı olan Karkemi ş 'ten sürülen

yerli halk ın yerine Asurlular yerle ştirildi. K ı br ı s K ı r al ı Asur'a

bağ l ı bir kwall ık oldu. Sur hariç bütün Suriye k ı y ıları Sayda k ı ral ı mn ida-resinde bir uyruk k ırallik halinde birle ştirildi. S a r g o n Babilonya kı -

ral ı unvan ını aldı . ön-Asya'ya önem verildi. Y ı lda bir kaç mahsul veren bir ziraat yapmak için kanallar, su depolar ı yap ı ldı . Memleket içinde ticari değ iş - toku şu art ı rmak için pazarlar düzene kondu. Fenikeliler ve K ıbrı slı -

lar taraf ından yap ı lıp organize edilmi ş bir armadan ın hizmete sokulduğu Basra Körfezi'ndeki deniz ticareti canland ır ı ldı . Bütün imparatorlukta bü-yük iş lere giri ş ildi. Ninova, hayvanat ve nebatat bahçeleri kurulmak sure-tiyle büyük bir ba ş -şehir oldu. Muazzam bir kütüphane, Sargon' un aratt ığı bütün Babilonya kitaplar ı n ı kendinde toplad ı . Kı rall ı k sarayı Ba-bilonya biçimine göre yap ı ldı . Devlet idaresi Babilonyal ı kâtiplere verildi. Sargo n Babilonyada, takvimi, tart ı ve ölçüyü, bilim ve hukuku dü-zenledi. Böylece yüz y ı l içinde yep-yeni bir anlay ış ta muazzam bir kara imparatorluğu kurulmuş oldu. S .a rgon imparatorluğu, Mezopotam-ya - Basra Körfezi - Suriye mihver olmak üzere bir iktisadi birlik haline getirmeğe çalış t ı . Fakat bu ekonomi düzeni ayakta duramad ı ; zira bu ik-tisadi düzenin ayakta durabilmesi, Hind ve batı dünyası ile ilgili milletler aras ı bir mal değ iş - toku şuna dayan ıyordu ki, bu iki faktörü Ninova k ı rall ığı daima kendi elinde tutam ı yordu. Gittikçe zay ıflayan dev-let M. Ö. 612' - 609 y ı lları aras ında yap ı lan savaş larda iyioe kuvvetten dü-şerek son, Asur kı ralı Asur-Ballit devrinde Med k ıral ı K e - yaksar ile ikinci Babil devleti hükümdar ı Nabu-Polassar bLrleş ip, Asurluların baş -şehri olan Ninova'ya yapt ıkları saldırış sonunda ortadan kalkm ış t ı r ki, iki müttefik devlet ortak zaferlerinden sonra arala-rında anlaşı p Medl e r, as ıl Asur ili'ni, Babilliler de Sine-ar'ın geri kalan parçasiyle Suriye'yi ülkelerine katt ılar (6).

(6) Jacques Pirenne, Les Grands Courants de L'histoire Universelle, Neuchatel, 4. başı , 1947, I, 91 vdd. M. Ş . Günaltay, Yak ı n Ş ark, Ankara, 1937, ss. 552 vdd,

6

Buraya kadar saydığı mı z devletler, Arap Yarımadası 'ndan kuzeye ç ı -kan kavimlerle Mezopotamya'n ın mali olmıyayn ilk sakinlerinin yüzy ıllar-

ca süren ortak ya şayış ve nesil karış malar ı sonunda çe ş itli yerlerde ve za-

manla türeyen sanal' kavimlerdir. Arap, Yahudi, Arâmi, Süryâni, Fenike ve

Habeş dillerini konuşan halk ın da dahil bulunduğu bu sami topluluklar

(7) bu ilk devirlerden hemen sonra ayr ı ayr ı milletler halinde da ğı ldılar

yurt tuttular. Ş imdi burada samilerin ba ş tipi say ı lan ve islâmiyetin ara-

larında ortaya ç ıkıp yay ı ldığı Arapların (8) islâmiyetten öp.ceki siyasal

ve toplumsal hayatlar ından k ısaca bahsedece ğ iz. Arap soyundan olan en

eski devletler, yar ımadanın hemen hemen en verimli ve en güzel iklimine

sahip yerlerinden biri olan Yemen bölgesinde kuruknu ş lard ır. Ş imdi bura-

da, Yemen'de kurulmu ş olan bu eski Arap devletlerini gözden geçireceğ iz.

MAİN (MİNA) DEVLETI (AŞAĞ I YIJKARI M. Ö. 1400 - 700)

Arap soy bilginleri en eski Arap halk ın ın A d, S e m u d ve

İ mlik yani Am al i k a (9) olmak üzere bugün ortadan kalkm ış topluluklar olduğunu kabul ederler; bu itibarla bunlara as ı l Araplar ma-nası na arab al-arba derler. Şüphesiz bu bilginlerin bu konudaki bilgileri-nin büyük bir k ısmı Tevrat hikâyelerine dayan ır. Am a l i k a' -nın, Mı sır'da 15-17. sillâleyi te şkil eden Ş a s o 1 a r' ın yani H i k - soslar' in cedleri oldu ğu da san ı lmaktad ır.

Gene bu bilginlere göre, güneye inmi ş olan N u h ' un torunların-

dan K a, h t an (veya Yaktan)'dan (10) türemi ş toplulukların arab al-arba'larla kar ışmalar ı ndan, arab al-musta'ribe denen ve Yemen'de hüküm sürmü ş eski Main (veya Mina), S e b a', H ı my er Hah. gibi

(7) Samiyat bilginleri sami dilleri gurubunu dört k ısma ayır ırlar: I — Doğu sami dilleri: Babil ve Asur dilleri. II—Kuzey Sami dilleri: Amurru ve Aram dil-leri. III— Bat ı sami dilleri: Ken'anca, İbranca, Moabca ve Fenike dilleri. IV — Güney sami dilleri: Main, Seba, Habe ş , Arab ve Muhre dilleri. Bak. A. Cevat, Tarih ül-Arab Kabl el7islânı , Bağ dad, 1951, I, 150.

(8) Arab kelimesi tarihte ilk defa Babillilerin Amurru (Bat ı halk ı = Fırat nehrinin bat ı sında olduklar ından) dedikleri m ıntakada oturanlara Aribi (bat ı lı ) ş eklinde verilen bir add ır ki Sami dilindeki badiye kelimesine tekabül eder. M ı -s ı rl ı lar ise çöl halkı anlam ına olarak Ş aso, İ braniler doğu halkı derlerdi. Bundan önce ad ı geçen eser, I, 169 - 185. Muhammed, Mebruk Nafi', Asr ma Kabl Mısır ikinci bask ı , 1952 ss. 15 vdd. ve C. Zeydan, el-Arab Kabl el- İ slam, Kahire, 3. bas ı , 1939, ss. 34 veld,

(9) Son yıllarda yapı lan incelemelerle milâttan 3000-2500 y ı l önce Sumerler'in, kendilerinden tap ınaklar ı için ta ş , maden ve kereste ald ıkları Meluh kavminin ve Tevratta say ılar XXII, 20 de ad ı geçen Amalek kavminin de bu Amalika oldu ğu Sumer tabletlerinin ifadesiyle aç ıklanmış t ır. C. Zeydan, bundan evvelki notta ad ı geçen eseri, ss 50_57, ayr ı ca, Ali Cevad, Tarih ül-Arab Kabl el- İ slam, I, 263.

(10) Kahtan b. â.bir b. Ş alih b. Erfahşad b. Sam b. Nuh,

7

devletler meydana gelmi ş tir. Bu yüzden bu güneyli devletlere Kahtanl ılar

denir. Hicaz bölgesi araplar ının, da Ibrahim Peygamber o ğ lu İ s -

mail Peygamberin torunlar ı ndan Adnan' in soyundan üredikleri

kabul edilir. Bu yüzden bunlara da Adnanl ı lar, veya ayn ı soydan olan

Maad'a veya Ni zar'a nisbetle Maadl ılar veya Nizarl ı lar denir

Araplar ı n güney arapları veya kuzey araplar ı diyey ikiye bölünmü ş olmalar ı kesin bir olayd ır. Ancak Hz. M u h a m nı e d ' den çok evvel

kuzey taraflar ında çoktan yerle şmi ş Yemenli araplar bulundu ğu gibi gü-

neye yerle şmiş Adnanl ı araplar da vard ı . Yemenliier'in kuzeye ç ıkıp yer-

leşmeleri yemendeki sedlerden baz ılarının yıkı lmas ı üzerinedir.

M ı s ı r, Bâbil, Asur, Ibrani, Yun an, Roma ya-zı lı eserlerinden faydalan ı lmad ığı çağ larda eser yazm ış olan eski arap ta-

rihçileri Maan (sonralar ı Main ş eklinde telâffuz edilmi ştir) kbrallığı , ya-

hut başka bir deyimle M i n a devleti hakk ında tek bir kelime da-

hi bahsetmemektedirler. Hem danr nin "Kitab ül-İklil" adlı eserin-

de Yemen'de sadece Main ve Brakş adlariyle kaydetti ğ i iki mahfed'den

bahsetmi ş tir (11). Zaman ımı zda oriyantalistlerin ke şifleriyle tarihleri iyice aydınlanan ve ba ş -şehirleri Karnus olan bu devlete dair eski Yunan tarihçilerinden Strabon, Plinius, Dionisyos ve Bat-

lamyos pek çok bilgi vermi ş ler fakat buna ra ğmen tarihçiler Main'in neresi olduğunu bir türlü kestirememi ş bu devlete ait hiç bir eser ve ören bulamam ış lar hattâ baz ı lar ı yunanl ıların Minaei sözüyle Mekke yak ı nındaki Mina'da oturan halk ı kastettikleri zann ında bulunmuş lard ı ; fakat ünlü oriyantalist J o s e p h Halevy 1869 y ı lında Sanıedn ın doğusunda (Cof güneyinde) Main ş ehri örenini bulduktan sonra bütün şüpheler or-tadan kalkmış tır. Daha sonra Edward Glaser ve ba şkaları ta-raf ından yap ı lan inceleme ve kaz ı larda yüzlerce yaz ıt bulunmuş ve bunlar sayesinde eski yunan yazarlar ının bahsetmedikleri Mainliler hükümdarla-r ının ve tanrı larm ın adları , halkı n âdetleri ve ya ş ama durumlar ı tesbit edilebilmiş tir.

Milâddan 2000 y ı l evvel eski Bâbil yaz ıtlarında Magan veya doğu Ara-bistan'da Mani" adli bir k ıral ın adi geçer. Magan kelimesi Arapçadaki Maan'ın Sumercedeki ş ekli gibi görünüyor. Yaz ı tlarda Maan ile birlikte, ,

daha ötede bir Meluh d ∎ yarından bahsedilmektedir ki bu bölgenin, orta ve kuzey-bat ı Arabistan' ı içine almış olması düşünülebilir. Sümerler, gerek

(11) Hemdarı i, man Ahbar el-Yemen ve Ensab- ı Hımyer, Muhibbüddin el-Hatib ne ş ri, Kahire, 1368, ss. 61, 91. Ayn ı yazar ın 1931 de Bağclad'da bas ı lan ayn ı addaki eserinin 8. cüzünde, ss. 46, 124-128.

8

Maan'dan gerek se Meluh'tan, tap ınaklar ı n ın yap ımı için kereste, ta ş , ma-

den gibi ş eyler al ı yorlard ı .

Mainliler'in dini, siyaysi ve içtimai hayatlar ı na, hükümdar ve tannla-

nal ın adlar ı na dair yaz ı tlardan ç ı kar ı lan bilgiye göre bunlar ı , Irak Amali-

kas ından yani çöl Araml ılar ı 'ndan saymak ihtimali daha kuvvetli :%rillü-

yor; çünkü çöl Araml ı lar ı birinci Bâbil devletinin ortaya ç ı kışı ndan önce

Arap Yammadast'mn yukan taraflar ı nda oturuyorlard ı . Bunlardan bir

bölüğü sonra Bâbil bölgesine yay ı l ıp Birinci Bâbil Devleti' ni

teşkil etti. Son ihtimale göre Mainliler'in dip dedelerini de bu i ş te or-

taklığı olan kabileler aras ı nda sayabiliriz. Bu takdirde Mezopotamya böl-

gesinde Birinci Babil Devleti y ı kı ldıktan sonra (M. Ö.

XIX. yüzy ı l sonlar ı ) Mainliler'in dip dedeleri oralardan cekilerek kendi medeni ölçülerine uygun bir ya şama yeri bulmak üzere Arabistan'ın güne-

yine inmi ş yerle şmiş olabilirler ki bu yeni yurtlar ında yerleş tikten son-

ra Mezopotamya'da oldu ğ u gibi saraylar, mahfedler te ş kil etmiş lerdir ve

çevrenin gereklili ğ ine uyarak ticarete ba ş lamış lardır. Ticari hesaplar ı nı veya siyasal bağı ms ı zl ı klar ın ı derleyip düzenlemek için al ış - veri ş bak ı -

m ından kendileriyle tan ı s ı kl ık peyda ettikleri Fenikeliler'in ebced harfle-rini kullanmağa baş lamış lard ı r. Bunlar ın, çivi yaz ı s ını bı rak ıp Fenike ya-zısını kullanmağa ba ş lamalar ı n ın sebebi Fenike yaz ı sının daha kolay ve

ticaret i ş lerinde yayg ı n bir durumda oluşu idi. Fenike yaz ısı Main-liler elinde geli şmiş ve bu gelişmeden H ı m y e r 1 i yaz ı sı ortaya çıkmış t ı r. Seba yaz ısiyle Habeş yaz ısı da sonradan Mainlil e r' in bu yazı sından alı nmış tı r.

R. D u s ,s a u d ' ya göre Main yaz ı tlarm ı n yaz ı lışı tarihleri M. Ö. 800 y ı llar ını pek geçmemekle beraber H o m m e 1, Otto Veber, W i n c 1 e r gibi bilginler Mainliler'in Milâddan (1400) y ı l evvel, Ye-men'de medeniyet .kurmu ş bir devlet olarak kabul edilebilece ğ i fikrinde-dirler. Bunlar, ileride söyleyece ğ imiz üzere Fenikelil e r gibi ça-lışmalarını ticarete dayayan bir devlet idiler. Bu maksatla tâ kuzeye Aka-' be körfezi dolaylar ı na kadar ç ı kmış lar ve Medyen (Midien)'i koloni yap-mış lard ır. Gene bunlar ın, Mehre ad ı verilen güneydeki günlük sahillerin-den aldı klar ı Arabistan ürünlerini ve Hindistan ile Çin'den, gelen ticaret mallar ın ı Suriye Filistin (Ebir-Nari)'e, M ı s ı r'a, Asur ülkelerine götürüp sattıklar ı nı biliyoruz. Bunlar ı n ilk baş -ş ehirleri Main idi. Daha sonra bu baş -şehir Strabon'un bildirdiklerine bak ı lı rsa Karna'ya çevrilmi ş tir (12).

(12) Main devletinin Main ş ehrinden sonra ba şş ehri olan Karnavu ve Yasil,

güney Arabistandaki Cofta San'a'n ı n kuzey doğusunda ve Ma'rib'in kuzey bat ı -

s ında bulunmuş olmal ı .

Hemen ş imdi inceleyeceğ imiz gibi Yemen'de bu devletten sonra. Sabahlar

devleti kurulmu ş tu:. Sebal ı lar' ın dvam ı n ı da H ı m y er l i l e r te şkil

etmiş lerdir. Yukar ı larda söz açt ığı m ı z buralarda yap ı lan son arkeolojik

ara ş tırmalarda ele yeçen yaz ı lı ta şlardan anla şı ldığı na göre bu devletler

aynı halk topluluğunun vücuda getirmi ş olduğu devletler olup, devlet ad ı -nın, değ işmesi sadece saltanat süren hükümdar soyu de ğ iş iminden ibarettir.

Main devletinde k ı rall ı k babadan oğula geçiyordu.

Bu devlet, daha doğ ru bir deyimle bu hükümdar sülâlesi siyasal erkini ne zamana kadar devam ettirdi? Bu soruya kesin ve aç ı k bir cevap vermek

çok .güç görünüyor. Fakat herhalde M. Ö. VII. yüzy ı lın başı ndan 'evvel

ortadan, kalkmam ış lard ı ; esasen Mainlile:'in son ça ğ lariyle Sebal ı lar' ın ilk

çağı birbiriyle kar ış mış durumdadır. Bu devirlere ait yaz ı tlar ın incelen-

mesi M a i nliler' in Milâddan önce 750 - 650 y ı lları aras ı nda sona

ermi ş olduğunu göstermektedir.

SEBALILAR DEVLET/ (M. Ö. 700 - 115) (13)

Eserlerinde do ğ ru olsun söylenti halinde olsun M a i n 1 i 1 e r hak-

k ında tek kelime ile dahi bilgi vermiyen Arap yazarlar ı Sebalı lar'dan örtü-

lü bir ş ekilde bahsetmi ş lerdir. Eski Yunan tarihçileri Yemen dolaylannda-

ki Mainliler, Sebal ı lar, Katabanl ı lar, Hadramavt-

l ı lar , K a ri 1 i 1 e r 'den bahsetmekle beraber, hükümdarlar ı= adlar ı hakk ında bir ş ey demend ş lerdir. Yaln ı z Strabon, Sebahlar' ın sosyal ve eko-nomik durimlanna dair bilgi vermi ş , baş -ş ehirlerinin Maryaba, yani Meerib ş ehri olduğunu söylemiş tin. Sebal ı lar' ın as ıllar ı da Mainliler'inki gibi kesin surette halledilemenr■ ş tir. Arap yazarlar ı Sebal ı lar' ın, Tevratta N u h ' un oğ lu ,S3,111 torunlarından Y aktan ile ayn ı ş ahin olduğunu kabul ettikleri K a h t an' dan indiklerini iddia ve bunlara arab- ı mutaariribe adı nı verirler (14). Arap tarihçilerine göre fKahtan, Yemen halkın ın dip dedesidir. M. S. XIX. yüzy ı lın sonlar ına doğ ru Yemen'de yap ı lan ara ştı r-malarda ortaya ç ı kan Main yazı tlarında Sebal ı lar, Havlan adl ı ba şka bir kabile yan ında, daha Yemen kuzeyinde dola şan ve Necran'da Akabe körfezi dolaylar ında bulunan Petra yak ınındaki Maan şehrine (bugünkü ra-dün, k ı -

(13) C. Zeydan bu devleti M.Ö. 850-115 y ı llar ı aras ında yaşamış kabul ediyor,

el-Arab Kabl el- İ slâm, ss. 111.

(14) İbn-i Hiş am s ı raladığı soy kütüğünde Sebal ı ları ve onlar ın devam ı olan

Himyerlileri "Kahtan oğ lu Ya'rub oğ lu Yeş cub oğ lu Sebe' oğ lu. Himyar kabilesi"

ş eklinde kayd ediyor ve "buradaki Seba'n ın adı Abdüşş ems idi. Arablarda ilk Sebi

yani yağma, Abdüşş ems taraf ı ndan yapı ldığı için kendisine Sebe' lâkab ı veril-

miş tir" diyor. Sire, Kahire, 1936, I, 11. Burada ad ı geçen Himyer'in bir ad ı n ın da

Arencec olduğunu kaydediyor. Ayn ı eser, I, 20.

10

rallığı güney s ın ırlar ında) giden yol üstünde, bask ınlar yaparak ticaret

kervanlann ı rahats ız eden göçebe bir a ş iret gibi gösterilmektedir.

Asur Krall ığı çağı na ait yaz ıtlarda da M. Ö. 700 y ıllarına

doğ ru Yis'i-amara adl ı bir Seba k ı r al ı 'ndan bahsediliyor. Bu

belki eski Seba devrinde de raslad ığı mı z rahip-k ırallardan biridir. Asur

kıran ikinci S a r g o n (saltanat ı : 822 - 705) devrine ait olan bu yaz ıt-ta k ıral S a r gon'a cizye veren uluslardan söz ederken bu Seba ki-ral ı Yis'i- am ara da say ı l ıyor. Bu kay ı t ikinci S argon' un

Yemen'i ele geçirdiğ ini isbat etmez. Böyle oldu ğuna yani Yemen'i ele ge-çirdiğ ine dair hiç bir belge yoktur. Seba Devleti, F enike-liler gibi ticari bir hüldımetti. Kuzey Arabistan ticareti bunlar ın elle-

ri•de idi. Yemen'den kalkan ticaret kervanlar ının kuzey Arabistan yoluy-la Akdeniz k ıyı larına geçebilmeleri ve bilhassa o zaman çok önemli bir ti-caret mahreci olan Gazze'ye geçebilmeleri için bütün o bölgelere hakim olan ikinci S a r g on' dan izin almalar ı veya para ödemeleri gerekiyordu ki ad ı geçen ve cizye veren devletleri sayan belgenin mahiyeti bu olmal ı .

Bu Seba k ıralı o zaman herhalde orta Arabistan'da oturuyordu. Öte yandan söylentilerin İsrail k ıran. Süleyman' la (saltana-

t ı : M. Ö. '973 - 933) çağdaş gösterdiği Seba melikesi hikayesi tarihi olaylara pek uygun dü şmemektedir; yahut da bu Belki s, Se-ba melikesi değ il belki Asur yazıtlannda adlar ı geçen ve kuzey Ara-bistan'da yaş am ış olmaları muhtemel bulunan Aribi k ı raliçelerinden biri-dir. Yemen'de Belkis adl ı kıralkeye H i m yerliler devrinde Belkis binti Hedhad ad ı alt ında ve Miladi 330 - 345 y ı lları arasında hüküm sürmüş olarak görüyoruz ki h ıristiyanl ığ a yeni girmiş olan Habeşlilerin Yemen'e sald ınş lan bunun zaman ında vuku bulmuştur. Bu kad ınla bundan 13 - 14 yüzy ı l önce ya ş amış olan. Israil k ı ral ı Süleyman aras ında bir ilgi olamaz; Yemen'deki Seba devleti en erken M. Ö. VIII. yüzy ı lda ku-rulduğuna göre a şk hikayeleri dillere destan olan Belkis'in Seba melikesi olmas ı bile uzaktır (15).

Yemen'de ortaya ç ı kar ılan yazıtlardan bir çok Seba hükümdar ı adı öğrenilmiş tir. Bu ad ve lakaplann kar şı laş tır ı lmasından, Sebablar' ın, evvela. bir beylik veya dini ba şkanlı k teşkil ederek daha sonra bu çekirdekten bü-yük bir hükümet te şkil ettikleri san ı lmaktadır. S ebal ı lar' ın bu

(15) Bu, belki de bir Main k ıraliçesi idi? Hondmir, meşhur eserinde Süley-man' ın Yemen'e gittiğ ini, o s ırada Belkis'in Seba'da k ı raliçe bulunduğunu ve ikisi aras ında aş iltarıe maceralar cereyan ettikten sonra evlendiklerini uzun uzun an-latı r: Habib üs-Siyer, Tahran, 1333 H. ş . I, 123 vdd. Tarihi olaylar ve kronolojik bağ larla hiç bir uygunluk göstermeyen bu efsanevi hikayeyi, J. Starcky de incele-meden ve karşı laş tırmadan naklediyor, bak. Palmyr, Paris, 1952, sS. 30.

11

geniş lemeleri, eski sald ırgan uluslar ı n yapt ı klar ı gibi saldı rma yoluyla

değ il ticari geli şme ile olmu ş tur. Seba hükümdarlar ının yazı tlar ında diğ er eski Çağ lar hükümdarlar ına ait yazı tlarda olduğu gibi sald ı rd ım, üstün çıktım, cizyeye ba ğ ladım, çapul ettim gibi sözler görülmez; tersine olarak yap ı yapt ım, vakfettim, onard ım gibi kelimeler vard ı r. Bunlar Seba'da oturan bir beylik iken, sonra Sarvah' ı ele geçirip baş - şehir yapm ış lar, da-ha sonra da Ma'rib ş ehri bu ödevi üzerine alm ış tı r. Yaz ı tlarda geçen hü-kümdar lâkap ve ünvanlar ına göre Sebal ı lar' ı n ba ş l ı ca iki devir geçirdikle-ri anlaşı l ıyor: Birinci devirde hükümdarlara "mekrup" veya `mukarrib" yahut "mukarreb" deniyordu. Bunlar ilk devirlere ait rahip-hükümdarlar-dı rlar. Bu birinci devir M. Ö. 700 - 500 y ı lları aras ına rastlar. İkinci devir-de yani Sebal ı lar' ın H i m y er 1 il er devleti şekline gelmesine ka-dar süren M. Ö. 500 - 115 y ı l ına kadar Ma'rib hükümdarlar ı resmen Seba k ı ralları adı na ta şı rlar. Ş imdiye kadar ele geçen yaz ı tlardan 27 kadar Seba hükümdarlar ın ın adı öğ renilebilmi ş tir. Bunlardan 15 i ilk devre yani mu-karrib ünvaniyle tan ı nan rahip-hükümdarlar devrine, 12 si ikinci yani Se-ba hükümdarlar ı devrine aittir.

Seba devleti daha sonra Zofar adı nı alan ve o zaman Yemen'in en bü-yük eyaletlerinden birini te şkil eden Reydan' ı ülkelerine katmış lardı r.

K ı rall ık taht ı Main devletinde oldu ğu gibi bunlarda da babadan o ğ u-la geçerdi.

Main devletinin ortadan kalkmas ından sonra (M. Ö. 750 ile 650 aras ı n-da) bunlara ait bulunan Midian• (Midyen) sönı ürgesinin Sebal ılar taraf ın-dan devir al ınmış olmas ı tahmin ediliyor. Tevrat ın bazı bendleri bu tahmi-ni doğ rular görünmektedir (16).

Seba devleti zaman ı nda yap ı lm ış en önemli işlerden biri Ma'rib •seddi de denilen Arim Seddi'dir. Bu sed Serat s ı ra dağ lar ı nı n bir uzant ı s ı aras ın-da yap ı lmış tı . Arim, Hımyer lehcesine göre sed demektir. Arim seddi Ma'rib yak ı n ı nda olduğ undan• Marib seddi diye amili-. Ma'rib'in bir ad ı da Seba'd ı r, bu itibarla buna Seba seddi de denir. Bu seddin hangi Seba k ı ral ı zaman ın-da yap ı ldığı veya yap ı lmağ a ba ş landığı — her ne kadar ele geçen yaz ı tlar-da bazı ayd ı nlat ı cı kay ı tlara rastlanm ış sa da — kesin olarak bilinmiyor. Bu sed milâdi alt ınc ı yüzy ı lda onanld ığı anla şı lmakta ise de ondan sonra bir daha onanlamam ış , islâmiyetin ortaya ç ı kmas ı ndan biraz önce y ı k ı l-mış tı r.

Seba d e v l e t i hükümdarlann ın da, kendilerinden evvelki Main

(16) Tevrat,Eremya bab VI, 20 (M.Ö. 620 ye do ğ ru); Hezekiyal, bab XXVII. 22 ve bab XXVIII. 13 (M.Ö. 580 y ı l ına dogru) ve Ye ş ua, bab, LX. 6 (M.Ö. 500 y ı l ı na doğ ru)

12

devletininkilerde oldu ğu gibi ve onlar ınkinden farklı lâkab ve ünvanlar ı vardı ; bu iinvanlar, ulu anlam ına gelen (Vitar), mümtaz anlam ına gelen

(beyyin), ş erif anlam ı na gelen' (Zurah), güzel anlam ı na gelen (yuhen'am)

ve sami anlam ına gelen, (yenuf) tur (17).

Yukarı da bahis konusu ettiğ imiz üzere eski doğu devletlerinin çoğunda

gördüğümüz gibi bu devlette de saltanat ın kad ınlara da geçti ğ ini anlıyo-

ruz. Bu Seba devletinin bir k ıraligesinin ( B e 1 k i s' in ) İsrail Kı ral ı Süle y man ile münasebet peyda etmi ş olmas ı tarihi gerçeğ e uymadığı

halde bütün eski tarihçiler bundan bahsaderler. Meselâ Hondmir de ünlü eserinde ad ı geçen İsrail k ıral ı S ü 1 e y m a n., ' ı'n (Süleyman peygam-

ber) Yemen'e gitti ğ ini, o s ırada B e 1, k i s ' in Seba k ıraliçesi olduğunu

ve ikisi aras ı nda uzun a ş k maceralar ı geçtikten sonra evlendiklerini uzun

uzun anlat ır (18). HIMYERLİLER DEVLETI: M. Ö. 115 — M. S. 525

Milâddan önce 115 yı l ında Yemen'de, Kahtaniler'den olan Mainliler, Sebal ı lar gibi, H ımyerliler ad ı nı taşı yan bir hükümdar sülâlesi daha orta-ya ç ı ktı . Bu hükümdar sülâlesinin evvelâ Reydan ş ehrine hâkim olduklar ı , bu itibarla (Zu Reydan) ramiyle an ı ld ı kları anla şı lı yor. Daha yukar ı da da iş aret etti ğ imiz gibi Reydan, bugünkü Zofar'ın eski adı dır. H ı m y er - li 1 er evvelâ Kataban' ı ele geçirip, Seba hükümdar sülâlesi zay ıflayın-ca M. Ö. 115 y ı l ı nda Seb,a'y ı yağma, Ma'rib ş ehrini de ele geçirerek resmen Seba ve Zu Reydan hükümdarlar ı ünvan ı nı ald ı lar (19).

Hımyer kelimesi Habe şçe olup koyu renkli demektir. Milâttan 300 y ı l kadar sonra Hadramavt eğ emenliğ ini kaybettikten sonra, bu "Seba ve Zu Reydan k ıral ı " ünvanı bundan sonra uzat ı larak "Seba ve Zu Reydan ve Hadramavt ve Yemenat k ı ral ı " ş ekline sokuldu. Biraz sonra da "Seba ve Zu Reydan ve Hadramavt ve Yemenat ve bunlar ı n dağ ve Tihanw'deki Araplar ı k ıral ı " olmak üzere up-uzun bir ünvan halini ald ı . Milâdi IV. yüz-y ı l ortalar ında, k ı sa süren, bir Habe ş istilâs ından sonra bu uzun ünvanl ı k ırallar 375 y ı l ı ndan 525 y ı l ı na kadar elli y ı l aral ı ksız olarak saltanat sür-düler. 525 y ı l ı nda Habeş li Aksumlular bunlar ın yerine geçtiler. Habe ş liler de sami topluluğuna, dahil bir millettir; fakat bugün Habeş istan denen bölgeye sami göçünün ne zaman ba ş ladığı doğ ru ve kesin olarak bilinmi-yor. Herhalde M. Ö. V. yüzy ı ldan daha sonra olamaz. Habe ş liler'in ulusal gele•ekleri k ı rall ı klar ın ın baslangı c ı m, aş ağı yukar ı M. O. X. yüzy ı la ç ı -kar ıyor; bununla beraber hükümdarlar ı olarak gösterdikleri M e n i 1 e k

(17) C. Zeydan, el-Arab Kabl ss. 111.

(18) Hondmir, Habib üs-Siyer, Tahran, 133 Hs. I, 123 vdd.

(19) İgn. Guidi, L'Arabie AntAislainique, Paris, 1921, ss. 65.

13

(Menelik) den sonra (nekadar sonra oldu ğu belli değ il) Z o s k al es adındaki bir k ıral ın hâkimiyet sahas ını geniş lettiğ ini biliyoruz. Bunlar ora-da sonra K a u ş u (Kaouschou veya Kouchite) ırk ıyla karış t ı lar. Ha-beş liler siyasi ilgilerini kesmeden devam ettirdikleri eski yurtlar ı na yani

Yemen'e türlü f ı rsatlarla geri gelmi ş lerdir ; bu defa ise Kau ş u' lar ı r-kıyla karışı p esasl ı bir değ iş ikliğ e uğ radıktan sonra geliyorlard ı (20).

H ı myerliler, Mainliler ve Sebal ı lai.- gibi s ırf ticaretle uğ ra ş an, bar ış içinde yaş amağı ön planda, kabul eden bir soy de-

ğ ildi. Bunlar savaş çı idiler, bu soydan inen hükümdarlar aras ında Arabis-tan'da bir çok yerler ele geçiren İ ra:nl ı lar ve Habe ş liler ile sava ş lar yapan k ı rallar vard ı . H ımyer k ı rallar ı ndan baz ı lar ı Tubba lakabiyle an ı lı rlar. Bu

kelime de Habe şçe olup "kuvvetli, kudretli" manalarma gelir. Ibn-i Hi ş am "Sil-e" adl ı eserinde tarih söylemeden ve daha zi-

yade eskiden beri devam edip gelen söylentileri do ğ ru kabul ederek H ımyer-liler tarihi hakk ında çok uzun bilgi vermekte, bilhassa Yemen'e yap ı lan Habeş saldır ışı n ı ve bunlar ın Kuzeye Kâbe üzerine, peygamber Hz. Muham-med'in dedesi Ş e y b e (Abdülmuttalib) zaman ında yapt ıklar ı yürüyü-şe dair geni ş bilgi vermektedir.

Ibn-i Hi ş a m, H ı myerliler'in son hükümdarlar ının zalimlik- lerini, Yemen'e yahudiliğ in ve h ı ristiyanlığı n sokulu şunu, L a h n i a Z u Ş e n a t ı r adı yla anı lan ve hükümdar sülâlesinden olm ı yan bir zorban ın hükiimdarlığı ele geçirip ahlaks ı zea i ş lere giri ş tiğ ini bu L ahnia' n ın kötülüklerini ortadan kald ı r ı n kendisini yokeden kahraman Zur'a' n ı n yani Zu Nüvas' ı n Yahudi dinini benimseyip Yemen ülkesine yay ı - şı nı bu dini kabul etmiyenleri uhdud ad ı verilen içi ate ş le dolu hendeklere att ı rdığı nı uzun uzad ı ya anlat ı r ve bundan sonra Habe ş saldırışı nın baş - ladığı nı söyler ki (21) yazar ı n verdiğ i bu bilgi sonradan ele geçen yaz ı t- lara uygun dü şmektedir. Hakikaten bu son kay ı tlara göre M. 525 y ı lında Yemen'e hakim olan Habe şliler'in (22) Ma'rib seddini onarttı kları anla şı - l ıyor. Gene bu yaz ıtlara göre Ma'rib seddi M. 542 - 3 y ı llar ında y ı k ı lını stır.

Yemen'e Habe ş sald ı rı sı hexhalde daha Sebal ılar soyunun güçlerini, nüfuz kudretlerini elden ç ı karma durumuna dü ş tükleri son devirlerde ba ş -

(20) Ayn ı eser, ss. 69 vdd.

(21) İgn. Guidi, Zu Nüvas' ı n M. 500 yı llar ı nda hâkimiyeti ele geçirdi ğ ini yazıyor. Bundan evvelki notta ad ı geçen eseri, ss. 73. Uhdud olay ı ve Zu Nüvas hakk ında bak. İbn-i Hişam, Sire, I, 30. vdd. Ayn ı olaylar hakk ında bak. Taberi,

Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Ankara, 1955, I, 1148.

(22) O zamanlar başş ehirleri Aksum olduğundan Habe ş lilere Aksumlular de-niyordu. Habe ş k ı ral ı yerine Aksum k ı ral ı tabiri kullan ı l ıyordu. bak. İ slam An-siklopedisi, Arabistan maddesi.

14

lamış bulunuyordu. Zeyla' (Adulis) da ele geçen bir yaz ı tta neca ş inin (23)

Milâdm ikinci yüzy ılı baş larında Yemen k ıyı lar ına saldırdığı söyleniyor.

Habeş liler Milâdın üçüncü yüzy ı lı sonlarında yeniden Yemen'e sald ırdı lar.

Yemen ve Tihamdnin baz ı yerlerini ele geçirerek Habe ş istan'la Arap ya-

rımadas ı arasındaki ticareti kolayla ş tı rdılar. Bundan elli y ıl sonra Ha-

beşliler Yemen'e tekrar sald ırıp bütün Yemen'i ele geçirmi şlerdir. A k -

s u m ln 1 a r ' ı n, Milâdırt 345. y ı lında Yemen'e yapt ıkları saldırış , mey-

dana getirdikleri etki bak ımından çok önemlidir. Habeş liler bu tarihten, az

önce F r u m e n c e (Fromantos) adl ı bir rahibin gayretiyle h ıristiyan

dinine girmiş lerdi (24). Habe ş liler, H ıristiyanlığı Arap yarım adasında yay ıp yerleş tirmek hususunda Roma imparatoru büyük K o s t a n t i (ölümü: M. 337) 'in teşviki üzerine bu saldırış a geçmişler ve burada, hâki-

miyetin tekrar yerli hükümdarlara geçti ğ i M. 375 y ılına kadar kalmış görü-nüyorlar. Daha önceki durumlar ı bilmiyoruz amma hiç olmazsa bu devir-deki Hunyerliler hükümdarlar ı , Aksumlular' ın, uyrukları idiler.

Habeş lik,,r'in bu seferki Yemen istilâlarm ın sebebi sadece K o s - tantin' in h ıristiyanlığı n etrafa yay ı lmasını ve kökleşmesini kutsal bir ödev bilmesi değ il aynı zamanda Yahudilerin Yemen'de yeni yay ılma-ğ a, baş lam ış olan h ıristiyanlığ a ve h ı ristiyan halka kar şı tak ınd ıklar ı kötü dunundur. Hele Roma ikiye bölündükten sonra (M. 395) Do ğu Roma (Bi-zans) imparatorlar ı nüfuz ve ticaretlerini geni şletmek yolunda bir araç olarak kulland ı kları hıristiyanl ığı Arap yar ımadasında da yaymak ve ge-nelleş tirmek için büyük emek sarfetmi ş ler bilhassa Necran'da çok çal ış -mış lard ı . Necran ve Aden taraflar ına papasiar yollam ış lar ve Necran'da bir manastır yapt ı rmış lard ı . Necran Kâbesi diye tan ınan bu ziyaretgâhta pa-paslar ve din adamlar ı otururdu (25). '

(23) Necaş i Habeş dilindeki Necüs (bugünNegüs de deniyor) kelimesinin arab-calaş m ış ş eklidir. Necüs, Habeş dilinde k ı ral demektir. Arab yazarlar ı Iran ş ah-larma kisra, Roma ve Bizans k ırallarma da kayser derlerdi,

(24) Habeş istan' ın bu kadar erken h ı ristiyan dinine girmesi dikkate de ğer bir olaydır; zira h ıristiyan dini yüzlerce y ı l Roma hükümdarlar ı taraf ından takip edildikten sonra ancak M. 306 Roma'n ı n Galya eyaletinin merkezi olan Eboracum (bugünkü York ş ehri) da Roma lejyonu taraf ından Avgust ilan edilip M. 337 yı lında ölen büyük Kostantin zaman ı nda, M. 313 y ı lında meşhur Milan fermaniyle resmiyeti tan ınmış tı r ki bu tarihten 20-30 y ı l sonra Habeş istan'da da resmi din olarak , tan ınması sebebleri hakikaten üzerinde durulma ğa değer önemli bir i ş tir. İgn. Guidi, Necran ve Arabistan' ın sair yerlerindeki h ıristiyanlar ın monofizit mezhebinde olu ş larm ı bunların, Suriyeli monofizit misyonerler vas ı tasiyle h ı risti-yanlığ a sokulmuş olmalar ından ileri geldiğ ini kaydediyor. Bak. l'Arabie Ant6sla-mique, p. 73.

(25) C. Zeydan, el-Arab Kabl el- İsld,m, ss. 120.

15

M. 525 yı llarında, Yunanl ı lar' ın D e nı y a n, o s dedikleri son Hım-

yerli hükümdar ı Z u N ü v as' 1, Habe ş kumandanı Ebrehe yenerek

tahtından indirdi. Hattâ. E b r e h e daha sonra me şhur fili ile Mekke'-

ye kadar yürüdü. Bu sald ırışı n sebebi Yahudilikte çok ileri olan Z u

N ü v a s' m Necran'a sokillan hıristiyanlığı ortadan kald ırıp Arabistan' ı kurtarmak istemesidir. Z u N ü v as bu i ş için 523 yı l ı nda Necran'a

yürümü ş , Neeranl ılan, h ıristiyanl ık' bı rakarak Yahudi dinini kabul etme-

ğ e zorlamış t ı . Necranl ılar bu teklifi kabul etmeyince Z u N ü v as ba ş -

kanları n ı öldürdü mallar ın ı yağma etti. İçleri ateş dolu hendekler haz ı r-latarak h ıristiyanl ıktan dönmek istemiyenleri bu çukurlara att ırdı , Incil-

leriıı j yakt ırdı , kiliselerini y ıktırdı . İ b n_i H i Ş am' ın T bn-i

I s h ak 'tan naklen bildirdi ğ ine göre bu insan k ırımı nda öldürülenlerin

sayısı yirmi bini bulmuş (26). Gene I b n İ shak' ın anlattığı na

göre h ı ristiyanlardan D e v s Z u S a '1 e b an ad ı nda biri atım dört

saha sürüp uzakla şarak ölümden kurtulmuş ve çöl yolunu tutup arkas ından gelenlerin gözlerinden kaybolmu ş ve Bizans imparatorunun saray ına gidip huzura ç ı kmış (27) Z u N ü v as' ın hı ristiyanlara yaptıklarını an-lat ıp onun bu zulmünden kurtulmak için savaş yapmak üzere yard ım iste-miş ti. Kayser "memleketin buraya çok uzakt ır, fakat h ıristiyan olan Ha-

beş kıralına, sana yard ım etmesini yazacağı m; o sizin memleketinize daha yak ındır" cevabım verdi ve Habeş hükümdarına, ona yardım etmesi ve öcünü almas ı hususunda bir mektup yazd ı . D e v s, Kayserin mektubunu al ıp Habeş istan'a vard ı , necaş inin katına çıktı . Necasi, De vs ' le birlikte yetmi ş bin Habeş liden miite şekkil bir ordu yollad ı . Ordunun ba şı na, Ha-

(26) İbn-i Hişam, Sire, I, 37. Taberi ise bu ş ekilde işkence yap ı larak öldürülen Necranhlar ın say ı s ı nı onbin olarak kaydediyor. Tarih-i Taberi, Tahran, Kitap-hane-i Milli, numaram yazma, varak 210 A.

(27) Bu sırada Bizans taht ında birinci Jüsten (saltanat ı : M. 518 - 527) bu-lunuyordu. Bu, Bizansta kar ışı kl ıklar hakim oldu ğu bir s ı rada, muhafız k ı tas ı komutan ı iken tahta geçirilmi ş 70 yaş lar ında bir adamdı . Aslen Makedonyal ı olan Jüstinyen'in idare ile ilgisi olmay ıp Bizans devletini kendi nanuna erkek karde ş i-nin oğ lu ve kendi yerine tahta geçecek olan me ş hur Jüstinyen (saltanat ı : 527 - 565) idare ediyordu. Jüstinyen bat ı Roma'yı , bilhassa Papay ı memnun etmek için daha amcas ı zaman ında üç y ı l (M. 518-521) Aryus taraftar ı monofizit doğu h ı ris-tiyanlar ına karşı sert tav ır tak ı nmış tı . Gene monofizit tarikat ı nda olan Habeş kilisesi ile temas ı muhafaza etmesi, tahta geçtikten biraz sonra kendini aç ıktan açığ a "imparator ve papas" ilan eden- bu dindar hükümdar ın (diktatörün) hem siyasi hem de dini nüfuzu elinde bulundurmak isteyi ş inden ileri geliyor; zira do-ğuda siyasi ve manevi' birliğ i diriltmek için M ı sır'da, Suriye'de, Mezopotamya'da ve Ermenistan'da çok kuvvetli olan monofizitlerle iyi geçinme ğe çok dikkat edi-yordu.

16

beş lilerden E r y a t' ı komutan tayin etti. Bu orduda E b r eh e

el E ş r em de bulunuyordu. Er y a t, yan ında Z u S a' 1 e b an da bulunduğu halde denizi a ş arak Yemen k ı y ı lar ı na ayak bast ı . Z u N ü v a s, H ımyerlileri ve kendisine uyruk olan Yemen kabilelerini ala-rak Z a t ül-Aber denen yerde Er yat ' ın kar şı s ına ç ı kt ı (28). Z u N ü v as yenildi, ordusu peri ş an oldu; bu felâketi görünce at ın ı denize sürüp yitti gitti. Bundan sonra Z u N ü v as' tan hiç bir ha-ber al ı namadı . Eryat ise Yemen'e girip istilâ ederek h'alirn oldu (29).

C. Z e y d a n Habeş sald ırışı nın sebebini Arap kaynaklar ının bil-dirdiklerinden ba şka olarak şöyle yazıyor: Bizansl ılar H ı ristiyan dininin yayı lmas ı yoluyla doğuda sözlerini geçirir duruma geldiklerinden Bizans tüccarları n ın doğu mallar ı nı Basra körfezinden al ıp Kı zıl Deniz yoluyla Mı sır'a ve kendi ülkelerine, Avrupa'ya ta şı mak için H ımyerliler ülkesinden geçmek kolayla şmış t ı ; çünkü H ımyerliler eski kuvvetlerini kaybettiklerin-den Bizans tüccarlar ı nın bu geçi ş ine engel olam ı yorlar, onlar da Basra, Kör-fezi'nden ald ı klar ı Asya içlerinden gelme doğ u eşyaları nı Yemen ve K ız ı l De-niz yoluyla Habe ş istan'a ve oradan da Mısır'a ve daha ötelere ta şı yorlard ı . Bu durum, öteden beri Bizans' ı n baş rakibi olan İ ranl ılar taraf ından önlen-mek üzere Basra körfezine ordu gönderildi. Bizans k ırallar ı Habe ş liler ve Hımyerliler eliyle bu üstünlüklerini elde tutmak istedilerse de İ ran'a daya-nan ve güvenen H ımyerliler bu Bizansl ı tüccarlara sald ırmağa baş ladı lar ve doğu ticaretine engel oldular. Teofanes'in (Bizans tarihçisi: M. 750 - 817) bildirdiğ ine göre Habe ş liler ticaret yolunu emniyet alt ına almak için K ı zı l Denizi geçip H ımyerliler'e sald ırdılar, Yemen hükümdan Z u Nü v as'i öldürüp Yemen'e yay ıldı lar (30).

Bu baş arı dan sonra Aksumlulara yard ım etmeleri şartiyle Bizans im-paratoru J ü s t in y en (saltanat ı : M. 527 - 565) ile anla şmayı yeni-lediler. iskenderiye'ye bir elçi kurulu yollay ıp vaftiz yapmak ı. ve dini bilgi-leri öğ retmek üzere bir din adam ı istediler. Kendilerine Y o ha n n a adında bir papas yolland ı ki bu adam sonra Aksum şehrinde piskopos ol-du. Habe ş liler bu teşebbüslerinde ba ş ar ı kazanıp ticaret yolunu açt ı ktan sonra geri döndüler. Sald ır ı cı lar geri döner dönmez H ımyerliler bu ticaret

(28) Ibmi Hiş am, Sire, I, 41.

(29) Ayn ı eser, I, 38-39.

(30) C. Zeydan, Zu-Nüvas' ın yenilmesinden sonra Zu-Ceden el-Hemdanl laka-bini taşı yan birinin Yemen'de idareyi ele al ıp etrafa da ğı lan halk ı toplayı p Ha.. beş lilere karşı direnmeyi denediğ ini fakat bunun da yenildiğ ini söylüyor. C. Zey-

dan; el-Arab Kabl el-İ slam, 3. bask ı . Kahire, 1939. ss. 120. İbn-i Hiş am, Zu-Ceden

lakabl ı bir ş ah ıstan söz açmakta ise de bunu komutan olarak de ğ il, bir ş air ola, rak gösteriyor, Sire, I, 39.

islâmdan önce Arab Tarihi F: 2 17

yolumu gene kapad ı lar. Habe ş liler Yemen'e ikinci defa sald ı rd ı lar ve bu se-fer Esim af y o s adl ı bir h ı ristiyan, Yemen genel valisi oldu. Şu son yı llarda H ı sn- ı Gurab adl ı yerde bulunan yaz ı tta okunan yaz ı lar bu bilgiyi kuvvetlendirir mahiyettedir (31).

Yukar ı da dediğ imiz gibi Z u N ü v a s at ı n ı denize sürüp kaYbol-duktan sonra E r y a t, Yemen'i istilâ etti ve yerle ş ti. Biraz sonra ya-nında bulunan komutanlardan Ebrehe ile aras ı aç ı ldı . Eryat Yemenlilere zulmettiğ inden yerli halk da Ebrehe ile birlik oldu. Ebrehe ile Eryat aras ı nda ç ı kan sava ş ta E r y a t Ebrehe'nin, duda ğı nı yardığı ndan Eb-rehe'ye el-E ş rem (= duda ğı yar ı k) lakab ı verilmi ş tir. İki komutan aras ın-daki sava ş sonunda E b r e h e, Eryat' ı öldürüp Yemen'in tek vali-si oldu. Bundan sonra Ebrehe Scm'a'da (32) el-Kulleys adı verilen tap ınağı yapt ırd ı (33). O, bunun her bak ımdan güzel olmas ı na o kadar önem verdi ki İbn-i Hiş am' ı n nakletti ğ ine göre bu tap ı nak o zamanlar yer yüzünde hiç bir yerde e ş i görülmemiş bir kilise oldu. Şüphesiz bu ifadede büyük bir mübalâğ a, var amma kilisenin yap ı lmas ı hususunda ne kadar fazla ihtimam edilmiş oldu ğunu gösterir.

E b r e h e bundan sonra bütün Araplar ı n, tavaf için, Mekke'deki Kâ-beye değ il buraya gelmelerini temine çal ış t ı . Mudarl ı lardan K i n a n e oğ lu Malik oğ lu Haris oğlu Sa'lebe o ğlu Amir oğ lu A d i y oğ lu F u k a y m o ğulları/1d= bir adam bu te ş ebbüse kazarak

gidip Yemen'de el-Kulleys tap ı na ğı na girdi ve pisledi. Bunun üzerine Ebrehe sinirlendi ve gidip Mekke'deki kutsal evi y ıkmağa and içti;

ordusunu al ı p Mekke'ye do ğ ru yola dü ş tü. Yan ında Mahmud adl ı meşhur fili de vard ı . Evvela Yemen e şrafından Z u N e f r adl ı biri Ebrehe'nin karşı s ına ç ı kı p sava ş t ı , fakat yenildi tutsak oldu. Ebrehe ikinci olarak

(31) C. Zeydan, el-Arab Kab ı ' el- İ slâm, es. 120-122.

(32) Habe ş liler Yemen'i istilâ ettikten sonra idarelerine ba ş -ş ehir olarak

San'a'y ı seçtiler; burada 425-455 y ı llar ı aras ında hüküm sürmü ş olan Himyerliler

hükümdarlar ı ndan "Ş urahbil Ya'fur b. Es'ad" taraf ından veya bu hükümdar ı n

halefi olup 455-470 de saltanat süren " Ş urahbil Yenuf" taraf ından yapt ı r ı ldığı

söylenen "Gu ınclari Saray ı "nda oturdular. Arab yazarlar ı bu saray ı n yedi kat ve

son ,derecede muhte ş em olduğ unu ve üçüncü halife Osman b. Affan zaman ına ka-

dar sağ lam kald ığı n ı ve bu halife taraf ı ndan y ıkt ı r ı ldığı n ı kaydederler. Himyerli-

ler taht ı bu defa, İ ran'a bağ lı bir vali s ı fatile alt ı nc ı yüzyı lın sonlar ında Seyf b.

Zi-Yezen'e geçti ğ inde Seyf'de gene bu Gumdan saray ında oturrnu ş tu. M. Es'ad,

Tarih_i İ slâm, I, Medhal, Der-i Saadet, 1327-29, ss. 157 vdd.

(33) Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, I, ss. 1160. C. Zeydan' ı n iş aret

ettiğ i gibi bu "el-Kulleys" kelimesi galiba kilise kelimesinin arabçala ş tı r ı lmış b ı r ş ekli olacak. C. Zeydan, el-Arab, ss. 122.

18

karşı s ına ç ı kan Has'am kabilesini de yenip Taif ş ehri dolaylar ı nda bulunan • Sakifliler'e ula ş t ı . Sakifliler kendi tap ı naklar ı el-Lât' ı yıkmamas ı için ona

yalvardı lar o da ba ğış lad ı ; Ebrehe'nin ordusunu Kâbe'nin bulundu ğ u yere götürmek üzere kendisine Ebu R i g a l, ad ında birini k ı lavuz verdi-ler. Ordu el-Mugaminis adl ı yere vard ığı nda Ebu Rig al öldü. O gündenberi hala Araplar bu Ebu R i g al ' in mezar ı nı taş larlar.

Ebrehe yolda, oralarda buldu ğu Hz. Muhammed'in de desi Ş ey be (Abdülmuttalib) nin iki yüz devesini birlikte al ı p göi-,ür-dü; sonra Ş eybe'nin, develerini geri vermesi hususunda yapt ığı rica üzeri-ne verdi ve Habe ş ordusu Kâbe'ye sald ı rd ıysa da Kur'an- ı Kerimde CVIII. sürede (Fil süresi) temas edildi ğ i gibi hiç bir ş ey yapamadan, bozguna uğ ramış bir durumda Yemen'e döndü gitti (34). Bu olay M. 570 y ı l ı son-lar ı nda oldu ki bunun üzerinden k ısa bir müddet geçtikten sonra Hz. Mu h a m m e d doğmuş tur. Ebrehe'nin ölümünde yerine, o ğ lu Y e k - s u in, daha sonra öteki oğ lu M e s u k (35) geçti ki Yemen'de son Habe ş valisi budur.

Habe ş liler Yemen ahalisine çok eziyet ederlerdi; hele Yeksum zama-n ı nda durum çok daha fena idi; Yemenli erkekler öldürüldü, kar ı lar ın ı Ha-beş li askerler ald ı , çocuklar ı peri ş an oldu. Sonunda Yemenliler, H ımyerli-ler hükümdar soyundan S ey f b.Zi Y e z en (36) ile birle ş ip Habeş lileri yurtlar ı ndan ç ı kar ı p atmağa karar verdiler ve Seyf bu i ş için Istanbul'a (Constantinople) Bizans imparatoruna yard ım istemeğe gitti, Hebeş lilerin zulmünden b ı k ı p usand ı klar ı m anlatt ı . Imparator onun bu ar-zusunu "Habe ş liler Yahudi midirler ki üzerlerine sald ıray ım" diyerek red-detti. S ey f bundan sonra Iran'da hüküm sürmekte bulunan Sasaniler hükümdar ı o ş v an- ı A. d i 1 lâkabiyle. an ılan birinci H u s - rey 'e (saltanat ı : M. 531 - 579) basvurdu. Kisra, Yemen'in uzakl ığı ndan ve ele geçirilse dahi gelirinin azl ığı sebebiyle bir fayda sa ğ lam ıyacağm-dan bahisle bu yard ıma pek yana şmak istemediyse de sonunda S e y f ' in

(34) Hiş am, Sire, I, 43.

(35) Taberi, Mesruk'un, Ebrehe müstakil Yemen valisi olduktan sonra Ebu

Murre Zu-Yezen'in kar ı s ı olup zorla kendisiyle evlendi ğ i Reyhane adl ı Yemenli

kadından doğma olduğunu kaydediyor Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, I. ss.

1160. Fakat Taberi'nin bu mütalüSs ı yanl ış olmak gerekir; zira Ebrehe, Habe ş kumandan ı Eryat' ın idaresinde M. 525 y ı llar ı nda Yemen'e sald ıran ordu içinde

olup bu ordu Zu-Niivas'la, savast ı ; Ebu Murre Zu-Yezen ise İ ranl ı lar ın M. 576 yı l-

ları nda Habeş lilerle yapt ıkları savaş ta bulunmu ş tur. Bak. İbn-i Hiş am, Sire, I, 38,

vdd.

(36) Taban i bu ş ahs ın ad ın ı Sefyan veya Seyf b. Mâdikerib ş eklinde kaydedi-

yor. Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, I, 1199.

19

devaml ı ı srawlar ı neticesinde raz ı oldu (takriben M • 576 y ı lında). Yedi se-kiz bin kiş ilik bir kuvveti V a h r iz ad ı ndaki bir komutan ı n idaresine vererek Seyf'le Yemen'e yollad ı (37). S e y f Iran askerleriyle Yemen'in içerileri•e doğ ru ilerledikçe Yemenliler bölük bölük etraf ına topland ılar. Kar şı lar ına ç ı kan büyük bir Habe ş ordusunu yendiler ve bu sava ş larda Ha-beş valisi Mesruk öldü. Böylece Yemen, Habe ş istilâs ından kurtulmuş sa da bu defa Iran nüfuzu alt ı na geçmi ş oldu. Iran kisras ı , her y ı l belirli bir mik-tarda vergi vermek şartiyle Yemen valiliğ ini Seyfe verdi. Bir müddet sonra S e y f Habe ş lilerden baz ı lariyle dost oldu ve bunlar taraf ından öldürül-dü. Seyfin öldürülmesinden sonra Sasa/111er V a h r iz ad ındaki eski komutan ı n idaresinde tekrar bir miktar asker gönderdiler. Vahriz ba şarı ile duruma hâkim olarak Iran valisi s ıfatiyle b ı rak ı lmış böylece Yemen'de-ki Iranl ı valiler dizisinin, ilki olmu ş tur. Baz ı kaynakları n bildirdiğ ine göre Yemen'deki bu Iran valileri yaln ı z Yemen ülkeleriyle yetinmiyerek zaman-la Hadramavt, Umman ve Bahreyn taraflar ı nı da ele geçirdiler. Bu ş ekilde Yemenlilerin Iran'dan yard ım istemeleri kendileri yarar ına ellerine fazla bir ş ey geçirmedi; önce Habe ş lilerin uyruğu iken ş imdi de Iran' ın uyruğu oldular. Aradaki fark sadece iranl ı lar ı n din ve ibadet hususunda Yemen-lilere karış mamalar ı ve zor kullanmamalar ında idi. İ ran' ın Yemen'deki eğ emenliğ i islâmiyetin ortaya ç ıkmas ına kadar sürmü ş , Milâcli 629 (7. Hic-ret y ı l ı ) y ı l ında İ ran merzban ı yani valisi bulunan Baz an islâmiyeti kabul etmekle Yemen islâm uyru ğuna geçmi ş ve böylece Bazan Yemen'de-ki İran valilerinin sonuncusu olmu ş tur (38).

YEMEN'DEKİ Kİ7ÇVK BEYLİKLER

Yukarı da kaydettiğ imiz Yemen'in büyük devletlerinden ba şka gene onlarla çağ daş bir takım küçük beylikler de vard ı . Bunlar küçük bir kasa-baya veya bir kaç kasabaya, yahut da daha geni şçe bir bölgeye sahip olu ş -larına göre Z u (cem'i ezva') veya Kayl (cem'i ekyal) ünvanlar ı -

(37) Baz ı eserler Kisra'n ı n, İ ran askerlerini böyle sonucu belli olmayan bir i ş uğ runa kolay kolay feda etmek istemedi ğ ini, bunun için İ ran hapishanelerindeki mahkümlardan mürekkep 7-8 bin ki ş iyi 8 gemiye bindirip yollad ığı n ı , yolda bu kay ı klardan ikisinin bat ıp alt ı s ın ı n Yemen'e vardığı n ı yaz ıyorlar. Mesela bak. Taheri Tarihinin çok eski farsca bir nüshas ı , Tahran, Kitabhane-i Meclis-i Ş tıray- ı Milli, No. 231, varak 250 A. vdd.

(38) Müneccim başı tarihi, I, 197. Baz ı tarihciler de Iranl ı askerlerle yerli

Yemenli halkın nesil kar ışı mından meydana gelmi ş ve "ebna" adiyle an ı lan bu

bölge halk ı n ın islam oluş lar ını onuncu hicret y ı l ı nda (M. 632) gösteriyor. Ali Ek-ber Feyyaz, Tarih-i Islam, Tahran, 1327 ş . ss. 105.

20

nı taşı yorlard ı . Bunlar hakk ındaki bilgilerimiz, Main, 'Seba ve Htmyer gibi

bu bölgenin büyük devletleri hakk ı nda bile son ıarkeolojik buluntulara ka-

dar pek fazla olmad ığı na göre hiç denecek kadar az idi. Be ş inci yüzy ı l ya-

zarlar ından Nev ş an b. Said el -H ı m yeri' nin "Kasidei

Hımyeriye" diye ünlenmi ş olan eseri olmasayd ı , Yemen'deki bu beyliklere

dair bilgimiz çok 'az olacakt ı . Bu kaside yard ımiyle bunlardan büyük bir

kı smının — takriben elli kadar ının, — adlar ını öğ renmi ş oluyoruz. Bunlar-

dan baz ıları kuvvetlenerek, kom ş ular ı ndan bir k ı sm ın ı kendi ülkelerine

katm ış t ı r.

Zu'lar ın en ünlüleri: Z u M er as ı d, Z u Gumd a ıı , Z u Y e z e n, Z u T ub b a, Zu Ce d en' dirler. Zu ünvan ını ta şı yan-lardan daha geni ş bir bölgeye hâkim olanlar demek olan "Kayl" lerin ün-lüleri bilhassa Hadramettı t'ta bulunuyordu ki bu bölge meliklerinden Beni Ecmad, Beni Ş ebip, Beni Huzeyl'ler bunlardand ı rlar.

Anlaşı ldığı na göre Yemen'deki Arap ş eyhler gibi Zu'lar ve Kayl'ier de iç işlerinde egemen olmakla beraber Yemen'deki hükümdarlann baz ı hu-suslardaki reisliklerini tamyorlard ı . Bu beyliklerde.n baz ı ları , varl ı klar ını islâm devrinde bile birkaç yüzy ı l elden ç ı karmam ış lard ı r (39).

Yemen dolaylar ında bunlardan ba şka C e b an il e r (veya Ce-baller), Katabanl ı lar, Karililer, Hadramavtl ı lar adlar ı ndaki küçük beyliklerin mevcudiyetini eski Yunan yazarlar ı bildiri-yor. Bunlardan, ele geçen yaz ı tlarda 'Cebaniler ile Mainliler'in, birlikte an ı l-mas ı , bunlar ı n Mainlilerle ticaret ortakl ı klar ı olduğunu gösterir. Kataban-l ı lar ise Sebal ılardan bir kol idiler. S p r e n g e r, bunlar ın, Araplar ın

K u d a e o ğullar ı dedikleri topluluk oldu ğunu iddia ediyorsa da bu ko-nuya dair derin incelemelerde bulunan M u l 1 er ve E d w a r d G1 a-s e r bu fikirde de ğ ildirler. Müller, bunlar ı n Sebal ı lardan ayr ı bir kol ol-duklar ın ı söylüyor. Bunlar yani Katabanl ı lar M. Ö. ikinci yüzy ı la doğ ru Ukayl'de oturuyorlard ı ve M. 30. y ı la kadar ba ğı ms ı z yaş adıklar ı anlaşı l ı -yor (40).

Karililer ve Hadramavtl ı lar'a gelince: eski Yunan yazarlar ı ndan St r a-b o n bunlar hakk ı nda önemli bilgi veriyor, zengin olduklar ı n ı , güzel evlerde oturduklar ı n ı , ticaretle uğ ra şı p Hindistan'dan getirdikleri ticaret mallar ı -nı , Yemen'den veya keleklerle Fwat, Dicle nehirleri üzerinden Mezopotam-ya'ya ve Suriye'ye ula ş t ırd ı klar ı n ı kaydediyor. Bunlar vas ıtasiyle doğ u mallar ı tâ Azerbaycan'a kadar ula şı yordu. Baz ı Arap tarihçilerine göre Ka-

(39) M. Ş emseddin (Günaltay), İ slâm Tarihi, İ stanbul, 1338-1341, ss. 234 vdd.

(40) Ayn ı eser', ayni yerler ve Cl. Zeydan, el-Arab Kabl el- İ slâm, ss. 120 vdd.

21

rililer, Basra körfezi bat ısı ndaki Bahreyn dolaylar ında oturuyorlard ı ; baş -şehirleri olan Kerra da burada idi. Fakat bunlar ı n, Bahreyn ile Mekke aras ında bulunan Yemame bölgesinde oturmu ş olmaları daha doğ ru olma-l ı ; çünkü Kariyun, karye halk ı demektir; karye ise Yemame'nin eski ad ı -d ı r. Y emame bölgesinin, çok eski zamanlarda bar ını lan ve bay ınd ı r bir yer olmas ı bu ihtimali kuvvetlendirir. Eskiden bu bölgede oturanlar T asm' - lardı . Buna bakarak da eski Yunan yazarlar ın ı n Kariyun dedikleri toplu-luğun bunlar olmas ı da akla gelebilir. Ali Mazhar i, Basra körfe-zinin, Hareg (Charax) gibi baz ı adalar ı ihtiva eden Dicle nehrinin ağ zında kâin Harasen havalisinde eskiden, denizci ve tüccar cumhuriyeti manzara-s ı gösteren bir halk ın yaşadığı n ı ve hatta, bunlara, orta - zamanlar ın ba-şı nda sarazenler dendi ğ ini kaydediyor ki bu kay ıt, Karililer'in eski zaman-larda oralara gidip kendi adlar ı nı o bölgeye vermi ş olmalar ı ihtimalini ha-t ı ra getiriyor (41).

Karililerden sonra Güney Arabistan'daki önemli beyliklerden biri de Hadramavtl ı lar'd ı r. Hadramavt bölgesi, Hindistan ticaret yolu üstünde önemli bir depo olan Kane (H ı sn- ı Gurab) liman ı ve Ş ,cubva (Sabata) şehri ile birlikte Mainlilere tâbi ve bu Mainlilerden bir kol eliyle idare ediliyordu. Sadug-il ile bunun torunu Ma'di Kerib, bunlardand ır. Ma'di K eri b, Milâttan önce 525 y ı llar ı na doğ ru Sebal ılar k ı ral ı bulunan E b Yede' Y e s i'in ça ğ daş ' ve yeğ eni idi. Bu tarihten sonra Hadramavtl ı lara ait fazla bir bilgiye sahip de ğ iliz (42). Herhalde bir müddet daha varl ı klar ını muha-faza edebildiler. M. S. 300 y ı lında ise egemenliklerini kaybettiler.

ESKİ YEMEN MEDENİ YETİ

Yazımı zın bas ı nda işaret etti ğ imiz gibi kuzeyde, Sümerliler ve onlar ın

memleketine, medeniyetine vâris olan milletlerle birlikte uzun müddet ya-ş adıktan sonra güneye, Yemen denilen bölgeye yerle şmi ş , soy bak ımından Kahtanner diye an ı lan eski sami uluslar ın kurdukları medeniyet, gerek mahiyeti ve tesir sahas ı itibariyle, gerekse mükemmelli ğ i itibariyle bizi hayrette b ı rakacak bir önemi haiz bulunmaktad ı r.

(41) Aly Mazahörl: La Tie Quotidienne des Musulmans au Moyen. Age, Paris,

1951, P. 7. Ali Mazhari'nin "Sarezenler" hakk ı ndaki bu ifadesine rağmen bat ı l ı bilginlerin çoğu ve ezcümle bunlar ın en me şhurlar ından olan Henri Pirenne, bil-

hassa M. X. yüzy ı lda Kuzey Afrika'dan hareketle Avrupa'n ın Akdeniz k ıy ı larına

sald ı ran müslüman devletlerine Sarezen ad ı n ı veriyorlard ı . Bat ı da Sarezenlerle

h ıristiyanlar aras ındaki mücadeleler ve sarezenlerin bu bölgedeki faaliyetleri hak-

k ında bak. La Civilisation Occidentale au Moyen Age, Paris, 1941, P. 9 vdd. (42) C. Zeydan, el-Arab Kabl ss. 123 vdd. M. Ş emseddin (Günaltay),

ı sla'm Tarihi, ss. 234 vdd.

22

Milattan 10 - 15 yüzy ı l öncelere ç ı kan ve Mainlilerle baş layıp, tarihin her millete mukadder olan serencaml ı seyrini takiple Sebalı lara, bunlardan da Himyerlilere geçen ve bu sonuncular zaman ında, Habeş sald ırmas ı ve buna eklenen tabii ve iktisadi baz ı âmillerle y ık ı lan, bu medeniyetin bize kadar intikal edebilen, binlerce y ı l kum ve toprak yığı nları alt ı nda kalmış , unutulmuş ölü ve silik kal ı nt ı lar ı , XIX. yüzy ı l sonlarında, oralarda arkeo-lojik araş t ırmalar ve kaz ı lar yapan bilginlerin çal ış malarile ortaya ç ıkar ı l-mış tı r.

Bunlar, yani Yemen'de kurulm ş olan bu devletler, bilhassa ticari alan-daki büyük gayretleri ve ticaret sahalar ın ı n geniş liğ i, bu vas ı ta ile bir çok milletlerle temasa gelmeleri, vücuda getirdikleri medeniyeti, dini "ayin ve ibadetleri, temas ettikleri bu milletler aras ına yaymakta büyük âmil ol-muş lard ı r. Bu Yemen devletlerinin eski do ğudaki büyük önemleri, daha zi-yade medeniyet ve din tarihi ile kendini gösterir. Bu kendi halinde ya ş a-yan ve aralar ı na girilmesi, s ı rlarma erilmesi zor olan millet, yak ın ve uzak komşular ı , bilhassa ibraniler ve Yunanl ılar üzerinde — ba şka hususlarda da olmakla beraber — din ve ticaret alan ında büyük tesirler icra etmi ş ler-dir ki bu iki tesir, aya tapma ve günlük ticareti şeklinde özetlendirilebilir.

Ş imdi bu güney devletlerinin meden.iyetleri hakk ı nda, son zamanlarda ele geçen arkeolojik buluntulara, S tr ab o n, Pliniu s, Her o dot ve el-İklil adl ı önemli eserin sahibi olup Yemen'deki San'a ş ehrinde doğmuş Hem da n, nin eserlerine, Tevrata ve daha sonraki kaynaklara daya-nı larak elde edilen neticeleri gözden geçirelim:

HÜKÜMET VE İ ÇTİMAİ DURUM

Yemen'deki büyük devletlerle küçük beylikler aras ında, ticaret ve i ş dolayı siyla kurulmu ş olan bağ lar, diğ er münasebetlerle kurulan ba ğ lardan çok daha kuvvetli idi. Yani bu devletler sald ı rgan devletler olmaktan ziya-de tüccar devletlerdi. Esasen ticaret hayat ı barış içinde yaş amağı icabet-tirir.

Bu devletlerde saltanat normal hallerde irsi idi; babadan o ğula veya

karde ş ten karde ş e intikal ediyordu. Bazan baba ile o ğulun ortakla şa sal-

tanat siirdükleri de oluyordu. Kad ınlar da erkekler gibi, saltanat hususun-da veraset hakk ına maliktiler; yani eski M ısır Fir'avun, s,ülâleleri devrin-

de olduğu gibi, k ıraliçe ve melike olabiliyorlard ı • Yalnız, kad ı nların salta-

nat hususundaki bu haklar ı mutlak değ ildi. Bir kadın melike olduğu za-man, yapaca ğı önemli i ş lerde ve te şebbüslerde etraf ı nda, erkeklerden mü-rekkep bir dan ış ma kurulu bulunur, s ıkışı k ve çok önemli hallerde o kim-selerin fikirleri sorulurdu.

23

Hadramavtl ı larda sanat ve veraset usulü hakk ı nda Strabon'un ver-

diğ i bilgiye göre orada tahta, hükümdarlar ın çocuğu veya akrabalar ından

biri değ il, hükümdar ı n saltanat sürdüğü zamanda doğan ileri gelenlerin çocuklar ı arası ndan en büyüğü geçerdi. Yeni hükümdara biat edildiğ i za-

man, gebe bulunan memleket büyüklerinin kar ı larmı n adlar ı da kendisine bildirilir, yeni hükümdar, bunlardan hangi kad ının daha evvel ddğurduğu-nu, doğacak çocuğun erkek veya k ız olduğunu öğ renmek üzere özel bir me-

mur tayin ederdi. Böylece bu kad ınlardan birinin doğurduğu ilk erkek ço-cuk hükümdar taraf ından saray,a al ınıp veliand gibi terbiye edilir, hükü-met idaresine al ış t ırı lırdı .

Katabanl ı lar ve bunlar gibi küçük beyliklerde önemli i ş lerde devlet başkanı , yaş l ı lardan müte ş ekkil bir kurulun fikrini al ırd ı .

Sebal ı larda da, Asurlularda oldu ğu gibi seneleri, bir devrimle tahta ge-çen Idikümdarlann ad ına nisbetle saymak âdeti mevcuttu.

Güney Arabistan'da halk dört s ı nıftan, müteş ekkildi: 1) Askerler, 2) Çiftçiler, 3)San'atkürlar, 4) Taccarlar.

Yemenlilerde kanun mahiyetini ta şı yan hükümdar ın emirleri, eksen-ya bronzdan veya taş tan levhalakra yaz ı l ıp, halk ı n gelip geçtiğ i umumi yollara konurdu ki bu levhalar ı n üst ve alt k ı sımlar ına kanadl ı , kanads ı z sfenks ş ekilleri, hurma a ğ ac ı veya ba şka cinsten a ğaç ş ekilleri yap ı lırdı .

Yemenliler kendilerine mahsus paralar da bast ırmış lard ı ki bunlardan bir çok nümune ele geçmi ş tir. Bu paralar ın üstünde hükümdarlar ı n adlar ı ve resimleri, bas ıldıklar ı yerin, ad ı yazı lmış , baykuş , doğan, öküz ba şı ve-ya hilül suretiyle slislenmi ş bulunuyordu. Onlar, kulland ı klar ı bu paralar ı ilk defa Roma paralar ı örneğ ine göre bastı lar (Roma ile çağ daş olduklar ı son deviirlerde) ; bununla beraber daha sonraki devirlerde Yemen'de para basım ı iş i çok geriliyerek sadece Roma paralar ının kötü bir taklidi haline geldi.

Yemen hükümdarlar ı üzerlerine altun i ş lemeli sneş lühlar giyiyorlar, kollarına k ıymetli bilezikler tak ıyorlar, dört filin çekti ğ i saltanat arabas ı -na biniyorlard ı .

Bu bölgede büyük devletlerin ba şı nda bir hükümdar bulunup memle-ket, orta-zamanlar Avrupas ındaki feodal sisteme benzer bir ş ekilde, bunun emrinde olan, büyük arazi sahiplerinden te şekkül ediyordu. Devletin hâki-miyet çevresi olan bölge şu şekilde taksim edilmiş ti: "Mihlaf" lar, "Mah-fed" ler, saraylar veya kaleler. Yani, mihlaflar mahfedlere, mahfedler de saraylara (kasrlar) veya kalelere bölünmü ş tü Bunlardan mihlaf sahiple-rine "kayr (cem'i "ekyal"), mahfed sahiplerine "zu" (cem'i "ezva") deni-yordu. Mahfedler ekseriya ünlü saraylardan birine nisbetle an ı l ıyordu.

24

Coğ rafyac ı Straben (Amasyal ı , doğ umu M.Ö. 58 - ölümü M.S. 25)'un anlattığı na göre Hımyerlilerde aile reisli ğ i, ailenin en ya ş l ı sına aitti. Aile-nin mallar ı ve e şyas ı aile halk ı aras ı nda mü ş terekti. K ız karde ş le ve anne ile evlenmek, bir kad ın ın bir kaç koca ile evlenmesi âdetti. Evlenme ancak akraba aras ı nda olabilirdi. Akrabadan olmayan birisiyle evlenen bir kimse ölümle cezaland ır ı lı rdı . Bu adetlerin baz ı lar ı eski Mı s ırlılar aras ında da yaygı ndı ; nitekim M ı sırl ı larda karde ş k ı z karde ş iyle evlenir, o ğul, babası -n ın ölümünde onun kanla= da miras yoluyla al ı rd ı . Şüphesiz Strabon'un Hımyerlilerin âdetleri hakk ı nda verdiğ i bu bilgilerin ne dereceye kadar doğ ru olduğunu bilemeyiz.

TİCARET

Eski zaman ticareti, daha ziyade deniz ticaretine dayan ı yordu. Bu ti-caret Hind denizinden ba ş layıp Kazil Deniz yoluyla doğu Akdeniz'den ba-t ıya kadar uzan ı yordu. K ı zı l Deniz yoluyla gelen do ğu mallar ın ı müstehli-ke yani bat ıya götüren, büyük tüccarlar o zamanlarda bilhassa F eni -k e 1 i 1 e r, Î s Tani i l er M ı s ı rl ı l a r te ş kil ediyorlardı ; bu dev-letler ise K ı z1,1 Deniz'e y ı k ın olduklar ı ndan bu ticaretin a ğı rl ı k merkezini bu deniz te şkil ediyordu.

Bu Kı z ı l Deniz ticaretinin kontrolünü ele geçirme arzusu Misir ile Is-railliler aras ında uzun ve ş iddetli mücadeleye sebep olmu ş tur.

İ srail hükümdar ı Süleyman (saltanat ı : M. Ö. 973 - 933) öl-düğü zaman İ srail'de büyük ölçüde iç ayaklanmalar ba ş lam ış tı . Gene bu sıralarda M. Ö. S.50 y ı l ı nda M ı s ır'da da bir sülâle de ğ iş ikliğ i oldu: Nil neh-ri deltas ı na yerle şmiş bulunan Libyal ı tüccarlar ın başkanı ş o ş enk kendini Fir'avun ilan ettirip taç giyerek Nil nehri kollar ından birinin üze-rinde bulunan Bubasti'yi ba ş -ş ehir yapt ı ki böylece yeni bir fir'avun süla-lesi XXII. sülâle kurulmu ş oldu.

Bu yeni Fir'avun de kendinden evvelkiler gibi K ı zı l Deniz ticaret yo-lunu elinde tutmay ı amaç edindi. Bu maksatla, Süleyman' ın ölümü üzerine kaynaşmakta olan rakip devlet İsrail'e sald ı rd ı ; Kudüs şehrini ele geçirip bütün o bölgeyi hâkimiyeti alt ına ald ı .

Bu olaydan sonra İsrail'e kom ş u olup 200 yı ldanberi M ı s ır himayesin-den kurtulmu ş olan Fenikeliler de M ı sır'la uzla şma yolunu ter-cih edip, bir miktar haraç vererek K ı z ı l Deniz ticaret yolundan faydalanma imkanın ı muhafaza ettiler.

Bununla beraber M ı s ı r filosu eskisi kadar kuvvetli de ğ ildi; hala Nil deltas ın ı n deniz ticaretinin, büyük bir k ı sm ı nı Sur ve Sayda tüccarlar ı yani Fenikeliler ellerinde bulunduruyorlard ı .

25

Akdeniz ticareti, Anadolu'daki k ı y ı halk ı ndan olan Kilikyal ı ve Kar-yal ı deniz korsanlar' yüzünden Fenikeliler için emniyetli de ğ ildi; amma o s ı ralarda Italya'ya ve ona yak ı n adalara yerle şmi ş olan Etrüsklerle Sicil-yal ılar, bu korsanlara kar şı bir parça muvazeneyi temin ettiler. Surlular ve Saydal ı lar hemen K ı br ı s ve Girid adalar ında ve Kilikya'da üstünlü ğü el-de ettiler, Malta adas ı n ı iş gal ettiler; Sicilya adas ı nda ve An,adolu'daki Milet'te büyük ticarethaneler tesis ettiler ve ondan sonra bat ı Akdeniz'de maceralara at ı ldı lar. M. Ö. 1000 y ı l ında Cebelüttartk'a vardı lar, Cebelüt-tar ı k boğ az ın ı geçip Ispanya'n ın Atlas Okyanosu k ı yı lar ı ndaki Kadiks şeh-rinde bir te şkilat vücuda getirip İ spanya içerilerinde Vadiyülkebir'de bulu-nan Tartessos'lularla münasebete girdiler; bura halk ı n ı n iş lediğ i gümüş , bakır ve kur ş un madenlerini sat ı n al ıyor, Fransa ile, kendilerine kalay ma-deni temin eden İngiltere ile, anber temin eden İskandinav memleketleriyle ticari münasebetlere girisiyorlard ı .

Fenikeliler Fas k ı yı lar ında Liksor'da büyük ma ğazalar aç ı p yerli halkla temasa geçtiler böylece hiç olmazsa bir yüz y ıl bat ı da muaz-zam, hudutsuz imkanlara malik olan yeni bir dünya aç ı ldı .

Fenike şehirleri bütün Akdeniz memleketlerinde gümü ş ,bak ı r ve kalay madenleri bak ım ı ndan büyük birer pazar haline geldi. Buralarda, k ı y ı böl-

gelerden kald ı rı lan esirler al ı n ı p sat ı lıyor, Mı s ı r' ın iş lenmi ş mallar ı , Hin-distan'ın baharat ı yeni memleketlere sevkediliyordu.

Bu yeni memleketlerin ticaret faaliyetlerine sahne olu şundan sonra gümü ş madeni o kadar çabuk bolla ş tı ki, İspanya'daki Vadiyülkebir'deki Tartessoslularla temasa geçmeden evvel M ı s ı r'da, alt ı n ı n gümü ş e nazaran k ı ymet bak ım ı ndan, değeri 1/2 iken birdenbire 1/13 e yükseldi.

T e v r a t. doğu Akdeniz sitelerinden bahsederken, tüccarlar ı ki-

rallar ından daha zengin siteler diyor. Buralarda k ı ral, eğ er din adamlar ı aras ından seçilmemiş se, deniz ticaretiyle u ğra ş anlar ın, te ş kil ettiğ i oligarş i

taraf ı ndan seçilirdi. Sur cumhuriyeti, hakiki bir deniz imparatorlu ğu sek-lini almış t ı . M. Ö. 814 y ı l ı nda Kartaca kolonisini (Kuzey Afrika'da) te şkil

edip yüz y ıl içinde bat ı Akdeniz ticaretini eline ald ı .

Fenikeliler'in M. Ö. XI. yüz-y ı lda bat ı ticaret yolunu açmalar ı , eski

zamanlar tarihi için, t ı pk ı M. XV. yüz-y ı lda Amerika k ı tas ı nın ke ş fi gibi,

yeni bir çağı n ba ş lang ı c ı oldu. Fenike, İsrail ve Ilfisir ticareti, K ı z ı l Deniz'den ba ş layı p Akdeniz'e ya-

y ı l ı yordu. Hindistan'dan K ı z ıl Deniz'e kadar uzanan ticari faaliyeti ise ekseriya güney Arabistan devletleri idare ediyorlard ı . Yemenlilerin. bu gü-

ney bölgesindeki ticari faaliyetleri de çok önemli idi. Esasen Yemen mede-

26

niyeti, bu bölge eski dünya milletlerinin ortas ında bulunduğu için• ticaret üzerine kurulmu ş bulunuyordu.

Çin'de, Hindistan'da ve do ğu Hind adalar ında, Mezopotamya ve Akde-niz memleketleri halk ın ı n muhtaç olduğu ürünler çoktu. Yemenliler, do ğ u-dan aldıklar ı bu ticaret mallann ı , Umman Denizi, Basra Körfezi, Fırat, Dicle nehirleri ve K ı z ı l Deniz yoluyla Asurlulara, Fenikelilere, M ı s ı rlı lara ve sair milletlere götürüyorlard ı . Yemen k ı yı larındaki Aden, Kane, Zofar ve Maskat limanları Hind - K ı z ı l Deniz ticaret yolunun baş lı ca merkezleri idi. Yemen k ıy ı larına deniz yoluyla gelen mallar buradan San'a'ya veya Ma'rib'e götürülür, oradan da büyük deve kervanlariyle kuzeye, Suriye, Irak, M ı sı r ve Akdeniz memleketlerine ula ş t ı rı l ırd ı . Yemen'deki devletler bu mallardan gümrük vergisi al ıyorlard ı .

Doğu mallar ın ı Mezopotamya, Suriye ve M ısır'a ta şı yan tüccarlar ora-lardan dönerken, kuzey memleketlerinin ürünlerini Yemen'e getirdikleri gi-bi bu arada Gazze, Yesrib (Medine) veya ba ş ka memleketlerden, mâbed-lerde hizmet etmek üzere eariyeler de getiriyorlard ı .

Tüccar kafilelerinin kuzeye ta şı dı klar ı mallar ın çoğu alt ı n, kalay, fil diş i, baharat, deveku şu tüyü, pamuk ve k ıymetli ta ş lard ı . Ticaret kafilele-

Kain kuzeye götürdükleri bu mallar aras ı nda Yemen'in kendi ürünleri de vard ı . Bunlar: günlük ve tütsü bitkileri, kokular ve tutkal çe ş itleri idi ki bunlar ın hepsi de, daha ziyade tap ınakl:arda •kullan ıl ı rd ı . Tüccar kafileleri-nin kuzeyden getirdikleri mallar ı n en önemlileri: buğday, yağ lar, şarap-lar, kuma ş lar, boyalar, kap-kacak ve gümü ş levhalard ı . Bununla beraber baharat ve tütsü bitkileri (buhur), herkesin al ıp satam ıyacağı kutlu mal-lar say ılırd ı . P/iniws'un bildirdiğ ine göre bu mallar ı n alım sat ım ı ileri ge-len 3000 Yemenlinin elinde idi ki bu tüccar aileler al ı p sattıklar ı mallar ı n zekkt ı m Ş ebva tap ınağı na verirlerdi.

M a i n k ı rallar ı , günlük ticareti için Midian (Medyen) diya-,r ında bir müstemlekeye sahip bulunuyorlard ı . Mainlilerin çökü şünden son-ra bu koloninin, Sebal ı ların eline geçmi ş olması tahmin edilebilir (43).

Yemen'den kuzeye ç ı kan ticaret yolu muayyen olup muhaf ı zlar hima-yesinde ilerlerdi. Hadramavt veya Umman'dan kalkan ticaret kervanlan Kaydar Araplar ı n ı n muhafazalar ı alt ında Dehna çölünü a şı p Nec 4 d'e, ora-

dan Hicaz'a girerler; Hicaz'dan itibaren kervan ın muhafı zlığı Medyenlilere

yahut da Edomlulara veya Nabatl ılara geçerdi. Belki kervan muhaf ı zlığ ma katı lan bu halktan baz ı larının da bu ticarette ortakl ı kları vard ı .

(43) Tevrattaki, Eremya, VI, 20; Hezekiel, XXVII, 22; ayn ı k ı s ım, XXXVIII,

13; Yeşua, LX, 6 daki kay ıtlar bu mül'al ı azay ı kuvvetlendirir görünmektedir.

27

Mekke'ye veya Yenbu'a yahut da Yesrib'e (Medine) uğ rayan kervan Medain-i Salih'ten Petra'ya giderdi. Petra'dan kuzeye ayr ı lan kol Fenike ve Filistin sehirlerine ve Tedmür'e (Palmir) var ı r, bat ıya ayrı lan kol da Mı sır'a girerdi.

Mezopotamya ticareti Arap yar ımadas ı= doğusundan giden yol ile veya deniz yoluyla olmak üzere Basra Körfezinden yap ı lırd ı .

Aden veya Mozafda depo edilen doğu ürünleri ad ı geçen yol ile kara-dan yap ı ldığı gibi, deniz yoluyla yani Kı zı l Deniz'den geçerek Akabe kör-

fezine gider, buradan da Suriye, Filistin veya M ıs ır'a götürülürdü. Bu se-

beple Mı s ırl ı lar XX. fir'avun sülâlesi hükümdarlar ından üçüncü R a m -

s e s (saltanat ı : M. Ö. 1198 - 1166) devrinden itibaren deniz yoluna önem vermeye ba ş lamış lardır. Esasen XIX. fir'avun sülâlesi hükümdarlar ından

birinci Seti (saltanat ı : M. Ö. 1318 - 1298) (44) bu maksatla. K ı zı l De-nizle Nil nehrini birle ş tiren bir kanal açt ırmış t ı ki sonraları bu kanal ka-panmış tâ islâmlar devrinde Hz. Ömer' in hilâfeti s ı ras ında A m r b . A s ' ın Mı s ı r' ı zapt ında yeri izi bile kaybolmuş olan bu kanal yeni-den act ırı lmış t ı ; Bizansl ı lar ı n bu yolla Mekke ş ehrini tehdit edebilece ğ i dü-şüncesiyle maalesef kanal ın bu defaki önı- rü de çok k ısa sürmüş tür.

SAN AT

Hindistan'dan içeri sokulan dokumac ı lığ a ait ham maddeler Yemen'de i ş leniyordu. Yemen'de yap ı lan kuma ş lar, bilhassa "burd-u yernani" denilen cinsi son derece me şhurdu ki bu ş öhretini M. VIII. IX. yüzy ıla kadar mu-hafaza etmi ştir. Yemen'in bundan da me şhur olan sanayi maddesi kil ınçt ı . Bir kı linc ın en iyi cinsten oldu ğ u ifade edilmek istenirse onun Yemen ki-l ıncı olduğunu söylemek kâfi idi. Dokumacil ık ve k ı lı nç sanayiinden ba şka debbağ lık yani deri i ş çiliğ i de Yemen'in en belli ba ş lı mallar ındand ı .

* ÇİFTÇİLİK

Ele geçen ve çiftçi tasvirlerini ihtiva eden heykellerden de anla şı ldığı

üzere çiftçilik de Yemen'de' ticaret kadar önem verilen bir şeydi. Yemenli-

ler yalnı z düz arazide çiftçilik yapm ıyorlar, ekime, meyve ve bahçecili ğ e

elveriş li yerlerde, meyilli yerlerde yani da ğ yamaçlar ında da çiftçilik ya-p ı yorlar merdiven biçiminde dar ve uzun anfiteatr bahçeler meydana geti-

(44) Buradaki tarihler, J. Pirenne, Les Grands Courants de l'Histoire Uni-verselle, 4. ed, Paris, 1947'den al ınmış t ır. Ord. Prof. Yusuf Ziya Özer, Seti'nin sal-tanat süresini M. Ö. 1308-1296 gösteriyor, bak. M ıs ı r Tarihi, 1939, ss. 229, Ayn ı ya-zar, 3. Ramses'in saltanat ı m da M. Ö. 1200-1168 gösteriyor, ayn ı eser ss, 253.

28

rip sular ı buralara ç ı karmak için su kanallar ı ve sedler in ş a ediyorlar ve bu i ş e son derece önem veriyorlard ı . Bu maksatla yüzlerce sed meydana getirdiler ki bunlardan, baz ı ları nı n örenleri hâlâ durmakta Yemenlilerin bu alandaki gayretlerine ş ahitlik etmektedirler. Yemen'in bilhassa nadir bu-lunan bitkileri, meyve a ğ açlar ı ve bağ lar ı me şhurdu. Ebu Muham-m e d Hasan b. Ahmed Hemdani (ölümü:M.946) "S ı -fat- ı Ceziret al-Arab" adl ı eserinde Yemen'de yeti ş en yirmi çe ş it üzümden

bahsediyor.

TEKNIK IŞLER

Eski Yemen halk ı yap ı yapmada ve ta ş kesme i ş lerinde çok bilgili idi-ler, onlar ın sed, saray (kasr), kale, ş ehir, tap ınak ve su havuzlu.' gibi bırakt ı kları yap ı tekniğ ine ait eserler, aç ı kça bunu göstermektedir. Bina-larda süs olarak yaz ı tlar, hayvan resimleri ve a ğ aç yapraklarm ıa benzer oymalar bulunuyordu ki bu, onlar ı n ta ş iş çiliğ indeki maharet ve sanatla-rını gösterir.

Heykelciliğ e gelince, M ı s ı r, Yunan eserleri şöyle dursun Asuriulardaki kadar bile bir ilerleme gösterememi ş ti. Heykelin gövdesi, vücudun incelikle-ri ve özellikleri ,gösterilmeden yontuluyor, yüz k ı smı ise bir canl ı lık ifade etmiyordu. Daha önce de temas etti ğ imiz gibi para basma hususunda da evvelâ Roma örneğ ine göre hareket ettiler, daha sonra ise bunu bile becere-meyip paralar ı nı Roma paralar ının çok kötü bir taklidi haline getirdiler.

Yemenlilerin, mezar in şas ı ve tap ınaklar yapma hususunda acaip bir usulleri vard ı . Meselâ Sebal ı lar ın baş -ş ehri olan Ma'rib harabeleri bu ş eh-rin tamamiyle yuvarlak bir sur içine yerle ş tirilmiş olduğunu gösteriyor. Bu, daha ziyade dini sebeplerden, yani tap ınağı n, ş ehrin, ortas ında bulun-ması fikrinden ileri geliyor. Bundan ba şka Yemen ş ehirlerinin çoğu, tepe-ler üstünde yap ı l ıyordu. Bunun da sebebi hem alçak k ı s ımlar ın s ı cağı ndan

korunmak, hem de etrafa hâkim bir manzara temin etmekti.

Yemenliler mimaride sivri kemer kullan ıyorlard ı . Yemen'de son de-virlere kadar örenleri durmakta olan yüzlerce muazzam kasrlar vard ı ; bunların en me şhurlar ı Gumdwn saray ı , Nait saray ı , Reyde, Amir, S ırvah saraylar ı idi ki bunlardan Camdan saray ı San'ada idi. Bu saray ı n, M. bi-rinci yüzyı lda inş a edilmi ş olmas ı muhtemel görünüyor. Bu saray Halife Hz. Osman zaman ına kadar ayakta idi. Bu saray ın muazzam harabelerini hayret ve ibretle seyreden H e m d a ni ile Yakut -u H a m a v i onun yedi kat oldu ğunu, katlar aras ının çok yüksek bulunduğunu, dış du-

29

varlar ı ndan her birinin ba ş ka baş ka boya ile boyand ığı m, en üst kattaki salonun mermerden ve tavan ı n ı n da yekpâre mermerden yap ı ldığı n ı , her kö ş esinde bak ı rdan içi bo ş arslan, heykelinin kondu ğ unu, bu heykellerin

rüzgar girdi ğ inde ses ç ıkaracak şekilde yap ı ldığı n ı , gece yak ı lan kandillerin, binan ı n içini dışı n ı ayd ı nlatt ığı nı yirmi büyük salonu, ihtiva etti ğ ini 'Hah. Kaydediyorlar (45).

Dİ I, VE YAZI

Yemenliler cami bir' dil konu şuriardı ; amma bu, kuzey Arap dilinden farkl ı idi. Habe ş dili ile ilgisi vard ı ki o, güney sami dilleri gurubuna dahil-dir. Güney Arabistan dili yaz ı da olduğ u gibi Main, Seba ve H ı rnyer sülâle-lerine göre lehçelere ayr ı l ı rd ı .

Bunlar ı n kulland ı klar ı yaz ı ya gelince: yaz ı lar ı sessiz harflerden mü-teşekkildi. Bu harfler bize kadar gelen ta ş ve t ıı nç yaz ı tlar üzerine, baz ı birle ş ik, daha doğ rusu ş ifre nevinden olan harfler müstesna, asla biti ş ik bir halde görülmezler. Bu yaz ı da en eski saml alfabesinden ç ı kmad ı r. Gü-ney Araplar ı = bunu Filistinden mi, yoksa güney İ rak'tan m ı aldı kları ş imdiye kadar tamamen halledilmemi ş bir meseledir. Ayr ı ca bu yaz ı nın gü-ney Arabistan'a ne zaman geldi ğ ini tayin etmek de güçtür. Sesli harfleri ihtiva etmemesi bak ım ından eski M ı s ı r yaz ı siyle benzerlik arzeder. Kelime-lerin telâffuzu tamamen tahminidir. Bu yaz ı belki de Fenike yaz ı s ı gibi Si-na yaz ı s ı ndan a,l ı nmad ı r. Kuzey Araplarm ı n, tek veya çift dikeyden te ş ek-kül etmiş harflerin, yuvarlak çengel veya dü ğüm ş eklindeki çizgilere dayan-mış olarakolarak yaz ı lmas ı sebebiyle "müsned yaz ı sı " dedikleri bu yaz ı da 29 harf vard ı . Yirmi sekizi Arap harfi, bir de İbrancadaki ikinci (S) harfi bulu-

nuyordu. Bu yaz ı sağdan sola doğ ru yaz ı hyordu; fakat baz ı yazı tlarda bir sat ır sağdan, sola, ikinci sat ı r hemen oradan devam etmek üzere sol-dan sağ a yaz ı l ı :yordu ki bu durum, bu yaz ı ile yaz ı lm ış yaz ı tlar üzerinde

uğ raş an bilginleri ş a şı rtmış t ı .

Eski Yunanl ı lar alfabelerindeki (fi), ( ş i), (psi) harflerini güney Ara-bistan'dan alm ış olup diğ er harfleri de Ken'anl ı lar alfabesinden, gelmekte-

dir.

Uzun müddet Güney Araplar ı tarafından kullan ı lmış olan bu müsned

yazıs ı nın ne zaman ortadan kalkt ığı da bilinmemektedir; herhalde Güney

Arabistan medeniyetinin y ık ı lışı ndan sonra çok ya ş amam ış olmal ı . İslami-

yetin ortaya ç ı kışı sı ralar ı nda ihtimal art ık kullan ılmı yordu; yani islami-

yetin ortaya ç ıkışı ndan sonra Yemen bölgesinde yal:n ı z kuzey Arabistan

yazı sı hâkim olmuş tur.

(45) Gumdan saray ı hakk ında daha fazla bilgi için bak, burada not: 31.

30

GCNEY .ARABİ STAN'DA Dİ N •

Güney Arabistan' ı n eski dini, bunlar ın yazı tlar ı ndan öğ rendiğ imize göre bâriz surette aya, güne ş e ve y ı ld ı zlara tapma olup, bunlar aras ında, erkek bir tanr ı say ı lan aya tapma, di ş i tanr ı say ı lan güneşe tapmadan da-ha üstündü. Bunlar ın muhtelif Yemen devletl -erindeki önem s ı ralar ı söy-ledir :

Mainlilerde: A ş t a r, V e d d, N e k r u l ı , Ş ems

Hadramavtl ılarda: A ş t a r, S i n, H .o 1, Ş ems Katabanl ı larda: Asta r, A m m, Anba y, Ş e m s Sebal ılarda: Astar, Havbas, Almâku-hû, Ş ems Bütün bunlarda, 1) Astar (zühre y ı ldı zı ki erkek say ılan bir tan-

ir ı dı r — Babil'de İş tar — göğün sembolüdür) en ba ş ta gelen gök tanr ım-din

2) Vedd veya S i n, A m m veya Havbas as ı l en yüksek tanr ı , yani ay'd ı r (bilhassa "sin" Babilde de ayn ı idi).

3) N e k r u h (Babilde Makrû) zuhal veya merih y ı ldı zı , H o 1 (yabanc ı mezbahlara günlük getirir) ; An b ay (tanr ı lar elçisi Nebo) veya Almâkfı -hti ay ı n hizmetkâr ı ve elçisi.

4) Ş e m s: ay tanr ı s ın ın k ı z ı olup ondan ter&han kad ı nlar yard ım

isterlerdi ve bu sebepten s ı ran ı n daima sonunda gelirdi.

Ayr ı ca bunlar yan ı nda ay ın anas ı ve kar ı s ı olan büyük bir ana mabut da zikredil ınektedir; bu, Mainlilerde A şera, Sebal ı larda ise Harimtu olup genel olarak " İ lâ t" diye de adland ı rı l ı r ( ş ah ı s adlar ı terkibinde ve k ı salt ı larak lât şeklinde bulunur).

Bunlardan ba şka bat ı Sebal ılarda "Ta'lab" ki Zû Semavi lâka-b ı ile an ı l ı r ve gök ku ş ağı (alâim-i sema) tanr ı sı d ı r (Araml ı larda Baal Samayim). Ta'lab için kurban edilen hayvan ba ş l ı ca devedir. (Habul veyg Hubal) tanr ı sı nı n ad ı bundan gelmi ş tir.

Ay' ın baş l ı ca iki safhas ına (büyüyen ve küçülen) ikiz tanr ı lar gibi,

hususi bir sekilde tap ı l ı r, yerli gelene ğ e göre öncülük hakk ı , bazan küçü-

len aya bazan da büyüyen aya verilir.

A m m (amca),'bazan vedd (baba) 'e tâbidir. Bazan da aksine ola-rak bu iki tanr ı birbirine dü şman iki kuvvet gibi çat ışı r.

E u z v u 1 a t ile Aziz lâ t, İbranilerdeki H a b el (deve veya koyun çoban ı ) ile K a y n (Demirci ve sark ı c ı )' ı n durumiar ı da böyledir.

Yaz ı tlarda bir çok tap ınak ve yüze varan Tanr ı adlar ı na rastlan ı yor ki bunlar ın baz ı lar ı bütün memlekette tan ı n ı yor, bir k ı smı da mahalli Tan-

31

r ı lard ı . Güney Arabistan Tannlann ı n mahiyetlerini iyi anl ı yabilmek için daha eski devirlerdeki Mezcipotamya kavimlerinin Tannlann ın durumla-riyle kar şı laş t ı rma yapmak icap eder. Belki de bunlar ın bir k ı sm ı zira atla ilgili idi. Bu Yemen Ta.nrı lann ı n eski Mı s ır Tanr ı lar ı O z i r i s, İ z i s ve Hor i s kutsal üçlü Tanr ı lariyle kar şı laş t ı r ı lmas ı da enteresan so-nuçlar verebilir.

Yemenliler bazan ölmü ş hükümdarlara da taparlard ı . Yemenliler, mil-letin k ı ral soyundan olduğuna, k ı ral veya hüldimdar ı n da Tanrı lar ı n ın ilk oğ lu olduğuna inan ı rlard ı . Herhalde bu inançtan, dolay ı olacak çoğu yaz ı t-larda (Tanr ı - hükümdar ve millet) ibaresi görülür.

Mı sırl ı lar ın aksine olarak bunlar Tanr ı heykeli yapmağ a fazla önem vermiyorlard ı . Halk, i ş lerini takdis etmesi için Tanr ı lara kendi heykelleri-ni sunarlard ı . Gene bunun için Tanr ı lara hayvan kurban ederler ve tütsü (buhur) hediye ederlerdi.

Yemenliler senenin belli mevsimlerinde hac yaparlard ı . Hac ay ına zulhicce veya zulmahacce ad ı verirlerdi. Yemenlilerin aylara verdikleri ad-lardan baz ı larm ı da biliyoruz; bunlar ın bir k ı smı çiftçilikle ilgili idi.

Yemenliler kâhine "reşv" ad ı veriyorlard ı ki bunun mânas ı belki "ve-ren" dir.

Güney Arabistan tarihinin son devirlerini temsil eden H ımyerlilerde Milâdın alt ınc ı yüzy ı l ı baş ları nda, evvela. Yahudi dini, ondan biraz sonra da H ıristiyanl ık rağbet buldu. İ slâmiyetin ortaya ç ıkmasiyle de M. 630 y ı -

lına doğ ru bütün Güney Arabistan ve Yemen halk ı İslâmiyeti kabul etti (46).

(46) Bütün Yemen medeniyeti hakk ında bu konu için yukar ı daki notlarda

zikredilen eserlerden ba ş ka: bak. C. Zeydan, el-Arab Kabl el-Islam, 3. Bask ı ,

Kahire, 1939. ss, 127 vdd.— M. Ş emseddin (Günaltay), İ slam Tarihi, ss. 243 vdd,-

Muhammed Mebruk Nafi', Asr ma Kabl el- İ slam, M ı s ı r, 2. bask ı , Kahire, 1952,

ss. 92 vdd.— İ slam Ansiklopedisi muhtelif maddeler.— Cevad Ali, Tarih el-Arab

Kabl el-İslam, 2. cilt, Bağ dad, 1951-52, muhtelif yerler.— Ebi Muhammed Hasan

b Ahmed Hemdani, 8. k ı s ım, Bağdad, 1931; 10. kitap, 1368 h., muhtelif

Yerler.— Gustave Le Bon, La Civilisation des Arabes, Paris, 1884, çe ş itli yerler.

J. Pirenne, Les Grands Courants de l'Histoire Universelle, Paris, 4 ed. 1947, çe-

ş itli yerler.

32

IKINCI BÖLÜM

İSLAMDAN ÖNCE KUZEY ARABİSTANDAKİ ARAP DEVLETLERI

Birinci bölümde, samiler genel ad ı altında bat ı Asya'n ı n ilk ve en bü-yük uygar devleti olan Sumerliler'in yerinde ve onlar ın miras ı üzerine ku-rulmuş olan devletleri ve bunlardan ayr ı l ıp güneye inmiş olan Yemen'deki eski Arap devletleri kümesini gözden geçirdikten sonra (47) kuzey Ara-bistan'da kurulmu ş Arap devletlerinin siyasal hayatlar ın ı , tarihlerini ince-lememiz gerekir. Bu kuzey devletlerinin bir k ı sm ını , eski yazarlar ın, Ma'rib-de ve Yemen'in ba ş ka yerlerinde yap ı lmış olup o bölgenin sulanmas ında ve halk ını n geçiminde büyük bir önemi olan su büvetlerinin (barajlar ı nın) yıkı lmasiyle canl ı l ı klar ın ı kaybedip yaşama imkanlar ı azalan güneyde ya-ni Yemen'deki devletlerin kuzeye ç ıkmış topluluklar ının kurduğu söyle-

nir. Biz burada bunlar ın, dünya tarihi içine kar ış mış ve Arap tarihinde

önemli rol oynam ış olanlar ından k ı saca bahsedece ğ iz. Bunlar: Nabatl ı lar, Tedmurlular (veya Palmirliler), Gassâniler. }Erenler ve Kindeliler devlet-

NABATLILAR DEVLETI

Bu devlet, Filistin'in güneyindeki eski E d o m bölgesinde kurul-muş tur ki s ı n ırları , güneyde Akabe körfezinin aş ağı larına kadar uzan ıyor-du. Buralarda çok eskiden H u r r i 1 e r oturuyordu. Bunlardan sonra

(47) islâmdan Önceki Arap Devletleri Tarihi hakk ında elimizde sarih belgeler bulunmadığı ndan bu devir olaylar ı geçmiş zamanlar ın karanl ıklar ı altında gömü-lüdür. Bu çağ uluslar ı n ın baz ı lar ı n ın tarihi, hurafelerle kan şmış t ı r. Güneyde Ye-men'in k ı y ı bölgelerinde ve yar ı madan ın güney k ı yı ları nda, kuzeyde K ı z ı l Deniz kıyı larında kurulmuş olanlar hakk ında, ticari önemi dolay ısiyle o zamanki bat ı -n ın ve doğunun büyük devletleri taraf ı ndan duyulan ilgi yüzünden toplumsal, siyasal, kültürel, bilhassa ticaret hayatlar ına dair önemli bilgi verilmi ş tir. Hal-buki yarımadan ın ticaret yollar ı ile ilgisi olm ıyan orta ve ücra bölgelerinde bulu-nanlardan bahsetmemi ş ler veya pek az bilgi vermi ş lerdir. Arap yazarlar ı nın ver-dikleri bilgiler ise, yaz ı l ı kaynaklar az oldu ğundan gittikçe hurafelere bölenmi ş -tir. Semud, Tasm ve Cedis araplann ı n tarihi bu kabildendir.

Islâmdan Önce Arab Tarihi F:2 33

Edomlular yerle şmiş ti ki bunlar, İsrail hükümdar ı Hz. Davud (Salta-nat ı aş ağı yukar ı M. Ö. 1029 - 973) ve o ğ lu Hz. S ü 1 e y m a n (salta-natı M. Ö. 973 - 933) devirlerinde İsrail oğ ullar ı boyunduruğundan kur-tulmak için çal ış mış larsa da bu isteklerine ancak, ikinci Babil k ırah Na-buhodonosor'un, İsrail .k ı ral ı J o k a n i a s devrinde M. Ö. 599 y ı l ı nda Filistin'e sald ırı sında ona yard ım etmek suretiyle muzaffer olabilmi ş lerdi. Nabuhodonosor, Edorrı lular' ı n, bu yard ımlar ına kar şı l ık kendilerine do-kunmam ış , onlar da s ın ı rlar ı nı genisletmislerdi; fakat M. Ö. be ş inci yüz-yı lda doğudan gelen Nabatl ı lar' ı n sald ı r ı sı na uğ rayarak onlarla kar ışı p gitmiş ler ve bu tarihlerden sonra tarih alan ı na, "Nabatl ı lar devleti" adiy-le yeni bir devlet ç ıkmış tır.

Güney Arabistan'daki Mainliler ve Sebal ı larda olduğ u gibi Arap ya-zarlar ı Nabatl ı lardan da hemen hemen hiç bahs.etmemi ş lerdir. Bu yazar-ları n eserlerinde her ne kadar Enbat ad ı na rastlan ı yorsa da onlar bu adla. bas- şehirleri Petra olan milleti de ğ il, Mezopotamya ahalisini kasdediyor-lardı . Bunlar hakk ı nda bilgiye, Bizans, Roma kaynaklariyle Tevrat sifr-lerinde ve son arkeolojik buluntularda rashyoruz.

Nabatillar' ın, as ı llar ı hakk ı nda muhtelif fikirler ileri sürülmü ş tür: 1) Tevratta bunlar ın Ismail, oğ lu N a b ay ot soyundan ikedikleri kaydediliyor. Evvel Irak dolaylar ında iken sonralar ı bat ıya, Edom böl-gesine gelmi ş ler; 2) Arap yar ımadas ının Semmar dağ lar ı bölgesinden gel-miş ler; - bu takdirde dahi buradan, do ğ rudan doğ ruya Edom'a de ğ il ev-veli Mezopotamya'ya gidip yerle ş tikten, sonra Asurlulann oradan sürüp çıkarmalar ı üzerine Edom'a gelmi ş lerdir -; 3) Basra körfezi k ıyı ların-dan geldikleri... gibi Petra (48) bölgesine nereden geldikleri, tart ış mal ı bir konudur (49); bundan ba ş ka bunların soy bak ım ından Arap m ı ? Araml ı m ı ? oldukları da kesin olarak halledilmemi ş tir. Bunlardan kalma yazıtların Arap diliyle yaz ı lmış olmas ına göre hüküm veren bilginler bun-ların Araml ı olduklar ını söylüyorlarsa da eski ça ğ ile uğ raş an batı tarih-çilerinin bunlar ı Araplar aras ı nda saymalar ı , yazı tlarda geçen Nabatl ı hükümdar adlar ının el-Haris (eski Yunanl ı lar ın Aretas dedikleri), Ubade

(48) Edomlular zaman ında kuruldu ğ u, Nabatl ı lar' ı n buraya geli ş lerinde on-

lar ın eline geçtiğ i anlaşı lan Petra ş ehri, Tevratta Petra ad ıyla geçmez. Aramcada

"taş l ık bölge" anlam ına gelen Petra orada arapçada veya ibrancada a ş ağı yukar ı ayn ı anlama gelen Sela' adiyle geçer. Bak ın ız, Tevrat, II. K ı rallar, XIV, 7 ve İş 'a-

ya, XLII, II. Religion in Geschichte und Gegenwart adl ı almanca ansiklopedinin

Petra maddesinde, Tevratta geçen• Sela' ş ehrinin Petra ş ehri olmas ı n ı n kuvvetle

muhtemel olduğ u kaydediliyor.

(49) Bak. C. Zeydan; el-Arab kabl el- İ slam, ss. 67 vdd.; M. Ş emseddin (Gün-

altay); İ slam Tarihi, ss, 98 vdd.

34

(es. Yunan. Obadas' ı ) ve Malik (es. Yunan. Malikus'u) (50) gibi Arap adlar ı nı taşı malar ı bunlar ın Arap olmalar ı ihtimalini kuvvetlendiriyor (51) .

Bunlar ı , dillerine bakarak Araml ı saymak doğ ru olmaz; zira o s ı ra-

larda Aramca ve Aram yaz ısı epey yayg ın bir durumda idi.

Milattan önce yedinci yüzy ı l sonlar ına ve ünlü Asur k ıral ı A sr u r - b a n i p al (saltanat ı : M. O. 668 - 626) ça ğı na ait baz ı yaz ıtlarda bu hükümdar ı n yendiğ i hükümdarlar aras ında Nabat hükümdar ı Natan da sayı lmaktad ı r. Fakat burada ad ı geçen Nabathlar ı n, Irak Enbat' ı olmas ı muhtemeldir. Bahsimize konu olan Nabathlarm, sarih tarihlerine, Büyük İskender'in do ğudaki sava ş lar ı s ı ras ı nda yani M. O. dördüncü yüzy ı l son-lar ında rasl ı yoruz. M. Ö. birinci yüzy ı lda ölen Sicilyalı D i o d o r, büyük İskender'in kumandanlar ından Antigonos'un (52) M. Ö. 312 y ı lında Petra ş ehrine kar şı yaptığı saldır ısı anlat ırken Nabathlar hakk ı nda epey bilgi vermiş tir.

Diodor bunlar ın, on bin kadar muntazam ve seçkin asker ç ıkardı klar ı -n ı , sald ı r ı ldı klar ı zaman, sarp dağ baş lar ına çekildiklerini, dar bo ğazlar ı kapadıklar ım, düşman ordusunun susuz çölü geçerek buralarda onlar ı ko-valaya.mad ıklarm ı kaydediyor. Diodor, Anti gOnos' un, Mıs ır'a hakim olan büyük İskender komutanlar ından, P t oleme' yi yenmek için buradan geçmek zorunda kald ığı nı , halbuki Ptoleme'nin önceden bun-larla anla şmış olmas ı yüzünden buradan ancak sava ş la geçmesi gerektiğ i-ni, bunu, nabathlarm, kom şulariyle yapmakta olduklar ı küçük bir sava ş zaman ından faydalanarak yapabildi ğ ini, bu geei ş te bunların ş ehirlerini ta-

lan ettiğ ini fakat Nabatl ı lar ı n, Antigonos ordusunu, geri dönerlerken k ı -l ı çtan geçirdiklerini söylüyor. Antigonos bunun öcünü almak için o ğ lu

Demetriyus'u bunlar üzerine yöllam ış , Nabatl ı lar sonunda kendilerinin on

(50) Bunlardan birinci Haris M.Ö. 169 da, İ rotimos dedikleri ikinci Haris M.Ö. 110 da, birinci Ubade M.Ö. 90 da, Ribal M.Ö, 87 y ı lı nda tahta geçmi ş lerdir,

Bak. C. Zeydan; el-Arab Kab ı ss. 68. (51) C. Brockelmann, bunlar ın saray dillerinin daha son Akameni ş ler devrin-

den beri aramca olmas ına rağmen arap olduklar ı nı kabul ediyor. Bak. Islam Milletleri ve Devletleri Tarihi, N. Çağ atay ter. ss. 6 vdd.

(52) Antigonos, Büyük İ skender'in ölümünden sonra arkada kalan ve her biri İ skender imparatorluğunun bir büyük parças ı üzerinde devlet kurduklarmdan varisleri diye tan ınan büyük komutanlardan biri ve belki onlar ın en kuvvetlisi idi. Bu, İ skender imparatorlu ğunun as ıl parças ı n ı yani Makedonya ve Anadolu'yu, Suriye'yi elinde tutmak istiyordu. Anadolu _ Suriye hegemonyas ı yüzünden diğer komutan ıarla 301 y ı l ında Frikya'da İpsos mevkiinde oğ lu ve halefi Demetriyos da yan ında bulunduğu halde yaptığı savaş ta öldü. Yerine, o ğ lu Demetriyos geçti. Bak. Albert Mahle ve J. hak; Tarih-i Milel-i Ş ark ve Yunan, farsça ter. Abdülhü-seyn Hejir, ikinci bask ı , Tahran, 1332 h. Ş emsi, ss, 325,

35

misli düşmanla ba ş a ç ıkam ı yacaklar ım anlay ı p Demetriyus'a Aramca mek-tup yazarak af dilemi ş ler ve uyu şmuş lardı . Nabathlar, anla şı ldığı na göre bundan sonra durumlar ı nı düzeltmisler, hükümdarlar ı ad ı na para bast ıra-cak kadar ilerlemi ş lerdi (53).

M. Ö. 169 yı l ında saltanat sürmekte bulunan Nabat hükümdar ı birin-ci Hâris, Selefkuslar Suriye hükümdar ı Antiyohos Epifanes ile M ısır Pto-lemelerinden Ptoleme Filomater'in, ça ğ da ş ]. idi. Bu iki h'ükümdar aras ında-ki sava ş ta Selefkuslar, Nabathlar' ın yardımını istemi ş lerdir.

Nabat hükümdarlanndan üçüncü Hâris M. Ö. 85 y ı l ı nda Şam ş ehrini Batlamyus'un elinden al ı p Selefkuslara teslim etmi ş tir ki Nabat hükümdarlanndan ilk defa para bast ıran, bu üçüncü Hâris'tir (54).

Nabatl ı lar, hükümdarlar ı dördüncü Hâris devrinde Romalliarla kanl ı sava ş lar yapm ış lard ır (55). Bundan sonra Nabatl ı lar devleti gittikçe za-y ıflam ış t ır. Bu hükümdar zaman ı ndan itibaren hükümet i ş lerine kad ınlar

da iş tirâk etmeğ e ba ş lamış , Haldu ve Sakile adlar ı ndaki kad ınlar ad ı na da

para bas ı lm ı st ı r; hattâ dördüncü Hâris'in halefi ikinci Malik'in ölümünden

sonra kar ıs ı ş akil e, oğ lu ikinci R i b a 1' e vasi olarak hükümet iş lerini eline alm ış , sonra bu nüfuz, Ribal'in kar ı s ı Cemile' ye geç-

mi ş tir. Nabathlann son '..ı iikümdar ı üçüncü Mâlik (saltanat ı : M. 101 - 106)

zaman ı nda Roma imparatoru T r ay an (saltanat ı : M. 98 - 117) za-

manı nda, bunun Suriye'deki vekili K o r n e 1 y u s P a 1 m a ad ı ndaki

komutan (56), M ı sır ordusunun da yard ımiyle ba ş -şehirleri Petra'y ı ele

geçirmi ş ve böylece M. 106 y ı lında Nabatl ı lar devleti ortadan kald ı r ı lmış -

tı r (57). Ad ı geçen Petra şehri, Sina yar ımadas ı arazisine dahil bulunan

Vadii Musa adıyla 'an ı lan bir vadide kurulmu ş tur.

Romal ı lar Nabatl ı lan ortadan kald ı rd ı ktan sonra bu ba ş arı ların ın hâ-

t ı ras ına para bast ı rmış lard ı . Bir vakitler Sina yanmadas ı mn ötesine, do-

ğuda Havran'dan Irak'a, günedye Vadi'l-Kura'ya kadar geni ş lemiş ve eski

Semud kavminin memleketi olan Hier'ı ülkelerine katm ış olan Nabatl ı lar,

(53) C. Zeydan; el-Arab Kabl el-Islam, ss. 67 vdd.; Gustave Le Bon, Antigo-

nos'un yolladığı 4600 kiş ilik orduyu Nabathlar' ın imha ettiklerini söylüyor. Bak.

La Civilisation des Arabes, p. 64.

(54) Bak. C. Zeydan; el-Arab Kabl ss. 69 vdd.

(55) Dördüncü Haris, Milattan Sonra 9-40 y ı lları aras ında saltanat süi ııı üş ,

bunun çağ d,a,şı Roma Imparatoru Tiber 14-37 y ı lları aras ında saltanat sürmüş tür.

Bak C Zeydan; el-Arab Kabl el- İ slam, ss. 69 vdd,

(56) Jean Stareky; Palmyre, p. 70.

(57) İgn. Guidi: L'Arabie Antöislarnique, Paris, 1921, p. 9.

36

bu yenilmeden sonra bir daha bellerini do ğ rultamam ış , dağı l ı p gitmiş ler-dir (58).

Nabatl ı lar k ı ral ı Hâris devrinde yaz ı lmış olup önemli bilgileri ta şı yan bir mezar yaz ı t ı ndan, bunlar ın, Zu' ş -Şera, Menat ve Kays adlar ındaki üç büyük Tanrı ları olduğunu anl ıyoruz. Bilhassa bu Menat putuna, çok eski zamanlarda. Mainliler ve Sebahlar devletlerinde ve islâmiyetten önceki ca-hiliye çağı nda Hicaz bölgesinde de rastl ıyoruz. Bu yaz ı tta aynen şu ifade yazı lı bulunuyor: "Bu, el-Kasi oğ lu Kehil oğ lu Aiz'in kendi nefsi, çocukla-rı ve nesli için, Nabatl ı ların k ı ral ı olan ve milletini seven el-Hâris'in sal-tanat ı= dokuzuncu y ı lımn Nisan ay ında yapt ı rdığı mezard ır. Elinde

A i z taraf ı ndan (verilmi ş ) bir yaz ı olup kendisinin veya Aiz'in hayatta iken müsaade etti ğ i herhangi birinin bu mezara gömülmesi caizdir. Zu' ş -Ş era, Menat ve Kays, bu mezar ı satan veya alan veya rehin eden veya hi-be olarak veren veya kiralayan veya üzerine baska bir şey nak ş eden (ya-zan) veya, yukar ı da adlar ı yazı lmış olanlardan ba ş kası n ı bu mezara gö-men herkese lanet etsinler. Bu mezar ve üzerine yazd ığı m şeyler ebediye-te radar Nabatl ı lar ı n ve Selâmilerin kutlu sayd ı kları türeye (kaideye) göre kutlu bir haremdir (yani dokunulmaz bir yerdir)" (59).

Bu yaz ı t el-H ı cr (Medain-i Salih) da bulunmu ş ve M. 9 - 40 y ı llar ı arasında hüküm sürmüş olup Filopater ünvan ı ile an ı la:n dördüncü H â - r i s devrine aittir.

Yazı tta Hâris'in saltanat ı n ın dokuzuncu y ı l ın ın Nisan ay ında denmek-tedir ki bu kay ıttan Nabathlar' ı n da Sebal ı larda ve diğ er eski devletlerin bir çoğunda adet oldu ğ u gibi hilkümdarlar ı n saltanat y ı llar ını takvim ba ş -langı c ı olarak kabul ettiklerini anl ıyoruz. Netekim M. 106 y ı l ı nda egemen-liklerini kaybeden Nabatl ı lar bu felâketli olay ın tarihini, daha sonraki olaylar ı s ı ralamak için bir takvim ba ş langı c ı yapt ı lar.

PALMİ RLİ LER,

Eski Arap devletleri içinde şüphesiz tarihlerini en iyi bir ş ekilde bil-

(58) Bugün kuzey Hicaz'da ve Sina Yar ı madas ında yaşı yan ve say ı ları 70.000 i

bulan Huveytatlar' ı n, bu Nabatl ı lar soyundan olduklar ı söylenir. Bunlar, bugün,

hurma mevsimlerinde Akabe Körfezi güneyindeki Mekna'da otururlar, hurma

mevsimi geçtikten sonra Mekna güneyinde ve K ı z ı l Deniz k ı y ı lar ı ndaki Muveylih

bölgesi otlaklarında hayvanlar ın ı otlat ı rlar. Bak. islam Ansiklopedisi, Huveytat maddesi. Nabatl ı lar hükürrıdarlar ımn saltanat sürelerini ve adlar ı n ı C. Zeydan,

el-Arab Kabl el-islâm adl ı eserinde mufassalan dercetmi ş tir. Bak. ss. 69, bundan naklen M. Ş emseddin (Günaltay) "islam TaHhi" adl ı eserine aynen alm ış tı r. ss. 108-109. Ayrı ca bak. İsrail Velfenson: Tarih al-Lugat al-Samiye, 1929, ss, 134,

(59) C. Zeydan: El-Arab Kabl ss. 77 vdd.

37

diğ imiz, Tedmurlular ın (Palmir) tarihidir. Bunun sebebi elbette, buran ı n, geli şmeğe elveri ş li bir bölgede mükemmel bir ş ehir cehresi alm ış olmas ı ,

ayr ıca çok eskidenberi Roma âlemi ile s ık ı temas muhafaza etmesi ile Ro-ma tarihçilerinin s ık s ı k bunlardan bahsetmeleri ve maddi medeniyet ka-l ı ntı lar ının zaman ım ı za kadar pek bozulmadan gelebilmi ş olmas ı dı r.

Greko-Romen ça ğda Palmira denen vahaya Araplar Tedmur derler. Hem devlet hem de bir şehrin ad ını üzerinde topl ıyan Palmir veya Ted-mur, Ş am şehrinin 260 km. kuzey do ğusunda ve F ırat nehrinin 140 •km. bat ı sında, güneyde eski Ftladelfiya yani ş imdiki Amman şehrinden ba ş la-y ı p Rusafe (eski Sergiopolis) kuzeyinde F ı rat nehrin ula ş an ve Diyok-

lesyan yolu diye an ı lan eski me ş hur ticaret yolunun üstünde önemli bir ş ehirdi. Tedmur ad ı çok eski bir add ı r. Bu ad'a ilk defa M. Ö. ikinci binin baş lar ına ait yaz ı tlarda rasl ı yoruz. Asurlular devrine ait ticari bir muka-velenin yaz ı l ı bulunduğu, eski Kapadokya'daki Kültep.s'de ele geçirilen bir tablette yaz ı lı şahitler aras ı nda Puzur - I ş tar ad ı ndaki bir Tedmurluyu görüyoruz. Bu adam şüphesiz diğ er bir sürü Kapadokya tabletlerinde' gö-rüldüğü gibi Amurrululardand ı (60).

Tedmur şehrinin ad ı Asurlular devrinde Ta-ad-me-erki diye kaydedi-liyor. Meselâ gene o devirde Na- ş a-la-a ki veya Na-za-la ki diye an ı lan ve Greko-Romen devrinde Nazala denen yer bugünkü Karyeteyn'den başka bir yer de ğ ildir.

Asurlular' ın ilk fatih k ı ral ı 1. Tiglatplezer (saltanat ı : M. Ö. 1115 -1093)'in F ı rat bölgesine yapt ığı 20 seferden bahsedilirken Tedmur'a ka- dar geldiğ i zikrediliyor; ba şka bir belgede Araml ı lar' ı n Suriye-de Amurrulular' ın yerine halef olduklar ı nı gösteriyor (61).

Ortazamanda ve yenizamanlarda bat ı lı lardan baz ı kimseler Palmir'e uğ ram ış ve buran ı n durumu hakk ı nda bilgi veren yaz ılar b ı rakm ış lard ı r.

Bu cümleden ilk defa bir İspanyol Yahudi haham ı olan Benjamin de Tudele M. 1172 y ı l ı nda Palmir'e uğ ramış ve bu şehirde oturmak-

ta olan 2000 Yahudi ile görü şmüş tür. 1616 ve 1625 y ı llar ında Italyan, Pierre de la Vallee ve 1630 da Jean-Baptiste T a v e r n i e r ziyaret et-miş lerdir. 1678 y ı lında Halep'teki bir İngiliz gurubu Palmir'e yollanmış fakat bedeviler taraf ından esir edilip fidye ile kurtulmu ş lar, sonra tekrar gidip dört gün kalmış lar, içlerinden Halifax ad ındaki papas bazı yazıtları

(60) Jean Starcky: Palmyre, Paris, 1952, p. 27. ve Albert Champdor: Les Ruines de Palmyre, Paris 1953, 6. e' d. p. 25.

(61) Jean Starcky: Palmyre, p. 28.

38

kopye etmiş , bunlardan üçünü yay ınlam ı st ır. 1'774 de BartlaMmy ad ı ndaki papas, üzerinde 547 tarihini ta şı yan (62) ve bir Palmirlinin Aglibolus ve Maleebelus adlar ındaki Tanr ı lar ad ı na yapt ırdığı an ıttan bahseden bir ya-zı t ı yayınlad ı . 1787 y ı l ında Volney "Suriye'ye seyahat" adl ı kitab ın ı ya-y ı nlad ı . H. Waddington 1861 y ı l ında yüzden fazla Palmir metni kopye etti. 1881 y ı lında Prens Lazarev, me şhur "P a 1 m i r Kanunu" nu

Bu kanun 1901 de Leningrad'daki Ermitaj müzesine nakledildi. Ad ı ge-çen Palmir Kanunu M. 137 y ı l ı nda yaz ı lmış t ı r (63).

Palmir'e bundan sonra ilim heyetleri gelme ğ e devam etmi ş tir. Mesela 1902 de ve 1917 de Alman bilginleri gelip kaz ı lar yapm ış lardı r. Bilhassa 1924 - 1939 y ı llar ı aras ında yap ı lan sistemli bir çal ış ma sonunda elde edi-len yeri vesikalar Palmir medeniyeti ve dini alan ı ndaki bilgilerimizi art-t ı rm ış t ır (64).

Palmir yaz ı tlar ının en eskisi M. Ö. 44 tarihini ta şı maktadı r. Bu 44

tarihi galiba Bel tap ı nağı nda hizmet eden din adamlar ından bahsediyor. M. Ö. 41 y ı lında Antuvan (Antoin) (65) Palmir'e sald ırd ı . Iran pazarla-r ı ndan Hindistan ve Arabistan mallar ı n ı sat ın al ı p Romal ılara satan tile-earlar ş ehri Palmir halk ı , mallar ı n ı mülklerini al ı p Fırat nehri k ıyı lar ına kaçt ı lar. Roman askerler Palmir'de kimseyi ve hiç bir şey bulamay ıp elleri bo ş döndüler. Pompe'nin M. Ö. 63 y ı l ı ndanberi Suriye bölgesini bir Roma eyaleti haline getirmi ş olmas ı na rağmen M. Ö. 41 y ı l ı nda Palmir, hala öz-

gürlüğünü elde tutuyordu (66). Palmir ser as ı , Flavyen devrine kadar (M.

75 - 76) metinlerde geçmiyor. Daha sonra kurulmu ş olmakla berabw bu

sana, Hadriyen (saltanat ı : M. 117 - 138) devrine kadar basit bir belediye

(62) Bu tarih, Palmirlilerin kulland ığı Selefkus tarihidi ı ; Milâdi 236 yı l ı na

denk gelir.

(63) Bak. Jeak Starcky: Palmyre, p. 15 vdd.

(64) Albert Champdor: Les Ruines de Palmyre, Paris, 1953, 6. öd. p. 20 de bu

hafriyat ve ara ş t ı rmalar ı n uzun bir özetini vermektedir.

(65) Antuvan (Antoin), M.Ö. 44 y ı lında Jül Sezar' ın ölümü üzerine i ş başı na

geçen ikinci üçlü idare (Triumvira) elemanlar ın ı n baş ta geleni idi. Diğer iki

eleman Oktavyen ve Lapidus önemli bir rol oynam ıyorlard ı . Bunlar aras ında çok

geçmeden rekabetler ba ş göstermi ş , Antuvan, kendisine emniyetli bir yer olarak

doğuyu seçmiş ve buraya yürüyerek Palmir'e gelmi ş ; Roma'ya ilhak etmi ş M.Ö. 41

y ı l ında M ıs ı r K ıraliçesi Kleopatra'ya rastlay ıp onunla maceraya ba ş lamış , Roma

baş kentini M ı s ır'daki Iskenderiye ş ehrine ta şı yacağı ş ayias ı üzerine Roma donan-

mas ı M ı s ır üzerine yürümüş , Kleopatra M ı s ı r gemileriyle kaçm ış , Antuvan da onun

arkas ından gitmiş , donanmas ı mağ lüp, kara ordusu esir dü şmüş (M.Ö. 31 yı lından sonra) ve sonunda Antuvan intihar etmi ş , yerine Oktavyen imparator (Avgust) ilân edilmiş tir. Bak. L. Homo: L'Empire Roman, Paris, 1925, p. 9-20.

(66) Bak. Jean Starcky: Palmyre, p. 31.

39

meclisi halinde kald ı . Esasen birinci yüzy ı l başı ndanberi Palmir ticareti siteyi zenginie ştirdi ve meselâ Bel tap ı nağı gibi eski tap ınaklar ı , Roma tarz ında onartt ı lar (67).

M. beş inci yüzy ı l gramercisi E t i y e n (Etienne), Palmirlilerin, ş ehirlerinin ad ı n ı Hadriyen devrinden, sonra Hadriawapolis'e çevirdiklerini, zira Palmir'in, Hadriyan taraf ı ndan yeniden kurulmu ş olduğunu söylüyor. Bundan, sonraki yaz ı tlarda da ş ehrin ad ı "Hadriana Tedmur." veya "Had-rianos Palmyrenos" şeklinde geçiyor (68).

Palmir, Hadriyan devrinden (M. 117 - 138) S ep tim. Sever (M. 193 - 211) devrine kadar Roma imparatorlu ğunun serbest şehri ol-muş tur (69). Severler hükümdar sülâlesi zaman ı nda (M. 183 - 235) Pal-

mir, Roma'n ı n bir sömürgesi haline gelmi ş tir (70).

Palmir'e kuvvetli bir devlet çehresi veren hükümdarlar ın ne zaman peyda olduklar ı aç ık olarak belli de ğ ildir. Aleksandr Sever'in ölümü (M. 235) ile İ lliryal ı ge•erallekrin ba şa geçmeleri (M. 268) aras ı nda Roma im-paratorluğu bir çok defalar, barbar sald ı rış lar ı ve iç ayaklanmalarla kar-şı laş tı . Bu kar ışı k devrin tarihini yazar. eski tarihçiler birdenbire kar şı m ı -za meş hur İran sahi Ş apur'u (saltanat ı : M. 241 - 272) yenen Palmir hü-kümdan Odenat' ı ç ı kar ıveriyorlar. Ayn ı ad ı ta şı yan bir ceddinin mezar ta-şı ndan, Odenat' ı n, dip dedeleri hakk ında biraz bilgi alabiliyoruz. Bu mezar taşı nda: Hayran o ğ lu V e h b e 1, 1 a t oğ lu Nasor oğ lu ünlü sena-

tör S e p t i m u s O den at d ∎ ye geçiyor (71). Bu adam ın oğ lu

Hay r an'a ait olup M. 251 ekiminde yaz ı lm ış bir yaz ı tta bu Hayran' ı n

da senatör oldu ğu kay ı tl ı d ır. Buna göre Hayran' ın senatör ve Palmir bas-kan ı ( şefi) olduğu anla şı l ıyor ki Roma imparatoru H a d r i y an ta-rafı ndan meydana getirilmi ş olan serbest şehir böylece bir nevi Arap prens-liğ i haline gelmi ş oluyor. Ayn ı mezar sütununun, yak ın ında Hayran' ın oğ lu büyük O d e n a t ' ı n heykeli bulunuyor. Ş ehrin kuyumcular loncas ı nı n yapt ı rdığı bu an ı t M. 258 yı lı Nisan ay ına denk gelen. bir tarih ta şı yor. Bu O d e n a t ' ın ta şı dığı (Consulaire) iinvam bize imparator V al er i-y e n (saltanat ı : M. 253 - 260)'in onu, Palmir'den ba ş l ıyan ve Suriye ve

(67) Bak. bundan evvelki notta geçen eser, ss. 37.

(68) Imparator Hadriyan ziyaret için M. 129 y ı lı nda Palmire

Baalş amin tap ı nağı n ı n sütunlar ından birine bir kitabe yaz ı lmış t ı r. dor; Les Ruines de Palmyre, p. 36-37.

(69) Jean Starcky; Palmyre, p. 38.

(70) Bak. bundan evvelki notta adi geçen eser, ss. 47 ve A.

Ruines de Palmyre, p. 39.

(71) Bak. Jean Starcky; Palmyre, p. 53.

gelmiş ve ad ı na

Bak. A. Champ-

Champdor; Les

40

Fenike'yi içine alan bölgenin valili ğ ine tayin ettiğ ini gösteriyor. O d e - n a t M. 262 - 268 y ı lları aras ında kumanda etti ğ i Roma ordular ı ile Sa-sanilerin ba şkenti Ktezifon(Selökiya veya daha sonraki adiyle Medayin)'a karşı iki yeni sefer yapt ı ve büyük bir baş ar ı ile sonuçland ı . Bu seferin sebebi şudur:

Iran k ıral ı Ş apur, ülkesine katmak üzere Palmir'e yürümü ş tii. Yolda iken Roma imparatoru Valeriyen'in Mezopotamya'ya do ğ ru ilerlemekte ol-duğunu öğ rendi. İki ordu bugünkü Urfa yak ınlar ında kar şı laşt ı . Burada vuku bulan Romal ı larla Sasanilerin sava şı çok k ı sa sürdü. Roma ordusunda çı kan tifüs salg ını askerleri k ı rıp geçiemi ş ti. Valeriyen, Ş apur'dan müta-reke istedi fakat kurnaz Ş apur, ebedi bar ış şartlar ın ı görüşmek üzere Va-leriyen'i yan ına davet etti. Valeriyen gayet az bir maiyet alay ı ile Ş apur'un ordugah ı na vard ı ; fakat var ı r varmaz derhal yan ındakiler öldürüldü, Roma imparatoru esir edildi. O ça ğı n tarihçilerinin dediklerine göre Ş apur, Va-leriyeni, ata binece ğ i zaman üzerine basarak binek ta şı gibi kullanm ış . Bu-nun üzerine Ş apur, Valeriyen'in ordusu peri ş an, olduğundan Anadolu'ya yürüdü, her yeri y ık ı p yakt ı , Suriye'yi, Kilikyay ı , Kapadokya'y ı işgal etti, Tarsus'u ald ı , Kayseri'yi ku ş att ı , önüne gelen ş ehri yağma etti. Bu s ırada

O d e n a t, Palmir'in ileri gelenlerini hediyelerle• Ş a p u r 'un yan ına yollad ı bir dostluk ba ğı kurmak istediğ ini bildirdi. Baş ar ı larından mağ rur olan Ş a-pur, kendi gibi büyük bir hükümdar ın huzuruna, onun, gibi küçük bir emi-rin elçi yollamas ını hakaret sayd ı gelen heyete ç ı kış arak hediyelerini neh-re att ı rd ı . Bunun üzerine Odenat kabilelerini ça ğı rd ı , V a 1 e r i y e n, ' in dağı lan .ordusunu toplad ı , meşhur Palmir okçu/arl' ın da yan ına al ıp İ ran' ı n

baş kendi Ktezifon önünde göründü, ş ehri tahrip etti, Ş apur'un o ğulları n ı ,

odal ı klar ı n ı esir etti, büyük bir ganimet ele geçirdi. Valeriyen'in ve Roma'- n ın öcü al ınmış oldu. Roma'da, bedbaht V a 1 e r i yen' in yerine tah-ta geçen o ğ lu Galyen bu haberi duyunca Roma'da ş enlikler yapt ı r-dı ; Odenat, Roma'n ı n doğu eyaletleri imparatoru ilan edildi. Kendisine Ro-ma imparatorlar ı n ın taşı dığı Avgust unvan ı verildi ve Roma imparato-runun doğuda orta ğı say ı ldı (72). K ı rk diktatörün, hayat ı (Vie des trente

Tyrans) adl ı eserin yazar ı Trebellius Pollion, Cyriades (73), O d e n a t, V e h b el-Lât ve Zeynebi de zikr ediyor. Yazar, Odenat ve kar ı s ı hakk ında şöyle söylüyor: "Tedmur k ıral ı müthiş bir kabile ba şkan ı dı r. O,

(72) Bak. A. Champdor; Les Ruines de Palmyre, p. 44-47. ve A. Christensen;

L' İ ran Sous les Sassanides, Copenhague, 1944, 2. ad. p. 220 sqs.

(73) Trebellius Pollion'un zikrettiğ i bu Cyriades, Antakya'da kendini impara-

tor ilan eden bir kimse idi. Bak. A. Champdor; Les Ruines de Palmyre, p. 44 ve

A. Christensen; L' İ ran sous les Sassanides, p. 220, sqs.

41

ırkından olan herkes gibi çölün s ı cağı na ve değ iş ikliklerine katlanmasını biliyordu. Doğu kadınları nın en asil ve - Cornellius Capitolinus'a bak ı -lırsa - en güzeli olan onun kar ı sı Zeyneb de kendisi gibi çok ce-surdu" (74).

Iran seferlerinden biraz sonra Barbarlar Kapadokya'ya sald ı rd ı lar ve Odenat onlara kar şı sefere gitti ğ inde yeğ eni taraf ından öldürüldü (75).

Eğ er O d e n, a t, Roma imparatorlu ğunun bu zay ı f zaman ında aske-ri kuvvetlerin ba şı na geçmeseydi Romal ılar için doğuda her şey kaybol-muş tu; o, önce kar ıs ı Z e y n e b ve büyük oğ lu Herod ile birlikte k ıral-lara verilen ünvanı ald ı . Odenat ve oğ lu Her od, Iran sava şı ndan dö-nü ş te imparator linvaniyle selâmland ı lar.

J. Starcky, Odenat' ın öldürülmesini şöyle anlat ıyor: O d e n a t , yeğeni Maeonius taraf ından öldürüldü. Maeonius, i ş lediğ i bu cinayette Ode-nat ile birlikte onun oğ lu Herod'u da öldürdü. Bu Herod, Odenat' ın Zey-neb'ten do ğma oğ lu değ il, daha evvelki kar ısından doğma idi ve saltanatta babasiyle ortakt ı . Zeyneb her f ırsatta Her o d hakk ında övey anal ı k yap ıyor, bu durum, babas ı nın onu daha fazla sevmesine sebep oluyordu. Söylendiğ ine göre Z e y n e b, saltanata kendi o ğ lunun geçmesini sağ -lamak için kocas ı Odenat' ın yeğ eni Maeonius ile anlaşı p, kocas ı nı ve övey oğ lunu öldürttü (76). O d en a t, M. 30 A ğustos 267 ile 29 Nisan 268 tarihleri aras ında öldürülmü ş tür. Zeyneb'in o ğullarından V e h b el - L â t, babas ı n ı n ölümü üzerine onun sahip olduğu k ırallar k ıral ı ünvan ı -nı ald ı .

Zeyneb, bundan sonra o ğ lu adıra saltanat ı ve idareyi eline ald ı M. 271 veya 272 ba ş larında, Roma imparatorluğunun zengin doğu eyaleti Mısır' ı ele geçirmeğ e niyet etti. 70.000 ki ş ilik Palmirli, Suriyeli ve di ğer Barbar-lardan meydana getirilen ve Z e y n eb' in adamlar ından Z a b d a s' ı n komuta ettiğ i ordu M ı sı r'a girdi, 50.000 ki ş ilik Mısır ordusunu yendi ve Mısır'da 5.000 ki ş ilik bir muhaf ız k ı tas ı bırakt ı .

Z e yneb ve oğlu V ehb el-Lâ t, bast ırdıklan paralar üze-rinde gördüğümüz gibi kendilerini Avgust ilân ettiler. Onlar Avgust yeri-

(74) Bak. A. Champdor; Les Ruines de Palmyre, p. 43. (75) A. Champdor, Odenat ın, M. 268 y ı lında, Cebel-i Sincar'da ayaklanan Kürt-

lere karşı çıktığı ve tafsilât ı aç ık olarak bilinmeyen bir seferde öldü ğünü, bazı-larına göre de kar ısı Zeyneb taraf ından göçebelere öldürtüldü ğünü kaydediyor. Bak. Les Ruines de Palmyre, p. 56 sqs.

(76) Bak. J. Starcky; Palmyre, p. 53 sqs. yazar, Z4ynebin babas ın ı n ad ı n ı n Antiochus olduğunu da kaydediyor; bak. ayni eser, ss. 64.

42

ne Septimi lâkab ın ı kullanıyorlard ı amma bunun mânas ı Avgust'tur (77).

Zeyneb'in M ısı r'a giden ordular ı geri döndükten sonra o, bu defa da Anadolu'ya ,göz dikti. Gene askerlerin ba şı na geçen komutan Zabdas, ordu-sunu, bir güçlüğe uğ ramadan Anadolu'nun kalbine, Ankara'ya (Ancyr) kadar ilerletti. Bitinya kendili ğ inden itaat etti. Bo ğ aziçi'nin kilit şehri Kadıköy (Chalc&loine), Suriyelilete kap ı lar ı n ı kapad ı . Durumdan haber-dar olan O r el y en (saltanat ı : M. 270 - 275) İ taZya'dan ç ı k ıp ordusu ile birlikte İ llirya ve Makedonya'dan geçti süratle Anadolu'ya geldi, Anka-ra'y ı kusat ı c ı lardan kurtard ı , Mı sır'a bir ordu yollay ıp geri ald ı . Bu s ı ra-da Zeyneb Antakya'ya gelmi ş ti. İmparator O r el ye n, Âsî (Oront) nehrine ulaş tı fakat doğ rudan doğ ruya Palmir ordusu ile kar şı la şmaya ce-saret edemedi; evvelâ kaçar gibi yapt ı , Palmirliler arkas ı na dü ş tüler, o bu defa birdenbire geri dönüp Palmir ordusunu k ı l ı çtan geçirdi. Palmirliler

Humus'a (Emessa) do ğ ru yöneldiler. Orely en zaferle Antakya'ya girdi ve Z eyneb' in dostu olan Samosat'l ı papas Pol'ü oradan sürüp ç ı kard ı ve hemen Humus'un yolunu tuttu, Zeyneb'in komutan ı Zabdas' ın, Dafne yanı ndaki bir tepede dü ş man ı oyalamak için b ırakt ığı artç ı kuvvet-leri temizledikten sonra Humus şehri önlerine geldi. Burada Zabdas' ın 60.000 kiş ilik bir ordusu vard ı . Ş ehrin önünde iki ordunun kar şı laşmasiyle müthiş bir insan k ır ım ı oldu; savaş alan ı insan ve at ölüleriyle doldu, Pal-mir ordusundan sağ kalanlar şehre s ığı nd ılar. Z ey n e b burada çabu-cak bir sava ş kurulu toplad ı oy birliğ i ile Palmir'e geri çekilmeğ e karar

verildi. Palmir ordusu Humus'tan geri çekildikten sonra Orelyen ş ehre girdi, ş ehrin koruyucu Tanr ı s ı Hebogabal'i ziyaret etti ve hemen Zeyneb'in pe ş ine dü ş tü. Palmir'e 150 km.lik mesafeyi bir haftada a ş t ı ve Palmir'i kuşatt ı . Z e y ne b, hayat ı n ı n bağış lanacak' vaad edilen teslim olma

tekliflerini reddetti ve cevap olarak İran'dan, Araplardan ve Ermenilerden yardım alarak kendileri ile sava ş acağı n ı bildirdi. O r el y e n, Sasâni-ler k ıral ı Ş apur taraf ından yollanan yard ım kuvvetlerinin, geli ş ini, ordu

(77) Roma tarihi ile u ğ raş anlar bu olay ı biraz farkl ı anlat ıyorlar; meselâ

L. Homo bu hususta ş öyle diyor: "Orelyen, kendinden önceki hükümdarlar ın ter-

sine olarak M. 270 yı l ı nda yaptığı ş ekli bir anlaş ma ile, evvelce İmparator Gal-

yen'in, Palmir k ı ral ı Odenat'a verdiğ i ünvan ve nüfuzu yani dini ba ş kanlığı ve

Palmir k ırallığı ünvan ı n ı , Odenat' ın oğ lu Vehb el-Lât'a da verdi. Vehb el-Lât

para bast ırmak hakk ı na da malikti. imparatorlu ğun batı k ısm ı iş gal edilmek

tehlikesinde bulunduğundan Orelyen, Palmir ile aray ı bozmak istemiyordu. Vehb

el-Lât, bast ı rd ığı paralar üzerinde Roma imparatorlu ğuna ait ünvanlar ı kald ı rıp

yaln ız, imparatorluğun kendine verdiğ i ünvanlar ı , koydurunca iş değ iş ti. Bu,

Roma ile aç ık bir sava ş veya Palmir'in tam egemenli ğ ini ilân etmesi demekti" bak. L'Empire Roman, Paris, 1925, p. 100-103.

43

kuvvetleri ile veya onlara para vermek suretiyle önledi. Zeyneb ve yan ın-dakiler Palmir'i ku ş atan Roma ordusunun açl ık s ı k ınt ı sı çekeceğ ini san ı -yorlard ı , halbuki bunun aksi meydana geldi yani bizzat ku ş at ı lanlar, Pal-mir halk ı bu s ı k ı nt ıya dü ş tüler. Bu tehlikeyi gören Z e y n e b, Iran hükiimdar ı Ş apur'dan yeni bir yard ım istemeğ e k:arar verdi; gizlice, iyi koşan bir hecin devesine binerek Palmir'den ç ı kı p Fırat nehrin ula ştı . Kendisini kovalayan Roma atl ı lar ı yetiş tiğ i zaman Zeyneb nehirde bir ka-yığ a hemen yeni binmi şti; onu yakalayan Roma at 1 ı lar ı bera-berlerinde al ıp Orelyen'in ordugâh ına götürdüler. Bunun üzerine ku şatı -lanlar aras ında bar ış yapma taraftarlar ı çoğ aldı ve surun üstüne gelerek galipten af dilediler. Orelyen âlicenapl ı k gösterip armağanlarla gelen bir heyeti kabul etti; bu heyet ş ehrin yağma edilmesini önledi; hükümdar an-

laşma ile ş ehre girdi (M. 272 y ı lı sonbahar ı ) (78). Imparator Orelyen,

Tyane'daki gibi ş ehrin çapul edilmesini önledi fakat ş ehrin hazin,elerini,

kı raliçeyi ve baz ı Palmir ileri gelenlerini birlikte al ı p Humus'a gitti. Zey-

neb'in baz ı danış manları n ı öldürmekle yetindi. P 1 o t in' in ö ğ rencisi

olup aslen Suriyeli bulunan filozof Lonjin„ bu öldürülenler aras ı nda idi

(W).

Tarihçi Zosim'in yazd ığı ra göre Zeyneb, Roma yolunda hastal ıktan

veya kendisine verilen yemekleri yememek suretiyle açl ıktan öldü (80).

Orelyen, Tuna nehri k ı yı lar ına vardığı nda Palmir, ilk ayaklanma=

elebaşı lar ı ndan, Apse (Apsee) idaresinde ayakland ı . Orelyen hemen Pal-

mire geri döndü ve sava ş s ı z ş ehre girdi (M. 273). Bu defa ş ehri yağma et-

tirdi ve yakt ırd ı , kad ın, çocuk ve ihtiyarlar ı ve köylüleri öldürttü; fakat

ayaklananlar taraf ından harekete getirilmi ş olan Antiyoküs'ü (Antiochus)

(78) Palmir devletin n bütün tarihi hakk ı nda olduğu gibi bu siyasi tarihi hak-

k ı nda da en iyi bilgiyi J. Starcky'nin "Palmyre" adl ı eserinde ve A. Champdor'un

"Les Ruines de Palmyre" adl ı eserinde buluyoruz. Palmir devleti tarihinden, C.

Zeydan "el-Arab Kabl el- İ slâm" adl ı eserinde, ss. 79 vdd, bundan naklen M. Ş em-

seddin (Günaltay) "İ slam Tarihi" adl ı eserinde, ss. 119 vdd. ve Ali Cevad "Tarih

ül-Arab Kabl el- İ slâm", 1952, Bağdad, 2 cilt. bahsetmektedirler. Tedmur devletine

ait belgeleri de İ srail Velfenson'un "Tarih ül-Lflgat is-Samiye" adl ı önemli kita-

b ında buluyoruz. ss. 127.

(79) Lonjin (Longines) M. 213 y ı l ında Humus'ta do ğ muş olup yukar ı da görül-

düğü gibi Roma imparatoru Orelyen taraf ından M. 273 y ı lı baş larında öldürül_

müstür. Larousse du XX. siâcle, Longine maddesi. J. Starcky, ss. 62.

(80) Jean Starcky, Palmyre, p. 63.

44

cezaland ırmak tenezzülünde bulunmad ı (81). Bu insan k ı r ımı ndan kurtu-lanlar Zeyneb'in çekmecesindeki paralar ve tac ındaki mücevherlerle güne ş tap ınağı nı onartt ı lar.

Z e y n e b 'in sonucu hakk ında Flavius Vopicus ve Trebellius pollion adl ı tarihgilerin verdikleri bilgi Zosim'inkinden farkl ıdı r. Bunlar Orelyen'in M. 274 y ı lı nda Roma'da ba ş ar ı lar ı nı kutlulamak için yapt ı rdığı büyük ge-çit alay ı nda önemli ki ş ilerden olan tutsaklar aras ında altundan yap ı lmış araba içinde k ıraliçe Zeyneb'in de geçti ğ ini yazı yorlar; gene bu yazarlar Z e y n e b ' in, Tivoli'de bir Romal ı kad ı n gibi kendi halinde sessiz se-das ı z yaş adığı n ı söylüyorlar ve Zeyneb'le kocas ı O d ena t ' ı n ş ahsi-yetleri, kültürleri ve saray hayatlar ı hakk ında enteresan ve geni ş bilgi ve-riyorlar.

Zeyneb'in ölümü hakk ında bilgi veren yazarlardan baz ı lar ı onun, ece-liyle ve tabii ölümle öldüğ ünü, bazı lar ı ise Orelyen taraf ından öldürüldü-ğünü söylüyorlar.

Palmir devleti ve şehri, Orelyen'in yak ıpy ı kma-s ından sonra bir daha belini do ğ rultamad ı ; yaln ız Diyoklesyen (Dioclaien) zaman ı nda burada baz ı yap ı lar ve onarmalar meydana geti-rildi. Daha sonra h ıristiyanl ığı n Suriye'de geli ş tiğ i s ı ralarda Palmir'de de oldukça fazla h ı ristiyan toplulu ğunun mevcut olduğunu tahmin edebiliriz; çünkü, M. 325 y ı l ı nda İ zni,k'te toplanan, konsil'e (ruhani meclis) kat ı lan papaslar listesinde M a r i n u s ad ında Palmirli bir papasa da rasl ıyo-

ruz. M. 400 y ı lında A r k adiyus zaman ı nda Palmir, biraz önem ka-

zanmış görünüyor. Arkadiyus'un o ğ lu ikinci T e o dos' un uzun süren saltanat ı zaman ında (M. 408 - 450) yaz ı lmış bir Palmir mezar ta şı nda Selefkus Takviminin 753 y ı lı Haziran ay ında (M. 442 Haziran ı ) ölen,

O den a t ad ında birini görüyoruz. J ü s t i n y en (saltanat ı : M. 527 - 565), hâkimiyeti s ı ras ında bura-

yı Araplara kar şı bir garnizon haline getirmi ş , ş ehrin ku ş atma duvarlar ı -

(81) Ayn ı eser, ss. 64. K ı raliçe Zeynebin babas ı n ı n ad ın ın Antiochus olduğunu

önce de kaydetmi ş tik fakat burada ad ı geçen Antiyoküs (Antiochus)'ün, Zeynebin

babas ı olup olmadığı aç ıklanmam ış t ır. Roma tarihçisi L. Homo, Palmir'deki ayak-

lanma ile birlikte M ı sır'daki durumu da yaz ıyor; bu hususta ".. Orelyen bat ıya

geri döndü; fakat yolda, Tedmür'de tekrar isyan ç ı kt ığı n ı Antiyoküs ad ında biri-

nin k ıral ilân edildiğ ini, Mı s ı r'daki İ skenderiye'de de Firmus ad ında birinin baş kaldırdığı n ı duydu. Orelyen çabucak geri döndü Tedmür'de halk ı k ı l ı çtan geçirdi

ve ş ehri çapul ettirdi sonra M ı sı r'a yönelip İ sken,deriye'ye girdi. Firmus'u yakala..

y ı p çarmıha gerdirdi ve böylece do ğu, kesin ve son olarak Roma idaresine geçmi ş oldu" diyor. Bak.. L'Empire Roman, Paris, 1925, p. 100-103.

45

n ı onartm ış t ı r. Malalas ad ındaki tarihçinin bildirdiğ ine göre Jüstinyen, do-ğu koptu Patris'e (Patrice), Palmir'i, kiliseleriyle, resmi yap ı lariyle ye-nilemek için geni ş para yard ım ı yapt ı , Kudüs şehrini ve Roma imparator-luğ unu korumak için kuvvetli bir garnizonla birlikte Humus düklü ğünü Palmir'e nakletti.

Palmir, M. 634 y ı l ında, birinci Halife Ebu B e k i r ' in komuta nı H a 1 i d b. Velid' e kap ı lar ı nı açt ı . Pa,lmir, islâmiyetin ilk yüzy ı l ında tekrar Tedmur oldu, fakat silik bir rol oynad ı ; amma Selçuk-lular devrinde biraz önem kazand ı . Atabeylerden Sam Bürileri' nin mabeyincisi F iruz oğ lu Yusuf M. 1132 y ı lında Palmir tap ınağı -nın bir bölümünü kaleye çevirdi. Palmir bugün, Suriye idaresinde ve Mu-sul petrollerini Lübnan Trablusuna götüren borular ı n geçtiğ i yerde beş altı bin nüfuslu bir kasabad ı r (82).

PALMİ RLİ LERBE D İL VE YAZİ

Palmir dili s ı k ı - s ı k ıya Nabat diline bağ lan ı r. Aramca, doğu Aram-cas ı , bat ı Aramcas ı olmak üzere iki kola ayr ı l ıyordu ki Palmir dili, bat ı koluna bağ l ı idi. 'envanlarda, bilhassa asalete ve saraya ait ünvan •arda Palmirliler, biri yerli di ğ eri Yunani olmak üzere iki ünvan kullan ıyorlard ı ; mesela, Zenobi, Yunani bir add ı ; yerli ad ı Bas Zabb:ai idi. Zeynebin o ğ lu Vehb al-Lâ t, Atenedor Yunani ad ın ı ta şı yordu.

Palmir yaz ı s ı Arami alfabesinden ç ı kmad ı r ve genel olarak Lût gölü civar ı nda yeni bulunan yazmalarla büyük bir benzerlik göstermektedir. Asl ında Arami yaz ı sı M. Ö. XII. yüzyı lda doğmuş olan Fenike yaz ı sın ı n bir kolundan baş ka bir ş ey değ ildir. Palmir yaz ı tlar ını n en eskisi Milâttan önce 44 y ı l ın ı ta şı maktad ı r.

PALMİ R TARNİ Mİ

Palmirlilerin kulland ığı takvim yani yaz ı larında kulland ı klar ı tarih,

M. Ö. 1 Ekim 312 de baş l ıyan Selefkuslar takvimidir. Milâttan sonraya ait belgelerdeki tarihleri milâdiye çevirmek için 311 say ı s ını çıkarmak lâz ım-

dır (M. Ö. 312 y ı l ın ı n 1 Ekiminde yani yeni seneden üç ay önce ba ş ladığı n-

dan). Meselâ. meshur Palmir kanunu 448 y ı lı n ı ta şı maktad ı r ki bu, S e -

(82) Jean Starcky, Palmyre, p. 64 sqs. Tedmür, Mu'cem ül-Büldan sahibi Ya-kut-u Hamavi'nin (ölümü: M. 1229) dedi ğ ine göre Emevi halifelerinin sonuncusu

olan Mervan b. Muhammed (2. Mervan: tahta ç ıkışı 7 aral ık 744, M ı sır'daki Bu-

sirde yapt ığı savaş ta öldürülmesi ağustos 750) taraf ından da tahrib, yağma ve

halk ı katledilmi ş tir. Bak. Yakut, Mu'cem. Tedmur maddesi.

46

1 e f k u s takvimi' ne göredir. Bunu milâdi y ı la çevirmek için 311 say ı sını ç ı kar ırsak 137 say ısı n ı buluruz ki bu bize, 'ünlü belgenin yaz ı ldığı y ı l ın, milâdi kar şı lığı n ı ver!,:.

PALMİ RLİLERDE Dİ N

Tanr ı lara yap ı lan adaklar ı gösteren yaz ı tlardan anla şı ldığı na göre Pal-mirlilerin 60 kadar Tanr ılar' (putlar ı ) vard ı . Bunlar ın bir k ı smı —

Böl — yerli, baz ı lar ı ise baş ka uluslardan al ı nma idi. Mesela'. Baal ş amin, batı Samilerinden; Bel ve Beltis, Babilonyal ı lardan; Belhammo ıı ise Fe-nikelilerden al ınma idi. Kur'an ı Kerim'de de geçen el-Lât, el-Uzza ve el-Menat'a da tap ı llyordu. Tali' Tanr ı sı Nem e s i s, sabah ve ak ş am y ı l-d ı zların' temsil eden ilâhlar Ar s o ve A z i z o da Palmir Tanr ı lar ı aras ı nda idi. Ayrı ca bir sürü küçük Tanr ı lar: da vard ı . Bazı Roma ve Yu-nan, Tanr ı lar' da ayn ı mahiyette fakat adlar ı değ iş ik olarak Palmirliler ta-raf ından tap ı llyordu. Mesela. Bel mabudu Zevs' in ayn ı idi; bu Bel Babilonya'n ı n en büyük Tanr ı s ı olup Palmir'deki putlar ı n da en büyüğ ü idi. Ele geçen en eski Palmir tableti M. Ö. 44 y ı lı Ekim ay ında (269. Selef-kus yı l ında) Bel mabudu din adamlar ı nı n bir heykel diktiklerinden bahse-diyor. 279 Haziran (M. Ö. 33) tarihli di ğer bir yaz ıtta iki ayrı kabileye mensup iki şahs ın, Bel ve Yarhiböl adlar ındaki Tanr ılar ad ı na bir tap ınak yapt ırdı klan kay ı tlı bulunmaktad ı r. Bu Bel Tanr ı s ın ın nüfuzu daha çok önce bilhassa Nabuhodonosor zaman ı nda çok büyüktü. Bel, sonralar ı genel

olarak Yarhiböl ve Agliböl ile birlikte bu üçlü Tanr ı şeklinde temsil edil-mistir.

Agliböl tanr ı s ına gelince, kelime olarak A g l i b ö 1, B e 1 ile bo ğ a (agl, dana veya bo ğ a anlam ına gelir) aras ı nda bir bağ lant ı ifade eden bir add ır; ay Tanr ı s ı rolünü oynar; zira boynuzlar ı ay' ı temsil eder. Bu, bü-tün boğalı Tanr ı lar gibi bolluk ve kı tlık tanr ı s ı idi.

Yarhiböl ise bir güne ş Tanr ı sı dı r. P ı narlar ı n koruyucusu gibi görünmek-tedir. Bunun fonksiyonu, Babilonya güne ş Tanrı sı Samaş ' ı n fonksiyonuna benzer görünüyor Palmir'de A g 1 i b 61 ve Mal ak b el adlar ın-

daki çift Tanr ı lar ötekilerden daha fazla bir sayg ı görüyorlard ı . Malakbel Tanrısı , doğan güneş i temsil ediyordu. Bu Malakbel, Baalbek şehrinin Gü-neş Tanr ıs ı M e r k ü r (Mercur)'den al ınmış tın

Bel tap ı nağı Palmir'in resmi ibadethanesi idi. Baalsamin Tanr ısının bulunduğu tap ınak ise daha mütevazi ölçüde idi. Baal şamin, Palmir'in özel bir Tanrısı değ ildi. Kelimenin delâlet etti ğ i mânaya göre "göklerin sahibi"

idi. Bu, Araml ı ları n çok eskiden Bel Tanr ısı kadar yüce sayd ı klan bir Tan-r ı idi. B a a 1 ş am i n, hem çok yüce hem iyilik sever bir Tanr ı idi.

Bu, Palmirlilerce yüce ve esirgeyici olarak vas ıfland ı r ı l ıyordu.

47

B e 1 ve Baal ş amin Tanr ı ları , semavi Tanr ı lard ı . Bunlardan

bereketli yağmurlar yağ dıran Baal ş aminin ayırı cı belliğ i (alâmeti farika-sı ) yı ldı r ım, yahut baş ak demetidir. B a a 1 ş a m i n, B e 1' in gördü ğü

i ş lerin ayn ı n ı görüyordu.Çünkü o, sonsuzluklann yahut dünyan ın sahibi diye vas ıflandırı lmış tı r.

Tap ınaklarda topluca ibadet edip, ş arap içip kurbanlar keserek yemek suretiyle büyük toplant ı lar yap ı yorlar ve bu toplant ıları genel olarak "Ko-

mar" ad ı verilen özel din adamlar ı idare ediyordu. Her y ı lın Ağustos ay ı -

n ın 16. günü, M a n n o adl ı Arap Tanr ı s ına ait bayram günü idi. Bu Tannn ı n Samice şekli Maane'dur.

Palmirliler Tanr ı lar ı n ı , genel, olarak insan suretinde tasvir ediyorlar- d ı .

Yunan - Roma dünyas ını n diğ er bölgelerinde olduğu gibi Palmir'de de ölülerin gömülmesi ve ölülerin arkas ından yap ı lacak i ş lerin yerine ,geti-rilmesiyle uğ raş an cemiyetler vard ı . Bunlarda, ölüler üstün-körü mumyala-n ıyordu. Bu mumyalama i ş i, ruhun ölmezliğ i ile onun, uzun müddet bozul-madan saklanmas ı aras ı ndaki bağı gösteriyor. Palmirlilerde mezar eksen-

ya "ebedi ikametgah" olarak vas ı fland ırı l ı yor (83).

TICARET YOLLAR' VE PALAIIR TICARETI

Varlığı n ı ve yaş ay ışı n ı Efka adlı p ı nara borçlu olan Palmir ş ehri, ta-

p ı naklar ı , tiyatrosu, ticarethaneleri ve di ğer nehir tesisleriyle göz kamas-

tınc ı parlak bir ş ehir hayat ı yaş atmış ve yasam ış olup, bu mükem-

mel idaresini muazzam kervan sevkiyat ı ve ticareti ile devam ettirebilmi ş -

tir. Palmirliler devrinde Çin'in, Hindistan ve Arabistan' ın malları Roma'ya

ve batıya, Doğu Akdeniz'in Efes, Rodos, Piyeri Selökiya (PQrie Seleucie),

Antakya ve bilhassa Iskenderiye limanlar ından gidiyordu. Bazı nehir yol-

ları da bu bak ı mdan önemli idiler; mesela Dicle nehri üzerinde bugünkü

Bağ dad' ın güneyinde bulunan büyük Greko-Part sitesi Selökiya, Lüksor'-

un (84) kuzeyinde Nil nehri üzerinde bulunan Koptos ş ehri bu durumda idi-

ler. Bu Koptos ş ehri bir kanalla K ı z ı l Deniz k ıyı sındaki Berenis (Bnice)

(83) Bak. Jean Starcky, Palmyre, p. 85 sqs. ve A. Champdor, Les Ruines de

Palmyre, p. 81 sqs.

(84) Teb (Thbes). Eski Teb ş ehri.

48

'e bağ l ı idi (85). Berenis'in kar şı s ında biraz kuzeyde Nabatl ı lar ı n liman ı Löke-Kome, bugün Medine ş ehrine inen demiryolunun üzerinde ş imdiki Medayin-i Salih'in yerinde bulunan Hwr (W.gra)'a gidecek mallar ı kabul ediyordu. H ı cr, Petra'ya giden yol üzerinde bir konak yerinden ba ş ka bir ş ey değ ildi; bu sehir ayn ı zamanda Bahreyn adalar ı nın yukar ı sı nda Pers körfezinde kâin bulunan Gerha liman ı na da bağ lan ı yordu. Kuzey - doğ uya doğ ru uzanan bir yol H ı cr'dan, meşhur Teyma ve D'amet ill-Cenelel vaha-ları na gidiyordu. Bu yol, uzun Sirhan vadisi ile ve Hayran ile münasebet-te idi. Böyle olmakla beraber ana yol, bugün demiryoluna çevrilmi ş olan

ve tüccar kervanlar ını Nabat k ı rallar ı nı n baş kenti Petra ş ehrine götürmek üzere kuzey - bat ıya yönelen yoldu. Eski seyyah S t r abon' un an-latt ığı na göre Petra mallar ı , tekrar ihraç edilecekleri yerlere Gazze şehri-nin güneyindeki Ari ş (Rhinocolure)'den sevkediliyordu. Böylece Nabatl ı -

lar iki üç yüzy ı l çölün ticaret mal ı ta şı y ı cı lar' oldular. Nabatl ı larm, Roma imparatorunun Suriye'deki komutan ı K o r n e 1 y u s P a 1 m a vas ı . tasiyle milâdi 106 y ı lında Roma imparatorlu ğuna katı lmas ı , bu ticaret yo-lunun sona erdiğ ini gösterir. Bu, bu bölge ticareti için öldürücü bir darbe idi. Çünkü Roma zaten K ı z ı l Denizdeki M ı s ı r limanlarm ı ve yüzy ı la yak ı n

bir zamandanberi kendisine tâbi bulunan Palmiri tercih ediyordu.

Bu yeni ticaret ş ehri Palmir sadece Nabatl ı lar ı n ticaret yolunun bü-yük bir hissesine varis olmakla kalmad ı , yerinin, çok kuzeyde olu ş u Mezo-potamya al ım mallar ın ı kendi üzerine çekmesini de sa ğ ladı . Palmir ticari eşya taşı yı m ı na ait elimize geçen en eski yaz ıt, M. 19. y ı lda yaz ı lmış bu-lunmaktad ır. Bu yaz ı t, Tedmurlularla Selefkuslar ın ortak ilgilerinden bah-sediyordu.

Fırat ve Dicle nehirlerinin a ğ zında yerli bir k ırall ı k teşkil etmiş olan ve H a r as eni er (Charace) de denen Mesenya'n ı n, 226 y ı l ı na doğ ru Partlar ı ortadan kald ırarak Sasani devletinin ba şı na geçen Erde ş ir tara-fından ele geçirilmesinden sonra buras ı da ticari önemini kaybetti; halbuki burada baz ı Romal ı veya Suriyeli tüccarlar ticari ajanlar kurmu ş lard ı .

Palmir ticaretinin konusu hangi maddelerdi? Bunu bize Palmir tarif-namesi gösteriyor. Bu tarifnameye göre tunç ve bronz heykeller ki bunlar

(85) M.Ö. 25-20 y ı llar ına doğ ru M ıs ı r'a seyahat eden ünlü co ğ rafyac ı ve seyyah

Strabon, o zaman bir ören (harabe) halinde bulunan Teb (Thöbes) ve geli ş kin ça-

ğı n ı yaş amakta olan Koptos ş ehirlerini gezdi. Bu Koptos, M ı s ı rl ılar ve araplar

aras ı nda müş terek bir ticaret ş ehri idi. Hind'in, Arabistan' ın ve Habe ş istan' ın

transit mallar ı bu Koptos'tan geçerdi. Koptos ş ehri K ı z ı l Denize giden yolun a ğ -

z ında Palmir tarifnamesinin bir benzeri bulunuyordu. Bu tarifname M. 90/91 tari-

hini ihtiva ediyordu. Bak. A. Champdor, Les Ruines de Palmyre, p. 30.

tslinntlan Önce Arab Tarihi F:4 49

Mezopotamya'dan ve Fenike'den geliyordu. Erguvan rengine boyanm ış yünler, Sur ş ehirlerinden geliyordu. Ticari e ş yadan al ı nacak vergileri gös-teren Palmir tarifnamesinde bunlardan sonra kokulu ya ğ lar gelmektedir. Kokulu yağ lar ve esanslardan sonra kokulu ağaçlar ve tutkallar yer al ıyor. Tapınaklarda da kullan ı lan günlük, k ı ymetli taşlar, Fars körfezinden gelen inciler, Medayin'den (Selökiya veya Ktezifon) gelen giyecekler, Fenike'den Palmir'e gelen türlü renkte boyanm ış cam vazolar, alt ı n ve gümüş vazolar,

Lübnan ve Ş am şaraplar ı bu ticaretin konular ı idi.

İskit limanları ndan biri olup İndüs nehrinin döküldüğü ağı zlardan biri

üzerinde bulunan Barbarikum (Barbaricum)'un mallar ı : firûzeler, lapis-

lazuliler, Palmir'in yeralt ı mezarlar ı nda ele geçen pamuklu kuma ş lar, çi-vit ve kokular idi. Ayr ı ca Çin'in, Türkistan' ın ve Hindistan' ın ve uzak do-ğunun mallar ı da yerli kervanlar vas ı tasiyle Barbarikum liman ı na getiri-liyordu.

Eskidenberi Asya ticaret mallar ı bat ı ya, güney Arabistan'a, K ı zı l De-

niz ve Basra. Körfezi limanlar ı vas ı tasiyle yollan ıyordu. Bilhassa Basra Körfezinin yukarısında toplanan bu mallar su ve kara yollar ı ile etrafa dağı tı l ıyordu. Güney Arabistan'da Yemen'in ba şş ehri olan San'a, bir antre-po ödevini görüyor oradan Necran vadisini takip ediyor, Talf, Mekke, Me.: dine, Ilter, Tebük, Petra, Amman (Philadelphia), Bosra, Şam, Karyeteyn (Nazala)'e var ıyor, buradan iki kola ayrı lıp, biri doğuda Palmire, oradan Erak, Rusafe (Sergiopolis)'ye geçip Sura (Soura.)'da F ırat'a var ıyor ora-dan yukar ıya kuzeye doğ ru uzan ıp Karkemiş yoluyla Anadolu'da Urfa'ya

• (Edessa) ula şı yordu ki bu yola, Sura'da, nehir yoluyla Basra ticaret yolu birleş iyordu. Bu yolun Ş am - Palmir aras ına "Diyoklesyen Yolu" (Strata

Diocletiana) deniliyordu. Karyeteyn'den bat ıya ayr ı lan ikinci kol Humus,

Flama, Antakya yoluyla Anadolu'ya girer. Suriye'den Anadolu'ya giren ü-. caret yolu Anadolu'da bugünkü Turgutlu yak ınlarında bir ören halinde bu-lunan Sard şehrine ulaşı yordu. Basra Körfezindeki Susa'dan Sard'a ka-dar uzanan 1500 millik (a şağı yukar ı 2500 km.) ticari ve stratejik yola "K ıral Yolu" deniliyordu (86).

Basra Körfezinden ç ı kan bir yol Rumma vadisini takip ederek Necid bölgesini geçip bir kolla Hayber'e, di ğer kolla Mekke şehrine ula şı yordu.

Palmirlilerin ticaret faaliyetlerini ve ne gibi mallardan ş ehre glri ş leri ve ç ıkış lar ı s ıras ında nekadar resim al ınacağı nı ve ş ehre ait diğer bazı hu- suslan bütün, teferruatiyle kaydeden belge Palmir tarifnamesi ad ıyla ün al- mış olan yaz ıttır. Bu tarifname M. 18 Nisan 137 (448. Selefkus y ılı ) tari-

(86) Bak. Donald N. Wilber: Iran, past and present, Princeton 1950, ss. 22.

50

hini taşı r. Bu yazı t 1881 y ı lında şehrin agoras ının güneyinde Rus prensi

L aza re v taraf ından bulunmuş ve Leningrat'taki Ermitaj müzesine ta-şı nmış tır. Palmir tarifnamesi a ş ağı yukar ı beş metre geni şliğ inde olup 400

sat ırdan fazla yaz ıyı ihtiva etmektedir (87).

GASSANİLER DEVLETI

Miladı n ilk yilzy ıllar ında. kuzey Arabistan'da, Suriye ve Irak dolayla-rında yani Roma ve Sasani devletleri smarlar ında tarih sa'maesinde oldukça önemli rol oynamış olan iki üç Arap devleti kurulmu ş tur; Arap tarihçileri

bunlar ı güney Araplar ından yani Kahtannerden sayarlar Ve kuzeye ç ıkıs-

larım da Yemen'deki Ma'rib baraj ı= yı kı lmasiyle ilgili görürler. Söylen-

diğ ine . göre Kahtanilerin iki büyük kolundan biri olan Kehlanl ılara (88) mensup olup o s ırada Yemen bölgesine hakim bulunan Am r M e z i - k ı y a zaman ında Ma'rib seddi yı k ı la,rak (89) K e h 1 a n gurubunun Ezd kolundan olan bu A m r, mallar ını Hımyerlilere satarak arkas ına ta-

kı lan Kehlanl ı larla kuzeye ç ıkt ı (90). Bu hikâyeye göre Yemen'den göç eden K eh 1 anl ı I a r (91) muhtelif kollara ayr ılarak her biri bir

(87) Bak. Jean Starcky, Palmyre, p. 69 sqs. (88) Kahtaniler iki büyük kola ayr ılırlar: 1) H ımyerliler, 2) Kehlanl ılar. Hı m-

yerliler ba ş lı ca altı büyük Kudaa birliğ ini ihtiva ederler ki bunlara Behra, Tenuh, Cuheyne, Ozre, Kelb, Beliy ve bunlar ın tali kolları dahildir. Kehlan koluna ise büyük Tay gurubu, Hemdan, Mezhic topluluklar ı , La.hm, Kinde, Âmile. Cüz' am, Becile, Eş 'ar ve büyük Ezd kolu dahildir ki bunlardan EzO'in tali kollar ı çok önemlidir. I. Guidi de Tay ve Gassaniler kabilelerini güney men ş eli say ıyor. Bak. L'Arabie Anthislarnique, Paris, 1921, p. 67.

(89) Bu seddin y ı kı l ışı tarihini yazarlar, ba ş ka başka zamanlarda gösteriyor-lar. Tahran Üniversitesi İslâm Tarihi Profesörü Ali Ekber Feyyaz, Arap rivayet-lerine dayanarak seddin, İ sa'n ın doğumu s ıralarında y ık ı ldığı n ı yaz ıyor ve "yani •Hımyerliler devletinin ortaya , ç ıkışı s ı ras ında" diyor ki bu son ifadesi duruluktan uzaktır; zira Hımyerliler Isa'n ın doğumu sırasında değ il M. Ö. 115 yılında kurul-muş tur. Bak. Tarih-i Islân ı , 1327 H. Ş . (M. 1948) ss. 26.

.(90) Yemen'de Ma'rib seddi veya Arim (=sed) seddi diye bir sedden bahsedi-lir ve bu, o bölgenin biricik seddi zannedilir. Halbuki Yemen'de daha bir çok sed .

vardır. Bunlar zamane zaman y ıkı lınağa yüz tutmu ş ,. onar ı lıp durmuş tur. Bun-ların bir çoğunu Hemdani, el- İklil anl ı eserinde zikretmektedir. Bu barajlardan birinin tamirine ait olup son zamanlarda ele geçmi ş bulunan bir kitabe, Habe ş li-lerin son Yeinen i şgali devrinde yani yukar ı da sözü edilen zamandan çok sonra yazı lmış bulunmaktad ır. Burada sözü geçen sed belki Kehlanl ılar ın bulunduğu bir bölgedeki seddir. Amin oğ lu Amr'in Yemen'den ç ıkışı n ı , hangi kabilelerin nerelere dağı ldıklarm ı İbn-i Hiş am, ayr ı bir baş l ık alt ında anlat ıyor. Bak. İbn-i Hiş am,

I, 13 vdd. (91) Kehlanhlarm soy kütiiğ ii şöyledir: Kahtan o ğ lu Ya'rub oğ lu Yeşcuh

oğ lu Sebe' oğ lu Kehlan.

51

tarafa göçüp yerle ş ti: 1) U m r a n b. Amir kolu. Bu kol Um-man bölgesine gidip Umman Ezdlilerir.,i te ş kil ettiler.

2) Sa'lebet ül-Anka b. Amr b. Amir kolu, Yesrib'e (Medine) gitmi ş lerdir Evs ve Hazrec kabileleri bunlardand ı r.

3) H â r i s e b. Amr b. Â m i r kolu. Mekke bölgesine gittiler ki. Huzaeliler bunlardand ı r.

4) E z d -u Ş e n u e kolu. Bunlar da Tihame bölgesine göç et-miş lerdir (92).

5) Cefne b. Amr b. Amir ki bu, Müzeyk ı ya' d ı r. Bunlar Ş am bölgesine gittiler. Gassâniler bunlardand ı r.

6) L a h m 1 ı l a r kolu. Bunlar Irak bölgesine göçtüler. Münzür-lüler (Münzür oğulları _____ Münazere) veya Nasr o ğulları diye an ı - lanlar bunlard ı r (93).

Bütün söylentiler bu kuzey Arap devletlerinin Kahtannerden oldukla-r ı nı ifade ediyorlarsa da baz ı tarihçiler yaz ı , dil, kiş i ye Tanr ı adları iti-bariyle kuzey Arâmi kabilelerine daha yak ı n görüyorlar ve bunlar ı Adra-

nilerden saymak gerekti ğ i fikrini ileri sürüyorlar. Bununla beraber, parlak ve bol kazançl ı kuzey ticaretinin bu kavimleri yukar ı ya çekmi ş olmas ı da dü şünülebilir; çünkü bunlar gerçekten ana ticaret yollar ı üzerine yerle şmiş bulunuyorlard ı .

Gassanner, Ibn_i His a m ' in bir kayd ı na göre adlar ın ı Ma'rib seddi yak ı nlar ı nda bulunan bir p ınardan al ı yorlar. Yazarlar bu hususta "bu p ı nar Gavs oğ lu Esd oğ lu Mazin oğ ullar ı na aitti. Bu sebeple bu kabile bu pullar ın adiyle an ı ldı lar. Gassan p ınar ının Cuhfe kasabas ın ı n yak ının-daki Müş ellel dağı nda bulunan bir p ınar olduğu söylenir. Bu p ınardan su içerek Gassan ad ı n ı alanlar ı n, Kahtan oğ lu Ya'rub oğ lu Ye ş cub oğ lu Sebe'

oğ lu Kehlan oğ lu Zeyd oğ lu Malik oğ lu Nebt oğ lu Gavs oğ lu Esd oğ lu Ma-zin oğullarından baz ı kabileler olduğu söylenir" diyor (94). Yazar, seddin yı k ı laca ğı nı anl ıyan Am ir oğ lu AMir . ın, mal ı nı mülkünü sat ıp

(92) Evs, Hazrec ve H-uzaelilerin soy kVükleri için bak. İ bn-i Hiş am, I, 10 vdd.

(93) Bak. İ bn-i Hiş am, I, 12. C. Zeydan, el-Arab Kabl ss. 171. M. Ş em_

seddin (Günaltay), İ slam Tarihi, ss. 297. (94) Bak. İbn-i Hiş am, I, 9-10. M. Ş emseddin (Günaltay), C. Zeydan'dan nak-

len Cefne oğullar ın ın evvela, Hicaz bölgesindeki Tihame'deki Gassan Suyu yak ın-

lar ında oturmu ş olduklar ın ı , bu münasebetle kendilerine Gassaniler ad ını n veril-

diğ ini, bu yerin, İ sa'n ın doğumundan evvel eski Yunanl ı larca malüm olduğ unu

söylüyorsa da Cefne o ğullar ı n ın, Yemen'de oturduklar ı yerin ad ını sonradan gelip

yerle ş tikleri bu yere vermi ş olmalar ı da mümkündür. Bak. C. Zeydan, el-Arab Kabl el-İ slam, ss. 172. M. Ş emseddin (Günaltay), İ slam Tarihi, SfS. 302.

52

Yemen'den ç ı karak göç etti ğ ini, Ezd kabilesinin de onunla birlikte gitti ğ ini, yolda Akk kabilesinin topraklar ı na uğ rad ı klar ı n ı onlarla, sanucu aç ık ola-rak belli olm ıyan sava ş a giri ş tiklerini ve sonunda oradan da göçerek ba ş -ka bölgelere dağı ld ı klar ı nı , Âmir oğ lu Amr oğ lu Cefne kolunun, Suriye'ye, E v s ve H a z r ec kabileleAnin Yesrib'e, Huzaelilerin Merr bölgesine, Serat Ezdlilerinin Serat'a, Umman Ezdlilerinin Umman'a yerle ş tiklerini söylüyor (95).

İ bn,-i Hi ş am' ın bu ifadesi Batlamyos'un M. ikinci yüzyı lda bunlar ın Arap Yar ı madas ı n ın bat ı bölgesinde ya şad ı klar ına dair verdiğ i habere uyuyor.

Gassarı ller gene Batlamyos'un bildirdiğ ine göre M. ikinci yüzy ı l içinde Tihame'de oturmakta idiler; daha sonra buradan kuzeye ç ık ı p Ş am s ı n ı r-lar ında, Belka ve Ezroh bölgesine geldiler ve burada oturmakta olan K u d .a e 1 i 1 er' den Dacaam koluyla sava şı p onları yenerek yerlerine yerle ş tiler ve Roma'ya ba ğ l ı bir devlet kurdular (96). Baz ı eski tarihçiler bunlar ın 600 y ı l hüküm sürdüklerini, otuzdan fazla hükümdar gelip gec-tiğ ini kaydederlerse de bu konuda önemli bir kitap yay ınlamış olan

No e 1 d e k e ad ı ndaki Alman bilgini bunlar ı n ilk hükümdarlarm ın, M. 500 y ı l ında ölen Ebu Ş emm er C e b el e, son hükümdarlar ı nın da, saltanat ı na M. 636 y ı l ı nda Halife Ömer b. Hattab devrinde son verilen E y h e m oğ lu C e b ele olduğ unu söylüyor. Herhalde V. yüzy ı ldan

çok önce kurulmu ş lard ı amma ba şkanlar ı n ı n hükümdar ünvaniyle an ı lma-sı belki biraz geç olmu ş tur. Hamza Isf a h a n î, Amr o ğ lu Cefne'-nin M. 220 y ı l ında hükümdar bulunduğ unu kaydediyor.

İ lk ba şkanlar ın ı n ad ı n ın veya lâkab ı n ı n Cefne olu ş undan dolay ı bu devlete, Cefne O ğ ullar ı Devleti de denir.

Bizans kaynaklar ı ilk Gassani hükümdar ı olarak C e bele' den bahsediyorlar amma ne babas ın ı n ad ı n ı ne de kendi lâkab ını söylemedik-lerinden hangi 1Ce,bele oldu ğ u aç ık olarak anla şı lam ıyor.

C e b el e M. 497 y ı l ında Bizansl ı lara yard ı m ettiğ inden mükâfat ola-rak kendisine filark yani emir 'ünvan' verilerek Petrob bölgesi emirliğ ine

tayin edilmistir. Bu Cebele, Bizans kaynaklar ı nda kendisinden çok bahsedi-

(95) Bak. İbn-i Hiş am, I, 13 vdd.

(96) Cefne o ğullarından bahseden Hondmir de bunlar ı n Yemen'den, seddin

y ık ı lışı yüzünden kuzeye ç ı kt ıklar ı n ı , Ş am bölgesinde Gassan ad ındaki bir p ınar

yak ın ına konduklar ından bu adla an ı ldıklar ın ı ve Hamzai Isfahani'ye dayanarak,

aralar ından 32 hükümdar ç ı ktığı n ı , 546 y ıl hüküm sürdüklerini kaydediyor. Bak.

Habib üs-Siyer, Tahran, 1333 H. Ş . (M. 1954), I, 261 vdd.

53

len, Hâris in babas ı dı r. Bu Hâris, M. 528 yı lında Hire hükümdar ı Münzür' ii yenmi ş tir. Gene bu hükümdar M. 529 y ı lı nda Bizans' ın

filark ı s ıfatiyle SamaritenleG.-in ayaklanmalar ını bastı rmakta elde et-tiğ i baş andan dolay ı Bazileus ünvan ın ı almış tı r.

Bizansl ı ların ba ş ka yerlerde me şgul olmalar ından faydalanmak isteyen Sasâniler, Hire hükümdar ı Münzür'e yard ım ederek onu, esasen aralar ı aç ık olan, G assani 1 er ülkesine sald ı rd ı lar. Bu yüzden Sasanilerle Bizansl ılar aras ında kanl ı bir sava ş baş ladı . Bu arada Hâri s, Hire-liler'e airbölgelere de sald ırdığı ndan, bundan sonra Hirelilerle Gas-saniler aras ı nda savaş lar birbirine ulan ıp gitti. M. 544 y ı l ı na doğru ç ı kan bir savaş ta Haris'in, okullar ından biri Münzür'e esir dü şerek Uzza putu önünde kurban edildi. Ayn ı yı lda ç ıkan ve Ayn- ı Uba sava şı denen savaş ta Münzür de öldürüldü; K ınnısrin bölgesi Haris' in eline geçti. Ünlü sair Umru ul-Kays' ın, Bizans imparatoruna gitmesine arac ı lı k eden de bu Haris'tir. Haris, M. 569 y ı l ı nda öldü. Sasâniler M. 613 y ı lında Suriye ve

Bizansl ı ların elinden ald ı klar ı sırada Gassanilerin•egemenliklerine son verdiler. Islam tarihçileri Suriye ak ı nları sıras ında Cefne hilkümdar soyundan Eyhe ın oğ lu Cebele adında bir emirden söz açm ış lard ır. Halid b. Velid ile çarp ış an ve sonunda islam olan bu Cebele o s ı rada Dûmet ül-Cen-del'de hüküm sürüyordu. Cebele sonra Mekke'de hac s ıras ında bir olaya k ı zarak kaç ı p hıristiyan olmu ştur. Bu zat ın as ıl Cefneler soyundan olup olmadığı kesin olarak belli değ ildir.

Gassanilerin ba şş ehri Bosra• (eski Bostra) idi (97) ; bunlar h ıristiyan dinine girmi şlerdi. Ticari faaliyet bak ımından Gaisanilerin, Tedmurlular, Nabatl ı lar ve bunlardan evvel güney Arabistan'da bu alanda büyük önem kazanm ış devletler derecesinde bir rol oynad ıklar ın ı göremiyoruz. Esasen bu s ı rada ticaret, eski takip etti ğ i yollarda önemli durumunu kaybetmiş ti. Bununla beraber G a ssanil er uygarl ı k alan ı nda da epey gayret sarfetmi ş ler, bir çok köşkler, saraylar ve tap ınaklar b ırakınış lard ır (98).

IIİRELİLER DEVLETI

Bunlar Irak'taki Hire şehri etraf ında yerle şmiş lerdi ki bu Hire, Kûfe-nin üç Arap mili güneyinde, bugünkü Necef (Meşhed-i Ali) ş ehrinin, at ile bir saat güney doğusunda, ş imdi aş ağı yukarı tamamiyle kurumu ş olan Ne-

(97) Hondmir, Haris b. Cebele'nin Belka ş ehrini başş ehir yaptığı n ı yaz ıyor.

Bak. blindan evvelki notta ad ı geçen eser, I, 262. (98) Bak. C. Zeydan,. el-Arab Kabl ss. 172 vdd. M. Ş emseddin (Gü-

1 naltay), isltım Tarihi, ss. 300 vdd.

54

cef gölünün k ı y ı s ındad ı r. Hire kelimesi Aramcad ı r ve harfiyyen "çad ı rl ı ordugâh" demektir. Araplar Hire şehrinin kurulu şunu Nabukodonosor devrine kadar ç ı kar ı rlarsa da bunu kesin olarak söylemek mümkün de ğ ildir. Fakat be ş inci yüzyı ldan baş l ı yarak büyük dini toplant ı larda yani Sinod-larda, Hire piskoposlar ın ın ad ı geçer. Hire şehri, Necef ile F ırat nehri ara-s ında, bir çok su kanallar ı nm geçtiğ i bölgede tah ı l tarlalar ının ve hurma ağ açlarını n çok olduğu bir yerde kurulmu ş tu. Sağ lam havas ı da çok övü-lür (99).

Hir e lil er de G assa niler gibi Yemen'den, Arim selinin baraj ı y ı k ı lmas ı üzerine kuzeye ç ıkmış lardı r (100). Hire devleti, Yemen'-den kuzeye çekmi ş olan L a h m, Cüzam ve. A m i 1 e üçlü karde ş kabile gurubundan Lahm kolu taraf ı ndan kurulmu ş tur• Bu üç karde ş kabi-leden Lahm kabilesi muhakkak ki en ş öhretli, ayn ı zamanda en eski guru-

' bu teşkil ediyordu. Efsane bunlar ı İbrahim Peygambere kadar götürür. Y a k u b Peygamberin o ğ lu Y u s u f Peygamberi, karde ş lerinin atmış olduğu kuyudan, Lahm kabilesinden olan bir adam ın ç ıkard ığı söylenir. Hicretten 200 y ı l önce Lahm kabilesinin fazla k ı sm ı , Arap Yar ımadas ını n kuzey taraflar ına, Suriye - Filistin bölgesine ve Irak'a ak ın etmi ş ti ki bun-lar orada Suriye Gassanileri ile yapt ı klar ı aral ı ks ı z kavgalardan sonra, Hire ad ıyla an ı lan, İran'a bağ l ı , yar ı özgür devleti kurdular (101).

Gassaniler nas ı l Bizansa tâbi bir devlet veya emirlik idi ise Hi-reliler veya Lâhmiler de Sasânilere tâbi bir devlet veya emirlik idi.

Lâhmilere, ı1İlinazere ve Nasr okullar ı da denir. Hirelilerin tarihi, Gassanilerinkinden daha belirlidir; çünkü bunlar ın

İ ranl ı larla olan uygarl ı k bağ lar ı , Gassanilerin Bizansl ı larla olan bağ ları n-

dan daha s ı k ı idi. Habe ş yay ı lışı s ıras ında Yemen emirlerinden, olup Murre lakabiyle an ılan Zu Yezen oğlu Seyf H ı mye-r î ' nin, Sasaniler k ıral ı ndan yard ım istemek üzere arac ı lığı nı istediğ i Hire k ıral ı Mün,zür oğ lu Nı:imandan söz açan Ibr ı -i İ s h a k, onun, yı lda bir defa Sasani k ı ral ı nı n kat ı na ç ıktığı n ı hikâye ediyor (102). Ayni yazar, Hirelilerin yani Lahm kabilesinin, soy kütü ğ Linü ş öyle s ı ral ıyor: "Sebe' oğ lu Kehlan oğ lu Zeyd oğ lu Ye ş cub oğ lu Arib oğ lu Amr oğ lu He-meysa' oğ lu Zeyd oğ lu Uded oğ lu Murre oğ lu Haris oğ lu Adiy oğ lu Lahm" (103). Gene İbn-i İshak, Hire hükümdar ı Mün,zür oğ lu Niiman ın, Maad

(99) Bak. Islam Ansiklopedisi Hire maddesi.

(100) Bak. Hondmir, Habib üs-Siyer, I, 255 vdd.

(101) A. Christensen, bunlar ın, Sasanilerin ortaya ç ıkış lar ı s ıras ı nda devlet

kurduklar ı n ı söylüyor. Bak. L' İ ran Sous les Sassanides, p. 87.

(102) Bak. İbn-i Hiş am, T, 64.

(103) Bak, ayn ı eser, ss. 13.

55

oğ lu Kunus'un soyundan oldu ğu söylentisini kaydediyor (104). Hire devleti tarih sahnesine bir hükümdara sahip olarak, Tedmur me-

likesi Zeyneb 'in, oğlu V ehb el-Lâ t ad ı na idareyi eline alışı sıralar ında (M. 268 - 272) ç ıkmış görünüyor. M. Ş emseddin (Günal-tay)' ı n C. Zeydandan naklettiğ i Hire hükümdarlar ı listesinde ilk Hire hü-kümdar ı Adiy oğ lu Amr M. 268 y ı lında tahta geçmi ş gösteriliyor (105). Frans ı z bilginlerinden Dussaud'nun Hayran (Nmara)'da ele geçirdi ğ i Na-bat harfleriyle ve kuzey Arapçasiyle, yaz ı lmış M. 328 tarihli bir yaz ıtta Hire taht ı na Amr'dan sonra, o ğ lu Umru ul-Kays' ı n geçtiğ i yaz ı lmaktad ır. Bu yaz ıt ı n, Hireden çok uzakta bulunan Nmara'da ele geçmi ş olmas ı , Hi-

reliler hakimiyetinin o zamanlar buralara kadar uzand ığı n ı gösterir. Dus-

saud'nun ele geçirdi ğ i bu yaz ı t Hire k ı ral ı Amr oğ lu Umru ul-Kays' ın me-

zar ta şı d ı r. Önemli bir tarihi kaynak olan bu Nmara yaz ı t ında şöyle den-

mektedir: "Bu mezar, bütün Araplar ı n hükümdar ı olan, (hükümdarl ı k)

tac ın ı ele geçiren, E s e d ve Nizar kabileleriyle mülklerine Irak-

meden, M e z h i c kabilesini kendi güciyle yenen Amr o ğ lu Umru ul-

Kays' ı nd ı r. Bu hükümdar, Necran bölgesinde Ş emr'in ş ehri olan Bezaye geldi, Maad' ı hükümdar yapt ı . Uluslar ı n topraklar ı n ı kendi oğ ullar ı na pay-laş t ı rd ı . Hem İ ranl ı lar hem de Roma onu vekil k ı ld ı lar. Hiç bir hükümdar

saltanatta onun mertebesine ula ş amad ı . O 7 Aral ı k 223 y ı l ı nda öldü. Dün-

yaya getirdiğ i kimseler ya ş as ın (mes'ud olsunlar)" (106).

Hire hükümdarlar ın ın en ünlüleri II. Umru ul_Kay s, (salta-

nat ı M. 382 - 403) ve bunun, o ğ lu Numan el A'v er (saltanat ı :

M. 403 - 431). Bu Numan bir çok defa Ş am havalisini istila ederek halka

ş iddetli muamelelerde bulunmu ş ve her taraf ı çapul ettirip bir sürü esirle

Hire'ye dönmü ş tü. Bu hükümdar, Havarnak ve Sedir adlar ı n ı ta şı yan köş k-

(104) Bak. ayn ı eser, ss. 12.

(105) Hondmir bu ş ahs ı , Hlrelilerden taea tahta sahib ilk hükümdar olarak

gösteriyor. Bak. Habib üs_Siyer, I, ss. 258. C. Zeydan da bu zat ı ilk hükümdar ve

M. 268-288 y ı llar ında saltanat sürmü ş gösteriyor., bak. el-Arab Kabl el-Islâm, ss.

189. A. Christensen'in, Hlrelilerin buraya Umman taraflar ından Sasanilerin orta-

ya ç ık ış lar ı s ı ras ında geldikleri hakk ı ndaki kayd ı için bak. L' İ ran Sous les Sassa-

rlides, p. 87.

(106) Bak. İ srail Velfenson, Tarih al-Lf ı gat al-Samiye, M ı s ı r, 1929, ss. 190.

Burada geçen tarih Nabat takvimine göre yaz ı lmış t ı r. Milâdi y ı l hesabiyle karşı -

lığı 328 dir. C. Zeydan bunun saltanat ı n ı M. 288-328 olarak kaydediyor. Bak.

el-Arab Kabl el- İ slâm, as. 189.

56

leri yapt ı rd ı (107). H ı ristiyan dininde olan veziri y d oğ lu A d i y y ' ın ı hükümdara, dünya mal ı na ve alnya zevklerine bel ba ğ la-man ın lüzumsuzluğunu telkin ettiğ i me ş hurdur; hattâ söylendi ğ ine göre

Numan, saltanat ı , oğ lu Münzür'e b ı rak ı p, ruhban elbiseli giyerek bir sav-maa'ya çekilmiş M. 504 y ı l ı nda Hire taht ı na Hire hükümdarlar ı sülâlesin-

den olmayan fakat II. Numan' ı n akrabas ı bulunan Ebu Y a'f ur b• Alk am e el-D e y 1 e m i (saltanat ı : M. 504 - 507) ad ında biri geç-miş tir. M. 507 tarihinde saltanat, gene Hire hükümdarlar ı sülâlesine yani Numan' ın oğ lu Umru ul - K a ys'a (M. 507 - 514) geçti. Bundan sonra tahta, annesinin ad ı olan Ma i s s e m a lâkabiyle an ı lan

III. Münzür (saltanat ı : M. 510 - 563) oturdu. Bu, Hire hükümdarlar ın ı n

en ünlülerinden olup Iran hükümdarlarmdan K u b a d (saltanat ı : 488 -

531), H u s r e v (An.o ş ervan- ı âdil saltanat ı : M. 531 - 579) ve Bizans hkümdarlar ından Ana s t a s (saltanat ı : M. 491 _ 518, I. J ü sten (saltanat ı : M. 518 - 527) ve I. J ü s t i n y e n (saltanat ı : M. 527 -

565) ile ça ğdaş t ı (108).

D o z y, kend5.sini h ı ristiyan dinine sokmak isteyen misyoner heyeti ile III. M ü n z ü r ' ün alay etti ğ ini kaydediyor (109)•

Hire tarihi, Hîr. e hükümdar sülâlesile buna ba ğ l ı Arapların İranl ı larla

birlik olup Bizansla ve Bizans ı n uyruğu bulunan Gassanilerle ve bazan da doğ rudan do ğ ruya İran hilkümdarlariyle yapt ı klar ı mücadelelerle doludur. Bu sava ş lar ın hepsinden paçay ı kurtarrn ış olan Hire devleti M. VII. yüz-yı l başlar ında Irak bölgesindeki kendi ırklar ından olan Arap kabileleriyle yaptığı harpler sonunda gücünü çok kaybetmi ş ve en sonunda. İ ran' ın da iş e karış masiyle tarih sahnesinden silinmi ş tir. Buna ra ğmen Lahm ve Cü-

(107) A. Christensen, Sasaniler hükümdar ı Yezdgerd'in, Ş apur, Vahram ve

Nersi acllar ındaki üç oğ lundan Vahram' ı , Hire hükümdar ı Münzür b. Nfıman' ın

terbiyesinde, Hirenin güzel havas ı nda büyümek üzere yolladığı nı ve bu veliand

Vahrarn' ın Hirede Nûman taraf ından yapt ı r ı lmış olan Havarnak saray ında ya.

ş ad ığı nı kaydediyor. Bak. L'Iran Sous les Sassanides, p. 274. Kanaatimizce Chris-tensen burada hataya dü ş müş tür; çünkü Yezd,gerd, Münzür b. Nûman ile ça ğdaş değ ildir. Münzür b. Nûman M. 431-473 y ı llar ı aras ında hüküm sürmü ş tür. Birinci Yezdgerd ise M. 399-420 y ı llar ı aras ı nda hüküm,dar bulunuyordu. Yezdgerd'in, oğ lunu yan ı na yolladığı ve Havarnak saray ın ı yapt ıran Hire k ıral ı Nûman b. Umru ul-Kays't ı r ki saltanat ı M. 403-431 y ı llar ı aras ı ndad ı r.

(108) Bak. Hondmir, Habib üs-Siyer, I, ss. 260. C. Zeydan, el-Arab Kabl el- ı s-

lâm, ss. 194. Charles Diehl, Bizans imparatorlu ğu Tarihi, Tevfik B ıyı klı oğ lu ter.

ss. 25 vdd. (109) Bak. Dr. R. Dozy, Tarihi islâmiyet, A. Cevdet (Karl ı da ğ ) ter. e. I,

ss. 26.

57

zam kabileleri birlik halinde bir müddet daha fakat özgür olarak de ğ il de

bir "Arap kabileler topluluğu" halinde zaman zaman olaylara kar ış mış lair-

d ır. Mesela islam fetihlerinin geli şmesi ve Suriye'nin ele geçirili ş i s ı ras ı nda,

Yermük sava,”'nda, Sit f in ,9cıı ) aşı 'nda, daha sonra Emevi halifelerinden I. Yezid devrinde Mekke ve Medine ş ehirlerine yap ı lan seferler s ırasında bu iki kabile yani La hm ve Cüzam kabileleri, ayn ı komutan idare-

sinde ve ayn ı bayrak alt ı nda hareket ettiler.

Bire tarihinin son zamanlar ını dikkatle incelersek Bire hükümdarlar ı -nı n, dini cereyanlar ın da tesirinde kald ı klar ın ı görürüz; Mesela do ğuda ya-y ı lmak için büyük gayretler sarfeden hwistiyanl ığ a kar şı direnmeleri, baz ı Bire hükümdarlar ın ı taht ı ndan etmi ş tir. Çünkü halk ı n epey bir k ısmı h ı -ristiyand ı . Mesela M. 581 y ı l ı nda, Bire hükümdar ı Kabus b. Münzür'ün (saltanat ı : M. 578 - 581) ölümü üzerine bunun karde şi 4. Münzür tahta geçememi ş , Hireliler, bilhassa h ıristiyan Hireliler 4. Münzürü sevme-diklerinden Kabus'un ölümünden sonra ayaklanm ış lar hükûmet, Nasr o ğ ul-lar ının yani Bire saltanat sülalesinin elinden çekip, Iranl ı bir vali olmas ı muhtemel olan Z e y d veya S o hrab ad ında birinin eline geçmi ş ,• 4. Münzür, bir y ı l tahtta kalan bu adamdan sonra saltanat ı ele geçirebil-

mi ş tir. Bu 4. Mü nz ü r ' ün oğ lu 3. Nûm an (saltanat ı : M. 585 - 613)

ile Sasaniler hükümdar ı 2. H u s r ev Per v i z (saltanat ı : M. 590 - 628) aras ı nda anlaşmamazl ı k çekmiş 2. Husrev Perviz, Nûman' ı İ ran'a ça-ğı rm ış , Numan mallar ın ı ve hazinesini, çocuklar ını ve kar ı ların ı Beni Ş ey-ban, kabilesi başkan ı Hani b. Mes'ud'a emanet ederek İran'a gitmi ş ti. Iran hükümdar ı , Nûman' ı n ellerine ayaklar ı na bukağı vurdurarak H anikın zin-dan ı na att ı rd ı . Nûman h ı ristiyan dinine girmi ş ti. Bunun devrinde Hirede sefahat hayat ı alm ış yürümü ş tü. Esasen galiba anas ı Fedek'li bir Yahudi olduğundan, teb'as ı onu soyca a ş ağı sayıp kendisinden nefret 'ediyordu.

Bu Nûman devrinde, yukar ı da dediğ imiz gibi komşu Arap kabileleri ile iki önemli savaş olmu ş tur: Bunlardan birine "Tifha sava şı ", diğerine "S elan sava şı " denir.

Temimlilerden Yerbu' oğullar ı ile olan Tifha sava şı ridafe i ş inden or-taya ç ı kmış t ı . R i d a f e, Hire te şrifat ına göre bakanl ı k derecesinde bir makamd ı . Redif olan adam, resmi oturumlarda hilkümdar ı n sağı nda yer al ı rdı . Bu yer eskidenberi Yerbululann elinde olup büyükten küçü ğe ge-çerdi. Bu 3. Nûman devrinde gene Temimlilerden Dârim o ğ ullarının baş -kan ı , bu mevkiin Darimlilere verilmesini istedi; Nûman da raz ı oldu; fa-kat Yerbu'lular raz ı olmay ı p ayaklandılar. N tl m a n, oğ lu K a b u s ile karde şi Has san' ı , Yerbulular ı bast ı rmağa yollad ı . Basra'dan

58

Mekke'ye giden yol üzerinde Tifha denilen yerde yap ı ldığı için "Tifha sa-

vaşı " diye an ı lan savaş ta Nftman' ın ordusu bozguna u ğ rad ı ve oğ lu ile kar-

deş i tutsak oldular. Nâman, bunlar ı kurtarmak için bin deve vermek ve ridafeti ğ ene Yerbu'lulara b ırakmak zorunda kald ı .

Selan sava şı ise Beni Amir ile yap ı ldı . Sasâniler hükümdar ı 2. Husrev

Perviz, her y ı l Mekke yak ınındaki Ukkaz panay ır ı na" bir tüccar kafileyi yolluyordu. Beni ...Amirliler bir defa bu kafileyi vurarak mallar ını yağma

Nûman bunlar ı bast ırmak üzere bir ordu yollam ış fakat Selan

ad ındaki yerde yap ı lan sava ş ta Hireliler yenilmi ş lerdi (110). Niiman M. 613 y ı lında Hanikin'de hapiste öldü; kendisinin, Husrev'in

emriyle fillere çiğnetilerek veya zehirletilerek, yahut da vebadan öldü ğü

hakk ında çeş itli söylertiler vard ı r (111).

Nfınaan' ı n ölümü, Lahmiler sülâlesinin saltanat ı kaybetmesi sonucunu doğurdu. Miman' ın ölümünden sonra 2. H u re v P e r vi z, Hire tahtını ,. Tay ,kabilesirden İyas b. Kabisa'ya verdi ki bu zat M. 613 _ 618 y ı lları aras ı nda Hire taht ı nda kaldı . Husrev Perviz bunun yan ı na, kontrol

icin Iranl ı bir memur yollain ış t ı .

Husrev Perviz Hire hükümdar sülâlesini ortadan kald ırmea Araplar ı daha kolayl ı kla kendine ba ğ lıyabileaeğ ini sanmış t ı . Halbuki onlar o. zama-na kadar al ış t ıklar ı ve tan ı dı klar ı sülâlenin i ş ten uzaklaş t ırı lmas ına k ı z-mış lard ı . Kisramn ş imdi tayin ettiğ i İ yas b. abisa da Tay kabilesinden ve Arapt ı ; fakat buna al ış amamış lard ı .

Nüman, -Kisra kendini çağı rdığı nda eşyas ım - Beni Şeyban'dan fiâni b. Mes'ud'a (112) b ırakmış tı Kisra onlar ı İyas eliyle Hâni'den istedi.`Hâni, bunların emanet olduğunu söyliyerek vermedi. Husrev Perviz, Bekr b. Vâil kabilesini yok etmek için Hireye bir ordu yollad ı . Bu ordu Hire ordusuyla birleşerek Beni Bekr kabilelerine, Zûkar adl ı yerde sald ırdı . Burada aş ağı yukarı M. 614 yıllar ında kanl ı bir sava ş oldu ve İran ordusu yenilip kaçt ı (113). Böylece Hirede bir siyasi kuvvet kalmay ıp Iran, Irak'taki Arap ka-

(110) Bak. M. Semseddin (Günaltay), Islfim Tarihi, ss. 351-352. (111) Bak, ayn ı eser, ss. 352. Hondmir, Husrev'in emriyle katledildi ğ ini yazı-

yor, bak Habib üs-Siyer, I, 261. Taberi ise koleradan Hanikin'de öldü ğünü söylü-yor, bak. Milletler ve Hükümetler Tarihi, e. I, ss. 1281.

(112)_ Bunun künyesi, Hani b. Mes'ud b. Âmir b. el-Hasin b. Amr el-Müzdelif b. Rebia b. Zuh b. Seyban Sa•lebe'dir. Bak. Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, I, 1282.

(113) Bak. M. Ş emseddin (Günaltay), İ slâm Tarihi, ss. 353. Zûkar savaşı nın efsane ile kar ışı k tafsilâtı için bak. Taberl, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, I, 1280. Mahmud Esad, Tarih-i Din-1 Islâm, Medhal, ss. 207.

59

bileleriyle kar şı karşı ya kald ı . Esasen H u s r ev Per vi z, Iyas b. Kabisa' dan sonra Hire valili ğ ine bir Arap tayin etme ğe bile

lüzumgörmiyerek Mihribandaz Hemedani o ğ lu Bani-

y a n oğ lu A z a d b eh adl ı bir İranlıyı tayin etti ki bu vali, Tabur-nin, dediğ ine göre on yedi y ı l valilik etti. M. 628 tarihlerinde Hire hüküm-darları soyundan Münzür b. Numan adl ı bir emirden bahsedilir ki buna,

gururlu anlam ına gelen el-Garur lâkab ı verilmiş ti. İslâmiyetin ortaya ç ı -

kışı nın ilk s ıralar ında Bahreyn, Araplar ı bunu kendilerine ba şkan seçmiş -

lerdi. Arap tarihçileri bu Münzürü, Hire hükümdarlar sülâlesinin 'kan mü-messili sayarlar. Bu Münzürün idaresi, Halid b. Velid'in Iran s ınırlarında

baş ladığı savaş lara kadar sürmü ş M. 632 veya 633 y ı lında C u v a s a sa-

va şı ' xıda öldürülmüş tür (114).

Hire şehri Halid b. V eli d' in Mezopotamya harekât ı sı ra-sı nda sava ş sı z teslim oldu ve fazla miktarda bir cizye verme ğ i kabul etti. Hire şehri, daha uzun müddet ayakta kalmak ve bazan ad ı geçmekle bera-ber art ık eski önemini kaybetmi şti. A b b asiler buray ı oturma yeri olarak kullanmad ı lar. Kûfe ş ehrinin in ş a edilip büyümesi Hireyi gölgede bırakt ı . Harun er-Re ş id kısa bir müddet Hirede oturdu ve burada yap ı lar yapt ı rdı ise de bn durum Küfelilerin k ı skançlığı n ı ve ho şn,utsuzluğunu uyan-

dırdığı ndan, yeniden şehri terketti. Abbasiler halifesi el-Muktedir (saltanat ı : M. 908 - 932) zaman ında Sevctd böl,g'esi',nin diğer k ıs ımlar ı gibi Hire yak ınları da bedevi saldırganlar ın yağmalar= uğ radığı ndan, hükümet oraya bir ordu göndermeye mecbur oldu. M. onuncu yüzy ı lın son yar ı sında Hire, büyük fakat halk ı az bir şehir olarak gösterilmektedir. Sonralar ı bü-tün memleketin inhitat ı Hireyi, ortadan kalkacak derecede müteessir et-miş tir• Bugün şehrin, eski yeri otlakt ır. Orada geçmi ş i, yalnız alçak tepe-cikler ve bir sürü y ı k ıntı hat ı rlatmaktad ı r.

HIRE HÜKÜMDARLARI VE TAHTA GEÇIŞ YILLARI :

Amr b. Adiy Umru ul-Kays b. Amr Amr b. Umru, ul-Kays Evs b. Kallâm Umru ul-Kays el-Muhrik b. Amr Numan el-A'ver b. Umru ul-Kays Münzür b. Numan el-A'ver Esved b. Münzür

Tahta geçiş i: M. 268 M. 288 M. 328 M. 377 M. 382 M. 403 M. 431 M. 473

(114) Bak. Taberl, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, I, 1294 vd. M. Ş emseddin

(Günaltay), Islam Tarihi, ss. 356 vd.

60

Münzür b. Münzür Nrıman b. Esved Ebu Ya'fur b. Alkame Umru ul-Kays b. Ninnarı Münzür b. Umru ul-Kays ( İbn-i Maissema) Haris b. Amr el-Kindi Amr b. Hind Kabus b. Hind (bundan evvelkinin karde ş i) Sehreb (veya Suhrab?) (115) Münzür b. Münzür b. Maissema Naman b. Münzür Ebu Kabus İyas b. Kabisa Zadiye (veya Zaziye) Münzür •el-Mağ rur (veya Gar ur) (116)

17

11

17

17

71

)7

17

1)

)7

11

11

11

17

17

77

M. 497 M. 500 M. 504 M. 507 M. 514

M. 563 M. 579 M. 582 M. 583 M. 586 M. 614 M. 619 M. 630

IHRELILERDE TOPLULUK HAYATI, DIN VE UYGARLIK

Hire bölgesi daha L a h m o ğ ullar ı buraya gelmeden önce Arap Yar ımadası.= diğ er bölgeleri gibi bir sürü göçebe kabilelerle dolu idi. Bu kabileler se,ylilerin idaresinde ya şı yorlar, tamamiyle göçebe bir ha-yat sürüyorlard ı . Devletleri, kaleleri, ba şş ehirleri yoktu. Gerekti ğ i zaman muhtelif kabileler mü ş terek bir dü şmana kar şı birle ş erek sava şı yorlar, ye-nilirlerse çöle kaç ı yorlard ı .

Yukar ı da gördüğ ümüz gibi M. üçüncü yüzy ı lda Hirede güney Arabis-tan'dan, gelen Beni L a h m kabilesi taraf ından bir devlet veya emir-lik kuruldu. Hire ve etraf ı , ,eskidenberi bir ş ehir olan Hirede oturan ibra-nilerle ve çölden gelip buralara yerle şmi ş bulunan Tenühilerle meskiındu. Bu iki kabileden olmay ıp Hire şehri yak ı nlar ı nda oturanlara "Ahraf" de-niyordu.

Bir yandan Tedmur, öte yandan Sitriye,, Filistin bölgeleri, a ş ağı da Ye-men - Mekke ticaret yollar ı n ın ağ zında bulunan Hire ş ehri, eskidenberi zengin ve geli ş kin, bir hayat srüyordu. Hire dolaylar ında, aralar ı nda bir Iran kı ral ı tarafından yapt ırı lan beyaz hisar ın da bulunduğu "İbn-i Bu-kayla hisar ı " ve Kelblerden "Adasiler hisar ı " gibi bir çok hisarlar vard ı . Eski şairler Hire ş ehrinde yap ı lan eşya aras ında Hire eyerlerini sayarlar; bu şehirde bir dereceye kadar kültür de geli şmiş ti. Ş airler Hire k ırallar ı

(115) Bak. Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, I, 1294.

(116) Bak. C. Zeydan, el-Arab Kabl ss. 185.

61

katında iyi bir kabul görüyorlar ve memnuniyetle burada. kal ıyorlard ı . Söylentiye göre yaz ı burada biliniyordu ve buradan Arabistan' ın diğ er yerlerine yay ı lmış tı r.

İ ran' ın, Mekke yak ın ı ndaki panayırlara — Meselâ Ukkaz'a — ve Ye men bölgesine yollad ığı ticaret kervanlar ı bımlann topraklar ından geçiyor-du. 113:caz Araplar ı islâmdan önce İran ile ticari ba ğ lar kurmuş olup ker-vanlarla İran'a gidip geliyorlard ı . Söylendiğ ine göre Kureyş tüccarlar ından. N e v f el ve M tı t t a 1 i b, Sasanilerle özel anla şmalar yapm ış lardı . Bu anlaşmaya göre Sasaniler hükümdar ı onlara, Iran sömürgelerine gidip gelme iznini veriyordu. M. 606 y ı lında veya az önce Ebu Süfyan (Sahr), Ku-reyş tüccarlan ile Sasaniler devleti ba şş ehri olan Medayin'e (Ktezifon) gelmiş tir (117).

Hire kervanlar ında Kurey ş lilerin ücretle muhaf ızlık ettikleri, Ficar savaş lar ı dolay ısiyle, ibn-i His& nı ' da uzun uzun, anlat ılıyor (118).

Hire bölgesi çok eski zamanlardanberi ticari bak ımdan son derece önemli bir bölge idi. Hindistan' ın bat ıya yolladığı ve İ ran'a doğ ru giden mallar ın bir k ı smı deniz yolu ile Dicle nehri ağ z ına geliyor ve übiille (Apo-lopoş )'ye depo ediliyor, oradan Rakka'ya geçiyordu. nbülle bu önemini, Sasaniler devrinin sonuna kadar kaybetmedi. Tüccarlar buradan F ırat neh-rini takip ederek yukar ı doğ ru ç ık ıyorlar ve Sasaniler nüfuz bölgesini aş -

inadan Hire ş ehrine kadar geliyorlard ı . Hire M. III. yüzyı ldan VII. yüzy ı la kadar ticaret alan ındaki bu büyük önemini muhafaza etti. Y ı lda bir defa olmak üzere burada büyük bir panay ır kuruluyordu. Bu devir ticaret tarihi ile uğraşan yazarlar Hirelilerin ticaret alan ındaki büyük başar ı larını o kadar ileri götürüyorlar ki, Hireli kay ıkç ı lann Hind mallar ı nı getirmek üzere ta. Seyhan ada,s ı 'na ve Hind limanlart'na kadar gittiklerini kabul edi-yorlar (11£.).

Hire, Sümerlilerden, al ını p geliş tirilmiş olan İ ran medeniyetinden ve onun faydaland ığı medeniyet dairelerinden faydalanm ış tır. Bu itibarla özel bir Hire medeniyetinden bahsetmek mü şküldiir. Bir Iranl ı yazar daha ileri giderek, Hireye ait idari i ş lerin, Sasâniler saray ında Hire iş lerine memur bir kimse tarafı ndan görüldüğünü, ancak 3. Nûma ıı devrinde Adi y b. Z e y d ad ında birinin ilk defa Sasani saray ı nda Hire i ş lerini Arapça yazdığı nı kaydediyor ve bu ödevi gören kimsenin ücretinin de Hire hii

(117) Bak. Muhammed Muhammedi, Ferheng-i irani, Tahran, 1323 (H. Ş .) ss. 159 vd.

(118) Bak. İ bn-i Hişam, Sire, I, 194.

(119) Bak. W. Heyd, Histoire du Commeree du Levant au Moyen-âge, Leipzig, 1923 I, 7 sqs.

62

kümdarlar ı taraf ından ayni olarak, et, taze ve kuru hurma ve deri verildi ğ i-

ni söylüyor ki fikrimizce bu, çok mübalâ ğ al ı ve indi bir mütalâad ır; esa-

sen o, bu iddias ına delil de göstermiyor (120).

Hayran yak ı nlar ındaki Nmara'da ( Ş am' ı n doğu güneyinde) ele geçen,

Hire hükümdar ı Umru ul-Kays' in mezar kitabesinden anla şı l-dığı na göre Hirelilerir, kulland ıklar ı takvim, o zamanlar Suriye bölgesinde kullanı lan Bosra takvimi idi. Bu takvim, Bosra ş ehrinin Roma hâkimiyeti-ne geçtiğ i M. 105. yı ldan baş lar. Bu, belki de M. 106 y ı l ında Romalılar ta-raf ı ndan ortadan kald ı rı lan Nabatl ı lar devletinin y ı k ı lışı n,a da i şarettir.

Din itibariyle Hirelilerde de, ilk s ıralarda bütün Araplarda oldu ğu gi-

bi çok Tanr ı l ı bir puta tap ı c ı l ık hâkimdi. Hire hükümdar ı A m r b . A d i y, Mani dinine girmiş olanlar ı himaye ediyordu (121). Milâdi be-

ş inci yüzy ı l ortalanrda h ıristiyanl ı k doğuda, Y a k û b î, N asturi ve Mel k i t 1 er adlariyle üç kola ayr ı ldığı zaman, Irak ve Fors böl-gesindeki luristiyanlann çoğu gibi ibadiler de Nasturl mezhebine girip Hi-re ş ehrinde bir topluluk meydana getirmi ş lerdi.

Hireliler daha önce puta tap ı c ı idiler ve el-Uzza adl ı putlan

ünlü idi. Milâdi alt ınc ı yüzy ı l ın ikinci yar ıs ına kadar hüküm süren, Münzür b. Umru ul-Kays, tutsaklar ı ,Tanr ı el-Uzza adına kurban ediyordu (122). Anla şı ldığı na göre Hire hükümdarlar ı hıris-tiyan misyonerP ğ inin, gayretlerine kar şı epey direnmi ş ler, ilk olarak M. 563 yı l ına doğru tahta geçen A m r b. Hin d, h ı ristiyan dinine gir-miş ti. Bunun anas ı Hind, hıristiyan dir,inde olduğundan belki de oğ lunu hı ristiyan dini telk ■ nleriyle terbiye etmi ş ti. Amr'in ölümünden sonra Uzza putuna ta.ma âcleti tekrar ba ş lam ış , sonunda M. 586 yı l ında tahta geçen N fı man b• M nzür Ebu Kabus h ıristiyan dinine girmiş ti amma bu da Sasaniler k ıral ı Husrev'in kininin kurban ı oldu. Söylendiğ ine göre Husrev, Behram Çoban' ı n önünden kaçarken Ntiman ı yanına çağı rmış , kızım istemiş o da gitmemiş ve k ı zın ı vermemi ş ti. M. 595 - 604 yı lları arasında Husrev, Niıman' ı zindana att ı rdı ve Hire emirli ğ ini Isâhmiler hanedan ından al ıp İyas Tâi'ye verdi ve bir Iranl ı murak ıbı onun üzerine dikti (123).

Kuzey Araplar ından, baz ı lar ı nın, hı ristiyanl ığı gerçek olarak değ il, de

(120) Bak. Muhammed Muhammedl, Ferheng-i İ rani, Tahran, 1323 (H. Ş .), ss. 83 vd.

(121) Bak. A. Christensen, L' İ ran. Sous les Sassanides, p. 201. (122) Bak. İgn. Guidi, L'Arabie Anthe- islamique. Paris, 1921. p. 34.

(123) Bak. A. Christensen, L' İ ran Sous les Sassanides, p. 452:

63

şekli olarak, kabul ettikleri hususunda Dr. R. Dozy' nin sözleri ve an-latt ığı su hikâye enteresand ı r. Dozy, Arabistan' ın her taraf ı nda Araplar, hıristiyan dinini gerçek olarak de ğ il, dış görünü şü itibariyle kabul etmi ş -lerdi diyor ve "Orta Arabistan, h ıristiyan etkisinden ya pek az müteessir olmuş veya hiç olmam ış t ı . Genel olarak o zamanki h ıristiyanl ı k, mücizele-riyle üçlü (teslis) inanciyle ve çarm ı lia gerilmi ş Tanr ı sı hakk ı nda naklet-tiğ i hikâyelerle zeki ve alayc ı Arap için pek az çekici idi. M. 513 y ı l ına doğ ru Hire hükümdar ı üçüncü Münzür'ü h ı ristiyan etmek istemi ş olan pis-koposlara bu gerçek pek iyi gösterildi. K ıral piskoposlar ı dikkatle dinli-yordu. Subaylar ı ndan biri yan ı na geldi, k ıral ı n kulağı na eğ ilerek bir şey söyledi. Bunun üzerine k ı ral derin bir üzüntüye gömüldü, piskoposlar sayg ı ile bu durumun sebebini sorunca o, — Çok yaz ı k! Ş imdi melek Mikâil'in öl-düğünü öğ rendim — cevab ı n ı verdi. Papaslar — Say ın k ı ral bu olamaz! Sizi aldat ı yorlar, melekler ölümsüzdürler — dediler. O zaman k ıral Hz. İsa'n ın çarm ıha gerilmesini telmihle — Tamam' Siz kendiniz, bizzat Tan-rmın öldüğ tine beni inand ı rmaya çal ışı yorsunuz — cevab ı n ı verdi." diye ilâve ediyor (124)•

Hire hükümdarlar ından h ı ristiyan dinini kabul edenler, Hire, şehrinde bir sürü kiliseler yapt ı rm ış lard ır. Bunlardan üçüncü Münzür' ün ka-rı sı olup h ı ristiyan dinine girmi ş bulunan H i n d, bir manast ı r ve bir kilise yapt ı rmış tı ki şüphe götürmiyen bir kesinlikle doğ ru olan fakat asl ı değ il de muhtevası ,elimize geçen bu kilisenin kitabesinde "Bu kilise Hucr oğ lu Amr oğ lu k ıral Hâris'in k ı zı ve k ıral Münzür'ün oğ lu Amr'in anas ı , İsa'n ın hâdimi ve ona inananlar ı n anas ı , ona hizmet edenlerin k ı zı H i n d taraf ından, ş ahlar şah' Husr ev A no s e rv an' ı n saltanat ı ve Ef r em' in (Ephr ın) ş ehir piskoposu bulundu ğu s ırada •'7apt ır ı lmış -t ı r" deniyor. Kilise tarihlerinin bildirdiklerine göre Hire M. 410 y ı l ından beri bir piskoposluk merkezi idi (125).

Sasanller hükümdarlar ından K u b ad (saltanat ı : M. 488 - 531) ile çağda ş olan Münzür b. Ma is s em a, Kub a d taraf ın-dan Mezdek mezhebine girme ğ e zorlanm ış , Münzür bunu kabul etmeyince saltanattan uzakla ş t ı r ı l ıp yeri, ötedenbeiri Hirelilere rakib olup Sasaniler himayesini ar ıyan, ve bu defa bu himayeyi temin maksad ı ile Kubad' ın tek-lifini kabul eden Kinde emin Hâris b. Amr'a verilmi şti. Kubad ı n ölümün-

(124) Bak. Dr. R. Dozy, Tarihi İ sramiyet, Abdullah Cevdet (Karl ı dağ ) ter.

ss. 26. İgn. Guidi, bu Münzür'ün h ı ristiyan sayı ldığı nı kaydediyor. Bak. L'Arabie

Anthe- islamique, p. 34-35.

(125) Bak. İ gn. Guidi. Bundan önceki notta ad ı geçen eseri, ss. 35 vd.

64

den sonra Husrev, Mezdek taraftarlar ı n ı ve mezhebini da ğı ttığı ndan, Mün-

zür gene taht ın,a geçmi ş tir (126).

M e z d ek ad ında Nişabur'lu biri taraf ı ndan kurulup esaslar ı mal ve

kadın ortaklığı ve hayvan kesme yasa ğı na dayanan Mezdek mezhebinin,

Hire'de az veya çok taraftarlar buldu ğunu sanm ıyoruz (127).

KİNDELİLER (Beni Kinde)

Bunlar ın, as ı llar ı da Hireliler ve Gassanilerinki gibi şüphelidir.Yani

Kahtanllerden midirler yoksa kuzey Araplardan m ı d ı rlar? Kesin olarak bi-

linmiyor; Arap tarihçileri bunlar ı , Kahtanilerden ve onlar ın Kehlan kolun-

dan sayı yorlar (128). Söylendi ğ ine göre bunlar önceleri Bahreyn ve Ye-

mame bölgelerinde el-Muşakkar denilen yerde oturuyorlard ı . Bir müddet

sonra buradan sürülerek otuz bin kadar olan halk ı evvelâ Hot,dramalı t'taki

Kinde denilen yerde yerle şmiş , sonra Mehre adı verilen günlük luy ı ların-

daki Demmon taraflar ında yurt tutmu ş lard ı . H i m y e r 1 i ler hüküm-

darlar ı Kindelilerin doğ ruluklarını , kahramanl ı kları nı çok beğ endiklerin,-

den onlar ı önemli iş lerde, meselâ ordu hizmetlerinde ve sair i ş lerde kulla-

nıyorlardı . Himyerliler hükümdar ı Hassan b. E s, ' a d (saltana-

t ı : M. 420 - 425) zaman ında Kindelilerin ba şı nda Hucr b• A m r

bulunuyordu. Bassan ile Hucr aras ında ana taraf ından akrabal ık olduğun-

dan Hucr'un Himyer saray ı nda önemli bir yeri vard ı . Bassan, kuzey Ara-

bistan'a savaş a gittiğ i s ırada bu Hucr da Kin,deli süvarilerle onun yan ında

(126) Bak. Müneeeimba şı Ahmed, Sahayif ül-Ahbar, C. I, ss. 470. A. Christen-sen bu hususta ş unları kaydediyor: "M. 529 y ı l ında Mezdek taraftarlar ı ortadan kald ı rı ld ı lar. Kubad' ın (Kâvus Pizi ş harşah) ad ı ndaki, Mezdek mezhebinde bulu-nan oğ lunu veliand yapmak ve Husrev'i taht ı ndan indirmek istemesi barda ğı ta-sıran damla oldu" bak. L' İ ran Sous les Sassanides, p. 359. Gene A. Christensen ayn ı eserinde "Mezdek taraftarlar ı ortadan kaldu ı lınea, tarihci Prokop'un, "Ala-moyndaros Osakkikes" ş eklinde kaydettiğ i el-Münzür b. eş _Sakika, Kindeli gasip emir Haris b. Amr'in elinden kendi taht ın ı geri ald ı" bak. ss. 361.

(127) Mazdek dininin esas ı , iranda yay ı lışı , takib ediliş i ve ortadan kald ır ıl-mas ı hakkında mufassal bilgi için bak. Hondmir, Habib üs-Siyer, I, 239.

(128) Mısı rl ı Prof. Muhammed Mebruk Nafi', bunlar ın güneyden gelme olduk-larıru söylüyor. Bak. Asr- ı Makabl el-İ sliim, Kahire, 1952, ss. 143.

İshundan Önce Arab Tarihi F: 5 65

bulunuyordu (129). Hassan, kuzey bölgesi Araplar ı m itaat alt ı na ald ı ktan sonra Hucr'u, Maad kabileleri üzerine emir tayin ederek orada b ırakt ı . Böylece emIrliğe yükselen Hucr milâdi be ş inci yüzyı lın ilk yar ısında B e k r b. Vail kabilelerini de hâkimiyeti alt ına alarak Necid bölge-si'nde bir devlet kurdu (130).

İ bn-i Hi ş am burada ad ı gegen Hucr b. Amr' ı, Ti-ban oğlu Hassa n' ın (Hassan. b. Es'ad) karde ş i olarak kaydedi-yor ve birlikte kuzeye Bahreyn bölgelerine ç ıktıklar ını , yürüyüş e devam etmeyip ailelerinin yan ına Yemen'e dönmek istiyen Yemenlilerin ona "kar-desin Hassan' ı öldür, seni kerıdimize hükümd2 yapal ım" demeleri üzerine Hucr' un, karde ş i Hassan' ı öldürüp Yemenlilerle Yemen'e döndü ğünü, fakat karde ş ini öldürdüğü icin Tanr ı taraf ından kendisine uyku uyuyama-ma hastal ığı verildiğ ini ilâ„ zikrediyor (131).

Hucr'un, Hassan'la birlikte sava ş için kuzeye ç ı kt ığı muhakkak olmak-la beraber Hassan' ı öldürüp öldürmediğ ini bilmiyoruz; yaln ız, bu olaydan söz açan tarihçilerin ço ğu, Kinde devletinin ilk hükümdarı olarak H u e r b. Amr' ı kaydediyorlar. Bu hilkümdar ın Necid'de Batn- ı Alayrde yerle ş tiğ i s ı ralarda bu bölge halk ı n ı n ekserisi, bilhassa Bekr b. Vail kabi-lesne ait bulunan Arap Irak ı bölgesi Mrelllere ba ğ lı bulunuyordu. Hucr bu bölgede yerle şebilmek için Hirelilerle çarp ış mak zorunda kald ı . Bu Hucr'a, Â k i l ül-Murar (132) lâkab ı verilmi ş tir ki bu lâkab ı n veriliş i ile ilgili sebepler hakk ında bir sürü söylentiler nakledilir•

(129) İ slam. Ansiklopedisinde Kinde maddesini yazan F. Krenkow, Âkil ül-Murar lâkab ı nı taşı yan Hucr b Amr'in Kinde hükümdar ı Hassan Tubba'm öveğ i kardeş i olduğunu ve Himyerliler k ırallarm ın âdetine uyarak bu ş ahs ın oğ lu Amr b. Hucr'u saray ında nedim ve rehine olarak al ıkoymakta olduğunu, Hassan Tub-ba' ın orta Arabistan kabileleri üzerine yürüyüp onlar ı itaat alt ına aldıktan sonra Yemen'e döndüğünde oralar ın idaresini üvey kardeş i Hucr'a b ıraktığı nı , Yemame-de oturan Cedis kavmine kar şı aç ı lan bir sefer sonunda Hassan Tubba' ın, kar-deş i Hucr'un te şviki ile katledildiğ ini, Hucr'un, Hassan' ın k ız kardeş lerinden bi-rini oğ lu Amr ile evlendirdiğ ini ve Hucr ölünce oğ lu Amr'in orta Arabistan kabile-lerinin hükümdar ı s ı fatiyle babas ı n ın yerine geçtiğ ini söylüyor. Bak. Encyclopâ die de L' İslâm, Kinde maddesi. Burada iki noktay ı aç ıklama/Tuz gerekiyor: bir kere makalede Hassan Tubba' deniyor ki bu, yanl ış tır. Tubba', Hassan' ın raltab ı-dır; künyesi Hassan b. Tiban Es'ad Ebu Kerib'tir. Bak. İbn-i Hişam, Slre, I, 28 vd. /kinci nokta, maddede iki yerde yanl ış olarak Hucr yerine Amr yaz ılmış tı r.

(130) Bak. Muhammed Mebruk Nafi', Asr ma Kabl el-islâm, 2. tab. M ısır, 1952, ss. 144. M. Ş emseddin (Günaltay), İslâm Tarihi, ss. 361 vd. C. Zeydan, el-Arab Kabl el-Islam, 1939, ss. 201 vd.

(131) Bak. İbn-i Hişam, Sire, C. I, ss. 29 vd. (132) Murar, ac ı bir çöl otunun ad ıdı r. Müneccimbaşı bu olayı naklederken

bu bitki hakk ında bilgi vermektedir. Bak. Cami ül-Düvel, C. I, ss. 470.

66

Hucr, M. 450 y ı l ında ölünce yerine o ğ lu Amr geçti (ölümü: M. 490). Bundan sonra tahta, Hâris b. A m r (saltanat ı : M. 490 - 540) geçti. Haris b. Amr, Sasaniler hükümdar ı Kubad ile ve Hire hükümdar ı M ü n - zür b. M a i ss e m a ile ça ğ daş tı .Önceleri Kindeliler, Hirelilere kar şı Yemen'deki H ımyerlilere dayanlyorla2cl ı . M. 525 y ı lı nda Habe ş liler Yemen'i istilâ edip bu dayanaklar ını kaybedince bu defa Sasar ıiierin gözüne gir-meğ e çalış t ı lar. Bu s ı rada bu hususta bir f ı rsat da ç ı kt ı . Iran'da Mazdek adl ı Niş aburlu biri ortaya ç ı kıp kadın ve mal ortakl ığı na ve et yememeğ e dayanan bir mezhep ortaya att ı . Halk üzerinde nüfuzlar ı çok artmış , hüküm-dara bile etki yapmak durumuna girmi ş olan Zerdü ş t din adamlar ının bu-runlar ı nı k ı rmak için Sasaniler hükümdar ı Kubad, bu mezhebi kabul etti. O s ı rada Iarn'a tâbi Hire taht ında bulunan M ü n z ü r b. U m r u u 1 _Kay s' ı da bu mezhebe girme ğe zorlad ı . Numan kabul etmeyince azledip yerine, Mezdek mezhebini kabul- eden. Kindeliler emin Haris'i ge-tirdi.

Haris'in Hire taht ı na geçi ş i, onun, İ rak ve kuzey Arabistan Arap kabi-leleri aras ında serefinin artmas ına sebep oldu; hattâ Maad kabileleri Ha-ris'e yaranmak için oğullarını üzerlerine emir tayin etmesini ondan rica et-tiler, Haris de, okullar ı ndan Hucr'u, Beni Esed, Beni Gatafan ve Kinane kabilelerine; Şurahbil'i, Bekr b. Vâil kabilesine; Ma'dikerib'i, Kays-Aylan kabileleri üzerine; Seleme'yi, Ta ğ lib ve Nemr kabileleri üzerine emir tayin etti ki böylece bütün İ rak bölgesindeki Arap kabileleri kendine ba ğ lanmış oldu (133).

Hâris'in bu yükselme devri uzun sürmedi. Kubad öidükten sonra Sa-sanî geçen H u s r ev Nu ş ir e van- ı d i 1, Mezdek mezhe-binin aleyhinde olup Hâr4,s'i Hire taht ından uzakla ş t ırarak Münzürü tekrar eski taht ına oturttu. Hâris ise Beni Kelb kabilesine s ığı ndı ki sonunda Kelbliler onu katlettiler. Hire hükümdar ı Münzür, Hâris'in ölümünden son-ra onun ,her biri bir kabile üzerine emir olmu ş olan oğullar ı aras ı na nifak soktu (134).

(133) Bak. Muhammed Mebruk Nafi', Asr ma Kab ı el-İ slâm Kahire, 2. bask ı , 1952, ss. 145. C. Zeydan, el-Arab Kabl el- İ slâm, ss. 203.

(134) Ünlü Sasaniler devri tarihçisi Arthur Christensen, Mazdek taraftarlar ı -n ı n önceleri iyi ba ş ar ı lar elde ettiklerini fakat, eski din yani Ma.zdeizm aleyhine yap ılan bu harekete kar şı memleketin nüfuz sahiplerinin cephe ald ıkları n ı , Maz-dek taraftar ı olan hükümdar Kubad' ın, oğ lu Kâvus'u veliand yapmak istemesi üzerine bu davran ışı n, barda ğı ta şı ran damla vazifesini gördü ğünü, bunun için M. 529 yı lı baş larında Mazdek taraftarlar ı nın ortadan kald ırı ldıkları n ı ve Mazdek mezhebinin hâkim olduğu devirde Hire hükümdarl ığı ndan at ı lmış olan Münzür'ün, gaas ı p Kinde emin Hâris b. Amr' ı uzakla ş tı r ıp tekrar tahta oturdu ğunu kaydedi-yor. Bak. L' İ ran Sous les Sassanides, Copenhague, 2. ed. 1944, p. 358-361.

67

Sonunda Beni Esed kabilesi, emirleri Hucr'a kar şı ayaklandı lar. Esed kabilesi eskidenberi Hucr'a veregeldikleri vergiyi vermekten kaç ınd ı lar. Hucr, Beni Rebia kabilesi ile karde ş i Seleme taraftarlar ından önemlice bir kuvvetle Beni Esed üzerine yürüdü. Sava ş , Hucr'un üstünlüğü ile sona erdi. Hucr, Beni Esed ileri gelenlerini öldürtmek istedi. Bir ş airin söylediğ i dokunakl ı bir ş iir üzerine affetti; fakat, Esed kabilesi kar şı laştı kları bu alçal ış a dayanam ıyarak M. 550 y ı lı nda Kindelilere sald ı rıp Hucr'u öldür-düler. Bu Hucr, ünlü sair Umru u 1 - K ay s 'in babas ı idi.

Umru ul-Kays, babasını n Beni Esed kabilesi ile savast ığı sırada avlan-mak üzere Yemen'e gitmi ş bulunuyordu. Babas ı nın başı na gelen olayı du-yunca, onun öcünü al ıncaya kadar içki içmemeğe, koku sürünmemeğ e, et yememeğe, kar ı lariyle yatmamağ a and içti, ba şı na, öc alma alâmeti olan kara sar ı k sard ı ve bu hususlar ı terennüm eden ş iddetli ve dokunakl ı ş iir-ler söylemeğ e baş ladı . Ileride iki kabile aras ı nda yeniden bir savaşı n alev-lenmesinden korkan Es edlile r, tarziye vermek ve bar ışmak üzere Umru ul-Kays' ın yan ı na bir heyet yollad ı larsa da teklifleri kabul edilme-di; kendilerine, ÖQ al ınıncaya kadar mücadeleye devam edilece ğ i cevab ı ve-rildi.Öte yandan B ek r ve Ta ğ lib kabileleri,Umru ul-Kays'a, yar-dım edeceklerini bildirdiler. Umru ul-Kays taraftarlar ı ile Esedliler aras ın-da savaş baş lad ı ; evvelâ Esedliler yenildiler. Umru ul-Kays, Esedlileri ta-mamiyle yok etmek istiyordu fakat yard ımc ı lar ı Tağ liblilerle Bekr oğulla-rı , iş in daha ileri götürülmesine raz ı olmayıp yurtlar ına döndüler. Ş air Umru ul-Kays bu defa da Yemen'e gidip yard ımcı kuvvetler toplad ı . Esed-lilerin üstüne yürüdü onlar ı gene yendi. Umru u 1-Kay s' ın, Beni Esed kabilesini yok etmek arzusunu anl ıyan Hireliler de Beni Esed taraf ı -n ı tuttular ve bu i ş için İran'dan yard ım istediler. İ ran' ı n yolladığı yardım-c ı kuvvetler Umru ul-Kays taraftarlar ını yendiler. İş in içine Iran, ordusu da karışı nca Arap kabileleri art ı k ş aire yard ım etmeğ e cesaret ,edemediler. Umru ul-Kays bu durumdan çok müteessir olup, çocu ğunu, çocuğunu ve si-lâhlarını , Teyma vadisinde bir kalenin sahibi bulunan Yahudi ş air Samo-el'in yan ına emanet koyup yard ım temin etmek üzere Bizans kayserinin kat ı na vard ı .

Söylentilere göre Bizans imparatoru sairin, Sasaniler himayesindeki Hire emirliğ ine kars ı kullanmak üzere istedi ğ i bu yardım dileğ ini iyi kar-şı lamış , hattâ yard ım birlikleri ay ı r ı p yan ına katacak yollam ış iken Esed oğullarm ın gizlice Istanbul'a gönderdikleri bir adam imparatora ş air aley-hinde sözler söyleyerek onu bu fikrinden cayd ı rm ış ve kendisinden, altun işlemeli fakat zehirlenmi ş bir kaftan alarak o s ırada Ankara'ya gelmi ş olan şairin yan ına vararak bu gömleğ i vermiş , bu durumdan habersiz

68

olan Umru ui-Kays zehirli k3ftan ı giyip ölmüş . Bizans tarihçileri ise ş ai-rin Ankara'da çiçek hastal ığı cinsinden bir hastal ığ a tutulup öldüğünü ya-z ıyorlar. Ş airin kendisinin, Bizans'a gidi ş i hakk ında o s ıralarda yazd ığı ş iir-lerden ise, Beni Esed kabilesinin yollad ığı adam ı n çiçek nevinden bir has-tal ığ a tutulmu ş olup bu hastal ığı n ı şaire bula ş tırdığı anlaşı l ıyor. Umru

ul-Kay s, M. 560 - 565 y ıllar ı arasında yani Bizans imparatoru J ü s -t i n yen devrinde Ankara'da öldü.

Umru ul-Kays' ın ölümünden sonra Kinde hükümdarlar ı soyundan Kays - Aylan kabilesinin başkanı bulunan Ma' dikewib ile diğ er bazı kabilelere ba şkanl ı k eden bir iki emirden ba şka kimse yeti şmedi. İ slâ-miyetin ortaya ç ı kışı sıras ı nda bunlar ı n kal ı nt ı lar ından baz ı küçük emIrlik-ler Necran, Bahreyn ve Dûmet ül-Cendel'de mevcuttu (135).

(135) Muhammed Mebruk Nafi', Asr ma Kabl el-islâm, Kahire, 1952, 2. bas_

ss. 143 vd. M. Ş emsed,din (Günaltay), İ slâm Tarihi, İ stanbul, 1338-1341, ss. 361 vd.

Umm ul-Kays' ı n, soyu sopu, gençliğ i ve siyasi hayat ı , teş ebbüsleri, ş iirleri ve

muallakas ı hakk ında çok önemli ve geni ş bilgi için bak. Mehmed Fehmi, Tarih-i

Edebiyat ı Arabiye, İ stanbul, 1917, ss. 561-640.

69

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

H İ CAZ BÖLGES İ

Güneyde ve kuzeyde kurulmu ş Arap devletlerini gözden geçirdikten sonra ş imdi Hicaz bölgesinin siyasi durumunu yani burada eskiden, islami-yetin ortaya ç ı kışı na kadar te şekkül etmi ş siyasi topluluklar ı ele alabili-riz. Zaten İ slâm Tarihi için Arabistan' ın en önemli bölgesi de buras ıdır; zira islâmiyet, bu bölgenin iki önemli şehrinden biri olan Mekke'de do ğ -muş , ikinci önemli şehri olan Yesrib (Medine)'de geli ş ip yayı lmış tı r. Bu itibarla Hicaz bölgesi tarihi deyince bu iki şehir ile Taif dolaylar ında geli-ş en siyasi tarih ve burada ya ş amış topluluklar ın, durumlar ı anlaşı lır Tari-hin bize bildirdi ğ i çok eski zamanlardan beri — Hiç olmazsa Milâttan önce iki bin yıldan beri — Kâbe'nin burada kurulmu ş olmas ı Mekk:: bölgesinin, dini ve bu sebeple de kutsal bir bölge halini almas ına sebep olmu ş tur. Kâbe-nin bütün Arap Yar ımadas ı halk ı için dini bir merkez olu ş u ve Kâbeyi tavaf âdeti, burada senenin belli aylar ında panay ı rlar kurulmas ını sonuç-land ırmış , bu durum bu bölge halk ını daha üstün bir mevkie yükseltınistir•

Medine'ye gelince: Medine, hem ş ehrin tabii durumu, hem de halk ının kendilerini Mekke halk ından başka menşeli saymalar ı yüzünden ayr ı , fa-kat Mekke'nin, dini iktisadi etkisinden tamamiyle uzak olm ıyarak bir top-luluk hayatı sürdürmüş tür. Hattâ Mekke'nin, — zirai bak ımdan Medine'den çok kötü durumda olmas ına rağmen — dini ve iktisadi üstünlüğ ii, Medine-lilerin kendilerini rakib olarak görmeleri sonucunu do ğurmuş tur.

Ş imdi burada evvela, Mekke bölgesini inceledikten sonra Medine çev-resini incelemek suretiyle Hicaz' ın genel durumunu tasvire çal ış aca ğı z.

A -- MEKKE BÖLGESİ

Mekke bölgesi tarihini incelerken kar şı mı za evvelâ burada oturan hal-kın menş ei meselesi ç ıkar. O halde Mekke halk ının asl ı nedir?

Arabistan Yarımadas ını n güneyinde oturan halka Yemenli veya Kah-tâni dendiğ i gibi kuzeyde oturan halka, daha önce de dedi ğ imiz gibi Nizari veya Maaddi, yahut da Adnani denir. Bu ay ı rım kesin değ ildir. Hz.

70

Muhammed zaman ında bile güneye gidip yerleşmiş N i z a r i top-luluklar olduğ u gibi kuzeye ç ı kmış Kahtani kavimler. vard ı . Meselâ Yesrib (Medine) halk ının bir k ı smı Mekkelilerle tamamiyle ayr ı as ı ldan, yani güneyden gelmedirler.

Bugün Mekke sehAnin bulunduğu bölgede çok eski zamanlarda, Amalik a, A d ve Semud ,kavimlerinin kal ı ntı s ı olan C ü r h ü m lül e r oturuyordu. Bunlar ın büyük bir k ı smını n burada bir müd-det oturduktan sonra bir âfet sebebiyle mahvoldu ğ u, daha sonraki şairler ve yazarlar taraf ından ifade ediliyor ve L i h ya nil e ' in, bu Cür-hümlüler soyundan, olduğ u söyleniyor. Lihyanilerin Cürhümlüler soyundan olduğu meselesi tart ış mal ı bir konudur. Hangi adla an ı l ı rlarsa an ı ls ınlar Ciirhümlülerden arta kalan halk burada oturmakta iken Hz. İ b r a h i m, cariyesi Elâceri ve ondan do ğma oğ lu Ismail'i buraya getirdi. Onun buraya geli ş i tarihini Ebü'l-Fid a, hicretten, 2793 y ı l önce göste-riyor ki (136) bu, gerçek tarihi belgelerin verdi ğ i bilgilerle 200 - 250 y ı l kadar farkl ı dır. Tevrat Hz. İbrahim'i, Babil k ıral ı Hamurabi ile çağ daş gösteriyor (137). Tevrat metnini ve Babil yaz ı tlarını kar şı laş tı ran H. Philby, Hz. İbrahim'i, Babil k ı ral ı Damk ı İ lisu olarak gösteriyor; zira Babileede Damk ı -Ili ş u (Tanr ı n ı n sevgilisi yani Halilullall) rnânas ına imiş (138). Gerçek tarihi bir ş ahsiyet olan Damk ı - ilişu da

H amur abi' den 10 - 15 y ı l sonra hüküm sürmü ş bir k ırald ır (139), yani ya ş ama zamanlar ı birbirini tutuyor amma biz, sadece bir ünvan ben-ze ş iminden böyle bir hükme varman ı n doğ ru olmadığı kanaat ı nday ı z.

Tevrata ve islâm rivayetine göre Hz. İbrahim a ş ağı yukarı Milâttan, iki bin y ı l önce (140) Mezopotamya'daki Ur şehrinde doğmuş tur. Babas ı ,

put yap ıp satan A z e r veya Tar eh' tir. (141). Tevrattaki kay ı t-lar ı n hesab ından Ibrahim peygamberin, Nuh T u f an ı ' ndan

sonra 1263 yı l sonra dünyaya geldi ğ i anla şı ldığı na ve Nuh Tufarn (Gilga-

(136) Bak. İmadeddin İ smail Ebi'l-Fida, al-Muhtasar fi Tarih al-Be ş er, C. I,

104.

(137) Bak. Tevrat, Tekvin, XIV. bab, 1. Tevratta Hamurabi, Sinar (Sinear)

k ı ral ı Amrafel ş eklinde geçiyor. Taberi, islâmî kaynaklarda Nemrud olarak zikr

edilen bu zat ı Dahhak olarak kaydetmektedir. Bak. Milletler ve Hükümdarlar

Tarihi I, 337.

(138) Bak. Muhammed Mebrük Nafi', Tarih ül-Arab Asr ma Rabl el-isl'am,

ss. 149. Hz. İbrahim, Tevratta bir hükümdar gibi gösteriliyor ve 318 hassa askeri

olduğu kaydediliyor. Bak. Tekvin, baba XIV, 14.

(139) Bak. M. Ş emseddin Günaltay, Yak ı n Ş ark, Ankara, 1937, ss. 521.

(140) Encyclopedia Britanica, 1953 bask ı s ı , Hamurabi maddesinde bu hü-

kümdar ı M. Ö. 2067-2025 y ı llar ı aras ı nda, M. Ş emseddin Günaltay, M. Ö. 2003-1961

y ı lları aras ı nda saltanat sürmü ş gösteriyor (bak. Yak ı n Ş ark, ss. 512). Hz. İbra-

him, Hamurabi ile ça ğ daş say ı ld ığı na göre bu tarihlerde ya ş amış olms ı Mz ımgelir.

(141) Tevratta Hz. İbrahim'in babas ın ın ad ı Terah olarak zikredilmekte, ayr ı-

71

o

meş destan ı ş eklinde) k ı ssas ına, M. Ö. dördüncü binin sonlar ı na ait olaylar ı anlatan Sümer tabletlerinde rastland ığı n,a ve Ibranilerin, Hz. İbrahim'in idaresinde M ı s ı r'a gidi ş leri de XII. Firavun sülâlesi devrinde yani M. Ö. 2000 - 1787 y ı llar ı aras ında olarak kabul edildiğ ine göre Ham ur a b ile İbrahim Peygamberin ça ğdaş bulunmaları keyfiyeti tarihi olaylara uy-gun düşer görünmektedir.

Hz. İbrahim'in, tek Tanr ı ya tapma inanc ını savunmas ı yüzünden N em r u d' la (galiba Hamurabi) aras ı aç ı lmış , Nemrud onu ate şe at-t ı rdığa halde Tanr ı n ın kendine yard ımı ile sağ salim kurtulup Halilullah ünvan ı nı alarak kendine inananlarla birlikte Kudüs bölgesine gelmi ş tir (142)• Hz. İbrahim, dinini Kudüs bölgesinde yayma ğ a çal ış t ı ; burada uzun

ca Nahor ve Haran adlar ında iki karde ş i bulunduğu kaydedilmektedir. Gene ora-da, Lût Peygamber, Hz. İbrahim'in karde ş i Haran' ın oğ lüdur denmektedir. Bak. Tekvin, Bab XX, âyet, 27-28.

(142) TaberVnin birkaç ş eklini kaydettiğ i, diğ er islami kaynaklarda da görü-len bir rivayete göre Hz. İbrahim'in doğumu, tek Tanr ı inancı n ı savunuş u, put k ı r ı c ı lığı hikâyesi ş öyledir: Nemrud'un saltanat ı s ı ras ında gökte, ayd ı nlığı aydan, güneş ten üstün olan bir y ı ld ı z peyda oldu. Nemrud çok korktu; bunun üzerine sihirbaz, kahin, falc ı ve iz bilgisinde usta olanlar ı çağı rtt ı . Onlardan, bu olay ın iç yüzü nedir? diye sordu. Onlar, ülkende biri ortaya ç ıkacak, senin mahv ına ve devletinin y ı kı lmas ına sebep olacakt ı r. diye cevap verdiler. Nemrud, Kfıfe civa-r ı ndaki Babil'de oturuyordu. Onlar ın bu cevab ı nı duyunca başka bir ş ehire taşı n-dı ; erkekleri oradan ç ı kararak yaln ız kad ınları b ıraktı . Yeni doğacak her erkek çocuğ un öldürülmesini emretti. Bu durumu gören İ brahim'in annesi U ş a, oğ lunu bir mağ arada doğurdu ve orada gizlice büyüttü. İbrahim daha, küçük yaş ta iken, tek Tanr ıya tapmak gerekti ğ ini, putlar ın hiçliğ ini ilan etmeğ e baş lad ı . Bir gün kavmi, bir kurban , merasimi için ş ehirden dış ar ı ç ıkt ı lar. İ brahim, hasta oldu_ ğunu bahane ederek ş ehirde kald ı ; eline bir balta al ıp, üstü yiyeceklerle dolu olan ziyafet masalar ın ın bulunduğu puthaneye gitti. Putlara hitaben "niçin bu yemekleri yemiyorsunuz?" dedikten sonra bu putlardan kiminin elini, kiminin ayağı nı , kiminin kafas ını kesip baltay ı en büyük putun eline verip bütün yemek-leri onun önüne koydu. Ş ehir halk ı geri döndüklerinde bu durumu görünce İ b-rahim'den hesap sordular. O da şu cevab ı verdi: "Bana kal ı rsa bu iş i herhalde en büyük put yapm ış tı r; e ğ er konuşabilirse kendisinden sorun".

Bunun üzerine ahali: "Biliyorsun ki onlar konu şamazlar" deyince İbrahim: "Demek ki siz Tanr ıdan gayri öyle ş eylere tap ıyorsunuz ki size ne faydalar ı , ne zararlar ı dokunabilir öyle mi? Size de ibadetinize de yaz ıklar olsun" der. Bunun üzerine mü ş riklerin baş kan ı Nemrud, ceza olarak İbrahim'i ate ş e attır ır, orada üç veya yedi gün kald ıktan sonra sağ salim çıkar.

Böylece Nemrud tamamen ma ğ lhp olduktan sonra, İbrahim, Halilullah (Tan-r ı nın sevgilisi) ünvan ın ı alarak kendine inananlarla birlikte oradan ayr ı l ıp Kudüs bölgesine gelir. K ıssan ın çeş itli ş ekilleri için bak. Taberl, Milletler ve Hüküm-darlar Tarihi, C. I, ss. 338 vd. K ı ssa Kur'an- ı Ke•im'in Enbiya süresinin 65 vd. ayetlerinde de geçer.

72

müddet kaldı , ya şı epey ilerledi, kar ı s ı Sara da ya ş lanmış , fakat hiç ço-cuklar ı olmamış t ı . XII. Firavun sülâlesi zaman ında Mısır'a gidip geldi.

Karı sı Sara'n ın Hacer adl ı Mıs ırl ı bir cariyesi vard ı . Sara, bir çocuklar ı olması için Ibrahim'e, onunla münasebette bulunmas ını söyledi. O şekilde hareket eden İbrahim Peygamber'in Hacer ' den bir o ğ lu oldu, adını İ smail koydu. Böyle olmakla beraber Sara, gene de kendinin bir o ğ lu

olmas ın ı çok arzu ediyordu. Çok ya ş l ı bulunmas ı na rağmen Tanr ı mn lat-filyle bir oğ lan doğurdu (143) ad ın ı İshak koydular. Bu ad Ibraneada gül-mek mastar ı ndan gelir. Sonradan, Peygamberlikle görevlendirilen Hz. İ shak, baba bir ana ayr ı karde ş i olup sonra o da Peygamber olacak olan Hz. İ smail'den ondört ya ş kadar küçüktür. Hz. İbrahim, çocuğu olma-dığı zamanlarda, "bir o ğ lum olursa Tanr ı adı na kurban edece ğ im" diye söz verdiğ inden, İ smail doğduktan, ve biraz büyüdükten sonra onu kurban et-meğ e götürdü (144). Tanr ı İbrahim Peygamber'e, Ismail'in yerine iki koç gönderir; böylece Ismail kurban edilmekten kurtulmu ş olur. Sara bu defa eariyeden. olan İsmail'i k ı skanır ve kocas ına, İsmail'i ve anas ı Ilâcerl ya-nından uzaklaş t ı rmas ın ı söyler. Iş te bu olay üzerine Hz. İbrahim onlar ı alıp Hicaz bölgesine götürik ve Hicaz s ı ra dağ ları ndan Faran ad ı ndaki ye-re b ırak ır, kuzeye döner.

Hacer sonra oğ lu ile birlikte Mekke'nin hemen yak ı n ı ndaki Keda da-ğı ndan, Beyti Haram' ın yerine vard ı . Iş te yukar ı da zikredilen bir felakette büyük bir k ı sm ı yok olup bir k ı sm ı kalan Cürhilm kabilesi o sırada burada oturuyordu. Hacer onlarla birlikte Zemzem kuyusunun bu-

lunduğu bölgeye gelip yerle ş ti (145). Hz. İbrahim onlar ı buraya getirdik-

ten sonra aras ı ra Hicaz'a gider, Hacer'i ve o ğ lu İsmail'i ziyaret ederdi.

Kur'an- ı Kerim'in, Al-i İmran, Hac ve Bakara sibrelerindeki baz ı ayetler-

den anlaşı ldığı na göre İ b r ahim Peygamber Hicaz bölgesinde dinini

yaymak için faaliyet göstermi ş , daha sonra bu bölgedeki Peygamberlik

(143) Tevratta Sara'n ı n gebe b ı rak ı lmas ı , tı pkı Meryem'in gebe b ırak ı l ışı na

benzer bir ş ekilde anlatılmaktadı r. Bak. Tekvin, bab XXI, âyet I vd.

(144) H ı ristiyanlar, bu ada ğı n, nikahl ı kar ıs ı ndan doğ acak çocuk olmas ı laz ım

geldiğ i fikrinde olduklar ından, islâmi inan= tersine olarak kurban edilmek üzere Hz. Ismail'in değ il, Hz. İshak' ın götürüldüğ ünü söylerler. Bugün ellerdeki Tevrat-ta da kurbanl ı k, İ shak yaz ı lıdır. Bak. Tekvin, XXII, 2 vd.

(145) Zernzetn kuyusunun, çok küçük ya ş ta bulunan Ismail'in, susuzluktan topuklar ı n ı yere vurmasiyle f ış k ırdığı na dair bir rivayet vard ı r. Hz. Ismail'in

buraya geli ş inde 14 yaşı ndan daha büyük olmas ı ve Zemzem kuyusunun 40 metre-den daha derin bulunmas ı , bu rivayetin uydurma oldu ğunu gösterir.

73

ödevi Tanr ı taraf ından kendisine verilmi ş bulunan oğ lu Hz. Ismail ile birlikte Kâbeyi bina etmi ş tir (146).

Söylentiye göre Hz. İ smail burada evvela, Cürhüm kabilesi ba ş -kan ı M u d ,a d' ın k ı z ı S ey y i de ile, daha sonra A m r k ı zı Ra'le ile evlenmi ş , bunlardan oniki o ğ lu doğmuş tur. Bu suretle Arap kavmine yabanc ı olan İbrahim oğulların ın kanı karış mış , Ismailile r. Adnaniler, Maaddiler veya N i z a riler ad ıyla an ı lan bir topluluk vücuda gelmi ş tir. İş te yüzy ı llar sonras ı islam dinini tebliğe me-mur edilen Hz. Mu ha mm e d' in ceddi olan Kurey ş kabilesi, İsmail Peygamberin, Cürhümlülerden birkaç kad ınla evlenmesinden çoğ alan top-luluktan ç ı kmış t ı r.

İ s ınaililer yani Hz. Ismail'in zürriyetinden olanlar ço ğ al ıp ayrı bir top-luluk halinde yaş amağ a ba ş lad ı lar. Başkanl ı k gene Cürhümlülerin ellerin-de idi. Kâbe hizmetlerine bakmak, Mekke d ışı ndan gelen hac ı larla ilgilen-mek ödevleri hep bunlarda idi; fakat bunlar gitgide,Harem bölgesinin ya-saklar ı na riayet edilmemesine göz yummu ş lar, d ış ardan Mekke'ye gelen yabancı lara zulmetmi ş ler, hac ı lardan, fazla ücret alm ış lar, Kâbeye hediye edilen şeyleri kendilerine maletmi ş lerdi (147) ; bu yüzden, hacca gelenler azald ı ; hâkimiyetleri zay ıfladı . Bu s ırada büyük Ezd kabilesinin bir kolu olan Huzaelilerin ba şkan ı A m r oğ lu Sa'leb e, Cürhümlülerden, çobanları ba ş ka yerlerde iyi bir otlak buluncaya kadar "harem" bölgesinde kalmak müsaadesini istedi. Cürhümlüler bu müsaadeyi vermek istemediler. Bunun üzerine Sa'lebe, müsaade edilsin edilmesin bu bölgede kalacağı nı söyledi; aralar ında sava ş baş lad ı . K i n a n e oğ lu A b du-rrı ena t oğ lu Bekr Boyu ile Huzae kabilesinden Gubsan Boyu birlik olup Cürhüm kabilesine sava ş açmaya ve onlar ı Mekke'den sürüp ç ıkarmaya karar verdiler. Günlerce süren sava ş sonunda Cürhüm kabilesi yenildi. Huzaeliler üstün gelip Mekke hakimiyetini ellerine geçirdiler ve Cürhümlülerle yapt ıklar ı sava şa karış mamış bulunan ve say ıları az olan İsmail oğ ullar ın ın, kendileri ile birlikte ve aralar ında oturmalar ı na müsaa-de ettiler. Mekke'ye hakim olduklar ı yıl Huzaeliler aras ında bir humma salgı nı yay ı ldı . Yenilmi ş olmakla beraber Cürhümlülerin Mekke bölgesini hemen terkedip gitmedikleri, olaylardan anla şı lıyor. Zira Huzaelilerin ba ş -kanı A m r oğ lu H â r ise o ğ lu Rebia, Kâbe muhaf ızlığı m me4ru hale getirmek için, Cürhüm kabilesinin son ba şkan ı Mudad oğ lu Haris oğlu

(146) Bu hususta daha geni ş bilgi için "Din Yolu" dergisinde ç ıkan "Hacmi Tarihi" (Cilt I, s. 14 vd.), "Hicazda Islâmdan önce tek Tanr ı inanc ı" (Cilt I, s, 16 vd.) baş lıklı yazımıza bakın ı z

(14q) Bak. İ bn-i Hişam, Sire, C. I, ss. 19.

74

A m r oğ lu Am ir' in kı z ı F ü h e y r e ile evlendi, böylece bölge-

nin en önemli bir ş ahsi oldu. Bu Rebia, hac yöntemlerini düzene koymu ş ve Kâbeyi ziyaret eden hac ı ların emniyeti ile uğ :a şmış t ır. Bununla beraber

ayn ı zamanda putlar ı Kâbenin etraf ına s ı ral ıyan ve bilhassa Elcezire'deki

Hit kasabas ı nda bulunan Hübel putunu Mekke'ye getirmi ş olan da gene o-

dur (148). Rebia ve neslinden üreyenler oldukça uzun müddet Kâbe mu-hafızlığı nı ellerinde tuttular. Huzaelilerin son ba şkanı A m r oğ lu K â -

a b ,oğ lu Selül oğ lu Hubş iye oğ lu Hul e y I, k ızı Hubb ey' i, Ki-

nane kabilesinin bir kolu olan küçük Kurey ş kabilesinin (149) ba şkanı olan Kilab oğ lu Kusay (Zeyd) (150) ile evlendirdi. Huleyl ihtiyarlad ığı

(148) İbn-i Hişam bu putu, Luhay o ğ lu Amr'in getirdiğ ini söylüyor ve bu

hususta aynen ş unları naklediyor: (Bilgi sahibi baz ı kimseler bana ş unları an-

lattı lar: Luhay o ğ lu Amr bir gün baz ı iş lerini görmek üzere Mekke'den ç ıkıp Su-

riye'ye uğ raın ış , o zaman Amalikahlar ı n oturduğu Belka ülkesindeki Moab'a

varm ış . —Amalika, Nuh oğlu Sam oğ lu Lâvuz o ğ lu İmlak soyundand ırlar; im-

lak'a İmlik de denir— orada Amalikan ı n putlara tapt ıklarm ı görünce: "Tapt ığı

n ı z ı gördüğüm bu putlar nedir?" diye sormu ş . Onlar da "Bunlar bizim tapt ığı mı z

putlard ır. Onlardan yağmur yağ d ı rmalarm ı dileriz yağar; bize yard ım etmelerini

dileriz yard ım ederler" cevab ın ı vermiş ler. Bunun üzerine Amr onlara "Arap ülkesine götürmek üzere ve orada araplar ı n tapmaları için bu putlardan birini bana vermez misiniz?" demi ş . Onlar da kendisine Hübel ad ı ndaki putu vermi ş ler.

Amr bu putu Mekke'ye götürüp ,d,ikmi ş ve halka, ona tapmalar ı nı ve ululamalar ı-n ı emretmi ş ) Bak. İbn-i Hi ş am, Sire, e. I, ss. 79, İ bn-i Hişam eserinde, Huzae ka-bilesinin, İ lyas oğ lu Kamaa o ğ lu Luhay oğ lu Amr'in soyundan olduğ unu söyle-diklerini de naklediyor, Bak. ayn ı eser, ss. 78.

(149) Hz. Muhammed'in islamiyeti tebli ğe memur edildiğ i s ı rada Mekke'deki topluluğun tek ceddi kabul edilen Kurey ş 'in asıl adı n ı n Fihr olduğu; yahut da Nadr olduğu söylenir. Kureyş kelimesi, köpek bal ığı mânas ına geldiğ ine göre bu belki de totemizm devirlerinin bir kal ı ntı s ıdır. Genel olarak Kurey ş kabilesi Ki-nane kabilesinin bir koludur. Kurey ş kabilesi Hz. Muhammed zaman ında on

koldan müte ş ekkildi: Nevfel, Zühre, Mahzum, Esed, Cumah, Sehm, ümeyye, Ha-ş im, Teym ve Adiy. Bak. islârn Ansiklopedisi Kurey ş maddesi. Ayrı ca bak. P. H. Larrımens, La Mâcque a la veille de l'hâgire, Beyrouth, 1924, p. 53. Ad ı Fihr veya Nadr olan ve Kurey ş lâkabiyle an ı lan ş ah ı stan itibaren Hz. Peygambere kadar gelen soy kütüğ ü ş öyle s ı ralan ı r: Kurey ş - Galib - Lüey - Kâab - Mürre - Kilab -Kusay (Zeyd) - Abdümenaf - Ha ş im (Amr) - Abdülmuttalib ( Ş eybe) - Abdullah -Hz. Muhammed.

(150) Kusay' ın as ı l ad ı Zeyd'dir ve, Lüey oğ lu Kâab oğ lu Mürre oğ lu Kilab' ı n küçük oğ ludur. Doğuşundan k ı sa bir zaman sonra babas ı n ı kaybetmiş , Ozre ka-bilesinden bir kimse ile evlenen anas ı Seyel oğ lu Sa'd k ı z ı Fat ıma, oğ lu Kusay' ı ,

yeni kocas ın ı n kabilesinin bulunduğu Tebük veya Yermük taraflar ı na götürmüş , burada as ı l adı olan Zeyd yerine "uzakla ş mak" anlam ı na gelen (kusay) kelimesi kökünden "Kusay" lâkab ı n ı almış t ı r. Kusay büyüdükten sonra anas ı n ın babaskrun soyunu öğ renince Hicaz bölgesine gelmi ş tir. Bak. İbn-i Hiş am, Sire, I, 130. Tarih-i Sistan sahibi, Kusay'a bu lâkab ın verilmesi sebebini, onun bütün bat ı l şeylerden uzak durmas ı ş eklinde kaydediyor. Bak. Tarih-i Sistan, Tahran, 1314 H. Ş . ss. 51.

75

için Kâbe muhaf ı zlar ının imtiyaz ı olan ödevleri yerine getirmek üzere ba-zan Kâbenin anahtarlar ı nı k ı z ı na veya damadma vermek adetin,deydi. Hu-ley1 ölürken üzerindeki Kâbe muhaf ı zlığı ödevini k ı zı ile damadma b ırak-t ı . Huleyl'in damad ı Kusay bu hakk ı kendisine maletmek istediğ i zaman,

bütün Huzae kabilesinden ş iddetli bir muhalefet gördü; Huzaeliler Kâbe

anahtarlar ı nı Hubbey'den zorla geri ald ı lar ve Huzae oğullar ı= ulular ın-

dan Ebu Gub ş an Süleym b. Amr b. Liley b. Melkâ n 'a verdiler; Kâbe hizmetiyle haciblik ve sadinlik i ş lerini de, ona

havale ettiler.

O s ı rada Kâbenin bak ı m ı ve korunmas ı i ş ini Beni Huzae kabilesi üzeri-ne alm ış olmakla beraber, hac mevsiminde hac ı lar ın Arafat'tan inme ve taş lama müsaadesini verme i ş i Cürhümlülerin kal ıntı sı ndan olan Sûfe kabi-lesine, Müzdelife'ye gitme müsaadesini verme i ş i de cedleri Advan b. Amr b. Kays b. Aylan'a varan bir kabileye ait bulunuyordu. Bu S û f e k a -b i 1 ,e s i, Mudar kabilesinden bir toplulu ğun neseb yönünden babalar ı olan Gavs b. Mürre b. Tâbiha b. İ lyas b. Mudar'a mensuptu. Sûfeliler ve Advanl ı lar bu ödevleri kabilenin e ş rafı na verirler, o ölünce yerine geçen kabile başkanına verirlerdi. Bunlar hac ı lara Arafattan inme, ta ş lama ve Müzdelifeye gitme müsaadesini verme i ş inde o kadar istibdada varm ış lar-d ı ki Sûfe kabilesi ta ş lama iş ini, Advan t a i f e s i Müzdelifede dur-may ı tamanalamay ı nca, diğer hac ı lardan hiç bir kimse Arafata ç ı kamaz, Müzdelifeye gidemezdi. Hattâ Mekke'ye dönülece ğ i gün Side kabilesi Mina boğ az ını keser, kendileri tamamen buradan geçmedikçe, di ğ er kabilelerin hac ı larına yol vermezlerdi.

Hac ı ların Arafattan hareket ve ta ş lamaya baş lamalar ına izin verme sıras ı G a vs' na ölümünden sonra o ğullanna ve torunlar ına geçmiş , bu kabile ink ıraza yüz tutunca iz; ıı verme i ş ini Beni Sa'd b. Zeydu Menat b. Temini oğulları ele geçirmi ş , bu ödev Beni S,a'd' ı n eline geçinceye kadar Gavs oğullar ından gelen cemaat başkanları S fı f e lâkabiyle an ı lmış tır.

Beni Saad denen topluluk Al-i Safvan b. Şı hne b. Utarid b. Avf b. Kâab b. Saad b. Zeydu Menat b. Temim'e varan bir kabiledir. Bu Al-i Safvan' ı n hac ı lara izin verme hususundaki istibdatlar ı da Sûfe kabilesi ba ş -kanlannı nkinden aş ağı değ ildi. Hac ı lar, Al-i Safvan toplulu ğundan evvel Arafattan dönüp Mina sahras ında ta ş atmağ a baş layamazlard ı .

Hac ı lar ş eytan ta ş lama günlerinde Beni Safvan ileri gelenlerin,e "aman vakit geçiyor" diye yalvardı kça "yok yok daha erkendir, hele güne ş bat-mağa yakla ş s ın" gibi yersiz sözler söylerler, hac ı lar ne kadar yalvar ıp ya-karsalar o kadar geç kal ı rlard ı . Safvan oğulları = istedikleri ve uygun bulduklar ı vakit geldi ğ inde dahi halk çabuk izin alamazd ı . A 1 - i Saf-

76

v a n bu zamanda dahi acaiplik ederek evvelâ. Mina bo ğ azı nı tutarlar,

ağı r ağı r kendi adamlar ın ı ve Hindiflileri geçirip ondan sonra halk ın geç-

mesine izin verirlerdi.

Iş te hac ı lara yap ılan bu eziyete çok içerliyen,, Ku d a a k a b i 1 e-s i ' nden ve Harem sahas ın ı n etraf ına yerleşmiş bulunan Kinanelilerden

pek çok dostu olan K u s a y, hem bunlarla birle şmiş hem de Suriye'de

bulunan ana bir karde ş i Rizah b. Rebia'y ı yardıma çağı rmış , R i z a h

b. Rebia' nın kâfi kuvvetlerle Mekke'ye geli ş i hac mevsimine denk geldiğ inden K u s a y, Huzaelileri Harem bölgesinden uzakla ş tırmağ a

karar vermi ş , buna vesile olmak üzere aç ı ktan açığ a bu kötü müsaade ver-me âdetinin kald ırı lmas ı lâzımgeldiğ ini ilân, etmi ş hattâ. Mina'dan Mekke'-ye geri dönüleceğ i gün Mina boğ az ını tutup hac ı ların geçiş ini önlemek is-

teyen Sûfe kabilesi ulular ına dönüp "ey Side kabilesi! Arap soy bilginleri iyi bilirler ki benim soyum, Kaydar b. Ismail b. Ibrahim'e var ır; bu itibar-la bu izin verme salâhiyetinin bana ait olmas ı lâzım gelir. Benim fikrime göre ise bu âdet lüzumsuz ve hallsa eziyetten fbaska bir sey de ğ ildir; onun için kald ır ı lmak gerektir. Bugünden itibaren Mina boğ azı nı herkes istediğ i

zamanda geçebilmek hakk ın ı haizdir. Bu durumu ş imdiden aç ı klar, bana uyacak olan gençleri yan ıma al ıp sizden evvel Mina boğ azı nı geçm- ek niye-tinde olduğumu bildiririm" demi ş ti. Bunun üzerine Beni K u d a a kabilesi askerlerini al ı p Mekke'ye doğru yöneldi. S û f e k abil e s i gençleri her ne kadar Kilab o ğ lu Kusay gurubuna yol vermemek istedilerse de, Kusay taraftarlar ı zorla geçip gittiler.

Bu durum üzerine Huzae kabilesinin ileri gelenleri bu vaziyetten son derece ku şkulan ıp ileride Mekke reisliğ inin de ellerinden ç ıkacağı nı anlay ıp Beni Bekir kabilesi ile birle ş ip "vadii Ebtah" denen yerde K u s a y ta-raftarlar ını takip edip as ı lsız bir sebep uydurarak sava şa tutuşup döğüş tü-ler, epey telefat verdiler. Hac için Yemen ve Misal- taraflar ından gelmiş olan Arap hacı ları bu durumu seyrediyorlard ı • Sonunda H u z a e 1 i 1 e r barış a yanaş tı lar ve Ya'mur b. Avf b. Kâab b. Amr b. Leys b. Bekir b. Ab-dumenaf b. Kinane'yi hakem tayin etmek istediklerini Kusaya haber yol-ladı lar. K u s a y kabul etti. Ya'mur, iki taraf ın askerlerini toplay ıp aralar ına girdi ve gerek Kâbe sidanetinin gerek Mekke emirli ğ inin Kusayın elinde bulunmas ı nı n, Beni Huzae ve ı Beni Bekir ulularm ın ellerinde bulunmas ından, daha doğ ru olduğ unu bildirdi. Bu karar herkesçe kabul edildi ve diğer kabileler başkanların ın teklifleriyle bir sulhname kaleme alın ı p bunun tasdikli bir nüshas ının Kusay'da kalması na karar verildi.. Bu barış şartlar ı nda şu hususlar yaz ı l ı idi: Harem s ın ırlar ı içinde hiç bir taraf-tan zulüm ve eziyete müsaade edilmiyecek. Huzae kabilesinden olan hiç bir .

77

topluluğun hiç bir ferdi Batn- ı Mer'den Mekke taraf ı na geçmiyecek; fakat istiyenlerinin, Mekke'ye girmemek üzere Mekke da ğ lar ında oturmalar ı na mani olunmıyacak.

Bar ı s ın bu ş artlar ı , Hudeybiye bar ışı ' na kadar devam etmiş , Hz. Muhammed Hudeybiye bar ışı nda Huzaelilerin ricas ı üzerine bunlar ı n ittifak tekliflerini kabul etmi ş hatta Mekkeli mü ş riklerle yap ı lan Hudeybiye bar ışı anlaşmas ı nda Beni Huzae topluluğunun Mekke'ye girmelerine müsaade edilmesine daim özel bir madde koydurmu ş tu (151).

Mir'at- ı Mekke adl ı eserin yazar ı E y u p Sabri pa ş a, Huzaeli-lerin K u s a y' dan önce, Mekke ve Kâbe baskanl ığı nda 300 y ı l kal-d ı klar ın ı ve Ş a'rayi Yemâni denilen y ı ld ı za t3pt ı klann ı kaydediyor (152).

Huzaelilerle yapt ığı bu mücadeleden sonra Kusay, Kâbeye bakmay ı ve Mekke'yi idare etmeğ i kendi eline ald ı . O, kavmini konduklar ı yerden kal-dı r ı p Mekke'ye getirdi. Huzaeliler de Kurey ş lilerle birlikte Harem saha-s ı nda oturmak milsaadesini ald ı lar. Bu olay, Huzaeliler egemenli ğ inin so-nu, Kurey ş egemenliğ inin baş langı c ı oldu. Böylece Mekke'nin, hakimi ve Kâbenin muhaf ı zı olan Kusay, Kâbeyi yeniden onartarak hac yöntemlerini düzenledi. Daha önce da ğı n ı k bir durumda olan Kurey ş kabilesinin kollar ı -nı birle ş tirdi ve bu sayede ş ehrin, ileride de onlar taraf ı ndan yönetilmesi-ni sağ ladı . Hatta söylentiye göre kavmini bir araya toplamas ı yüzünden ona "Mücemmi" lakab ı verildi. Kusay hac i ş leriyle ve Kâbe ile ilgili ve di-

ğ er baz ı Arap kabilelerinin ellerinde bulunan ödevleri, gene onlarda b ı rak-

t ı ; çünkü o, bunlar ı n, değ i ş tirilmemesi gereken bir din gelene ğ i olduğuna

inan ıyordu. Mesela Safvan o ğullar ı nı , Advan boyunu, hac aylar ı nı düzen-

leme ödevini gören kimseleri (Neseeleri) ve Avf o ğ lu Mürre'yi, bu ş ekilde

eski ödevlerinde b ı rakt ı .

Böylece Lüey oğlu Kâab boyunda ilk defa ba ş kanlığı ele geçiren ve

kavmi taraf ından kendisine itaat edilen ki ş i K u s a y olmu ş tu. Kusay,

Mekke'de Hicabe, Sikaye, Rifade, Nedve ve Liva ödevlerini kendi üzerine

ald ı ; bu suretle de Mekke'nin bütün önemli ve ş anlı işlerini elinde toplam ış oldu. Kusay ın Kâbe muhaf ı zlığı nı , bu ödevi elinde tutan Ebu G u b -

ş a n. ad ı ndaki bir Huzaeliden, onun sarho ş olduğu bir s ı rada bir tulum

şarap kar şı lığı nda aldığı ş eklinde de bir söylenti varsa da bu, yukar ı da

(151) Bak. ibn-i Hi ş am, Sire, I, 116 vd.

(152) Bak. Eyub Sabri (pa ş a), Mir'at- ı Mekke, ss. 299.

78

naklettiğ imiz söylentiden daha zay ı ft ır (153). Kusay, Kurey ş kabilesini etrafına toplad ı ktan, sonra Mekke'yi ve çev

resini kavmine payla ş tırd ı ; herkes kendi pay ına düşen yere yerle ş ti. Halk ın dediğ ine göre Kureyş kabilesi o s ırada kondukları yerlerdeki Harem böl-gesinin ağaçlar ını kesmekten' çekinmiş ler fakat Kusay ve adamlar ı kendi elleriyle bu ağ açlar ı kesmişler. K u s ay ayr ı ca, aşağı yukarı M. 440 y ı l ında "Dar ilıa-Nedve" denen toplant ı yerini yapt ı rıp kap ı s ını Kâbeye doğ ru açt ı rmış . Kureyş kabilesi bütün önemli i şlerini burada konu şup ka-rarlaş t ırı rd ı (154). Kusay' ın, M. 400 yı l ı civar ında doğduğu tahmin edili-yor (155)• Ölümü de takriben M. 480 y ı l ı ndad ır (156).

Kusay' ı n, Kâbe ziyareti ve hac yöntemlerinde, düzenlerinde baz ı değ i-ş iklikler yapmas ını , çocukluk ve delikanl ı l ık çağ lar ından bir k ısmını ku-zeyde Suriye bölgesinde geçirmesi ve orada gördü ğü bazı şeylerden istifade etmiş olmaş iyle ilgili görenler vard ır (157). Hakikaten Huzaelilerin putu Hübel ibadetine, el-Uzza ve Menaf-Menat ibadetleri de kat ı lmış tır ki bun-lar hakk ında bilhassa Kuzey Arabistan'da kesin delillere rastlan ır. Kusay

o zaman, oldukça harap durumda olan Kâbeyi yeniden onartm ış t ı r.

Kusay öldüğü zaman onun üzerinde bulunan ödevler, o ğullar ı A b - d ii d d a r, Abdumenaf (as ı l ad ı Mügire'dir), A b dülu zz a ve A b d ü k u s a y' a geçti. Bunlardan Abdumenaf, Hz. Muhammed'in dedesi Abdülmuttalib'in dedesidir. Kaynaklar ı n bize bildirdiğ ine göre Ku-

(153) Bu rivayete göre, sarho ş tabiatl ı olan Ebu Gubşan Taif'te bulunduğ u bir s ırada arkadaş larıyla bir hayli Şarap içtikten sonra şarap tükenince yanm-dakilere "ş imdi elimdeki Kabe anahtarın ı bir kadeh ş arapla değ iş irim" demiş , bunu duyan Kusay, derhal bir tulum ş arap al ıp gelerek Ebu Gub ş an'a Vermiş ve karşı lığı nda, birkaç ki ş i huzurunda Kaba anahtarm ı al ı p büyük oğ lu Adüddar ı geceleyin Mekke'ye yollay ıp durumu ahaliye duyurup fiilen ve hukukan Kaba anahtarlar ına sahip olmuş . Ebu Gubş an ayıblıktan sonra itiraz edip Kaba anah-tarlan ın geri almak istemi ş se de haz ır olan şahitlerin de şahadetiyle haks ız oldu.. ğ unu anlamış ve anahtarlaz kat'i olarak Kusay'da kalm ış . Bak. Eyub Sabri paşa, Mir'at-ı Mekke, ss. 285 vd.

(154) Kusay' ı n Huzaelilerle çat ış mas ı ve Kabe'ye ait ödevleri,bölgenin ba ş kan-

lığı nı ele geçirmesi hakk ındaki tafsilât için bak. İbn-i Hiş am, Sire, cilt I, ss. 130. vd. Islam Ansiklopedisi, Kurey ş , Kusay ve Mekke maddeleri.

(155) L. Kaetani, Kusay' ı n doğumunu M. 365 olarak kaydediyor; bak. Islam Tarihi, H. Cahit (Yalç ın) ter. I, 232. Halbuki o, gene ayn ı eserinin ayn ı cildinin 209. sahifesinde, Kusay' ın babas ı Kilab' ın M. 358 de doğduğunu yazdığı na göre baba ile oğul aras ında 7 yaş fark has ı l oluyor ki bu imkans ızdı r. Ayrıca Kusay'm nesebi hakkında yazdığı garazkârane ifadeler indi ve mesnedsizdir. Bak. ayn ı eser, I, 220.

(156) Bak. M. Ş emseddin (Günaltay), Islam Tarihi, ss. 395. (157) Bak. Islam Ansiklopedisi, Kusay maddesi.

79

say'm oğ ullar ı bu be ş önemli ödevi ortakla ş a görmemi ş ler, en büyükleri olan Abdüddar, ba ş kanlığı üzerine alm ış tı . Abdüddar öldükten sonra Ku-rey ş kabileleri iki bölük oldu: Kusay o ğ lu Abdüluzza oğ lu Esed oğullar ı , Kilab oğ lu Zühre oğ ulları , Kâab oğ lu Mürre oğ lu Teym oğulları ile Nadr oğ lu Mâlik oğ lu Fihr oğ lu Hâris, oğulları , Abdiimenaf •oğullar ı= taraf ın ı tuttular. Gene Kureys kabilesinden Mürre o ğ lu Yakaza oğ lu Mahzum oğ ul-lar ı , Kâab oğ lu Husays oğlu Amr oğ lu Sehm oğulları , Kâab oğ lu Husays oğ lu Amr •oğ lu Cumah oğulları ile Kâab oğ lu Adiy oğ ulları , Abdüddar oğulları mn taraf ını tuttular. Kurey ş kabilesinden Lüey oğ lu Amir oğ ullar ı ile Fihr oğ lu Muharib oğulları hiç bir tarafa yana şmayıp tarafs ı z kaldı lar.

Abdumenaf oğullar ı , içi kokulu su dolu bir kazana ellerini bat ırmak suretiyle bir andla ş ma yapt ı klar ından bunlara "el-Mut a y y e b un" dendi. Öte yandan Abdüddar o ğ ulları ile yana şı kları da Kâbe önünde and içip, birbirlerinden ayr ı lmamak ve birbirlerini yaln ız b ırakmamak üzere andla ş t ı klar ı ndan bunlara da "el-Ahlaf" dendi.

İki taraf ayr ı lıp birbirleriyle sava şmağa karar vermi ş bir durumda iken bir uzla şmaya varı lmas ı fikri ortaya ç ı ktı . Sikaye ödevi ile Rifade ödevi-nin Abdumenaf oğullarma verilmesi, Hicabe, Liva ve Nedve ödevlerinin de Abdüddar oğullar ı= elinde kalmas ı ş art ko şuldu. İ ki taraf bu ş art ı ka-bul edip bar ış t ı lar ve sava ş yapmaktan vazgeçtiler; fakat her iki taraf ara-larında kurduklar ı ilk andlasmalar ı da islâmiyetin ortaya ç ı kışı na kadar devam ettirdiler. Hz. Mu h a m m e d bu bar ış hakk ında "Cahiliye devrinde yap ı lan herhangi bir anla şmayı islâmiyet ancak peke ş tirir" bu-yurmu ş tur (158).

Kurey ş kabilesi kollar ı aras ı nda bar ış kurulduktan sonra Rifade ve Sikaye ödevlerini A b d u m en af o ğ lu Ha ş im üzerine ald ı ; çün-kü A b dü ş em s Mekke'de fazla durmayan ve ço ğu zaman seyahate çı kan bir adamd ı ; üstelik biraz yoksul olup çolu ğu çocuğu da çoktu• Ha-ş im ise zengindi. Söylendi ğ ine göre Kurey ş kabilesinin k ış seyahati (Ye-men'e) ve yaz seyahati (Suriye taraflarma) diye an ı lan iki büyük ticari kervan kafilesini ilk tertip eden ve Mekke'de fakir hac ı lara ilk defa tirid yap ı p dağı tan Haş im'di. Bu itibarla as ı l adı Amr olduğu halde, ufalayan, doğ rayan anlam ına gelmek üzere, halka tirid yap ıp yedirdiğ inden, Haş im lâkab ı kendisine verildi. H a ş i m, ticaret için• gitti ğ i kuzey seyahat-ları/14m birinde Gazza şehrinde öldü Daha önce Ha ş im bir ara Medine'ye gelerek orada Neccar o ğ lu Adiy boyundan Amr'in k ı zı Selma ile evlenmiş , bu kadından Ş e y be (Abdülmuttalib) do ğmuş ve bu çocuk Medine'de

(158) Bak. İbn-i Hişam, Sire, c. I, ss. 140. Ayr ıca bu hususlar için bak. İbn-i Hiş am, ayn ı eser, ayn ı cilt, ss. 138 vd.

80

kalmış t ı ; Haş im öldükten sonra karde ş i Muttalib, büyüyüp delikanl ı olmuş olan yeğ eni Ş eybeyi Medine'den alıp Mekke'ye getirdi. Muttalib, Ş eybe'yi Mekke'ye getirirken, devesinin arkas ına bindirmi ş ti; halk onu, Muttalib'in kölesi sand ığı ndan veya, bu kimdir? diye sorduklar ında ş aka olarak, kö-lemdir demesi yüzünden Ş eybe'ye A b d ü 1, m u t t a 1 i b (Muttalibin kölesi) demi ş ler ve Ş eybe bundan sonra hep Abdülmuttalib adiyle an ı lmış -tır.

Haş im'in ölümünden sonra Rifade ve Sikaye ödevleri, karde ş i Mut-talib'e geçti. Muttalib de sonra gitti ğ i Yemen'de Redman adl ı yerde öldü. Muttalib öldükten sonra Sikaye ve Rifade ödevlerini bu defa Abdülmut-talib üzerine ald ı . Abdülmuttalib ( Ş eybe) evvelce dedeleri taraf ı ndan Kâbe avlusundaki taban ı deri kaplanm ış havuza dış ar ı dan tul ı nnlarla veya bak-raçlarla su getirip dökerek yerine getirme ğ e çal ış tıkları Sikaye ödevini daha kolayl ı kla yerine getirebilmek için dü şünde yeri kendine haber veri-

len, Cürhümlülerin toprak doldurarak harap ettikleri Zemzem Kityusu'nu yeniden kazd ı meydana ç ı kard ı . Söylendiğ ine göre Zemzem kuyusunun du-rumu ve yeri Abdülmuttalib'e bildirilince, kazmas ını eline al ıp o zaman bi-

ricik oğ lu .olan Hâris'i yan ına al ıp kazmaya, ba ş lamış . Kuyunun a ğ zına ka-pat ı lan büyük taş lara raslaymca A b dülm u t t al i b tekbir getirmi ş . Tekbir sesini i ş iten Kurey ş liler, Abdülmuttalib'in amac ı na ulaş tığı nı an-lamış lar, kalk ıp yanı na gelerek "Ey Abdülınuttalib! Bu kuyu ceddimiz İ s-

mail'in kuyusudur; bunda bizim de hakk ımı z vard ır, buna bizi de ortak saymalısın" demi şler. Abdülmuttalib "hay ır yapamam, bu i ş aran ı zdan an-cak bana verildi" dedi ise de Kurey ş liler "hakk ımız' vereceksin, yakan ı bı -rakmayiz, yoksa seninle mahkemele ş iriz" demi ş ler. O zaman Abdülmut-talib "istediğ iniz kimseyi bu i ş için aram ı zdan hakem seçip" demi ş . Kureyş -

liler, Suriye çölünün da ğ k ısm ında yaşı yan Sa'd-u Huzeym boyunun kâhi-

nesi aramı zda hakem olsun demiş ler. Abdülmuttalib kabul etmi ş , yan ı nda

kendi kolu olan Abdümenaf oğullar ı ndan baz ı kimseler olduğu halde kahin

kadının, yan ı na varmak üzere yola ç ıkmış ; Kureyş kabilesinin diğer kol-

larında!' da birkaç ki ş i Abdülmuttalib'in arkas ından gitmiş ; yolda su s ı -

kı nt ı sı çekip de Abdülmuttalib'in devesinin yatt ığı yerde su kayna ğı peyda

olunca diğ er taraf iddialar ından vaz geçip Sikaye ödevini Zem,zem Kuyusu suy u ile yerine getirme hakk ı n ı Abdülmuttalib'e tan ıyarak geri dönmü ş ler.

Abdülmuttalib Zemzem kuyusunu kazarken iki altun ceylan heykeli buldu. Bu iki heykel, Mekke'den ç ı kış lar ı sı ras ında Cürhüm kabilesinin

buraya gömdükleri heykellerdi. Bundan ba şka Abdülmuttalib, kal'i k ı lınç-larla bir tak ım zırhlar da buldu. Kurey ş liler bunlara da ortak olmak istedi-ler. Abdülmuttalib ,k ı l ı nç ve zırhları bir tarafa, altun heykelleri bir tarafa

Isliimdan önce Arab Tarihi F: 6 81

s ıı arak kendisi, Kurey ş liler ve Kâbe aras ı nda kur'a çekme ğ i teklif etti.

Hübel putunun önünde kur'a çektiler, ceylan heykelleri Kâbe'nin hissesine, k ı l ı nç ve z ı rhlar Abdülmuttalib'in pay ına dü ş tü; Kurey ş lilere bir ş ey dü ş -

medi. Abdülmuttalib, kendi pay ına dü ş en k ı lı nçlar ı erittirip Kâbe'ye kap ı y<pt ı rdı . Kâbe'nin pay ı na düşmüş olan iki altun ceylan heykelini de erit-

tirip bu kap ıyı süsletti. Bundan sonra Abdülmuttalib hac ı lara

Zemzem suyunu içirmeğ e ba ş ladı (159).

Abdülmuttalib, Zemzem kuyusunu kazd ık' s ıralarda Kurey ş kabilesi-

nin kendine yaptığı kötülükleri görünce, on o ğ lu doğup yeti şerek kendi-

sini koruma durumuna gelirlerse içlerinden birini Tanr ı ad ına Kâbe'nin

önünde kurban edeceğ ini adam ış t ı ; sonradan on o ğ lu olup art ı k kendisini

1 oruyabilecek duruma geldiklerini anlay ı nca bir gün içlerinden birini kur-

ban etmek için kur'a çekmek üzere çocuklar ı ile birlikte Kâbe'nin içinde

bulunan H ü b e 1 putunun önüne geldi. Hangisinin kurban edilece ğ i hak-

k ı nda kur'a oku çekti, kur'a en çok sevdi ğ i, en küçük oğ lu Abdullah'a ç ıkt ı .

Bunun üzerine Abdülmuttalib, Abdullah' ı elinden tutarak k ı l ımı eline ala-

rak kesmek üzere İ saf ile Naile putlar ı nın önüne götürdü. Bunu gören

Kureyş liler topland ı klar ı yerden kalk ı p ko şarak Abdülmuttalib'in yan ına

geldiler ve "ey Abdülmuttalib! Ne yapmak istiyorsun?" dediler; o da "kur-ban edeceğ im" deyince, bütün Kurey ş liler ile Abdülmuttalib'in o ğ ullar ı hep bir ağı zdan "Tanr ıya and içeriz ki Abdullah ile onun diyeti olan develer aras ı nda kur'a oku çekmeden onu kesemezsin; çünkü sen Ab-dullah' ı kesersen art ı k herkes o ğ lunu kurban edeceğ ini adar ve onu keser. İş bu kerteye var ı rsa insanlar ne diye ya şı yorlar" dediler ve bu diyet kur'a-sı çekmek için Hicaz bölgesinde oturan kâhin kad ı na dan ış mas ını `tavsiye ettiler. Kâhin kad ı n, kurban edilecek adamla on deve aras ı nda, kur'a, de-velerin yaz ı l ı olduğu oka ç ı k ın,caya kadar kur'a çekmelerini tavsiye etti. Kur'a develere, onuncu çekili ş te ç ı kt ığı ndan Abdullah' ı n' yerine, babas ı Abdülmuttalib yüz deve kurban etti (160).

Abdullah bu ş ekilde kurban edilmekten kurtulduktan sonra Abdül-

muttalib onu, Zühre boyunun ulusu olan Kilab o ğ lu Zühre oğ in Abdü-menaf oğ lu Vehb'in k ı z ı Amine ile evlendirdi. Abdullah' ı n aln ı nda nur gibi ak bir ben'in parlad ığı bir s ırada, N e v f el o ğ lu Ver ak a' n ı n h ı -ristiyan dininde bulunan ve okudu ğu kitaplarda Abdülmuttalib soyundan bir peygamberin gelece ğ ini anl ı yan k ı z kardeş i, Abdullah'tan bir çocuk do-ğ urmak kas .diyle ona ,münasebette bulunmak teklif etmi ş , Abdullah buna

(159) Bak. bundan önceki notta ad ı geçen eser, ss. 143-156. (160) Bak. ayn ı eser, ss. 160 vd.

82

;\71naşmamış , Amine ile evlenmiş ve alum ıdaki parlakhk, kendisinden gebe

kalan Araine'nin çocuğ una geçmi ş ki bu çocuk, ileride islam dinini bütün

insanlığ a tebliğ edecek olan ve peygamberlikle görevlendirilen Hz. Mu-

t rnmed Mustafa'd ır (161) .

B — YESRİB (MEDİNE) ŞEHRi

Hicaz bölgesinin incelenmesine ay ırdığı m ı z bu bölümde Mekke ş ehri-

nin tarihini, islam dininin tebliğ ine memur edilen, Peygamberimiz Hz. Mu-hammed'in doğumuna kadar gözden geçirdikten sonra bu bölgenin, ve Islam Tarihi'nin Mekke'den sonra en önemli şehri olan Yesrib'in, (Medine) duru-munu da, eski devirlerden itibaren incelememiz gerekir.

Medine eski zamanlarda Am a 1 i k a k a yin i ' nin yurdu idi. Onlar ı n, dağı l ı p ortadan kaybolmalar ından sonra M. Ö. VI. yüzy ı l ba ş la-rında Babil k ı ral ı N a b u k o don o s o r (saltanat ı : M. Ö. 597 - 558)' un Kudüs'ü iş gal edip oradaki Yahudileri Babil'e götürdü ğü (Babil esareti) s ı rada kaç ıp kurtularak güneye, Hicaz'a gelen, Yahudiler taraf ından Hayber, Vadi ül-Kura, Fedek gibi yerlerle birlikte Medine de yurd edinilmi ş ti. Ya-hudiler Yesırib'de yerle ş tikten sonra o zaman da çok geli şkin olan kuzey

Arabistan ticaretini ellerine alarak çok zenginle ş mi ş lerdi. Medine ve civar ı ,

Kur e yz a , Na d ir ve. Kaynuk a' Yahudi kabilelerinin mer-kezi oldu. Bu Yahudiler ziraatle, kuyumculukla, demircilik ve silah yap ı c ı -

l ı kla me şgul idilar. Romal ı lar devrinde ve bilhassa h:ristiyanl ığı n Suriye'de iyice yay ı lmas ından sonra Suriye ve Filistin'deki Yahudiler ş iddetli taki-

bat ve tazyiklere u ğ rat ı l ı nca bunlardan bir k ı sm ı , daha güneyde Hicaz'daki

dinda ş ları/1m yan ı na geldiler (162).

Islam dininin, ortaya ç ı kışı s ı ras ında Medine'de üstün durumda bulu-nan Evs ve Hazrec Arap kabileleri buraya çok sonra, belki miladi ikinci veya üçüncü yüzy ı lda gelmiş lerdir. Ezd kabilesi S al e b e b. Am r başkanlığı nda Yemen'den ç ı k ıp Suriye'ye gelerek Gassan bölgesine yerle ş -miş ti ; fakat Salebe'nin ölümünden sonra ba şkanl ı k meselesinden giicenen. Sa'1ebe oğ lu Hârise, di ğerlerinden, kendine taraftar olan kabile ile birlikte Hayber bölgesine gelmi ş ti. Hâriseden sonra Evs ve Hazrec adlariyle ikiye ayr ı lan bu kabile daha sonra Yesrib'e (Medine) gelmi ş ve Yahudilerin bas-k ı s ı alt ında burada ya ş amağa baş lam ış tı . Hattâ Yahudilerin ba şkan ı F a y t o ıa, evlenen Arap k ı zlar ının ilk geceyi kendisiyle geçirmelerini is-

(161) Bak. ayn ı eser, ss. 164 v. d. (162) Bak. Abbas Ş üsteri Mehrin, Ilâtem ün-Nebiyyin, Tahran, 1324 H. Ş . ss. 75.

83

teyecek kadar ileri gitmi ş ti. Bunun üzerine E v s ve Ha z r e c ka-

bileleri akrabalar ı olan Gassanilerden yard ı m istediler. Gassaniler

yard ım etmek üzere Yesrib üzerine yürüyüp Yahudi ba şkan ı n' öldürdüler.

Bu zamandan itibaren Yahudiler eski kuvvetlerini kaybettiklerinden Yes-

rib'de üstünlük Evs kabilesine geçti. Medine (Yesrib) şehri bir vadi üzerinde 25 derece 20 dakika kuzey

enlemi ile 37 derece 3 dakika do ğ u boylam ı aras ında kuzeyde Uhud dağı ,

doğuda volkanik dağ lar ile çevrilidir. Mekke'nin 400 - 450 Km. kadar ku-zeyinde ve K ı zı l denizin 100 km. do ğusundad ır (163). Eskiden ş ehrin dağ -

lara dayanm ı yan taraf ı sağ lam bir hisarla çevrili idi ve ancak dar bir ta-

raf ı girişe elveri ş li idi ki Hendek sava şı nda ş ehrin dü şmandan korunmas ı

için kaz ı lan hendek i ş te bu k ı s ımda aç ı lmış t ı . Gene o zamanlarda şehrin

beş giri ş kap ı sı vardı . Meşhur Baki' mezarl ığı da şehrin güneyindedir. Me-

dine'ye Osmanl ı Sultan' Kanuni Sultan Süleyman tara-

f ı ndan mükemmel bir su yolu yapt ı rı larak Kuba'dan ş ehre yeter derecede

su ak ı tı lmış t ı r. Ş ehrin kuyular ı da boldur.

Mekke ş ehri islâmiyetten önce s ı k s ı k komş u göçebelerin veya kabile-

lerin sald ı rı s ı na uğ radığı ndan, ş ehir halk ı çoğu, evlerini, sağ lam korugan-

lar ş eklinde yap ıyorlar ve bunlar ın, üzerlerine kuvvetli kuleler kuruyorlar-

dı . Medine'nin bu şekildeki yap ı lar ına "utum" deniyordu. O zaman ın umu-

mi barınakları da bu einsten olup utum'a nazaran daha sa ğ lam kulelerden

ı ,ite şekkil olmak üzere her kabilede birer iki ş er tane bulunuyor, sava ş ve-

ya kabileler aras ı kavgalarda yenilen kabile bunlar ın içine kapan ı p düş -

manlarma kar şı kendilerini uzun müddet koruyabiliyorlard ı ; çünkü burala-

ra sığı nan kimselere yetecek kadar yiyecek bulundurulur ve her kabile bu

(163) Medine ş ehri halk ın ın menş ei hakk ında mufassal bilgi için bak. Eyub Sabri Paşa, Mir'at-ı Medine, ss. 293 v. d. Eskiden Mekke'den Medine'ye deve ile giden hacı lar genel olarak ş u yolu takib eder ve ş u duraklardan geçerlerdi: 1 —Mekke - Vadii Fatma köyü (deve yürüyü ş ü ile altı saat). 2 — Vadii Fat ıma - Bi'r-i Osfan (Osfan kuyusu) 12 saat. 3 — Osfan Kuyusu Huleys köyü: sekiz sa-at. 4 — Huleys köyü - Kad ıyme: 12 saat. 5 — Kad ıyme - Rtıbiğ : 16 saat Bu Ra-biğ 'den Medine'ye bir çok yollar ayr ı lı r ki bunlar ın en iş leğ ine "Tar ıykı Sultani" denir. 6 — Râbiğ - Mestüre: alt ı saat. 7 — Mestüre Bi'r-i Ş eyh: oniki saat. 9 —Safra köyü - Hamra köyü: üç saat. 10 — Hamra köyü - Havbe Ceyye: alt ı saat. 11 — Havbe Ceyye - Bi'r-i Abbas: be ş saat. 12 — Bi'r-i Abbas - Bi'r-i Ş erbufi: oni-ki saat, 13 — Bi'r-i Ş erbufl - Ş üheda: dört saat .14 — Ş üheda - Medine: on dört saat. Rabiğ 'den kalk ı ldıktan sonra alt ı ncı gün muhakkak Medine'ye ula şmak adet-ti. Mekke'den Medine'ye giden Gâyir adl ı bır yol daha vard ır ki bu yoldan iki ş e-hir aras ı beş günlüktür amma dağ lı k ve emniyetsiz oldu ğundan yolcular çoğu va-kit Tarik-i Sultani denen yolu takib ederler. Bak. Eyub Sabri Pa ş a, Mir'at- ı Ce-zi ı et ül Arab, ss. 229.

.84

hisarlara güvenerek birbirlerine sald ır ı r veya sald ı rış a uğ rayanlar kendi-

lerini korumaya çah şı rlard ı .

Medine'de Zubab adl ı yerin doğ usunda Ş am yönünde bulunan Râtic

adiyle anı lan müstahkem bir mahalle vard ı ki burası A b d ü 1 es h e 1

ve kardeşi Z a u r a o ğ ullar ı ' n ın mahallesi idi. Hattâ Abdüle ş -

hel oğullar ı , Hendek sava şı nda bu mahallenin Harre yönüne denk gelen

bölümünde hendek kazmağa memur edilmi ş lerdi. Bu sava ş ta müstahkem kalelerin bulunmadığı tarafta hendek kaz ı ldı ki bu hendek Batban deresi-

nin üst taraf ı ndan bat ıya ve bat ı Harre'den Hz. Muhammed'in bayram na-mazı k ıldı klar ı yere ve oradan Mescid ül-Feth'e, buradan Bathan deresi-

nin bat ı yönünde bulunan iki küçük dağ a kadar derin ve geni ş bir ş ekilde

kaz ı lmış t ı . İ b n - i S a'd ile Be y ha k î, bu hende ğ in, Abdül-

hel oğullaruun yana şığı olan Beni Hârise boyu mahalleleri yani do ğ u

Harre'den ba ş layıp batı Harre'ye yani Mescid ül-Feth ile Beni Ubeyde

Dağı eteğ indeki Beni Seleme mahallesi yan ına kadar kaz ı ldığı n ı söylüyor-

lar. Medine şehri, Abbasi halifelerinden et-Tâyi'l'illah (hilâ-

feti: M. 974 -991) zaman ı nda civar kabilelerin sald ı rmasma uğ radığı ndan,

bu halife taraf ı ndan sa ğ lam bir sur içine al ınmış t ır ki bu sur, Hicaz, Os-m ı.nl ı İmparatorluğuna geçtikten sonra Kanuni Sultan S ü-

le y m a n zaman ında yeniden on,art ı lmış t ı r. Ş ehir, M. 1807 y ı lında ş imdi

işgallerinde tutan V e h h abi 1 er ( İbn-i Suud hükümeti) taraf ı ndan

işgal edilmiş se de Mı s ır valisi Mehmed Ali Pa ş a taraf ından

.1812 y ı lında geri al ınmış tır; fakat daha sonra gene Vahhabiler i şgal et-

m'slerdir.

Medine halk ı eskidenberi daha çok ziraatle geçinirlerdi. Yukar ı da da temas ettiğ imiz gibi evvelce şehir hayat ı nda daha ziyade Yahudiler hâkim durumda olup ticaretle de me şgul iken gitgide iki büyük Arap kabilesi olan Evs ve Hazrec kabileleri aras ında ç ı kan anlaşmamazlıklar ı körüklemiş ler, bunları birbirlerine düşürmüş ler ve E v s ve H a z r e c kabileleri aras ında bir sürü sava ş lar ç ı kmış tır. Bu savaş ların ilkinin adı "Vak'ai Sümeyr" dir ki Evs kabilesinden S ü m e y r ad ı nda birinin sebep ol-ma ından dolay ı bu ad verilmiş tir. Bundan sonra "Yevm ür-Rehabe", "Yevm üs-Serane", "Yevm-i Fâriğ ", "Yevm-i Ficar- ı sani", "Yevm-i Bu-ğ as" ilâh.. gibi sava ş lar olmu ş tur ki Hz. Muhammed' in Medine'- ye göç edeceğ i sı rada yani Resul-ü Ekrem'in baz ı Medinelilerle Akabe biatı yaptığı sıralarda bu sava şlar ı n sonuncusu yat ış mak üzere idi. Bu iki ka-bile aras ında vuku bulan sava ş lardan "Yevm-i Hadâik" denen sava şta

85

Hazrec kabilesinin, ba şkan ı , Abdullah b. Übey b. S e 1 ü 1 Idi. Abdullah b. Übey, Yevm-i Hadâik sava şı ndan sonra patlak veren Su-kas sava şı nda tarafs ı z kalm ış bu sebepten hem Evslilerin hem de Hazreç-lilerin sevgisini kazanm ış t ı ; bu itibarla Hz. Muhammed'in Medine'ye göç edeceğ i sı rada her iki kabile Abdullah b. Übey'i kendilerine ba şkan yapm ı -ya hazı rlanm ış durumda idiler. Bu, onun Medine emIri olmas ı demek olu-yordu. Tabii Hz. Muhammed'in Medine'lilerle Akabe'de yapt ığı anlaşmalar sonunda Medine'ye göç etmesi üzerine Abdullah b. Übey b. Selül'ün ba ş -kanlığı ve emirliğ i meselesi de suya dü şmüş oldu. Bu sebeple islam cemaa-

ti Medine'de ço ğ al ıp büyük ba ş arılar kazanmağa ba ş lay ınca, Abdullah,

her ne kadar islam dinine girdi ise de, gizliden gizliye müslümanlar aley-

hine cephe ald ı ve bu durumu ona, munaf ıklar ı n başkan ı denmesine sebep

oldu (164).

Medine'deki bu E v s ve H a z r e c kabileleri birbirleriyle yap-

t ı klar ı savaş larda burada ya şı yan Yahudi kabilelerinden baz ı lariyle Evs-liler, baz ı lariyle de Hazreçliler birleş iyordu. Mesela bir defa Evsfiler, Mek-ke'deki Kurey ş lilerle, Hazreçliler de Beni Kurayza ve Beni Nadir Yahudi kabileleriyle birle ş tiler. Bu sava ş larda çoğu vakit Hazreçliler üstün geli-yordu. Hz. Muhammed'in Medine'ye göç edece ğ i y ı llarda vuku bulan Bu-ğ as sava şı ndan sonra, Hazreçlilerle Evsfiler aras ında bir sava ş olmam ış t ı r.

CAH İ L İ YE ÇA Ğ I

Buraya kadar, güney Arabistan'da, kuzey Arabistan'da kurulmu ş eski

devletlerin tar'hini ve Hicaz bölge3inin iki önemli ş ehrinin (Mekke ve Me-

dine) durumunu k ı saca gözden geçirdik. Kitab ımı zın ikinci cildinde veya

Islam Tarihinin birinci cildini teşkil edecek olan eserde inceleyece ğ imiz

islami çağı ve onun, azametini iyice anl ıyabilmemiz için "Cahiliye Çağı na"

yani islam dininin ortaya ç ıkışı ndan önceki ça ğı , bu devirde yaşı yan Arap-lar ın, bilhassa Hicaz bölgesi halk ının adet ve geleneklerini, dini inançlar ı nı , ticari ve içtimai durumlar ın ı gözden geçirmemiz gerekmektedir.

Hz. Peygamberin islam dinini halka bildirme ve yayma ödevi ile gö-revlendirilmesinden önceki zamanda yas ıyan Araplar ı n durumunu ifade eden "Cahiliye Ça ğı " iki bölüme ayr ı l ı r: İ lk cahiliye çağı , son cahiliye çağı .

İ lk cahiliye çağı , XJX. yüzy ı l ın sonlar ı nda bat ı lı bilginler taraf ından

Arabistan yar ımadasında yap ı lan kaz ı lar sonunda ç ı karı lan yaz ıtlardan ve

(164) Bak. Eyub Sabri, Mir'at- ı Medine, ss. 320 v. d, ayr ı ca bak. Ali Ekber

Feyyaz, Tarihi isam, Tahran 1327 H. ş . ss. 63.

86

ele geçirilen diğer eserlerden önce tamamiyle meçhuUyet içinde idi. .Ancak XIX_ yüzy ı l ın sonlariyle XX. yüzy ı lın baş ları nda bu devir biraz ayd ınlan-rnış tı r ki bu kitab ım ı zda, son buluntulara ve bilgilere dayanarak bu ilk ca-hiliye ça ğı dediğ imiz çağda ya şamış olan Araplar hakk ında bilgi vermeğ e çal ış tık.

İslâmiyetin doğusundan az önceki ça ğ a yani, M. V. yüzy ı ldan, Hz. Mu-

hammed'in islam dinini tebli ğ ediş ine kadar geçen, zamana da ikinci cahi-

liye devri denir ki ş imdi, cahiliye ça ğı baş lığı alt ı nda bu ça ğı ele alaca ğı z.

Buradaki "Cahiliye ça ğı " terimi, Araplar ın din ve toplum hayat ın ı n

bazı sakat adet ve geleneklerini ifade eder; yoksa — kitab ım ı zın başı ndan-

beri gördüğümüz gibi — bu çağda yaşı yan Araplar bütün bütün medeni-yetten mahrum bir durumda de ğ ildiler.

Ş imdi bu devir Araplar ı n ı n muhtelif alanlardaki faaliyetlerini ve du-nnnlar ı n ı ayr ı ayrı görelim:

A) CAHİLİ YE ÇAĞ INDA IDARI VE SIYAS İ DURUM

Burada cahiliye ça ğı terimi, son, cahiliye ça ğı ra ve Hicaz bölgesini, da-

ha ziyade Mekke dolaylar ındaki durumu ifade edecektir. Tabii.' zaman za-

Alan ve yer yer Medine, Taif gibi ş ehirler halk ı na ve yar ımadan ın diğ er h"lk ına da temas edilecektir.

Hicaz bölgesinin eski tarihini incelerken görd ğümüz gibi çok eski çağ -lardanberi Mekke ve etraf ı ndaki topluluklar ın idari ve siyasi durumundan söz aç ıldığı nda buralarda, yar ımadan ı n güney yani Yemen dolaylar ında ve kuzeydeki devletlerde olduğu gibi, bir emirin veya hükümdarm mevcut olmadığı nı gördük. Hicaz bölgesinde, burada ya şı yan halk ın tanı dığı bir genel başkan bulunuyordu; fakat bunun ba şkanlığı , birlikte ya ş ad ı kları opluluk üzerinde kesin ve geni ş salâhiyetli bir mahiyet ta şı m ı yordu. Ka-

bilder ve klanlar, şahsi meziyetlerinden ve zenginliklerinden dolay ı kendi-

liklerinden baz ı kimseleri ba şkan tan ı yorlard ı . Çoğu zaman babadan o ğula

geçen bu ba ş kanlığı n, her defa ayr ı bir sınama ile yeniden kazan ı lmas ı laz ımdı . Genel toplant ı larda ve konu şmalarda her ne kadar herkesten zi-,,ade bu başkanlar dinlenirdiyse de bunlar ın özel bir imtiyazlar ı yoktu. Böyle olduğu halde bunlar ın ödevleri çok ağı rd ı . Herkes onlar ı n, savaş lar-da, kavgalarda hayatlar ını , barış ta zenginliklerini ortaya atmalar ım bekler-di. Ş eyh ad ı da verilen bu ba şkan ı n çad ır ı yan ına dikilen harbe, kabile veya a ş iretin egemenlik alâmeti say ı lırd ı ; kabile veya a ş iret de bazan bu seyhin, ad ıyla veya lakab ıyla an ı lırd ı .

87

Bu başkanl ı k az önce de söyledi ğ imiz gibi bir sillâlede büyükten, bil-

yUğ e geçerek birkaç nesil devam edebilirse de hiçbir vakit veraset ş eklini almamış t ı . Bu baş kanl ık iş i kabilenin isteğ ine bağ lı olup başka bir sülâle-den olan bir kimse de ba ş kanlığ a seçilebilirdi. Bu şeyhlerin ba ş l ıca imtiyaz ı , barış veya savaşa ait konu şmalar ı idare ve kabilesini dü şmana karşı sev-ketmekten, göç s ı rasında çad ır kuracak yani yerle ş ilecek yerleri seçmek ve konuk ağı rlamaktan ibaretti; bununla beraber o, bu gibi i ş lerde dahi kıbilesinin meyil ve isteklerine uyard ı . Başkan ın ( Ş eyhin) çad ı rı daima kabilenin konduğu yerin giri ş noktalar ına kurulurdu.

Bazan bir kabile ikinci veya üçüncü derecede kollara ayr ı l ı rdı . Bu halde gene de aralar ı ndaki 'bağ lar manevi yönden muhafaza edilir ve hep-sinin üstünde genel ba ş kan ( şeyh ül-Meşayih) ad ıyla an ı lan biri bulunur-du; buna imzan emir ünvan ı da verilirdi Emir, ta ş tan, yap ı lmış bir hisarda oturur veya sarülerlyle çölde çad ı rda yaşard ı .

Kabileyi teşkil eden kimseler aras ında mal yüzünden, ç ı kan anla şma-mazl ıklar veya kavgalar, her gün yap ı lan toplant ı larda bir uzlaşmaya bağ -lan ır, kabileye yabanc ı kimselerle ç ı kan anla şmamazl ı klarda ise bir hakim adama veya kâhine ba şvurulurdu; fakat bunlar ın verdikleri hükümlerin yerine getirilmesi, kavga edenlerin iyi niyetlerine veya bunlardan. birinin üstün kuvvetine ba ğ lı bulunurdu. Kabile ba şkan ının icra kuvveti olmad ığı

icin de cinayetlere ait hukuki kaideler yoktu. Yak ınlarından birinin mal ı çal ı nan veya öldürülen herkes, bu h ırs ı za veya .kaatile kar şı kendi hakla-!..un kendisi almak durumunda idi. Bir a ş iret veya klan ı n oturduğu yerde,

bilinmiyen biri taraf ından öldürülmü ş biri bulunduğu ve, bu klana bağ lı kidlerin birinden şüphe edildiğ i zaman, bütün klan, bunun için bir, kendini temize ç ı karma yemini eder, fakat bu yeminin tesirini, öldürülen kimse-

nin klana yeni bir yeminle izale edebilirdi. Öldürme olay ı nın öcünü almak,

öldürülenin en yak ı n mirasç ı sının ödevidir. Yalnı z çok defa kaatil, kendi

klam taraf ından korunduğundan, dökülen kanın öcünü alma, ekseriya ne-

sillerce süren ve yeniden bir sürü adam öldürmelerin ortaya ç ıktığı kanlı sava ş lara, çarp ışmalara sebep olurdu. Adam öldürme şüphesiz diyet olarak

&ve vermekle de yat ış tı rı labilirdi. Bu gibi durumlarda bir uzla şma temini

kabile başkanlar ının ödevidir; amma onlar buna ancak arac ı l ık edebilir-

ler, uzla şmaları gereken kimseleri zorlayamazlar. Ço ğu zaman klanlar bu

uzlaşmaya, uzun süren sava ş larla bitkin bir hale geldikten sonra yana şa-

bilirler. Bazan da bir kabile, uzun bir sava ş sonunda mahvolma derecele-rine geldikten, gücü kuvveti kesildikten sonra kendini korumak üzere bas-ka bir kabileye kat ı l ı rd ı . Haks ı zlığ a uğ rayan bir kimse kendi kabilesinin

88

gücünün ve etkisinin yetersiz bir duruma dü ş tüğünü görünce ba şka bir

kabileden bir kimse ile dostluk kurar, bu suretle bu dostunun kabilesinin bütün haklarını kazanmış ve bütün, ödevlerini kabul etmi ş olurdu.

Adam öldürme olaylar ında kaatil, klan ı taraf ından, tecavüze u ğra-

yanlara, öçlerini almak üzere gönül r ı zas ı ile teslim edildi ği zaman kan

dâvalann ın,, öç almalann önüne geçilirdi; amma bu şekil, o kadar ş erefsiz

bir iş say ı lı rdı ki bu durumda onlar çoğu zaman, kaatili kendileri öldlir-meğ i tercih ederlerdi; çünkü bedevinin bütün i ş lerini tayin eden yüksek ş eref duygusu, onun ahlâk prensibinin esas ını teşkil ederdi.

Bu çöl hukuku, bütün Hicaz şehirlerinde, Taif (Vecc), Mekke ve Me-

dine (Yesrib)de de ayn ı idi. Bedevilerin kendi çad ırlar ında oturduklar ı gi-

bi bu ş ehirler halk ı da kendi klanlar ı na mahsus mahallelerde, özgür ve

egemen, hiç bir kimsenin e ınrine bağ l ı olmadan otururdu. Çölde ekseriya

çok sert ve fazla olarak duyulan şeref hissi Mekke'de, Kâbeye kar şı duyu-

lan genel ilgi ve ona ba ğ lı refah sayesinde biraz yumu ş anuş bulunduğu

muhakkakt ı r; herkesin, mü ş terek ticarette pay ı olduğundan, bu durum on-lara iktisadi bir üstünlük veriyordu. Ba ş l ı ca geçim yolu, tarla ürünleri ve hurmac ı l ı k olan, Medine'de münasebetler daha basitti. islâmiyetin ortaya ıuk ışı sıras ında Medine'de kan dâvalan o hale gelmi ş ti ki, hemen hemen hiç kimse, kendi bar ınak haline getirilmi ş çiftliğ inden, tehlikesizce dış arı çıkamazd ı .

Mekke ve Yesrib (Medine) halk ı , bilhassa Mekke halk ı , ticari ve iç-timal durumlar ı itibariyle, Arap kavminin en n'üfuzlusu vaziyetinde bulu-nuyordu; fakat Hicaz ve Necid Araplar ı onların hâkimiyetlerini kabul etmezlerdi. Arap kabilelerinden ço ğu, gelip Kabeyi ziyaret ve tavaf eder-ler, harc ı ifa ederlerdi; fakat o devir Arap Yar ımadas ında Kâbeye rakabet etmek isteyen yüz kadar tap ı nak vard ı ki Kâbeye yap ıldığı gibi onlara da sayg ı gösterir ve etraf ını tavaf ederler, hediye verir, kurban keserlerdi. Onların da bak ı cı ları (kayyum) ve muhaf ızları (hâcib) vard ı . Esasen bu-gün de gördüğümüz gibi Arap Yar ımadas ı halk ı nı n biricik isteğ i, hareket-

lerinde serbest olmakt ır. Yar ımadada oturan her Arap, kendine kim hâkim olmak isterse ona kin ve dü şmanl ık besler, onunla mücadeleye giri ş ir ve i-;ç almağ a çalışı r. Iş te Araplardaki bu özgürlük ve egemenlik a şka, onla-rı n sürekli ve muntazam bir hükümet kurmalar ına, puta tap ı c ı lığı b ıra-karak toplu olarak Yahudi veya h ıristiyan dinlerine girmelerine mâni olmu ş _ tur. Yar ımada Araplar ı mn, çoğuna göre as ıl hayat çöl hayat ı dır. Onlar şehirlere hapishane gözüyle bakarlar. Arap, ş i'rinin zenginliğ iyle, at ı nın çevikliğ iyle, k ı lı cm ı n parlakl ığı ve keskinliğ iyle, yay ve oku ile öğünür.

89

Bir Arap küçük ya ş tanberi sava ş la, avla uğ raşı r; bununla beraber onlar, silahlar ın ı hep birbirleri aleyhine kullanm ış lard ı r. Ficar sava ş lar ı ve di-ğ er "Eyyam -1 Arap", yani Arap kabilelerinin birbirleriyle yapt ıklar ı sa-va ş lar, bunu aç ı kça göstermektedir.

Mekke ş ehri, yukar ı lardanberi aç ıkladığı = özel durumu dolay ı siyle

Hz. Muhammed' in be ş inci göbekten dedesi olan Kusay' dan itibaren, onun koyduğu baz ı kaideler ve, Haciblik, Sikaye, Rifade, Nedve,

iJah.. gibi Kâbe ile, onu ziyaret ve hac için gelen hac ı larla ilgili ödevler ile

bir şehir cumhuriyeti durumunu ve çehresini alm ış t ı . Ş ehir ve Kâbe i ş leri

ile ilgili ödevler Kurey ş kabileleri aras ı nda taksim edilmiş ti. Hz. Peygam-

l)Erir doğumu s ı ras ı nda ş ehirde en nüfuzlu kimse muhakkak ki onun dede-

si Abdülmuttalib ( Ş eybe) idi. Baz ı h ı ristiyan yazarlar ı n Ab-

dülmuttalib'i önemsiz bir ş ah ı s gibi göstermek istemeleri, garazkarl ı ktan

ba şka bir ş ey değ ildir. Abdülmuttalib Zemzem kuyusunun yerini bulup onu

tekrar kullan ı l ır bir hale getirmek ve Kâbe hizmetlerinde büyük rol oyna-mak suretiyle bu itibar ı ve sayg ı y ı hem fiilen kazanm ış , hem de babadan, dededen miras olarak alm ış bulunuyordu.

Abdülmuttalib'in ölümünden sonra ise, V e l i d b. M u g i r e,

Saf van b. Ümeyye, Abbas b.

Ebu Cehil, Ebu Süf yan (Sahr) b. Harp, Ebu Le-heb (Abdül'uzza) b. Abdülmuttalib, Ebu Beki ■ : (Abdullah) b. Ebu Kuha f e (Osman), Ömer b. H a t -

t a b, S ü h e y l b. A m r nüfuzlu kimseleri te şkil ediyorlard ı . isla-

miyetin ortaya ç ı k ışı nda bunlar ı n bir k ı sm ı islam dinine girmi ş , bir k ı sm ı milslümanlara kar şı direnip sava şmış ise de Medine'ye göç edildikten son-

ra, cahiliye ça ğı âdet ve geleneklerini ortadan kald ı ran Hz. Peygamberin

etraf ında toplanan, müslümanlar bi'ı tün Arabistan' ı ele geçirip bir islam

devleti kurmu ş lard ı r.

B) CAHIL İ YE ÇAĞİ NDA Dİ Nİ İNANÇ

1) Tanrı Inanc ı ve Puta Tagma:

Hicaz halk ı , Hz. İ b r a h i m, oğ lu Hz. İ smail ile ve Isma-il'in annesi Hacer ile birlikte Hicaz bölgesine gelip Kabeyi yapt ığı , Tanr ı -n ı n birliğ ini kendilerine bildirdi ğ i zaman, onun ş eriat ı m kabul ve sözlerine uydular. Hz. İbrahim'den sonra bu bölgede peygamberlik ödevi kendisine verilen Hz. İsmail de, babas ı Hz. İbrahim'in tebliğ ettiğ i akideleri onlar aras ı nda yaymağ a devam etti fakat Hz. İsmail'den sonra uzun zaman ge-

ç ırce gitgide sap ıtı p putlara tapar oldular. Bu sap ı kl ı k devri islâmiyetin

ortaya ç ık ışı na kadar sürüp gitti.

Bütün Arap Yar ımadas ı halk ını n olduğu gibi Hicaz bölgesi Araplar ı -n ı n da islâmdan önceki dini hayatlar ı çok iptidai bri durumda idi. Onlar kendilerini çevreleyen tabiat ın, insanlar ı nkine üstün fakat özel vas ı talarla kendi hizmetlerine al ınabilen kuvvetlerle dolu oldu ğuna inan ıyorlard ı . Bu kuvvetler cinlerdi ve bu cinleri, Tanr ının k ı zları say ıyorlard ı , uçsuz bu-caks ı z çöller, ulu dağ lar bu neviden varl ı klarla dolu idi. Sular ın buharla ş -

ması ve havan ı n güneş ışığı nda k ı rıhşı o kadar garip bir durum al ı rd ı ki

Lraplar, âdeta cinlerin seslerini i ş ittiklerini, onlar ı n acaip ve garip ş ekil-

lerini gördüklerini san ı rlard ı . Cinler onlara göre insan oğullar ı gibi özel

bir nevi teşkil eder, insanlar gibi yer yüzünde da ğı l ı rlard ı ; fakat onlar ın

gövdeleri insan yap ı sına benzemeyip, ate ş ten veya havadan yarat ı lmış ka-

bul edilirdi. Onun için onlar esasen insan gözüne görünmezler, ancak pek nadir hallerde görünürlerdi. Cinler, hay ı r ve ş er iş ler yapmağ a, da mukte-dir say ı lırlard ı . Bu sebeple onlar ın teveccühünü kazanmak, onlara sayg ı göstermek ve ibadet etmek icabederdi. Her cinin belirli bir yeri oldu ğu ve kayalar ı , ağ açlar ı ve putlar ın içini mesken yapt ı klar ı kabul edilirdi. Her kabilenin, veya birkaç kabile toplulu ğunun özel bir cini, bir kayas ı , bir ağ a-c ı , veya bir heykelin bulunup, bunun yak ın ı nda belli bir topluluk ikamet eder -ve, dini ödevi yerine getirirdi. Esasen yaln ı z Araplar de ğ il, bütün aıni: uluslar, bu düş üncelerle ulu ağ açlar ın, mağ araların, p ınar baş lar ı nın ve

bl'yük kaya parçalar ı nın, ruhlarla, cinlerle meskün oldu ğuna inan ıyordu.

Esasuu kurban kesmenin te şkil ettiğ i bir âyin yoluyla putlar, kendilerine

tapanlar ı n kabilesiyle bir kan akrabal ığı na dahil olurlar ve böylece de bu

kabilenin koruyucusu, ço ğu zaman da dip ceddi olurlard ı .

Aşağı da sözü geçecek olan İbn-i İ shak' ı n da kaydetti ğ i gibi, her kabi-

le kendi özel Tanr ısına tapar, fakat ba ş ka kabilelerin Tanr ı larını n da ken-

di bölgelerindeki kudretini tan ırd ı . Tanr ı lar ı n yerleri değ işmez; onlar bu-

rada, kabile göç etti ğ i zaman, onlar ın yerine gelenler taraf ından da ayn ı sayg ı ile say ı l ı rlar, göç edenler y ı lda 13;r veya iki defa bayramlarda eski yerlerine gelip bu Tanr ı ları ziyaret ederler. Bunlardan ba şka, biraz a şağı da kaydedeceğ imiz gibi, bir tak ım kutsal yerler mesela Mekke, Ukkaz ve da-ha başkaları , özel surette halk ı kendilerine çekme kudretine maliktiler.

Araplar, Peygamber Hz. Ibr a him' in ve onun o ğ lu Ismail'in dinini unuttuktan sonra putlara tapma ğa ba ş lamakla beraber kainat ı n ya-rat ı c ı s ı ve yüce bir koruyucu olan Tanr ıya da inan ı yorlar ve hac zaman ın-da onun ad ı na telbiye ediyorlard ı . Onlara göre Tanr ı , insan gibi bir benli-

91

ğ e malikti. Tanr ı kâinat ın, dışı nda olup bütün yarat ı klar ona tâbi idi; bü-

tün varl ıklann yarat ı c ısı ve ulu hakim olup yağmur yağ dırır ve her ş ey

onun emrindedir; böyle olmakla beraber Araplar ın, gerçek kulluğu öğ re-

teeek dini ba şkanlar ı olmadığı gibi Tanrıya ibadet için bir ibadethaneleri

de yoktu. Araplar ın Tanr ıyı tan ı dıklar ına, Kur;an- ı Kerim tan ıklık et-

mektedir (165).

Ibn-i İ s h a k, eserinin, İ smail -oğullann ın İbrahim Peygamberin

dinini b ırakarak putlara tapmaya ba ş layış lar ını anlatan k ı sm ında bu hu-

susta şöyle diyor: Mekke, İ smail oğulları na dar gelip diğ er bölgelerde bir

yurt aramak için Mekke'den ayr ı lan herkes kutlu tap ınağ a (Kcibe) saygı sebebiyle oradaki ta ş lardan bir tanesini yanında al ıp götürürd'il. Mekke'den ayr ı lanlar, indikleri veya gittikleri yerde bu ta şı bir yere koyar ve Kâbe-nin etraf ında dolaş tı kları gibi bu ta şı n etraf ı nda dolaşı rlard ı ; bu suretle yava ş yavaş hoş lanna giden veya beğ endikleri başka taş lara tapma âdeti ortaya ç ı ktı . Bundan sonra nesiller birbirini takip etti, eski dinlerini unut-tular, Hz. İbrahim ile Hz. Ismail'in dinini başka bir dinle değ iş tirmiş oldu-lar, putlara tapt ı lar ve daha önceki milletlerin, dü ş tükleri sap ıklıklara dü ş -tüler. Bununla beraber aralar ında tâ Hz. İbrahim zaman ı ndan beri devam

edcgelen baz ı kalıntılar vardı ki bunlar Hz. İbrahim'in dininden, olm ı yan bazı şeyleri bu dinle akrış t ı rmakla beraber Kâbeye sayg ı göstermek, onun etraf ında dolaşmak (tavaf), ona hac ve umre amaciyle gitmek Arafe ve Miizdelife dağ larında durmak, kurban kesmek üzere develer götürmek, hac

ve umre zamanlar ında telbiye etmek gibi Hz. İbrahim'in dini icab ı olan gelenekleri yerine getirme ğe devam ettiler. Meselâ Kinane ve Kurey ş kabi-leleri telbiye s ıras ında: (Lebbeyke'llahumme lebbeyke, lebbeyke lâ şerike :ek, illâ şerikun huve lek; temlikihu ve mâmelek = yani: sana geldik ey

(165) Bak. Kur'an' Kerim, Mü'minun süresi 85. 6.yet. Bu 'ayette: "Onlara de ki yer yüzü ve onun üstündeki yarat ıklar kimindir? Eğer bilirseniz söyleyiniz. He-men derler ki: Yüce Tanr ın ındır. Sen de ki: O halde siz fikr edip dü ş ünmez misi-niz? Onlara de ki: yedi gö ğün ve koca arş ' ın sahibi kimdir? Onlar hemen cevap verirler: Yüce Tanr ı d ır. Sen de ki: öyle ise o Tanrıdan korkmuyor musunuz . ? Onlara de ki bütün eşyan ın padiş ahlığı kimin elindedir ki istedi ğ ini himaye eder ve hiç kimse onun azab ı nı men edemez. Eğer bilirseniz söyleyiniz. Onlar derhal cevap verirler: yüce Tanr ı n ın elindedir. De ki öyle ise niçin iğ falata kap ı lıyorsu-nuz?" buyuruluyor. Kaza Ankebut süresinin 63, f ıyetinde de "Eğer onlara, gökten yağmur yağdırıp onunla yeri ölü durumdan dirilten (canland ı ran) kimdir? diye sarsan, Tanrı dır diye cevap verirler..." deniliyor. Gene Zümer süresinin 8. ftyetin-de: " İnsana bir zarar eriş tiğ i vakit Ulu Tanr ıya rücu ile. ona dua eder, sonra yüce Tanrı ona o zarara kar şı l ık nimet verdi ğ inde duayı unutup halk ı islanı dan men için Tanrıya ortak ko ş ar" buyuruluyor.

f.)2

'Tanr ımız sana geldik; sana geldik ki senin bir orta ğı n yoktur; ancak se-

rin hükmünde olan bir orta ğı n vard ı r; sen ona hükmedersin o ise sana

lrükmedemez) derler (166). Bu surette bu iki kabile telbiyede Tanr ımn

birliğ ini tan ı r, sonra putlar ı n ı ona ortak ko ş an fakat bu putlar ı , Tanr ın ın

hükmü alt ı nda sayarlard ı .. Kutlu ve yüce Tanr ı , elçisi Muhammed'e Kur'-

anda ş öyle der: (Onlar ı n ço ğu Tanr ı ya ancak ortak kosarak inan ı rlar)

(167). Ya bunlar hak oldu ğumu tan ımak için, ancak yarat ı klar ımdan biri-

ni bana ortak ko ş arak birliğ imi . tan ı rlar. Nuh kavminin de tapt ı kları bir

tak ım putlar ı vard ı . Bu putlar ın hikayesini kutlu ve yüce Tanr ı , elçisine

Kur'anda ş öyle anlat ı yor: "Dediler ki Tanr ını zdan vazgeçmeyin Vedd (er-

kek ş eklinde idi), Suya' (kad ı n şeklinde idi), Yağ us (arslan şeklinde idi),

Yauk (at seklinde idi) ile Nesr (kerkenez ku ş u ş eklinde idi) (168) pulla-

r ın' da b ı rakmay ın dediler ve böyle diyenler nice kimseleri do ğ ru yoldan

sapt ı rmış lard ır" (169).

İ smail soyundan ve ba ş ka soylardan olan ve İ smail dinini b ırak ı p bu putlara taparak bu putlar ın adlar ı yla an ı lan Arap kabileleri şunlard ır:

1 — Mudar oğ lu İ lyas oğ lu Müdrike oğ lu Hüzeyl kabilesi; bunlar Ru-hat bölgesinde Suya' adl ı putu benimseyip tapt ı lar.

2 — Kudaa topluluğunun bir kolu olan Vebre oğ lu Kelb kabilesi; bun lar da Dûmet ül-Cendel'de Vedd putunu benimseyip tapt ı lar.

3 — Tay kabilesinin bir kolu olan. En'um boyu ile Mezhic kabilesine

mensup Cure ş halk ı , Cureş 'te Yağus putunu benimseyip tapt ı lar.

4 — Hemdan kabilesinin bir kolu olan Hayvan boyu, Yemen'de Hem-dan bölgesinde Yauk putunu benimseyip tapt ı lar.

5 — Hımyer kabilesinden Zül-Kiila' boyu, H ımyer bölgesinde Nesr (ve-ya Nesir) putunu benimseyip tapt ılar.

6 — Havlan boyunun, Havlan bölgesinde Urnyanis ad ında bir putlar ı vard ı (170). Havl an boy u, davarlar ından ve mahsullerinden bu puta bir pay ay ı r ırlard ı ve iddiaları na göre bu pay, put ile Tanr ı aras ında

(166) İ slâmdan önce telbiye, Kâbeyi tâzim, tavaf, hac, umre, Arafe ve Müzde-

lifede vakfeler hakk ında bak. Hiş am b. Kelbi ( İbn-i Kelbi); Kitab ül-Asnam, Ah-

med Zeki Pa ş a ne ş ri, Kahire, 1914, sa. 6 v. d.

(167) Bak. Kur'an- ı Kerim, XII, 106.

(168) Bu putlar hakk ı nda bak. Hi ş am b. Kelbl; Kitab ül-Asnam, ss. 10, 11. Hü-

zeyl b. Müdrike kabilesi Yenbu'da bulunan Suya' adl ı bir puta taparlard ı . Bu put

kadın ş eklinde idi. Bu putun sidaneti Benu Lihyanl ı larda idi.

(169) Bak. Kur'an- ı Kerim, LXXI, 23.

(170) Bak. Hiş am b. Kelbi; Kitab ül-Asnam, as. 43.

93

ortaklıktı ; fakat Tanr ının pay ından Umyan's putunun pay ı na düşeni bu

puta verirlerdi; halbuki Umyanis'in pay ı ndan Tanr ı n ın pay ına düşeni ge-

ne puta b ırak ı rlarch. Bunu yapanlar Havlan boyundan el-Edi m ko-

ludur. Dediklerine göre kutlu ve yüce Tanr ı bunlar hakk ında şu âyetleri

indirmiş tir: (bunlar Tanr ının yaratt ığı ekin ve davarlardan Tanr ıya bir

pay ayırırlar, şu Tanr ın ın, şu da ortaklar ımı zındı r — putlarını kastediyor-

lar — derler fakat ortaklar ı için olan Tanr ıya ula şmı yor, Tanr ı için ayrı -

lan ise ortaklar ına ulaşı yordu. Bunlar ne kötü hüküm veriyorlar) (171).

7 — Mudar oğ lu İ lyas oğ lu Müdrike oğ lu Huzeyme oğ lu Kinane oğ lu Milkân boyunun, Sa'd ad ı nda bir putu vard ı . Bu put, uzun bir kaya olup bu boyun, topraklar ı nda bulunuyordu.

8 — Devs kabilesinde Humame o ğ lu Amr ed-Devai'ye ait bir put vard ı .

9 — Kureyş kabilesi Kâbenin içinde bulunan bir kuyunun yan ıbaşı na (iklimi§ bir putu benimseyip taparlard ı . Bu putun ad ı Hubel idi. Bu put, Kâbe ve Hicaz ba şkanl ığı Huzaelilere geçtikten, sonra Huzaelilerin ba şkan ı

Amr b. Luhay taraf ından Suriye topraklar ından getirilmi ş tir. Söylen-

tiye göre Amr, daha Hicaz'a puta tap ı c ı l ı k gitmediğ i bir s ırada oralara git-

tiğ inde ora halk ın ın bir takım putlara tapt ığı nı görmüş , bu putlara niçin

tapt ıkları n ı sormu:3 onlar da: (bunlara tapar ı z, ne vakit ya ğmur istesek

ya ğ dı rırlar, bir hususta yard ım dilesek yard ım ederler) demi ş ler. Amr, böyle her derde deva putlardan bir tane de kabilesine götürmek üzere ken-disine vermelerini rica etmi ş , onlar da bu H u b el'i vermisler. A m r onu getirip Kâbe'ye yak ın ve Zemzem kuyusunun üst taraf ına yerle ştirmiş ve herkhi buna tapm ıya te şvik etmiş . Söylendiğ ine göre bu put k ırm ı z ı akikten yap ı lmış ve insan ş eklinde* olup Sağ eli kı rı k imiş . Ona alt ı ndan bir el takm ış lar ve tapm ıya baş lam ış lar ki ona gösterdikleri sayg ı Hacer-i Es-ved'e gösterdikleri sayg ı kertesine yar ın ın (172). Sonra bu Hübel putunu K u s a y, Kâbenin içine alm ış .

10 — Gene Kurey ş kabilesi Zemzem kuyusunun yan ı nda bulunan İsaf ve Naile a.dlar ı ndaki iki puta taparlar ve bunlar ı n önünde kurbanlar keser-

lerdi. Söylendiğ ine göre İsaf, Bağy oğ lu İ s af ad ında bir adam, N a - I 1 e de Dik k ı zı Naile (173) ad ında bir kad ın olup Kâbei içinde zina et- tiklerinden, dolay ı Tanr ı onlar ı taş etmi ş . Gene İbn-i İ shak'm dediğ ine göre (Hz. Ay ş e'den naklen) İsaf ve Naile, Cürhümlüler toplulu ğundan bir er-

(171) Bak, Kur'an- ı Kerim, VI, 136. (172) Bak. Hişam b. Kelbi; Kitab ül-Asnam, ss. 29 v. d. (173) Bak. bundan önceki notta geçen eser, sa 9. İbn-i Kelbi, bunların Cür-

hüm kabilesinden Ya'la o ğ lu İ saf ile Zeyd k ı zı Naile olduklar ı n ı kaydediyor.

94

kekle bir kad ı n olup Kâbe içinde zina ettikleri için Tanr ı taraf ından ta ş edilmi ş lerdir.

Bunlardan başka her aile bir put edinip kendi evine koyarak tap ıyordu.

Bn adam yola ç ıkmak istediğ i zaman hayvan ı na binmeden önce evindeki

bu puta elini ve yüzünü sürerdi. Bu i ş onun, yola ç ıkmadan önce en, son

yaptığı iş olurdu; yolculuktan döndü ğü zaman da yine o puta elini yüzünü siirerd!. Bu i ş de o adam ın, döndükten sonra ailesini görmeden yapt ığı ilk iş olurdu." (174).

2) Araplarn Mekke'den başka Tapınaklar ı :

Araplar ın putlardan ba şka, Tağut denilen tap ı naklar ı vard ı . Tağutlar Kâbe'den ayr ı olup Hicaz'da ve di ğ er yerlerde yüz kadar vard ı . Araplar Kâbeye gösterdikleri gibi onlara da sayg ı gösterirler, etraf ını tavaf eder-kr, önlerinde kur'a oklar ı çekerler, hediyeler sunarlar ve kurbanlar .ke-serlerdi. Bu ta ğ utlar ı n, da bak ı c ı lar ı ve kap ı c ı lar ı bulunurdu. (Sâdin ve Hâcib). Böyle olmakla beraber Kurey ş liler Kâbenin bütün tağutlara üstün

olduğunu bili,rler ve Hz. İbrahim'in mescidi olduğunu tasdik ederlerdi. Bu

tağutlar ı n baş lı caları ve ait olduklar ı kabileler şunlard ır:

El-Uzza:

Bu, Kureyş kabilesiyle Kinane kabilesinin özel ta ğutu idi. Mekke d ı -ş mda, Batn- ı Nahle denen yerde bulunuyordu. Bu tap ınağı n bak ı c ı lar ı ve kap ı c ı lar ı Beni Süleym kabilesinin Seyhan boyu' nda idi (175). Bu tap ınak, Mekke feth'nden sonra Halid b. Velid taraf ı ndan tahrip edil-ir. i ş tir.

Taif sehrinde ve civar ında oturan, Beni Sakif kabilesinin Lât

ad ı nda bir tağutu vard ı . Bunun, er-Rabbe ad ı yla da an ı ldığı Tac ül-Arus'ta

zikrediliyor. Bu tap ınağı n bak ı c ı lar ı (sâdin) ve kap ı cılar ı (hâcib), Sakif

kabilesinden Muattib boyunda idi (176).

El-Menat:

Menat tap ınağı , Evs ve Hazrec kabileleriyle Yesrib (Medine) halk ın-dan bunlar ın dinine bağ lı olan kimselerin tap ınağı idi. Bu tap ı nak deniz k ı y ı s ı nda Müşellel da ğı na yak ın, bulunan Kudeyf adl ı yerde idi Hz. M u -

(174) Burada geçen putlar ve Tanr ı inanc ı için bak. İbn-i Hiş am; Sire, cilt I,

ss. 80 v. d. ve İbn-i Kelbi, Kitab ül-Asnasn, muhtelif yerler.

(175) Bak. İbn-i Hiş am, Sire, I, 86. ve İbn-i Kelbi; Kitab ül-Asnam, ss. 18 - 27. (176) Bak. İ bn-i Hişam, Sire, I, 87. ve İbn-i Kelbi; Kitab ülLAsnam ss. 16, 17,

27, 43.

95

h â m m e d, Ebu Süfyan b. Harb'i Menat tap ınağı na gönderip y ı ktırd ı .

Baska bir söylentiye göre bu tap ınağı y ı kmağa gönderilen E b u S ü f -

y a n değ il A I i b. Ebu Talib' tir. (177). Iranl ı yazar Nasrul-

lah Felsefi, bunun Hin,distan'daki Sumenat putu ile ayn ı olduğunu, L â t

ve U z z a ile birlikte Kâbenin içinde bulundu ğunu, Hz. Muhammed di-

ğ er putlar ı k ı rdı rd ığı zaman bu Menat'a tapanlarm, bunu ortadan kald ırıp

deniz yoluyla Hindistan,'daki Gücerat'a götürdüklerini ve orada insan ş ek-

linde olan bu Menat için bir tap ı nak yaparak onu rengarenk cevahirle süs-lediklerini ve putun kendi kendine denizden geçip buraya geldi ğ i haberini

yayd ı kları nı bu hususta hiç bir kaynak zikretmeden kaydediyor (178).

Z ülhalasa, Tap ı nağı :

Devs, Has'am ve Becile kabileleri ile bunlar ın yurdu olan Tebale böl-gesinde ya şı yan Araplar ı n tap ınağı idi. İbn-i Hi ş am bunun önünde kur'a oklar ı çekildiğ ini bir misalle zikrediyor (179).

Fels Tapınağı :

Tay kabilesi ile Selma ve Aca dağ lar ı nda oturan bu kabileye bağ l ı olan

kimselerin tapt ıklar ı tap ınakt ı . Söylendiğ ine göre Hz. M u h a m m e d, A 1 i b. Ebu T a 1 i b' i buraya gönderip bu tap ı nağı yıkt ırmış . Hz.

Ali tap ınağı n içinde, birine er-Resub öbürüne el-Mihzen denen iki k ılınç

bulmuş ve bunlar ı Hz. Muhammed'e getirmi ş , o da onlar ı Ali'ye hediye et-mi ş (180).

Himyer kabilesi ile Yemen halk ının, San'ada, R i am adl ı bir ta-pınakları vard ı . Onlar bu yap ı nın yan ı nda kurban keserler, yap ın ın içinden kendilerine seslenen birinin sesini duyarlard ı . Yemen hükümdar ı T u b -

(177) Bak. Ibn-i Hiş am, Slre, I, 88. ve ibn-i. Kitab ül-Asnam, ss. 13 - 15, 27.

(178) Bak. Nasrullah Felsefi, He ş t Makale, Tahran, 1330 H. ş . ss. 9, Bu hu-susta en eski kaynaklar olan. İbn-i Hi ş am ve İ bn-i Kelbl'nin eserlerinin verdikleri ve yazar ı n sözlerinin aksine olarak bu putlar ın Kâbe içinde değ il baş ka baş ka yer-lerde olduklar ına dair bilgi onun bu husustaki incelemesinin sathili ğ ini gösterir. Menat pufunun Hindistan'a götürülü ş ü hakk ındaki rivayet için de hiç bir delil zikretmiyor. Böyle önemli bir konu hakk ında delilsiz ve mesnetsiz hüküm veril-mesi kanaatimizce bir k ıymet ifade etmez.

(179) Bak. Ibn-i Hi ş am, Slre, I, 89. ve İ bn-i Kelbl, Kitab ül-Asnam, ss, 34 - 36, 4'f.

(180) Bak. İbn-i Hi ş am, Sire, I, 89. İbn-i Kelbl, Kitab ss. 15, 59, 61.

96

b a ' ın izniyle iki Yahudi haham ı eski devirde bu tap ınağı n içinden bir

kara köpek ç ı karı p keamiş ler sonra yap ıyı da yıkmış lar.

Ruda' Tapmağı :

Bu, Temim oğ lu Zeydumenat oğ lu Sa'd oğ lu Kâab oğ lu Rebia kabilesi-

ne ait bir tap ı nakt ı . İslami devirde Sa'd oğ lu Kâab oğ lu Rebia oğ lu Ş air

Mustavgı yr bu tap ı nağı y ıkmış tır (181).

Zülka,abat Tapınağı :

Bu, Sendad mevkiinde bulunan ve Vâil o ğullar ı , B e k r ve T a ğ - I i b kabileleri ile İ yad kabiles rnin tap ınağı idi (182).

Araplar bu tağutlar ı n bazısı nı hem tap ınak hem birer Tanr ı gibi te-lâkki ediyorlard ı . Hz. Muhammed' in peygamberlikle görevlen-dirildiğ i sı ralarda doğ an Ebu Reca Umran el-Utaridi'den naklen D â - rimi' nin "Müsned" inde kaydetti ğ i şu ifade Arap puta tap ı c ı lığı nın çok düşük bir durumda oldu ğunu gösteriyor. Ebu Reca ş öyle demi ş : "Biz ta ş lara tapard ı k. Düzgünce bir ta ş bulduğumuzda eskisini at ıp ona tapar-d ı k. Taş bulamadığı mı z zaman bir tarafa kum y ığ ar, sütlü bir deveyi o y ı -ğı nın üstilne oturtur sütünü oraya sa ğ ar orada kald ığı m ız müddetçe ona tapard ı k." Ba ş ka bir rivayetinde yine o "topra ğı koyun sütü ile kar ış t ıra-

rak ondan bir put yapard ı k" demi ş (183). Yukar ı da kaydetti ğ imiz tap ı nakiardan her biri hem bir dini ziyaret

merkezi hem de ticaret merkezi idi; bu itibarla az çok Kâbeye rekabet edi-yorlard ı . Bilhassa Taif tap ınağı ile Yemen'de bulunan ve Araplar ın "Yemen Kâbesi" dedikleri tap ınak gerek dini gerek ticari bak ımdan Kâbeye rakib idiler. Esasen Habe ş lilerin Kâbeyi y ıkmak üzere Mekke üzerine yürüdük-leri s ırada baz ı Arap kabilelerinin memnun olu şların ın hattâ Taiflilerin Ebu R i g a 1 ad ında bir k ı lavuzu Habeş lilerin, yanı na katmalarm ı n se-

bebi bu idi (184). Habeş liler de ayn ı maksatla Yemen'de K ıaleys ad ında

bir tap ı nak yapm ış lard ı (185).

(181) Bak. İbn-i Hiş am, Sire, I, 28, 89. İbn-i Kelbl, Kitab ül-Asnarn, ss. 11 - 13.

(182) Bak. İbn-i Hiş am, S ı ra, I, 90. İbn-i Kelbl, Kitab ül-Asnam, ss. 30.

(183) Bak. İbn-i Hiş am, Sire, I, 91.

(184) Bak. R. Dozy, Tarih-1 İ slâmiyet, e. I, ss. 21.

(185) Bu Hicaz bölgesi ilâhlarm ı n eski Güney Arabistan halk ı dinindeki putlar

ve ilâblarla benzerliğ i için bu kitapta 31. sahifede,k1 Güney Arabistan devletlerin-

de din k ıs rruna bak ınız.

İ sfflurdan önce Arab Tarihi F: 7 97

3) Araplar ın Putlara kar şı saygısızlıklar' : tl

Araplar bir sürü putlara ve tap ı naklara tapmakla beraber bunlara

karşı duydukları saygı tam ve kesin değ ildi. Iş lerine geldiğ i ve dualar ı te-sadüfen isteklerine uygun şekilde sonuçlandığı zamanda memnun olurlar, isteklerine uygun ç ıkmadığı zamanlarda onlara hakaret, hattâ küfreder-

lerdi. İbn-i İshak, ünlü eserinde bu hususta bir çok misal vermektedir. On-ların bu putlara salt sayg ı göstermemelerinin sebebi, kendilerinin, bu put-lardan ba şka Hz. İbrahim'in tan ı dığı ve onlar ı n cedlerine tan ıttığı gerçek Tanr ı ya inanmalar ı dır. Meselâ Namad oğ lu Şair Malik el-He m'-

d a n î, Yauk putu hakk ında şu beyti söylemistir: "Bu dünyada Tanr ı ki-mine iyilik, kimine kötülük eder; Yeuk ise ne iyilik ne de kötülük yapabi-lir" (186).

Mudar oğ lu İ lyas oğ lu Müdrike oğ lu Huzeyme oğ lu Kinane oğ lu Mil-kân boyunun, Sa'd ad ı nda bir putlar ı vard ı . Bu put uzun bir kaya olup bu

boyun topraklar ında bulunuyordu. Bir gün bu boydan birisi bu puttan be- reket dilemek üzere besili develerini bu Sa'd putunun önüne getirmi ş , de- veler çok besili olup binek develeri de ğ ilmiş . Bu putun üzerine, kurban edi-

len hayvanları n kanlar ı ak ı tı l ı rdı . Develer putu, üzerine kan sürülmü ş bir durumda görünce ürküp etrafa da ğı lmış lar. Milkân boyundan olan devele-rin sahibi bu duruma sinirlenerek yerden bir ta ş al ıp puta doğ ru fırlatm ış ve "Allah belânı versin, develerimi 'ürkütüp da ğı ttın" deyip develerin ar-

dından giderek onlar ı toplamış ve develer bir araya topland ığı zaman da

ş u beytleri söylemi ş : "Sa'd' ın yan ı na, bizi bir araya toplas ın diye geldik fa-kat Sa'd ne iyiliğe ne de kötülüğe yar ı yan, çölün ortas ına at ı lmış bir kaya parças ından başka bir şey değ ildir" (187) .

Mekke ile Yemen arasında Tebale adlı yerde bulunan ve sidaneti Bâ-

hile b. A'sur'dan Beni Umame kolunda olan Zulhalasa tap ınağı na, bir gün

babas ının öldürülmesinden dolay ı öç alma isteğ inde bulunan biri gidip fal

oku çektirdi (188). Ç ı kan okta öç almas ı menediliyordu. /..İç defa kur'a i ş i-

ni tekrar ettirdi hep ayn ı cevab ı ald ı . Sonunda, oklar ı eline al ı p kaya ş ek-

(186) Bu Kulleys tap ı nağı hakk ı nda bak. İ bn-i Kelbi, Kitab ül-Asnam, ss. 46,

47. Tapınağı n ş ekli ve cesameti hakk ı nda tafsilât için bak. Eyub Sabri, Mir'at- ı Mekke, ss. 468.

(187) Bak. İbn-i Hi ş am, Sire, I, 81.

ı 188) Bak. İbn-i Hiş am, Sire, cilt I, ss. 83. İ bn-i Kelbi, Kitab ül-Asnam, as. 37.

98

linde olan putun üstüne f ırlatt ı ve "Ey sefil! Senin baban öldilrülseydi öcünü almaktan beni alakomazd ı n ya" diye bağı rd ı (189).

Keza Beni Hanife kabilesi, un, hurma ve sütten, kendileri için bir put yapmış lardı . Buna uzun müddet tapt ı ktan sonra bir k ı tl ık s ı ras ı nda onu ye-

diler. Bunun. üzerine "Araplar aras ı nda Beni Hanife kadar putlar ından fay-

dalanan olmad ı" sözü, ata sözü haline gelmi ş tir.

Araplar ı n putlar ı Tanr ı dan daha kudretsiz görü ş leri, Tanr ı ve putlar

adı na ayırd ıkları hisselerin da ğı t ım ında da göze çarpar: Kâhinler, toprak

ürünleriyle hayvanlar ın bir k ı sm ın ı güya Tanr ı ile putlar ı arasında bölüş -

ti;rürler ve çoğu zaman putlar ın, daha doğ rusu kendilerinin (kâhinlerin)

hak ve menfaatlaruu Tanr ı hakk ına üstün tutarlard ı . Mesela. ekiplerinin aras ı na bir çizgi çekip, bu, yüce Tanr ı nın, bu da putlanm ı zın hissesidir; derlerdi. Hayvanlar ı da böyle bölü ş türürlerdi. Tanr ı nın hissesine dü ş eni yoksullara ve konuklara, putu!), hissesini, puthaneye hizmet edenlere tah-

sis ederlerdi. Ş ayet ilerde Tanr ı hissesi daha verimli' ve fazla olursa onu

putun hissesi ile değ iş tirirler, 'putun hissesi fazla olursa dokunmazlard ı .

Putun hissesinde ziyan ve eksilme olursa Tanr ı hissesinden al ıp tamam-

larlar ve "Tanr ı zengindir, ihtiyac ı yoktur, putumuz ise fakir ve muhtaç-

tır" derlerdi (190).

(189) Bu hikayeyi, R. Dozy de, Tarih•i islâmiyet adl ı eserinde naklediyor.

Bak. Abdullah Cevdet (Karl ı dağ ) ter. ss. 22 v. d. Zulhalasa tap ı nağı hakk ında bak.

İ bn-i Kelbi, Kitab ül-.A,snam, ss. 34 v. d.

Araplar bir puttan bir arzular ı olduğu veya dua edecekleri zaman puta kur-

ban veya para takdim ederlerdi. Tabii bu verilen ş eyleri sonra o putun bak ı c ı lar ı al ı rd ı . Mesela biri bir husus için puta bir koyun adasa o i ş olduktan sonra koyun

yerine, k ıymetçe daha dü şük olan bir geyik kurban eder ve "bir ta ş parças ı öyle

ş eylerin fark ına varmaz" derlercli. Kabenin içinde bulunan ve önünde kur'a oku

çekilen, Kurey ş lilerin en büyük putu Hübel için bu adak baz ı iş ler için muayyen-

di. Mesela Araplar bir çocu ğu sünnet etmek, birinin nikah ını kıymak, bir ölüyü

gömmek, birinin soyundan ş üphe edip bunu belirtmek istedikleri zaman, ona, yüz

dirhem para ile bir genç deve sunarlard ı . Bak. İ bn-i Hiş am, Sire, c. I, ss. 161 .ve

L. Kaetano, Islam Tarihi, H. Cahit (Yalç ın) ter. C.. I, ss. 217.

(190) Bak. Mahmud Es'ad, Tarih-i Din-i İ slam, Medhal. ss. 547. Bu hususa Kur'an- ı Kerim'de de i ş aret edilmektedir. Bak. VI, 136. Bu ayette ş öyle buyuru-luyor: "Yüce Tanr ın ın yarattığı ekinden ve hayvanlardan hisseler tayin ederler. Inançlar ı na göre — Bu yüce Tanr ı n ı n, bu da ona ortak sayd ığı mız putlar ın his-scsidir — derler; bu hisselere zaman icab ı eksiklik veya fazlal ık gelse, putlar ı n ı n fazla olan hissesinden yüce Tanr ı için sarf etmezler amma Tanr ın ı n fazla olan hissesinden putlar ına sarfederler ve böylece fena hükmetmi ş olurlar."

99

4) Kâbe ve litıbeye saygı ile ilgili görevler:

Kabe'nin, yüce Tanr ı nın emriyle Hz. Ibrahim ve o ğ lu Hz.

İ smail taraf ından yap ı ldığı nı ve Tanrının evi olarak, Hz. İbrahim'in

halka tebliğ ettiğ i dini kaideler aras ında tavaf ve ziyaret edildi ğ ini, sonra-ları Hicaz halk ı nı n Hz. İbrahim'in dinini unutarak puta tap ı c ı lığ a sapma-larına rağmen bu ziyaretin Hz. Muhammed devrine kadar devam etti ğ ini

daha evvel tafsilât ı ile görmü ş tük. Bu ziyaret islâmiyetin ortaya ç ı kışı s ı ra-s ında puta tap ı c ı lı k âdetleri ile ilk şeklini kaybetmi ş , içi putlarla doldurul-rrus olan Kâbe, hicretin sekizinci y ı l ında (M. 630) Mekke'nin, Hz. Pey-gamber taraf ından fethi üzerine putlardan temizlenmi ş ve ziyaret usulle-rirde değ iş iklikler yap ı lmış t ı .

Bilhassa eski zamanlarda Hicaz ve Mekke halk ın ı n Kâbeye büyük önem veriş lerinin sebebi, buran ı n hac mevsimlerindeki ticari durumu idi. Hac ve ticaret için Arap Yar ımadas ımn bir çok yerlerinden bir sürü halk ı n Mek-ke'ye ve yak ı nları na üşüşmeleri Mekkelileri yar ımada halk ı nı n, imtiyazlı ve adil saymalar ına sebep oluyordu. Kurey ş liler ş ehir hayat ı yaş amakta ve ticaretle me şgul bulunmakta idiler. Ticaret vas ıta ve kaynaklar ından biri, güneye (Yemen'e) ve kuzeye (Suriye'ye), Bahreyn bölgesine ve İ rana

sevkettikleri ve bazan mallar ına 2500 devenin ta şı dığı ticaret kervanlar ın-dan elde ettikleri kâr olmakla beraber, ondan daha az önemli olm ı yan bir başkası da, y ı lın belirli zamanlarında Kabeyi ziyarete gelen hac ı lar dolay ı -

siyle has ı l olan gelirdi. Bunun için hac ı lara kolayl ık göstermek ve onlar ın

hacca ilgilerini artt ırmak gerekiyordu. Cahiliye ça ğı denen islâmiyetten

önceki zamanlarda, haram aylar ında (Zilkade, zilhicce, muharrem ve recep

ayları ) (191) Ukkaz, Zü'l-Mecaz ve Mecenne'de panay ı rlar kurulurdu.

Araplarm,, bunlardan ba şka, Dümet ül-Cendel, Taif, Bosra vesaire gibi,

ticaret mallar ının alınıp sat ıldığı meşhur pazar yerleri de olmakla beraber

daha yaygın, kalabal ık ve uzun süreli olan ı Ukkaz'daki idi. Bu umumi pa-

zara halk, her taraftan ko ş up gelerek hurma a ğ açlar ının gölgel,erinde ça-

dırlar kurup alış veri ş ederlerdi. Halk ı n bu panay ı ra ve hacca fazla ilgi duymasına temin ve te şvik maksadiyle ş iire, güzel ve dokunakl ı söz söyle-

(191) Haram aylar ı bu dört ay olmakla beraber Mürre boyuna kar şı sekiz ay clarak tan ınm ış tı ki onlar ın bu hakk ına "el-Besl" denirdi. Söylendi ğ ine göre "el-Sesi", savaş edilmemesi gereken sekiz ayd ı r. Bu hak bütün Aarplar aras ında her y ı l ancak bu kabileye kar şı tan ı n ı rd ı . Bütün Araplar Mürre boyunun bu haklar ını tan ı rlar, inkâr etmezler ve bozmazlard ı . Mürreliler bu hakka dayanarak bu sekiz ayl ık süre içinde hiç bir ş eyden çekinmiyerek Araplar aras ında istedikleri yere g'derlerdi. Bak. İbn-i Hiş am, Slre, c. I. ss. 107.

100

meğe (hitabet) vesair insan kaabiliyetlerini ortaya ç ıkarmağ a, hatta dava

ve ş ikayetlerin görülmesine mahsus yerler ve bunlara bakacak hakemler

ve hakimler tayin edilirdi ki bir taraftan al ış veriş edilirken diğ er taraf-

tan ş iirler, nutuklar söylenir ve bunlar ın en iyileri halka duyurulur, esiri

olanlar onu kurtarma ğ a, ş ikayeti olanlar hallettirme ğ e çal ışı rdı . Arap ede-

biyat ında yedi ask ı adı yla an ı lan meşhur kasidelerin, bu panay ırlarda be-

ğ enilerek ün ald ıklar ı söylenir. Bu panay ırlara gidiliş s ı ras ı ve bunlar ı n

süreleri ş öyle idi: Her sene zilkade ay ı n ı n bas ında U k k az p ana-

y ı r ı kurulur, yirmi gün devam ederdi (192). Halk yar ı madan ı n her ta-

rafından hatta bazan Iran, ve Bizans'tan buraya ak ın ak ı n gelir, mallar ın ı satar, ihtiyaçlar ın ı sat ı n al ı rdı . Buradan 20 zilkadede Macenne panay ır ına

gidilirdi. Bu panay ı r 20 zilkadeden 30 zilkadeye kadar on gün, sürer, bu

M e c e n n e p a n a y ı r ı da sona erdikten sonra Zülmecaz panay ı r ı -

na gidilir, burada zilhicce ay ın ın ba şı ndan onuna kadar kal ı n ı r, on zil-

hccede Mekke'de toplan ı l ır, Kabe tavaf edilir ve hac ödevi yerine getiri-

lirdi.

Bu suretle panay ırlar bittiken sonra Mekke'ye gelen hac ılara hac et-

tirmek yani hacca ba ş lamak üzere Müzdelfe'den inme iznini vermek, ha-ram aylar ın ı ve hac zamanlar ını tayin etmek, hac ı lara yiyecek ve su temi-ni ve Kabenin anahtarlar ını üzerinde ta şı ma ödevleri çok eskidenberi bü-yük önem ta şı mış ve bu ödevleri ele geçirmek, kavgal ı tart ış malara sebep c Imuş tur.

Araplar cahiliye ça ğı nda, y ı lın dört ay süren haram aylar ı nda savaş ve kavga etmeden kendi i ş leri ile veya ticaretle u ğ ra şı rlardı . Bu kural İb-rahim ve İ smail Peygamberlerin ş eriatlar ı iktizas ın,dandı . Onlar böylece, bilhassa zilkade ay ı ba şı ndan safer ay ı bas ı na kadar üç ay sürekli olarak

sava ş sı z, kavgas ız ve çapulsuz durma ğ a tahammül edemiyorlard ı . Bu du-

rumun fark ı na varan, Kinane kabilesinden K a l e m m es ad ı nda biri

bir hac mevsiminde devesin,e binip halka "Ey Araplar! Tanr ı n ı z bu sene-nin muharrem ay ını size helal edip onun haraml ığı nı safer ay ına b ırakt ı ."

yollu bir hutbe okudu. Halkta, sevinç ve bu fikri kabul eden bir istek gör-düğünden ertesi y ı l hac mevsiminde gene hitabet kürsüsüne ç ıkıp, Tan-nam, muharrem ay ı n ın haraml ı lığı nı zafer ay ına aktard ığı nı yani, mu-

(192) Ukkaz panay ı r ın ı n Fil olayı ndan onbe ş yı l sonra kurulmaya baş landığı

söylenmekte ise de gerçekte çok daha evvel ba ş lamış olmal ı d ı r. Bu panay ı r hicre-

tin 129, (M. 746 - 747) y ı lına kadar devam etmi ş tir. Hicri 129 y ı l ı nda Mekke'ye

karşı ayaklanan Muhtar b. Avf' ı n yardakç ı lar ı Ukkaz ı tahrip ettiler. Bak, Mehmet

Fehmi, Tarih-i Edebiyat- ı Arap, İ stanbul, 1332, ss. 93.

101

harrem ay ı nın helal, safer ay ırım haram olduğunu bildirdi; onun bu teklifi, orada bulunan bütün Araplarca kabul edildi. Böylece K alemme s, her y ı lın hac mevsiminde hitabet kürsüsüne ç ı karak istediğ i ay ı n haram-;ağı n' istediğ i aya b ırakmay ı adet edindi. Bundan sonra haram aylar ını n yerlerini değ iş tiren kimselere, geciktiren ve art ıran kimseler anlam ına gelmek üzere "Neseeler" dendi. Bu ödevi, Kalemmes lakabiyle an ı lan Hu-zeyfe'den sonra, o ğ lu A b b a d yerine getirdi; Abbad'dan sonra bunun oğ lu Kala '; bundan sonra Kala' o ğ lu U m eyy e; Umeyye'den sonra Umeyye oğ lu A v f; Avf'dan sonra Avr ı n oğlu Ebu Sü-ın a m e C ü n â d e yerine getirdi ki bu adam Neseelerin sonuncusudur; islam dini bunun zaman ında crtaya ç ı kt ı (193).

Cahiliye çağı nda bu haram aylar ı n ın yerlerini değ iş tirme iş inden ba ş -ka, bir de, hac mevsiminin değ işmez, ı l ı k ve meyvelerin bol olduğu bir za-mana denk getirilmesi, ve hiç de ğ iş tirilmeden hep bu zamanda yap ı lmas ı te ş ebbüsü vard ır. Bu, gök aylar ına göre hesaplanan y ı lın, güneş y ı lına çevrilmesi demek oluyordu. Bu i ş için her kabileden bir ki ş i seçilip görev-

lendirildi. Bunlar, hac mevsimini sabit ve uygun bir zamana koydular; fa-kat gök aylarına göre hesaplanan y ı l, güne ş y ı lından oniki gün kadar ek-sik geldiğ inden hac mevsimleri gittikçe haram aylar ın ın dışı ndaki aylara denk gelmeğ e ba ş lad ı . Bu defa halk aras ı nda kullan ı lan gök ay ı y ı l ı n ı gü-ne ş y ı l ına uydurmak için, bazan iki bazan üç y ı lda bir, Araplar ın kulland ı -ğı gök aylar ı na bir ay ekleyip y ı lı , on üç ay hesap eder oldular. Bu karma-

k2 rışı k durum, Hz. Muhammed' in islam dinini tebli ğ etmeğ e

baş ladığı zamanlara kadar sürdü. Bu adet, Hz. Peygamberin vedâ hacc ı s ı .-ası nda, aa önce nazil olan iki ayet hükmüne göre eski şekline, yani oniki

ayl ı k gök ay ı y ı lı na göre hesaplanmas ı ş ekline döndilrüldü (194).

Haram aylar ın ı n yerlerinin değ iş tirilmesi ve hac mevsiminin sabit bir zamana al ınmas ı olayından ba şka bir de hacca ba ş lama izni verme ve

H u m s 1 ü 1 er (imtiyazl ı bir gurup) meselesi vard ı . Panay ır yerlerinde-ki iş ler bittikten sonra hac yapmak için Mekke bölgesine gelindi ğ inde hac-ca baş lamak iznini almak da ayr ı bir müşkülâtt ı . Bu izni, Kudaa kabilesin-

den biri verirdi. Bu kabileden, Arafat da ğı ndan hacca ba ş lama iznini ilk

defa vermeğ e baş lı yan adam : Mudar oğlu İ lyas oğ lu Tâbiha oğ lu Udd oğ lu

Murr oğ lu Gavs idi. Gavs' tan sonra onun soyundan, gelenler bu

ödevi lizerlerine ald ı lar. Böylece Gavs ile onun soyundan gelenlere Sfıfeliler

lâkab ı verilmitş i. Bu Murr oğ lu Gavs' ın hacca ba ş lama iznini verme öde-

(193) Bak. İbn-i Hi4am, Wre, e. I, ss. 45 - 46.

(194) Bak. Kur'an-; Kerim, Teybe sûresi, 37 - 38. âyetler.

102

vini üzerine almas ı şöyle. olmustur: Gavs' ın anas ı , Cürhümlüler kabilesin-den bir kad ı nd ı . Çocuğu olmuyordu; bunun için, bir, oğ lu olursa onu köle

olarak hizmet etmek için Kabe'ye ba ğış layacağı n ı Tanrıya adadı . Kadın

bundan sonra Gavs' ı doğurdu. Gavs büyüdükten sonra day ı lar ı olan

C ü r h ü m k a b ile s i 'nin hakimiyeti s ıras ı nda Kâbeye hizmet etti; sonra Kâbedeki bu durumuna dayanarak halka, Arafat da ğı ndan hacca ba ş -lama iznini verme ödevini üzerine ald ı . Soyundan gelenler, döllerinden kim-se kalmay ın,caya kadar bu i ş e devam ettiler (195).

Söylendiğ ine göre Murr o ğ lu G a v s, halka, hacca ba ş lama iznini verdiğ i zamanlar ş u sözleri söylemi ş : "Ey Tanrım! Ben ancak bir geleneğ e uyuyorum. Bir günah ım varsa bunun sorumlulu ğ u Kudaa kabile-s ı ne düş er" bu ibare bize bu ödevin, daha önce de mevcut oldu ğunu anla-t ı yor.

Gavs soyundan gelen Süfeliler halka, Arafat da ğı ndan hacca ba ş lama iznini verirler, Mina tepesinden a şağı ya inmeğ e de müsaade ederlerdi. Mi-na tepesinden a ş ağı ya inme günü geldi ğ i zaman halk ta ş atmak için top-lan ı r, Silfelilerden biri evvela ta ş lamağa baş lar sonra halk da onun arka-sından taş lard ı . Sûfeli kimse baş lamadan, hiç kimse ba ş layamazdı . İvedi davranmak isteyen baz ı iş sahipleri o S'ûfeliye gelip "haydi kalk ta ş la da biz de taş l ıyal ım" derler, o ise "hay ı r, güne ş batmaya yüz tutmadan bu i ş i

yapamam" derdi; fakat ivedi davranmak isteyen i ş sahipleri onun ard ın ı bı rakmazlar ve kendisini harekete getirmek için onu ta ş lıyarak "kahrola-

sı ca kalk da ta ş lam ıya baş la" derler, Sfıfeli kimse ise onlar ın bu sözlerine

ald ım etmezdi. Güne ş batmaya yüz tuttu ğu zaman kalkar, ta ş lamaya ba ş -

lar, halk da arkas ından taş lard ı .

Halk bu ta şlama iş ini bitirip Mina tepesinden a ş a ğı inmek istedikleri

zaman Süfeliler vadinin iki taraf ını tutup onlar ın inmelerine müsaade et-

mezlerdi. Bu s ırada "Ey Sâfeliler! Izin verin de inelim" sesleri duyulur, bütün, Süfeliler vadiden geçmeden hiç bir kimse geçemezdi. Süfeliler geçip gittikten sonra yol aç ık kal ır, halk da arkalar ından giderdi.

Süfeliler, soylar ı sona erinceye kadar bu ödevi yerine getirmiye devam ettiler. Onlardan sonra soy yak ınlığı dolay ısiyle Temim oğ lu Zeydumenat oğ lu Sa'd boyu bu ödevi üzerine ald ı . Bu ödevi bu boydan Ş icne oğ lu Hâ-ris oğ lu Safvan ailesi yerine getirdi. Safvan'dan, o ğ lu Kerib'e geçti ki bu-nun zaman ı nda islâmiyet ortaya ç ıktı (196).

(195) Bak. İbn-i Hiş am, c. I, ss. 125.

(196) Bak. İbn-i Hiasm, Sire, c. I, ss. 125 - 127

103

Müzdelifeden inme iznini de bir başka kabile, A d v a n, kabile-s verirdi. Advan kabilesi bu ödevi babadan o ğula aktar ırd ı . Bunlar ı n

sonuncusu, Ebu Seyyare lakabiyle an ılan A z e 1 o ğ lu U m ey le ' - dir ki islâmiyet bunun zaman ı nda tebliğ edilmiş tir (197).

Humslüler meselesine gelince: Bu da fil olay ı ndan yani Habe ş lilerin Mekke'ye sald ı rış ları ndan önce veya o s ıralarda ortaya ç ı kmış bir bid'attir. Bunu Kurey ş kabilesi ortaya atm ış t ı r. O zaman Kurey ş liler kendi kendile-rine "Biz Hz. İbrahim'in soyundan gelen, kutlu yerin halk ı olan, Kâbeye hizmet eden ve onu koruyan, Mekke'de bar ı nan kimseleriz. Bunun için hiç bir Arap kabilesi, bizim hak ettiğ imiz bu ş eref mertebesine ula ş amaz. Arap-lar bize tan ı dı klar ı haklar ı ba şka hiç bir kabileye tan ımazlar. Bundan do-layı haram bölgesine gösterdiğ imiz sayg ı yı bu bölge d ışı ndaki hiç bir yere göstermiyelim; çünkü eğ er böyle yapmazsak Araplar bizim sayg ı l ı durumu-muzu küçümserler" dediler.

İş te bu düşünceden dolay ı Kurey ş liler, Arafat da ğı nda durmay ı (vak-fe) ve oradan hacca ba ş lamak üzere inme âdetini b ırakt ı lar. Halbuki onlar bu adetlerin, de hac ş artlar ı ndan ve Hz. İbrahim'in dini iktizas ı ndan oldu-ğunu bilirlerdi. Kurey ş liler daha sonra bu haklar ı , kendi soylar ı ndan olan Kinane, Huzae ve Amir boylar ı na da tan ı dı lar.

I b n - i İ shak ' ı n bildirdiğ ine göre Kurey ş liler daha sonra bu konuda haklar ı olm ı yan bir tak ım hükümler ortaya att ı lar; mesela dediler ki onlar, Hunrlislüler ihramda bulunmakta iken çökelek ve k ı zarmış yağ yememelidirler. İ hramda bulunduklar ı müddetçe yünden yap ı lmış çadırla-ra girmemelidirler. E ğer güne ş in s ı cağı ndan korunmak isterlerse ancak de-riden yap ı lmış çad ı rlar alt ında bar ınmal ı dırlar. Kurey ş liler bu konuda daha

ileri gidip şöyle dediler: Hac veya umre maksadiyle haram bölge d ışı ndan

gelenler, bu bölgeden haram bölgesine yanlar ı nda getirdikleri yemekleri

yememelidirler. Bunlar Kâbe etraf ı nda ilk tavaflar ın ı ancak H u m üs -

1 ü 1 er ' den al ıp giyecekleri elbiselerle yapabilirler. Bu elbiseleri elde edemedikleri takdirde Kabe etraf ında ç ıplak tavaf etmelidirler; şu kadar

ki bunlardan bir adam veya bir kad ı n Kcibe, etraf ında ç ıplak tavaf etmek-ten çekinir ve Humüslülere ait elbiselerden tedarik edemezse Haram bölge-si dışı ndan getirdikleri elbiselerle tavaf debilirler fakat bu halde, tavaf ı bi-tirdikten sonra bu elbiseleri soyun,up atmal ı lar, bir daha da hiç giymemeli-dirler. Bu halde ne bu elbiseyi giyen ne de ba şkas ı hiç bir zaman bu elbise-lere el süremez. Araplar, bu ş ekilde ç ı kar ı l ı p at ı lan elbiselere, at ı lmış an-lam ına gelmek üzere "leka" ad ın ı verirlerdi. Kurey ş liler bütün Araplar ı bu

(197) Bak. İbn-i Hi ş am, Sire, c. I, ss. 128.

94-

hükümlere uymaya zorlad ı lar, onlar da buna boyun, e ğ diler. Böylece baz ı Araplar Arafatta durur, hacca ba ş lamak üzere oradan a şağı ya iner ve Kâ-

be etraf ında ç ıplak tavaf ederlerdi. Kad ınlar ise bütün elbiselerini ç ı kar ı r, üzerlerinde yaln ı z, yukar ıdan aş ağı yırtmaçl ı olan bir gömlek bulundu ğu

halde tavaf ederlerdi (198). Tanr ı elçisi Hz. M u h am m e d, Tanr ı taraf ından gönderilinceye kadar Kurey ş liler bu durumu devam ettirdiler

(199). C. KABE VE MEKKE İDARESİYLE İLGİLi GAZI ÖDEVLER:

Burada, Mekke'de oturan Kurey ş kabilelerinin elinde bulunan ve Kâ-beyi ziyaret için gelen hac ı larla da ilgili baz ı ödevlere k ı saca i ş aret etmek

istiyorum: a) Sidanet:

Kâbenin perdedarl ığı , anahtar muhaf ızlığı veya hâciblik ödevi olup,

bu ödevi üzerinde bulunduran, en yüksek makama eri şmiş say ı lı rd ı . Kusay'- dan önce ve sonra, bu ödevin ele geçirilmesi hususundaki tart ış malar ı yu-kar ı larda belirtn ı iş tik (200). K u s a y bu ödevi, Liva, Sikaye ve Rifa-de ödevleriyle birlikte o ğ lu A b d ü d d a r 'a b ı rakmış , Abdüddar' ı n

da ölümü üzerine Kusay o ğ lu Abdümenann, oğullar ı A b d ü ş em s, Ha ş im, Mutt a I i b ve N ev f el bu ödevleri Abdüddar okullar ı -nızı elinden almak istemi ş ler, bu yüzden aralar ı nda kavgalar ç ıkmış ve sonra bir anlaşmaya ve uzlaşmaya varmış lard ı . İş te bu uzla şma gereğ ince Sida-net ödevi Abdüddar o ğ ullar ı na verilmi ş tir ki islâmiyetin, ortaya ç ı k ışı na kadar bunlar ı n elinde kalm ış M. 630 yı lında Mekke'nin ele geçirili ş inde Hz. Peygamber Kâbe anahtarlann ı gene Abdüddar oğullar ına (Osman, b. Tal-ha'ya) vermi ş tir (201). Abdüddar o ğullanndan Kâbe anahtarlar ın ı elinde

(198) Bu ş ekilde elbise temin edemiyerek Kâbe etraf ında tavaf eden bir Arap kad ı n ı bu hususta ş u beyti söylemiş tir: "Bugün mahrem yerlerimi ıı hepsi veya bir k ı sm ı görünecektir; fakat bu görünecek k ı sm ı kimseye dokundurm ıyacağ -ı m" bak. İ bn-i Hiş am, Sire. c. I, ss. 215.

(199) Bak. İbn-i Hiş am, Sire, c. I, ss. 211 - 216,

(200) Bak. bu kitabta ss.

(201) Bu olay üzerine Kusay Kâbe anahtarlann ı oğ lu Abdüddar'a vermi ş , Ab-

düdar' ın ölümünde Osman b. Abdüddar'a Osman b. Abdüddar'dan sonra evlâd-

lat: ı na ve nihayet Abdüluzza b Abdüddar'a, bunun da ölümünde çocuklar ına ve

torunlar ı na geçmiş tir. Mekke fethinde Hz. Peygamber, cahiliye devrinden kalma

bütün hizmetleri kald ı rmış yaln ı z Kâbe anahtarlar ı muhafı zl ığı (Sidanet) ödevi

ile Sikayet-i Zemzem ödevini b ırakmış , bunlardan Sikayet ödevini, eskidenberi

üzerinde tutan amcas ı Hz. Abbas'a Kâbe anahtarlann ı da gene eskidenberi üzer-

lerinde tutan Abdüddar okullar ı ndan Osman b. Talha'ya teslim etmi ş tir ki Os-

man, Medine'ye göç etmekle anahtarlar, Osman' ı n amcas ı n ı n oğ lu olan Ş eybe b.

Osman' ı n eline geçmi ş , son zamanlara kadar bunun soyunda kalm ış t ı r.

105

bulunduran zat, hac, umre veya ziyaret için gelenlere Kâbeyi açard ı (202).

b) Sikayet:

Bu ödev, cahWye ça ğı nda Mekke'ye gelen hac ı lara içecek tatl ı su te-darikine mahsus bir ş eydi. C ü r h ü m 1 ü 1 er taraf ından gömülüp yeri kaybolmu ş olan Zemzem kuyusu, Ş e y b e (Abdülmuttalib) taraf ından bulunup yeniden kaz ı l ıncaya kadar, Sikayet ödevini üzerinde bulunduranlar uzak yerlerden içme suyu getirip onu, hurma ve kuru 'üzüm gibi ş eyle ırle

• kar ış tı rarak hac ı lara serbet gibi sunarlard ı . Cahiliye çağı nın sonlar ında Abdümenaf oğ lu Abdü ş ems' in Zitaviy (bugün Zahir adiy-le an ı lan yer)'de, Abdümenaf o ğ lu Haş im'in Ş i'b-i Ebu Talib denen yerde, Abdümenaf oğ lu Nevfel oğ lu A d i y oğlu Mut'im' in Mesfele'de kazd ırd ı klar ı kuyularla Abdü ş ems oğ lu Ü me y y e' nin, B e nu Esed b. Abdül'uzza'n ın,Be nuS ehm' in,K â ab oğ lu M ü r e ' nin ve Beni Ki la b b. Mürre' nin kendi şah ı slar ı için kazd ırd ıkları kuyulardan ba şka Mekke'de kuyu olmad ığı ndan

(202) Kâbenin islâmiyetten önce Muharrem ayinin onuncu günü aç ı ldığı ma-

lüm olmakla beraber bundan ba şka y ı l ın diğer aylar ında ve günlerinde de aç ı l ı p

aç ı lmadığan ı , aç ı lışı nda nas ı l bir merasimle ziyaret edildi ğ ini sarih olarak bilmi-

yoruz. Burada dini bir merasim ve maksad ı kastediyoruz, yoksa Kâbe Mekkelile-

re her zaman aç ı kt ı . Islâmiyetin ortaya ç ıkışı sırasında Hz. Muhammed yaln ı z

olarak veya ashabiyle Kâbeye girip namaz k ı l ıyordu. Islami devirde, bilhassa Os-

manl ı idaresinde iken Kâbenin dini merasim için aç ı lış zamanlar ı ve üdab ı tefer-

ruatiyle tesbit edilmi ş tir. Buna göre Kâbe, 1 — Muharrem ay ın ın 10. günü; 2 —

Rebiyülevvel ayın ın 12. günü; 3 — Receb ay ı n ı n 15. günü; 4 — Ş aban ayın ın 27.

günü; 5 — Ramazan ay ın ı n ilk Cuma günü; 6 -- Ramazan ay ın ı n 27. günü; 7 —

Zilkade ay ın ı n 15. günü; 8 — Gene Zilkade ay ı nın 27. günü; 9 — Zilhicce ay ı n ın

10. günü olmak üzere y ı lda dokuz defa ve her defas ı nda, birinci gün erkeklerin

ziyareti için, ikinci gün kad ınların ziyareti için üçer saatlik bir müddetle aç ı lıyor-du. Açı l ış zamanlar ı da; Zilhiccenin onuncu günü, bayram namaz ı k ı l ınd ıktan

sonra, sair günler, güne ş dpğduktan sonra aç ı lırd ı . Kâbeye giri ş , Rükn ül-Esvedle Rükn ül-Iraki aras ındaki ön cepheden yap ı lırd ı . Zilhiccenin yedinci günü Beytul-

lah'a ihram giydirilir, Receb ay ı n ın onbeş inci gecesi ile Ramazan ay ın ın 27. ge-cesi, Beni Ş eybe soyundan olan ve Kâbe anahtarlar ın ı elinde bulunduran zat

Kâbenin içinde Osmanl ı Padiş ah ı için dua eder ve bu gecede duan ı n sonunda dua-c ıya padi ş ah taraf ından gönderilen hil'at giydirilirdi. Bak. Eyub Sabri, Mir'at- ı Mekke, ss. 969. Kâbenin aç ı lışı n ı İbn-i Bututa, her cuma günü cuma namaz ından sonra ve Hz. Muhammed'in do ğ duğu gün olarak kaydediyor. Bak. Seyahatname, c. I, ss. 142.

106

Mekke halk ı ve hac ı lar için su ',;edariki zordu (203). Bu ödev Mekke'deki genel hizmetlerin yerine getirilmesi hususunda Ku-

rey ş liler aras ında ç ı kan kavgadan sonra var ı lan anla şma gereğ ince Rifade ödevi ile Sikaye ödevi Abdümenaf o ğ ullanna verilmişti (204). A bdü-menaf ' ın ölümünde bu iki ödev Abdümenaf o ğ lu Ha ş im'e geçmiş , Ha-ş im'in de ölümünden sonra Abdülmutalib'in eline geçmi ş , A b d ü 1 m u t-t a 1 i b, Zemzem kuyusunu buluncaya kadar Kâbe avlusun,a su ta şı y ıp yu-karıda zikredildiğ i şekilde serbet haz ırlay ıp hac ı lara da ğı tmış t ır. Zemzem

kuyusunu bulup halk ın yarar ı na koyduktan sonra Zemzem suyunu, deve sütü, bal ve kuru üzümle kar ış t ı r ı p dağı tmağa baş lam ış t ı r. Abdülmutta-

lib'in ölümünde bu ödev Ebu Talib'e (as ı l adı Abdümenaf't ı r) geçmi ş se de,

Ebu Tali b, küçük karde ş i Abbas'tan borç al ı p bu borcu ödeyeme-

diğ inden, üzerindeki Sikayet ödevini kendi istek ve arzusu ile bu borcuna karşı l ık Abbas ' a b ı rakmış t ı r (205).

e) Rifade:

Bu ödevi de Kusay ihdas etmi ş tir. Kusay, her sene Mekke'yi ziyarete

gelen hac ı ların yoksullar ına yemek vermek için Mekkelilerden yard ım pa-

rası toplard ı ki o bununla Kurban Bayram ı run ilk üç gününde yoksullara

yemek da ğı t ı rd ı . Bu âdet islâmiyet devrinden çok sonralara kadar devam

etmiş , halifeler ve sultanlar da her hac mevsiminde fakir hac ı lara yemek

vermiş lerdir. Bu Rifade ödevi Abdümenaf okullar ı nda ve sikayet bahsinde

gördüğümüz gibi Beni Ha ş im kolunun elinde idi. Mir'at- ı Mekke adl ı ese-

rin yazar ı Eyub Sabri Pa şa, kendisi Mekke'de bulunduğu bir s ı rada böyle

bir ziyafete kat ı ldığı nı yazıyor (206).

(203) Bu kuyular hakk ında fazla bilgi için bak. İbn-i Hişam, Sire, c. I, ss.

156. Ayrı ca Zemzem kuyusunun kaz ılmasından önceki kuyular hakk ında bak.

EV1-Velid Muhammed b. Abdullah b. Ahmed el-Ezraki, Ahbar- ı Mekke, c. II, ss. 173 v, d. Cahiliye çağı nda Zemzem kuyusunun yeniden kaz ılmas ından sonra aç ı-lan kuyular hakk ı nda, bak. ayn ı eser, ss. 180 - 181. İ slâmi • devirde kaz ı lan kuyular

hakk ı nda bak. ayn ı eser ayn ı cilt. ss. 181 v. d.

(204) Bak. İbn-i Hiş am, Sire, c. I, ss, 140. ayr ı ca bak, Kastallani, Mevahib-i

Ledünniye, c. I, ss. 173.

(205) Bak. Eyub Sabri, Mir'at-ı Mekke. ss. 313.

(206) Bak, bundan önceki notta geçen eser, ss. 326. Bu hususta İbn-i Bututa

seyahatnamesinde, yazar ın kendi gördüklerine dayanan bilgiler hakk ında bak.

İ bn-i Bututa, Seyahatname, c. I, ss. 139 v. d.

107

d) Ukab:

Kurey ş lilerin Ukab (Karaku ş ) ad ında bir sancaklar ı vardı ; bu, sava ş s ıras ında dış ar ı ç ı kar ı l ı r, bir bayraktar seçilirse o ta şı r, seçilmezse Ukab ın

saklanmas ı yla görevli olan kimse ta şı rd ı . Bu bayrağ a "liva" da denir ve

bu ödev, "Kı yade ödevi" ad ı yla anı l ı rd ı . Bu ödev de Kusay zaman ında ih-

das edilmi ş ve sonra Abdüddar o ğullar ı na b ırak ı lmış tı . islâmiyet s ı ras ında

Mekke'nin ele geçirilmesinden önce Ebu S ü f yan b. Harb b. Ü m e y y e' nin eline geçmi ş ti (207).

e) Nedve:

Kusay' ın yapt ırdığı ve "Dar ün-Nedve" ad ıyla an ı lan yap ı da toplanan

kurula "Nedve" denirdi. Bu kurula k ı rk ya şı ndan yukar ı olan Mekkelilerin

aile guruplar ı baş kanlar ı kat ı labilirdi (208). Burada kararlar oy ço ğ unlu-

ğ uyla değ il, daha ziyade, içlernden en zekisinin ve iyi konu ş anın ın, dü-

ş üncelerini veya görü ş ünü ötekilere inand ırmas ı suretiyle al ınırdı . Kurey ş kabilelerinin bütün nikâh merasimi ve sava ş iş leri burada yap ı lır ve görü-

ş ülür, erginlik ça ğı na gelmi ş k ı zlara, Dar ün-Nedve ba ş kanını n eliyle bu-rada gömlek giydirilirdi. İ bn-i İ s ha k, K u s ay (Zeyd) Dar ün-Nedve binas ın ı yapt ı nnazdan önce bu i ş lerin Kusay' ı n evinde yap ı ldığı -

nı kaydediyor ve bu hususta "Kurey ş liler Kusay'a o kadar büyük bir sayg ı ile bağ landı lar ki erkekleri ve kad ı nlar ı onun evinde nikâhlamr, ba ş larına

gelen herhangi bir olay ı onun evinde konu şurlar, başka kabilelere kar şı sa-

vaş bayrağı n ı onun evinde çekerlerdi. Bu bayra ğı gerektiğ i vakit Kusay' ın

soyundan biri çekerdi. Olgunluk ça ğı na gelen k ı zlara gömlek giydirme

iş i de onun evinde yap ı l ı r, gömleğ in aç ı k b ı rak ı lmas ı gereken yeri orada yırt ı lıp k ı zın üzerine giydirilirdi ki k ız gömlek giydirildikten sonra bura-dan doğ ruca babas ı nı n evine yollanıwd ı . Kurey ş kabilesi aras ı nda Kusay' ı n

emirlerine, kendisi sa ğ iken ve öldükten sonra bunlar sanki din kurallar ı imi ş gibi uyulur, bu kurallar ın dışı ndakilere hiç önem verilmezdi. Kusay,

(207) Ebu Süfyan ı n as ı l ad ı Sahr olup Ebu Hanzala lâkabiyle de an ı l ı rd ı .

(208) Prof. M. $emseddin (Günaltay), Dar ün-Nedve kurulunun Mekke ş ehri-

nin senatosu mahiyetinde olup on asilzadenin kat ı lmasiyle teş ekkül ettiğ ini kay-

dediyorsa da (bak. Darülfünün ilâhiyat Fak. Mec. y ıl I, s. 4, ss. 80), bu kurula,

Kureyş topluluğunu te ş kil eden on kabile ba şkan ından baş ka, sözü geçen di ğ er

baz ı kimselerin de kat ı ldığı muhakkakt ı . Bak. Eyub Sabri, Mir'at-• Mekke, ss. 315.

108

Nedve denen bu toplant ı yerini yapt ır ı p kap ıs ı nı Kâbeye doğ ru açt ı rdı . Ku-reyş kabilesi bütün önemli i ş lerini burada konuşup kararla ş tırırdı (209).

Bu Nedve başkanlığı ödevi Abdüddar oğullarında idi. Dar ün-Nedve yap ı -sı islâmiyet devrin,de bir müddet Abdüddar o ğulları nda kald ı . Emevi hali-

felerinden Mu a v i y e, hilâfeti s ıras ında onu, Abdüddar oğ lu Abdüme-

naf oğ lu Ha ş im oğ lu Amir oğ lu İkrime'den sat ın alıp Mekke valiliğ i ma-

kamına tahsis etti ki sonra M. 664 y ı l ı nda Kâbe haremine kat ı ldı .

Bir de Meşveret ödevi vard ı ki önemli iş lerde bu ödevle görevli kim-

senin fikri sorulurdu. Meşveret ödevi, Ku s a y' ın oğlu A b dü-lu z z a' n ın çocuklar ından Beni Esed'e geçti. İslâmiyet ortaya ç ı ktığı sırada Zem'a oğ lu Yezid'in üzerinde bulunuyordu. Kurey ş liler onun fikrini almadan bir i şe giri şmezlerdi.

f) Sifaret:

(Bir nevi elçilik görevi): Mekkelilerin ba şka devlet ve kabilelerle mü-

nasebetlerinde, gönderilecek heyete ba şkanl ık etme ödevi idi. Bu ödevin, sü-

rekli olarak bir ailede kalmad ığı görülüyor. Mekke'de bu ödevi islâmiyetin

ortaya ç ıkışı s ı ras ında Ad iy boyundan Ömer b. Ha t t a b

(Hz. Ömer) yerine getiriyordu. Ömer b. H a t t a b ' ın islâm ol-

mas ı üzerine bu ödev, Sehm boyuna geçmi ş görünüyor; çünkü M. 615 y ı lın-

da Habeş k ıral ı Necaeclen, Mekkeli müslüman göçmenleri istemek için

Habe ş istan'a giden kurula, Sehm boyundan olan A m r b. A s ba ş -

kanl ı k etmi ş ti.

Bir de hükümet ödevi vard ı ki bu da, kabileler veya halk aras ındaki kavgalar ı hakem s ıfatiyle halletmek ödevi idi. Bu ödev, Adi y b. K â -a b soyuna ait bulunuyordu.

g) Nizaret:

Bir yerden ba şka bir yere götürülen e şyay ı muayene edip mühürlü ve-ya imzal ı bir ruhsat kâğı dı vermek görevi idi. İ slâmiyetin ortaya ç ıkışı sı -ras ında bu görev, Teym kabilesinden olan E b u B ek ir (210) b. Ebu Ku h a f e' nin elinde bulunuyordu.

(209) Bak. İbn-i Hiş am, Sire, e. I, ss. 132, 137. (210) Hz. Ebu Bekir'in kendi adi önce Abdüllat iken Hz. Peygamber sonra

onun bu ad ı n ı Abdullah'a çevirmi ş olup Ebu Bekir'in babas ı Ebu Kuhafe'nin ad ı da Osman idi.

109

h) Kubbe:

Bir nevi depo muhaf ı zlı gı d ı r. Kureysliler bir sava ş a gittiklerinde bir

çad ı r kurup sava ş araçlar ın ı orada toplarlard ı . İslam dininin ortaya ç ık ışı

sırasında, bu ödev, Mahzum o ğulları boyundan olan H a 1 i d b. V e 1 i d

b. M u g i r e' nin elinde bulunuyordu.

i) kar ve ezlam:

Bu ödev, ezlam denilen fal oklar ı ile fal açmak ödevidir. Fal, Kâbenin içinde bulunan Hübel putu önünde çekilirdi. Bu put, Kâbenin içinde kuyu gibi bir çukurun yan ı nda bulunurdu. Kâbeye hediye edilen her ş ey bu çu-kura konurdu. Hübel putunun yan ı nda, üzerinde fal açt ı racaklar ı n istekle-rine karşı l ı k verecek ş ekilde çe ş itli yaz ı lar yaz ı lı bulunan yedi ok dururdu. Mesela bu oklardan birinin üstünde el-akl (diyet) yaz ı l ı idi. Araplar öl-dürülen bir insan ın diyetini kimin ödemesi gerekti ğ i hakk ında anlaşma-mazlığ a düş tükleri zaman Hübel putunun yan ı nda duran bu oklar ı çekerler diyet oku kime ç ıkarsa diyeti o öderdi. Oklardan birin'n üzerinde de, bir iş in yap ı labileceğ ini emreden "na'm" (evet) kelimesi yaz ı l ı idi. Araplar bir i ş i yapmay ı tasarlad ıklar ı zaman bu oklardan birini çekerlerdi; üzerin-de evet yaz ı l ı ok ç ı karsa o i ş i yaparlard ı . Başka bir okun üstünde de bir iş in yap ı lmamas ı nı emreden "la" (hay ır) kelimesi yaz ı lı idi. Araplar bir iş i yapmamay ı tasarlad ıklar ı zaman gene ok çekerlerdi; üzerinde hayir ke-limesi yaz ı l ı olan ç ıkarsa o iş i yapmaktan vazgeçerlerdi. Bir ba şka ok üs-tünde de "minkum" (sizdendir) kelimesi yaz ı l ı idi. Diğer birinde, "mul-sak" (ili ş iktir), bir ötekisinde "man gayrikum" (sizden, de ğ ildir) kelimesi yaz ı l ı idi. Yedincisinde de "miyah" (sular) kelimesi yaz ı l ı idi. Araplar bir kuyu kazmay ı tasarlad ı klar ı :aman ok çekerlerdi. Sular yaz ı lı olan ok ç ı -

karsa kuyuyu kazarlard ı ; ç ı kmazsa kazmazlard ı (211).

Araplar bir çocuğu sünnet etmek, birinin nikah ını kıymak, bir ölüyü

gömmek, birinin, soyundan şüphe edip bunu belirtmek istedikleri zaman yüz dirhem para ile bir genç deve (veya koyun yahut da bunun gibi ş ey-

ler) al ıp H ü b el putunun yan ına gelirlerdi. Para ile adak kurbanl ığı ,

fal oklarını çekme ödevini gören adama verdikten sonra şansını denemek

istedikleri adam ı putun yan ına yaklaş tırarak "Ey Tanr ım ı z! iş te filan oğ -lu filan; ş u, şu iş leri yapmay ı tasarl ıyor, hakk ında doğ ruyu bildir" derler, sonra da ok çeken adama dönüp oklar ı çekmesini söylerlerdi. Ç ıkan ok "sizdendir" yaz ı lı olan ise, adam ın soyu temiz ve kendisiyle birlikte gelen

(211) Bak. Ezraki, Ahbar- ı Mekke, e. I, ss, 68.

110

kimselerin soyundan olduğu anlaşı lırdı . Eğer ç ıkan ok üzerinde "sizden de-

ğ ildir" yazı lı olan ise, adam, soyca o kabileden de ğ il, yaln ı z o kabilenin ya-naşığı (müttefiki) say ı lırdı . Ç ı kan ok üzerinde "ili ş iktir" yaz ı sı bulunan idi

ise adam, ne soyca, ne de yana şı kl ı k yoluyla bağ lı lığı olup olmad ığı araş -t ır ı lan kabile ile ilgisi olmadığı halde, durumunda hiç bir de ğ iş iklik ya-p ı lmadan bu kabile aras ında eskiden olduğu gibi kal ırd ı .

Bu üç oktan ba şka baz ı iş lerde, üzerinde evet yaz ı lı olan ı çı karsa tasarla-dı kları iş i yaparlar, hay ır yaz ı lı olan ok ç ı karsa bu i ş i gelecek y ı la b ı rak ıp

o zaman yeniden bir daha ok çekerlerdi. Böylece Araplar oklar ı n bildirdiğ i sonuçlar ı kabul edip ona göre hareket ederlerdi (212). Bu ödev islâmiyet ortaya ç ı kt ığı s ı rada Cumah boyundan Safvan b. Ümeyye b. Halef'in üze-rinde idi.

Bu ödevlerden ba şka, diyetlerin da ğı tımı , savaş ta Kurey ş lilerin atlar ı -na vesair binek hayvanlar ı na bakma ve bu hususta gereken tedbirleri alma, Mescid-i Haram'da terbiyesiz ve sayg ı sı z sözler söylemeyi önleme, yüksek sesle konuşmayı yasak etme, putlara verilen hediyeleri saklama gibi baz ı ödevler daha olup bunlar ı n da her biri ayr ı bir kabile veya şah ıs üzerinde bulunurdu.

D. MESCİ D-İ HARAM VE ÖNEMLI YERLERI

İ lk yap ı lışı na Kur'an-2 Kerim'de "Vakta ki biz beyti (Kâbe) savab ka-zan ı lacak ve emin bir yer k ı ldı k, ey Mü'minler! Makam- ı İbrahim'i namaz-gâh ittihaz ediniz ve İbrahim ve Ismail'e, tavaf edenler, itikâf edenler ve

namaz k ı lanlar için evimi temizleyiniz diye emrettik" (213), denmek su-

retiyle i ş aret edilmekte ayr ı ca başka sürelerde de buna temas edilmektedir. Kur'an- ı Kerim'deki bu âyetlere de dayan ılarak müslümanlarca Hz.

Ibrahim taraf ı ndan yap ı ldığı tasdik ve kabul edilen Kâbe, Amali-ka, Cürhüm kabileleri, Kusay ve torunlar ı , Ab-

dullah b. Zübeyr b. Avvam, Haccac b. Yusuf üs-Sak af î, Osmanl ı hükümdarlarından (halifeler) birinci S u 1 - t a n Ahmet, dördüncü Sultan Murad taraflar ından tamir-

ler görmü ş tür (214).

(212) Bak. İbn-i Hiş am, Sire, c. I, ss. 160 v. d. Bu hususta ve di ğ er kumar

okları hakk ı nda fazla bilgi için bak. Ebu Muhamnied b. Abdullah b. Müslim b.

Kuteybe, el-Meysir ve'l-K ı dâh, Kahire, 1342.

(213) Bak. Kur'an- ı Kerim, II, 125 v. d. Kâbe hakk ı nda ayr ı ca bak. Kur'an,

III, 96; V, 100. XXII, 29.

(214). Hz. Peygamber'in gençli ğ inde yap ı lan Kâbe tamirinin tafsilât ı hakk ın-

da hak. İ bn-i, Hiş am, Slre, c. I, ss. 204 v. d.

111

Kâbe, köşeleri dört ana yöne denk gelecek şekilde yap ı lmış bir yap ı dır. Bu köşelerin (rükn, cem'i: erkân) her birine ayr ı •ad verilmi ş tir. Ku-zey kö ş esine Rükn-ü Iraki (Irak köş esi) denir. Bat ı köşesine Rükn-ü Ş timi ( Ş am köşesi), güney kö ş esine Rükn-ü Yemâni (Yemen kö ş esi), doğu kö-şesine Rükn-ü Esved (Hacer-i Esved kö ş esi = bu kö şede Hacer-i Esved bu-lunduğundan) denir. Kâbenin kuzey - do ğuya bakan taraf ı (Kâbenin ön yü-zü ile bunun arka yüzü a şağı yukarı onikiş er metredir. Di ğer iki duvarın uzunluğu ise a ş ağı yukar ı onar metre olup duvarlar ı n yüksekliğ i onbe ş metredir. Kuzey-do ğu duvarı (ön yüzü) taraf ında Makam-2 İbrahim, Zem-zem kuyusu, Beni Ş eybe kap ı s ı yer al ır. Kuzey - bat ı taraf ında Hıcr-ı İ s-mail, Alt ın u'iuk ve Dar ün-Nedve'nin yerinde bulunan Makam- ı Hanefi vard ı r. Güney - bat ı duvar ını n bulunduğu tarafta bat ı örülü kap ı sı , veda kap ı sı , İbrahim kap ı sı bulunur. Güney - do ğu duvar ı nın kar şı sında ise Bab- ı Safa (Safa kap ı s ı ) ve diğer kap ı lar bulunur. Kâbenin içinde tavan ı tutan üç ağ aç sütun bir de tavana ç ı kmak için merdiven vard ı r. Kâbenin

doğu köşesinde, yerden bir buçuk metre yükseklikte ve kap ı ya yak ın bir yere Hacer-i Esved yerle ş tirilmiş tir. Kâbeye as ı lı bir çok altun, gümü ş kan-dil bulunmaktad ır. İ ç duvarlar mermer kapl ı olup yer, mermer dö ş elidir. D ış duvarlar, yere kadar inen ve yer hizas ı nda ş azervan denen k ı sma bak ı r halkalarla bağ lanm ış olan siyah bir örtü (kisve `-= sit'are) ile örtülmü ş tür.

Cahiliye çağı nda, eskiden Kudüs'teki Meseic14, Aksa'da olduğu gibi Kâbeye hizmet etmek üzere baz ı Araplar çocuklar ı nı adak veriyorlard ı .

a) Mescid-i Haram:

Mescid-i Haram Mekkenin içinde olup ortas ı nda Kâbe yer al ı r. Mes-cid-i Haram' ın kuzey - bat ı duvar ı 164 metre, güney - do ğu duvar ı 166 met-re, kuzey - do ğu duvar ı 108 metre, güney - bat ı duvar ı da 109 metredir. Mescid-i Haram' ı n bu dört duvar ında ondokuz kap ı , etraf ında doksan iki kubbe ve yedi minare vard ı r. Mescid-i Haram' ın, etraf ında, Hz. Ömer b. Hattab devrine kadar duvar yoktu; o zamandan itibaren vakit vakit Mes-cid-i Haram sahas ı geniş letilerek ve duvarlar yükseltilerek bugünkü ş ekli-ni almış t ı r. Harem-i Ş erifte ta ş la dö ş eli yollar ı n k ıyı s ı nda, içlerinde muh-telif e şyanı n saklandığı kablar vard ı r. (215)

(215) İbn-i Hiş am, Kâbenin yüksekli ğ i ve örtüsü hakk ında ş öyle diyor: "Kâbe, , Tanrı elçisi zaman ında 18 arşı n yükseklikte idi. O zamanlar "Kâbâti" denilen ak

M ı sır kumaşı ile örtülürdü. Sonra onu (Burd) denilen i ş lemeli Yemen ipekli ku-maş iyle örtmeğ e baş lad ı lar. Kâbeyi, (Dibac) denilen ipekli kuma ş la ilk örten kim-

se Haccac b. Yusuf'tur" bak. Sire, c. I, ss. 211.

112

Kâbenin mermer sütunlarla bezenmesi ve kubb•ler yap ı lmas ı iş i, Os-manl ı imparatorluğu devrinde ve M. 1517 - 1916 y ı lları aras ında tamam-lanm ış tır.

Yar ımadan ın muhtelif yönlerinden Mekke'ye gelen hac ıların, oralarda ihrama girdikleri, yani hacc ın baş ladığı yerler (Mikat) vard ır ki şun-lardır: 1) Medine'nin mikat ı : Mekke'ye dokuz konak uzakta Zülhuleyfe, 2) Necidlilerin mikat ı : Mekke'ye iki konak uzakta Karn cZ-Meınazil, 3) Irak taraf ından gelecek hac ı lar ın mikat ı : Mekke'ye iki •konak uzakta Z•4 Irk, 4) Ş am taraf ından gelecek hac ı lar ın mikat ı : Mekkeye üç konak uzakta bulunan Cuh,f e, 5) Yemen yönünden gelecek hac ı lar ın mikat ı : Mek-ke'ye iki •konak uzakta Yelemlem adlı yerdir (216).

b) Hacer-i Esved:

Hacer - i Esved bir gök taşı dı r; baz ı lar ına göre de volkanik bir bazalt parças ı dı r. Üstü küçük billûriarla örtülüdür ki bunlar, koyu zemin üstüne serpilmi ş küçük feldispat parçalar ı d ı r. Karaya yak ın koyu k ırmı zı renk-

tedir. Hac e r - i E s v e d, Kâbenin do ğu köşesine ve yerden bir bu-

çük metre yükseklikte, kap ıya yak ı n bir yere yerle ş tirilmiş tir; yüzü hacı -

lar taraf ından boyuna dokunulduğundan parlakla şmış t ı r. Söylendiğ ine gö-

re Hz. İbrahim onu Ebu Knbeys dağı ndan getirip tavaf ba ş lang ı c ı na iş aret

olmak üzere ş imdiki bulunduğ u yere koymu ş tur. Yumurta biçiminde ve aş ağı yukarı 30 santim çap ı ndad ır. Muhtelif yangın ve y ıkı lmalar sonunda

bir kaç defa k ırı lmış t ı r ki ş imdi, üç büyük dokuz küçük parça halinde gü-

müş bir çenberle birle ştirilmiş durumdadı r. Hacer-i Esved bir kaç defa ye-

rinden kaldı r ı l ı p başka yerlere götürülmü ş tür. H. 319 (M. 931) y ı l ında,

Abbasiler halifesi M u k t e d i r Bill a h (hilâfeti: M. 908 - 932)

zaman ında, Ebu Said Cennabi Karmati, hac s ırasında müslümanlarla büyük

bir savaş yapt ı ve,pek çok kimseyi öldürdü, Zemzem kuyusunu ölülerle

doldurdu. Hacer-i Esved'i alip götürdü ve Kûfe meseidine yerle ş tirdi (217). Hacer-i Esved yirmi y ıl K a r matiler' in elinde kald ı . H. 339 (M. 951) y ı lında Abbasiler halifesi M u t i Li'lla h, Hacer-i Esved'i Kar-matilerden 30.000 dinara sat ı n al ıp Kâbeye yollad ı (218). Hacer-i Esved,

(216) Bak. Ahmet Naim, Sahih-i Buhari tercümesi, c. I, ss. 109. (217) Karrnatı ler Hacer-i Esved'i, insan m ıknatı s ı (insan ı kendine çeken bir

taş ) san ıyorlard ı . Bak. Müneccim ba ş a Ahmed, Sahayif ül-Ahbar, c. II, ss. 178. Eyub Sabri, Mir'at- ı Mekke, ss. 1004.

(218) Bak Harndullah Müstevfi Kazvini, Nüzhet ül-Kulub, Iran, Tahran, Milli Kütüphanedeki numaras ız yazma nüsha, varak 308 a. Ayr ı ca bak. Eyub Sabri, Mir'at- ı Mekke, ss. 1003.

isamda,n Önce Arab Tarihi F: 8 113

Küfe'ye götürüldüğünde hac ı lar, hac s ı ras ı nda, ta şı n bo ş kalan yerine elle-

riyle dokunurlard ı . H. 413 (M. 1022) y ı l ı nda M ı s ı rl ı bir mülhid Kâbeye girip Hacer-i Es-

ved'e bir topuz vurarak parçalam ış , kendisi de halk taraf ı ndan öldürülmüş -

tü. H. 421 (M. 1030) y ı l ı nda, Babi mezheb'nde olan bir Iranl ı da Hacer'i

Esved'in bir taraf ı n ı k ı rm ış t ı (219). Mekke'de Ebu Kubeys tepesinde bulunan mescidin mihrab ı nı n kar şı -

s ı nda bir çukurluk olup buras ı halk aras ında, Nuh T u f an ı ' nda

bu ta şı n sakland ığı yer olarak bilindi ğ inden bugüne kadar ziyaret edil-mektedir. Hz. İbrahim Nuh Tufan ı 'ndan çok sonra ya ş adığı na göre bu•

inanc ı n ya esass ı z, veya, bu ta ş an, Kâbenin bina edilmesinden önce de mev-

cut ve kutsal tan ınd ığı lun kabul edilmesi lâz ı mgelir.

Seydiş ehirli Mahmud Es'ad bey, Hacer-i Esved'in küçük bir parças ı -

n ı n Istanbul'a getirildi ğ ini kaydedip bu hususta ş öyle diyor: "Ufak bir

parças ı cennetmekân Kanuni Sultan Süleyman Han zaman ı nda bir had ım a ğ as ı taraf ından Der-i Saadete nakledilmekle teber-rüken camii şerifinin civar ında bulunan türbei ş erifelerinin kap ıs ı bâlâs ı na

tal'k edilmi ş tir" (220).

Gene Kâbenin do ğu köş esinde ve yerden bir buçuk metre yüksekte baş ka bir ta ş (Hacer el-Es'ad) daha mevcuttur ki tavaf s ı ras ı nda buna yaln ı z el ile dokunulur.

c) Makam-1 İbrahim:

Kâbenin kuzey - do ğu duvar ı n ı n karşı s ı nda Metaf'a aç ı lan Beni Ş eybe kapı s ının kemeri ile K â b e aras ında bir kubbesi bulunan küçük bir yap ı vard ı r. Bu yap ı da, Kâbenin yap ı lışı s ı ras ı nda İbrahim Peygamberin, üzerine ç ı ktığı ve bir iskele gibi kulland ığı bir ta ş saklanmaktad ı r. Söy-lentiye göre bu ta ş üstünde Hz. İ b r ah im' in ayak izleri vard ı r. Halife Mehdi zaman ı nda bu ta şı n etraf ına alt ı ndan bir kemer geçirilmi ş ti. Makam- ı İbrahim'in yan ında ve gene Kâbenin kuzey - do ğu duvar ı n ı n kar-şı s ı nda, sutun diz 4 sinin iç taraf ı nda, Makam -ı İ brahim'den daha kuzeyde beyaz mermerden bir minber vard ı r.

d) Hatim,

Kuzey - bat ı duvar ı n ı n kar şı sı nda, buna biti ş ik olmamak üzere beyaz mermerden yar ım daire ş eklinde bir duvar (el-Ha:tl/il) vard ır; bunun

(219) Bak. Eyub Sabri, Mir'at-• Mekke, ss. 999. (220) Bak. Mahmud Es'ad, Tarih-i Din-i İ slâm , Medhal, ss. 569, not 1.

114

yüksekliğ i bir metre ve kal ınlığı bir buçuk metre olup iki ucu Kâbenin ku-

zey ve bat ı köselerinden iki ş er metre uzakl ı ktad ı r. Hatim ile Kâbe aras ın-

da bulunan, yar ım daire şeklindeki sahan ı n, evvelce Kâbenin bir parças ı ol-

mas ı ndan dolay ı özel bir de ğ eri vard ı r. Tavaf s ı ras ı nda buraya ayak ba-

s ı lmaz, Hatim'in d ış taraf ından ve mümkün mertebe yak ı n ı ndan geçilir.

Bu sahaya el-H ı cr veya H ı cr- ı İsmail denir; çünkü Hz. İ smail (Ismail

Peygamber) ile anas ı Hacer'in mezarla:1nm burada oldu ğ u söylenir. H ı cr- ın

zemini renkli mermerlerle dö ş elidir.

e) Metaf:

Tavafı n yerine getirildiğ i taş döş emenin ad ı Metaf't ı r. Beni Seybe ka-

p ısı bu Metaf'a aç ı l ır. Metaf' ın etraf ında çep-çevre ve ondan biraz daha

yüksekte olmak üzere bir kaç ad ım geni ş liğ inde, ta ş döşeli bir k ıy ı vard ı r ki bunun üzerinde otuzdan fazla ince sütun bulunmaktad ır.

f) Ahsef, Mi'een:

Ahsef, söylentiye göre Hz. Ibrahim' in, etraftan gelen hedi-yeleri koymak için kazdığı iki metre kadar derinlikte bir çukurdur. Bir de Metaf dö ş emesinin bulunduğu yerde, kap ın ı n tam kar şı s ında yer alan bir çukur vard ı r ki buna el-Mi'cen (tekne) denir. Menkabeye göre İbrahim

Peygamber ile o ğ lu İsmail Peygamber, Kâbeyi in ş a için lâz ım olan harc ı burada karm ış lard ır.

g) Zemzem Kuyusu:

Zemzem kuyusu Kâbenin yirmi metre kadar do ğusundad ı r. Beni Ş ey-

be kap ıs ın ın hemen yan ında, içeri girerken solda ve Hacer-i Esved'in, tam

kars ıs ındadı r. Üstü kubbelidir. Zemin kat ı n ın avlusunda içi ta ş ile örül-

müs bir kuyudur. Derinliğ i k ı rk iki metre kadard ı r. Kuyunun, suyu, ç ı kr ı -

ğa bağ lı bir kova ile çekini.. Zemzem kuyusunun, İsmail Peygamber ile

anas ı Hacer taraf ı ndan kazı ldığı veya bulunduğu söylenir. Daha önce de

dediğ imiz gibi Cürhümlüler zaman ında doldurulup kapat ılm ış ken, yeri çok sonra Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib ( Ş eybe) ta-raf ından bulunarak temizlenip halk ın faydalanmas ına aç ı lm ıstır. Zemzem

suyu cahiliye ve islâmiyet devirlerinde kutsal ve ş ifal ı say ı lmı s ve halen-de say ı lmaktad ır. Kuyunun dibinde üç göz (kaynak) oldu ğu söylenir (221).

(221) R. Dozy, Zemzem kuyusunun çok eskiden Bi'r-i Subae ad ıyla arındığı -

n ı söylüyor. Bak. Tarih-i Islâmiyet, Abdullah Cevdet (Karl ı dağ ) ter. e. I, ss. 14.

115;

Zemzem kuyusunun bulunduğu yap ı nın kuzey - do ğusunda ve dış dö-şeme taşı nın kıyısı nda el-Kubbeteyn, ad ın ı ta şı yan iki yap ı daha vard ır ki bunlar XIX. yüzy ı l ı n sonlarında ortadan kalkm ış tı r. Bu yap ı ları n yerinde, vakit tayinine yar ıyan âletlerle Zemzem suyu testileri gibi muhtelif e şya ve diğ erlerin,de de kitaplar bulunuyordu. Vehhabiler idaresi daha baz ı hu-suslarda da değ iş iklikler yapmış lardı r. Mesela, Hanefi, Maliki, Hanbeli ve Ş afiiler için Mescid-i Haram içinde ayr ı ayr ı makamlar vard ı ; yaln ı z, Ş a-fiilerin, kendilerine mahsus bir makamlar ı yoktu; onlar namaz s ı ras ında ya Zemzem kuyusu kubbesi alt ında veya Makam- ı İbrahim yan ı nda yer al ı r-lardı . Vehhabiler idaresi, Harem-i şerifin içinde mezhep farklar ının icap ettirdiğ i menssiki kald ı rmış t ı r.

E. CAHILIVE ÇAGINDA İ ÇTİMAİ DURUM

Cahiliye çağı , Araplar ın kahramanl ı k çağı d ı r. Bilhassa çölde ya şı yan

Araplar ın baş l ıca öğüncü, kahramanl ı k, ş airlik ve nüfuz, servet sahibi

oluş idi. Bütün bunlar, çöl Arab ınm f ırsat bulunca basit sebeplerden dola-yı adam öldürmesine, çapul etmesine mâni olmuyordu. Öç alma da Arap-ların baş lı ca önem verdikleri bir ş eydi.

Say ı lar ı çok az olan Arap Yar ımadas ı ş ehirlerinde ise hayat, çöl ha-

yat ına nazaran biraz daha yumu ş am ış olmakla beraber genel hatlar ı ile

müş terek bir özellik muhafaza ediyordu. Çöllerde hayvan yeti ş tiricilik ba ş -

lı ca bir geçim yolu oldu ğu halde ş ehirlerde ziraat ve ticaret önemli yeri

tutuyordu. Daha önce de dedi ğ imiz gibi Araplarda, bilhassa Hicaz bölgesinde, dün-

yan ın başka bölgelerinde görülen şekilde kuvvetli bir merkezi hükümet

mevcut değ ildi. Yemen'de, Basra körfezinde ve Suriye'nin güney bölge-sinde kûrulan emirliklerde hükiimdar ın soyuna veya hâkim sülâleye ba ğ l ı olmak asalet vesilesi te şkil ediyordu. Hicazda da kuvvetli bir kabileye

mensup olmak, diğer kabilelere kar şı öğünmeyi temin ediyordu. Mekke'de

Kurey ş kabilesi, Taif'te S a k i f k a b ile s i, Medine'de E v s ve

H az r ec kabileleri bu durumda bulunuyorlard ı . Bu bak ımdan yani

mensup oldukları soyu iyi tan ımak için soy kütüğü bilimi önemli bir bilgi

idi. Ş imdi burada Arap toplum hayat ının çe ş itli taraflar ı n ı kısaca belirt-

meğ e çal ış alım •

,1) Cahiliye çağı Araplaruı da aile:

Cahiliye evlenmelerinde kad ı nla erkeğ i birbirine bağ l ıyan nikâh dini

bir maliyeti haiz olmad ığı ndan kad ın, ancak çocuk doğurduktan sonra ai-

116

leye dahil sayı lı r& Bundan dolay ı bir kad ın çocuk doğ urmadan önce blue-

se kocas ı taziye edilmezdi. Çocuksuz kad ı n diyet vermeğ e mahküm olursa

bu diyeti kocas ı değ il, kadının mensup olduğu aile topluluğu verir-

di. Araplar, yaln ı z bu aile topluluğu akrabal ığ ma, önem verdiklerinden

evlenme yolu ile ortaya ç ıkan akrabal ığı n önemi yoktu; bu sebeple bir baba ölürse oğ ulları , öveğ i an.alariyle evlenebilirlerdi.

Araplarda aile topluluklar ı aras ında ç ı kan kan davalar ı , müthiş kav-

gaları n ortaya ç ıkmas ına sebep olmu ş bu yüzden de diyet müessesesi do ğ -

muş tur. Aile topluluğunun te şkil ettiğ i guruplar aras ında devlet otorite-

sine benzer bir müessese bulunmad ığı ndan ferdlerin haklar ı n ı ancak kan davas ı kaidesi temin ediyordu. Bu bölümün baş taraf ı nda da i ş aret etti-ğ imiz gibi kan, davas ı türesine göre bir kimsenin i ş lediğ i bir cürümden, bü-tün semiyesi sorumlu olurdu. Ayn ı ş ekilde bir sald ırış a uğ rayan bir kim-senin önünü de yaln ız kandaş ları değ il, aile topluluğunu teşkil eden guru-bun bütün ferdleri almak durumunda idi.

Cahiliye devri Araplar ında derece derece uzakla şmak üzere mü ş terek cedlerin erkek taraf ından çoğalan züriyetlerinden te şekkül eden aile kü-melerine, istilhak, muahat ve hilf yolları ile giren yabanc ılar da kar ışı -yordu. Çünkü Araplarda biz adam istedi ğ i bir yabanc ıyı kendi nesebine ka-

tabilir ve onu kendi ailesi efrad ından sayabilirdi. Bu ş ekilde bir yabanc ıy ı n,esebe katmaya istilhak denirdi. Aileye kat ı lan kimse hür ise .`daiy" denir, köle veya esir ise, nesebine kat ı ldığı adamın mevlası olurdu. Araplar daiy'i kendi ailelerinin öz evlad ı sayarlar, bu daiy ölürse onun mirasç ısı olurlardı . Daiy de nesebine kat ıldığı adamın mirasçı sı olurdu. Bu istilhak gele-

neğ inin, islami devirlerde de devam etme istidad ını gösterdiğ ini görüyoruz.

İ1kEmevîhalifesi Muav iy e b. Ebu Süfyan, Ziyad b. Ebihi' yi, babas ı Ebu Süfyan ' ı n nesebine ilhak etmi ş , Abba-

siler halifesi M e h d i, M. 776 y ı lında bunu iptal etmi ş tir (222).

Hilf yoluyla istilhak bundan biraz farkl ı idi. Esir olup kurtulu ş fid-yesi verememek, hilf yoluyla istilhak sebeplerinden biri idi. Bu gibi esirler

kendisini esir eden adam ın mensup olduğu topluluğun damgasiyle damga-

lanır ve bundan sonra o toplulu ğun ferdlerinden say ı l ı rd ı . Bu gibi kimse-

lere "halif" denirdi ki bu halif, daiy'den farkl ı idi. Halif de mirasa dahil

olur fakat halif öldilrilltiase bunun diyeti, aile toplulu ğunun, ası l ferdlerinin

diyetinin yar ıs ı kadar olurdu.

(222) Bak. C., Zeydan, Medeniyet-• Islâmiye Tarihi, Zeki Me ğ amiz ter. C. IV,

ss. 30, bundan naklen, M. Ş emseddin (Günaltay), Darülfünün Ilahiyat Fak. Mec.

yı l 1, s, 4, Istanbul, 1926, ss. 77. not. 1.

117

Muahat, bir Arab ı n yabanc ı bir Arapla karde ş leşmesi idi ki bunlar birbirlerine gerçek karde ş gibi bakarlar ve kar şı lı kl ı olarak birbirlerinin mirasç ısı olurlard ı (223). Muahat, iki kabilenin fertleri aras ında da olurdu. Islam ı n ilk devirlerinde Mekke'deki müslümanlar aras ında, Medin.e'ye göç ettikleri s ı rada da Mekkeli muhacirlerle Medineli ensar aras ı nda bu ş ekilde ve geniş ölçüde bir karde ş leşme bağı kurulmuş , bunlar birbirlerinin, miras-ç ı lar ı ohnuş larsa da Bedir savaS ı ndan sonra nazil olan Enfal süresinin 75. âyetiyle bu yoldaki miras kald ır ı lmış t ı r.

Araplarda bu ş ekillerle, aileden olm ıyan bir kimsenin aile efrad ı ara-s ı na sokulmas ı adeti mevcut olduğu gibi, bunun tamamen tersi olarak, aile

efrad ından birinin veya daiy suretiyle aileye sokulmu ş olan şahs ı n kötü

bir durumu görülürse "hal" edilmesi de vaki idi ki bu suretle onun irtikab edebileceğ i kötü hareketlerin sorumlulu ğundan kurtulunmuş olunurdu. Baz ı kabile veya a ş iret de kendi ,efrad ı ndan birini bu surette hal' etmek zorunda

kal ırd ı . Bu iş şöyle olurdu: Buna. lüzum gören kabileden bir kaç ki ş i, hal'

etmek istediğ i kimseyi Ukkaz panay ı rına götürerek hal' eder ve bunun için 13!,.- kaç ş ahid gösterdikten sonra bir &Hal vas ı tasile durumu ilan ettirirdi. Bu iş yap ı ldı ktan sonra hal' edilen kim-se ne kötülük yapsa veya kendisine kötülük yap ı lsa, kabilesi veya velisi sorumlu olmad ığı gibi onun ad ı na da hiç bir hak arayamazd ı . Bazan hal'e ait bir beraetname de yaz ı l ırd ı . Saha-

beden Amr b. Asrnin, kendi kabilesi taraf ından hal'i, isramdan önce vuku-bulan en ünlü hal' aray ı idi. A m r ' ın suçu, bir ticaret maksadiyle bir-

likte gemi ile Habeş stan'a gitmekte oldu ğu Amma r e b. V elid

M a h z u m I' yi, kar ı s ı na göz dikti diye denize atmas ı d ı r. Ammare, yü- zerek karaya ç ı kmış kurtulmuşsa da, kabahati kesinlesnaemi ş bir adam ı

denize atarak öldürmek istemek suç oldu ğundan bizzat A m r ' ın bir

mektupla babas ı na tavsiyesi 'üzerine, kabilesi yani Sehm boyu, kendisini

hal'etmi ş tir. Ammareyi de kendi kabilesi, Amr'in kar ı sı na göz dikmek su-

retiyle gayri ahlaki bir i ş iş lediğ i için hal'etti. Bu iki.ki ş inin hal'edilmesi

olay ı , Mekke'de della' vas ı tasiyle ilan edildi (224).

2) Cahillye çağı nda sosyal sınıflar:

Cahiliye ça ğı nda Araplar: Hürler, eskler ve mevali olmak üzere üç sı nıf teşkil ediyordu.

(223) Bak. C. Zeydan, bundan önceki notta geçen eser, c. IV, ss. 28. Bundan naklen M. Ş emseddin (Günaltay), bundan önceki notta ad ı geçen makale, ss. 75-77

(224) Bak. C. Zeydan, Medeniyet-i Isltin ı lye Tarihi, Z. Megam ı z ter. c. IV, ss. 34

118

a) Hürler:

Bunlar aile topluluğunun veya kabilenin ortak ad ı n ı ta şı yan ayn ı hak-lar ı haiz kimselerdi. Bunlar birlikte göç eder, savaslara gider her hususta

ortak ve e ş it bir hayat ya ş a Hardi. Bunlar aras ı nda kahinler, şairler ve

savaş larda cesaretleriyle ün kazanan kimseler, di ğerlerine nazaran üstün

görürnirlerdi; hak ve ya şay ış bak ımı ndan ise diğ erlerinden bir farklar ı bu-

lunmazd ı . Yalnız Mekke'de Kusay soyundan olanlar hürlerin üstünde bir

sı nıf teşkil ediyorlard ı . Dar ün-Nedve kurulunu te şkil eden on ki ş i bu asil-

zadelerin aile ba şkanlar ı idiler.

b) Esirler•

Bunlar, hürlerin haiz olduklar ı şeref ve haklardan mahrumdular. Bu s ı n ıf kölelerle cariyelerden müte ş ekkildi. Köleler veya cariyeler ya sava ş -larda yakalan ı r veya esir pazarlar ından sat ın al ınırlardı . Cahiliye çağı nda herhangi bir kabile ba ş ka bir kabile ile sava şarak onlardan esir alsa esire

iyilik etmek istedikleri zaman onlar ın al ı nlarına bir damga vurup bellik

yaparak sal ıverirlerdi. Bir de sava ş esiri olarak ele geçen kölenin kâkülü kesilir, kurtulu ş fidyesi getirilinceye kadar bu ka.kül ok kuburunda sakla-

nı rdı . Köle, miras yoluyla da, ölen köle sahibinden mirasç ı s ı na geçerdi

(225). Esir tüccarlar ı , Habe ş istan'dan veya ba şka kom şu memleketlerden ge-

tirdikleri köle veya cariyeleri belli zamanlarda ve yerlerde kurulan pana-yırlara götürerek satarlard ı . Adnanilerden yani İsmail oğulları ndan esir ticareti yapanlar ın, en önemlisi Kureyş kabilesi idi. Ficar sava şı nda Ku-reyş lilerin başbuğu olan Teym kabilesinden A b dul la h b. C ü d' a n, cahiliye çağı nın en ünlü esir tüccar ı ve cariye sat ı cı sı idi (226).

Cahiliye çağı nda esirler ve cariyeler mal ve e şya gibi al ın ıp sabl ı r, miras yoluyla bir kimseden ötekine geçer veya hediye edilir yahut da gelin mehri olarak verilirdi. Köleler, san'at, ticaret ve çiftçilikte kullan ı l ı rlard ı . Köle veya cariyelerin i ş ledikleri suçlar ın cezalar ı , hürlerin cezalar ının ya-r ı sı idi. Cariyelerden do ğan çocuklar da esir veya cariye say ı l ırdı ; ancak, bu çocuklar aras ında zeki ve üstün, kabiliyetli olanlar ın ı , babalar ı , isterler-se kendi neseplerine kat ıp evlad ı ilan edebilirlerdi.

Cahiliye ça ğı nda köle ve cariyelere son derece merhametsizce mua-mele edilir, onlar hayvanlardan daha a şağı tutultırdu. Bir köle veya cari-

(225) Bak. C. Zeydan, bundan önceki notta ad ı geçen eser, c. IV, ss. 36. (226) Bak. C. Zeydan, bundan önceki notta ad ı geçen eser, c. IV, ss. 36.

119

yeye sahibi, kay ı ts ı z şarts ız, istediğ i gibi muamele edebilir, isterse onu

ölünceye kadar dö ğer, elini, kulağı nı , burnunu keser, gözünü ç ı kar ır hattâ

öldürürdü; bundan dolay ı da hiç bir zaman sorumlu olmazd ı . İ slâmiyetin

ortaya ç ıkışı sı ras ı nda bunlar aras ından islâm olanlara yap ı lan işkenceler malûmdur. Bilâl Habeş i'ye günlerce dayak at ılmış , Zenire adl ı cariyenin işkenceden gözleri kör olmu ş , Ammar b. Yâsir'in anas ı Sümeyye hatun i ş -kence ile öldürülmü ş tür.

e) Mevali (Mevlalar):

Cahiliye çağı nda ınevali, esirler ile köleler aras ı nda orta bir s ın ıftı .Ge-

nel olarak mevali, azad edilmi ş köleler veya cariyelerdi. Herhangi bir kö-leyi veya esiri, sahibi azad ederse o, S 7.9 d edenin mevlas ı olur, onun kabi-lesine mensup say ılır, akraba niteliğ ini kazan ırdı . Mevlaların bir kaç nevi vardı . Hürlerin alt ında, esirlerin üstünde say ılan mevali, köleler gibi al ı -nıp satı lamazdı . Şu kadar ki mevla, hür bir k ı z veya kadınla evlenemezdi. Mevlan ı n diyeti hür'ün diyetinin yar ısı idi; k ı saslarda da hürlerin cezas ı -

nın yar ıs ı ile cezaland ır ı l ı rlard ı . Esir veya köle iken azad edilen mevlaya "İtk mevlası " denirdi. Bazan bu itk, köle ile sahibi aras ında hası l olan bir anlaşma üzerine sat ış suretiyle olurdu; buna "mükâtebe" denirdi. Bu ş ekil-de köleWn değeri, yani ne kadar para etti ğ i belirtilir ve kölenin, bu paray ı , çalışı p kazanacağı paralarla ödeyince azad olaca ğı na dair birsenet yaz ı -

l ırdı . Bu ödeme bazan da taksitlere ba ğlanırd ı . Bu takdirde azad eden

azad edilenin, mevlas ı olurdu. Bazan bu azad i ş i, hiçbir kayı t ve şarta bağ l ı olmadan yani velâ tayin edilmeden de olurdu ki bu şekilde azad'a (itk) "sai-

be" denirdi; bu şekil azadda azad eden, azad i ş i s ı ras ında "sen saibesin

(yani velan yoktur)" derdi. Mevlal ığı n, ikt mevlası , rahm mevlas ı gibi şe-killeri de vard ır. Mevla terimi islâmi devirde "hamra" terimi ile de an ı lmış -t ır (227).

Güney Arabistan'da bu hür, mevali ve esir s ınıflardan başka bir de ebna s ın ıfı vardı ki bunlar, VI. yüzy ılın sonlarında güney Arabistan' ı Ha-

beş lilerin elinden kurtaran İ ranl ı larla yerli halk ın karış ması ndan meyda-

na gelmiş lerdi. Ebna s ınıfı hür kimselerdir. Ş am, Irak ve Suriye bölgele-

rinde de bu gibi İ ranl ı - Arap kar ış ması ndan meydana gelmi ş kimseler var-

dı ve bunlar ayr ı ayrı terimlerle adland ırı l ırlard ı (228).

(227) Bak. ayn ı eser, e. IV, ss. 38 v. d.

(228) Bak. ayn ı eser ve ayn ı yer.

120

3) Cahiliye çağnda kadmın durumu:

Cahiliye ça ğı nda genel olarak orta ve a ş ağı tabakalarda kad ının hiç bir önemi ve rolü yoktu. Bu durum zaten do ğuş ta baş l ı yordu. Bir adam ın erkek çocuğu doğarsa sevinir, şenlik yapar; k ız çocuğu doğ arsa utan ır ve bir suç iş lemiş duruma dü şerdi. Bilhassa aşağı tabakalarda kad ı nın koca-sı yanındaki değeri, onun mülkiyetinde olan mallar ın değ erinden fazla de-ğ ildi. Cahiliye çağı nda Arap erkeğ i âdet zamanlar ında bir kad ınla bir oda-da oturmazd ı , onlarla birlikte yeyip içmezdi; hatta bazan, âdet gören ka-dın muvakkaten evden bile ç ıkar ı l ırdı . Kadınlar herhangi bir sebeple bo-şandığı nda, bo ş andı ktan sonra bazan onlara eziyet olsun diye, onun ba şka-siyle evlenmesine bir müddet mani olunurdu. Bunun için kar ısını boşayan Arap, kad ının iddet zaman ı tamamlanaca ğı sırada onu tekrar al ı r ve tek-

rar bo şar, o zaman bir y ı l kabul edilen iddet müddeti yeniden baş lı yacağı için kadın gene başkasiyle evlenemezdi. Koca bu i ş i üç defa tekrar edebi-

lirdi. Kocaman ölümünden sonra ise kad ınlar tam bir y ı l matem tutarlar ve iddete girerlerdi. islâmiyet bu iddet müddetini dört ay on güne indirdi. Durumları bu şekilde olmakla beraber bilhassa göçebe hayat ında kad ının

ödevi büyüktü. Çad ırda çocuklara bakmak, develeri veya davarlar ı sağ .- mak, hurma lifinden has ır, deve tüyünden giyecek ve çad ı r örmek gibi i ş -ler kad ınlara aitti. Bunlardan ba şka sava ş s ırasında savaş ç ılara su ta şı -mak, ş iirler söyleyerek onlara cesaret vermek, yaral ı lar ı tedavi etmek de kadınların ödevi idi; fakat bütün bunlar kad ına büyük bir hak kazand ı r-mazdı .

Ş ehirlerdeki cariyelerin durumlar ı çok kötü idi. Baz ı cariyelerin sa-

hipleri onları fuh şa sevk eder, kazand ıkları paralar ı ellerinden al ırlard ı .

Kad ının namusuna sayg ı göstermek çöldeki göçebe hayat ında, şehirlerdeki

yerleş tik hayattan daha fazla idi. Cahiliye ça ğı şairleri, ş iirlerinde kadın if-

fet ve namusunun korunma= en iyi hasletler olarak terennüm etmekte

iseler de şehir hayatında bunun tersine bir durumun varl ığı nı gösteren bir

çok misallere rastl ıyoruz: Medine'deki Evs kabilesi, Abdüle şhel oğullarınm

oturduğu köy çapul edildikten sonra gelip Mekke'deki Kurey ş lilerle, Me-

dine'deki Hazrec kabilesi aleyhine ittifak etmek istediklerinde Ebu Cehil, Evslilerin bu ş ekilde kendileriyle yapt ıkları ittifakla düşmanlarma üstün geldikten sonra kuvvetlenerek bir gün Mekke'yi ele geçirmelerinden, kor-karak onları kendilerinden soğutrnak amaciyle, Mekke'de adet oldu ğ u, Medinelilerin, ise ho ş lanmadıkları kadınlara sataşma hususundaki sözleri, kadınların, bilhassa aşağı s ınıf kadınlar ın Mekke'de ve Medine'deki du-rumlar ı hakk ı nda bir fikir verir mahiyettedir. Ebu Cehil, MeWneli Evs

121

14abilesi mümessillerine ş unlar ı söylemi ş tir: "Kurey ş lilerle ittifak yapm ış -s ı nız. Ben o-toplant ı da bulunamadığı ma üzüldüm; eğ er bulunsayd ım ben de size söz verir, gerekince yard ım ı n ı za gelird'm. Kabul ederseniz an-laşmay ı yeniden gözden geçirelim. K ı zlarımızı ve kar ı larımızı sizden esir-gemiyelim. Çariyelerimizin çar şı da pazarda gezip dola şmalar ı na, erkekle-

rinizle oyna şmalar ı na müsaade edelim; siz de bu yolda hareket eder yani

kı zlarınızla kanlar ı nı zla bizim de oynaşmam ıza müsaade ederseniz size

yard ım edelim; eğ er kabul etmezseniz yard ım etmeyiz". Bu sözler, Medine

halk ı nın hiç hoş lanmadığı , kadı nları n mübahl ığı meselesini ortaya koymu ş olduğundan, Evsliler, Kurey ş lilerle ittifaktan vazgeçip Medine'ye dönerek Yahudi kabileleriyle ittifak ettiler (229).

Arabistan'da cahiliye ça ğı nda çar şı da pazarda f ı rsat buldukça kad ın-

lar ın ırzı na taarruz edildi ğ ine dair, Kamus sahibi Firuzabadi de acaip bir

misal kaydediyor. Olay şudur: "Cahiliye devrinde Teymullah kabilesinden bir kad ı n, pazar yerlerinden birine bir kaç tulum ya ğ getirip satmak üzere iken H *S', t b. C ü b e yr— ki henüz o zaman islam olmam ış tı — ora-

ya gelip kadı nı görünce onun güzelliğ i karşı sında dayanamadı ; yağ satın

almak bahanenesiyle kad ına yaklaşı p, tulumun birini çözdürüp tad ına bak-

tı ; gûya onu beğenmeyip ba şka tulum açt ırd ı . Çözülmüş iki tulumun ağı z-

lar ı kadının iki elinde kalmakla hemen arkas ına geçip donsuz kadını n ı rz ı -

na geçti. Kad ın ne yaps ın ortal ı k tenha olduğundan kimseyi imdada ça ğı -

ramad ı , tulumu koyverse ya ğ dökülecek, ister istemez bu muameleye kat-

lanmak zorunda kald ı " (230). Bütün bunlarla birlikte asil ve zengin kimselerin k ızlar ı ve kanlar ı bir

şahsiyete malik olup itibarl ı say ı lı rlard ı . Cahiliye ça ğı nda kadınlar valla

olma yani miras alma hakk ına da malik değ ildiler. Erkekler, hiç bir s ın ır tan ımaksı zın istedikleri kadar kad ınla evlenebiliyorlard ı . Bu durum mu-

hakkak ki ailenin erkek evlâd ı m çoğaltmak ve düşmanlara kar şı kuvvetli olmak arzu ve ihtiyac ından doğmuş bir ş eydi. İslâmiyet bu s ın ırsız evlen-meyi menedip bunu, ayn ı zamanda ancak dört kad ınla evlenilebilece ğ i ş ek-linde kayd alt ına ald ı . Şüphesiz bu, o devir hayat ı için çok ileri ve büyük bir a.dımdı . Bu durumu bilmeyen veya kavrayamayan bat ı l ı bilginle'', hak-s ı z olarak, çok evlenmeye cevaz verdi zanniyle islâmiyetin bu kaidesine hü-cum ediyorlar.

Araplarda, çok az görülmekle beraber, k ı z çocuklar ım d4 ri diri gömme

(229) Bak. Eyub Sabri, Mir'at- ı Medine, ss. 332 v. d. (230) Bu olay Araplar aras ında "iki tulum tutan kad ı ndan daha meş gul"

ş eklinde ,darb-4 mesel haline gelmi ş tir. Bak. Firuzabadi, Kamus, Mütercim As ı m ter. e. I, ss. 1179 " ş irad" maddesi. ve e. IV, ss. 1194 "nihy" maddesi.

122

âdeti de vard ı . Bunu onlar, bir gün ş erefi lekelenece ğ i veya yoksulluk çe-keceğ i korkusuyla yap ı yorlard ı . Göçebe Araplar, ya ş amas ın ı istedikleri k ı zlar ı na yünden örülmüş bir cübbe giyffirerek deve veya koyun güttürür-lerdi. Öldürmek istedikleri k ı zlar ı n ı ise, doğar doğmaz yapt ıkları gibi, ba-zan da alt ı yaş ları na geldiğ inde ona güzel elb'seler giydirip akrabalar ına götüreceklerini söyliyerek çölde önceden haz ırlad ı kları çukura atar, üstü-nü toprakla örterlerdi. Do ğur doğmaz öldürecekleri zaman, do ğ urmak üze-re olan kad ın bir çukur kazar orada do ğurur, doğ an çocuk k ı z ise o çuku-

ra gömer, erkek ise al ı p büyütürctü. Mesela Hz. Muhammed devrinde

bu iş i yapmış olan, Teym kabilesin,den Kay s b. As ı m' ı n Resul-ü

Ekremle konuşmas ı meşhurdur ki Kays bu konu şmadan sonra bu âdetten

vazgeçm' ş tir. Hatta meşhur şair F er ezdak ' ın dip dedesi S a ' -

s a a, bu şekilde diri diri gömülmek istenen k ız çocuklar ını sat ın alı p

kurtarı rm ış . Sa'saa'n ın Hz. Peygambere anlatt ığı hikâye onun insani duy-gusunu ve bu alandaki hamiyetini gösterir: Sa'saa islam dinini kabul etti ğ i

vakit "Ya Resulullah! Cahiliye zaman ında hay ır iş ler yapt ım acaba bunun bana faydas ı var m ı ?" diye sormu ş . Hz. M u h a m m e d "Ne yap-tın?" deyince Sa'saa "bir gün devemi kaybetmi ş aramağ a ç ıkmış tım. Çöl-de iki çadır gördüm, birinde büyük bir şeyhe rastlad ım. Biz bu şeyhle ko-nuş urken kar ısı seslenip, bir k ı z çocuğu doğurduğunu haber verdi. Kocas ı "onu yere göm" dedi. Ben, aman yapmay ı n öldürmeyin ben onu sat ın alı -r ım dedim. Yavrulariyle iki di ş i deve ile bindiğ im deveyi verip çocuğ u kurtard ım. ıslaınlyetin ortaya ç ı kışı na kadar böyle 360 çocu ğun öldürül-mesini önlemiş oldum; bunlar ın her birini iki şer diş i birer erkek deveye

satı n ald ım" dedi. Resul-ii Ekrem "Bu yapt ıkların iyiliktir, yüce Tanr ı sa-

na: islami nasib etmi ş " buyurdu. Hz. Peygamber, Medine'ye göç etmek üzere Medinelilerden, Akabe ad-

lı yerde biat al ırken diğ er baz ı cahiliye adetlerinin terki yamnda bu cahili-ye adetini terketmelerine dair de biat alm ış tı . İ slam dini bunu ş iddetle men

etmiş tir. Kur'an-2 Kerim'in Tekvir süresinin 9. âyetinde buna i şaret edil-

mektedir. Cahiliye çağı nda bir baba k ı zı nı , onun isteyip istemedi ğ ine, isteyenin

çok yaş lı olup olmadığı na bakmadan istedi ğ i erkeğ e verebilirdi. Evlen,eçek erkeğ in babası veya yak ı n akrabas ı kı zın babas ı na gider k ı zını isterdi ki bu işe "h ı tbe" denirdi. Uzla şı lı r ve k ı z verilirse bir mehr tayin edilir. Bun-dan sonra evlenme vuku bulurdu. Araplarda bu normal şekilden ba şka bir sürü evlenme şekilleri daha vard ı (231).

(231) Bak, C. Zeydan, Medeniyet-i Islâmiye Tarihi, Z. Me ğamiz ter. c. IV, ss.

75 v.d. c. V. muhtelif yerler, ayr ı ca bak. M. Ş emseddin (Günaltay), Dar. IMhiyat

Fak. mec. sene 1, s, 4, sa. 87 v. d.

123

Araplar bir kad ını birinci veya ikinci bo şayış tan sonra tekrar alabilir-

ler fakat üçüncü bo şayış tan sonra bir daha alamazlard ı . Cahiliye ça ğı A-

raplara; kendi öz an,alann ı , kı zlar ı n ı , halalar ı nı , teyzelerini nikâhla alamaz-

lard ı . Kur'an-t Kerim'in Nisa sûresinin 20. âyetiyle bu haraml ık islâmiyet-

te de teyid edilmi ş tir Bu âyette "Analar ınız, k ızlar ınız, k ı z karde ş leriniz,

halalar ın ı z, teyzelea-iniz, erkek ve k ız karde ş lerinizin k ı zlar ı , sizi emdiren

süt analar ınız, süt k ı z kardeş leriniz, kar ı larını zın analar ı , münasebette bu-

lunduğunuz kamu= terbiyeniz alt ı nda bulunan k ızları size haram k ı lın-

mış t ır. Henüz münasebette bulunmad ığı nı z karını zı n kı zlariyle evlenmeniz-de bir vebal yoktur. Öz oğullar ı nı zı n kar ı larını ve iki k ı z kardeş i nikâh ın ı z-da bulundurmak haram k ı lınd ı ; şayet bunlar cahiliye ça ğı nda vuku bul-muş sa mâzurdur, çünkü ulu Tanr ı affedici ve merhamet edicidir." buy-rulmu ş tur. Bu âyette de i şaret olundu ğu üzere ayn ı zamanda iki k ı z kardeş ile evlenmek, Araplann, âdeti idi.

Araplar ın nikâh hususunda yapt ı kları en kötü şeylerden biri de öve-ğ i analariyle evlenmeleri keyfiyeti idi. Bir Arap, kar ı sını boşar veya ölürse, bu adamın büyük oğ lu bu kad ınla evlenmek istediğ inde elbisesini o kadının üzerine atar bu suretle kal ı ng (mehr) verme ğe lüzum kalmadan o kad ı n nikâhlı karı sı olurdu. Bu oğul isterse bu öveğ i anas ını başkasiyle evlendirir ve mehrin kendisine verilmesini şart koş abilirdi. Hattâ ölen kimsenin ha yatta kalan oğ lu küçük ise öveğ i anay ı , çocuk büyüyünceye kadar bekle-

tip meseleyi onun halletmesine b ırakabilirlerdi. Kurey ş lilere göre vellnin o kadına sahip olmas ı mubah olduğu halde E v s ve H a z r e c ka-bilelerine göre mecburi say ı lı rd ı ; fakat kad ın çabuk davranarak kendi ka-bilesine kaçabilirse bu esarete benzer durumdan kurtulabilirdi; varis daha çabuk davranarak elbisesini öve ğ i anas ının üzerine atmağa muvaffak olur-

sa art ık kadın nişanlanmış say ı lırdı . Bu şekilde övey anasiyle evlenen kim-

seye "dayzen" denirdi.

Araplarda bir de, aile büyüklerinin muvafakatlanna lüzum görülmeksi-zin rouvakkot bir zaman için yap ılan müt'a nikah ı vard ı . Bu nikâha göre kad ın kendi aile topluluğu içinde kal ır, kocas ına bir m ı zraida bir çad ır ve-rirdi. Bu suretle erkek kar ısının kabilesinde bulundukça onlar ın halif'i sa-yı lır, evlilik bağı devam ettiğ i müddetçe koca bu kabile ile birlikte hareket

ederdi. Kad ı n müt'aya son vermek istedi ğ i zaman çad ı rın kap ı s ını önce bu-

lunduğu yönün tersine çevirir, koca bunu görünce kendi kabilesine dönüp

giderdi. Bu şekildeki evlenmeden do ğan çocuklar kad ı na ait olur ve filân

kad ın ın çocuğu diye an ıl ırlard ı (232).

(232) Bak. Bundan önceki notta geçen mecmua, ss, 91.

124

4) Hamse ve Semiye:

Bir adam ın soy bak ımından baş ka bir adamla üçüncü, dördüncü veya beş inci derecede birle şmesine "hamse", be ş inci cedden sonra birleşmesine

"semiye" denirdi. Semiyede, yani alt ıncı göbekten birleşenler, birbirlerini

alt ıncı cedlerinin ad veya şöhretleriyle anar yani neseblerine ş eref ve hay-siyet vermek fikrinden dolay ı her biri adlar ına bir de mahlas takarlard ı . Arapların bu semiye ve hamse âdetini kabul edi ş lerinin sebebi, dü şmanla-rından haklar ı nı kolayca alabilmek için idi, çünkü Aarap kabilelerinden bir ş ah ıs döğ lilse veya öldürülse yahut da e şyası çalınsa, yağma edilse, zara-ra uğ rayan iş i as ıl yapan ı ele geçiremezse onun hamsesinden yani be ş inci

ceddinden kimi ele geçirirse hakk ını ondan alı rd ı . K ı lınç, ok veya m ızrak ile adam öldürmek Araplar aras ında yaygı ndı ; fakat bo ğmak suretiyle adam öldürülmesi büyük cinayet say ı lı rd ı . Biri bir adam ı boğarak öldürür-

se, ele geçti ğ inde hem kendisi hem de hamsesinden üç ki ş i öldürülürdü. Eğer boğ an ele geçirilemezse hamsesinden dört ki ş iyi öldürürlerdi. Boğ an kimsenin hamsesi ile kabilesi, bo ğulan ın hamsesine diyet vermek isterse, dört adam diyeti verilirdi.

F. ARAPLARDA ADET VE GELENEKLER VE BATIL INANÇLAR:

a) Araplarda ölü gümme üdeti:

Cahiliye çağı Araplarm ın dini inançlar ı başka başka olduğundan ölü gümme âdeti de bu inançlara göre de ğ i ş irdi. Öldükten sonra tekrar di-

rilmeğe inananlar, ölülerini y ıkay ıp kefenlerler ve üzerine dua okurlard ı .

Ölü tabuta konduğu vakit yak ın akrabas ının en büyüğü kalkar onun iyi-

liklerini sayar, ondan sonra gömerek "Tanr ı ona rahmet etsin" derdi. Bu

gûya bir nevi cenaze namaz ı idi. Bundan sonra ölenin mezar ı yan ı na bir de-

ve getirirler devenin ba şı nı , s ırt ından arkas ına veya göğ sünden karn ına

doğ ru bağ larlar, boynuna bir halka takarlar ve onu ölünceye kadar mezar ın

yan ında bu durumda b ırak ırlar veya mezara gömerlerdi ki buna beliyye

derlerdi. Bir k ı sım halk da ruhun tenasühüne yani bir cesedden ç ık ıp ba şka ce-

sede girdiğ ine inan ı rdı . Bunlar, içlerinden ölenlerin cesedinden, her yüz yı lda bir ku ş hasıl olduğunu ve her ölüden has ıl olan bu kuşların, ölü-nün gömülü olduğu mezarın baş ucuna geleceğ ine inan ı rlard ı .

Cahiliye çağı nda öldürülen kimselerin kar ı larını n, öldürenlerden, öç al-madıkça ölünün ard ından ağ lamamalar ı usuldendi. Bu sebeple kocalar ı öl-dürülen kad ı nlar öldürenden ne zaman öç al ı rsa kocas ına o zaman ağ -lardı .

125

b) Diş atma aleti:

Araplarda çocuklar di ş değ istirdikçe ç ı kan diş leri ba ş ve şahadet par-maklar' aras ı na al ıp "bundan daha güzeliyle de ğ i ş tir" diyerek güne ş ışı -ğı na doğ ru atarlar ve böyle yapihrsa yeni di ş lerin doğ ru ve sağ -lam ç ı kacağı na ve çocuklar ını n, yaşad ı klar ı müddetçe di ş ağ r ı sı çekmiye-ceklerine inan ırlard ı .

e) Habire, Saibe, Vasile ve Hami adetleri:

İbn-i İshak bu âdetier hakk ı nda ş öyle diyob.-: "Bahlre" denilen deve "Sâibe" denilen devenin di ş i yavrusudur. "Saibe" denilen deve ise arka ar-kaya on defa di şi yavru doğuran devedir. Bu durumda olan develer ba şı -boş bırak ı lır, binilmez, yünü k ırkı lmaz, sütünü misafirden ba ş ka kimse içe-mez. Bu durumdaki develerin ilk on yavrusundan sonra do ğ uraca ğı diş i yavrular ın kulaklar ı enlenir (ni şan vurulur) ve anasiyle birlikte ba şı boş b ı rak ı l ır. Bu yavrular büyüdükten sonra bunlara da binilmez, yünü k ırk ı l-maz ve anas ında olduğu gibi, sütünü misafirlerden ba şka kimse içemez. Bu türlü deve yavrular ına "bahire" denir.

Vasile ise, arka arkaya be ş defa ikiz di ş i yavru kuzulayan koyuna denir. Bu gibi koyunlar ı n ilk be ş defada doğurduklar ı ikiz di ş i kuzulardan sonra kuzulayaca ğı yavrular ın hepsi, ailenin erkek çocuklar ı n ın olur; k ı z-lara bir şey düşmez; ancak bu kuzulardan ölen olursa etini, ailenin erkek ve kad ın efrad ı ortaklaşa yerler. Ilâmi'ye gelince, bu da, dölünden arka arkaya on defa di ş i yavru dünyaya gelen erkek devedir. Bu durumda olan erkek deveye binilmez, yünü k ırk ı lmaz ve dam ı zl ı k olarak başı boş bı rak ı -lir ve, dam ı zhk olarak kullan ı lmas ı hariç ba şka hiç bir ş ekilde istifade edilmez (233).

(233) İbn-i İ shak' ın eserini topl ıyan İbn-i Hiş am, İbn-i İ shak' ı n verdiğ i bu-bil-

giyi ş u suretle doğ rultuyor: "Ib ı l-i İ shak' ı n hami denen deve hakk ında söyledik-

lerinden baş ka anlatt ı klar ı doğ ru değ ildir. Mesela, bahire, Araplarda, kulağı de-linen, eti yenilmeyen, yünü k ırk ı lmayan, sütünü, misafirden ba ş ka kimse içme-

yen veya sütü sadaka verilen ve Tanr ı ları için başı boş b ırakı lan deveye denir.

Sâibe ise, bir adam ın, hastal ıktan iyi olmas ı veya dilediğ i bir iş i başarma,s1 ha-linde serbest b ı rakaca ğı nı adadığı ,devedir. Böyle bir adam ı n Tanrı lar' için serbest bıraktığı dişi veya erkek deve, başı boş dolaşı p otlar hiç bir ş eyinden istifade

edilmez. Vasileye gelince, bir hayvan her defas ında ikiz doğurursa sahibi, bu do-

ğ an yavrular ı n diş ilerini Tanr ı larına ay ırı r, erkeklerini kendisine b ı rakı r. Bu hay-

van ikiz doğurup yavrular ı = biri erkek biri diş i olursa, Araplar di ş isi hakk ında,

(kardeş ini de kendine bağ lası n) derler ve erke ğin" de diş isi ile birlikte Taıı rıya

ayırı rlar. İkiz kardeş ini kendi kaderine bağ layan 'bu diş i, yavruya.yasile (ba ğ lan-

mış ) denir. Bak. ibr?-1 Hi ş am, Slre, c. I. ss. 91 - 92. Kur'an-1 Kerim'de de buna te-

mas edilmektedir. Bak. Sûre V, ayet 103, Süre VI, ayet 139, 143 - 144.

126

d) Araplarda kumar oyunlar ı :

Meysir oyunu b'r nevi kumar oyunudur. Bu kumar ı oynayana "yeser"

denir. Araplar bu oyunla ö ğünürlerdi. Bu oyun daha ziyade k ış gecelerinde

ve zenginler taraf ı ndan oynanan bir oyun olup bu yolla yoksullara et da-ğı t ı lmış olurdu.

Meysir, kumara konu olmak üzere ortaya konan deveye denir. Devenin eti dikkatle parçalan ı rken bir hakem kurulu ça ğı rı lı r ki bu kurula "yâsi-

run", (tekil şekli yâsir), eti parçalara ay ırana "kaddar" denir. Meysir oyu-

nu, Hübel putu önünde çekilen kur'a oklar ı ndan ba ş ka olup her yerde çe-

kilebilen on okla oynan ı r; bu oklara "k ı dâh" denir. Bu on oktan her biri-nin ayr ı ayr ı ad ı olup yedi tanesinin, üzerine, birine bir çizik, ikincisine iki çizik, üçüncüsüne üç çizik ilâh.. olmak üzere çzgiler çizilir ki bu çizgiler her okun, sahibine kazand ı racağı deve eti hissesini gösterir. Üç oka hiç bir çizgi çizilmez; bunlar kimlerin hissesine dü ş erse hiç bir şey kazan-

maz Oyuna kat ı lmak için on kiş i bulunamazsa bulunanlar ikişer üçer ok alarak oynarlar. Bu i ş için, paras ı oyundan sonra verilmek üzere bir deve sat ın al ın ı r. Bu deveyi kesip etini, oklar ın üzerindeki çizgiler toplam ı ka-

dar yani yirmi sekiz parçaya bölerler. Bu oyun genel olarak gece oynan ı r, ate ş ler yak ı hr, oklan çekmek için özel kimseler getirilir ki bu adama el-hurde derlerdi. Oklar ın çizgilerini yoklayarak fark edemesin diye bu ok çeken adam ı n elini bez veya deri parçasiyle sararlard ı . Bu adam oklan birer birer çeker ve bakmadan, arkas ı nda duran kontrolcüye verirdi ki bu kontrolcuya da "rak ı yb" derlerdi. Bu kontrolcu oku, torbadan çekenden al ıp sahibine verir o da önceden ayr ı lmış olan parçalardan pay ı n ı al ı rd ı (234).

Cahiliye ça ğı nda aile hayat ı na, dostluğa, eli aç ı klığ a, yemek yemek, av "adet ve edeplerine dair bir çok misallere, cahiliye ça ğı ş airlerinin ş iirle-rinde rastl ı yoruz. Bunlar ın burada ayr ı ayr ı zikr edilmesi ve uzun uzun ya-zı lmas ı , cahiliye ça ğı n ı n k ısa bir panoramas ı nı tesbit etmek amaciyle ka-leme aldığı m ı z bu kitab ı n sın ı rların ı a ş acağı ndan, bunlardan belli ba ş l ı la-r ı na işaret etmekle yetindik.

G. CAHİ Lİ YE ÇAGINDA ARAP K İ7LTÜRC

Araplar, yar ı madan ı n, çok mandut olan, yerle ş ik hayata ve ziraata el-veriş li yerleri hariç, genel olarak göçebe hayat ı süren bir kavimdir. Bu iti-

(234) Bu hususta fazla bilgi için bak. Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim b.

Kuteybe, el-Meysir vel-K ı dah, Kahire, 1342, ss. 31 v. d.

127

barla Yemen'dekiler, Basra ve Akabe körfezleriyle Bahreyn bölgelerinde oturanlar eski zamanlarda ç -:,k önemli medeniyetler kurmu ş , kültür hare-

ketleri geli ştirmi ş olmakla beraber yar ı elveri ş li bölge say ı lan Mekke ve

Medine dolaylar ı da dahil yar ımadan ın, diğer bölgelerinin cahiliye ça ğı nda-ki kültür hareketleri, hemen tamamiyle bu göçebe hayat ı n zaruretlerinden doğan tecrübe, adet ve geleneklerin geli ş tirdiğ i bilgilerden ibaretti. Bu bil-gilerin mümessilleri din adamları , bazı zeki ve imtiyazl ı kimselerdi. Okuyup yazma da hemen sadece ticaretle u ğ ra ş anlar ın veya nüfuzlu, asil kimsele-rin bildiğ i bir şeydi ve hep ticaretle u ğ raşan Mekkeliler bu hususta daha ileri bir durumda idiler. Büyük halk topluluğu ise tamamen cahildi. Isla-miyetin doğ uşu s ı ras ında Hz. Peygamberin, Bedir sava şı nda esir dü ş en Mekkelilerden her birinin, on M; dinli gence yaz ı öğ retmesini kurtuluş fid-yesi olarak kabule karar vermesi bu gerçe ğ i gayet güzel belirtir.

Bütün bunlarla birlikte baz ı ilimler Araplar ı n kendi icatlar ı olmakla beraber bir k ı sm ın ı da başka uluslardan alm ış lard ı r. Soy dizimi bilgisi (ilm-i ensab), ş iir, hitabet ilimleri Araplar ı n kendilerine mahsus ilimler-

dir. Ulum-u dahile denen, diğ er uluslardan al ınma ilimler ise ilm-i nücum

(y ı ld ı zlar ilmi = Astroloji), t ıb, meteoroloji yani, havan ı n rüzgarla-

rın ve yağmurlar ı n durumunu inceleme ilmi, at yeti ş tirme bilgisi, mitoloji,

kehanet (büyücülük ve sihirbazl ı k), zecr üt-tâir (ku ş ların uçuşundan, ko-

nusundan ahkâm ç ıkarma bilgisi), k ı yafet (iz aray ı c ı l ı k)'t ı r. Ş imdi bu ca-

hiliye sanat ve bilgilerini k ı saca gözden geçirelim:

1) Araplarla yaz ı :

Eski Arap devletlerinden güneyde hüküm süren Himyerliler "müsned" harfleri denen harflerle, kuzeyde hüküm sürmü ş olan Nabatl ı lar da Nabat harfleriyle yaz ı yazıyorlard ı . Hicaz bölgesi Araplar ı ise yaz ıyı , ticaret için gittikleri memleketlerden ö ğ rendiler. Bu i ş , islam dininin ortaya ç ık ışı ndan az önce olmu ş tu. Bu Hicaz Araplar ı Arapçay ı Nabat harfleriyle veya Ibra-ni, yahut da Süryani yaz ısiyle yaz ıyorlard ı . Nabat harflerinden nesih yaz ı -sı , Süryani harflerinden de Küfe ş ehrine nisbetle Küfi yaz ı ortaya ç ıktı .

Araplardan yaz ıyı ilk kullanan kimseler Tay kabilesinden M er am i r

b. M ü r r e ile Es 1 em b. C eder e' dir. Bunlar ın kullandığı

ilk yazı "el-cezrn" ad ıyla anı lan bir yazı nev'i idi. Ibn,-i Düreyd'in bize nak-

lettiğ i bu iki zat yaz ıyı ,Anbar şehri halk ından olan B i ş r b. Abdül

m e 1 i k Kindi' den öğ renmiş lerdi. Bu Bi ş r, Dûmet ül-Cendel emin

olan Ukaydir b. A b d ü l m eli k' in karde ş i olup bir ara

Mekke'ye gelmi ş ve burada Ebu S ü f y an (Sahr) b. Harb b. Umey-ye'njn k ı z karde ş i S ahba binti Harb b. Um e y ye ile ev-

128

lenerek uzun müddet kalm ış t ı . 13u söylentile.rden ş u sonuç ç ı k ıyor ki Arap-

lar, islâmiyetin ortaya ç ı kışı ndan az önce Nabat yaz ı sını ticaret için gittik-leri Ş am bölgesinin Hayran şehrinden, K'üti yaz ıy ı da İrak'tan öğ rendiler. Bunlardan Kilfi yaz ıyı , daha sonra Kur'an- ı Kerim'in vesair dini kitapla-rın yazı lmasında, Nabat yaz ı s ını da ticaret ve muhaberat i ş lerinde kullan-dı lar. İslami çağı n, ilk sı ralar ında Kutba ad ında bir hattat yeti şerek Kûfi yaz ı dan dört çe ş it yazı icadetti. Nesih yaz ıs ı nı n asl ı olan Nabat yaz ı s ında meşhur hattat da, M. 940 y ı l ında ölen İbn-i Mukle idi. Arapl ır ı.n kullandı -ğı bu yazı lar uzun zaman noktas ı z ve harekesiz olarak yaz ı ld ı . Arap yazısı -nınharekelenmesi Ebu'l-Esved Zalim b. Silf yan el-Düeli (hayat ı : M. 604 - 689) taraf ından yap ı lmış , nokta konmas ı da meşhur Irak Valisi Hacca c b. Yusuf el-Sak f za-manında olmu ş tur. Söylentiye göre Haccac zaman ı nda bu i ş i ilk yapan zat Nasr b. As ı m Leysi idi.

İlk alınışı ve gelişmesi bu şekilde olan Arap yaz ı sı islami devirde o kadar büyük bir ilerleme kaydetmi ş tir ki hattatl ı k, güzel sanatlar ın bir kolu haline gelmi ş tir (235).

2) Nücum (Astrologie)

Araplar, uçsuz bucaks ı z çöllerde i ş lerine çok yar ı yan bu bilgiyi şüphe

yok ki Keldanilerden (Kaldeliler) ve Babillilerden alm ış olmalı dırlar; esa-

sen eski medeniyetlerin mümessilleri olan eski Hindliler, eski M ısırldar ve

eski Yunanl ı lar, ba şka uluslar da bu bilgiyi Sümerliler yoluyla Kaldeliler-

den öğ renmi ş lerdi. Araplar ı n zikrettikleri belli ba ş lı yı ld ı zlar ın bir çoğunun

adı veya ad ı nın delâlet etti ğ i mana Kaldelilerdekinin hemen hemen ayn ıdır. Mesela Arapçadaki Merih y ı ldızının Keldancadaki kar şı lığı Mirdah't ı r. Zuhal y ı ldı z ı n ın ad ı olan "Zuhal" kelimesinin Arapçada manas ı yükseklik-

tir ki Keldancada Zuhal y ı ldız ı n ı n adı olan Kavun kelimesinin manas ı Kel-

dancada yüksekliktir. Y ı ldız kümelerinin yerleri ve adlar ı da Arapçada ve

Keldancada ayn ı veya ayn ı manadad ı r.

Arapların, yı ldı zlar ın hareketleri ve devirleriyle u ğ raşmalar ı ve ilgi-lenraeleri me şhurdur. Onlar yürüyen ve duran y ı ldı zların bir çoğunu tam-yorlaxdı .

(235) Bak. Tasköprülü Zade, Mevzuat ül-Ulum, e. I, ss. 124 v. d. C. Zeydan, Me-deniyet-i islâmiye Tarihi, C. III, ss. 98 v. d. islffin Ansiklopedisi, Arab yaz ı s ı mad-desi Mehmet Fehmi, Tarih-1 Edebiyat- ı Arabiye, ss. 462 v. d. Ibn-i Haldun, Mu-kaddeme, Mehmet Pirl Zade ter, e. II, ss. 337 v. d. Firuzabadi, Kamus, e. II, ss. 678 meramir maddesi. Mahmud Es'ad, Din-i İ s1âm, Medhal k ı sm ı , ss. 259 v. d.

İslAmdan Önce Arab Tarihi F: 9 129

3) Meteoroloji:

Bu bilgi yağmurlara ve esen yellere ait de ğ iş iklikleri anlamaktan iba-rptti. Araplar bu de ğ isikliklere, yı ldı zlar ı n dokusunun, ve bat ışı n ı n sebep ol-duğuna inanıyorlard ı . Bu itibarla bu meteoroloji fenni Araplarda " İ lm-i nücun'un bir parças ı gibi mütalaa ediliyordu. Onlara göre ya ğ -murlar ın yağışı , bir adam ı n iş inin iyi veya kötü gidi ş i hep y ı ldı zların ha-

reketine ba ğ lı şeylerdi. Bu hususta hareket eden y ı ldı zlardan bat ı da ş afak söktüğü vakit bir y ı ld ı z ı n bat ı p, doğuda ona kar şı l ı k ve rakip olarak bir yı ldı zı n doğması na dikkat ederlerdi ki bu şekilde 28 y ı ldızın hareketini kontrol ediyorlard ı . Bütün yağmurlara, rüzgarlara, so ğuklara, s ı caklara bu 28 y ı ld ı zı n sebep olduğunu san ı rlard ı . Ayr ı ca bulutlar ın renk ve ş ekillerine göre de yağmurun ya ğı p yağmı yacağı na hükmederlerdi. Bu konuda ak bu-lutlar en az yağmur getiren, k ı rm ı zı bulutlar orta derecede ya ğmur getiren, kara bulutlar da en çok yağmur getiren, bulutlar olarak bilinirdi.'

Uzak yerlere gitmek 'üzere yola ç ıktı klar ı zamanlarda yönü bulma ba-kımı ndan elbette y ı ld ı zlar ve yel istikametleri önemli idi. Araplar kuzey-den esen yele, "saba yeli", bat ı dan esen yele " ş imal yeli", güneyden esene "debur yeli", do ğudan esen yele de "cenup" yeli" derlerdi.

4) Mitoloji:

Esatir ve hurafeler ilmi demek olan bu bilim kolu da ilm-i nücum'un bir şubesi idi. Cahiliye ça ğı nda Araplar da eski Yunanl ı lar gibi gökteki y ı ldı z-lardan baz ılar ını Tanrı saymış lard ır ; ancak gitgide do ğ rudan doğ ruya yı l-dı zlara tapma şekli kaybolup bu durumu, tapt ı klar ı putlar ı n adlar ından ve

baz ı topluluklar ın ibadet ş ekillerinden anl ıyoruz. Mesela kat putu, Zühre yı ldı zı ad ına ortaya ç ıkarı lmış t ı . Araplar baz ı y ı ld ı zlar ı insan şeklinde kabul edip eski Yunan Tanr ı lar ı nda olduğu gibi bunlar ın, birbirleriyle evlenme-lerine, sava ş ları na ve diğ er hususlara ait, gerçekle ilgisi olm ıyan hikaye-ler düzmü ş lerdir. Herhalde Arap mitolojisinin temeli bu efsanevi hikayeler-den doğmuş tur. C. Zeydan Araplar ı n bu hikayeleri, Hin,dlilerden yahut eski Yunanl ı lardan veya eski M ı s ı rl ı lardan almış olmaları gerektiğ ini, zira Kal-delilerin bu gibi şeylere pek az önem verdiklerini kaydediyor (236).

5) Kehanet ve Arafet:

Kehanet ve arafet asl ı nda ayn ı anlama gelen kelimelerdir; fakat baz ı -

ları kehanetin geçmi ş teki olaylara, arafetin gelecekteki olaylara ait bilgi

(236) Bak. C. Zeydan, Medeniyet-i İ slâmiye Tarihi, C. III, ss. 27 v. d,

130

verme terimleri olduğuna kanidirler. Hangi anlama gelirse gelsinler ortak

manalar ı gaipten haber verme ğe dayan ır. Cahiliye çağı nda Araplar, kâhinlerin her ş eye kaadir olduklar ı na inan-

dıklarından her i ş te onlara ba şvururlard ı . Aralar ında ç ı kan anla şmazl ıklar-

da onlar ın arac ı lığı na ve verecekleri kararlara önem verirler, hasta olduk-lar ı zaman tavsiyelerine uyarlard ı . Bunlardan baş ka içinden ç ı kamad ıklar ı konularda onlar ın fikirlerini sorarlar, dü ş gördüklerinde onlara yordurur-lar, gelecekte ba ş lar ına ne geleceğ ini onlardan, öğ renmek isterlerdi. Bu ba-k ımdan kahinler, Babillilerde, Fenikelilerde, eski M ıs ırl ı larda ve ba ş ka bü-

tün eski uluslasda nas ı l bir mevkie sahip idiyseler cahiliye ça ğı Araplar ın-da da, ilim, felsefe, tababet, hakimlik gibi i ş lerle me ş gul olan s ını fı ve din

adamlar ı s ı nıfım yani bu alanlarda u ğ rasma imtiyaz ı n ı ellerinde bulundu-ran ruhani ba şkanları te ş kil ediyorlard ı . Daha önce de kaydetti ğ imiz gibi kehanet, Araplara d ış ar ı dan kom ş u uluslar yoluyla gelmi ş "ulum-u dahile" dendir. C. Zeydan kehanetin, ilm-i nücum ile birlikte Keldânilerden gel-diğ ini kaydederek Arapçada kâhin'e "hâzi" denildi ğ ini, bu kelimenin ise Keldancada görücü ve bak ı cı anlam ı nda olduğunu, kahin kelimesinin epey sonra İbrancadan yani Yahudilerden al ındığı n ı söylüyor (237).

Araplar, kâhinlerin her şeyi bildiklerine ve bu bilgileri onlara ruhlar ı n öğ rettiğ ine inandı klar ı ndan, cahiliye ça ğı Araplar ından Tanr ı ya tapanlar, kâhinlerin gaybe ait bilgileri meleklerden ö ğ renerek aç ı klad ı klanna, puta tap ı c ı lar ise putlarda bir tak ım ruhlar ın mevcut olduğunu ve bu ruhlar ı n kâhinlere ve puthane bak ı cı lar ı na tabiat s ırlar ı nı aç ıklayıp öğ rettiklerine

kani bulunuyorlard ı . Araplara göre putlar ı n içinde cinler bulunur, bu cin-ler kahinlerle konu ş ur ve kahinlere gökte neler olup biterse haber verir-lerdi. Cahiliye Araplar ı putlar ı n içinde bulunduklar ı nı kabul ettikleri bu eine "hâtif" derlerdi.

Bir kimse bir yel girmesinden veya bas ağ r ı sından hasta olsa kâhine başvurduğunda kâhin onu afsunla yani, okuyup üfürerek tedavi ederdi. Müşkül bir iş hakk ında fikri sorulsa, remil atarak veya bir ipe dti ğ ilm ça-lı p üzerine üfürerek mütalaa beyan ederdi. Bu ş ekilde bir ipi dü ğümleye-rek üzerine okuyup üfürmeğe Arapçada "en-Nefs-u fi'l-ukad-i" denilir ki Kur'arı - ı Kerim'in Felâk süresindeki "ve man ş errin neffasât-i fi'l-ukad-i" (düğümleri üfleyen nefeslerin şerrinden) ayeti, bu ş ekilde düğ limlere oku-yup üfleyen kâhinlerin; ş errinden sak ı nmaya işarettir.

İki davac ı bir kâhini hakem kabul edip ba şvursalar kâhin, kur'a okla-

r ı çekmek suretiyle onların müşkillerini hallederdi. Kimin yapt ığı belirsiz

(237) Bak. ayn ı eser ayn ı cilt, ss. 29.

131

bir h ı rsı zl ı k için ba şvurulduğunda bir güğüme üflemek veya buna benzer şeyler yapmak suretiyle h ı rs ı zın kim olduğunu belirtmeğ e çal ışı rd ı . Görü-len bir dü şün yorulmas ında da bunun gibi acayip şeyler yapar veya söz-ler söylerdi.

Her kahin, kendisine sorulan her ş eyi halle çal ışı r idi ise de bazan her birinir,, hasta iyi etmekte, dü ş yormakta, iz aramakta veya anlasmamazl ık-lar ı halletmekte özel bir ihtisas ı bulunurdu. Araplar aras ında Sa t i h S ı k k gibi, ya şayıp ya ş amadı klar ı pek belli olm ı yan efsanevi kahinler zikredilmekle beraber cahiliye ça ğı nın sonları nda ya şı yan Hunaf i r, S ev ad b. K a a r i b, kad ı n kahinlerden de, Yemen'de yaşayan T u-r ey f e, Zebr a, Selma, Mekke'de Has'am kabilesinden F at ı - m a, Yemamede Z u r k a' me şhurdular.

6) Kıyafet:

Iz arama ve ayak izinden bu izin sahibini tan ıma fennidir. K ıyafet de ke-

hanetin bir koludur. Bu, katl, h ırs ızlı k, kaybolma olaylar ında çok i ş e yara-

yan bir bilgi kolu idi. Araplar bu fende o kadar ileri gitmi ş lerdi ki bazı kaaif-

ler (iz aray ı cı lar) ayak izinden, iz sahibinin genç veya ya ş l ı olduğunu, ka-

dın veya erkek olduğunu, k ı z veya dul olduğunu hatta. gebe veya normal olduğ unu ,anlarlard ı . Bu iz aray ı cı l ı kta en mahir Arap kabileleri Beni Müd-lic ile Beni Leheb idi. Bu kabileler içinde de Milrre o ğulları bu hususta daha üstün idiler. Mürre oğ ullar ı bir devenin ayak izinden o devenin kime ait olduğunu ç ı karır, bir insanı n ayak izinden de o adam ın Irakl ı , Ş aml ı , M ı -sırl ı veya Medineli oldu ğunu bir görü ş te tayin ederlerdi.

İnsan ı n ş eklinden, d ış görünüşünden, renginden veya söz ve hareket-lerinden onun iyi veya kötü adam oldu ğunu sezme ilmi olan "ilm-i feraset" kuş lar ı n uçuşundan, konusundan ahkâm ç ı kar ına bilgisi demek olan "zecr üt-tair", dü ş yorumu, remil atmak gibi bilgiler de k ıyafet biliminin kolları -dı r.

7) Dahiliye çağı nda tıb:

Ş üphe yok ki t ıb ilmi veya fenni, insanl ı k tarihi ile baş lamış tır. Dün-

yanın bütün eski milletleri hastal ıkların sebepleri ve tedavi ş ekilleri üze-

rinde çal ı smı slardı r ; fakat bir çok bilgilerde oldu ğu gibi bu alanda da önemli denemelerin, eski Mezopotamya devletlerinde yap ı ldığı kabul edil-

mektedir. Bilhassa Babilliler bu uğurda ba şar ı lı iş ler görmüslerdir. Has-

tal ıkların sebeplerini ve ilaçlar ını ilk tesbit edenler, Babillilerdi. Onlar

hastalar ı n ı sokaklarda ve halk ın geçece ğ i yerlerde durdurur, oradan ge-

132

çenler aras ında böyle bir hastal ığ a tutulup kurtulmu ş kimse olursa, o has-tal ıktan nas ıl iyi olduğunu sorar onu da ona göre tedavi ederlerdi. Babilli-ler bu hususta daha ileri giderek, ba şı ndan geçenlerden sorduklar ı ve te-davide iyi sonuç ald ı klar ı bilgi ve tecrübeleri levhalara yazarak bu levha-ları tap ı naklarma asarlard ı . İş te bu sebepten onlarda tababet, kahinlere mahsus sanatlardan say ı l ı rd ı . Bir çok eski çağ ulusları gibi Araplar da t ıbb ı , Babillilerden öğ renmi ş lerdir. Bu itibarla eski M ı sır, Fenike ve Asur tababeti birbirine benziyordu. Daha sonra, gene Babillilerden ö ğ renmi ş olan eski Yunanl ılar t ıbbi daha ileri götürerek bir düzene koydular ve

onun, Romalı lara, İ ranl ı lara geçmesine arac ı lı k ettiler. Araplar bu sonun-

cularla yani İranl ı larla ça ğ daş oldukları için bunların t ıb bilgilerinden baz ı ş eyler alarak onlar ı , daha önce Babillilerden al ı nmış olan, bilgi ve deneme-lerle, doğ rudan doğ ruya kendilerinin bulduklar ı tedavi usullerine katt ı lar. İş te bu bilgilerin bir araya gelmesiyle cahiliye ça ğı t ıb bilimi ortaya ç ı k-mış oldu. Bu t ıb bilgilerinden pek çok şeyler hala bugün de çölde ya şı yan Arap kabileleri aras ında bilinir ve tatbik edilir.

Araplarda iki çe ş it tedavi usulü vard ı : Biri, kâhin ve arraflar ı n usulü, öteki, ilâçla tedavi usulü idi. Kahinler hastalar ı , daha önce de kaydetti ğ i-miz gibi okuyup üflemek, sihir yapmak, tap ı naklara kurban aday ı p dua et-mek yahut nusha yazmak gibi ş eylerle tedavi ederlerdi. Okuyup üfleyerek hastay ı iyi etmek bütün eski uluslarda yayg ın olan bir usuldür. Eski Mı -sırl ı lardan kalma yaz ı l ı belgeler aras ında hastalar ı n tedavisi için tavsiye olunan bir çok nushalar (reçete mahiyetindeki şeyler) bulunmu ş tur. Bu

belgelerden anla şı ldığı na göre o zamanlarda bir kâhin bir hastan ı n teda-

visi için davet olunduğu zaman o, yan ında, biri nusha ve dua kitab ı n ı , öteki ilaçlar ı taşı mak üzere iki adamla birlikte giderdi. Bu bize, eski M ı -sırl ı ların, hastalar ı nı , hem nusha ve dua ile hem de ilâçlarla tedavi ettikle-rini gösteriyor. Onlar yaz ı lan nushalarda, okunan dualarda Tanr ı ları İzis'- ten, Oziris'ten veya Ra'dan yard ım dilerlerdi (238). Ilac ı yaparken veya onu hastaya içirirken bir tak ım özel dualar okurlard ı . Onlar ın inanc ına göre insan ın içine girerek hastal ıklara sebep olan kötü ruhlar ı ç ı karmak için de ayr ı dualar vard ı ; Araplar da ayn ı şeylere inan ıyorlard ı ; bu iti-barla onlar da hastal ı klar ı s ıras ı nda putlar ı na o ş ekilde dualarla hitabe-

derler, insanlar ın içine girdiklerini sand ı klar ı ş eytanlan, okumakla ve nus-

ha yazmakla ç ıkarmak isterlerdi. Bu inançlardan biri olarak yukar ı larda da

zikrettiğ imiz gibi mesela bir vebadan korunmak için e ş ek gibi an ı r ırlard ı ;

(238) Bak. ayn ı eser ayn ı cilt, ss. 34 v. d. M ı s ı rl ı larda t ı b alan ı ndaki bilgiler

hakk ında bak. Prof. Dr. Afet Inan, Eski M ı s ı r Tarihi ve Medeniyeti, Ankara, 1956,

ss. 240 v. d.

133

güya insan e ş ek gibi an ı r ı rsa vebadan kurtulurmu ş . Gene bu inançlardan biri, hükümdar kan ı n ı n felç hastal ığı na ve kötürümlü ğe iyi geldiğ i ş eklin-deki söylentidir.

Hastalara verilen ilaçlar olarak da Araplar baz ı ot tohumlar ı , ş erbet-ler, bilhassa bal kullan ı yorlard ı . Cahiliye Araplar ı na göre bal, iç hasta-l ıkları için son derece ş ifa verici ve mükemmel bir ilaçt ı . Bununla beraber cahiliye çağı Arap t ıbb ı n,da en önemli rolü, kan almak (hacamat) ve k ı z-gı n demirle vücudün muhtelif yerlerini da ğ lamak oynuyordu. Onlar ı n teda-vi usullerinden biri de baz ı uzuvlar ı n kesilmesi idi ki bunu, ate ş te k ı zd ır ı l-mış b ı çakla yaparlard ı ; çünkü o zamanlarda ate ş , bugünkü mikrop öldürü-cü ilaçlar ın yerini tutuyordu.

Araplar göz şa şı lığı nı , gözü, dönen değ irmen ta şı na bakt ı rarak tedavi-

ye çal ışı rlard ı ; onlar böylece gözün de ğ irmen ta şı na baka baka düzelece ğ i-

ne inanırlard ı . Keza herhangi bir sebeple korkmu ş olan kimseye su içirirler-di ki bu gelenek, bugün. Anadolu'da da devam etmektedir (239).

Cahiliye ça ğı Araplar ı aras ında baz ı ünlü tabipler, cerrahlar yeti şmiş -

tir. Bunlar ın bir k ı sm ı belki efsanevi şahsiyetlerdir fakat bunlar aras ında

gerçek hüviyetlerin,i bildiklerimiz de vard ır. Efsanevi tabiplerden, me şhur

Lokman Hekim vard ı r. Bunun, eski Yunanl ılardaki Hipok-r at es ile ayn ı şahsiyet olduğunu söyleyenler de vard ı r. Söylentiye göre Lokman Hekim ayn ı zamanda Aaraplar ın hakim ve filozofudur da. Gerçekten ya ş adığı m bildiklerimizden Teym ür-Rebab kabilesinden İ bn-i Huzeym vard ı r ki bu zat, t ıb alan ı ndaki bilgisi ve şöhreti ile Araplar aras ı nda darb- ı mesel olmuş bir ş ahsiyet haline gelmi ş tir. Araplar bir tabibin bilgisini öğmek istedikleri vakit " İ bn-i H u z eym' den daha bilgilidir" derlerdi.

Haris b. K e 1 d e t ü s- S a k af î, cahiliye ça ğı n ı n son ünlü

tabiplerindendi. Haris, Taif şehrinde do ğmuş olup Beni Sakif kabilesinden-

dir. O, gençliğ inde İrana gidip orada, büyük İskender istilas ı ndan sonra

eski Yunan kültürü tesiriyle kurulup geli şmiş olan Cendi ş apur t ıb okulun-

da okumu ş , sonra memleketi olan Taif ş ehrine dönerek tabiblikte büyük bir

ş öhret kazanm ış t ı ; islamiyetin ortaya ç ı kışı nda hayatta idi; hatta Hz. Peygamber, a ğı r ve önemli bir hastal ığ a tutulanlara, Haris'e gidip kendile-

rini tedavi ettirmelerini tavsiye ederdi. Hâri s b. K el de Emevi-ler hal,ifesi Muaviye b. Ebu Süfyan devrine kadar ya ş amış t ı r (240). Ha-ris'in oğ lu Nadr da ünlü tabiplerden,di. Bundan ba şka, İ bn-i E b i

(239) Bak. C. Zeydan, Medeniyet-i İ slâmiye Tarihi, C. III, as. 34 v. d. (240) Bak. İbn-i Cülcül (Ebu Davud Süleyman b. Hassan el•Endelüsi), Taba-

kat ül-Et ıbba ve'l-Hükema, Fuad Seyyid ne ş ri, Kahire, 1955, ss. 54.

134

R u m i y e t ü t -T em i m I de cahiliye ça ğı n ın belli baş l ı tabiple-rindendi; kendisi daha ziyade cerrahl ıkla yani ameliyat etme i ş iyle me ş -guldü. Tabakat 'ül-Etibba ve'l-Hükema adl ı eserin yazar ı Ibn_i C ül-c ü I, İ b n Ebi R em e se ad ı nda bir tabipten daha bahsediyor ki bu da Hz. Peygamber devrinde ya ş amış değ erli tabiplerderı , imi ş (241).

Araplarda at, deve vesaire gibi hayvanlar ın yeti ş tirilmesi de önemli bir saha olduğundan s ırf bunlar ın bak ım ı , tedavisi ile uğ ra şan kimseler yani baytarlar da vard ı . Mesela A s b. V â i 1, cahiliye ça ğı n ı n meş -

hur baytarlar ından idi.

8) Cahiliye çağı nda

Araplar ş iiri, kafiyeli ve vezinli söz diye tarif ederlerdi. Halbuki bu tarif, do ğ rudan doğ ru nazma ait olmak gerekir; çünkü nesir halinde de ş iir olabilir. Araplar ın dış ardan almay ıp yani ulum-u dahile'den olmay ıp kendi geli ş tirdikleri bir bilim kolu da ş iirdir. Şüphe yoktur ki her milletin kendine has özellikleri ihtiva eden bir ş iiri ve edebiyat ı vard ır. Araplar, uçsuz bucaks ız geni ş liğ i ile, berrak ve mavi semas ı ile ve büyük mahru-

miyetlerle dolu olan çölde çok geni ş ve derin bir edebiyat vücude getirmiş -

lerdir. Araplarda şairane düşünüş , onlar ın doğuş tan sahip olduklar ı bir

kabiliyet ise de nazm denen, belirli bir şekil ve kal ıp isteyen edebi nevi

sonradan ortaya ç ı km ış tır. Belki ş iiri önceleri, darb- ı meseller kabilinden

ezberleyip aralar ı nda kullanmak üzere k ı sa ibareler ş eklinde düzmü ş lerdir.

Hakimane meseller de bu kabildendir. Bu k ı sa sözlere, zamanla ayn ı büyük-

lükte ikinci bir söz kat ı lmış ve böylece beytler, bunun üzerine de en basit halde "recez vezni" ortaya ç ı kmış t ı r. Ş iirde bu ilerleme sonunda gitgide

kasideler, gazeller, mersiye•er ortaya ç ı kmış tı r. Söylentiye göre kaside tar-z ı nı geli ş tirenlerin en ünl'üleri Umru ul-Kays ile, M. V. yüzy ı lda yaşamış olan onun dedelerinden Mühelhel'dir. Umru ul-Kays, gazelde de ilk büyük üstadlardand ır.

Arap ş iirinin ilk defa nas ı l te şekkül etti ğ ini, •nas ı l düzenli bir ş ekil ald ığı n ı aç ı k ve kesin olarak bilmiyoruz; amma gerçek olan şudur ki; M. VI. yüzy ı l baş lar ında bütün kuzey Arabistan'da hemen, hemen bütün kabilelerce bili-nen ortak bir ş iir dili mevcuttu. Bu ş iir dili belki, her y ı l otlak bulmak için yap ılan güçler, hac veya ticaret maksadiyle muhtelif panay ı r yerlerine gi-dilmesi suretiyle te ş ekkül etmi ş , geniş kelime hazinesini de bu yolla yap ı lan temaslar sonunda muhtelif Arap lehçelerin,den alm ış t ı r. Bu ortak ve geni ş

(241) Bak. bundan önceki notta ad ı geçen eser, ss. 57.

135

ş iir dili yaln ı z Bosra ve Hire saraylar ında incelmi ş bir hayat ı n süs ihtiyac ı için sanatlar ın ı mübrem bir zaruret haline getirmi ş büyük şairler taraf ı n-

dan değ il, belki dar çerçeveli bir hayat ın kı skanç rekabetlerini ebedile ş tir-

mek hususunda Hüzeyl kabilesinin keçi çobanlar ı taraf ından. kullanı lmış tı r. Bununla birlikte lehçeler, günlük hayatta yerlerini muhafaza etmi ş lerdir.

Kendini eğ lendirmek ve hayvan ı nı gayrete getirmek için onun ölçülü yürü-yüşüne biteviye bir şark ı ile kat ı lan deveciler, bedevi çad ı rlar ı nda oturan

kadı nlar ve hurmal ı k vahalarda çal ış man ın yorgunluğuna vezinli sözlerle, karşı koyan köylüler de ayn ı zamanda konu şma dilini kullan ıyorlard ı . Bu çeş it türküler, iptidai bir hayat süren Araba yaln ı z kuvvet vermekle kalm ı -yor, belki onun inams ı na göre, doğ rudan doğ ruya i ş ini çabuklaş t ı rma gücü-

nü de veriyordu. İnsan için kelime yaln ı z bir ifade vas ı tası değ il aynı za-manda muhitinde canl ı farzettiğ i her ş ey üzerinde fesirini gösteren bir vası tad ır ve bu sihirli tesir, a ş ağı yukarı heyecanlardan daha kuvvetlidir. Söz, gerektiğ i şekilde âhenkli olarak veya normal olarak söylendi ğ i zaman,

dinleyeni, çeken bir kudrete sahiptir. Bunun içindir ki Araplar, tabiat üstü bir sihir bilgisine malik sayd ı klar ı şaire, ş air yani "bilen" demi ş lerdir. Onun sanat ına, yalnı z hayat ı n bir süsü gözüyle bak ı lmaz, ondan, öldürücü bir si-lâh gibi korkulur da. Ş air öyle bir silâht ı r ki bir hasma yöneltildiğ i zaman

sert hicivlerle o hasm ı yaln ı z utand ı rmakla kalmaz, do ğ rudan doğ ruya onun iş görme gücünü de felce uğ rat ı r. Sevilen bir kimsenin ölümü için söyle-nen mersiye tarz ı da hiciv tarz ı kadar eskidir. 1V•ersiyeler iptidai ş ekilde muhakkak ki, ölen,in yak ı nlar ına teessür göstermekte daha içli ve duygulu

olan kadı nların ortaya ç ıkardığı bir nevidir. Bundan dolay ı dır ki en ünlü

mersiyeler, cahiliye ça ğı kad ın ş airlerinden olup -Silleym kabil.esinden

A m r b. Ş erid' in k ı zı , Hansa lâkabiyle an ı lan ve M. VII. yüz-

yı lı n ilk yar ı s ı nda ya ş amış olan T u m â zer' in, karde şleri S a h r

ve Ü m e y y e haklar ında in ş ad ettiğ i mersiyeleridir (242).

(242) Bak. C. Brockelmann, İ slâm Ansiklopedisi, Arab Edebiyat ı maddesi,

Mersiye "nayihal ı k" sanat ından doğ mu ş tur. Arap yar ı madas ında nayiha denilen

bir takı m kad ı nlar vard ı ki ölüler için ücretle ağ lamay ı sanat edinmi ş lerdi. Ölü-

nün evinde ve cenaze arkas ı nda onun iyiliklerini sayarak, feryad ederek a ğ lar-

lardr. Bu yolla ve zamanla ölünün rnedhini ihtiva eden ş iirler ortaya ç ıkt ı ki

mersiye tarz ı n ı n esas ı budur. Bak. Mahmud Es'ad, Tarih-1 Din-i İ slâm, Medhal

kı sm ı , ss. 328 v. d. Bundan bir kaç y ı l önce, Yozgatl ı bir kad ın, 30 yı l kadar evvel,

ölen kocas ı için, o zamamn yerli âdetine göre a ğı dc ı (ağ lay ı c ı ) kadınlar tuttuğ unu

söyledi ki bu durum, bu eski âdetin Anadolu'da yak ı n zamana kadar devam -et-

tiğ ini gösterir. Ayr ı ca Anadolu'da yap ılan kaz ı larda eski uluslardan kalma göz-

yaşı hokkalar ı n ı n bulunmas ı bu âdetin binlerce y ı l önce de mevcut oldu ğuna dc-

lâlet eder.

136

Doğuşunu, geli şmesini yukar ı da k ı saca anlatt ığı mı z Arap ş iiri, daha

ilk sıralarda yeti ş en büyük şairler taraf ından i ş lenmi ş , bir çok nevilere

ve kollara bölünmü ş , dini, ticari panay ırlarda yap ı lan ş iir yar ış malar ı so-

nunda yedi ask ı (seb'ai muallaka) sahipleri olarak tan ınan ünlü ş airler or-

taya ç ı kmış tı r. Ş iir islami çağ da bilhassa Emeviler ve Abbasiler devrinde

büyük bir ilerleme kaydetmi ş tir. Araplarda ş iir yan ında ve belki daha çok eski zamanlarda te ş ekkül

etmiş bir hitabet yani nutuk söyleme sanat ı , soy sop bilgisi (ilm-i ensab),

efsanevi ve babadan oğula anlat ı la anlat ı la gelen tarih bilgisi, edeb mec-

lisleri gelenekleri de vard ı . Daha sonralar ı yaz ı lmış olan eserlerden öğ ren-

diğ imiz bu bilgiler ve gelenekler de Araplarda çok geli şmiş konulard ı .

Bunlardan bilhassa soy sop bilgisi, Araplara, ö ğünme imkan ını ve evlenme

hususunda kendi ayar ın,daki kimseleri tan ıma imkan ı nı kazand ı r ı yordu.

9) Cahiliye çağı nda sanat:

Buraya kadarki k ı s ımda, cahiliye ça ğı Arapları aras ı nda bilinen ve

geliştirilen, kendi bulu ş lar ı veya ba şka milletlerden al ı nma manevi ilim-

lerden k ısaca bahsettik. Ş imdi de, elimizdeki kaynaklarda çok az zikredi-len el emeğ iyle meydana getirilmi ş baz ı şeylerden söz açmak istiyoruz. Hicaz bölgesinin Mekke, Yesrib (Medine) ve Taif (Vecc) şehirleri ve yer-leş ik hayata elveri ş li baz ı küçük kasabalar ve vahalar hariç di ğ er bölge-

lerde halk, çad ırlarda ve göçebe bir hayat ya şı yordu. Çöl hayat ında deve

ve koyun yününden veya keçi k ı lı ndan giyim e şyas ı , çadı r, çuval örmek-ten ba şka hemen hemen, hiç bir el sanat ı gelişmemi ş tir. Ş ehirlerde ise, bi-lezik, yüzük, küpe gibi süs e şyas ı ile k ı l ınç, m ı zrak, karg ı , kalkan vesaire gibi savaş eşyas ı ve baz ı yünlü, pamuklu giyecekler imal ediliyordu. Bun-lardan yüzük, bilezik, küpe, halhal gibi süs e şyas ı yapmakta, islamlYetin ortaya ç ı kışı s ıras ı nda, Medine'de oturmakta olan üç Yahudi kabilesinden Kaynuka kabilesi rne şhurdu. Sava ş aletleri yap ımında ise daha ziyade Ye-men bölgesi ş ehirleri büyük bir ün kazanm ış t ı . Yemenlilerin bu sanat ı , hic-ri be ş inci yüzy ı l (M. XI. yüzy ı l) sonlar ı na kadar devam ettirdiklerini gö-rüyoruz. O devrin ünlü k ı l ı nçlar ı n ı zikreden ve bunlar ı ondört s ınıfa ay ı -ran me şhur ş air, hakim ve riyaziyeci om er Hay y a. m, "Nevruzna-M6" adl ı eserinde, Yemen k ı l ınçlar ı n ı ba ş ta say ıyor. İkinci olarak Hind kı lınçlar ı , onuncu olarak Ş am k ı l ınçlar ı , onbirinci olarak da M ı s ır k ı lı nç-ları geliyor (243).

(243) Bak. Ömer Hayyam, Nevruzname, Mücteba Minovi ne ş ri, Tahran, 1933, ss. 36 v. d.

137

Dokumac ı lığ a ve kumaş iş çiliğ ine gelince, bu alanda da Yemen mamûl-lerini gene birinci s ırada görüyoruz. Burd-u Yemani (Yemen burd-u) ad ı y-la an ı lan bir nevi Yemen b a s m alar I, islâmiyetin ortaya ç ı kı sın-dan çok önce, her yerde aranan k ıymetli mallard ı . Yemen'de, Resûli-1 e r ' in ba şş ehri olan Taiz yak ı nlar ında bulunan Sehul kasabas ı da eski zamanlardanberi, pamuklu dokumalariyle ün salm ış t ı . S e h u 1 b ez-1 eri diye an ı lan bu dokumalar, bütün Arabistan'da kullan ı l ıyordu. İnci,

mercan, akik ve fildi ş i iş çiliğ i ise gene bu güney Arabistan bölgelerinde

ve Bahreyn taraflar ı nda çok yayg ı n. ve al ınıp sat ı lan bir ticaret ve sanat

mal ı idi.

Yar ımadada mimari önem ta şı yan saraylar ve su barajlar ı daha ziya-de güney Arabistan'da biliniyor ve yap ı l ı yordu. El- İ klil ve S ıfat- ı Ceziret ül-Arab adl ı eserlerin yazar ı büyük bilgin Ebu Muhammed Hasan b. Ahmed Hem d a n î bize bu çe ş it yap ı ları n uzun ve

teferruatl ı bir tasvirini nakletmektedir. Bilhassa, Hulefay ı Ra ş idin devri-nin üçüncü halifesi Hz. Osman zaman ı na kadar mevcut bulundu ğ u söylenen Gumdan saray ı , onun hakk ı nda söylerenler do ğ ru ise hayret edi-lecek derecede muazzam ve mükemmel eserlerdir.

Hicaz bölgesinin mühim bir ş ehri olan Taif, deri iş lemeciliğ inde bütün Arabistan yar ımadas ı nda meş hurdu. Taif halk ını te şkil eden Beni Sakif kabilesi, i ş ledikleri bu sahtiyan, kösele ve derileri her tarafa götürüyor ve-

ya yar ı madan ı n her yerinden bunlar ı satı n almak için tüccar kervanlar ı geliyordu. Bu sanat üstünlü ğünü ellerinde bulunduran Taifli Sa-

k iflil er bunun s ırrı nı yani nas ı l yap ı ldığı n ı kimseye öğ retmiyorlar-

dı . Iş lenmiş deri o s ı ralarda, hatta islami devirden epey sonra büyük bir

önem taşı yordu. Bu derilerden ayakkab ı , at eyerleri, deve semerleri, ça-

d ı rlar, su kovalar ı ve tulumlar ı , yağ tulumlar ı , hurçlar yap ı l ıyordu. Islam-

dan önceki devirlerde bitgilerden ve bitgi liflerinden ip yap ı lmas ı bilinme-

diğ inden, bu i ş için kullan ılan bütün araçlar, kay ış , kaytan vesaire hep

deriden yap ı l ı yordu. Ayr ı ca yaz ı yazmakta kullan ı lan M ı s ı r papi-rusu çok nadir bir madde oldu ğundan ve par şömen, özel bir emek iste-

diğ inden, üstelik de çok pahal ı olduğ undan, yaz ı da ince deriler üzerine yaz ı l ıyordu. Bu deri i ş lemeciliğ i için laz ım olan bol su, Taif'te fazlasiyle mevcuttu. Çünkü Taif'e, ya ğmur mevsimlerinde bol ya ğ mur yağı yor, bun-lar ı içinde depo eden Taif da ğ lar ından p ı narlar ak ıyordu.

Taifli Beni Sakif kabilesi, di ğ er ihraç mallar ı ile birlikte bu i ş lenmi ş

138

derileri Ukkaz panay ı r ına getiriyorlar, oraya gelen tüccarlar vas ı tasiyle de bunlar, Irak ve Aden bölgelerine ve yar ımadan ı n ba ş ka yerlerine yay ı l ı -yordu (244).

H. CAHIL/YE ÇA Ğ INDA Hİ CAZ TICARETI

Arap Yar ı madas ı n ın eski devirlerdeki ticari faaliyetinden, güneydeki Minal ı lar, Sebal ı lar ve H ı myerliler devletlerini, ku-zeydeki N a b a t, P a 1 m i r ve H i re devletlerini incelerken epey bahsetmi ş tik. Adlar ı geçen bu Arap devletlerinin, H i n d, Ç i n,

Iran, Mezopotamya, Roma, Biz ans, Suriye, M ı-

s ı r ve Hab e s i s t a n ile olan geni ş ve geli ş kin ticari faaliyetleri-

nin, bilhassa Yemen'deki devletlerin siyasi varl ı klar ın ı kaybetmeleri üzeri-

ne eskisine nazaran çok sön,dil ğ iinü de görmü ş tük. Islâmiyetin ortaya ç ı -

kışı ndan önceki yüzy ı llarda Arap Yar ı madas ı bu rolünü, büyük ölçüde el-

den ç ı karm ış , eski ça ğ lar ı n buralardaki ticareti daha ziyade kuzeyde

Basra k ö r f e z i ile Akdeniz limanlar ı aras ındaki bölgelere, Sasani-

ler ülkesinden Bizans ülkelerine geçmi ş bulunuyordu. Böyle olmakla bera-

ber, yüzy ı llarca ticaret gelene ğ ini ellerinde tutan Araplar ın, bilhassa Hi-

caz'daki baz ı önemli şehirler halk ı nın büyük bir k ı smın ı n geçimi, gene bu

ticaret yoluyla sa ğ lan ı yordu. Tevrat ı n muhtelif sifrlerinde mahir tüccarlar

olduklar ı kaydedilen, Hicazl ı Adnan I 1 er veya Ismailile r, islam öncesi cahiliye ça ğı nda ticareti büsbütün b ırakmamış lar, bunu, bu de-

fa yeni ticaret bölgelerinde devam ettirmi ş lerdir. Ş u kadar ki eskiden Ya- ,

rımadan ın geniş bir halk kütlesi bu ticari faaliyete i ş tirak ederken bu defa

daha mandut ve nüfuzlu tüccar aileler yürütmü ş lerdir. Ş üphesiz bu çağdaki ticari faaliyet, Kâbe ve di ğer kutsal yerler zi-

yaretiyle ilgili olarak te ş ekkül eden panay ı rlar yoluyla yeni bir mahiyet daha kazanm ış t ı . Bunun d ışı nda Mekkeli Kurey şliler kışı n Yemen'e, yaz ı n da Suriye'ye olmak üzere y ı lda iki defa uzak memleketlere ticaret seferle-rine ç ı k ıyorlard ı . Kur'an- ı Kerim'in Kurey ş sûresinde (CVI. sûre) bu tica-ri faaliyete i şaret edilmektedir.

Islam öncesi çağı r, bu periyodik büyük ticaret yollar ı şuralardan geçi-yordu: Güneyde Yemen'den San'a ş ehrinden ba ş lay ı p kuzeye do ğ ru yol alarak Taife uğ rar, oradan Mekke'ye gelirdi. Mekke'den kuzeye d2vamla Yesrib'e (Medine) uğ rar oradan, Ifier (Medayin-i Salih), Tebük, Maan, Mûta, Umman ve Bosra'dan, geçerek Ş am'a ula şı rd ı . Mekke'den ç ık ı p K ı z ı l

(244) Bak. P. H. Lammens, La CitA Arabe de Taif â la Veille de l'•§,gire, Beyrouth, 1922. p. 114, sq.

139

deniz k ı y ı sı n ı takibeden bir yol, Bedir'den geçer Akabe körfezinin sonunda Eyle'ye uğ rar, buradan ya Ma,an'a dönerek Mûta yoluyla Ş am'a ula şı r veya

doğ rudan doğ ruya Eyle'den, Sina yar ımadas ı ndan M ı s ı r ülkesine girerdi.

Bundan ba şka gene Mekke'den kuzey - do ğuya doğ ru ayr ı lan bir yol ifire'- ye var ı rdı . Bu sonuncu yolun daha doğ usundan gene kuzeye ç ı kan ikinci bir yol Rumma vadisi'nden geçerek Basra kürfezini takiben Sasaniler ülkesine girerdi ki bu, biraz kuzeyde, bugünkü Riyad ş ehrinin bulunduğ u yerden geçerek Ahsa bölgesine yani Bahreyn dolaylar ı na sapard ı . Ba ş ka bir yol da Taif şehrinin güneyindeki Tebale'den do ğuya yönelip Devasir vadisini ta-kibederek Bahreyn bölgesine var ı rd ı .

Hicaz bölgesinin ticari faaliyet bak ım ı ndan en önemli ş ehirleri Mekke ve Taif'ti; bu iki şehir Kar y et an (iki karye) veya M e k k e t a n (iki Mekke) ortak adlariyle an ı l ıyordu. Ayr ı ca Taifliler, Mekke'deki emeyye soyunun halifleri olup birbirlerinden k ı z al ı p vermek suretiyle öte-denberi bir akrabal ık bağı kurmuş lardı .

Taif'in, yaln ı z bir sanayi ve mal ihraç eden ş ehir olarak de ğ il, bir tüc-car ş ehri olarak da ş öhretini biliyoruz. Taif'te oturan B e r, i S a k i f

k a b i 1 e s i, deri sanayii, kuru üzüm, ş arap istihsali bak ımlar ı ndan bü-

yük lo'r ş öhrete maliktiler. Onlar ı n bağ c ı lığı , bilhassa şaraplar ı darb- ı me-

sel haline gelmi ş ti. Hz. Peygamberin amcas ı Hz. A b b a s, Taif'teki

bağ larında özel bir cins, üzüm yeti ş tirip bunu Zemzem suyu ile serbet ya-p ı p dağı t ı yordu. Taif'in bir de, çekirde ğ i gayet küçük, yumu ş ak ve a ğı zda hissedilemiyen cinsten üzümü vard ı . Bu üzümler Kurey ş tüccarlar ı vas ı ta-siyle Suriye'ye, Mezopotamya'ya, hattâ Horasan'a kadar kervanlarla götü-rülüyordu. Bu kuru üzüm yan ı nda Taifin'zeytin yağ larx da mühim bir ti-caret mal ı idi. Mekkeli Ebu S ü f y an (Sahr) b. Harb bu Taif zeytin yağ larmın ba ş lı ca sat ı c ı s ı idi.

Taif'te ar ı c ı lık ve bal ticareti de hat ır ı say ı l ır derecede idi. Hattâ. Hz. Ali (Ali b. Ebu Talib) Küfe ş ehrinde halife iken Taif'ten bal getirtirdi. Emeviler halifelerinden S ü l e y m a n b. A b d ü 1 m e 1 i k (hilüfe-ti: M. 715 - 717) saray ın ı n mutbağı iç ı n, lâz ını olan bal ı Taif'ten getirtirdi. (245). Kitab ül-Harac adl ı eserin yazar ı Ebu Yusuf Yakub' un bildirdiğ ine göre Sakifliler Hz. Peygambere ballar ı nın onda birini veriyor-lard ı . Tatl ıms ı bir tutkal veya reçine gibi olan Ma ğfur da Taif'te çok ye-tiş iyordu.

Taif bu ş ekilde, ticaret mallar ını n çokluğu ve çe ş itliliğ i ile me şhur ol-duğu gibi havas ını n güzelliğ i ile de tan ın ı yordu. Mekke'nin güneyinde ve Mekke'ye aş ağı yukar ı 120 km. uzakta bulunan Taif şehri deniz düzlemin-

(245) Bak, bundan önceki notta ad ı geçen eser, ss. 35 - 40.

140

den 1650 metre yüksekliktedir; burada bazan k ışı n sular ı n donduğu bile

görülür. Islâmiyetten önce'eldu ğu gibi islâmiyetten sonra da ideal bir ya-

ş ama yeri olarak k ışı Mekke'de veya Cüdde'de, ilkbahar ı Medine'de, yaz ı Taif'te geçirmek gerekti ğ i söylenmi ş tir.

Taif ş ehrinin sanayi ve ticari hayat ı , halk ının zengin olu şu onlar ın,

bu imkanlara: halel gelece ğ i korkusu ile islâmiyetin ortaya ç ı k ışı sı rasında,

bu dine girmek hususunda oldukça uzun ve ş iddetli bir direnç gösterme•e-

rine sebep olmustu.

Taifliler Mekkelilerin, ticari faaliyetlerine, kervan ticaretine kat ı larak

ve sermaye katarak ortak oluyorlard ı . Hattâ fahi ş faiz yani riba, Kur'an-1

Kerim hilkmüyle men edildi ğ i zaman Mekkeliler, Taiflilerden al ı p kullan-

d ı kları sermayelere eskisi gibi fazla faiz vermek istememi ş ler, bu yüzden

bir ara aralar ı aç ılmış t ı .

Mekke tüccarlar ına gelince, Mekke, Taif ve Medine gibi ziraata elveri ş -

li bir yer olmadığı ndan ticari faaliyetleri, s ı rf mal al ıp satmağ a münhas ır kal ıyordu. Mekke'deki bütün Kurey ş •kabilesi kollar ı az veya çok ticaretle uğ ra şmakla beraber bunlar aras ı ndan baz ı aileler bu ticaret i ş ine büyük

sermayeler yat ırıyorlar, uzak yerlere gidip geliyorlard ı . Mesela. Hz. Pey-gamberin dedesinin babas ı Ha ş im' in ticari faaliyeti hakk ında L. Kaetano ş unlar ı söylüyor: " A b d ü l m u t t alib ' in ( Ş eybe) babas ı H a ş i m, Bizans valileri ile ve Gassani emirlenyle anla şmalar yaparak kendi kervanlan için özel hükümler koydurmu ş tu. Kardeş i A b dü ş em s, Habe ş reca ş isi ile, başka karde ş i Ne v fel de Iran, hükümdar ı ile ayn ı ş ekilde anlaşmalar yapmış lar ve oralara giderek Arabistan mallar ın ı satmış lard ı . Haş im Mekkelilerden A b d ü m e n a f, Mahzum ve Sehm kollarından k ırk ki ş i ile ç ıktığı bu ticaret seyahatlar ı ndan birinde Medine'-de kurulan pazarda al ış veri ş ederken Medineli Neccar kabilesinden A m r oğ lu Z eyd' in k ı zı Sel ma' ya rastlad ı ve onunla evlenip bu ka-d ı ndan Ş e y b e (Abdülmuttalib) do ğdu (246).

Islâmdan önce Hz. Ebu Bekir'in ve Hz. Ömer'in Iran pazarlar ına, Suri-ye ve Yemen pazarlar ı na gidip geldiklerini biliyoruz. Kurey ş 'in Beni Mah-zum ve Beni "Gmeyye kabileleri tüccarlar ı M. altınc ı yüzy ı lın sonlarında Anadolu'ya kadar gidiyorlard ı . Ebu Süfyan' ı n, Suriye'de ticarethaneleri ve ticari e şya ianbarlan vard ı . Mısır fatihi A m r b. A s î de islam

(246) L. Caetano, bu evlenmenin normal bir nikahla de ğ il müt'a nikahiyle (rrıuvaltkat nikah) olmas ı raz ımgeldiğ ini de bir notla kaydediyor ki elbette bu mütaraas ı , yanlış , uydurma olup hiç bir kayna ğ a dayanmamaktad ır. Bak Islam Tarihi, H. Cahit (Yalç ı n) ter. İ stanbul, 1924, e. I. ss. 257 v. d.

141

olmadan önce Arabistan' ın kokulu maddelerini ve Taif'in deri ve sahti-

yanlarını satmak üzere M ı s ı r'a gitmi ş ti (247). V ak ı di' nin bildir-

diğ ine göre Ebu U h e y h a, Muaviye'nin babas ı Ebu Süfyan, Halid

b. Velid'in babas ı V e 1 i d b. Mugir e ve şair Ömer b.

E b i R e bi a' n ı n babas ı Abdulla h, ticaret sayesinde milyon-luk servetlere malik olmu ş kimselerdi. Bedir sava şı nda esir edilerek yolda

katledilen Ü m e y y e b. Halef de çok zengindi. Saf v an b.

Ü m e y y e me ş hur bir silâh tiiccar ı idi. Teym kabilesinden Abdul-

I a h b. C üd'a n, esir ve cariye ticaretiyle ş öhret kazanm ış t ı . İslâm

dini ortaya ç ıktığı sı rada bu dine karşı düşmanl ı k eden Mekkelilerin, ba şı n-

da gelen bu ş ah ı slar ı n, islam dinine girme ı ek icin inad edislerinin belli

ba ş l ı sebeplerinden biri de bu zenginliklerine ve ticari faaliyet ve üstünlük-

lerine halel gelece ğ i korkusu olsa gerektir. Kurey ş kabilesinden Beni Ümeyye kolunun ticari alanda rakipleri olan

Beni Mahzum kolu bir kervana dört be ş bin altun miskal veya dinar ser-maye ile kat ı l ı yorlard ı ; bir dinar o zaman 4,25 gram a ğı rlığı nda bir altun para olduğuna göre bu sermaye, bizim bugünkü param ı zla 300 - 350 bin

lira demektir. Emeviler kolunun sermayeleri de bunlar ı nkinden daha az de-ğ ildi. Birinci s ı n ıf tüccarlar ı n en az sermayelisi say ı lan Hâris b. Amir 1000

miskal veya dinar altunluk bir sermaye ile kat ı llyordu. Ü m e y y e b.

Hale f, tek ba şı na 2000 dinarl ı k sermaye koyuyordu. Emeviler boyu-nun ortaklaş a sermayeleri her kervan, sürü ş te 4 - 5 bin dinar ı buluyordu ki

bu, Mekkelilerin Hz. Peygamberin ba ş kanlığı ndaki Medine müslümanla-riyle yapt ıklar ı Bedir sava şı ndan az önce (M. 624) Ebu Süf yan' ı n, kervan ı n, ba şı nda bizzat kendinin gitmesinin sebebini aç ıklar.

Bu kervanlarda ticari e şya ta şı yan develerin say ı s ı bazan bir defada

2500 ü bulurdu. Tüccar, k ı lavuz ve kervan muhaf ı z ı olarak kat ı lan kimse-

lerin sayı sı da 100 - 300 ki ş i aras ı nda oynar, kat ı lan sermaye toplam ı 50

bin miskal veya dinar ı yani 3 - 3,5 milyon Türk liras ı değ erini a ş ardı . Bu

seferlerde elde edilen kazanç basan yüzde yüz olur, yüzde elliden a ş ağı düş -

mezdi (248). Bu rakamlar ın doğ ruluğunu, bu tüccarlardan her birinin yüz-

lerce köle, cariye ve deveye sahip olu ş ları da gösterir. Bu Kurey ş ticaretine baz ı kad ı nların da kat ı ldığı nı görüyoruz. Hz.

Peygamberin ilk kar ı sı Hz. Hadi c e bunlardan biri idi ve bu sayede

'çok zengin olmu ş tu. Mekkeliler, Sakifliler ve Bekr kabilesi bu ticaret i ş inde o kadar mahir

(247) Bak. P. H. Lammens, La 3/Ieque a la Veille de 11-Mgire, Beyrouth,

1924, p, 201.

(248) Bak. Bundan önceki notta geçen eser, ss. 185 v. d.

142

idiler ki komşu devletler veya Hire gibi baz ı emirlikler bunlardan, muha-

fı z tutmak ve sair hususlarda faydalan ıyorlard ı . Mesela Zukar savaşı sı -

ras ında, Sasanilerin ba ş kendi olan. Medayin (Selökiya = Ktezifon) şeh-

rinden Yemen'e gönderilmekte olan kervana Bekr kabilesi muhaf ı zl ı k edi-

yordu. Necranl ılar da önemli ticaret adamlar ı idiler.

Hicaz tüccarlar ın ın al ıp satt ıklar ı mallar, yukar ı da kaydetti ğ imiz Taif

mamüllerinden ba şka, güneyden yani Yemen bölgesinden getirdikleri gün-

lük vesaire gibi kokulu bitkiler, Hind ve Çin'den gelen çe şitli mallar, Ha-

beşistan'dan, Bahreyn'den gelen fildi ş i iş leri, akik, mercan, inci, dokuma-

lar, altun ve gümü ştü.

Alt ıncı hicret y ı lında Z ey d b. H a r i s e başkanlığı nda gönde-

rilen bir seriye, İyas adl ı yerde, müş rik Kurey ş tüccarlar ından S af v an

b. Ü m e y ye' ye ait gümü ş yüklü bir kervan ele geçirmi ş ti. Bu altun ve gümüş madenleri Arabistan'da i ş letiliyordu. Bilhassa Süleym kabilesinin altun madeni istihsali me şhurdu. Bunlar daha Hz. Mu h a m m e d devrinde bile altun madeni istihsaline devam ediyorlard ı . Süleymliler bu madenlerden elde ettikleri altunlar ı n zekat ı n ı veriyorlard ı . Bu zekat Hz. E b u Bekir devrinde hattâ Emeviler devrinde bile al ınıyordu (24f;').

Cariye ve esir ticareti de Kurey ş lilerin baş l ı ca ticaret mallar ı n ı teşkil ediyordu. Cahiliye ça ğı nda en meşhur esir ve cariye tüccar ı Teym kabile-sinden Abdullah b. Cüd'an idi (250).

Bu ticaret yukar ı da iş aret ettiğ imiz şekilde uzak yerlere gidilerek ya-p ı ldığı gibi cahiliye ça ğı nda Arabistan' ı n bir çok yerlerinde hemen hemen yı l ı n her ay ında kurulan panay ırlarda, da yap ı l ı yordu. Bir yerde panay ır müddeti bitince başka bir yere gidilerek orada al ış veri ş edilirdi. Mesela kuzeyde Dlimet ül-Cenderde rebiyülevvel ay ı ba şı nda panay ır kurulur bu-radan Hicr adl ı yere gidilir, burada da bir ay al ış veriş edildikten sonra Umman:a göçdlür, daha sonra Hadramavt ve Aden'e hatta, San',cıfya gidilir

pazarlar kurularak al ış veriş edilirdi Suriye güneyindeki Bosra şehri de

önemli bir pazar yeri idi. Y ı lın diğer aylar ında buralarda dola şı ldıktan son-

ra haram aylar ında (zilkade, zilhicce, muharrem ve receb aylar ı ) Hicaz

böngesine gelirler burada Ukkaz, Mecenne ve Zülmecaz panay ırlar ında kal-dıktan sonra Mekke'ye gelip Kâbeyi ziyaret ederlerdi.

(249) Bak. ayn ı eser, ss. 198.

(250) Esir ve cariyeler ve statüleri hakk ı nda bak. bu kitapta esirler bahsi

sahife 119 v. d.

143

Cahiliye çağı nı n en ünlü panay ır yeri, Taif ile Nahle aras ı nda bulunan

Ukkaz idi. Ukkaz panay ı rına Arap Yar ımadas ı nın her taraf ından ak ın ak ı n halk, gelir, zilkade ay ının ba şı ndan yirmisine kadar yirmi gün al ış veri ş ve mal değ iş - toku şu yap ı l ır, ş iir yarış maları olur, hutbeler söylenir, dâvalar görülür, kabileler aras ındaki anla şmamazl ı klar halledilir, buradan Meeenne panay ı rı na, oradan da Zü/mecaz'a gidilir ve 10 zilhiccede Mekke'de toplan ı -l ı r hac yap ı l ı rdı .

144

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

IFİCAZ'DA İSLAMDAN ÖNCE TEK TANRI İNANCI

Hazreti Muhammed'den önce Hicaz bölgesinde "Hanifler" denen ve Tanr• ı n birliğ ine inanan baz ı kimseler ortaya ç ı kmış t ı r ki bunlar yahudi

ve hıristiyan dinlerini red ile İbrahim Peygamberin dinini ararlar ve bunu yeniden diriltecek bir peygamberin gönderilmesini beklerlerdi; fakat bir

peygamber ortaya ç ı kmadığı ndan, hiç olmazsa baz ı bak ımlardan İbrahim

Peygamberin ş eriat ına yak ınd ır diye baz ı sı İ sa dinine, baz ı sı Yahudiliğ e

meylederlerdi. Bununla beraber bu inanç çok yayg ın değ ildi. Böyle dü şü-

nenler çok az, hattâ say ı lacak derecede idi. Aralar ında, İbrahim Peygambe-

re Tanr ı nın yolladığı hükümleri ihtiva eden baz ı sahifelerin, sakl ı kaldığı na

dair söylentiler varsa da bu, çok şüpheli bir iddiad ır; hattâ Hz. İ b r a-him' e gönderilen bu hükümlerin, Abbasiler halifesi Harun er -R e ş i d zamanına kadar ellerde dola ş tığı ve o zaman ya şı yan Abdullah

oğ lu Ahmed ad ında birinin bu metni Keldani dilinden Arapçaya çevirdi ğ i

de söylenir. Bu hanifler toplu bir birlik halinde olmad ı kları gibi müş terek

bir ibadetleri de yoktu.

Zikri geçen hanifler bir bak ıma islâm dininin müjdecileri gibi olup Hz. İbrahim Peygamberin şeriat/Il diriltecek bir Peygamberin gelece ğ ini halka söylerlerdi.

Hanif kelimesi Kur'an- ı Kerim'in muhtelif yerlerinde zikredilip Hz. Muhammed hakk ında da kullan ı lmış t ır. Bakara süresinin 136. âyetinde: "Yahudiler bizden olunuz, h ıristiyanlar bizden olunuz ki do ğ ru yola eriş e-siniz; dediler Onlara de ki, biz bu dinlerinizin hiç birinden olmay ı z; belki hanif olarak ve Hakim meylederek İbrahim mezhebindeniz; zira İbrahim, puta tap ı c ılardan Keza, İmran, süresinin 66. âyetinde: " İb-rahim ne yahudi ne de nasrani idi; belki Tanr ıyı bir bilici ve bunu redde-denlerden ayr ı lmış bir müslim _ hanif idi; puta tap ı cılardan da değ ildi". Aynı sürenin 95., Nisa sûresinin 123. En'am süresinin 79., 161. ve 162. Nahl süresinin 120. ve 123; Rum süresinin 30. ve 43. âyetlerinde haniflik-ten ve Hz. İbrahim'in mü ş rik olmay ıp hanif dininde olduğundan bahsedilir.

Hz. Muhammed'in islâm dinini tebliğ e memur edilmesinden önce Mek-

İ slffinflan Önce Arab Tarihi F: 10 145

keli müş riklerin puta tap ı c ı l ığı n,dan nefret eden, Tanr ı diye taş ve tahta-

lardan yap ı lmış putlara tapman ı n ve onlar ad ına kurbanlar kesmenin saç-

malığı nı ifade eden dört me ş hur hanif vard ı . Bunlar: 1) Hz. Peygamberin

ilk kar ısı Hz. Hadice'nin amcas ı oğ lu Ver aka b. N e v -

f e 1. 2) Hz. Peygamberin halas ı Umeyme' nin o ğ lu Ub e ydul-

1 a h b. C a h ş . 3) Veraka'n ın ve Hz. Hadice'nin amcas ı oğ lu O s -

m a n b. Huve yr i s. 4) Hz. Ömer' in (halife Ömer) amcas ı oğ lu Said' in babas ı Z eyd' dir. Bu Zeyd' in o ğ lu Said,

Hz. Ömer' in k ı z karde şi Fat ı ma' n ın kocas ı ve cennetlik ol-duklar ı sağ l ı klar ı nda müjdelenen on, ki ş iden (a ş erei mübe şş ere) biridir.

Ibn-i İ s h a k, bunlar hakk ı nda şu ,enteresan bilgiyi veriyor: "Bir bayram günü Kurey ş kabilesi, sayg ı gösterdikleri, yan ında ibadet et-tikleri ve çevresinde dola şt ı klar ı (tavaf ettikleri) bir putun etraf ında top-land ı . Bu bayram, Kurey ş kabilesinin her y ı l kutlulad ı klar ı bir bayramd ı . Gene Kurey ş kabilesinden olan dört ki ş i gizlice birbirlerine: (dost olal ım, birbirimize kar şı doğ ru davranal ım ve durumumuzu gizli tutal ım) dediler. Bunlar, Nevf el oğlu Veraka, Cah ş oğ lu Ubeydul-lah, Amr oğlu Zeyd ve Huveyris o ğ lu Osman, idi. Bu dört ki ş i bir araya gelip gene girbirlerine (Bilmeliyiz ki kavmimizin benimsediğ i din doğru bir din de ğ ildir. Onlar, dedeleri Hz. İbrahim'in di-ninden ayr ı ld ı lar. Çevresinde dönüp dola ş tığı m ı z bu ta ş parças ı nedir ? O, ne duyar, ne görür ve ne de bir kimseye bir zarar ı veya faydas ı dokunabilir. Bak ı n arkadaş lar! Kendimize bir din arayal ım; yoksa Tanr ıya and olsun ki ş u din doğ ru ve gerçek bir din, de ğ ildir) dediler. Bundan sonra Hz. İbrahim'

in dini olan haniflik dinini aramak üzere ba şka ba ş ka memleketlere da ğı ld ı -

lar (251). Ş imdi hanifler denilen bu dört gerçek din aray ı c ı sı nı n bu ş ekilde top-

lanıp aralar ında bir karar verdikten sonra neler yapt ı klar ın ı gözden geçi-

relim:

1) Veraka:

Künyesi, K usa y o ğ lu Ab dülu zza o ğ lu Esed oğ lu

Ne v f el oğ lu V er ak a' d ır. Burada görüldü ğü üzere soy kütüğü,

Mekke şehrinin kurucusu, Mekke ş ehrinin ve lUbenin ba şkan ı , Hz. M u -

hammed' in be ş inci göbekten dedesi olan Kusay'a ula şı yor. O, yuka-

r ı da da i ş aret etti ğ imiz gibi, ayn ı zamanda, Hz. Peygamberin kar ı sı H u -

ve y 1 i d k ı z ı Hz. Hadi c e' nin amcas ı oğ ludur.

(251) Bak. İbn-i Hi ş am, Sire, e. I, ss. 237 - 238.

146

Bu dört hanif, Kurey ş kabilesinin bir bayram toplant ı s ı ndaki hareket-

lerinden nefret edip bir araya gelerek gerçek dini bulma ğ a karar verdikten

sonra Ve r a k a, Şam'a gidip hı ristiyan dinine girdi. İ lm-i nücum de-nen yı ldı zlar ilmini, Tevrat ve Incil kitaplar ın ı tahsil, Tevrat ve kutsal ki-taplar hakk ı ndaki bilgisinin geni ş liğ iyle şöhret kazand ı . O, eski kutsal ki-taplar ı Arapçaya çevirdi.

Hz. M u h am ın e d' e ilk vahiy geldiğ i s ı ralarda Resul-ü Ekrem korkmuş , süphelere dü şmüş tü. Bunun üzerine kar ı s ı Hz. Ha d i c e dam şmak, durumu anlat ıp fikrini sormak üzere bu zata ba şvurmuş , V e -r a k a: "E ğ er bu söylediklerin doğ ru ise M u h a m m e d, Peygam-ber olarak gönderilmek üzere bulunan bir zatt ı r; kendisine görünen, melek de Hz. M u s a' ya gelen C i b r il- i Em in (Cebrail) dir". diyerek ona müjde vermi ş ti. Bu suretle Nevfel o ğ lu Veraka, Hz. Muham-med'in davetini tasdik etmi ş se de, onun halk ı aç ı kça islâmiyete davet etti-ğ i s ırada hayatta de ğ ildi. Söylendiğ in,e göre ölümü, nübüvvetin dördüncü yı l ı nda (a ş ağı yukar ı M. 614 yı l ı ) dı r. Onun, islâm dinine iman etti ğ i hak-kı nda bazı hadisler rivayet edildi ğ i için bazı lar ı onu sahabeden sayarlar, doğ rusunu Tanr ı bilir.

2) Cahş oğ lu Ubeydullall:

Ube y d ull a h, Hz. Muhammed'in halas ı Umeyme'nin

oğ ludur. Diğer üç arkada ş iyle birlikte Hz. İbrahim'in eskiden, teb-liğ ettiğ i gerçek dini bulmağa karar verdikten sonra bir çok memleket ve şehirleri gezm;s, oralarda din adamlariyle konu şmuş ise de bu hususta sağ lam bir sonuca varamam ış , tereddütler için-de kalm ış tı . Bir ara Hicaz bölgesinin kuzeyinde Suriye dolaylar ında ve

Hicaz' ın güneyinde Necran bölgesinde epey eskiden beri yayg ın bulunan

hıristiyan dinine girdi. Hz. Muhammed, Tanr ı taraf ından elçilikle görevleri-

dirilip halk ı gerçek dine davet etmeğ e ba ş ladığı zaman baz ı Mekkeliler gi-

bi o da islam dinine girdi. Kendisi Mekke'nin ileri gelenlerinden oldu ğun-

dan, itibar ve zenginlik bak ımlanndan aynı derecede olan Ebu Süfyan' ı n

kı z ı Umm ü H a b i be (Remle) ile evli bulunuyordu. Bu s ırada Mek-

keli müşrikler müslümanlara çok eziyet ettiklerinden, rahatça ibadetlerini yapabilmek anaaciyle Hz. Peygamberden, Mekke d ışı nda bir yere gitmek hu-susunda izin istediler. Bu izin kendilerine verildi ğ inden onbir erkek ve dört kad ın olmak üzere Habe ş istan,'a göç ettiler. Bunlar orada, Mekkeli müslü-manlarla mü ş riklerin uyu şup barış t ı kları na dair duyduklar ı yanlış bir haber üzerine Mekke'ye geri döndüler. Geldiklerinde bu haberin asl ı esas ı olmadığı nı anlay ınca bu defa seksen dört erkek yirmi bir kad ı n olmak üze-

147

re yüz dört ki ş ilik bir grup halinde ve ikinci defa Habe ş istan'a göçtüler. İş te M. 616 y ılında yola ç ı kan bu ikinci göçmen gurubu aras ında müslüman

olan kar ı s ı Ümm ü Habib e ile birlikte Ub ey d u 11 a h b.

C a h ş da bulunuyordu. Halk ının hepsi h ıristiyan olan Habe ş başkentinde bir müddet kald ıktan sonra, kar ı sı Tim mü H a-

b ibe' ye "ben bütün dinleri inceledim, h ıristiyanlığı hepsinden

üstün buldum. Daha önce de bu dinde idim, sonra islam dinine

girdim, ş imdi gene hı ristiyanl ığ a dönmek istiyorum" dedi. Ka-

rı s ı onu bu fikrinden vazgeçirmek için çok çal ış t ı ise de muvaffak olamad ı .

U b e y dul 1 a h şaraba çok dü şkündü, h ı ristiyan dinine döndükten son-

ra çok ş arap içmeğ e ba ş lad ı ve Habe ş istan'da öldü. O, islâmiyetten ayr ı l-d ı ktan sonra oradaki islam muhacirlere rastlad ı kça "biz gözümüzü açt ık

siz hala gözlerinizi k ırp ış t ı nyorsunuz, fakat ışığı göremiyorsunuz" der-

miş . U b ey dul 1 a h h ı ristiyan, dinine döndüğü halde Muaviyenin k ı z-

kardeş i ve Ebu Süfyan' ın k ı zı olan kar ı s ı Ü m m ü Habibe islam dininde sebat etmek suretiyle büyük bir alicenapl ı k göstermi ş , Hz. Peygam-ber de onun bu sebat ına ve iyi ahlak ına mükalat olmak üzere sonra ken-disiyle evlemni ş tir.

Ubeydullah' ın Mekke'de kalm ış olan karde ş i Abdullah, diğ er müslü-manlarla birlikte Medine'ye göç etmi ş , orada müş riklerle yap ı lan savaş lar-da büyük yararl ı klar göstermek suretiyle ömrünün sonuna kadar islamiyete hizmet etmi ş tir.

3) Huveyris oğ lu Osman:

Künyesi, Kusay o ğ lu A b d ü 1 u z z a oğlu Ese d oğ lu H u - v e y r i s oğlu Osman' dı r. Burada görüldüğü gibi bu da birkaç ne-sil yukar ı da Hz. Muhammed'in ceddiyle birle şmektedir.

Osman, Hz. H a d i c e ile Veraka'nan amcalar ı oğ ludur. O, Hz. İbrahim'in tebliğ etmi ş olduğ u dini araya araya Bizans imparatorunun ya-nına var ıp (aş ağı yukarı M. 605 y ı lında) h ıristiyan dinine girdi, sarayda itibar gördü, iyi bir mevkie yükseldi. Esasen onun h ı ristiyan dinine giri ş i, mevki h ı rs ından yani parlak bir mevki elde etmek içindi; buna da muvaf-fak oldu. Bir söylentiye göre o, ayn ı hırsla Bizans kayserini yani im-paratorunu, Hicaz bölgesinin zapt ına bile te şvik etmi ş Güya Bizansl ı lar oraları zaptederlerse, ba şkanlığı nı emirliğ ini kendisine vereceklermi ş . Eski zamanlarda oldu ğu gibi bu defa da Bizansl ı lar, Hicaz'a sald ı rmadı lar; bu çöl bölgeye karşı bir harekete geçme ğ e gözleri tutmuyordu; esasen daha sonra da hiç bir zaman Bizansl ı lar Hicaz'a kar şı bir harekete giri şmediler.

148

4) Amr oğ lu Zeyd:

Haniflerin en, önemlisi ve ünlüsü budur. Künyesi: Adi y boyundan N ü f e y 1 oğ lu A m r oğ lu Z e y d' dir.0, daha sağ iken cennetlik ol-

dukları Hz. Peygamber taraf ından müjdelenen on ki ş iden biri olan ve halife

Hz. Ömer' in k ı z karde ş i F a t ı m a ile evlenmi ş bulunan Said'in

babas ı dı r. Böylece Zeyd'in kendisi, halife Ömer b. Hattab' ın amcas ı n ın oğ lu olmuş oluyor. Zeyd, Hz. Peygamberin gençli ğ inde hayatta idi ve Resul-ü Ekrem onunla, konuşmaktan çok ho ş lanard ı .

İ b n - i İ s hak' ın söylediğ in,e göre o, ne yahudili ğ e ne de h ı ris-tiyanlığ a girmedi; böyle olmakla beraber kavminin dininden, ayr ı ldı , put-lara tapmad ı , murdar kan ve putlara kurban edilen hayvanlar ın etlerini yemedi. Kı zlar ı n diri diri gömülmesi âdetlerinin do ğ ru olmadığı nı söyler,

ben Hz. İbrahim'in Tanr ısı na tap ı yorum derdi. Her f ırsatta kavminin be-

nimsediğ i dinin kötiilüklerini yüzlerine vururdu. Hz. E bu B ek ir ' in

kı zı E s m a' dan naklen, Esma'n ı n torunu Urve oğ lu Hiş am, İbn-i İ s-

hak'a ş unları söylemi ş : "Ben N ü f e y 1 oğ lu A m r oğ lu Zeyd'i,

çok ihtiyar bulundu ğ u bir s ırada, s ırt ını Kâbe duvarma dayam ış olduğ u

halde dururken gördüm; o, (Ey Kurey ş liler! Amr oğ lu Zeyd'in can ı elinde bulunan Tanr ı ya and içerim ki benden ba ş ka hiç biriniz Hz. İbrahim'in di-binde değ ilsiniz) dedikten sonra (Ey Tanr ım! Sana ne ş ekilde ibadet edil-mesini istediğ ini bilsem o şekilde ibadet ederdim amma bunu bilmiyorum) diye ilâve edip, sonunda elini yere koyup avucunun içine secde etti." (252).

Zeyd, şairdi. Bize kadar gelen ş iirleri hep, Tanr ı n ın, birliğ ini ifade eder. O kavminin as ı l gerçek dini terketti ğ ini ve bu yüzden onlardan neler çektiğ ine dair bir tak ım beytler söylemi ş tir. Zeyd'in kar ıs ı Hadrami k ı z ı Safiyye daima, Zeyd'in gerçek dini aramak üzere seyahata ç ıkma-

s ı na mâni olur, yolculu ğ a ç ı kacağı n ı n fark ı na vard ı m ı , hemen onun amca-

sı Hattab'a (Hz. Ömer'in babas ı ) haber verir .o da mâni olurdu. Hattâ

Hattab, Kurey ş ten, daha başka kimseleri puta tapmaktan vazgeçirir diye onu Mekke d ışı na ç ıkard ı ve Mekke'ye girmesine mani olmak, onu daima göz hapsinde bulundurmak üzere Mekke'nin ayak tak ım ı n' ona musallat etti. Zeyd onlardan ne zaman bir f ırsat bulursa hemen Mekke'ye girerdi. Geldiğ ini görüderse, Hattab'a haber verirler ve gene eza cefa ederek Mek-ke şehri dışı na ç ıkarırlard ı .

Zeyd, mabedin içinde Kâbeye yöneldi ğ i zaman ş öyle dermi ş : "Ey Tan-r ım! Ibadet ederek, boyun ,eğerek temiz niyetle sana geldim. Hz. I b -

(252) Bak. Ibn-i Hi şam, Sire, e. I, ss. 240 v. d.

149

r a h i m ' in K ı bleye yönelerek ayakta durup s ığı ndığı Tanr ıya ben de sığı nd ım" der, sonra "Ey Tanr ım! Sana kar şı boynum büküktür, üzerime ne yüklersen katlan ı r ı m. Ben, kibiri değ il iyiliğ i ar ıyorum. Güneş altında yürüyen, gölgede uyuyanla bir olmaz" diye ilâve edermi ş .

Sonunda Zeyd, öteki arkada ş lar ı gibi Hz. İbrahim'in tebliğ ettiğ i ger-çek dini aramak üzere yola dü ş tü. H ı ristiyan papaslarla Yahudi haham-ları na sora sora Musul ve Cezire bölgelerine geldi; oralarda gezdikten son-ra Suriye'ye gitti; sonra Belka bölgesinde bir tepede bar ınan bir papas ın yan ına vard ı ki bu papas h ı ristiyanlar ı n en büyük bilgini idi. Ondan, Hz.

İbrahim'in, dini olan hanifliğ i sordu. Papas ona "sen öyle bir din ar ıyorsun ki bu zamanda onu sana bildirecek bir kimseyi bulamazs ın; ancak, ç ı k ı p geldiğ in memlekette ortaya ç ı kacak olan bir peygamberin gelmesi zaman ı yakla ş t ı . Bu peygamber, Hz. Ilo r a h i m ' in dini olan haniflik ile

gönderilecektir. Sen gene o memlekete git, zira bu peygamber bugünlerde

gelecektir; art ı k onun ortaya ç ı kmas ı zaman ı çok yak ı ndır" demi ş . Zeyd,

papas ın söylediklerini duyar duymaz Mekke'ye dönmek üzere çabucak yola

ç ı km ış . Yolda, Lahm kabilesinin yurdunun ortalar ı na vardığı nda bu kabile

halkı kendisine sald ı rıp öldürmü ş ler. Bu haberi duyan V er a k a b.

N e v f e 1, Zeyd'in arkas ı ndan ağ layarak şu ş iiri söylemi ş : "Ey Amr'in

oğ lu! Doğ ru yolu buldun, yükseldin, böylece gürül gürül yanan bir ate ş tand ı rında yanmaktan kurtuldun. Benzeri olm ı yan bir Tanr ıya inand ı n.

Tanr ı diye tap ı lan putlar ı olduklar ı gibi b ı rakt ın, istediğ in dini buldun,

Tanr ı y ı bir tan ımaktan hiç ş aşmadı n,; bunun için sen ş imdi iyi bir yerde

barın ı p orada sayg ı içinde içip eğ lenmektesin. Orada Tanr ını n sevgilisi (Hz.

İbrahim) ile bulu şursun. Sen halk aras ında vurup k ır ı c ı ve cehenneme gi-decek bir adam değ ildin. Eh... İnsan yetmi ş kat yerin alt ı nda da olsa Tan-r ı n ı n rahmeti ona ula şı r".

Zeyd'in oğ lu Said ile amcas ı oğ lu olan, Ömer b. Hattab (R. A.) bir gün Tanrı elçisinin yan ına gelip ona "A m r oğ lu Z ey d ad ı na, kendisini bağış laması için Tanr ı dan af dileyebilir miyiz?" diye sormu ş lar. Tanrı el-

çisi de onlara "Evet, dileyebilirsiniz; çünkü o, kendi bas ı na doğ ru bir dine inanmış olarak ha ş rolunacakt ı r" buyurmu ş tur (253).

Arap yar ımadas ında bu dört haniften ba şka, daha bir çok, tek Tanr ı ya inanan kimseler yaş amış t ır ki bunlar da Tanr ı y ı bir bilir ve k ı yamet gününe inan ırlard ı . Hani f 1 e r kadar me şhur olan bu ş ahsiyetler şunlardır:

(253) Bak. ayn ı eser, c. I, ss. 237 v.d.

150

5) Side oğ lu Kus:

Bu zat, Maad kabilesinin bir kolu olan İ yad boyunun ileri gelenlerin-dendir. Ş air ve doğ ru görü ş lü bir zatt ı . Konuşmas ı gayet dokunakl ı ve hik-metli idi. Kendisinin bir ara h ı ristiyan dinine girdiğ i söylenmekte ise de ge-rek ş iirlerine gerekse hutbelerine bakt ığı m ı zda bunun pek doğ ru olm ı ya-cağı görülmektedir. Mesela o, Tanr ını n s ıfatlar ı ve zat ı hakk ı nda: "Ulu Tanrı , kendisine ibadet edilecek biricik Tanr ı d ı r. Doğmamış ve doğ urmam ış -t ı r. O, yarat ı klar' yaratt ı ve yollad ı ; yar ın gene ona geri dönülecektir" derdi. Hutbeyi yüksek bir yerde okuma ve hutbe okurken bir k ı lınca veya bir değneğ e dayanma adetlerinin, Kus'tan kald ığı söylenir .

O, Tanr ının birliğ ine, öldükten sonra tekrar dirilme ğ e, âhiret günün-

de hesap sorulacağı na inan ı rd ı ; filozofça sözleri de pek çoktur. Bilhassa uzun süren ömrünün sonlar ı nda çok vaaz ve nasihatlerde bulunmu ş tur. Öl-dükten sonra dirilmek ve k ı yamet günü hakk ı nda bir ş iirinde ş öyle söy-lüyor: "Ey ölüye ağ layan kimse! Ölüler mezarlar ında yat ıyorlar. Ustlerinde kendi mallar ı ndan olarak yaln ı z bir kefen parças ı vard ı r. Onları kendi hal-lerine b ırak uyusunlar; zira bir gün gelecek ki o gün ça ğ r ı lacaklar; onlar da uykudan uyan ı r gibi uyan ıp evvelce nas ı l yarat ı lmış larsa gene öyle yarat ı l ı p çağ rı lan yere gidecekler. Onlar ın bir k ı sm ı ç ıplak bir k ı sm ı giyinik olarak gelecekler. Giyinik olanlar da bir k ı smı yeni elbiseler, bir k ısmı eski elbiseler giymi ş durumda olacaklar".

K u s b. Said e, çok ihtiyar bulunduğ u bir s ı rada Ukkaz pana-

y ı rı nda alaca bir deve (cemel-i evrak) üstüne binmi ş olduğu halde bütün

arap ileri gelenlerinin de haz ı r bulunduğu bir toplulukta bir hutbe oku-

muş tur ki son derece önemli ve ibret al ınacak mahiyette olan, kendisinin

ta şı dığı yüksek ve doğ ru fikirleri ifade eden bu hutbenin özeti zamannn ı za

kadar gelmi ş tir. Kus, o hutbesini söylediğ i sı rada orada haz ı r bulunanlar

aras ında Hz. Muhammed de bulunuyordu, fakat daha kendisine

peygamberlik verilmemi ş ti. Hz. Peygamber onun bu hutbesini çok be ğ en-

miş ti; hattâ "Tanr ı Kus'u yarlığ as ın; o, ayr ı bir ümmet olarak ha ş roluna-

cakt ı r" buyurduğu söylenir.

Tanrı y ı bir tan ımakta onun fikirlerine uyanlar da vard ı . İyad kabile-

sinin başkan ı olan Abdull a h oğ lu C a r u d, kabilesinin di ğ er

baz ı ileri gelenleriyle birlikte islam dinine girdi ğ i gün, Hz. Muham-

m e d ' in huzurunda Kus hakk ında bilgi verdiğ i s ı rada "Ben onun izinde gider bilgi ve irfan ını talebederim" diyerek ona uydu ğunu ifade etmi ş ti. Orada Resul-il Ekrem, Saide o ğ lu Kus'un Ukkaz panay ı rı ndaki hutbesinden söz açarak "O hutbeyi ş imdi tamamen hat ı r ında tutan ın bulunacağı nı san-

151

marn" buyurmu ş , Hz. Ebu B eki r, tamamen hat ırında olduğunu

söyleyip okumu ştur. İyad kabilesi başkanı Carud'un, orada bulunan arka 7

daş lanndan biri de Kus'un ba ş ka bir ş iirini okudu ki o ş iirde, Mekke'de,

Haş im oğulları aras ından bir peygamberin ortaya ç ıkacağı ifade ediliyordu.

Yukarıda, K u s ' un Ukkaz panay ı rı nda okuduğ unu söylediğ imiz

meş hur hutbenin bize kadar gelen özeti şudur:

"Ey ahali! Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret al ı nı z. Ya şı yan ölür,

ölen fani olur. Olacak olur, ya ğmur yağar, otlar biter, çocuklar do ğ ar,

analar ının babalar ı n ın, yerini tutar sonra hepsi yok olup gider: Olaylar ın

ard ı aras ı kesilmez, hep birbirini kovalar. Kulak veriniz, dikkat ediniz, gök-te haber var, yerde ibret alacak şeyler var. Yer yüzü bir kar ış elvan, gök

yüzü bir yüksek tavan. Y ı ld ı zlar yürür denizler durur, gelen kalmaz, gi-den gelmez; acaba vard ıklar ı yerden memnunlar m ı da kal ıyorlar? Yoksa

orada b ı rak ı l ı p da uykuya m ı dahyorlar. And içerim Tanr ı n ın kat ı nda bir

din vard ı r ki o, ş imdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir. Tann ınn' bir

gelecek elçisi vard ı r ki gelmesi pek yak ı n oldu, gölgesi ba şı nı z ın üstüne geldi. Ne mutlu o kimseye ki ona uyar o da, kendisine do ğ ru yolu gösterir. Yaz ık o kara bahtl ıya ki ona isyan ve muhalefet eder. Yaz ıklar olsun

ömürleri gaflet içinde geçen ümmetlere. Ey topluluk! Nerede babalar ı n ı z, dedeleriniz? Nerede süslü saraylar

ve ta ş tan yap ı lar yapan Ad ve Semud kavmi? Hani dünya varl ı -ğı na mağ rur olup da kavmine (ben sizin en büyük Tannn ı zım) diyen Fir'a-vun ile Nemrud? Onlar size nisbetle daha zengin, kuvvet ve kudret bak ımın-dan sizden daha art ı k durumda de ğ il miydiler? Bu dünya, değ irmeninde onları öğüttü, toz etti, da ğı tt ı ; kemikleri bile çürüyüp da ğı ldı ; evleri y ıkı -l ıp ı ss ız kaldı . Yerlerini yurtlar ı n ı ş imdi köpekler ş enlendiriyor. Sak ın on-lar gibi gaflet etmeyip, onlar ı n gittiğ i yola gitmeyin. Her şey yok olacak-t ı r; kalacak olan, ancak ulu Tannd ır ki birdir, benzeri ve orta ğı yoktur. Tap ı lacak ancak O'dur. Do ğmamış ve doğ urmamış t ı r. Önce gelip geçen-lerde bizim için ibret al ı nacak çok ş eyler vard ı r. Ölüm ı rmağı n ın girecek yerleri var amma ç ı kacak yeri yoktur. Büyük küçük hep göçüp gidiyor, giden geri gelmiyor. Anlad ım ki herkese olan bana da olacakt ır."

K u s b. S âid e, güne ş i tasvir eden bir ş iirinde ş öyle söylüyor: "Bakaaya engel olan, güne ş in dönmesi ve her gün ba şka yerlerden do ğma-s ı dır. Güne ş in, göğün ortas ı nda gezisi, ölümün bedende dola şışı gibidir."

K u s b. S â i d e' nin hakimane sözleri de çoktur. O, Suriye'ye gider gelir, orada valilerle ve ileri gelerderle, hatta. söylentiye göre Bizans kı ral ı ile görüşürdü. Bir gün Bizans hükümdar ı ile Kus aras ında ş u ş ekilde bir konu şma olmuş :

152

Hükümdar — Bilimin en iyisi hangisidir? Kus İnsan ın kendi nefsini bilmesidir. Hükümdar — Akl ın, en iyisi hangisidir? • Kus — İnsan ı n, bilgisinin dışı na ç ı kmaması dır. Hükümdar — Edebin en iyisi hangisidir? Kus — İnsan ı n yüz akl ığı nı korumas ı dır. Hükümdar — Mürüvvetin en iyisi hangisidir? Kus — İnsan ı n, verdiğ i sözden dönmeğ e daha az hevesli olma-

sı dır. Hükümdar — Mal ı n en iyisi hangisidir? Kus — Bir hakk ı n yerine getirilmesini sağ layanı dı r.

6) Ebu's-Salt oğ lu umeyye:

Hicaz'da Tannn ın birliğ ine inanan kimselerden biri de Ümeyye b. Ebi's-Salt'd ı r. Ümeyye Hz. Muhammed zaman ında hayatta idi. Aslen Mek-

keli ise de Sakif kabilesinin yerle şmiş olduğu Taif şehrinde doğmuş tur. O

da K u s b. S â i d e gibi İyad kabilesindendir. Vmeyye'nin as ı l ad ı Ebu Rebia oğ lu Abdullah'd ı r. Ümeyye, ibadetle ş öhret kazanm ış , zinay ı haram bilmi ş , 'yata tap ı c ı l ığı reddetmi ş ince ruhlu bir ş airdi; babas ı da ş airdi. Vmeyye'nin baz ı ş iirleri bize kadar gelmi ş tir. O, mukaddes kitaplar ı okumuş , yahudilik ve h ı ristiyanl ık fikirlerine â ş ina idi.

Z u Y e z e n oğ lu S e y f' in, M. 572 y ı llar ında Yemen hüküme-tini tekrar ele geçirip hükümdar olmas ı üzerine Kurey ş kabilesi taraf ı ndan mebus olarak Yemen'e gidip ona, tebriki terennüm eden, kasideler takdim etmiş ti. Siirlerinde yahudi ve h ı ristiyan dininin müş terek esaslar ından alınma dini hususlar göze çarpar. Kur'an- ı Kerim'in, 64. süresinde k ı yamet günü hakk ı nda kullan ı lan "yevm üt - tegabun" tâbirini ilk defa siirlerinde

kullanan odur. "bi's-me ke'llahümme" tâbirini de o bulmu ş tur ki bu tâbiri

Mekke ahalisi kabul edip, yazd ıklar ı yaz ı ları n başı nda kullanmağ a baş ladı -

lar.

Um eyy e, peygamberli ğ e hevesli idi. Perilerle ilgisi oldu ğu söyle-

nir. Tanr ın ın birliğ ine, sevab ve cezaya, cennete, cehenneme dair pek çok

ş iirler söylemiştir. O, ilâhiyata ait bir ş iirinde şöyle söylüyor: "Kendine bir destek edinmeyen ve kullar ın ı bir takdir üzerine yaratan

Tanrı ya hamdolsun. Onun kudretine boyun e ğ enler aras ında, şükretmek

için benim de yüzüm ve bütün vücudüm secde eder". Bir ba şka ilâhisinde: "Tanr ımı zı n varl ığı na olan deliller apaç ı kt ır. Bu

delilleri ancak bir kâfir inkâr eder. Gece ve gündüz yarat ı lmış tır. Bunları n

153

her birinin süresi birbirinden ayr ı olarak belirtilmi ş ve s ı n ı rland ı r ı lm ı stı r. Yüce Tanr ı , ışığı her tarafa saç ı lmış bir güne ş ile gündüzü ayd ınlat ı r. K ı - yamet gününde Tanr ı n ın katı nda haniflik dininden ba ş ka her din bo ş tur."

Vnı e y y e, bir âhir zaman, peygamberinin gönderilece ğ ini biliyordu; fakat o bu şerefin kendisine ait olaca ğı fikrinde idi. Hz. Muhammed islâm dininin, hükümlerini halka duyurmağ a ba ş lad ığı nda Ümeyye, onun dâ-vas ının as ı ls ız olduğ una inand ığı ndan değ il, belki, kendisine rakip sayd ığı n-dan ona muhalefet ederek o ğullariyle birlikte Yemen'e gitti ve sonra Taire

döndü. O, daima bir peygamberin lüzumundan bahsederdi. Bir peygambere kat'i ihtiyaç oldu ğ unu şu beyitlerinde ifade etmektedir : ,'Aram ı zdan bir pey-

gamber ç ık ıp da bize, ya ş ay ı p ölüş ten sonras ı hakk ında haber yerse. Baba-larım ı z bizi büyütüp yeti ş tirmekte iken öldüler; biz de çocuklar ım ı z ı yetiş -

tirmekte iken öleceğ iz; daha sonra geleceklerin de, daha önce gidenlerin ar-kalar ından gideceklerini biliyoruz; amma bu bilmenin bize hiç bir faydas ı yoktur". Bu sözlere ra ğmen Ümeyye, Hz. Peygambere dil uzat ı r, onu mü-

teessir ederdi.

Ümeyye, ölüp tekrar dirilme (ba's-ü ba'd el-mevt) hakk ı nda ş öyle söy-lüyor: "Geçmi ş olaylarda bir ibret görüyor musun? Ey kalbim! Kötülük-leri b ı rak, kör olma, yolunu şa şı rma, ölümü ve öldükten sonra tekrar diril-meyi hat ı rından ç ı karma (ondan daima kork). Gelmi ş ve geçmi ş zaman ı n aldattığı kimselerden olma, çünkü sen, üzerinde ya şı yan imanlar ı aldat-makta olan bir dünyadas ı n. Bu dünyada (senin, için) kalbi kinle yan ıp tu-tuş an bir dü şman vard ır."

Ü m e y y e, müslümanlarla mü ş rik Mekkeliler aras ında cereyan eden Bedir sava şı s ırasında Ş am'da bulunuyordu. Dönü şünde, Kureyş ölülerinin at ı ldığı kuyuyu, bilhassa day ı sını n çocuklar ı U t b e ile Ş eybe' nin gömüldükleri yerleri kendisine gösterdikleri zaman "E ğ er Muhammed ger-çek Peygamber olsayd ı akrabalar ın ı öldürmezdi" demi ş ve Bedir sava şı nda ölen Kurey ş liler için bir mersiye söylemi şti. Bu kasidenin, halk ın fikirleri üzerinde kötü tesir etmemesi için aç ı ktan açığ a okunmas ı Hz. Peygamber taraf ı ndan yasak edilmi ş ti. Ümeyye, bu kasidenin baz ı beyitlerinde şöyle demektedir: "Övgülere lâyik asiller o ğ lu asiller için, sallanan ağ aç dallar ı n-da ağ lıyan güvercinler gibi a ğ lamaz m ı sı n? O güvercinler kendileri gibi ağ lay ı p s ı zlayan yasc ı kad ınlar (nâyihalar) gibi rüzgârla birlikte boyun-ları bükük s ı cak göz ya şı dökerler. Bu asil kimselerin arkalar ı ndan ağ l ı -yan, gerçek üzüntü içinde a ğ lam ı s olur. Onlar ı öven herkes de gerçek övgü söylemiş olur. Bedr ve dolaylar ında, genç, ihtiyar, güler yüzlü merd ve ce-sur kimselerden ölen sava şçı lar kimlerdir? Benim gördüklerimi görmüyor musunuz? Gözü kör olm ı yan herkes Mekke ovas ını n değ iş tiğ ini aç ı kça gö

154

rür. Bu ova ş imdi bom-bo ş kalm ış t ı r". nm e y ye' nin erkek evlat olarak dört o ğ lu vard ı ; adlar ı : A m r,

R ebi a, Ve hb ve Kas ı m' d ı r. O, bunlardan birine giicenerek şu ş iirleri söylemi ş tir: "Sen küçük iken seni besledim. Delikanl ı olunca idareni temin ettim; öyle ki sana vermi ş olduğum çe ş itli nimetlerden istediğ in kadar zevk ald ı n... Bir gece rahats ı z olursan., senin eleminle tees-sür duyar ım; sabaha kadar uykusuz kal ı r, yatakta (sa ğ a sola) döner du-

rurum. Sanki 6 rahats ızlık sana değ il de bana gelmi ş gibi göz ya ş ları dö-

kerim... Ölümün, kararla şmış ve vakti belli olduğunu bildiğ im halde, sana

dokunmas ı n diye ondan korkar ve daima gekinixim... Vakta ki sen, olgunluk

çağı na geldin ve senden o ya ş ta umduğum gayeye yeti ş tin, sert ve kaba

muamelelerle mükâfat ım ı verdin. Sanki velinimet olan, lütuflarda bulunan

sendin".

'em ey ye b. Ebi's-S al t, islamiyete girmek kendisine na-sip olmadan, a ş ağı yukarı M. 624 y ı l ı nda öldü. Ümeyye ölüm dö ş eğ inde iken şu beytleri söylemi ş : "Ne kadar uzarsa uzas ın, her hayat, sonunda bitip gidecektir. Hakikatleri ö ğ renmeden ke şke dağ ba ş lar ı nda geyikler aras ın-da hayvan gibi yaşasayd ım. Ölümü daima göz önünde bulundur. Zaman ın saldı r ı s ı ndan çekin; çünkü zaman ı n bir sald ı r ı s ı vard ı r".

Hz. Peygamber, Ü m ey y e' nin ş iirlerini beğ enirse de kalbini tak-bih ederdi. O, Ümeyye hakk ı nda "Ümeyye islamiyeti kabul etmeye yak ın-dı ", "Ümeyye'nin ş iiri mü'min, kalbi kafirdir" buyururdu.

Baz ı tefsir bilginlerinin dediklerine göre, A.' 'raf süresinin 174 - 175.

âyetleri, Ümeyye hakk ı nda nazil olmu ş tur.Bu ayetlerde Tanr ı ş öyle buyu-

ruyor: "Yahudi kavmine o adam ın durumunu anlat ki, ona delillerimizi

bildirdik; fakat o, küfür ve inad ı sebebiyle onlar ı kabul etmedi. Ş eytan da

onu kendisine uydurmakla (o) as İ lerden, oldu. Eğer isteseydik onu, bu delillerimiz sebebiyle iyi adamlar derecesine yüceltirdik; fakat kendisi aş ağı da kalmay ı seçti ve kendi havas ına uydu. Onun durumu, t ıpk ı köpe-

ğ in durumu gibidir. Köpeğ i kovalasan da kendi haline b ı raksan da dilini ç ı karı p solur. O da böyledir ; vaaz ve tehdid etsen de etmesen de uyan ı k ol-maz. İş te bizim delillerimizi inkar edenlerin hali böyledir. Bu hikâyeyi on-lara anlat, belki dü şünürler".

155

GENEL B İ BL İ YO Ğ RAFYA

Ahmed Naim; Sahih-i Buhari (Tecrid-i Sarih Tercürnesi), İ stanbul, 1928.

Ali Cevad; Tarih ül-Arab Kabl el- İslam, Bağdat, 1951, 1-2 cilt.

Brockelmann, C, : İ slâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, Ne ş 'et Çağ a-

tay ter. Ankara, 1954. Champdor, Albert; Les Ruines de Paimyre, VI. ed. 1953. Christensea, Arthur; L' İ ran Sous Les Sassanides, Copenhague, 2, ed.

1944. Diehl, Charles; Bizans imparatorlu ğu Tarihi, Tevfik B ıy ı kl ı oğ lu ter.

İ stanbul, 1937.

Din Yolu (dergisi), Ankara, 1956. s. 14 v. d. Doughti, charles M.; Arabia Deserta, Paris, 1949. (textes choisis

par Edward Garnett et traduits par jacques Marty)

Dozy, R.; Tarih-i İslâmiyet, Abdullah Cevdet (Karl ı dağ ) ter. M ı s ı r, ictihat Matbaas ı , 1908 - 1909. 1-2 cilt.

Ebül-Fida, İmadeddin İ smail, el-Muhtasar fi Tarih al-Be ş er, Mıs ır, 1325 h. 1-4 cilt.

Encyclopaedia Britannica, London, 1953, 1-24 cilt. Encyclopedie de L' İslame, Leyde-Paris, 1913 - 1934, 1-4 cilt.

Eyub Sabri (paş a) ; Mir'at- ı Mekke, Kostantaniyye, 1301.

Eyub Sabri (pa ş a) ; Mir'at- ı Medine, Kostantaniyye, 1304. Eyub Sabri (pa şa) ; Mir' at- ı Caziret ül-Arab, Kostantaniyye, 1306. Ezraki, Ebi'l-Velid Muhammed b. Abdullah b. Ahmed; Ahbar- ı Mek-

ke, Mekke, 1352 - 1357, 1-2 cilt. Felsefi, Nasrullah; He ş t Makale, Tahran, 1330 h. ş . (M. 1952). Feyyaz, Ali Ekber; Tarih-i İslâm, Tahran, 1327 h. ş . (M.1949).

Firüzabadi, Ebu Tahir Muhammed; Kamus. Mütercim As ım efendi ter. İstanbul, 1304 - 1305. 1-4 cilt.

Guidi. İgn.; L'Arabie Anteislamique, Paris, 1921. Günaltay, M. Ş emseddin; İslam Tarihi, İstanbul, 1338 - 1341. Günaltay, M. Ş emseddin; Kabl el- İslâm Araplarda ictimai Aile, Da-

rülfünun İ lâhiyat Fakültesi Mecmuas ı , y ı l I, s. 4, İ stanbul, 1926.

156

Günaltay, M. Ş emseddin; Yak ı n Ş ark, Ankara, 1937. Hamdullah Müstevfi Kazvini; Nüzhet ül-Kulûb, Iran, Tahran, Kitap-

hanei Milli, numaras ız yazma nusha. Hemdani, Ebi Muhammed el-Hasan b. Ahmed b. Yakub; el- İklil min

Ahbar el-Yemen ve Ensab ı - H ımyer, Muhibbüddin el-Hatib ne şri, Kahire, 1368. X. kitab.

Hemdani, Ebi Muhammed el-Hasen b. Ahmed b. Yakub b. Yusuf b. Davud; el-İklil, Bağdat, 1931, VIII. cilt.

Hemdani, Ebi Muhammed el-Hasan b. Ahmed b. Yakub; Kitabu S ıfat' ı Ceziret'il-Arab, M ı s ı r, 1953.

Heyd, W.: Histoire du Commerce du Levant au Moyen-âge, Leipzig 1923, 1-2 cilt.

Homo, L6on; L'Empire Romain, Paris, 1925. Hondmir, Gı yasüddin b. Hümamüddin el-Hüseyni; Tarih-u Habib üs-

Siyer fi Ahbar-u Efrad- ı Beşer, Tahran, 1333 h. ş . (M. 1955), 1-4 cilt. İbn-i Abdülber, Ebi Ömer Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdül-

ber b. As ım al- Nemri al-Kurtubi; al- İ stiab, M ı s ı r, 1939, 1-4 cilt. İbn-i Bututa; Seyahatnamei İbn-i Bututa, Mehmet Ş erif (Çavdaro ğ lu)

ter. 1-2 cilt. İ stanbul 1333 - 1335, Ebu Davud Süleyman b. Hasen el-Endelüsi; Tabkat

ül-Et ıbba vel-Hüke ınâ, Fuad Seyyid Ne ş ri, Kahire, 1955.

İbn-i Hacer al-Askalâni, Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Muhammed

al-Kindi al-Askalâni; al- İ sabe, Mı sı r, 1939, 1-4 cilt.

İbn-i Haldun, Ebu Zeyd Veliyüddin Abdurrahman; Mukaddime, Meh-met Pirl Zade tercümesi, 1-3 cilt, İ stanbul, 1275 - 127T.

İbn-i Hişam, Ebu Muhammed Abdülmelik b. Hişam Nahvi; Siret ün-

Nebeviye, 1-4 cilt, Kahire, 1936. İbn-i Kelbl, Ebi'l-Münzür Hi ş am b. Muhammed b. es-Saib el-Kelbl;

Kitab ül-Asnam, Ahmed Zeki Paş a neş ri, Kahire, 1914. İbn-i Kuteybe, Ebu Muhammed b. Abdullah b Müslim b. Müslim b.

Kuteybe; el-Meysir vel-K ı dâh, Kahire, 1342. Ibrı ül-Esir, İzzeddin Ebil-Hasan Ali b. Muhammed b. Muhammed,

al-Lubab fi Tezhib il-Ensab, Kahire, 1356 - 1369, 1-3 cilt. İbn ül-Esir; al-Kâmil fi't-Tarih, M ı s ı r, 1-9 cilt. Dime şki neş ri. Inan, Afet; Eski Ml ı s ı r Tarihi ve Medeniyeti, Ankara, 1956. İ slâm Ansiklopedisi, 1941 de ne ş r edilmeğe baş lamış olup hâlâ tamam-

lanmamış tır. Caetani, Leon; İ slâm Tarihi, Hüseyin Cahid (Yalç ı n) ter. 1-10 cilt,

İstanbul, 1924 - 1927. Kitab- ı Mukaddes (Tevrat ve Incil), Istanbul, 1949.

157

Kur'an- ı Kerim, Kay ış Zade Haf ı z Osman hatt ı ndan basma, Istanbul. ,

1368. Lammens, P. II.; Citk Arabe de Taif ğ la Veille de l'Hkgire, Beyrouth,

1922.

Lammens, P. H. ; La Mkque a. La Veille de l'Il6gire, Beyrouth, 1924. Larousse. de )0( eme Sikle, 1-6 cilt, Paris, 1950. Le Bon, Gustave; La Civilisation des Arabes. Paris, 1884.

Mahle, Albert; Tarih-i Milel-i Ş ark ve Yunan, Abdülhüseyn Hejir ta- rafından farsçaya yap ı lan tercüme, 2. bask ı , Tahran, 1332 `-ı . ş . (M. 1954).

Mahmud Es'ad, Seydişehri; Ta,rih-i Din-i Islam, I, Medhal, Der-i Saa- det, 1327 - 1329.

Mazah&i, Aly; La vie Quotidienne des Musulmans au Moyen Age, Paris, 1951.

Mehmet Fehmi;Tarih-i Edebiyat- ı Arabiye, İ stanbul, 1917. Mehrin, Abbas Şusteri; Hatem ün-Nebiyyin, Tahran, 1324 h. ş . (M.

1945).

Muhammedi, Muhammed; Ferheng-i irani, Tahran, 1323 h. ş . (M. 1945).

Mirhond, Muhammed b. Havend ş ah Herevi; Revzat üs-Safa, Leknov,

1914, 5. tabi!. 1-7 cilt. Müneccim Ba şı , Dervi ş Ahmed; Sahayif ül-Ahbar, 1-3 cilt, İ stanbul,

1285.

Nafi', Muhammed Mebrûk; Asr-a ma Kabl el-islüm, ikinci bask ı , Mı -

s ır, 1952. Ömer Hayyam; Nev3-uzname, Mücteba Minovi ne ş ri, Tahran, 1933.

Özer, Yusuf Ziya; M ı s ı r Tarihi, Ankara, 1939. Pirenne, Henri; La Civilisation Occidentale au Moyen Age, Paris,

1941.

Pirenne, Jacque; Les Grands Courants de l'Histoire Universelle, Neu-

ehatel, 4. ed. tome. 1-4, 1947.

Religion in Geschichte und Gegenwart. Starcky, Jean; Palmyre, Paris, 1952. Taberi; Tarih ül-Umem vel-Mülük, (Milletler ve Hükümdarlar Tari-

hi), Z. K. Ugan ter. Ankara, 1955.

Taberi, Tarih-i Taberi (çok eski bir farsça tercümesi), yazma, Tah-ran, Kitaphanei Meclis-i Şuray-i Millî, No. 231.

Taberi, Tarih-i Taberi, Tahran, Kitaphanei Milli numaras ız bir yazma

nusha.

158

Tarih-i Sistan (yazar ı belli değ il), Tahran, 1314 h. ş . (M. 1935).

Taşköprü Zade Ahmed efendi; Mevzuat ül-Ulüm, Der-i Saadet, 1313. Ahmed Cevdet ne ş ri, 1-2 cilt.

Valudi Muhammed; Fütuh ü ş -Ş am, M ı sır, 1373 h. 1-2 cilt. Velfenson, İsrail; Tarih al-Lügat al-Samiyye, M ı sı r, 1929. Wilber, Donald N.; Iran, Past and Present, Princeton, 1950. Yakut-u Hamavl, Ş ahabüddin Ebi Abdullah Yakut b. Abdullah al-Ha-

mavi al-Rumi al-Ba ğdadi; Kitab-u Mu'cem ül-Büldan, 1-8 cilt, M ı sı r, 1323- 1906.

Zeydan, Curci; el-Arab Kabl el- İ slam, 3. bask ı , Kahire, 1939. Zeydan, Curci; Medeniyet-i islâmiye Tarihi, Zeki Me ğ amiz tercümesi,

1-5 cilt, İstanbul, 1328 - 1330.

159

GENEL İ NDEKS

A

Abbad (Kalemmes'in oğ lu): 102 Abbas b. Abd'ul-Muttalib, 90, 105,

107, 140. Abbasiler, 60, 113, 117: Abbas Ş usteri Mehrin: 4. Abdukusay (Kusay' ı n oğ lu) : 79. Abdullah Abd ül-Muttalib'in oğ -

lu): 82. Abdullah (Ubey b. Ebi Selul) : 86. Abdullah b. Cüd'an: 119, 142, 143. Abdullah b. Zübeyr b. Avvam:

111. Abdulmuttalib: 19, 79, 81, 82, 90,

115. Abdul'uzza b. Abdulmuttalib: 80. Abdüddar (Kusey'in oğ lu) : 79,

80, 105. Abdümenaf (Ha ş im'in oğ lu) : 80,

81. Abdümenaf (Kusey'in oğ lu) : 79,

105, 107, 141. Abdüleşhel oğullar ı : 121. Abdüluzza (Kusey'in o ğ lu): 79,

80, 109. Abdüşems (Kusey'in o ğ lu Abdu-

menaf oğ lu) 80, 105, 106, 141. Acada ğı (Tay kabilesi yak ının-

da): 96. Âd (kaymi) : 7, 33, 71, 152. Adadnarari II (Asur kral ı ): 5. Adem (Peygamber): 2. Aden (bölge) : 15, 27, 28, 143. Adiy b. Zeyd: 62. Adiy oğulları (Kurey ş 'in bir ko-

lu) : 75, 80, 109. Adiy oğ lu Amr (Hire hükümda-

n): 56, 63.

Adnan ( İsmail Peygamberin to-runlar ından) : 1, 8, 70, 76, 119, 139.

Adulis (yer ad ı ): 15. Advan kabilesi: 1, 76, 78, 104. Afrika: 2. Agade ( ş ehir) : 4. Agliböl (Aglibolus,tanr ı ) : 39, 47. Ahlaf: 80. Ahmed (Abdullah o ğ lu, Haruner-

Reş id devri mütercimi) : 145. Ahsâ: 140. Ahsef: 115. Akabe biat ı : 85. Akabe körfezi: 9, 10, 28, 37, 123,

128, 140. Akad: 3, 4. Akameniş ler devri: 5, 35. Akdeniz: 5, 11, 22, 25, 26, 27. Akk kabilesi: 53. Akil ül-Murar (Kinde hilkümdarı

Hucr'un lakab ı ): 66. Aksumlular: 13, 14, 15, 17. Aksum Ş ehri: 17. Alamoyndaros Osakkikes: 65. Ali b. Ebi Talib 96, 140. Ali Cevad, 3. Al-! İmran suresi: 73. Ali Mazaheri: 22. Al-i Münazere (Bk. Lahmiler):

55. Al-! Safvan (Beni Saad' ı n baba-

ları ): 76. Almâku-lıft (put): 31. Altun Oluk: 112. Am,alika: 3, 7, 9, 33, 71, 75, 83,

111.

160

Amerika: 26. Amile kabilesi: 51, 55. Amino (Veheb'in kızı ): 82, 83. Amir boyu: 80, 104. Amir saray ı : 29. Anam (put): 31. Amman (Philadelphia): 50. Ammare b. Velid (IVIahzumi) :

118. Ammar b. Yasir: 120. Animunit (tanr ı ça): 4. Amr: 61, 63, 66, 67, 75, 80, 83,

94. Amrafel: 4, 71. Amr b. Amir: 51, 52. Amr b. As: 28, 109, 118, 141. Amr b. Luhay: 75, 94. Amr oğ lu Sa'lebe: 74. Amr b. Umru ul Kays (Hire Hü-

kümdarı ) : 60. Amr Mezikiya: 51. Amurru, Amurrulular: 4, 7, 38. Anadolu: 35, 41, 43, 50, 134, 136,

141. Anastas (Bizans Hükümdar ı ) :

57. Anbar Ş ehri: 128. Anbay (put) : 31. Ankara (Ancyr): 43, 68, 69. Anoşervan- ı adil (Husrev I): 19. Antakya: 48, 50. Antigonos: 35, 36. Antiyohos Epifanes (Suriye hü-

kümdarı ) : 36. Antiyoküs (Antiochus) : 44, 45. Antuvan (Antoin) : 39. Apse (Apsee): 44.

Aramca: 35, 36, 46, 55. Arami, Araml ı • 7, 9, 34, 35, 46, 52,

138 . Arafat: 76, 102, 105. Aribi: 7. Ariş : (Rhinocolure), 49. Arim seddi: 12. Arkadiyus: 45. Arso (tanr ı ): 47. As b. \Mil: 135. Asi nehri (Oront): 43. Asurbanipal II: 5, 35. Asur: 1, 3-8. Asur - Ballit: 6. Asur Krall ığı : 11, 24, 29. Asurlular: 27, 34, 38. Asya: 17, 33. Aş era (put): 31. Aş tar (put) : 31. Atenedor (Bk. Vehb el-Lat): 46. Atlas Okyanusu: 26. Avf (Mürre o ğ lu): 78. Avf (Kalemnes'in torunlar ından

tlineyye oğ lu) : 102. Avgust (unvan): 41, 43. Avrupa: 17. Aylan (Advan b. Amr b. Kays nğ -

lu): 76. Ayn- ı Uba (Savaşı ) : 54. Azadbeh ( İran' ın Hire valisi):

60 . Azer (Bk. Terah. Hz. İbrahimin

babas ı ): 4, 71. Azerbaycan: 21. Aziz Lat (tanr ı ): 31. Azizo (tanr ı ) : 47.

Baalşamin (tanr ı ve tap ınak) • 40, 47, 48.

Bağdat: 3, 48. Babil: 1, 4, 5, 6-9, 31, 71, 72. Babilliler: 131-133 Babilce: 71. Babilonya: 5, 6, 47.

Babi mezhebi: 114. Bahire: 126. Bahreyn: 20, 22, 65, 69, 100, 128,

140, 143. Bahreyn adalar ı : 49. Bakara Suresi: 73. Bak ı ' mezarl ığı : 84.

İsltundan Önce Arab Tarihi F: 11 161

Barbarikum (Barbaricum): 50. BartW ıny: 39. Bas 7rabbai (unvan): 46. Basra: 50. Basra Körfezi: 6, 17, 27, 28, 34,

50, 128; 139, 140. Batlamyos: 8, 53. Batn- ı Ak ıy1 (Necidde bir yer):

66. Batn- ı Mer (yer ad ı ): 78. Bazan (Iran valisi): 20. Bazileun (unvan): 54. Bedir: 140, 142. Bedir sava şı : 118, 128. Becile (kabile) : 51. Behra (kabile): 51. Beliy (kabile): 51. Behram Çoban: 63. Bekr (kabile): 59, 66-68, 74, 77,

97, 142, 143. Bel (tanr ı ): 39, 40, 47, 48. Belka: 53, 75. Belhammon (tanr ı ): 47. Belkis (Seba Melikesi): 11, 13. Bel-sar-utsur (Baltazar): 5. Beltis (tanr ı ) : 47. Beni Amir: 59. Beni Ecmad: 21. Ben Esed: 67-69, 109. Beni Gatafan: 67 . Beni Hanife: 99. Beni Harise: 85. Beni Huzae: 76. Beni Huzeyl: 21.

Beni Kelb: 67. Beni Leheb: 132. Beni Müdlic: 132. Beni 1VLahzum: 142. Beni Rebia: 68. Beni Saad: 76. Beni Sakif: 134, 138, 140. Beni Seleme (yer ad ı ): 85. Beni Ş ebip: 21. Beni Ş eyban: 58. Beni Ş eybe: 115. Beni Ubeyde dağ lar ı : 85. Beni Umame: 98. Beni Umeyye: 141. 142. Benjamin de Tudele (haham):

38. Berenis (W,renice): 48, 49: Besl (sava ş edilmeyen 8 ay): 100. Beyhaki: 85. Beyt-i haram: 73. Bezci ( şehir) : 56. Bilâ1 Habesi: 120. Biş r b. Abdülmelik Kindi: 128. Bitinya: 43 . Bizans: 34, 53, 57, 68, 69, 101,

139, 148. Bizansl ı lar: 17, 28, 54, 55. Böl (tanrı ) • 47. Basra (Bostra, Gassanilerin ba ş

ş ehri) : 54, 100, 136, 139, 143. Bosra takvimi: 63. Brakş ( ş ehir): 8. Bubasti (M ı s ı rda bir şehir): 25. Büyük sahra: 2.

C

Carud (Abdullah o ğ lu, İyad ka-bilesinden) : 151.

(Cebaniler: yemen bey-liklerinden) : 21.

Cebelüttar ı k: 26. Cedis (kavm): 33, 66. Cefne b. Amr b. Âmir kolu: 52. Cefne Kolu: 53. Cemile (Nabat Hkm. kar ı s ı ): 36. Cendiş apur: 134.

Cof (bölge): 8, 9. Cornellius Capitolinus: 42. Cuheyne (kabile): 51. Cuhfe: 52, 113. Cumah Boyu: 75, 111. Cure ş : 93. Cuvasa sava şı : 60. Cüdde ( ş ehir): 141. Cürhüm (kabilesi): 73. 74, 81, 94.

162

Cürhümlüler: 71, 74, 103, 106, 111, Cüzam (kabile) : 51, 55, 57, 58. 115. Cyriades: 41.

Ç

Çin: 9, 27, 48, 50, 139, 143.

D

Dacaam (kabile kolu) : 53. Dafne ( şehir): 43. Dahhak (Taberiye göre Ne ınrud'-

un adı ) : 71. Damk ı -İ li şu (Babil kral ı ): 71. Darimi (muhaddis) : 97. Dârim oğulları (Temimden) 58. Dar ün-Nedve kurulu: 79, 108, 112,

119. Davud (Peyg.) 34 . Dehna Çölü: 27. Demetriyus (Antigonosun oğ lu) :

35, 36.

E

Demmon (bölge ad ı ) : 65. Demyanos (Zu Nüvas) : 16. Devs zu Sa'leban: 16, 96. Dicle: 3, 21, 22, 27, 48, 49, 62. Diodor (Sicilyal ı ) : 35. Diyoklesyen (Diocletien) : 38, 45. Diyoklesyen yolu (Strata Dioc-

letiana) : 50. Dinnet ül-Cendel: 49, 69, 100, 128,

143. Dussaud, R. (Frans ı z âlimi) : 9,

56.

Ebir-Nari (Bk. Filistin) : 9. Ebrehe (el-E ş rem): 16-19. Ebu Bekir (Halife): 46, 90, 109,

141, 143, 148, 152. Ebu Cehl: 90, 121. Ebu Gubş an (bir Huzaeli) : 76,

78, 79. Ebu Kubeys: 113, 114. Ebu Murre Zuyezen: 19 Ebu Reca Umran el utaridi: 97 Ebu Rigal: 19, 97. Ebu Said Cennabi Karmati: 113 Ebu Süfyan. Sahr b. Harb: 62, 90,

96, 108, 117, 128, 140, 147. Ebu Sümame Cünade: 102. Ebu Ş emmer Cebele: 53 . Ebu Ttalib (Abdümenaf): 107. Ebu Uheyha: 142. Ebu Ya'fur b. Alkame el-Deyle-

mi (Hire Hkm.): 57, 61. Ebu Yede'yesi': 22.

Ebu'l-Esved Düeli: 129. Ebü'l-Fida: 71. El-Edim (kabile) : 94. Edom: 33, 34. Edomlular: 27, 34. Edward Glaser: 21. Efes: 48. Efka (p ı nar): 48. Efrem (Ephrme, piskopos) : 64. Elam: 4. Elaml ı lar: 3. Elcezire: 75. Emevi: 46. Enfal Suresi: 118. En'um (kabile): 93. Erak ( şehir) : 50. Erde ş ir (Sasani Hkm.): 49. Ermeniler: 43. Ermitaj Müzesi: 39, 51. Eryat (Habe ş. Kmn.) : 17, 18. Esed (Kurey ş in bir kolu) : 56, 75.

163:

Esedliler: 68. Esimafyos (Yemen genel valisi):

18. Eslem b. Cedere: 128. Esved b. Münzür (Hire Hkm.):

60. Eş 'ar (kabile): 51. Etiler: 5. Etiyen (Etienne, gramerci): 40. Etrüskler: 26.

Evs: 1, 53, 83, 86, 95, 121-124. Evs b. Kallam (Hire Hkm.) 60. Eyhem oğ lu Cebele (Gassan Hkm.)

53, 54. Eyle (liman): 140. Eyub Sabri: 78. Ezd (kabilesi): 53, 74, 83. Ezd-u Ş enue kolu: 52. Ezlâm: 110 Ezrak (Bölge): 53.

F

Faran (yer ad ı ): 73. Fas: 26. Fatı ma (kâhin kad ın): 132. Fayton (Medine yahudilerinin

başk.): 83. Fedek: 58, 83. Fels tap ınağı : 96. Fenike: 5-7, 9, 26, 28, 41, 50. Fenikeliler: 11, 25-27, 131. Fenike yaz ı s ı : 46. Ferezdak: 123. Ficar sava şı : 119. Fihr (Kurey ş in diğer ad ı ): 75. Filadelfiya (Amman): 38, 50. Fil Suresi: 19.

Filistin (Ebir-Nari) : 2, 9, 28, 30, 34, 54, 55, 61, 83.

Filopater (Bk. Haris IV): 37. Firavun: 4, 72, 73. Firmus: 45. Firuzabadl: 122. Firuz oğ lu Yusuf: 46. Fırat: 4, 6, 7, 21, 27, 38, 39, 44,

49, 50, 55, 62. Flavius Vonicus (tarihçi): 45. Flavyen (Roma imp.): 39. Fransa:26. Frikya: 35. Frumence (Fromantos) 15. Füheyre (Am,r oğ lu âmir'in k ı zı ):

75.

Galyen (Roma Imp): 41. Gassan (Bölge): 83. Gassaniler: 1, 33, 51-55, 57, 65,

84, 141. Gavs (b. Mürre b. Tabiha. b. İ l-

yas b. Mudar): 76, 102, 103. Gazze ( ş ehir): 11, 27, 49, 80.

Gerha (liman): 49. Gilgameş destanı : 4. Girit: 26. Glaser, Edward: 8. Gubşan boyu (Huzae'den): 74. Gumdan saray ı : 18, 29. Gücerat: 96.

H

Habel (tanr ı ): 31. Habeş : 7, 9, 13,20,23. Habeş istan: 2, 49, 119, 139, 143. Eabeş liler: 97, 104, 120.

Haccac b. Yusuf el-Sakafi: 111, 129.

Hacer (Hz. İbrahim'in cariyesi): 71, 73, 90, 115.

164

Hacer-i Esved: 94, 112-115. Hacer el-esad: 114. Haciblik: 90. Hadice (Hz): 142, 146-148. Hadramavt: 65, 143. Hadramavtl ılar: 10, 13, 20, 21,

22, 24, 27. Hadriana Tedmür: 40. Hadrianopolis: 40. Hadriyen (Roma imp): 39, 40. Haldu (Nabatl ı kad ı n): 36. Halep: 38. Halevy, Joseph: 8. Halid b. Velid: 46, 54, 60, 110,

142. Halifax (papas): 38. Hama: 50 . Hami:: 126. Hamse: 125. Hamurabi: 4, 5, 71, 72. Hamza Isfahani: 53. Hanbell: 116. Hanefi :116. Hani b. Mes'ud: 58, 59. Hanikin (zindan): 58, 59. Hansa: 136. Haran (Hz. İbrahimin kardeş i):

72. Harasen: 22. Harasenler: 49. Hareg (Charax): 22. Harem-i Serif: 116. Harise b. Amr b. Amir kolu: 52. Haris: 34, 54, 64, 67. Hâris (Abdulmuttalib o .ğ lu): 81. Haris (Sa'lebe oğ lu): 83. Haris b. Amr (Kinde Hkm.): 64,

65, 67. Haris b. Amir (Kurey ş li tüccar):

142. Haris b. Keledet üs-Sakafi (ta-

bib) : 134. Haris oğulları : 80. Haris I. (Nabat Hkm.): 36. Haris II (Nabat Hkm.): 36. Haris IV. (Nabat Hkm.): 36, 37. Harran: 4.

Harre: 85. Harun er-Re ş id: 60, 145. Has'am (kabile): 19, 96, 132. Hassan Tubba (Hassan b. Es'-

ad): 58, 65, 66. Haş im (Kusey oğ lu) : 75, 81, 105,

106, 141. Hat b. Cübeyr: 122. Hatim (Hicr): 114, 115. Havbas (put): 31. Havarnak kö şkü: 56. Havlan (kabile): 93, 94. Hayran ( şehir): 36, 49, 63, 129. Hayber: 50, 83. Hayran (Palmir Hkm.): 40. Hazrec: 1, 53, 83-86, 95, 121, 124. Hebogabal (tanr ı ): 43. Hedhad II. (Seba melikesinin ba-

bası ): 11. Hemdan (kabile kolu): 51. Hemdani: 8, 23, 28, 29, 138. Hendek sava şı : 84, 85. Herod (Odenat ın oğ lu): 41. Herodot: 23. Hı cr (memleket): 36, 49, 50, 139,

143. Hıcr (H ıcr- ı İsmail): 112, 115. Hı sn- ı Gurab (kane): 18, 22. Hicabe: 78, 80. Hicaz: 27, 37, 62, 70, 73, 82, 83,

85, 87, 89-91, 94, 100, 116, 128, 139, 143, 147, 148, 153.

Hiksoslar: 7. Himyer, Himyerliler: 7, 9-20, 23,

25, 32, 33, 51, 65, 96, 128, 139. Hind (Hire kralm ın kı zı ): 64. Hind Denizi: 25. Hindistan (Hind): 6, 9, 21, 22,

26-28, 39, 48-50, 62, 96, 137, 139, 143.

Hindliler: 129, 130. Hipokrates: 134. Hire: 54-65, 67, 68, 136, 139, 143. Hireliler: 1, 54, 59, 60, 61, 63, 65,

66, 67, 68. Hit (kasaba) : 75. Hititler: 6.

165

bol (put): 31. Hommel: 9. Horasan: 140. Horis: 32. Hubal (bak. Hübel): 31. Hubbey (Huleylin k ı z ı ): 75. Hucr b. Amr (Kinde Hkm.): 65-

68. Hudeybiye: 78. Huleyl (Kuseyin kay ı n pederi):

76. Humslüler: 102, 104. Humus (Emessa): 43, 44, 46, 50. Hunafir (kâhin): 132. Hufriler: 33.

Husrev (Hükümdar): 65. Husrev Anoş ervan: 64. Husrev Nuş irevan- ı âdil: 67. Husrev Perviz II.: 57-60, 63. Huveytatlar: 37. Huzae: 1, 74, 75, 94, 104. Huza.eliler: 52, 53, 74, 75, 77, 78. Huzeyfe (Kalemmesin as ı l ad ı ):

102. Huzeyl (kabile): 93. 136. Hübel (Put): 75, 79, 82, 94, 99,

110, 127. Hüleyl (Amr oğ . Kaab oğ . Selul

oğ . Hubyş iye oğ .): 75.

Irak: 9, 30, 51, 52, 54, 57, 59, 63, 67, 120, 129.

ibadiler: 63. İbn-i Bukayla (saray): 61 İbn-i Cülcül: 135 İbn-i Düreyd: 128 İbn-i Ebi Rumiyet üt-Temimi: 135 İ bn-i Huzeym: 134 İbn-i Mukle: 129 İbn-i Sa'd: 85 İbrahim (peygamber): 4, 5, 8, 55,

71, 72, 90-92, 95, 98, 100, 101, 104, 111, 113-115, 145, 147- 150.

İbranea: 7 Ibraniler ( İbrani): 4, 8, 22, 72,

128. İkrime (Amir oğ lu): 109. İmlak (Nuh oğ . Sam oğ . Lâvuz oğ .) : 75 İmlik (Amalika): 7, 75. İndüs: 50. İngiltere: 26. İpsos (yer): 35. Iran: 19, 20, 43, 44, 55, 57-62, 65,

68, 100, 101, 134, 141.

Iranl ı : 58, 114, 120. iranhlar: 17, 55, 56, 60, 133. İ sa (peygamber): 51, 64. İsaf (put) : 94. İsar (fal oku çekme i ş i): 110. İ shak (peygamber): 73. İskandinav (memleket) :26. İ skender (büyük İ s.): 35. Iskenderiye: 17, 45, 48. Iskit: 50 İsmail (peygamber): 8, 71, 73,

74, 81, 90, 91, 93, 100, 101, 111, 115.

ismaililer: 74, 139. İ smail oğ lu Nabayot: 34. İsmail oğullar ı : 1, 115. İspanya: 26. İ srail: 26. Israilliler: 25. İ srailiye Devleti: 5, 6. İ srail oğullar ı : 5. Istanbul (Constantinople) : 19,

68, 114 . Italya: 26.

166

İyas Tai: 63. İ zis (eski M ı s ır tanr ı lar ından):

32, 133. Iznik: 45.

İyad (kabile) : 97.

İyas (yer) : 143 .

İyas b. Kabisa: 59, 61.

J

Jean Babtiste Tavernier: 38. Jüsten I (Bizans hükümdar:1): 57. Joka-aias (k ı ral) : 34. Jüstinyen (Bizans hükümclar ı ) : Jül Sezar: 39. 16, 17, 45, 46, 57, 69.

K

Kâbe: 14, 18, 19, 70, 75, 76, 78, 80, 81, 82, 89, 90, 92, 94, 95, 97, 99, 100, 101, 103-106, 109-

115, 130, 143. Kabus b. Hind: 60, 61. Kabus b. Münzür: 58 . Kadeş (yer): 5. Kadıköy (Chalcedoine) : 43. Kadiks ( İspanyada bir yer): 26. Kahtan (Yaktan): 7. Kahtaniler: 1, 13, 22, 51, 52, 65,

70, 71. Kala' (Kalemmes torunlar ı ndan

Abbad oğ lu) : 102. Kalemmes (Kinane kabilesinden

Huzeyfenin lakab ı ) : 101, 102. Kane (H ısn- ı Gurab) : 22, 27. Kapadokya: 38, 41. Karililer: 10, 21. 22. Karkemi ş : 6, 50. Karmatiler: 113. Karna (bak. Karnus) : 9. Karn el-Menazil: 113. Kamus (Yemende bir ş ehir bak. Karna): 8. Kartaca: 26. Karya (Anadolu'da bir bölge) :

26. Karyeteyn (Nazala): 50. Kasi oğ lu Kehil oğ lu Aiz: 37. Kataban: 13, 24. Katabanl ı lar: 10, 21. Kauşu (bir ırk): 14. Kavus (Kubad' ı n oğ lu): 65, 67.

Kaydar (b. Ismail b. İbrahim): 77.

Kaydar araplar ı : 27. Kaynuka (kabile): 83. Kays (put): 37. Kays-Aylan (kabile) : 67, 69. Kays b. As ım: 123. Kayseri: 41. Keda (dağ ): 73. • Kehlan: 51, 65. Kehla,nhlar: 51. Kelb (kabile) : 51, 93. Kelbliler: 67. Keldaniler: 4, 129, 130, 145. Ken'anca: 7. Ken'an ili: 4. Kerib (Hâris o ğ . Safvan oğ lu):

103. Kerra (Karililerin ba şş ehri): 22. Keyaksar (Med k ı ral ı ) : 6. Kıbrıs: 26. K ıbrı s k ıral ı : 6. Kı dah: 127. Kıy,ade (Mekkede bir ödev) : 108. K ı zı ldeniz: 17, 25, 26, 27, 28, 37,

49, 50, 84, 139. Kilikya: 26, 41. Kinane (kabile) : 67, 92, 101, 104. Kinde (bir yer): 51, 64-66, 69. Kindeliler: 1, 33, 65-68. Kleopatra: 39. Komar (Palmirlilerde adam ı ) :

48.

167

Koptos ( ş ehir) : 48, 49. Kornelyus Palma: 36, 49. Kostantin (Roma imparatoru) : 15. Krezüs: 5. Ktezifon (Selökiya, Medayin):

41. Kuba (Medine yak ınında bir

köy): 84. Kubad (Iran k ıral ı ) : 57, 64, 65,

67. Kudaa (kabile) : 77, 102, 103. Kudaa birliğ i: 51. Kudaeliler: 53. Kudae oğullar ı : 21. Kudüs: 5, 72, 83, 112. Kûfe: 54, 60, 72, 113, 114, 128,

140.

Kulleys (Yemende bir tap ı nak) : 18, 97.

Kureyş : 74, 75, 78-82, 86, 90, 92, 94, 95, 116, 119, 122, 124, 142, 144, 146, 148.

Kureyş liler: 62, 78, 100, 104, 105, 107-111, 121, 151.

Kureyza (kabile): 83, 86. Kurus (Iran k ı ral ı ): 5. Kus b. Sffide: 151-153. Kusay (Zeyd): 75-79, 90, 94, 105,

107-109, 111, 146. Kusay soyu: 119. Kutba (hattat): 129. Kültepe: 38.

L

Lahm (kabile): 51, 52, 55, 57-59, 61, 150.

Lahnia Zu Ş enat ı r: 14. Lapidus: 39. Lât (put): 19, 47, 96, 129. Lazarev (Rus nrensi): 39, 50. Leningrad: 39, 51. Libyal ı tiicearlar: 25. Lidya: 5. Lihyaniler: Liksor (Fasta bir şehir) : 26.

Liva (ödev): 78, 80, 105, 108. Lokman hekim: 134. Lanjin: 44. Löke-Kome ( şehir) : 49. Lut Gölü: 4, 46. Lübnan: 50. Lübnan Trablusu: 46. Lüey (Kâab' ın oğ lu): 78. Lüksor (eski M ı sır şehirlerin-

den): 48. Lût (peygamber): 4, 72.

M

Maad (Hz. İsmailin torunlar ın-dan): 8.

Maad (kabile): 66, 67, 70, 74, 150. Maad oğ . Kunus: 55. Maan şehri: 10, 139, 140. Maconius (Odenat' ın yeğ eni):

42. Ma'di Kerib: 22, 67, 69. Mahmud (Ebrehe'nin fili) : 18. Mahzum (kabile): 75, 80, 110;

141. Main devleti, Mainler: 10, 12, 14,

21, 27, 34, 37.

Maissema (Bk. Münzür III) : 57. Makam- ı İbrahim: 111, 112, 114,

116. Makam- ı Hanefi: 112. Makedonya: 35. Makrû (put): 31. Malakbel (tanr ı ): 47. Malalas (tarihçi: 46. Malecbelüs (tanr ı ): 39. Malik el-Hemdani (Namad oğ lu) :

98. Malikl: 116. Malik (Mali kus): 35.

168

Malik II. : 36. Malik III. : 36. Malta: 26. Mani dini: 63. Manium (eski arap kral ı ): 8. Manno (tanr ı Maano): 48. Ma'rib (Seba): 1, 9, 10, 12, 13,

27, 29, 33. Ma'rib seddi (arim seddi): 12, 14,

51, 52. Mari sitesi: 4. Marinus (papas): 45. Maryaba (Ma'rib): 10. Maskat: 27. Mazdeizm: 67. Mazin oğullar ı : 52. Mecenne: 100, 101, 143, 144. Medayin (KtezifonSelökiya):

50, 62, 143. Medayin-i Salih (El-H ıcr): 28,

37, 49. Medine: 1, 50, 53, 58, 80, 81, 83-

89, 95, 113, 116, 118, 121-123, 128, 141, 142.

Medler: 5, 6. Medyen ( ş ehir): 9. Mehdi (halife): 114, 117. Mehmed Ali Pa ş a: 85. Mehre: 7, 9, 65. Mekke: 1, 2, 8, 16, 18, 27, 28, 50,

52, 54, 58, 59, 61, 62, 70, 71, 73-75, 77-81, 83-89, 92, 95, 97, 98, 100-102, 104-109, 112, 113, 114, 116, 118, 119, 121, 128, 132, 137, 139, 140, 141, 143, 144, 147, 148, 150.

Mekna ( ş ehir): 37. Mekkeli: 77. Mekkeliler: 71, 142. Melkitler (H ıristiyan. Kolu): 63. Meluh kavmi: 7, 8, 9. Menaf-Menat (put): 79. Menat (put): 37, 47, 95. Menilek (ilk Habeş krallar ın-

dan) : 13. Meramir b. Mürre: 128. Merkür (mercur): 47.

Merr bölgesi: 53. Mervan b. Muhammed (Mervan

II) : 46. Meryem: 73. Mescid-i aksa: 112. Mescid ul-Feth: 85. Mescid i haram: 111, 112, 116. Mesenya: 49. Mesfele (Mekkede bir yer): 106. Mesruk (Ebrehe'nin oğ lu): 19,

20. Metaf: 114, 115. Meysir: 127. Mezdek: 64, 65, 67. Mezhic (kabile): 51, 56, 93. Mezopotamya: 1-4, 6, 7, 9, 21, 27,

28, 32, 34, 41, 49, 50, 60, 71, 132.

Mı sır: 2-9, 17, 23, 25-29, 32, 39, 42, 43, 45, 49, 72, 73, 77, 139, 140, 142.

Mısırl ı : 114, 129. Mısirl ı lar: 25, 27, 129-131, 133. Mi'cen: 115. Midian (Medyen: 12, 27. Mikail (melek): 63. Milet (Anadoluda): 26. Milkkn (kabile): 94, 98. Mina: 76, 77, 103. Mina (Main devleti): 7-9. Micıal ı lar: 139. Moab: 75. Moabca: 7. Moza (liman) 28. Muaviye (Ebu Süfyan ın oğ .): 109,

117, 134, 142. Mudad: 74. Mudad oğ . Haris: 74. Mudar: 76. Muhammed (Hz. Peygamber): 8,

14, 19, 71, 74, 75, 78-80, 83, 85-87, 90, 93, 95-97, 100, 102, 105, 106, 115, 123, 128, 134; 135, 140-142, 145-147, 149, 151, 154.

Muharib oğullar ı : 80. Muhtar b. Avf: 101.

169

Muktedir Billah (halife): 60, 113. Muller: 21. Musa (Peyg) : 4, 147. Mustavgir ( şair, rebia oğ lu) : 97. Musul: 46. Muşakkar (yer): 65. Muta: 139, 140. Mutayyebun: 80. Muti Li'llah (halife): 113. Mut'jim (Adiy oğ lu): 106. Muttalib (Abdümenaf o ğ lu) : 62,

81, 105. Muveylih (bölge) : 37. Mücemmi' (Kusay' ın lakab ı ) : 78. Mühelhel ( ş air) : 135.

Münzür (hükümdar) : 54, 57, 64, 65.

Münzür III : 57. Münzür IV : 58. Münzür b. Maissema• 61, 64, 67. Münzür b. Numan el-A'ver: 60. Münzür b. Umru ul-Kays: 61, 63,

67. Münzürlüler: 52. Mürre (kabile) : 106, 132. Mürre (bak. Seyf b. Ziyezen) :

55. Mürreliler (boyu): 100. Müşellel (dağ ) : 52. Müzdelife: 76, 101, 104.

N

Nabat (devlet) : 46, 49, 56, 129. Nabatl ı lar: 27, 33-37, 49, 54, 63,

128, 139. Nabat harfleri: 128. Nabonid (2. Babil k ıran) : 5. Nabukodonosor (Nabuhodonosor=

2. Babil k ıral ı ) : 5, 34, 47, 55, 83.

Nabu Polassar (2. Babil k ı ral ı ) : 5, 6.

Nadir (kabile) 83, 86. Nadr (Kurey ş 'in başka adı ) : 75. Nadr (tabip Haris b. Kelede'nin

oğ lu) : 134. Nahle: 144. Nahor (Hz. Ibrahim'in karde ş i) :

72. Naile (put): 94. Nait (Yemende bir saray): 29. Nasr b. As ım Leysi (yaz ı da nok-

talamay ı yapan): 129. Nasr oğulları : 52, 55, 58. Nasrullah Felsefl: 96. Na- ş a-la (Karyeteyn) : 38. Nastûri: 63. Natan (Nabat hükümdar ı ) : 35. Nazala (Karyeteyn): 38. Na-za-la ki (Karyetevn): 38. Nmara ( ş ehir) : 56, 63.

Neccar (kabile) : 80. Necef ( şehir) : 54. Necid: 27, 50, 66, 89. Necidliler: 113. Necran: 10, 15, 16, 56, 69, 147. Necran Kâbesi: 15. Nedve (Mekkede toplant ı yeri) :

78, 80, 90, 108, 109. Nehao (M ı s ı r firavunlar ı ndan) :

5. Nekruh (put): 31. Nemesis (tanr ı ): 47. Nemr (kabile) : 67. Nemrud: 4, 71, 72, 152. Neseeler (hac aylar ını değiş tiren-

ler) : 78, 102. Nesr (put): 93. Neşvan b. Said el-H ımyeri ( ş a-

ir): 21. Nevfel: 62, 75, 105, 141. Nevruzname• 137. Nil nehri: 25, 28, 48. Ninova: 3, 6. Nisa sûresi: 124. Niş abur: 65. Nizar (Hz. Ismail'in torunlar ı n-

dan): 8. Nizaret (bir ödev) : 109. Nizariler (kabile) : 56, 70, 71, 74.

170

Noeldeke: 53. Nuh (peygamber): 2, 4, 7, 10. Nuh Tufam: 71, 114. Numan: 55, 57-59, 62, 67.

Numan b. Esved: 61. Numan b. Münzür Ebu Kabus:

55, 61, 63. Numan el-A'ver: 56, 57, 60.

O

Odenat (Palmir k ı ral ı ): 40-42, Osman b. Huveyris: 146, 148. 45. Osman b. Talha (Abdüddar oğul-

Oktavyen: 39. lar ından): 105. Orelyen: 43-45. Osma:1h imparatorlu ğu: 113. Ortaasya: 2, 3 . Oziris (eski Mı s ır tanr ı s ı ): 3 , Osman b. Affan (halife): 18, 29, 133.

138. Ozre (kabile) 51.

Ö

Ömer b. Hattab (halife): 28, 53, Ömer Hayyam: 137. 109, 112, 141, 146, 148, 150.

P

Palmir (Tedmür): 38-41, 43-51, Philby, H. : 71. 61, 139. Pierre de La Vallee: 38.

Palmir kanunu: 39. Piyeri Selökiya (Pierie Seleucia): Palmirli• 39. 48.

Palmirliler: 37. Pilinius: 8, 23, 27.

Partlar: 49. Plotin: 44. Pompe: 39.

Patris (Patrice): 46. Prokop: 65. Pers Körfezi: 49. Ptoleme: 35. Petra (Sela'): 10, 28, 34-36, 49, Ptoleme Filomater: 36.

50, 53. Puzur i ş tar (bir tedmurlu): 38.

R

Ra (eski M ı s ı r ın tanr ı s ı ) : 133. Rakka ( ş ehir): 62. Ra'le binti Amr (Hz. İsmailin ka-

rıs ı ): 74. Ramses III (Mı s ı r firavunu): 28. Ratic (yer): 85, Rebia (Amr oğ . Harise'nin o ğ lu):

74, 75. Rebia kabilesi: 97. Resüliler: 138. Reydan ( ş ehir): 12, 13. Rey de (saray): 29. Reyhane: (Ebu Mürre Zu Yezen'-

in kar ı sı ) : 19. Riam (tap ınak) • 96. Ribal II (Nabat k ı ral ı ): 36. Ridafe (makam): 58. Rifade (ödev): 78, 80, 81, 90, 105,

107. Riyad ( ş ehir): 140. Rizah b. Rebia: 77. Rodos: 48. Roma: 8, 24, 29, 34, 38-44, 46-49,

51, 53, 56, 62. Romah: 45. Romal ı lar: 36, 39, 41, 83.

171

Ruda' (tap ınak): 97. Rusafe (Sergiopolis) : 38, 50. Rumma (vadi): 50, 140. Ruzvulat (tanr ı ): 31.

S

Sa'd (kabile): 81, 103. Sa'd (put): 98. Sadug-il (Hadramavt beyleri:n-

de:I) : 22. Safiyye (Hadrami k ı z ı Hanifler-

den Zeydin kar ı s ı ,): 148. Safvan (Haris oğ lu) : 103 . Safvan b. tImeyye b. Halef: 90,

111, 143. Safvan oğulları : 78. Sahba binti Harb b. V ıneyye: 128. Sahr ( Ş air Hansa'n ı n karde ş i) :

136. Sâibe: 126. Said b. Zeyd: 146. Sa,kifliler: 19, 116, 142. Sa'lebet ül-Anka, U. Amr b. A.mir:

52. Salmanasar I (Asur k ıral ı ): 5. Samaritenler: 54. Sam (Nuh peygamberin oğ lu) : 2,

10 Sameriye (Samarie): 5, 6. Samiler: 47. Samuel (Yahudi ş air) : 68. San'a 8, 18, 23, 27, 29, 50, 96, 139. Sara. (Hz. İbrahimin kar ı s ı ) : 73. Sarazenler: 22. Sard ( ş ehir) : 50. Sargon ( Ş arrukin, Akad imp.) :

3, 4. Sargon II (Asur kral ı ): 5, 6, 11. Sarvah (Sebal ı ları n ba ş ş ehri) :

12. Sâsaa: 123 . Sasaniler: 19, 20, 41. 49, 54, 55.

56, 59, 62, 64, 67, 68. Satih (Kahin): 132. Sayda ( Ş ehir): 6, 25. Saydahlar: 26. Seba' (Abdü şş ems, Ye ş cub'un oğ -

lu): 10.

Seba' (devlet) : 7, 13, 21, 23, 24. Sebahlar: 10-14, 27, 34, 37, 139. Sedekiya (Kudüs kral ı ) : 5. Sedir (saray) : 56. Sehm boyu: 75, 80, 106, 109, 118,

141. Sehreb (suhrab): 61. Sehul (Yeme,nde bir ş ehir): 138. Sela' (Petra): 34. Selamiler: 37. Selan sava şı : 58, 59. Selçuklular: 46. Selefkuslar: 36, 49. Selefkus takvimi: 45. Seleme: 67, 68. Selma (kâhin kad ın) : 132. Selma binti Zeyd b. Amr, Ha ş im'-

in kar ı sı ) : 141. Selma dağı : 96. Selökiya: 48. Sendad (yer ad ı ) : 97. Ş ems (put) : 31. Semud: 7, 33, 71. Semud kavmi: 36, 152. Seniye: 125 . Serat (da ğı ): 12, 53 . Septimi (Bk. Avgust): 43 . Septim Sever: 40. Seti I. (Mı sı r firavunu) : 28. Sevad (bölge) : 60. Sevad b. Kaarib (kâhin): 132. Seyf b. zi Yezen: 18-20, 153. Seylan adas ı : 62. Seyyide (Mudad' ı n k ı zı ) : 74. S ıffi-1 savaşı : 58. S ı rvah saray ı : 29. Sicilya adas ı : 26. Sicilyal ı lar: 26. Sidanet: 105. Sifaret: 109. Sikayet: 78 80, 81, 90, 105-107. Sin (put): 31.

172

Sina yar ımadas ı : 36, 37, 140. Sinear: 3, 6, 71. Sirhan (vadi): 49. Sodom: 4 . Sohrab (Bk. Zeyd): 58 . Sprenger: 21. Stareky, J: 42, 44. Strabon: 8-10, 21, 23-25, 49. Subari: 3, 4. Subartu: 3. Sfıfe: 76, 77. Sfıfeliler: 102, 103. Sultan Ahmet I (Osmanl ı Hü-

kümcları ): 111. Sultan Murad IV (Osmanl ı Hü-

darı ) : 111. Sumu Abum (1. Babil k ınal ı ): 4. Sur ( şehir: 6, 25, 50. Sura ( şehir): 50 .

Suriye:2, 6, 9, 21, 27, 28, 35, 36, 38-41, 45, 46, 49, 50, 51, 53- 55, 58, 59, 61, 63, 75, 77, 79- 81, 100, 120, 139, 141, 147.

Suriyeli: 49. Suriyeliler: 43. Surlular: 26. Suya' (put): 93. Süheyl b. Amr: 90. Sleym kabilesi: 143. Süleyman ( İsrail kıral ı ): 11, 13,

25, 34. Süleyman b. Abdülmelik (halife):

140. Süleyman kanuni: 84, 85, 114. Sümer (Sümerler): 1, 3, 4, 7, 8,

22, 33, 62, 72, 129. Sümeyye Hatun: 120. Süryani: 7, 128.

Ş abva (Sabata): 22. Ş afiiler: 116. Ş akile: 36. Ş am: 36, 38, 50, 52, 53, 56, 63, 85,

113, 120, 129, 139, 140, 147. Ş amaş : 47 . Ş am Bfırileri: 46. Ş apur: 40, 41, 44. Ş a'ra-i. Yemani: 78. Ş aso (Hiksoslar): 3, 7.

Ş emmar dağ ları : 34. Ş eyban kabilesi: 95. Ş eybe (Abdülmuttalib): 14, 19,

80, 81, 106, 107, 141. Ş i'b-i Ebu Talib (Mekkede bir

mahalle): 106. Şı kk (ka'hira): 132. Ş eşonk (Mı s ı r firavunu): 25. Şurahbil Ya'fur b. Es'ad (Gum-

dan saray ını yaptıran) : 18, 67

T

Ta-ad-me-er ki (Tedmur): 38. Tağ lib (kabile): 67, 68, 97. Tağut (tap ınaklar): 95. Taif şehri: 19, 50, 70, 87, 89, 97,

100, 116, 134, 137-144, 154. Taiz (yemende bir ş ehir): 138. Ta'leb (tanr ı ): 31. Tareh (bak. Azer): 71. Tarsus: 41. Tartessos (ispanyada bir ş ehir):

26.

Tasm (kabile): 22, 33. Tay kabilesi: 51, 128. Tayi Li'llah (halife): 85. Teb (Thebes): 49 . Tebale (yer): 98. Tebük: 50, 139. Tedmur (Palmir) 28, 38. Tedmurlular (Palmirliler): 33,

38, 40, 43, 46-49, 51, 54. Teheran (Tahran): 4. Temimliler (kabile): 58.

173

Tenuh (kabile): 51 . Teodos II: 45. Teofanes (tarihçi) : 17. Terah' (Hz. İbrahim'in babas ı .

bak. Tareh): 4. Tevrat: 1-4, 71 . Teym (kabile): 75, 109, 113, 123,

143. Teyma (vaha): 49, 68. Teym oğullar ı : 80. Teymullah: 122. Teym ür-Rebab (kabile): 134. Tiber (imparator): 36. Tifha sava şı : 58, 59.

Tiglatplezer I (k ıral): 38. Tihame (bölge): 13, 52, 53. Tivoli ( ş ehir): 45. Trayan (hükümdar): 36. Trebellius Pollion (tarihçi) : 41,

45. Tubba (Yemen emin Hassan' ın

lakab ı ): 66. Tuna mehri: 44. Tureyfe (kad ın Uhin): 132. Tu ,-gutlu (Anadoluda bir kasa-

ba): 50. Türkistan: 50. Tyane ( ş ehir): 44.

U

Ubade (Obadas): 34. Ubeydullah b. Cah ş : 146-148. Uhud da ğı : 84. Ukab (Kurey ş lilerin bayra ğı ):

108. Ukaydir b. Abclillmelik: 128. Ukayl: 21. Ukkaz: 62, 100, 101, 139, 143, 144.

151, 152. Ukkaz panay ır ı : 118. Umman (bölge) : 20, 27, 53, 56,

139, 143.

Umman denizi: 27. Umran b. A.mir kolu: 52. Umru ul-Kays: 54, 56, 57, 60, 61,

63, 68, 69, 135. Umyanis (put): 93, 94. Ur ( ş ehir) : 4, 71. Urfa (Edessa) : 41, 50. Ur-Nig: 4. Uruk ş ehri: 4. Uşa (Hz. İbrahim'in anas ı ): 4,

72. Uzza. (put): 47, 54, 63, 79, 95,

96.

Übülle (Apolopos): 62. emeyye (Kurey ş 'in bir kolu):

75, 102, 104, 136, 153-155.

tImeyye b. Halef: 142 . Ümmü Habibe (Remle): 147, 148.

V

Vadii Musa: 36. Vadi ül-Kura: 36, 83. Vadiyülkebir (ispanyada) : 26. Vahriz (Iranl ı kumandan): 20. Vâil oğullar ı : 97. Vak'ai Sümeyr: 85. Vak ı di: 142.

174

Valeriyen (hükümdar): 40, 41. Va,sile: 126.

Veber, Otto: 9.

Vedd (put): 31, 93.

Vehb 41, 42, 46, 56.

173

Vehhabiler: 85, 116. Vereka b. Nevfel: 82, 146, 147, Velid b. Mugire (Halid b. Velid'in 150.

babas ı ) : 90, 142. Volney: 39.

Iv Waddington: 39. Wincler: 9.

Y

Yağus (put): 93. Yahuda devleti: 5, 6. Yahudi: 7, 68. Yahudi kabileleri: 122. Yaktan (Sam' ı n torunlar ından.

bak. Kahtan): 7, 10. Yakub (peygamber): 55. Yakubilik (hp•istiyanl ığı n bir ko-

lu): 63. Ya'mur b. Avf b. Kâab b. Amr b.

Leys: 77. Yarhibol (tanr ı ): 47. Yasil (Yemende eski bir ş ehir

adı ): 9. Yeksum (Ebrehenin o ğ lu): 19. Yelemlem (yer): 113. Yemame: 22, 65. Yemen: 1, 7, 9-15, 17-23, 26-33,

50-53, 55, 62, 66-68, 77, 80, 83, 87, 96-98, 100 113, 116, 128, 138, 139, 141, 143.

Yemenli: 27, 66, 70. Yenbu: 28. Yerbu' o ğ ullar ı : 58, 59.

Yermük sava şı : 58. Yesrib (Bak. Medine): 1, 27, 28,

70, 71, 137, 139. Yeuk (put,): 93, 98. Yevm-i Buğas (sava ş gikalerin-

den) : 85. Yevm-i Fariğ (sava ş günlerin-

den): 85. Yevm-i Ficar (sava ş günlerin-

den): 85. Yevm-i Hadaik (sava ş günlerin-

den): 85, 86. Yevm ür-Rehabe (sava ş günlerin-

den): 85. Yevm üs-Se.are (sava ş günlerin-

den): 85. Yezdgerd (Sasaniler k ıral ı ): 57. Yezid I (halife): 58. Yezid (Zem'a o ğ lu): 109. Yis'i-Amara (Seba k ırah): 11. Yohanna (Aksum ş ehri piskopo-

su) : 17. Yusuf (Peygamber): 55.

Z

Zab nehri: 3. Zabdas (kunı andan): 42, 43. Zadiye (Zaziye): 61. Zat- ı Irk: 113 . • Zat ül-Aber (Yemende bir yer):

17. Zehra (Kad ın kâhin): 132. Zemzem: 73. Zemzem Kuyusu: 81, 82, 90, 94,

106, 107, 112, 115, 116.

Zenire: 120. Zenobi (Zeyneb): 46. Zerdüşt: 67. Zevs: 47. Zeyd (Iranl ı vali): 58. Zeyd b. Amr: 146, 148, 150. Zeyd b. Har!se: 143. Zeyd oğ lu Amr: 148. Zeyd oğ lu Adiyy: 57.

175

Zeyla' (Adulis): 15. Zeyneb (Odenat ı n kar ı s ı ): 41-46,

56. Zitaviy (Mekkede bugün Zahir

denen yer): 106. Ziyad b. Ebihi• 117. Zofar (Reydan): 12, 13, 27. Zosim (tarihçi): 44, 45. Zoskales (bir Habeş kıral ı ): 14. Zubab (yer): 85. Zu Ceden el-Hemdani: 17, 21. Zu Gumdan: 21. Zu Merası d: 21. Zu Nefr: 18. Zu Nüvas (Zur'a): 17, 18.

Zur'a (Zu Nüvas): 14, 16. Zurka (Kâhin): 132. Zu Sa'leban: 17. Zu'ş -Ş era (put): 37. Zu Tubba: 21. Zu Yazan: 21. Zukar sava şı : 59, 143. Zühre (kabile): 75, 80, 82. Zülhalasa (tap ınak): 96, 98, 99. Zülhuleyfe (yer): 113. Zülkâabat (tap ı nak): 97. Zülküla': 93. Zülmecaz (yer): 100, 101, 143,

144.

176

DÜZELTMELER

Sayfa Satır

Yan ında A iş areti olan sat ırlar aş ağı dan sayılacaktı r.

Yanlış Doğ ru

1 4

16 A. 1

kalkı ki Mehrin Hâtem

kald ı ki Mehrin; Hâtem

6 6 Araplar ve Hititler Arapları ve Hititleri

7 A. 9 Muhammed, Mebruk Muhammed Mebruk

7 A.15 Muhre dilleri Mehre dilleri

9 3 siyaysi siyasi

10 2 dvam ını da devam ını da

10 4 yeçen geçen

12 A. 7 Bu sed Bu seddin

19 A. 2 Sefyan Seyfan

19 A.18 Hebeş lilerin Habe ş lilerin

53 2 sanucu sonucu

55 10 yı kı lması yı kmas ı 65 3 Mezdek Mazdek (başka yerlerde ge-

çenler de bu ş ekilde düzel-tilmeli).

87 20 gördğümüz g3rcnğümüz 91 20 heykelin heykeli 92 20 akrış t ı rmakla karış tırmakla 95 9 Mekkeden ba şka Kâbeden başka

100 A. 5 Aarplar Araplar 101 11: Macenne Mecenne 103 A.10 Sâfeliler! Süfeliler! 118 12 idtikâb irtikâb

121 A.12 yerle ş tik yerleş ik

125 8 Aarap Arap 125 125

127

19 21

12

ölü gümme f f f

çzgiler

ölü gömme P,

çizgiler 129 9 hareketsiz harekesiz 129 10 hareketlenmesi harekelenxnesi 130 5 nücun'un nücum'un

130 11 28 yı ldızı nsebep 28 yı ldızın sebep 130 17 ese nyele esen yele 130 18 "cenup" yeli" "cenup yeli" 134 21 Aarapların Araplar ın

ANADOLU e.

Aıı fePn

o h'aCep İsken6jer° Ani-akT

ara

e*4 Ela n

Tebtik , Nefud Ç ö/

24,shen

Pe sepchs ,Ş ,3

o> ıf'

/7; <4 Ç C/61/- //c7c/

,5 ihr

r<N e'

Aden

H ABE Ş STAI•ı

Ariş Sele (Pek.»

liwneynı tc)

41a86

\. sıciinj S.i/ı 4

70-eyına

e• Medya (Er Ii:er)

ay6er o

vicıl i; I- kur

Medifie' 4ney

&dı r

ARAB İ STA N HAR İ TASI

Sahra 861yesı

Fak ı' Tfcaref Yofier ı

tisîc.Wer.

/41:;Fy.P. s, f /2,5"o o, oo e

Su4r

usu l

Ce/u/a- Bağolae/

ediym

a Rey

Desmısover

h'emed:4 Kum®

o ,

NehaVena' o dias an

Ye`

elycla

.0uha

a F o

Yenbu

"f'AA3 B F■ q 3 ‘ ,„ \ •

-• kab'O'es+ c rarı ..r„

•12' o

R ubş

Z

Barı .7,

Art

5ana

Nk e'\'''‹ Zeır6?,

flucley.ıe

Hazırlayan :Dr. Neş et

sürat kt>. o Harran

flakka ° ,5,'neJr /s,

••■e

o o Pad re,1 („,7 „

Numan s

ı;v6ı„, Btzyrul- 54.4 Sur

Akki

c>ledrow-

4>gial6ek (P :/"7"-)

y5a ın

°Sorra r3

0.141insı s

o

Yale Gazze

rel<

O>

G.4 1 K6, o

Kohl P?,•

,a ı yag P. <<‘ e

W-1 ş apur

EhvJz

ra.

fr

Du.'"eL"I Cen°41 u,s4

hicceleybi

Coılole

ekke

ı e.gs ;

o