anti-kapitalist müslümanlar

18
Social Movements and New Media (NMD3105) ANTİ-KAPİTALİST MÜSLÜMANLAR Volkan Işılay

Upload: volkan-isilay

Post on 01-Jul-2015

1.274 views

Category:

News & Politics


2 download

TRANSCRIPT

Social Movements and New Media

(NMD3105)

ANTİ-KAPİTALİST MÜSLÜMANLAR

Volkan Işılay

Anti-Kapitalist Müslümanlar

Giriş

Ekonomik ve sosyal açıdan tarihin akışını değiştiren kapitalizm sistemi, şu anda dünyadaki en

etkili sistem durumunda. Rekabete ve özel mülkiyete dayanan bu sisteme karşı yapılan

toplumsal hareketler, şimdiye kadar gelir adaletsizliği ve sömürüyü eleştirme üzerine

yoğunlaştı. Arjantin’de ve diğer Latin Amerika ülkelerinde yaşanan protestolar sıkça

Kapitalist ekonomik ve sosyal sistemi hedef aldı. Solcu çevreler tarafından devamlı eleştirilen

bu sistem, fakirliğin, adaletsizliğin ve sömürünün birinci sebebi olarak tanımlandı. Amerika

ve SSCB arasındaki Soğuk Savaş döneminde, kapitalizmin karşısında bulunan Sosyalizm

sistemi, Doğu Bloğu ülkelerinin tutunduğu bir sistemdi. Özel mülkiyeti ve piyasa rekabetini

yok sayan bu sistem, SSCB’nin dağılmasıyla Soğuk Savaş’ı kaybeden taraf olarak kabul

edildi. Bu dönemden itibaren, kapitalist sistemin egemen olduğu ülkelerde dahi, kapitalizmi

eleştiren toplumsal hareketler görülmeye başlandı. Bu toplumsal hareketler, genellikle sol

ideolojisine yatkın olan çevrelerce gerçekleştirildi. Sağ veya muhafazakar olarak tabir edilen

ideolojiye yatkın olanlar, genellikle Anti-Kapitalizm fikrine uzak durdular. Soğuk Savaş

döneminde Türkiye’de, “Komünizm gelecek” argümanından sonra, dini değerlerin ön plana

çıkartılıp Türkiye’nin Doğu Bloğu’na kayması engellenmişti. Türkiye’deki bazı çevreler

bunu, “Cami ile kışlanın ittifak yaptığı dönem” olarak adlandırdılar. Aynı yorum 12 Eylül

Darbesi’ne de yapılmıştı. Bu aşamadan sonra İslami ve sosyalist fikirlerin bir arada görülmesi

zorlaştı, zıt kutuplar olarak yorumlandı. Bu tabunun yıkılmasına yol açan bir toplumsal

hareket, araştırmanın asıl konusunu oluşturuyor. İslami felsefeyi sosyalist değerler ile

birleştirip, Kuran’daki bazı ayetlerin sosyalist toplum düzenini çağrıştırdığını savunan bir

hareket ortaya çıktı. 1 Mayıs’da, Taksim Meydanı’nı dolduran kalabalığın içindeki bir slogan

herkesi şaşırtmıştı: "Allah, Ekmek, Özgürlük". Fatih Camisi’nde toplanıp Taksim’e yürüyen

Anti-Kapitalist Müslümanlar 1 Mayıs’ta işte böyle boy göstermişlerdi. Bir muhabir onları

anlatırken şöyle diyordu: “ Bir Mayıs’ın en ilginç grubunun yanındayız”.

Türkiye açısından alışılmadık bir harekete imza atan Anti-Kapitalist Müslümanlar yeni bir

bakış açısı getirdiler. Türkiye’de zıt kutuplar olarak görülen Sol değerleri ve İslam’ı birlikte

dile getirip, bu felsefeyi bir hareket haline dönüştürdüler. Bu araştırma ile, hareketin çıkışını,

geçmişteki kutuplaşmanın( Sol ve İslam fikri) bu hareket ile bağlantısını ve Anti-Kapitalist

Müslümanların kendilerini ifade etmek adına sosyal medyayı nasıl kullandıklarını anlatmaya

çalışacağım.

Kapitalizm ve Anti-Kapitalizm

Özel mülkiyeti, piyasa ekonomisini ve rekabeti içinde barındıran kapitalizm, neredeyse tüm

dünya ülkelerini etkileyen bir sistem. Kapitalizm, feodalizmin yıkılmasından beri batı

dünyasında egemen olan ekonomik sistemi anlatmak için kullanılan bir terim. Kapitalist

olarak adlandırılan herhangi bir sistemin şartı, insan harici üretim araçlarının (hepsi birden

sermaye olarak bilinen toprak, madenler, sanayi fabrikaları, vs.) özel sahipleri ile [italikler

bana aittir] emek hizmetlerini işverenlerine satan hür fakat sermayesiz işçiler arasındaki

ilişkilerdir (Ayn Rand, 1967). Gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan toplumları şekillendiren

bu sistem hep tartışma konusu olmuştur. Özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra artan

hammadde ihtiyacı ile anayurdu besleme politikasına dönüşen sistem, Anti-Kapitalist çevreler

tarafından dile getirilen “sömürü” yani “sömürgecilik” sisteminin oluşmasına kadar gitmişti.

Zaten kapitalizme yapılan eleştiriler tam bu noktada başlıyor. Özel mülkiyet ve rekabet

sistemini kullanan bazı çevrelerin gelir pastasının neredeyse tamamına sahip olması ciddi bir

eleştiri konusu oldu. Bu tepkilerini dile getirenler yakın zamanda ses getiren bir eyleme dahi

imza atmışlardı: Occupy Wall Street. protestocuların sloganı “Biz yüzde 99’uz”du. Yani, gelir

pastasının yüzde 1’ine sahip olanlara bir tepki olarak yapılan Wall Street’i işgal etme eylemi,

tam da gelir adaletsizliğine karşı düzenlenen bir eylemdi. Pasta yüzde 99’a adil

bölüştürülmeliydi. Anti-Kapitalizm, Kapitalizmin rekabet ve özel mülkiyet düzeniyle yarattığı

ekonomik ve sosyal düzenin, belirli bir kitleyi zenginleştirip, işçi sınıfını ezdiğini savunuyor.

Yani işçi emeğini işverene satıyor. İşveren bunun karşılığını vermediğinde, aşırı zenginleşiyor

ve pastanın tümüne göz dikiyor.

Kapitalizm güç ve üstünlük odaklı bir sistemdir. Bu sisteme göre güçlü ve aktif olan, fırsatları

değerlendiren yükselir, diğerleri altta kalmaya mahkumdur. Ayn Rand serbest piyasayı ve

bahsettiğim bu düzeni şöyle açıklıyor: “Bir serbest piyasa, durağan kalamayan, devam eden

bir süreçtir; her insandan en iyiyi (en akılcı olanı) talep eden ve onu buna uygun olarak

ödüllendiren yönü yukarıya doğru olan bir süreçtir. Çoğunluk daha otomobilin değerini

özümsememişken, yaratıcı azınlık uçağı piyasaya çıkarmaktadır. Çoğunluk ispatlamayla

öğrenir, azınlık ispatlamaya özgürdür. Yeni bir ürünün “felsefi açıdan nesnel” değeri, kendi

rasyonel melekelerini (kendi yetenekleri ölçüsünde) kullanmaya istekli olanlar için bir

öğretmen vazifesi görür. Buna istekli olmayanlar (yeteneklerinin ürettiğinden fazlasını

isteyenler gibi) ödüllerden mahrum kalırlar. Durağanlar, irrasyoneller ve sübjektivistler

kendilerinden daha iyi olanları durdurma gücüne sahip değillerdir” (1967). Göründüğü gibi

bir sınır çizme durumu da var. Yani “Yeteneklerinin ürettiğinden fazlasını isteyenler” sözü bir

sınır çiziyor. Aslında tartışma yaratan nokta da tam burası. Bu yetenek sınırı kim veya kimler

tarafından çiziliyor? Anti-Kapitalistlere göre işveren veya Kapitalist düzeni kuran egemen güç

karar veriyor buna. Yetenek saptamasından sonra bir de maddi değere geliyor sıra. Ayn

Rand’a göre: Üstün zekâlı insanlarla rekabet etmekten korktuğunu söyleyenler, onların

akıllarının sizin yaşamlarınız için bir tehdit olduğunu söyleyenler, güçlünün zayıfa gönüllü

ticarette hiçbir şans bırakmadığını söyleyenler... Siz, insanların ticaret yapmaya özgür olduğu

rasyonel bir toplumda yaşadığınızda, çok fazla derecede ödül alırsınız: çalışmanızın maddi

değeri sadece sizin çabanız tarafından değil, fakat aynı zamanda etrafınızdaki dünyada

bulunan en üretken beyinlerin çabası tarafından belirlenir (1967). Yani en üretken beyinlerin

çabası ile maddi değer belirleniyor. “Occupy Wall Street” eyleminde yüzde 1’den

bahsetmiştik. Eğer oradaki protestocuların yaptığı saptama doğruysa bakın ortaya ne çıkıyor:

Yüzde 1, yüzde 99’un maddi değerini belirliyor. İşte serbest piyasanın bu düzenine bir itiraz

söz konusu. Çalışana belirli bir kitle tarafından değer biçiliyor ve pastanın çok az bir kısmı

onlara bırakılıyor. Bu tamamen bakış açısıyla alakalı bir durum. Ayn Rand’ın Kapitalizm ve

serbest piyasa saptamalarını göz önüne alacak olursak, işveren perspektifinden bakıldığı

zaman, işçinin emeği sıradan ve maddi değeri çok az olan bir şey. Asıl olan, azınlığın(

İşveren, vb…) yaratıcılığıdır. Serbest piyasayı iyi değerlendirip akılcı atılımlar yapan

değerlidir. Burada bir noktaya daha dikkat çekmekte yarar var. Kapitalist sistemde, akıl

ölçüleri, serbest piyasadaki aktiviteler ile belirleniyor. Önceki saptamalara geri dönecek

olursak. Piyasayı iyi değerlendirenlere “azınlık” ve “yaratıcı olan” kimlikleri verilmiş. Yani

piyasadaki konuma göre yaratıcı olan ve olmayan ayrımı yapılmış. Çoğunluğun(İşçi veya

çalışan) akılcı azınlığa hizmet etmesinin bir gereklilik olduğu dile getirilmiş. Yani,

bahsettiğimiz yüzde 1 “akılcı olanlar”, yüzde 99 “ akılcı olmayan” veya “daha az akılcı olan”

konumuna getirilmiş durumda.

Kapitalizmin ne olduğunu ve bu sisteme neden karşı çıkıldığını anlatmaya çalıştım bu

bölümde. Akılcılık, çoğunluk, azınlık ve alınacak diğer kimlikler, piyasadaki hareketlere ve

konuma göre değerlendiriliyor. Bu sınıflaştırma ve ayrıştırma da kapitalist ve anti-kapitalist

karşıtlığını yaratıyor. Bu tip sıfatların egemen güç tarafından belirlenmesine karşı çıkan,

pastadan emeklerinin karşılığına göre pay almak isteyenler (Anti-Kapitalistler) bu düzene

karşı cephe alıyorlar.

Anti-Kapitalist Müslümanlar hareketine geçmeden önce, bu hareketin Türkiye’de neden

“farklı” ve “yeni” bir hareket olarak algılandığını, İslami ve Sosyalist değerlerin yan yana

durmasının, neden Türkiye’de yaygın olmadığını açıklamaya çalışacağım. İslami değerler

genellikle sağ ideolojiler ile birlikte anıldı. Soğuk Savaş döneminde Türkiye’de uygulanan

politikaların bu duruma etkisi çok fazla oldu. Anti-Kapitalist Müslümanlara geçmeden önce, o

dönemdeki devlet stratejilerine değinmek yararlı olacaktır.

Soğuk Savaş Dönemi’ndeki Türkiye’nin Politikası ve Din İlişkisi

Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaş Dönemi’nde, dünya

iki kutba ayrılmıştı. Bir yanda kapitalist öbür yanda sosyalist blok ülkeleri ekonomik ve

politik rekabet içerisindeydi. Dünya’nın o dönemdeki iki ayrı süper gücü Amerika Birleşik

Devletleri ve Sovyetler Birliği taraflarını toplayıp güç kazanmaya çalışıyorlardı. Almanya

dahi bu kutuplaşma ile beraber Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmıştı. Doğu Bloğu sosyalist

Batı Bloğu kapitalist sisteme bağlıydı. Dünyadaki tüm ülkelerin sosyolojik, politik ve

ekonomik düzenleri seçtikleri tarafla bağlantılı olarak şekilleniyordu. Bu seçilen tarafların,

politik ve sosyolojik sonuçları, Soğuk Savaş sona ermesine rağmen etkilerini günümüzde de

gösteriyor. Türkiye’de, din, İslam ve sosyalizmin birbirlerinden uzak kavramlar olarak

yorumlanması bu etkilerden birine örnek gösterilebilir.

Kapitalist blok Sovyetler Birliği’ni bir tehdit olarak yorumluyordu. Komünizm, kapitalizme

bağlı sistemin en büyük tehdidiydi. İki güç birbirine üstün gelmek amacıyla her türlü stratejik

hamleyi yapıyordu. İşte NATO, Kapitalist ülkeleri Sovyet tehdidine karşı korumak için

kurulmuştu. Komünizmin taraf kazanmasını önlemek için tek çatı altında toplanılan bir birlik

oluşturulmalıydı. Bununla bağlantılı olarak taraf kazanma stratejileri başlamıştı. Türkiye de

hedef tahtasındaydı. Stratejik önemi olan bir ülkeydi ve mutlaka Kapitalist ekonomik sistemin

bir parçası olmalıydı. Doğu Bloğuna kesinlikle yönelmemeliydi. Türkiye açısından bakacak

olursak o dönemdeki politikacılar kapitalist ekonomik sisteme eğimliydi. Sovyet tehdidine

karşı Batı dünyasına yakınlaşan Türkiye, ittifaklar içinde yer almak için büyük çaba

göstermiştir. CHP tarafından başlatılan NATO'ya üye olma girişimleri 1950 seçimleri ile

iktidara gelen Demokrat Parti (DP) tarafından da devam ettirilmiştir. DP iktidarının ilk

döneminde( 1950-1954) iki hükümet kurulmuş ve dış politikada aktif biçimde Batı'ya dönük

bir politika izlenmiştir (Dr. Sedef Bulut, 2008).Tercih kapitalist sistem olarak belirleniyordu.

Bu tercih, alınan kararlar ve uygulanan stratejilere de yansıyacaktı. Toplum, komünizm,

sosyalizm ve sol değerlerden uzaklaştırılıp Sovyetler Birliği ve Doğu Bloğundan

soğutulmalıydı. Böylelikle, kapitalist sisteme uygun bir toplum düzenine erişilebilirdi.

Demokrat Parti Başkanı Adnan Menderes, 29 Mayıs 1950’de, TBMM’de, hükümet

programını açıklıyordu. Birleşik Amerika ve Batı dünyası ile yakınlık kuracak stratejisini ilan

ediyordu: "...Birleşmiş Milletler idealine samimi bağlılığımızı tekrara lüzum görmüyoruz.

Ananevi İngiliz ve Fransız ittifakına ve Birleşik Amerika ile en sıkı dostluk ve işbirliğine

dayanan, dostluklarına daima sadık kalan uzak yakın ve büyük küçük bütün milletlerin istiklal

ve toprak bütünlüklerine hürmetkâr olan dış siyasetimizin sulhçu mahiyeti bütün dünyaca

malumdur" (Dr. Sedef Bulut, 2008). Batıya yani kapitalist sisteme yönelme konusunda siyasi

partiler uzlaşmış durumdaydı. Tek vücut olunmuş ve Sovyet karşıtı stratejiler uygulanmaya

başlanmıştı. Esas itibariyle 1950'li yıllarda bu politika hususunda CHP ve DP uyum

içerisindedir. Bu politikanın ortak noktalarını ise, her türlü sol faaliyete karşı olmak, Sovyet

karşıtı tutum izlemek, ABD'nin politik çizgisini takip etmek şeklinde sıralamak mümkündür"

(Tevfik Çavdar, 1995). 2. Dünya Savaşı’ndan sonra zor durumda bulunan Türkiye için

NATO, yalnızlıktan kurtulma ve bir çatı altına girerek kendini güvence altına alma yolu

olarak görülmüştü. O dönemdeki iktidar ve muhalefet Kore Savaşı’ndan sonra tek vücut olup,

NATO üyeliğini 19 Şubat 1952’de mecliste onaylamıştı. Görüldüğü gibi ısrarlı bir politika

sonucuyla Türkiye NATO’ya girmiştir. Artık kapitalist tarafı seçtiği resmileşmiştir. İşte bu

süreç, İslam ve sosyalizmin iki zıt kavram olarak yerleşmesinin sebeplerindendir. Çünkü o

dönemde Menderes hükümeti muhafazakar bir kimlikle öne çıkıyordu. Muhafazakar bir

hükümet dini değerler ile doğrudan ilişki içinde olduğundan dolayı, din olgusu siyasetin bir

parçası olabiliyordu. Muhafazakar seçmen, desteklediği siyasi partinin dış politikadaki

hedeflerini ister istemez destekleyebilirdi. Kısacası, toplumda egemen olan din değerleri,

halkı komünizmden uzaklaştırıp kapitalist sisteme yakınlaştırmak amacıyla kullanılabilirdi.

Nitekim kullanıldı da. Sovyetler Birliği’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan güçlü bir şekilde

çıkması, iki savaş arası dönemdeki Türk-Sovyet dostluğunun sarsıntı geçirmesi, Türkiye’nin

bu yeni dönemde komünizm tehlikesine karşı Batı kampı içinde yer almaya karar vermesi,

cami ile kışlayı müttefik hale getirdi (Sabahattin Şen, 2011). Dilimize yerleşen “Anarşist

misin ?” , “Yoksa sen Komünist misin ?” gibi uyarıcı ya da suçlayıcı ifadeler bu yıllardan

gelen kavramlardır. Sosyalizm karşıtlığı muhafazakar kitlenin diline kadar işlemiştir. Bu,

dönemin stratejilerinden bir tanesidir. Demokrat Parti iktidarı, 27 Mayıs 1960 askeri

darbesiyle yıkılınca bu partinin devamı olarak kurulmuş olan Adalet Partisi, 1965 yılındaki

seçimleri kazandıktan sonra komünizm tehlikesine karşı muhafazakâr değerlerin ve

hareketlerin desteklenmesi siyasetinin takipçisi oldu (Sabahattin Şen, 2011).

İşte bu nedenlerden dolayı, din ve muhafazakarlık sağcı partiler ile bütünleşen bir kavram

oldu. Solcu partiler veya sol hareketler dine mesafeli kavramlar olarak yorumlandılar.

Kapitalist tarafı tercih eden Türkiye, İslam’ı komünizm ve sosyalist fikirlere karşı stratejik bir

hamle olarak kullanarak, solun siyasi arenada, dini değerler ile birlikte harmanlanma

ihtimalini azaltmıştır. Çünkü bu hamlelerden dolayı, sosyalist veya solcu kesimin bir kısmı,

mevcut düzendeki din kavramını ideolojilerine karşıt bir olgu olarak görmüşlerdir.

Bu gelişmeler, Soğuk Savaş dönemindeki iki ayrı kutbun rekabetinin sonucudur. Eğer ki bu

rekabette Sovyetler Birliği Türkiye’yi yanına çekebilmiş olsaydı ya da Türkiye Doğu

Bloğundan yana tavır alsaydı, sosyolojik ve siyasi durum çok farklı olabilirdi. Taraf toplayıp

ekonomilerini döndürecek çarkı oluşturabilmek için, her iki taraf da bu tarz stratejik hamlelere

gitmişlerdir. Türkiye’de galip gelen taraf komünizm değil kapitalizm olmuştur. NATO üyeliği

bunun tescili olarak yorumlanabilir.

İşte bu süreçten itibaren sol ve İslam birbirlerinden uzak iki kavram olarak yorumlanmış, bu

durum siyasi partilerin sağ ve sol olarak sınıflandırılmalarına kadar gitmiştir. Soğuk Savaş

dönemindeki politikalarla beraber, İslam ve sağ ideoloji birbirine yakınlaşmış, sol ideoloji ise,

emek, işçi hakkı, anti-kapitalizm gibi kavramlar ile birlikte anılır olmuştu. Anti-Kapitalist

Müslümanlar hareketi, bu zincirleri kırmaya çalışan bir duruş sergilemiş, emek, işçi hakkı ve

anti-kapitalizm bu hareketin de bir parçası haline gelmiştir. Bu hareketle beraber, sağ

ideolojinin kavramları olarak yorumlanan muhafazakar ve İslami değerler, sol ideolojinin

felsefesi ile birleştirilmiştir. Bu durum sloganlarında da kendini gösteriyor: “Allah, Ekmek,

Özgürlük”.

Anti-Kapitalist Müslümanlar Hareketi

Türkiye’deki siyasi alanda birbirlerinden uzak kalan sol ve İslam arasındaki ilişki, Anti-

Kapitalist Müslümanlar hareketi ile yeni bir yön kazandı. Sosyalizm, ve sosyal demokrasi

kavramları, medyanın önünde Müslümanlarca dile getiriliyordu. 1 Mayısta, “Allah, Ekmek,

Özgürlük” ve “Mülk Allah’ındır” sloganlarıyla meydanlara çıkanlar, farklı bir ses olmuştu.

Bu sloganın farklı ve belki de sıra dışı algılanmasının sebebi, geçen bölümde bahsettiğim,

topluma yerleşen sağ, sol ve İslam kavramlarının yarattığı etkilerdi. 1 Mayıs öncesinde zaten

tanışmış olan Anti-Kapitalist Müslümanlar, İşçi Bayramı’nda artık meydanlara çıkmayı

kararlaştırmışlardı. Müslümanların da işçilerin hakkını savunması gerektiğini düşünüyorlardı.

Nitekim bunu yaptıklarında şaşkınlıkla karşılandılar. Türkiye’de pek görülmüş bir şey değildi.

Anti-Kapitalist Müslümanların ideolojileri nedir? Kendilerini nasıl tanımlarlar? Sosyalizm ile

bağları nedir? Gibi sorulara cevap vermeye çalışacağım bu bölümde.

Anti-Kapitalist Müslümanların ideolojisi kutsal kitap Kuran-ı Kerim. “İdeolojiniz nedir?”

sorusuna verdikleri ilk cevap bu oluyor. Kimlik olarak Müslümanlığı benimsemiş durumdalar.

Sosyal demokrasi ve sosyalizm kavramlarını sloganlarında kullandıkları için, “ Bu acaba

sosyalist bir hareket mi?” diye sorulduğunda, kendilerini tamamen sosyalist olarak

tanımlamaktan da kaçınıyorlar. Anti-Kapitalist Müslümanlara, 1Mayıs’daki yürüyüşte destek

veren yazar ve düşünür Recep İhsan Eliaçık Adalet Devleti kitabında bu meseleye şöyle

değinmiş: “ Mutahhari’nin siyasi görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür; İslam’ın siyasi

özü sosyal farklılıkları ortadan kaldırmak ve sosyal adaleti gerçekleştirmektir. Bu anlamıyla

siyasal İslam’ın temel felsefesi adalet ve hürriyete dayanır. Adaletten maksat sosyalist,

kapitalist veya karma ekonomi düzenlerinin adalet anlayışı değildir. Bilakis Hz. Peygamber,

Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin anladığı gibi maddi-manevi eşitlik ile kanunlar karşısında herkesin

eşit olması demektir (2011). Ancak şöyle bir durum söz konusu; sosyalist mücadeleye sonsuz

saygıları vardır. Marx’ın, Lenin’in savunduğu sosyal düzeni (sınıfsız toplum) sonuna kadar

destekliyorlar. Özel mülkiyet sisteminin İslam’a ve insanlığa aykırı bir düzen olduğunu

söyleyip: “Mülk yalnızca Allah’ındır” diyorlar.

Sosyalizm değerlerinin, kapitalizmin karşısındaki duruşu bu hareket tarafından değer

görmektedir. Örneğin Marksist teorisyen Lev Troçki’nin düşünceleri bu hareket tarafından

saygıyla karşılanabilir. Yani kapitalizmin karşısında duran herkes ve her şey bu hareket için

çok kıymetlidir. Kuran’ın, sosyal adaleti ve sınıfsız toplum düzenini emrettiğini ve tıpkı

sosyalist ideolojideki sınıfsız toplum düzeniyle benzerlik gösterdiğini savunurlar. Ayrıca, asıl

İslam’ın biat değil mücadele olduğunu söylerler.

İslam’ın şimdiye kadar mevcut düzeni korumak için biat kültürü olarak öğretildiğini

savunuyorlar. İslam’ın dünyadan tamamen koparılıp sadece ahirete özgü bir kavram haline

getirildiğini söyleyip buna şiddetle karşı çıkıyorlar. Kadercilik ve ahirette alınacak mükafata

şartlanan insanların pasifleştirildiğini ve asıl olan İslam’ın uygulanmadığını belirtip, bu

hareketin aslında bir öze dönüş olduğunu belirtiyorlar. Hz. Muhammed’in mücadelesi ve

haksızlıklara karşı baş kaldırışı en büyük ilham kaynakları.

Sosyalizm meselesine geri dönecek olursak, klasik sosyalistlerden ayrıldıkları nokta

felsefeleri. Birçok sosyalistten destek aldıklarını ancak din yaklaşımı yüzünden de

kendilerine: “Siz nasıl anti-kapitalistsiniz?” gibi sözler geldiğini de söylüyorlar. Bu tarz

tepkiler de var bu harekete karşı, ancak destekleri çok daha fazla. Solcu ve sosyalist çevreler

tarafından destekleniyorlar. Çünkü fikirleri büyük ölçüde örtüşüyor. Din yaklaşımı nedeniyle

bir fikir ayrımı olsa da sosyalist çevreler ile tavır aldıkları cephe (Kapitalizm) aynı olduğu için

bu fikir ayrımı bir kutuplaşmaya yol açmıyor.

Sol ve sağ terimlerinin toplum mühendisleri tarafından yaratılan kavramlar olduğunu

söylüyorlar. Kendilerini tamamı ile bir tarafa koymak tercihleri değil. Onları belirleyen iki

sıfat var Müslüman ve Anti-Kapitalist. Kendilerini tanımlama yöntemlerini şu söylemlerinden

anlayabilmek mümkün: “İşçi haklarını savunmak yalnızca sosyalistlerin tekelinde olan bir şey

değil, biz Müslümanlar da savunmalıyız”. Buradaki söylemden anlaşılıyor ki bu hareket

kapitalizme “Müslümanlar” olarak karşı koyuyor. Müslümanlığın anti-kapitalist bir din

olduğunu ve sınıfsız toplum düzenini, adil mülkiyet paylaşımını yani sosyal demokrasiyi

vurguladığına inanıyorlar. Kendilerini sosyalist olarak tanımlamasalar bile, kapitalizme karşı

sosyalistler ile fikir birliği içindeler. Muhafazakar çevrelerden gelen tepkiler de oldukça

dikkat çekici. Darvinist bir felsefeden gelen sosyalizm değerlerinin, Müslümanlar tarafından

benimsenmesini garipseyen de yok değil. Ancak böyle bir yaklaşıma verdikleri yanıt şöyle

oluyor: “Biz insanların kimliklerine değil, fikirlerine bakıyoruz”. Yani anlaşıldığı üzere

sosyalizmin sınıf düzenini ve mücadelesini benimsiyorlar. Sosyalist liderlerin kimliklerinden

ziyade fikirlerine ve mücadeleci ruhlarına saygı duyuyorlar. R. İhsan Eliaçık’ın Marksizm’e

ilişkin saptamalarının bu meseleyi anlamakta önemli bir yeri var: “ Sanayi devrimi ve

makinalaşma sonucu ortaya çıkan emek kavramı Marksizm’i doğurmuştur. Emeğe, adalete ve

eşitliğe dikkat çekmesi ce icabında yok bile olabileceğini ileri sürerek devletin son tahlilde

insan için olduğunu hatırlatması bakımından yararlı olduğu söylenebilir. Ancak Marxizm,

varlığı tek boyutlu algılayan katı maddeci felsefesi ve mülkiyetin toplumsallaştırılarak iktidar

aracı olmaktan çıkarılabileceği görüşü ile yanılmıştır. Sovyet deneyiminde görülmüştür ki

mülkiyet devletleştirilerek iktidar aracı olmaktan çıkmamaktadır. Bilakis devlet kapitalizmine

dönüşmekte, devlete egemen olan komünist parti diktatörlük üretmektedir. Bunun geçici

olduğunun söylenmesi de işe yaramamakta, sonuçta halk kitleleri mülksüzleşmektedir. Şu

halde temel sorun mülkü belirli ellerde yığmak veya tümden ortadan kaldırmak değil,

paylaşmaktır” (İhsan Eliaçık, 2011). İşte buradaki felsefe, yani mülkün ortak paylaşımı, Anti-

Kapitalist Müslümanlar tarafından desteklenmektedir. Tümüyle sosyalist veya komünist

düzene eğilimli bir hareket kesinlikle değildir.

Antikapitalist Müslümanların yaptıkları eylemlerin kendine has bir tarzı var. Bu eylemlerden

biri Fatih Camisi’nin avlusunda gerçekleştirilen gıyabi cenaze namazıydı. 11 Ocak 2013

Cuma günü Fatih camisinde toplanan Anti-Kapitalist Müslümanlar Zonguldak’taki maden

ocağı patlamasında ölen 8 işçi için gıyabi cenaze namazı kıldılar. Cuma namazından sonra

megafon ile gıyabi cenaze namazına davet edilen cemaatin bir kısmı da eyleme katıldı.

Pankartlar asıldı ve yapılan basın açıklamasından sonra Fatih Cami’sinin avlusunda “Allah,

Ekmek, Özgürlük” sloganları atıldı. Hareketi daha iyi anlamak için bu protestonun

fotoğraflarını incelemekte yarar var. Fatih Camisi avlusunda emek ve ekmek gibi kavramların

hep bir ağızdan yankılanması alışıldık bir durum değildi şimdiye kadarki Türkiye’de.

Zonguldak’ta Ölen İşçiler İçin Gıyabi Cenaze Namazı

Cemaat, Cuma namazı çıkışı megafon ile gıyabi cenaze namazına davet ediliyor.

Zonguldak’ta ölen işçiler için gıyabi cenaze namazı kılındı. Cami cemaatinin bir kısmı da

namaza katıldı.

Caminin avlusuna çeşitli yazılar asıldı ve basın açıklamasından sonra “Allah,

Ekmek, Özgürlük” sloganları atıldı.

Kılınan gıyabi cenaze namazından sonra dağılan Anti-Kapitalist Müslümanlar caminin

yakınındaki İnşa Kültür Evi’ne gittiler. Toplandıkları yerdeki teras katında çok dikkat çekici

bir şey vardı. Hz. Muhammed’den Marx’a kadar birçok kişinin sözlerini içeren bir çerçeve

asılıydı duvarda. Hz. Muhammedin: “Üç şey ortaktır, su, ateş, mera. Bunlardan alınacak bedel

haramdır” ve Marx’ın: “ Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser” sözleri yazıyordu.

Daha birçok kişinin olduğu bu resimde, sosyalist, komünist ve diğer dini şahısların adalet ve

eşitlik hakkındaki sözlerini görmek mümkündü. Sadece bu duvarda asılı olan resme bakmak

bile, Anti-Kapitalist Müslümanlar hareketinin yeni bir bakış açısı olduğunu anlatmaya yeterli

oluyor.

Hz. Muhammed, Hz. İsa, Che Guevera, Hz. Hüseyin, Karl Marx, Ali Şeriati ve daha birçok

ismin adalet, mülk edinme ve kapitalizm konusundaki sözlerini bu duvardaki resimde görmek

mümkün.

Türkiye’deki anadilde eğitim meselesi hakkındaki görüşleri çok açık. Ana dilde eğitime

sonuna kadar destek veriyorlar. Kuran-ı Kerim’deki: “Dilleriniz ve renkleriniz Allah’ın

ayetlerindendir” ayetini referans gösterip, hiçbir dile hiçbir yerde baskı ve sansür

uygulanmaması gerektiğini savunuyorlar. Bu bakımdan “ana dilde eğitim” meselesi

tartışmasında Türkiye’deki sosyalist taraf ile büyük ölçüde benzeşiyorlar.

Erbakan’ın Milli Görüş ideolojisini, Müslümanların siyasi arenadaki temsilinde dönüm

noktası olduğu için önemsiyorlar. Ancak mülkiyet konusundaki fikirleri ve mülk edinmesi

sebebiyle, bu konuda aralarına bir mesafe giriyor. Özel mülkiyeti tamamen reddeden Anti-

Kapitalist Müslümanların bu konudaki hassasiyeti burada kendini apaçık gösteriyor.

Anti-Kapitalist Müslümanlar, herhangi bir eylem olduğu zaman iletişimi sosyal medya

aracılığıyla da sağlıyorlar. Facebook ve Twitter hesaplarından çeşitli zamanlarda eylem

duyurularını yapıyorlar. Aynı zamanda sık sık sosyal medya üzerinden sloganlarını paylaşıp,

fikirlerinin görülüp ilgi çekmesini sağlamaya çalışıyorlar. İstanbul’daki toplanma yerleri olan

İnşa Kitap Evi’nde sunumlar, filmler izleniyor ve tartışmalar yapılıyor. Türkiye çapında

şubeleşme ve temsilcilik ön çalışma toplantıları yapıp, Türkiye’nin dört bir yanında seslerini

duyurmayı hedefliyorlar. Bu toplantıların duyuruları yine sosyal medya üzerinden yapılıyor.

Bu hareketin farklı yorumlanması nedeniyle, medya aracılığıyla zaten ön plana çıkan Anti-

Kapitalist Müslümanlar, şubeleşme çalışmalarıyla daha fazla destekçi toplamaya çalışıyorlar.

Sonuç olarak, Anti-Kapitalist Müslümanlar hareketinin, tamamıyla sosyalizm veya komünizm

odaklı bir hareket olmadığı apaçık ortada. Felsefi görüş yani din açısından klasik sosyalistler

ile aralarında bir ayrım oluşuyor. Ancak sosyalizm mücadelesini ve sosyalist mücadeleyi

sonuna kadar benimsiyorlar. Çünkü sınıfsız, gelirlerin eşit dağıtıldığı, özel mülkiyetin ve

serbest piyasanın olmadığı halkçı düzenin, tam da İslam’ın öngördüğü düzen olarak

yorumluyorlar. Sosyalizm teorisi üretenlerin kimliklerini değil fikirlerini önemsiyorlar.

Kendilerini sağ ve sol diye tanımlamaktan kaçınıyorlar, çünkü bunun toplum mühendisleri

tarafından üretilen kavramlar olduğunu vurguluyorlar. İdeolojilerini Kuran, birincil sıfatlarını

“Müslüman” olarak belirliyorlar. Anadildeki yaklaşımları sosyalistler ile aynı. Dil

özgürlüğüne dini bir perspektiften yaklaşıp, her dile özgürlük verilmesi gerektiğini

vurguluyorlar. Müslümanlığın siyasi arenadaki temsilinde dönüm noktası olan Milli Görüşü

önemsiyorlar. Ancak özel mülkiyete karşı oldukları , “Mülk yalnızca Allah’ındır” dedikleri

için Milli Görüş ile yolları ayrılıyor. Çünkü Anti-Kapitalist Müslümanlarda milliyetçilik veya

ümmetçilikten söz edilemiyor. Kıyaslanmaları bile çok uzak bir ihtimal aslında, ancak kendini

Müslüman olarak tanımlayan bir hareketin bu konudaki fikri önem arz ediyor. Öte yandan,

Müslümanlığın bu hareket ile özüne döndüğünü söylüyorlar. İslam’ın, haksızlığa kadercilikle

yaklaşıp boyun eğmek değil, mücadele etmek olduğunu belirtip, Hz Muhammed’in o

dönemdeki mevcut düzene karşı olan mücadelesini referans gösteriyorlar. Dünyadaki sosyal

adaleti şekillendiren bir dinin, insanlığın düşmanı olan kapitalizm ile savaşması gerektiğini

düşünüyorlar. İslam’ın dünyevi mücadeleden soyutlanıp, sadece ahiret dini olarak

yorumlanmasına tepkililer. Kısacası, Anti-Kapitalist Müslümanlar Hareketi, Soğuk Savaş

Dönemi’nden bu yana hiçbir zaman yakınlaşamayan İslami ve sosyalist değerlerin

buluşmasına vesile olan, kapitalizme karşı İslami değerlerle mücadele etmeyi hedefleyen,

anti-kapitalist bir harekettir.

Kaynakça

-Adalet Devleti Ortak İyinin İktidarı (R. İhsan Eliaçık, 2011)

-Cami ile kışla barıştı mı? , Radikal Gazetesi (Sabahattin Şen, 21 Temmuz 2011)

- Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi: Sovyet Tehdidine

Karşı Güvenlik Arayışları: I. ve II. Menderes Hükümetlerinin (1950-1954) NATO Üyeliği ve

Balkan Politikası, ( Dr. Sedef Bulut, 2008)

- Capitalism: The Unknown Ideal (Ayn Rand, 1967)

- Türkiye'nin Demokrasi Tarihi (Tevfik Çavdar, 2004)