anlatamadim

15
1 ANLATAMADIM Prof. Dr. Ali Demirsoy, 03.11.2015 Bu coğrafya bilinen her çeşit sorunu yaşadı; yaşamaya da devam ediyor. En kötüsü de yaşadığı bir sorunu tekrar tekrar yaşıyor. Örneğin darbeden yakınıyor; ancak bilinen iki büyük; çok sayıda darbeyi sineye çekiyor. Bunca üniversitesi kale alınır bir şey yaratamıyor; ancak yurtdışına gönderdiğimiz insanlarımız dünya bilim tarihine geçiyor. Meydanlarımızı süsleyen hayranlık duyduğumuz heykellerin, sanat eseri olarak gösterilen binaların altında başka bir milletin mensubunun imzası bulunuyor. Trafiğe çıkınca, miras bölünce, iş ortaklığı kurunca karşımızdakinin hakkını yemeyi bir yaşam tarzı haline getirmişiz. Miras bölüp de birbirine düşmeyen aile yok gibi. Trafikte hır çıkmasın diye dilimizi ısırıyoruz. Yaklaşık yüzyıldır cumhuriyet düzenine geçmişiz; 70 yıldır çok partili parlamenter sisteme geçmişiz, hala seçim yasalarını kendimize göre düzenlemenin peşindeyiz; milletvekili olma çıkar sağlama kapısı haline dönüşmüş; parti diye bir şey yok parti başkanı ne derse o oluyor. Her seçimde hile karıştı sözünü

Upload: demirsoy

Post on 24-Jul-2016

212 views

Category:

Documents


0 download

DESCRIPTION

Değerli Kardeşim İnsan öğrendiklerinin, öğrettiklerinin ve yaptıklarının sonucunu; çocuklarını, dostlarını, akrabalarını ve dünyanın tüm insanlarını mutlu görmek istiyor. Bir insan düşünün ki 48 yıl yazar, konuşur, anlatır ve bu sürenin sonunda geriye döner bakar ki: Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Dönüp geriye baktığında; ancak bir arpa boyu yol gitmiş. Meğer ilkokulda bize ilk öğrettikleri bu mısra boşuna değilmiş; bizi geleceğe hazırlıyorlarmış. Sorumluluğu başkasına atarak kurtulmak istemiyorum. Bir öğretim üyesi olarak üzerime düşen payı “Anlatamadım” adlı yazımla açıklamak istedim. Saygılarımla

TRANSCRIPT

1

ANLATAMADIM

Prof. Dr. Ali Demirsoy, 03.11.2015

Bu coğrafya bilinen her çeşit sorunu yaşadı; yaşamaya da devam

ediyor. En kötüsü de yaşadığı bir sorunu tekrar tekrar yaşıyor.

Örneğin darbeden yakınıyor; ancak bilinen iki büyük; çok sayıda

darbeyi sineye çekiyor. Bunca üniversitesi kale alınır bir şey yaratamıyor;

ancak yurtdışına gönderdiğimiz insanlarımız dünya bilim tarihine geçiyor.

Meydanlarımızı süsleyen hayranlık duyduğumuz heykellerin, sanat eseri

olarak gösterilen binaların altında başka bir milletin mensubunun imzası

bulunuyor.

Trafiğe çıkınca, miras bölünce, iş ortaklığı kurunca karşımızdakinin

hakkını yemeyi bir yaşam tarzı haline getirmişiz. Miras bölüp de birbirine

düşmeyen aile yok gibi. Trafikte hır çıkmasın diye dilimizi ısırıyoruz.

Yaklaşık yüzyıldır cumhuriyet düzenine geçmişiz; 70 yıldır çok partili

parlamenter sisteme geçmişiz, hala seçim yasalarını kendimize göre

düzenlemenin peşindeyiz; milletvekili olma çıkar sağlama kapısı haline

dönüşmüş; parti diye bir şey yok parti başkanı ne derse o oluyor. Her

seçimde hile karıştı sözünü duyuyoruz. Demokrasi sözcüğünü düzeni

sağlamak için konulan kuralları yıpratmanın bir yolu olarak görüyoruz.

Dış ilişkiler çarpık gittiğinde ya da içeride terör belası her tarafı

sardığında birilerinin bu ülkeyi karıştırdığı bahanesine sığınarak kendi

yetersizliğimizi ve basiretsizliğimizi örtmeye çalışıyoruz.

Tarihimizle hesaplaşmaktan korkuyoruz. Geçmişin hatalarını bilimsel

bir gözle gündeme getirenleri vatan haini, Osmanlı düşmanı ve batı

hayranı olarak suçluyoruz. Başımızı kaldırıp çevremizde bizimle aynı

değerleri paylaşanların da bataklık içinde boğuştuklarını görmek

istemiyoruz. Bizi bataklığa sürükleyen nedenleri görmek istemiyoruz;

2

gündeme getirenleri de ölüm tehdidi başta olmak üzere susturmaya

çalışıyoruz. Bu ülkeyi gericiliğin pençesine iten, halkı birbirine düşman

eden, Türklük bilincinin gelişmesini önleyen, uygarlaşmayı batılı hayranı

olarak gören, bilimi din düşmanlığı olarak sunan insanların adlarını

köprülere üniversitelere vermeyi bir marifet görüyoruz. Bir defa dini

duygularımızla oynayarak kendisine bağlandığımız insanların kusurunu

görmemezlikten geliyor; sonuna kadar körü körüne destekliyoruz. Kusur

görülmez ve düzeltilmez ise yenileri sahneye çıkıyor. Cumhuriyet

tarihinde birkaç istisnası hariç hemen her cumhurbaşkanının,

başbakanın, bakanların, çocuklarının ve akrabalarının hırsızlıkla, rüşvetle

ve yolsuzlukla suçlanmasına sadece ama sadece seyirci kalıyor; en

azından bu insanların iftira edilmiş ise- temize çıkması için hukuken

aklanmasını talep edemiyoruz. Milletvekilleri bu tip oylamalarda birey

değil, Arapsaçı gibi birbirine girmiş, kenetlenmiş kitle olarak hareket

ediyor, gelen emre göre domino taşı gibi bir o yana bir bu yana yıkılıyor.

Hiç kimse gerçeği öğrenemiyor, gerçeği öğrenemeyince nereye

yöneleceğini bilemiyor. Şans, kader, kısmet, takdiri İlahi gibi beylik

sözlerle gazının alınmasını anlayamıyor. Tek düşündüğü bu yağmada

acaba ben ne alabilirim olmadan öte bir şeyle artık ilgilenmiyor. Böylece

kitap okumada dünya sıralamasında 150’ci sıraya oturuyoruz.

Ben 48 yıldır yazar ve konuşurum. Çok iyi eğitildiğimi, zeki olduğumu,

dünyanın dört bir tarafını bildiğimi söyleyemem. Ancak bütün bunları

anlamak için çok zeki olmak ve dünyanın dört bir tarafını bilmek

gerekmiyor; minimum zekânın yeterli olduğunu düşünüyorum. Anlamak

için çok küçük bir zekâ gerektiği halde bunca yıl en yakınlarıma bile

düşündüklerimi hiç ama hiç anlatamamış olmam, olsa olsa, yazının

başlığını oluşturan “anlatamadım” olmalıdır.

3

Benim gibi derdini anlatamayanların, birçoğumuz gibi anlatılanları

anlamak istemeyenlerin bulunduğu bir ortamda, doğru bildiklerini

oturttukları yanlışları yaygınlaştırabilmek için, kendi geleceklerini

garantiye almak için gençliği yönlendirecek yolu kaçınılmaz yol olarak

görmüş ve harekete geçmişlerdir.

Sizin kronikleşmiş (müzminleşmiş) sorunlarınızın nereden

kaynaklandığını bir daha anlatmaya çalışayım. En az bu yazıyı okurken,

geçmişteki yanlış yönlendirilmenizlerden, katılaşmış dünya

görüşlerinizden, doğru bildiğiniz inançlardan, takım tutar gibi bir görüşe

müntesip olmadan uzaklaşın.

Başarılı yaşam, zamanını en iyi kullananların dünyasıdır. Bir saniyenin

bile değerlendirilmesinin yapılması ve bunun bir yaşam tarzı olarak

gençlere öğretilmesi gerekir. Özellikle kapitalist düzende hedefe ulaşmak

için her yolun denendiği, bir adım geri kalanın sadece nal topladığı bir

dünyada, gençlerinin zamanını tarihin hurafeleri ile geçirmek için tezgâh

kuranlar vatan hanileridir.

Bugün bir ülkenin ya da insanın yaratıcılığının, üretme sığasının,

sanatta yaratma gücünün, dünya genelinde saygınlık kazanmasının tek

yolunun sayılabilir, tartılabilir, ölçülebilir ve tekrarlanabilir bilimden

geçtiğini bilmeyen kalmadı diyeceğim; ama kaldı.

Yeni cumhuriyetçiler, her dinin bağnazları, dini politikaya bulaştıranlar,

eğitim dünyasına dini eğitimi şu ya da bu ad ile sokuşturanlar; ahirete

daha çok yatırım yapanlar; her mahallede dini kurslar açanlar Ortaçağın

artıkları olarak hala bilim dünyasında ne yazık ki boy göstermektedirler.

İkinci Dünya savaşından sonra yeni bir dünya düzeni kuruldu. Bu

düzende zaman yitirenlere, dogmayı yaşam tarzı olarak kabul edenlere,

üretemeyenlere, yeni buluşları gerçekleştiremeyenlere ve en önemlisi

uzlaşma kültürünü geliştiremeyenlere artık yer yok. En önemlisi de

4

uzlaşma kültürünün geliştirilmesidir. Uzlaşmadan kasıt bir şeyi ortak

paylaşma değil, elindekilerle en fazla yararı sağlama ve doğru bildiklerini

diretmekten vaz geçerek başkalarının da doğrusu olabileceğini

öğrenmedir. Uzlaşmada bölünme değil, olabildiğince bütünleşme esastır.

Gel gelelim ki Türkiye’de ve bu coğrafyada “güya demokrasi adına” etnik

ve dini bölünmeler olabildiğince körüklenmektedir. Anlatamadık, bunun

kimseye yararı olmayacaktır…

Bir saniyenin bile değerli olduğu, üretimde bir kuruşun bile maliyet

açısından hesaplanması gereken bir zamanda yaşıyoruz. Yönetimlerin

benim adamım, daha doğrusu katıksız yandaşım diye bir yerlere getirdiği

yeteneksiz insanlarla bir ülke fazla ileriye gidemez, dış politikasında,

ticaretinde, iç barışın sağlanmasında er ya da geç tökezler. İşsizliği,

vasıfsız işçilerin çalışacağı alanlara yatırım yapmayla çözemez. Kendi

dinamiği ile yeni iş alanları açamayan yatırımlar bir zaman sonra tıkanır;

buna en iyi örnek inşaat yatırımıdır.

Eğitimin deseni değişmiştir; bir yerlerden diploma alma eğitilmiş olma

anlamı artık taşımamaktadır; eğitim dünyası, tek bir pazara dönüşmüş bir

dünyada kendi alanındakilerle başa baş koşabilen insanların dünyası

olmuştur. Eğitimin içeriği bellidir. Dünyanın neresine giderseniz gidiniz,

hangi dini ve etnik gurubun içine girerseniz giriniz, oradaki insanlarla

dünyada geçerli bilim ve bilginin kurallarında yarışabilmelisiniz. Evrensel

eğitimin içeriği bellidir ve dünyanın her uygar ülkesinde ne olduğu da

bilinir ve uygulanır. Bir insanın eğitiminde harcayacağı zaman da

sınırlıdır; bu nedenle uygar bir ülkede bir saniyenin bile değerlendirilmesi

gerektiğini söylüyoruz. Ya gençliğinizi evrensel olmayan bilgilerle

doldurursunuz ya da onlara yaratıcılık kazandıran bilgileri vererek

ülkesine ve dünyaya yararlı bir kuşak yetiştirirsiniz. Evrensel bilgi

dünyadaki her insanın kullanacağı, aynı şeyi anlayacağı, ölçülebilir,

5

tartılabilir, sayılabilir ve tekrarlanabilir bilgidir. Bunun dışında örgün

eğitimde verilen her bilgi zaman yitirmedir. Bunun sonucunda niteliksiz

insan çıkarırsınız. Bizim devlet kadroları başından beri niteliksiz

insanlarla doldurulmuştur. Şu anda güya eğitilmiş olanların tek umudu

devlette açılacak kadrolardır. Seçim vaatlerinin en önemli konusu, bu

nedenle, devlette açılacak memur kadroları ve açıktan verilecek ianeler

olmaktadır.

Aslında internet bağlantısı ve çeşitli anlaşmalarla dünya tek bir pazar

haline dönüşmüştür. Yakın zamana kadar kendi kulvarımızda yarışıyor,

niteliksiz insanımızı doyurabiliyor; hatta başımıza yönetici bile

yapabiliyorduk. Bu kapı kapanıyor, herkes aynı kulvarda koşmaya

başladı. Niteliksiz insanları niteliksiz işlerde (karmaşık olmayan, basit

inşaat işlerinde) çalıştırarak işsizliği giderdiğimizi düşünüyorduk; aslında

yeni iş alanı yaratamayan her türlü iş sonunda işsizlik yığını

yaratmaktadır. Bunu da anlatamadık.

Dini eğitimin herkesin söylediği gibi ahlaklı bir kuşak yetiştirmek için

gerekli olmadığını, bilimsel yöntemi içselleştirenlerin doğru düşünmeyi

öğrenmesi nedeniyle, kurallara bağlı, saygılı ve ahlaklı olduğunu artık

biliyoruz. Dünyanın en saygılı, düzenli, çalışkan ve üretken milletinin

%70’nin Ateist olan Japonya ve bunu aynı oranlarda Ateist olan İsveç,

Norveç, Hollanda’nın izlediğini biliyoruz. Tapınaklarda en çok vakit

geçirenlerin, tapınmaya en çok vakit ayıranların, dünyadaki en azılı

teröristleri, katilleri ürettiğini en az bu coğrafyadan biliyoruz.

Düşünmekten ve olanların nedenini anlamaktan ve görmekten

korkmayınız! Eğer korkarsanız bu yaşadıklarınızın yarın çocuklarınıza

daha azgınlaşmış korkular olarak döneceğini biliniz!

Bakın bugün en vahşi, en cani en kanlı terör örgütünün en az ilk 10’nu

İslam ülkelerinden çıkmış; bu coğrafyanın geçmişi de temiz değil, hep

6

böyle. Geldiğimiz zaman diliminde tüm dünyada başka din ve inançlarla

çatışan insanların hemen hepsi Müslüman. Kadın haklarının ihlali,

hırsızlık, ırsızlık, rüşvet, kurallara uymazlık, saygısızlık, bilim ve sanat

yoksunluğu bu coğrafyanın kronik sorunu. Suçu başkalarına atmayla,

temelsiz nedenler aramayla artık bu çıkmazdan kurtulamayız. Zaman

kalmadı, başımızı ellerimizin arasına alıp, korkusuzca, yansız,

dogmalarımızdan arınmış olarak illetimizin nedenini (bulmalıyız

demiyorum; çünkü biliniyor) sudan sebeplere bağlayarak biraz daha

zaman kazanmayı bırakıp, yüzyılların ve bu coğrafyanın kronik sorununu

en kısa zamanda ortadan kaldırmalıyız ya da düzeltmeliyiz. Atatürk ve

arkadaşları laik cumhuriyet diye başlamıştı. Ancak gerisini getiremedik.

Bu coğrafya tekrar dincilere teslim oldu… Böyle giderse bu bataklıktan

hiçbir zaman kurtulamayacaksınız; işte “din simsarlarının pençesine

düşmüş insanıma” yıllardır bunu anlatamadım…

Dünyadaki nüfus büyük bir hızla artıyor, tüketim alışkanlığı iyice

pompalanıyor, tüketim deseni ve çeşitleri geçmişe göre onlarca kat

artıyor, kaynaklar tükeniyor ya da azalıyor. Sudan toprağa, enerjiden,

madene her çeşit temel kaynağın sıkıntısı başladı. Bugüne kadar

doğanın efendisi safsatası ile insana yapılan müsamahanın sonuna

gelindi. Doğanın, yansız, ödünsüz en katı kuralı olan “Doğal Seçme”

devreye girdi. Evrimin en temel kuralı işlemeye başlandı: Bir ortamda

olanaklar azalınca gerçek yarışma ve çatışma o zaman ortaya çıkar. Bu

kayıktan ilk aşamada birileri atılacak. Tekrar söylüyorum: Bu kayıktan

birileri atılacak. Kim atılacak diye merak etmiş olmalısınız. Üreten, icat

eden, yenilik yaratan, karmaşık silahları yapan, sanata ve bilime katkısı

olan, uzlaşma kültürünü geliştirmiş, evrensel bilgi eğitimine ağırlık

vermiş, bir saniyesini bile boşa harcamayan, tarihten gelen dogmatik

yanlışlarını düzeltmiş, dogma bataklığı içinde birbirini boğazlayan

ülkelerin yönetimlerine sızmış ülkeler bu kayıkta ayakta kalmanın da

7

yolunu bulacaklardır. Benim güzel ülkemin de bu kayıkta kalabilmesi için

bugüne kadar inatla sürdürülen ırkçılık ve bağnazlık güdümlemesini en

kısa zamanda terk etmesinden, eğitimi ve yönetimi laikleştirmesinden,

gençlerini çağdaş bilgilerle donatmasından geçtiğini anlatamadım…

Olması gereken eğitim sistemi, yerleşmiş ve kronikleşmiş dogması ile

değişmeyi başından ret eden, yanlışlarını tutku halinde savunan,

yanlışlarını görme yerine onlarla hiç ilgisi olmayan başka nedenler

arayan, çıkarı için kendisinin de taviz vermesinin uzlaşma için kaçınılmaz

olduğunu anlayamayan bir dünyada kendine yer bulamaz. Bu

coğrafyadaki insanların 1500 yıldır birbirini yemesinin ve bir türlü

uzlaşamamasının bir nedeni olmalı; korkunun ecele yararı yoktur; bunu

er ya da geç öğreneceksiniz. Bugüne kadar anlatmaya çalıştığımız

buydu: Bunu kendimiz araştırarak çözmeliydik; birileri kafamıza vurarak

bunu bize zorla öğretmenin acısını çekmemeliydik. Bu coğrafyaya yağan

bunca bombadan, sürünen insanlardan, insanlıktan çıkmış güruhların

içimizde ve çevremizde cirit atmasından, emperyalistlerin elinde

soytarıya dönüşmüş yönetimlerden hala ders çıkaramadık. Hala eski

berbere tıraş olmaya çalışan insanların yönetiminde koskoca bir ömrü –

en az ben- tükettim. Türkiye geçmişte bir şans yakalamıştı; ancak

emperyalistlerle kol kola gezmeye, kişilikli dış politikasından taviz

vermeye, inançlarını politikaya bulaştırmaya, ırkçılığı ve bağnazlığı iç

politika aracı olarak kullanmaya başlayınca, aydınlığa götürecek tren

1938 yılında makas değiştirdi.

Demokrasi amaç olmaktan çıkmış; hedefe ulaşmak için araç olarak

kullanılan bir söyleme dönüşmüştür. Toplumu sürükleyen ve ileriye

götüren gücün aykırı düşünenler ve aykırı konuşanların arasından çıktığı

gerçeğini unutarak; çoğunluğun çıkar beklentileri arasında geleceğin

yitirilmesine göz yummanın doğru bir yönetim olmadığını anlama ne

8

yazık ki yıllar sonra anlaşılabiliyor. Bu nedenle siyasi tarihimiz keşkelerle

yazılıyor…

Kapitalist sistem dünyanın tümünün gelişmiş, uygar, düzenli olmasını

hedeflememiştir. Kendi refahı için her zaman sömüreceği, sırtını

sıvazlayıp, ağzındaki lokmayı alacağı ahmakların bulunması gerekir.

Petrol zengini olup da hala Ortaçağı yaşayan Müslüman ülkelerin durum

budur. Hepsi sözüm ona kalkınmış; ama hiç biri gelişmiş değildir. Bu

coğrafya parazit ve terörist üreten ülkeler topluluğudur. Her türlü insan

haklarının ihlalinin, her türlü rüşvetin, dalaverenin, yolsuzluğun,

ahlaksızlığı, çevre tahribinin, çatışmanın, çağdışılığın yaşandığı

coğrafyadır. Bu coğrafyanın insanları cennetin anahtarı ile uzun yıllar

avutulduktan sonra, çareyi kendi dünya görüşlerini paylaşan ülkelere

değil dünya görüşü kendirlerinkine taban tabana zıt olan başka bir

medeniyetin içine sızmakta bulmuşlardır. Akdeniz’de yüzen on binlerce

çoluk çocuğun cesedi, ülkelerin dikenli tellerine takılan binlerce insanın

tenleri, kimseye duyuramadığı çığlıkları, bu coğrafyanın ve bu öğretinin

bittiğinin tamtamlarını olduğunu anlamalısınız. Bir istisnası olmuştu:

Türkiye Cumhuriyeti. Batı için kötü bir örnekti, laik Müslüman ülke

kapitalist sistemin çıkarlarının tehlikeye girmesi demekti. Emperyalizmin

bu korkulu rüyası 1946 yılından bu yana imzalanan açık ya da gizli

anlaşmalarla kendi açılarından istenen rotaya sokuldu. Bağımsız

Türkiye’den çeşitli anlaşmalarla kazığı bağlanmış bir Türkiye çıktı.

Ordusunun, aydınının, yazarının, çizerinin, bilim adamının

mahkemelerde yıllarca süründüğü, kurumların tahrip edildiği düzmece

belgelerle beli kırıldı. Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Mısır’da, Afganistan’da,

Yemen’de, Nijerya’da, Malezya’da, Endonezya’da, Sudan’da

kargaşalığın temelinde, karşıt gurupların oluşumunda tek belirleyici

etmen, din ve ırk açısından dünya görüşündeki farklılıklardır. Bu

ülkelerde yönetim başından bu yana din eğitimine bulaştırılmıştır.

9

Türkiye’de adım adım izlenen eğitim uygulamaları ile aynı yolun yolcusu

olacağımız görünmektedir. Yasalara, kurallara uymayan, insana ve

başkasının haklarına saygısı olmayan, çıkarı için her şeyi mubah gören,

çocuğuna ve karısına şiddet uygulayan, okumayan, düşünmeyen, tek

hedefi lüks tüketim olan, fırsat bulursa yabancı ülkeye yerleşmeyi

düşünen, demokrasi dendiğinde sadece örtünmeyi anlayan bir nesli

yetiştirdiğimizi görmemek için kör olmak gerekiyor. Bir daha anlatayım:

Eğer acil önlem alınmaz ise, anlattıklarımız anlaşılmaz ise, bir kuşak

sonra (şimdiden örneklerini her yerde görmeye başladık) bu coğrafyanın

teröristleri, canileri, katilleri, uygarlık düşmanları bu topraklarda da

yeşerecektir. Demedi demeyin…

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Değerli Kardeşim

İnsan öğrendiklerinin, öğrettiklerinin ve yaptıklarının sonucunu;

çocuklarını, dostlarını, akrabalarını ve dünyanın tüm insanlarını mutlu

görmek istiyor.

Bir insan düşünün ki 48 yıl yazar, konuşur, anlatır ve bu sürenin

sonunda geriye döner bakar ki:

Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş.

Dönüp geriye baktığında; ancak bir arpa boyu yol gitmiş.

Meğer ilkokulda bize ilk öğrettikleri bu mısra boşuna değilmiş; bizi

geleceğe hazırlıyorlarmış.

10

Sorumluluğu başkasına atarak kurtulmak istemiyorum. Bir öğretim

üyesi olarak üzerime düşen payı “Anlatamadım” adlı yazımla açıklamak

istedim.

Saygılarımla