türk'e göre türk tarafından aĞustos -...
Post on 16-Sep-2019
7 Views
Preview:
TRANSCRIPT
Herşey
Türk için
Türk'e
Göre
Türk
Tarafından
AĞUSTOS
1974
BU SAYIDA mıHtiTIMH rrffflı ıM
« muamma
GALİP ERDEM SADÎ SOMUNCUOĞLU DİLÂVER CEBECİ OSMAN OKTAY
: Zaman Bizce Konuştu NECATİ AVCI Genel Ahlâk Z. KADİR DOĞANAY
: Dedemin Günâhı CUMALİ KİBAR : Ülkücüler ve Ülküsüzlük GÜNERKAN AYDOĞMUŞ
Millet ve Din Zaferi Müjdeleyen İdrak Atalarımızın Vasiyeti O Ruhlar Dirilecek
ÜLKÜCÜLER ve ÜLKÜSÜZLÜK[
Kıymetli Ülkttdaşlarım; îlk, orta ve yüksek dereceli bü
tün okulların hemen hepsinin tatilde bulunduğu şu sıralarda şüphesiz ki boş durmuyor, birşeyler yapıyor-sunuzdur Ülkücünün ne yapıp yapma yacağı belli. Ülkücü, giyinişinden yiyişine, yürüyüşüne, hal ve hareketlerine varıncaya kadar herşeyiy-le ülkücü olduğunu, ülküsünün adamı olduğunu belirtmelidir. Öyle ki, bütün iyilikler onun şiarı olmalı; ülkücü, herkes tarafından bu iyilik-leriyle, dürüstlükleriyle tarif edilmelidir.
Bunu herkes başaramaz. Bunun i-çindir ki; «Milliyetçi olmak kolaydır ama ülkücü olmak her babayi-ğitin harcı değildir» denilmiştir. Ülkücü fedakârdır, çilekârdır, yerine göre kıldan ince, yerine göre de kılıçtan keskindir. Çok hassastır, çok duyguludur, bir derya, bir okyanustur.
Evet... Tatil demiştik. Şimdi ülkücüler harıl harıl çalışıyor; kitap o-kuyorlar, piyesler hazırlıyorlar, seminerler, konferanslar düzenliyorlar ve köylere gidiyorlar. Büyük ülkü dâvası, Türk ülküsünün yüce faziletleri herkese gösteriliyor, takdir görüyor. Takdir yerine tekdir gördükleri yerler de var. Elbette olacak. Komünistler de boş durmuyor, çalışıyorlar. Biz dâvamızı anlatıyoruz, onlar dâvalarını da bırakmış
lar, tam kadro bizimle uğraşıyorlar. Ama bize düşen; çalışmak, emanet edilen bayrağı kapıp ileriye, daha ileriye gitmektir.
Bize yazılar gönderen ülküdaşla-rımız duygularını ne güzel dile getiriyorlar? Denizli'den yazan Hüseyin KARADENİZ isimli ülküdaşımız «Türklüğün bütünlüğüne» işaret ettikten sonra şöyle sesleniyor : «Hürriyet; köleliğin karanlıklarında buram buram tüten alevdir. Bu alev söndürülemez. Türk'e ölmüş gözüy -le, hasta adam gözüyle bakanların ödlerini patlatacak olaylar Turau'-dan fışkıran volkan olacaktır.»
Fatih KOZANOĞLU imzasıyla yazan bir ülküdaşımız «Bugünlerde nerelere kaçırsam sizleri?» diye sorduktan sonra bizi güzellikler içinde gezdiriyor, sonra Özmen, İmamoğ-lu ve Önkuzu ile kucaklaştırıyor.
Türkistanlı KIZ bacımız da okul larındaki bir bayrak merasimi olayını anlatıyor. «Okumuş olduğum yatılı okulda her pazar ikindi vakti tören yapılır ve bayrağımız istiklâl marşı söylenerek indirilirdi. Bir pazar bu törene katılmanın heyecanını duyarak okula geldiğimde bayrağı yerinde göremedim ve sonra nöbetçi öğretmen tarafından törene lüzum görülmediğini, bayrağın da rasgele bir öğrenci tarafından indirildiğini öğrendim» diyor ve «Bütün bunlar ne demek oluyor?» diye soruyor. Evet, ülkücülük ve ülküsüz-lük işte budur. Ülkücü, bayrak merasimine katılabilmek, istiklal marşını söyleyebilmek için hiç mecbur olmadığı halde pazar günü okula gider, ülküsüzler ise bayrak için tören yapmaya bile lüzum görmezler.
Evet ülküdaşlarım; zamammız öyle kötü, zamanımızın birçok insanı öyle bozulmuş ki hep kötüler ve kötülükler revaçta. İşte en son 5 Temmuz 1974 Cuma günü yapılan Üniversite giriş imtihanında sorulan bir soru : HRİSTİYANLIĞIN MÜSLÜMANLIKTAN ÇOK YAYILMIŞ OLMASININ SEBEBİ AŞAĞIDAKİ-LERDEN HANGİSİDİR?.. Müslüman Türkiye'de Müslüman Türk çocuklarına sorulan, onların kafasını karıştıran bir soru. Ve böyle bir or-
p m a n OKTAY
tamda daha herşesin olması mümkün.
Bu başıboşluk, bu nemelâzımcılık ülkücü aydınlar kadrosu işbaşına ge çene kadar devam edecektir. O hal de halden şikâyetçiysek, geleceğimizin iyi olması bizim elimizde demektir. Biz çalışırsak bu mutlaka olacaktır. Haydin; hiç durmadan, dinlenmeden en iyiye, en güzele varmak için hep beraber ileri!..
YARIŞMA : Bu sayımızda Millet ve Din konulu yarışmamızın birincisini bulacaksınız YENİ KONUMUZ:
MİLLET BÜTÜNLÜĞÜNDE SOYUN ÖNEMİ
Bu konuya ait yazılarınızı 10 Ey-lül'e kadar bekliyoruz.
2
Genel Ahlâk ve Müstehcen Neşriyat
Sadi SOMUNCUOĞLU
Anayasanın hürriyetlerin sınırını tayin eden maddelerinden birinde «Genel ahlâkın korunmasından» söz edilmektedir. Bütün kanunların üstünde bulunan Türk Devlet yapısını ve dünya görüşünü kalın çizgilerle tayin ve tarif eden Anayasa'nın bu hükmüne ne ölçüde uyabiliyoruz? Savcılar, mahkemeler ve kanun hakimiyetini sağlamakla görevli iktidar mensupları «Genel Ahlâkı» korumak için Anayasa'da emredilen işleri yerine getirmek için ne yapıyorlar?
Bu soruların cevabını hiçbir tereddüde yer bırakmamak üzere verebilmek için önce, Anayasa kuruluşlarının «Genel ahlâka» hangi ölçüde uyduğuna bakmak yeterli olacaktır. Devletin haber, propaganda ve eğitim aracı vazifesini gören TRT'nin sadece «Genel Ahlâk» ile ilgili yayınlarını birlikte hatırlamaya çalışalım.
Sabahlan yayınlanan temsilleri hiç dinlediniz mi? Genellikle, batıdan tercüme eserler seçilmiştir. Konuları birbirine benzer. Bir aile vardır. Kadın kocasının bir arkadaşıyla «Aşk» yapmaktadır. Bu durum koca ve çocuklar tarafından farkedilir. Koca karısını arkadaşından geri almak için, gizli plânlar yapar işe başka kadınları sokar. Temsil kadının, kocasının arkadaşıyla gayrı meşru bir hayat yaşamasını meş-ırulaştırıcı, tabii gösterici bir doğrultuda gelişip gider. Başka bir temsilde; herşey aynı; sadece karı - koca yerine iki nişanlı, damat -kaynana, veya birbiriyle evlenmeye karar ver-ımiş genç kızla erkeğin gayrı ahlâki münasebetleri konu edinilmiş. Meselâ bir defasında şöyle bir piyes dinlemiştim. Bir genç erkek,
-evin genç kızıyla evlenmek maksadıyla bir aileye yaklaşır. Ama «Yasak aşk» genç erkekle, kızın annesi arasında başlar. Bundan aile mensupları haberdar olur. Hoşgörü ve mantık (!) »ölçüleri içinde bu münasebet işlenir.
Batıdan seçilen (!) temsiller nedense hep böyle birbirine benziyor. Ben dinlemedim ama, duyanların ifadesine göre, bir artistin ağzından, özür dileyerek yazıyorum, «Köpekleri olan dul kadınların kocaya ihtiyaç duymayacakları» fetvası verilmiş.
Yukardaki örneklerdeki ahlâk anlayışı balı milletleri için belki gayet normaldir. Ama
Türk milleti için «İnsanı insan olmaktan çıkaran» namussuzluğun en büyüğüdür. Hapisane-ler hep bu tür, onun bunun kızını, karısını yoldan çıkaranları temizleyenlerle dolu. Türk milletinin insana bakışı, aile anlayışı, erkek - kadın münasebetine verdiği nizam bambaşkadır ve batıya taban tabana zıttır. Türk'ün anlayışına göre, batı bencil, merhametsiz, hissiz, maddeci, manevi duygulardan mahrum bir hayat felsefesine sahiptir. Materyalist batı ile Türkün dünya görüşünün savaşında TRT nasıl o-lurda düşman safında yer alır?
Hal böyleyken niçin devlet radyosu batı ahlâkının propagandasını yapan bir tutum içindedir. Türk'ün alhâkı mı değiştirilmek isteniyor? Böyle ise bu yetkiyi kimden almışlar? Baldızıyla, kaynanasıyia, arkadaşının karısıyla gayri meşru hayat yaşayanların münasebetlerini yumuşatarak, normalmiş gibi göstererek, ye tişmekte olan, henüz cemiyetimizin değerlerini almamış bulunan gençlere ısrarla dinletmenin maksadı nedir? Anayasanın emrettiği «Genel ahlâkın korunması» nasıl olacaktır? Genel ahlâka aykırı faaliyet denince acaba bunlardan daha âlâsı ne olabilir?
Anayasa ve Türk Ceza Kanunu'nun ilgili maddeleri gereğince, savcıların harekete geçmesi ve TRT yetkililerini mahkeme önüne dikmesi lâzımdır. Ama, her ne sebepten bilinmez, böyle «Genel ahlâkı korumak» gibi konularda başta resmi kuruluşlar olmak üzere her türlü yayın hakkında tahkikat açıldığını şahsen hiç hatırlamıyorum. Acaba, Anayasanın koruma emrini verdiği «Genel ahlâk» a aykırı hiçbir faaliyet ülkemizde yapılmıyor mu? Ben mi yeniliyorum?
Müstehcen neşriyatla mücadele diye seçmen gözünü boyamayı hedef alan istismarları bir kenara bırakmak zorundayız. Çünkü, iktidara bağlı bulunan (Genel Müdürünü kararnameyle kabine tayin etmiştir.) TRT'nin Türk ahlâkı, Türk kültürü, Türk musikisi; hasılı Türk'ün neyi varsa hepsinin aleyhinde, yabancı değerlerin lehinde israrla, kararlı bir faaliyet içinde olduğunu görüyoruz. İcra organı kendi emrindeki kuruluşlardaki şahısları millî ahlaka uygun faaliyet içine sokamazken, serbest piyasadaki gazete ve dergilerle uğraşırsa, bunun adına istismar denmez de ne denir?
IŞANLI ORDUMUZ KIBRIS'TA
1971'de İkinci Selim'in Osmanlı Padişahı olduğu sırada Türk hâkimiyetine geçen Kıbrıs 1877 - 1878 lerde yapılan ve «93 Harbi» diye anılan savaşlarda uğranılan Rus yenilgisinden sonraki şartların icabı İngiltere ile yapılan anlaşma gereğince İngiliz hâkimiyetine devredilmişti. Daha sonra 1954 yılında İngiltere Kıbrıs için bir Anayasa hazırlamak niyetinde olduğunu açıklamıştır. 1958 Haziranı'nda Kıbrıs'ta Türkler ve Rumlar arasında çatışmalar çıkrmş, bunun üzerine İngiltere adaya 4000 İngiliz paraşütçüsünü sevketmiştir. 11 Şubat 1959'da Zürih Konferansında Kıbrıs'taki Türk ve Rum toplumlarının durumları üzerinde görüşmeler açılmış, 13 Aralık 1959'da da Ada'nın Başpiskopos'u Makarios Cumhurbaşkanı, Fazıl Küçük'de Cumhurbaşkanı Yardımcısı seçilmiştir.» 16 Ağustos 1960'da Kıbrıs'ın bağımsızlığı ilân edilmiş ve İngiltere'ye iki üs verilmiştir.
1963 Aralığının sonları ile 1964 0-cağınm başlarında Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı için çalışan ENOSİS' ci Rumlar Türk kesiminde masum Türkleri katletmişler, kadın ve çocuk demeden Türk olan herkesi hun harca öldürmeye girişmişlerdir. 4 Mart 1964'de B.M. Güvenlik Konseyi Rum saldırıları üzerine adaya bir birlik göndermeyi kabul etmiştir. Bundan sonra bazen sürekli, bazen de aralıklı olarak Rum saldırıları devam etmiştir. Enosiscilerin teşkilâ
ti olan EOKA müteaddit defalar yapılan seçimlerde Makarios'a mağlûp olmuş, EOKA lideri Gri-vas 1974 Ocak ayında Limasol'da ölmüştür. Daha sonra Yunan Cuntası ile Makarios'un arası açılmış ve 15 Temmuz 1974 günü Yunan subaylarının darbesiyle Makarios görevden uzaklaştırılıp yerine kukla Samp son geçirilmiştir. Sampson hükümeti nin varlığı hiçbir devlet tarafından kabul edilmemiş ve Türkiye anlaşmaların kendisine sağladığı hakları kullanarak 20 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs'a başarılı bir çıkarma yapmıştır.
Tarihin derinliklerinden bu yana esir olarak yaşamamış, daima hakkı, hakikati temsil etmiş ve zulme karşı savaşmış olan kahraman Türk Milleti Kıbrıs'ın bir oldu bitti-ye getirilerek elinden alınması için girişilen tezgahlamalar karşısında da susmamış ve dünkü kölesi Yunan palikaryalarına yeni bir ders vermiştir. Gözü dönmüş, ne yaptığını bilmez Yunan Cuntası şüphesiz kendisini Türkiye'yi, Türk Milleti'ni altedebilecek kadar kuvvetli saymış olacak ki böyle bir harekete girişmiştir. Ancak, tarihi şan ve şerefte
dolu olan asil Türk Milletinin şanlı ordusu, kahraman Mehmetçiği büyük devletleri bile hayrete düşüren bir çıkartma hareketiyle Kıbr.s'a ayak basarak palikaryalara unutamayacakları bir ders daha vermiştir.
Silâhlı Kuvvetlerimizin karada, deniz ie ve havada kısa zamanda büyük üstünlük kurmaları karşısında çaresiz kalan Yunanlı'lar her zamanki gibi yine masum halka, kadınlara ve çocuklara saldırmış, adice, vahşice katliamlarda bulunmuştur. Asil Türk Milleti, Kahraman Türk Ordusu ve bu asil milletin ülkücü nesli bu vahşiliği, bu alçaklığı yine unutmayacaktır. Türk'e uzanan eller daima kırılır ve kırılmaya mahkûmdur. Allah inananlarla beraber olmuştur ve olacaktır.
Türk Silâhlı Kuvvetlerinin kazandığı zaferden sonra Kıbrıs'ın en güzel yerlerinden birisi olan ve her-zaman Türkiye ile, karşıkarşıya o-lan Girne Rum hâkimiyetinden çıkarak gerçek sahiplerinin eline geçmiştir. Unutulmasın ki Türk Mille-ti'nin gücü Kıbrıs'ın tamamını almaya yeterlidir. Bu, Türk Milleti'nin içinde yatan bir arzudur ve mutlaka gerçekleşecektir.
Genelkurmay Baş kanı sayın Semih Sancar Adına Genelkurmay' dan bir Korgenerale Kur'an, Bay rak ve Kılıç veren Ülkü Ocakları Genel Başka nı Muharrem Şemsek Genelkıır may Başkanlığı'-Din önünde Korgeneralin elini ö-perken.
4
Bucak Lisesi'nde olup bitenler
Yurdun birçok yerinde olduğu gibi Bucak Lisesi'nde de solcu öğretmen ve idarecilerin yarattıkları terör devam etmektedir. Lise Müdürü ve öğretmenlerin çoğu solcu olmasına rağmen öğrencilerin büyük ekseriyetinin milliyetçi - ülkücü olmasını bir türlü sindiremeyen idare ve bazı öğretmenler ülkücü öğrencileri güç durumlara düşürebilmek için ellerinden gelen bütün gayreti göstermektedirler.
Sene içerisinde yapılan bir aramada bir ülkücü öğrencinin üzerinde ATATÜRK'ün zamanında basılmış olan Bozkurtlu paraların örneği bulunmuş ve bu paralar suç (!) âleti olarak alınmıştır. Aynı öğrenci da ha sonra tekrar aranmış ve üzerinde BOZKURT Dergisi, BÜYÜK ÜLKÜ Gazetesi ve BOZKURT rozeti çıkmış, bunlar da suç (!) unsuru o-larak alınmış, zikredilen öğrenci disiplin kuruluna verilmiştir. Solcu öğretmenlerden kurulu disiplin kurulu öğrencinin verdiği ifadeleri, cevapları değerlendirmeyerek 5 gün okuldan uzaklaştırma cezası verildikten başka hareket notundan da 3 not kırılmıştır. Sıkıştığı zaman «Ben rte milliyetçiyim, talebeliğim sırasında şöyle keserdim, böyle biçerdim» diye ahkâm kesen Bucak Lisesi Müdürü Mehmet Doğan'ın böyle nasıl milliyetçi olduğuna doğrusu bütün Bucaklı'lar gibi biz de hayret ' ettik. Mehmet Doğan'ın diğer bazı
marifetlerine (!) aşağıda temas edeceğiz.
Bucak Lisesi temsil kolu 1973 -1974 öğretim yılında Necati Cumalı'-nın Vur Emri ve Cahit Atay'ın Pusuda isimli piyeslerini hazırlayıp oynamışlardır. Her iki piyes de sol görüşü yansıtmaktadır. Bu piyeslerde bazı roller de ülkücü öğrencilere verilmiştir. Piyeslerin oynanması sırasında Bucak Lisesi ile en ufak bir ilişkisi bile bulunmayan Bucak Ko-miseri'nin Bucak halkının nefretine mazhar olan giyinişli oğlu sahneye çıkarılıp müzik çaldırılmak istenmiştir. Bunun üzerine ülkücü öğrenciler «Eğer bu şahıs sahneye çıkarsa biz oynamayız» diye diretince gündüz komiserin oğlu sahneye çıkarılmamıştır. Gece ise önce ülkücü öğrencilerin rol aldığı piyes oynatılarak arada komiserin oğlu sahneye çıkartılmıştır. Millî değerlerine çok sıkı bir şekilde bağlı olan Bu caklılar'ın tepkisi ve «Yuh» çekmeleri üzerine polisler durumu yatıştırmak zorunda kalmışlardır. Bu arada Kâzım Çotur isimli solcu öğrenci komünizmi öven bir şiir ok.j-muştur. Geceden sonra solcu Kâzım Çotur ülkücü öğrencilere karşı şunları söylemiştir : «Bu ortam benim ortamım, istersem Lise Müdürünü attırabilirim. Bütün öğretmenler benim adamım. Onlarla sıkı çalışmalarım var. Siz aptalsınız, neyin ne olduğunu bilmiyorsunuz...» Ülkücü öğrenciler imtihanlar arefesinde herhangi bir olaya meydan vermemek için bu sözlere karşılık vermemişlerdir.
BİR MÜDÜR Kİ!... Diğer taraftan Bucak Lisesi Mü
dürü Mehmet Doğan'ın bir başka özelliği, bir başka marifeti (!) daha vardır. Bu da şudur : Lise Müdürü Mehmet Doğan okuldaki kız öğrencilerle ilişki kurmaya çok meraklıdır, hanımı Ümran hanım Bucak Lisesi'ne öğretmen olarak tayin edilmiş, müdür beyle tanıştıktan sonra Bucak'ta evlenmişlerdir. E v v e l k i yıl A. Y. isimli lise öğrencisiyle kurduğu ilişki bütün öğrencilerin ve okul müstahdemleri
nin diline d ü ş m ü ş t ü r . A.Y.'yi sınıftan çağırıp odasında seviştiğini bizzat görenler vardır. Aynı Müdürün bu yıl da G. H. ve A.T. isimli kızlarla ilişki kurduğu, hattâ bir seferinde karısı Ümran tarafından da makam odasında bu kızlardan biriyle uygunsuz vaziyette yakalandığı söylentisi vardır. Ayrıca P.Ş. i-simli kız ve okulun kadın hademe-siyle ilişki kurduğu bütün lise öğrencilerinin ve Bucak halkının dili'i-dedir. Son günlerde ise müdür beyin Bucak'ta görünmediği, terk-i me kan ettiği şeklinde haberler gel
mektedir. Herhalde bütün öğrencilerin diline düşen, kahvelerde, evlerde halkın konuşup durduğu nefretini belirttiği böyle bir hâdise iftira olamaz. Bucak'ta genel kanaat şudur : «Bu Müdürün Türk Millî Eğitimi'nde işi ne?» Evet... Biz de aynı soruyu soruyoruz : «Bu Müdürün ve bunun gibilerin Türk Millî Eğitimi'nde işi nedir?»
Mehmet Doğan, Mehmet Erdoğ-muş isimli ülkücü öğrenciyi de imtihanlara almak istememiş ve itiraz eden öğrenciyi odasında dövmüştür. Aşağıda yüzü sargılar içinde olan Mehmet Erdoğmuş'u görüyorsunuz.
Bucak Lisesi Müdürü'nün hışmına uğrayan Mehmet ER-DOĞMUŞ.
5
ÜLKÜCÜLER ÜMİTTİR
Her meslekten ülkücüler kendi aralarında teşkilâtlanmakta ve her teşkilât yurt sathında hızla yayılmaktadır. Bu gelişme toplumumuzda büyük bir heyecan ve ilgi ile izlenmektedir. Milletimizin bir kısmı herkesin önünde açıkça «Ben Türküm, Türk Milliyetçisiyim» diyebileceği günlerin tekrar geldiğini görerek sevinmekte; bir kısmı da komünist emellerini gerçekleştiremiyeceğinden endişelenmektedir. Gerçekten çevremizde «Ben milliyetçiyim» diyebilenler gittikçe çoğalmaktadır. Bu bir «Dıştan değişme» olarak görünüp küçümsenemez. Çünkü «Türküm» demenin verdiği heyecan ve gurur bu millette söndürülemez. Ancak, herkesin bu yolda aynı hızla yürüye-miyeceğini, millet varlığını aynı cesaret ve kuvvetle savunamıyacağını takdir etmemiz gerekir. Mücadelede bizden geri kalanların dualarına, manevî desteklerine ve kendi aileleri içerisinde Türklük duygusunu ve kültürünü sürdürme çabalarına razı olmalıyız.
Bizi endişe ile izleyenlerin neler yapabileceklerini, şimdiye kadarki eylemlerinden tahmin edebiliriz. Türk Milletine has akıl ve dirayet ile sabır ve metaneti kaybetmediğimiz sürece bunların iftira, desise ve tuzaklarına düş-
Prof. Dr. ûrhan DÜZGÜNEŞ
meyiz, düştüğümüz zamanlarda da tahammül ederiz, yılmayız, inançlarımızı kaybetmeyiz.
Kanunlar bizden yana.. Biz Türk olan herkesin bildiği, kanunlarda da yazılı olan hasletlere sahip bir toplumun, muhafazasını, geliştirilmesini ve yüceltilmesini istiyoruz. Türk Milletinin menfaatlerini alt ve üst seviyelerdeki sosyal ve siyasî grupların menfaatlerinden ve şahsî çıkarlarından üstün tutabilen insanlardan oluşmuş, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmış bir toplum ülküsüne bağlıyız. Kanunlarımız da bize bu ülküye bağlılığı emrediyor. Ve böyle bir ülkü komünistçe slogon-lar ve uygulamalarla gerçekleştirilemez, diyoruz.
Türk doğmuş evlâtlarımızı evvelâ ailesini, sonra da Türklüğünü inkâra teşvik edenlerin ve bu yolda eğitenlerin milletimize karşı suç işlediklerini iddia ediyoruz. Türk'ün Orta Asya'dan dünyaya yayılışını sembolize eden ve Atatürk zamanında iftiharla taşıdığımız Boz-kurtlu rozet ve armalara, ödüller verdiğimiz resimlere ve tablolara şimdi tahammül ede-miyenlerin Türklük ile her hangi bir yakınlığı olmadığına inanıyoruz. Hata mı ediyoruz, suç mu işliyoruz?
Türk çocuklarına kendi özünü öğretmede çektiğimiz idarî zorluklardan şikâyet ediyoruz. Cezalandırılmalarımızın temelinde ülkümüze bağlılığımızın ve bunu gerçekleştirme çabalarımızın yattığını görüyoruz. Haklı değil miyiz?
Her şeye rağmen, Atatürk'e uyarak, Türk lüğümüz ve ülkücülüğümüzle öğünüyoruz, Türk Milleti için hayırlı olduğuna inandığımız yönde çalışıyoruz ve geleceğe güveniyoruz.
6
TÜRKELi'nden SjjjjSM YBLlEiî
O RUHLAR DİRİLECEK
Mastar Dağı akça karı içinde, Türkmen boyu yaylasına göçermiş. Susuz kalıp doru atlar kişnerken, Bingöl bin yerinden gölek açarmış. Yürürmüş de Balak Gazi Harput'a, nağrasından ko ca şehir titrermiş.
Toros eteklerinde Afşar çadırlarını gördünüz mü? Bölük bölük, tümen tümen Türkmen atlıları, süs olmuş, nakış olmuş çadırdaki kilimde. Bir köy evi neler saklar bilir misiniz? Avlusundan ocakbaşma kadar, koca bir ruh dipdiridir orada. Sınırlarımla tükenir sanma o ruhun sesi. Taa Asya Bozkırlarından, Balkanlar'a kadar uzanır. Kaş-gar'da kilime vurulan desen, benim de tezgahımda öyle dokunur. Ve., benim sınırlarım işte orada başlar.
Dadaşelde bar tutarlar yiğitler. Mayasında o atlının sesi var. Elâzığ'da halay çeken gakkoşun, yeleğinde, kuşağında o atlının süsü var.
Yarım kalan akının savaşçısı yiğitim. Anadolu üstüne vurulan bu mühürler,
senin de kalbine nakşetmiş belli. Ama aldırma sen gelen köhne seslere. Göğüsler hep ilerde, başlar yükselsin göğe. Sen vatanın içinde vatan kadar büyüksün. Unutma ki gelişin şafak gibi doğacak. Ve yarın senin sesin de o seste boğulacak. Yıllar yılı vatanda ya-şıyan ülküsüzler, ülkücü kesilecek senin ayak sesinde. Bir köhne zihniyetin şartlanmış şamatası, seni türlü renklere boyıyacak belki de. Bir büyük ülkü için uğraştasın yiğitim. Makamıar bilirsin ki büyük yapmaz kişiyi. Aldırma sen böyle küçük seslere. Ve... Göreceksin o ruhlar seninle fışkıracak.
Günerkan AYDOĞMUS
Anadolu ve İki Büyük Zafer Türk'ün asırlarca süren koşusu, zaferler, dertler,
çileler, acı - tatlı günler derken Ağustos 1071, oradan da Ağustos 1922.
Ortaasya'dan çeşitli bölgelere göç eden Türkler'in bir kolu, Oğuzlar'ın Kınık boyundan Subaşı Dukak'm oğlu Selçuk 940 yıllarında maiyetiyle birlikte güneye doğru inip Cent şehrine yerleşiyor. Yine savaşlar, yine zaferler ve Türkler İslâmiyetle kucaklaşıyor. Artık yükseliş, büyüyüş başlıyor. Yüz atlıyla göç eden Selçuk'un ordusu kendisinden sonra bin atlı, onbin atlı, yüzbin atlı oluyor ve «Bizim Türkeli» büyüdükçe büyüyor. Tuğrul ve Çağrı Bey kardeşler 1040 Dandenakan zaferinden sonra devlet kuruyorlar. Zaten var olan, Türk'ün gönlünde yaşayan devlet yeniden ihya ediliyor. Sonra genç bir yiğit. Sultan Alparslan 1071'de Malazgirt zaferiyle Anadolu'ya, bugünkü son bağımsız Türk kalesinin bulunduğu topraklara giriyor.
Böylece bizim olan Anadolu'da daha sonra Fatihler, Yavuzlar boy gösteriyor, Türk kıt'alara hükmediyor ve Malazgirt zaferinden 9 asır sonra yeniden düşmanlar görünüyor. Anadolu yeni bir zafere gebe. Ve yine bir Ağustos ayı, yeni bir zafer. 26 Ağustos 1922'de Dumlupınar ve 30 Ağustos 1922'de ZAFER!..
Sonra, Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir ileri!..» diye gürleyen bir sesle beraber düşmanın, bize hiçbir zaman dost olmayan, kardeş olmayan ve olamayacak olan Yunanlı'nın denize dökülüşü.
İşte Bizim Türkeli kanla, terle yoğrulmuştur- Hiçbir güç, hiçbir oyun Bizim Türkeli'ni, Bizim Türkelleri-ni bizden alamaz.
26 Ağustos 1071'de Bi-zanslılar'a karşı Malazgirt zaferini kazanarak Anadolu'yu bize yurt yapan ALPARSLAN Gazi'yi rahmetle anıyoruz.
Zaman bizce konuştu
Daha önce doğmalarından başka hiçbir özelliği ve üstünlüğü olmayan yaşça büyüklerinin birçoğundan daha iyi bilirsin : Savaş dönemlerinin ölçü leri, barış günlerinin keyifli rahatlığına hiç benzemez. Hatırlıyorsun değil mi? Hani bir söz vardı, küçümseyen tebessümlerle çarpılmış, züppe ağızlardan hiç düşmeyen bir söz vardı. Akılları sıra Türk ülkücü-leriyle alay etmeye özenirler-d i : «Vatan millet, Sakarya!» Aslında sen, «Vatan, millet • Sakarya» dışındaki konuları da diğerlerinden daha iyi bilirdin.
Galip ERDEM
Ama ötekilerin beyinleri yıkandığı için, anlayamadıkları başka birşey vardı: «Milletlerin hayatında öyle zamanlar olur ki, adeta herşey susar, yalnız «Vatan, millet, Sakarya» konuşur. Kıbrıs'taki üç günlük savaş, belirtmeye çalıştığımız ger çeğin en açık ispatıdır. Dikkat etmemiş olamazsın: Cumhurbaşkanı sayın Fahri Korutürk, 59 saat boyunca ve daha sonra neler söyledi? Allah, vatan, millet, soydaşlarımız vs. Ya Başbakan sayın Bülent Ecevit'e ne buyurulur? 47 yıllık ömrü süresince kullandığı vatan, millet, soydaş, Allah kelimelerini terazinin bir kefesine, Kıbrıs çıkartmasından sonraki demeçlerinde, basın toplantılarında, radyo ve televizyon konuşmalarında ağzından çıkan aynı cins kelimeler terazinin diğer kefesine konsa, hiç şüphesiz ikincileri ağır basacaktır. Birinci sayfalarını artist resimle-riyle süsleyen, Türk ordusuna karşı savaş açan mahkûm bir komünisti milyonlarca lira harcayarak kahramanlaştırmaya yeltenen, hattâ intikam nutukları çektiren sokak gazetesini ve en ufak bir fırsattan
faydalanarak, cesaretlerinin ı. zin verdiği ölçüde, Silâhlı' Kuvvetlerimizi hırpalamaya y9|te_ nen «Sola açık» diğer gQ26 t e
ve dergilerin neler yazdıklarım okudun. Biraz sevindin, biraz üzüldün ve elbette biraz da güldün! Ruhunun zenginliği V 6
yüreğinin büyüklüğü, mw s t
sevgisini akla gelebilecek bü-tün değerlerin üstünde tutuşun, kimsenin kmayamıyaca-ğını gayet iyi bilmene rağmen; «Daha önceleri neredeydiniz?))' diye sormana imkân vermedi.
Genelkurmay Başkanımız Sancar paşamızdan ve diğer komutanlarımızın tutumlarından söz etmiyeceğim. ÇünkûS onlar; vatan, millet ve zaferden başka hiçbirşey düşünmüyorlar. Konuşmalarının her kelimesi milletle başlıyor, Allah'ın yardımına sığınıyor ve zaferle bitiyor. Bütün zamanların belki adsız ama en büyüKİ ülkücüsü Mehmetçik, kumandanını kurtarmak için, mübarek göğsünü dünya barbarlık birincisi Yunan kurşunlarının önüne atıyor. Rum çetecilerini* sinek gibi temizleyen Komando Yarbayımızın sözlerini duydun. O nasıl yiğitlikti, millete
Kendini nasıl bir adamışlıktı. Şehitlere imreniyor, «Buraya zaten şehit olmak için geldik!» diyordu. İnanıyorum: Sonsuz bir gurur, gözlerinden süzülen bir damla yaştı. O kadar.
NOT : Atalarımızın Ülkücülüğü isimli yazı serime Kıbrıs hadiselerinin sonucu alınıncaya kadar ara vereceğim.
BAYRAK VE MEZAR
AKINCILAR
Alîm KAYAYURT
N. Y. Gençosmanoğlu Ağabeyime
Yakışmaz mı hürriyet, yüce Türk soyuna? At sfirdü akıncılar, serhad, Tuna boyuna. Yürüdük kıt'alara yaymak için İslam'ı, Hazırol... Delikanlım, şimdi akın zamanı.
VıUar var ki..! Asya'dan Avrupa'ya koşarım, Baharda akm zamanı, Tuna gibi coşarım. Şimdi kurmak zamanı, TURAN adlı vatanı, Sur..! Sur hele akıncım, hele bir sür atım.
Biz ki.! Verdik Avrupa'ya çağdaş medeni-
Çok büyük olacak kesilen kolumuzun diyeti! «Jj*. Hz. Muhammed'in bahsettiği nur; Türk doğar, Türk ölür. Türklük kalır.
Bü Fatih'in, bir devir, çağ açan akıncısı. Oldak şimdi, kendi kendimizin yabancısı, Dil başka, söz başka, başka söylenen türkü; Fakat şimdi aynı gaye, aynı kalplerde ülkü.
Bugün öz vatanımda belki esirim amma, Gun olacak, gönlüm karşı koyacak cihana. A "» var delikanlım, hazırla pusatını. STO.1 Sür hele akıncım, hele bir sür atım. Türk doğar, Türk ölür, Türklük kalır.
MALAZGİRT DESTANI
Faruk N a f i z G Ü R A K A R
Sene blnyetmlşbir, Ağustos yirmialtı Romendiolen esir düşmüş ayak altı Türk ordusu zaferler kazandı, san aldı
Yiğitler marş tuta, kurtlar uluya, Cenk İçin akın var ANADOLU'ya.
Gelişler işahlanış, bakışları ağu TURAN Türklerinin haykırmaktadır çoğu Var olan elde sancaklar, gökte bayraklar
Yiğitler marş tuta, kurtlar uluya, Cenk için akın var ANADOLU'ya.
Kalbi iman, aşkı şanla, zafer sarıyor Durmuyor tolgalı beyler, dağlar aşıyor Artık Anadolu'mda TÜRKLER dolaşıyor
Yiğitler marş tuta, kurtlar uluya, Cenk için akın var ANADOLU'ya.
Gökyüzü kızıllaşmada, yer sarsılmada Cuma gününde, Alparslan namaz kılmada Türk ordusu yılların öcünü almada
Yiğitler marş tuta, kurtlar uluya. Cenk için akın var ANADOLU'ya.
ı!iuiHHHi!ttttııııııınmıtlıifillll
BİNBOĞALAR
islâmı haykıracağım Dil veriniz Binboğalar Küfre köstek vuracağım El veriniz Binboğalar
Fetih çağlarına kadar Oğuz beğlerine kadar Tanrı dağlarına kadar Yol veriniz Binboğalar
Arallarda yunacağım Ötüken'e konacağım Alparslan'a sunacağım Gül veriniz Binboğalar
Hayati Vasfi Taşyürek
ATALARIMIZIN MİRASI
*~ Tarihin en eski milletlerinden biri olan Türk Milleti, haklarını müdafaa etmek bir yana kendi varlığını müdafaa mecburiyetine düşmüştür. Dünyada hiçbir millet yoktur ki başka milletlerin egemenliği altında olsun.
Dünyanın her yerine ilim ve uygarlık götüren, büyük İmparatorluklar kuran, zalimi ezen, mazlumu koruyan, haksızlıklar karşısında eğilmeyen ey koca Türk! Acaba komşuların da böyle mi düşünüyor? Daha düne kadar vaii gönderdiğin Yunanlılar'ın hareketlerine dikkatle bak! Sisli adalardan her an bir baskına uğ-rıyabilirsin. Senin zayıf anını kolluyorlar. Seni senden başka seven yok. Aldanma düşmanın tatlı sözüne ve dost görünen yüzüne. Bunlar geçici bir nezaket veya menfaatin neticesi. En haklı olduğun Kıbrıs dâvasında Birleşmiş Mil-letler'de sana kaç devlet oy verdi?
Cumali KİBAR
Büyük Atatürk ne derdi! «TÜRKLER BU TOPRAKLARDA TAM BATI MEDENİYETLİ 25 MİLYONLUK BİR TOPLUM OLUNCA KENDİ KENDİLERİNİ SAVUNACAKLAR. 50 MİLYONA ÇIKINCA, EĞER ÇEVRELERİNDE BAZI MESELELERİ VARSA O VAKİT ONLARA BİR GÖZ ATACAKLAR,»
Bir millî misak dâvası olduğu için Hatay'a sarıldı.
Tarih göstermiştir ki devletler millî menfaatlerinin çatıştığı alanlarda savaştan başka çare bulamamışlardır.
Eşit maddî kuvvetler arasındaki mücadeleyi moral yönünden üstün olan taraf kazanır. Moral kuvvet teknik kuvveti yaratabilir. Moral kuvveti olmayan milletler kalkınamazlar. Bazı hamleler yapsa dahi bu kalkınma sayılmaz. Ve o millet mutluluğa yönelemez. Bu sefer birçok sosyal problemler ortaya çıkar. Örnek'mi istiyorsunuz?
İşte Amerika, İşte Rusya, hâlâ beyaz - zenci mücadelesi, hâlâ sınıf çelişkileri. Nerde dünya kardeşliği, hani sınıfsız toplum?
Meselelere materyalist açıdan çakanların yanıldıkları nokta budur. İnsan bir robot değildir. Gelişmeleri, hareketleri, fikirleri, hisleri ve inançlarıyla bir değerler sistemidir.
İşte bunun içindir ki Türk gençliğine; «BÜYÜK DEVLETLER KURAN ECDADIMIZ BÜYÜK VE ŞÜMULLÜ MEDENİYETLERE DE SAHİP OLMUŞTUR. BUNU ARAMAK, TETKİK ETMEK , TÜRKLÜĞE VE CİHANA BİLDİRMEK BİZLER İÇİN BİR BORÇTUR.» diyen, ilhamını Büyük Türk Milleti'nin asil sevgisinde bulan Atatürk, ömürünü «Geçmişteki Türk varlığı», «Yaşayan Türk Milleti», «Gelecekteki Türk» problemleriyle uğraşmakla geçirmiştir. O, ancak fikir ve prensiplerini nazarî sahadan çıkararak fiiliyata intikâl ettirdiği anlarda huzura kavuşuyordu. Ve Türk gençliğine şu tarihî ve ebedî görevi işaret ediyordu. «TÜRK ÇOCUĞU ECDADINI TANIDIKÇA DAHA BÜYÜK İŞLER YAPMAK İÇİN KENDİNDE KUVVET BULACAKTIR.»
10
Z. Kadir DOĞANAY
İnsanların geç de olsa gerçeği anlamaları istikbâle güvenle bakmamıza vesile olmaktadır. Türkiye'deki siyasî mücadelenin ağırlık merkezinin artık partiler arasında değil, 29. yüzyılın son çeyreğine adım atacağımız şu yıllarda memleketimizi geri kalmışlıktan kurtar-
. mak ve çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak iddiasıyla ileri sürülen ide Z ı A r H J K I olojiler ve bunların savunucusu kadrolar arasında olduğudur.
U f T T n T Î ' T ' C V F M BÛ" gerçeğin bir başka yönü, Türkiye'yi şimdiye kadar — Tanzimat-M U d DCjLıİh X İhN ian DU güne — genellikle Batı mukallidi ve hayranı olan aydınların (!)
idare ettiği ve bunların teşhiste de, tedavide de yanılıp güzel vatanıım-İ D R Â K z l v e yüce milletimizi karanlık, mecralara sürükledikleri ve de bir Türk
rönesansının, kendine dönüşünün gerekli olduğudur. Bunun da maziye gururla ve ibretle, âtiye ümitle ve büyük emellerle bakan milliyetçi dünya görüşüne sahip ülkücü aydınlarla gerçekleşeceği muhakkaktır.
Seçim propogandaları sırasında Türkiye'nin hemen her yerinde Milliyetçi Hareket mensuplarının millete anlatmaya çalıştıkları da özellikle buydu. Ancak milletimiz senelerden beri kitle partilerinin bol ve ucuz maddi vaadlerine alıştığı için, ülkücülerin bu kadro meselesi ile Türkiye'nin geleceği arasında kurdukları ilişkiyi pek anlayamamış, anlayanlar da, bunu yeni bir seçim taktiği sanmış veya önemsememi.ş-tir.
Fakat aradan çok zaman geçmedi. Kadro hareketi yürüten bir doktrin partisinin koalisyonla da olsa iktidara gelmesi ve bununla birlikte müseccel Marksistler'in mühim mevkilere atanmaya başlanması aklı selim sahiplerinin az da olsa uyanmasını sağladı. Biz bütün gücümüzle «Türkiye'de iki ideoloji var. Bunlar Sosyalizm ve Türk Milliyetçiliğidir. Mücadele buiki ideoloji ve taraftarları arasında oluyor. Türkiye'de köklü icraatı ancak kadro sahibi olan milliyetçi siyasî kuruluşlar yapabilir» diye bağırırken «Biz geçini derdinde — veya — paramızı, servetimizi koruma çabasında iken bunlar ne anlatıyor? Bana ne kadrodan, kadro neymiş?» diye yüzümüze şüpheyle bakanlar şimdi solun kadro değişikliğini görünce tarif edilmez bir endişeyle ve korkuyla geleceklerini düşünüyorlar. Hele üst seviyedeki o idare-i maslahatçı, eyyamcı, bürokrat zihniyet zannediyordu ki oturduğu makamın tapusu ebediyyen kendisine ait kalacak. Eminim ki şimdi koltuklarının çatırdadığını hissedenler, alt kademedeki milliyetçi dünya görüşüne sahip genç idarecilerin yükselmesi için hiçbir gayret göstermemişlerdir. Ve hatta milliyetçi saf Aadolu çocuğu kanuni yollardan müracaat edip herhangi bir müesseseye girmek istediğinde onun müracaatları hasıraltı edilmiş, buna mukabil bir arkadaşının hatırı için, arkası kavi olduğu için, fikrine hizmet edeceğine inandığı için bir solcuyu işe alabilmişlerdir. Şimdi ise besledikleri kargalar gözlerini oymuşlardır ve oyacaklardır.
Başkalarını bilmem ama ,şu son günlerde karşılaştığım değişik meslek ve siyasî gruplarda olan ta nıdıklarla aramızda geçen konuşmalardan onların solun kadro değişikliği karşısında, bu meseleyi idrak içinde olduklarını anladım.
Geçenlerde, tanıdık bir sanayicinin bürosunda, hemen hemen Türkiye'de «Sağ» olarak vasıfladırılan siyasî partilerin hepsinin de taraftarının bulunduğu bir toplantıda (Sohbet mahiyetinde) sözü kadro meseie-sine getirip izah ettiğimizde, görüşümüzün takdire şayan bir olgunlukla tasvip edildiğini gördüm. Ve içlerinden birisi «Şimdi Türkiye'nin meselelerine ba.şk.ı açılardan bakmak gerektiğini» ifade etti.
Bu tanıdıklarım ve onlar vasıtasıyla konuşup sohbet ettiklerimizin hepsi de çekirdeğini ülkücü gençliğin teşkil ettiği hareketin bu açıdan haklı olduğunu, ülkücü gençliğin Türkiye'yi çağdaş uygarlık seviyesinin de üstüne çıkaracak olan milliyetçi aydınlar kadrosunun nüvesini teşkil ettiğini belirtmek zorunda kaldılar.
Allah'a şükretmek lâzım. Çünkü atalarımızın aksine «Hakkı hak sahibine teslim etmek» faziletinin adeta unutulduğu toplumumuzda artık, hangi siyasi kanada mensup olursa olsun, bir hakkın, hakkın sahibi olana teslim edilmesi gerektiğinin idraki içinde olanların sayısı artıyor. Daha güzeli ve sevindiricisi ülkücü gençliğin Türkiye'nin kurtuluşunun müjdesi olduğuna inanabiliyor. Hatta sağ partilerin partizanca tutumlardan vazgeçip, Marksistler'e karşı ülkücüleri desteklemelerinin gerektiğini söyleyebiliyorlar. Temennimiz odur ki, bunu mecliste grubu bulunan ve milliyetçi olduklarım ifade eden siyasiler de idrak edebilir. Bu gerçekleştiği taktirde milletimize şu müjdeyi verebiliriz :
Doğacaktır sana vaadettiği günler hakkın, Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın. Ancak, rahmetli büyüğümüz, büyük Türk milliyetçisi Dündar Taşer'in söylediği gibi «Bu büyük dâvayı
idrak etmenin büyüklüğünden korkup, idraksizliğin alçaklığına sığınanlar...» sığınmayı tercih edenler varsa, bu, büyük milletimiz için acı bir kaderin habercisi olacaktır.
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN
11
s
D. Taşer Armağanı Tiyatro Yarışma?ı Sonuçlandı
Bilindiği üzere Büyük Türk milliyetçisi Dündar Taşer 13 Haziran 1972 günü bir trafik kazası sonucu Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu. Töre - Devlet Yayınevi bu büyük insanın hatırasına çeşitli edebi konularda yarışmalar düzenlemeye karar vermiş ve ilk olarak «Tiyatro» dalında bir yarışma düzenlenmiş ti. Bunun ilân edilmesinden sonra ülküdaşlarımız memnuniyetlerini belirtmişler ve bö/le bir yarışmanın çok faydalı olacağını, böylece «Türklük şuur ve gururu, İslâm imanı, ahlâk ve faziletini yansıtan tiyatro e-seri sıkıntısının giderileceğini» beyan eden mektuplar yazmışlardı.
Yarışma da zaten bu gayeyle ve merhumun çok sevdiği ülkücü gençlerin kaabiliyetlerini ortaya çıkarmak, onları yazmaya, okumaya alıştırıp ülkülerine daha faydalı olabilmelerini sağlamak için düzenlenmişti. Yarışmaya katılan ülküdaşlarımız herşeye ve bütün tecrübe sizliklerine rağmen söz konusu
eksikliği büyük ölçüde giderici eserler yazıp göndermişlerdir.
Galip Erdem, Emine Işınsu, Dr. A. B. Ercilasun, Sadık Tu-rai, M. Nuri Özşahin ve Erdal Sargutan'dan kurulu seçici kurul gelen eserleri büyük bir titizlikle incelemiş ve en iyi ne ticeye varabilmek için büyük gayret göstermiştir. Seçici kurul tiyatro konusunun gerçekten özel bir teknik ve sanat yönü olduğunu, bu yüzden tecrübesiz olan müsabıkların bazı hatalara düştüklerini belirtmişlerdir. Teknik eksiklikler yüzünden bu müsabakada birinci ve ikinci seçilmemiş, ALPARSLAN isimli eseriyle Manisa'nın Demirci ilçesinden yarışmaya katılan Yaşar Sağlam isimli ül-küdaşımızın eseri üçüncülüğe lâyık görülmüştür. Mansiyonlar ise şu şekilde dağılmıştır :
1, Mansiyon : Afyon - Emir-daâ'dnn Tnvyar Aksoy CİRKEF
adlı ederiyle, 2. Mansiyon : Samsun'dan
Remzi Özçelik BÜYÜK KÖPRÜ adlı eseriyle,
3. Mansiyon : Denizli'den O-ğuz Soylu, DÜŞÜNME ODASI adlı eseriyle ve Osmaniye'den Reşat Gürel ÇELİKTEN DAMLAYAN SULAR adlı eserleriyle.
Bu ilk yarışmada dereceye giren yarışmacılar TÖRE-DEV-LET Yayınevi tarafından Ankara'ya davet edilmişlerdir. Yarışmacılara Ankara'da ödülleri verilecek ve kendileriyle görüşmeler yapılacaktır. Jüri üyeleriyle de tanıştırılacak olan yarışmacılarla yapılan konuşma ve röportajlara da gelecek sayılarımızda yer verilecektir.
önceden de belirtildiği gibi Dündar Taser'in hatırasına düzenlenen yarışmalara devam edilecektir. İkinci yarışmanın konusu önümüzdeki sayılarımızda açıklanacaktır.
£..;#;u.,>. :.;;y|;,(:.:;S;;;ş^^ii • ;fcM.• 4m~u*&! mMim4
12 .
EN GÜZEL YAZİ» Yarışması Birincisi Necati AVCI
MİLLET VE DİN Milleti en kısa şekliyle «Araların
da ortak özellikler bulunan insanların meydana getirdiği bir topluluktur» diye tarif edebiliriz. Bu ortak özellikler ise malûm : Tarih, ülkü, soy, dil, din, kültür birliği vs.
İşte bu sayılan özellikler «Millet» in temel taşlarıdırlar. Birinin olmayışı ya da eksik, kusurlu olması halinde millet hayatı aksar. Millete ait olan bu özellikleri, bir otomobili hareket ettiren motorun çeşitli parçalarına benzetebiliriz. Motoru meydana getiren her parçanın ayrı ayrı vazifesi vardır. Biri eksik yapılmışsa o motordan fayda sağlanamayacağı gibi; herşeyi tam olan moto
run bir parçası zamanla aşınır, yıp-ranırsa, durum yine aynıdır.
Bunun gibi milleti de bir motor yerine koyacak olursak; tarih, ülkü, dil, din, soy, kültür, gelenek ve görenekler ve hattâ üzerinde yaşanılan toprak, onları temsil eden semboller ve kutsal değerlerin hepsi bir araya gelerek milleti meydana getirmişlerdir. Bunların hepsinin ayrı ayrı özellikleri olduğu gibi aynı zamanda da birbirlerinin tamamlayı-cısıdır. Biz konumuzla ilgili olarak «Din» in millet hayatındaki önemini anlatmaya çalışacağız.
«Din» i kısaca «İnsanları dünyada ve ahirette saadete götürmek için ko nulmuş semai bir kanundur» şeklinde tarif edebiliriz. Bu kanunun koyucusu şüphesiz ki Allah'tır. Bu tarif de İslâmiyet'e göre yapılmıştır. Bununla beraber İslâmiyet haricindeki dinler için de bu tarifi kabul edebiliriz. İnsanoğlu yaratılışından bugüne kadar daima bir «Büyük» aramış ve semai (Gökten gelen, Allah tarafından gönderilen) dinlerin olmadığı, yayılmadığı bir zamanda bile birşeye tapınmanın lüzumunu duymuştur. Allah korkusu insanın
yaratılışıyla birlikte vardır. Bu ise insanoğluna birlik şuuru vermiş, aynı saye inananlar böylece çoğalmış ve zamanla aralarında yukarıda say dığımız yeni ortak özellikler zuhur etmiş, bunların tekâmülüyle de milletler meydana gelmiştir.
Din; bir îman, bir inanç felsefesi olduğu için temeli birlik ve beraberliğe dayanır. Aynı yola, dâvaya inananlar şüphesiz birlik ve beraberlik içinde olacaklar ve birbirlerini koruyup yükseltmeye çalışacaklardır. Kur'an-ı Kerim'in Hucurat sûresinde mealen : «Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirleriniz-le anlaşıp yardımlaşasınız diye ayrı ayrı kavimlere ayırdık.» denilmektedir. Yani millet olarak yaşama ve bunun faziletleri Kur'an-ı Ke rim'de belirtilmiştir. İslâmiyet; bu kavimler, milletler arasındaki üstünlüğü de iman, inanç, birlik ve beraberlik içinde olabilme derecesine göre tesbit etmiş ve bu peygam berimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) in veda hutbesinde okuduğu şu cümlelerle de belirlenmiştir : «Acemin Arab'a, Arab'ın da Acem'e karşı bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada (imanda) d.r.»
Demek ki bir millet ne kadar i-manlı, inançlı ise ve ne kadar birlik - beraberlik içinde bulunabiliyor-sa o kadar üstündür ve yapamayacağı, başaramayacağı bir iş yoktur. Yine İslâmiyet'in İnanıyorsanız mutlaka üstünsünüz» prensibi bunun en açık delilidir. Tarihimize dönüp baktığımız ve geçen olayların bir değerlendirmesini yaptığımız zaman da görürüz ki Türk Milleti inandığı müddetçe birlik ve beraberlik içinde hareket etmiş ve daima «Üstün» olmuştur.
Peygamberimizin «Kişi kavmini sevmekle kınanamaz» ve «Vatan sevgisi imandandır» şeklindeki ha-dis-i şerifleri de millet hayatındaki birlik ve beraberliğin, vatana, millete karşı gösterilmesi gereken bağlılık ve sevginin değerini en güzel şekilde ifade etmektedir.
Buraya kadar söylediklerimizin bir hulâsasını yapacak olursak din, mil
leti millet yapan unsurların en önem lilerinden biridir. Millet hayatının devamı için lüzumlu olan manevi gıda, inanma şuuru, birlik ve beraberlik içinde olabilme duygusunun kasnağı dindir. Aynı tarihe, aynı köke dayanan, aynı üküye, aynı kültüre ve aynı dile mensup olan insai'" îar yine aynı din anlayışına da sâ hip iseler; ideal bir millet tipi ortaya çıkmış demektir.
Türk Milleti'nin geçmişi bu anlayışın örnekleriyle doludur ve bu özellik tam manâsıyla Türk Milletinin tarifidir. Yüzyıllarden beri «Et ve tırnak», «Beden ve ruh» gibi birbiri içine girip kaynaşmış olan Türklük ve İslâmiyet «Millet ve Din» konulu bir yarışmada esas alınacak en büyük örnektir. Mazimizin bu ihtişamlı, şerefli tarihini halde ve gelecekte de yaşamaya mecburuz.
Hüseyin ÖÇALAN
Millet ve Dil konulu «En Güzel Yazı» yarışmamızda birinci gelen ülküdaşı-mız 1955 yılında Beypa-zarı'nın Yiğerler köyünde doğmuş, ilk öğrenimini köyünde, ortaokulu da Beypazan'nda bitirdikten sonra Ankara İlköğretmen Okulu'nu yatılı olarak o-kuyup 1973 - 1974 öğretim yılı sonunda mezun olmuştur.
13
MEHMED'İN ÜLKÜSÜ
«Yüce dağların ardından Gelemedim gelemedim Kurtulup da vatanıma Varamadım, varamadım.»
Her zamanki gibi yine içlenmişti Mehmet. Kargısında O'nu anlayan, O'na ümit veren içini dökecek birisi olsaydı ne iyi olurdu! Bu duygular içinde mırıldanmağa başlamıştı türküsünü. Ümit dolu hayallerle kendisini avutmak istiyordu.
Ay - yıldızlı bayrağın altında yaşamayı dünyanın en büyük adamı olmaya tercih ederdi. O'nun i ç i n e n b ü y ü k mutluluk ; «Büyük Türkiye» nin bir neferi olarak çalışmak ve gerekirse onun uğrunda ölmekti. Bu, Mehmet için erişilmez bir bahtiyarlıktı. Bu ve benzeri duygular içindeyken birden kapının açılmasıyla irkildi. Gelen her zamanki gördüğü kaba yapılı, cesaretsiz zindancıydı. O'nu gördükçe korkaklığın ve acizliğin verdiği büyük acıyı hisseder, ruhunda garip bir his uyanırdı. Bununla kendi milletini ve arkadaşlarını karşılaştı-
14
rıp, şâirin şu sözleri dökülürdü ağzından :
Bir aşk, bin kine karşı Kürşad bir Çin'e karşı Balak yüzbine karşı Tekçe konuşur.
Mehmet «Büyük Ülküsü» için en korkunç işkenceye katlanır, her türlü fedakârlığı yapardı. Yeter ki Türk Milleti yutulup, yok olmasın. Bu milletin töresinde, «Esir, esirlik» kelimeleri yer almazdı.
Büyük devletlerin mirasçısı, ufuklarında güneşin batmadığı, Peygamberimizin müjdesine mazhar o-lan bu büyük millet, Atatürk'ün de «Yüksel Türk! Senin için yükselmenin hududu yoktur» dediği gibi yükselmek için yaratılmıştır.
Yabancılara : «Benim hükmettiğim yerlere, sizin hayal gücünüz yetmez» diyebilecek büyükleri çıkan bu millet, zalimin uşağı, alçağın lalası olmayı şerefsizlik sayar, mazlumların intikamını almak için yarış ederdi. Bu milletin vasıflarını saymaya bu değersiz madde kaleminin gücü yetmez. Çünkü Türk Milleti, Altaylar'dan Viyana'ya kadar ülke fethedip üç kıt'aya hükmetmişti. Bu büyük millet vatanını, bayrağını düşmana teslim etmezdi. Tö-resi'nde yazmazdı bu.
İşte Mehmet, böyle bir milletten olmanın gurur ve şuuruna ermiş, bu büyük millet için zindanlara düşmüştü. Hem de kızıl zindanlara. O'nu ne kızıl zindanlar, ne de başka bir kuvvet yolundan döndüremez-di. Herşeyi göze alıp Ülküsü'ne candan bağlanmıştı. Belki de Mos-koflar Mehmed'i öldürebilirlerdi. «Bir Mehmed ölür, bin Mehmed dirilir. Yeter ki vatan, millet sağol-sun.» derdi.
Fazileti, güzel ahlâkı, kumanda vermeyi ve türlü meziyetleri başka milletler okullarda öğrendiği halde; kendi milleti bu vasıfları ninesinin ak ve temiz sütü, iri, siyah bakışı, babasının kükreyen dik sesi ve Kur'an'ın esrarengiz âhenginden öğrenirdi.
Gültekin GÜL
Bu asil millet ölmezliğini düşman keferelerine dün olduğu gibi bugün ve yarın da hatta sonsuzluğa kadar haykıracaktır. Çünkü bu millet ne faşist, ne komünist, ne de emperyalist fikre «Evet» derdi.
Mehmed'in, Mehmedler'in, Mos-koflar tarafından şehid edilmesi, bu ülküye gönül verenleri zerre kadar ürkütmez. Bilakis onları, daha da fazla çalışıp, didinmek için kamçılar. Çelik bilekliler, inanan yürekliler, ezilmez başlılar diyarı, Türklüğün son bağımsız kalesi bu cennet vatan, soysuzlara ve onun uşaklarına teslim edilemez .
«Vatan, millet, aile mefhumları yok» diyebilecek kadar küstahlaşıp, bunları hiçe sayanlar! Şunu iyi bilin ki Türk ölür, ülküsü yaşar. O'na işkence yapmak, şehid etmekle hiç birşey kazanamazsınız. Tarihlerin Bozkurd'u kükreyince, düşmanları tıkılacak delik ararlar.
Evet! Yıllar geçip, çeşitli işkencelerden sonra Mehmed, Moskoflar tarafından şehid edilir. Mehmed son sözünde : «Türk ülküsü, O'nun yılmaz ve dönmez Bozkurtları sağol-sun» deyip, şehadet getirerek yüce Allah'ın rahmetine kavuşur.
Ey, vatan için şehid olanlar! Siz ölmediniz, ölemezsiniz. Türklük gurur ve şuuru ile yoğrulmuş, İslâm ahlâk ve fazileti ile faziletlerimi? her Türk'ün gönlünde yaşayacaksınız.
Ne mutlu sizlere ki gönüllerde bayraklaşıp, Türk ülküsüne harç olmak için şehidoldunuz.
Biz temiz müslümanlarız
Bid'at
Allah
Hâlis
nedir bilmeyiz
onun için
Türk'ü aziz kıldı
Alparslan GAZİ
— Kıymetli ülküdaşımız Dr. Farhan özmen 29 Haziran W74 günü Ankara'da Neşide hanımla evlenmiştir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
— Kıymetli ülküdaşımız Asistan Sadık Tural 8 Temmuz 1974 günü Ankara'da Asistan Dicle hanımla evlenmiştir. Tebrik e-der, hayırlı olmasını dileriz.
— Elâzığ - Baskil ilçesi Höyük ve Kumlutarla köyleri öğretmeni ülküdaşımız Mithat Yılmaz 9 Haziran 1974 günü Ayşe hanımla evlenmiştir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
*
— Ülküdaşlarımızdan Ahmet Bacanlı ile Aynur Başal 7 Temmuz 1974 günü Ankara'da nişanlanmışlardır. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz.
— Bolvadinli ülkücü öğretmenlerden Abdil Çakırer ve evdeşi Fatma hanımın 25 Mayıs 1974 günü SELCEN adı verilen bir kızları,
— İstanbul ' lu ülküdaşlarımızdan Ali Diktaş ve evdeşi Kıymet hanımın 29 Nisan 1974 günü Alparslan adı verilen bir oğulları,
— Elazığlı ülküdaşlarımızdan İsmail Dayı ve evdeşinin Kürşad ismi verilen bir oğulları,
— Başkent İ.T.İ.A. asistanlar ından Muzaffer Günay ve eşi n in 19 Haziran günü Tuğrul isimli bir oğlu dünyaya gelmiştir. Yavru ülküdaşlara hayırlı bir ge-Iccek ûileriz.
VEFAT
— Uşak'h ülküdaşlarımızdan Hilmi Akarca geçirmiş olduğu bir kaza neticesinde kaldırıldığı h a s tanede kurtar ı lamıyarak vefat etmiştir. Ailesine ve ülküdaşları-mıza başsağlığı dileriz.
YUH OLSUN
Türk Milleti birbirine kardeştir. Aramıza girenlere yuh olsun Türk'ün aleyhine Moskof lehine Yalan dolan düzenlere yuh olsun.
Doğruyu bırakıp eğri gidenler Daima şeytan ardı gidenler Komünizme Türkü suçlu edenler Din düşmanı ozanlara yuh olsun.
Kocamanım düşmem kötü illete Sahip oldum bu toprakta zillete İlan ediyorum bütün millete Doğru söze kızanlara yuh olsun.
Turan TUNÇ
NOT : Bu şiiri yazan Ülküdaşımız 16 Aralık 1972 günü Konya ili Hadim kazası Bademli bucağı ilkokulu öğretmeni iken elim bir trafik kazası sonucu hayata gözlerini yummuştur. Ülküdaşımız henüz iki aylık öğretmendi ve Artvin İlköğretmen Okulu mezunuydu.
Bozarı Sahibi : Sadi SOMTJNCUOĞLU * Yazı İşleri Müdürü : Osman OKTAV Umumî Neşriyat Md. : Mahir DURAKOĞLU * İdare Yeri : Konur Sokak 12/6 Kızılay — ANKARA * Haberleşme Adresi : P.K . 151 Bakanlıklar — ANKARA * Posta Çeki Nu : 10079758 * Yıl : 2 - Sayı : 23 * Yıllık Aboue : 17.50 TL. * Fiatı : 150 Kr. * Yurt dışı : İki misli * Reklâm tarifesi : Tam sayfa 1.000 TL. Renkli sayfa 1.500 TL. * Kitap İlânları : Santimi 30 TL. * Dizgi ve Baskı : Yeni Işık Matbaası Tel : 12 58 10 — ANKARA * Dağıtım : GAMEDA.
15
BOZKURT
DEDEMİN GÜNAHI Dilâver CEBECİ
DEVLET Milliyetçi Siyasi Haftalık
Gazete Yıllık abone : 120 TL.
Yurtdışı : 2 misli P.K. 248 Bakanlıklar -
ANKARA
OCAK 3 aylık araştırma ve
inceleme dergisi 10. sayısı çıktı
Yıllık abone : 30 TL. P.K. 262 Bakanlıklar -
ANKARA
TÖRE Aylık Fikir ve Sanat
Dergisi Milliyetçi İlim Adamları
TÖRE'de Yıllık abone : 60 TL.
P.K. 211 Kızılay - ANKARA
FİATI : 150 KURUŞ
Gel benim ak saçlı, ak sakallı, nur yüzlü dedeciğim. Şöyle yamacını ı geç, otur. Sana ne denli saygı göstermem gerektiğini biliyorum. Seninle böyle senli - benli konuşmak bile haddim değil. Ak sakallarını, kederli gözlerini, titrek ellerini ne kadar severim bir bilsen... Uzat ellerini öpeyim. Öpmek de ne? Saatlerce yüz süreyim.
Çıkar doksandokuzluk teshibini. Yavaş yavaş bitip tükenmez bir tevekkül ile çekmeğe başla. Yüzüme bakma, gözlerime bakma. Başını önüne ey, beni dinle. Hem bu loş odanın havası pek kasvetli. Dur perdeleri açayım. Odamıza ışık girsin. Ara - sıra gök yüzüne bakarız.
Ne desem, nereden başlasam? Sana yaralarımı göstereyim mi? Biliyorum senin de çok yaraların var. Şu sağ omuzundaki Balkan Harbinden, şu göğsündeki birinci büyük harpten, şu sırtındaki İstiklâl Harbi'nden... Ne bileyim hangibirini saysam ki... Fakat, benim yaralarımı da görüyorsun değil mi? Vücudumda kurşun değmemiş yer yok. Bu parça parça ellerim, başım, ayaklarım, göğsüm, sırtım, hepsini görüyorsun. Hangi savaşa girip çıkmışım ben? Yaşım ne, başım ne değil mi? Dur ağlama. Sil gözlerinin yaşını. Benim buna da tahammülüm yok. Yahut bana belli etmeden ağla. Zâten siz dedeler umumiyetle böyle edersiniz. Ben çok yaralıyım dede, senden daha çok yaralı.
Pencereleri açayım mı biraz? Dışardan sesler gelsin mi? Çocuk seslerini seversin herhalde. İyi ya ben yokken neden açmadın bu pencereleri? Gel bak, neler görüyorsan bana söyle. Ne? Denizler, gemiler, askerler, ad.ı-Iar, adalar, adalar mı? Çok mu adalar? Gökteki yıldızlar gibi mi? Öyledir iedeciğim, öyledir. Hilalli bayraklar da gördün mü? Tuğlar?...
Ne kadar çok sorular soruyorum ben de. Yoo öyle yakınma dedeciğim. Bunlar soracaklarımın binde biri bile değil. Seni sigaya çekmek mi? Hâşâ.
ma çok soracaklarım var. Bir zamanlar ne kadar gençtin, ne kadar yiğit-? Seninle cenk etmek ölüm demekti. Ben niye öyle değilim? Senin toru
nun değil miyim? Hayır, hayır! Babama suç bulamazsın. O da benim kadar yaralı. Söyle bana dedeciğim, bu süngülerin ucundaki keskin parıltı neye yarar? Bayrakların hep yükseklerde dalgalanması nedendir? Sakın bilmemezlikten gelme. Çok iyi bilirsin. Sonra bu soruların cevabını bana verdirme. Seni utandırırım. Çok bilgiçlik taslıyorum değil mi? Kusurumu
ğışla. Ben bunları vurula vurula öğrendim. Benim süngüm yoktu. Ucun-aki keskin parıltıyı sâdece hayâl ederdim. Ben sâdece vuruldum. Farkm-asm herhalde, birşeyler söylemek istiyorum ama olmuyor. Geveleyip duru
yorum. Fikrim de çok perişan. Neden öyle duruyorsun? Bana gençliğini hatırlatacak bir hışımla doğrulup
da «Dilinin altındaki baklayı çıkar» diyemiyorsun. Ah ben de içimden geçenleri bir söyleyebilsem. Saygısızlığı göze alarak, karşında bağırıp çağıra-rabilsem. Aşılmaz dağlar gibi, ufkumu kaplayan ufak - tefek günâhlarını yü-üne bir vurabilsem...
Bu açtığım pencereyi kapatma dedeciğim. Ben gidiyorum, sen denizleri, alan, geceleri, yıldızları seyret. Ara - sıra çocuk seslerine dal. Ben böyle
orgun - argın, yaralı, kendi yoluma gidiyorum. Ufak - tefek günâhlarımı tonlarıma bırakmak niyetinde değilim.
Allah'a ısmarladık nur yüzlü dedeciğim.
top related